Hz. MUSA(A.S.) 1

1. Musa'nın Doğumu. 2

2. Musa'nın Elinden Çıkan Kaza. 5

3. Koyun Sulayan Kızlar. 6

4. Uzak Görüşlü Üç İnsan. 7

5. Yeni Yuva Ve Çobanlık. 7

6. Çobanlık Yıllan. 8

7. Aklı Karalı Sürü: 9

8. Medyen'den Ayrılış Ve Dağdaki Ateş: 9

9. İki Harika: Yed-İ Beyza Ve Asa: 10

10. Musa Asa'yi Nereden Bulmuştu. 10

11. Asanın Marifet Ve Hünerleri: 12

12. "Ayakkabilannı Çıkar!". 13

13. "Onlardan Birini Öldürmüştüm". 15

14. Musa'nın Dilinde Ne Vardı 15

15. Firavunla Karşı Karşıya. 16

16. Ejderhanın Alt Ve Üst Çenesi 17

17. Karşılaşma 18

18. Hz. Musa'ya İnanmış İki kişi: 26

19. Asiye 'nin İdamı: 28

20. Haman'ın İnşa Ettiği Kule: 30

 

 

Hz. MUSA(A.S.)

 

Musa ismi dinler tarihi kitaplarında geniş yer işgal eder. Semavi (ilâhi) dört bü­yük kitaptan biri olan Tevrat Musa'ya verilmiş, İsa'ya kadar gönderilen Davud dı­şındaki bütün peygamberler onun dinini yayma ve tatbikle görevlendirilmişlerdir. Kur'an-ı Kerim'in 34 suresinde 136 yerde adı geçer.

Kur'an'da adı en çok geçen peygamberlerden ikinci sırayı alan Hz. İbrahim'in ismi, bu sayının ancak yansına yaklaşır. Bir başka ifadeyle, Kur'an-ı Kerim'de Hz. Musa ve kavmine ayrılan yer bir kaç cüz tutar.

Hz. Musa'nın hayatında ve peygamberlik döneminde işaret taşı sayılabilecek olaylar özetle şöyledir: Doğumu ve suya bırakılması, Mısır'dan ayrılması, Medyen yöresinde geçen yıllar, Mısır'a dönüş, sihirbazlarla yapılan karşılaşma, Firavun ve ordusunun mahvı...

Dini ve hayatına giren olaylarla, kendisini takip eden peygamberlerin önderi, hatta babası diyebileceğimiz Hz. Musa'yı etraflıca incelemeye değer bulduk . [1]

Hz. Musa ile ilgili bilgilerin kaynağı Kur'an-ı Kerim, sahih hadisler ve eskilerin haberleridir. Akıl ve dine aykırı düşen haberlere yeri geldikçe işaret edilecek ve bunların -varsa- Kitab-ı Mukaddes'teki yerlerine atıflar yapılacaktır.

Hz. Musa'nın babası İmran'dır (Musa İbn İmran = İmran oğlu Musa). İmran, Hz. İbrahim'in beşinci batından torunudur. Bu, Hz. Musa'nın altıncı dedesinin Hz. İbrahim olması demektir. Kur'an Hz. Musa'yı "ihlâsa erdirilmiş" biri olarak takdim eder ve onun adının anılmasını gerekli görür: "Kitap 'ta Musa 'yi da an. Çünkü o, İhla-sa erdirilmişti. Rasul bir Peygamberdi "[2].

 

1. Musa'nın Doğumu

 

Mısır'a egemen olan krallar dünyada eşi az bulunur zalimlerdendi. Ortak adları Firavun olan bu zalimler, Mısır'daki azınlık durumunda olan yabanları çok ağır işlere koşarlar; bazan bir vehim, bazan bir rüya, bazan bir dedikodu, bazan da hiç bir neden olmadan onları asar keserler, akla gelmedik işkenceleri reva görürlerdi[3].

Rivayete göre İsrail Oğulları, İbrahim soyundan geleceği söylenen bir kurtarıcı bekleyişi ile yıllarca avundular. Bu kurtarıcı, Firavun'un zulmüne son verecek ve zalim onun eliyle mahvolup gidecekti. Bundan güç ve cesaret alıyorlar, yapılan zu­lüm ve işkencelere göğüs geriyorlardı. Bu, onların hayat mücadelesinde en kuvvet­li destekleri idi. Bunu kimsenin duymasını istemiyorlar ve hele yabancılara asla ak-tarmıyorlardı. Ama her nasılsa Firavun'un adamları bunu haber alıp kendisine yetiştirmişlerdi. Yapılan üst seviyedeki bir toplantıda İsrail Oğullarından dünyaya gelecek her erkek çocuğun öldürülmesine karar verildi. Bu kararla "kurtarıcı ki-şi"nin yok edilmesi planlanmış oluyordu. Ama düşünmüyorlardı ki "tedbir takdiri bozamaz"[4].

Süddi'nin nakline göre Firavun, rüyasında Beytü'l-Makdis (Kudüs) tarafından gelen ve Mısır'ın tüm evleriyle yerli halkı yakıp kül ettiği halde İsrail Oğullarına zarar vermeyen bir ateş gördü. Uyandıktan sonra günlerce bunun tesirinden kur­tulamadı ve bir hayli endişelendi. Rüyasını, yorum için kahinlere anlattı. Aldığı ce­vap korkunçtu: "İsrail Oğullarından bir oğlan çocuğu dünyaya gelecek ve onun eliyle tüm Mısır halkı mahvolacak"

Bu cevabı alan Firavun, İsrail Oğullarından doğacak erkek çocukların anında öldürülmesini (bu öldürmenin erkeklik gücünü öldürme olduğu da söylenmiştir), kızlara dokunulmaması emrini verdi[5]. Bu iş için geniş yetkilerle donatılmış ebeler ve diğer görevliler belirlendi. Bunlar tek tek hamile kadınlara uğrayıp doğum günlerini tahmin ve tesbit ediyorlar, doğan erkekleri derhal öldürüyorardı. [6].

Binlerce belki onbinlerce masum kanının akıtılmasına sebep olan bu plan başa­rıya ulaşamadı. Devletine, ordu ve saltanatına mağrur Firavun cellatlara rağmen ölümden kurtulan biri eliyle zulmü içinde boğulup gitti.

İsrail Oğullan Mısır'da her türlü ağır işi görmeye memur ve mecbur bir kesim olmanın yanı sıra, memleketteki ekonomik hayatın da temel taşı sayılırlardı. Do­ğan çocukların devamlı öldürülmeleri bir çok işin aksaması ve bazı sahalarda üre­timin düşmesi sonucunu doğurdu. Bu aynı zamanda bir neslin yok olmaya doğru gitmesi demekti. Yerli halkın ısrarlı şikayetleri sonucu Firavun, doğan erkeklerin bir yıl ödürülmelerini, diğer yıl terkedümelerini emretti. Söylentiye göre Hz. Mu­sa'nın yardımcısı ve can yoldaşı Harun böyle bir yılda yaşama şansına kavuşmuş­tur.      

Musa'nın doğumu erkek çocukların öldürüldüğü yıla rastlamıştı. Oğluna hami­le olan anne korku ve tasasından ne yapacağını bilmez bir variyette günlerini sayı­yordu. [7] Derken doğum gerçekleşti ve Allah bu acılı ve korkudan yüreği ağzma gelen anneye son derece sevimli[8], nurtopu gibi bir oğlan lütfetti. "Ya oğlan olursa!" diyerek sararıp solan anne şimdi ne yapacak, yavrusunu nasıl saklayacak, ki­me emanet edecekti?

Yüce Allah yardıma yetişti; "Onu emzir; çocuğundan dolayı sana bir tehlike gelirse denize bımkıver; boğulmasından korkma! Ayrılığından kederlenme! Çünkü Biz onu yine sana döndüreceğiz. Hem onu peygamberlerden biri de yapacağız, diye vahyettİk"[9].

Yüce Allah'ın bu tür ilhamına mazhar olan anne kısmen endişeden kurtuldu de­nebilir. Ama tamamen değil.

Müfessirlerin nakline göre, bir ebe Musa'nın annesinin çok samimi arkadaşı idi. Doğum sorumluluğunu tehlikelere rağmen üstlenmişti. Başına ne gelirse göğüsle­meye razı idi. Musa'nın yanından çıkarken Firavun'un casuslanyla emniyet görev­lileri kendisini yakaladılar. Tehlikeyi farkeden evin kızı, "Anacağım, zaptiyeler ka­pıda!" diyerek çığlık attı ve hemen çocuğu sarıp sarmalayıp yanmakta olan fırına atıverdi. Zaptiyeler evi didik didik arayıp gittiler. Zaptiyeler gidince anne kızma çocuğunun nerede olduğunu sordu. O, "Bilmiyorum" dedi. Bir müddet sonra fırın­dan gelen ağlama sesinden çocuğun yeri Öğrenildi. Gördüler ki Allah onun için fı­rını serin ve güzel bir yere çevirmiş [10].

Allah'ın ilham ve irşadı üzerine annesi bir sandık (tabut) yaparak Musa'yı içine koydu ve suya bıraktı. Söylentiye göre denize biratığı sandık bir yanından iple bağlanmış ve kenara tutturulmuştu. Uzun süre geceleri ve ıssız zamanlarda gider oğlunun ihtiyaçlarını görürdü. Bir seferinde her nasılsa ipi kenara bağlamayı unut­tu. Sular da sandığı yavaş yavaş sürükleyip götürdü.

Sandık sularda yüze yüze Firavun'un yalısına (şato ?) vardı. Sandığı suda gören Firavun'un hizmetindeki cariyeler onu sudan çıkardılar; fakat kapağım açmaya ce­saret edemediler. Firavun'un hanımı Asiye'nin huzuruna götürdüler. Sandık açılıp Asiye bebeğin peygamberlik nuru ile parlayan yüzünü görünce onu pek sevdi[11]; güzelliğine hayran kaldı. Kur'an bunu şöyle dile getiriyor: "Firavun'un adamları onu buluntu olarak aldılar. Çünkü o, sonuçta kendileri için bir düşman ve bir tasa kaynağı ola­caktı. Çünkü Firavun da, Haman[12] da, bunların orduları da suçlu (ve zalim) insanlardı "[13].

Öldürme emrine rağmen, sarayında bir oğlan çocuğu gören Firavun adeta deli­ye döndü; derhal kesilmesi için cellatlara emir verdi. Asiye huzura çıkarak yalva­rıp yakardı. Yavruyu savundu ve kendisine bağışlanmasını diledi: "Benim için de, senin için de bir göz bebeği! Onu öldürme! Belki bize faydası dokunur, yahut evlat edini­riz" (dedi), (ne varkİ) onlar işin farkında değillerdi"[14]

Firavun Asiye'nin yalvarması sonucu bebeğin hayatını bağışladı, ama hanımı­na: "Bu senin için bir göz bebeği olabilir, benim böyle bir şeye ihtiyacım yok!" dedi.

Rivayetlere göre Firavun ile Asiye'nin çocukları olmamıştı. Saray bu sayede bir çocuğa kavuştu , -2 şenlendi. Allah, sayısız denebilecek masum yavrunun hayatına malolan karardan sonra Musa'yı saraya aldırdı ve böylece iktidar ve saltanatlarını yıkmakla görevli düşmanlarını evlerinde elleriyle besletip büyüttü. Ve ayette ifade edildiği gibi ne Firavun ve ne de güçlü adamları ileride olacak "işin farkında değil­lerdi"[15].

Beri tarafta anne yanıp tutuşuyordu. Derdini kime yanmalıydı, elinden ne gelir­di ? Yüce Allah onun halini şöyle tasvir eder: "Musa'nın anası -yüreği ağzında- sabah­ladı. Eğer Allah'ın vadine inananlardan olması için kalbini sabır ve sükun ile iyice pekiştir­memiş olsaydık az daha onu (saraya alınan çocuğun kendi evladı olduğunu) mutlak açığa vuracaktı. Musa'nın ablasına: Onu izle! Dedi O da uzaktan gözetledi. Berikiler işin far­kında değillerdi"*-[16]. Firavun dışında bütün görenlerin candan sevdiği, kanlarının kaynadığı bu sevimli ve güzel bebek saraylı olduktan sonra hiç bir süt annenin memesini almadı, ağzına bir damla koymadı. Saray halkı seferber oldu, fakat nafi­le. Küçük misafirin derdine derman bulamadılar. Hayret ve şaşkınlık içinde baş­vurmadık çare bırakmadılar. Sonuçta görevli kadınlar, sütünü emecek birini bul­mak ümidi ile yavruyu cadde cadde, sokak sokak dolaştırmaya başladılar. Bebek Musa'nın yabancı bir kadının sütüyle beslenmesi mümkün değildi. Çünkü Yüce Allah, "Biz ona süt analardn sütünü emmeyi) haram etmiştik" ayetmde[17] belirttiği şe­kilde buna izin vermemişti.,

Pencereleri ve cadde kenarlarını dolduran kalabalık içinde bir genç kız, "sizin için onu bakımını üstlenecek ve kendisine iyi bakacak bir aile buluveriyim mi?" dedî[18]. Bu, Musa'nın ablası idi. "Bu suretle onu anasına iade eyledik ki gözü aydın olsun da hü­zünlenmesin ve bilsin ki Allah 'in vadi şüphesiz haktır ve lakin çokları bilmezler "[19].

Çocuğu gezdirmekte olanlar ve Firavun'un adamları hemeruMusa'nın kızkarde-şini şüphelenerek yakaladılar ve: "Sen bulacağın ailenin çocuk için iyi olacağını ne­reden biliyorsun; onları tanıyor musun?" diyerek etrafını sardılar. Ancak o: "Ben çocıüciçm iyi, şefkatli ohrr, demekle, .o^^ patak menfaat temin etmek istediklec

nun üzerine onu :birafctılar. jKız, aimasme ıgiâsmk vaziyeti anlattı. i&imeilenhaLfia--raya koştu, .bebeğini :kucağına ldı. Çocuk ihemen ;annesinin «ütünü temmeye :başla di. Müjdeciler Asiye'y sevinflmc yetişticdiler; gocuğa sütanne-bulun­duğunu bildirdiler. Tıicavun'ım .eşi Asiy.;ç<aatffli yanma agagnttta; octığun emdiğini görünce: "Sen benim yanimjda.jJiaiaTak:gıaDiağujfirgzİT; rmiiku&enjOEau gev­diğim kadar hiç bir şeyi.sevjnedim" dedi. MuaakuniaimesİJteklifejniiKbet.ge­remedi ve : "Ben evimi, rnhık  Tia teslim et; ben onu evime götürür, yaiaimiaialıksşîar meyeencÜEİne iyilikte domur etmem" jdedi.

Musa'nın annesi :bu noktada -Aüahto T raz sertçe cevap vendi. Çünkü o, YüceiEatibin Arzusuna nail oldu ve o

Yüce Allah, Musa'yı çok-güzel ; getirmesi için onu korudu, ö :zaman İsimi OtgifflaTi ^ebcmibir ikemHcmda ttopüana-rak, kendileriniulüm v.e hakarete JsarşıicoiraEEraya si}aşıymtaxi!tı. Mnsa.4âraz yüyiip kendi başına hareket -edetaleeek jgfll^ifcten«sona ^rEasamiiım femmn: "Oğlum geliyor, ;hepmiz onıı sayı *ve dıeâi^îeteide ika^alaym; ten afaa sonra adamlarımı göndererek, herbirinizin «unduğn ;hediyenin aıe iDÜHğunu tesbit .ettire­ceğim" dedi. Musa öz annesinin «rönilmjjribnpnmcaya kadar hürmet ve hediyelerle SsaT-şîlaaadı. Asiyse üâe : itle i kabul etti ve gördüğü -manzaradan jiisinde güzel bir tesir .bıraktı [20]. 

 

2. Musa'nın Elinden Çıkan Kaza

 

Sarayda büyük;brrjdild<at ve titizH

manın serbestliği içinde arada .feir arşıyazan-geger 've!rd.i.İKbitli-ğini bilenler ona müstesna bir «aygıjdujmrlardı. sayıibcaızeiîleiâDde mbİıağu '.gibi zoraki değil, içten ve gönüldendi. -Allahhrt lütfu idi. [21]. Ytpmnıtfp zellik ve nur, hareketlerinde daimaibinasatet .

:Böylebirgezmtiesnasında;beMertmedİkibirfeyaaMu: olgunlaşınca Biz ona hikmet ve ilim uetâik... MmarMIkmıîiBmzial(iuğu!birstsada-fehre girdi..Burada iki kişinin birbirleriyle kavga Bunların biri kendi taraflarından[22] diğeri düşmanlardandı. Kendi iamftarı alan ikgaaj.iâiişumnimarşı &ndatı yardım istedi. Musa (düşmana) bir yuımuk vurup öldürdü. [23]

Musa'nın o kişiyi öldürmeyeiü yetiyaktu. O devamlı serkeş davranan Kiptilere mensırp  lamıştı. Bir yumrukta ölüvereceğini nereden bilebilirdi? Musa: "Bu şeytan işlerindendir [24]. O, gerçekten şaşırtıcı, apaçık bir düşmandır. Rabbim! Ben cidden kendi­me yazık ettim. Beni koru, yarlığa!.." diye dua edip yalvardı[25]. Suçlulara arka çık­mayacağına dair Allah'a söz verdi[26].

Musa korku içinde olup bitenleri ve gelişmeleri takip için şehirde dolaşmaya başladı. Bir şahıs Firavun'un1 sarayına vararak, İsrail Oğullarından birinin bir Mı­sırlıyı Öldürdüğünü haber verdi. Firavun'un çevresindekiler : "Kimliği ne olursa pl-sun bu İsrailli, halkımıza tecavüz ederek bizi alçaltü; onların bu tür davranışlarına izin vermeyelim" dediler. Firavun: "Katili arayıp bulunuz; onun Mısırlıyı Öldürdü­ğünü gören olmuş mu? Delil ve tanık olmadan hüküm vermemiz doğru değildir!" dedi ve yakalama emri verdi. Araştırmalar derhal başladı. Bu sırada Musa sabahın erken saatinde yardım edeyim derken elini kana buladığı İsraillinin bu sefer bâş-kabir Mısırlı (Kıpti) ile dövüşmekte olduğunu gördü. İsrailli Musa'dan yine yar­dım istedi. O zaten dün olup bitenlerden pişmandı. Fakat bu manzara karşısında ona: "Sen belli ki azgının tekisin!" dedi[27] Dün bir, bu gün iki; yine aynı adam bir başkasıyla kavgada. Problemli biri olduğu anlaşılıyor. Musa buna son derece öfke­lendi. Ama yine de İsrailliye yardım için ileri atılınca, o Musa'nın kendini Öldürece­ğini sanarak: "(Ey) Musa! Dün birini öldürdüğün gibi, benide mi öldüreceksin. Sen yer­yüzünde ara bulmak, barıştırmak değil, ille de yaman bir zorba m\ olmak istiyorsun?, dedi"[28].

Kavga edenler ayrıldılar. Kıbti, İsraillinin; "Dün bir cana kıydığın gibi, b de beni mi öldürmek istiyorsun" dediğini gidip kavmine haber verdi. Firavun he­men cellatlarını çağırttı. Musa büyükçe bir caddeyi takip ederek gidiyordu. Fira­vun'un adamları onu bulacaklarından emin idiler. Bu sırada Musa'nın taraftarla­rından biri kestirme yoldan giderek şehrin uzak bir köşesinden çıkageldi ve Musa'yı arayanlar yetişmeden önce Firavun'un adamlarının niyetini ve öldürülece­ğini duyurdu. Yüce Allah bunu Kur'an'da şöyle dile getirmektedir: "Şehrin en ücra tarafından bir adam koşarak geldi (ve ey) Musa! Şehrin uluları seni öldürmek için toplandı­lar; birbirleriyle müşavere ediyorlar; hemen çık git! Ben senin iyiliğini isteyenlerdenim" dedi. Musa korku ve telaş içinde, etrafı (gözetleyip kolaçan ederek)çikıp gitti ve : Ya Rab! Beni bu zalimlerin elinden kurtar" diyerek Allah'a yalvardı. Medyen tara­fına yönelince[29]: "Umuyorum ki Rabbim beni doğru yola iletir," dedi[30].

Musa azıksız, pabuçsuz, parasız, atsız, ekmeksiz korku içinde yola düştü. Nere­ye gideceğini, ne yapacağını bilmiyordu. Şehrin banliyösünü geride bıraktığı sıra­da elinde ucu demirli bir baston taşıyan atlı bir meleğe rastladı. Musa korkusun­dan hemen bu heybetli yolcuya secde etti[31]. Melek : Bana .secde etme, fakat beni izle!" dedi. Musa onun peşine düştü. Medyen tarafına doğru yöneldiler. Melek Medyen'e kadar ona rehberlik etti[32].

 

3. Koyun Sulayan Kızlar

 

Akabe körfezinin doğu sahillerinde bulunan Medyen, Şuayb (a.s.)'ın yaşadığı şeh-irdi[33]. Şuayb uzun süren Ömrünün son yıllarını, takattan düşmüş bir halde evinde geçiriyor; yorucu işlere cesaret edemiyordu

Günler alan yolculuktan sonra Musa, Medyen'e ulaştı ve orada bir kuyu başın­da koyun sürülerini sulamak için uğraşan oldukça büyük bir kalabalıkla karşılaştı. Kalabalığın biraz ötesinde iki kadın, sürüleriyle kuyu başının tenhalaşmasını bekli­yorlardı. Belli ki bunlar kalabalık sebebiyle kuyuya yaklaşamıyorlardı. Musa onla­ra: "Nedir bu haliniz?" (Niçin bekliyorsunuz?) Diye sordu. Onlar: "Çobanlar ko­yunlarını sulayıp çekilmedikçe biz sürümüzü sulayamıyoruz. Babamız yaşlıdır"; (bu sebeple iş bize düşüyor) cevabını verdiler[34]. Musa onların bu haline acıdı ve varıp kuyunun ağzındaki iri taşı kaldırıverdi. Halbuki, Medyenliler güçbirliği yap­tıkları zaman bile bu taşı zor kaldırıyorlardı. Sonra kovayı alarak kuyudan su çeki-verdi. Kızlar da koyunlarını çabucak sulayıp evlerine döndüler. Kızlar daha önde koyunları için ancak havuzda kalan suyu kullanırlardı.

Bu iş bitince Musa bir ağacın gölgesine çekilerek: "Ya Rab! Bana göndereceğin her hayra, her nimete muhtacım!" dedi[35]. İbn Abbas'tan nakledildiğine göre, günlerdir yol alan, aç ve bitkin olan Musa'ya bu sözleri söylediği zaman biri bakmış olsaydı, açlıktan barsaklarının yeşillenmiş (?) olduğunu görebilirdi. Buna rağmen Musa, Al­lah'tan bir lokmadan fazlasını İstememiştir.

Alışılmışın aksine babalarının yanına çabucak dönen kızlar gördüklerini ve olup bitenleri anlattılar. Bu genç yabancıyı merak eden Şuayb (a.s.) kızlarından bi­rini Musa'ya gönderdi. "İki kadından biri utana utana ona geldi ve: Babam, sürü­müzü suvardığın için mükafat vermek üzere seni çağırıyor!" dedi. Bu davet üzeri­ne Musa Şuyab'm yanma varıp başından geçenleri bir bir anlattı. O da: "Korkma! (artık) zalimler güruhundan kurtuldun!" dedi[36].

Şüayb'ın kızlarından biri babasına Musa'yı sürüye çoban tutmayı önerdi ve: "Ücretle istihdam edileceklerin kuşkusuz en hayırlısı, kuvvetli ve emin olanı bu­dur" dedi[37]. Babası, kuyunun ağzındaki taşı tek başına kaldırmış olmasından do­layı Musa'nın güçlü olduğunu anlamıştı. Ama kızının "emniyetli" sözüne bir an­lam vermemişti.  Kızına  dönüp  sordu:  O'nun emniyetli  olduğunu nereden biliyorsun? Kız: Beraber yürüdüğümüz sırada onun önünden gidiyordum. Bana kötülük yapmamak için arkasından yürümemi istedi, dedi. Süddi'den gelen riva­yete göre yolda rüzgar kızın elbisesini savurmuş ve Musa kızın açılan yerlerini görmüştü. Bunu üzerine kıza: "Arkamdan gel! Eğer yanılırsam yolu tarif edersin" dedi. [38]                                                                                                                          

 

4. Uzak Görüşlü Üç İnsan

 

tbn Mes'ud dünyanın en zeki ve uzak görüşlü üç insanını şöyle sıralamıştır: 1, Pazarda köle diye satılan Hz. Yusuf'u aldıktan sonra evine varıp hanımına: "Ona güzel bak! Belki bize faydası dokunur veya evlat ediniriz" diyen[39] kişi; 2. Koyun­larını sulayıveren Musa için babasına: "Babacığım, onu (koyunlarımıza) ücretle (çoban) tut. Çünkü ücretle istihdam edileceklerin en hayırlısı, kuvvetli ve emin ola­nı odur" diyen[40] Şuayb'ın kızı (ki bu kız daha sonra Musa'nın hanımı olmuştur); 3. Vefatından sonra yerine Hz. Ömer'in halife olmasını vasiyet eden Hz. Ebu Be­kir'dir.[41]   

 

5. Yeni Yuva Ve Çobanlık

 

Kızının teklifini Şuayb (a.s.), Musa'ya illeti: "(Ey Musa!) Bana sekiz yıl hizmet şartıyla bu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Şayet, (hizmetinde) on yılı tamamlarsan, o da kendinden (senin kereminden) olur. Sana güçlük çektirmek de istemem. İnşaallah beni doğru dürüst insanlardan bulursun, dedi. Musa: Bû. ge­ninle benim aramda bir taahhüt olsun. Bu iki müddetten hangisini tamamlarsam tamamlayayım, bana haksızlık yapılmasın. Yüce Allah bu dediklerimize şahid ol­sun! Diyerek teklifi müsbet cevapladı.[42]                                                       

Musa (a.s.), kendisini babasının huzuruna çıkaran kızla evlenmiştir. Rivayetlere göre bu evlenme şöyle cereyan etmiştir: Şuayb (a.s.) kızlarından birine: Bana 'bir asa (sopa, değnek) getir, dedi. Kız da ona bir asa getirdi. Bu asa ona vaktiyle iriSan şekline girmiş bir melek tarafından hediye edilmişti. Babası kızma: Bunu yerine koy, başkasını getir, deyince, kız onu yerine koyarak başka birini getirdiği halde, aynı asayı getirmiş olduğu görüldü. Babası yine bunu yerine koyarak başka bir asa getirmesini emretti. Kız asayı alarak eski yerine koydu. Başka bir asa almak üzere elini uzattığı zaman asanın değişmemiş olduğu görüldü. Babası kızını bir kaç defa çevirdiyse de, gelen asa hep aynı kalıyordu. Bunun üzerine Şuayb (a.s.) çaresiz asayı Musa'ya vererek koyunlarını otlamaya gönderdi.'Bu, Musa'nın çoban­lık asası oldu. Aradan bir müddet geçince Şuayb (a.s.), bunun bir emanet olduğu­nu düşünerek verdiğine pişman oldu ve geri almak maksadıyla Musa'nın peşinden kırlara çıktı. Musa'yı arayıp bularak asayı istediyse de, Musa: "Bu benimdir" diyerek vermedi. Bunun üzerine ilk rastlayacakları kişiyi hakem yapmak suretiyle ko­nuyu halletmeye karar verdiler. Bu sırada insan görünümünde bir melek yanlarına geldi. Onlar konuyu anlatarak hakemlik yapmasını rica ettikleri zaman melek: Asayı yere koyunuz, onu kim yerinden kaldırabilirse onun olur, dedi. Şuayb (a.s.) asayı yerden kaldırmak için uğraştıysa da yapamadı. Musa ise eliyle alarak kolay­ca kaldırdı. Bunun üzerine yaşlı Şuayb, asayı Musa'ya bıraktı. Musa da bu asa İle on yıl çobanlık yaptı[43]. Musa, asa getiren bu kızla evlenmiştir. [44]

 

6. Çobanlık Yıllan

 

Olayların detaylarını öğrenmeye meraklı kişiler -hiç gereği yokken- Musa'nın çobanlığının kaç yıl sürdüğünü merak edip araştırmışlardır. Kesin bir sonuca ula­şılması imkansız denecek kadar güç olan bu konu lüzumsuzca uzatılmış, uğraş meselesi yapılmış ve konu genelde Hz. Peygamber ve sahabenin ileri gelenlerine sorularak'açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.

Ibn Abbas'tan nakle göre Hz. Peygamber, Cebrail'e : "Musa, tayin edilen bu iki müddetten hangisini yerine getirdi?" diye sormuş, o da:" En uzun müddet (on yıl) yaşlı zatın hizmetinde bulunmak suretiyle anlaşmayı en mükemmel tarzda yerine getirdi" karşılığını vermiştir[45]î.

Buhari'hin Sahih'indeki bir habere göre[46] İbn Abbas'a, Hz. Musa'nın iki müd­detten (8 yıl mı, 10 yıl mı) hangisi kadar çobanlık yaptığı sorulduğunda: "En uzun ye en mükemmel olanı kadar (10 yıl)" karşılığım vermiş ve : "Peygamber olan kişi sözünün eridir" demiştir. Said İbn Cübeyr, hacca gitmek üzere yol hazılığı yapar­ken, Yahudilerden bi.ri yanma gelmiş ve : "Ben seni bilgi arayan, meraklı ve araştı­rıcı biri olarak tanıyorum; bana Musa'nın çobanlıkta, iki müddetten hangisini ta­mamlamış olduğunu söyler misin?" demiş, Said İbn Cübeyr ona:"Ben konuyu tam bilmiyorum,; fakat şu anda Arap kavminin bilginlerinden İbn Abbas'ın yanına gidi-, yorum, ondan sorar Öğrenirim" diye karşılık vermiştir. Mekke'ye varınca, Yahudi-njn sorusunu Ibn Abbas'a açmış, o da kendisine yukarıdaki cevabı vermiştir. Said, Irak!a dönünce Yahudiyi arayıp bulmuş ve İbn Abbas'ın cevabını iletince, Yahudi: "Doğru söylemiş, Allah'ın Musa'ya indirdiği ve hükmettiği (iş) bu idi" demiştir[47].

İbn Mace'nin Sünen'i (II, 817, nu. 2444) ve diğer bazı eserlerde[48] yer alan bir habere göre de Hz. Peygamber, Hz. Musa'nın 8 veya 10 yıl, karın tokluğuna ve iffe­ti pahasına hizmet verdiğini ifade buyurmuştur.

Haberlerin sıhhati üzerinde yapılan araştırmalar, bunlara fazlaca-itimadın caiz olmadığı noktasında düğümlenmektedir.[49] 

 

7. Aklı Karalı Sürü:

 

Hz. Musa'nın çobanlık yılları sona erip Medyen'den ayrılacağına yakın günler­de hanımına: "Babana söyle de bize geçinebileceğimiz kadar koyun versin " dedi. Şuayb (a.s.)'ın sürüsü son derece güzel, siyah cins koyunlardan müteşekkildi. O da:!' Gelecek yıl (çobanlığın onuncu senesi) erkek ve dişi ne kadar alaca kuzu (aklı karalı) doğarsa hepsi sizin olsun" diyerek onların pek de memnun olmayacakları bir cevap verdi. Zira her yıl koskoca sürü içinde ancak bir kaç adet alaca kuzu do­ğardı.

Yüce Allah Hz. Musa'ya, asasını koyunların suvarıldığı yere dikmesini vahyetti. Muşa. vahyin gereğini yerine getirdi; sonra da, koyunların asanın içinde bulundu­ğu sudan içmelerini sağladı. O yıl bütün koyunlar ikiz doğurdu ve bütün kuzular alaca renkli oldu. Vaziyeti gören Şuayb, sonucu Allah'ın takdiri olarak karşıladı ve hepsini de Musa'ya teslim etti [50]

Bu konudaki rivayetler bazı eserlerde oldukça detaylıdır ve haberlerden bazısı da Hz. Peygamber'e nisbet edilmiştir. Fakat dikkatli bilginler haberlerin Hz. Pey-gamber'e ait olduğunu kabul etmemişlerdir. Onlara göre haberler "mevkuftur ve muhtemelen Ehl-i Kitab adıyla anılan yahudi ve hırıstiyan çevrelerden duyulup aktarılmıştır.[51]

 

8. Medyen'den Ayrılış Ve Dağdaki Ateş:

 

Uzun süren dostluk, arkadaşlık ve ahbaplıktan sonra Medyen'den ve Şu-ayb'dan ayrılma zamanı gelmişti. Medyen'de geçen yıllar Hz. Musa'nın ruh ve be­deninde önemli değişmeler meydana getirmişti. On yıl koyunlarla kırlarda, bayır­larda dolaşmış; yer ve gökyüzünü doya doya seyretmiş; Firavunların zulmünde inleyen insanlardan, Mısır'ın atmosferinden ayrı kalmıştı. Ruhi gıdasını da damadı olma şerefine erdiği peygamber Şuayb (a.s.)'dan almıştı. İstikbaldeki oldukça ızıdı-raplı, yorucu ve çetin işlere hazır gibiydi.

Medyen'deki işini bitirince mütevazı veda merasiminden .sonra ailesi ile yola düştü. Nereye gidiyordu? Mısır'a diyenler olmuştur. Fakat, "Ya Rab! Ben vaktiyle onlardan birini öldürmüştüm. Korkarım beni hemen öldürürler" demesine bakılırsa[52] Mısır'a gitmiyordu. Bazıları yolculuğun hedefini Kudüs olarak göstermişlerdir ki bu daha doğru görünmektedir.[53]

Zan ve tahminlerle istikametini bulmaya ve ilerlemeye çalışıyordu. Oldukça sı­kıntılı anlar geçiriyorlardı. Muhtemelen mevsim kıştı. Derken yçthı şaşırdı, gece ge­lip çattı. Bu anda hanımını da doğum sancıları tuttu. Zifiri karanlık, soğuk ve karlı buzlu gecede çakmağını çaktı, ateş almadı. Bir daha, bir daha... Yine sonuç yok. Böyle çaresizlikler içinde kıvranırken uzakta bir ateş parladı. İşte tanvo an, "Du­run! Dedi, ben bir ateş gördüm; belki size ondan haber yahut o ateşten bir eksi (korlu parça) getiririm de ısınırsınız". Oraya varınca. Mukaddes Vadi'nin sağ ya nındaki ağaç cihetinden : "Ey Musa! Şüphesiz Ben alemlerin Rabbi olan Allahım" di­yen bir ses geldi[54]...

 

9. İki Harika: Yed-İ Beyza Ve Asa:

 

Soğuktan titreyen ailesini korumak için ateş almaya giden Hz. Musa sevdikleri­ni ısıtabildi mi, ısıtamadı mı? Bunu bilemiyoruz. Kanaat odur ki Yüce Allah böyle birini ve ailesini perişan bırakmamıştır. Hz. Musa ateş almak veya tutuşmuş bir odun bulabilmek için gittiği yerden, kavmini ve kendisine inananları yüzyıllar bo­yu ısıtacak bir ateşle geldi: Vahiy ateşi, Tevhid nuru.

Ateş almaya gittiği vadinin sağ yanından gelen sesle peygamberlik lütfuna erdi. Alemlerin Rabbi olan Allah, Musa'ya: "Değneğini at!" emrini verdi. Demek ki böyle bir makamda bulunan kişinin bir şeye dayanması, şu veya bu işle meşgul olması yakışmaz. Değneğini elinden bırakan Hz. Musa onu sanki çevik bir yılanmış gibi hareket eder gördü; hemen arkasını dönerek kaçtı ve geriye bakmadı. Korktu. Kendisine: "Ey Musa! Dön gel, korkma; şüphesiz güven içinde olanlardansın" denildi. "Zira peygamberler Benim huzurumda korkmazlar... "[55]. Yani şimdi Ben sana peygam­berlik veriyorum. Peygamber gönderilmek üzere vahiy ve talimat alıyorsun; böyle vahiy geldiği sırada korkmak peygamberlere yaraşmaz.

Bir de: "Elini koyununa sok, lekesiz, bembeyaz çıksın. Korkudan açılan kollarım kendi­ne doğru çeki Bu ikisi Firavun adamlarına karşı Rabbinin iki delilidir" denildi. Musa: "Rabbim! Doğrusu ben onlardan (vaktiyle) bir cana kıymışhm. Beni öldürmelerinden endi­şe ederim. Kardeşim Harun'un dili benimkinden düzgündür. Onu, beni destekleyen bir yardımcı olarak gönder; zira beni yalanlamalarından korkarım" dedi[56]. Yüce Allah: "Se­ni kardeşinle destekleyeceğiz; ikinize (öyle) bir kudret vereceğiz ki, onlar size (asla) el uzata-mdyacaklar. Ayetlerimiz sayesinde siz de, size uyanlar da üstün geleceksiniz" diye Mu­sa'yı teselli etti (Kasas, 28/35).

"Asa" ve "Yed-i Beyza" (nurlu el) mucizeleri ve ayrıca kardeşi Harun'la destekle­nen Hz. Musa bundan sonra adım adım başarıya doğru yürüdü ve sonuçta küfür, ve zulmü Allah'ın yardımıyla yenilgiye uğrattı? [57]                                            

 

10. Musa Asa'yi Nereden Bulmuştu

 

Yukarıda da geçtiği üzere kendisine çoban olarak hizmet eden Hz. Musa'ya Şu-ayb, sürü sahibi olarak güzel bir değnek, iyi bir çoban değneği vermeyi düşünmüş­tü. Kırda, bayırda, sahralarda, ıssız yerlerde her an sürüsü ve kendisi tehlikelere maruz olan çobanın iyi bir değneğinin olması, kepeneği kadar hatta ondan daha da Önemlidir. Çobanın değneği gelişi güzel bir şey olamaz. Belli ağaçlardan yapılır, enine boyuna dikkat edilir ve iyi bir bakımdan geçer.

Daha Önce temas edildiği gibi Şuayb (a.s.) kızına, asaları koyduğu yerden bir ta­nesini alıp getirmesini emretmişti. Kızı bir asa getirdi ama bu, emanet bir asa idi.

Onu insan .kılığına girmiş bir melek bırakmıştı. Defalarca geri çevirmiş olmasına nağmen kız hep aynı. asayı getirdi. Bir başkasını almak istediyse de daima aynı asa eline geldi. Çaresiz kalan Şuay.b onu Musa'ya teslim etti. Fakat sonunda pişman ol­du. Geri almak istediyse de bu kez Musa razı olmadı. Bir :meleğin hakemliğine ya­pılan .başvuru sonunda asa Musa'da kaldı.

Bir başka habere göre de, çobanlık müddeti sonunda veda için gelen Musa'ya rŞuay.b (a.s.), bir eve girmesini ve orada bulunan değneklerden birini seçip almasını söylemişti. Bütün peygamberlerin kullandığı asalar nesilden nesile aktarılmış -ve:o anda Şuayb'rn emanetine tevdi edilmişti. Musa içeri girince bir asa sıçrayıp eline geldi. Dışarı çıkıp asayı Şuayb'a gösterdi. Şuayb:" Onu bıtak! Başkasını al!"dedi. Eve grrip.asayı bıraktı. Ama yine aynı asa sıçrayıp eline geldi.Defalarca denemesi­ne rağmen asa değişmedi. Sonunda Şuayb kızdı ve "sana başkasını al, demiyor mu­yum!" diye çıkıştı. Hz. Musa bu işin elinde olmadığını ve her defasında aynı-asanın sıçrayıp eline .geldiğini söyleyince Şuayb:" Bunda bir hikmet olmalı" diye düşündü ve: "Bekiöyleyse albakahm!" dedi.

Mukatil'e göre asayı, Musa'ya, geceleyin Medyen'e doğru giderken Cebrail ver­miştir. Abdullah îbn Amr Mısır'dan Mekke'ye geldiğinde, Ka'bu'l-Ahbar kendisi­nindim :bir kişi olup olmadığını denemek için ona üç soru sorulmasını istemiştir. Abdullah îbn Amr bu üç soruya doğru cevap vermiş ve bilgin bir kişi olduğunu is-bat etmiştir ki :b.u üç sorudan biri, Yüce Allah'ın yeryüzünde ilk yeşerttiği ağacın hangi ağaç olduğu ile ilgilidir. Abdullah İbn Amr bu soruyu "avsece" (Sincan veya Musa ağacı) diye cevaplamıştır ki, Hz. Musa .asasını bu ağaçtan kesip yapmıştır. Ka'b, jeevapları dinledikten sonra Abdullah İbn Amr için "doğru söylemiş" deyip onu ıtasdik etmiştir.

îbn Abbas'm anlattığına göre, Bizans imparatoru, Muaviye'ye mektup yazarak, ana ırahmi .görmeden dünyaya gelip hayat bulan dört şeyin ne olduğunu sormuş, o da faunların cevaplarını İbn Abbas'a havale etmiştir. Sorular, İbn Abbas tarafından: Adem, Havva, İsmail yerine kurban edilen Jcoç ve yere attığı zaman yılan olanfiz. Musa'nın asası şeklinde cevaplandırümıştır.

Bilginlerin çoğunluğuna göre Musa'nın asası "Cennet As'indan (Mersin ağacı) olup, Musa'nın boyu kadar yani on arşın uzunluğa sahipti ve onu Adem .atamız Cennetten yere indirmişti. Asırlar boyu insanlar onu birbirine devretti ve sonunda Şuayb'a kadar geldi. O da Hz. Musa'ya verdi.

Bilginler asanm ismi konusunda da ihtilaf etmişlerdir; asanın adı, Said ;İbn Gübeyr'e göre Mâsâ ; Mukatil ibn.Süleyman'a ^öre Nef'a; İbn Hıbban'a göre Ğıyasu; diğer bazı bilginlere göre de Ulayk 'dir, rengi de sarıdır.                                                               

İbn İEbi Hatim'in, İbn Abbas'a varan senetle rivayetine göre, Allah'ın emri ve Hz. Musa'nın yere bırakmasıyla asa, daha önce yılan değilken yılan oldu. Musa atınca, asadan dönme yılan, önce bir ağaca varıp onu yedi, arkasından bir kayayı yuttu. Bu esnada Hz. Musa, kayanın yılanın karnında, düşmekten mütevellit çıkar­dığı sesi işitip kaçtı. Allah tarafından: "Ey Musa! tut onu!" denildi, ama o tutamadı; tutmaya cesaret edemedi. İkinci, üçüncü defa tutması söylendiyse de yapamadı...

Vehb îbn Münebbih'e göre Hz. Musa asayı yere bıraktıktan sonra, ona şöyle :bir

baktı. Bakmasıyla dehşetten irkilmesi bir oldu: Muazzam ve korkunç bir yılan.... Yi-yip-yutmak için bir şeyler arıyor. Bu esnada iri bir deve kadar olan bir kayayı men yutuverdi, civarda bulunan iri bir ağaca dişlerinden birini vurarak, derhal-virdi; gözleri ateş saçıyordu... Bu dehşetli manzarayı gören Hz. Musa korkup kaçtı. YikeAllait ona:. "Tut onu, korkma! Onu yine eski şekline çevireceğiz..." buyurdu. [58]

Hz. Musa'nın Firavun ve imansızlara karşı peygamberliğini isbat için mucize olarak kullandığı, Allah'ın izin ve iradesiyle yılan olan, kıvrılıp koşan, hızlı bir-yı­lan' gibi çalkalanan veya yerine göre ejderha, kılığına girip etrafa korku, saçan bir asası elbette vardı. Kur'an'da bildirilen harikalar ondan zuhur etmişti. Ama asanur eni boyu, uzunluğu, falan veya filan ağaçtan yapıldığı, Cennet'ten geldiği, asırlar boyu eklerr ele. geçerek Hz. Musa'ya, ulaştığı, isimleri, karnına düşen kayanın kor­kunç sesler çıkardığı, azi- dişi veya. köpek dişlerinden biriyle bir handede muazzam-bic ağacı devirdiği v.s. gibi şeyler hurafedir, israiliyyattır[59]; lüzumsuz ve: manasız­ca: abartılmış şeylerdir; Yüce Allah dilerse bir kibrit çöpünden de, en eniz; bir ottan da: bir yılan, bir ejderha yaratabilir. Mucizeye kaynak olan bir asanın cinsini, hangi ağaçtan- yapıldığını, uzunluğunu veya Cennet'ten indirildiğini söylemek manâSKT-dre abestir. [60]

 

11. Asanın Marifet Ve Hünerleri:

 

Rivayetlere göre Hz: Musa'nın asası, iki çatallı olup, çatal kısmur alt tarafr eğri idi. Bu alt tarafta keskin iki tane dişi (budağı?) vardı. Musa geceleyin bir yere. veya çöle gittiğinde, eğer ay ışığı yoksa, asanın çatal kısımları etrafı ve gözün tuttuğu yerleri bir meşale gibi aydınlatırdı. Susuz kaldığında kuyuya şarlatır, asa, da -ne kadar derin olursa olsun -kuyunun dibine ve suyun bulunduğa yere kadar uzamr; baş tarafı hemen kova gibi olur ve ihtiyacı olan suyu temin ederdi. Yiyecek bir şeye ihtiyaç hissederse asayı yere saplar ve günlük ihtiyacını karşılardı-. Şayet canı hm~ hangr bir meyve arzu ederse, asayı toprağa saplardı; buesnadaasa derhal Hz: Mu­sa'nın istediği meyvenin ağacı olur, dallanır budaklanır ve hemen amnda meyvesi-râ vermdi.

Söylentilere göre asa badem ağaondandı. Musa dilediği vakitrondas-taze ba­dem de yeidi. Sopası elinde iken kazara bir düşmanla karşılaşırsa, çataik kısmdarr derhal iki ejderha olur, onun adına düşmanla çarpışırlardı. Hzl Musadarda kaldı­ğında, asasını yüksek, sarp ve yalçın kayalara, geçit vermez dağlara ormanlara vu­rura da: ona yol açardı.

Eğer bir nehri veya büyük bir suyu geçmesi gerekir; gemi ve kayık da olmazsa asayı suya vnrur, bıı vuruşla su ikiye bölünür; güzKİ ve geniş bir yol meydana- gelirdi.

Çatalların birinden bal yer, diğerinden süt içerdi. Bir yere giderken şayet yoru­lur ve yürümeye tahammülü kalmazsa asaya biner, böyece istediği yere bir at sır­tında gider gibi gider, fakat yolculuk sırasında asla sarsıntı ve sallantı hissetmezdi; yolunu gösterir yani kılavuzluk yapar; düşmanlarıyla çarpışırdı. Güzel koku arzu ettiğinde, esans neşreder, Musa da beden ve elbisesine dilediği gibi sürerdi. Şayet yolda hırsız, hayırsız kimseler olursa asa dile gelip başka bir yol takip etmesini söylerdi.

Hz. Musa asası ile koyunlarına yaprak silker; yılan çıyan gibi haşeratı, yırtıcı hayvanları yine onunla kendisinden kovup uzaklaştırırdı.

Yürürken asayı omuzuna alır ve ona heybesini, torbasını, yiyecek ve giyecekle­rini asardı.

îbn Hıbban'm rivayetine göre Şuayb kızını Musa ile evlendirip koyunlarını da teslim ettikten sonra kendisine: "Sürü ile falan yol ayrımına varınca, sol yöne git, sağa gitme! Sağ tarafta ot ve yiyecek pek boldur, fakat tehlikelidir. Zira o tarafta müthiş ve korkunç bir ejderha vardır. Seni ve koyunları parçalamasından endişe ederim" tenbihinde bulundu. Musa koyunları alıp yola düştü. Yol ayırımına varın­ca, bütün gayretini sarfetmesine rağmen sürüyü sol yöne sevkedemedi. Koyunlar sağ tarafa akıp gittiler. O da çaresiz sonucu beklemeye razı oldu. Aradan zaman geçti; yoruldu. Uyuyakaldı. Koyunlar otlamaya devam ediyordu. Derken ejderha gelip sürüye saldırdı. Uyumakta olan Musa'nın yanıbaşına koyduğu asa kalktı ve ejderha ile boğuşup onu öldürdü; sonra da gelip yine Musa'nın yanına uzandı. Ta­bii her tarafı kan içinde idi. Musa uyandığı zaman ejderhayı Ölü, asayı da kanlı va­ziyette buldu. Musa o an anladı ki, bu asada ciddi bir güç vardır ve asa alelade bir asa değildir.

İşte bu sayılanlar Musa (a.s.)'nın sahip olduğu asanın hüner ve marifetleridir ki -bir nebze yukarıda da geçtiği üzere -yere attığı zaman dört ayaklı simsiyah bir yı­lan olur [61] ve yürümeye başlardı; iki çatalı ağız olurdu; ağzında oniki dişi vardı; ayrıca bir azı dişi vardı ki, kapı gibi gıcırdar ve ondan alev fışkırırdı. Asa da mev­cut budak (çomak kısım), yelesi olur ve tıpkı bir ateş gibi alevlenirdi. Gözleri şim­şek gibi parlar ve ondan dokunduğu her şeyi yakıp kül eden (semum) yeli eserdi[62]...

Bu anlatılanlar Kur'an'ın nassma tamamen uygundur. Zira Yüce Allah asa için bir yerde, "Apaçık bir ejderha" (Araf, 7/107; Şuara, 26/32); bir yerde, "Çevik bir yılan" (Nemi, 27/10; Kasas, 28/31); diğer bir yerde de, "Koşan bir yılan" (Taha, 20/20) buyurmuştur[63].

Hz. Musa'nın, ihtiyaç anında - mucize olarak - Allah'ın izni ile yılan olan ve Fi­ravunla imansız adamlarını, imana getirmeyi amaçlayan bir asası vardı. Ama onu böyle tasvir etmek, akıl almaz şekilde destanlaştırmak hiç kimsenin hakkı değildir. Kur'an ve sahih haberlerde bu tasvirlerin hiç birine yer yoktur. Ciddi bilginler bu tür masallara kesinlikle itibar etmemişlerdir. Bunlar hurafe ve israiliyyattır[64]. Ara-is müellifi Sa'lebi'nin: "Bu anlatılanlar Kur'an'm nassına tamamen uygundur" de­mesinin de hiç bir ilmi ve mantıki haklılığı yoktur (s. 157). [65]

 

12. "Ayakkabilannı Çıkar!"  

 

Ailesini ısıtmak için Tur'a ateş almaya giden Hz. Musa'ya Yüce Allah: "Ey,Mu­sa! Haberin olsun (sana hitap eden) Benim; Ben, Rabbın. Hemen ayakkabılarım çıkar! Çünkü sen kutsal vadi Tuva 'dasın" buyurmuştu[66].

Acaba Yüce Mevla Musa'ya niçin "ayakkabılarını çıkar" emrini vermiştir? Bu­nun sebebi ne olabilir? Bazı naberler bu sorulara cevaplar getirmiştir:

a. (Murdar) ölmüş eşek derisindendi;

b. Tabaklanmamış deridendi;                                                                   

c. Pislik bulaşmıştı;                                                                      

e. Öküz derisindendi[67].                                                   

Rivayetlerden biri Hz. Peygamber'e nisbet edilmiştir. Tirmizi'nin Sünen'inde yer alan habere göre Efendimiz: "Cenab-ı Hak'la konuştuğu zaman Musa'nın yünden mamul bir elbise, bir ciibbe, bir başlık ve bir de şalvarı vardı; ayakkabıları da ölmüş eşek de­risindendi; buyurmuştur[68] Tirmizi'ye göre bu hadis "garîb" tir. Ravilerden Humeyd îbn Ali el-E'rac da "münkeru'l-hadis" bir kişidir. Aynı hadisi Müstedrek sahibi Ha­kim tahriç etmiş (el-Hakim, el-Müstedrek, 11,379) ve hadisin, Buhari'nin şartına uy­gun ve sahih olduğunu söylemişse de yanılmış ve ravileri birbirine karıştırmış­tır[69].

Celaleddin Süyuti de aynı ravi ve aynı hadise ve hadisin sonuna eklenen ziya­deye dikkat çekmiş ve bunu sahih olmadığını ifade etmiştir[70].

i îbn Cerir Taberi'nin konu ile ilgili "mükemmel" denecek kadar güzel bir tevcih ve tevili vardır. Ona göre Allah Musa'ya pabuçlarını çıkarma emri vermiştir. Fakat biz bunun sebebini kavrayamayız; merkep derisinden olduğu için mi, necaset bu­laştığından mı, bilemeyiz. Kur'an'da buna dair bir şey yoktur. Sözüne itimat edi­len bilginlerden de buna dair bize bir şey ulaşmış değildir. Bu konuda İbn Mes'ud'dan gelen ve Hz. Peygamber'e atfedilen hadisin de isnadında "nazar" vardır. [71]

Bazı hallerde baş açık ve yalın ayak olmak hürmet ve tazim ifadesidir. Bir görü­şe göre Yüce Allah Hz. Musa'ya, ayaklan mukaddes vadinin bereketine temas et-r sin diye ayakkabılarını çıkarma emrini vermiştir[72]. Bir diğer, görüşe göre de Hz. Musa, yılan ve çıyandan, diken ve necasetten korunmak için ayakkabı giymişti., A$t lah kendisine "Mukaddes Vadi" de bulunduğunu ve emniyette olduğunu biîdirjın,-ce ayakkabıya ihtiyaç kalmadı ve çıkarmakla emrolundu[73].

Tur dağında Yüce Allah'ın vahyine mazhar olan Hz. Musa hayret ve korku için,-, deydi ve heyecandan kalbi sanki yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Alemlerin Rabbi olan Allah onun heyecanını yatıştırmak için elindekinin ne olduğunu sordu. Musa:"O, benim asanıdır. Ona dayanırım, Onunla koyunlarıma yaprak sükerirn).." diyerek epey uzun sayılabilecek bir cevap verdi. Bunu müteakip asayı atınca yılan olması, koynuna sokup çıkardığı elinin nur gibi parlak ve bembeyaz çıkışı gibi iki mucize ile peygamberlik için ilk adımı attı. Artık buralarda koyun kuzu ile meşgul olmaması ve kendini bekleyen büyük göreve dönmesi emredildi: "(Haydi) Fira­vun 'a git! Çünkü o, (küfrünü tanrılık iddiasına kadar götürerek) cidden azdı (ve haddi aş­tı) [74].                                                                                                    

İşin ciddiyet ve büyüklüğünü, şaka götürmezliğini gören Hz. Musa, YüceJRab-be şöyle yalvardı: "Ulu Allahım! Göğsüme genişlik ver; işimi kolaylaştır; dilimdşrt de (şu) düğümü çöz ki sözümü (Konuştuklarımı) güzelce anlasınlar"'[75]

Hz. Musa bu işin kolay olmadığını, yardımcısız başarılamayacağirii bildiği içilrt Yüce Allah'tan yeni bir dilekte bulundu: "Ya Rab! Yakınlarımdan birini, kardeşim Harun'u bana vezir (olarak) ver; beni onunla destekle, onu görevimde (bana) ortak kıl. [76]

Yüce Allah dileğini kabul etti ve: "Ey Musa! İstediğin sana verildi..." buyucu.

ve arkasından da: "Ben seni kendim için seçtim. Sen ve kardeşin, ayetlerimle (mucizelerimle)... Firavun 'a gidin. Beni anmakta gevşek davranmayın! Doğrusu Firavun (iyice) azmış (ve haddi aşmıştır). On yumuşak söz söyleyin; belki öğüt dinler veya korkar "buyurdu[77].                                                                                                                           

Hz. Musa ve kardeşi Harun: "Ey Rabbimiz, onun bize kötülük etinesinden veya girdiğinin (iyice) artmasından korkarız" diyerek muhtemel endişelerini dile getirdiler. [78]

Yüce Allah onları şöyle teselli etti: "Korkmayın, Ben sizinle beraberim; görür ve.işitirim..." [79]

 

13. "Onlardan Birini Öldürmüştüm"       

 

Ne pahasına olursa olsun Firavun'a gitme ve ona gerçeklerfânlatma emrini alarî

Hz. Musa, hemen şunu hatırladı ve: "Rabbim, doğrusu ben (vaktiyle) onlardan bir cana kıymtşttm. Beni öldürmelerinden korkarım..." dedi.[80]

Cenab~ı Hak, Hz. Musa'nın endişelerini şöylece silip attı: "(Arzu ettiğin gibi) Se­ni kardeşinle destekleyeceğiz. İkinize (Öyle) bir kudret vereceğiz ki, onlar size el uzatamaya-caklar ayetlerimiz (mucizelerimiz) sayesinde siz ve size uyanlar üstün geleceksiniz "[81]

ileride görüleceği gibi gerçekten Hz. Musa ve kendisine uyanlar, Allah'ın yardı­mı sayesinde başarıya ulaştılar. Akla durgunluk verecek işler başardılar. [82]

 

14. Musa'nın Dilinde Ne Vardı

 

Kur'an-ı Kerim'in iki yerinde, Firavun'a gitme ve ona gerçekleri anlatma yolun­da emir alan Hz. Musa'nın, kardeşi Harun'un kendisine yardımcı olması dileğine temas edilir: "... Rabbim! Ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla des­tekle onu görevimde ortak kıl...[83] "...Rabbim! Beni öldürmelerinden korkarım. Kardeşim Horunun dili benimkinden daha düzgündür. Onu, beni destekleyen bir yardımcı olarak be-nimle gönder. ,." [84]

Yüce Allah bu dileği kabul etti ve Harun, Hz. Musa'nın yardımcısı oldu. Hz. Musa niçin ısrarla kardeşini yanına almak istiyordu? Bazı haberler bu soruya açık­lık getirmiştirrlbn Abbas, İbn Mes'ud ve sahabenin ileri gelenlerinden nakle göre, Hz, Musa, yürüyüp koşacak hale gelince ve biraz palazlanınca, annesi onu oynatı­yor, eğlendiriyordu. Bir gün onu Firavun'un kucağına vererek : "Bu göz nurun ve ciğerpareni al, sev" dedi. Firavun: "Bu çocuk benim için değil, senin için göz aydın­lığıdır" karşılığını verdi... Kucağına aldığında, Musa Firavun'un sakalını tutup çek­ti' Bunun üzerine Firavun: "Cellatlar gelsin!" diye bağırdı. Maksadı çocuğu öldürt­mekti. Asiye hemen atılarak yalvarıp yakardı ve öldürülmesini engelledi.[85] Asiye şöylece idare-İ kelam etti: "(Efendimiz), onu öldürmeyiniz, belki bize faydası doku­nur veya onu oğul ediniriz; çünkü o çocuktur, ne yaptığını bilmez. Sen, Mısır halkı arasmda, ziynet ve süs eşyası bakımından, benden daha zengin bir kadın bulun­madığını bilirsin; ben şimdi onun için yakuttan mamul bir süs eşyası getireceğim; aynı anda bir de kor alıp ikisini aynı yere, yanyana koyacağım. Eğer çocuk, elini uzatıp yakutu alırsa, akıllı ve zeki biri olduğu anlaşılır, bu takdirde onu boğazlatır­sın; eğer yakut ortada dururken ateş parçasını kavrarsa, çocuk olduğu ve aklının gelişmediği ortaya çıkar" dedi.

Asiye bu iş için, bahis konusu ettiği yakutu getirdi ve bir de tas içine kor koydu. Bu sırada Cebrail gelerek, Musa'nın eline ateş parçasını verdi. Musa eline aldığı ko­ru derhal ağzına götürdü ve dilini yaktı. [86]

Bu korla dili yanan Hz. Musa, bu yüzden dilinde meydana gelen peltekliğe ben­zer bir arıza sebebiyle iyi konuşamiyordu. Onun için Allah'tan kardeşinin yanına verilmesini İstedi. Ancak Taha suresinin 26'ıncı ayetinde belirtildiği üzere, Hz. Musa, gerçekleri Firavun'a anlatmakla görevlendirildiğinde, dilindeki peltekliğin gi­derilmesini de Cenab-ı Hak'tan dilemiştir. 36'ıncı ayette, Hz. Musa'nın bu istekleri­nin kabul edildiği beyan edildiğine göre, peltekliğin de son bulduğu anlaşılmakta­dır.

Konu, bir çok müellif tarafından böyle takdim edilmesine rağmen işin aslını Al­lah bilir. Yukarıya kaydedilen haber muhtemelen İbn Abbas'ın Yahudi çevrelerin­den duyup naklettiği "mevkuf1 bir rivayettir .[87]  

 

15. Firavunla Karşı Karşıya

 

Yüce Allah, Musa ve Harun'a hiç vakit kaybetmeden Firavun'a gitme emri ver­di: "Hemen ona gidin (ve şöyle deyin: Doğrusu biz senin Rabbinin elçileriyiz. îsrail Oğul­larım bizimle beraber gönder; onlara işkence etme. Biz sana Rabbinden gerçek bir mucize getirdik; selam, doğru yola gidene olsun! Doğrusu bize, yalanlayıp sırt çevirene azap edile­ceği vahyolundu"[88].

Bu emri alan Musa (a.s.) yola çıktı. Ailesi ile birlikte Mısır'a ulaştı. Mısır'a girişi bir gece vaktine rastlamıştır. Doğruca annesinin oturduğu yere vardı. Annesinin oturduğu evin sahibini tanımıyordu muhtemelen bir yatsı vakti evde mercimek çorbası içilirken avlunun bir tarafına yerleşti. Çorba içmeye devam eden ve misa­firleri tanımayan Harun, annesinden bunların kim olduğunu sordu. Annesi, "misa­firler" demekle yetindi. Musa'yı yemeğe çağırdılar. Birlikte yemek yemeye devam edildiği sırada Harun misafirlerin kim olduklarını tekrar sordu. Bu kez misafir kendini tanıttı: "Ben Musayım". Harun meraklı gözlerle dikkatlice takip ettiği kişi­nin ağabeyisi olduğunu Öğrenince hemen ayağa kalktı ve kucaklaşıp sarıldılar. Hoş beş edip tanıştıktan sonra Musa Harun'a : "Ey Harun! Yüce Allah ikimizi Fira-vun'u imana çağırmaya memur etti. Birlikte Firavun'un yanma gideceğiz" deyince Harun: "Tamam, emrindeyim, gidelim" dedi. Anneleri yerinden sıçrayarak çığlık atarcasına haykırdı: "Olamaz! Eğer giderseniz ikinizi de öldürür" diyerek onları en­gellemeye çalıştı.

Emir Yücelerin Yücesinden geldiği için Musa ve Harun geceleyin yola düştüler İlerlemiş saate rağmen Firavun'un kapısını çaldılar. Rivayete göre Firavun da, ka pıcısı da korktu. Firavun: "Bu saatte benim kapımı çalan kim ola ki?" dedi. Kapıc gidip gelenlerle konuştu. Musa'dan: "Biz Allah elçileriyiz" sözünü duyan kapıcı korku içinde, durumu efendisine şöyle anlattı: "Efendimiz! Kapıda mecnun bir var, kendisini Alemlerin Rabbi'nin elçisi sanıyor" dedi. Firavun izin verdi ve Mus; ile Harun içeri girdiler. Firavun Musa'yı derhal tanıdı ve : "Biz seni küçükken evi mizde büyütmedik mi, bir çok yıllarını aramızda geçirmedift mi?.. Yapılan iyilikle ri ve nimetleri küfranla karşıladın...". Bu ilk karşılamada Musa, Firavun'dan İsrai Oğullarının Mısır'dan çıkmalarına izin vermesini istedi ve vaktiyle bir Mısırlıyı ö] dürmesinin bir kaza eseri olduğunu, o zaman henüz genç ve tecrübesiz bulundu ğunu ifade etti.

İbn İshak'a göre, Firavun'un yanma girmek için Muşa ve Harun hayli uğraşıp zahmet çektiler. Rivayete göre bu işi iki yıl sürdü. B.u maksatla hergün sabah ve ak­şam Firavun'un kapışma gidiyorlardı. Onların isteğini iki yıl süreyle kimse Firavun'a iletme cesareti göstermedi... Nihayet günün birinde Firavun'u eğlendiren ve 0'ria dalkavukluk yapanlardan biri, tam onu eğlendirip güldürdüğü bir sırada: "Efendimiz! Kapıda tuhaf sözler söyleyen biri var; o, seriden başka da ilah bulun­duğunu söylüyor" dedi. Firavun: "Onu alın içeri!"'dedi'»![89]

 

16. Ejderhanın Alt Ve Üst Çenesi

 

Hz. Musa Firavun'un karşısında gayet rahat bir eda ile sözünü şöyle sürdürdü: "Ben, alemlerin Rabbi olan Allah'ın elçisiyim. Rabbim bana hikmet ve peygamberlik ihsan etti... Beni, vaktiyle evinde büyütmüş olmanı başıma kakma! Şen yıllar var ki İsrail Oğulla­rını kendine köle edindin..." dedi[90]

Firavun Musa'nın sözlerinin içinde bir cümleye takıldı ve sordu: "Alemlerin Rab­bi (dediğin) nedir?". Musa: "Eğer kesin-olarak inanacaksanız, bilin ki O, göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir" dedi. (Firavun) yanında bulunanlara: "İşiti­yor musunuz?"dedi. (Musa sözüne devamla): "O, sizin de Rabbiniz, önce geçmiş ata­larınızın da Rabbidir" dedi. Firavun çevresindekilere: "Sîze gönderilen peygamberiniz gerçekten delidir" dedi. (Musa sözüne devamla): "Eğer düşünme yeteneği olan kimseler-seniz bilin ki O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir" dedi.[91]

Hz. Musa bu ilk karşılaşmada Firavun ve yakınındâkilere Önemli hatırlatmalar­da1 bulundu. Onlara -yukarda kaydedilenlerden ayrı olarak- Yüce Allah'ın tek yara-tıci^olduğunu, O'nun unutma ve hata etmeden münezzeh bulunduğunun, yeryü­zünü yaşanır hale getirdiğini, gökten sular indirdiğini ve bununla arzda türlü nebatlar bitirdiğini... duyurdu[92]

'Gurur ve kibrin zebunu olan Firavun'a hiç bîr şey tesir etmedi. Söylenen her şe­yi inkar etti ve diretti: "Benden başkasını tanrı edinirsen, andolsun ki seni zindan-lık ederim" dedi. Musa: "Sana apaçık bir şey getirmişsem de mi?" dedi. Firavun: "Doğru sözlülerdensen haydi getir" dedi. Bunun üzerine Musa asasını attı, apaçık bir ejderha oluverdi; elini çıkardı, bakanlara bembeyaz (ve nurlu bir el olarak) gö­ründü.. [93]

Rivayetler, bir mucize eseri ejderha olan asa olayını mübalağalı bir şekilde an­latmışlardır: Hz. Musa'nın atmasıyla ejderha olan asa, hemen ağzını korkunç bir tarzda açmış- veFBaKrantfaî s^iterrnşfec: Korkudan- etraftakiler kaçmış. Firavun da: "Ey Musa! "Bstomas,. Allah aşkına!''"diyerek tahtandan inmiş ve yalvarmıştır; Bu' es­nada ejderha- hidEtândara ağzic açraış asamn: eğri" ucu. da arkasında kuyruk şekli­ni almıştır. Ejderha yere; koynum üst çenesini de FiravunJun sarayının çatışma, dayannş&r-:.

müş» yerinden- sıçrayarak kaçacak delik; aramış ve efâsesini ıslaîmıştır: Söylentiye;  olaym tesiri ile ishale tutul-

İsaaldEn mahvolmak üzere iken, yavaş yavaş kriz sona ermiş ve düzelmiştir. Firavun:- "Ejderhayı tut! Sana. iman edeee-ğnrr, İsrail; Oğlulaımı da serbest bırakacağım" demesine rağmen,, sözünde durmamış ve eski kötülüklerine devam etmiştir[94]

Bu abartmaların sahih hiç bir dayanağı yoktur.

Bazı tefsir kitaplarının kaydettiğine göreFiravun  kaytedıdi Hz;, Musa'nın- peygamber ol-duğn yıllaRİa, sayılan 630 bin civarında olan İsrail Oğullarını 400 yıldır köle olarak . Bâryii! kadar süren beklemeden- sonra huzura alınan Hz. Musa ve  NfâraBÜnfeî e gpre FtEaıyttn. sarayında beslediği aslan, kaplan

ve: manzarayı' yııtiolann Musa ve kardeşini parçala-malannr bjridiffEN^^n yaklaşıp oniannr ayaklarım: yalamaya, kuyruklarıyla dostluk  başladılar: Musa ve îferairiuii pacçaiatnnasını bekleyen Firavun, hayretinden! dona. kalnuşterc. [95]

Vehb ibn Münebbih’e üit bu rivayetin doğruluğunu Allah bilir. [96]

 

17. Karşılaşma [97]

 

Öyle görülüyor ki Hz Musa ile Firavun’un görüşmeleri birden fazladır: ilk gö­rüşmede- Hzv- Musa keradfei' tamfcrmş ve peygamberliğini duyurmuştur: Muhteme-İfflrfcrei iifc görüşmede1 Fîsasrun'a: raoıcizEfeEmdeîi de bahsetmiştir: Sınirfı bir taraftar gnxufcm içimfe Ffe; Masa 'yr diideyen: Fttavuu,. hazırlıklar sonucu1 oramla tekrar, büyüİE meydctminia yüzyüzK= gelmiştir.. Kur'arr bu sonuncu karşüaşmayı başlangııcmdaa; itüjaEEö. şeyie takdim edar. Ayetierimiz. (mucizelerimiz), 'le Musa 'yi Firavuna vHkanmmm) ileri geknîerhm (mele') gönderdik... [98]

Demekki bu kez Firavun ‘un etrafında kavmin ileri gelenleri de vardı. Bu ileri iifafayfe kafeine; pariemento, otğel veya gead: kurmay heyeti de demriâ^E: Efcraa gprc ayetkt manası: "Musa'yı ayetler ve mucizelerimizle yüklü

 

olarak Firavun'a. ve onun- etrafında toplanıp halkın gözünü   dolduran debdebeli adamlarına: peygamber olarak gönderdik" tarzında ifade edilebilir. Gerçi diğer bir ayette "... Firavun ve kavmine "[99] diyerek gönderilmenin bütün kavme ve Firavuna olduğu aniatıkyorsa da, genel kurmay heyeti durumunda olanlardan başkası ülke­de söz sahibi değildi. Onların görevi mutlak ve körükörüne itaatten ibaretti..

Hz: Müsa "bi ayatina!' cümleciğinin ifade ettiği tarzda[100] bir çok mucizeyle gönderildi. Fakat onlar; Hz. Musa/nm doğruluğuna gerçek Peygamber oluşuna de­lil olan o mucizelere inanmadılar, onların hakkını vermediler. İnkar ve yalanlama­larını sürdürdüler. Fesatlarının ardı arkası kesilmedi. "Şimdi bak! O müfsitlerin akı­beti nasıl oldu? [101] Aşağıda gelecek kıssalarım dikkatle oku! Hallerini gör de ibret al!: " (Biz gönderdik) Musa da varıp: Ey Firavun! Ben gerçekten alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim; bana yaraşan, Allah hakkında doğrudan başka bir şey söyle­memektir. Ben size Rabbinizden. apaçık bir burhan getirdim. Artık İsrail Oğullarını benim­le gönderi, dedi". Yani,, sözüm kura bir davadan ibaret değildir; şek ve şüpheye yer bırakmayacak, gayet açık, seçik ve kafi burhanım var; inanmazsanız, isbata hazı­rım;...

"Firavun: Bir mucize getirdiysen, ortaya koy bakalım; doğru sözlülerden isen bunu ya­parsın, dedi".

"Sözünde samimi isen böyle yapman gerekir" diyen Firavunun bu ifadesinde anormal bir şey yoktur; Bir haksızlık da bahis konusu değildir. Ayetlerde geçtiği üzece " Aitcafcr. eğer; şayet" gibi şart ifade eden sözleri tekrarında bir nezaketsizlik ve bir telaş eseri seziliyor: Bunun üzerine: "Musa, asasını yere bırakıverdi. Bırakın­ca ne görsünler, o asa koca bir yılan, apaşikar bir ejderha! Bir ejderha ki sorma!..

Bu konuda, - bir nebze yukarıda da temas edildiği - üzere çeşitli rivayet ve söy­lentiler vardır. Said Ibn Cübeyr'm İbn Abbas'tan naklettiğine göre, Hz. Musa, asası-m koyuverince kocaman: bir yılan olmuş, Firavun'a doğru koşmuş; Firavun tahtın­dan ftriamış aman bunu zapdet diye Hz. Musa'ya yalvarmış, o da tutmuş...

Arkasından Hz. Musa elini çıkardı. Ne görsünler, bembeyaz, mır gibi. Bakanla­ra hayret ve şaşkınlık, veren bir beyazlığa sahip, pini pırıl.

Yani aslında, yaratılışında beyaz, değil, öyle görünüyor. Rivayete göre Hz. Mu­sa fazlaca esmer imiş. Tabiatiyle eli de esmermiş. Elini çevresindekilere önce, yara­tıldığı renkte gösterir, daha sonra koynuna sokar çıkarır, bembeyaz lekesiz bir su­rette parlarmış; tekrar bir daha sokar çıkarır bu defa da eski rengine dönermiş.

Yüce Kudret Sahibi'nm eseri olan ve başkaca bir hüner ve el çabukluğu ile izaha imkan olmayan; bu mucizelerin: derhal kabulü ve Hz. Musa'nın tasdik edilmesi ge­rekirken, nasıl haksızlıkla karşılandı ve nelerdendi neler!..

"Firavun milletinin ileri gelenleri: Doğrusu, bu. (adam) bilgin bir sihirbazdır; sizi mem­leketinizden çıkarmak:istiyor, dediler: Firavun:Ne buyurursunuz? dedi. [102]

Şuara Suresi'nden (26/35) anlaşıldığına göre bu sözü Firavun söylemiştir. Yal­nız burada "fikriniz nedir?" yerine " ne buyurur, ne emredersiniz." denilmesi son derece önemlidir. İlk bakışta bu cümleden Firavun hükümetinin yaman bir kabine veya parlamenterler grubu elinde olduğu anlaşılıyor. "Sîzi memleketinizden çı­karmak istiyor" fıkrasından da, bu gurubun Mısır halkından mürekkep bîr heyet olduğu anlaşılıyor. Bazı tefsirlerden ve özellikle Ebussuud tefsirinden anlaşıldığı­na göre [103] konu halk oyuna sunulmuş yani referandum yapılmıştır.

Ayetin zahirinden, meselenin halk oyuna sunulduğu kesin olarak anlaşılmıyor-sa da, Mısırlılardan meydana gelmiş bir grup ve zümrenin onayına arz edildiği ke­sindir ve Firavun bunlara, ne emredersiniz diye danışmıştır[104].

Bu ayetler, "Ben sizin en büyük Rabbinizim" diyen[105] Firavun'un davasında bü­yük bir tenakuzdur. Öyle anlaşılıyor ki Firavun önemli ve altından kalkamayacağı bir olayla karşı karşıya kalınca, ilahlık davasını geçici olarak bırakıp, kul ve kölesi saydığı memurlarına, parlâmentosuna veya halkına karşı "emir sizindir" dercesine sahte ve riyakarca bir tavır takınarak, yaklaşan tehlikenin, kendini değil de onları hedef almış gibi ve sanki emir ve komuta onlarda imiş gibi bir plan çevirmiştir ki bunda Firavun sihirbazlığının mühim bir örneği vardır[106].

Hz. Musa'dan : "Bir mucize ile geldinse ve eğer doğru sözlülerden isen haydi getir onu!" diyerek mucize istemesine bakılırsa Firavun, daha önce sadık peygam­berlerin geldiği ve hepsinin mucizeler getirmiş olduğundan haberdardır. Buna gö­re gözünün Önünde cereyan eden "asa" ve "yed-i beyza" olaylarının gerçek bir mu­cizeden başka bir şey olamayacağını da anlamıştır. Fakat gerçeklerin kabulü, fikrine, siyasi menfaat ve emellerine uygun olmadığı için ve bir de yaşadığı devir­de sihir ve hokkabazlık sanatları yaygın olduğu için Hz. Musa'dan gördüklerini, hemen sihir ve büyü töhmetiyle karalamış ve böylece idare ettiği insanları, halkını aldatacağını düşünmüş, onları sürü vaziyetinde görmüştür. Onların vatani duygu­larına ve siyasi damarlarına basarak Hz. Musa'nın memleketinden sürülmesi doğ­rultusunda halkı kışkırtmıştır.

Kendi asıl maksadını gizleyerek, haince ve iblisçe planlar çevirerek güya mese­leyi şûranın, parlâmentonun müzakeresine sunmuştur. Buna karşı da ileri gelenler -veya halk -: "Onu ve kardeşini bir müddet eyle; şehirlere - civar kasaba ve yerleşme böl­gelerine - toplaytcı (adamlar) gönder, sihir ilminde yetişmiş, hüner sahibi ne kadar sihirbaz varsa hepsini sana getirsinler, dediler " [107]

Derhal bir tecavüzü, sert bir hareketi münasip görmeyip bu suretle bir tecrübe ve sınav teklif ettiler. Bu ayette geçen "kardeşi" sözünden, Musa'mın kardeşi Ha­run'un da beraberinde olduğu anlaşılmaktadır.

Memleketin dört bir yanına adamlar gönderildi. Hangi dereceden olursa olsun mevcut sihirbazlar toplatıldı. Şüphesiz içlerinde çok ünlü, çok mahir ve ileri gelenler de vardı. Toplanan sihirbazların sayısı konusundaki rivayetler muhteliftir:

a. 72 (Ebu Salih, İbn Abbas'tan rivayet etmiştir)

b. 72.000 (tbn Abbas ve Mukatil'den);

c. 70 (İbn Abbas'tan);

d. 12.000 (Ka'bu'I-Ahbar'dan);                                                             

e. 70.000 (Ata îbn Ebi Rabah ve Ka'b'dan);

f. 700 kişi (Rivayet Vehb îbn Münebbih'e dayanır. Başlangıçta, Musa'ya karşı koymak üzere 700.000 sihirbazdan 70.000'ni seçildi. Daha sonra Firavun bu yetmiş binden 700'ünü seçip tercih etti);                                                                     

g. 25.000 (Hasen'den) h. 900 (İkrime'den);

ı. 80.000 (Muhammed İbn el-Münkedir'den);

i. 30.000 Küsur (Süddi'den);

j. 15.000 (İbn İshak'tan);

k. 19.000 (Ebu Süleyman ed-Dımeşki'den);

1. 400 (Sa'lebİ'den). [108]                                                                                                                                

"(Toplanan) sihirbazlar Firavun'a geldiler: Yenecek olursak bize şüphesiz bir mükafat var değil mi?" diye sordular. Firavun: "Evet yenerseniz gözdelerden ola­caksınız" dedi. Sihirbazlar: "Ey Musa! Marifetini ya sen ortaya koy, ya da biz koya­lım" dediler. Musa : "Siz koyun" dedi. Sihirbazlar marifetlerini ortaya koyunca, in­sanların gözlerini büyülediler ve onlara aslı olmadık türlü hayaller gösterdiler.

Halka son derece dehşet verdiler. Ve pek büyük bir sihir ile ortaya çıktılar[109].

Rivayete göre iri iri halatları, uzun uzun sırık ve sopaları ortaya atıp bütün va­diyi sanki birbirine binmiş, sarmaş dolaş olmuş, gerçek anlamda canlı yılanlarla dolmuş gibi müthiş bir manzara içinde gösterdiler.

Bir çok eserde yer alan kayda göre, sihirbazların attığı bu halat ve sırıklar 1x1 mil ebadında bir yer kaplamış, dağlar misali yığılmıştı. Meydana atılan bu ip ve halatları atmış deve taşıyordu'[110].

Kur'an-i Kerim'de ifade edildiğine göre Hz. Musa ile sihirbazların karşılaşması bir bayram günü olmuştur:" ... Andolsun ki Firavun'a bütün delillerimizi gösterdik de yalan sayıp kabulden çekindi ve: 'Ey Musa! Sihirbazlığınla bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Şimdi biz de seninkinin benzeri bir sihri sana göstereceğiz. Bizimle aranda bir vakit tayin et ki, sen de, biz de uygun bir yerde buluşalım da caymayalım' dedi. Musa: 'Buluşma zamanımız sizin bayram gününüzde, insanların toplandığı kuşluk vaktidir' de­di. Firavun döndü, tuzaklarını toplayıp o gün geldi. Musa onlara: 'Yazıklar olsun size! Al­lah'a karşı yalan uydurmayın. Yoksa sizi azapla yok eder. Allah'a iftira eden hüsrana uğ­rar' dedi. Sihirbazlar işi aralarında tartıştılar ve konuşmalarını gizli tuttular... "[111]

Meydandaki halat ve değneklerin kaynaşmalarını seyreden Hz. Musa içinde bîr korku hissetti. "Korkma, sen kesinlikle daha üstünsün, dedik. Sağ elindekini at da onların yaptıklarını yutsun, yaptıkları sadece sihirbaz düzenidir. Sihirbaz nereden gelirse gelsin ba­şarı kazanamaz "[112]

Meydandaki müthiş manzaradan ötürü halkın dehşetten gözlerinin iyice açıldı­ğı, Firavun ve adamlarının " biz galibiz" havası içinde sevindikleri bir sırada "Biz de Musa 'ya: Asanı koyuver! Diye vahyettik. Koyar koymaz bir de ne görsünler, asa onların bütün uydurmalarım derleyip toplayıp yutuyor".

Böylece "Hak gerçekleşti, onların yaptıkları boşa gitti. İşte orada yenildiler, küçük düş­tüler. Sihirbazlar secdeye kapanıp, 'alemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine inan­dık'dediler [113]

Ata İbn Ebi Rabah'ın nakline göre, sihirbazların ileri gelen iki ismi kardeş olup, Said adıyla bilinen yerleşme bölgesinin en uzak ucunda oturuyorlardı. Fİravun'un adamları gelip onları merkeze davet edince, annelerine: "Bize babamızın kabrini göster" dediler ve mezara varıp babalarım ismiyle çağırdılar. Mezardan cevap gel­di. Meramlarını babalarına şöylece anlattılar: "Sevgili babamız! Kralımız elçiler göndermiş, bizi çağırıyor; kendisine iki kişi gelmiş, ellerinde silah yokmuş, etrafla­rında adam da yokmuş; ama şerefli ve rahat bir halleri varmış; onların bu hallerin­den kralımız sıkılmış ve bunalmış; ellerinde bir asa varmış, onu yere attıklarında demir, taş, odun demiyor ne buluyorsa yutuyormuş; ne yapalım, ne dersin?" Dedi­ler, iki oğluna mezardaki babanın öğüdü şu oldu: "Gidip adamları gözetleyin, ba­şarabilirseniz uyuduklarında asalarını almaya çalışınız. Zira gerçekten sihirbaz olan kişi uyurken sihir yapamaz; eğer onlar uyurken asa yine de bir takım hareket ve hârikalar gösterirse bilin ki bu, alemlerin Rabbi olan Allah'ın gücüyle oluyor de­mektir ve sizin buna üstünlük kurmanız asla mümkün değildir. Bu işin hakkından kral da gelemez, diğer insanlar da!".

Babalarının tavsiyesi istikametinde hareket eden İki oğul Musa ile Harun'un bu­lunduğu yere bir gece gizlice yaklaşıp asayı almaya çalıştılar. Ama asanın karşı ha­reketinden ötürü buna imkan bulamadılar.

Kur'an-ı Kerim Musa ile sihirbazların karşılaşmasının bir bayram günü kuşluk vaktinde olduğunu bildirir, "Yevmüzzine"[114] Rivayetler bu günün, hem bayram ve hem de panayır günü olduğu yolundadır. Said ibn Cübeyr'in îbn Abbas'tan nakline göre o gün Aşure günü imiş ve cumartesiye tesadüf ediyormuş. Senenin ilk günüymüş, yani nevruz. Bir bayram günü bütün halkın memleketin dört bir ya­nından gelip toplandığı bir günmüş. Abdurrahman îbn Zeyd îbn Eslem'in nakline göre buluşma yeri İskenderiye'dir.

Yukarıda da temas edildiği üzere, Hz. Musa'nın atıvermesiyle asa, son derece iri, simsiyah, dört ayaklı, kısa fakat oldukça kalın bir ejderha olmuştu. Büyük bir deveden daha iri ve daha uzundu. Üzerine dikilip durduğu bir kuyruğu vardı. Kuyruğu üzerine dikildiği zaman başı, boynu ve göğsü ile şehrin surlarının üzeri­ne çıkardı. Kuyruğu ile vurduğu her şeyi yıkıp devirir ve yerle bir ederdi. Ayakla­rıyla en sert ve en yalçın kayaları itfalardı. Evleri, duvar ve surları ezer geçerdi. O bir ateş idi denebilir. Ateş saçan iki gözü, alev püsküren iki burun deliği vardı: Ye­lesinin kılları mızraklar gibiydi. Çatallı ucu, 12 zira genişliğinde bir ağız olmuştu. Bir başka rivayette ağzının genişliği 80 zira olarak geçer. Ağzında öyle bir köpek ve azı dişleri vardı ki bunlar yılan avazı gibi, sığır böğürmesi gibi, deve sesi gibi, kapı gıcırtısı gibi ses çıkarırlardı.

Sihirbazların ortaya attığı ve halkın gözünü büyülemiş olan halat ve sırıklara yöneldi; bunları bir bir yiyip yutmaya başladı. Büyük küçük ne bulduysa silip sü­pürdü. Firavun ve adamları tam bir hezimete uğradılar^ Korku ve heyecandan müthiş bir izdiham meydana geldi. İnsanlar birbirini ezdi. Bu izdiham sırasında 25 bin kişinin telef olduğu söylenmiştir. Firavun da ne yapacağını şaşırmış, korkudan yüreği ağzına gelmiş bir halde iken birdenbire dizlerinin bağı çözüldü ve ishale tu­tuldu. İlk gün 400 defa tuvalete çıktı, diğer günlerde, günde 40 defa tuvalete çıkı-yorda Ölünceye kadar bu böyle devam etti.

Hz. Musa meydandan ayrılıp kavmine doğru yol alırken asa ejderha vaziyetin­de kendisini takip ediyor, etrafında dönüp dolaşıyor ve bir köpeğin sahibine gös­terdiği, sadakat ve uysallığı gösteriyordu. Korkudan gözleri dört açılmış, yürekleri ağızlarına gelmiş insanlar dehşet içinde yol boyunca onları seyrediyordu. Hz. Mu­sa, İsrail Oğullarının karargahına varıncaya kadar bu böyle devam etti. Oraya va-rmca Musa (a.s.) ejderhanın basanı okşayıp eliyle tuttu. O tıpkı eskisi gibi asa oldu.

Rivayetler Hz. Musa ile düelloya giren sihirbazların ileri gelenlerinin isimlerini de verirler. İbn İshak'a göre sihirbazların reisi durumunda olan vejg.man ettikleri söylenen dört ismi Satur, Asur, Huthut ve Musaffa'dir. İbn îshak dışında konuyla ilgili bilgi veren bazıları bu isimlere Sabur'u da eklemişlerdir. Mukatü'e göre en bü­yüklerinin ismi Şem'un'dur.

Muhtelif eserlerde bu isimlere daha başkaları da eklenmiştir[115].

Birazcık ilmi olan, mucize ile sihrin ne olduğunu kavrayan insaflı büyücüler bu olayın sihirle uzaktan veya yakından ilgisinin bulunmadığını ve ilahi olduğunu yakinen anladılar ve Hz. Musa'nın Allah katından gönderilmiş gerçek bir peygam­ber olduğuna iman ettiler. Rivayete göre sihirbazlar iman edince İsrail Oğullarının da pek çoğu imana gelmişlerdir.

Bilginlere göre bu ayet ilmin üstünlüğüne en büyük delillerdendir. Çünkü hal­kın çoğu, cahil oldukları için "bu bir sihirdir" sözüyle şüpheye düşürüldükleri hal­de sihirbazlar, sihrin ne olduğunu bilen kimseler olduklarından dolayı "Asay-i Musa" olayının sihir değil gerçek bir mucize olduğunu derhal kavradılar. Eğer bu konuda maharetleri olmasaydı bunu anlayamazlar ve o zaman kendi kendilerine "Belki bu bizden daha iyi biliyor, onun için bizim bilmediğimiz ve yapamıyacaği-mız bir sihir yaptı" diyebilirlerdi. Fakat böyle demediler ve bu hususta hiç bir şüp­heye düşmediler ve kendilerini tutamayarak, içten ve yürekten gelen bir arzu ile derhal imana geldiler.

Olup bitenlerle küçük düşen Firavun, adamlar yollayarak, emirler yazarak top­ladığı ve pek büyük dünyalıklar vadettiği sihirbazların, bu kadar kalabalık huzu­runda Hz. Musa'nın peygamberliğini kabul etmelerini hazmedemedi. Bu olayın halk vicdanında Musa lehinde güçlü bir delil olacağından korktuğu için, buna bir çare düşünmek gereğini duydu. Derhal bir şeytanlık ve kurnazlık ortaya attı. Mak­sadı, halkın kafasına bazı şüpheler sokarak fikirlerini bulandırmak, zihinlerini ka­rıştırmak niyetiyle sihirbazlara, tehdid havası içinde şöyle dedi: "Ben size. izin ver­meden önce ona iman ettiniz öyle mi? "[116]

Vicdanlara tahakküm etmek isteyen Firavun, bütün bunlara rağmen gerçeği ka­bule yanaşınıypr, Hz. Musa'yı altetmek için ilim ve ihtisaslarına güvenerek topladı­ğı ve bir anlamda kendisi için kurtarıcı rolünde olan sihirbazların imanını hazme­demiyor. Onlara uyması gerekirken, işi tersine çevirerek onları töhmet altına alıyor. Tehdit ve tariz dolu bir üslup içinde: "Eğer siz iyi niyetle hareket etmiş ol­saydınız, buraya sizi ben topladığım için neticede bana kanaatlarınızı arzetmeniz gerekirdi. İmanınızı ilandan Önce bana danışmanız gerekirdi. İşin hiyerarşik sırası bu iken siz hiç bana danışmadan, izin almadan kalkıp ona inandınız; hem de hal­kın gözü önünde! "(Öyle görülüyor ki) Bu bir hile, bir tuzaktır ki, siz bunu şehirde planlamışsınız". Yani müsabaka meydanına çıkmadan Önce Musa ile Mısır'da birle­şip kararlaştırmışsınız. Maksadınız, "halkı şehirden çıkarmaktır"'[117]. "Ben şunu da anladım ki, Musa size sihri öğreten, büyüğünüzdür".[118] O hepinizin hocasıdır. Bu, bana ve saltanatıma karşı yapılmış bir planın tatbikidir. Planın gayesi de Mısır hal­kını şehirden sürüp çıkarmaktır; memleketin idareci zümresini iş başından uzak­laştırmak ve onlara bağlı olanları tesirsiz hale getirmektir. Planın sinsi yönü de şe­hirde bir azınlık hakimiyeti kurmaktır" dedi.                           ,

Allah ve peygambere iman edilince zulüm ve haksızlık yollarının kapanacağını anlayan Firavun, yukarıdaki açıklamalarıyla siyasi bir oyun çeviriyor ve halkın zihnini tekrar bulandırmak istiyor. Gerçek bir oyun sergiliyor ve sihirtfazhk göste­rileri yapıyor. Hz. Musa'nın mucizesine olduğu gibi onu tasdik eden kişilerin ima­nı hakkında da yok yere şüphe uyandırıyor ve demek istiyor ki; Sihirbazların imanı, mucizenin kuvvetini takdirden ileri gelen, samimi bir iman değil, bir hileden ibarettir. Bunlar civar şehirlerden toplanıp Mısır'a geldiklerinde veya daha önce Musa ile gizlice buluşup anlaşmışlar. Aralarında uyuşmuşlar. Mu­sa peygamber değil, bunlara sihri öğreten başkanları ve öğretmenleri imiş. Söz bir­liği yapıp halkı aldatmak niyetiyle buna karar vermişler. Eğer böyle olmasaydı, benden izin çıkmadan, bana danışmadan böyle birdenbire secdelere kapanarak ona inanıverirler miydi?

İşi böyle sonuçlandıran faktöre gelince, bunlar sihirbazlıkla hükümetin nüfuzu­nu kırarak memlekette ihtilal yapacaklar. İsrail Oğullarını kendilerine uydurup, Mısır'ın esas halkı olan Kıptileri memleketten ve yurtlarından sürüp çıkaracaklar. İktidarı gasbedip, yerlerini yurtlarını zaptedecekler. Dertleri bu! [119]

Firavun, halkın zihnini "vatan tehlikede" endişesiyle bulandırmak istemiş ve böylece onları Musa ve müminler aleyhine harekete geçirmeyi hedeflemiştir.

"Allah kafirlerin kalplerini böylece kapatıp mühürler"[120] hükmü gereğince, kalpleri mühürlenmiş olan ve Firavun tabiatına sahip kafirler de onun yoluna girerek pey­gamberleri politikacı birer sihirbaz, gösterdikleri mucizeleri de birer sihir gibi te­lakki etmek ve ettirmek isterler.

Firavun, Hz. Musa'ya inananları, zalimlerin en büyük dayanağı, zulümlerinin en güvenilir ve acımasız cezası ile tehdit etti: "Siz göreceksiniz! Andolsun ki ellerinizi

ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim ve sizleri mutlak surette çarmıha gerdireceğim (he­pinizi astıracağım), dedi"[121]

Kalpleri Allah ve peygamber sevgisiyle dolu olan insanlara, gerçekten inanmış­lara tehdit fayda eder mi? Onları azim ve kararlarından döndürmek mümkün mü? Onları kanaatlarından vazgeçirmek şöyle dursun bilakis azimleri bilenir. Kuv­vet kazanır. İmanın yürekten olup olmadığı da böyle zamanlarda belli olur.

Sihirbazlar daha önce sihir konusunda uzman ve mahir kişiler olduklarından dolayı, imanları acaba bir plan ve tuzak olabilir mi, diye hatıra bir şüphe gelebilir­di. Hatıra gelebilecek böyle bir şüpheyi de, bu türlü bir sınav silebilirdi. Öldürül­me, asılıp kesilme sınavı...

Allah'ın hikmetinin bir eseri olarak, Hz. Musa'nın gösterdiği mucizenin sihir ol­madığını, her türlü şüpheden uzak ve azade bir surette ortaya koymak için, reka­bet meydanında, secdelere kapanarak hakkı tasdik eden sihirbazların imanı akla gelebilecek bütün endişe ve şüpheleri silmiş ve Firavun'un tehdidrfte samimiyet ve metanetle: " (Eğer bizim ellerimizi ve ayaklarımızı keser ve bizi asarsan o zaman) biz doğrusu, ancak Rabbimize döneriz" dediler.[122]  Bu cümle bir kaç anlama gelebilir;

Biz nasıl olsa Öleceğiz. Sen istersen de öleceğiz, istemesen de. Başamıza gelmesi kesin olan Ölüm, ölüm olmak yönünden, ha senin tarafından olmuş, ha olmamış bizce bildir; farketmez. Sebepleri değişik olsa da ölüm Ölümdür. Zamanı gelince serme bizi; ölümden kurtaramayacağın da bir gerçek. Sonuç olarak senin bu tehdi-diir aniairtsızdır.

Sen. bizi. asar kesersen, şehid olur ve Rabbimizin sevabına kavuşuruz. Cennet'e gineriz;. Binaenaleyh bu tehdidinden korkmak şöyle dursun, Hak uğrunda can ver^ meyi1 camınıza minnet biliriz.

ğ kaiacak değilsin. Sen de, biz de öleceğiz ve gerçek mabud olaaı Yüce; Rabbimizin katına varacağız. Aramızda hükmü O verir. Haklıyı haksızı sesjer; Zailin kim, mazlum kim belli eder. [123] İnananlar bundan sonra şunu ekledi-ierr "(Şimdi sen) sadece Rabbimizin ayetlerine, bize geldikleri zaman iman ettiğimizden do­laya intikama kalkıyorsun "[124].

Hak. ve gerçek ortaya çıkınca, batılı bırakıp hakkı kabul etmek kızılacak, tehdit­le: karşı, durulacak bir şey değildir. Üstelik bu övülecek, takdir edilecek bir fazilet-rün Serrisebizebir suçluya kızar gibi kızıyorsun, intikam almaya kalkıyorsun. Bile-sini'kizVm. büyük bir zulümdür. Musa'yı mağlup ettiğimizde bize büyük makamlar, mevkÜervadediyordun. Şimdi gerçeği gördük, inandık diye bizi asıp kesmeye kal­kıyorsun.. Bu ne büyük bir haksızlık!.. Bundan sonra inanmış sihirbazlar Allah'a y-önelip:- "Ei/ Kabbimiz! bize sabır ver ve canımızı Müslüman olarak al!" diye dua edip yalvardılar (A'raf,77126). Samimiyetlerini, ölümü hiçe sayarak ispatladılar;

Acaba Firavun dediğini yaptı mı, yapmadı mı? Bunda ihtilaf edilmiştir. İbn Ab-bas'tarr nakledildiğine göre: "Sabahleyin imansız sihirbazlar iken, akşam üzeri şe-hîet oldular" denilmiştir'[125]. Diğer bazıları da, tehdidin yerini bulmadığını söyle­mişlerdir:

Kıasamn Kur'an;daki anlatılış biçimi, tehdidin yerini bulduğunu andırmaktadır.[126] Bra: kişiler, imanlarında sebat ederek ölmeyi canlarına minnet bilmişler ve hak yo-luitcta şemd: olmuşlardır. Tabiatiyle bu işin sonu Firavun'un aleyhine çıkmıştır: Yu­karıda da ifade edildiği gibi en usta sihirbazların imana gelmiş olmaları, Musa'nın gösterdiği şeylerin gerçekliğini ve Firavunun iddia ettiği gibi sihrr olmadığını orta­ya koymuştur.

Bötün bunlara rağmen Fİravun'un aleyhte açtığı kampanya ve propaganda bü hızıyla.sürmüş ve asla kesilmemiştir. İş bu safhaya gelince Firavunun adamla-m işe; karışmışlar ve ona arka çıkmışlardır: "Firavun milletinin ileri gelenleri: 'Musa'yı w mdletini yeryüzünde bozgunculuk yapsınlar, seni ve tannlarım bıraksınlar diye mi ko~ ymmrvyorsun:'? dediler. [127]

Yani sihirbazlarr asıp kesip de Musa'yı ve kavmi olan Beni İsraili bırakacak mısın  ki "Yeryüzünde fesat çıkarıp bozgunculuk yapsınlar ve bırakacak mısın ki tj Musa, seni ve ilahlarım, terketsin? dediler".[128]

Böyle diyerek Firavun'u Musa aleyhine körükleyip kışkırtmak istediler. İşin:ba~ şmdan beri Firavun'un kendileriyle istişarede bulunduğu bu seçkinler veya Jsabme üyeleri, sonucun böyle çıkmasından korkuyorlar ve bir töhmet altında.inıiiaıuâııkOb-rını hissediyorlardı. Tabiatiyle Musa'nın serbest bırakılması da hoşlarına gitmiyor­du. Bu iki duygu arasında Firavun'un mizacına hulul ederek, makamlarını ıkont-mak ve sağlamlaştırmak endişesine kapılıyorlardı. Bıınu feemin .için Firavun'dan fazla firavunluk politikasına girişiyorlardı. Firavun'un üzerine gide­rek onu Musa ve İsrail Oğulları aleyhine tahrike çalışıyorlar ve : "Şimdisen,.sihir­bazları kesip de, işin başı olan Musa ve kavmini yurt düzeyinde fesat çıkarmak.için bıraka­rak mısın? Hem bu fesat yalnız halkın aleyhine olmayacak, daha ziyade senin .aleyhine olacak, halkın, hakkındaki inancını bozacaklar, seni ve ilahlarını terkedecekler. Hiç bunlar bırakılır mı? "[129]

Son ayette geçen "seni ve ilahlarını"[130] ifadesinden, Eiravun'ım taptığı .tor la­kım ilah ve mabutların var olduğu anlaşılır. Bundan da, eski Mısırlıların anataod saydıkları Apis öküzü, güneş ve benzeri şeyler hatıra .gelebilir. Halbuki Tiraımn kendisinin üstünde, kendisinden yüce bir ilah kabul etmiyor: "Sizin en yüce rabbi-niz benim" diyordu.[131] Şu halde, "ilahların" ifadesi, "senin ibadet ettiğinmafeudla-rın" anlamına değil, "hoşlanıp ortaya koyduğun, halkı tapındırdığın mabııdlarasrî" anlamınadır.

Yakınlarının dikkat çektiği konuda Firavun: "Onların oğullarını kırıp geçireceğiz. [132]

 Kadınlarım sağ bırakacağız. Biz elbette, onları ezecek güçteyiz, dedi "[133].

Bu sözleriyle Firavun onları teselli ediyor "Korkmayın, onları yine «skisi :gibi ezecek güçteyiz. Yine dilediğimizi yapabiliriz" diyor. Fakat Firavun, MusarhaJdcm-da bir şey söylemiyor. Zira Asa'dan öylesine yılmış ve korkmuş ki ismini bile ağzına almak istemiyor. "Musa" denildimi hemen aklına ejderha geliyor[134].

Buna karşılık Hz. Musa kavmine: "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Yeryüzü şüphesiz Allah 'indir. Kullarından dilediğini ona mirasçı kılar. Sonuç, Allah 'a.karşt;gehnek-ten sakınanlarındır, dedi" (el-A'-raf,7/128) ve onları teselli etti. [135]

 

18. Hz. Musa'ya İnanmış İki kişi:

 

Ravilerin anlattığına göre Hazkiyel, Eiravun'un adamlarmdandı. Marangozdu. Doğduğu zaman, içine bırakıldığı sandığı annesinin ricası üzerine Hz. Musa'ya o yapmıştı. Söylentiye göre Firavun'un yüz yıl emniyet müdürlüğünü yapmıştı.[136] İnanmış, çok samimi bir mümin idi. Fakat imanını gizli tutardı. Hz.-Musasihirbaz­lara üstün geldiği zaman o da imanını açığa vurdu. Aynı gün yakalandı veasilarak idam edildi ki bu zatın kıssası Kur'an-ı Kerim'de şöyle anlatılır: 'Tiravunmlesinden olup da, inandığım gizleyen bir adam dedi ki: 'Rabbim Allah'tır, diyen bir adamı mı öldüreceksiniz'? [137]

Bazıları, bu ayette ismine atıf yapılan kişinin, İsrail Oğullarından olduğunu söy-lemişlerse de bu kabul edilmemiş,. Mısırlı olmasında ısrar edilmiştir. Ayetin zahiri bu kişinin, Firavun'un yakını olduğunu düşündürmektedir. Süddi'den gelen bir ri­vayete göre bu zat, Firavun'un amcasının oğludur.

Firavun Hz. Musa'yı Öldürmeyi düşünürken Allah, kendi adamlarından birini, böyle bir kahramanı karşısına çıkarmıştı. Bu yüzden Kur'an'da "Firavun ailesinin mü'mini" (inanmışı) diye geçmiş ve adına İzafetle, isminin geçtiği bu sureye "Mü'min" suresi denmiştir.                 

Bu zat başlangıçta imanını gizleyerek Firavun'un gözünden kaçmayı başarmış-sa da, nihayet Hz. Musa'nın ölümüne karar verilince meydana çıkma gereğini his­setmiş ve ihtiyatlı bir eda içinde: "Rabbim Allah 'tır, diyen bir adamı mı öldüreceksiniz? Oysa o, size Rabbinizden belgelerle gelmiştir. Eğer yalancıysa yalanının vebali kendinedir; eğer doğru sözlü ise sizi tehdid ettiklerinin bir kısmı başınıza gelebilir... "[138]

Yalancının yalanı kendi boynuna geçer. Vebal ve cezasını kendi çeker. Size za­rarı olmaz. Böyle olunca yalancılığı iyice ortaya çıkmadan öldürmemelisiniz. Ya­lancı değil de doğru bir adamsa, haber verdiği tehditlerin bazısı başınıza gelebilir. O zaman ebedi zarara uğrayanlardan olursunuz. Dünyada da başınız dertten kur­tulmaz. "Gerçek şu ki Allah, aşırı yalancıyı doğru yola eriştirmez "[139]

Yani iddia ettiğiniz gibi Hz. Musa yalancı olsaydı Allah ona mucizeler vermez, başarılı kılmazdı. Şu cümle düşünülmeye değer: "Ey milletim, bu gün memlekette hü­kümranlık sizindir; galip olanlar sizlersiniz. Ama Allah'ın baskım size çatınca, O'na karşı size kim yardım eder? "[140]

Firavun: "Ben size, kendi görüşümden başkasını söylemiyorum. Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum, dedi". İnanmış olan kişi (de) dedi ki: "Ey milletim, doğrusu, ben si­zin için Nuh milletinin, Ad, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumu gibi, peygamber­leri yalanlayan toplulukların uğradıkları bir günün benzerinden korkuyorum. Allah kulla­ra zulüm dilemez. Ey milletim, ah u figan gününden sizin hesabınıza korkuyorum. Arkanıza dönüp kaçacağınız gün Allah 'a karşı sizi koruyan bulunmaz. Allah 'in saptırdığı­nı doğru yola getirecek yoktur. Andolsun ki Yusuf da, daha önce size belgelerle gelmişti... "[141]

Bu konuda Hz. Peygamber'den de bir hadis rivayet edilmiştir: "İlk kez inanmış ve Allah'a bir an bile olsa asi olmamış üç kişi vardır;

1. Al-i Yasin'in Mü'mini Habib En-Neccar;

2. Al-i Firavun'un mü'mini Hazakıyel;

3. Bu üç kişinin en faziletlisi olan Al-i Muhammed'in mü'mini Hz. Ali"[142] Bu hadisin sahih olduğunu

sanmıyorum.

Hazakıyel'in hanımı da inanmış bir kişi idi ve Firavun'un kızına berberlik yapardi. Saliha bir kadındı. Said İbn Cübeyr'in, İbn Abbas'tan nakline göre Peygam­ber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Miraç gecesi burnuma güzel bir koku geldi. Cebra­il'e: 'Bu güzel koku nedir'? Dîye sordum. Oda: 'Bu, Firavun'un kızlarına berberlik yapan hanımın ve çocuklarının kokusudur', cevabını verdi (ve olayı şöylece anlattı):

Bu inanmış ve saliha hanım bir gün Firavun 'un kızının saçını tarıyordu. Tarak her na­sılsa elinden düşüverdi. Kadın farkında olmadan "Bismillah" (Allah'ın adıyla) diyiverdİ. Firavun'un kızı: 'Bu Allah sözünle, tabii babamı kaydediyorsun değil mi?' Diye sordu. O: 'Hayır, babam değil; benim de, senin de babanın da Rabbi olan Yüce Allah 'ı kasdediyorum' karşılığını verdi. Firavun'un kızı : 'Bunu hemen babama söyleyeceğim' dedi. Firavun du^ rumâan haberdar olunca kadını ve çocuklarını çağırdı ve: "Rabbİn kimdir?" diye sordu. O da: "Benim Rabbim de, senin Rabbİn de Allah'tır" cevabında bulundu. Firavun derhal, ba­kırdan bir fırın yapılmasını emretti. Fırın kıpkırmızı olunca Firavun mü'min kadının ve çocuklarının fırına atılarak yakılmalarını emretti. Kadın son anda bir dileği olduğunu Firavun'a iletti. Firavun: "Nedir son arzun ve dileğin?" Diye sordu. Hanım: "İşimiz bitip ben ve yavrularım kül olduktan sonra lütfen kemiklerimizi ve küllerimizi bir araya topla ve bir yere gömüver" Dedi. Firavun: "Olur, bu bizim sana borcumuzdur" dedi. Bu konuşmalar­dan sonra Firavun emir verdi ve hanımın çocukları, en büyüğünden başlamak üzere tek tek fırına atılmaya başlandı. Sıra kadının emzikte olan en küçük çocuğuna gelince, yavru anne­sine döndü ve: "Ey anne! Üzülme ve sabret! Zira sen gerçekten hak yoldasın", dedi ve so­nuçta kadın kucağındaki emzikli yavrusuyla birlikte ateşe atıldıi[143]  

 

19. Asiye 'nin İdamı:

 

Asiye, Firavun'un eşi. Kısa adı Asiye'dir. Türkçemizde bu isim bilinen ve kız ço­cuklarına verilen adlardandır. Mevlid'de veya Mevlid arasında okunan bazı beyit ve kasidelerde de bu isme tesadüf edilir. Asiye Binti Müzahim.

Asiye'nin soy olarak mesup olduğu kavim hakkında ihtilaf vardır. îsrail Oğulla­rından olduğu söylenmiştir. Samimi ve imanında sebatlı bir kadın idi. İbadet vakti geldiği zaman bir bahane bulur, odasına çekilir ve orada Allah'a ibadetini gizlice yapardı. Mevki sahibi bir kadın olduğu halde ibadetini gizli yapması, Firavun'dan çekindiği içindi.

Asiye'nin iman ve İbadetini gizlemesi uzun süre devam etti. Bardağı taşıran son damla Firavun'un, Hazakiyel'in hanımını idam ettirmesi oldu. Asiye sarayın pen­ceresinden olup bitenleri ve idam olayını gözlüyordu. Ona nasıl işkence edildiğini ve nasıl öldürüldüğünü dehşetle takip etmişti.                                

Hazakiyel'in hanımı öldürüldüğü sırada Asiye, meleklerin gelip onun ruhunu nasıl aldıklarını, o sırada ona ne gibi ikramlarda bulunarak göklere çıkardıklarını görmüş ve Allah'a imanı güçlenmiş, bağlılığı artmıştı. O, Melekleri temaşa ederken girdiği manevi alemde bulunduğu sırada kocası Firavun ansızın odaya girdi ve Hazakiyel'in hanımının haberini ve ona yaptığı işkenceleri anlatmaya başladı. Sözünü bitirdikten sonra Asiye: "Yazıklar olsun! Yuh olsan sana ey Firavun! Allah'a karşı gelmeye nasıl cesaret ediyorsun, inanmışlara işkenceyi nasıl reva görüyor­sun?" Diye çıkıştı. Hiç ummadığı ve beklemediği bu söz karşısında Firavun: " Az önce işkence ile öldürdüğümüz kadına gelen cinnet galiba sana da gelmiş" dedi. Asiye: "Hayır! Dedi. Ne ona cinnet geldi ve ne de bana. Şunu bil ki ben, senin de, benim de, alemlerin de Rabbi olan Allah'a iman ettim". Firavun Asiye'nin annesini yani kayın validesini çağırarak, "Kızlarımın berberi gibi kızın Asiye de delirmiş" dedi. Sonra da Asiye'ye : "Ya Musa'nın ilahına küfreder, onu tanımazsın, ya da iş-" kenceler altında can verirsin" dedi.

Firavun odadan çıkıp gidince annesi yaklaştı ve kızını Firavun'un dediğini yap­ması için iknaya çalıştı. Asiye diretti ve : "Ey anne! Eğer istediğin şey, benim Al­lah'a karşı gelmem ve O'na küfretmem ise bu asla olmaz", dedi. Hanımının kesin kararını duyan ve deliye dönen Firavun'un emri ile Asiye işkencelerle öldürüldü ki bu Kur'an-ı Kerim'in bazı ayetlerinde şöyle ifade edilmiştir: "Allah, inananlara Fira-. vun'un karısını misal gösterir: O vakit o demişti ki: Ya Rab! Katında benim için Cennet''te bir ev yap!..." [144]

Asiye bu niyazı ile, ruhunun Allah yolunda iman ile şehid olup, bu sayede Al­lah katında rahmete nail olmasını ve Rabbin Arş'ına en yakın bulunan Sidre-i Münteha'nın yanında, Cennetu'l-Me'va'da kendisine ebedi bir istirahatgah inşasını istemişti: "... (Bu suretle) beni Firavun'dan ve onun işlediklerinden kurtar, demişti"[145]

 Asiye, Firavun'dan ve onun kötü amelinden kurtarılmasını istedi. Firavun'un kötü ameli şirk, zulüm ve tasallutudur. "Zalim kavm"den maksat da zulüm ve haksızlık­ta Firavun'a yardımcı olan ve "AH Firavun" adıyla anılan Kıptîlerdir.

Rivayete göre Asiye bu duayı yapınca, Cennet'teki makamı derhal keşf ile ken­disine gösterilmiş ve hiç bir azap duymaksızın ruhu uçmuş, işkence olsun diye üzerine konan kaya, ruhsuz kalan cesedinin üzerine düşmüştür. Bu da "Al-t Ya-sin"in mü'mini (Habib en-Neccar) gibi doğrudan doğruya cennetlik olarak Allah'ın rahmetine kavuşmuştur.

Bir rivayete göre Firavun'un emri ile dört ayrı yere kazıklar çakılmış, Asiye, el ye ayaklarından bu kazıklara bağlanarak işkence ile öldürülmüştür. Kur'an'daki "kazıklar sahibi Firavun" ayetinin buna işaret olduğu söylenmiştir.[146]

İbn Abbas'tan gelen bir rivayete göre de, dininden dönmesi için Asiye'ye işken­ce edildiği sırada Hz. Musa oradan geçiyordu. Asiye, parmağı ile işaret ederek du­rumundan şikayette bulundu. Hz. Musa azabının hafifletilmesi için Allah'a dua et­ti. Bundan sonra Allah'a kavuştuğu ana kadar ızdırap duymadı. Asiye Allah'tan en son şu dilekte bulundu: "Ya Rab! Katında benim için bir ev yap!" ÇTahrim, 66/11). Al­lah duasını kabul ederek kendisine: "Başını yukarı kaldır!" Diye vahyetti. Başını kaldırınca Cennet'te kendisi için inciden yapılmış evi (sarayı) gördü ve hemen gü­lümsedi. Firavun onun güldüğünü görünce: "Azap içinde gülen deliye bakınız!" Diye bağırdı".[147]

İsmi açıklanmaksızın Kur'an-ı Kerim'in bir ayetinde övülen ve Örnek olarak in­sanlara ve Özellikle mü'minlere takdim edilen (Tahrim, 66/11) Firavun'un karısı Asiye'nin adını hadislerden öğreniyoruz. Asiye, bazı münasebetlerle Hz. Peygam­ber tarafında da yadedilmiştir:                    

Ahmet İbn Hanbel'in eserinde bulunan bir hadise göre Efendimiz, Cennet ka­dınlarının en faziletlileri olarak andığı dört kadının dördüncüsü olarak Asiye'yi saymıştır[148]

Buhari ve Müslim'in eserlerindeki bir habere göre ise Hz. Peygamber gerçek an­lamda olgunluğa ermiş az sayıda hanım olduğunu açıkladıktan sonra saydığı yine dört ismin başına Asiye'yi almıştır. [149]

Bazı zayıf haberlere göre Asiye Cennet'te Hz. Peygamber'in eşleri arasına gire­cektir"[150].

Asiye ile ilgili haberler kitaplarımızda oldukça mübalağalı bir tarzda takdim edilmiştir. Özellikle Hazakıyel'in hanımına yapılan işkenceler esnasında gördüğü söylenen harikulade olaylarla, kendisine yapıldığı dile getirilen işkence sahneleri son derece acıklı, hislendirici ve ağlatıcı bir üsluba büründürülmüştür. Konu ile il­gili ayetle, sahih bir kaç hadisin dışında kalan bilgiler tarihi söylentilerden ibaret­tir.... [151]                                                        

 

20. Haman'ın İnşa Ettiği Kule:

 

"Haman" ismi Kur'an-ı Kerim'de altı yerde geçer. Ayetlerde, Firavun divanında önemli bir görevin sahibi ve muhtemelen başvezir (başbakan) olarak zikredilir. Ka­run ile birlikte sarayda Önemli görevler İfa etmektedirler. Firavun gibi Haman'ın da orduları vardır[152]; Hz. Musa ilahi gerçekleri Firavun ve Karun ile birlikte Ha-man'a da getirmiştir. [153]; Hz. Musa mucizelerle Firavun ve Karun'a olduğu gibi Ha-man'a da gelmiş ve neticede "yalancı sihirbaz" damgasıyla damgalanmıştir[154]; Haman, Firavun'un emri ile ona "kule" yapan kişidir.[155]

Bunlardan başka Haman yerine göre bir zulüm aracı, yerine göre zulümde Fira­vun'un akıl hocası, teşvik ve destekçisidir. Rivayete göre Musa'nın doğacağını ha­ber aldığı vakit, bütün erkek çocukların öldürülüp, yalnız kızların hayatta bırakıl­masını tavsiye etmiştir. Musa, Allah'ın peygamberi olarak ortaya çıkanca, onu yalancılıkla itham etmiştir.

Hz. Musa'nın gösterdiği mucizelerden ciddi şekilde etkilenip sıkışan Firavun kalabalıklara şöyle seslenmişti:

"Ey milleti (Ey büyük cemaat),,ben sizin için benden başka bir ilah Mlmiyorum".[156] Firavun pek iyi biliyordu ki karşısında durmakta olan halkı yaratan kendisi değil­di. Kendisini de yaratan biri vardı: Bunu unutmuş görünerek "halk" ve "uluhiyet" mefhumlarına haksızlık yapmaya kalkıyor. İnsanların daima kendisine itaat etme­sini, istiyor. Daima kendini sevmelerini, kendinden korkmalarını, hep kendine kul olmalarını, şahsına tapmalarını istiyor. Hem mabudluk iddia ediyor> hem " sizin için kendimden başka bir ilah bilmiyorum" diyor. Baştan "yoktur" demiyor, "bilmi­yorum" sözüyle insaflı görünmek istiyor. Göklerin ve yerin Rabbı sanki semayı gözlemek, rasad etmekle görünmesi gereken bir cisimmiş gibi bir hava meydana getirerek halka karşı ilim ve fen yoluyla bir desise yapmak niyetiyle diyor ki; "... Ey Hartan! Şimdi benim için toprak üzerine ateş yak, tuğla hazırlayıp bana bir kule yap! "[157]

Firavun kendisi için semayı gözleyecek bir rasat kulesi yapılmasını istiyor ve kule yaptırmaktaki maksadını da şöyle açıklıyor: "Belki (yukarı) çıkar Musa 'nın ilahı­nı -görürüm. Doğrusu ben onu yalancılardan sanıyorum ya!"[158]

Yani Alemlerin Rabbı tarafından peygamberlikle görevlendirildiğini söyleyen Musa'nın yalancı olduğunu sanıyorum ama, her ihtimale karşı ilim ve teknik yo­luyla bizzat bir araştırma yaparak Musa'nın yalancı olduğunu ortaya koymalıyım, 'diyor. Eğer Musa'nın İlahını bulursa O'nun da hakkından gelecekmiş gibi görün­mek' ihtiyacını duyuyor.

Cazı müfessirler bunun laftan ibaret olduğunu, böyle bir kule ile göklere, çık­manın ve çıkmaya çalışmanın delice bir iş olduğunu söylemişlerdir. Buna karşılık 'diğer bazı rivayetlere göre de böyle bir kule yapılmış ve yıkıhmştır.[159]

Kule yapmak için Haman'a emir veren ve azdıkça azan "Firayun'a kötü ameli böyle tezyin edilip süslü gösterildi"[160] de, bunları siyaset adına yapıyordu ve böylece de "yoldan saptırılıyordu"[161] Gökler ve yer, göklerde ve yeryüzünde mevcut şey­ler yaratıcının varlığına delalet edip dururken ve Allah'ı eserinden anlamak için, yeryüzünün göklerden bir farkı olmadığını da aklı olanların anlamakta güçlük1 çek­meyeceği ortadayken, Hz. Musa'nın Taha Suresi'nde (20/50):

"Rabbinİz her şeye hilkat (ayrı bir özellik) veren, sonra da doğru yolu gösterendir"; Şuara Suresi'nde (26/28): "Allah, doğu ile batının ve İkisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer aklınızı kullanırsanız"; "Allah, sizin de, sizden önceki atalarınızın'da Rab-bidir" (26/26) demek suretiyle herkese öğrettiği açık seçik yolu bırakarak yetişemi-yeceği uzaklara gitmeye kalkışmak elbette çıkar yol değildir. Tabiatiyle Firavun bunu ciddi olmak için değil, halkı aldatmak için bir hile, bir tuzak olmak üzere ya­pıyordu. Fakat, "Firavun'un tuzak ve hilesi sonuçsuzdur, akamettedir" (Mü'min,40/ 37)1

Onun böyle yanlış yollarda, entrika çevirmeye kalkışması, kendisini başarıya ulaştırmak şöyle dursun bilakis aleyhine olmuştur.   '

Hikayeci yazarlara göre kule yapma işi detaylarıyla şöyledir:

Allah Firavun'a saltanat vermiş, servet vermişti: Saltanatına ve sahip olduğu servete dayanarak ülkesinde görülmemiş bir refah içinde yaşıyor ve milletini köle gibi çalıştırıyordu. Azdıkça azmış, şımardıkça şımarmış ve bir gün halkına "ilah" olduğunu ilan etmiş ve kendine tapmalarını istemişti. Halk onu mecburen; ilah olarak görüyor ve ona tapıyordu. Uzun yıllar yaşadı. Orduları ve gücü önünde kimse duramazdı. Kimseninkine benzemeyen değişik bir yaratılışı vardı: Keyfince ve tıka basa yediği halde kırk günde ancak bir kere tuvalete çıkardı. Tükürme ne­dir bilmez, öksürüp, aksırmaz nezle olmaz, midesi .ağrımaz, gözleri çapaklanmaz> yanmaz, kızarmaz ve sulanma olmaz; hasta olmaz, hastalık nedir bilmezdi. Ken­disine dert ve keder ulaşmazdı.

Said İbn Cübeyr'in anlattığına göre Firavun 400 yıl saltanat sürdüğü halde, başı­na en ufak bir sıkıntı gelmemiş, ne bir açlık çekmiş ve ne de bir çile. Hep iyi şeyler görmüş ve azdıkça azmıştır.

Sayısız denebilecek saray ve köşklerinden biri bin katlı olup son derece güzel ve tantanalı idi. Yüce Allah Firavun'a bir binit lütfetmişti ki o bu sayede sarayının en yüksek yerine onun sırtında çıkardı. Yokuşda da inişte de, dere ve tepelerde de onun sırtından inmez, dilediği yere onunla giderdi.

Bütün bunlar, bu nimetler, saltanat ve lutuflar Firavun'u yavaş yavaş Cehen-nem'e sürüklemek (istidrac), onu vakti gelince ani olarak ve kıskıvrak yakalamak içindi.

Sarayında büyüttüğü Hz. Musa'yı bir gün karşısında görünce deliye döndü. Us­lanıp yola ve imana geleceğine azdı da azdı...

Halkın Hz. Musa'ya inanmasından ve onu kendi yerine geçirmelerinden, ciddi şekilde endişelendi. Yeni durum karşısında kendini güçlendirecek, zulmünü de­vanı ettirecek yeni hile ve tuzaklar peşine düştü. Veziri ve zulüm aracı Haman'a bir kule yapmasını söyledi. Maksadı gökleri tarassud edip araştırmak, Musa'nın ilahını bulmak ve onunla hesaplaşmaktı.

Haman kule yapımı için memlekette ne kadar işçi, usta ve uzman varsa topladı. Rivayete göre bu maksatla toplanan usta ve kalifiye eleman sayısı, yardımcı perso­nel hariç elli.bin idi. Çivi dökenler, kireç yakanlar, tuğla pişirenler, doğrama işleri­ni üstlenenler, kalıpçılar da bu sayının dışında idi

İnşaat başladı ve hızlı bir şekilde devam etti. Yine Yüce Allah istidrac olsun di­ye bu konuda onlara bir zorluk çıkarmadı. İşler planladığı şekilde devam £tti ve kule yedi yılda tamamlandı. Göklerin ve yerin yaratıldığı günden beri hiç bir kim­senin görmediği ve hiç bir binanın yükselmediği kadar yükseldi. Öyle ki ustalar bi­le üzerinde güçlükle durabiliyorlardı.

Bu durum Hz. Musa'ya ve inanmışlara güç geldi. Üzüldüler. Allah Hz. Musa'ya vahiy yoluyla sabretmesini ve sonucu gözlemesini söyledi.

"Ben onu ansızın mahvedeceğim" buyurdu.

Sabahleyin güneş doğunca kulenin gölgesi mağribe, akşama doğru -da jnaşnka vururdu. Ve bu gölgenin boy ve uzunluğunu sadece Allah bilirdi (Yani gölgenin ucu bucağı belli değildi).

Kulenin yapımı bitince Allah Cebrail'i gönderdi. Kanadını bir kere vurunca üç parçaya ayrıldı. Bir parçası denize, bir parçası Hind-diyarına, sonuncusu dajnağri-be düştü. Dahhak'tan gelen rivayete göre Cebrail'in vurmasıyla kule Frravun'-un or­dugahı üzerine yıkıldı ve bîr milyon askerin ölümüne sebep oldu.

Rivayetlere göre, kule yapımında görev alan herkes şu veya-bu hastahkla-mah-volup gitmiştir. Bir kısmını ölüm alıp götürmüş, bir kısmı yanıp kül olmuş, :bir kıs­mı afete uğramıştır: Tüm marangoz, demirci ve ustaların elleri kurumuş; kireç ya-;kan ve tuğla pişirenler yanıp kül olmuş; diğer işçiler ve .hesap uzmanları ölüp gitmişlerdir. Kulenin yıkılması, yapım işinde görev alanların mahvedilmesi şafak sÖkümü ile güneşin doğması arasında olup bitmiştir.

Süddi'nin rivayetine göre Firavun kulenin tepesine çıkmış ve oradan gökyüzü­ne bir ok fırlatmış, ok bir müddet sonra kanlı olarak geri gelmiş, bunun üzerine H-ravun:"Musa'nın ilahını vurup öldürdüm" iddiasında bulunmuştur [162]

Firavun Musa'ya yaptıklarının sonuçsuz kaldığını görünce çareyi onunla savaş­ta bulmuştur.                                                                                               

Yukarıda temas edildiği gibi bazı bilginler, Firavun'un inşasını istediği kulenin yapılmadığı görüşünü savundukları halde, diğer bazıları, herzeyi en ince teferrua­tına kadar sayıp dökmüşlerdir. Konu ile ilgili olarak anlatılan şeyler geniş ölçüde hayal mahsulüdür. Şu kadar usta, bu kadar amele... Çiviimal edenler, kireç yakan­lar, doğramacılar... Tepesi görünmeyen kule; gölgesinin vurduğu yer belli olmayan yükseklik... Parçasından ölen askerler v.s.

Firavun'un 40 günde bir kez tuvalete çıkması, hastalık yüzü görmemesi, Ökaürmemesi, aksırmaması v.s. gibi akıl ve mantık dışı iddialar. İlimle bağdaşmayan ri­vayetler...

Bunlar büyük ölçüde uydurma ve yakıştırma cinsinden mübalağalı hurafeler ve israiliyyattan ibarettir.

Allame Zemahşeri ve Kurtubi rivayetlerin bir bölümü için "bunların sıhhatini Allah bilir" demişlerdir"[163]. Fahruddin Razi de: "İşin kabuğunda olan bir kısımmü-fessirler, böyle bir kulenin yapılmış olduğunu kesinlikle benimseyip bu konuda uzun bir hikayeye de eserlerinde yer vermişlerdir ki bana gör bu, uzak :bir ihti­maldir" diyerek kule yapımı ile ilgili rivayetleri yadırgamıştır[164]. Alusi de ;konuyu derinliğine tetkik ettikten sonra: "Kulenin yapıldığına dair elimizde kçsin bir şey yoktur. Yapıldı iddiasında olanlar ise, gerçek boyutlarını sadece Allah'ın bilebile­ceği detaylara inmişlerdir" dedikten sonra, İbn Ebi Hatim'in Süddi'den naklettiği ve Firavun'un attığı okun kanlı olarak geri dönmesiyle ilgili haber için "zannediyo­rum ki bunun aslı yoktur" der[165]. Razi de sözkonusu rivayeti reddetmiş, akıl sahi­bi olanların bunu kabul etmeyeceklerini, kabul edenlerin ise "deliler"den olduğunu söylemiştir (Razi, Mefatihu'1-Ğayb, XXIV, 253).

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Günümüzden asırlarca önce yaşamış şahsi­yetler hakkında doğru bilgi edinmenin yollan oldukça sınırlıdır. Eğer kişiler, pey­gamberlik gibi makama yüceltilmişlerse bunlar için kutsal kitaplar kaynak olma açısından önemli bir yere sahiptirler. Ne var ki Hz. Musa hakkında en fazla bilgi Tevrat'tadır. Tevrat ise bozulmuş, değiştirilmiş yani özel deyimi ile tahrif edil­miştir. Bü tahrif konusuna Kur'an-ı Kerim'de yer yer atıflar yapılmıştır. [166] Bu se­beple Tevrat'ın Hz. Musa hakkında verdiği bilgileri ihtiyatla karşılmak gerekir. Ge­ride Tevrat ve İncil'in muhteviyatları hakkında doğru bilgiler veren, onların yanlış takdim ettikleri şeyleri düzelten Kur'an-ı Kerim[167] ve Hz. Peygamber'in hadisleri kalmaktadır. Anlatılanlar veya kitaplara geçmiş olanlar Kur'an ve sahih hadislere uygunluğu nisbetinde değerlendirilir. Bunlara uymayanları da ihtiyatla karşıla­mak gerekmektedir.

Bu açıdan bakıldığında, Hz. Musa'ya ait bilgilerde -yer yer işaret edildiği gibi-boyutlan değişik mübalağa ve hurafeler eksik değildir:

Hz. Musa'nın bebeklik döneminde yapıldığı ifade edilen tabut, tabutun denize atılması, sarayda geçen olaylar, Asiye'ye nisbet edilen hediyeli karşılama törenleri, asanın nereden ve hangi yollarla ele geçtiği, eni boyu, ne cins ağaçtan yapıldığı, marifet ve hünerleri, Hz. Musa'nın dilindeki pelteklik, ejderhanın alt ve üst çenesi­nin tasvirleri, yırtıcı hayvanların Hz. Musa'nın üzerine salınması, sihirbazların sa-yısı> sihirbaz iki kardeşin 'kabirdeki babalarıyla konuşmaları, Asiye ve Hazakiyel'in hanımı ile ilgili şeyler, Haman'ın inşa ettiği kule, Firavun'un şahsı ile ilgili olan ve tabii ihtiyaçlarını sözkonusu eden haberler...   ,

Özellikle Kur'an ve hadise dayanmayan haberlerin ayrıntıları, geniş ölçüde mü­balağa ve israiliyyatla iç içedir. Bazan mübalağalar, belli bir kültür seviyesine er­miş kimselerin farkedebileceği derecede açıktır. Yapılan abartmalar, derlenen ha­berler bazan Hz. Musa'yı, bazan onun kullandığı eşyayı (mesela asa bunların arasındadır) ve hatta Firavun ve Firavun'la ilgili şeyleri mitolojik bir havaya bü­ründürmüşlerdir.

Bu tür mitolojik atmosfere girmiş haber ve abartmaların vebal ve günahı Önce dikkatsiz yazarlar, sonra da ravilere aittir. Kur'an ve sahih hadislerin bunda hiç bir vebali söz konusu değildir. Bazı tarih, kasas ve tefsir yazarları bir konuda söylen­miş ve yazılmış ne varsa bunları mutlaka eserlerine alma gibi bir özentiye kapıl­mışlar, bu haberleri, tarihi gerçekler, akıl ve mantık süzgecinden geçirme ihtiyacı duymamışlar, yalan yanlış, buldukları her şeye sarılmayı ve onları kitaplarına ak­tarmayı marifet saymışlardır.

Bunları falan veya filan kitapta okuyan kişiler de, bunların suçunu hemen din ve Kur'an'a yüklemişlerdir ki bu da yanlış ve haksız bir tutumdur.

Zaman zaman ifade edildiği gibi[168], bu tür haberlerin kitaplara geçmemesi içi yazarların doğru bir tarih bilgisi yanında hadis kültürüyle mücehhez olmaları gt rekmektedir. Bu ikisine bir de "doğru ve mantıklı düşünebilme" eklenirse, kalem alman eserlerdeki hataları asgari düzeye indirmek imkan dahiline girebilir. [169]

 

 



[1] Metin içinde de işaret edildiği gibi ayetlere dayalı olarak Musa konusu biraz detaylıca ele alınmış ve bilerek genel çizginin dışına çıkılmıştır. Ara sıra da ayetlere ait tahlillere girişiimiş, Firavun Politika­sının özü yansıtılmaya çalışılmıştır. Bundan maksat da, Dinler ve peygamberler tarihinin gerçekten iz bırakmış bu büyük şahsiyetini ve onun tevhid nıücadelesindeki Firavun'a rağmen taviz vermeyen kararlı tutumunu daha iyi yansıtabilmektir. Tabiatiyle bütün bunların özünde ilahi irşad ve destek söz konusudur.

[2] Meryem 19/52.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 113.

[3] el-Kasas,28/4.

[4] İbn Kesir, el-Bidaye, I, 238.

[5] el-Kasas, 28/5,6.

[6] Ehl-i Kitab çevreleri îsrail Oğullarının öldürülmesini başka sebeplere bağlıyorlarsa da bu "yanlış" bir iddiadır <tbnKesir, el-Bidaye, 1,238).

[7] Hz. Musa'ya hamile'olan annesinin fizyonomisinde, hamile olduğunu belli edecek en küçük bir de ğişiklik olmadığı rivayet edilirse de (İbn Kesir, Tefsir, V, 265) bu doğru değildir. İzahı son derece güç bir durumdur.

[8] Taha,20/39.

[9] el-Kasas, 28/7. Ayette geçen "vahiy", peygamberlere has olan vahiy değil, "ilham", "irşad" anlamın­dadır, îmam Ebu'l-Hasen el-Eş'arî (v. 324/936) ve bazı Zahirilerle bir kısım hadisçiler, buna muhale­fet ederek Kur'an'da zikri geçen Hz. Meryem ve Hz. Musa'nın anası gibi bazı saliha kadınların pey­gamberliğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre bu ve benzeri ayetlerdeki vahiy sözü ilham ve irşad değil, gerçek vahiy demektir. En kuvvetli delilleri, yukarıda meali verilen ayetle (el-Kasas,28/7), yi­ne Hz. Musa'nın anasına yapılan vahiyden bahseden Taha suresinin 38 inci ayeti ve diğerleri meya-

1 nında zayıf da olsa Havariler (el-Maide, 5/111) ve meleklere (el-Enfal, 8/12) vahyi dile getiren ayet­lerdir. Hz. Musa'nın annesine yapılan ilham ve vahyin benzeri durumlar Kur'arİ-ı Kerim'de vardır. Mesela Yüce Allah bal ansına "dağlardan, ağaçlardan ve insanların yaptığı çardaklardan kovanlar edin, sonra meyve ve çiçeklerin her birinden ye de Rabbinin (bal yapımında öğretüği-jpe) kolaylıklar gösterdiği yaylım yollarına git, diye vahyetti" (en-Nahl, 16/68) ayeti bunun açık delilidir. Hz. Mu­sa'nın anasının karşılaştığı duruma enbiya nübüvveti denmezse de evliya kerameti denebilir (Elrna-hlı, Tefsir, V, 3719). Anlaşılan bu iîham Musa doğduktan sonra olmuş ve belki bir kaç ay annesjnce

1 emzirilmiştir (geniş bilgi için bkz. es-Sabuni, el-Bidaye fi Usuli'd-Din, Ankara 1979, s. 53, neşr ve tere. Bekir Topaloğlu; Ibn Kutlııboğa, Şerhu'l-Müsayere, Bulak 1317, s. 197; Harputî, Tenkîhu'l-Kelam, Derseadet 1330. s. 281 v.d.; Ahmed Nail, Tecrid-i Sarih, Ankara 1972, IX, 150; karşılaştırınız: Ibn Hazm, el-FasI, Beyrut 1395, V, 17-19). Eş'ari dışında kalan Ehl-i Sünnet bilginleri çoğunlukla, er­kek olmayı peygamberlik şartlarından sayma konusunda ittifak ermişler ve görüşlerini bazı ayet (en-Nahl, 16/43; el-Enbiya, 21 /7) ve hadislere dayandırmışlardır (geniş bilgi için bkz. Osman Kara­deniz, Mucize Problemi, İzmir Î984, s. 3, basılmamış tez).

[10] Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, VI, 202. Bu haber, Hz. İbrahimle ilgili olan ve Kur'an'da bahsi geçen, (el-Enbiya, 21/58-70) ateşe atma olayından istifade edilerek uydurulmuş bir hurafedir ve gerçekle ilgisi yoktur.

[11] Taha, 20/39.

[12] Bu zat Firavunun veziridir.

[13] el-Kasas, 28/8.

[14] Aynı yer, 28/9.

[15] el-Kasas, 28/9.

[16] el-Kasas, 28/10-11.

[17] Aynı sure, 28/12.

[18] Aynı sure, 28/12.

[19] Aynı sure, 28/13.

[20] Musa'ya yapıldığı söylenen :tabut, .tabutun dunize aüiması, sarayda cereyan et-n.olaylar ve Asi-

ye'ye nİ5betedÜen lıediyeli karşılamalar v.s, gibi konulardaki, ayrıntılı Jıaberlcrin ekserisi. israİH-yattan ibarettir.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 113-117.

[21] Taha,20/39

[22] İsrail Oğullarından.

[23] el-Kasas,.28/14-15.

[24] Bıı ayette geçen "şeytan işi" ifadesinin mısırlının işlediği bir suça ait olduğu «öylenmiştir. Bkz. Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu, II, 611, not 1.

[25] el-Kasas, 28/15-16.

[26] Aynı sure, 28/17.

[27] Aynı sure, 28/18.

[28] el-Kasas, 28/19.

[29] Medyen, Akabe, körfezinin doğu sahilinde bir şehirdir. Geniş bilgi için bkz. îsiâm Ansiklopedisi, Medyen, Şu'ayb maddesi.

[30] el-Kasas, 28/20-22.

[31] Secde etti denecek kadar eğilip selâmladı (?).

[32] et-Taberi, Tefsir, XX, 53.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 117-119.

[33] Müfessirîerin çoğunluğu, Ibn Ebi Hatim'in Utbe îbn el-Münzir yoluyla ve zayıf bir senedle Hz. Pey­gamberden rivayet ettiği bir habere dayanarak aşağıda gelecek olan iki kızın babasının Şuayb oldu­ğunu söylemişlerdir (Ibnu'l-Cevzİ, Tefsir, VI, 216). Müfessir ve tarihçi Ibn Kesir, konu ile ilgili ha­berlerin doğruluğunu kabul etmemiş ve bunun Şuayb olmadığını savunmuştur. Ona göre bu kişi muhtemelen Tevrat'da adı geçen (Çıkış, 3/1) Şuayb'm kardeşi Yesrun (Yetron) veya başka biridir (Ibn Kesir, Tefsir, V, 272-73).

[34] el-Kasas, 28/23.

[35] Aynı sure, 28/24. Ayette verilen değişik anlamlar için bkz. Elmalıh, Tefsir, V, 3725.

[36] el-Kasas, 28/25.

[37] Aynı sure, 28/26.

[38] îbn Kesir, el-Bidaye, 1,224. Bu haber tümüyle israiliyyattir (tbn Kesir, Tefsir, IV, 510).

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 119-120.

[39] Yusuf, 12/21.

[40] el-Kasas, 28/26.

[41] tbn Kesir, el-Bidaye, 1,244.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 120.

[42] el-Kasas, 28/27-28.

[43] et-Taberi, Tarih, 1/2,562-63; el-Beğavî, Tefsir, V, 142.

[44] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 120-121.

[45] et-Taberi, Tarih 1/2, 563.

[46] el-Buhari, Şehadat 28; konu ile ilgili diğer rivayetler için bkz. es-Süyuti, ed-Dürru'1-Mensur, V, 126.

[47] et-Taberi, Tarih, 1/2,564.

[48] el-Bezzar, İbn Münzir, İbn Ebi Hatim, Taberani, Ibn Merduye (es-Süyutî, ed-Dürru'1-Mensur, V, 126).

[49] Ibn Mace, Ruhun 5; Ibn Kesir, Tefsir, V, 274 v.d.; tbn Kesir, el-Bidaye, I, 245-46.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 121.

[50] es-Salebi, Arais,s. 157; et~Taberi, Tefsir, XX, 69.

[51] er-Razi, Tefsir, XXIV, 247; tbn Kesir, Tefsir, V, 277; îbn Kesir, el-Bidaye, 1,245-46.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 122.

[52] el-Kasas, 28/33.

[53] Elmahh, Tefsir, V, 3728.

[54] el-Kasas, 28/29-30

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 122-123.

[55] en-Neml, 27/10.

[56] el-Kasas, 28/32-34.

[57] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 123.

[58] Taha 20'/21 Komi ile İlgili rivayetler için. bkz eb-Tabrai;. Tefsir;. XVT, 156- es-Salebt-Arais, İbnül Cevzi Tefsir, 27Tv:±; İbn Kesir, TefoH;.IV, 501.

[59] ÎBn Kesir; Tefsii;, IV, 500;. Abdaîaziz.Çsviş, Esraru’l Kur’an I, 167-71.

[60] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 123-125.

[61] Bîr başka yerde san yılan olduğu söylenmişti.

[62] İnsanın iliklerine işleyen yakıcı ve zehirleyici yel. Bkz. eİ-Hicr, 15/27; et-Tur, 52/27; el-Vakı'a, 56/ 42.

[63] eS-Salebi, Arais,s.l 56-57.

[64] îbn Kesir, Tefsir, IV, 500. Rivayetler için bkz. et-Taberi, Tefsir, XVI, 156; es-Salebi, Arais,s. 156-57; İbnu'I-Cevzi, Tefsir, IV, 215-16; el-Kurtubi, Tefsir, XI, 171 v.d.

[65] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 125-127.

[66] Taha, 20/12.

[67] et-Taberi, Tefsir, XVI, 144; es-Salebi, Arais, s. 158; el-Beğavî, Tefsir, IV, 214; el-Kurtubi, Tefsir, XI, 172; et-Tabresi, Tefsir, IV, 5.

[68] et-Tirmizi, Libas 10 (Mübarekfuri, Tuhfehı'l-Ahvezi, V, 410).

[69] Mübarekfuri, Tuhfetu'l-Ahvezi, V, 410.

[70] es-Süyııtî, el-Leali'1-Masnu'a, 1,163.

[71] et-Taberi, Tefsir, XVI, 144.

[72] Bu görüş el-Hasenu'1-Basri, Mücahid, Said İbn Cübeyr ve İbn Cüreyc'e aittir (bkz. Îbnu'l-Cevzi, sir,V,273).

[73] et-Taberi, Tefsir, XVI, 144; et-Tabresi, Tefsir, IV, 5.

[74] Taha, 20/17-24.

[75] Taha, 20/25-28.

[76] Taha, 20/29-35.

[77] Taha, 20/36,41-44.

[78] Taha, 20/45.

[79] Taha,20/46.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 127-128.

[80] el-Kasas, 28/33.

[81] el-Kasas, 28/34.

[82] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 128-129.

[83] Taha, 20/29-32.

[84] el-Kasas, 28/34.

[85] Bkz. el-Kasas, 28/9.

[86] et-Taberi, Tarih, 1/2,549-550,557 (Leyden baskısı, I, 449-450).

[87] İbn Kesir, Tefsir, IV, 515; İbn Kesir el-Bidaye, I, 307, el-Kasimi, Tefsir, I, 143.

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 129-130.

[88] Taha, 20/47-48.

[89] et-Taberi, Tarih 1/2,570 v.d. Bu haberlerde yer alan ve Musa ile Harun'un Firavunun huzuruna hiç beklemeden girdiklerini ifade eden rivayet gibi, bu işin iki yıl sürdüğünü dile getiren haber de bü­yük ihtimalle gerçekleri aksettirmiyor; öyle görülüyor kî bu iş ne çok kolay, ne de çok zor olmuştur (bkz. tbn Kesir, el-Bidaye, I, 253).

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 130-131.

[90] et-Taberi, Tarih, 1/2,571. Bu arada geçen ayet mealleri için bkz. eş-Şuara, 26/16-24.

[91] eş-Şuara, 26/24-28

[92] Taha, 20/52-54.

[93] eş-Şuara, 26/16-24.

[94] Et-Taberi, Tarih, I/2/572 v.d.

[95] el-Kurtubi, Tefsir, XIII, 94.

[96] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 131-132.

[97] Firavun’un kuran’ın tanıttığı en zalim ve en şirret diktatörlerden biri olduğu için  bu başlık altında kendisinden biraz detaylıca söz edilecektir.

[98] El-Araf, 7/103.

[99] en-Neml, 27/12.

[100] eI-Ara£.77103.

[101] Aynı-sure,. 7/103.

[102] Aynı sure 7/110.

[103] Ebussuûd Efendi, Tefsir, II, 188.

[104] Elmalih, Tesfİr, IV, 2231.

[105] en-Naziat, 73/7.

[106] Elmahlı, Tefsir, IV, 2231.

[107] el-Araf, 7/112.

[108] es-SaJebi, Arais,s. 164; Ibnu'l-Cevzi, Tefsir, III, 240-41.

[109] el-Araf, 7/113-115.

[110] es-Salebİ, Arais,s.l64. Sihirbazlarca ortaya atılan halatların ve uzun sırıkların lıareketindeki sırrın cıva olduğu söylenmiştir . Ağaçtan ve deriden imal edilmiş bir takım iplerin ve sopaların içlerine özel surette cıva doldurulmuş zeminin ve güneşin ısısıyla cıva ısındıkça bunlar oynayıp kıvrıla­rak hareket ediyorlar ve ortalıkta dehşetli bir çok yılan varmış gibi bir manzara arzediyorlardi.

[111] Taha, 20/56-60.

[112] Aynı sure, 20/68-69.

[113] el-Araf, 7/117-124.

[114] Taha, 20/59.

[115] Bkz. es-Salebi, Arais, s. 165; Îbnu'l-Cevzi, Tefsir, III, 241.

[116] el-Araf, 7/124.

[117] Aynı sure, aynı ayet

[118] Taha, 20/71.

[119] Elmalıh, Tefsir, IV, 2237.

[120] el-Araf, 7/101; Yunus, 10/74; el-Mü'min (el-Gâfir), 40/35.

[121] el-Araf, 7/124.

[122] Aynı sure, 7/126.

[123] Elmalılı, Tefsir, IV, 2253.

[124] El-Araf, 7/126.

[125] İbnu’l –Cevzi, Tefsir, III, 241.

[126] Elmalılı, Tefsir, IV, 2255.

[127] El-Araf, 7/127.

[128] Aynı sure, 7/127.

[129] Elmahli, Tefsir, IV, 2256.

[130] el-Araf, 7/128.

[131] en-Naziat, 79/24.

[132] Taktîl, çok öldürmek, kırıp geçirmek demektir. Daha önce Firavun, yeni.doğan çocukları ÖlcUmi-yordu. Bu sefer yetişmiş gençleri, delikanlıları da öldürtme kararı almış oluyor.

[133] el-Araf, 7/127.

[134] Eimahlı, Tefsir, IV, 2258.

[135] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 132-141.

[136] veya İçişleri Bakanlığı.

[137] el-Mü'min (el-Gâfir), 40/28.

[138] Aynı sure, 40/28.

[139] Aynı sure, aynı ayet.

[140] Aynı sure, 40/29.

[141] Aynı sure, 40/30-34.

[142] es-Salebi, Arais,s. 166.

[143] Aynı eser,s. 166. ibn Abbas'a beşikte iken kimlerin dile gelip konuştuğu sorulmuştu. O, bunların dört kişi olduğunu söyledi; Meryem oğlu Isa,Yusuf peygamberin şahidi, Sahib-i Cüreyc ve bu ço­cuk (bkz. es-Salebi, Arais,s. 166).

Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 141-143.

[144] et-Tahrim, 66/11.

[145] Aynı sure, aynı ayet.

[146] el-Fecr, 89/10.

[147] et-Taberi, Tefsir, XXIII, 130-31; XVIII, 171; XXX, 179; es-Salebi, Arats, s.166-67; tbnu'l-Cevzi, Tefsir, VIII, 314 v.cl.; İbn Kesir, Tefsir, VII, 63 v.d.; îbn Kesir, el-Bidaye, II, 59 v.d.

[148] İlk üç hanım sırasıyla Hz. Hatice, Hz. Fatıma, ve Hz. Meryem'dir {tbn Kesir, Tesfir, VII, 65).

[149] el-Buhari, Et'ıme, 25, 30; Fedailu's-Sahabe 30; Enbiya 36,46; Müslim, Fedailu's-Sahabe, 70,89; et-Tirmizi, Et'ıme 31; Menakıb 62.

[150] Geniş bilgi için bkz. tbn Kesir, Tefsir, VII, 57,65; Ibn Kesir, el-Bidaye, II, 56 v.d.

[151] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 143-145.

[152] el-Kasas, 28/6,8.

[153] el-Ankebut, 29/39.

[154] el-Mümin (el-Gafir),40/23,24.

[155] Sâd, 28/38; el-Mü'min (el-Gafir), 40/36,37.

[156] el-Kasas, 28/38.

[157] el-Kasas, 28/38. Bu ayette "tuğla pişir" denmemesi, ilk kez kerpici pişirip tuğla yapmayı Firavunun düşünmüş olmasındandır, denilmiştir.

[158] el-Kasas, 28/38.

[159] er-Razi, Tefsir, XXIV, 253.

[160] el-Mü'min (el-Gafir), 40/36.

[161] Elmahlı, Tefsir, VI, 4160.

[162] es-Salebi, Arais, s.167-68; ez-Zemahşeri, Tefsir, 111,413; el-Kurtubi, Tefsir,    XIII,^88-S9.

[163] ez-Zemahşeri, Tefsir, III, 413; el-Kurtubi, Tefsir, XIII, 289.

[164] er-Razi, Tefsir, XXVII, 65.

[165] el-Alıisi, Tefsir, XX, 80.

[166] en-Nisa, 4/46; el-En'am, 6/91; el-Maide, 5/13, 41.

[167] el-Maide 5/48. Bu konuya ait hadisler için bkz. tbn Kesir Fedailu'l-Kur'an,s.434. v.d. (yazarın yedi cilt halinde yayımlanan tefsirinin yedinci cildinin sonunda).

[168] Bkz. Abdullah ,Aydemir, Tefsirde îsrailiyyat'm muhtelif bölümleri.

[169] Doç. Dr. Abdullah Aydemir, İslâmî Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 145-150.