ONDOKUZUNCU BÖLÜM... 1

HZ. SÜLEYMAN (A.S.) 1

A. Hükümdarlık Ve Peygamberlikte Babasına Vâris Olması 1

B. Hz. Süleyman (A.S.)'a Verilen Mucizeler. 2

1. Rüzgârın Onun Enirine Verilmesi 2

2. Bakır Madeninin Su Gibi Akıtılması 3

3. Kuşların ve Diğer Canlıların Dilinin Öğretilmesi 3

4. Cinlerin İtaat Etmesi 4

5. Şeytanların Boyun Eğmesi 5

C. Hz. Süleyman (A.S.)'ın Atları 5

D. Ordusu-Sebe Melikesi İle İlişkiler. 6

E. Hz. Süleyman (A.S.)'ın İmtihana Tâbi Tutulması 9

F. Hz. Süleyman (A.S.)'ın Vefatı 10

G. Ehli Kitab'ın Hz. Süleyman (A.S.)'ın Peygamberliğini İnkârı 11

H. Hz. Süleyman (A.S.)'ın Üç Duası 12

 

 

 

 

 

ONDOKUZUNCU BÖLÜM

 

HZ. SÜLEYMAN (A.S.)

 

A. Hükümdarlık Ve Peygamberlikte Babasına Vâris Olması

 

Hz. Süleyman (a.s.), Kur'ân-i Kerim'de 16 âyette ismen zik­redilmekte, onun kıssası, Enbiyâ, Neml, Sebe ve Sâd surelerin­de, çeşitli yönleriyle anlatılmaktadır.[1] O, babası Hz. Dâvud (a.s.) gibi, İsrailoğulları peygamberlerinin büyüklerinden biridir ve ona da peygamberlikle beraber hükümdarlık verilmiştir. Hem de o-nun saltanatı, babasının saltanatından daha güçlü olmuştur. Duasının kabul edilmesiyle ona verilen hükümranlığın ne önce ne de sonra, hiç bir hükümdara verilmediği kabul edilmektedir.

Aynı zamanda bir kral olan Hz. Davud (a.s.), vefatından önce, tahtını küçüklüğünden itibaren ilmi, hikmeti ve dâvaları çözme konusundaki kabiliyetiyle temayüz eden küçük oğlu Hz. Süleyman (a.s.)'a vasiyet etmişti. Yukarıda geçtiği şekilde o, bu kabiliyeti sayesinde, babasına getirilen üç dâvada, ondan daha isabetli kararlar verebilmişti. Halbuki, babası Hz, Davut (a.s.) da onun gibi ilim ve hikmet sahibi bir peygamber idi:

"Andolsun ki, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. İkisi, 'Bizi rnü'min kullarının çoğundan üstün kılan Allah'a hamdolsun!' de­diler.![2]

Hz. Süleyman (a.s.)'m, babasının vârisi oluşu, sadece pey­gamberlik ve hükümdarlık hususunda olup servetiyle alâkalı değildir. Çünkü intikal eden servet olsaydı, Hz. Dâvud (a.s.)'m başka çocukları da vardı, onların da mirasçı olmaları gerekirdi.[3] Dolayısıyla, burada Peygamberimiz (s.a.v.)'in açıkladığı peygam­berlerin vârislerine maddi miras bırakmadıkları kaidesine[4] zıt bir durum söz konusu değildir. Onun devraldığı miras, "Ey Dâvud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O halde insanlar arasında hak ve adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma!"[5] âyetinde işaret edi­len, insanlar arasında hak ve adaletle idarede bulunmak için onun yerine geçmek, peygamberlik, hâkimiyet ve siyâsette yerini tutmaktır. Bu makam, rivayete göre Hz. Dâvud (a.s.)'m ondokuz oğlu arasından en küçükleri olan Hz. Süleyman (a.s.)'a lütfedilmiştir.

Yüce Allah, Hz. Süleyman (a.s.)'m peygamberliği ve ona da vahiy gönderdiği hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz ki biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyüb'a, Yunus'a, Harun'a ve Sü­leyman'a da vahyettik. Davud'a Zebur'u verdik."[6]

"Biz, İbrahim'e, İshak'ı ve Yakub'u bahşettik. Ve hepsini doğru yola sevk ettik. Daha önce Nuh'u ve soyundan olan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyüb'u, Yusufu, Musa'yı ve Harun'u da doğru yola sevk etmiştik. İşte biz, iyilikte bulunanları böyle mükâ­fatlandırırız."[7]

Hz. Süleyman (a.s.), Yüce Allah tarafından kendisine lütfe­dilen peygamberlik görevi yanında, babasından devraldığı hü­kümdarlık vazifesini de M.Ö.965-926 yılları arasında 40 yıl de­vam ettirdi. Onun ülkesi, o dönemde İsrailoğulları'na vaat edilen topraklar olan Filistin, Ürdün ve Suriye'yi içine alıyor, bir taraf­tan Fırat'a diğer taraftan Mısır sınırlarına uzanıyordu.[8]

Hz. Süleyman (a.s.), babasının vasiyetine uyarak, hüküm­darlığının dördüncü yılında, babası tarafından başlatılan Beytül-makdis'in yarım kalan inşaatını yeniden başlattı. Büyük para harcayarak inşaatı yedi sene sonra tamamladı. [9]

 

B. Hz. Süleyman (A.S.)'a Verilen Mucizeler

 

1. Rüzgârın Onun Enirine Verilmesi

 

Hz. Süleyman, Allah Teâlâ'dan, kendisine bir başka insana vermeyeceği bir saltanat hibe etmesini istemişti. Onun duasını kabul eden Yüce Allah, ondan başka hiçbir insana lütfetmediği bâzı imkânları ve bu imkânların meydana getirdiği eşsiz bir sal­tanatı ona verdi, ona bahşedilen beşer üstü imkânlardan, yâni mucizelerden biri,  rüzgârın  onun emrine verilmesiydi.  Enirine verilen bu rüzgâr onun istediği yönde esiyor, onu ve kalabalık ordusunu istediği yere taşıyordu. Kur'ân-ı Kerim'de, bu rüzgâ­rın, bir günde, kervan yolculuğuyla bir aylık bir mesafeye gidip-döndüğü bildirilmiştir ki, bu mesafe yaklaşık olarak 1800 km. tutmaktadır.[10] Kur'ân'da, sadece rüzgârın hızından bahsedilmiş, ancak rüzgâr vasıtasıyla yolculuğun ne şekilde yapıldığı, hava­dan balon veya uçak şeklinde bir vasıta ile mi, yoksa denizden rüzgârın sürüklediği yelkenli gemilerle mi olduğu hususu açık­lanmamıştır. Bu yolculukla ilgili bir takım tahminler yapılmış, onun ve askerinin üzerinde uçtuğu ahşap tahtlardan ve uçan halılardan  bahsedilmiştir.[11] Ancak bunlar çeşitli yorumlardan ibarettir, doğrusunu ancak Allah bilir. Zamanımız müfessirlerin-den Mevdûdî, bu yolculuğu deniz yolculuğu olarak düşünmüş­tür. Ona göre rüzgâr, Hz. Süleyman (a.s.)'m istediği yönde, onun gemilerinin gideceği İstikâmette esmiştir. O, bu sayede, güçlü bir deniz ticaret filosu kurmuş, rüzgâr sayesinde, bir aylık mesafele­re deniz seferleri düzenleyebilmiştir.[12] Kur'ân-ı Kerim' de, rüzgâ­rın Hz. Süleyman (a.s.)'m emrine verilmesi konusuna üç yerde işaret edilmiştir:

"Süleyman, 'Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kim­senin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; Sen şüphesiz, dâima bağışta bulunansın!' dedi. Bunun üzerine biz de, rüzgârı onun emrine vermiştik. Rüzgâr, onun emriyle, istediği yere kolayca e-ser giderdi.[13]

"Süleyman için de, şiddetli rüzgârı onun emrine boyun eğ­dirdik ki, onun emriyle rüzgâr, bereketli kıldığımız beldelere eser­di. Biz, her şeyi biliriz."[14]

 

2. Bakır Madeninin Su Gibi Akıtılması

 

Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Süleyman (a.s.)'ın emrine verilen rüz-gârdan bahsedilen ve bu rüzgâr sayesinde bir günde bir ay­lık mesafeye gidip döndüğü bildirilen üçüncü yerde, onun için ayrıca bakır madeninin de su akar gibi akıtıldığına işaret edil­mektedir:

"Rüzgârı da Süleyman'ın emrine verdik. O, rüzgâr estiğinde, sabahleyin bir aylık yola gider, akşamleyin bir aylık yoldan geri dönerdi. Süleyman için erimiş bakırı, kaynağından su akar gibi akıttık."[15]

Bu bakır mâdeni sayesinde Hz. Süleyman (a.s.}, bina inşâ­atı ve gemi yapımı hususunda da ileri bir seviyede bulunuyordu. Akabe'deki ocaklardan çıkarılan bakır ve demir madenlerini e-ritmek ve işlemek için Etsion-Geber'de yaptırdığı fırın, bu ma­denlerin kullanıldığı diğer alanlarda olduğu gibi gemi yapımında da önem arz ediyordu.[16] Onun ticaret gemileri, bir taraftan Etsion-Geber'den hareket ederek Kızıldeniz üzerinden Yemen'e ve oradan doğu ve güney ülkelerine gidip geliyor, diğer taraftan da Akdeniz'de Batı ülkelerine seferler düzenliyorlardı.

Hz. Süleyman (a.s.)'m bu maden fırını, yapılan arkeolojik araştırmalar tarafından da tesbit edilmiş bulunmaktadır.[17] Bu­nun yanında bâzı muasır müfessirler, Hz. Süleyman (a.s.)'a lütfedilen bu madenin, eritilmiş bakır değil, petrol kuyuları oldu­ğunu ileri sürmektedirler.[18]

 

3. Kuşların ve Diğer Canlıların Dilinin Öğretilmesi

 

Allah Teâlâ'mn Hz. Süleyman (a.s.)'a bahşettiği mucizeler­den biri de, ona kuşların, hayvanların ve böceklerin dilini öğret-mesidir. Hz. Süleyman (a.s.), bu mucize sayesinde, kuşların his­lerini sezecek bir kabiliyetle donatılmış, aynı zamanda kendisine kuşların tabiatı olan uçma ilmi öğretilmişti.[19] Kur'ân-ı Kerim, ona kuş dilinin öğretildiğini bildirmekle kalmamış, onun bâzı kuşlar veya karıncalarla konuşmasına dair örnekler de vermiş­tir:

"Süleyman Davud'a vâris oldu, 'Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her şeyden bolca verildi. Doğrusu bu apaçık bir lûtuftur.' dedi. "[20]

*Hz. Süleyman (a.s.)'m kuşlar ve karıncalarla konuştuğu kesin olmakla birlikte, konuşmasının keyfiyeti hakkında bilgimiz yoktur. Ayet ve hadislerde bu konuşmanın nasıl olduğuna dair bilgi verilmemiştir. Tefsir, kısas-ı enbiyâ ve tarih kitaplarında, bu konularda aktarılan rivayetler, bir takım tahminlerden iba­rettir.[21]

Onun karıncalarla konuşmasıyla ilgili olarak Kur'ân-ı Ke-rim'de anlatılan en önemli olay, ordusuyla birlikte karıncaların bol olduğu bir vadiye indiği sırada gerçekleşmiştir. Şöyle ki, Hz.-Süleyman (a.s.), askeri bir seferi esnasında, insanlar, cinler ve kuşlardan meydana gelen ordusuyla karıncaların bol olduğu bir vadiye uğramıştı. Vadiye vardıkları sırada karıncalar arasındaki bir konuşmaya kulak misafiri oldu. Karıncalardan biri, arkadaş­larına, Hz. Süleyman (a.s.)'m ordusuyla birlikte vadiye gelmek üzere olduğunu haber veriyor, onun ve askerlerinin farkına var­madan   kendilerini   çiğneyebileçeklerini   hatırlatarak   onlardan yuvalarına girmelerini istiyordu. Bu konuşmayı duyan Hz. Sü­leyman (a.s.), çok memnun oldu ve kendisine lütfettiği peygam­berlik, hükümdarlık, hayvanların konuşmalarını anlama kabili­yeti ve diğer nimetlerinden dolayı Cenab-ı Hakk'a şükretti. İyi işler yapması hususunda kendisine yardım etmesini ve rahme-tiyle sâlih kulları arasına katmasını istedi. Kur'ân-ı Kerim, bu olayı şöyle anlatmaktadır:

"Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan meydana gelen ordusu toplandı. Onlar bölükler halinde dağıtıldı. Sonunda, karıncaların bulunduğu vadiye geldiklerinde bir karınca, 'Ey ka­rıncalar! Yuvalarınıza girin, aman Süleyman ve askerleri farkına varmadan sizi ezmesinler!' dedi.

Süleyman, karıncanın sözüne hafifçe güldü ve şöyle dedi: Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kıl Rahmetinle, beni iyi kul­larının arasına koy!"[22]

Hz. Süleyman (a.s.)'m, Kur'ân-ı Kerim'de anlatılan Hüdhüd kuşuyla konuşmasını ise, Sebe' Melikesi'yle ilişkilerinden bahse­derken aktaracağız. [23]

 

4. Cinlerin İtaat Etmesi

 

Bir grup cin, Allah Teâlâ tarafından, emirlerini yerine getir­mek üzere, Hz. Süleyman (a.s.)'m hizmetine verilmişti. Mâhiyet­lerini tam olarak anlamak veya açıklamak biz insanlar için mümkün olmayan cinlerden bu grup, Cenab-ı Hakk'm gözeti­minde bulunuyor, Hz. Süleyman (a.s.)'a hizmette kusur ettikleri takdirde derhal cezaya çarptırılıyorlardı. Sanatın sırlarını çok iyi bilen bu cinler, Hz. Süleyman (a.s.) için, sağlam kale ve binalar, binaları süsleyen ağaç ve çiçek resimleri, kalabalıklar için yemek pişirilen büyük kazan ve tencereler yaparlardı. Hz. Süleyman (a.s.)'m cömertliğinin de bir delili olan bu tencerelerde pişirilen yemekler binlerce kişiye ikram edilirdi. O da babası Hz. Dâvud (a.s.) gibi, bu nimetleri veren Allah'a şükürde kusur etmezdi. Şükrünü hem sözle, hem fiille îfa eder, bu nimetleri Allah'ın rızasına uygun şekilde muhtaçlar için sarf ederdi. Yüce Allah, böyle oldukları halde, yine de Hz. Dâvud (a.s.), ailesini verdiği nimetle­re karşı hakkıyla şükretmeye çağırıyor, buna muvaffak olanların azlığını hatırlatıyordu. Kur'ân-ı Kerim'de, Hz. Süleyman (a.s.)'m emrine verilen cinler hakkında şöyle buyurulmaktadır:

"Rabbinin izniyle cinlerden 'bir kısmı onun emrinde çalışırdı. Onlardan kim emrimizden çıktıysa, ona, alev alev yanan ateşin azabını tattıracağız.

Cinler, Süleyman'ın istediği gibi saraylar, timsâller, havuz­lar kadar büyük çanaklar ve sabit kazanlar yaparlardı. Ey Dâvud ailesi! Allah'ın nimetlerine şükretmek için çalışın ve unutmayın ki, kullarım içinde hakkıyla şükreden pek azdır."[24]

 

5. Şeytanların Boyun Eğmesi

 

Allah, şeytanlardan bir kısmını da Hz. Süleyman (a.s.)'m hizmetine vermişti. Onlardan bâzıları, onun için evler ve köşkler, kaleler ve surlar inşâ ediyorlardı. Bir kısmı ise, denizden kıymet­li taşlar ve İnciler çıkarmak için dalgıçlık yapıyorlardı. Bu şey­tanlar Allah'ın gözetimi altında bulunuyor, bozgunculuk yap­maya kalkanlar şiddetle cezalandırılıyordu:

"Dalgıçlık yapan ve bundan başka işler de gören şeytanlar­dan da onun buyruğu altına verdik. Onların hepsini gözetliyor­duk.[25]

"Binalar kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları ve yine demir halkalarla birbirine bağlı diğer şeytanları onun buyruğu altına verdik. 'îşte Bizim bağışımız budur; ister ver, ister tut, bu yüzden hesaba çekilmeyeceksin.' dedik. Doğrusu katımızda onun ayrı bir yakınlığı ve güzel bir akıbeti vardır."[26]

 

C. Hz. Süleyman (A.S.)'ın Atları

 

Hz. Süleyman (a.s.), atları çok severdi. İyi cins atlar besler, onlarla bizzat ilgilenirdi. Kur'ân-ı Kerim'de anlatıldığına göre, bir gün akşam üstü, iyi cins atları onun önüne getirilmişti. Üç ayak­larını basıp, bir ayaklarının tırnağını dikerek atın en güzel duru­şuyla önünde duran bu atlar, onun çok hoşuna gitti. Bu sırada O, Rabbinin rızasını kazanmak ve O'nun adını yüceltmek için yaptığı savaşlardaki hizmetleri dolayısıyla bu atları çok sevdiğini söyledi. Koşuşan atlar gözden kaybolunca geri getirilmelerini istedi. Getirilen atların boyunlarını ve ayaklarını okşamaya baş­ladı. Onların tımarıyla bizzat kendisi meşgul oldu. Kur'ân-ı Ke­rim, bu manzara hakkında şöyle demektedir:

"Davud'a Süleyman'ı bahşettik; o ne güzel bir kuldu! Doğru­su o daima Allah'a yönelirdi. Ona bir akşam üstü, çalımlı, iyi cins koşu atları sunulmuştu.  Süleyman,  'Doğrusu ben bu iyi atları, Rabbimi anmayı sağladıkları, için severim.' demişti. Koşup, toz perdesi arkasında kayboldukları zaman, 'Artık yeter, onları hana geri getirin.' dedi. Ayaklarını ve boyunlarını sıvazlamaya başladi."[27]

Bu âyetlerden anlaşıldığı gibi Hz. Süleyman (a.s.), atları çok seviyor, atların yetiştirilmesi ve bakımıyla bizzat ilgileniyor­du. Onları Allah'ı anmasını sağladıkları için sevdiğini söylediğine göre, bu atlar, cihad için hazırlanan atlar olmalıydı. Çünkü o zamanda atlar, savaşların kaderini tayin eden en önemli harp vasıtaları durumundaydı. Din ve Allah düşmanı bozgunculara karşı üstünlük sağlayabilmek, at yetiştirmeye ve biniciliğe bü­yük ölçüde bağlı idi. Tarihin en büyük hükümdarlarının başında gelen Hz. Süleyman fa.s.), askeri işlerle yakından ilgileniyor, bu arada atların bakımı ve teftişi işinde de komutanlarına örnek oluyordu.[28]

 

D. Ordusu-Sebe Melikesi İle İlişkiler

 

Hz. Süleyman (a.s.)'in ordusunun, insanlar cinler ve kuş­lardan meydana geliyordu. Hz. Süleyman (a.s.), askerinin eğiti­miyle yakından ilgilenir, birliklerini bizzat teftiş ederdi. Bir defa­sında, kuşlardan meydana gelen birliklerini teftiş ettiğinde, muhtemelen cinsinin bir temsilcisi durumunda olan Hüdhüd/Çavuş kuşunun bulunmadığını gördü. Mâkûl bir özrü yoksa onu şiddetle cezalandıracağını veya keseceğini söyledi. Az sonra gelen Hüdhüd, fevkalâde bir idrak, üstün bir mantık ve iman sahibi bir insan gibi, kendisine Sebe Melîkesi'nin köşkü, ülkesinin refahı ve halkının dini durumu hakkında bilgi getirin­ce, özrünü mâkul buldu ve bahsettiği kraliçeye ulaştırması için bir mektubu onunla gönderdi.

Hüdhüd kuşu tarafından önüne atılan mektubu alan Sebe Melikesi, Hz. Süleyman (a.s.)'m mesajını hayretle okumuştu. Çünkü kimin tarafından getirildiği belli olmayan ve alışık olma­dıkları "Rahman ve Rahim olan Allah'ın ismiyle" ibaresiyle başla­yan bu mektupta, kendisine mektup sahibine boyun eğmesi ve onun egemenliğini kabul ederek derhal huzuruna gelmesi emre­diliyordu. Kraliçe, böylesine önemli meseleleri devlet adamlarıyla görüşüp karara bağlardı. Bu defa da öyle yaptı. Devlet ricalini toplantıya çağırarak durumu onlarla görüştü ve fikirlerini almak istedi. Onlar, güçlü kuvvetli, savaşa hazır bir durumda olduklarını, istediği takdirde savaşı dahi göze alacaklarını bildirerek, bu konuda karar sahibinin kendisi olduğunu ve vereceği her karara uyacaklarını söylediler. Savaşın ne demek olduğunu iyi bildiği ve savaş istemediği anlaşılan kraliçe, onlara, yapılacak bir savaşın ülkeyi tahrip edeceğini, başta ülke eşrafı olmak üzere bütün halkı hor ve hakir bir duruma düşüreceğini hatırlattıktan sonra, bu işi Hz. Süleyman (a.s.)'a kıymetli hediyeler sunarak barış yo­luyla halletmek niyetinde olduğunu açıkladı. Hediyeler gönderip, teslim olma çağrısında bulunan Sultan Süleyman'dan alacağı yeni haberlere göre hareket edeceğini söyledi.

Süleyman (a.s.), Sebe Melîkesi'nin sulh için gelen elçilerini kabul ettiğinde, onlara, getirdikleri mal ve eşyalara hiç ihtiyacı olmadığını, Allah'ın verdiği peygamberlik ve diğer nimetlerin da­ha hayırlı olduğunu ve başkasının malına ihtiyaç bırakmadığını söyledi. Hediyeleri iade ederek, onlardan istediğinin mal ve ser­vet değil; aksine Müslüman olmaları veya idaresine boyun eğme­leri olduğunu açıkladı. Müslüman olup gelmedikleri veya iktida­rına boyun eğip devletine cizye vermeyi kabul etmedikleri tak­dirde, güç yetire meye çekleri ordularla ülkelerine saldıracağını ve halkını oradan sürüp çıkaracağını açıkladı.

Sebe Kraliçesi, geri dönen elçilerinin verdiği bilgilerden, Hz. Süleyman (a.s.)'m sıradan bir hükümdar olmadığını anlamış, ay­rıca onun peygamberliğine alâka duymuştu. Onun karşısında dayanamayacağını da bildiğinden, meseleyi yine barış yoluyla çözmeyi düşündü. Bu maksatla Kudüs'e gidip Hz. Süleyman (a.s.)la bizzat görüşmeye ve onun bahsettiği dini hakkında doğ­rudan bilgi almaya karar verdi. Seçtiği devlet ricalinin eşliğinde Kudüs'e doğru yola çıktı. Önden gönderdiği bir heyetle, ziyareti­ne gelmek için yola çıktığını Hz. Süleyman (a.s.)'a da bildirmişti, öbür tarafta onun başkentine yaklaştığını haber alan Hz. Sü­leyman (a.s.), peygamber olduğunu açık bir şekilde ispat için, Al­lah'ın peygamberine nasıl olağanüstü imkânlar lütfettiğini ona göstermek istedi. Emrindeki cinlerin büyüklerine, "Kraliçe gel­meden, onun tahtını huzurumuza hanginiz getirebilir?" diye sor­du. İfrit (güçlü kuvvetli ele avuca sığmaz bir cin) bu işi kendisi­nin yapabileceğini, kraliçe huzura girmeden tahtını getireceğini söyledi ve bu hususta kendisine güvenilmesini istedi. Bu esna­da, huzurda bulunanlardan, ilim sahibi biri (bir melek veya bir insan)[29] onu göz açıp kapamadan getirebileceğini söyledi ve de­diğini hemen yaptı. O anda kraliçenin tahtı Hz. Süleyman (a.s.)' m önünde göründü. Bu olağanüstü durum karşısında Hz. Sü­leyman (a.s.}, bunun Allah'ın bir lûtfu olduğunu, O'nun nimetle­rine şükür edip etmeyeceği hususunda kendisini denemek iste­diğini söyledi. Şükrün sadece sahibine fayda verdiğini, yoksa Allah'ın kimsenin şükrüne muhtaç olmadığını ilâve etti. Hizmet­çilerine hitap ederek kraliçenin tahtını biraz değiştirmelerini em­retti; tahtını tanıyıp tanıyamayacağı hususunda onu sınamak istediğini söyledi.

Sebe Kraliçesi Hz. Süleyman (a.s.) tarafından kabul edilmiş ve aralarında görüşme başlamıştı. Bu sırada kraliçeye, sarayın­daki tahtının görüşmelerin yapıldığı salonda bulunan tahta ben­zeyip-benzemediği soruldu. Tahta dikkatli bir şekilde bakan kra­liçe, büyük bir hayret içinde, "Tıpkı benim tahtım, onun aynısı!" diye cevap verdi. Ardından bunun ancak bir peygamber tarafın­dan gösterilebilecek bir mucize olduğuna inandığını gösteren bir tavırla, "Biz, bunu, yani senin bir peygamber olduğunu, önceden anlamış ve Müslüman olmuştuk." dedi.

Kraliçe'ye köşke girmesi söylendiğinde, şeffaf billur zemini görünce orada su var sanmış ve hemen eteğini toplamıştı. Hz. Süleyman (a.s.), orada su olmadığını; ancak zeminin billurdan yapıldığı için öyle göründüğünü söyleyince gerçeği anladı. Hz. Süleyman (a.s.)'a verilen nimetleri düşünerek, o güne kadar Müslüman olmamakla nefsine zulmettiğini, artık Hz. Süleyman (a.s.)'a iman ederek mü'min olduğunu tekrarladı.[30] Kur'ân-ı Kerim, Hüdhüd kuşunun yoklamada bulunmayışından itibaren başlayan gelişmeleri ve Hz. Süleyman (a.s.) ile Sebe Melikesi a-rasmda geçen görüşmeleri şöyle anlatmaktadır:

"Süleyman, kuşları gözden geçirdi ve, 'Hüdhüd'ü niçin göre­miyorum? Yoksa kayıplara mı karıştı? Bana mazereti için apaçık bir delil getirmelidir; yoksa onu ya şiddetli bir azaba uğratırım yahut keserim!' dedi.

Çok geçmeden Hüdhüd gelip Süleyman'a, 'Senin bilmediğin bir şeyi öğrendim. Sana Sebe'den gerçek bir haber getirdim. Sebe halkına hükmeden, herşeyden kendisine bolca verilmiş, büyük bir tahta sahip bir kadın kraliçe buldum. Onun ve milletinin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, yaptıkları amel­leri süsleyip kendilerine güzel göstermiş, onları doğru yoldan alı­koymuş, bunun için, doğru yolu bulamazlar. Şeytan, bunu, onla­rın, göklerde ve yerde gizli olanları ortaya koyan, gizlediğiniz ve açıkladığınız şeyleri bilen Allah'a secde etmemeleri için yapmıştır O Allah kİ, yüce Arş'ın sahibidir ve O'ndan başka ilâh yoktur.' dedi.

Süleyman şöyle dedi: 'Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalan­cılardan mısın, bakacağız. Şu mektubumu götürüp onlara at, son­ra bir yana çekil, ne yapacaklarına bak.'

(Hüdhüd tarafından yakınına atılan mektubu alan) Sebe me­likesi şöyle dedi: 'Ey ileri gelenler! Bana, çok önemli bir mektup bı­rakıldı. Süleyman'dan gelen bu mektupta şöyle yazıyor: 'Bismillâ-hirrahmânirrahîm. Sakın ha büyüklük taslayıp bana karşı koyma­ya kalkmayın ve bana teslim olarak gelin!'

Sebe melikesi şöyle devam etti: 'Ey ileri gelenler! Bu işim hakkında bana fikrinizi söyleyin. Şimdiye kadar, her hangi bir iş hakkında, sizin görüşlerinizi almadan kesin karar vermedim.'

İleri gelenler, 'Biz güçlü kimseleriz ve zorlu savaş adamları­yız; ancak emir senindir, ne emredeceğini sen düşün.' dediler.

Melike, 'Doğrusu, hükümdarlar bîr şehre girdikleri zaman orasını bozup tahrip ederler, şerefli kimselerini aşağılık yaparlar. Onlar, hep böyle davranırlar. Ben onlara bir hediye göndereyim de, elçilerin hangi haber ile döneceklerine bakayım.' dedi.

Elçi geldiğinde Süleyman ona, 'Bana mal ile yardım etmek mi istiyorsunuz? Allah'ın bana verdiği size verdiğinden daha ha­yırlıdır. Aksine hediyeniz, ancak sizi memnun eder. Onlara dön ve şunu söyle Andolsun ki, güç yetiremeyecekleri bir ordu ile gelir, onları oradan alçalmış ve küçük düşmüş olarak çıkarırız.'

Süleyman, 'Ey cemâat! Bana teslim olmak için gelmelerin­den önce, hanginiz o kraliçenin tahtını yanıma getirebilir?'dedi.

Cinlerden bir ifrit, 'Sen makamından kalkmadan önce onu sana getiririm, buna karşı güvenilir bir güce sahibim.' dedi.

Kitap'tan bir ilme sahip olan şahıs söze girerek, 'Gözünü a-çıp kapamadan ben onu sana getireceğim.' dedi. Derken Süley­man, bahsedilen tahtı yanına yerleşivermiş görünce, 'Bu, şükür mü yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınayan Rabbimin lûtfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur; nankör­lük eden bilsin ki Rabbim müstağnidir, kerem sahibidir, kimsenin şükrüne muhtaç değildir.' dedi.

Süleyman, 'Tahtını onun tanımayacağı bir hâle getirin, ba­kalım tanıyabilecek mi yoksa tanımayacak mı?' dedi.

Melike geldiğinde, 'Senin tahtın da böyle mi?' denildi. O, 'Sanki odur, maamafih bu mucizeden önce bize bilgi verilmişti ve Müslüman olmuştuk.' dedi.

Melikeyi o zamana kadar (müslüman olmaktan) alıkoyan, Allah'tan başka taptığı şeylerdi; çünkü kendisi inkarcı bir millet­tendi. Ona, 'Köşke gir.' dendi. Köşkün zeminini görünce, onu derin bir su zannetti de eteğini dizlerine kadar sıvadı. Süleyman, 'Doğ­rusu bu billurdan yapılıp cilalanmış şeffaf bir salondur.' deyince, Melike, 'Rabbim! Şüphesiz ben kendime zulmetmişim. Şimdi Sü­leyman'la beraber, âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim olup Müs­lüman oldum" dedi.[31]

Salebi ve bâzı müfessirlerin söylediğine göre, Sebe melike-siyle evlenen Hz Süleyman (a.s.), onu Yemen hükümdarlığında bırakmıştı. Her ay ziyaretine gider, yanında üç gün kaldıktan sonra başkenti Kudüs'e dönerdi. Ancak İbn İshak'tan nakledilen bir rivayete göre ise, Hz. Süleyman (a.s.) onunla evlenmemiş; Hemdân melikiyle evlendirdiği kraliçeyi Yemen hükümdarlığına iade etmiştir.[32]

 

E. Hz. Süleyman (A.S.)'ın İmtihana Tâbi Tutulması

 

Kur'ân-ı Kerim'de Hz. Süleyman (a.s.)'m, tahtının üzerine bir ceset bırakılarak imtihan edildiği, onun bu imtihanın ardın­dan tevbe ile önceki haline döndüğü ve Allah'tan kendisini bağış­lamasını ve kendisine daha sonra hiç kimseye vermeyeceği bir saltanat vermesini istediği bildirilmektedir. Ancak onun tâbi tu­tulduğu bu imtihanın mâhiyeti hakkında herhangi bir açıklama yapılmamıştır. Bu imtihan hakkındaki âyetlerin meali şöyledir:

"Andolsun ki, Süleyman'ı tahtının üzerine bir ceset koymak suretiyle imtihan etmiştik. Bunun üzerine bize yönelip tevbe etmiş ve, 'Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kimsenin ulaşamıyacağı bir hükümranlık ver; şüphesiz sen büyük, lütuf sahibisin.' demişti, "[33]

Görüldüğü gibi, Kur'ân-ı Kerim'de, bu cesedin kime ait ol­duğu ve oraya hangi maksatla konulduğu açıklanmamıştır. Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.v.)'in de bir açıklaması olmamıştır. Ancak tefsir ve tarih kitaplarında bu konuda pek çok şey anlatıl­maktadır. Ne var ki, bu anlatılanlar, bir takım ihtimaller ve te'vil-lerden öteye geçmemektedir.[34] Dolayısıyla âyette Hz. Sü­leyman (a.s.)'m, tahtına bir cesedin bırakılması şeklinde bir im­tihana tâ-bi tutulduğu bildirildiğine göre, böyle bir hâdisenin yaşandığı muhakkaktır. Ancak, bu olayın, şu olaydır veya bu olaydır diye kestirilip atılmasına imkân yoktur.[35] Hatta Mevdûdî, Kur'ân-ı Kerim'de anlaşılması en zor olan konunun bu konu olduğunu söylemiştir.[36]

Sözlerine; "Taberî ve İbn Ebî Hatim ve diğer bâzı müfessir-ler, bu konuda pekçok haber nakletmişlerdir. Bu haberlerin ek­serisi veya tamamı İsrâiliyyattan ibarettir. Pek çoğunda şiddetli garabet vardır." diyerek başlayan İbn Kesir, aktarılan bu bilgile­rin özetini bir cümleyle verir: "Hz. Süleyman (a.s.), 40 gün müd­detle tahtından uzak kaldı ve daha sonra tahtına yeniden otur­du. Beytülmakdis'in inşâatına devam ederek, çok sağlam bir inşâat yaptırdı."[37]

 

F. Hz. Süleyman (A.S.)'ın Vefatı

 

Hz. Süleyman (a.s.), ayakta veya otururken asasına da­yanmış bir vaziyette iken Ölmüştü. Ölüm gelince bastonuna da­yalı halde kalmış, yanında bulunan cinler, burunlarının dibinde cereyan eden bu hâdisenin farkına varamamış, onun öldüğünü ancak ağaç kurtlarının uzun süre yediği asası kırılıp vücudu yere düşünce anlayabilmişlerdi. Şüphesiz bunda büyük bir hikmet vardı. Onun bu halde ölümü, gaybi bildiğini iddia eden cinleri ve bu iddiaya inanan insanları yalanlayan kesin bir delil olmuştu. Çünkü cinler, eğer gaybı bilselerdi, onun ölümünü asasının kırılmasından önce anlayacaklardı. Halbuki onlar, ve­fat etmiş olan Hz. Süleyman (a.s.)'i değneğine dayalı gördükleri sürece öldüğünü anlayamamış ve can sıkıcı çalışmalarını devam ettirmişlerdi. Bu âyet, cinlerin gaybı bildiğine inanan Arabistan müşriklerine de bir cevap teşkil ediyordu. Kur'ân-ı Kerim, onun ölümü hakkında şu bilgiyi vermektedir:

"Süleyman'ın Ölümüne hükmettiğimiz zaman, öldüğünü cinlere ancak asasını yiyen ağaç kurdu gösterdi. Süleyman yere düşün­ce, cinlerin durumu anlaşıldı ki, eğer onlar gaybı bilmiş olsalardı, öyle küçük düşüren bir azap içinde kalıp durmazlardı."[38] Âyetten anlaşıldığı gibi, asasına dayalı bulunduğu bir sıra­da ruhunu teslim eden Hz. Süleyman (a.s.)'ın vefatı, uzun bir süre sonra ve ancak ağaç kurtları tarafından yenilen asasının kırılması sonucu bedeninin yere düşmesiyle öğrenilmiştir.  Bu işin şekli ve nasıl cereyan ettiği hususu ise bir sır olarak kalmış­tır. Bu konuda nakledilen bilgilerin pek çoğu İsrâiliyyattan iba­rettir.[39] Bu durumda bize düşen işin iç yüzünü Allah'a havale etmektir.

Hz. Süleyman (a.s.)'m 52 yaşında öldüğü söylenmiştir. [40]

 

G. Ehli Kitab'ın Hz. Süleyman (A.S.)'ın Peygamberliğini İnkârı

 

Hz. Süleyman (a.s.)'ın düşmanlarının etkisinde kalan İsrailoğulları, onun bir peygamber değil bir sihirbaz olduğunu kabul etmişlerdir. Onun, cinleri, şeytanları ve rüzgârı, sihir yapmak suretiyle emrinde kullandığına ve hükümdarlığını büyü ile elde ettiğine inanmışlardır. Nitekim İslâmiyetin zuhuru yılla­rında yahudiler, bu şeytanî bilgilere uyarak, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Hz. Süleyman (a.s.)'ı peygamber kabul etmesine itiraz etmişlerdi. Onlara hakettikleri cevabı, doğrudan Allah Teâlâ verdi:

"Şeytanların Süleyman'ın hükümdarlığı hakkında söyledik­lerine uydular. Oysa Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı; ama insanlara sihri öğreten şeytanlar kâfir oldular...[41]

Müfessirlerin aktardığı rivayetlere göre, Hz. Süleyman (a.s.)'m vefatından bir müddet sonra, insanlara doğruyu öğretecek gerçek âlimler de kalmamıştı. Âlimlik taslayan câhiller yü­zünden, Mısır'da yaşadıkları esaret döneminden beri sihir ve hokkabazlık hakkında bilgi sahibi olan İsrailoğulları arasında, Hz. Süleyman (a.s.)'m elinde tezahür eden mucizelere sihir ve büyü gözüyle bakılmaya başlandı. İns ve cin şeytanlarının baş­lattığı bu iftira kampanyası giderek güç ve taraftar kazandı. Kampanyayı yürüten liderler, Hz. Süleyman (a.s.)'ın dünyayı sihir ilmi sayesinde hâkimiyeti altına aldığını ve onun bir sihir­baz olduğunu iddia ediyorlardı. Bu inanç gittikçe yayıldı ve neti­cede daha sonra gelen İsrailoğulları, bu âyette belirtildiği gibi, Hz. Süleyman (a.s.)'a bir peygamber değil; aksine çok başarılı bir sihirbaz- hükümdar gözüyle baktılar. Özellikle devletlerini kay­bettikten sonra, diğer milletler arasında sihirbazlığı teşvik ettiler ve sihri yaymaya çalıştılar. Ne zaman ki, Tevrat'ta haber verilen son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.), kendilerine karşı Tev­rat'ın aslındaki esasları gündeme getirdi, yahudiler, ona ve bu bilgileri getiren vahiy meleği Cebrail'e düşman kesildiler. Bu ilâhî hakikatleri hatırlatarak kendilerini kurtuluşa çağıran Hz. Pey­gamber (s.a.v.)'i yalanlama yoluna gittiler. Ellerinde bozulmuş şekliyle bulunan Tevrat'ı dahi arkalarına atarak, "Süleyman, Muhammed'in dediği gibi bir peygamber değildi; o sihirbaz bir hükümdardı; fakat yaptığı sihirleri mucize gibi gösterirdi." diye ona İftira ettiler. Gerçekte ise, bu iftiraya muhatap olan Hz. Sü­leyman (a.s.) değil, fakat âyette belirtildiği gibi, ona sihirbaz di­yen ve insanlara sihir öğreten cin ve ins şeytanları kâfir olmuş­tu.[42]

 

H. Hz. Süleyman (A.S.)'ın Üç Duası

 

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in bildirdiğine göre, Hz. Sü­leyman (a.s.), Mescid-i Aksâ'nm inşâatını bitirince, yaptığı bir duada Allah'tan üç şey istemiştir:

1. Allah'ın hükmüne uygun hüküm verme kabiliyeti,

2.  Kendisinden önce veya sonra hiç kimseye nasip olmaya­cak mülk ve saltanat,

3. Yaptırdığı mescidine (Mescid-i Aksa) ibâdet niyetiyle gi­recek herkesin,   oradan  bütün günâhlarından  arınmış  olarak, anasından doğduğu gündeki gibi çıkması.

Rasülullah (s.a.v.), Hz. Süleyman (a.s.)'a ilk iki dileğinin ve­rildiğini hatırlatıp 'Üçüncü dileğinin bize (Muhammed ümmetine) verilmesini umanz.' buyurmuştur.[43]

Bu dileklerden ikisine Kur'ân-ı Kerim'de de işaret edilmiş­tir. Birincisi, babası Hz. Dâvud (a.s.)'a arz edilen, ekin sahibi ile koyun sürüsü sahibi arasındaki dâvanın hükmünün Allah tara­fından kendisine öğretilmesi şeklindedir:

"Bu meselenin hükmünü Süleyman'a bildirdik. Biz, onların her birine hüküm ve ilim verdik. Dâvud İle beraber teşbih etsinler diye dağlan ve kuşları buyruk altına aldık. Bunları biz yapmış­tık.[44]

İkincisine ise şöyle işaret edilmiştir:

"Süleyman, 'Rabbim! Beni bağışla, bana benden sonra kim­senin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver; Sen şüphesiz, daima bağışta bulunansın!' dedi. Bunun üzerine biz de, rüzgârı onun emrine vermiştik. Rüzgâr, onun emriyle, istediği yere kolayca eser giderdi.[45]

Nakledildiğine göre, Rasülullah (s.a.v), namaz kıldığı sırada ibâdetine engel olmak için kendisine musallat olan cin taifesin­den bir İfriti zararsız hale getirdikten sonra, onu mescidin direk­lerinden birine bağlayıp ibret için ashabına göstermek istemiş; ancak Hz. Süleyman'ın (a.s.) bu duasını hatırlayınca bundan vazgeçmiştir.[46] Bu âyetler ve hadislerden Hz. Süleyman (a.s.)'a verilen mülk ve saltanatın, daha ziyâde manevî varlıklar üzerin­deki mucizevî tasarruflara dayandığı anlaşılmaktadır. Neticede o, kuvvetli bir sultan olarak ülkesinin sınırlarını oldukça genişlet­mişti. Ancak eşsiz bir saltanata sahip olsa da, Allah Teâlâya hakkıyla şükreden "şekür" kullardan biri idi. Şu âyetteki duayı kendisine vird edinmişti, bu duayı dilinden düşürmezdi:

"Rabbim! Bana ve ana-babama verdiğin nimete şükürde, hoşnut olacağın işi yapmakta beni muvaffak kil. Rahmetinle, beni de sâlih kullarının arasına koy!"[47]

 

 

 



[1] Hz. Süleyman (a.s.)'m isminin geçtiği âyetler şunlardır: Bakara sûresi, 2/102; Nisa sûresi, 4/167; En'am sûresi, 6/S4; Enbiyâ sûresi, 21/78, 79, 81; Neml sûresi, 2715, 16, 17, 18, 20, 36, 44; Sebe'sûresi, 3412; Sâd sûresi, 38/30, 34.

[2] Neml sûresi, 27/15.

[3] İbn Kesir, Kasasu'l-enbiyû, II, 577.

[4] Buharı, Cihad, 49-52, Meğâzî, 14, 38; Ebu Dâvud, İlim,l; Tirmizî, İlim, 19.

[5] Sâd sûresi, 38/2

[6] Nisa sûresi, 4/163.

[7] En'am sûresi, 6/84.

[8] Krallar, 6/21; II. Tarihler,9/ 26.

[9] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 518-519.

[10] Elmahlı, Vi, 355.

[11] 8u rivayetler için bkz. Salebi, 293.

[12] Mevdûdî, Tefhim, III, 323.

[13] Sâd sûresi, 38/35-36.

[14] Enbiya sûresi, 21/81.

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 520-521.

[15] Sebe süresi, 34/12.

[16] I. Krallar 9/26'da Hz. Süleyman (a.s.)'m, Kızıldeniz kıyısında Elofun yakınında bulunan Etsion-Geber'de gemiler yaptırdığı belirtilmektedir.

[17] Mevdüdi, Tefhim, III, 323.

[18] Derveze, Tefsir, 111, 191. Derveze, Tefsir, 111, 191.

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 521-522.

[19] Elmalilı, Hak Dini, VI, 133.

[20] Neml süresi, 27/16.

[21] Bu rivayetler hakkında bkz. Aydemir, Peygamberler, 189 -190.

[22] Neml sûresi,27/17-19.

[23] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 522-523.

[24] "Sebe sûresi, 34/Î2-13. Ayette geçen "temâsü" kelimesi, Arapçada, insan, hayvan, ağaç, çiçek, nehir veya canlı cansız diğer varlıkların heykeli veya resmi manasına gelen "timsâl" kelimesinin çoğuludur. Böyfe olunca, buradaki timsallerle sadece canlı varlıkların heykel veya resimlerinin kastedildiğini düşünmek gerekmez. Bu­radaki timsaller, büyük ihtimalle Hz. Süleyman (a.s.)'m, muhteşem binalarını süsleyen manzara resimleri ve çeşitli bitkisel süslemeler olmalıdır. Nitekim ünlü müfessir RâzI de, bu timsallerin "nakışlar olduğunu" söylemekle yetinmiştir (XXV, 249). Çünkü, yahudilerin elinde bulunan Tevrat'ta çok yerde, resim ve heykel kesinlikle yasaklanmış bulunmaktadır. Tevrat'ta insan ve hayvan resim ve heykeli yapmayı haram kılan bu pasajlardan üç Örnek verelim: "Kendinize putlar yapmayacaksınız ve kendiniz için oyma put ve dikili taş dikmeyeceksiniz ve Önün1 de secde etmek için memleketinizde resimli taş kurmayacaksınız." (Levilüer, 26/1). "Fesada sapmayasımz, kendiniz için erkek yahut kadın suretinde, yerde olan bir hayvan suretinde, göklerde uçan kanatlı bir kuş suretinde, yer altındaki suda yaşayan bir balık suretinde, herhangi bir şeklin suretinde oyma put yapmayacak­sınız." (Tesniye, 4/ 16-18).

"Bir sanatkarın el işi, Rabbe mekruh oyma yahut dökme put yapan ve onu gizlice diken adama la'net olsun!" (Tesniye, 27/ 15).

Tevrat, tahrif edilmiş olsa da, bu emirlerden, onda resim ve heykelin yasak­landığı açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Hz. Musa (a.s.)'dan itibaren îsrailoğulları peygamberlerinin tamamının ona tabi olmaları kuralı, Hz. Süleyman (a.s.)'m bu kuralın dışına çıkma ihtimalini ortadan kaldırır. Diğer taraftan, onun canlı resmi yaptırdığını söylemek için elimizde hiçbir delil yoktur. Buradan hareketle îslâmda resim konusunda ortaya atılan bazı iddialar ve bu iddialara verilen cevaplar hak­kında geniş bilgi için bkz. Mevdûdî, Tefhim, IV, 506-513

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 523-524.

[25] Enbiyâ süresi, 21/82.

[26] Sâd süresi, 38/37-40.

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 525.

[27] Sâd sûresi, 38/30-33.

[28] İfâdelerdeki bu açıklığa rağmen, bu konudaki îsrâilî rivayetlerden etkilendikleri anlaşılan bâzı müfessirler, âyette geçen okşamak ve taramak anlamındaki "meseha" fiilinin kesmek mânâsına da kullanılmasından yola çıkarak, bu âyeti, "Hz. Süleyman (a.s.)'ın at sevgisi ve atlarla meşguliyeti sebebiyle namaz vaktini geçirdiği ve bu yüzden bahsedilen attan kestirdiği " şeklînde anlamışlardır. Ancak böyle düşünenlere en açık bir cevap, Hz. Ali (r.a.) tarafından verilmiştir. Şöyle ki: Abdullah b. Abbas, Kattul-Ahbar'dan, Hz. Süleyman (a.s.)'m atlarını kestiğine dair duyduklarını anlatınca, Hz. Ali (r.a.) şöyle demiştir; "Ka'b yalan söylemiş; Sü­leyman (a.s.) cihada gideceği zaman atlarım teftiş etti, bu arada sırtlarım sıvazla­yıp okşadı. Peygamberler temiz ve masum kişilerdir. Ne zulmederler ve ne de zul­mü emrederler." dedi. (Aydemir, Peygamberler, 193, Tabresi, Tefsir, IV, 475ten naklen).

Bu rivayetleri şiddetle reddeden İbn Hazm da şöyle demiştir; "Allah'ın bir nebze akıl verdiği kişinin bile yapmasına imkân olmayan bir işi nasıl olur da bir peygambere atfedebilirler? Bir peygamber, kendisini namazdan alıkoydu diye atla­rı nasıl doğrayabilir? Bu hurafedir, yalan ve yakıştırmadır. Saçma sapan sözler­den derlenmiştir. Şüphesiz ki, bunun bir zındık uydurması olduğu açıktır. Zira bu haberde günahsız atlan cezalandırma, onlara işkence yapma, faydalı ve işe yarar bir malı manasız yere telef etme vardır. Bir peygamber, namazının geçmesine se­bep oldu diye, kendi hatasını günahsız ve suçsuz atlara çektirmez. Buradaki ma­nasızlığı ve mantıksızlığı değil bir peygamber, yedi yaşındaki bir çocuk bile anlar. Sonra âyetin mânâsı açıktır, bahsedildiği şekilde at kesmeye ve namaz geçirmeğe dair bir işaret de yoktur." (el-Fasl, IV, 20).

Bu tür rivayetlerin Hz. Süleyman (a.s.)'ı töhmet altında bırakma neticesini doğurduğunu söyleyerek, bu rivayetleri bütünüyle reddeden Aydemir, sözlerini şu şekilde tamamlamıştır; "Bunlar, Kur'ân'ın lafzı hiçbirine delâlet etmediği halde Hz. Süleyman (a.s.j'a nisbet edilen büyük suçlardır. Kısaca söylemek gerekirse, Hz. Süleyman (a.s.j'ın şeriatında tıpkı bizim dinimizde olduğu gibi at beslemek mendup idi. Muharebe için beslenen bu atları teftiş için koşturdu ve sonra dönüp geldiklerinde onları okşadı, memnuniyetini izhâr etti." ( Age., 193; benzeri yorum için bkz. Âlûsî, Tefsir,, XIII, 197).

Diğer taraftan bâzı kaynaklarda, atlarla meşgul olduğu esnada güneşin battı­ğını gören Hz. Süleyman (a.s.)'m, kâinaü idare eden meleklerden güneşi geri ge­tirmelerini istediği, geri getirilen güneşin ikindi namazını kılmasından sonra tek­rar battığı şeklinde rivayetler nakledilmiştir (Âyetlerin siyak ve sibakına uymayan bu görüşlerin tenkidi için bkz. Mevdûdî, Tefhim,V, 70-72 , Âlûsî, Tefsir, XIII, 193-194).

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 525-526.

[29] Kitaptan ilmi olan biri denilerek kimliği bildirilmeyen bu şahsın, Cebrail (a.s.), Hızır (a.s.), Hz. Süleyman'ın kendisi veya veziri Âsaf b. Berahya olduğu söylen­miştir. (Bu konudaki rivayetler hakkında bkz. İbn Kesir, Kasasul-enbiyâ, II, 586; Elmalılı, VI, 143 , Aydemir, Peygamberler, 215).

[30] Hz. Süleyman (a.s.) ile Sebe Melikesi arasında geçenler, Tevrat'ta farklı olarak anlatılmaktadır: Tevrat'a göre, kraliçenin geîişi, Hz. Süleyman (a.s.)'ın şöhreti hakkında duyduklarını bizzat görmek ve ona bâzı sorular sormak maksadına bağlıdır. Huzuruna çıkmış, ona sormayı düşündüğü her soruyu sormuştur. Bu esnada gerek aldığı cevaplar, gerekse gördüklerinden çok etkilenmiş, Hz. Süley man (a.s.)'ın engin ferasetine ve ülkesinin muhteşem eserlerine, halkının huzur ve refahına hayran kalmıştır. Önceden duyduklarının, gördükleri yanında çok eksik kaldığını itiraf etmiştir. Bu görüşmeler sırasında, iki taraf arasında, dillere destan hediyeleşmeler olmuştur. Daha sonra kraliçe maiyetiyle beraber ülkesine dönmüştür. (II. Tarihler, 9/1-12; I. Krallar, 10/1-13).

Diğer bâzı Yahudi rivayetlerinde, Hz. Süleyman (a.s.) ile Sebe Melikesi arasın­da geçenler, Kur'ân'da verilen bilgilere yakındır. Ancak, bu bilgilere yapılan ilave­ler, bu bilgilerdeki tahrifatın boyutlarını gösterecek Özelliktedir. Çünkü bu sapık­lar, Hz. Süleyman (a.s.)'m kraliçe ile zina yaptığını söyleyerek, burada da bîr pey­gambere büyük bir iftira atmaktan çekinmemişlerdir (Bu konuda bilgi için bkz. Mevdûdî, Tefhim, III, 121, EJ, II, 443'ten naklen).

Hz. Süleyman (a.s.)'a atılan bu nevi iftiralar, Tevrat'ta da mevcuttur, O, Al­lah'tan yüz çevirerek, komşu ülkelerin taptığı ilahlara tapmakla itham edilmiştir {I. Krallar,l 1/1-11, 33). Bu bakımdan Kur'ân-ı Kerim, peygamber kıssalarına yer vermekle, onlarla ilgili doğrulan anlatarak, onlara atılan iftiraları ortaya çıkarmış ve onları, kendilerine atılan bütün iftiralardan anndırmiştır.

[31] Neml sûresi, 27/20-44.

[32] İbn Kesir, Kasasu'l-enbiyû, II, 587.

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 527-532.

[33] Sâd süresi, 38/34-35

[34] Seyyid Kutub, Fi Zildi, XI, 388.

[35] Bir görüşe göre bu olay, Rasülullah (s.a.v.)'in bahsetmiş olduğu Hz. Süleyman (a.s.)'ın özürlü çocuğuyla irtibatlandınlır. Bu hadisinde Rasülullah (s.a.v), Hz. Süleyman (a.s.)'m, hâmile kalmaları ve Allah yolunda cİhad edecek birer erkek çocuk doğurmaları arzusuyla aynı gecede sırayla hanımlarını dolaştığım; ancak inşâallah demediği için hanımlarından sadece birinin hamile kaldığını ve onun da özüriü bir çocuk doğurduğunu haber vermiştir (Buhârî, Enbiyâ, 40; Cİhad, 23, Keffâret, 9). Şunu belirtelim ki,  Peygamberimiz (s.a.v.), Hz.  Süleyman (a.s.)in kürsüsüne konulan cesedin bu özürlü çocuğun cesedi oİduğundan bahsetmemiş­tir. Ancak müfessirlerden bâzıları, onun kürsüsüne konulan cesedin bu çocuğun cesedi olabileceğini söylemişlerdir. Âlüsî,  bunu en kuvvetli ihtimal olarak gör­müştür (Tefsir,, XIII, 198).

Bu konuda aktarılan rivayetlerden birine göre, Hz. Süleyman (a.s.)'ın bir oğlu dünyaya gelir. Onun da babası gibi kendilerine sıkıntı çektireceğini düşünen şey­tanlar, yaptıkları toplantıda bu çocuğu öldürmeye karar verirler. Bunu öğrenen Hz. Süleyman (a.s.), durumu Allah'a havale etmek ve çocuğunu koruması için O'nun yardımını istemek yerine, onu şeytanlardan gizleyerek büyütmek ister. Ancak bir gün, bu oğlunun cesedinin tahtına konulmuş olduğunu görür. Bu du­rum karşısında, onun korunmasını Cenab-ı Hakk'a havale etmeyip bunu bizzat yapmağa kalkmakla düştüğü hatayı anlar ve derhal secdeye kapanarak dua ve istiğfarda bulunur.

Başka bir rivayete göre ise, bu cesetten maksat, yakalandığı hastalık dolayı­sıyla bir cesede dönüşmüş olan Hz. Süleyman (a.s.)'m bedenidir. O, bu hastalık­tan kurtulup yeniden sıhhat bulmuştur (Râzi'ye göre en mâkul görüş budur, Neccâr, 392).

Bu arada, bu imtihan ile ilgili olarak emrindeki şeytanlardan bâzılarının Hz. Süleyman (a.s.)'a bir tuzak kurmak suretiyle saltanatı ele geçirdikleri ve Hz. Sü­leyman (a.s.)'ın tahtında bir ceset halinde kaldığı da söylenmiştir. Ebu Hayyan, bu tür asılsız rivayetler için "yahudi ve zenâdıka uydurmasıdır'- diyerek şeytanın peygamber suretine bürünmesinin imkânsızlığına işaret etmiştir (Bkz. Âiüsî, Tefsir, XIII, 199). İbn Hazm da, Hz. Süleyman (a.s.)'ın bu imtihanının kendisine verilen  mal  ve  mülk  ile   sınanmaktan  ibaret  olduğunu  söyleyerek,   hakkında Kur'ân ve hadislerde bilgi olmayan bu konuda aktarılan rivayetler İçin Ebu Hayyan gibi "yafcıûdî ve zenâdıka uydurmaları" demiştir (el-Fasl, IV, 19).

Aydemir, bu konuda aktarılan rivayetleri toplu olarak aktarmış ve her birini delilleriyle reddetmiştir {Bkz. Peygamberler, 208 vdd.; igili rivayetler için ayrıca bkz. Konyalı M. Vehbi, Tefsir, XII, 4796-97; Şevkânî, Tefsir, IV, 342-345).

[36] Tefhim, V, 74-76.

[37] Kasasu'l-enbiyâ, II, 590.

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 532-534.

[38] Sebe sûresi, 34/14.

[39] Onun ölümü  hakkındaki rivayetler için bkz.  Neccâr,  382-392,  dn.  401-403; Şevkânî, Tefsir, IV, 316-318.

[40] Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 534-536.

[41] Bakara sûresi, 2/102.

[42] Geniş bilgi için bkz. Elmalılı, I, 364-366.

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 536-537.

[43] İbn Mâce, İkâme, 196; Aiımed b. Hanbel, Müsned, II, 176.

[44] Enbiya sûresi, 21/79.

[45] Sâd sûresi, 38/35-36.

[46] Buhârî, Salât, 75; Enbiyâ, 40; Müslim, Mesâcid, 39,40.

[47] Neml sûresi, 27/ 19.

Prof. Dr. İsmail Yiğit, Peygamberler Tarihi, Kayıhan Yayınları: 537-539.