B.
Peygamberlik Müessesesine Olan İhtiyaç
C.
Kur'ân-I Kerim'deki Peygamber Kıssalarının Önemi
D.
Peygamberler Tarihinin Bilgi Kaynakları
Allah Teâlâ'ya hamd,
insanlara kurtuluş yolunu göstermiş olan elçileri aziz peygamberlerine salât ve
selâm olsun! İnsanlar arasında en kutsal vazifeyi peygamberlerin yürüttüğü
muhakkaktır. Çünkü onlar, Allah'a kulluk için yaratılmış insanlara dünya
hayatında uymaları gereken kaide ve kuralları öğreterek, onları Allah'ın nurlu
yolu İslâm'a ulaştırmışlar; bu sayede onların hem bu dünyada hem de ebedî
Ahiret âleminde gerçek mutluluğu elde etmelerine imkân hazırlamışlardır.
Ferdî ve sosyal
hayatta Allah Teâlâ'nm irâdesi istikâmetinde hayat sürmenin mukaddes
mücâdelesini veren peygamberlerden her biri, bilindiği gibi, küfür ehlinin
düşmanlığıyla karşılaşmıştı. İnkarcılar, her peygamberin karşısına dikilmişler,
içine dalmış oldukları sapık inançlar ve ahlâksızlık adına onlara düşman
kesilmişlerdi. Ancak peygamberler, kendilerine yapılan her türlü kötülüklere
rağmen, Cenab-ı Hakk'm uhdelerine tevdi etmiş olduğu bu önemli görevi yerine
getirmek için insan üstü gayret sarfettiler. Kendilerine iman eden
mü'minleriyle birlikte inançları uğrunda her türlü sıkıntıya
katlanabileceklerini, gerektiğinde canlan dahil her şeylerini feda
edebileceklerini gösterdiler. Bütün davranışlarını Allah rızasına
endeksleyerek, hayâtı tehlikelerle yüz yüze oldukları en zor zamanlarda dahi,
Allah rızasına uygun olmayan yanlış davranışlardan uzak durdular. Dâvalarından
asla dönmeyeceklerini, bütün sıkıntılara karsa sabır zırhına bürünerek ortaya
koydular. Bunun ardından Allah'ın yardımının gelmesiyle güç ve iktidar sahibi
oldular ve yeryüzünü O'nun irâdesi istikâmetinde imar ettiler.
Cenab-ı Hak, benzeri
zorluklarla karşılaşan peygamberlerini teselli etmek, kalplerini pekiştirmek
ve zaferden emin olmalarını sağlamak için, öncekilerin başından geçenleri
sonrakilere açıklıyordu. Bu sayede her peygamber seleflerinin başından geçenleri
değerlendiriyor, aynı şeylerle karşılaşacağını bilerek tavrını ona göre
belirtiyordu. Allah Teâlâ, büyük peygamberlerinin tevhid mücâdelelerini son
Kitabı Kur'ân-ı Kerim'e de koyarak, Rasülullah (s.a.v.) ve onun vasıtasıyla
ümmetini bilgilendirdi ve onların başından geçenlerden ibret almalarına imkân
ve fırsat hazırladı.. Onların karşılaştığı zorlukları açıklayarak, Mekke
müşriklerinin kötülüklerine mâruz kalan mü'minlerin kalplerini pekiştirdi,
onları teselli etti ve mutlu sona mutlak surette ulaşacaklarını müjdeledi.
Ayrıca müslümanlar, yaşadıkları her asırda, inananların ortak kaderi olan
benzeri durumlarla karşılaştıklarında, onları hatırlayacak ve bu ortak kaderde
teselli ve ümit bulacaklardı.
Peygamberler tarihi,
insanlık tarihinin mihverini teşkil e-den tevhid-küfür mücâdelesi bakımından
da, insanlık tarihinin en ibretâmiz ve en çarpıcı bir özeti durumundadır. Çünkü
Kur'ân-ı Kerim'de insanların hangi hâl üzere bulunmaları durumunda nelerle
karşılaşacaklan hususu, tekrar tekrar gündeme getirilmiştir. Bu çarpıcı
sahneler, yeri geldikçe insanlığın ibret nazarlarına sunulmuştur. Dolayısıyla
peygamberler tarihi, her insanı, özellikle de her müslümanı doğrudan
ilgilendiren bir bilgi alanıdır.
Peygamberleri
tanıtırken Kur'ân-ı Kerim'de ve hadis kaynaklarında verilen bilgileri esas
almaya çalıştık; diğer kaynaklarda yer alan bilgileri İse, daha ziyâde tenkid
veya mukayese için, ya da tamamlayıcı malûmat olarak kullandık. Birinci bölümde
peygamberlik müessesesini inceledik. Daha sonra ise Hz. Âdem'den itibaren her
peygambere bir bölüm ayırdık. Sonuncuları olan Sevgili Peygamberimiz Hz.
Muhammed (s.a.v.) hakkında müstakil bir kitap hazırlayacağımız için,
çalışmamızı Hz. İsa ile tamamladık. Bu kutlu elçilerden herhangi biri hakkında,
onların şeref ve makamına yakışmayan düşünce veya ifadelerimiz olduysa, irâde
ve bilgimiz dışında ortaya çıkan bu hatalarımız için Yüce Rabbimizden mağfiret
diliyoruz. Onların şefâatları-na erme ümidi ve bu mütevâzi eserimizin hayırlara
vesile olması dileğiyle... Gayret bizden tevfik Allah'tandır.
Prof. Dr. İsmail YİĞİT[1]
Kâinatın yaratıcısı ve
onun yegâne sahip ve hâkimi Yüce Allah, uçsuz-bucaksız âlemlerin küçük bir
bölümü olan dünyamızda, diğer varlıklarla birlikte insanı da yaratmıştır.
Varlıklar içinde en mükemmel bir şekilde yarattığı insanı dünyada kendisine
halife tâyin etmiş ve insan neslini yeryüzünün iman için görevlendirmiştir.
Varlıklar içinde sâdece insanlara ve insanların duyu organlarıyla idrak
edilemeyen varlıklar olan cinlere düşünme, anlama, öğrenme ve irâdesini
kullanma yeteneği vererek bu iki varlık türünü ilâhî emirlere uymakla yükümlü
kılmıştır. Sâdece insanlara ve cinlere verilen bu yeteneklere sahip olmayan
diğer bütün canlılar ise, genel anlamda içgüdüleriyle hareket ederler.
Hareketleri belirli ve sınırlıdır, kendileri için belirlenmiş dairenin dışına
çıkamazlar.
Bahşettiği bu
kabiliyetlerle insanı diğer varlıklardan ayıran Cenab-ı Hak, kâinattaki canlı
ve cansız her şeyi insan neslinin yararlanması için yarattığını haber
vermiştir. Kur'ân-ı Kerimi'n-de pek çok yerde bu gerçeği şöyle açıklamaktadır:
"O (Allah),
göklerde ve yerde bulunan her şeyi kendinden bir lütuf olarak sizin hizmetinize
vermiştir. Düşünen bir toplum için, bunlarda nice ibret ve deliller
vardır."[2]
"Yeryüzünde ne
varsa hepsini sizin için yaratan O'dur.[3]
"O (Allah),
yeryüzünü üzerinde rahatlıkla yaşayacağınız hale getirmiş, sizin emrinize
vermiştir. Dağlarında ve ovalarında gezip dolaşın ve Allah'ın sizin için
yarattığı rızklarından yiyin. Öldükten sonra da varacağınız yer Allah'ın huzurudur.)[4]
"Allah, geceyi,
gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize â-mâde kılmıştır. Yıldızlar da
yararlanmanız için Allah'ın emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki, bunda aklını
kullananlar için, Allah'ın varlığına, kuvvet ve kudretine pek çok deliller
vardır. Yeryüzünde sizin için yarattığı rengârenk bitkilerde de, düşünüp öğüt
alanlar için uyarıcı ibretler mevcuttur.
Allah, denizleri
emrinize verdi ki, avlanarak taptaze balık eti yiyesiniz, derinliklerine
dalarak süs eşyaları çıkarıp süslenesiniz. Denizde gemilerin sulan yararak
yüzdüğünü görürsünüz. Bütün bunlar, Allah'ın rızasını kazanmanız, sizin için
yarattıklarından yararlanmanız ve nimetlerine şükretmeniz içindir.[5]
İnsanı bu önemli
mevkiye getiren ve ona yeryüzünün imarı görevini veren Cenab~ı Hak, bunun
karşılığında varlıklar içinde insan nesline önemli bir sorumluluk yüklemiş,
insanlarla akıl ve şuur bakımından onlara ortak kıldığı cinleri, dünya
hayatında neticesini âhirette alacakları bir imtihana tâbi tutmuştur. Bu
imtihan, insanlar ve cinlerin yaratılışının hikmetidir ki, bu da, yeryüzünde
sâdece Allah'a kulluk ederek hayatı Allah'ın emir ve yasakları doğrultusunda
düzenlemektir. Verdiği akıl ve irâde kabiliyetiyle insanları ve cinleri diğer
canlılardan ayıran Allah Teâlâ, bu büyük lütuf karşılığında, onlardan yalnızca
kendisine kulluk etmelerini istemiş ve sâdece kendisine tapmakla mükellef
tutmuştur. Yüce Allah, insanları ve yine kullukla mükellef tutmuş olduğu
cinleri yaratma hikmetini şöyle açıklamıştır:
"Ben, cinleri ve
insanları sırf bana kulluk ve ibâdet etsinler diye yarattim.[6]
"Hanginizin daha
iyi amel işleyeceğim denemek için, ölümü ve hayati yaratan Allah'tır. O, her şeye
galiptir, çok affedendir.[7]
"O Allah ki, kâinati,
hanginizin daha iyi amel işleyeceği hususunda sizi imtihan etmek için
yarattı,"[8]
Bu dünyada imtihan
için yaratılmış olan insanlar ve cinlerin her türlü davranışları, görevli
yazıcı melekler tarafından sürekli bir şekilde kaydedilmektedir. Meleklerin
tuttuğu bu notlar, âhirette hesap gününde her insanın önüne serilecektir.
Dolayısıyla adaletli bir imtihan olması için, insanlara tüm hayır ve şer
yollarının gösterilmesi, yapılması ya da terk edilmesi gereken şeyleri
belirleyen kaide ve kuralların önceden bildirilmiş olması gerekmektedir. Yine
dünyada yapılacak iyilik ve kötülüklerin âhiretteki karşılıklarının haber
verilmesi; insanın şeytana ve nefsine uyup kötülük peşinde koştuğu takdirde
alacağı cezanın; Allah'ın emirlerine itaat ettiği takdirde ise elde edeceği
mükâfatın açıklanması lâzımdır. Yüce Allah, bu bilgilendirmeyi, insanların
içinden kendisine elçiler olarak seçtiği peygamberleri vasıtasıyla yapmıştır.
Allah Teâlâ, dünyada
insanları sorumlu tuttuğu yükümlülükleri ihtiva eden kulluk programlarından
ibaret olan İslâm dinini, peygamberleri vasıtasıyla göndermiştir. Bu elçileri
aracılığıyla kâinatın yegâne sahibinin kendisi olduğunu, kendisinden başka
tapılacak bir varlığın bulunmadığını bildirmiştir. İnsan oğlunun üstün
kabiliyetlerle donatılarak yaratılmasının hikmetinin, aslında bir imtihandan
ibaret olduğunu ve imtihan süresi sona erdiğinde yine kendisine dönüleceğini
açıklamıştır. İmtihanı kazanmanın tek yolunun, gönderdiği peygamberlere, özgür
irâde ile tâbi olmak, kendisini tek ilâh kabul etmek ve dinin emirlerine uymak
olduğunu haber vermiştir. Peygamberlere iman edip dinlerinin kurallarını
gerektiği şekilde yaşayanların imtihanı kazanarak dünya ve âhiret hayatlarında
bahtiyar olacaklarını; bunun aksine özgür İradeleriyle peygamberleri dinlemeyip
şeytanın arkasına düşerek nefislerine uyan ve kendilerine batıl dinler
edinenlerin ise imtihanı kaybederek ebedî olan âhiret hayatında Cehennem
denilen huzursuzluk çukuruna düşeceklerini bildirmiştir.
Kendisine kulluk
etmesi için yarattığı insana sınırlı çerçevede hareket hürriyeti veren Cenab-ı
Hak, peygamberleri vasıtasıyla gösterdiği hak yoldan uzaklaşanları uyarmak
için, yeni peygamberler göndermiştir. İnsanlar arasından seçtiği faziletli
kullarını, bu maksatla elçi olarak görevlendirmiş; insanlara yönelik her türlü
mesaj ve emirlerini, bu temsilcileri vasıtasıyla tebliğ etmiştir. Elçilerine
ilâhî ilmi öğretmiş ve hayatın gerçek kanunlarını anlatmıştır. Akıl
vasıtasıyla ulaşılması mümkün olmayan gayb bilgilerini de peygamberler
vasıtasıyla bildirmiştir.
Dünyâ saadetini elde
etmek ve daha da önemlisi âhirette bütün korkulardan kurtulup Cennete kavuşmak,
peygamberlere uymak ve göstermiş oldukları aydınlık yoldan yürümekle mümkündür.
Ancak insanlar için bu hiç bir zaman kolay olmamıştır. Cenab-ı Hakk'ın elçisi
olarak görev yapan peygamberler, çeşitli millet ve memleketlere
gönderilmişlerdir. Sayıları, rivayetlere göre, binleri hatta yüz binleri
aşmıştır. Onlar aynı hidâyet yolunun takipçileridirler; hepsi de aynı görevi
yürütmüşlerdir. İnsanları Allah'ın dinine çağırıp, davetlerini kabul edenleri
bir ümmet halinde teşkilatlandırarak Allah'ın kanunlarına göre bir düzen
kurmaya çalışmışlardır. Her peygamber, kendisine verilen bu görevi, tam olarak
yerine getirmek için beşer üstü bir gayret ve çaba sarf etmiştir. Ne var ki,
imtihan için yaratılmış olmanın îcâbı, insanların ancak bir kısmı onlara iman
etmiş, diğerleri ise, onlan yalanlamış ve onların düşmanı olmuştur.
Peygamberleri ve getirmiş oldukları dinleri reddeden pek çok topluluk, onlara
ve ümmetlerine, her türlü kötülük ve işkenceyi yapmıştır. İnkarcı müşrikler,
peygamberlerin faaliyetlerine son vermek için her yola başvurmuşlardır. Ancak
neticede, her defasında kurtuluşa erenler, peygamberler ve ümmetleri olmuştur.
Allah'ın yardımıyla onlar dünyada da mutlu sona ulaşmışlardır. Onların gerçek
mükâfatı ise, şüphesiz ebedîlik yurdu Cennet olacaktır. Peygamberleri inkâr
edenlere gelince bir kısmı bu dünyada çeşitli âfetlerle helak edilmişlerdir.
Helak edilen veya edilmeyen inkarcılar, asıl cezalarını ise, ebedî kalacakları
Cehennemde çekeceklerdir.
Önceki ümmetler,
peygamberlerinin vefatından sonra, bir süre hak din üzere Müslüman bir ümmet
olarak yaşadılar. Ne var ki, zamanla bir takım hatalara düşerek, hak ve
hakikatten saptılar. Sonunda ilâhî hakikati bütünüyle unutup kendileri için
bâtıl dinler uydurdular. Bu durumlarda Cenab-ı Hak, yeni peygamberler
vasıtasıyla, insanları tekrar tekrar hidâyete çağırdı. İlk insan ve ilk
peygamber Hz. Âdem (a.s.) ile başlayan bu süreç, son peygamber Hz. Muhammed
(s.a.v.) gönderilene kadar devam etti ve onunla tamamlandı. Peygamber Efendimiz
(s.a.v.), belli kavimlere gönderilen önceki peygamberlerin aksine, bütün insanlığa
hidâyet rehberi olarak gönderilmişti ve görevi bütün insanlığı hakka davet
etmekti. Hz. Muhammed'e (s.a.v) gönderilen İslâm dînî, son ilâhî din olduğu
için, gerek kitap boyutunu teşkil eden Kur'ân-ı Kerim ile ve gerekse onun
mirası olan Sünnet kültürü ile Kıyamet gününe kadar olduğu şekliyle bozulmadan
kalacaktır. Cenab-ı Hak, bundan sonra kurtuluşa ermek isteyenleri, bu dine
girmekle mükellef kılmıştır. Kur'ân-ı Kerim'inde artık başka bir dîni geçerli
saymayacağını açıklamaktadır:
"Kim İslâm'dan
başka bir din ararsa, onun dini asla kabul edilmeyecektir. O kimse, âhirette de
hüsrana uğrayanlardan olacaktır.[9]
Peygamberler tarihi,
sabır, tahammül, cesaret ve kahramanlıklarla dolu bir tarihtir. Onların
mücadelesinin benzerini, ö-bür tarihî liderlerin mücadelelerinde göremeyiz.
Peygamberlerin hayatları, hakkı hâkim kılmak yolunda mâruz kaldıkları şiddetlere
karşı sabır, eziyetlere karşı tahammül, batıla karşı cihad "hareketiyle
süslenmiştir. Onlardaki kuvvetli inanç ve iradeyi, sınırsız tahammül ve sabrı,
diğer liderler ve ıslahatçılarda bulmak mümkün değildir.
Tebliğciler, ışık ve
örneklerini peygamberlerin mücâdelelerinden alırlar. Davet faaliyetlerinde ve
tüm davranışlarında onları örnek almaya çalışırlar. İnananların yegâne
örnekleri yüce peygamberlerdir:
"Şüphesiz ki,
peygamberlerin kıssalarında, akıl sahiplen i-çin ibretler vardır.[10]
Peygamberler tarihi,
ibret, öğüt ve örnek almak içindir. Bu kıssalar, önceki peygamberlerin
başlarından geçenleri anlatmak suretiyle, sonradan gelen peygamberler için de
büyük bir destek ve moral kaynağı olmuştur. Bu hakikat, bâzı âyetlerde dile
getirilmektedir:
"Ey Muhammedi
Peygamberlerin kıssalarından sana anlattığımız her şeyle, senin kalbini
pekiştiririz. Bu haberlerde sana işin hakikati, mü'minlere ise bir öğüt ve
hatırlatma gelmiştir."[11] Yine
Peygamberimiz'e hitaben şöyle buyurulmuştur: "Onların söylediklerinin
hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar seni yalanlamıyorlar;
fakat o zâlimler cıcıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar. Andolsun ki,
senden önceki elçiler de yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet
edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onlara yetişti. Allah'ın
kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur. Muhakkak ki, rasüllerin haberlerinden
bir kısmı sana da geldi. "[12]
"İman eden bir
kavim için (faydalı olmak üzere), Musa ile Firavun'un haberlerinden bir kısmını
gerçek şekliyle nakledecegiz."[13]
Peygamber kıssaları,
kendilerinden önceki inkarcıların başına gelen olayların anlatılması
bakımından da, kâfirler için bir uyarı olmuştur. Bu kıssaların anlatıldığı çoğu
yerde, onlardan ibret alınması istenmiştir. Bir kaç kavmin başına gelen
felâketleri hatırlattığı bir yerde Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır:
"Biz, şüphesiz,
bu ülke halkının üzerine, yoldan çıkmalarına karşılık gökten bir azap
indireceğiz. Andolsun ki biz, aklını kullanacak bir kavim için oradan apaçık
bir ibret nişanesi bırakmışvz-dır. Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik ve
Şuayb; 'Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, Âhiret gününe umut bağlayın, yeryüzünde
bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!' dedi. Fakat onu yalancılıkla itham
ettiler. Derken, kendilerini bir sarsıntı ya-kalayıverdi ve yurtlarında diz
üstü çöke kaldılar. Ad ve Semüd'u da helak ettik. Sizin için (onların başına
nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan, onlara
yaptıkları işleri güzel gösterip onlan doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek
durumdaydılar. Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da helak ettik. Andolsun ki, Musa,
onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı.
Halbuki azabımızı aşıp geçebilecek değillerdi. Nitekim onlardan her birini
günahı sebebiyle cezalandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik,
kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda
boğduk. Allah, onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine
zulmediyorlardı."[14]
Peygamberler tarihi,
Allah tarafından gönderilen dinlerin birliğini, bu dinler arasındaki kuvvetli
bağı ortaya koyar. Peygamberlerin yürüttüğü tebliğ faaliyetinin maksadını
açıklar. Peygamberler ve ümmetlerinin bu ulvî gayeyi gerçekleştirebilmek için
göstermiş oldukları üstün çaba ve gayreti; bu yolda karşılaştıkları
sıkıntıları ve verdikleri mücâdeleyi izah eder. Tevhid ile küfür arasındaki
mücadele sonunda peygamberler ve ümmetlerinin Allah Teâlâ'nm yardımıyla zafere
ulaştıklarını, müşrik ve münkirlerin ise helake uğradıklarını anlatır. Hayır ve
salâhın mutlu sonunu, şer ve fesadın ise insanları rezil ve rüsvay eden korkunç
akıbetini ortaya koyar.
Elmalılı, Kur'ân-ı
Kerim'deki peygamber kıssalarının hikmet ve faydalarına işaret ederken şöyle
demiştir:
"A'râf suresinin
4. âyetindeki 'Nice memleketler var ki, biz onları helak ettik' tehdidinin
tarihî şâhidleriyle bir açıklamasına, Hz.Âdem'in yaratılmasından sonra bütün
insan toplulukları ve çeşitli kavimler üzerindeki ilâhî hâkimiyetin
tecellisiyle peygamberlerin gönderiliş hikmet ve neticelerine, şeriat ve
dinlerin seyir ve tekâmülüne ve onlardaki maksatların ruhuna yönelik pek mühim
hakikatleri açıklayıp aydınlatan ve bir çok sürede çeşitli ibret ve ikaz bakış
açısından genişçe anlatılacak veya işaret edilecek olan bu kıssalardan,
Kur'ân'ın letafet, ciddiyet ve belâğâtı-na bilhassa itina gösterilerek okunduğu
zaman, bunlardan alınacak olan ibret dersi ve ilham o kadar yüksek, açık ve
boldur ki, kütüphaneler dolusu tarih kitapları okunup araştırılacak olsa elde
edilecek ders, yükselmek için bağlanılacak ibret düsturları bunlardan başkası
olmayacak ve bunların verdiği açık ilhamı vermeyecektir... Bu kıssaların ihtiva
ettiği gerçekler, Kur' ân'ın indirilmesinden önce dillerde ve kitaplarda o
kadar bozulmuş ve hurafelerle karıştırılmış idi ki, insanlar onları duyup dinledikçe,
dinî hisleri, bir çocuğun masal dinlemekten aldığı hayalî neşe gibi bir şey
zannedecek hâle gelmişlerdi. Nitekim bugün de dinler tarihini ve edebiyatı bu
ruh hâli ile takip etmek isteyenler pek çoktur. Tefsircilerden bir kısmı,
özellikle öncekiler, bu kıssalar etrafında, Kur'ân'ın indirilmesinden önce
anlatıla gelen çeşitli rivayet ve hikâyeleri nakletmişler ve bununla Kur'ân'ın
onlardaki bozulmaları nasıl bertaraf ettiğine ve insanları hayalden hakikate
nasıl götürdüğüne dair bir mukayese dersi vermişlerdir. Fakat tefsir
mütalâasına ehil olmayan bir çok kimse de bu nakilleri, kıssaların tefsiri ve
açıklaması gibi telâkki etmiş ve Kur'ân'da anlatılan hususlardan ziyâde bu
rivayetlerin arkasından koşarak Kur'ân'ın açtığı hakikat yolundan aksi yönde
istifadeye kalkışmışlar ve dîni, sünnetin dışında mücerred yorumlarda ve garip
rivayetlerde aramak sevdasına düşmüşlerdir. Bunlara karşılık, sırf tabîî kalmak
isteyenler de, önceki insanları hiç hesaba katmayarak, hârika cinsinden olan
ve dillerde destan şeklinde dolaşan bu nakilleri 'öncekilerin masalları' deyip
geçmişler veya mutlak surette tabiata bağlama yolunu seçmişlerdir. Kur'ân ise,
hakikatin bu ikisi arasında bulunduğunu anlatmak için, söz konusu kıssaları,
ne kadar güzel tebliğ etmiş ve ne ciddî bir şekilde tasvirini yapmıştır.
Dolayısıyla bunları, her kıssanın mevzu ve gayesine, tasvir tarzı ve
münakaşasına, yani her peygamberin davetinin aslına ve davetinin tebliğ biçimi
ve ispatına ve kavmiy-le olan münakaşalarının üslûbuna, soru ve cevabın
kapsadığı ilmî gerçeklere ve edebi kurallara, neticede iman ve küfrün sonucuna,
sonra bütün kıssalar arasındaki ortak değere, yükseliş ve gelişme ahengine,
ayrı ayrı ve birlikte göz atarak son derece ibretli bir tarzda okumalı ve
bunlardan tarih sahnesinden silinen kavimlerin yaşantılarıyla düşüş ve
helaklerine yol açan sebepleri çıkararak gelecek için ibret almanın yollarını
öğrenmelidir. Görülecektir ki, bütün düşüş ve yok olma sebepleri, Hakk'm
emrini dinlememeye, Allah'ın rehber olarak gönderdiği önderlerin kıymetini
bilmemeye ve sonuçta şükrün yerine nankörlüğü koymaya bağlıdır. Hak dini,
insanlığın koyduğu sosyal bir kurum değil; sağlam ve mutlu bir sosyal kurumun
aslını ve hareket tarzını teşkil eden ilâhî bir müessesedir.Ve her milletin
hayat ve mutluluk kabiliyeti, kalbini verdiği yaratıcının şanıyla uyum
içindedir. Onun için, hepsi hiç, ancak Allah'ın dini haktır. İnsanlara gök
kapılarını açacak olan kanun, Zeyd ve Amr'ın kanunları, arzuları ve hırslı
istekleri değil; yaratma ve emretme hakkı kendisinde olan âlemlerin rabbinin
kanunudur. Yoksa dünya bir tarafa toplansa, bir yaprağın tâbi olduğu düşüş ve
yükseliş kanununun ilâhî konumunu değiştirmeye güç yetiremezler. Nitekim,
insanları belâ tufanlarından kurtaracak olan kurtuluş gemisi de, Allah'ın
kanunundan başkasıyla inşâ edilemez."[15]
Peygamberler hakkında
birinci kaynak, şüphesiz ki, Allah'ın kitabı Kur'ân-ı Kerim'dir. Peygamberler
tarihinin temelini, Kur'ân'ın bu konuda verdiği malumat teşkil eder.
Kur'ân, başta
Peygamberimiz olmak üzere, 25 peygamber hakkında bilgi vermiş; ancak onlardan
sâdece bir kaç tanesini geniş bir çerçevede tanıtmıştır. Diğerleri hakkındaki
bilgiler ise oldukça sınırlıdır; hatta bâzıları için bir kaç cümleyi dahi
geçmez. Çalışmamızda, tekrardan elden geldiğince kaçınarak, ilgili âyetlerin
tamamına yer vermeye çalışacağız.
Bu sahada ikinci
kaynak İse, hadis eserleridir. Rasül-i Ekrem'den (s.a.v) aktarılan İlgili rivayetler,
Kur'ân-ı Kerim'dekİ bilgileri tamamlayıcı bir özellik taşır. Peygamberimiz,
yeri geldikçe, önceki peygamberler hakkında bilgi vermiştir. Ancak bu bilgiler
oldukça sınırlıdır ve daha ziyâde büyük peygamberler hakkındadır. Ne var ki,
peygamberler tarihi sahasında, güvenilir hadis kaynaklarında bulunmadığı ve
dolayısıyla Rasülullah'a (sa.v.) ait olmadığı halde onun ağzından bir takım
uydurma haberler aktarılmış bulunmaktadır. Peygamberler tarihi hakkındaki bu
asılsız rivayetler, genellikle tarih ve tefsir kitaplarında yer almaktadır.
Yeri geldikçe bu tür rivayetlere işaret edeceğiz.
Peygamberler tarihinin
üçüncü bilgi kaynağı, Tevrat, İncil-ler ve Ehl-i Kitab'ın elinde bulunan diğer
dînî kitaplardır. Bu eserlerde peygamberler tarihi hakkında çok geniş malûmat
bulunmaktadır. Ancak, bu kitaplar insanlar tarafından tahrif edilmiş olduğu
için, verdikleri bilgilere Kur'ân ve hadislere uydukları takdirde
güvenilebilir. Kur'ân ve sahih hadislerdeki bilgilerle test edilmesi mümkün
olmayan rivayetlere ise ihtiyatla yaklaşılması gerekir. Bir kısmının doğru
olması ihtimali bulunmakla birlikte, bunları tespit kolay değildir. Ayrıca pek
çoğunun uydurma olduğu açıktır; hatta bu kitaplarda peygamberler hakkında çok
ağır iftiralar bulunmaktadır. Çalışmamızda, kısaca İsrâiliyyât olarak
isimlendirilen bu rivayetlere, sadece mukayese veya peygamberlere atılan bâzı
iftiralara cevap vermek maksadıyla işaret edeceğiz.
Peygamberler tarihinin
önemli bir kaynağı da, müslüman âlimler tarafından yazılan kısas-ı enbiyâ,
tefsir ve tarih kitaplarıdır. Ne var ki, bu eserlerin müellifleri, Kur'ân-ı
Kerim ve hadislerdeki malûmatın yanında, bilgilerinin pek çoğunu Tevrat ve
diğer Yahudi metinlerinden aktarmışlardır. Dolayısıyla, bu eserlerdeki
Tevrat'tan veya Ehl-i Kitab'ın elindeki diğer kitaplardan aktarılan İsrâilî
haberlere dayanan bilgilerin doğru veya yanlışlığı, önceden geçtiği gibi,
ancak Kur'ân ve hadis ölçüsünde anlaşılabilir. Diğer taraftan, bu eserlerde
Tevrat ve İncil'de bulunmayan bâzı bilgilere de rastlanmaktadır. Bu tür
bilgilerin önemli bir kısmının da uydurma olduğu anlaşılmaktadır. Yeri geldikçe
bu haberlere de işaret edeceğiz. [16]
[1] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları: 15-16.
[2] Câsiye sûresi, 45/13.
[3] Bakara süresi, 2/29.
[4] Mülk süresi, 67/15.
[5] Nahl süresi, 16/12-14.
[6] Zâriyât sûresi, 51/56.
[7] Mülk sûresi, 67/2.
[8] Hûd sûresi, 11/7.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 17-19.
[9] Âl-i İmrân sûresi, 3/S5.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 19-21.
[10] Yusuf süresi, 12/111.
[11] Hûd sûresi, 11/120.
[12] En'am sûresi, 6/33-34.
[13] Kasas sûresi, 28/3.
[14] Ankebut sûresi, 29/34-40.
[15] Hak Dini Kuran Dili, IV, 77-78.
Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 21-25.
[16] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan
Yayınları: 25-26.