İKİNCİ BÖLÜM... 2

RASULULLAH’IN PEYGAMBER OLUŞU.. 2

Görülmeyen Kimselerin Çıkardıkları Sesler. 2

Vahşi Hayvanların Rasulullah’ın Peygamberliğini Bildirmeleri 6

Râsûlüllâh'îk Peygamber Olmadan Önce Gördüğü Peygamberlik Alâmetleri 7

Taş Ve Ağaçların Rasûlüllah'a Selâm Vermeleri 8

Vahyin Başlangıcı 8

Cebrail'in Rasûlullahâabdest Ve Namazı Öğretmesi 11

Rasûlullah'ın Peygamberliğinin Başlangıcında Hadîce Ve Ali'ye Namaz Kıldırması 12

Rasûlullah’a Vahyin Geliş Tarzı 13

Peygamberliği Esnasında, Rasulullah'a Gelip Giden Melekler Hakkındaki İhtilâf 15

Rasulullah'ın Rabbinden Kendisinde Bulunanı (Peygamberliğini) Takviye Edecek Bir Delil Göstermesini İstemesi 16

Peygamber Gönderildiğinde Şeytanların Üzerine Alev Atılması Ve Putların Devrilmesi 16

Peygamberimiz Gönderilînce Pervîz İsimli Kisra'nın Hallerinde Meydana Gelen Değişiklik  18

Rasulullah’ın İnsanları İslama Çağırması 22

Rasulullah'în Toplantı Yerlerinde Uyarılarda Bulunması 22

Rasulullah'în En Yakın Akrabaları Uyarması 23

Rasulullah'ın Risaletinin (Peygamberliğinin) Umumîliği 25

Rasulullah'ın Cinlere De Gönderilmesi 25

Rasulullah Hatemennebiyyin'dir (Peygamberlerin Sonuncusudur) 26

Rasulullahın Kafirlerden Gördüğü Eziyet Ve İşkencelerle, Bunlar Karşısındaki Sabır Ve Tahammülü  26

Rasulullah Ortaya Çıktığında Eksem İbn Sayfi'nin Ona Îman Etmesi Hakkında Rivayet Edilenler  30

Rasulullah'ın Ashabına, Habeşistan'a Hicret Etmelerini Emretmesi 31

Müşriklerin, Haşim Oğulları Ve Muttalib Oğullarını Boykot Etmek İçin Yazdıkları Yazı 33

Rasulullahın, Elçi Dımad El-Ezdiyle Aralarında Geçenler. 35

Rasulullah İle Utbe İbn Rabia Arasında Geçenler. 36

El-Velid'in Rasulullahın Durumu Hakkında Kureyşe Yaptığı Tavsiyeler. 37

Rasulullahla Tufeyl İbn Amr Arasında Geçenler. 38

Ebu Talibin Ölürken, Rasulullah'la Aralarında Geçenler. 40

Ebu Talible Hadice'nın Ölümünden Sonra Rasulullahın Başından Geçenler. 43

Taif'e Gittiğinde Rasulullah'ın Başına Gelenler. 43

Taif'ten Dönünce Rasulullah'ın Mekke'ye Girişi 45

Rasulullahınmevsimlerde (Hac, Panayır v.s. Gibi Toplantılarda) Kendisini Kabilelere Arzetmesi 46

Peygamberliğinin Onbirincı Yılında Rasulullah'ın Ensarla Arasında Geçenler. 47

Rasulullahın Miracı (Göğe Çıkması) 48

Peygamberliğinin (Nübüvvetin) Onüçüncü Yılında Rasulullahın Ensar'la İkinci Akabe'de Buluşması 53

Kureyşlilerin Ensarev Yaptıklarını Öğrenmeleri Ve Bu Konuda Ne Yapacaklarını Görüşmeleri 56

 

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

RASULULLAH’IN PEYGAMBER OLUŞU

 

Görülmeyen Kimselerin Çıkardıkları Sesler

 

174) En-Nadr İbn Sufyan el-Huzelî babasının şöyle dediğini riva­yet etmiştir:

Şam'a gitmek üzere yola çıktık. Geceleyin Ez-Zerka'yla Maân a-rasında, mola verdiğimiz esnada, ansızın (gökle yer arasındaki) bir sü­vari: Ey uyuyanlar! Acele edin. Şimdi uyuma vakti değil, Ahmed çıktı. Cinleri tamamen kovdu, dedi.

Biz, bir arkadaş grubu olarak, korktuk. Hepsi de bunu duymuştu. Bizler ailelerimizin yanma döndük. Onlar da bize Mekke'de Kureyş'le, adı Ahmed olan, Abdulmuttalib oğullarından çıkan bir peygamber ara­sında çıkan anlaşmazlıktan bahsediyordu.

175) Muhammed İbn Ka'b el-Kurazî şunu anlattı:

Ömer Ibnu'l-Hattab, mescidde otururken, birisi onun yanından mescidin gerisine gitti. Bir adam:

- Müminlerin emiri! Geçeni tanıyor musun? dedi. Ömer:

- Kim o? dedi. (O adam şöyle dedi:)

- (Bu), Sevad îbn Kârib'tir. Şeref ve mevkisi olan Yemenli birisidir. Peygamberin ortaya çıkışım haber vermek üzere kendisine cin gelen kimsedir. Ömer:

- Onu bana getir, dedi. Onu çağırdı ve: Sen Sevad îbn Kârib misin? dedi.

- Evet diye cevap verdi. Ömer:

- Sen, cinin sana, Rasûlüllah'm ortaya çıkacağı haberini getirdiği kimse misin? dedi. Sevad:

- Evet, dedi. Ömer:

- Sen, hâlâ kahin misin? dedi. Sevad çok kızdı ve:

- Müminlerin emiri! Müslüman olduğumdan beri hiç kimse beni kahin olarak görmedi, dedi. Ömer:

- Subhanellah! Vallahi, bizim daha önce şirk üzerinde olmamız se­nin daha Önce kahin olmandan daha büyüktür. Sen bana cinin Peygam-ber'in (s.a.v.) zuhur edeceği haberini getirip getirmediğini söyle, dedi. Sevad:

- Müminlerin emîri! Cin bana o haberi getirdi. Bir gece uyurken, ansızın birisi bana gelip ayağıyla vurdu ve şöyle dedi:

Kalk! Sevad îbn Kârib! Düşün ve anla! Eğer düşünüyorsan! Luey îbn Galib'in soyundan Allah'a ve ona ibadet etmeğe davet eden bir pey­gamber gönderilmiştir. Sonra şu şiiri söylemeğe başladı:

Cinlerin haber araştırmalarına ve develere palan vurmalarına şaştım.

Onlar doğruyu aramak üzere hızlı Mekke'ye giderler. Cinlerin i-yileri kötüleri gibi değildir.

Sen Haşim (oğullarının) iyisine git gözlerinle başına kadar yük­sel.

Onun söylediklerine aldırmayıp: Bırak da uyuyayım. Akşama ka­dar uykusuz bir halde dolaştım.

ikinci gün yine gelip ayağıyla bana vurduktan sonra: Ey Sevad îbn Kârib! Ben sana, kalk! Düşün ve anla! Eğer düşünüyorsan! Luey îbn Galib'in soyundan Allah'a ve ona ibadete çağıran bir peygamber gönde­rilmiştir, dedi. Sonra cin şu şiiri söylemeğe başladı:

Cinlerin araştırıcılıklarına ve develere palan vurmalarına şaştım. Onlar doğruyu aramak üzere hızla Mekke'ye giderler. Cinlerin doğru o-lanları yalancıları gibi değildir. Sen, Haşim oğullarının hayırlısına git. Onların öncekileri sonrakileri gibi değildir.

Söylediklerine hiç aldırmadan: Bırak da uyuyayım, gündüz, akşa­ma kadar uykusuz bir halde dolaştım.

Üçüncü gece, yine gelip ayağıyla bana vurduktan sonra: Ey Sevad îbn Kârib! Ben sana demedim mi? Kalk, düşün ve anla! Eğer düşünü-vorsan! Luev İbn Galib'in soyundan, Allah'a ve ona ibadete çağıran bir peygamber gönderildi, dedi ve cin şu şiiri söylemeğe başladı:

Cinlerin haberlerine ve develere palan vurmalarına şaştım.

Onlar, doğruyu aramak üzere hızla Mekke'ye giderler. Cinlerin i-nananları kâfirleri gibi değildir.

Hâşim oğullarının, tepeleriyle taşları arasında olan hayırlı kişiye git:

Kalbime İslâmm sevgisi düştü ve onu arzu ettim. Sabah olunca yolculuk için hazırlık yaptım ve Mekke'ye gitmek üzere yola düştüm.

Daha yoldayken, bana Peygamber'in (s.a.v.) Medine'ye hicret ettiği haber verildi.

Medine'ye geldim. Peygamber'in nerede olduğunu sordum. Bana, mescidde olduğunu söylediler. Mescide vardım. Devemi bağladım. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) etrafının cemaatla sarılmış olduğunu gördüm ve: Sen, benim söyleyeceklerimi dinler misin? ey Allah'ın elçisi! dedim. Ebu Bekr'e:

- "Onu yaklaştır, yaklaştır" dedi. Tam önüne gelip:

- Konuşmamı dinle, ya Rasûlellah! dedim. O:

- Gel. Sana cin gelme meselesini bana da anlat, dedi. Ben de şu şiiri söyledim:

- Bana, biraz yatıp uyuduktan sonra bir cin geldi. Başımdan geçenleri anlatırken yalan söylemiyordum.

Üç gece, hep o konuşup durdu. Sana Luey İbn Galib (soyundan) bir elçi geldi.

Paçaları sıvayıp hemen işe giriştim. Güçlü deve, beni çöllerde do­laştırdı.

Allah'tan başka Rab olmadığına ve senin her gaib hakkında güve­nilen birisi olduğuna şehadet ederim.

Yine senin gönderilenler arasında Allah'a yakın vasıta olduğuna şehadet ederim. Ey en kerîmlerin ve en iyilerin oğlu!

Ey en hayırlı Peygamber! Sana geleni bize emret. Gelenler saçların beyazlığından bahsetse bile. Sevad İbn Karib'e senden başka, fayda ve­recek şefaatçinin bulunmadığı günde bana şefaatçi ol.

Rasûlüllah (s.a.v.) ve ashabı benim müslüman oluşuma çok sevin­diler. Onların sevinçleri yüzlerinden okunuyordu.

Ömer atlayıp yanıma geldi ve:

-  Ben senden bunu dinlemek istiyordum. (Senin cinin, bugün de gelecek mi?) dedi. O:

- Kur'an okuduğumdan beri hiç gelmedi, Çin'in yerine Allah'ın ki­tabı ne iyi bedeldir, dedi. (135),

176) Oabir şöyle anlattı:

Medine'ye gelen ilk haber şudur; Bir kadının kuş suretinde cinden bir tabisi vardı, O, duvarın üzerine düştü, Kadın: Niçin gelmedin? Sen bize haber veriyordun, biz de aana haber veriyorduk, dedi. Cin; Bize şimdiki yaptıklarımızı meneden ve zinayı haram kılan kimse çıkmış, dedi,

177) Ali îbn Huseyn anlattı;

Neccar oğullan kabilesinden, Fatıma Bintu'n-Nu'man adlı bir ka-dmm, cinden bir tabii vardı.

Cin daha önce o kadına gelirdi. Peygamber (s.a.v.) hicret ettiğinde, duvarın üzerine düştü, Kadın: Ne oldu? Daha önceki gibi niye gelmedin? dedi.

Cin; Zina ve şarabı yasak eden geldi, diye cevap verdi.

178) Ebu Hureyre şunu rivayet etti;

Hureym tbn Fatik, Ömer Îbnu'l-Hattab'a: Nasıl müslüman oldu­ğumu sana anlatayım mı? dedi.

Ben, bazı develerimi ararken, ansızın buluttan gök gürlemesi sesi duyulması ve şimşek çakmasıyla birlikte gecenin karanlığına burun­dum. Avazımın çıktığı kadar şöyle bağırdım;

- Bu vadinin sefihlerinden, azizine sığınıyorum. Birden bire, görünmeyen birisi bana şöyle seslendi:

- Ey genç! Celal, şeref, iyilik ve lütuf sahibi olan Allah'a sığın! En-fal'dan bazı ayetleri oku. Bir Allah'a inan, övünme. Ben de şöyle söyle­dim;

- Ey seslenen! Söylediğin şey, sana göre, doğru olan yoksa saptırıcı birşey midir? Bize, Senin gittiğin yolun hangisi olduğunu açıkla.

O ses, şöyle dedi;

- Bu, hayırlar sahibi Allah'ın Rasûlü'dür. O, cennetlere ve kurtu­luşa davet ediyor. O, oruç ve namazı emrediyor ve insanları kötü şey­lerden çekip çıkarıyor.

179) Abdullah el-Umanî şöyle anlatmıştır;

Aramızda Mazin tbnu'l-Gadûbe adlı bir adam vardı, (Uman'ın se­maya adlı köyünde) bir puta hizmet ediyordu. Bazı kabileler de ona saygı gösteriyorlardı. Bir gün putun yanında, kurban olarak bir koyun kestik, Arkasından puttan bir ses duydum. Şöyle diyordu:

Mazin! Dinle de sevmesin. Hayır ortaya çıktı, Şer de gizlendi. Mu-dar'dan bir peygamber (Allah'ın en büyük diniyle) gönderildi. Taştan yontulan şeyi bırak ki, cehennemin ateşinden kurtulasm.

Bundan çok korktum. Birkaç gün sonra bir koyun daha kestik. Bu defa da puttan gelen şu sözleri işittim. Bana gel, bana gel de, bilmediğin şeyleri duy, Bu, bir peygamberdir. İndirilen hakkı getirmiştir. Yakıtı taşlar olan yakıcı ateşin sıcaklığından kurtulman için ona inan.

Kendi kendime; Bu, çok tuhaf ve benim için bir iyilik kastediliyor, dedim. Yanımıza Hicazh birisi geldi. Ona:

- Oralarda ne var ne yok? dedim. O:

- Muhammed adlı birisi çıktı. Yanma gelene: "Allah'a davet eden kimseye icabet edin" diyor, dedi. Ben:

- İşte bu duyduğum şeyin haberi, dedim.

Puta koşup kırdım. Hayvanıma bindim, Nihayet Rasûlüllah'a (s.a.v.) geldim. Bana İslâm'ı açıkladı ve ben de müslüman oldum. [1]

180) Has'amh birisi anlattı: Araplar putları aralarında hakem ya­parlardı. Biz, bir gece bir putun yanmdaydık. Aramızda anlaşamadığı­mız bir mesele hakkında o puta başvurmuştuk. Ansızın birisi şöyle seslendi:

Ey beden sahibi insanlar! Hüküm vermesi için putlara baş vuranlar! Hayallerinizi darmadağın edenle aranız nasıl? Bu, yaratıkların efendisi olan peygamberdir. O, hüküm vermede hakimlerden daha adildir. O, nurdan ve islâm'dan bahseder. İnsanları günahlardan çekip çıkarır. O, haram olan beldede ortaya çıkar.

Ondan korkup yanından ayrıldık. Bu şiir söz haline geldi. Nihayet, bize Peygamber'in (s.a.v.) Mekke'den çıkıp Medine'ye geldiği haberi u-laştı. Bunun üzerine ben de gelip müslüman oldum.

181) Temim ed-Darî anlatmaktadır:

Rasûlüllah (s.a.v.) gönderildiğinde, ben Şam'daydım. Bir ihtiyacı­mı teinin etmek için yola çıktım. Yolda gece oldu. Kendi kendime: gece­leyin, bu vadide büyük bir himayedeyim, dedim.

Yatağıma girer girmez, kendisini görmediğim birisi bana şöyle seslendi: Allah'a sığın! Cinler, Allah'ın himayesinde olan birisim himaye edemez. Allah'ın Rasûlü Emin elçi çıkmıştır. Biz Hacun'da onun arka­sında namaz kıldık, müslüman olduk ve ona tabi olduk. Artık cinlerin tuzak ve hileljeri gitti. Onlara yakıcı taşlar atıldı. Sen, alemlerin Rabbi-nin elçisi Muhammed'e git ve müslüman ol.

Sabah olunca, Eyyub manastırına gittim. Bir rahibi sordum: Ona başımdan geçenleri anlattım. Rahip: Onlar seni tasdik ettiler. O, Ha-rem'den çıkacak ve peygamberlerin en hayırlısıdır. Onun önüne kimse geçemez, dedi.

Yolda bir takım zorluklara katlanarak Rasûlüllah'a (s.a.v.) geldim. [2]

182) Huveylid ed-Damrî'den şöyle rivayet edilmiştir:

Bir putun yanında oturuyorduk. Ansızın putun içinde birinin şöyle haykırdığını duyduk: Vahye kulak hırsızlığı yapmak kalktı. Mekke'nin peygamber'i sebebiyle ateşten taşlar atılmıştır. O peygamber'in adı Ah-med'dir. Hicret edeceği yer Yesrib'tir. O, namazı, orucu, iyiliği ve akra­balara ilgi göstermeyi emreder.

Hemen putun yanından kalktık. Sorduk, soruşturduk. Bize: Adı Ahmed olan Mekke'deki peygamber çıktı diye cevap verdiler.

183) Cubeyr İbn Mut'im'den rivayet edilmiştir:

Rasûlüllah (s.a.v.) Peygamber olarak gönderilmeden bir ay önce Buvane'de bir putun yanında oturuyorduk. Bir deve kestik. Birden bire, putun içinden birisi şöyle haykırmağa başladı: Şu garip şeyleri dinleyin: Vahye kulak hırsızlığı yapmak gitti. Adı Ahmed olan Mekke'deki bir peygamber için ateşten taşlar atıldı. O, peygamber Yesrib'e hicret ede­cek. Biz merakla bekledik. Nihayet Rasûlüllah (s.a.v.) çıktı.

184) El-Abbas ibn Mirdas anlattı:

Babam ölüm döşeğindeyken bana "Damar" adlı bir putu saklama­mı vasiyet etti. Onu bir eve getirip koydum. Her gün bir defa ona gelip ziyaret/e diyordum.

Peygamber (s.a.v.) çıkınca, gece yarısı beni korkutan bir ses duy­dum. Yardım dilemek üzere "Damar"a koştum. Birden bire onun içinden birisinin şöyle seslendiğini duydum:

Suleym kabilesinin tamamına söyle: İnsanlar helak oldu. Camide-kiler sağ kaldı.

Damarda helak oldu. Bir zamanlar Peygamber Muhammed'e kitap gelmeden önce ona ibadet ediliyordu.

Meryem'in oğlundan sonra, peygamberlik ve hidayet kendisine geçen kişi hidayettedir.

Bunu halktan sakladım. İnsanlar Ahzab'tan (Hendek savaşından) dönünce rüyamda şunları söyleyen bir ses duydum: Salı günü düşen nur, kulağı yarık devenin sahibiyle birliktedir.

Bunun üzerine Rasûlüllah'a (s.a.v.) gittim ve müslüman oldum. [3]

185) Raşid İbn Abdi Rabbih'ten rivayet edilmiştir:

Suva' denilen put Muallat'taydı. Huzeyl'lilerle, Suleym kabilesine bağlı Zufer oğullan ona taparlardı.

Zufer oğulları, Raşid îbn Abdi Rabbih'i Suleymlilerin hediyesini götürmesi için Suva'a gönderdiler.

Raşid anlatır: Onu getirip sabahleyin Suva'dan önce bir putun ö-nüne attım. Ansızın putun içinden birisi şöyle haykırdı: Abdulmutta-lib'in soyundan bir peygamber çıkmasına büyük hayret! O, zinayı, ribayı (faizi) ve putlara kurban kesmeyi haram ediyor. Sema beklenip korun­maya başladı. Bize ateşler atıldı.

Daha sonra başka bir putun içinden şu sesler geldi: Önceleri ken­disine tapılan Damar putu terkedildi. Artık peygamber Muhammed çıktı. O, namaz kılan, zekâtı, orucu, iyilik etmeyi ve akrabaları gözet­meyi emreden bir peygamberdir.

Daha başka bir putun içinden şu sözler geldi:

Meryem'in oğlundan sonra:

Peygamberlik ve hidayet kendisine geçen Kureyşli hidayettedir.

O, geçmiştekiler! ve yarın olacakları haber veren peygamberdir.

Sabahleyin, Suva1 putunun çevresindeki şeyleri yalayan ve hediye edilenleri yiyen ve sonra işemek üzere putun üzerine çıkan iki tilki gör­düm. Bunun üzerine şu şiiri söyledim:

Tepesine tilkilerin işediği şey Rab olur mu?

Tilkilerin üzerine işediği kimse zelil ve aşağılıktır.

İşte o sıralarda Rasûlüllah (s.a.v.) peygamberliğini ilân etmişti. [4]

 

Vahşi Hayvanların Rasulullah’ın Peygamberliğini Bildirmeleri

 

186) Ibu Amr el=Hu&eli anlatmaktadır:

Kabileme mensup bazı kimselerle birlikte, Suva' adlı bir puta gel­dik. Ona sunmak ugere kurbanlıklar da getirmiştik.

En enee, puta, semiz bir ineği yaklaştırıp onun üzerinde boğazla* dım, Futun İçinden bir ses duyduk. Şöyle diyordu: Ayak takımı arağında bir peygamberin çıkması ne tuhaf. O* ginayı ve putlara kurban kesmeyi haram kılar» Artık gök beklenir oldu ve bize alevler atıldı.

Biz dağılıp Mekke'ye geldik, Sorup soruşturduk. Bize Muham-med'in peygamber olarak çıktığım haber veren birisini bulamadık. Ni­hayet Ibu Bekir es-Sıddik ile karşılaştık, Ben:

Ebu Bekri Mekke'de, Ahmed isimli» Allah Teâlâ'ya ibadete davet eden birisi çıktı mı? dedim. Ebu Bekr:

• Ne var? Ne oluyor? dedi. Ö'na olanları anlattım,

Ebu Bekr: Evet çıktı. O, Allah'ın elçisidir, dedi,

Daha sonra bizi İslâm'a davet etti. Biz:

- Kavmimizin yapacağı şeyi bekleyeceğiz, dedik.

Keşke o gün muslüman olsaydık. Daha sonra muslüman olduk.

187) Müeahîd anlatmıştır: Cahüiye devrini gören îbn Anbes adlı bir ihtiyar Rod^s savaşı sırasında bana şunları anlattı:

Bizim aileye ait bir ineği sürerek götürüyordum, Onun içinden şöyle bir ses işittim: Ey AM Zureyh! Bir adam şöyle açık bir sözü haykı» rıyor; Lâ ilahe illallah,

Mekke'ye geldik, Peygamber'in (s.a.v.) Mekke'de çıkmış olduğunu öğrendik.

188) Ebu Hureyre anlâtmıştır:

Bir kurt» Ur sürünün çobanına geldi ve sürüden bir koyun aldı, Çoban onun peşine dupup koyunu geri aldı. Kurt bir tepenin üzerine çıktı, Çömelip ağamı açtı ve şunları söyledi; Ben, Allah'ın bana verdiği ruak için geldim, Ama sen enu benden aldın.

Çoban: Vallahi şimdiye kadar konuşan bir kurt görmemiştim» dedi.

Kurt da şöyle dedi: Bundan daha aaayibi iki siyah taşlı yer ara= Binda bulunan hurma bahçelerindeki bir adam size geçmişte olanlardan ve sizden sonra olacaklardan haber veriyor.

Adam yahudiydi. Peygamber'e (s.a.v.) gelip başından geçenleri anlattı. Peygamber (s,a<v.) onu tasdik etti ve şöyle dedi:

"Bu, kıyamet alametlerinden biridir. Adam çıkmak üzereyken, a= yakkabıları ve kırbacı ailesinin kendisinden gonra ne yatıklarını anlattı. [5]

 

Râsûlüllâh'îk Peygamber Olmadan Önce Gördüğü Peygamberlik Alâmetleri

 

189) İbn Âbbâs şöyle der;

Peygamber (s,a.v.) Mekke'de enbeş yıl kaldı, Bunun yedi yılında ışık ve nur görüp §e§ işitti. Sekiz yıl da kendisine vahiy geldi.

190) Hz, Aişe anlatmıştın

tasûlüllah'â (s.a,v.) vahyiö başlanjpeı; uykuda sadık rüyaydı, O, hiçbir rüya görmeydi ki, sabahın aydınlığı gibi âçıkea çıkmasın. Daha sonra kendisine halvet (yalnızlık) sevdirildi, Hıra'ya gider, orada ibadet ederdi, Nihayet kendisine hakkın emri ve melek gelineeye kadar bu böyle devam etti,

191) Ebu Meysere'den rivayet edilmiştir;

Peygamber (s.a>v.) dışarı çıkfağında, birisinin kendisine! Ey Muhammed! diye seslendiğini duydu. Bunun üzerine koşa koşa Hadîde'ye geldi. Durumu Hadîee'ye anlatıp şöyle dediı

-- "Hadîee! Aklıma birleyin karışmış olmasından korktum. Ben dı­şarı çıkınca, seslenen birşey duduyorum ama hiçbir şey göremiyorum, Bunun üaerine hemen koşa koşa oradan ayrıhyerum,'1 Hadîee;

= Allahs katiyen sana böyle birşey (kötü birşey) yapmam dedi.

Hadîce bunu ğMiee Ebu Bekr'e anlattı. Çünkü Ibu lekr Oahiliye devrinde Ha. Peygamberin arkadaşıydı. Ebu Bekr onun elinden tutup i Haydi Varaka'ya gidelim, dedi, Peygamber (s.a.v.)i Ne ölüyor? Ne var? dedi. Ebu Bekr, Hadîee'niö anlattıklarım ena anlattı. Varaka'ya geldi. Ona da anlattı, Varaka ona!

* Birşey görüyor musun? dîye sordu. Peygamber (s.a.v.);

- "Hayır. Ancak yahuz kaldığımda seşlenüdiğini duyuyorum, Hiç= bir şey göremiyorum, Hemen oradan ayrılıyorum, Bîr de bakıyorum, yine yanımda sesleniyor" dedL Varaka:

= Öyle yapma. Sesi duyunda sana söyleyeeeği şeyi dialeyincey© ka= dar orada kal, dedi,

Yine yalfiia kalınaa:

- Ey Muhammed! denildiğini duydu, Peygamber (s.a.v.)i

- "RuVîır"

- "Eşhedu enlâ ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden Abduhu ve Rasûluh" de. "El-hamdu lillahi Rabbil-âlemin" de, dedi ve Fatihayı sonuna kadar söyletti.

Daha sonra Rasûlüllah (s.a.v.), Varaka1 ya geldi. Bunu ona anlattı. Varaka:

-  Müjde! müjde! müjde! Senin Ahmed olduğuna şehadet ederim. Yine  senin,  Muhammed olduğuna şehadet ederim.  Senin,  Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet ederim. Sana savaşma emrinin verilmesi çok yakındır. Eğer, ben sağken sana savaşma emri verilirse, seninle birlikte mutlaka savaşırım.

Varaka öldükten sonra Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Kass'i (Varaka'yı) üzerinde yeşil elbiseler olduğu halde cennette gördüm." [6]

 

Taş Ve Ağaçların Rasûlüllah'a Selâm Vermeleri

 

192) Cabir İbn Semure'den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

Pev ,amberlik gelmeden önce bana selâm veren Mekke'deki taşı şimdi çok iyi hatırlıyorum."[7]

193) Ali İbn Ebî Talib anlattı:

Mekke'de Peygamberle (s.a.v.) birlikteydim. Mekke'nin dışına, dağlar ve ağaçlar arasında dolaşmak için bazı yerlere gittik. O, bir ağaç ve taşa rastladın da onlar: "Es-Selâmu aleyke ya Rasûlellah!" demesin­ler. [8]

194) Cabir İbn Semare'den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah'ın şöyle dediğini duydum:

"Peygamber olarak gönderildiğim geceler gelince, hangi ağaç ve taşa uğraşanı, bana: Es-Selâmu aleyke ya Rasûlellah! diyorlardı. [9]

195) Berre şunu anlattı:

Allah Teâlâ, Muhanımed'e peygamberlik verince, o, ihtiyacı için, hiçbir evi görmeyeceği, dere ve vadilere ulaşıncaya kadar en uzak yerlere giderdi. Rasladığı her taş ve ağaç ona: Es-Selâmu aleyke ya Rasûlellah! diyordu. O, sağına, soluna ve arkasına döner ama hiç kimseyi göremezdi. [10]

 

Vahyin Başlangıcı

 

196) Hz. Aişe şöyle demiştir: Hz. Peygamber'e (s.a.v.) vahiy, uyku­da sadık rüyayla başlamıştır. O, hiçbir rüya görmezdi ki, sabahın ay­dınlığı gibi açıkça çıkmasın. Sonra ona yalnızlık sevdirildi. Hıra mağarasına gelir, orada sayısı belli günlerin gecelerinde ibadetle meşgul olurdu. Oraya giderken azığını da yanında götürürdü. Azığı tükenince Hadîce'nin yanma döner, bir o kadar zaman için daha azık alır giderdi.

Nihayet Hakkın emri ona mağaradayken geldi. Rasûlüllah (s.a.v.) kendisi anlatır: Melek mağaranın içinde onun yanma gelip:

- Oku, dedi.

- "Ben okuma bilmem" dedim.

Beni tutup takatim kesilinceye kadar sıktı, sonra serbest bıraktı ve tekrar:

- Oku, dedi. Ben de:

- Ben okuma bilmem, dedim.

Beni, ikinci defa tutup takatim kesilinceye kadar sıktı, sonra da beni serbest bıraktı ve:

- Oku, dedi. Ben de:

- Ben okuma bilmem, dedim.

Beni tutup üçüncü defa takatim kesilinceye kadar sıktı, sonra ser­best bırakıp:

- Yaratan Rabbinin adiyle oku! diye başlayarak, Alak suresinin başındaki beş ayeti okudu.

Rasûlüllah (s.a.v.) titreyerek Hadîce'nin yanma geldi ve:

- "Beni sarıp örtün. Beni sarıp örtün" dedi.

Korkusu gidinceye kadar onu sarıp örttüler. Daha sonra: "Hadice! Bana ne oluyor?" deyip, başından geçenleri ona anlattı ve şunu ilâve etti: "Kendim hakkında korktum" dedi.

Hadice, Rasûlüllah'a (s.a.v.):

-  "Bu, senin için olamaz. Vallahi, Allah seni asla utandırmaz. Çünkü sen akrabayı gözetirsin, Doğruyu konuşursun. Zayıf ve acizlerin işlerini yüklenirsin. Misafiri ağırlarsın ve hak yolunda karşılaştıkları musibetler anında insanlara yardım edersin, dedi.

Daha sonra Hadice onu, amcasının oğlu Varaka İbn Nevfel'e gö­türdü. Varaka, cahiliye devrinde hıristiyanhğa girmiş ve arapça yazı yazabilirdi. Çok yaşlanmış ve gökleri kör olmuştu Hadiee Varâka'ya; = Amca oğlu! Kardeşinin oğlu ne söylüyor, dinle, dedi. Varaka; = Kardeşim! Ne görüyorsun^ diye sordu,

Rayûlüllah (g.a.v.) olanları ona anlattı, Varaka; Bu, Musa'ya (a. indirilen Namustur. Keşke, e «aman genç olsaydım, Keşke, geni dundan çıkardıklarında sağ olsaydım, dedi.

Rasûlüllalı(s.a.v.):

- "Onlar, beni çıkaracaklar mı?" dedi, Varaka:

= Evet, Senin gibi, birşey getirmiş bir kimse yoktur ki, düşmanlığa ve işkenceye uğramasın, Eğer, genin davet günlerine yetişirsem, sana, çok yardım ederini;

Çok geçmeden Varaka vefat etti.

Vahiy bir sûre kesildi. Rasûlüllah (ö.a.v.) buna çok üzüldü, Öyle ki, bir kaç defa, dağların tepesinden kendini atmaya gitti»

Peygamber her defa kendini atmak için bir dağ tepesine geldiğin­de, Cebrail O'na görünüp;

- Muhattımed! Sen gerçekten Allah'ın Rasûlüsünî diyordu. Böylece, onun içi rahatlıyor ve geri dönüyordu.

Vahiy uzun süre gelmeyince, yine aynısı oldu. O, bir dağın tanı zirvesindeyken5 Cebrail ona tekrar görünüp aynı sözü söyledi: [11]

197) Cabir îbn Abdillah anlatmıştır*

Rasûlullah'ın (s.a.v.) fetret-i vahiyden (vahyin kesilmesinden) bahsederken şöyle dediğini duydum:

Ben bir gün yürürken birdenbire gökyüzünden bir ses işittim, Ba= şınu kaldırdim. Bir de ne göreyim Hira'da bana gelen melek gökle yer arasındaki bir kürsî üzerine oturmuş halde. Korkumdan olduğum yere çöktüm, Daha sonra dönüp: Beni örtün, dedim. Beni örttüler. Bunun ü= gerine Allah Teâlâ; "Ey örtüye bürünen...11 ayetlerini indirdi. [12]

198) Hz. Aişe (r.a.) şöyle anlatmıştır; Hadiee Varaka'ya, kendisine Cebrail'in zikredildiğim söyleyince: Sebbuh Sebbuh! Putlara tapılan bü yerde Cebrail zikredileniez. Cebrail Allah'ın kendisiyle peygamberleri arasındaki emmidir. Onu, Cebrail'i gördüğü yere götür. Cebrail ona ge­lince, başını aç. Eğer o, Allah tarafmdansa, Muhammet! onu göremez Haâiee kendisi anlatır; Ben başımı açınca» Cebrail kayboldu ve Pey-ganıber (g.a.v.) onu göremedi, Hadice dönüp bunu Varaka'ya haber ver­di. Bunun ürerine Varaka1 Öna gelen Namusu ekber'dir. israil oğulları §au çoeuklawna aııeak para karşılığında öğretirler;

Daha sonra Varaka, daveti beklemeye başladı. [13]

199) Hadice şöyle anlatmıştır; Hadiee, Rasûlullah'a (g.a.v.):

= Amcanını oğlu! Şu, saha geleni (meleği) geldiği gaman, bana ha= ber"verebilir misin? dedi. Peygamber (s,a.v.)s

- "Evet11 dedi. Hadiee:

<■ öyleyse bana haber ver, dedi. Hadice kendisi anlatmaktadır; Bir gün ben önün yanmdayken Cebrail geldi. Peygamber:

* Hadice t Şu bana gelen (melek) şimdi yine geldi. Ben;

- Kalkj dizimin üzerine otur, dedim.

Rasûluİlah (S.a.v,) dizimin üzerine oturdu. Ben: Onü gorüynrmu= sun? dedim. Rasûluİlah fs.a.v.);

- "Evet" dedi. Beni •

= Kalk, sol dizimin üzerine ötür, dedim. O da sol dizimin üzerine oturdu. "Şimdi görüyor musun?" dedim,

• "Evet" diye cevap verdi. Başörtümü çıkardım ve;

- Onu görüyor musun? dedim. Peygamber (s.a.v.): = "Hayırj göremiyorum" diye cevap verdi. Ben de:

- Vallahi, bu, yüee bir melektir. Şeytan değildir. [14]

200) Hz. Aişe anlatmıştır:

Ragûlullah (s.a.v.), Hıra'da bir ay itikâfa çekilme adağında bulun= muştu. Bu, Ramazan ayına tesadüf etm.is.ti Peygamber (s.a.v.) bir geee çıktı ve: Es-Selamu aleyke sözünü duydu. Rasûluİlah (s.a.v.) bu konuda şöyle der:

"Birden bire> bunun ein olduğunu zannettim. Hızla gelip Hadi= ce'nin yanına girdim. Hadice beni bir örtüyle örttükten sonra; Neyin var? diye- sordu- Ona, olanları anlattım. Hadıde de: Müjdeler olsun, çünkü selâm hayır demektir, dedi,

Daha sonra tekrar çıktım. Cebrail'in güneşin üzerinde durduğunu gördüm. Bir kanadı doğuda, bir kanadı da batıdaydı. Ondan korkup he­men geldim. Bir de baktım ki o, kapıyla benim aramda. Benimle konu­şunca, ona alıştım. Daha sonra bana, buluşmak için bir saat verdi. Ka­rarlaştırılan saatte ben geldim. O gecikince dönmeyi düşündüm. Ben o haldeyken Mîkaîl ufku kapattı. Cebrail indi. Beni ensemin üzerine (sırt üstü) yatırdı. Kalbimin üstüne gelen yeri yardı ve kalbimi çıkardı. Kal­bimden çıkarmak istediğini çıkardı. Onu, altın bir leğenin içinde, zem­zem suyuyla yıkadı. Sonra onu yerine koydu. Yaranın yerini sarıp bağladı. Bundan sonra sırtıma mühür vurdu. Rabbinin adiyle oku, dedi. Karşılaştığım bütün taş ve ağaçlar bana: Es-Selamu aleyke ya Rasû-lellah! demeğe başladılar. Nihayet Hadice'nin yanma geldim. O da: Es-Selâmu aleyke ya Rasûlellah! dedi" [15]

201) Ubeyd'den rivayet edilmiştir:

Cebrail gelinceye kadar, Allah'ın, Rasûlüne (s.a.v.) Peygamberliği göndermesinin başlangıcı nasıl oldu?

Ubeyd şöyle cevap verdi: Rasûlullah (s.a.v.) her yıl, bir ay Hıra'da itikafa girerdi. Bu, Cahiliye devrinde Kureyş'in tahannüs ettiği (ibadet ettiği) şeylerdendi.

Rasûlullah (s.a.v.), her yılın bir ayında itikâfa girer, yanına gelen yoksulları doyururdu. Rasûlullah (s.a.v.), o aydaki itikaftan çıkınca ilk yaptığı şey, evine girmeden önce Kabe'ye gidip onu, yedi defa veya ya­pabildiği kadar tavaf etmek ve evine dönmekti. Öyleki Allah'ın Pey­gamberlik vermeyi dilediği ay -ki o ay Ramazan ayıydı- ve onu Peygam­ber olarak gönderdiği sene gelince, ailesiyle birlikte, itikâfa gittiği gibi Hira'ya gitti. Yine Allah'ın peygamberlik vereceği gece olunca da, Allah tarafından ona Cebrail geldi.

İbni îshak şöyle rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Cebrail, ben uyurken içinde bir kitap bulunan bir bohçayla, bana gelip: Oku dedi. Ben: Neyi okuyayım? dedim. Beni sıktı öyle ki öleceğimi zannettim. Bunu (oku sözünü) üç defa söyledikten sonra beni serbest bıraktı. Yine: Oku, dedi. Ben de: Neyi okuyayım? dedim. Bunu sadece, onun tekrar sıkmasından kurtulmak için söylüyordum. O da: "Yaratan Rabbinin adiyle oku" dedi  [16]

202) İbnu'1-Bera şöyle anlattı:

Allah Teâlâ Muhammed'e kırk yaşındayken Peygamberlik verdi. Cebrail ona, cumartesi ve pazar günü geldi. Ramazan'ın onyedisinde pazartesi günü, Hıra mağarasında ona Peygamberlik geldi. Bu, Kur'-an'ın indiği ilk yerdir. Alak suresinin şu ayetleri orada inmişti: "Yaratan Rabbinin adiyle oku. O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku ve öğren! insana bilmediklerini Öğreten ve kalemle yazdıran Rabbîn ekremdir (en cömerttir). Daha sonra Cebrail, yeri ökçesiyle eşti. Oradan bir su kay­nadı. Rasûlullah'a (s.a.v.) abdest almayı ve iki rekat namaz kılmayı öğ­retti. [17]

 

Cebrail'in Rasûlullahâabdest Ve Namazı Öğretmesi

 

203) Usame İbn Zeyd anlatmaktadır: Cebrail ilk vahyi getirdiğin­de, Rasûlullah'a abdest ve namazı da öğretti. Abdesti bitirince, bir avuç su alıp onu edep yerine serpti. [18]

Ben de şöyle derim: Bu hadiste namaz'ın nasıl kılındığı zikredil-memiştir. İbnul-Bera'mn "iki rekat" dediğini belirtmiştik.

204) Mukatil İbn Süleyman anlatmıştır: Allah İslâm'ın başında müslümanlara sabahleyin iki rekat, akşamleyin de iki rekat namaz kıl­mayı farz kılmıştı. Daha sonra, Miraç gecesinde beş vakit namazı farz kıldı.

Bir hadiste: Rasûlullah'ın (s.a.v.), Peygamberliğinin başında gü­neşin zevali esnasında namaz kıldığı geçmektedir.

205) Tefsir alimleri şöyle demişlerdir: Müzzemnıil suresi Mekke'de nazil olmuştur. O sırada gece namazı kılmak ona farzdı. Rasûllah (s.a.v.) bazı müminlerle birlikte namaz kılıyordu. Bu, kendisine ve müminlere zor geldi. Böylece aşağıdaki ayetle ondan ve öbürlerinden kaldırıldı: "Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, (bazen) yarısını, (bazen de) üçte birini yatmadan (ibadetle) geçirdiğini ve beraberinde bulunan bir topluluğun da (böyle yaptığını) Rabbin elbette biliyor..." [19]

206) Ata İbn Yesar'la Mukatil îbn Süleyman Müzzemmil suresinin 20. ayetinin Medine'de nazil olduğunu söylemişlerdir. Birinci görüş daha doğrudur.

Bazıları şöyle demiştir. Onun hakkındaki gece namazı şu ayet-i kerimeyle neshedilmiştir: "Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mah­sus bir fazlalık olmak üzere namaz kıl" [20] Müminler hakkındaki de beş vakit namazla neshedildi.

Şöyle de denilmiştir: Ümmetten neshedildi. Onun üzerinde farz olarak kaldı.

Diğerlerine değil, sadece ona farz kılınmıştı, diyenler de vardır,

207)  îbn Abbas şöyle demiştir; Müzzemmil suresinin başıyla so­nunun inmesi arasında bir sene vardır, [21]

 

Rasûlullah'ın Peygamberliğinin Başlangıcında Hadîce Ve Ali'ye Namaz Kıldırması

 

208) İbn Afif el-Kindi, babasından o da dedesinden rivayet etmiş­tir;

Ben» tîceretle uğraşan birisiydim. Hac için Mekke'ye gittim. Mal satın almak için el-Abbas îbn Abdilmuttalib'in yanına geldim.

Vallahi, Mina'da el-Abbas'm yarımdayken, ona yakın bir çadırdan, güneşe bakarak bir kişi çıktı. Ona baktıktan sonra namaz kılmaya dur­du. Sonra o adamın çıktığı çadırdan bir kadın çıktı ve onun arkasında namaz kılmaya durdu. Daha sonra o çadırdan ergenlik çağına gelmiş bir genç çıktı ve oda öbür adamla birlikte namaz kılmağa başladı. El-Abbas'a:

- Abbas! Bu ne böyle? dedim,

- Bu, yeğenim Muhammed îbn Abdillah îbn Abdilmuttalib'tir, dedi. Ben:

- O kadın kim ya? dedim.

- Hanımı, Hadice Bint Huveylid'dir, dedi. Ben: - Peki, şu genç kim? dedim.

- Amcasının oğlu Ebu TaKb'in oğlu Ali'dir, dedi. Ben:

- Onun bu yaptığı şey nedir? dedim. El-Abbas:

-  Namaz kılıyor, Peygamber olduğunu söylüyor. Onun bu duru­muna, hamım ve amcasının oğlu o gençten başka hiç kimse uymadı. O, Kisra ve Kayser'in hazinelerinin fetih yoluyla kendisine verileceğini id­dia ediyor, dedi.

El-Eş'as İbnKays'm amcasının oğlu olan Afif şöyle derdi: Eğer Al­lah o gün bana îslâm'a girmeyi nasip etseydi, Ali îbn Ebi Talib'in ya­nında ikinci olurdum. Aslında Afîf, daha sonra îslâm'a girmiş ve çok iyi bir müslüman olmuştur.[22]

 

Rasûlullah’a Vahyin Geliş Tarzı

 

209) Ha. Ajşe.anlatmaktadır; El-Haris Jbn Hışam, Kasûlullah'a:

- EyAllah'ın elçisi! Sana, vahiy nasıl gelir? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) Şöyle cevap verdi:

-  "Vahiy bazan bana, çıngırak sesi gibi gelir, işte bu, vahyin bana en ağır gelenidir. Vahiy hali gidince, meleğin bana söylemiş olduklarını bellemiş olurum. Bazan da adam şeklinde bir melek gelir. Benimle ko­nuşur ve ben de onun söylediklerini bellerim."

Hz» Aişe şunu söylemiştir;

1 Rasûîullah'ı (s.a.v.) çok soğuk bir gtinde kendisine vahiy nazil o-lurken gördüm, (O kadar soğuk olduğu halde) ondan vahiy hali geçti­ğinde, alnından terler damlıyordu. [23]

210) Ya'la îbn Umeyye, Ömer Ibnu'l-Hattab'a: Allah'ın Peygambe­rini (s.a.v.), kendisine vahiy indirilirken bir görsem, derdi, Ci'rane'de Peygamber'e örtüden bîr gölgelik yapılmıştı. Ömer'in de aralarında bu­lunduğu bazı sahabiler Rasûlullah'ın yanındaydı. O sırada ona, üzerin­de, koku sürülmüş bir cübbe bulunan bir adam geldi ve; Ya Rasûlallah! Kokuya bul andıktan sonra bir cübbe içinde umreye niyet eden bir adam haklımda ne buyurursun? dedi.

Peygamber (s.a.v.) bir süre ona baktıktan sonra sustu ve ona vahiy geldi. Ömer, Ya'la'ya: Gel diye işaret etti.

Ya'la geldi ve onu Örtünün içine soktu. Bir de baktı ki, Peygam-ber'in (s.a.v.) yüzü kıpkırmızı olmuş ve horlama sesi çıkarıyor. Bir süre böyle kaldıktan sonra, açılıp kendine geldi ve:               ;

- "Biraz önce, bana umreyi soran kişi nerede?" dedi.

O zat arandı ve huzuruna getirildi. Rasulullah (s.a.v.) şöyle bu­yurdu.

-"Üzerindeki kokuyu üç defa yıka, cüppeyi de çıkar .Haccederken yaptıklarını umre ederken de yap." [24]

211) "Harice İbn Zeyd, Zeyd İbn Sabit'in şöyle dediğini rivayet et­miştir.

Birgün vahiy geldiği sırada Peygamberin (s.a.v.) yanında oturu­yordum. Rasûîullah'ı (s.a.v.) durgunluk bürüdü ve Rasûlullah'ın (s.a.v.) dizi dizimin üzerini düştü. Vallahi Rasulullah'm dizinden daha ağır bir şey görmemiştim.

Daha sonra Rasulullah eğildi ve: "Zeyd! yaz!"dedi. [25]

212) Zeyd İbn Sabit anlatmaktadır.

Rasulullah'a (s.a.v.) ağır bir sure nazil olduğunda onu bir ağırlık alırdı, eğer hafif bir sure nazil olursa, hafiflik hissederdi.

213) Zeyd İbn Sabit şunu da anlatmaktadır.

Rasulullah'a (s.a.v.) vahiy indiğinde, ağır bir sıkıntı hisseder, hava soğuk olsa bile, alnından inci taneleri gibi terler dökerdi.

214) Ömer İbnu'l-Hattab şöyle demektedir:

Rasulullah'a (s.a.v.) vahiy inerken, yüzünün etrafında arı vızıltısı­na benzeyen sesler duyulurdu. [26]

215) Abdullah İbn Ömer anlatır: Peygamber'e (s.a.v.):

- Ya Rasûlellah! Vahyin gelişini sezer misin? diye sordu. Peygam­ber (s.a.v.):

-  "Sesi duyar ve susarım. Bana hiçbir defa, (bu tarzda) vahyedil-memiştir ki, ruhum almıyor olduğunu sanmış bulunmayayım" buyurdu. [27]

216) Abdullah îbn Abbas anlatmıştır:

Rasulullah (s.a.v.), Mekke'de evinin avlusunda otururken, yanma Osman İbn Maz'un geldi. Dişleri gözükecek şekilde Rasûlullah'a (s.a.v.) güldü. Rasulullah (s.a.v.) ona:

- "Oturmaz mısın?" dedi. Osman:

- Tamam, oturayım, dedi.

Rasulullah (s.a.v.) onun karşısına oturdu. Onunla konuşurken, ansızın Rasulullah (s.a.v.) gözünü göğe dikip bir süre baktı. Bakışım bi­raz yere, sağa çevirdi. Rasulullah yönü sohbette bulunduğu Osman'dan gözünü eğdiği tarafa çevirdi. Sanki kendisine söyleneni anlıyorcasma başını sallıyordu. İbn Maz'un da bakıyordu.

İşini bitirince ve kendisine söyleneni anlayınca, Rasûlullah'ın (s.a.v.) gözü, daha önceki gibi göğe dikildi ve gökte kayboluncaya kadar gözü onu takip etti.

İlk geldiğinde oturduğu şekilde Osman'a yöneldi. Osman:

-  Muhammedi Seninle niye beraber oturuyorduk? Sana niye gel­miştim.  Senin, bu sabah ki gibi davrandığını hiç görmedim,  dedi. Rasûlullah (s.a.v.):

- "De ki, benim hangi hareketimi gördün?" dedi. Osman:

-  Senin, gözünü semaya dikip, sonra sağ tarafına baktığım, Ona doğru meylettiğini ve benimle ilgilenmediğini gördüm. Bu arada, sana söylenen birşeyi anlıyormuşcasma başını sallamağa başladın,  dedi. Rasûlullah (s.a.v.):

- "Bunu anladın mı?" dedi. Osman:

- Evet, dedi. Rasûlullah (s.a.v.):

- "Az önce, sen otururken bana Allah'ın elçisi geldi" dedi. [28]

- Allah'ın elçisi mi? Rasûlullah (s.a.v.):

- "Evet" diye cevap verdi. Osman:

- Sana ne dedi?

-  "Şüphesiz Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emre­der, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor" dedi. [29]

Osman şöyle demiştir: Bu, iman kalbime yerleşip Muhammed'i sevdiğim zaman olmuştu.

217) Esma Bint Yezîd anlatır:

Rasûlullah'm devesi Adba'nın yularını tutarken, ona Maide sure­sinin tamamı nazil oldu. Vahyin verdiği sıkıntının ağırlığından nerdeyse devenin bacağı kırılıyordu.

218) Ubade İbnu's-Samit şunu rivayet etti:'

Vahiy geldiğinde, Peygamber'i (s.a.v.) bir sıkıntı basar ve yüzünün rengi bomboz olurdu. [30]

219) Ebu Erva ed-Devsî şöyle anlatır:

Rasûlullah'a (s.a.v.), devesinin üzerindeyken vahiy nazil olduğunu gördüm. Deve böğürüyor ve ön ayaklarını büküyordu. Hatta ben hayva­nın ayağı kırılacak zannettim. Hayvan kâh çöküyor, kâh ön ayakları bükük vaziyette ayakta duruyordu. Vahyin sıkıntısı Rasûlullah'tan (s.a.v.) gidinceye kadar, bu böyle devam etti. Bu arada Rasûlullah'tan inci tanesi gibi ter akıyordu.

220) Ikrime şöyle der:

Rasûlullah (s.a.v.) kendisine vahiy geldiği için bir müddet, ken­dinden geçercesine yatardı [31]

221) Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir:

Rasûlullah'a vahiy nazil olduğunda başı ağrır ve bu yüzden başına kına sarardı [32]

İbn Akil şunları anlatmıştır:

Meleğin gelmesi esnasında Rasûlullah (s.a.v.) geçirdiği iğma (bay­gınlık) ve sıkıntı sebebiyle ona cinnet isnad etmişlerdir.

Sonra bu şeklin ardındaki anlamdan gafil kaldılar. O delilik bay­gınlığının aksine doğruyu ve hakkı açıklıyordu.

Bu, Hadice'nin daha önce söylediğinin aynısıdır. Hz. Hadice şöyle demişti:

Vallahi, Allah seni asla utandırmaz, üzüntüye düşürmez. Çünkü 'sen, sözü doğru söylersin. Hak yolunda karşılaştıkları musibetlerde in­sanlara yardım edersin.

Birisi şöyle dese:

Vahiy geldiği anda onun geçirdiği sıkıntı abdestini bozar mı?

Şu cevap verilir:

Hayır. Çünkü O, uykusunda bile korunuyordu. Onun gözleri uyur kalbi uyumazdı.

Dübür bağının çözüldüğü uyku durumu onun abdestini bozmadı­ğına göre, kendisiyle gizlice konuşulan ve kalbine hidayetin bırakıldığı yüce vahiy hali, böyle nahoş şeylerden korunmuş olmasına daha elve­rişlidir, onun tabiat ve şahsiyetine daha layıktır. [33]

 

Peygamberliği Esnasında, Rasulullah'a Gelip Giden Melekler Hakkındaki İhtilâf

 

222) Âmir şöyle demiştir:

Rasûîullah'a (s.a.v.) peygamberlik kırk yaşındayken geldi. Pey­gamber olması sebebiyle, İsrafil üç sene onunla birlikte bulundu. İsrafil ona kelime ve eşyayı öğretiyordu. Kur'an'dan hiçbir ayet İsrafil'in diliyle inmemiştir.

Üç sene geçtikten sonra; Cebrail Peygamber'e gelip gitmiştir. Kur'an Cebrail'in diliyle inmiştir.

223) Amir'den rivayet edilmiştir:

Rasûlullah'a (s.a.v.) peygamberlik kırk yaşındayken indirilmiştir. Üç yıl, İsrafil onunla birlikte olmuştur. Daha sonra İsrafil ondan ayrıl­mıştır. Cebrail (a.s.) on yıl Mekke'de, on yıl da hicret yurdu olan Medi­ne'de onunla birlikte olmuştur.

İbn Sa'd da şöyle demiştir:

Bu hadisi Muhammed İbn Ömer'e söyledim o da şu cevabı verdi:

Bizim memleketimizdeki alimler İsrafil'in Peygamber'e gelip gitti­ğini bilmezler. Onların alimlerinden ve siyercilerinden bazıları, onunla (Rasulullah'la), kendisine vahiy indirildiği andan vefat edinceye kadar sadece Cebrail birlikte olmuştur, derler. [34]

 

Rasulullah'ın Rabbinden Kendisinde Bulunanı (Peygamberliğini) Takviye Edecek Bir Delil Göstermesini İstemesi

 

224) Hz. Ömer şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) Hacun'dayken şöyle dedi:

"Allah'ım! Bana, bundan sonra Kureyşlilerden beni yalanyanlara aldırmayacağım bir delil göster."

Ona: Şu ağacı çağır, denildi.

Rasûlullah (s.a.v.) ağacı çağırdı. Ağaç kökleriyle çıktı geldi. Rasû­lullah kökleri kesti. Daha sonra ağaç yere çukur kazarak yürüdü. Rasûlullah'm (s.a.v.) karşısına gelince:

- Ne dilersen dile? dedi. Rasûlullah:

-  "Yerine dön" dedi. Ağaç yerine döndükten sonra: "Vallahi, artık Kureyşlilerden beni yalanlayanlara aldırmam" dedi. [35]

225) Enes İbn Malik anlattı:

Cebrail bir gün, bazı Mekke'liler dövdüğü için, eli yüzü kana bulan­mış ve üzgün bir halde oturan Rasûlullah'm yanma geldi. Ona sordu:

- Bu ne hal? Ne oldu sana?

- "Bana falanca kişiler, şöyle şöyle yaptılar." Cebrail ona:

-  "Sana (şeref ve derecene dair) bir delil göstermemi ister misin?" dedi. Rasûlullah (s.a.v.):

- "Evet, göster" dedi. Cebrail vadinin gerisindeki bir ağaca baktı ve:

- Şu ağacı çağır, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) ağacı çağırdı. Ağaç yürü­yerek geldi ve onun karşısında durdu. Cebrail Rasülullah'a: Ona emret, geri gitsin, dedi.

Rasûlullah (s.a.v.) ağaca emretti ve ağaç yerine döndü. Buriun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):

- "Bu bana yeter" dedi. [36]

 

Peygamber Gönderildiğinde Şeytanların Üzerine Alev Atılması Ve Putların Devrilmesi

 

226) İbn Abbas anlatmaktadır:

Rasûlullah (s.a.v.), bazı sahabileriyle birlikte Ukaz panayırına git­mek üzere yola çıktı. Şeytanların gökten haber almaları engellendi. On­ların üzerine alevler gönderildi. Şeytanlar kavimlerine dönünce onlara:

Neyiniz var? diye sordular.

Onlar: Biz, gökten haber almaktan engellendik ve üzerimize alev gönderildi, dediler.

Diğerleri: Sizin gökten haber almanıza ancak yeni meydana gelen bir olay engel olabilir. Bütün yeryüzünü gezin, dolaşın ve bu yeni mey­dana gelen olayın ne olduğunu görün, dediler.,

Öbürleri yola çıkıp kendilerinin gökten haber almalarına engel olan bu olayın ne olduğunu görmek üzere bütün yeryüzünü dolaştılar. Tihame tarafına gidenler, Ukaz panayırına gitmekte olan Peygamber'in. (s.a.v.) Nahle denilen yerde ashabına sabah namazı kıldırırken yanına vardılar. Okunmakta olan Kur'an'ı dinledikten sonra: Bizim gökten ha­ber almamıza engel olan işte budur, dediler. Arkasından kavimlerine dönüp: Ey kavmimiz! "Biz, gerçekten, doğru yola ileten harikulade güzel bir Kur1 an dinledik. Biz de ona îman ettik. Artık kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız." [37]

Allah Teâlâ, Peygamberine şunu indirdi: "De ki, cinlerden, bir topluluğun (benim okuduğum Kur'an'ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur." [38]

227) Yine îbn Abbas anlatmaktadır:

Muhammed (s.a.v.) Peygamber olarak gönderilinee, cinler kovuldu ve onların üzerine yıldızlar atıldı. Bundan önce onlar gökten haber din­lerlerdi. Her bir cin topluluğunun, dinleme yeri vardı. Bundan dolayı ilk korkan Taif halkı oldu. Putlarına kurban kesmeye başladılar. Deve veya koyunu olanlar her gün kurban kesiyordu. Nihayet, malları bitmeye yaklaştı. Daha sonra birbirlerini bundan menedip aralarında şöyle konuştular: Gökteki yıldızların nasıl olduğunu görmüyor musunuz? Onların hiçbiri gitmedi! İblis de şöyle dedi: Bu, yeryüzünde, yeni mey­dana gelen birşeydir. Bana, yeryüzünün her tarafından toprak getirin. İblis'e toprak getiriliyor, o da toprağı koklayıp atıyordu. Nihayet, Tiha-nıe toprağı getirildi ve onu koklaymca: İşte yeni olay buradadır, dedi. [39]

228) Ya'kub Îbnu'l-Ahnes şunu rivayet etti:

Yıldızların atılmasından dolayı korku ve telâşa kapılan ilk Arap kabilesi Sakif tir. Sakifliler, Amr îbn Umeyye'ye gelip: Sen ne olduğunu görmedin mi? Bu ne demektir? dediler.

Amr: Bakın, eğer onlar, kendileriyle yol bulunan ve yaz ve kışın durumu bilinen yıldızlarsa, onların düşmesi dünyanın yok olması ve bu dünyadaki yaratıkların gitmesi demektir. Eğer bunlar o yıldızlar değil­se, o zaman bu Allah'ın yaratıklarına dilediği bir olay ve Araplar içinde gönderilecek bir Peygamberdir. Böylece anlattı.

229) Ubeyy îbn Ka'b şunu anlattı:

İsa îbn Meryem'in göğe kaldırılmasından Rasûlullah'm Peygam­ber olmasına kadar, hiç yıldız atılmadı. Rasûlullah (s.a.v.) Peygamber olunca, yıldızlar atıldı. Kureyş böylece görmediğini görmüş oldu. Bunua üzerine, artık bunun dünyanın sonu olduğunu zannederek hayvanlarını salıvermeğe, kölelerini serbest bırakmağa başladılar.

Onların bu hareketini duyan Taif liler de aynısını yaptılar. Sakif in yaptığı şeyi duyan Abduyaleyl îbn Amr onlara: Niye böyle yaptınız? diye sordu.

Onlar: Yıldızlar atıldı. Biz onların gökyüzünden düştüklerini gör­dük, dediler.

O da: Gittikten sonra mal kazanmak zordur. Acele etmeyin. Bakın. Eğer onlar, bilinen yıldızlarsa, işte bu, insanların yok olduğu sırada oîur.

Eğer bilinmeyen yıldızlarsa, bu da yeni ortaya çıkan bir olay sırasında olur.

Baktılar, Onların bilinmeyen yıldızlar olduğunu gördüler. Bunu ona haber verdiler. O da: Buna daha vakit var. Bu bir Peygamberin zu­huru anında olur.

Kısa bir süre sonra, Ebu Sufyan İbn Harb mallarını Taife götürdü. Abduyaleyl geldi. Yıldızların durumunu tartıştılar. Ebu Sufyan: Mu-hammed ibn Abdülah zuhur etti. Kendisinin Peygamber olarak gönde­rildiğini iddia ediyor, dedi.

Abduyaleyl de: İşte o sırada yıldızlar atıldı diye cevap verdi.

230) İbn Abbas şunu anlattı:

Hz. İsa ile Hz. Muhammed arasındaki dönemde göğün bekçileri yoktu. Cinlerin gökte, haber dinleme yerleri vardı.

Allah Teâlâ Muhammed'i gönderince, gök sıkı bir şekilde beklen­meye başladı. Şeytanlar taşlandı. Şeytanlar bunu yadırgayıp şöyle de­diler: "Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murad edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi." [40]

İblis de şöyle dedi: Yeryüzünde yeni bir olay oldu. Cinler onun ya­nında toplandılar. İblis: yeryüzüne dağılın ve bana, gökte yeni ortaya çıkan şeyin ne olduğunu haber verin, dedi.

İlk kafile Nusaybin'den gönderilenlerdi. Bunlar cinlerin eşrafıydı­lar. İblis onları Tihame'ye gönderdi. Onlar hemen fırlayıp Nahle vadisi­ne vardılar. Allah'ın Peygamberini Batn-ı Nahle'de sabah namazını kılarken buldular. Onun Kur'an okuduğunu işitince: Susun dinleyelim, dediler. [41]

231) Vehb İbn Munebbih şunu rivayet elti:

İblîs, bütün göklere çıkar, oralarda dilediği gibi haraket ederdi. Hz. Adem'in cennetten çıkarılmasından Hz. İsa'nın göğe çekilmesine kadar bunlardan menedilmemişti. Hz. İsa göğe çekildikten sonra dört semadan menedildi. Öyle olunca üç semada gidip gelir oldu. Peygamber'imiz (s.a.v.) gönderilince, o üç semadan da menedildi. Bu defa da İblis ve as­kerleri kulak hırsızlığı yapıyorlar ve kendilerine de yıldızlar atılıyordu.

232) Ebu Hureyre anlatmıştır:

Rasûlullah (s.a.v.) Peygamber olarak gönderildiğinde bütün putlar başaşağı devrildi. Şeytanlar îblîs'e gelip: Yeryüzünde hiçbir put yok ki devrilmiş olmasın, dediler. İblîs: Bu, gönderilmiş bir Peygamberdir. Onu, kırsal kesimin köylerinde arayın, dedi. onu aradıktan sonra: Bu­lamadık, dediler. İblîs: Onu ben arayacağım, dedi.

İblîs onu aramağa başladı. Ona:

Merkez ve ana durumunda olan Mekke'den ayrılma, diye seslenil­di. İblîs onu aradı ve Karnu's-Sealib'in yanında buldu. Şeytanların ya­nma gidip: Onu, Cebrail'le birlikteyken buldum. Sizin neyiniz var? diye sordu.

Onlar: Şehvetleri (aşırı istekleri) onun ashabının gözlerine süslü gösteriyoruz ve o şehvetleri ashabına sevdiriyoruz, dediler.

İblîs: Öyleyse üzülmüyorum, dedi. [42]

 

Peygamberimiz Gönderilînce Pervîz İsimli Kisra'nın Hallerinde Meydana Gelen Değişiklik

 

Dicle, eskiden, İran denizine dokülünceye kadar Huca toprağında, muhafaza altındaki kanallarda akıyordu. Sonra nehrin yatağı derinleş-tirilip Vasıt'a doğru aktı. Kisralar, onun önüne sed çekmek ve onu tekrar eski yatağına döndürmek için çok para harcadılar ama sed durmadı.

Kubaz İbn Fîruz iş başına geçince, Kesker'in aşağılarında büyük bir yarık açıldı. Suların kabarmasıyla birçok bina su altında kaldı. Nu-şirevari tahta geçince, bir takım barajlar yaptırdı. Bazı binalar eski ha­line döndüler ve Pervîz İbn Hürmüz îbn Nuşirevan hükümdar oluncaya kadar o şekilde kaldı. O çok güçlü ve cesur bir kimseydi. Baş­kaları için hazırlanmayanlar onun için hazırlandı. Dicletu'l-Avra'ya sed yaptı. Bunun için çok para harcadı. Oturduğu yere tak yaptırdı. O taka tacını asardı. Başının üzerindeki taç, başında hiçbir ağırlık olmadan a-sılı bir vaziyette yerinde otururdu. [43]

233) Vehb İbn Münebbih şöyle anlattı: Onun yanında üçyüz altmış hazî yani kahin, büyücü ve müneccim arası alim vardı. Onların arasında Saib denilen bir adam vardı. Araplar gibi kuş uçurarak kehanette bulu­nur ve çok az hata yapardı. [Onu] ona Yemen'den "Bâzân" göndermişti.

Kisra, başına bir iş geldiğinde kahinlerini, büyücülerini ve mü­neccimlerini toplar: Bunun ne olduğunu inceleyin, derdi.

Allah Teâlâ, Muhammedi Peygamber olarak gönderince, ertesi sabah Kisra'nın hükümdarlık takı ortadan koptu. Bu durum onu üzdü ve şöyle dedi: Hükümdarlık tâk'ım koptu. Dicletu'1-Avra yarıldı. "Şahbi-şikest" (Hükümdar kırıldı).

Daha sonra kâhinlerini, büyücülerini ve müneccimlerini çağırdı. Ayrıca onlarla birlikte Saib'i de çağırdı. Durumu onlara anlattıktan sonra:

- Bu meseleyi araştırın, dedi.

Araştırdılar, dünya onlara zindan oldu. Mevcut bilgileriyle ne ya­pacaklarını bilemediler. Büyücünün büyüsü, kahinin kehaneti ve mü­neccimin de ilm-i nücunıu fayda vermedi.

Saib, karanlık bir gecede yüksek bir yerde, Hicaz'dan ortaya çıkan, sonra doğuya ulaşıncaya kadar uçan bir şimşek gördü.

Sabahleyin, ayaklarının altındaki yere bakmağa gitti. Bir de ne görsün, orası yeşil bir bahçe. Kehaneti hakkında şöyle dedi: Eğer gör­düğüm doğruysa, Hicaz'dan, doğu ve batıya ulaşan bir sultan (idareci) çıkacak. Orası, ondan dolayı, daha önceki hükümdarın getirdiği bolluk ve ucuzluktan daha fazla bolluk ve ucuzluğa kavuşacak.

Hazîler toplanınca, birbirlerine: Vallahi, sizin ilminiz ancak se­madan gelen birşey sebebiyle engellendi, dediler. O, gönderilmiş veya gönderilecek bir Peygamberdir. O, bu saltanatı ele geçirip parçalayacak. Eğer Kisra'ya saltanatının parçalanacağını haber verirseniz sizi mutla­ka öldürür. O zaman siz aranızda ona söyleceğiniz birşey kararlaştırm.

Kisra'ya geldiler ve ona:

-  Biz bu meseleyi, araştırdık: Senin saltanat takını ve Dicletu'l-Avra bendini kendilerinin plân ve hesaplarına göre yaptırdığın uzman­larının bilgisizce hareket ettiklerim gördük. Biz senin için, inşaatım ona göre yapacağın ve o inşaatın asla yıkılmayacağı bir plân ve hesap yapa­cağız, dediler. Kisra:

- Haydi bakalım, plân ve hesap yapın dedi. Onlar plân ve hesapla­rım yaptılar ve ona:

- Böyle jap, dediler. O da o şekilde yaptırdı.

Dicle için sekiz ay çalışıldı. Kisra oraya sayılamayacak kadar para harcadı. Çalışma bitince, Kisra onlara:

- Onun duvarı üzerine oturayım, dedi. Onlar:

- Tamam, otur dediler.

Halı, yaygı ve çiçekler getirilmesini emretti. Bunlar, Dicle'ye yapı­lan şeddin duvarı üzerine konuldu. Devletin bütün yüksek mevkilerdeki görevlilerinin gelmesini emretti. Hepsi toplandı. Oyuncular da geldi. Kendi de gelip şeddin duvarına oturdu. Tam üstündeyken, Dicle, şeddi altından yıktı. Kisra ölmek üzereyken çıkarıldı. Kurtarıldıktan sonra yüze yakın hâzîyi öldürtüp:

- Benimle oyun mu oynuyorsunuz? dedi. Onlar:

- Hükümdar! Bizden öncekiler gibi biz de hata ettik, ancak biz se­nin için yıkılmayacak bir şeddin hesap ve plânını yapacağız, dediler. Kisra:

- Söylediğinizi iyi düşünün taşının, dedi. Onlar:

- Tamam, öyle yapacağız, dediler.

Bir hesap ve plân yapıp ona: Onu böyle yap, dediler. Şeddi yaptı. Sekiz ay, ne kadar olduğu bilinmeyen bir harcama yaptı. Daha sonra:

- Gidip üzerine oturayım mı? dedi. Onlar:

- Tamam, otur, dediler. Kendisine ait bir ata bindi. Onun üzerinde yürümeğe başladı. Anîden, Dicle yapıyı yıktı. Yine son nefesinde yetişi-lebildi. Onları çağırdı ve:

- Vallahi, ya sizi son neferinize kadar fillerin önüne atarım ya da bana bir türlü anlatamadığınız bu meselenin ne olduğunu dosdoğru an­latırsınız, dedi. Onlar:

-  Ey hükümdar! Sana yalan söylemeyeceğiz! Dicle senin üzerine yıkıldığında ve makamına kurduğun taht koptuğunda bizim bilgileri­mizi yoklamamızı emretmiştin. Biz bilgilerimizi yokladık ve dünya bize zindan oldu. Sema tarafından tutulduk. Alimimize ilmi fayda vermedi. Anladık ki bu iş semadan gelen bir olaydır, bir peygamber ya gönderil­miştir ya da gönderilecektir. Bundan dolayı bizim ilmimiz engellendi.

Saltanatın yıkılacağını' sana haber verdiğimiz takdirde bizi öldü­receğinden korktuk ve bu yaptıklarımızla kendimizi kurtarmanın çare­sini aradık, dediler.

Kisra, artık onlarla ve Dicle'yle uğraşmayı bıraktı. Çünkü Dicle onu yenmişti.

234) Îbn îshak şöyle anlattı:

Bana ulaştığına göre, Rasulullah'm (s.a.v.) mektubu kendisine gelmeden önce Kisra, Diclet'ül Avra'ya bend yapmış ve bu iş için miktarı bilinmeyecek kadar para harcamıştı. Daha önceki rivayet ettiğimizin aynısını anlattı.

235) Ibn İshak şunu söyledi: Bana itham da bulunmadığını (ya­lancılıkla suçlamadığım) birisi Hasan el- Basri'den şunu nakletti.

Rasulullah'm ashabı:

- Ya Rasulellah! Allah'ın senin hakkında, Kisra'ya karşı delili ne­dir? diye sordular. Rasulullah (s.a.v.):

-  "Allah ona bir melek gönderdi.   O, içinde bulunduğu evinin du­varından bir ışık saçarak elini çıkardı. Kisra onu görünce korktu.

Bunun üzerine melek:

"Kisra! Niye korkuyorsun? Allah bir peygamber gönderdi ve bir kitap indirdi. Ona uy ki, dünya ve ahiretin kurtula" dedi. Kisra da:

- "Düşüneceğim, dedi." [44]

236) İbn Ishak şöyle rivayet etti:

Allah Teala, yanma başkalarının girmesi yasak olan saray odala­rından birindeyken Kisra'ya bir melek gönderdi. Melek, bir de ne gör­sün! Kisra öğlenin sıcağında uyku saatinde elinde bir asa ile yatağının üzerinde dikilmektedir. Melek:

- Kisra! Müslüman mı olacaksın yoksa şu asayı kırayım mı? dedi. Kisra:

-Defol, defol! dedi.

Çekip gittikten sonramuhafız ve kapıcılarını çağırdı. Onlara bağırıp çağırdıktan sonra: Bu adamı, benim yanıma kim soktu? dedi. Onlarda:

- Onu senin yanma hiç kimse sokmadı.  Üstelik görmedik de, de­diler.

Ertesi yıl olunca, yine aynı saatte gelip daha önceki söylediğini tekrarladı ve:

- Müslüman olacak mısın yoksa şu asayı kırayım mı? dedi. Kisra

yine:

- Defol defol, dedi.

Melek Kisra'nm yanından ayrıldı. Kisra, kapıcıları ve odacıları çağırdı. Onlara bağırıp çağırdı ve ilk defasında söylediklerini yine söy­ledi. Onlar:

- Biz senin yanma giren hiç kimse görmedik, dediler.

Üçüncü sene olunca yine aynı saatte geldi. Daha önce söyledikle­rini söyledikten sonra şu sözünü yine tekrarladı.

- Müslüman olacak mısın! Yoksa şu asayı kırayım mı? O da: -Defol, defol, dedi.

Melek asayı kırıp çıktı. Çok geçmedi onun saltanatı da yıkıldı.

237) Ez-Zuhri şöyle rivayet etti:

Bu olayı, Ebu Seleme'den Ömer İbn Abdil-Aziz'e anlattım. O şöyle dedi: Bana: meleğin onun yanına ellerindeki iki şişeyle girdiğini sonra ona: Müslüman ol dediğini, Kisra'nm bunu yapmadığını, bunun üzerine şişeleri birbirine vurup kırdığını ve çıkıp gittiğini ve bunun, onun helak olmasına sebep olduğunu anlattı.

238) Halid İbn Veyde'den -ki mecusilerin başıydı, sonra müslüman olduğu- rivayet edilmiştir.

Kisra ata bindiğinde, iki süvari onun önüne geçer ve her saat ona: Sen kulsun, Rab değilsin, derlerdi. O da başıyla: "Evet" manasında işa­ret ederdi.

Kisra bir gün hayvanına bindi.   Süvariler aynı sözü söylediler.

Ama Kisra başıyla işaret etmedi. Güvenlik görevlisi bunu öğrendi. Kı­namak için onun yanma geldi. Kisra uyumuştu. Hayvanların ayak se­sini duyunca uyandı. Güvenlik görevlisi onun yanına girdi. Kisra: "Beni uyandırdınız, uyumama müsaade etmediniz. Rüyamda birisi beni yedi kat göğün üstüne çıkardı. Yüce Allah'ın huzurunda durdum. Ansızm onun huzuruna üzerinde izar (eteklik, peştemal) ve rida (bir çeşit cübbe) bulunan bir adam geldi. Bana: Arzımın tüm hazinelerinin anahtarlarını buna teslim et. Sana böyle yapman emredilmiş değil midir? dedi.

Üzerinde izar ve rida bulunandan maksat Peygamber (s.a.v.)'dir.

239) İbn Kuteybe rivayet etmiştir.

Perviz şunu anlattı: Rüyamda birisi bana: Siz değiştirdiniz ve o da sizdekileri değiştirdi ve yeri Aiımed'e taşıdı, dedi.

Onlar meydana gelecek bir hadiseyi bekliyorlardı. Hatta Nu'man ona şöyle yazdı: Tihame'de biri türedi. Kendisinin gök ve yerin ilahı ol­duğunu söylüyor.

Perviz bundan rahatsız oldu ve onun beklediği kimse olduğunu anladı.

İbn Kuteybe şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.v.) peygamber olarak geldiği sırada Bizans hariç bütün imparatorluklar sona erdi. Bizans imparatorluğunun sona er-memesinin sebebi, daha önce İshak dua ettiği içindir. Daha Önce Yakup oğlu îshak için dua ettiğinden peygamberlik onun neslinde oldu. îshak, soyunun çoğalıp artması için dua etti. Bütün Bizanslılar onun neslin-dendir.

Fars imparatorluğu çöktü. Onun çökmesi Şireveyh'in babasını Öİ-dürmesiyle başladı. Daha sonra hükümdarlığı sırasında taun (veba) salgını oldu ve o taunda kendisi de öldü. Böylece saltanatı ondan ona aktardılar ve kendileri de kalmadılar, Yemenlilerin saltanatı da çöktü'. Bu da Habeşistanlıların Seyf îbn Ziyezen'i Öldürmeleriyle başladı. On­dan sonra iş yaygınlaştı. Her köşe bucağın halkı, birisini hükümdar yaptı. En-Nu'nıan İbnü'l-Münzir'den sonra Hire hükümdarlığı çöktü. Nihayet İslam geldi.

Ebu Cefne saltanatı da çöktü. Onların en son hükümdarı da, Hz. Ömer'in halifeliği devrinde hristiyan olan Cebele îbnü'l Eyhem'di. [45]

 

Rasulullah’ın İnsanları İslama Çağırması

 

Rasulullah (s.a.v.) peygamberliğinin başında insanları gizlice İs­lama davet ediyordu.

Ebu Bekr de kavminden güvendiği kimseleri davet ediyordu. Rasulullah (s.a.v.) peygamber olduktan üç yıl sonra: "Sana emroİtinanı açıkça söyle" [46] ayeti indi ve artık daveti açıktan yapmağa başladı.

240) Ebu Abdirrahman şöyle demiştir:

Rasulullah (s.a.v.), peygamber olduktan sonra üç yıl, Allah'ın ka­tından kendisine geleni açıkça söylemesi ve daveti açığa çıkarması em-redilinceye kadar gizlice davette bulunmuştu.

241) Ez-Zuhrî anlatmıştır:

Rasulullah (s.a.v.) İslam'a gizliden ve açıktan davet etmiştir. Al­lah'ın dilediği genç erkek ve zayıf insanlar Allah'a icabet etmişlerdir. Nihayet ona inanan kimseler çoğalmıştır. Kureyş kafirleri, onun söyle­diklerini inkar etmiyorlardı. Rasulullah (s.a.v.) toplantı yerlerinde on­ların yanma uğradığında, onu gösterip: Abdulmuttalib oğullarının çocuğu semadan haber veriyor, derlerdi.

Bu onun taptıkları ilahlarını ayıplayıncaya ve küfür üzere Ölen a-talarınm yok olup gittiklerini spyleyinceye kadar böyle devam edip gitti. En sonunda Rasulullah'a hasım ve düşman oldular.

242) Hz. Aişe şöyle anlatmıştır: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Ben en kötü iki komşunun arasmdaydım. Ebu Leheb'le Ukbe îbn ebi Muayt'm arasmdaydım. Onlar işkembe pisliklerini getirip atar­lardı.

Rasulullah (s.a.v.) çıkar:

"Abdu menaf oğulları! Bu ne biçim komşuluk!" derdi ve pislikleri yola atardı. [47]

 

Rasulullah'în Toplantı Yerlerinde Uyarılarda Bulunması

 

243) Tarik îbn Abdillah el-Muharibi şöyle anlattı:

Rasulullah'ı (s.a.v.) iki defa gördüm: Bir defa alıp sattığım malla­rımla başındayken el-Mecaz panayırında, O, üzerinde kırmızı bir hülle (bir çeşit elbise) olduğu halde, en yüksek sesiyle: "Ey insanlar! Lâ ilahe illallah deyin ki kurtuluşa eresiniz" diyerek geçmişti.

Elinde taşlarla bir adam onun peşine düşerek ayaklarını kan i-çinde bırakmıştı. O adam bir taraftan şöyle diyordu: "Ey insanlar! ona itaat etmeyin çünkü o yalancıdır." Ben:

- Bu kim? diye sordum.

- Bu Abdulmuttalib oğullarından bir çocuk, dediler.

- Peki, taş atarak peşinden giden kim ya? dedim.

O da, amcası Abduluzza yani Ebu Leheb'tir, diye cevap verdiler.[48]

244) Cabir anlattı:

Rasulullah (s.a.v.) on yıl Mekke'de kaldı. Bu süre içinde Ukaz ve Mecenne'de konakladıkları yerlerde, hac zamanında Mina'da halkın a-rasma girer:

"Beni kim yanına alır? Karşılığında kendisine cennet olmak ü-zere, Rabbimin risaletini (gönderdiği mesajını) tebliğ etmem için bana kim yardım eder?" derdi. Sonunda, Yemen'den veya Mudar'dan birisi çıkar, kavmi o kişinin hemen yanma gelir:

Kureyşli çocuktan sakın ki seni aldatıp dininden döndürmesin, derdi. [49]

 

Rasulullah'în En Yakın Akrabaları Uyarması

 

245) Ebu Hüreyre anlatmaktadır:

Rasulullah (s.a.v.) "Sen Önce, en yakın akrabalarını uyar" [50] ayeti indirilince ayağa kalkıp:

"Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi Allah Teala'dan satın alın. Yoksa ben Allah'ın azabından kurtarmak için size, hiçbir fayda veremem. Ey Abdulmuttalib oğulları! Allah'ın azabından kurtarmak için size hiçbir fayda veremem. Ey Abbas İbn Abdilmuttalib! Ben Allah'ın azabından kurtarmak için sana hiçbir fayda veremem. Ey Allah'ın Rasulünün ha­lası Safıyye! Ben Allah'ın azabından kurtarmak için sana hiçbir fayda, veremem. Ey Fatıma Bint Muhammedi Benden dilediğini iste! Ancak Al­lah'ın azabından kurtarmak için sana hiçbir fayda veremem" dedi.[51]

246) Ibn Abbas şöyle rivayet etmiştir:

Allah Teala: "Sen, önce en yakın akrabalarını uyar" ayetini indi­rince, Peygamber (s.a.v.) Safa'ya gelip üzerine çıktı. Sonra:

- "Ya Sabahah!" diye bağırdı. [52]

Halk onun yanında toplandı. Kimisi bizzat kendisi gelmiş, kimisi de a-dammı göndermişti. Rasulullah (s.a.v.) şöyle konuştu:

-  "Ey Abdulmuttalib oğulları! Ey Fihr oğulları! Ey falan oğulları! Ey falan oğulları! Ne dersiniz? Size şu dağın eteğinden bazı atlıların çı­kıp baskın yapacaklarını söylesem, bana inanır mısınız?"

- Evet, sana inanırız, dediler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

-  "Öyleyse ben sizi, şiddetli bir azap karşısında uyarmağa memu­rum" dedi. [53]

Ebu Leheb hemen:

- Yuh sana! Bizi, bugünde mi bunun için topladan? dedi.   Bunun üzerine Allah Teala Tebbet suresini indirdi.

247) Kabisa İbn Muharik'la Zuheyr İbn Ömer şöyle anlattılar:   '

"En yakın akrabalarını uyar" [54] ayeti nazil olunca, Rasulullah (s.a.v.) dağın tepesine gidip en yüksek taşın üzerine çıktı. Sonra şöyle seslenmeğe başladı.

-  "Ey Abdumenafoğulları! Ben bir uyarıcıyım.   Benimle siz, düş­manı görüp kendi adamlarını uyarmağa giden ve düşmanın kendini ge­çeceğinden korkarak, baskın var diye bağıran kimseler gibiyiz." [55]

248) îbn Abbas şunu anlattı:

"En yakın akrabalarını uyar" .ayeti nazil olunca, Rasulullah (s.a.v.) Safa'ya çıkıp:

- "Ey Kureyş topluluğu!" dedi.    "

Kureyşliler kendi aralarında, Muhammed Safa'da konuşuyor, de­diler ve gidip onun karşısında toplandılar.

-Muhammed! Ne var? Ne diyorsun? dediler. Peygamber (s.a.v.):

- "Size şu dağın eteğinde (düşman) atlıları var desem, bana inanır mıydınız?" dedi. Onlar:

-  "Evet, sen bize göre, herhangi bir suçla itham edilmiş birisi de­ğilsin. Seni denedik ve sende hiçbir yalana rastlamadık" dediler. Rasu­lullah (s.a.v.):

-  "Ben sizi, şiddetli bir azap karşısında uyarmağa memurum.  Ey Abdulmuttalib oğulları! Ey Abdumenaf oğulları! Ey Zuhre oğulları! (Kureyşin bütün kabilelerini saydı.) Aziz ve Celil olan Allah  bana, en yakın akrabalarımı uyarmamı emretti. Siz "La ilahe illallah, demedikçe, ben size ne dünyada bir yarar, ne de ahirette bir nasip sağlayabilirim" dedi. [56] EbuLeheb:

- Yuh sana! Bizi, bugün de mi bunun için topladm? dedi.  Bunun üzerine Allah Teala, Tebbet süresini indirdi.                           

249) Ali îbn Ebi Talib şunu anlattı:

Rasulullah'a (s.a.v.) "En yakın akrabalarını uyar" ayeti inince, Rasulullah (s.a.v.) şöyle dedi:

"Bu emir bana çok ağır geldi. Anladım ki, ben onlara bunu açtı­ğımda, onlardan hoşuma gitmeyen şeyler görecektim. Bunun üzerine bir süre sustum. Cebrail bana geldi ve "Muhammed! Sen Rabbinin sana emrettiğini yapmayacak olursan, Rabbin sana azap edecektir, dedi."

Ali! Benim için bir sa' (2. 917 kğ.) yemek yap. O yemeğin üzerine et olarak bir koyun budu koy. Bize bir kap da süt hazırla. Sonra Abdulnıutalib oğullarını benim için topla. Böylece ben onlarla konuşayım ve emrolunduğum şeyi onlara tebliğ edeyim.

Ben Rasulullah'm bana emrettiği şeyi yaptım. Abdulmuttalib o-ğullarını, Rasulullah'm namına davet etim. Onlar kırk kişiydiler veya kırk kişiden ya bir eksik ya da bir fazlaydılar. Gelenlerin arasında, Ra­sulullah'm amcaları Ebu Talib, Hamza, el-Abbas ve Ebu Talib de vardı.

Onlar toplanınca, Rasulullah (s.a.v.) benim yaptığım yemeği ge­tirmemi istedi. Ben de getirdim. Yemeği sofraya koyunca Rasulullah eti parçalayarak tabağın kenarlarına koydu. "Haydi yeyin, bismillah" dedi. Hepsi yedi ve tamamıyla doydular. Artık sadece parmak izlerini görüyordum. Ali'nin canı elinde olan Allah'a yemin ederim ki, onların tümüne sunduğum yemeği onlardan, bir tek adam bile, yalnız başına yiyebilirdi.

Daha sonra Rasulullah (s.a.v.):

- "Davetlilere süt ver" dedi. Süt kabını getirdim. Ondan da hepsi kanmcaya kadar içtiler. Allah'a yemin ederim ki, o kaptaki süt kadarını, onlardan bir adam bile yalnız başına içebilirdi.

Rasulullah (s.a.v.) onlara hitab etmek istediği sırada Ebu Leheb söze başlayıp:

-Adamınız sizi büyülemiş, dedi.

Rasulullah (s.a.v.) onlarla konuşmadan topluluk dağıldı. Ertesi gün Rasulullah (s.a.v.):

- "Ali! Şu adam, duyduğum sözlerle, benden önce davranıp önüme geçti. Dolayısıyle ben konuşamadım. Sen önceki akşam bizim için yap­tığın kadar yemek hazırla. Sonra onları yanıma topla" dedi.

Yemeği yaptım. Onları topladım. Hepsi yeyip içtiler. Daha sonra Rasulullah (s.a.v.) şu konuşmayı yaptı:

-  "Ey Abdilmuttalib oğulları!  Vallahi, araplar içinde, benim size getirdiğimden daha üstününü kavmine getirmiş bir genç bilmiyorum. Ben size, dünya ve ahiretin en hayırlısını getirdim.  Rabbim bana, sizi buna davet etmemi emretti. Hanginiz kardeşim olmak üzere, üzerinde bulunduğum şeyde bana yardımcı olmayı kabul eder?" dedi.

Kimseden ses çıkmadı. Oradakilerden yaşça en küçüğü olarak:

- Ben, ey Allah'ın peygamberi! dedim. Davteliler gülüşerek ayağa kalktılar.[57]

 

Rasulullah'ın Risaletinin (Peygamberliğinin) Umumîliği

 

250) Cabir İbn Abdiüah şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

- "Ben özel olarak size, genel olarak da bütün insanlara peygamber olarak gönderildim." [58].

 

Rasulullah'ın Cinlere De Gönderilmesi

 

251) Cabir anlatmıştır:

Rasulullah (s.a.v.) bize Rahman suresini okudu.  Bitirdikten son­ra:

- "Niçin sizi suskun görüyorum? Halbuki cinler sizden daha iyi ce­vap veriyorlardı.  Onlara: "Öyleyse Rabbinizin hangi nimetlerini yalan­lıyorsunuz" ayetini okur okumaz: Rabbimiz! Biz senin hiçbir nimetini yalanlamıyoruz. Hamd sanadır dediler." [59]

252) îbn Mes'ud anlatmıştır:

Peygamber (s.a.v.) yola çıktı. Yanma beni de aldı. Nihayet beni geniş bir araziye getirdi. Sonra benim için bir çizgi çekti ve:

- "Senin yanına dönünceye kadar, buradan ayrılma" dedi.  Ancak seher vakti gelebildi ve: "Ben cinlere gönderildim" dedi. Ben:

- Duyduğum bu sesler neydi? dedim. Rasulullah:

- "Onların beni uğurlarken ve bana selam verirlerken çıkardıkları seslerdi" dedi. [60]

 

Rasulullah Hatemennebiyyin'dir (Peygamberlerin Sonuncusudur)

 

253) Ebu Hüreyre şunu rivayet etti: Rasululullah (s.a.v.): "Peygamberler benimle sona erdirildi" buyurmuştur. [61]

254) Sa'd îbn Ebi Vakkas şöyle anlattı:

Tebuk gazasında Rasulullah, Ali İbn Ebi Talib'i yerine bıraktı. Ali:

- Ey Allah'ın Rasulü! Beni kadınlarla çocukların arasında mı bıra­kıyorsun? dedi. Rasulullah (s.a.v.):

- "Benden Musa'ya nisbetle Harun yerinde olmaya razı değil misin? Ancak, benden sonra peygamber yoktur" dedi. [62]

255) Sevban şunu rivayet etti. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Ben, peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra peygamber yoktur." [63]

 

Rasulullahın Kafirlerden Gördüğü Eziyet Ve İşkencelerle, Bunlar Karşısındaki Sabır Ve Tahammülü

 

256) İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir:

Kureyşli topluluk Hıcr'da toplanıp Lât, Uzza ve Menat'a yemin e-derek üçüncü defa şöyle sözleştiler:

Eğer Muhammed'i görürsek, ona bir tek adam gibi hareket edece­ğiz ve öldürmeden onun yanından ayrılmayacağız.

Fatıma ağlayarak geldi ve babasının yanma girdi:

- Hıcr'da Kureyşli bir topluluk, seni görünce yanma gelip öldürmek üzere sözleştiler.   Seni öldürmeye hepsi katılacak, dedi. Rasulullah

-  "Kızım! Sen bana abdest suyunu göster" dedi.   Abdest aldıktan sonra mescide onların yanma girdi. Kureyşliler onu görünce:

-İşte bu, o! İşte bu o, dediler.

Gözlerini indirip oturdukları yerde çakılıp kaldılar. Gözlerini kal­dırıp ona bakamadılar. Hiçbiri kalkamadı. Rasulullah (s.a.v.) gelip te­pelerinde dikildi. Bir avuç toprak aldı ve:

- "Yüzleri çirkin olsun" diyerek üzerlerine saçtı.

Onların arasında, Rasulullah'm saçtığı toprağın isabet edip de Bedir savaşında kafir olarak öldürülmeyenini görmedim. [64]

257) İbn Abbas'tan rivayet edilmiştir. Ebu Cehil:

- Muhammed'i Ka'be'nin yanında namaz kılarken görürsem, boy­nuna basıp ayağımın altına almak için on ,. yanma gideceğim, dedi. Rasulullah (s.a.v.):

- "Eğer o, bunu yapmış olsaydı, Melekler onu açık açık kaparlardı" buyurdu. [65]

258) Abdullah İbn Amr İbni'l As'tan rivayet edildi:

Abdullah İbn Amr'a: Kureyş'in Rasulullah'a gösterdiği düşmanlık yaptığı ve kötülükler arasında gördüklerinin en fazlası hangisiydi? diye sorulunca şöyle cevap verdi:

Bir gün Hicr'da toplanan Kureyş eşrafının yanma geldim. Rasu­lullah hakkında konuşmağa başladılar.

- Bu adama sabrettiğimiz kadar hiçbir şeye sabrettiğimizi görme­dik. O, akıllarımızı akılsızlık saydı. Atalarımıza sövdü. Dinimizi kötü-ledi.  Topluluğumuzu darmadağın etti.  ilahlarımıza hakaret etti.  Biz onun bu yaptıklarına büyük sabır gösterdik.

Tam su sırada, Rasulullah göründü. Yürüyerek geldi. Hacer-i es-ved'i istilam ettikten sonra, Kâ'be'yi tavaf ederken, yanlarından geçti. Yanlarından geçerken daha önceki bazı sözlerini söyleyerek ona sataş­tılar.

Rasulullah'm (s.a.v.) kızdığını yüzünden anladım. Rasulullah (s.a.v.) Kabe'yi tavafa devam etti. Üçüncü defa onların yanından geçti. Yine aynı şekilde ona sataştılar. Bunun üzerine Rasulullah:

- "Ey Kureş topluluğu! Dinliyor musunuz?  Muhammed'in canı e-linde olan Allah'a yemin ederim ki, size helak olacağınız (boğazlanaca­ğınız) haberini getirdim" dedi. [66]

Hepsi tutulup kaldı. Başlarına kuş konmuş gibi yerlerinde çakılıp kaldılar. Hatta daha önce ona en katı davrananı bile, bulabildiği en güzel, en yumuşak sözleri kullanarak.

-Ebu'l Kasım! Geç git! Doğru yolda olarak git. Vallahi sen, cahil bir kimse değilsin, dedi.

Böylece Rasulullah, onların yanından ayrıldı. Ertesi gün, Kureyşliler yine Hıcr'da toplandılar. Ben de onların arasındaydım. Birbirleri­ne:

-Sizin, ona, ne dediğinizi, onun da size ne söylediğini hatırladınız mı? Size hoşlanmadığınız şekilde karşılık verdiği halde, onu serbest bı­raktınız, dediler!

Onlar böyle konuşurlarken yine Rasulullah çıkageldi. Bir tek adam gibi, hep birden onun üzerine atladılar ve etrafını sardılar. İlahları ve dinleri aleyhinde söylediği sözleri tekrarlayarak:

- Sen böyle böyle mi söylüyorsun? dediler. Rasulullah (s.a.v.) da:

- "Evet, öyle söyleyen benim" diyordu

Onlardan birisinin, Rasulullah'm yakasına geçtiğini gördüm. Ebu Bekr hemen kalkıp ağlayarak Rasulullah'm önüne geçti:

- Rabbım Allah'tır dediği için birisini mi öldüreceksiniz? dedi. Daha sonra, onun yanından ayrıldılar.

işte bu, Kureyş'in ona yaptıkları arasında benim gördüğüm en şiddetlisiydi.

259) Anar, Osman İbn Affan'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:

Osman'a, Kureyş'in Rasulullah'a yaptığı hakaretlerin en ağırı hangisiydi? diye soruldu.

Amr şöyle der: Bunu hatırlayınca Osman'ın gözlerinden yaşlar bo­şandığım gördüm.

Osman (r.a.) olayı şöyle anlattı:

Rasulullah (s.a.v.) eli Ebu Bekr'in elinde olduğu halde Kabe'yi ta­vaf ediyordu. Hıcr'da da üç kişi oturuyordu. Bunlar; Ukbe Ibn Muayt, Ebu Cehil tbn Hişam ve Umeyye îbn Halefti.

Rasulullah (s.a.v.) geçti. Onların hizasına gelince, ona hoşuna gitmeyecek bazı sözler söylediler. Bunu, Peygamber'in (s.a.v.) yüzünden anladım. O'na yaklaştım. Benimle Ebu Bekr'in arasındayken parmak­larını parmaklanma geçirdim ve hep birlikte tavaf ettik.

Onların hizasına gelince, Ebu Cehil:

- Vallahi, sen bizi atalarımızın taptığına tapmaktan menederken, denizin bir kıl parçasını ıslatacak kadar suyu bulundukça seninle ba­rışmayız, dedi. Rasulullah (s.a.v.):

-  "Ben de öyle" dedi ve onların yanından ayrıldı. Üçüncü şavtta (Kabe'nin etrafındaki her bir dönüşün adı şavttır) ona, aynısını yaptı­lar.

Dördüncü şavtta, ona saldırıya geçtiler. Ebu Cehil, yakasından tutmak isteyerek üstüne atladı. Ben onu göğsüne vurarak ittim ve ma-kadının üstüne düştü. Ebu Bekr, Umeyye Ibn Halefi itti. Rasulullah da Ukbe İbn Muayt'ı itti. Sonra onlar ayakta durmakta olan Rasulul-lah'm yanından çekildiler. Rasulullah (s.a.v.) onlara:

- "Eğer Vallahi, vazgeçmezseniz, hemen onun cezası gelecek" dedi.

Vallahi, onlardan kurkuya kapılmamış ve titremeğe başlamamış kimse kalmamıştı. Rasulullah (s.a.v.) şöyle diyordu:

- "Siz, peygamberinize karşı ne kötü kavimsiniz."

Rasulullah (s.a.v.) evine gitti. Biz de evinin kapısına varıncaya kadar onu takip ettik. Kapıda durdu, sonra bize doğru geldi ve:

- "Size müjdeler olsun! Yüce Allah, dinini üstün kılacak, kelimesini tamamlayacak ve peygamberine yardım edecektir. Sizin bu gördükleri­niz Allah'ın hemen sizin ellerinizle boğazlayacağı (helak edeceği) şey­lerdendir."

Sonra evlerimize gittik.

Vallahi, Allah'ın onları bizim ellerimizle helak ettiğini gördüm! [67]

260) Esma Bint Ebi Bekr anlattı: Ez-Zubeyr îbnu'l Avvam bana şöyle dedi: Bugün garip bir şey gördüm.

Başkanları Ebu Cehil İbn Hişam olmak üzere Ka'be'nin etrafında bazı müşrikler gördüm. Onlar, Rasulullah'a (s.a.v.) bir komplo hazır­larken o çıkageldi ve tepelerine dikikip:

- Size ve arkadaşınıza lanet olsun" dedi.

Sanki onlar dilsiz gibi, ne konuşabildiler ne de yerlerinden kımıl­dayabildiler.

Onların, en pis olanının özür dilemek için peşinden koştuğunu ve:

- Bizden vazgeç, biz de senden vazgeçelim, dediğini gördüm. Rasu-Iullah (s.a.v.) da şöyle diyordu:

-  "Allah'a iman etmedikçe veya seni öldürmedikçe senden vazgeç­mem." O da:

- Sen beni öldürebilir misin, diyordu. Peygamber (s.a.v.):      '

- "Seni ve bunları Allah öldürür" diyordu.

Ebu Cehille diğerleri perişan bir vaziyete oradan ayrıldılar. [68]

261) Urve Ibnü'z-Zubeyr anlattı:

Abdullah tbn Amr îbn El-As'a: Bana, müşriklerin Rasulullah'a (s.a.v.) yaptığı en ağır şeyi anlatabilir misin? dedim.

Rasulullah (s.a.v.) Ka'be'nin avlusundayken Ukbe tbn Ebi Muayt çıkageldi. Rasulullah'ın (s.a.v.) omuzundan tutup elbisesini boynuna sardı ve sıkıca boğazını boğdu. Hemen Ebu Bekr geldi, Ukbe'nin o-muzundan tutup Rasulullah'tan (s.a.v.) uzaklaştırdı. Ebu Bekr şöyle dedi:

-  Bir adamı, Rabbim Allah'tır dediği için mi öldüreceksiniz? Hal­buki o size Rabbinizden deliller getirmiştir.

262) Abdullah şöyle demiştir:

Rasulullah'm Kureyş'e sadece bir gün beddua ettiğini gördüm.

Rasulullah (s.a.v.) namaz kılarken, bir grup Kureyşli de etrafında oturuyordu. Biraz ilerisinde de kesilmiş bir devenin döl yatağı vardı: Kureyşliler:

-Kim bu döl yatağını alıp onun sırtına atabilir? dediler. Ukbe îbn Ebi Muayt:

- Ben, dedi.

Ukbe onu alıp Rasulullah'ın (s.a.v.) sırtına koydu.

Rasulullah (s.a.v,) secdeden ayrılmadı. Sonunda Fatıma gelip de­venin döl yatağını sırdından alıp attı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

- "Allah'ım! Kureyş'ten bu cemaat, sana havale! Allah'ım Ukbe, sana havale! Allah'ım! Şeybe, sana havale! Allah'ım! Ebu Cehil îbni Hi-şam, sana havale! Allah'ım! Ukbe İbn Ebi Muayt, sana havale! Allah'ım Ubey İbn Halef (veya Umeyye İbn Halef) sana havale" dedi. [69]

Abdullah şunu ilave etti:

Bunların hepsinin Bedir savaşında Öldürülüp kuyuya sürüklen­diklerini gördüm. Yalnız Ubeyy yahut Umeyye iri bir adamdı. O kesi­lerek parçalandı.

263) İbni îshak'tan rivayet edilmiştir:

Müşrikler, Rasuhıllah'a karşı çıkma konusunda ittifak edince, amcası Ebu Talib onu korudu. Kureyş eşrafından Ukbe, Şeybe, Ebu Cehil gibi bir grup Ebu Talib'e gitti veşöyle dedi:

- Yeğenin, ilahlarımıza dil uzattı.   Dinimizi yerdi.   Akıllarımızı, hafif akıllılık ve akılsızlık saydı.  Atalarımızın sapıklık içinde ölüp git­tiklerini ileri sürdü.  Ya sen onu bizimle uğraşmaktan alakoyarsm, ya da aramızdan çekilirsin. Zaten sen de bizim gibi ona karşısın. Biz onun hakkından geliriz.

Ebu Talib onları, güzellikle, yumuşak ve tatlı sözlerle savuşturdu. Onlar da çekip gittiler.

Rasulullaîı (s.a.v.) eskisi gibi işine devam etti. Onunla müşrikler arasında iş büyüdü. Birbirlerini onunla Savaşmağa kışkırttılar. Daha sonra tekrar Ebu Talib'in yanına gelip:

- Artık buna dayanamayacağız, dediler.                         » Ebu Talib, Rasulullah'a (s.a.v.):

-Yeğenim! Kavmin bana geldi ve şöyle şöyle söyledi. Güç yetire-meyeceğim bir işi bana yükleme, dedi.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):

- "Amca! Vallahi, bu işi bırakmam için, güneşi sağ elime, ayı da sol elime koyacak olsalar, Allah onu izhar etmedikçe bırakmam. Yada o1 yolda ölür giderim" dedi. [70]

Rasulullah (s.a.v.) ağlayarak ayağa kalktı. Gitmek için geri dö­nünce, Ebu Talib ona:

-Yanıma gel yeğenim! diye seslendi, O da amcasının yanma geldi. Ebu Talib:

-  Git, istediğini söyle. Vallahi, seni hiçbir zaman teslim etmem, dedi.

Böylece kavga başladı.  Her kabile, işkence etmek ve dinlerinden döndürmek üzere, aralarında bulunan müslümanlarm üzerine atıldılar. Ebu Talib Haşimoğulları ve Abdülmüttalip oğullan arasında kalkıp onları Rasulullah'ı koruyup himaye etmeğe çağırdı.

Müslümanlar namaz kılacakları zaman Mekke vadilerine gider, namaz kıldıklarını kavimlerinden gizlemek isterlerdi. Onlar müslü-manların yaptıkları ibadetlerini ayıplamağa kalkışınca aralarında kav­ga çıktı. O sırada, Sa'd İbn Ebi Vakkas, yerde bulduğu bir deve çene kemiğiyle müşriklerden birinin başını yardı.

Bu, İslamda akıtılan ilk kan oldu.

264) İbn Abbas anlatmıştır:

Ebu Talib hastalandı. Rasulullah (s.a.v.) onu ziyarete geldi. Başı­nın yakınında birisinin oturağı vardı. Ebu Cehil kalkıp oraya oturdu.

-Yeğenin ilahlarımıza dil uzatıyor, dediler. Ebu Talib:

- Kavmin neden senden şikayet ediyor? dedi. Rasulullah:

- "Amca! Onların bir tek kelime söylemelerini istedim ki, o kelime sayesinde Araplar  onlara boyun eğsinler.  Arap olmayanlar da onlara cizye versinler" dedi. Ebu Talib:

- Nedir o kelime? dedi. Rasulullah (s.a.v.):

- "Lâ ilahe illallah^Allah'tan başka ilah yok" dedi. [71] Onlar:

- O, bütün ilahları, bir tek ilah mı yapmış? dediler.           

Bunun üzerine: Sa'd: O şanlı Kur'an'a yemin ederim ki "İndi ve doğrusu bu tuhaf bir şeydir" ayetine kadar okudu. [72]

 

Rasulullah Ortaya Çıktığında Eksem İbn Sayfi'nin Ona Îman Etmesi Hakkında Rivayet Edilenler

 

265) îbn Umeyr anlattı:

Eksem ibn Sayfî Rasulullah'm (s.a.v.) çıktığını duydu. Eksem, ona gitmek istedi. Kavmi ondan ayrı kalmak istemedi. O:

- Kim ona, benim hakkımda bana da onun hakkında bilgi götürür? dedi. iki adam seçildi. Onlar peygamber'e (s.a.v.) gidip:

-  Biz Eksem îbn Sayfî'nin adamlarıyız.   O, senin kim olduğunu, nasıl olduğunu ve ne getirdiğini soruyor? dediler. Peygamber (s.a.v.):

- "Ben, Abdullah'ın oğlu Muhammed'im. Allah'ın kulu ve elçisiyim" dedikten sonra "Şüphesiz Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tu-tasmız diye size öğüt veriyor" ayetini okudu. [73]

Bu sözü bize tekrar et, dediler. Rasuluüah (s.a.v.) onlar ezberle-yinceye kadar ayeti tekrar etti.

Adamları Eksem'e gelip:

- Ona nesebim sorduk. Onu, Mudar'm nesebi şereflisi olarak gör­dük. Bize bazı kelimeler söyledi. Eksem o kelimeleri duyunca:

- Ey kavmim! görüyorum ki o, güzel ahlakı emrediyor. Kötü ahlakı menediyor. Bu işte baş olun. Kuyruk olmayın, lk olun, son olmayın, dedi. Çok geçmedi ^lüm yatağına düştü.

Eksem şöyle demişti:

Yazıklar olsun soyuma! Erişemediğim ve kaçırdığım birşeyden do­layı kendime yazıklar olsun. Sana üzülmüyorum aksine umuma üzü­lüyorum. Malik! Hak üstün olursa, batılı defeder.

Yüz kişi ona tabi oldu. Rasulullah'a gitmek üzere yola çıktı. Daha yolun yarısmdayken Hubeyş, onların develerini ele geçirip kesti. Yan­larındaki su torbalannı parçalayıp kaçtı. Susuzluk Eksem'i güçsüz ve takatsiz hale getirdi ve öldü. Ölmeden önce beraberindekilere Rasulul­lah'a (s.a.v.) tabi olmalarını vasiyet etti. Ve onlara müslünıan olduğunu gösterdi.

Onun hakkında şu ayet indirildi:

"Kim, Allah ve Rasülü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse, artık onun mükafatı Allah'a düşer." [74]

 

Rasulullah'ın Ashabına, Habeşistan'a Hicret Etmelerini Emretmesi

 

266) Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

-  "Orada, ülkesindeki insanlara zulmedilmeyen bir kral vardır. Allah size içinde bulunduğunuz sıkıntılardan bir çıkış ve kurtuluş yolu açmcaya kadar orada korunup sakının."

Bazıları gitti. Bazıları da müslüman olduğunu gizledi. Habeşistan'a gidenler, onbir erkek, dört kadındı.

Onların gidişi, Rasuhıllah'a (s.a.v.) peygamberlik verilişinin be­şinci yılı, Receb aymdaydı.

Kureyşliler hemen müslümanların peşine düştüler ama onlara ye­tişemediler.

Rasulullah (s.a.v.) Necm Suresini okuyup müşrikler; "Bunlar o yüce ak kuğulardır" sözünü duyunca ki, bu Rasululîah'm dilinden çık­madığı halde bazı şeytanlar tarafından söylenmişti..[75] Surede secde ayeti geçtiği için Rasulullah (s.a.v.) secde edince müşrikler de onunla birlikte secde ettiler. El-Velid de bir avuç toprağı alnına kaldırıp sür­dü.

Bu haber Habeşistandakilere ulaşınca, onlar:

-  Madem ki bunlar iman ettiler, biz de kavim ve kabilelerimize dönelim, dediler.

Döndüler. Bir kafileyle karşılaştılar. Onlara sordular ve şu cevabı aldılar:

- Muhammed ilahlarınızı zikretti ve onlar ona beyat ettiler. Daha sonra Muhammed söylediğinden vazgeçti. Onlar da ona düşman oldu­lar.

İbn Mes'ud hariç, herkes ancak birinin himayesine sığınarak Mekke'ye girebildi. O, biraz bekledikten sonra Habeşistan'a geri döndü.

Müslümanları kendi kabilelerinin adamları yakalayıp onlara iş­kence ve eziyet ettiler. Rasulullah (s.a.v.) onların tekrar gitmelerine izin verdi. Onlar, bu defa beraberlerinde birçok kişiyle birlikte gittiler.

267) îbn Ishak şöyle demiştir:

Beraberlerinde küçük olarak götürdükleri çocukları veya orada doğanlar hariç, Habeşistan'a ulaşanların tamamı, Ammar İbn Yasir on­lar arasındaysa seksen erkektir.

268) El-Vakidî şöyle demiştir:

Hicret edenler seksen üç erkekti. Kadınlar arasında onbir Kureyşli ve yedi bilinmeyen vardı.

269) Amr Îbnu'1-As anlattı:

Biz kabilelerle birlikte Hendek'ten dönünce, daha önce benim du-rumuTBu gören ve benimle konuşan bazı Kureyşlileri topladım ve onla­ra:

-Vallahi, biliyorsunuz benim görüşüm, Muhammed'in durumunun garip bir şekilde büyüdüğüdür. Benim yeni bir görüşüm var. O konuda siz ne dersiniz? dedi. Onlar:

-Peki, senin görüşün nedir? dediler. Amr:

-  Necaşi'ye   gidip onun yanında olmamızı düşünüyorum.   Eğer Muhammed, bizim kavmimimize üs' "n ge'    -e, biz Necaşî'nin yanında oluruz. Onun elinin altında olmamız, bize Muhammed'in eli altında ol­mamızdan daha sevimlidir. Eğer kavmimiz üstün gelirse, biz bildiğimiz kimselerdeniz ve bize onlardan ancak iyilik gelir, dedi.

- Bu, makbul bir görüş, dediler. Ben:

-  Haydi ona vereceğimiz hediyeleri toplayın, dedim. Onun bizim memleketten en çok sevdiği hediye, tabaklanmış deriydi. Onun için bir çok deri topladık.

Sonra çıktık. Necaşi'ye geldik. Vallahi, biz tam onun yanındayken Amr tbn Umeyye ed-Damri çıkageldi. Rasulullah (s.a.v.) Ca'fer'le asha­bının durumları için Amr'ı ona göndermişti. Necaşi'nin yanına girdi ve sonra çıktı.

Arkadaşlarıma:

-  Bu, Amr İbn Umeyye. Ben, Necaşi'nin huzuruna girip ondan Amr'ı istemiş olsam, bana onu verir, ben de Amr'ın boynunu vururum. Eğer bunu yaparsam, Kureyş benim üzerime düşeni yerine getirmiş ol­duğum kanaatine varır, dedim.

Necaşi'nin huzuruna vardım. Daha önce yaptığım gibi, ona secde ettim. Bana:

- Hoşgeldin dostum! Memleketinden bana hediyelik birşey getirdin mi? dedi.

- Evet hükümdar! Sana bir çok tabaklanmış deri getirdim, dedim.

Daha sonra hediyeleri ona verdim.   Necaşi hediyeleri beğendi. Daha sonra:

- Ey hükümdar! Demin senin yanından çıkan bir adam gördüm. O, bizim düşmanımız olan bir adamın elçisidir.  Onu bana ver ki öldü­reyim. Düşmanımız olan o adam bizim eşrafımızın ve seçkin kişilerimizin başına bela olmuştur, dedim.

Necaşi öfkelendi. Sonra elini uzatıp burnuna öyle bir vurdu ki sanki onu kırdı. O anda yer yarılsaydı, ondan koktuğum için yerin di­bine girerdim.

- Ey Hükümdar! Vallahi, senin bundan hoşlanmadığını bilseydim, senden onu istemezdim, dedim. Necaşi:

- Benden kendisine, Musa'ya gelen Namus-u ekber'in (Cebrail'in) geldiği bir adamın elçisini Öldürmen için sana vermemi mi istiyorsun? dedi. Ben:

- Ey hükümdar! O öyle midir? dedim.

- Yazıklar olsun sana, Amr! Beni dinle ve bana uy. Vallahi, o, ke­sinlikle hak üzeredir. Musa'nın, firavunla askerlerine galip geldiği gibi o, kendisine karşı gelenlere mutlaka galip gelecek, dedi. Ben:

-  Müslüman olduğuma dair ona olan beyatimi kabul eder misin? dedim.

Elini uzattı. Ben de müslüman olduğuma dair ona beyat ettim.

Daha sonra, önceki görüşümden vazgeçmiş olarak arkadaşlarımın yanına çıktım. Arkadaşlarımdan müslüman olduğumu gizledim. Daha sora Rasulullah'a gitmek niyetiyle yola çıktım ve müslüman oldum. [76]

270) İbn Mes'ud anlattı:

Rasulullah (s.a.v.) yaklaşık seksen kişi olarak bizi Necaşi'ye gön­derdi. Kureyş de hediyelerle birlikte Amr İbnu'l-As'la Umara İbnu'l-Velid'i gönderdi. Amr'la Umara Necaşi'nin huzuruna girince secde etti­ler ve:

-  Bizim amca oğullarımızdan bir   grup senin yurduna indiler. Bizden ve milletimizden yüzçevirdiler, dediler. Necaşi:

- Nerede onlar? dedi. Amr'la Umara:

- Senin yurdundalar, dediler.

Necaşi onlara gelmeleri için haber gönderdi. Ca'fer:

- Bugün sözcünüz benim, dedi. Diğerleri ona uydular. Ca'fer selam verdi. Fakat secde etmedi. Cafer'e:

- Hükümdara niye secde etmiyorsun? dediler. Cafer:

- Biz ancak Aziz ve Celil olan Allah'a secde ederiz. Allah Teala, bize elçisini gönderdi.  O, bize Aziz ve Celil olan Allah'tan başkasına  secde etmememizi emretti. Ayrıca bize namaz kılıp zekat vermemizi emretti, dedi.

Amr İbnu'l As:

- Onlar, İsa İbn Meryem hakkında sana muhalefet ediyorlar, dedi. Necaşi:

- Isa îbn Meryem'le annesi hakkında ne diyorsunuz? dedi. Onlar:

- Biz Allah'ın dediği şekilde söylüyoruz: O, Allah'ın hiç beşerin do­kunmadığı ve hiçbir erkeğin başvurmadığı namuslu bakire Meryem'e ilka ettiği (attığı) kelimesi ve ruhudur, dediler.

Necaşi yerden bir çöp alıp:

- Ey Habeşistanlılar! Piskoposlar ve rahipler! Vallahi siz, bu ada­mın Isa hakkında söylediklerinden bu çöp kadar fazla birşey söylemi­yorsunuz, dedi.

Size ve onun yanından gelenlere merhaba, hoşgeldiniz. Ben onun, Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet ediyorum. O, bizim incil'de bulduğu­muz kişidir. O, Isa ibn Meryem'in müjdelediği kişidir. Dilediğiniz şe­kilde kaim. Vallahi, eğer hükümdar olmasaydım, ayakkabılarının taşı­yıcısı olmak için O'na giderdim. Öbürlerinin hediyelerinin geri verilme­sini emretti ve hediyeler geri verildi. [77]

 

Müşriklerin, Haşim Oğulları Ve Muttalib Oğullarını Boykot Etmek İçin Yazdıkları Yazı

 

Haşimoğulları ve Muttalib oğulları Rasulullah'ı (s.a.v.) korumağa karar verince, Kureyşliler toplanıp içinde, Haşimoğullarma kız verme­mek, onlardan kız almamak, onlara birşey satmamak ve onlardan birşey satın almamak üzere andlaştıkları bir belge yazdılar.

Bu olay, Rasululîah'ın peygamberliğinin yedinci yılında oldu.

işi sağlama bağlamak için o belgeyi Ka'be'nin içine astılar. Onlar böyle yapınca, Haşimoğull arıyla Muttalib oğullan toplanıp Ebu Talib'e gittiler ve onun Şı'bına (mahallesine) girdiler. Ebu Leheb onların ara­sından çıkıp müşriklere destek oldu.

Üç yıl bu halde kaldılar. Müşrikler onlardan erzak ve katığı kes­tiler. Onlar oradan ancak hac mevsiminden hac mevsimine çıkabiliyor-lardı. Artık dayanacak güçleri kalmamıştı.

Hişam ibn Amr tbn Rabia yiyecek yüklerini onların yanına soku­yor ve bunu gizliyordu.

Daha sonra yazılan sayfanın hükmü bozuldu.

Hükmün bozulma sebebi hakkında iki görüş vardır:

1. Yüce Allah Peygamberine sayfanın durumunu bildirdi.  Güve, o sayfada zulüm ve haksızlık ifade eden şeyleri yemiş, Allah'ı zikirle ilgili olan yerler kalmıştı. Bunu Rasulullah (s.a.v.) Ebu Talib'e söyledi. Ebu Talib:

- Yeğenim! Bana haber verdiğin şey, gerçek midir? diye sordu. Ra­sulullah (s.a.v.):

- Evet, Vallahi gerçektir, amca! dedi. Ebu Talib bunu kardeşlerine anlattı ve:

- Vallahi, o bana, hiçbir zaman yalan söylememiştir, dedi. Onlar:

- Peki senin bu husustaki görüşün nedir? dediler. Ebu Talib:

- En güzel elbiselerinizi giyip Kureyşlilerin yanma gitmenizi ve bu haber onlara ulaşmadan önce bu meseleyi onlara hatırlatmayı uygun görüyorum, dedi.

Gidip mescide girdiler. Ebu Talib:

-  Biz kabul edeceğiniz bir iş için gelmiş bulunuyoruz, dedi. Ku-reyşliler:

- Hoşgeldiniz, safa geldiniz, dediler. Ebu Talib:

- Hiçbir zaman yalan söylememiş olan yeğenim bana haber verdi ki: Sizin yazmış olduğunuz sayfaya Allah güve musallat etmiş o da say­fanın içindeki, zulüm, haksızlık ve akrabalarla ilişkiyi kesme gibi her-şeyi yemiştir. Onda, Allah Teala'nın zikredildiği herşey kalmıştır. Eğer yeğenim doğru söylüyorsa, artık sizde kötü görüşünüzden vazgeçersiniz. Eğer o,  yalan söylüyorsa onu size teslim ederim.  Siz de onu, ister öl­dürürsünüz, ister sağ bırakırsınız, dedi. Kureyşliler:

- Sen bize insaflı davrandın, dediler.

Sayfayı getirmek üzere adam gönderdiler. Sayfayı açınca, onu Rasulullah'm dediği gibi buldular. Hepsi de şaşırdılar. Bildiklerinden vazgeçtiler. Ebu Talib:

-  Asıl zulmedenin ve akrabayla ilgiyi kesenin kendiniz olduğunu anladınız mı? dedi.

Hiçbir kimse ona cevap vermedi.

Bunu, Muhammed Ibn Sa'd bazı şeyhlerinden rivayet etmiştir.

2. Hişam îbn Amr îbn el-Haris el-Amri, Zuheyr İbn Ebi Umeyye ibn el-Mugire'ye gidip şöyle dedi:

- Zuheyr! Sen dayılarının; birşey satmaktan, birşey almaktan, ev­lenmekten ve evlendirmekten mahrum edildiklerini bildiğin halde, kendin, istediğini yemeğe, giymeğe ve istediğin kadınla evlenmeğe mi razı oluyorsun, yani gönlün nasıl razı oluyor? Allah'a yemin ederim! Ebu'l-Hakem îbn Hişam'ın seni dayıların aleyhinde andlaşmaya davet ettiği gibi, sen de onu, kendi aleyhinde böyle bir andlaşmaya davet etmiş olsaydın, senin davetine, hiçbir zaman icabet etmezdi. Zuheyr:

- Yazıklar olsun sana Hişam! Ben ne yapayım! Ben, bir tek kişiyim. Vallahi, yanımda başka bir kişi daha olsaydı, o andlaşma sayfasını

bozmaya kalkardım, dedi. Hişam:

-Ben birisini buldum, dedi. Zuheyr:

- Kimmiş o? dedi. Hişam:

- Ben, dedi. Zuheyr:

- Bize üçüncü bir adam ara, dedi. Hişam, El-Mut'ım İbn Adiyy'e gidip:

-  Mut'ım! Abdumenaf oğullarında iki batnın (Haşimoğullarıyla Muttalib oğullarının) helak olmasına gönlün razı oluyor mu? Bu konuda, sen de Kureyş'i tasvip ediyor musun? dedi. Mut'ım:

- Yazık sana! Ben ne yapabilirim. Ben, tek kişiyim, dedi. Hişam:

- Ben üçüncü kişiyi buldum, dedi. Mut'ım:

- Kim o? dedi. Hişam:

- Zuheyr İbn Umeyye, dedi. Mut'ım:

- Bize dördüncü bir kişi ara, dedi.

Hişam, Ebu'l-Bahteri tbn Hişam'ın yanma gitti. El-Mut'ım İbn A-diyy'e söylediklerinin aynısını ona da söyledi. Ebu'l-Bahteri:

- Bu hususta, yardım edecek birisi var mı? dedi. Hişam:

- Evet var. Zuheyr, Mut'un... Ben de yanındayım, dedi. Bunun ü-zerine Ebu'l-Bahteri:

- Bize beşinci bir adam ara, dedi.

Hişam, Zem'a İbnu'l Esved'e gidip onunla konuştu. Zem'a:

- Bu iş üzerinde duran kimseler var mı? diye sordu. Hişam:

- Evet var, dedi ve diğerlerinin adlarını saydı.

Sözleşip toplandılar.  Hükmünü bozuncaya kadar sahife mesele­siyle uğraşmak üzere andlaştılar.

Ertesi gün sabahleyin Zuheyr gidip Ka'be'yi tavaf ettikten sonra:

-  Ey Mekke halkı! Biz istediğimiz gibi yeyip içelim, giyinip kuşa­nalım da, Haşim oğulları ise açlıktan helak olsunlar, bu doğru mudur? Vallahi, akrabalık bağlarını kesen şu zalim sayfa yırtılmcaya kadar ye­rime oturmayacağım, dedi. Ebu Cehil:

- Sen yalan söylüyorsun. Vallahi, o sayfa yırtılamaz, dedi. Zem'a:

- Asıl sen yalan söylüyorsun. Yazıldığı sırada, biz onun yazılmasına razı değildik, dedi. Ebu'l-Bahteri:

- Zem'a doğru soyuyor.  Biz onda yazılı olan şeyleri ne kabul edi­yoruz, ne de ikrar ediyoruz, dedi. El-Mut'ım:

- Her ikiniz de doğru söylüyorsunuz, bunun aksini söyleyen yalan söyler. Biz o sayfadan ve içinde yazılı olanlardan Allah'a sığınırız.

Hişam İbn Amr da el-Mut'ını'inkine yakın sözler söyledi. Ebu Cehil:

- Bu, buradan başka bir yerde, geceleyin konuşulup üzerinde ka­rara varılmış bir iş? dedi.

El-Mut'ım kalkıp yırtmak için sayfanın yanına gitti. Güvenin, "Bismike'llahumme" sözü dışındaki bütün yazıları yediğini gördü.

Sayfanın yazıcısı, Mansur İbn Ikrime İbn Haşim'di. Sonra onun eli çolak oldu.

271) Ebu Hureyre şöyle söyledi: Rasulullah (s.a.v.) Nahr günü (kurban kesme günü), Mina'dayken şöyle dedi:

"Yarın biz Kinane oğullarının Hayfına, küfür üzere sözleşip yemin ettikleri yere ineceğiz." [78]

Hayf dan maksat; El-Muhassab denilen yerdir. Kureyş'le Kinane, Haşim oğulları ve Muttalib oğulları, Rasulullah'ı (s.a.v.) kendilerine teslim etmedikçe kız alıp vermemek ve ahş-verişte bulunmamak üzere orada andlaştılar. [79]

 

Rasulullahın, Elçi Dımad El-Ezdiyle Aralarında Geçenler

 

272) îbn Abbas anlatmıştır:

Dımad Mekke'ye geldi. O, Ezduşenue kabilesindendi. O, delilere okurdu. Mekkeli sefihlerin (beyinsizlerin): Muhammed delidir, dedik­lerini duyunca şöyle dedi:

- O zatı görseydim, belki Allah ona benim vasıtamla şifa verirdi. Dımad kendisi şöyle anlatır: Peygambere gelip:

- Muhammed! Ben deliliği tedavi ederim. Allah, benim vasıtamla dilediğine şifa verir. İster misin? dedim.

Rasulullah ona şu cevabı verdi:

- "Hamd Allah'adır. Biz O'na hamdeder ve O'ndan yardım isteriz.

Allah'ın doğru yola eriştirdiğini, saptıracak yoktur. Saptırdığını da doğru yola eriştirecek yoktur. Ben, tek ve ortaksız olan Allah'tan başka ilah olmadığına, Muhammnıed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şe-hadet ederim, dedi. Dımad:

- Şu sözlerini bana tekrarlar mısın? dedi.

Rasulullah (s.a.v.) sözlerini ona, üç defa tekrarladı. Dımad:

-  Ben kahinlerin, sihirbazların ve şairlerin sözlerini dinledim. Ama, senin şu sözlerin gibisini duymadım. Bunlar, denizin dibine kadar varmıştır. Ver elini, sana, müslüman olmak üzere beyat edeyim, dedi ve Rasulullah'a beyat etti. Rasulullah (s.a.v.):

- "Bu beyat kavmin adına da mı? dedi. Dımad:

- Kavmim adana da, dedi.

Rasulullah (s.a.v.) bir seriyye gönderdi. Bunlar Dımad'm kavmine uğraâılar. Seriyyenin komutanı:

- Bunlardan birşey aldınız mı? dedi. Birisi:

- Ben onlardan bir matara aldım, dedi. Komutan:

- Onu geri ver, çünkü bunlar Dımad'ın kavmidir, dedi. [80]

 

Rasulullah İle Utbe İbn Rabia Arasında Geçenler

 

273) Cabir İbn Abdillah anlatmıştır: Kureyşliler bir gün toplanıp:

Sihirde, kahinlikte ve şiirde en bilgiliniz kimse, araştırsanız da, topluluğumuzu dağıtan, işimizi karıştıran, dinimizi ayıplayan şu adama gidip konuşsa ve ona vereceği cevabın ne olduğunu düşünse, dediler. .Sonunda:

- Bu işe uygun, Utbe Ibn Rabia'dan başka hiç kimseyi bilmiyoruz, dediler.

- Ebu'l-Velid! Onun yanma sen git, dediler. Utbe, Rasulullah'ın yanma gelip:

- Muhammed! Sen mi daha hayırlısın? Yoksa Abdullah mı? dedi. Rasulullah cevap vermedi. Utbe: Sen mi daha hayırlısın? Yoksa Abdul-muttalib mi? dedi.

Rasululllah (s.a.v.) cevap vermeyip sustu. Utbe: Eğer, bunların senden daha hayırlı olduklarını söylüyorsan, onlar, senin, ayıplamakta olduğun ilahlara tapıyorlardı.   Eğer, kendinin onlardan, daha hayırlı olduğunu iddia ediyorsan, konuş! Sözünü dinleyelim. Biz, kavmine senden daha uğursuz olan (birşey) görmedik. Sen bizim topluluğumuzu dağıttın. İşimizi karıştırdın. Araplar içinde bizi rezil ettin. Kureyşliler içinde bir büyücü, bir kahin türemiş dedirttin. Vallahi, biz, kılıçları­mızla birbirimizi yok etmeğe kalkacağımız hamilenin attığı çığlık anın­dan başkasını beklemiyoruz. Ey adam! Eğer kadına düşkünsen, Kureyş kadınlarından dilediğini seç. Sana on tane hanım alalım. Eğer mala ihtiyacın varsa, Kureyş'in en zengini oluncaya kadar, sana, mallarımız­dan toplayalım, dedi. Rasulullah (s.a.v.):

- Söyleyeceklerin bitti mi? dedi. Utbe:

- Evet, bitti, dedi. Rasulullah (s.a.v.):

- Hâ, mîm, (Kur'an) Rahman ve Rahim olan Allah katından peyderpey indirilmiştir. (Bu,) Ayetleri, bilen bir kavim için a-rapça bir okunuşla açıklanmış bir kitaptır.   (Onu getiren elçi) müjdeleyici ve uyarıcıdır" dedi ve "Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki: işte sizi, Ad ve Semud'un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırgayla uyardım" ayetine kadar Fussilet suresini okudu. [81] Utbe ona:

-Yeter.  Sende  olan  bundan  başkası  mıdır?  dedi.  Rasulullah (s.a.v.):

- Hayır, dedi. Utbe, Kureyş'in yanma dönünce, Kureyşliler:

-  Geride ne var? Ne haber getirdin? dediler. Utbe:

- Hiçbir şey yok. Sizin kendisiyle konuşmanızı uygun görüyorum. Yoksa onunla ben konuşurum, dedi. Kureyşliler:

- Sana cevap verdi mi? dediler. Utbe:

-  Evet, dedi. Hayır,   Ka'be'yi diken kimseye yemin olsun! Onun söylediklerinden sadece şunu anladım:

"îşte sizi Ad ve Semud'un başına gelen kasırgaya benzer bir kasır­gayla uyardım" dedi. Onlar:

- Yazıklar olsun sana! Seninle arapça konuşuyor ve sen onun de­diğini anlamıyorsun! dediler. Utbe:

- Vallahi, söyledikleri arasında kasırga lafından başka birşey an­lamadım, dedi. [82]

 

El-Velid'in Rasulullahın Durumu Hakkında Kureyşe Yaptığı Tavsiyeler

 

274) Said İbn Cubeyr'den rivayet edilmiştir:

Kureyşli bir grup el-Velid'in yanında toplandı. El-Velid, onların arasında yaşlı birisiydi. Hac zamanı gelmişti. El-Velid Kureyşlilere:

- Ey Kureyş topluluğu! İşte hac zamanı geldi. Bu yılda Arap heyetleri sizin yanınıza gelecekler. Onlar, şu adamınızın meselesini işitmiş durum­dalar. Siz onun hakkında bir tek görüşte birleşin. Birbirinizi yalanlayıp birbirinizin sözünü reddedip de anlaşmazlığa düşmeyin, dedi. Onlar:

- Ey Ebu Abdişems! Sen, bizim için birşey söyle ve bir görüş ileri sür, biz de onu söyleyelim, dediler. El-Velid:

- Hayır, siz söyleyin, ben dinleyeyim, dedi. Kureyşliler:

- Onun kahin olduğunu söyleyelim, dediler. El-Velid:

-Hayır, o bir kahin değildir. Biz kahinleri gördük. Onun okuduğu şeyler, ne kahin mırıldanışıdır ne de kahinin sesidir, dedi. Kureyşliler:

- Onun deli olduğunu söyleyelim, dediler. El-Velid:

-  Hayır, o bir deli değildir.  Biz deliliği gördük ve onu öğrendik. Onun, ne boğulması, ne çırpınıp titremesi ve ne de evhamlanması vardır, dedi. Kureyşliler:

- Büyücü diyelim, dediler. El-Velid:

- Hayır, o bir büyücü değildir. Biz büyücüleri ve yaptıkları büyüleri gördük.  Onun okudukları, ne büyücülerin okuyup üfledikleridir ne de düğümleyip bağladıklarıdır, dedi. Kureyşliler:

- Peki ne diyelim? dediler. El-Velid:

- Vallahi, onun sözünde bir tatlılık var. Onun kökü hurma ağacı­dır. Dalı ise toplanmış meyvelerdir.

Siz onun hakkında, bu söylediklerinizden hangisini söyleseniz, boş ve yersiz olduğu anlaşılır. Onun hakkında: Büyücü, demeniz akla en yakın olandır. Çünkü onun sözü babayla oğulun arasım açıyor, kardeş­lerin arasını açıyor, karıyla kocanın arasını açıyor ve kişinin kabilesiyle arasını açıyor.

El-Velid'in yanından bu şekilde ayrıldılar. [83]

275) Amr'dan rivayet edilmiştir. El-Velid Îbnu'l-Mugire:

- Ben şiirin her çeşidini, Recezini ve Karidasını dinledim. Ama bu­nun gibisini yani Kur1 an gibisini dinlemedim. Onun okudukları şiir değildir.  Onda bir güzellik ve parlaklık var.  Onun bir nuru var.  O, her şeye üstün gelir fakat ona, hiç üstün gelinemez.

276) îkrime anlatmıştır:

El-Velid Îbnu'l-Mugire, peygamber'in (s.a.v.) yanına gitti.   Pey­gamber (s.a.v.) ona Kur'an okuyunca, el-Velid yumuşar gibi olmuştu. Ebu Cehil bunu duyunca, el-Velid'in yanına geldi ve:

- Amca! Kavmin senin için mal toplamak istiyor, dedi. El-Velid:

- Niye? dedi. Ebu Cehil:

- Sana vermek için. Çünkü sen, bizim söylediklerimize aldırmayıp Muhammed'e gitmişsin, dedi. El-Velid:

- Kureyşliler, benim onlardan daha zengin olduğumu bilirler, dedi. Ebu Cehil:

- Öyleyse, ona öyle bir söz söyle ki, onun söylediğini inkar ettiğin ve onu sevmediğin kavmine ulaşsın, dedi. El-Velid:

- Onun hakkında ne söyleyeyim? Vallahi aranızda şiirleri benden daha iyi bileniniz yoktur. Vallahi, onun söyledikleri, bunlardan hiçbirine benzemiyor. Vallahi', onun sözünde bir tatlılık ve parlaklık vardır. Sanki, o tepesi meyveli, dibi sulak bir hurma ağacı gibidir. O, altındakini ezer. O, her şeye üstün gelir, fakat ona hiç üstün gelinemez, dedi. Ebu Cehil:

- Vallahi, sen onun hakkında birşey söylemedikçe, kavmin hoşnut olmayacak, dedi. El-Velid:

-Öyleyse, bırak beni de bu konuda birşeyler düşüneyim, dedi. El-Velid düşündükten sonra:

-  Bu, (sihirbazlardan öğrenilip) nakledilen bir sihirdir, dedi ve onun hakkında: "Tek olarak yaratıp,  kendisine geniş servet ve gözü ö-nünde duran oğullar verdiğim, kendisi için (nimetleri) ayaklar altına serdiğim o kimseyi bana bırak" [84] ayeti indi. [85]

 

Rasulullahla Tufeyl İbn Amr Arasında Geçenler

 

277) Muhammed tbn İshak anlattı:

Rasulullah (s.a.v.) kavminden gördüğü he türlü kötülük v.s. ye rağmen onlara öğüt vermekten, içinde bulundukları şeyden (delaletten) kurtuluşa davet etmekten geri durmuyordu. Allah, Rasulullah'ı Ku-reyşlilerden koruduğunda, onlar halkı ve yanlarına gelen Arapları Peygamberden sakmdırmağa çalıştılar.

Tufeyl îbn Amr ed-Devsi şunu anlatırdı:

-Tufeyl, Rasulullah (s.a.v.) Mekke'deyken oraya gelmişti. Kureyşli bazı kimseler onun yanma geldiler. Tufeyl, şerefli, şair ve akıllı bir kimseydi. Kureyşliler ona:

-Tufeyl! Sen bizim memleketimize geldin. Ama aramızdaki şu adam bizi sıkıntıya soktu. O, bizim topluluğumuzu dağıttı. Onun sözü büyü gibi.  Kişinin babasıyle, kardeşiyle ve hanımıyla arasım açıyor. Bizim başımıza gelenin, senin ve kavminin başına gelmesinden korku­yoruz. Sakın onunla konuşma ve ondan birşey dinleme, dediler.

Tufeyl kendisi şöyle der:

- Vallahi, onlar bunu bana o kadar çok söylediler ki, nihayet kendi kendime, ondan hiçbir şey dinlememeğe ve onunla konuşmamağa karar verdim. Hatta, ertesi gün sabah Mescid'e gittiğimde, onun söylediklerini duymayayım diye kulaklarıma pamuk tıkadım.  Onu, dinlemek de iste­miyordum.

Ertesi gün sabah Mescid'e gittim. Rasulullah'ı Ka'be'nin yanında ayakta namaz kılarken gördüm. Ona yakın bir yerde durdum. Allah nasip etti. Onun bazı sözlerini duydum. Güzel bir söz işitmiştim. Kendi kendime şöyle dedim: Anam çocuğunu kaybetsin! Vallahi, ben akıllı ve şair bir adamım. Bana, sözün güzel olanı da çirkin olanı da gizli değil­dir. Şu adamın söylediğini dinlememe engel olan ne var? Eğer onun ge­tirdiği şey, güzelse, onu kabul ederim, çirkinse onu bırakırım.

Rasulullah (s.a.v.) evine donünceye kadar orada kaldım. Evine girinceye kadar onu takip ettim. Evine girince ben de girdim ve:

- Muhamed! Kavmin bana şöyle şöyle dedi. Vallahi, senin işinden, beni o kadar korkuttular ki, sözünü duymayayım diye kulaklarıma pa­muk bile tıkadım.   Sonra Allah'tan olacak senden birşeyler duydum. Hem de güzel bir söz duydum. Bana işini (dinini) arzet, dedim.

Rasulullah (s.a.v.) bana, İslam'ı arzetti.   Bana Kur'an^ okudu. Vallahi, hiçbir zaman ondan daha güzel bir söz, ondan (İslamdan) da daha adil bir iş duymamıştım.

Hemen müslüman oldum. Kelime-i Şehadeti getirdim.

- Ey Allah'ın peygamberi! Ben kavmim içinde sözü dinlenilir biri­siyim. Ben yanlarına döneceğim ve onları İslam'a davet edeceğim. Al­lah'a dua et de, davetimde, bana yardımcı olacak bir keramet versin. Rasulullah (s.a.v.):

- "Allah'ım! Ona bir keramet ihsan et" diye dua etti.

Kavmime gitmek üzere yola çıktım. Kavmimin oturduğu yere ba­kan yokuştayken iki gözümün arasında (alnımda) lamba gibi bir, ışık belirdi.

- Allah'ım! Bu yüzümden başka bir yerde olsun! Çünkü dinlerinden ayrıldığım için, kabile halkımın, onu, benim yüzümde meydana gelen bir cezanın eseri gibi zannetmelerinden korkuyorum, dedim.

Bunun üzerine ışık, yer değiştirip kırbacımın ucuna geldi.

Ben yokuştan inerken, orada bulunanlar kırbacımın ucundaki bu ışığı asılı kandil gibi görüyorlardı. Yanlarına vardım ve onların arasına katıldım.

Oraya varınca, babam yanıma geldi. Kendisi çok yaşlıydı,

- Baba! Benden uzak dur! Be" artık senden değilim, sen de benden değilsin, dedim. Babam:

- Niye yavrum? dedi.

- Ben müslüman oldum ve Muhammed'e beyat ettim, dedim. -.Yavrum! Senin dinin, benim de dinimdir, dedi.

-  (Öyleyse, git, yıkan ve elbiselerim temizle, gel.  Böylece, öğren­diklerimi sana öğreteyim, dedim. Babam gidip) yıkandı, elbiselerini te­mizledi. Gelince ona İslam'ı anlattım. O da müslüman oldu.

Daha sonra yanıma hanımım geldi. Ona:

- Benden uzak dur. Artık ben senden değilim, sen de benden de­ğilsin, dedim. Hanımım:

- Niye? Babam, anam sana feda olsun! dedi.

- İslam, bizi ayırdı, dedim. O da müslüman oldu.

Daha sonra Devs kabilesini İslam'a davet ettim. Onlar davetime hemen icabet etmeyip ağırdan aldılar. Bunun üzerine Mekke'ye Rasu-lullah'a gidip:

- Ey Allah'ın Peygamberi! Devs kabilesi bana üstün geldi.   Onlar için beddua et, dedim. Rasulullah (s.a.v.):

- "Allah'ım Devs'e hidayet ihsan et! diyerek dua etti. Bana da:

- "Kavminin yanına dön. Onları, İslam'a davete devam et. Onlara yumuşak davran" dedi.

Kavmimin yanına döndüm. Rasulullah Medine'ye hjcret edinceye kadar Devs toprağından ayrılmaksızm, onları devamlı İslam'a davet et­tim. Bedir, Ühud ve Hendek savaşları geçtikten sonra, Rasulullah (s.a.v.) Hayber'deyken, kavmimden müslüman olan kimselerle birlikte Medine'ye geldim. Medine'ye yetmiş veya seksen hane Devs'li getirmiş oldum. [86]

 

Ebu Talibin Ölürken, Rasulullah'la Aralarında Geçenler

 

278) Saîd tbnu'l Museyyeb anlattı:

Ebu Talib'in ölümü yaklaştığında, Rasulullah (s.a.v.) onun yanına geldi. Abdullah İbn Ebi Umeyye'yle Ebu Cehil İbn Hişam, Ebu Talib'in yanındaydı. Peygamber (s.a.v.) ona:

- "Amcacığım! Üzerimde en çok hakkı olan ve bana yardım elini, en güzel şekilde uzatan insan sensin. Şüphesiz üzerimde, babamdan daha çok hakkı olan sensin. Sen bir kelime söyle ki, kıyamet gününde sana, onunla, şefaatim gerekli olsun. La ilahe illallah, de" dedi.

Abdullah İbn Ebi Umeyye'yle Ebu Cehil:

-  Sen, Abdulmuttalib'in dininden dönmek mi istiyorsun? dediler. Ebu Talib:

- Ben, Abdulmuttalib'in dini üzereyim, dedi ve öldü. Rasulullah (s.a.v.):

- "Vallahi, senin hakkında dua etmekten mene dilmediğim sürece, senin için istiğfar edecek, bağışlanmanı dileyeceğim, dedi.

Bunun üzerine Allah Teala: "(Kafir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara. Çünkü Allah müşrikleri bağışlamaz). İbra­him'in babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Yoksa onun Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, (af dilemekten vazgeçip) ondan uzaklaştı. Şüphesiz ki ibrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlıydı" [87] ayetlerini indirdi. [88]

(279) Ebu Hüreyre anlattı: Rasulullah (s.a.v.) amcasına:

- "La ilahe illallah, de.   Kıyamet gününde, Allah katında, onunla senin lehine şehadet edeyim" dedi.[89] Ebu Talib de:

-  Kureyşlilerin beni ayıplayarak: Ebu Talib'i buna ancak korku şevketti denıeseler seni mutlaka memnun ederdim, dedi.

Bunun üzerine Aziz ve Celü olan Allah: "Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin" ayetini indirdi. [90]

Böylece bize (el-ceze'u )=korku rivayet edildi. Dilciler bunu inkar etmektedirler. Sa'leb: O, (el-hara'u ) dir. Bu da zayıflık ve gevşeklik anlamlarına gelir.

280) Abdullah İbn Salebe îbn Su'ayr el-Uzrî şunu anlattı: Ebu Talib şöyle dedi:

- Yeğenim! Benden sonra sana ve senin babanın oğullarına sövü-leceği ve Kureyşlilerin, bunu, benim ölümden korkarak söylediğimi sanmaları korkusu olmasaydı, söylediğini yapar ve teşekkürüne, bana olan sevgine ve bana yaptığın nasihata karşılık seni memnun ederdim.

Daha sonra Ebu Talib, Abdulmuttalib oğullarını çağırdı ve:

-  Muhammed'den dinlediğiniz ve onun işine (dinine) uyduğunuz sürece daima iyi olacaksınız.  Ona uyun ve yardım edin ki doğru yolda olasınız, dedi. Rasululllah (s.a.v.):

- "Kendin için terkettiğin halde, niye onlara bu şeyleri emrediyor­sun!" dedi. Ebu Talib:

-  Ö kelimeyi benden sağlamken isteseydin, söylediğin şey üzere sana beyat ederdim.  Fakat ölüm anında korkmaktan hoşlanmıyorum. Çünkü Kureyşliler, sağlamken reddettiğim halde şimdi korktuğum için o kelimeyi kabul ettiğimi zannederler, dedi. [91]

281) Hz. Ali şöyle dedi:

Rasulullah'a (s.a.v.) Ebu Talib'in ölümünü haber verince ağladı. Sonra:

-  "Git, onu yıka, kefenle ve defnet.   Allah onu bağışlasın ve ona rahmet etsin" dedi. [92]

Ben de dediğini yaptım.

Rasulullah (s.a.v.), evinden çıkmaksızın, birkaç gün, onun için af diledi. Sonunda Cebrail ona şu ayeti indirdi: "(Kafir olarak ölüp) Ce­hennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduktan sonra, akra­ba dahi olsalar (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara. (Çünkü Allah müşrikleri bağışlamaz)."[93]

Hz. Ali şöyle der: Rasulullah (s.a.v.) bana emretti, yıkadım.

282) Hz. Ali anlatmıştır: Peygamber'e (s.a.v.) gelip:

- Dalalet (sapıklık) içindeki yaşlı amcan öldü, dedim. Rasulullah (s.a.v.):   ,

- "Git, onu göm ve dönüp yanıma gelinceye kadar hiçbir şey yapma" dedi. [94]

283) İbn Abbas şöyle dedi:

Rasulullah (s.a.v.) Ebu TaUb'in cenazesine katıldı ve:

- "Amca! Akrabalığımızın hakkı sana ulaştı. Allah sana iyilik ver­sin" dedi. [95]

284) El-Abbas İbn Abdilmuttalib anlattı: Rasulullah'a gidip:

- Ya Rasulallah! Amcan Ebu Talib, senin namına (düşmanlarına) kızar ve seni korurdu.  Bu davranışı ona fayda verir mi? dedim. Rasu-lullah (s.a.v.):

- "Evet. O, cehennemin sığ bir yerindedir. Eğer ben olmasaydım, cehennemin en derin yerinde olurdu" dedi. [96]

285) Muhammed İbn Ka'b El-Kurazî anlattı:

Ben şunu duydum: Ebu Talih ölmeden önce hastalandığında Ku-reyşliler şöyle dediler:

- Ebu Talib! Yeğenine haber gönder de sana söylediği şu cennetten, şifa verecek birşeyler göndersin.

Kureyşlilerin adamı gitti ve Rasulullah'ı Ebu Bekr'le birlikte otu­rurken buldu. Şöyle dedi:

-  Muhammed! Amcan sana şöyle diyor: Yeğenim! Ben yaşlıyım, zayıfım ve hastayım. Bahsettiğin şu cennetinin yiyecek ve içeceklerin­den bana, şifa verecek birşeyler gönder. Ebu Bekr:

- Allah onlan kafirlere haram kıldı, dedi. Adam Kureyşlilere dönüp:

-  Beni kendisine gönderdiğiniz Muhammed'e haberi ulaştırdım. Bana hiçbir şey vermedi.  Ebu Bekr Allah onları kafirlere haram kıldı, dedi. Muhammed ise sustu.

Ebu Talib'i kendi tarafından bir adam göndermeğe teşvik ettiler. Ebu Talib'in adamı Rasulullah'ı (s.a.v.) oturduğu yerde buldu.

- "Allah cennetin yiyecek ve içeceklerini kafirlere haram kıldı" ce­vabını verdi. [97]

Rasulullah (s.a.v.) gelen adamın arkasından hemen kalktı.    0-nunla birlikte eve girdi. Evin insan dolu olduğunu görünce:

- "Amcamın yanından çekilin" dedi.

- Biz birşey yapmıyoruz.  Sen ona bizden daha -çok hak sahibi de­ğilsin. Eğer senin onunla akrabalığın varsa bizim de senin kadar akra­balığımız var, dediler.           

Rasulullah (s.a.v.) amcasının yanma oturup:

-  "Amca! Sana iyilikle mukabele edilsin.   Küçükken bana bakıp besledin. Büyüyünce de beni koruyup gözettin. Amcacığım! Benim na­mıma sana iyilikle mukabele edilsin.  Kendine karşı bir tek kelimeyle bana yardımcı ol ki, kıyamet gününde, Allah katında, onunla, senin le­hine şefaatçi olayım" dedi. Ebu Talib:

- Yeğenim! O kelime nedir? dedi. Rasulullah (s.a.v.):

-  "La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh=Allah'tan başka ilah yoktur. O tektir ve ortağı yoktur, de" dedi. Ebu Talib:

- Sen bana öğüt veriyorsun.  Vallahi, sen benden sonra bununla ayıplanın asaydın ve ölüm anında amcan korktu denilmeseydi, seni bunu söyleyerek memnun ederdim, dedi. Oradakiler:

-  Ebu Talib! Sen, şeyhlerin dini olan Hanifliğin başısın diye hay­kırdılar. Ebu Talib:

-  Ben şeyhlerin dinindeyim,   Kureyş, amcan ölüm anında korktu demesin, dedi. Rasulullah (s.a.v.):

-  "Beni menetmedikçe, Rabbime devamlı senin için istiğfarda bu­lunacağım" dedi.

Rasulullah (s.a.v.) Ebu Talib öldükten sonra onun için istiğfarda bulundu. Müslümanlar: ibrahim (a.s.) babası için istiğfarda bulunmuş­ken, Muhammed (s.a.v.) amcası için istiğfarda bulunurken, bizi, atala­rımız ve akrabalarımız için istiğfarda bulunmaktan engelleyen nedir? dediler ve müşrikler için istiğfarda bulundular. Sonunda: "(Kafir olarak Ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli olduk­tan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara. (Çünkü Allah müşrikleri bağışlamaz)" ayeti geldi. [98]

 

Ebu Talible Hadice'nın Ölümünden Sonra Rasulullahın Başından Geçenler

 

286) (Abdullah İbn) Sa'lebe İbn Sukayr anlattı:

Ebu Talib'le Hadice vefat ettiğinde -ki ikisinin vefatı arasında bir ay beş gün vardı- Rasulullah'ın üzerinde iki musibet bir araya gelmişti. Bundan dolayı evine çekildi ve pek az dışarı çıktı. Kureyşliler ona, ya­pamadıkları ve istedikleri hakaretleri yaptılar.

Ebu Leheb bunu duyunca, Rasulullah'm yanına geldi ve:

-Muhammedi Git, ne istiyorsan, Ebu Talib'in sağlığında ne yapar idiysen, yine yap. Lafa yemin olsun! Ben ölünceye kadar sana kimse dokunamaz, dedi.

İbnu'l-Gaytala, Peygamber'e (s.a.v.) sövdü. Ebu Leheb peygam-ber'in yanma geldi ve İbnu'l-Gaytala1 ya hakaret etti. Îbnu'l-Gaytala:

- Ey Kureyş topluluğu! Ebu Utbe dininden döndü, diye bağırarak geri gitti.

Kureyşliler gelip Ebu Leheb'in tepesine dikildiler. Ebu Leheb:

- Ben Abdulmuttalib'in dininden ayrılmadım. Fakat ben yeğenime, yapmak istediğini yapıncaya kadar haksızlık edilmesini Önlüyorum, dedi. Kureyşliler:

- îyi ettin, sen akrabalık hakkını gözettin, dediler.

Rasulullah (s.a.v.) Ebu Leheb'ten korkulduğu için kendisine Ku-reyş'ten hiç kimse sataşamadan birkaç gün böyle gider gelir oldu.   Bir gün, Ukbe tbn Ebi Muayt'la Ebu Cehil, Ebu Leheb'in yanına geldiler. Ona:

- Yeğenin sana, babanın nereye girdiğini haber verdi mi? dediler. Ebu Leheb Rasulullah'a (s.a.v.):                                            

- Muhammed! Abdulmuttalib'in girdiği yer neresidir? diye sordu. Rasulullah (s.a.v.):

- "Kavmiyle birliktedir" dedi. Ebu Leheb onların yanma gidip:

- Ona sordum. Kavmiyle birliktedir diye cevap verdi, dedi. O ikisi: - Onun cehennemde olduğunu iddia ediyor, dediler. Ebu Leheb:

-  Muhammed! Abdulmuttalib cehenneme girecek mi? dedi. Rasu­lullah (s.a.v.):

- "Evet. Abdulmuttalib gibi Ölen herkes cehenneme girer" dedi. [99]

Bunun üzerine Ebu Leheb: ı

-  Demek- sen Abdulnıuttalib'in ateşte olduğunu iddia ediyorsun, öyle mi, vallahi, artık sana ebediyyen düşmanlık yapacağım, dedi.

Böylece Ebu Leheb'in ve diğer Kureyşlilerin Rasulullah'a düş­manlık ve zulümleri arttı.

287) Muhammed îbn Cubeyr îbn Mut'un şöyle dedi:

Ebu Talib ölünce Kureyşlüer Rasulullah'a hakaret ettiler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) Taife gitti. [100]

 

Taif'e Gittiğinde Rasulullah'ın Başına Gelenler

 

288) Muhammed îbn Cubeyr İbn Mut'ım anlatmaktadır:

Rasulullah (s.a.v.) Ebu Talib'in ölümünden sonra, Zeyd Ibıı Hari-se'yle birlikte Taife gitti. Bu nübüvvetin onuncu yılında Şevval ayının (bitmesine) birkaç gece kala olmuştu. [101].

289) Muhammed îbn Ömer, bundan başka bir isnadla şöyle rivayet etti.

Rasulullah (s.a.v.) Taifte on gün kaldı. -Bir başkası: Bir ay kaldı demiştir.- Taif eşrafından yanına varıp konuşmadığı bir kimse bırak­madı.

Taif liler, Resulullah'ın (s.a.v.) teklifini kabul etmediler. Gençle­rinin, müslüman olmalarından korktular ve:

- Muhammed! Memleketimizden çık git. Seni seven, seni kurtara­cak yerlere sığın, dediler. Serserileri ona karşı kışkırtıp onu taşlattırdı­lar.   Öyle ki, ayakları kan içinde kaldı.   Zeyd îbn Harise onu kendi vücuduyla korumağa çalışıyordu. Atılan taşlarla Rasulullah'ın başı pek fena yarılmıştı.

Rasulullah (s.a.v.) üzgün bir halde Mekke'ye döndü. Rasulullah (s.a.v.) Taif ten Mekke'ye dönerken Nahle'de konakladı. Geceleyin na­maz kılmak üzere kalktı. O sırada Nasibin cinlerinden yedisi gelip onu dinlediler. Rasulullah (s.a.v.) Nahle'de birkaç gün kaldıktan sonra Mekke'ye girmek istedi. Zeyd O'na:

-  Onlar seni Mekke'den çıkardıkları halde, şimdi onların yanına nasıl gireceksin? dedi.

Rasulullah (s.a.v.): Huzaa kabilesinden birisiyle Mut'ım îbn A-diyy'e şu haberi gönderdi:

- "Senin himayene gireyim mi? Mut'ım da:

- Evet, dedi. [102]

290) Muhammed Ibn Ka'b el-Kurazî anlattı.

Rasulullah (s.a.v.) Taife varınca, o sırada Sakîf in ileri gelenlerin­den ve eşrafından olan bazı kimselere gitti. Bunlar Amr İbn-U-meyr'in çocukları olan uç kardeşti ki adları Abduyaleyl, Mes'ud ve Habîb'ti.

Rasulullah (s.a.v.) oturup bunları Allah'a davet etti.   İslamı yay­masına yardımcı olmalarını ve kavminden muhalefet edenlere karşı, kendisiyle birlikte hareket etmelerini istemek üzere, onların yanına geldiğini söyledi.

Onlardan birisi:

-  Eğer seni, Allah gondermişse, Ka'be'nin örtüsünü yırtsın, dedi. Öbürü;

- Allah senden başka gönderecek birisini bulamadı mı? dedi. Üçüncüsü:

-  Vallahi, seninle asla konuşmayacağım.   Eğer sen, dediğin gibi Allah tarafından gönderilmiş bir elçiysen, sen benim, sana cevap ver­memden çok yüksek bir mertebede bulunuyorsun, demektir.   Eğer Al­lah'a karşı yalan söylüyorsan, zaten seninle konuşmam bana yakışmaz, dedi.

Rasulullah (s.a.v.) Sakiften gelecek hayırdan ümidini keserek yanlarından kalktı. Sakifliler serseri ve kölelerden ona sövmelerini ve bağırmalarını istediler. Halk etrafında toplandı. Onu, Utbe İbn Rabi-a'yla (Şeybe İbn Rabia'mn) bahçesine sığınıncaya kadar takip ettiler. Utbe'yle Şeybe bahçedeydiler. Onu takip eden Sakifli serseriler dönüp gittiler.

Rasulullah (s.a.v.) bir asmanın yanına gidip gölgesine oturdu. Utbe'yle Şeybe onu seyrediyorlardı. Sakifli serserilerin ona yaptıklarını görmüşlerdi.

Rasulullah (s.a.v.) dinlenip rahatladıktan sonra -bana zikredildi-ğine göre- şunları söyledi:

-  "Allah'ım! Gücümün zayıflığını, tedbirimin azlığını, halkın ya­nında hakir görülüşümü, sana şikayet ediyorum.

Ey merhametlilerin en merhametlisi! Sen zayıfların Rabbisin. Sen benim Rabbimsin. Beni, kime bırakıyorsun? Bana suratını asan uzak-takine mi? Yoksa işimi, eline verdiğin düşmana mı bırakıyorsun? Eğer senin bana bir kızgınlığın yoksa, hiç aldırmam. Fakat senin affın benim için daha geniştir.

Bana gazabım indirmenden veya gazabının üzerime yerleşmesin­den, kendisiyle karanlıkların aydınlandığı ve onun üzerine dünya ve a-hiret işlerinin düzeldiği, vechinin (zatının) nuruna sığınırım. Her şey senin hoşnutluğun içindir. Bütün güç ve kuvvet senin elindedir."

Utbe ve Şeybe İbn Rabia, Rasulullah'm başına gelenleri görünce, Addas isimli hristiyan kölelerini çağırıp:

- Bu ü2ümden birkaç salkım al, şu tabağın içine koy, sonra da şu adama götür ve ona üzümden yemesini söyle, dediler.

Addas dediklerini yaptı. Üzümü götürdükten sonra Rasulullah'm önüne koydu. Rasulullah elini uzatıp:

- Bismillah dedi ve yedi. Addas onun yüzüne bakıp: -Vallahi, bu sözü bu memleketin halkı söylemez, dedi. Rasulullah ona:

- "Addas! Senhangi memlekettensin? Dinin nedir? diye sordu. Addas:

-Ben hıristiyanım.Ninovahalkmdanbirisiyim, dedi. Rasulullah ona:

-  "Demek sen, Salih kişi Yunus İbn Metta'nm köyündensin" dedi. Addas:

- Sen Yunus ibn Metta'yı nereden biliyorsun? dedi. Rasulullah:

-  "O kardeşimdir.  O, bir peygamberdi.  Ben de bir peygamberim" dedi.

Bunun üzerine Addas, Rasulullah'm üzerine kapanıp başını, elle­rini ve ayaklarım öptü,

Utbe'yle Şeybe birbirlerine şöyle diyorlardı:

- O sana karsı köleni de bozdu, yoldan çıkardı. Addas onların yanma gelince:

- Yazıklar olsun sana! Addas! Niye, o adamın başını, ellerini ve a-yaklarını Öpüyorsun?! dediler. Addas:

-Efendim! Yeryüzünde, bu adamdan daha hayırlısı yoktur. O bana ancak bir peygamberin bilebileceği bir şeyi (dini) haber vedi, dedi. [103]

291) Enes rivayet etti: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: i

"Allah yolunda korkutulduğum kadar hiç kimse korkutulmadı ve Allah yolunda bana eziyet edildiği kadar hiç kimseye eziyet edilmedi. Üzerimden gecesi ve gündüzüyle otuz gün geçmiştir ki, bana ve Bilal'a, Bilal'in koltuğunun örttüğü şeyden başka ciğeri bulunan bir yaratığın yiyebileceği bir yiyecek yoktur." [104]

Tirmizi: Bu, sahih bir hadistir demiştir.

Hadisin manâsı şudur: Peygamber (s.a.v.) Bilal'le birlikte Mek­ke'den kaçarken, Bilal'in yanında, yiyecek olarak koltuğunun altında taşıdığı şey vardı. [105]

 

Taif'ten Dönünce Rasulullah'ın Mekke'ye Girişi

 

292) Rasulullah (s.a.v.) Taiften dönünce, el-Ahnes İbn Şerik'e şu haberi gönderdi:

- "Rabbimin bana verdiği peygamberlik görevini tebliğ edip yerine getirinceye kadar, beni himayene alır mısın?" El-Ahnes şöyle dedi:

-Halif, Sarih'i himayeye alamaz. [106] Rasulullah (s.a.v.) elçilik yapan kişiye:

- Süheyl ibn Amr'a git ve ona: Muhammed: "Rabbimin bana verdiği peygamberlik görevini tebliğ edip yerine getirinceye kadar, beni hima­yene alır mısın diyor, de."

Elçi Süheyl'e gidip Rasulullah'm söylediği şeyi aktardı. (Süheyl şöyle dedi):

- Amir İbn Lueyy oğulları, Ka'b oğullarını himaye edemezler. Elçi geri geldi ve bunu Rasulullah'a söyledi. Rasulullah:

- "El-Mut'ım ibn Adiyy'e git ve ona şöyle söyle: "Muhammed sana: Rabbimin bana verdiği peygamberlik görevini tebliğ edip yerine geti­rinceye  kadar,  beni himayene  alır mısın?"  diyor de,  buyurdu.  El-Mut'ım:

- Evet, himayeme girsin, dedi.

Elçi geri geldi ve Peygamber'e haber verdi.

El-Mut'ım îbn Adiyy sabahleyin, kendisi ve oğulları silahlarını kuşanmış olarak Mescid'e girdiler. Ebu Cehil, el-Mut'ım'i görünce:

- Himayeci misin? Yoksa tâbi misin? dedi. El-Mut'ım:

- Himayeciyim, dedi. Ebu Cehil:

- Senin himayene aldığını biz de himayemize aldık, dedi.

Peygamber (s.a.v.) de girdi. Hacer-i esved'e vardı. Ona istilamda bulundu, iki rekat namaz kılıp evine gitti. Bu sırada el-Mut'ım'le ço­cukları onun etrafında dolaşıyorlardı. [107]

293) Muhammed İbn Cübeyr İbn Mut'ım'in babası şöyle dedi: Ra­sulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"El-Mut'ım İbn Adiyy sağ olsaydı da, şu kokmuşlar hakkında (yani Bedir esirleri hakkında), benimle konuşsaydı, onlan, onun hatırı için (fidye almadan) bağışlar, serbest bırakırdım." [108]

 

Rasulullahınmevsimlerde (Hac, Panayır v.s. Gibi Toplantılarda) Kendisini Kabilelere Arzetmesi

 

294) Rasulullah (s.a.v.) herhangi bir mevsimde kabilelerin yanına gider:

- "Ey falanoğulları! Ben, Allah tarafından size gönderilmiş elçiyim. O, sike kendisine tapmanızı ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamanızı em­rediyor" derdi. [109]

Ebu Leheb de onun peşinden gelir:

- Onu dinlemeyin, ona itaat etmeyin, derdi.

, Rasulullah (s.a.v.) Kinde kabilesinin konaklama yerlerine gitti. Onun teklifini kabul etmediler.

Yine Rasulullah Beni Hanife kabilesinin konaklama yerlerine git­ti. Ancak onlar, Rasulullah'ı (s.a.v.) çok çirkin bir şekilde reddettiler.

Rasulullah (s.a.v.) davette bulunduğu, kendisinde olanı (İslam'ı) arz ve teklif etmediği, adı ve sanı olan hiçbir Arab'ı bırakmamıştı.

295) Cabir İbn Abdillah anlattı:

Rasulullah (s.a.v.) Hacc mevsimlerinde, halkın, Ukaz ve Mecenne panayırlarındaki konaklama yerlerine varıp: Beni kim barındırır? Bana kim yardım eder, diyerek Mekke'de on yıl kaldı. [110]

296) Cabir İbn Abdillah anlattı:

Peygamber (s.a.v.) hac mevsiminde kendisini arzediyor ve şöyle diyordu:

-  "Beni kavmine götürecek birisi yok mu? Çünkü Kureyş beni, Rabbimin kelamım tebliğ etmekten engellemek istemişlerdi." [111]

Bir.dinsizin veya imam az birisinin aklına gelip şöyle diyebilir: Peygamberin bir kafirin himayesine girmeye ve mevsimlerde: Beni kim barındırır? demeye ihtiyaç duymasının sebebi nedir?

Davası haksa, onu peygamber olarak gönderen kendisine yardım ederdi.

Ona şöyle denilir; Sabit olmuştur ki, herşeye kadir olan ilah, birşeyi ancak bir hikmetten dolayı yapar.

Eğer yaptığının hikmeti bizden saklı kalıyorsa, bizim, ona teslim olmamız gerekir.

Rasul'ün başından geçenler ancak külliyyat kanunlarını düzenle­yen, hiç aksama olmayan, sağlam bir tedbirle felekleri döndüren, suları akıtan, rüzgarları estiren Hakim'den sadır olmuştur.

Onun Rasulünün açlıktan beline taş bağladığını, kendisinin küçük görüldüğünü ve ona eziyet edildiğini görünce anlarız ki, bunun altında bazı hikmetler vardır. Onlardan bazılarına işaret edersek bela (musi­bet) perdelerinin arasından iki hikmet ortaya çıkar.

1- Belaya uğrayanın, kalbinin belaya razı olmaya kanaat getirme­sidir ki kalp bundan üzerine düşeni yerine getirir.

2- Şüpheleri giderme konusunda gayret gösteren kimseye sevap verilmesi için delillere dayanarak şüpheyi dağıtmak. [112]

 

Peygamberliğinin Onbirincı Yılında Rasulullah'ın Ensarla Arasında Geçenler

 

Rasulullah (s.a.v.) her mevsimde yaptığı gibi (onbirinci yılın) mev­siminde kendini kabilelere arzetmek üzere çıktı.

Rasulullah (s.a.v.) Akabe'de bazı Hazreclilerle karşılaştı. Onlara:

- "Siz kimsiniz?" dedi. Onlar:

- Biz Hazrec kabilesindeniz, dediler

- Sizinle konuşmam için oturmaz mısınız? dedi.

- Olur, dediler.

Hazrecliler onun yanına oturdular. Rasulullah (s.a.v.) onları Allah Teala'ya imana davet etti. Onlara İslamı arzetti ve Kur'an okudu.

Onların eskileri Galib oğullarından bir peygamber çıkacağını du­yarlardı.

297) îbn Cumey anlattı:

Evs Ibn Harise İbn Salebe îbn Amr îbn Amir ölüm yatağına düş­tüğünde ona:

-  Biz sana, gençliğinde evlenmeni tavsiye ediyorduk sen de karşı çıkıyordun.   İşte bu, kardeşin Hazrec, onun beş oğlu vardır.   Senin ise sadece Malik var, dediler. O da şöyle cevap verdi:

- Hiç kimse Malik'i terkedenin helak olduğu gibi helak oİmaz. Bir de şu şiiri söyledi:

"Allah'ın, saadet ve iyilik ehlinin kendisiyle kurtulduğu bir daveti olduğu kavmime gelmedi mi?

Mekke'de Zemzemle Hıcr arasında Alu Galib'den elçi gönderildiği zaman.

Bu arada onun memleketiniz deki Amir oğullarına karşı zafer ka­zanmasını isteyin. Çünkü saadet zaferdedir."

Rasulullah'm (s.a.v.) kendisini arzettiği bu kişiler bir peygamberin zamanının gölgesinin düştüğünü yahudilerden duyuyorlardı.

Rasulullah (s.a.v.) onlarla konuşunca birbirlerine:

- Vallahi, bu, yahudilerin kendisiyle sizi korkuttuğu  peygamber­dir. Yahudiler (ona inanmak ve tabi olmakta) sizi geçmesinler, dediler.

Onlar, Rasulullah'm davet ettiği şeyi kabul edip iman etmiş olarak memleketlerine geri-döndüler.

Bunlar altı kişiydiler: Es'ad İbn Zurare, Avf îbn Afra, Rafı îbn Malik, Kutbe İbn Amir, (Ukbe İbn Amir) ve Cabir İbn Abdülah İbn Riab.

Bunlar Medine'ye kavimlerinin yanma varınca, onlara Rasulul-lah'tan bahsettiler. Onları İslam'a davet ettiler. Böylece İslam onların arasında yayıldı.

Ertesi yıl, Ensar'dan oniki kişi geldi. Rasulullah'la Akabe'de gö­rüştüler. Altısı Cabir hariç, daha önce adları geçen kimselerdi. Diğerleri de şunlardı: Muaz İbn Afra, Zekvan îbn Abdikays, Ubade Îbnu's-Samit, Yezid İbn Sa'lebe, Abbas İbn Ubade, Uveym İbn Saide ve Ebu'l Heysem İbnu't-Teyyihan.

Rasulullah (s.a.v.) onlardan beyat aldı. [113]

298) Ubade Îbnu's-Samit anlattı:

Biz Akabe gecesinde Rasulullah'a beyat ettik. Birisi de ben olmak üzere oniki kişi idik. Biz de, kadınların yaptığı beyat gibi, ona, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacağımıza, çalmayacağımıza, zina yapmayaca­ğımıza, çocuklarımızı öldürmeyeceğimize, önden ve arkadan birbirimize iftira etmeyeceğimize, bir maruf konusunda ona isyan etmeyeceğimize dair beyat ettik. Bu, savaş farz kılınmadan önce olmuştu. Eğer bunları yerine getirirseniz, size cennet vardır. Eğer bir şeyi örterseniz (yap­mazsanız), onun işi Allah'a kalmıştır. O, dilerse affeder, dilerse azabeder. [114]

Onlar Rasulullah'm (s.a.v.) yanından ayrılırken, halka dinini öğ­retmek ve Kur'an okutmak üzere Mus'ab İbn Umeyr'i yanlarında Medi­ne'ye gönderdi.

Böylece birçok kimse müslüman oldu. [115]

 

Rasulullahın Miracı (Göğe Çıkması)

 

299) El-Vakidî, adamlarından rivayet etti:

Isra (miraç) nübüvetin onikincî yılı, hicretten onsekiz ay önce, Ra-mazan'm onyedisinde, cumartesi günü meydana gelmiştir.

300) Yine el-Vakidî şeyhlerinden şunu rivayet etmiştir:

Rasulullah (s.a.v.) hicretten bir yıl önce, Rabiü'l-evvel ayının on-yedinci gecesinde geceleyin götürüldü.

Bu, ibn Abbas'la Aişe'nin görüşüdür.

301) Şeyhimiz Ebu'1-Fadl ibn Nasr'm şöyle dediğini duydum:

Bazıları: tsra, hicretten bir yıl önce olmuştur, dediler. Bazıları da: Hicretten altı ay önce oldu, dediler.

Bir sene önce oldu diyenlere göre, Rabiu'l-evvel ayındadır. Sekiz ay önce oldu diyenlere göre, Recep ayındadır. Altı ay Önce oldu diyenlere göre, Ramazan ayındadır.

Bana göre de: Recep ayının yirmiyedînci gecesindedir. [116]

302) Enes îbn Malik'e, Malik İbn Sa'sa'a şunu anlattı:

Rasulullah (s.a.v.) kendisinin götürüldüğü geceyi (İsra ve Miracı) onlara şöyle anlattı:

"Ben hatim'de -Katade Hicr'de diye rivayet etmiştir- yatıyordum. O sırada bana gelen (Cebrail) geldi. Arkadaşına şöyle demeğe başladı: Üçün arasında, en ortada olan." Şöyle de demiştir.

"Bana geldi ve (göğsümü) yardı.

(Katade'nin şöyle dediğini duydum: "Şuradan buraya kadar yardı."

Katade şöyle dedi: Yanmadayken Carud'a: Bununla neyi kasdedi-yor? dedim.

O da: Boğaz çukurundan kıl bittiği yere kadar, yani ön mahallidir, dedi.

Yine onun şöyle dediğini duydum: Göğüs başında kıl biten yere kadar olan mahaldır.)

"Kalbimi çıkardı.  Sonra içi iman ve hikmet dolu bir tas getirildi. Daha sonra katırdan küçük, merkepten büyük beyaz bir hayvan getirildi.

(Carud:

- Ebu Hamze! O, Burak mıdır? dedi. O da:

- Evet. O, adımını gözünün erişebildiği yerin son noktasına atardı, demiştir.)

"Ben onun üzerine bindirildim. Cebrail de benimle birlikte gitti. Nihayet dünya semasına vardı. Cebrail gök kapısını çaldı.

- Kim o? denildi. Cebrail:

- Ben Cebrail'im, dedi.

-Yanındaki kimdir? diye soruldu. Cebrail: r Muhammed- diye cevap verdi.

- Ona (göğe çıkmak için) vahiy ve miraç daveti gönderildi mi? diye soruldu.

-Evet, gönderildi, dedi.

-Merhaba gelen zata! Bu gelen kişi ne güzel yolcu, denildi. Hemen gök kapısı açıldı. Ben birinci semaya varınca, orada, Adem'le karşılaş­tım. Cebrail bana:

-Bu, baban Adem'dir. Ona selam ver, dedi. Ben de selam verdim. Adem selamı aldı. Sonra:

- Merhaba iyi, hayırlı oğul ve salih peygambere, dedi.

Sonra yükselip ikinci semaya geldi. Yine gök kapısının açılmasını istedi.

-Kim o? denildi. Cebrail:

- Ben Cebrail'im, dedi. -Yanındaki kimdir? denildi. Cebrail: -Muhammed diye cevap verdi.

-Ona (göğe çıkmak için), vahiy ve miraç daveti gönderildi mi? -Evet diye cevap verdi.

-Merhaba gelen zata! Bu gelen kişi ne güzel yolcu, denildi ve hemen gök kapısı açıldı.

Ben ikinci semaya varınca orada Yahya ve İsa ile karşılaştım. Yahya ile İsa teyze oğullarıdır. Cebrail:

- Bunlar, Yahya ile İsa'dır.  Onlara selam ver.  Onlara selam ver­dim. Selamımı aldılar. Sonra:

-Merhaba hayırlı kardeş, salih peygamber! dediler.

Sonra Cebrail yükseldi.  Üçüncü semaya geldi.   Gök kapısının a-çılmasını istedi.

-Kim O? denildi. Cebrail;

- Cebrail'im, dedi.

-Peki, yanındaki kimdir? denildi. -Mühammed diye cevap verdi.

- Ona (göğe çıkmak için), vahiy ve miraç daveti gönderildi mi? de­nildi.

-Evet, dedi.

-Merhaba gelen zata! Bu gelen kişi ne güzel yolcu! denildi. Hemen gök kapısı açıldı.

Vardığımda Yusuf la karşılaştım. Cebrail:

-Bu, Yusuf tur O'na selam ver, dedi. Yusuf a selam verdim.   Sela­mımı aldı. Sonra:

-Merhaba hayırlı kardeş, salih peygamber! dedi.

Cebrail yükseldi ve dördüncü semaya geldi.   Gök kapısının açıl­masını istedi.

-Kim o? denildi.

-Ben, Cebrail'im, dedi.

-Yanındaki kimdir? denildi.

-Muhammed diye cevap verdi.                                        '

-Ona (göğe çıkmak için vahiy ve miraç daveti) gönderildi mi? de­nildi. Cebrail:

-Evet, dedi.

-Merhaba gelen zata! Bu gelen kişi ne güzel yolcu! denildi. Hemen gök kapısı açıldı.

Oraya vardığımda İdris'le (a.s.) karşılaştım. Cebrail:

-Bu, îdris'tir. Ona selam ver, dedi. İdris'e selam verdim. Selamımı aldıktan sonra:

-Merhaba salih kardeş, salih peygamber! dedi.

Sonra Cebrail  yükseldi. Beşinci  semaya geldi.  Gök kapısının a-çılmasını istedi.

-Kim O? denildi. Cebrail: -Ben Cebrail'im, dedi. -Yanındaki kimdir? denildi. -Muhammed diye cevap verdi.

-Ona (göğe çıkmak için vahiy ve miraç daveti) gönderildi mi? denil­di.

-Evet diye cevap verdi.

-Merhaba ona! Bu gelen zat ne güzel yolcu! denildi. Hemen gök kapısı açıldı. Oraya vardığımda, Harun'la karşılaştım. Cebrail:

-Bu, Harun'dur. Ona selam ver, dedi. Ben de Harun'a selam ver­dim. O, selamımı alıp:

-Merhaba salih peygamber, iyi kardeş! dedi.

Sonra Cebrail yükseldi ve altıncı semaya geldi. Gök kapısının a-çılmasım istedi.

- Kim O? denildi.

- Ben Cebrail'im, dedi.

- Yanındaki kim? denildi.

- Muhammed diye cevap verdi.

- Ona (göğe çıkmak için vahiy ve miraç daveti) gönderildi mi? de­nildi.

-Evet, dedi.

-Merhaba ona! Bu gelen zat ne güzel yolcu! denildi.

Oraya vardığımda Musa ile (a.s.) karşılaştım.

-Bu, Musa'dır. Ona selam ver, dedi. Musa'ya selam verdim. O, selamımı alıp:

-Merhaba salih peygamber, salih kardeş! dedi.                  ı

Ben Musa'yı bırakıp geçince, ağlamağa başladı. Musa'ya: -Niye ağlıyorsun? denildi. O da:

-Benden sonra bir genç peygamber olarak gönderildi. Onun üm­metinden cennete girenler benim ümmetimden girenlerden çoktur da ona ağlıyorum, dedi.

Sonra Cebrail yükseldi ve yedinci semaya geldi. Gök kapısını çal­dı.

-Kim O? denildi. Cebrail: -Ben, Cebrail'im, dedi. -Yanında kim var? denildi.           '

-Muhammed, dedi.

-Ona (göğe çıkmak için vahiy ve miraç daveti) gönderildi mi? de­nildi.

-Evet diye cevap verdi.

-Merhaba ona! Bu gelen zat ne güzel yolcu! denildi. Hemen gök kapısı açıldı.

Yedinci gökte, ibrahim'le (a.s.) karşılaştım. Cebrail:

-Bu, İbrahim'dir. Ona selam ver, dedi. Ona selam verdim. Sela­mımı aldıktan sonra:

-Merhaba hayırlı oğul ve salih peygamber! dedi.

Daha sonra Sidretulmunteha'ya götürüldüm. Sidr ağacının mey­veleri (Yemen'in) Hecer (kasabası) testilerine benzemekteydi. (Onlar kadar büyüktü). Yaprakları da fillerin kulakları gibidir. Cebrail:

-îşte, bu Sidretuhnunteha'dır, dedi.

Bu ağacın aslından dört nehir kaynıyordu. îki nehir zahir, iki ne­hir batındı. Ben:

- Cebaril! Bu ikisi nedir? dedim. O da şu cevabı verdi:

-Batınî nehirler, cennette iki nehirdir, zahiri olan nehirler Nil'le Fırat nehirleridir, dedi.

Daha sonra, bana Beyt-i Mamur gösterildi.

(Katade şöyle demiştir: El-Hasen bize, Ebu Hureyre'den şunu ri­vayet etti: Rasulullah Beyt-i Ma'mur'a her gün yetmişbin melek girdiği­ni ve çıktıktan sonra bir daha oraya dönmediklerini görmüştür.)

Enes'in hadisine dönüp şöyle dedi:

"Bana biri şarap, diğeri süt dolu iki kap getirdiler. Ben süt dolu olanı aldım. Bunun üzerine Cebrail:

-Bu fıtrattır. Sen ve ümmetin o fıtrat üzeresiniz, dedi.     *

Sonra benim (le ümmetim) üzerine her gün elli vakit namaz farz kılındı. Dönüp Musa'ya uğradığımda:

-Sana ne emredildi? diye sordu. Ben:

-Hergün elli vakit namaz kılmakla emrolundum diye cevap verdim. Musa:

-Her gün, elli vakit namaza ümmetinin gücü yetmez. Ben insanları senden önce denedim. İsrail oğullarıyla çok uğraştım. Sen Rabbine dön, ümmetin için bunu indirmesini iste. Rabbime döndüm. Benden on vakit namaz indirildi. Musa'ya tekrar döndüm. Musa:

-Sana ne emredildi? dedi. Ben:

-Hergün kırk vakit namaz emredildi, dedim. Musa:.

- Ümmetinin her gün kırk vakit namaza gücü yetmez. Ben senden önce insanları denedim, israil oğullarıyla çok uğraştım. Rabbine dön, Ümmetinden indirmesini iste, dedi.

Ben döndüm. Benden bir on daha kaldırdı. Musa'ya geldim.

-Sana ne emredildi? diye sordu. Ben:

-Her gün otuz vakit namaz emredildi, dedim. Musa:

-Senin ümmetin, her gün otuz vakit namaza tahammül edemez. Ben, senden önce insanları denedim. İsrail oğullarıyla çok uğraştım. Rabbine dön, ümmetin için indirmesini iste, dedi.

Döndüm. Benden bir on daha indirildi. Musa'ya tekrar geldim. Musa:

-Sana ne emredildi? dedi. Ben:

-Bana her gün yirmi vakit namaz emredildi, dedim. Musa:

-Senin ümmetin, her gün yirmi vakit namaza güç yetiremez. Ben, senden önce insanları denedim. îsrail oğullarıyla çok uğraştım. Rabbine dön, Ondan indirmesini iste, dedi.

Döndüm. Bana her gün on vakit namaz emredildi. Musa:

-Senin ümmetin, her gün on vakit namaza güç yetiremez. Ben senden önce insanları denedim. îsrail oğullarıyla çok uğraştım. Rabbine dön. Ondan, ümmetin için indirmesini iste, dedi.

Döndüm. Bana her gün beş vakit namaz emredildi. Musa'ya dön­düm. Musa:

-Sana, ne emredildi? diye sordu. Ben:

-Bana, her gün, beş vakit namaz emredildi, dedim. Musa:

-Ümmetin, her gün, beş vakit namaza güç yetiremez. Ben senden önce, insanları denedim. İsrail oğullarıyla çok uğraştım. Rabbine dön, O'ndan ümmetin için indirmesini iste, dedi. Ben:

-Rabbimden (çok) istedim? Öyleki artık utanır oldum. Böylece ona razı olup kabul edeceğim, dedim.

Ben Musa'nın yanından geçince, birisi şöyle seslendi:

-Ben farizamı tamamladım ve kullarımdan (fazlasını) indirdim. [117]

303) Cabir anlattı: Rasulullah şöyle buyurdu:

"Mirac'a çıktığım zaman Kureyş beni yalanlayınca (Hıcr'da ayağa kalktım. Allah bana Beytulmakdis'i tecelli ettirdi (gösterdi). Bunun ü-zerine ona bakarak onlara (Kureyşlilere) alametlerini haber vermeğe başladım." [118]

304- İbn Abbas anlattı: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Geceleyin Mirac'a çıkarıldıktan sonra, sabahleyin Mekke'de du­rumumu önemli görüp halkın beni yalanlayacağım anladım. Üzgün bir şekilde bir köşeye çekilip oturdum."

Ebu Cehil ona uğradı. Yanma gelip oturdu. Alaylı bir tavırla:

- Birşey var mı? dedi. Rasulullah (s.a.v.): -"Evet" dedi. Ebu Cehil:

- Neymiş o? dedi. Rasulullah (s.a.v.):

- "Geceleyin götürüldüm" dedi. Ebu Cehil:

- Nereye? diye sordu. Rasulullah (s.a.v.):

- "Beytülmakdis'e" diye cevap verdi. Ebu Cehil:

-   "Sonra da aramızda sabahladın Öyle mi?  dedi.  Rasulullah

(s.a.v.)

- "Evet" dedi.

Ebu Cehil, Rasulullah'm (s.a.v.) söylediği sözü, inkar eder korku­suyla, kavmini yanma çağırmak istedi ve onu yalanladığını belli etme­yerek:

-Bana söylediğin sözü, onlara da söylemen için kavmini, yanma çağırmamı uygun görür müsün? dedi. Rasulullah (s.a.v.):

- Evet, dedi. Ebu Cehil:

- Ey Ka'b îbn Luey oğulları! diye bağırdı.

Toplantı yerlerindekiler ona doğru hareket ettiler. Gelip Rasulul-lah'la (s.a.v.) Ebu Cehil'in yanma oturdular. Ebu Cehil:

-  Haydi, bana söydediğîni kavmine de söyle, dedi. Rasulullah

(s.a.v.):

- "Ben, geceleyin götürüldüm" dedi.

- Nereye? dediler. Rasulullah (s.a.v.):

- "Beytülmaktis'e" dedi.

-Sonra da bizim aramızda sabahladın. Öyle mi? dediler. Rasulul­lah (s.a.v.):

- "Evet" dedi.

Rasulullah'ın (s.a.v.) sözünü yalanlamak için, hayret ve inkarla­rından, kimisi ellerini çırptılar, kimisi de ellerini başlarına koydular. Daha sonra:

-Sen, Beytulmakdis mescidini bize tarif edebilir misin? Buradaki­lerin arasında o beldeye gidenler ve Mescid'i görenler var, dediler.

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

"Ben devamlı tarif ediyordum. Hatta bazılarım karıştırıp tereddüt ettim. Hemen mescid gözümün önüne getirildi. Öyleki Ukayl (veya Ikal'in) evinin önüne konuldu. Ona bakarak tarifini yaptım." [119] Kureyşliler:

- Vallahi, doğru tarif etti, dediler.

305)  Miraç ve îsra hadisini Rasulullah'tan birçok kişi rivayet et­miştir. Rivayet edenlerden bazıları şunlardır: İbn Mes'ud, Ali, Ebu Zerr, Ubeyy, Huzeyfe, Ebu Said, Cabir, Ebu Hureyre, İbn Abbas ve Ummu Hani. [120]

Şerîk'in ondan rivayet ettiği Enes İbn Malik hadisinde, Hammad İbn Seleme'nin Sabit'ten onun da Enes'ten rivayetinde Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Rabbime döndüm. Benden beş vakit indirdi. Rabbimle Musa arasında devamlı gidip geliyor, o da benden beşer beşer indiriyordu."

Bu Müslim'in fert hadislerindendir. Birincisi daha sahihtir. Çün­kü Buhari'yle Müslim, Enes îbn Malik'in hadisinde ve Enes'in kendi hadisinden, on vakit indirdiğinde ittifak etmişlerdir. "Beşer, beşer in­dirdi" tabirinin bulunduğu bu rivayet, ravinin hatasıdır.

306) Enes şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

"Miraca çıktığım gece, Cebrail, bana Burak'ı eğerli ve gemlenmiş olarak getirdi. Ona binmeğe gittim. Bana zorluk çıkardı. Bunun üzerine Cebrail: Bunu Muhammed'e mi yapıyorsun? Vallahi, sana, Allah'a on­dan daha değerli bir peygamber binmemiştir, dedi. Burak ter dökmeye başladı." [121]

 

Peygamberliğinin (Nübüvvetin) Onüçüncü Yılında Rasulullahın Ensar'la İkinci Akabe'de Buluşması

 

307) Ka'b İbn Malik anlattı:

Biz, kavmimizin hacılanyla birlikte yola çıktık ve Mekke'ye geldik.

Rasulullah'la (s.a.v.) teşrik günlerinin ortasında, Akabe'de buluşmak üzere sözleştik. Ebu Cabir Abdullah İbn Amr İbn Haram yanımızdaydı.

Halbuki, kavmimizin yanımızda bulunan ye müşrik olan kimselerinden işimizi gizli tutuyorduk. Fakat Abdullah İbn Amr İbn Haramla konuş­tuk. Ona:

-Ebu Cabir! Sen bizim efendilerimizden ve eşrafımızdan birisin. Biz seni, içinde bulunduğun şey (şirk) yüzünden, yarın cehennemin o-dunu olmaktan kurtarmak istiyoruz, dedik.

Daha sonra onu, İslam'a davet ettik. Buluşmak üzere Rasulul­lah'la sözleştiğimizi de bildirdik. Müslüman oldu ve bizimle birlikte A-kabe'de bulundu. Nakib (temsilci) de oldu.

O gece, kavmimizle birlikte yüklerimizin yanında yattık. Gecenin üçte biri geçince Rasulullah'la buluşmak için, bağırtlak kuşunun sıyrıl­dığı gibi yüklerimizin yanından gizlice sıyrıldık.

Akabe'nin yanındaki vadide toplandık.   Biz yetmiş üç erkektik. Yanımızda iki kadın vardı. Birisi Ummu Umara Nuseybe Bint Kab, di­ğeri de Esma Bint Amr İbn Adiyy'di.

Rasulullah'ı beklemek üzere vadide toplandık. Yanında amcası el-Abbaş olduğu halde, Rasulullah bizim yanımıza geldi. O sıra da am­cası kavminin dinindeydi. Ancak, yeğeninin işinde hazır bulunmayı ve onun işini sağlama bağlamayı istiyordu.

Oturulunca, el-Abbas:

-Ey Hazrec topluluğu! dedi, (Araplar Ensar kabilelerine Hazrec derlerdi.) Siz de bilirsiniz ki, Muhammmed, bizdendir. Kendisinde gör­düğümüz şu mükemmeliyetten dolayı o, kavmi arasında şerefli bir yere sahip ve onlar arasında korunmaktadır. Fakat o, buradan ayrılmak, size katılmak arzusundadır. Eğer, siz, kendisine vaadederek davette bulun­duğunuz yardım ve ona karşı çıkanlardan koruma gibi şeyleri yerine getirebileceğiniz görüşündeyseniz ve bunları kaldırabilecekteniz ne âlâ. Eğer yanınıza vardıktan sonra yardımsız bırakıp ona karşı çıkanlara teslim edecekseniz, şimdiden bırakın, o kendi kavminin içinde ve kendi beldesinde şerefiyle yaşamağa ve korunmağa devam etsin.

Biz de:

-Senin söylediğini dinledik. Sen konuş, ey Allah'ın Rasulü! Bizden, kendin için dilediğin teminatı al. Rabbin için de istediğin şartı koş, de­dik.

Rasulullah (s.a.v.) Kur'an okuyup İslam'a davet etti. Sonra:

- "Kadınlarınızı ve çocuklarınızı, savunup koruduğunuz şeylerden, beni de savunup koruyacağınız hakkında sizinle beyat yapayını" dedi. [122]

El-Bera îbn Ma'rur Rasuîullah'm elinden tutup:

- Seni hak dinle peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, çoluk çocuklarımızı savunup koruduğumuz şeylerden seni de koru­yacağız. Bizimle beyatleş ya Rasulellah! Biz savaşçı ve silahı iyi kullan­masını bilen kimseleriz.   Bu bize ecdadımızdan miras kalmıştır, dedi. Ebu'l Heysem İbnu't-Teyyihan araya girip:

- Ey Allah'ın Rasulü! Bizlerle o adamlar (yahudiler) arasında söz­leşmeler var. Biz onları, sana yapacağımız bu beyatla, kesip atıyoruz.

Biz bunları yaptıktan, seni de Allah galip getirdikten sonra bizi bırakıp kavminin yanma dönme umudunda mısın? dedi.

Rasulullah (s.a.v.) gülümseyerek:

- "Hayır! Benim kanım, sizin kanınızdır.  Benim zararım sizin za-rarımzdır.  Ben sizdenim, siz de bendensiniz.  Sizin savaştığınız kimse­lerle ben de savaşırım.   Sizin barıştığınız kimselerle ben de barışırım" dedi. Daha sonra şöyle devam etti: "Aranızdan bana on iki nakib çıkarı­nız ki onlar kavimlerinin vekili, temsilcisi olsunlar."

Bunun üzerine Medineliler, dokuzu Hazrec'ten, üçü de Evs'ten ol­mak üzere oniki nakib çıkardılar.

İbn İshak şöyle demiştir: "Ma'bed babası Ka'b'tan rivayet ettiği hadisinde bana şunu anlattı: Rasuîullah'm (s.a.v.) eline ilk dokunan el-Bera îbn Ma'rur'du. Öbürleri onu takip ettiler.

Biz Rasulullah'a (s.a.v.) beyat ettiğimizde Şeytan Akabe'nin ü-zerine çıkıp, o güne kadar duyduğum en uzun bir sesle şöyle bağırdı:

-Ey konaklama yerlerindekilerî Müzemmem'le yanında bulunan dinlerini değiştirmiş olanların, sizinle savaşmak üzere toplandıkların­dan haberiniz yok mu? Rasulullah (s.a.v.):

-  "Bu, Akabe'nin şeytanı -Allah'ın düşmanıdır.-  Vallahi, senin de işini bitireceğim" dedi. Daha sonra Rasulullah   (s.a.v.): "Yüklerinizin yanma dönün" dedi. El-Abbas îbn Ubade ona:

-Seni hak dinle gönderen Allah'a yemin ederim ki, sen istersen, yarın Mina halkını kılıçtan geçiririz, dedi. Rasulullah (s.a.v.):

- "Bize bu emredilmedi" dedi.

Dönüp sabaha kadar uyuduk. Sabah olunca, bazı Kureyşliler bi­zim konak yerlerine gelerek:

-Ey Hazrec topululuğu: Duyduğumuza göre siz bizim adamımıza gelip onu aramızdan çıkarıp yanınıza götürmek istiyor muşsunuz.

Bizimle savaşmak üzere ona beyat etmişsiniz. Vallahi, Araplardan , aramızda savaşacağımız ve size olduğu kadar kin bağlayacağımız hiç­bir kabile yoktur, dediler.

Oradaki Medineli müşrikler! Hemen Allah'a yemin ederek:

-Böyle bir şey olmadı, biz böyle birşey bilmiyoruz diyerek atıldı­lar.

Onlar doğru söylemişlerdi. Çünkü onların olup bitenlerden ha­berleri yoktu. Biz müslümanlar ise biribirimize bakıştık.

308) Cabir anlatmıştır:

Rasulullah (s.a.v.) hac mevsiminde şöyle diyordu:

"Beni kim barındırır?"

Nihayet Allah, Yesrib'ten bizi gönderdi de onu barındırdık va ona iman ettik. Sonra şöyle dedik:

- Rasulullah'ı, daha ne zamana kadar, Mekke dağlarında, kovulur, korkutulur ve korkar bir halde bırakacağız?!

Bunun üzerine, hac mevsiminde, bizden yetmiş kişi onun yanma gitti. Akabe vadisinde buluşmak üzere sözleştik. Onun yanında top­landığımızda:

-Ey Allah'ın Rasulü! Sana ne üzerine ve nasıl beyat edelim, dedik. Rasulullah (s.a.v.):

- "İsteklilikte ve isteksizlikte dinlemek ve itaat etmek, darlıkta ve varlıkta geçimlik sağlamak üzere, iyiliği emretmek, kötülükten sakın­dırmak, Allah hakkında, hiçbir kmayıcmm kınamasından çekinmeksi­zin   konuşmak   üzere, bana yardım etmek, yanınıza geldiğimde, kendinizi, kadınlarınızı ve çocuklarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumak üzere, bana beyat edin. Size, cennet var" dedi.

Hemen kalkıp ona beyat ettik.

En küçüklerinden olan Es'ad İbn Zurare, onun elinden tutup:

-Yavaş olun Yesribliler! Biz ancak onun Allah'ın elçisi olduğunu bilerek buraya geldik. Bugün onu alıp Medine'ye götürmek, bütün A-raplardan ayrılmak, sizin iyilerinizin öldürülmesi ve kılıçlarla biçüme-niz demektir. Siz buna dayanabilecek bir kavinıseniz, ecriniz Al-lah'a aittir. Eğer siz canınızdan korkan korkak bir kavimseniz açıkça belirtin. Böyle yapmanız, Allah katında sizin için daha mazurdur, dedi. Medineliler:

-Es'ad Aradan çekil! Vallahi, biz bu beyati asla terk ve ibtal etme­yeceğiz, dediler. Kalkıp ona beyat ettik. Bize cennet verileceğine dair taahhütte bulundu. [123]

 

Kureyşlilerin Ensarev Yaptıklarını Öğrenmeleri Ve Bu Konuda Ne Yapacaklarını Görüşmeleri

 

309) Ka'b İbn Malik şöyle anlattı:

Arap hacıları Mina'dan ayrıldılar. Kureyş müşrikleri Mekke'de A-kabe beyati meselesini soruşturdular. Beyat meselesinin doğru olduğu­nu anladılar.

Medineli müslümanları aramağa çıktılar.   Ezahır'da Sa'd İbn U-bade'yle, el-Munzir îbn Amr'a yetiştiler. El-Munzir'i yakalayamadılar. Ama Sa'd'ı yakaladılar. Onun ellerim boynunu bağlayıp Mekke'ye gö­türdüler. Cubeyr ibn Mut'ım'le el-Haris İbn Umeyye gelip:

-O, bizim ticaret yapmamıza müsaade ediyordu, dediler ve onu kurtardılar.

310) İbn İshak anlattı:

Rasulullah (s.a.v.) ashabına Medine'ye gitmelerini emretti. Onlar bölük bölük yola çıktılar. Rasulullah (s.a.v.) kendisine izin verilmesini beklemeğe başladı. Mekke'de müşrikler tarafından yakalanan zorla dinlerinden döndürülenler ve Ebu Bekr'le Ali'den başka muhacir kal­mamıştı.

Ebu Bekr hicret için ondan izin istedikçe Rasulullah (s.a.v.) ona: - Acele etme! diyordu.

Müşrikler Rasuluîlah'm ashabının korunan bir yurtta konakla­dıklarım Öğrenince Rasulullah'ın onların yanma gideceğini anladılar.

Onunla ilgili durumu görüşmek üzere Daru'n-Nedve'de toplandı­lar. Daru'n-Nedve, Kusayy İbn Kilab'in evidir. Kureyşliler bir meseleyi ancak orada karara bağlarlardı. Yapacakları şeyi görüşmek üzere oraya girerlerdi. [124]

311) İbn İshak anlattı:

Bana, (yalancılıkla itham etmediğim arkadaşlarım, Abdullah) İbn Ebi Necîh'ten, o da Mücahid'den o da İbn Abbas'tan anlattı:

Kureyş müşrikleri, Rasulullah'ın durumunu görüşmek için top­landıklarında İblis, büyük bir şeyh kılığında onların karşısına çıkıp Dar'un-Nedve'nin kapısında durdu. Onlar:

-Kim bu şeyh? dediler. İblis:

-Necid halkından bir şeyh, onun için hazırlandığınızı duydu da sizin yanınıza geldi. Kendisinin görüş ve öğütlerini sizden esirgemeye­ceği umulur, dedi. Onlar:

-  İçeri gir, dediler. İblis onlarla birlikte içeri girdi. Kureyş'in her kabileden olan eşrafı bir araya geldi. Birbirlerine:

-Bu, adamın işi yaygın hale gelmiştir. Vallahi, biz, onun, kendisine tabi olanlarla birlikte üzerimize yürümeyeceğinden emin değiliz. Onun hakkındaki görüşünüzü birleştirin, dediler. İçlerinden birisi:

-Onu zincire vurarak hapsedin ve üzerinden kapıyı kilitleyin. Şa­irlerin başlarına gelen akibet gibi bir akibetin, bunun da başına gelme­sini bekleyin, dedi. Necidli şeyh:

-Hayır, vallahi, bu yerinde bir görüş değil. Vallahi, onu hapseder­seniz, kendisinin işi kilitlediğimiz kapının arkasına çıkar, ashabına u-laşır. Onlar da hemen üzerinize yürüyüp onu, elinizden çeker, alırlar, dedi. Birisi de:

- Onu aramızdan çıkarıp atalım, dedi. Necidli:

-Vallahi, bu da yerinde bir görüş değil. Siz, onun sözünün güzel, konuşmasının tatlı olduğunu, getirdiği şeylerle, insanların kalplerine hakim olduğunu görmediniz mi? Bunu yaparsanız onun Araplardan bir kabilenin yanında yerleşmeyeceğinden, sözüyle onları hükmü altına alıp kendisine tabi kılmayacağından ve onlarla birlikte üzerinize yürümeye­ceğinden emin olamam, dedi. Ebu Cehil:

-Vallahi, benim onun hakkında henüz dile getirmediğiniz bir gö­rüşüm var, dedi.

-Nedir o? dediler.

-Benim görüşüm şu: Her kabileden, güçlü kuvvetli, gözü pek, şe­refli, soylu birer delikanlı alalım. Sonra onlardan, her birine keskin bi­rer kılıç verelim. Onlar gidip hepsi birden tek adamın vurduğu gibi vurup onu öldürsünler. Böylece ondan kurtulup rahata kavuşalım. Delikanlılar böyle yapınca, onun kanı bütün kabilelerle savaşamaz, biz­den diyet almağa razı olurlar. Biz de Abdumenaf oğullarına onun diye­tini öderiz, dedi. Necidli şeyh:

-Yerinde söz bu adamın sözüdür. Sizin için ondan başka, yerinde bir görüş yoktur, dedi.

Müşrikler, Ebu Cehü'in görüşü üzerinde birleşmiş olarak dağıldı­lar. Cebrail Rasulullah'a (s.a.v.) gelip:

-Bu gece, her zaman ki yattığın yatakta yatma, dedi.

Gecenin üçte biri geçince, Rasulullah'ın kapısında toplandılar. U-yuduğu zaman, Rasulullah'ın üzerine saldırmayı beklemeğe başladılar.

Rasulullah (s.a.v.) onların yerini görünce, Ali ibn Ebi Talib'e:

- "Yatağımda yat uyu! Hadramevt işi yeşil abama bürün! Sana, onlardan hoşuna gitmeyecek birşey gelmeyecektir" dedi. Rasulullah (s.a.v.) o abasına bürünerek yatardı. [125]

312) İbnAbbas:

"Hatırla ki, kafirler seni tutup bağlamaları veya Öldürme­leri yahut seni (yurdundan) çıkarmaları için sana tuzak kuru­yorlardı. Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü Allah, tuzak kuranların en iyisidir" [126] ayeti hakkında şunları söylemiştir:

Kureyşliler bir gece Mekke'de aralarında görüşme yaptılar. Bazı­ları: Sabah olunca onu iplerle bağlayın, dediler.

Bazıları: Onu öldürün, dediler. Bazıları da: Onu çıkarın, dediler.

Allah Teala peygamberine bunları bildirdi. O gece, Rasulullah'ın (s.a.v.) yatağında Ali (r.a.) yattı. Peygamber (s.a.v.) çıkıp mağaraya ulaştı. Müşrikler geceyi peygamberin yattığını sandıkları için Ali'yi bek­leyerek geçirdiler.

Sabah olunca, ona saldırdılar.  Onun, Ali olduğunu gördüklerinde -Allah, tuzaklarını geri çevirmiş oldu- şöyle dediler:

-Adamın nerde? Hz. Ali: -Bilmiyorum, dedi.

Onun izini takip ettiler. Dağa vardıklarında şaşırdılar. Dağa çık­tılar. Mağaraya uğradılar. Mağaranın kapısında örümcek ağını görünce:

-Buraya girmiş olsaydı, örümcek ağı olmazdı, dediler.

Rasulullah orada üç gece kaldı.

313) Muhammed İbn Ka'b el-Kurazî anlattı:

Müşrikler onun kapısının önünde toplandılar. Rasulullah dışarı çıktı. Bir avuç toprak aldı ve toprağı onların başlarına saçtı. Müşrikler onu göremediler. Rasulullah (s.a.v.) şu ayeti okudu: "Önlerinden bir sed ve arkalarından bir sed çektik de onları kapattık, artık gör­mezler." [127]

Daha sonra gitmek istediği yere gitti.

Müşriklerle birlikte olmayanlardan birisi onların yanına gelip:

-Burada neyi bekliyorsunuz? dedi.

-Muhammed'i, dediler. Adam:

-Vallahi, Muhammed yanınızdan çıkıp gitmiş, dedi.

Sonra içeriye baktılar. Ali'nin Rasulullah'ın (s.a.v.) abasına bü­rünmüş olduğunu görünce:

-işte bu Muhammed! Abasının içinde, dediler. Ali, sabaha kadar orada kaldı.

Ali anlatır:

Yataktan kalkınca beni gördüler (benim olduğumu anladılar.)

314) El-Vakidî, şeyhlerinden şöyle rivayet etti, Rasulullah'ı bekleyen kimseler şunlardı:

Ebu Cehil, el-Hakem İbn Ebil-As, Ukbe İbn Ebi Muayt, en-Nadr İbnu'l-Haris, Umeyye İbn Halef, İbnu'l-Gaytala, Zem'a İbnu'l-Esved, Tuayma, İbn Adiyy, Ebu Leheb, Ubeyy İbn Halef, Nubeyh îbnul Haccac ve Munebbih Îbnu'l-Haccac. [128]

 

 



[1] Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, H/255, 256. Bun­dan daha uzundur.

[2] Temim ed-Darî'nin musluman olması başka bir rivayetle şöyledir: Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, V/416-417. Yine Müslim, Sahih, İV/2265.

[3] İbn Hişam, Sîretu'n-Nebeviyye.

[4] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 127-133.

[5] Ebu Nuâym, Delâriu'n=Nubuv^e, §. 133; Miverâf, Âllâmulfi=NLJfeuwei §= 64.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 134-135.

[6] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 135-136.

[7] Müslim, Sahih, kıtabu'İ-fedaıl, 2; Tırmızî, Sünen, kitabu'l-menakıb, V/593; Da­rımı, Sünen, 1/12; imam Ahmed, Musned, V/89, 95; Taberanî, Mu'cemu'l-Kebir, H/257; Mu'cemu's-Sağır, I/62; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, H/146, 153; Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, s. 142;Tarıhu İbn Asakır, M/84; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nıhaye, 513, 16, VI/153, 210; İbn Ebî Şeybe, Musannef, Xİ/464; Ebu Nuaym, Tarîhu Isfehan, I/...; Zebîdî, Ithafu's-SadetN-Muttekîn, VII/192.

[8] Tırnızî, Sünen, kitabu'l-menakıb, hadis no: 3626. Tirmizî hadis hakkında: "Bu, garip bir hadistir" d u-niştir. Beyhakî, Delâılu'n-Nubuvve, H/153, 154.

[9] Önceki dipnota bakınız.

[10] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 136-137.

[11] Buharı, Sahih, I/3; VI/âO2( 215,216, Müslim, Sahih, kıtabu'l-îman, 3â, nö:  ggg; İmam  Âhm§d,  Müshed*   111/377,  VI/2S3;  Böyhâkî,  Sühen,  VII/51;  İX/6;  Ebu  Nuaym, D§lâılu'fı-Nubuwe, I/69, Tarîhu Isbehah, H/311; Ebü ÂVafiS, Musned, î/111, 112; Beyhâkî, S@laı!u'h-Nubü\A/6,11/135,136, Suyutî^DufhU'l-Metıfeür V1/56B, Irâkî.îâhhieu'l-lhya, Ill/Ö&;lbft Haegr, Kâtı'ş-Şafî, s. 178; Ibn Hacer, Fgthul-Bârî, i/22, VIİI/175, 729

[12] Buharı, SâHıh, I/4, İV/141, Vl/201, 2Ö2, VIII/51, Musİım, Sahîh, Kıtabu'l-fman, 255, Ebü Avane, Musried, 1/112, Beyhakî, D&lâılu'n-NubuW6, 11/138, Tırmizî, Suneh, t&fsîrU

lggifj Ahffied ibn Hanbel, Musn^d, HI/&2S; M Haeef, F&thu'i-âarî, W-, Suyuiî, r, Vl/366; el-Hmdît Kengü'l-Ummal, 971 â, 32158.

[13] §kz. İbri Hlşsm, H/238, B&yh&kî, Delâılu'n-Nubuvve, Iİ/14B, 149.

[14] Öeyhakî, öglâılü'fi-Nubuvs/ö, H/152, Ebu Nuayffl, Delâllu'n-Nübutfve, S  172, 174; Ibfi Kg&ır. el-Biöâyg ve'n-Nıhâye, IH/1 S; Suyutî, Ğamiu'l-Kebir, 11/721.

[15] Ebu Nuaym, en-Nubuvve, I/69; İbn Hacer, Metalıbu'l-Alıye, 4273; Suyutî, Dur-ru'l-Mensur, VI/369.

[16] Ibn Hışam, Sıretu'n-Nebevıyye, I/252, 253; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra 1/157; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 11/147. Ayet, Alak Suresinin İlk ayetidir.

[17] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 137-141.

[18] Suheylî’nın "Ravzatu'l-Unf" daki sözlerine ve İbn Hişam'ın Siretu'n-Nebeviyye'sindeki sözlerini açıklama sadedinde bu hadisle ilgili taılıkına bakınız.

[19] Müzzemmil Suresi, 20.

[20] Isra Suresi, 79.

[21] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 141-142.

[22] Buharı, Tarîhu'l-Kebir, Ali İbnu'l-Medînî'den.

Hakim, Mustedrek. Hakim şöyle demiştir;

"Bu, isnadı sahih bir hadistir. Buharı ile Müslim rivayet etmemişlerdir. Zehebi de bunu ikrar etmiştir."

Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, IX/103, Heysemî şöyle demiştir: "Ahmed'le, Ebu Ya'la aynısını, Taberani ise bazı ısnadlarla rivayet etmiştir. Ahmed'in ravıleri sıka (güvenilir) dir."

Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, H/162, 163.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 142.

[23] Buharî, Sahih, kıtabu bed'i'l-vahyi, bab. 2; Müslim, Sahih, kiîabu'l-fedail, hadis no: 87; Malık, Muvatta, kitabu'l-Kur'an, babu ma cae fi'l-Kur'an, I/202; Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, H/52.

[24] Buharî, Sahih, 11/167; Müslim, Sahih, kıîabu'l-hac, 8; imam Ahmed, Musned, İV/222; Beyhakî, Sünenü'l-Kübra, V/50; İbn Hacer, Fethu'l-Barî, VIII/47.

[25] Bkz: Tefsiru İbn Kesir, H/340; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, İV/155; Ebu Nuaym, Tarihu Isbehan, 11/251.

[26] Hakim, Mustedrek, 1/535; İmam Ahmed, Musned, I/34, daha uzun olarak; Tir-mizî, Sünen, İV/151; Beyhakî, Delâılu'n-Nubuvve, VII/55; İbn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nihaye, 111/21; Tefsiru ibn Kesir, H/6.

[27] İmam Ahmed, Musned, H/222; Tefsiru İbn Kesir, VIII/277; Suyutî, Durru'l-Mensur VI/278; el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 3215.

[28] Taberanî, Mu'cemu'l-Kebîr IX/228; Buharı, el-Edebu'l-Müfred, Hadis no:   893; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/115; İmam Ahmed, Musned, 1/318, Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, VII/48.

[29] Nahl Suresi, 90.

[30] Müslim, Sahih, kitabu'l-fedail, 88; kitabu'l-hudud, 13; İmam Ahmed, Musned, V/317, 318, 331,337.

[31] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/131.

[32] ibn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nihaye, IH/22, İbn Kesir, bu konuda şöyle demiştir. Bu çok zayıf bir hadistir.

Zehebî, et-Tıbbu'n-Nebevî, s. 122; Suyutî, el-Hâvî, H/44; Heysemi, Mecmeu'z-Zevaid, V/95; Et-Kehhal, Ahkamu'n-Nebeviyye, I/83; Irakî, Tahricu'l-İhya, İV/277. Irakî, bu hadisi, Bezzar'a ve ibn Adiyy'e (el-Kamil'deki Ebu Hureyre hadisine) nispet etmiştir. İsna-dındakı el-Ahvas ibn Hakîm hakkında ihtilâf vardır.

Zebîdî, Ithafu's-Sadeti'l-Muttekîn, IX/518. Ayrıca onu İbnu's-Sinni'ye nisbet etmiştir. Ebu Nuaym da "Tıbbu'n-Nebev?1 de rivayet etmiştir.

[33] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 143-146.

[34] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 147.

[35] Ebu Nuaym, Delâilu'n-Nubuvve, s. 138; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, IX/1O; İbn Hacer, Metalibu'l-Alİye, 3838; Kadî lyad, eş-Şakk, 1/579.

[36] İbn Mace, Sünen, no: 4028; İmam Ahmed, Musned, 111/113; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, VI/142; Zebîdî, el-ithaf, VII/182. Zubeydi, hadisi, İmam Ahmed'e (Mus-ned'de) ve Darımî'ye (Sünen'de) nisbet etmiştir.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 147-148.

[37] Cin Suresi, 1-2.

[38] Cin Suresi, 1. Haberin kaynağı: Buharı, Sahîh, kitabu't-tefsir, tefsiru suretı'l-cin; Müslim, Sahîh, kitabu's-salâh, 149; Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, II/225-227.

[39] Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, s. 240, 241.

[40] Cin Suresi, 10.

[41] Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, 11/241, 242; İbn Kesir, e!-Bidaye ve'n-Nihaye, İV/ 19, 20; İbn Hİşam, Sîretu'n-Nebeviyye, 11/31.

[42] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 148-151.

[43] Bakınız: İbnu'l-Esîr, el-Kamil fı't-Tarih.

[44] el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 31800, 35418

[45] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 151-155.

[46] Hıcr Suresi, 94.

[47] İbn Sa'd, Tabakatul-Kubra, 1/134; el-Hındi, Kenzu'l-Ummal, 4900.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 155-156.

[48] İmam Ahmet, Müsned, 3/492, İV/34}, V/371; Beyhaki, Delailu'n-Nubuvve, W 380; Taberani, Mu'cemu'l-Kebir, V/56, VII/376; Darekulni, Sünen, İÜ/54; İbn Hibban, Sahih, 682 (Mevaridu'z-Zaman); Tefsiru İbn Kesir, VIII/534; Tefsiru'l-Kurtubi; el-Hindi, Kenzu'l-Ummal, 35538, 35541; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, VI/21, 22; Ukayli, ez-Zuafa, 1/106.

[49] İmam Ahmed, Müsned, 3/2, 3,139

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 156-157.

[50] Şuara Suresi, 214.

[51] İmam Buharı, İV/7, VI/140; Müslim, Sahih, kitabu'l-iman, 351; Nesai, Sünen, VI/249; Darimi, Sünen, U/305; Beyhaki, Sunenu'l-Kubra, VI/280; Ebu Avane, Müsned, I/95; Beyhaki, Delailu'n-Nubuvve, 11/176; Tefsiru't-Taberi, IH/365; el-Hİndi, Kenzu'l-Ummal, 43754; İbnu'l-Cevzi, Zadu'l-Mesir, VI/147; Bağavi, Şerhu's-Sunne, XIII/329

[52] Ya Sabahah! "Düşman tarafından kuşatıldık, sarıldık! Sabah vakti gelip çattı. Hemen çarpışmaya hazırlanın" demektir. (Mütercimin notu).

[53] Buhari, Sahih, VI/153, 221; Müslim, Sahih, kitabu'l-iman, 355, 356; İmam Ah-med, Musned, 1/281; İbn Kesir, VI/513, VİII/534; Bağavi, Şerhu's-Sunne, V/128, VII/317; İbn Hacer, Fethu'l-Bari, VIII/503; Suyuti, Durru'l-Mensur, VI/408; İbnu'l-Cevzi, Zadu'l-Mesir, Vl/ 465, IX/258

[54] Şuara Suresi, 214

[55] Müslim, Sahih, kitabü'l-iman 353; İmam Ahmed, Müsned, 5/60; Taberani, Mu'cemu'l-Kebir, 5/313; Tefsirü'l Kurtubi, 8/12; 14/312; 20/234; Beyhakî, Delailü'n-Nubuvve, 2/178

[56] Tefsirüibn Kesir 4/237.

[57] Tefsiru't-Taberi 19/75; Tefsiru İbn Kesir 6/179; el-Bidaye ve'n-Nihaye, 3/39; Tarihu't-Taberi, 2/320; Suyutî, Durru'l-Mensur, 5/97; el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 36419.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 157-160. 

[58] Buharî, Sahih, 1/92, 119; Beyhakî, Sünenu'i-Kubra, 1/212; 2/433; Tefsiru ibn Kesir, 2/20, 112, 281, 3/490, 4/34, 397, 6/101, 506. Bkz: İthafu's-Sadeti'l-Muttakîn, X/488, 489; Fethu'l Bari, 1/436, 439, 533.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 160.

[59] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/17, 232, 473; İbn Ebi'd-Dünya, Kitabu'ş-Şükr s. 37; Tarihu İbn Asakir, 2/204; 5/397; Ebu Nuaym, Tarihu İsîehan, 1/181 Tefsiru İbn Kesir, II 285; Suyutî, Durru'l-Mensur, 6/140; el-Hindî, Kenzu'l ummal, 2823, 4146; Zehebi, Mizanu'l-İ'tidal, 2918; Ibnu'l-Cevzi, Zad'ül-Mesir, 8/112.

[60] Ebu Nuaym, Deiailu'n-Nubuvve, 1/13, Bkz: Beyhakî, Sunenu'l-Kubra, 2/433, 434; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra 1/128.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 160-161.

[61] Müslim, Sahih, kitabu'l-mesacid, 5; İmam Ahmed, Musned, 2/412; Ebu Avane, Musned, 1/395; Tefsiru İbn Kesir, 6/424; Tefsirü'l-Kurtubi 10/49; 16/217; ibn Hacer, Fethü'l-Bari, 1/439

[62] Müslim, Sahih, kitabu fedaili's-sahabe, 31; Buharı, Sahih, 5/42; Tirmizî, Sünen, 3724; İmarn Ahmed, Musned, 1/173, 175, 182, 184, 331, 3/338; Beyhaki, Sunenu'l-Kubra, 11/40; Hakim, Müstedrek, 2/317; Ebu Nuaym, Hılyetül-Evliya, 7/195, 196; Tarihül-Hatib, 4/ 204; 11/432; İbn Hıbban, Sahih, 2201 (Mevaridu'z-zaman), Abdurrezzak, Musannef, 9645, 20390; İbn Ebi Asim, Sunne, 2/600, 610; Taberani, Mu'cemü'l-Kebir, 11/76; 12/99; 19/291; Beyhakî, Deiailu'n-Nubuvve, 5/220; İbn Ebi Şeybe, Musannef, 12/60; 14/545; İbn Adiyy, el-Kamil, 6/2378; Humeydi, Musned, 717

[63] Müslim, Sahih, kitabu'l-fedail, 22; Tirmizî, Sünen, 2219; Ebu   Davud, Sünen, kitabu'l-fiten, 1; İmam Ahmed, Musned, 2/398; Taberani, Mucemu'l-Kebir, 6/252; Heysemî, Mecmaü'z-Zevaid, 9/269; Suyutî, Durru'l-Mensur, 5/204.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 161.

[64] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/277; Hakim, Müstedrek, 1/163; İbn Hıbban, Sa­hih, 1691;€bu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, 1/61;Tefsiru İbn Kesir, 3/586.

[65] Buharı, Sahih, kıtabu't-tefsir, tefsiru suretil alak; İmam Ahmed, Müsned, 1/248; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/192; Tirmizî, Sünen, 3348; Tefsirü't-Taberi, 3/43, 44; Hey-semî, Mecmau'z-Zevaid, 6/314; Suyutî, Durrul-Mensur, 6/369

[66] İmam Ahmed, Müsned, 2/218

[67] Suyutî, Camiü'l-Kebir, 2/16; Ibn Hacer, Fethü'l-Bari, 7/168

[68] Heysemî, Mecmaü'z-Zevaid, 8/228, 229. Heysemi şöyle demiştir. "Bunu, Bez-zar, şeyhi Ali İbn Şebib ten rivayet etti. Ben onu tanımıyorum. Onun diğer ravileri sika (güve­nilir) dırlar."

Bezzar, Müsned, 2405 (Keşfü'l-Estar).

[69] Buharî, Sahih, 4/127; 5/57; Müslim, Sahih, kitabu'l-cihad, 108; İmam Ahmed, Musned 1/417; İbn Huzeyme, Sahih, 785; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 2/278; İbn Hacer, Fethu'l-Bari, 1/349; 6/282, 283

[70] Taberani, Mucemu's-Sağır, 2/104; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nıhaye, 3/48; Hey-semî, Mecmau'z-Zevaid

[71] İmam Ahmed, Musned, 1/227: Beyhakî, Sünenu'l- Kubra, 9/188; Tefsırut-Taberi, 23/79.

[72] Sad Suresi, 1-5.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 162-167.

[73] Nahl Suresi, 90

[74] Nisa Suresi, 100.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 168.

[75] Garanİk olayı asılsızdır. Sahih bir temele dayanmamaktadır. Nitekim Kadı İyad bunu "Eş-Şıfa" adlı kitabında ez-Zürkanı de "Şerhu'l-Mevahım" de açıklamışlardır. (Matbu o-lanın dipnotu)

[76] İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye.

[77] İmam Ahmed, Musned; ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 169-172.

[78] Buharı, Sahih 2/186; İbn Mace, Sünen, 2942; Ebu Davud, Sünen, 2011; İmam Ahmed, Musned, 2/237; L^eyhakî, Sünenu'i-Kubra, 5/160, 6/218; İbn Huzeyme, Sahih, 2981, 2985; Abdurrezzak, S ı ,n, 9851, Tarihu'l-Hatib, 9/93; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye 5/ 204

[79] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi:

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 172-175.

[80] Müslim, Sahih, kitabu'l-cumua, 46; Beyhakî, Delailu'n-Nübuvve, 2/223, 224; Ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 3/214 (Beyhakî'den naklen)

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 175-176.

[81] Fussilet Suresi, 1-13.

[82] Taberani, Mucemu'l-Kebir, 9/160; Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, 1/75; Hey«-semî, Mecmau'z-Zevaid, 6/20. Heysem? şöyle demişdır: "Bunu, Ebu Ya'la rivayet etti. Ravüeri arasında el-Eclah el-Kindi vardır. İbn Main ve başkaları onu sika (güvenilir) kabul etmiştir. Nesaî ile başkaları İse zayıf saymıştır. Diğer ravileri sika (güvenilir) dir."

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 176-177.

[83] İbn Hışam, Siretu'n-Nebeviyye; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 2/199, 200, 201. Bundan daha uzun olarak.

[84] Müddessir Suresi, 11-14.

[85] Hakim, Mustedrek, 2/506. Hakim şöyle demiştir: "Bu Buhari'nin şartına göre İs­nadı sahih bir hadistir. Ancak Buhari ile Müslim rivayet etmemişlerdir."

Beyhaki, Delailu'n-Nubuvve, 2/198,199; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 3/61.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 178-179.

[86] Devslilerin ve Tufeyl İbn Amr'ın hikayesi aşağıdaki kaynaklarda geçmektedir: Tarihu Ibn Asakır, 7/65; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 5/361; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 4/76; ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 2/24; Salihı, Sirelu'ş-Şamiyye, 6/511.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 179-181.

[87] Tevbe Suresi, 113-114

[88] Buharı, Sahih, kitabu't-tefsir, tefsiru surati'l-Kasas, babu; inneke la tehdi men ahbebte;-Müslim, Sahih, kıtabu'l-ıman, 39; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1 /77; Tefsiru İbn Kesir, 6/256; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/342, 343; Ebu Avane, Musned, 1/15; Tefsiru'l-Kurtubi, 8/27^

[89] Yukardaki dipnota bakınız Ayrıca Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/344; Müslim, Sah*1,;, kitabu'l-iman, 39

[90] Kasas Suresi, 56.

[91] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/346; İbn Hışam, Sıretu'n-Nebevıyye, 2/27; İbn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nihaye, 3/123

[92] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/78; ibn Hacer, Nasbu'r-Raye, 2/281

[93] Tevbe Suresı, 113

[94] Nesaî, Sünen, 4/79; Ebu Davud, Sünen, 3214; Abdurrezzak, 9936, Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/348, 349; Tefsıru İbn Kesir 4/161: İmam Ahmed, Musned, 1/130, 304, 305; 3/358, 398; 7/67

[95] Tarihu'l-Hatib,   8/116; İbn Kesir,'el-Bidaye ve'n-Nihaye, 3/125; el-Hindî, Ken-zu'l-Ümmal, 3443; İbnu'l-Cevzi, el-llelu'l-Mutenahıye, 2/422

[96] İmam Ahmed, Musned, 1/206, 210; İbn Hacer, Fethu'l-Bari, 10/592, İbn Sa'd, Tab.-katu'l-Kubra, 1/79; Buharî, Sahih, 5/65, 8/57 ("Evet" lafzı olmaksızın); Müslim, Sahih, kıtal j'l-tman 357; Abdurrezak, Musanneî, 9939; Ebu Avane, Musned, 1/96; İbn Asakir, Tarih, 3/1C7; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye'3/125; el-Hindî, Kenzul-Ummal, 34093

[97] Vahidi, Esbabu'n-Nuzul s. 178

[98] Tevbe Suresi, 113.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 183-185.

[99] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/41; ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 3/134

[100] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 186-187.

[101] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra.

[102] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra.

[103] İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye; Tefsiru'l-Kurtubi, 16/211; Bağavi, Mesabihu's-Sunne, 16/167; Heysemî, Mecmau'z-Zevaıd, 6/35-36

[104] TirmizT, Sünen, 2590; İmam Ahmed, Musned, 3/286; İbni Hıbban, Sahih, 2528 (Mevarİdu'z-zaman; Ebu Nuaym, Hılyetu'l-Evliya, 1/150; Tirmizî, Şemail, 74; Tarihu İbn A-sakir, 3/308; Munzirî, Tergib ve't-Terhıb, 4/189

[105] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 187-190.

[106] Halıf: Abduddar, Cumah, Mahzun, Adiyy, Ka'b ve Sehm oğullarından olana de­nir. Hz. İsmail'in (a.s.) halis ve saf soyundan gelen oğullarına Sarih denir. (Mütercimin notu).

[107] Tarıhu't-Taberi, 2/361, Bakınız: Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 2/455.

[108] Ebu Davud, Sünen, kitabu'l-cihad, 129; Beyhakî, Sünenul-Kubra, 6/319; 9/67; Humeydi, Musned, 558; Taberani, Mu'cemu'l-Kebir, 2/119; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/ 359; Bağavî, Şerhu's-Sunne, 9/82.

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 190-191.

[109] İmam Ahmed, Musned, 3/492; Taberani, Mu'cemu'l Kebir, 5/58; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 3/138; Tarihu't-Taberi, 2/348; Heysemî, Mecmaü'z-Zevaid, 4/35.

[110] Kaynağı daha önce belirtildi.

[111] Tirmizî, Sünen, 2925; Ebu Davud, Sünen 4734; ibn Mace, Sünen, 201; Beyhakî, el-Esmave's-Sıfat, 187; Şuabu'l İman 168.

[112] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 191-192.

[113] İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 1/339 (Daha uzun olarak).

[114] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/436, 437, Bu hadisin benzeri şu kaynaklarda geçmektedir.   Buharı, Sahih, kitabu menakibi'l-ensar, babu vufudul-ensar, 3894; Müslim, Sahih, kitabu'l-hudud, 44

[115] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 192-194.

[116] İsra'nın ay ve gününün belirlenmesinde İhtilaf vardır. Hicretten Önce olduğunda ittifak vardır.

[117] Buharî, Sahih, kitabu menakibi'l-ensar, babu'l-mirac 3887; kıtabu bed'i'l-halk, babu zİkrı'l-melaıke; Müslim, Sahih, kıtabıTl-İman, 265; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 2/373-377

[118] Buhari, Sahih, 5/66; Müslim, Sahih, kitabu'l-iman, 279; Tirmizî, Sünen, 3133; İman Ahmed, Musned, 3/377; Beyhakı, Delailu'n-Nubuvve, 2/359,360; Ebu Avane, Müsned, 1/1 'c>, 131; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 3/115; İbn Hacer, Fethu'1-Barı, 8/391; Bağavi, Şerhu's-Sunne,'8/353; el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 31844

[119] İmam Ahmed, Musned, 1/309; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/363; İbn Hacer, Fethu'l-Bari, 8/392.

[120] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve. 2/354-408

[121] Tİrmizî, Sünen, tefsiru suretı'l-isra. Tİrmizî: "Bu hadis, hasen garibtir." Onu yalnız Abdurrezzak'ın rivayetinden bilmekteyiz. Yine Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/362, 363

Tirmizi'de: "Allah'a ondan daha değerli bir kimse binmemiştir" şeklinde geçmektedir. (Mütercimin notu).

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi:194-201.

[122] İmam Ahmed, Musned, 3/461; Taberanî, Mucemu'l-Kebîr, 19/89; İbn Hacer, Fethu'l-Bari, 1/66; 7/221; Hindi, Kenzu'l-Ummal, 21722; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, 6/44

[123] İmam Ahmed, Musned, 3/322, 339

Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 202-205.

[124] İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye.

[125] ibn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye.

[126] Enfal Suresi, 30

[127] Yasin Suresi, 9

[128] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 205-208.