Görülmeyen
Kimselerin Çıkardıkları Sesler.
Vahşi
Hayvanların Rasulullah’ın Peygamberliğini Bildirmeleri
Râsûlüllâh'îk
Peygamber Olmadan Önce Gördüğü Peygamberlik Alâmetleri
Taş
Ve Ağaçların Rasûlüllah'a Selâm Vermeleri
Cebrail'in
Rasûlullahâabdest Ve Namazı Öğretmesi
Rasûlullah'ın
Peygamberliğinin Başlangıcında Hadîce Ve Ali'ye Namaz Kıldırması
Rasûlullah’a
Vahyin Geliş Tarzı
Peygamberliği
Esnasında, Rasulullah'a Gelip Giden Melekler Hakkındaki İhtilâf
Peygamber
Gönderildiğinde Şeytanların Üzerine Alev Atılması Ve Putların Devrilmesi
Peygamberimiz
Gönderilînce Pervîz İsimli Kisra'nın Hallerinde Meydana Gelen Değişiklik
Rasulullah’ın
İnsanları İslama Çağırması
Rasulullah'în
Toplantı Yerlerinde Uyarılarda Bulunması
Rasulullah'în
En Yakın Akrabaları Uyarması
Rasulullah'ın
Risaletinin (Peygamberliğinin) Umumîliği
Rasulullah'ın
Cinlere De Gönderilmesi
Rasulullah
Hatemennebiyyin'dir (Peygamberlerin Sonuncusudur)
Rasulullahın
Kafirlerden Gördüğü Eziyet Ve İşkencelerle, Bunlar Karşısındaki Sabır Ve
Tahammülü
Rasulullah
Ortaya Çıktığında Eksem İbn Sayfi'nin Ona Îman Etmesi Hakkında Rivayet
Edilenler
Rasulullah'ın
Ashabına, Habeşistan'a Hicret Etmelerini Emretmesi
Müşriklerin,
Haşim Oğulları Ve Muttalib Oğullarını Boykot Etmek İçin Yazdıkları Yazı
Rasulullahın,
Elçi Dımad El-Ezdiyle Aralarında Geçenler
Rasulullah
İle Utbe İbn Rabia Arasında Geçenler
El-Velid'in
Rasulullahın Durumu Hakkında Kureyşe Yaptığı Tavsiyeler
Rasulullahla
Tufeyl İbn Amr Arasında Geçenler
Ebu
Talibin Ölürken, Rasulullah'la Aralarında Geçenler
Ebu
Talible Hadice'nın Ölümünden Sonra Rasulullahın Başından Geçenler
Taif'e
Gittiğinde Rasulullah'ın Başına Gelenler
Taif'ten
Dönünce Rasulullah'ın Mekke'ye Girişi
Rasulullahınmevsimlerde
(Hac, Panayır v.s. Gibi Toplantılarda) Kendisini Kabilelere Arzetmesi
Peygamberliğinin
Onbirincı Yılında Rasulullah'ın Ensarla Arasında Geçenler
Rasulullahın
Miracı (Göğe Çıkması)
Peygamberliğinin
(Nübüvvetin) Onüçüncü Yılında Rasulullahın Ensar'la İkinci Akabe'de Buluşması
Kureyşlilerin
Ensarev Yaptıklarını Öğrenmeleri Ve Bu Konuda Ne Yapacaklarını Görüşmeleri
174) En-Nadr
İbn Sufyan el-Huzelî babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Şam'a gitmek üzere
yola çıktık. Geceleyin Ez-Zerka'yla Maân a-rasında, mola verdiğimiz esnada,
ansızın (gökle yer arasındaki) bir süvari: Ey uyuyanlar! Acele edin. Şimdi
uyuma vakti değil, Ahmed çıktı. Cinleri tamamen kovdu, dedi.
Biz, bir arkadaş grubu
olarak, korktuk. Hepsi de bunu duymuştu. Bizler ailelerimizin yanma döndük.
Onlar da bize Mekke'de Kureyş'le, adı Ahmed olan, Abdulmuttalib oğullarından
çıkan bir peygamber arasında çıkan anlaşmazlıktan bahsediyordu.
175)
Muhammed İbn Ka'b el-Kurazî şunu anlattı:
Ömer Ibnu'l-Hattab,
mescidde otururken, birisi onun yanından mescidin gerisine gitti. Bir adam:
- Müminlerin emiri!
Geçeni tanıyor musun? dedi. Ömer:
- Kim o? dedi. (O adam
şöyle dedi:)
- (Bu), Sevad îbn
Kârib'tir. Şeref ve mevkisi olan Yemenli birisidir. Peygamberin ortaya çıkışım
haber vermek üzere kendisine cin gelen kimsedir. Ömer:
- Onu bana getir,
dedi. Onu çağırdı ve: Sen Sevad îbn Kârib misin? dedi.
- Evet diye cevap
verdi. Ömer:
- Sen, cinin sana,
Rasûlüllah'm ortaya çıkacağı haberini getirdiği kimse misin? dedi. Sevad:
- Evet, dedi. Ömer:
- Sen, hâlâ kahin
misin? dedi. Sevad çok kızdı ve:
- Müminlerin emiri!
Müslüman olduğumdan beri hiç kimse beni kahin olarak görmedi, dedi. Ömer:
- Subhanellah!
Vallahi, bizim daha önce şirk üzerinde olmamız senin daha Önce kahin olmandan
daha büyüktür. Sen bana cinin Peygam-ber'in (s.a.v.) zuhur edeceği haberini
getirip getirmediğini söyle, dedi. Sevad:
- Müminlerin emîri!
Cin bana o haberi getirdi. Bir gece uyurken, ansızın birisi bana gelip ayağıyla
vurdu ve şöyle dedi:
Kalk! Sevad îbn Kârib!
Düşün ve anla! Eğer düşünüyorsan! Luey îbn Galib'in soyundan Allah'a ve ona
ibadet etmeğe davet eden bir peygamber gönderilmiştir. Sonra şu şiiri söylemeğe
başladı:
Cinlerin haber
araştırmalarına ve develere palan vurmalarına şaştım.
Onlar doğruyu aramak
üzere hızlı Mekke'ye giderler. Cinlerin i-yileri kötüleri gibi değildir.
Sen Haşim
(oğullarının) iyisine git gözlerinle başına kadar yüksel.
Onun söylediklerine
aldırmayıp: Bırak da uyuyayım. Akşama kadar uykusuz bir halde dolaştım.
ikinci gün yine gelip
ayağıyla bana vurduktan sonra: Ey Sevad îbn Kârib! Ben sana, kalk! Düşün ve
anla! Eğer düşünüyorsan! Luey îbn Galib'in soyundan Allah'a ve ona ibadete
çağıran bir peygamber gönderilmiştir, dedi. Sonra cin şu şiiri söylemeğe
başladı:
Cinlerin
araştırıcılıklarına ve develere palan vurmalarına şaştım. Onlar doğruyu aramak
üzere hızla Mekke'ye giderler. Cinlerin doğru o-lanları yalancıları gibi
değildir. Sen, Haşim oğullarının hayırlısına git. Onların öncekileri
sonrakileri gibi değildir.
Söylediklerine hiç
aldırmadan: Bırak da uyuyayım, gündüz, akşama kadar uykusuz bir halde
dolaştım.
Üçüncü gece, yine
gelip ayağıyla bana vurduktan sonra: Ey Sevad îbn Kârib! Ben sana demedim mi?
Kalk, düşün ve anla! Eğer düşünü-vorsan! Luev İbn Galib'in soyundan, Allah'a ve
ona ibadete çağıran bir peygamber gönderildi, dedi ve cin şu şiiri söylemeğe
başladı:
Cinlerin haberlerine
ve develere palan vurmalarına şaştım.
Onlar, doğruyu aramak
üzere hızla Mekke'ye giderler. Cinlerin i-nananları kâfirleri gibi değildir.
Hâşim oğullarının,
tepeleriyle taşları arasında olan hayırlı kişiye git:
Kalbime İslâmm sevgisi
düştü ve onu arzu ettim. Sabah olunca yolculuk için hazırlık yaptım ve Mekke'ye
gitmek üzere yola düştüm.
Daha yoldayken, bana
Peygamber'in (s.a.v.) Medine'ye hicret ettiği haber verildi.
Medine'ye geldim.
Peygamber'in nerede olduğunu sordum. Bana, mescidde olduğunu söylediler.
Mescide vardım. Devemi bağladım. Rasûlüllah'ın (s.a.v.) etrafının cemaatla
sarılmış olduğunu gördüm ve: Sen, benim söyleyeceklerimi dinler misin? ey
Allah'ın elçisi! dedim. Ebu Bekr'e:
- "Onu yaklaştır,
yaklaştır" dedi. Tam önüne gelip:
- Konuşmamı dinle, ya
Rasûlellah! dedim. O:
- Gel. Sana cin gelme
meselesini bana da anlat, dedi. Ben de şu şiiri söyledim:
- Bana, biraz yatıp
uyuduktan sonra bir cin geldi. Başımdan geçenleri anlatırken yalan
söylemiyordum.
Üç gece, hep o konuşup
durdu. Sana Luey İbn Galib (soyundan) bir elçi geldi.
Paçaları sıvayıp hemen
işe giriştim. Güçlü deve, beni çöllerde dolaştırdı.
Allah'tan başka Rab
olmadığına ve senin her gaib hakkında güvenilen birisi olduğuna şehadet
ederim.
Yine senin
gönderilenler arasında Allah'a yakın vasıta olduğuna şehadet ederim. Ey en
kerîmlerin ve en iyilerin oğlu!
Ey en hayırlı
Peygamber! Sana geleni bize emret. Gelenler saçların beyazlığından bahsetse
bile. Sevad İbn Karib'e senden başka, fayda verecek şefaatçinin bulunmadığı
günde bana şefaatçi ol.
Rasûlüllah (s.a.v.) ve
ashabı benim müslüman oluşuma çok sevindiler. Onların sevinçleri yüzlerinden
okunuyordu.
Ömer atlayıp yanıma
geldi ve:
- Ben senden bunu dinlemek istiyordum. (Senin
cinin, bugün de gelecek mi?) dedi. O:
- Kur'an okuduğumdan
beri hiç gelmedi, Çin'in yerine Allah'ın kitabı ne iyi bedeldir, dedi. (135),
176) Oabir
şöyle anlattı:
Medine'ye gelen ilk
haber şudur; Bir kadının kuş suretinde cinden bir tabisi vardı, O, duvarın
üzerine düştü, Kadın: Niçin gelmedin? Sen bize haber veriyordun, biz de aana
haber veriyorduk, dedi. Cin; Bize şimdiki yaptıklarımızı meneden ve zinayı
haram kılan kimse çıkmış, dedi,
177) Ali îbn
Huseyn anlattı;
Neccar oğullan
kabilesinden, Fatıma Bintu'n-Nu'man adlı bir ka-dmm, cinden bir tabii vardı.
Cin daha önce o kadına
gelirdi. Peygamber (s.a.v.) hicret ettiğinde, duvarın üzerine düştü, Kadın: Ne
oldu? Daha önceki gibi niye gelmedin? dedi.
Cin; Zina ve şarabı
yasak eden geldi, diye cevap verdi.
178) Ebu
Hureyre şunu rivayet etti;
Hureym tbn Fatik, Ömer
Îbnu'l-Hattab'a: Nasıl müslüman olduğumu sana anlatayım mı? dedi.
Ben, bazı develerimi
ararken, ansızın buluttan gök gürlemesi sesi duyulması ve şimşek çakmasıyla
birlikte gecenin karanlığına burundum. Avazımın çıktığı kadar şöyle bağırdım;
- Bu vadinin
sefihlerinden, azizine sığınıyorum. Birden bire, görünmeyen birisi bana şöyle
seslendi:
- Ey genç! Celal,
şeref, iyilik ve lütuf sahibi olan Allah'a sığın! En-fal'dan bazı ayetleri oku.
Bir Allah'a inan, övünme. Ben de şöyle söyledim;
- Ey seslenen!
Söylediğin şey, sana göre, doğru olan yoksa saptırıcı birşey midir? Bize, Senin
gittiğin yolun hangisi olduğunu açıkla.
O ses, şöyle dedi;
- Bu, hayırlar sahibi
Allah'ın Rasûlü'dür. O, cennetlere ve kurtuluşa davet ediyor. O, oruç ve
namazı emrediyor ve insanları kötü şeylerden çekip çıkarıyor.
179) Abdullah
el-Umanî şöyle anlatmıştır;
Aramızda Mazin
tbnu'l-Gadûbe adlı bir adam vardı, (Uman'ın semaya adlı köyünde) bir puta
hizmet ediyordu. Bazı kabileler de ona saygı gösteriyorlardı. Bir gün putun
yanında, kurban olarak bir koyun kestik, Arkasından puttan bir ses duydum.
Şöyle diyordu:
Mazin! Dinle de
sevmesin. Hayır ortaya çıktı, Şer de gizlendi. Mu-dar'dan bir peygamber
(Allah'ın en büyük diniyle) gönderildi. Taştan yontulan şeyi bırak ki,
cehennemin ateşinden kurtulasm.
Bundan çok korktum.
Birkaç gün sonra bir koyun daha kestik. Bu defa da puttan gelen şu sözleri
işittim. Bana gel, bana gel de, bilmediğin şeyleri duy, Bu, bir peygamberdir.
İndirilen hakkı getirmiştir. Yakıtı taşlar olan yakıcı ateşin sıcaklığından
kurtulman için ona inan.
Kendi kendime; Bu, çok
tuhaf ve benim için bir iyilik kastediliyor, dedim. Yanımıza Hicazh birisi
geldi. Ona:
- Oralarda ne var ne
yok? dedim. O:
- Muhammed adlı birisi
çıktı. Yanma gelene: "Allah'a davet eden kimseye icabet edin" diyor,
dedi. Ben:
- İşte bu duyduğum
şeyin haberi, dedim.
Puta koşup kırdım.
Hayvanıma bindim, Nihayet Rasûlüllah'a (s.a.v.) geldim. Bana İslâm'ı açıkladı
ve ben de müslüman oldum. [1]
180) Has'amh
birisi anlattı: Araplar putları aralarında hakem yaparlardı. Biz, bir gece bir
putun yanmdaydık. Aramızda anlaşamadığımız bir mesele hakkında o puta
başvurmuştuk. Ansızın birisi şöyle seslendi:
Ey beden sahibi
insanlar! Hüküm vermesi için putlara baş vuranlar! Hayallerinizi darmadağın
edenle aranız nasıl? Bu, yaratıkların efendisi olan peygamberdir. O, hüküm
vermede hakimlerden daha adildir. O, nurdan ve islâm'dan bahseder. İnsanları
günahlardan çekip çıkarır. O, haram olan beldede ortaya çıkar.
Ondan korkup yanından
ayrıldık. Bu şiir söz haline geldi. Nihayet, bize Peygamber'in (s.a.v.)
Mekke'den çıkıp Medine'ye geldiği haberi u-laştı. Bunun üzerine ben de gelip
müslüman oldum.
181) Temim
ed-Darî anlatmaktadır:
Rasûlüllah (s.a.v.)
gönderildiğinde, ben Şam'daydım. Bir ihtiyacımı teinin etmek için yola çıktım.
Yolda gece oldu. Kendi kendime: geceleyin, bu vadide büyük bir himayedeyim,
dedim.
Yatağıma girer girmez,
kendisini görmediğim birisi bana şöyle seslendi: Allah'a sığın! Cinler,
Allah'ın himayesinde olan birisim himaye edemez. Allah'ın Rasûlü Emin elçi
çıkmıştır. Biz Hacun'da onun arkasında namaz kıldık, müslüman olduk ve ona
tabi olduk. Artık cinlerin tuzak ve hileljeri gitti. Onlara yakıcı taşlar
atıldı. Sen, alemlerin Rabbi-nin elçisi Muhammed'e git ve müslüman ol.
Sabah olunca, Eyyub
manastırına gittim. Bir rahibi sordum: Ona başımdan geçenleri anlattım. Rahip:
Onlar seni tasdik ettiler. O, Ha-rem'den çıkacak ve peygamberlerin en
hayırlısıdır. Onun önüne kimse geçemez, dedi.
Yolda bir takım
zorluklara katlanarak Rasûlüllah'a (s.a.v.) geldim. [2]
182)
Huveylid ed-Damrî'den şöyle rivayet edilmiştir:
Bir putun yanında
oturuyorduk. Ansızın putun içinde birinin şöyle haykırdığını duyduk: Vahye
kulak hırsızlığı yapmak kalktı. Mekke'nin peygamber'i sebebiyle ateşten taşlar
atılmıştır. O peygamber'in adı Ah-med'dir. Hicret edeceği yer Yesrib'tir. O,
namazı, orucu, iyiliği ve akrabalara ilgi göstermeyi emreder.
Hemen putun yanından
kalktık. Sorduk, soruşturduk. Bize: Adı Ahmed olan Mekke'deki peygamber çıktı
diye cevap verdiler.
183) Cubeyr
İbn Mut'im'den rivayet edilmiştir:
Rasûlüllah (s.a.v.)
Peygamber olarak gönderilmeden bir ay önce Buvane'de bir putun yanında
oturuyorduk. Bir deve kestik. Birden bire, putun içinden birisi şöyle
haykırmağa başladı: Şu garip şeyleri dinleyin: Vahye kulak hırsızlığı yapmak
gitti. Adı Ahmed olan Mekke'deki bir peygamber için ateşten taşlar atıldı. O,
peygamber Yesrib'e hicret edecek. Biz merakla bekledik. Nihayet Rasûlüllah
(s.a.v.) çıktı.
184)
El-Abbas ibn Mirdas anlattı:
Babam ölüm
döşeğindeyken bana "Damar" adlı bir putu saklamamı vasiyet etti. Onu
bir eve getirip koydum. Her gün bir defa ona gelip ziyaret/e diyordum.
Peygamber (s.a.v.)
çıkınca, gece yarısı beni korkutan bir ses duydum. Yardım dilemek üzere
"Damar"a koştum. Birden bire onun içinden birisinin şöyle
seslendiğini duydum:
Suleym kabilesinin
tamamına söyle: İnsanlar helak oldu. Camide-kiler sağ kaldı.
Damarda helak oldu.
Bir zamanlar Peygamber Muhammed'e kitap gelmeden önce ona ibadet ediliyordu.
Meryem'in oğlundan
sonra, peygamberlik ve hidayet kendisine geçen kişi hidayettedir.
Bunu halktan sakladım.
İnsanlar Ahzab'tan (Hendek savaşından) dönünce rüyamda şunları söyleyen bir ses
duydum: Salı günü düşen nur, kulağı yarık devenin sahibiyle birliktedir.
Bunun üzerine
Rasûlüllah'a (s.a.v.) gittim ve müslüman oldum. [3]
185) Raşid
İbn Abdi Rabbih'ten rivayet edilmiştir:
Suva' denilen put
Muallat'taydı. Huzeyl'lilerle, Suleym kabilesine bağlı Zufer oğullan ona
taparlardı.
Zufer oğulları, Raşid
îbn Abdi Rabbih'i Suleymlilerin hediyesini götürmesi için Suva'a gönderdiler.
Raşid anlatır: Onu
getirip sabahleyin Suva'dan önce bir putun ö-nüne attım. Ansızın putun içinden
birisi şöyle haykırdı: Abdulmutta-lib'in soyundan bir peygamber çıkmasına büyük
hayret! O, zinayı, ribayı (faizi) ve putlara kurban kesmeyi haram ediyor. Sema
beklenip korunmaya başladı. Bize ateşler atıldı.
Daha sonra başka bir
putun içinden şu sesler geldi: Önceleri kendisine tapılan Damar putu
terkedildi. Artık peygamber Muhammed çıktı. O, namaz kılan, zekâtı, orucu,
iyilik etmeyi ve akrabaları gözetmeyi emreden bir peygamberdir.
Daha başka bir putun
içinden şu sözler geldi:
Meryem'in oğlundan
sonra:
Peygamberlik ve
hidayet kendisine geçen Kureyşli hidayettedir.
O, geçmiştekiler! ve
yarın olacakları haber veren peygamberdir.
Sabahleyin, Suva1
putunun çevresindeki şeyleri yalayan ve hediye edilenleri yiyen ve sonra işemek
üzere putun üzerine çıkan iki tilki gördüm. Bunun üzerine şu şiiri söyledim:
Tepesine tilkilerin
işediği şey Rab olur mu?
Tilkilerin üzerine
işediği kimse zelil ve aşağılıktır.
İşte o sıralarda
Rasûlüllah (s.a.v.) peygamberliğini ilân etmişti. [4]
186) Ibu Amr
el=Hu&eli anlatmaktadır:
Kabileme mensup bazı
kimselerle birlikte, Suva' adlı bir puta geldik. Ona sunmak ugere kurbanlıklar
da getirmiştik.
En enee, puta, semiz
bir ineği yaklaştırıp onun üzerinde boğazla* dım, Futun İçinden bir ses duyduk.
Şöyle diyordu: Ayak takımı arağında bir peygamberin çıkması ne tuhaf. O* ginayı
ve putlara kurban kesmeyi haram kılar» Artık gök beklenir oldu ve bize alevler
atıldı.
Biz dağılıp Mekke'ye
geldik, Sorup soruşturduk. Bize Muham-med'in peygamber olarak çıktığım haber
veren birisini bulamadık. Nihayet Ibu Bekir es-Sıddik ile karşılaştık, Ben:
Ebu Bekri Mekke'de,
Ahmed isimli» Allah Teâlâ'ya ibadete davet eden birisi çıktı mı? dedim. Ebu Bekr:
• Ne var? Ne oluyor?
dedi. Ö'na olanları anlattım,
Ebu Bekr: Evet çıktı.
O, Allah'ın elçisidir, dedi,
Daha sonra bizi
İslâm'a davet etti. Biz:
- Kavmimizin yapacağı
şeyi bekleyeceğiz, dedik.
Keşke o gün muslüman
olsaydık. Daha sonra muslüman olduk.
187) Müeahîd
anlatmıştır: Cahüiye devrini gören îbn Anbes adlı bir ihtiyar Rod^s savaşı
sırasında bana şunları anlattı:
Bizim aileye ait bir
ineği sürerek götürüyordum, Onun içinden şöyle bir ses işittim: Ey AM Zureyh!
Bir adam şöyle açık bir sözü haykı» rıyor; Lâ ilahe illallah,
Mekke'ye geldik,
Peygamber'in (s.a.v.) Mekke'de çıkmış olduğunu öğrendik.
188) Ebu Hureyre
anlâtmıştır:
Bir kurt» Ur sürünün
çobanına geldi ve sürüden bir koyun aldı, Çoban onun peşine dupup koyunu geri
aldı. Kurt bir tepenin üzerine çıktı, Çömelip ağamı açtı ve şunları söyledi;
Ben, Allah'ın bana verdiği ruak için geldim, Ama sen enu benden aldın.
Çoban: Vallahi şimdiye
kadar konuşan bir kurt görmemiştim» dedi.
Kurt da şöyle dedi:
Bundan daha aaayibi iki siyah taşlı yer ara= Binda bulunan hurma bahçelerindeki
bir adam size geçmişte olanlardan ve sizden sonra olacaklardan haber veriyor.
Adam yahudiydi.
Peygamber'e (s.a.v.) gelip başından geçenleri anlattı. Peygamber (s,a<v.)
onu tasdik etti ve şöyle dedi:
"Bu, kıyamet
alametlerinden biridir. Adam çıkmak üzereyken, a= yakkabıları ve kırbacı
ailesinin kendisinden gonra ne yatıklarını anlattı. [5]
189) İbn
Âbbâs şöyle der;
Peygamber (s,a.v.)
Mekke'de enbeş yıl kaldı, Bunun yedi yılında ışık ve nur görüp §e§ işitti.
Sekiz yıl da kendisine vahiy geldi.
190) Hz,
Aişe anlatmıştın
tasûlüllah'â (s.a,v.)
vahyiö başlanjpeı; uykuda sadık rüyaydı, O, hiçbir rüya görmeydi ki, sabahın
aydınlığı gibi âçıkea çıkmasın. Daha sonra kendisine halvet (yalnızlık)
sevdirildi, Hıra'ya gider, orada ibadet ederdi, Nihayet kendisine hakkın emri
ve melek gelineeye kadar bu böyle devam etti,
191) Ebu
Meysere'den rivayet edilmiştir;
Peygamber (s.a>v.)
dışarı çıkfağında, birisinin kendisine! Ey Muhammed! diye seslendiğini duydu.
Bunun üzerine koşa koşa Hadîde'ye geldi. Durumu Hadîee'ye anlatıp şöyle dediı
-- "Hadîee!
Aklıma birleyin karışmış olmasından korktum. Ben dışarı çıkınca, seslenen
birşey duduyorum ama hiçbir şey göremiyorum, Bunun üaerine hemen koşa koşa
oradan ayrıhyerum,'1 Hadîee;
= Allahs katiyen sana
böyle birşey (kötü birşey) yapmam dedi.
Hadîce bunu ğMiee Ebu
Bekr'e anlattı. Çünkü Ibu lekr Oahiliye devrinde Ha. Peygamberin arkadaşıydı.
Ebu Bekr onun elinden tutup i Haydi Varaka'ya gidelim, dedi, Peygamber
(s.a.v.)i Ne ölüyor? Ne var? dedi. Ebu Bekr, Hadîee'niö anlattıklarım ena
anlattı. Varaka'ya geldi. Ona da anlattı, Varaka ona!
* Birşey görüyor
musun? dîye sordu. Peygamber (s.a.v.);
- "Hayır. Ancak
yahuz kaldığımda seşlenüdiğini duyuyorum, Hiç= bir şey göremiyorum, Hemen
oradan ayrılıyorum, Bîr de bakıyorum, yine yanımda sesleniyor" dedL
Varaka:
= Öyle yapma. Sesi
duyunda sana söyleyeeeği şeyi dialeyincey© ka= dar orada kal, dedi,
Yine yalfiia kalınaa:
- Ey Muhammed!
denildiğini duydu, Peygamber (s.a.v.)i
- "RuVîır"
- "Eşhedu enlâ
ilahe illallah ve eşhedu enne Muhammeden Abduhu ve Rasûluh" de.
"El-hamdu lillahi Rabbil-âlemin" de, dedi ve Fatihayı sonuna kadar
söyletti.
Daha sonra Rasûlüllah
(s.a.v.), Varaka1 ya geldi. Bunu ona anlattı. Varaka:
- Müjde! müjde! müjde! Senin Ahmed olduğuna
şehadet ederim. Yine senin, Muhammed olduğuna şehadet ederim. Senin,
Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet ederim. Sana savaşma emrinin verilmesi
çok yakındır. Eğer, ben sağken sana savaşma emri verilirse, seninle birlikte
mutlaka savaşırım.
Varaka öldükten sonra
Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Kass'i (Varaka'yı)
üzerinde yeşil elbiseler olduğu halde cennette gördüm." [6]
192) Cabir
İbn Semure'den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
Pev ,amberlik gelmeden
önce bana selâm veren Mekke'deki taşı şimdi çok iyi hatırlıyorum."[7]
193) Ali İbn
Ebî Talib anlattı:
Mekke'de Peygamberle
(s.a.v.) birlikteydim. Mekke'nin dışına, dağlar ve ağaçlar arasında dolaşmak
için bazı yerlere gittik. O, bir ağaç ve taşa rastladın da onlar:
"Es-Selâmu aleyke ya Rasûlellah!" demesinler. [8]
194) Cabir
İbn Semare'den rivayet edilmiştir: Rasûlüllah'ın şöyle dediğini duydum:
"Peygamber olarak
gönderildiğim geceler gelince, hangi ağaç ve taşa uğraşanı, bana: Es-Selâmu
aleyke ya Rasûlellah! diyorlardı. [9]
195) Berre
şunu anlattı:
Allah Teâlâ, Muhanımed'e
peygamberlik verince, o, ihtiyacı için, hiçbir evi görmeyeceği, dere ve
vadilere ulaşıncaya kadar en uzak yerlere giderdi. Rasladığı her taş ve ağaç
ona: Es-Selâmu aleyke ya Rasûlellah! diyordu. O, sağına, soluna ve arkasına
döner ama hiç kimseyi göremezdi. [10]
196) Hz.
Aişe şöyle demiştir: Hz. Peygamber'e (s.a.v.) vahiy, uykuda sadık rüyayla
başlamıştır. O, hiçbir rüya görmezdi ki, sabahın aydınlığı gibi açıkça
çıkmasın. Sonra ona yalnızlık sevdirildi. Hıra mağarasına gelir, orada sayısı
belli günlerin gecelerinde ibadetle meşgul olurdu. Oraya giderken azığını da
yanında götürürdü. Azığı tükenince Hadîce'nin yanma döner, bir o kadar zaman
için daha azık alır giderdi.
Nihayet Hakkın emri
ona mağaradayken geldi. Rasûlüllah (s.a.v.) kendisi anlatır: Melek mağaranın
içinde onun yanma gelip:
- Oku, dedi.
- "Ben okuma
bilmem" dedim.
Beni tutup takatim
kesilinceye kadar sıktı, sonra serbest bıraktı ve tekrar:
- Oku, dedi. Ben de:
- Ben okuma bilmem,
dedim.
Beni, ikinci defa
tutup takatim kesilinceye kadar sıktı, sonra da beni serbest bıraktı ve:
- Oku, dedi. Ben de:
- Ben okuma bilmem,
dedim.
Beni tutup üçüncü defa
takatim kesilinceye kadar sıktı, sonra serbest bırakıp:
- Yaratan Rabbinin
adiyle oku! diye başlayarak, Alak suresinin başındaki beş ayeti okudu.
Rasûlüllah (s.a.v.)
titreyerek Hadîce'nin yanma geldi ve:
- "Beni sarıp
örtün. Beni sarıp örtün" dedi.
Korkusu gidinceye
kadar onu sarıp örttüler. Daha sonra: "Hadice! Bana ne oluyor?"
deyip, başından geçenleri ona anlattı ve şunu ilâve etti: "Kendim hakkında
korktum" dedi.
Hadice, Rasûlüllah'a
(s.a.v.):
- "Bu, senin için olamaz. Vallahi, Allah
seni asla utandırmaz. Çünkü sen akrabayı gözetirsin, Doğruyu konuşursun. Zayıf
ve acizlerin işlerini yüklenirsin. Misafiri ağırlarsın ve hak yolunda
karşılaştıkları musibetler anında insanlara yardım edersin, dedi.
Daha sonra Hadice onu,
amcasının oğlu Varaka İbn Nevfel'e götürdü. Varaka, cahiliye devrinde
hıristiyanhğa girmiş ve arapça yazı yazabilirdi. Çok yaşlanmış ve gökleri kör
olmuştu Hadiee Varâka'ya; = Amca oğlu! Kardeşinin oğlu ne söylüyor, dinle,
dedi. Varaka; = Kardeşim! Ne görüyorsun^ diye sordu,
Rayûlüllah (g.a.v.)
olanları ona anlattı, Varaka; Bu, Musa'ya (a. indirilen Namustur. Keşke, e
«aman genç olsaydım, Keşke, geni dundan çıkardıklarında sağ olsaydım, dedi.
Rasûlüllalı(s.a.v.):
- "Onlar, beni
çıkaracaklar mı?" dedi, Varaka:
= Evet, Senin gibi,
birşey getirmiş bir kimse yoktur ki, düşmanlığa ve işkenceye uğramasın, Eğer,
genin davet günlerine yetişirsem, sana, çok yardım ederini;
Çok geçmeden Varaka
vefat etti.
Vahiy bir sûre
kesildi. Rasûlüllah (ö.a.v.) buna çok üzüldü, Öyle ki, bir kaç defa, dağların
tepesinden kendini atmaya gitti»
Peygamber her defa
kendini atmak için bir dağ tepesine geldiğinde, Cebrail O'na görünüp;
- Muhattımed! Sen
gerçekten Allah'ın Rasûlüsünî diyordu. Böylece, onun içi rahatlıyor ve geri
dönüyordu.
Vahiy uzun süre
gelmeyince, yine aynısı oldu. O, bir dağın tanı zirvesindeyken5 Cebrail ona
tekrar görünüp aynı sözü söyledi: [11]
197) Cabir
îbn Abdillah anlatmıştır*
Rasûlullah'ın (s.a.v.)
fetret-i vahiyden (vahyin kesilmesinden) bahsederken şöyle dediğini duydum:
Ben bir gün yürürken birdenbire
gökyüzünden bir ses işittim, Ba= şınu kaldırdim. Bir de ne göreyim Hira'da bana
gelen melek gökle yer arasındaki bir kürsî üzerine oturmuş halde. Korkumdan
olduğum yere çöktüm, Daha sonra dönüp: Beni örtün, dedim. Beni örttüler. Bunun
ü= gerine Allah Teâlâ; "Ey örtüye bürünen...11 ayetlerini indirdi. [12]
198) Hz.
Aişe (r.a.) şöyle anlatmıştır; Hadiee Varaka'ya, kendisine Cebrail'in
zikredildiğim söyleyince: Sebbuh Sebbuh! Putlara tapılan bü yerde Cebrail
zikredileniez. Cebrail Allah'ın kendisiyle peygamberleri arasındaki emmidir.
Onu, Cebrail'i gördüğü yere götür. Cebrail ona gelince, başını aç. Eğer o,
Allah tarafmdansa, Muhammet! onu göremez Haâiee kendisi anlatır; Ben başımı
açınca» Cebrail kayboldu ve Pey-ganıber (g.a.v.) onu göremedi, Hadice dönüp
bunu Varaka'ya haber verdi. Bunun ürerine Varaka1 Öna gelen Namusu ekber'dir.
israil oğulları §au çoeuklawna aııeak para karşılığında öğretirler;
Daha sonra Varaka,
daveti beklemeye başladı. [13]
199) Hadice
şöyle anlatmıştır; Hadiee, Rasûlullah'a (g.a.v.):
= Amcanını oğlu! Şu,
saha geleni (meleği) geldiği gaman, bana ha= ber"verebilir misin? dedi.
Peygamber (s,a.v.)s
- "Evet11 dedi.
Hadiee:
<■ öyleyse
bana haber ver, dedi. Hadice kendisi anlatmaktadır; Bir gün ben önün yanmdayken
Cebrail geldi. Peygamber:
* Hadice t Şu bana
gelen (melek) şimdi yine geldi. Ben;
- Kalkj dizimin
üzerine otur, dedim.
Rasûluİlah (S.a.v,)
dizimin üzerine oturdu. Ben: Onü gorüynrmu= sun? dedim. Rasûluİlah fs.a.v.);
- "Evet"
dedi. Beni •
= Kalk, sol dizimin
üzerine ötür, dedim. O da sol dizimin üzerine oturdu. "Şimdi görüyor
musun?" dedim,
• "Evet"
diye cevap verdi. Başörtümü çıkardım ve;
- Onu görüyor musun?
dedim. Peygamber (s.a.v.): = "Hayırj göremiyorum" diye cevap verdi.
Ben de:
- Vallahi, bu, yüee
bir melektir. Şeytan değildir. [14]
200) Hz.
Aişe anlatmıştır:
Ragûlullah (s.a.v.),
Hıra'da bir ay itikâfa çekilme adağında bulun= muştu. Bu, Ramazan ayına tesadüf
etm.is.ti Peygamber (s.a.v.) bir geee çıktı ve: Es-Selamu aleyke sözünü duydu.
Rasûluİlah (s.a.v.) bu konuda şöyle der:
"Birden bire>
bunun ein olduğunu zannettim. Hızla gelip Hadi= ce'nin yanına girdim. Hadice
beni bir örtüyle örttükten sonra; Neyin var? diye- sordu- Ona, olanları
anlattım. Hadıde de: Müjdeler olsun, çünkü selâm hayır demektir, dedi,
Daha sonra tekrar
çıktım. Cebrail'in güneşin üzerinde durduğunu gördüm. Bir kanadı doğuda, bir
kanadı da batıdaydı. Ondan korkup hemen geldim. Bir de baktım ki o, kapıyla
benim aramda. Benimle konuşunca, ona alıştım. Daha sonra bana, buluşmak için
bir saat verdi. Kararlaştırılan saatte ben geldim. O gecikince dönmeyi
düşündüm. Ben o haldeyken Mîkaîl ufku kapattı. Cebrail indi. Beni ensemin
üzerine (sırt üstü) yatırdı. Kalbimin üstüne gelen yeri yardı ve kalbimi
çıkardı. Kalbimden çıkarmak istediğini çıkardı. Onu, altın bir leğenin içinde,
zemzem suyuyla yıkadı. Sonra onu yerine koydu. Yaranın yerini sarıp bağladı.
Bundan sonra sırtıma mühür vurdu. Rabbinin adiyle oku, dedi. Karşılaştığım
bütün taş ve ağaçlar bana: Es-Selamu aleyke ya Rasû-lellah! demeğe başladılar.
Nihayet Hadice'nin yanma geldim. O da: Es-Selâmu aleyke ya Rasûlellah!
dedi" [15]
201)
Ubeyd'den rivayet edilmiştir:
Cebrail gelinceye
kadar, Allah'ın, Rasûlüne (s.a.v.) Peygamberliği göndermesinin başlangıcı nasıl
oldu?
Ubeyd şöyle cevap
verdi: Rasûlullah (s.a.v.) her yıl, bir ay Hıra'da itikafa girerdi. Bu,
Cahiliye devrinde Kureyş'in tahannüs ettiği (ibadet ettiği) şeylerdendi.
Rasûlullah (s.a.v.),
her yılın bir ayında itikâfa girer, yanına gelen yoksulları doyururdu.
Rasûlullah (s.a.v.), o aydaki itikaftan çıkınca ilk yaptığı şey, evine girmeden
önce Kabe'ye gidip onu, yedi defa veya yapabildiği kadar tavaf etmek ve evine
dönmekti. Öyleki Allah'ın Peygamberlik vermeyi dilediği ay -ki o ay Ramazan
ayıydı- ve onu Peygamber olarak gönderdiği sene gelince, ailesiyle birlikte,
itikâfa gittiği gibi Hira'ya gitti. Yine Allah'ın peygamberlik vereceği gece
olunca da, Allah tarafından ona Cebrail geldi.
İbni îshak şöyle
rivayet eder: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Cebrail, ben
uyurken içinde bir kitap bulunan bir bohçayla, bana gelip: Oku dedi. Ben: Neyi
okuyayım? dedim. Beni sıktı öyle ki öleceğimi zannettim. Bunu (oku sözünü) üç
defa söyledikten sonra beni serbest bıraktı. Yine: Oku, dedi. Ben de: Neyi
okuyayım? dedim. Bunu sadece, onun tekrar sıkmasından kurtulmak için
söylüyordum. O da: "Yaratan Rabbinin adiyle oku" dedi [16]
202)
İbnu'1-Bera şöyle anlattı:
Allah Teâlâ Muhammed'e
kırk yaşındayken Peygamberlik verdi. Cebrail ona, cumartesi ve pazar günü
geldi. Ramazan'ın onyedisinde pazartesi günü, Hıra mağarasında ona Peygamberlik
geldi. Bu, Kur'-an'ın indiği ilk yerdir. Alak suresinin şu ayetleri orada
inmişti: "Yaratan Rabbinin adiyle oku. O insanı bir kan pıhtısından
yarattı. Oku ve öğren! insana bilmediklerini Öğreten ve kalemle yazdıran Rabbîn
ekremdir (en cömerttir). Daha sonra Cebrail, yeri ökçesiyle eşti. Oradan bir su
kaynadı. Rasûlullah'a (s.a.v.) abdest almayı ve iki rekat namaz kılmayı öğretti. [17]
203) Usame
İbn Zeyd anlatmaktadır: Cebrail ilk vahyi getirdiğinde, Rasûlullah'a abdest ve
namazı da öğretti. Abdesti bitirince, bir avuç su alıp onu edep yerine serpti. [18]
Ben de şöyle derim: Bu
hadiste namaz'ın nasıl kılındığı zikredil-memiştir. İbnul-Bera'mn "iki
rekat" dediğini belirtmiştik.
204) Mukatil
İbn Süleyman anlatmıştır: Allah İslâm'ın başında müslümanlara sabahleyin iki
rekat, akşamleyin de iki rekat namaz kılmayı farz kılmıştı. Daha sonra, Miraç
gecesinde beş vakit namazı farz kıldı.
Bir hadiste:
Rasûlullah'ın (s.a.v.), Peygamberliğinin başında güneşin zevali esnasında
namaz kıldığı geçmektedir.
205) Tefsir
alimleri şöyle demişlerdir: Müzzemnıil suresi Mekke'de nazil olmuştur. O sırada
gece namazı kılmak ona farzdı. Rasûllah (s.a.v.) bazı müminlerle birlikte namaz
kılıyordu. Bu, kendisine ve müminlere zor geldi. Böylece aşağıdaki ayetle ondan
ve öbürlerinden kaldırıldı: "Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını,
(bazen) yarısını, (bazen de) üçte birini yatmadan (ibadetle) geçirdiğini ve
beraberinde bulunan bir topluluğun da (böyle yaptığını) Rabbin elbette
biliyor..." [19]
206) Ata İbn
Yesar'la Mukatil îbn Süleyman Müzzemmil suresinin 20. ayetinin Medine'de nazil
olduğunu söylemişlerdir. Birinci görüş daha doğrudur.
Bazıları şöyle
demiştir. Onun hakkındaki gece namazı şu ayet-i kerimeyle neshedilmiştir:
"Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir fazlalık olmak üzere
namaz kıl" [20] Müminler hakkındaki de
beş vakit namazla neshedildi.
Şöyle de denilmiştir:
Ümmetten neshedildi. Onun üzerinde farz olarak kaldı.
Diğerlerine değil,
sadece ona farz kılınmıştı, diyenler de vardır,
207) îbn Abbas şöyle demiştir; Müzzemmil suresinin
başıyla sonunun inmesi arasında bir sene vardır, [21]
208) İbn
Afif el-Kindi, babasından o da dedesinden rivayet etmiştir;
Ben» tîceretle uğraşan
birisiydim. Hac için Mekke'ye gittim. Mal satın almak için el-Abbas îbn
Abdilmuttalib'in yanına geldim.
Vallahi, Mina'da
el-Abbas'm yarımdayken, ona yakın bir çadırdan, güneşe bakarak bir kişi çıktı.
Ona baktıktan sonra namaz kılmaya durdu. Sonra o adamın çıktığı çadırdan bir
kadın çıktı ve onun arkasında namaz kılmaya durdu. Daha sonra o çadırdan
ergenlik çağına gelmiş bir genç çıktı ve oda öbür adamla birlikte namaz kılmağa
başladı. El-Abbas'a:
- Abbas! Bu ne böyle?
dedim,
- Bu, yeğenim Muhammed
îbn Abdillah îbn Abdilmuttalib'tir, dedi. Ben:
- O kadın kim ya?
dedim.
- Hanımı, Hadice Bint
Huveylid'dir, dedi. Ben: - Peki, şu genç kim? dedim.
- Amcasının oğlu Ebu
TaKb'in oğlu Ali'dir, dedi. Ben:
- Onun bu yaptığı şey nedir?
dedim. El-Abbas:
- Namaz kılıyor, Peygamber olduğunu söylüyor.
Onun bu durumuna, hamım ve amcasının oğlu o gençten başka hiç kimse uymadı. O,
Kisra ve Kayser'in hazinelerinin fetih yoluyla kendisine verileceğini iddia
ediyor, dedi.
El-Eş'as İbnKays'm
amcasının oğlu olan Afif şöyle derdi: Eğer Allah o gün bana îslâm'a girmeyi
nasip etseydi, Ali îbn Ebi Talib'in yanında ikinci olurdum. Aslında Afîf, daha
sonra îslâm'a girmiş ve çok iyi bir müslüman olmuştur.[22]
209) Ha.
Ajşe.anlatmaktadır; El-Haris Jbn Hışam, Kasûlullah'a:
- EyAllah'ın elçisi!
Sana, vahiy nasıl gelir? diye sordu. Rasûlullah (s.a.v.) Şöyle cevap verdi:
- "Vahiy bazan bana, çıngırak sesi gibi
gelir, işte bu, vahyin bana en ağır gelenidir. Vahiy hali gidince, meleğin bana
söylemiş olduklarını bellemiş olurum. Bazan da adam şeklinde bir melek gelir.
Benimle konuşur ve ben de onun söylediklerini bellerim."
Hz» Aişe şunu
söylemiştir;
1 Rasûîullah'ı
(s.a.v.) çok soğuk bir gtinde kendisine vahiy nazil o-lurken gördüm, (O kadar
soğuk olduğu halde) ondan vahiy hali geçtiğinde, alnından terler damlıyordu. [23]
210) Ya'la
îbn Umeyye, Ömer Ibnu'l-Hattab'a: Allah'ın Peygamberini (s.a.v.), kendisine
vahiy indirilirken bir görsem, derdi, Ci'rane'de Peygamber'e örtüden bîr
gölgelik yapılmıştı. Ömer'in de aralarında bulunduğu bazı sahabiler
Rasûlullah'ın yanındaydı. O sırada ona, üzerinde, koku sürülmüş bir cübbe
bulunan bir adam geldi ve; Ya Rasûlallah! Kokuya bul andıktan sonra bir cübbe
içinde umreye niyet eden bir adam haklımda ne buyurursun? dedi.
Peygamber (s.a.v.) bir
süre ona baktıktan sonra sustu ve ona vahiy geldi. Ömer, Ya'la'ya: Gel diye
işaret etti.
Ya'la geldi ve onu
Örtünün içine soktu. Bir de baktı ki, Peygam-ber'in (s.a.v.) yüzü kıpkırmızı
olmuş ve horlama sesi çıkarıyor. Bir süre böyle kaldıktan sonra, açılıp kendine
geldi ve: ;
- "Biraz önce,
bana umreyi soran kişi nerede?" dedi.
O zat arandı ve
huzuruna getirildi. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu.
-"Üzerindeki
kokuyu üç defa yıka, cüppeyi de çıkar .Haccederken yaptıklarını umre ederken de
yap." [24]
211)
"Harice İbn Zeyd, Zeyd İbn Sabit'in şöyle dediğini rivayet etmiştir.
Birgün vahiy geldiği
sırada Peygamberin (s.a.v.) yanında oturuyordum. Rasûîullah'ı (s.a.v.)
durgunluk bürüdü ve Rasûlullah'ın (s.a.v.) dizi dizimin üzerini düştü. Vallahi
Rasulullah'm dizinden daha ağır bir şey görmemiştim.
Daha sonra Rasulullah
eğildi ve: "Zeyd! yaz!"dedi. [25]
212) Zeyd
İbn Sabit anlatmaktadır.
Rasulullah'a (s.a.v.)
ağır bir sure nazil olduğunda onu bir ağırlık alırdı, eğer hafif bir sure nazil
olursa, hafiflik hissederdi.
213) Zeyd
İbn Sabit şunu da anlatmaktadır.
Rasulullah'a (s.a.v.)
vahiy indiğinde, ağır bir sıkıntı hisseder, hava soğuk olsa bile, alnından inci
taneleri gibi terler dökerdi.
214) Ömer İbnu'l-Hattab
şöyle demektedir:
Rasulullah'a (s.a.v.)
vahiy inerken, yüzünün etrafında arı vızıltısına benzeyen sesler duyulurdu. [26]
215)
Abdullah İbn Ömer anlatır: Peygamber'e (s.a.v.):
- Ya Rasûlellah!
Vahyin gelişini sezer misin? diye sordu. Peygamber (s.a.v.):
- "Sesi duyar ve susarım. Bana hiçbir
defa, (bu tarzda) vahyedil-memiştir ki, ruhum almıyor olduğunu sanmış
bulunmayayım" buyurdu. [27]
216)
Abdullah îbn Abbas anlatmıştır:
Rasulullah (s.a.v.),
Mekke'de evinin avlusunda otururken, yanma Osman İbn Maz'un geldi. Dişleri
gözükecek şekilde Rasûlullah'a (s.a.v.) güldü. Rasulullah (s.a.v.) ona:
- "Oturmaz
mısın?" dedi. Osman:
- Tamam, oturayım,
dedi.
Rasulullah (s.a.v.)
onun karşısına oturdu. Onunla konuşurken, ansızın Rasulullah (s.a.v.) gözünü
göğe dikip bir süre baktı. Bakışım biraz yere, sağa çevirdi. Rasulullah yönü
sohbette bulunduğu Osman'dan gözünü eğdiği tarafa çevirdi. Sanki kendisine
söyleneni anlıyorcasma başını sallıyordu. İbn Maz'un da bakıyordu.
İşini bitirince ve
kendisine söyleneni anlayınca, Rasûlullah'ın (s.a.v.) gözü, daha önceki gibi
göğe dikildi ve gökte kayboluncaya kadar gözü onu takip etti.
İlk geldiğinde
oturduğu şekilde Osman'a yöneldi. Osman:
- Muhammedi Seninle niye beraber oturuyorduk?
Sana niye gelmiştim. Senin, bu sabah ki
gibi davrandığını hiç görmedim, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.):
- "De ki, benim
hangi hareketimi gördün?" dedi. Osman:
- Senin, gözünü semaya dikip, sonra sağ
tarafına baktığım, Ona doğru meylettiğini ve benimle ilgilenmediğini gördüm. Bu
arada, sana söylenen birşeyi anlıyormuşcasma başını sallamağa başladın, dedi. Rasûlullah (s.a.v.):
- "Bunu anladın
mı?" dedi. Osman:
- Evet, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.):
- "Az önce, sen
otururken bana Allah'ın elçisi geldi" dedi. [28]
- Allah'ın elçisi mi?
Rasûlullah (s.a.v.):
- "Evet"
diye cevap verdi. Osman:
- Sana ne dedi?
- "Şüphesiz Allah, adaleti, iyiliği,
akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da
yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor" dedi. [29]
Osman şöyle demiştir:
Bu, iman kalbime yerleşip Muhammed'i sevdiğim zaman olmuştu.
217) Esma
Bint Yezîd anlatır:
Rasûlullah'm devesi
Adba'nın yularını tutarken, ona Maide suresinin tamamı nazil oldu. Vahyin
verdiği sıkıntının ağırlığından nerdeyse devenin bacağı kırılıyordu.
218) Ubade İbnu's-Samit
şunu rivayet etti:'
Vahiy geldiğinde,
Peygamber'i (s.a.v.) bir sıkıntı basar ve yüzünün rengi bomboz olurdu. [30]
219) Ebu
Erva ed-Devsî şöyle anlatır:
Rasûlullah'a (s.a.v.),
devesinin üzerindeyken vahiy nazil olduğunu gördüm. Deve böğürüyor ve ön
ayaklarını büküyordu. Hatta ben hayvanın ayağı kırılacak zannettim. Hayvan kâh
çöküyor, kâh ön ayakları bükük vaziyette ayakta duruyordu. Vahyin sıkıntısı
Rasûlullah'tan (s.a.v.) gidinceye kadar, bu böyle devam etti. Bu arada
Rasûlullah'tan inci tanesi gibi ter akıyordu.
220) Ikrime
şöyle der:
Rasûlullah (s.a.v.)
kendisine vahiy geldiği için bir müddet, kendinden geçercesine yatardı [31]
221) Ebu
Hureyre şöyle rivayet etmiştir:
Rasûlullah'a vahiy
nazil olduğunda başı ağrır ve bu yüzden başına kına sarardı [32]
İbn Akil şunları
anlatmıştır:
Meleğin gelmesi
esnasında Rasûlullah (s.a.v.) geçirdiği iğma (baygınlık) ve sıkıntı sebebiyle
ona cinnet isnad etmişlerdir.
Sonra bu şeklin
ardındaki anlamdan gafil kaldılar. O delilik baygınlığının aksine doğruyu ve
hakkı açıklıyordu.
Bu, Hadice'nin daha
önce söylediğinin aynısıdır. Hz. Hadice şöyle demişti:
Vallahi, Allah seni
asla utandırmaz, üzüntüye düşürmez. Çünkü 'sen, sözü doğru söylersin. Hak
yolunda karşılaştıkları musibetlerde insanlara yardım edersin.
Birisi şöyle dese:
Vahiy geldiği anda
onun geçirdiği sıkıntı abdestini bozar mı?
Şu cevap verilir:
Hayır. Çünkü O,
uykusunda bile korunuyordu. Onun gözleri uyur kalbi uyumazdı.
Dübür bağının çözüldüğü uyku
durumu onun abdestini bozmadığına göre, kendisiyle gizlice konuşulan ve
kalbine hidayetin bırakıldığı yüce vahiy hali, böyle nahoş şeylerden korunmuş
olmasına daha elverişlidir, onun tabiat ve şahsiyetine daha layıktır. [33]
222) Âmir şöyle
demiştir:
Rasûîullah'a (s.a.v.)
peygamberlik kırk yaşındayken geldi. Peygamber olması sebebiyle, İsrafil üç
sene onunla birlikte bulundu. İsrafil ona kelime ve eşyayı öğretiyordu.
Kur'an'dan hiçbir ayet İsrafil'in diliyle inmemiştir.
Üç sene geçtikten
sonra; Cebrail Peygamber'e gelip gitmiştir. Kur'an Cebrail'in diliyle inmiştir.
223)
Amir'den rivayet edilmiştir:
Rasûlullah'a (s.a.v.)
peygamberlik kırk yaşındayken indirilmiştir. Üç yıl, İsrafil onunla birlikte
olmuştur. Daha sonra İsrafil ondan ayrılmıştır. Cebrail (a.s.) on yıl
Mekke'de, on yıl da hicret yurdu olan Medine'de onunla birlikte olmuştur.
İbn Sa'd da şöyle
demiştir:
Bu hadisi Muhammed İbn
Ömer'e söyledim o da şu cevabı verdi:
Bizim memleketimizdeki
alimler İsrafil'in Peygamber'e gelip gittiğini bilmezler. Onların alimlerinden
ve siyercilerinden bazıları, onunla (Rasulullah'la), kendisine vahiy
indirildiği andan vefat edinceye kadar sadece Cebrail birlikte olmuştur,
derler. [34]
224) Hz.
Ömer şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) Hacun'dayken şöyle dedi:
"Allah'ım! Bana,
bundan sonra Kureyşlilerden beni yalanyanlara aldırmayacağım bir delil
göster."
Ona: Şu ağacı çağır,
denildi.
Rasûlullah (s.a.v.)
ağacı çağırdı. Ağaç kökleriyle çıktı geldi. Rasûlullah kökleri kesti. Daha
sonra ağaç yere çukur kazarak yürüdü. Rasûlullah'm (s.a.v.) karşısına gelince:
- Ne dilersen dile?
dedi. Rasûlullah:
- "Yerine dön" dedi. Ağaç yerine
döndükten sonra: "Vallahi, artık Kureyşlilerden beni yalanlayanlara
aldırmam" dedi. [35]
225) Enes
İbn Malik anlattı:
Cebrail bir gün, bazı
Mekke'liler dövdüğü için, eli yüzü kana bulanmış ve üzgün bir halde oturan
Rasûlullah'm yanma geldi. Ona sordu:
- Bu ne hal? Ne oldu sana?
- "Bana falanca
kişiler, şöyle şöyle yaptılar." Cebrail ona:
- "Sana (şeref ve derecene dair) bir delil
göstermemi ister misin?" dedi. Rasûlullah (s.a.v.):
- "Evet,
göster" dedi. Cebrail vadinin gerisindeki bir ağaca baktı ve:
- Şu ağacı çağır,
dedi. Rasûlullah (s.a.v.) ağacı çağırdı. Ağaç yürüyerek geldi ve onun
karşısında durdu. Cebrail Rasülullah'a: Ona emret, geri gitsin, dedi.
Rasûlullah (s.a.v.)
ağaca emretti ve ağaç yerine döndü. Buriun üzerine Rasûlullah (s.a.v.):
- "Bu bana
yeter" dedi. [36]
226) İbn
Abbas anlatmaktadır:
Rasûlullah (s.a.v.),
bazı sahabileriyle birlikte Ukaz panayırına gitmek üzere yola çıktı.
Şeytanların gökten haber almaları engellendi. Onların üzerine alevler
gönderildi. Şeytanlar kavimlerine dönünce onlara:
Neyiniz var? diye
sordular.
Onlar: Biz, gökten
haber almaktan engellendik ve üzerimize alev gönderildi, dediler.
Diğerleri: Sizin
gökten haber almanıza ancak yeni meydana gelen bir olay engel olabilir. Bütün
yeryüzünü gezin, dolaşın ve bu yeni meydana gelen olayın ne olduğunu görün,
dediler.,
Öbürleri yola çıkıp
kendilerinin gökten haber almalarına engel olan bu olayın ne olduğunu görmek
üzere bütün yeryüzünü dolaştılar. Tihame tarafına gidenler, Ukaz panayırına
gitmekte olan Peygamber'in. (s.a.v.) Nahle denilen yerde ashabına sabah namazı
kıldırırken yanına vardılar. Okunmakta olan Kur'an'ı dinledikten sonra: Bizim
gökten haber almamıza engel olan işte budur, dediler. Arkasından kavimlerine
dönüp: Ey kavmimiz! "Biz, gerçekten, doğru yola ileten harikulade güzel
bir Kur1 an dinledik. Biz de ona îman ettik. Artık kimseyi Rabbimize asla ortak
koşmayacağız." [37]
Allah Teâlâ,
Peygamberine şunu indirdi: "De ki, cinlerden, bir topluluğun (benim okuduğum
Kur'an'ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur." [38]
227) Yine
îbn Abbas anlatmaktadır:
Muhammed (s.a.v.)
Peygamber olarak gönderilinee, cinler kovuldu ve onların üzerine yıldızlar
atıldı. Bundan önce onlar gökten haber dinlerlerdi. Her bir cin topluluğunun,
dinleme yeri vardı. Bundan dolayı ilk korkan Taif halkı oldu. Putlarına kurban
kesmeye başladılar. Deve veya koyunu olanlar her gün kurban kesiyordu. Nihayet,
malları bitmeye yaklaştı. Daha sonra birbirlerini bundan menedip aralarında
şöyle konuştular: Gökteki yıldızların nasıl olduğunu görmüyor musunuz? Onların
hiçbiri gitmedi! İblis de şöyle dedi: Bu, yeryüzünde, yeni meydana gelen
birşeydir. Bana, yeryüzünün her tarafından toprak getirin. İblis'e toprak
getiriliyor, o da toprağı koklayıp atıyordu. Nihayet, Tiha-nıe toprağı
getirildi ve onu koklaymca: İşte yeni olay buradadır, dedi. [39]
228) Ya'kub
Îbnu'l-Ahnes şunu rivayet etti:
Yıldızların
atılmasından dolayı korku ve telâşa kapılan ilk Arap kabilesi Sakif tir.
Sakifliler, Amr îbn Umeyye'ye gelip: Sen ne olduğunu görmedin mi? Bu ne
demektir? dediler.
Amr: Bakın, eğer
onlar, kendileriyle yol bulunan ve yaz ve kışın durumu bilinen yıldızlarsa,
onların düşmesi dünyanın yok olması ve bu dünyadaki yaratıkların gitmesi
demektir. Eğer bunlar o yıldızlar değilse, o zaman bu Allah'ın yaratıklarına
dilediği bir olay ve Araplar içinde gönderilecek bir Peygamberdir. Böylece
anlattı.
229) Ubeyy
îbn Ka'b şunu anlattı:
İsa îbn Meryem'in göğe
kaldırılmasından Rasûlullah'm Peygamber olmasına kadar, hiç yıldız atılmadı.
Rasûlullah (s.a.v.) Peygamber olunca, yıldızlar atıldı. Kureyş böylece
görmediğini görmüş oldu. Bunua üzerine, artık bunun dünyanın sonu olduğunu
zannederek hayvanlarını salıvermeğe, kölelerini serbest bırakmağa başladılar.
Onların bu hareketini
duyan Taif liler de aynısını yaptılar. Sakif in yaptığı şeyi duyan Abduyaleyl
îbn Amr onlara: Niye böyle yaptınız? diye sordu.
Onlar: Yıldızlar
atıldı. Biz onların gökyüzünden düştüklerini gördük, dediler.
O da: Gittikten sonra
mal kazanmak zordur. Acele etmeyin. Bakın. Eğer onlar, bilinen yıldızlarsa,
işte bu, insanların yok olduğu sırada oîur.
Eğer bilinmeyen
yıldızlarsa, bu da yeni ortaya çıkan bir olay sırasında olur.
Baktılar, Onların
bilinmeyen yıldızlar olduğunu gördüler. Bunu ona haber verdiler. O da: Buna
daha vakit var. Bu bir Peygamberin zuhuru anında olur.
Kısa bir süre sonra,
Ebu Sufyan İbn Harb mallarını Taife götürdü. Abduyaleyl geldi. Yıldızların
durumunu tartıştılar. Ebu Sufyan: Mu-hammed ibn Abdülah zuhur etti. Kendisinin
Peygamber olarak gönderildiğini iddia ediyor, dedi.
Abduyaleyl de: İşte o
sırada yıldızlar atıldı diye cevap verdi.
230) İbn
Abbas şunu anlattı:
Hz. İsa ile Hz.
Muhammed arasındaki dönemde göğün bekçileri yoktu. Cinlerin gökte, haber
dinleme yerleri vardı.
Allah Teâlâ Muhammed'i
gönderince, gök sıkı bir şekilde beklenmeye başladı. Şeytanlar taşlandı.
Şeytanlar bunu yadırgayıp şöyle dediler: "Bilmiyoruz, yeryüzündekilere
kötülük mü murad edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi." [40]
İblis de şöyle dedi:
Yeryüzünde yeni bir olay oldu. Cinler onun yanında toplandılar. İblis:
yeryüzüne dağılın ve bana, gökte yeni ortaya çıkan şeyin ne olduğunu haber
verin, dedi.
İlk kafile
Nusaybin'den gönderilenlerdi. Bunlar cinlerin eşrafıydılar. İblis onları
Tihame'ye gönderdi. Onlar hemen fırlayıp Nahle vadisine vardılar. Allah'ın
Peygamberini Batn-ı Nahle'de sabah namazını kılarken buldular. Onun Kur'an
okuduğunu işitince: Susun dinleyelim, dediler. [41]
231) Vehb
İbn Munebbih şunu rivayet elti:
İblîs, bütün göklere
çıkar, oralarda dilediği gibi haraket ederdi. Hz. Adem'in cennetten
çıkarılmasından Hz. İsa'nın göğe çekilmesine kadar bunlardan menedilmemişti.
Hz. İsa göğe çekildikten sonra dört semadan menedildi. Öyle olunca üç semada
gidip gelir oldu. Peygamber'imiz (s.a.v.) gönderilince, o üç semadan da
menedildi. Bu defa da İblis ve askerleri kulak hırsızlığı yapıyorlar ve
kendilerine de yıldızlar atılıyordu.
232) Ebu
Hureyre anlatmıştır:
Rasûlullah (s.a.v.)
Peygamber olarak gönderildiğinde bütün putlar başaşağı devrildi. Şeytanlar
îblîs'e gelip: Yeryüzünde hiçbir put yok ki devrilmiş olmasın, dediler. İblîs:
Bu, gönderilmiş bir Peygamberdir. Onu, kırsal kesimin köylerinde arayın, dedi.
onu aradıktan sonra: Bulamadık, dediler. İblîs: Onu ben arayacağım, dedi.
İblîs onu aramağa
başladı. Ona:
Merkez ve ana
durumunda olan Mekke'den ayrılma, diye seslenildi. İblîs onu aradı ve
Karnu's-Sealib'in yanında buldu. Şeytanların yanma gidip: Onu, Cebrail'le
birlikteyken buldum. Sizin neyiniz var? diye sordu.
Onlar: Şehvetleri (aşırı
istekleri) onun ashabının gözlerine süslü gösteriyoruz ve o şehvetleri ashabına
sevdiriyoruz, dediler.
İblîs: Öyleyse üzülmüyorum,
dedi. [42]
Dicle, eskiden, İran
denizine dokülünceye kadar Huca toprağında, muhafaza altındaki kanallarda
akıyordu. Sonra nehrin yatağı derinleş-tirilip Vasıt'a doğru aktı. Kisralar,
onun önüne sed çekmek ve onu tekrar eski yatağına döndürmek için çok para
harcadılar ama sed durmadı.
Kubaz İbn Fîruz iş
başına geçince, Kesker'in aşağılarında büyük bir yarık açıldı. Suların
kabarmasıyla birçok bina su altında kaldı. Nu-şirevari tahta geçince, bir takım
barajlar yaptırdı. Bazı binalar eski haline döndüler ve Pervîz İbn Hürmüz îbn
Nuşirevan hükümdar oluncaya kadar o şekilde kaldı. O çok güçlü ve cesur bir
kimseydi. Başkaları için hazırlanmayanlar onun için hazırlandı.
Dicletu'l-Avra'ya sed yaptı. Bunun için çok para harcadı. Oturduğu yere tak
yaptırdı. O taka tacını asardı. Başının üzerindeki taç, başında hiçbir ağırlık
olmadan a-sılı bir vaziyette yerinde otururdu. [43]
233) Vehb
İbn Münebbih şöyle anlattı: Onun yanında üçyüz altmış hazî yani kahin, büyücü
ve müneccim arası alim vardı. Onların arasında Saib denilen bir adam vardı.
Araplar gibi kuş uçurarak kehanette bulunur ve çok az hata yapardı. [Onu] ona
Yemen'den "Bâzân" göndermişti.
Kisra, başına bir iş
geldiğinde kahinlerini, büyücülerini ve müneccimlerini toplar: Bunun ne
olduğunu inceleyin, derdi.
Allah Teâlâ, Muhammedi
Peygamber olarak gönderince, ertesi sabah Kisra'nın hükümdarlık takı ortadan
koptu. Bu durum onu üzdü ve şöyle dedi: Hükümdarlık tâk'ım koptu.
Dicletu'1-Avra yarıldı. "Şahbi-şikest" (Hükümdar kırıldı).
Daha sonra
kâhinlerini, büyücülerini ve müneccimlerini çağırdı. Ayrıca onlarla birlikte
Saib'i de çağırdı. Durumu onlara anlattıktan sonra:
- Bu meseleyi
araştırın, dedi.
Araştırdılar, dünya
onlara zindan oldu. Mevcut bilgileriyle ne yapacaklarını bilemediler.
Büyücünün büyüsü, kahinin kehaneti ve müneccimin de ilm-i nücunıu fayda
vermedi.
Saib, karanlık bir
gecede yüksek bir yerde, Hicaz'dan ortaya çıkan, sonra doğuya ulaşıncaya kadar
uçan bir şimşek gördü.
Sabahleyin,
ayaklarının altındaki yere bakmağa gitti. Bir de ne görsün, orası yeşil bir
bahçe. Kehaneti hakkında şöyle dedi: Eğer gördüğüm doğruysa, Hicaz'dan, doğu
ve batıya ulaşan bir sultan (idareci) çıkacak. Orası, ondan dolayı, daha önceki
hükümdarın getirdiği bolluk ve ucuzluktan daha fazla bolluk ve ucuzluğa
kavuşacak.
Hazîler toplanınca,
birbirlerine: Vallahi, sizin ilminiz ancak semadan gelen birşey sebebiyle
engellendi, dediler. O, gönderilmiş veya gönderilecek bir Peygamberdir. O, bu
saltanatı ele geçirip parçalayacak. Eğer Kisra'ya saltanatının parçalanacağını
haber verirseniz sizi mutlaka öldürür. O zaman siz aranızda ona söyleceğiniz
birşey kararlaştırm.
Kisra'ya geldiler ve
ona:
- Biz bu meseleyi, araştırdık: Senin saltanat
takını ve Dicletu'l-Avra bendini kendilerinin plân ve hesaplarına göre
yaptırdığın uzmanlarının bilgisizce hareket ettiklerim gördük. Biz senin için,
inşaatım ona göre yapacağın ve o inşaatın asla yıkılmayacağı bir plân ve hesap
yapacağız, dediler. Kisra:
- Haydi bakalım, plân
ve hesap yapın dedi. Onlar plân ve hesaplarım yaptılar ve ona:
- Böyle jap, dediler.
O da o şekilde yaptırdı.
Dicle için sekiz ay
çalışıldı. Kisra oraya sayılamayacak kadar para harcadı. Çalışma bitince, Kisra
onlara:
- Onun duvarı üzerine
oturayım, dedi. Onlar:
- Tamam, otur dediler.
Halı, yaygı ve
çiçekler getirilmesini emretti. Bunlar, Dicle'ye yapılan şeddin duvarı üzerine
konuldu. Devletin bütün yüksek mevkilerdeki görevlilerinin gelmesini emretti.
Hepsi toplandı. Oyuncular da geldi. Kendi de gelip şeddin duvarına oturdu. Tam
üstündeyken, Dicle, şeddi altından yıktı. Kisra ölmek üzereyken çıkarıldı.
Kurtarıldıktan sonra yüze yakın hâzîyi öldürtüp:
- Benimle oyun mu
oynuyorsunuz? dedi. Onlar:
- Hükümdar! Bizden
öncekiler gibi biz de hata ettik, ancak biz senin için yıkılmayacak bir şeddin
hesap ve plânını yapacağız, dediler. Kisra:
- Söylediğinizi iyi
düşünün taşının, dedi. Onlar:
- Tamam, öyle
yapacağız, dediler.
Bir hesap ve plân
yapıp ona: Onu böyle yap, dediler. Şeddi yaptı. Sekiz ay, ne kadar olduğu
bilinmeyen bir harcama yaptı. Daha sonra:
- Gidip üzerine
oturayım mı? dedi. Onlar:
- Tamam, otur, dediler.
Kendisine ait bir ata bindi. Onun üzerinde yürümeğe başladı. Anîden, Dicle
yapıyı yıktı. Yine son nefesinde yetişi-lebildi. Onları çağırdı ve:
- Vallahi, ya sizi son
neferinize kadar fillerin önüne atarım ya da bana bir türlü anlatamadığınız bu
meselenin ne olduğunu dosdoğru anlatırsınız, dedi. Onlar:
- Ey hükümdar! Sana yalan söylemeyeceğiz! Dicle
senin üzerine yıkıldığında ve makamına kurduğun taht koptuğunda bizim bilgilerimizi
yoklamamızı emretmiştin. Biz bilgilerimizi yokladık ve dünya bize zindan oldu.
Sema tarafından tutulduk. Alimimize ilmi fayda vermedi. Anladık ki bu iş
semadan gelen bir olaydır, bir peygamber ya gönderilmiştir ya da
gönderilecektir. Bundan dolayı bizim ilmimiz engellendi.
Saltanatın
yıkılacağını' sana haber verdiğimiz takdirde bizi öldüreceğinden korktuk ve bu
yaptıklarımızla kendimizi kurtarmanın çaresini aradık, dediler.
Kisra, artık onlarla
ve Dicle'yle uğraşmayı bıraktı. Çünkü Dicle onu yenmişti.
234) Îbn
îshak şöyle anlattı:
Bana ulaştığına göre,
Rasulullah'm (s.a.v.) mektubu kendisine gelmeden önce Kisra, Diclet'ül Avra'ya
bend yapmış ve bu iş için miktarı bilinmeyecek kadar para harcamıştı. Daha
önceki rivayet ettiğimizin aynısını anlattı.
235) Ibn
İshak şunu söyledi: Bana itham da bulunmadığını (yalancılıkla suçlamadığım)
birisi Hasan el- Basri'den şunu nakletti.
Rasulullah'm ashabı:
- Ya Rasulellah!
Allah'ın senin hakkında, Kisra'ya karşı delili nedir? diye sordular.
Rasulullah (s.a.v.):
- "Allah ona bir melek gönderdi. O, içinde bulunduğu evinin duvarından bir
ışık saçarak elini çıkardı. Kisra onu görünce korktu.
Bunun üzerine melek:
"Kisra! Niye
korkuyorsun? Allah bir peygamber gönderdi ve bir kitap indirdi. Ona uy ki,
dünya ve ahiretin kurtula" dedi. Kisra da:
- "Düşüneceğim,
dedi." [44]
236) İbn
Ishak şöyle rivayet etti:
Allah Teala, yanma
başkalarının girmesi yasak olan saray odalarından birindeyken Kisra'ya bir
melek gönderdi. Melek, bir de ne görsün! Kisra öğlenin sıcağında uyku saatinde
elinde bir asa ile yatağının üzerinde dikilmektedir. Melek:
- Kisra! Müslüman mı
olacaksın yoksa şu asayı kırayım mı? dedi. Kisra:
-Defol, defol! dedi.
Çekip gittikten
sonramuhafız ve kapıcılarını çağırdı. Onlara bağırıp çağırdıktan sonra: Bu
adamı, benim yanıma kim soktu? dedi. Onlarda:
- Onu senin yanma hiç
kimse sokmadı. Üstelik görmedik de, dediler.
Ertesi yıl olunca,
yine aynı saatte gelip daha önceki söylediğini tekrarladı ve:
- Müslüman olacak
mısın yoksa şu asayı kırayım mı? dedi. Kisra
yine:
- Defol defol, dedi.
Melek Kisra'nm
yanından ayrıldı. Kisra, kapıcıları ve odacıları çağırdı. Onlara bağırıp
çağırdı ve ilk defasında söylediklerini yine söyledi. Onlar:
- Biz senin yanma
giren hiç kimse görmedik, dediler.
Üçüncü sene olunca
yine aynı saatte geldi. Daha önce söylediklerini söyledikten sonra şu sözünü
yine tekrarladı.
- Müslüman olacak
mısın! Yoksa şu asayı kırayım mı? O da: -Defol, defol, dedi.
Melek asayı kırıp
çıktı. Çok geçmedi onun saltanatı da yıkıldı.
237)
Ez-Zuhri şöyle rivayet etti:
Bu olayı, Ebu
Seleme'den Ömer İbn Abdil-Aziz'e anlattım. O şöyle dedi: Bana: meleğin onun
yanına ellerindeki iki şişeyle girdiğini sonra ona: Müslüman ol dediğini,
Kisra'nm bunu yapmadığını, bunun üzerine şişeleri birbirine vurup kırdığını ve
çıkıp gittiğini ve bunun, onun helak olmasına sebep olduğunu anlattı.
238) Halid
İbn Veyde'den -ki mecusilerin başıydı, sonra müslüman olduğu- rivayet
edilmiştir.
Kisra ata bindiğinde,
iki süvari onun önüne geçer ve her saat ona: Sen kulsun, Rab değilsin,
derlerdi. O da başıyla: "Evet" manasında işaret ederdi.
Kisra bir gün
hayvanına bindi. Süvariler aynı sözü
söylediler.
Ama Kisra başıyla
işaret etmedi. Güvenlik görevlisi bunu öğrendi. Kınamak için onun yanma geldi.
Kisra uyumuştu. Hayvanların ayak sesini duyunca uyandı. Güvenlik görevlisi
onun yanına girdi. Kisra: "Beni uyandırdınız, uyumama müsaade etmediniz.
Rüyamda birisi beni yedi kat göğün üstüne çıkardı. Yüce Allah'ın huzurunda
durdum. Ansızm onun huzuruna üzerinde izar (eteklik, peştemal) ve rida (bir
çeşit cübbe) bulunan bir adam geldi. Bana: Arzımın tüm hazinelerinin anahtarlarını
buna teslim et. Sana böyle yapman emredilmiş değil midir? dedi.
Üzerinde izar ve rida
bulunandan maksat Peygamber (s.a.v.)'dir.
239) İbn
Kuteybe rivayet etmiştir.
Perviz şunu anlattı:
Rüyamda birisi bana: Siz değiştirdiniz ve o da sizdekileri değiştirdi ve yeri
Aiımed'e taşıdı, dedi.
Onlar meydana gelecek
bir hadiseyi bekliyorlardı. Hatta Nu'man ona şöyle yazdı: Tihame'de biri
türedi. Kendisinin gök ve yerin ilahı olduğunu söylüyor.
Perviz bundan rahatsız
oldu ve onun beklediği kimse olduğunu anladı.
İbn Kuteybe şöyle
demiştir:
Rasulullah (s.a.v.)
peygamber olarak geldiği sırada Bizans hariç bütün imparatorluklar sona erdi.
Bizans imparatorluğunun sona er-memesinin sebebi, daha önce İshak dua ettiği
içindir. Daha Önce Yakup oğlu îshak için dua ettiğinden peygamberlik onun
neslinde oldu. îshak, soyunun çoğalıp artması için dua etti. Bütün Bizanslılar
onun neslin-dendir.
Fars imparatorluğu
çöktü. Onun çökmesi Şireveyh'in babasını Öİ-dürmesiyle başladı. Daha sonra
hükümdarlığı sırasında taun (veba) salgını oldu ve o taunda kendisi de öldü.
Böylece saltanatı ondan ona aktardılar ve kendileri de kalmadılar, Yemenlilerin
saltanatı da çöktü'. Bu da Habeşistanlıların Seyf îbn Ziyezen'i Öldürmeleriyle
başladı. Ondan sonra iş yaygınlaştı. Her köşe bucağın halkı, birisini hükümdar
yaptı. En-Nu'nıan İbnü'l-Münzir'den sonra Hire hükümdarlığı çöktü. Nihayet
İslam geldi.
Ebu Cefne saltanatı da
çöktü. Onların en son hükümdarı da, Hz. Ömer'in halifeliği devrinde hristiyan
olan Cebele îbnü'l Eyhem'di. [45]
Rasulullah (s.a.v.)
peygamberliğinin başında insanları gizlice İslama davet ediyordu.
Ebu Bekr de kavminden
güvendiği kimseleri davet ediyordu. Rasulullah (s.a.v.) peygamber olduktan üç
yıl sonra: "Sana emroİtinanı açıkça söyle" [46]
ayeti indi ve artık daveti açıktan yapmağa başladı.
240) Ebu
Abdirrahman şöyle demiştir:
Rasulullah (s.a.v.),
peygamber olduktan sonra üç yıl, Allah'ın katından kendisine geleni açıkça
söylemesi ve daveti açığa çıkarması em-redilinceye kadar gizlice davette
bulunmuştu.
241)
Ez-Zuhrî anlatmıştır:
Rasulullah (s.a.v.)
İslam'a gizliden ve açıktan davet etmiştir. Allah'ın dilediği genç erkek ve
zayıf insanlar Allah'a icabet etmişlerdir. Nihayet ona inanan kimseler
çoğalmıştır. Kureyş kafirleri, onun söylediklerini inkar etmiyorlardı.
Rasulullah (s.a.v.) toplantı yerlerinde onların yanma uğradığında, onu
gösterip: Abdulmuttalib oğullarının çocuğu semadan haber veriyor, derlerdi.
Bu onun taptıkları
ilahlarını ayıplayıncaya ve küfür üzere Ölen a-talarınm yok olup gittiklerini
spyleyinceye kadar böyle devam edip gitti. En sonunda Rasulullah'a hasım ve
düşman oldular.
242) Hz.
Aişe şöyle anlatmıştır: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Ben en kötü iki
komşunun arasmdaydım. Ebu Leheb'le Ukbe îbn ebi Muayt'm arasmdaydım. Onlar
işkembe pisliklerini getirip atarlardı.
Rasulullah (s.a.v.)
çıkar:
"Abdu menaf
oğulları! Bu ne biçim komşuluk!" derdi ve pislikleri yola atardı. [47]
243) Tarik
îbn Abdillah el-Muharibi şöyle anlattı:
Rasulullah'ı (s.a.v.)
iki defa gördüm: Bir defa alıp sattığım mallarımla başındayken el-Mecaz
panayırında, O, üzerinde kırmızı bir hülle (bir çeşit elbise) olduğu halde, en
yüksek sesiyle: "Ey insanlar! Lâ ilahe illallah deyin ki kurtuluşa
eresiniz" diyerek geçmişti.
Elinde taşlarla bir
adam onun peşine düşerek ayaklarını kan i-çinde bırakmıştı. O adam bir taraftan
şöyle diyordu: "Ey insanlar! ona itaat etmeyin çünkü o yalancıdır."
Ben:
- Bu kim? diye sordum.
- Bu Abdulmuttalib
oğullarından bir çocuk, dediler.
- Peki, taş atarak
peşinden giden kim ya? dedim.
O da, amcası Abduluzza
yani Ebu Leheb'tir, diye cevap verdiler.[48]
244) Cabir
anlattı:
Rasulullah (s.a.v.) on
yıl Mekke'de kaldı. Bu süre içinde Ukaz ve Mecenne'de konakladıkları yerlerde,
hac zamanında Mina'da halkın a-rasma girer:
"Beni kim yanına
alır? Karşılığında kendisine cennet olmak ü-zere, Rabbimin risaletini
(gönderdiği mesajını) tebliğ etmem için bana kim yardım eder?" derdi.
Sonunda, Yemen'den veya Mudar'dan birisi çıkar, kavmi o kişinin hemen yanma
gelir:
Kureyşli çocuktan
sakın ki seni aldatıp dininden döndürmesin, derdi. [49]
245) Ebu
Hüreyre anlatmaktadır:
Rasulullah (s.a.v.)
"Sen Önce, en yakın akrabalarını uyar" [50]
ayeti indirilince ayağa kalkıp:
"Ey Kureyş
topluluğu! Kendinizi Allah Teala'dan satın alın. Yoksa ben Allah'ın azabından
kurtarmak için size, hiçbir fayda veremem. Ey Abdulmuttalib oğulları! Allah'ın
azabından kurtarmak için size hiçbir fayda veremem. Ey Abbas İbn Abdilmuttalib!
Ben Allah'ın azabından kurtarmak için sana hiçbir fayda veremem. Ey Allah'ın
Rasulünün halası Safıyye! Ben Allah'ın azabından kurtarmak için sana hiçbir
fayda, veremem. Ey Fatıma Bint Muhammedi Benden dilediğini iste! Ancak Allah'ın
azabından kurtarmak için sana hiçbir fayda veremem" dedi.[51]
246) Ibn
Abbas şöyle rivayet etmiştir:
Allah Teala:
"Sen, önce en yakın akrabalarını uyar" ayetini indirince, Peygamber
(s.a.v.) Safa'ya gelip üzerine çıktı. Sonra:
- "Ya
Sabahah!" diye bağırdı. [52]
Halk onun yanında
toplandı. Kimisi bizzat kendisi gelmiş, kimisi de a-dammı göndermişti.
Rasulullah (s.a.v.) şöyle konuştu:
- "Ey Abdulmuttalib oğulları! Ey Fihr
oğulları! Ey falan oğulları! Ey falan oğulları! Ne dersiniz? Size şu dağın
eteğinden bazı atlıların çıkıp baskın yapacaklarını söylesem, bana inanır
mısınız?"
- Evet, sana inanırız,
dediler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
- "Öyleyse ben sizi, şiddetli bir azap
karşısında uyarmağa memurum" dedi. [53]
Ebu Leheb hemen:
- Yuh sana! Bizi,
bugünde mi bunun için topladan? dedi.
Bunun üzerine Allah Teala Tebbet suresini indirdi.
247) Kabisa
İbn Muharik'la Zuheyr İbn Ömer şöyle anlattılar: '
"En yakın
akrabalarını uyar" [54]
ayeti nazil olunca, Rasulullah (s.a.v.) dağın tepesine gidip en yüksek taşın
üzerine çıktı. Sonra şöyle seslenmeğe başladı.
- "Ey Abdumenafoğulları! Ben bir
uyarıcıyım. Benimle siz, düşmanı görüp
kendi adamlarını uyarmağa giden ve düşmanın kendini geçeceğinden korkarak,
baskın var diye bağıran kimseler gibiyiz." [55]
248) îbn
Abbas şunu anlattı:
"En yakın
akrabalarını uyar" .ayeti nazil olunca, Rasulullah (s.a.v.) Safa'ya çıkıp:
- "Ey Kureyş
topluluğu!" dedi. "
Kureyşliler kendi
aralarında, Muhammed Safa'da konuşuyor, dediler ve gidip onun karşısında
toplandılar.
-Muhammed! Ne var? Ne
diyorsun? dediler. Peygamber (s.a.v.):
- "Size şu dağın
eteğinde (düşman) atlıları var desem, bana inanır mıydınız?" dedi. Onlar:
- "Evet, sen bize göre, herhangi bir suçla
itham edilmiş birisi değilsin. Seni denedik ve sende hiçbir yalana
rastlamadık" dediler. Rasulullah (s.a.v.):
- "Ben sizi, şiddetli bir azap karşısında
uyarmağa memurum. Ey Abdulmuttalib oğulları!
Ey Abdumenaf oğulları! Ey Zuhre oğulları! (Kureyşin bütün kabilelerini saydı.)
Aziz ve Celil olan Allah bana, en yakın
akrabalarımı uyarmamı emretti. Siz "La ilahe illallah, demedikçe, ben size
ne dünyada bir yarar, ne de ahirette bir nasip sağlayabilirim" dedi. [56]
EbuLeheb:
- Yuh sana! Bizi,
bugün de mi bunun için topladm? dedi.
Bunun üzerine Allah Teala, Tebbet süresini indirdi.
249) Ali îbn
Ebi Talib şunu anlattı:
Rasulullah'a (s.a.v.)
"En yakın akrabalarını uyar" ayeti inince, Rasulullah (s.a.v.) şöyle
dedi:
"Bu emir bana çok
ağır geldi. Anladım ki, ben onlara bunu açtığımda, onlardan hoşuma gitmeyen
şeyler görecektim. Bunun üzerine bir süre sustum. Cebrail bana geldi ve
"Muhammed! Sen Rabbinin sana emrettiğini yapmayacak olursan, Rabbin sana
azap edecektir, dedi."
Ali! Benim için bir
sa' (2. 917 kğ.) yemek yap. O yemeğin üzerine et olarak bir koyun budu koy.
Bize bir kap da süt hazırla. Sonra Abdulnıutalib oğullarını benim için topla.
Böylece ben onlarla konuşayım ve emrolunduğum şeyi onlara tebliğ edeyim.
Ben Rasulullah'm bana
emrettiği şeyi yaptım. Abdulmuttalib o-ğullarını, Rasulullah'm namına davet
etim. Onlar kırk kişiydiler veya kırk kişiden ya bir eksik ya da bir
fazlaydılar. Gelenlerin arasında, Rasulullah'm amcaları Ebu Talib, Hamza,
el-Abbas ve Ebu Talib de vardı.
Onlar toplanınca,
Rasulullah (s.a.v.) benim yaptığım yemeği getirmemi istedi. Ben de getirdim.
Yemeği sofraya koyunca Rasulullah eti parçalayarak tabağın kenarlarına koydu.
"Haydi yeyin, bismillah" dedi. Hepsi yedi ve tamamıyla doydular.
Artık sadece parmak izlerini görüyordum. Ali'nin canı elinde olan Allah'a yemin
ederim ki, onların tümüne sunduğum yemeği onlardan, bir tek adam bile, yalnız
başına yiyebilirdi.
Daha sonra Rasulullah
(s.a.v.):
- "Davetlilere
süt ver" dedi. Süt kabını getirdim. Ondan da hepsi kanmcaya kadar içtiler.
Allah'a yemin ederim ki, o kaptaki süt kadarını, onlardan bir adam bile yalnız
başına içebilirdi.
Rasulullah (s.a.v.)
onlara hitab etmek istediği sırada Ebu Leheb söze başlayıp:
-Adamınız sizi
büyülemiş, dedi.
Rasulullah (s.a.v.)
onlarla konuşmadan topluluk dağıldı. Ertesi gün Rasulullah (s.a.v.):
- "Ali! Şu adam,
duyduğum sözlerle, benden önce davranıp önüme geçti. Dolayısıyle ben
konuşamadım. Sen önceki akşam bizim için yaptığın kadar yemek hazırla. Sonra
onları yanıma topla" dedi.
Yemeği yaptım. Onları
topladım. Hepsi yeyip içtiler. Daha sonra Rasulullah (s.a.v.) şu konuşmayı
yaptı:
- "Ey Abdilmuttalib oğulları! Vallahi, araplar içinde, benim size
getirdiğimden daha üstününü kavmine getirmiş bir genç bilmiyorum. Ben size,
dünya ve ahiretin en hayırlısını getirdim.
Rabbim bana, sizi buna davet etmemi emretti. Hanginiz kardeşim olmak
üzere, üzerinde bulunduğum şeyde bana yardımcı olmayı kabul eder?" dedi.
Kimseden ses çıkmadı.
Oradakilerden yaşça en küçüğü olarak:
- Ben, ey Allah'ın
peygamberi! dedim. Davteliler gülüşerek ayağa kalktılar.[57]
250) Cabir
İbn Abdiüah şöyle demiştir: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- "Ben özel
olarak size, genel olarak da bütün insanlara peygamber olarak
gönderildim." [58].
251) Cabir
anlatmıştır:
Rasulullah (s.a.v.)
bize Rahman suresini okudu. Bitirdikten
sonra:
- "Niçin sizi
suskun görüyorum? Halbuki cinler sizden daha iyi cevap veriyorlardı. Onlara: "Öyleyse Rabbinizin hangi
nimetlerini yalanlıyorsunuz" ayetini okur okumaz: Rabbimiz! Biz senin
hiçbir nimetini yalanlamıyoruz. Hamd sanadır dediler." [59]
252) îbn
Mes'ud anlatmıştır:
Peygamber (s.a.v.)
yola çıktı. Yanma beni de aldı. Nihayet beni geniş bir araziye getirdi. Sonra
benim için bir çizgi çekti ve:
- "Senin yanına
dönünceye kadar, buradan ayrılma" dedi.
Ancak seher vakti gelebildi ve: "Ben cinlere gönderildim"
dedi. Ben:
- Duyduğum bu sesler
neydi? dedim. Rasulullah:
- "Onların beni
uğurlarken ve bana selam verirlerken çıkardıkları seslerdi" dedi. [60]
253) Ebu
Hüreyre şunu rivayet etti: Rasululullah (s.a.v.): "Peygamberler benimle
sona erdirildi" buyurmuştur. [61]
254) Sa'd
îbn Ebi Vakkas şöyle anlattı:
Tebuk gazasında
Rasulullah, Ali İbn Ebi Talib'i yerine bıraktı. Ali:
- Ey Allah'ın Rasulü!
Beni kadınlarla çocukların arasında mı bırakıyorsun? dedi. Rasulullah
(s.a.v.):
- "Benden Musa'ya
nisbetle Harun yerinde olmaya razı değil misin? Ancak, benden sonra peygamber
yoktur" dedi. [62]
255) Sevban
şunu rivayet etti. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Ben,
peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra peygamber yoktur." [63]
256) İbn
Abbas'tan rivayet edilmiştir:
Kureyşli topluluk
Hıcr'da toplanıp Lât, Uzza ve Menat'a yemin e-derek üçüncü defa şöyle
sözleştiler:
Eğer Muhammed'i
görürsek, ona bir tek adam gibi hareket edeceğiz ve öldürmeden onun yanından
ayrılmayacağız.
Fatıma ağlayarak geldi
ve babasının yanma girdi:
- Hıcr'da Kureyşli bir
topluluk, seni görünce yanma gelip öldürmek üzere sözleştiler. Seni öldürmeye hepsi katılacak, dedi.
Rasulullah
- "Kızım! Sen bana abdest suyunu
göster" dedi. Abdest aldıktan
sonra mescide onların yanma girdi. Kureyşliler onu görünce:
-İşte bu, o! İşte bu
o, dediler.
Gözlerini indirip
oturdukları yerde çakılıp kaldılar. Gözlerini kaldırıp ona bakamadılar.
Hiçbiri kalkamadı. Rasulullah (s.a.v.) gelip tepelerinde dikildi. Bir avuç
toprak aldı ve:
- "Yüzleri çirkin
olsun" diyerek üzerlerine saçtı.
Onların arasında,
Rasulullah'm saçtığı toprağın isabet edip de Bedir savaşında kafir olarak
öldürülmeyenini görmedim. [64]
257) İbn
Abbas'tan rivayet edilmiştir. Ebu Cehil:
- Muhammed'i Ka'be'nin
yanında namaz kılarken görürsem, boynuna basıp ayağımın altına almak için on
,. yanma gideceğim, dedi. Rasulullah (s.a.v.):
- "Eğer o, bunu
yapmış olsaydı, Melekler onu açık açık kaparlardı" buyurdu. [65]
258)
Abdullah İbn Amr İbni'l As'tan rivayet edildi:
Abdullah İbn Amr'a:
Kureyş'in Rasulullah'a gösterdiği düşmanlık yaptığı ve kötülükler arasında
gördüklerinin en fazlası hangisiydi? diye sorulunca şöyle cevap verdi:
Bir gün Hicr'da
toplanan Kureyş eşrafının yanma geldim. Rasulullah hakkında konuşmağa
başladılar.
- Bu adama
sabrettiğimiz kadar hiçbir şeye sabrettiğimizi görmedik. O, akıllarımızı
akılsızlık saydı. Atalarımıza sövdü. Dinimizi kötü-ledi. Topluluğumuzu darmadağın etti. ilahlarımıza hakaret etti. Biz onun bu yaptıklarına büyük sabır
gösterdik.
Tam su sırada,
Rasulullah göründü. Yürüyerek geldi. Hacer-i es-ved'i istilam ettikten sonra,
Kâ'be'yi tavaf ederken, yanlarından geçti. Yanlarından geçerken daha önceki
bazı sözlerini söyleyerek ona sataştılar.
Rasulullah'm (s.a.v.)
kızdığını yüzünden anladım. Rasulullah (s.a.v.) Kabe'yi tavafa devam etti.
Üçüncü defa onların yanından geçti. Yine aynı şekilde ona sataştılar. Bunun
üzerine Rasulullah:
- "Ey Kureş
topluluğu! Dinliyor musunuz? Muhammed'in
canı e-linde olan Allah'a yemin ederim ki, size helak olacağınız (boğazlanacağınız)
haberini getirdim" dedi. [66]
Hepsi tutulup kaldı.
Başlarına kuş konmuş gibi yerlerinde çakılıp kaldılar. Hatta daha önce ona en
katı davrananı bile, bulabildiği en güzel, en yumuşak sözleri kullanarak.
-Ebu'l Kasım! Geç git!
Doğru yolda olarak git. Vallahi sen, cahil bir kimse değilsin, dedi.
Böylece Rasulullah,
onların yanından ayrıldı. Ertesi gün, Kureyşliler yine Hıcr'da toplandılar. Ben
de onların arasındaydım. Birbirlerine:
-Sizin, ona, ne
dediğinizi, onun da size ne söylediğini hatırladınız mı? Size hoşlanmadığınız
şekilde karşılık verdiği halde, onu serbest bıraktınız, dediler!
Onlar böyle
konuşurlarken yine Rasulullah çıkageldi. Bir tek adam gibi, hep birden onun
üzerine atladılar ve etrafını sardılar. İlahları ve dinleri aleyhinde söylediği
sözleri tekrarlayarak:
- Sen böyle böyle mi
söylüyorsun? dediler. Rasulullah (s.a.v.) da:
- "Evet, öyle
söyleyen benim" diyordu
Onlardan birisinin,
Rasulullah'm yakasına geçtiğini gördüm. Ebu Bekr hemen kalkıp ağlayarak
Rasulullah'm önüne geçti:
- Rabbım Allah'tır
dediği için birisini mi öldüreceksiniz? dedi. Daha sonra, onun yanından
ayrıldılar.
işte bu, Kureyş'in ona
yaptıkları arasında benim gördüğüm en şiddetlisiydi.
259) Anar,
Osman İbn Affan'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir:
Osman'a, Kureyş'in
Rasulullah'a yaptığı hakaretlerin en ağırı hangisiydi? diye soruldu.
Amr şöyle der: Bunu
hatırlayınca Osman'ın gözlerinden yaşlar boşandığım gördüm.
Osman (r.a.) olayı
şöyle anlattı:
Rasulullah (s.a.v.)
eli Ebu Bekr'in elinde olduğu halde Kabe'yi tavaf ediyordu. Hıcr'da da üç kişi
oturuyordu. Bunlar; Ukbe Ibn Muayt, Ebu Cehil tbn Hişam ve Umeyye îbn Halefti.
Rasulullah (s.a.v.)
geçti. Onların hizasına gelince, ona hoşuna gitmeyecek bazı sözler söylediler.
Bunu, Peygamber'in (s.a.v.) yüzünden anladım. O'na yaklaştım. Benimle Ebu
Bekr'in arasındayken parmaklarını parmaklanma geçirdim ve hep birlikte tavaf
ettik.
Onların hizasına
gelince, Ebu Cehil:
- Vallahi, sen bizi
atalarımızın taptığına tapmaktan menederken, denizin bir kıl parçasını
ıslatacak kadar suyu bulundukça seninle barışmayız, dedi. Rasulullah (s.a.v.):
- "Ben de öyle" dedi ve onların
yanından ayrıldı. Üçüncü şavtta (Kabe'nin etrafındaki her bir dönüşün adı
şavttır) ona, aynısını yaptılar.
Dördüncü şavtta, ona
saldırıya geçtiler. Ebu Cehil, yakasından tutmak isteyerek üstüne atladı. Ben
onu göğsüne vurarak ittim ve ma-kadının üstüne düştü. Ebu Bekr, Umeyye Ibn
Halefi itti. Rasulullah da Ukbe İbn Muayt'ı itti. Sonra onlar ayakta durmakta
olan Rasulul-lah'm yanından çekildiler. Rasulullah (s.a.v.) onlara:
- "Eğer Vallahi,
vazgeçmezseniz, hemen onun cezası gelecek" dedi.
Vallahi, onlardan
kurkuya kapılmamış ve titremeğe başlamamış kimse kalmamıştı. Rasulullah
(s.a.v.) şöyle diyordu:
- "Siz,
peygamberinize karşı ne kötü kavimsiniz."
Rasulullah (s.a.v.)
evine gitti. Biz de evinin kapısına varıncaya kadar onu takip ettik. Kapıda
durdu, sonra bize doğru geldi ve:
- "Size müjdeler
olsun! Yüce Allah, dinini üstün kılacak, kelimesini tamamlayacak ve
peygamberine yardım edecektir. Sizin bu gördükleriniz Allah'ın hemen sizin
ellerinizle boğazlayacağı (helak edeceği) şeylerdendir."
Sonra evlerimize
gittik.
Vallahi, Allah'ın
onları bizim ellerimizle helak ettiğini gördüm! [67]
260) Esma
Bint Ebi Bekr anlattı: Ez-Zubeyr îbnu'l Avvam bana şöyle dedi: Bugün garip bir
şey gördüm.
Başkanları Ebu Cehil
İbn Hişam olmak üzere Ka'be'nin etrafında bazı müşrikler gördüm. Onlar,
Rasulullah'a (s.a.v.) bir komplo hazırlarken o çıkageldi ve tepelerine
dikikip:
- Size ve arkadaşınıza
lanet olsun" dedi.
Sanki onlar dilsiz
gibi, ne konuşabildiler ne de yerlerinden kımıldayabildiler.
Onların, en pis
olanının özür dilemek için peşinden koştuğunu ve:
- Bizden vazgeç, biz
de senden vazgeçelim, dediğini gördüm. Rasu-Iullah (s.a.v.) da şöyle diyordu:
- "Allah'a iman etmedikçe veya seni
öldürmedikçe senden vazgeçmem." O da:
- Sen beni öldürebilir
misin, diyordu. Peygamber (s.a.v.):
'
- "Seni ve
bunları Allah öldürür" diyordu.
Ebu Cehille diğerleri
perişan bir vaziyete oradan ayrıldılar. [68]
261) Urve
Ibnü'z-Zubeyr anlattı:
Abdullah tbn Amr îbn
El-As'a: Bana, müşriklerin Rasulullah'a (s.a.v.) yaptığı en ağır şeyi
anlatabilir misin? dedim.
Rasulullah (s.a.v.)
Ka'be'nin avlusundayken Ukbe tbn Ebi Muayt çıkageldi. Rasulullah'ın (s.a.v.)
omuzundan tutup elbisesini boynuna sardı ve sıkıca boğazını boğdu. Hemen Ebu
Bekr geldi, Ukbe'nin o-muzundan tutup Rasulullah'tan (s.a.v.) uzaklaştırdı. Ebu
Bekr şöyle dedi:
- Bir adamı, Rabbim Allah'tır dediği için mi
öldüreceksiniz? Halbuki o size Rabbinizden deliller getirmiştir.
262)
Abdullah şöyle demiştir:
Rasulullah'm Kureyş'e
sadece bir gün beddua ettiğini gördüm.
Rasulullah (s.a.v.)
namaz kılarken, bir grup Kureyşli de etrafında oturuyordu. Biraz ilerisinde de
kesilmiş bir devenin döl yatağı vardı: Kureyşliler:
-Kim bu döl yatağını
alıp onun sırtına atabilir? dediler. Ukbe îbn Ebi Muayt:
- Ben, dedi.
Ukbe onu alıp
Rasulullah'ın (s.a.v.) sırtına koydu.
Rasulullah (s.a.v,)
secdeden ayrılmadı. Sonunda Fatıma gelip devenin döl yatağını sırdından alıp
attı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.):
- "Allah'ım!
Kureyş'ten bu cemaat, sana havale! Allah'ım Ukbe, sana havale! Allah'ım! Şeybe,
sana havale! Allah'ım! Ebu Cehil îbni Hi-şam, sana havale! Allah'ım! Ukbe İbn
Ebi Muayt, sana havale! Allah'ım Ubey İbn Halef (veya Umeyye İbn Halef) sana
havale" dedi. [69]
Abdullah şunu ilave
etti:
Bunların hepsinin
Bedir savaşında Öldürülüp kuyuya sürüklendiklerini gördüm. Yalnız Ubeyy yahut
Umeyye iri bir adamdı. O kesilerek parçalandı.
263) İbni
îshak'tan rivayet edilmiştir:
Müşrikler,
Rasuhıllah'a karşı çıkma konusunda ittifak edince, amcası Ebu Talib onu korudu.
Kureyş eşrafından Ukbe, Şeybe, Ebu Cehil gibi bir grup Ebu Talib'e gitti
veşöyle dedi:
- Yeğenin,
ilahlarımıza dil uzattı. Dinimizi
yerdi. Akıllarımızı, hafif akıllılık ve
akılsızlık saydı. Atalarımızın sapıklık
içinde ölüp gittiklerini ileri sürdü.
Ya sen onu bizimle uğraşmaktan alakoyarsm, ya da aramızdan çekilirsin.
Zaten sen de bizim gibi ona karşısın. Biz onun hakkından geliriz.
Ebu Talib onları,
güzellikle, yumuşak ve tatlı sözlerle savuşturdu. Onlar da çekip gittiler.
Rasulullaîı (s.a.v.)
eskisi gibi işine devam etti. Onunla müşrikler arasında iş büyüdü. Birbirlerini
onunla Savaşmağa kışkırttılar. Daha sonra tekrar Ebu Talib'in yanına gelip:
- Artık buna
dayanamayacağız, dediler. » Ebu Talib,
Rasulullah'a (s.a.v.):
-Yeğenim! Kavmin bana
geldi ve şöyle şöyle söyledi. Güç yetire-meyeceğim bir işi bana yükleme, dedi.
Bunun üzerine
Rasulullah (s.a.v.):
- "Amca! Vallahi,
bu işi bırakmam için, güneşi sağ elime, ayı da sol elime koyacak olsalar, Allah
onu izhar etmedikçe bırakmam. Yada o1 yolda ölür giderim" dedi. [70]
Rasulullah (s.a.v.)
ağlayarak ayağa kalktı. Gitmek için geri dönünce, Ebu Talib ona:
-Yanıma gel yeğenim!
diye seslendi, O da amcasının yanma geldi. Ebu Talib:
- Git, istediğini söyle. Vallahi, seni hiçbir
zaman teslim etmem, dedi.
Böylece kavga
başladı. Her kabile, işkence etmek ve
dinlerinden döndürmek üzere, aralarında bulunan müslümanlarm üzerine atıldılar.
Ebu Talib Haşimoğulları ve Abdülmüttalip oğullan arasında kalkıp onları
Rasulullah'ı koruyup himaye etmeğe çağırdı.
Müslümanlar namaz
kılacakları zaman Mekke vadilerine gider, namaz kıldıklarını kavimlerinden
gizlemek isterlerdi. Onlar müslü-manların yaptıkları ibadetlerini ayıplamağa
kalkışınca aralarında kavga çıktı. O sırada, Sa'd İbn Ebi Vakkas, yerde
bulduğu bir deve çene kemiğiyle müşriklerden birinin başını yardı.
Bu, İslamda akıtılan
ilk kan oldu.
264) İbn
Abbas anlatmıştır:
Ebu Talib hastalandı.
Rasulullah (s.a.v.) onu ziyarete geldi. Başının yakınında birisinin oturağı
vardı. Ebu Cehil kalkıp oraya oturdu.
-Yeğenin ilahlarımıza
dil uzatıyor, dediler. Ebu Talib:
- Kavmin neden senden
şikayet ediyor? dedi. Rasulullah:
- "Amca! Onların
bir tek kelime söylemelerini istedim ki, o kelime sayesinde Araplar onlara boyun eğsinler. Arap olmayanlar da onlara cizye versinler"
dedi. Ebu Talib:
- Nedir o kelime?
dedi. Rasulullah (s.a.v.):
- "Lâ ilahe
illallah^Allah'tan başka ilah yok" dedi. [71]
Onlar:
- O, bütün ilahları,
bir tek ilah mı yapmış? dediler.
Bunun üzerine: Sa'd: O
şanlı Kur'an'a yemin ederim ki "İndi ve doğrusu bu tuhaf bir şeydir"
ayetine kadar okudu. [72]
265) îbn
Umeyr anlattı:
Eksem ibn Sayfî
Rasulullah'm (s.a.v.) çıktığını duydu. Eksem, ona gitmek istedi. Kavmi ondan
ayrı kalmak istemedi. O:
- Kim ona, benim
hakkımda bana da onun hakkında bilgi götürür? dedi. iki adam seçildi. Onlar
peygamber'e (s.a.v.) gidip:
- Biz Eksem îbn Sayfî'nin adamlarıyız. O, senin kim olduğunu, nasıl olduğunu ve ne
getirdiğini soruyor? dediler. Peygamber (s.a.v.):
- "Ben,
Abdullah'ın oğlu Muhammed'im. Allah'ın kulu ve elçisiyim" dedikten sonra
"Şüphesiz Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin
işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tu-tasmız diye size öğüt
veriyor" ayetini okudu. [73]
Bu sözü bize tekrar
et, dediler. Rasuluüah (s.a.v.) onlar ezberle-yinceye kadar ayeti tekrar etti.
Adamları Eksem'e
gelip:
- Ona nesebim sorduk.
Onu, Mudar'm nesebi şereflisi olarak gördük. Bize bazı kelimeler söyledi.
Eksem o kelimeleri duyunca:
- Ey kavmim! görüyorum
ki o, güzel ahlakı emrediyor. Kötü ahlakı menediyor. Bu işte baş olun. Kuyruk
olmayın, lk olun, son olmayın, dedi. Çok geçmedi ^lüm yatağına düştü.
Eksem şöyle demişti:
Yazıklar olsun soyuma!
Erişemediğim ve kaçırdığım birşeyden dolayı kendime yazıklar olsun. Sana
üzülmüyorum aksine umuma üzülüyorum. Malik! Hak üstün olursa, batılı defeder.
Yüz kişi ona tabi
oldu. Rasulullah'a gitmek üzere yola çıktı. Daha yolun yarısmdayken Hubeyş,
onların develerini ele geçirip kesti. Yanlarındaki su torbalannı parçalayıp
kaçtı. Susuzluk Eksem'i güçsüz ve takatsiz hale getirdi ve öldü. Ölmeden önce
beraberindekilere Rasulullah'a (s.a.v.) tabi olmalarını vasiyet etti. Ve
onlara müslünıan olduğunu gösterdi.
Onun hakkında şu ayet
indirildi:
"Kim, Allah ve
Rasülü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse,
artık onun mükafatı Allah'a düşer." [74]
266)
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
- "Orada, ülkesindeki insanlara
zulmedilmeyen bir kral vardır. Allah size içinde bulunduğunuz sıkıntılardan bir
çıkış ve kurtuluş yolu açmcaya kadar orada korunup sakının."
Bazıları gitti.
Bazıları da müslüman olduğunu gizledi. Habeşistan'a gidenler, onbir erkek, dört
kadındı.
Onların gidişi,
Rasuhıllah'a (s.a.v.) peygamberlik verilişinin beşinci yılı, Receb aymdaydı.
Kureyşliler hemen
müslümanların peşine düştüler ama onlara yetişemediler.
Rasulullah (s.a.v.)
Necm Suresini okuyup müşrikler; "Bunlar o yüce ak kuğulardır" sözünü
duyunca ki, bu Rasululîah'm dilinden çıkmadığı halde bazı şeytanlar tarafından
söylenmişti..[75] Surede secde ayeti
geçtiği için Rasulullah (s.a.v.) secde edince müşrikler de onunla birlikte
secde ettiler. El-Velid de bir avuç toprağı alnına kaldırıp sürdü.
Bu haber
Habeşistandakilere ulaşınca, onlar:
- Madem ki bunlar iman ettiler, biz de kavim ve
kabilelerimize dönelim, dediler.
Döndüler. Bir
kafileyle karşılaştılar. Onlara sordular ve şu cevabı aldılar:
- Muhammed ilahlarınızı
zikretti ve onlar ona beyat ettiler. Daha sonra Muhammed söylediğinden
vazgeçti. Onlar da ona düşman oldular.
İbn Mes'ud hariç,
herkes ancak birinin himayesine sığınarak Mekke'ye girebildi. O, biraz
bekledikten sonra Habeşistan'a geri döndü.
Müslümanları kendi
kabilelerinin adamları yakalayıp onlara işkence ve eziyet ettiler. Rasulullah
(s.a.v.) onların tekrar gitmelerine izin verdi. Onlar, bu defa beraberlerinde
birçok kişiyle birlikte gittiler.
267) îbn
Ishak şöyle demiştir:
Beraberlerinde küçük olarak
götürdükleri çocukları veya orada doğanlar hariç, Habeşistan'a ulaşanların
tamamı, Ammar İbn Yasir onlar arasındaysa seksen erkektir.
268)
El-Vakidî şöyle demiştir:
Hicret edenler seksen
üç erkekti. Kadınlar arasında onbir Kureyşli ve yedi bilinmeyen vardı.
269) Amr
Îbnu'1-As anlattı:
Biz kabilelerle
birlikte Hendek'ten dönünce, daha önce benim du-rumuTBu gören ve benimle
konuşan bazı Kureyşlileri topladım ve onlara:
-Vallahi, biliyorsunuz
benim görüşüm, Muhammed'in durumunun garip bir şekilde büyüdüğüdür. Benim yeni
bir görüşüm var. O konuda siz ne dersiniz? dedi. Onlar:
-Peki, senin görüşün
nedir? dediler. Amr:
- Necaşi'ye
gidip onun yanında olmamızı düşünüyorum. Eğer Muhammed, bizim kavmimimize üs' "n
ge' -e, biz Necaşî'nin yanında oluruz.
Onun elinin altında olmamız, bize Muhammed'in eli altında olmamızdan daha
sevimlidir. Eğer kavmimiz üstün gelirse, biz bildiğimiz kimselerdeniz ve bize
onlardan ancak iyilik gelir, dedi.
- Bu, makbul bir
görüş, dediler. Ben:
- Haydi ona vereceğimiz hediyeleri toplayın,
dedim. Onun bizim memleketten en çok sevdiği hediye, tabaklanmış deriydi. Onun
için bir çok deri topladık.
Sonra çıktık.
Necaşi'ye geldik. Vallahi, biz tam onun yanındayken Amr tbn Umeyye ed-Damri
çıkageldi. Rasulullah (s.a.v.) Ca'fer'le ashabının durumları için Amr'ı ona
göndermişti. Necaşi'nin yanına girdi ve sonra çıktı.
Arkadaşlarıma:
- Bu, Amr İbn Umeyye. Ben, Necaşi'nin huzuruna
girip ondan Amr'ı istemiş olsam, bana onu verir, ben de Amr'ın boynunu vururum.
Eğer bunu yaparsam, Kureyş benim üzerime düşeni yerine getirmiş olduğum
kanaatine varır, dedim.
Necaşi'nin huzuruna
vardım. Daha önce yaptığım gibi, ona secde ettim. Bana:
- Hoşgeldin dostum!
Memleketinden bana hediyelik birşey getirdin mi? dedi.
- Evet hükümdar! Sana
bir çok tabaklanmış deri getirdim, dedim.
Daha sonra hediyeleri
ona verdim. Necaşi hediyeleri beğendi.
Daha sonra:
- Ey hükümdar! Demin
senin yanından çıkan bir adam gördüm. O, bizim düşmanımız olan bir adamın
elçisidir. Onu bana ver ki öldüreyim. Düşmanımız
olan o adam bizim eşrafımızın ve seçkin kişilerimizin başına bela olmuştur,
dedim.
Necaşi öfkelendi.
Sonra elini uzatıp burnuna öyle bir vurdu ki sanki onu kırdı. O anda yer
yarılsaydı, ondan koktuğum için yerin dibine girerdim.
- Ey Hükümdar!
Vallahi, senin bundan hoşlanmadığını bilseydim, senden onu istemezdim, dedim.
Necaşi:
- Benden kendisine,
Musa'ya gelen Namus-u ekber'in (Cebrail'in) geldiği bir adamın elçisini
Öldürmen için sana vermemi mi istiyorsun? dedi. Ben:
- Ey hükümdar! O öyle
midir? dedim.
- Yazıklar olsun sana,
Amr! Beni dinle ve bana uy. Vallahi, o, kesinlikle hak üzeredir. Musa'nın,
firavunla askerlerine galip geldiği gibi o, kendisine karşı gelenlere mutlaka
galip gelecek, dedi. Ben:
- Müslüman olduğuma dair ona olan beyatimi
kabul eder misin? dedim.
Elini uzattı. Ben de
müslüman olduğuma dair ona beyat ettim.
Daha sonra, önceki
görüşümden vazgeçmiş olarak arkadaşlarımın yanına çıktım. Arkadaşlarımdan
müslüman olduğumu gizledim. Daha sora Rasulullah'a gitmek niyetiyle yola çıktım
ve müslüman oldum. [76]
270) İbn
Mes'ud anlattı:
Rasulullah (s.a.v.)
yaklaşık seksen kişi olarak bizi Necaşi'ye gönderdi. Kureyş de hediyelerle
birlikte Amr İbnu'l-As'la Umara İbnu'l-Velid'i gönderdi. Amr'la Umara
Necaşi'nin huzuruna girince secde ettiler ve:
- Bizim amca oğullarımızdan bir grup senin yurduna indiler. Bizden ve
milletimizden yüzçevirdiler, dediler. Necaşi:
- Nerede onlar? dedi.
Amr'la Umara:
- Senin yurdundalar,
dediler.
Necaşi onlara
gelmeleri için haber gönderdi. Ca'fer:
- Bugün sözcünüz
benim, dedi. Diğerleri ona uydular. Ca'fer selam verdi. Fakat secde etmedi.
Cafer'e:
- Hükümdara niye secde
etmiyorsun? dediler. Cafer:
- Biz ancak Aziz ve
Celil olan Allah'a secde ederiz. Allah Teala, bize elçisini gönderdi. O, bize Aziz ve Celil olan Allah'tan
başkasına secde etmememizi emretti.
Ayrıca bize namaz kılıp zekat vermemizi emretti, dedi.
Amr İbnu'l As:
- Onlar, İsa İbn
Meryem hakkında sana muhalefet ediyorlar, dedi. Necaşi:
- Isa îbn Meryem'le
annesi hakkında ne diyorsunuz? dedi. Onlar:
- Biz Allah'ın dediği
şekilde söylüyoruz: O, Allah'ın hiç beşerin dokunmadığı ve hiçbir erkeğin
başvurmadığı namuslu bakire Meryem'e ilka ettiği (attığı) kelimesi ve ruhudur,
dediler.
Necaşi yerden bir çöp
alıp:
- Ey Habeşistanlılar!
Piskoposlar ve rahipler! Vallahi siz, bu adamın Isa hakkında söylediklerinden
bu çöp kadar fazla birşey söylemiyorsunuz, dedi.
Size ve onun yanından
gelenlere merhaba, hoşgeldiniz. Ben onun, Allah'ın Rasulü olduğuna şehadet
ediyorum. O, bizim incil'de bulduğumuz kişidir. O, Isa ibn Meryem'in
müjdelediği kişidir. Dilediğiniz şekilde kaim. Vallahi, eğer hükümdar
olmasaydım, ayakkabılarının taşıyıcısı olmak için O'na giderdim. Öbürlerinin
hediyelerinin geri verilmesini emretti ve hediyeler geri verildi. [77]
Haşimoğulları ve
Muttalib oğulları Rasulullah'ı (s.a.v.) korumağa karar verince, Kureyşliler
toplanıp içinde, Haşimoğullarma kız vermemek, onlardan kız almamak, onlara
birşey satmamak ve onlardan birşey satın almamak üzere andlaştıkları bir belge
yazdılar.
Bu olay, Rasululîah'ın
peygamberliğinin yedinci yılında oldu.
işi sağlama bağlamak
için o belgeyi Ka'be'nin içine astılar. Onlar böyle yapınca, Haşimoğull arıyla
Muttalib oğullan toplanıp Ebu Talib'e gittiler ve onun Şı'bına (mahallesine)
girdiler. Ebu Leheb onların arasından çıkıp müşriklere destek oldu.
Üç yıl bu halde
kaldılar. Müşrikler onlardan erzak ve katığı kestiler. Onlar oradan ancak hac
mevsiminden hac mevsimine çıkabiliyor-lardı. Artık dayanacak güçleri
kalmamıştı.
Hişam ibn Amr tbn
Rabia yiyecek yüklerini onların yanına sokuyor ve bunu gizliyordu.
Daha sonra yazılan
sayfanın hükmü bozuldu.
Hükmün bozulma sebebi
hakkında iki görüş vardır:
1. Yüce
Allah Peygamberine sayfanın durumunu bildirdi.
Güve, o sayfada zulüm ve haksızlık ifade eden şeyleri yemiş, Allah'ı
zikirle ilgili olan yerler kalmıştı. Bunu Rasulullah (s.a.v.) Ebu Talib'e
söyledi. Ebu Talib:
- Yeğenim! Bana haber
verdiğin şey, gerçek midir? diye sordu. Rasulullah (s.a.v.):
- Evet, Vallahi
gerçektir, amca! dedi. Ebu Talib bunu kardeşlerine anlattı ve:
- Vallahi, o bana,
hiçbir zaman yalan söylememiştir, dedi. Onlar:
- Peki senin bu
husustaki görüşün nedir? dediler. Ebu Talib:
- En güzel
elbiselerinizi giyip Kureyşlilerin yanma gitmenizi ve bu haber onlara ulaşmadan
önce bu meseleyi onlara hatırlatmayı uygun görüyorum, dedi.
Gidip mescide
girdiler. Ebu Talib:
- Biz kabul edeceğiniz bir iş için gelmiş
bulunuyoruz, dedi. Ku-reyşliler:
- Hoşgeldiniz, safa
geldiniz, dediler. Ebu Talib:
- Hiçbir zaman yalan
söylememiş olan yeğenim bana haber verdi ki: Sizin yazmış olduğunuz sayfaya
Allah güve musallat etmiş o da sayfanın içindeki, zulüm, haksızlık ve
akrabalarla ilişkiyi kesme gibi her-şeyi yemiştir. Onda, Allah Teala'nın
zikredildiği herşey kalmıştır. Eğer yeğenim doğru söylüyorsa, artık sizde kötü
görüşünüzden vazgeçersiniz. Eğer o,
yalan söylüyorsa onu size teslim ederim.
Siz de onu, ister öldürürsünüz, ister sağ bırakırsınız, dedi.
Kureyşliler:
- Sen bize insaflı
davrandın, dediler.
Sayfayı getirmek üzere
adam gönderdiler. Sayfayı açınca, onu Rasulullah'm dediği gibi buldular. Hepsi
de şaşırdılar. Bildiklerinden vazgeçtiler. Ebu Talib:
- Asıl zulmedenin ve akrabayla ilgiyi kesenin
kendiniz olduğunu anladınız mı? dedi.
Hiçbir kimse ona cevap
vermedi.
Bunu, Muhammed Ibn
Sa'd bazı şeyhlerinden rivayet etmiştir.
2. Hişam îbn
Amr îbn el-Haris el-Amri, Zuheyr İbn Ebi Umeyye ibn el-Mugire'ye gidip şöyle
dedi:
- Zuheyr! Sen
dayılarının; birşey satmaktan, birşey almaktan, evlenmekten ve evlendirmekten
mahrum edildiklerini bildiğin halde, kendin, istediğini yemeğe, giymeğe ve
istediğin kadınla evlenmeğe mi razı oluyorsun, yani gönlün nasıl razı oluyor?
Allah'a yemin ederim! Ebu'l-Hakem îbn Hişam'ın seni dayıların aleyhinde
andlaşmaya davet ettiği gibi, sen de onu, kendi aleyhinde böyle bir andlaşmaya
davet etmiş olsaydın, senin davetine, hiçbir zaman icabet etmezdi. Zuheyr:
- Yazıklar olsun sana
Hişam! Ben ne yapayım! Ben, bir tek kişiyim. Vallahi, yanımda başka bir kişi
daha olsaydı, o andlaşma sayfasını
bozmaya kalkardım,
dedi. Hişam:
-Ben birisini buldum,
dedi. Zuheyr:
- Kimmiş o? dedi.
Hişam:
- Ben, dedi. Zuheyr:
- Bize üçüncü bir adam
ara, dedi. Hişam, El-Mut'ım İbn Adiyy'e gidip:
- Mut'ım! Abdumenaf oğullarında iki batnın
(Haşimoğullarıyla Muttalib oğullarının) helak olmasına gönlün razı oluyor mu?
Bu konuda, sen de Kureyş'i tasvip ediyor musun? dedi. Mut'ım:
- Yazık sana! Ben ne
yapabilirim. Ben, tek kişiyim, dedi. Hişam:
- Ben üçüncü kişiyi
buldum, dedi. Mut'ım:
- Kim o? dedi. Hişam:
- Zuheyr İbn Umeyye,
dedi. Mut'ım:
- Bize dördüncü bir
kişi ara, dedi.
Hişam, Ebu'l-Bahteri
tbn Hişam'ın yanma gitti. El-Mut'ım İbn A-diyy'e söylediklerinin aynısını ona
da söyledi. Ebu'l-Bahteri:
- Bu hususta, yardım
edecek birisi var mı? dedi. Hişam:
- Evet var. Zuheyr,
Mut'un... Ben de yanındayım, dedi. Bunun ü-zerine Ebu'l-Bahteri:
- Bize beşinci bir
adam ara, dedi.
Hişam, Zem'a İbnu'l
Esved'e gidip onunla konuştu. Zem'a:
- Bu iş üzerinde duran
kimseler var mı? diye sordu. Hişam:
- Evet var, dedi ve
diğerlerinin adlarını saydı.
Sözleşip
toplandılar. Hükmünü bozuncaya kadar
sahife meselesiyle uğraşmak üzere andlaştılar.
Ertesi gün sabahleyin
Zuheyr gidip Ka'be'yi tavaf ettikten sonra:
- Ey Mekke halkı! Biz istediğimiz gibi yeyip
içelim, giyinip kuşanalım da, Haşim oğulları ise açlıktan helak olsunlar, bu
doğru mudur? Vallahi, akrabalık bağlarını kesen şu zalim sayfa yırtılmcaya
kadar yerime oturmayacağım, dedi. Ebu Cehil:
- Sen yalan
söylüyorsun. Vallahi, o sayfa yırtılamaz, dedi. Zem'a:
- Asıl sen yalan
söylüyorsun. Yazıldığı sırada, biz onun yazılmasına razı değildik, dedi.
Ebu'l-Bahteri:
- Zem'a doğru
soyuyor. Biz onda yazılı olan şeyleri ne
kabul ediyoruz, ne de ikrar ediyoruz, dedi. El-Mut'ım:
- Her ikiniz de doğru
söylüyorsunuz, bunun aksini söyleyen yalan söyler. Biz o sayfadan ve içinde
yazılı olanlardan Allah'a sığınırız.
Hişam İbn Amr da
el-Mut'ını'inkine yakın sözler söyledi. Ebu Cehil:
- Bu, buradan başka
bir yerde, geceleyin konuşulup üzerinde karara varılmış bir iş? dedi.
El-Mut'ım kalkıp
yırtmak için sayfanın yanına gitti. Güvenin, "Bismike'llahumme" sözü
dışındaki bütün yazıları yediğini gördü.
Sayfanın yazıcısı,
Mansur İbn Ikrime İbn Haşim'di. Sonra onun eli çolak oldu.
271) Ebu
Hureyre şöyle söyledi: Rasulullah (s.a.v.) Nahr günü (kurban kesme günü),
Mina'dayken şöyle dedi:
"Yarın biz Kinane
oğullarının Hayfına, küfür üzere sözleşip yemin ettikleri yere ineceğiz." [78]
Hayf dan maksat; El-Muhassab
denilen yerdir. Kureyş'le Kinane, Haşim oğulları ve Muttalib oğulları,
Rasulullah'ı (s.a.v.) kendilerine teslim etmedikçe kız alıp vermemek ve
ahş-verişte bulunmamak üzere orada andlaştılar. [79]
272) îbn
Abbas anlatmıştır:
Dımad Mekke'ye geldi.
O, Ezduşenue kabilesindendi. O, delilere okurdu. Mekkeli sefihlerin
(beyinsizlerin): Muhammed delidir, dediklerini duyunca şöyle dedi:
- O zatı görseydim,
belki Allah ona benim vasıtamla şifa verirdi. Dımad kendisi şöyle anlatır:
Peygambere gelip:
- Muhammed! Ben
deliliği tedavi ederim. Allah, benim vasıtamla dilediğine şifa verir. İster
misin? dedim.
Rasulullah ona şu
cevabı verdi:
- "Hamd
Allah'adır. Biz O'na hamdeder ve O'ndan yardım isteriz.
Allah'ın doğru yola
eriştirdiğini, saptıracak yoktur. Saptırdığını da doğru yola eriştirecek
yoktur. Ben, tek ve ortaksız olan Allah'tan başka ilah olmadığına,
Muhammnıed'in de O'nun kulu ve elçisi olduğuna şe-hadet ederim, dedi. Dımad:
- Şu sözlerini bana
tekrarlar mısın? dedi.
Rasulullah (s.a.v.)
sözlerini ona, üç defa tekrarladı. Dımad:
- Ben kahinlerin, sihirbazların ve şairlerin
sözlerini dinledim. Ama, senin şu sözlerin gibisini duymadım. Bunlar, denizin
dibine kadar varmıştır. Ver elini, sana, müslüman olmak üzere beyat edeyim,
dedi ve Rasulullah'a beyat etti. Rasulullah (s.a.v.):
- "Bu beyat
kavmin adına da mı? dedi. Dımad:
- Kavmim adana da,
dedi.
Rasulullah (s.a.v.)
bir seriyye gönderdi. Bunlar Dımad'm kavmine uğraâılar. Seriyyenin komutanı:
- Bunlardan birşey
aldınız mı? dedi. Birisi:
- Ben onlardan bir
matara aldım, dedi. Komutan:
- Onu geri ver, çünkü
bunlar Dımad'ın kavmidir, dedi. [80]
273) Cabir
İbn Abdillah anlatmıştır: Kureyşliler bir gün toplanıp:
Sihirde, kahinlikte ve
şiirde en bilgiliniz kimse, araştırsanız da, topluluğumuzu dağıtan, işimizi
karıştıran, dinimizi ayıplayan şu adama gidip konuşsa ve ona vereceği cevabın
ne olduğunu düşünse, dediler. .Sonunda:
- Bu işe uygun, Utbe
Ibn Rabia'dan başka hiç kimseyi bilmiyoruz, dediler.
- Ebu'l-Velid! Onun
yanma sen git, dediler. Utbe, Rasulullah'ın yanma gelip:
- Muhammed! Sen mi
daha hayırlısın? Yoksa Abdullah mı? dedi. Rasulullah cevap vermedi. Utbe: Sen
mi daha hayırlısın? Yoksa Abdul-muttalib mi? dedi.
Rasululllah (s.a.v.)
cevap vermeyip sustu. Utbe: Eğer, bunların senden daha hayırlı olduklarını
söylüyorsan, onlar, senin, ayıplamakta olduğun ilahlara tapıyorlardı. Eğer, kendinin onlardan, daha hayırlı olduğunu
iddia ediyorsan, konuş! Sözünü dinleyelim. Biz, kavmine senden daha uğursuz
olan (birşey) görmedik. Sen bizim topluluğumuzu dağıttın. İşimizi karıştırdın.
Araplar içinde bizi rezil ettin. Kureyşliler içinde bir büyücü, bir kahin
türemiş dedirttin. Vallahi, biz, kılıçlarımızla birbirimizi yok etmeğe
kalkacağımız hamilenin attığı çığlık anından başkasını beklemiyoruz. Ey adam!
Eğer kadına düşkünsen, Kureyş kadınlarından dilediğini seç. Sana on tane hanım
alalım. Eğer mala ihtiyacın varsa, Kureyş'in en zengini oluncaya kadar, sana,
mallarımızdan toplayalım, dedi. Rasulullah (s.a.v.):
- Söyleyeceklerin
bitti mi? dedi. Utbe:
- Evet, bitti, dedi.
Rasulullah (s.a.v.):
- Hâ, mîm, (Kur'an)
Rahman ve Rahim olan Allah katından peyderpey indirilmiştir. (Bu,) Ayetleri,
bilen bir kavim için a-rapça bir okunuşla açıklanmış bir kitaptır. (Onu getiren elçi) müjdeleyici ve
uyarıcıdır" dedi ve "Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki: işte sizi, Ad
ve Semud'un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırgayla uyardım" ayetine
kadar Fussilet suresini okudu. [81] Utbe
ona:
-Yeter. Sende
olan bundan başkası
mıdır? dedi. Rasulullah (s.a.v.):
- Hayır, dedi. Utbe,
Kureyş'in yanma dönünce, Kureyşliler:
- Geride ne var? Ne haber getirdin? dediler.
Utbe:
- Hiçbir şey yok.
Sizin kendisiyle konuşmanızı uygun görüyorum. Yoksa onunla ben konuşurum, dedi.
Kureyşliler:
- Sana cevap verdi mi?
dediler. Utbe:
- Evet, dedi. Hayır, Ka'be'yi diken kimseye yemin olsun! Onun
söylediklerinden sadece şunu anladım:
"îşte sizi Ad ve
Semud'un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırgayla uyardım" dedi.
Onlar:
- Yazıklar olsun sana!
Seninle arapça konuşuyor ve sen onun dediğini anlamıyorsun! dediler. Utbe:
- Vallahi,
söyledikleri arasında kasırga lafından başka birşey anlamadım, dedi. [82]
274) Said
İbn Cubeyr'den rivayet edilmiştir:
Kureyşli bir grup
el-Velid'in yanında toplandı. El-Velid, onların arasında yaşlı birisiydi. Hac
zamanı gelmişti. El-Velid Kureyşlilere:
- Ey Kureyş topluluğu!
İşte hac zamanı geldi. Bu yılda Arap heyetleri sizin yanınıza gelecekler.
Onlar, şu adamınızın meselesini işitmiş durumdalar. Siz onun hakkında bir tek
görüşte birleşin. Birbirinizi yalanlayıp birbirinizin sözünü reddedip de
anlaşmazlığa düşmeyin, dedi. Onlar:
- Ey Ebu Abdişems!
Sen, bizim için birşey söyle ve bir görüş ileri sür, biz de onu söyleyelim,
dediler. El-Velid:
- Hayır, siz söyleyin,
ben dinleyeyim, dedi. Kureyşliler:
- Onun kahin olduğunu
söyleyelim, dediler. El-Velid:
-Hayır, o bir kahin
değildir. Biz kahinleri gördük. Onun okuduğu şeyler, ne kahin mırıldanışıdır ne
de kahinin sesidir, dedi. Kureyşliler:
- Onun deli olduğunu
söyleyelim, dediler. El-Velid:
- Hayır, o bir deli değildir. Biz deliliği gördük ve onu öğrendik. Onun, ne
boğulması, ne çırpınıp titremesi ve ne de evhamlanması vardır, dedi.
Kureyşliler:
- Büyücü diyelim,
dediler. El-Velid:
- Hayır, o bir büyücü
değildir. Biz büyücüleri ve yaptıkları büyüleri gördük. Onun okudukları, ne büyücülerin okuyup
üfledikleridir ne de düğümleyip bağladıklarıdır, dedi. Kureyşliler:
- Peki ne diyelim?
dediler. El-Velid:
- Vallahi, onun
sözünde bir tatlılık var. Onun kökü hurma ağacıdır. Dalı ise toplanmış
meyvelerdir.
Siz onun hakkında, bu
söylediklerinizden hangisini söyleseniz, boş ve yersiz olduğu anlaşılır. Onun
hakkında: Büyücü, demeniz akla en yakın olandır. Çünkü onun sözü babayla oğulun
arasım açıyor, kardeşlerin arasını açıyor, karıyla kocanın arasını açıyor ve
kişinin kabilesiyle arasını açıyor.
El-Velid'in yanından
bu şekilde ayrıldılar. [83]
275) Amr'dan
rivayet edilmiştir. El-Velid Îbnu'l-Mugire:
- Ben şiirin her
çeşidini, Recezini ve Karidasını dinledim. Ama bunun gibisini yani Kur1 an
gibisini dinlemedim. Onun okudukları şiir değildir. Onda bir güzellik ve parlaklık var. Onun bir nuru var. O, her şeye üstün gelir fakat ona, hiç üstün
gelinemez.
276) îkrime
anlatmıştır:
El-Velid
Îbnu'l-Mugire, peygamber'in (s.a.v.) yanına gitti. Peygamber (s.a.v.) ona Kur'an okuyunca,
el-Velid yumuşar gibi olmuştu. Ebu Cehil bunu duyunca, el-Velid'in yanına geldi
ve:
- Amca! Kavmin senin
için mal toplamak istiyor, dedi. El-Velid:
- Niye? dedi. Ebu
Cehil:
- Sana vermek için.
Çünkü sen, bizim söylediklerimize aldırmayıp Muhammed'e gitmişsin, dedi.
El-Velid:
- Kureyşliler, benim
onlardan daha zengin olduğumu bilirler, dedi. Ebu Cehil:
- Öyleyse, ona öyle
bir söz söyle ki, onun söylediğini inkar ettiğin ve onu sevmediğin kavmine
ulaşsın, dedi. El-Velid:
- Onun hakkında ne
söyleyeyim? Vallahi aranızda şiirleri benden daha iyi bileniniz yoktur.
Vallahi, onun söyledikleri, bunlardan hiçbirine benzemiyor. Vallahi', onun
sözünde bir tatlılık ve parlaklık vardır. Sanki, o tepesi meyveli, dibi sulak
bir hurma ağacı gibidir. O, altındakini ezer. O, her şeye üstün gelir, fakat
ona hiç üstün gelinemez, dedi. Ebu Cehil:
- Vallahi, sen onun
hakkında birşey söylemedikçe, kavmin hoşnut olmayacak, dedi. El-Velid:
-Öyleyse, bırak beni
de bu konuda birşeyler düşüneyim, dedi. El-Velid düşündükten sonra:
- Bu, (sihirbazlardan öğrenilip) nakledilen bir
sihirdir, dedi ve onun hakkında: "Tek olarak yaratıp, kendisine geniş servet ve gözü ö-nünde duran
oğullar verdiğim, kendisi için (nimetleri) ayaklar altına serdiğim o kimseyi
bana bırak" [84]
ayeti indi. [85]
277) Muhammed tbn
İshak anlattı:
Rasulullah (s.a.v.)
kavminden gördüğü he türlü kötülük v.s. ye rağmen onlara öğüt vermekten, içinde
bulundukları şeyden (delaletten) kurtuluşa davet etmekten geri durmuyordu.
Allah, Rasulullah'ı Ku-reyşlilerden koruduğunda, onlar halkı ve yanlarına gelen
Arapları Peygamberden sakmdırmağa çalıştılar.
Tufeyl îbn Amr
ed-Devsi şunu anlatırdı:
-Tufeyl, Rasulullah
(s.a.v.) Mekke'deyken oraya gelmişti. Kureyşli bazı kimseler onun yanma
geldiler. Tufeyl, şerefli, şair ve akıllı bir kimseydi. Kureyşliler ona:
-Tufeyl! Sen bizim
memleketimize geldin. Ama aramızdaki şu adam bizi sıkıntıya soktu. O, bizim
topluluğumuzu dağıttı. Onun sözü büyü gibi.
Kişinin babasıyle, kardeşiyle ve hanımıyla arasım açıyor. Bizim başımıza
gelenin, senin ve kavminin başına gelmesinden korkuyoruz. Sakın onunla konuşma
ve ondan birşey dinleme, dediler.
Tufeyl kendisi şöyle
der:
- Vallahi, onlar bunu
bana o kadar çok söylediler ki, nihayet kendi kendime, ondan hiçbir şey
dinlememeğe ve onunla konuşmamağa karar verdim. Hatta, ertesi gün sabah
Mescid'e gittiğimde, onun söylediklerini duymayayım diye kulaklarıma pamuk
tıkadım. Onu, dinlemek de istemiyordum.
Ertesi gün sabah
Mescid'e gittim. Rasulullah'ı Ka'be'nin yanında ayakta namaz kılarken gördüm.
Ona yakın bir yerde durdum. Allah nasip etti. Onun bazı sözlerini duydum. Güzel
bir söz işitmiştim. Kendi kendime şöyle dedim: Anam çocuğunu kaybetsin!
Vallahi, ben akıllı ve şair bir adamım. Bana, sözün güzel olanı da çirkin olanı
da gizli değildir. Şu adamın söylediğini dinlememe engel olan ne var? Eğer
onun getirdiği şey, güzelse, onu kabul ederim, çirkinse onu bırakırım.
Rasulullah (s.a.v.)
evine donünceye kadar orada kaldım. Evine girinceye kadar onu takip ettim.
Evine girince ben de girdim ve:
- Muhamed! Kavmin bana
şöyle şöyle dedi. Vallahi, senin işinden, beni o kadar korkuttular ki, sözünü
duymayayım diye kulaklarıma pamuk bile tıkadım. Sonra Allah'tan olacak senden birşeyler
duydum. Hem de güzel bir söz duydum. Bana işini (dinini) arzet, dedim.
Rasulullah (s.a.v.)
bana, İslam'ı arzetti. Bana Kur'an^
okudu. Vallahi, hiçbir zaman ondan daha güzel bir söz, ondan (İslamdan) da daha
adil bir iş duymamıştım.
Hemen müslüman oldum.
Kelime-i Şehadeti getirdim.
- Ey Allah'ın
peygamberi! Ben kavmim içinde sözü dinlenilir birisiyim. Ben yanlarına
döneceğim ve onları İslam'a davet edeceğim. Allah'a dua et de, davetimde, bana
yardımcı olacak bir keramet versin. Rasulullah (s.a.v.):
- "Allah'ım! Ona
bir keramet ihsan et" diye dua etti.
Kavmime gitmek üzere
yola çıktım. Kavmimin oturduğu yere bakan yokuştayken iki gözümün arasında
(alnımda) lamba gibi bir, ışık belirdi.
- Allah'ım! Bu
yüzümden başka bir yerde olsun! Çünkü dinlerinden ayrıldığım için, kabile
halkımın, onu, benim yüzümde meydana gelen bir cezanın eseri gibi
zannetmelerinden korkuyorum, dedim.
Bunun üzerine ışık,
yer değiştirip kırbacımın ucuna geldi.
Ben yokuştan inerken,
orada bulunanlar kırbacımın ucundaki bu ışığı asılı kandil gibi görüyorlardı.
Yanlarına vardım ve onların arasına katıldım.
Oraya varınca, babam
yanıma geldi. Kendisi çok yaşlıydı,
- Baba! Benden uzak
dur! Be" artık senden değilim, sen de benden değilsin, dedim. Babam:
- Niye yavrum? dedi.
- Ben müslüman oldum
ve Muhammed'e beyat ettim, dedim. -.Yavrum! Senin dinin, benim de dinimdir,
dedi.
- (Öyleyse, git, yıkan ve elbiselerim temizle,
gel. Böylece, öğrendiklerimi sana
öğreteyim, dedim. Babam gidip) yıkandı, elbiselerini temizledi. Gelince ona
İslam'ı anlattım. O da müslüman oldu.
Daha sonra yanıma
hanımım geldi. Ona:
- Benden uzak dur.
Artık ben senden değilim, sen de benden değilsin, dedim. Hanımım:
- Niye? Babam, anam
sana feda olsun! dedi.
- İslam, bizi ayırdı,
dedim. O da müslüman oldu.
Daha sonra Devs
kabilesini İslam'a davet ettim. Onlar davetime hemen icabet etmeyip ağırdan
aldılar. Bunun üzerine Mekke'ye Rasu-lullah'a gidip:
- Ey Allah'ın
Peygamberi! Devs kabilesi bana üstün geldi.
Onlar için beddua et, dedim. Rasulullah (s.a.v.):
- "Allah'ım
Devs'e hidayet ihsan et! diyerek dua etti. Bana da:
- "Kavminin
yanına dön. Onları, İslam'a davete devam et. Onlara yumuşak davran" dedi.
Kavmimin yanına
döndüm. Rasulullah Medine'ye hjcret edinceye kadar Devs toprağından
ayrılmaksızm, onları devamlı İslam'a davet ettim. Bedir, Ühud ve Hendek
savaşları geçtikten sonra, Rasulullah (s.a.v.) Hayber'deyken, kavmimden
müslüman olan kimselerle birlikte Medine'ye geldim. Medine'ye yetmiş veya
seksen hane Devs'li getirmiş oldum. [86]
278) Saîd
tbnu'l Museyyeb anlattı:
Ebu Talib'in ölümü
yaklaştığında, Rasulullah (s.a.v.) onun yanına geldi. Abdullah İbn Ebi
Umeyye'yle Ebu Cehil İbn Hişam, Ebu Talib'in yanındaydı. Peygamber (s.a.v.)
ona:
- "Amcacığım!
Üzerimde en çok hakkı olan ve bana yardım elini, en güzel şekilde uzatan insan
sensin. Şüphesiz üzerimde, babamdan daha çok hakkı olan sensin. Sen bir kelime
söyle ki, kıyamet gününde sana, onunla, şefaatim gerekli olsun. La ilahe
illallah, de" dedi.
Abdullah İbn Ebi
Umeyye'yle Ebu Cehil:
- Sen, Abdulmuttalib'in dininden dönmek mi
istiyorsun? dediler. Ebu Talib:
- Ben,
Abdulmuttalib'in dini üzereyim, dedi ve öldü. Rasulullah (s.a.v.):
- "Vallahi, senin
hakkında dua etmekten mene dilmediğim sürece, senin için istiğfar edecek,
bağışlanmanı dileyeceğim, dedi.
Bunun üzerine Allah
Teala: "(Kafir olarak ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli
olduktan sonra, akraba dahi olsalar (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek ne
peygambere yaraşır ne de inananlara. Çünkü Allah müşrikleri bağışlamaz). İbrahim'in
babası için af dilemesi, sadece ona verdiği sözden dolayı idi. Yoksa onun
Allah'ın düşmanı olduğu kendisine belli olunca, (af dilemekten vazgeçip) ondan
uzaklaştı. Şüphesiz ki ibrahim çok yumuşak huylu ve pek sabırlıydı" [87]
ayetlerini indirdi. [88]
(279) Ebu
Hüreyre anlattı: Rasulullah (s.a.v.) amcasına:
- "La ilahe
illallah, de. Kıyamet gününde, Allah
katında, onunla senin lehine şehadet edeyim" dedi.[89] Ebu
Talib de:
- Kureyşlilerin beni ayıplayarak: Ebu Talib'i
buna ancak korku şevketti denıeseler seni mutlaka memnun ederdim, dedi.
Bunun üzerine Aziz ve
Celü olan Allah: "Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin" ayetini
indirdi. [90]
Böylece bize
(el-ceze'u )=korku rivayet edildi. Dilciler bunu inkar etmektedirler. Sa'leb:
O, (el-hara'u ) dir. Bu da zayıflık ve gevşeklik anlamlarına gelir.
280)
Abdullah İbn Salebe îbn Su'ayr el-Uzrî şunu anlattı: Ebu Talib şöyle dedi:
- Yeğenim! Benden
sonra sana ve senin babanın oğullarına sövü-leceği ve Kureyşlilerin, bunu, benim
ölümden korkarak söylediğimi sanmaları korkusu olmasaydı, söylediğini yapar ve
teşekkürüne, bana olan sevgine ve bana yaptığın nasihata karşılık seni memnun
ederdim.
Daha sonra Ebu Talib,
Abdulmuttalib oğullarını çağırdı ve:
- Muhammed'den dinlediğiniz ve onun işine
(dinine) uyduğunuz sürece daima iyi olacaksınız. Ona uyun ve yardım edin ki doğru yolda
olasınız, dedi. Rasululllah (s.a.v.):
- "Kendin için
terkettiğin halde, niye onlara bu şeyleri emrediyorsun!" dedi. Ebu Talib:
- Ö kelimeyi benden sağlamken isteseydin,
söylediğin şey üzere sana beyat ederdim.
Fakat ölüm anında korkmaktan hoşlanmıyorum. Çünkü Kureyşliler, sağlamken
reddettiğim halde şimdi korktuğum için o kelimeyi kabul ettiğimi zannederler,
dedi. [91]
281) Hz. Ali
şöyle dedi:
Rasulullah'a (s.a.v.)
Ebu Talib'in ölümünü haber verince ağladı. Sonra:
- "Git, onu yıka, kefenle ve defnet. Allah onu bağışlasın ve ona rahmet
etsin" dedi. [92]
Ben de dediğini
yaptım.
Rasulullah (s.a.v.),
evinden çıkmaksızın, birkaç gün, onun için af diledi. Sonunda Cebrail ona şu
ayeti indirdi: "(Kafir olarak ölüp) Cehennem ehli oldukları onlara açıkça
belli olduktan sonra, akraba dahi olsalar (Allah'a) ortak koşanlar için af
dilemek ne peygambere yaraşır ne de inananlara. (Çünkü Allah müşrikleri
bağışlamaz)."[93]
Hz. Ali şöyle der:
Rasulullah (s.a.v.) bana emretti, yıkadım.
282) Hz. Ali
anlatmıştır: Peygamber'e (s.a.v.) gelip:
- Dalalet (sapıklık)
içindeki yaşlı amcan öldü, dedim. Rasulullah (s.a.v.): ,
- "Git, onu göm
ve dönüp yanıma gelinceye kadar hiçbir şey yapma" dedi. [94]
283) İbn
Abbas şöyle dedi:
Rasulullah (s.a.v.)
Ebu TaUb'in cenazesine katıldı ve:
- "Amca!
Akrabalığımızın hakkı sana ulaştı. Allah sana iyilik versin" dedi. [95]
284)
El-Abbas İbn Abdilmuttalib anlattı: Rasulullah'a gidip:
- Ya Rasulallah! Amcan
Ebu Talib, senin namına (düşmanlarına) kızar ve seni korurdu. Bu davranışı ona fayda verir mi? dedim.
Rasu-lullah (s.a.v.):
- "Evet. O,
cehennemin sığ bir yerindedir. Eğer ben olmasaydım, cehennemin en derin yerinde
olurdu" dedi. [96]
285)
Muhammed İbn Ka'b El-Kurazî anlattı:
Ben şunu duydum: Ebu
Talih ölmeden önce hastalandığında Ku-reyşliler şöyle dediler:
- Ebu Talib! Yeğenine
haber gönder de sana söylediği şu cennetten, şifa verecek birşeyler göndersin.
Kureyşlilerin adamı
gitti ve Rasulullah'ı Ebu Bekr'le birlikte otururken buldu. Şöyle dedi:
- Muhammed! Amcan sana şöyle diyor: Yeğenim!
Ben yaşlıyım, zayıfım ve hastayım. Bahsettiğin şu cennetinin yiyecek ve
içeceklerinden bana, şifa verecek birşeyler gönder. Ebu Bekr:
- Allah onlan
kafirlere haram kıldı, dedi. Adam Kureyşlilere dönüp:
- Beni kendisine gönderdiğiniz Muhammed'e
haberi ulaştırdım. Bana hiçbir şey vermedi.
Ebu Bekr Allah onları kafirlere haram kıldı, dedi. Muhammed ise sustu.
Ebu Talib'i kendi
tarafından bir adam göndermeğe teşvik ettiler. Ebu Talib'in adamı Rasulullah'ı
(s.a.v.) oturduğu yerde buldu.
- "Allah cennetin
yiyecek ve içeceklerini kafirlere haram kıldı" cevabını verdi. [97]
Rasulullah (s.a.v.)
gelen adamın arkasından hemen kalktı.
0-nunla birlikte eve girdi. Evin insan dolu olduğunu görünce:
- "Amcamın
yanından çekilin" dedi.
- Biz birşey
yapmıyoruz. Sen ona bizden daha -çok hak
sahibi değilsin. Eğer senin onunla akrabalığın varsa bizim de senin kadar akrabalığımız
var, dediler.
Rasulullah (s.a.v.)
amcasının yanma oturup:
- "Amca! Sana iyilikle mukabele
edilsin. Küçükken bana bakıp besledin.
Büyüyünce de beni koruyup gözettin. Amcacığım! Benim namıma sana iyilikle
mukabele edilsin. Kendine karşı bir tek
kelimeyle bana yardımcı ol ki, kıyamet gününde, Allah katında, onunla, senin lehine
şefaatçi olayım" dedi. Ebu Talib:
- Yeğenim! O kelime
nedir? dedi. Rasulullah (s.a.v.):
- "La ilahe illallahu vahdehu la şerike
leh=Allah'tan başka ilah yoktur. O tektir ve ortağı yoktur, de" dedi. Ebu
Talib:
- Sen bana öğüt
veriyorsun. Vallahi, sen benden sonra
bununla ayıplanın asaydın ve ölüm anında amcan korktu denilmeseydi, seni bunu
söyleyerek memnun ederdim, dedi. Oradakiler:
- Ebu Talib! Sen, şeyhlerin dini olan
Hanifliğin başısın diye haykırdılar. Ebu Talib:
- Ben şeyhlerin dinindeyim, Kureyş, amcan ölüm anında korktu demesin,
dedi. Rasulullah (s.a.v.):
- "Beni menetmedikçe, Rabbime devamlı
senin için istiğfarda bulunacağım" dedi.
Rasulullah (s.a.v.)
Ebu Talib öldükten sonra onun için istiğfarda bulundu. Müslümanlar: ibrahim
(a.s.) babası için istiğfarda bulunmuşken, Muhammed (s.a.v.) amcası için
istiğfarda bulunurken, bizi, atalarımız ve akrabalarımız için istiğfarda
bulunmaktan engelleyen nedir? dediler ve müşrikler için istiğfarda bulundular.
Sonunda: "(Kafir olarak Ölüp) cehennem ehli oldukları onlara açıkça belli
olduktan sonra, akraba dahi olsalar, (Allah'a) ortak koşanlar için af dilemek
ne peygambere yaraşır ne de inananlara. (Çünkü Allah müşrikleri
bağışlamaz)" ayeti geldi. [98]
286)
(Abdullah İbn) Sa'lebe İbn Sukayr anlattı:
Ebu Talib'le Hadice
vefat ettiğinde -ki ikisinin vefatı arasında bir ay beş gün vardı-
Rasulullah'ın üzerinde iki musibet bir araya gelmişti. Bundan dolayı evine
çekildi ve pek az dışarı çıktı. Kureyşliler ona, yapamadıkları ve istedikleri
hakaretleri yaptılar.
Ebu Leheb bunu
duyunca, Rasulullah'm yanına geldi ve:
-Muhammedi Git, ne
istiyorsan, Ebu Talib'in sağlığında ne yapar idiysen, yine yap. Lafa yemin olsun!
Ben ölünceye kadar sana kimse dokunamaz, dedi.
İbnu'l-Gaytala,
Peygamber'e (s.a.v.) sövdü. Ebu Leheb peygam-ber'in yanma geldi ve
İbnu'l-Gaytala1 ya hakaret etti. Îbnu'l-Gaytala:
- Ey Kureyş topluluğu!
Ebu Utbe dininden döndü, diye bağırarak geri gitti.
Kureyşliler gelip Ebu
Leheb'in tepesine dikildiler. Ebu Leheb:
- Ben Abdulmuttalib'in
dininden ayrılmadım. Fakat ben yeğenime, yapmak istediğini yapıncaya kadar
haksızlık edilmesini Önlüyorum, dedi. Kureyşliler:
- îyi ettin, sen
akrabalık hakkını gözettin, dediler.
Rasulullah (s.a.v.)
Ebu Leheb'ten korkulduğu için kendisine Ku-reyş'ten hiç kimse sataşamadan
birkaç gün böyle gider gelir oldu. Bir
gün, Ukbe tbn Ebi Muayt'la Ebu Cehil, Ebu Leheb'in yanına geldiler. Ona:
- Yeğenin sana,
babanın nereye girdiğini haber verdi mi? dediler. Ebu Leheb Rasulullah'a
(s.a.v.):
- Muhammed!
Abdulmuttalib'in girdiği yer neresidir? diye sordu. Rasulullah (s.a.v.):
- "Kavmiyle
birliktedir" dedi. Ebu Leheb onların yanma gidip:
- Ona sordum. Kavmiyle
birliktedir diye cevap verdi, dedi. O ikisi: - Onun cehennemde olduğunu iddia
ediyor, dediler. Ebu Leheb:
- Muhammed! Abdulmuttalib cehenneme girecek mi?
dedi. Rasulullah (s.a.v.):
- "Evet.
Abdulmuttalib gibi Ölen herkes cehenneme girer" dedi. [99]
Bunun üzerine Ebu
Leheb: ı
- Demek- sen Abdulnıuttalib'in ateşte olduğunu
iddia ediyorsun, öyle mi, vallahi, artık sana ebediyyen düşmanlık yapacağım,
dedi.
Böylece Ebu Leheb'in
ve diğer Kureyşlilerin Rasulullah'a düşmanlık ve zulümleri arttı.
287)
Muhammed îbn Cubeyr îbn Mut'un şöyle dedi:
Ebu Talib ölünce Kureyşlüer
Rasulullah'a hakaret ettiler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) Taife gitti. [100]
288)
Muhammed îbn Cubeyr İbn Mut'ım anlatmaktadır:
Rasulullah (s.a.v.)
Ebu Talib'in ölümünden sonra, Zeyd Ibıı Hari-se'yle birlikte Taife gitti. Bu
nübüvvetin onuncu yılında Şevval ayının (bitmesine) birkaç gece kala olmuştu. [101].
289)
Muhammed îbn Ömer, bundan başka bir isnadla şöyle rivayet etti.
Rasulullah (s.a.v.)
Taifte on gün kaldı. -Bir başkası: Bir ay kaldı demiştir.- Taif eşrafından
yanına varıp konuşmadığı bir kimse bırakmadı.
Taif liler,
Resulullah'ın (s.a.v.) teklifini kabul etmediler. Gençlerinin, müslüman
olmalarından korktular ve:
- Muhammed!
Memleketimizden çık git. Seni seven, seni kurtaracak yerlere sığın, dediler.
Serserileri ona karşı kışkırtıp onu taşlattırdılar. Öyle ki, ayakları kan içinde kaldı. Zeyd îbn Harise onu kendi vücuduyla korumağa
çalışıyordu. Atılan taşlarla Rasulullah'ın başı pek fena yarılmıştı.
Rasulullah (s.a.v.)
üzgün bir halde Mekke'ye döndü. Rasulullah (s.a.v.) Taif ten Mekke'ye dönerken
Nahle'de konakladı. Geceleyin namaz kılmak üzere kalktı. O sırada Nasibin
cinlerinden yedisi gelip onu dinlediler. Rasulullah (s.a.v.) Nahle'de birkaç
gün kaldıktan sonra Mekke'ye girmek istedi. Zeyd O'na:
- Onlar seni Mekke'den çıkardıkları halde,
şimdi onların yanına nasıl gireceksin? dedi.
Rasulullah (s.a.v.):
Huzaa kabilesinden birisiyle Mut'ım îbn A-diyy'e şu haberi gönderdi:
- "Senin himayene
gireyim mi? Mut'ım da:
- Evet, dedi. [102]
290)
Muhammed Ibn Ka'b el-Kurazî anlattı.
Rasulullah (s.a.v.)
Taife varınca, o sırada Sakîf in ileri gelenlerinden ve eşrafından olan bazı
kimselere gitti. Bunlar Amr İbn-U-meyr'in çocukları olan uç kardeşti ki adları
Abduyaleyl, Mes'ud ve Habîb'ti.
Rasulullah (s.a.v.)
oturup bunları Allah'a davet etti.
İslamı yaymasına yardımcı olmalarını ve kavminden muhalefet edenlere
karşı, kendisiyle birlikte hareket etmelerini istemek üzere, onların yanına
geldiğini söyledi.
Onlardan birisi:
- Eğer seni, Allah gondermişse, Ka'be'nin
örtüsünü yırtsın, dedi. Öbürü;
- Allah senden başka
gönderecek birisini bulamadı mı? dedi. Üçüncüsü:
- Vallahi, seninle asla konuşmayacağım. Eğer sen, dediğin gibi Allah tarafından
gönderilmiş bir elçiysen, sen benim, sana cevap vermemden çok yüksek bir
mertebede bulunuyorsun, demektir. Eğer
Allah'a karşı yalan söylüyorsan, zaten seninle konuşmam bana yakışmaz, dedi.
Rasulullah (s.a.v.)
Sakiften gelecek hayırdan ümidini keserek yanlarından kalktı. Sakifliler
serseri ve kölelerden ona sövmelerini ve bağırmalarını istediler. Halk
etrafında toplandı. Onu, Utbe İbn Rabi-a'yla (Şeybe İbn Rabia'mn) bahçesine
sığınıncaya kadar takip ettiler. Utbe'yle Şeybe bahçedeydiler. Onu takip eden
Sakifli serseriler dönüp gittiler.
Rasulullah (s.a.v.)
bir asmanın yanına gidip gölgesine oturdu. Utbe'yle Şeybe onu seyrediyorlardı.
Sakifli serserilerin ona yaptıklarını görmüşlerdi.
Rasulullah (s.a.v.)
dinlenip rahatladıktan sonra -bana zikredildi-ğine göre- şunları söyledi:
- "Allah'ım! Gücümün zayıflığını,
tedbirimin azlığını, halkın yanında hakir görülüşümü, sana şikayet ediyorum.
Ey merhametlilerin en
merhametlisi! Sen zayıfların Rabbisin. Sen benim Rabbimsin. Beni, kime
bırakıyorsun? Bana suratını asan uzak-takine mi? Yoksa işimi, eline verdiğin
düşmana mı bırakıyorsun? Eğer senin bana bir kızgınlığın yoksa, hiç aldırmam.
Fakat senin affın benim için daha geniştir.
Bana gazabım
indirmenden veya gazabının üzerime yerleşmesinden, kendisiyle karanlıkların
aydınlandığı ve onun üzerine dünya ve a-hiret işlerinin düzeldiği, vechinin
(zatının) nuruna sığınırım. Her şey senin hoşnutluğun içindir. Bütün güç ve
kuvvet senin elindedir."
Utbe ve Şeybe İbn
Rabia, Rasulullah'm başına gelenleri görünce, Addas isimli hristiyan kölelerini
çağırıp:
- Bu ü2ümden birkaç
salkım al, şu tabağın içine koy, sonra da şu adama götür ve ona üzümden
yemesini söyle, dediler.
Addas dediklerini
yaptı. Üzümü götürdükten sonra Rasulullah'm önüne koydu. Rasulullah elini uzatıp:
- Bismillah dedi ve
yedi. Addas onun yüzüne bakıp: -Vallahi, bu sözü bu memleketin halkı söylemez,
dedi. Rasulullah ona:
- "Addas!
Senhangi memlekettensin? Dinin nedir? diye sordu. Addas:
-Ben hıristiyanım.Ninovahalkmdanbirisiyim,
dedi. Rasulullah ona:
- "Demek sen, Salih kişi Yunus İbn
Metta'nm köyündensin" dedi. Addas:
- Sen Yunus ibn
Metta'yı nereden biliyorsun? dedi. Rasulullah:
- "O kardeşimdir. O, bir peygamberdi. Ben de bir peygamberim" dedi.
Bunun üzerine Addas,
Rasulullah'm üzerine kapanıp başını, ellerini ve ayaklarım öptü,
Utbe'yle Şeybe
birbirlerine şöyle diyorlardı:
- O sana karsı köleni
de bozdu, yoldan çıkardı. Addas onların yanma gelince:
- Yazıklar olsun sana!
Addas! Niye, o adamın başını, ellerini ve a-yaklarını Öpüyorsun?! dediler.
Addas:
-Efendim! Yeryüzünde,
bu adamdan daha hayırlısı yoktur. O bana ancak bir peygamberin bilebileceği bir
şeyi (dini) haber vedi, dedi. [103]
291) Enes
rivayet etti: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: i
"Allah yolunda
korkutulduğum kadar hiç kimse korkutulmadı ve Allah yolunda bana eziyet
edildiği kadar hiç kimseye eziyet edilmedi. Üzerimden gecesi ve gündüzüyle otuz
gün geçmiştir ki, bana ve Bilal'a, Bilal'in koltuğunun örttüğü şeyden başka
ciğeri bulunan bir yaratığın yiyebileceği bir yiyecek yoktur." [104]
Tirmizi: Bu, sahih bir
hadistir demiştir.
Hadisin manâsı şudur:
Peygamber (s.a.v.) Bilal'le birlikte Mekke'den kaçarken, Bilal'in yanında,
yiyecek olarak koltuğunun altında taşıdığı şey vardı. [105]
292) Rasulullah
(s.a.v.) Taiften dönünce, el-Ahnes İbn Şerik'e şu haberi gönderdi:
- "Rabbimin bana
verdiği peygamberlik görevini tebliğ edip yerine getirinceye kadar, beni
himayene alır mısın?" El-Ahnes şöyle dedi:
-Halif, Sarih'i
himayeye alamaz. [106]
Rasulullah (s.a.v.) elçilik yapan kişiye:
- Süheyl ibn Amr'a git
ve ona: Muhammed: "Rabbimin bana verdiği peygamberlik görevini tebliğ edip
yerine getirinceye kadar, beni himayene alır mısın diyor, de."
Elçi Süheyl'e gidip
Rasulullah'm söylediği şeyi aktardı. (Süheyl şöyle dedi):
- Amir İbn Lueyy
oğulları, Ka'b oğullarını himaye edemezler. Elçi geri geldi ve bunu
Rasulullah'a söyledi. Rasulullah:
- "El-Mut'ım ibn
Adiyy'e git ve ona şöyle söyle: "Muhammed sana: Rabbimin bana verdiği
peygamberlik görevini tebliğ edip yerine getirinceye kadar,
beni himayene alır
mısın?" diyor de, buyurdu.
El-Mut'ım:
- Evet, himayeme
girsin, dedi.
Elçi geri geldi ve
Peygamber'e haber verdi.
El-Mut'ım îbn Adiyy
sabahleyin, kendisi ve oğulları silahlarını kuşanmış olarak Mescid'e girdiler.
Ebu Cehil, el-Mut'ım'i görünce:
- Himayeci misin?
Yoksa tâbi misin? dedi. El-Mut'ım:
- Himayeciyim, dedi.
Ebu Cehil:
- Senin himayene
aldığını biz de himayemize aldık, dedi.
Peygamber (s.a.v.) de
girdi. Hacer-i esved'e vardı. Ona istilamda bulundu, iki rekat namaz kılıp
evine gitti. Bu sırada el-Mut'ım'le çocukları onun etrafında dolaşıyorlardı. [107]
293)
Muhammed İbn Cübeyr İbn Mut'ım'in babası şöyle dedi: Rasulullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu:
"El-Mut'ım İbn
Adiyy sağ olsaydı da, şu kokmuşlar hakkında (yani Bedir esirleri hakkında),
benimle konuşsaydı, onlan, onun hatırı için (fidye almadan) bağışlar, serbest
bırakırdım." [108]
294)
Rasulullah (s.a.v.) herhangi bir mevsimde kabilelerin yanına gider:
- "Ey
falanoğulları! Ben, Allah tarafından size gönderilmiş elçiyim. O, sike
kendisine tapmanızı ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmamanızı emrediyor"
derdi. [109]
Ebu Leheb de onun
peşinden gelir:
- Onu dinlemeyin, ona
itaat etmeyin, derdi.
, Rasulullah (s.a.v.)
Kinde kabilesinin konaklama yerlerine gitti. Onun teklifini kabul etmediler.
Yine Rasulullah Beni
Hanife kabilesinin konaklama yerlerine gitti. Ancak onlar, Rasulullah'ı
(s.a.v.) çok çirkin bir şekilde reddettiler.
Rasulullah (s.a.v.)
davette bulunduğu, kendisinde olanı (İslam'ı) arz ve teklif etmediği, adı ve
sanı olan hiçbir Arab'ı bırakmamıştı.
295) Cabir
İbn Abdillah anlattı:
Rasulullah (s.a.v.)
Hacc mevsimlerinde, halkın, Ukaz ve Mecenne panayırlarındaki konaklama yerlerine
varıp: Beni kim barındırır? Bana kim yardım eder, diyerek Mekke'de on yıl
kaldı. [110]
296) Cabir
İbn Abdillah anlattı:
Peygamber (s.a.v.) hac
mevsiminde kendisini arzediyor ve şöyle diyordu:
- "Beni kavmine götürecek birisi yok mu?
Çünkü Kureyş beni, Rabbimin kelamım tebliğ etmekten engellemek
istemişlerdi." [111]
Bir.dinsizin veya imam
az birisinin aklına gelip şöyle diyebilir: Peygamberin bir kafirin himayesine
girmeye ve mevsimlerde: Beni kim barındırır? demeye ihtiyaç duymasının sebebi
nedir?
Davası haksa, onu
peygamber olarak gönderen kendisine yardım ederdi.
Ona şöyle denilir;
Sabit olmuştur ki, herşeye kadir olan ilah, birşeyi ancak bir hikmetten dolayı
yapar.
Eğer yaptığının
hikmeti bizden saklı kalıyorsa, bizim, ona teslim olmamız gerekir.
Rasul'ün başından
geçenler ancak külliyyat kanunlarını düzenleyen, hiç aksama olmayan, sağlam
bir tedbirle felekleri döndüren, suları akıtan, rüzgarları estiren Hakim'den
sadır olmuştur.
Onun Rasulünün
açlıktan beline taş bağladığını, kendisinin küçük görüldüğünü ve ona eziyet
edildiğini görünce anlarız ki, bunun altında bazı hikmetler vardır. Onlardan
bazılarına işaret edersek bela (musibet) perdelerinin arasından iki hikmet
ortaya çıkar.
1- Belaya
uğrayanın, kalbinin belaya razı olmaya kanaat getirmesidir ki kalp bundan
üzerine düşeni yerine getirir.
2- Şüpheleri
giderme konusunda gayret gösteren kimseye sevap verilmesi için delillere
dayanarak şüpheyi dağıtmak. [112]
Rasulullah (s.a.v.)
her mevsimde yaptığı gibi (onbirinci yılın) mevsiminde kendini kabilelere
arzetmek üzere çıktı.
Rasulullah (s.a.v.)
Akabe'de bazı Hazreclilerle karşılaştı. Onlara:
- "Siz
kimsiniz?" dedi. Onlar:
- Biz Hazrec
kabilesindeniz, dediler
- Sizinle konuşmam için
oturmaz mısınız? dedi.
- Olur, dediler.
Hazrecliler onun
yanına oturdular. Rasulullah (s.a.v.) onları Allah Teala'ya imana davet etti.
Onlara İslamı arzetti ve Kur'an okudu.
Onların eskileri Galib
oğullarından bir peygamber çıkacağını duyarlardı.
297) îbn
Cumey anlattı:
Evs Ibn Harise İbn
Salebe îbn Amr îbn Amir ölüm yatağına düştüğünde ona:
- Biz sana, gençliğinde evlenmeni tavsiye
ediyorduk sen de karşı çıkıyordun. İşte
bu, kardeşin Hazrec, onun beş oğlu vardır.
Senin ise sadece Malik var, dediler. O da şöyle cevap verdi:
- Hiç kimse Malik'i
terkedenin helak olduğu gibi helak oİmaz. Bir de şu şiiri söyledi:
"Allah'ın, saadet
ve iyilik ehlinin kendisiyle kurtulduğu bir daveti olduğu kavmime gelmedi mi?
Mekke'de Zemzemle Hıcr
arasında Alu Galib'den elçi gönderildiği zaman.
Bu arada onun
memleketiniz deki Amir oğullarına karşı zafer kazanmasını isteyin. Çünkü
saadet zaferdedir."
Rasulullah'm (s.a.v.)
kendisini arzettiği bu kişiler bir peygamberin zamanının gölgesinin düştüğünü
yahudilerden duyuyorlardı.
Rasulullah (s.a.v.)
onlarla konuşunca birbirlerine:
- Vallahi, bu,
yahudilerin kendisiyle sizi korkuttuğu
peygamberdir. Yahudiler (ona inanmak ve tabi olmakta) sizi geçmesinler,
dediler.
Onlar, Rasulullah'm
davet ettiği şeyi kabul edip iman etmiş olarak memleketlerine geri-döndüler.
Bunlar altı
kişiydiler: Es'ad İbn Zurare, Avf îbn Afra, Rafı îbn Malik, Kutbe İbn Amir,
(Ukbe İbn Amir) ve Cabir İbn Abdülah İbn Riab.
Bunlar Medine'ye
kavimlerinin yanma varınca, onlara Rasulul-lah'tan bahsettiler. Onları İslam'a
davet ettiler. Böylece İslam onların arasında yayıldı.
Ertesi yıl, Ensar'dan
oniki kişi geldi. Rasulullah'la Akabe'de görüştüler. Altısı Cabir hariç, daha
önce adları geçen kimselerdi. Diğerleri de şunlardı: Muaz İbn Afra, Zekvan îbn
Abdikays, Ubade Îbnu's-Samit, Yezid İbn Sa'lebe, Abbas İbn Ubade, Uveym İbn
Saide ve Ebu'l Heysem İbnu't-Teyyihan.
Rasulullah (s.a.v.)
onlardan beyat aldı. [113]
298) Ubade
Îbnu's-Samit anlattı:
Biz Akabe gecesinde
Rasulullah'a beyat ettik. Birisi de ben olmak üzere oniki kişi idik. Biz de,
kadınların yaptığı beyat gibi, ona, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayacağımıza,
çalmayacağımıza, zina yapmayacağımıza, çocuklarımızı öldürmeyeceğimize, önden
ve arkadan birbirimize iftira etmeyeceğimize, bir maruf konusunda ona isyan etmeyeceğimize
dair beyat ettik. Bu, savaş farz kılınmadan önce olmuştu. Eğer bunları yerine
getirirseniz, size cennet vardır. Eğer bir şeyi örterseniz (yapmazsanız), onun
işi Allah'a kalmıştır. O, dilerse affeder, dilerse azabeder. [114]
Onlar Rasulullah'm (s.a.v.)
yanından ayrılırken, halka dinini öğretmek ve Kur'an okutmak üzere Mus'ab İbn
Umeyr'i yanlarında Medine'ye gönderdi.
Böylece birçok kimse müslüman
oldu. [115]
299)
El-Vakidî, adamlarından rivayet etti:
Isra (miraç) nübüvetin
onikincî yılı, hicretten onsekiz ay önce, Ra-mazan'm onyedisinde, cumartesi
günü meydana gelmiştir.
300) Yine
el-Vakidî şeyhlerinden şunu rivayet etmiştir:
Rasulullah (s.a.v.)
hicretten bir yıl önce, Rabiü'l-evvel ayının on-yedinci gecesinde geceleyin
götürüldü.
Bu, ibn Abbas'la
Aişe'nin görüşüdür.
301)
Şeyhimiz Ebu'1-Fadl ibn Nasr'm şöyle dediğini duydum:
Bazıları: tsra,
hicretten bir yıl önce olmuştur, dediler. Bazıları da: Hicretten altı ay önce
oldu, dediler.
Bir sene önce oldu
diyenlere göre, Rabiu'l-evvel ayındadır. Sekiz ay önce oldu diyenlere göre,
Recep ayındadır. Altı ay Önce oldu diyenlere göre, Ramazan ayındadır.
Bana göre de: Recep
ayının yirmiyedînci gecesindedir. [116]
302) Enes
îbn Malik'e, Malik İbn Sa'sa'a şunu anlattı:
Rasulullah (s.a.v.)
kendisinin götürüldüğü geceyi (İsra ve Miracı) onlara şöyle anlattı:
"Ben hatim'de
-Katade Hicr'de diye rivayet etmiştir- yatıyordum. O sırada bana gelen
(Cebrail) geldi. Arkadaşına şöyle demeğe başladı: Üçün arasında, en ortada
olan." Şöyle de demiştir.
"Bana geldi ve
(göğsümü) yardı.
(Katade'nin şöyle
dediğini duydum: "Şuradan buraya kadar yardı."
Katade şöyle dedi:
Yanmadayken Carud'a: Bununla neyi kasdedi-yor? dedim.
O da: Boğaz çukurundan
kıl bittiği yere kadar, yani ön mahallidir, dedi.
Yine onun şöyle
dediğini duydum: Göğüs başında kıl biten yere kadar olan mahaldır.)
"Kalbimi
çıkardı. Sonra içi iman ve hikmet dolu
bir tas getirildi. Daha sonra katırdan küçük, merkepten büyük beyaz bir hayvan
getirildi.
(Carud:
- Ebu Hamze! O, Burak
mıdır? dedi. O da:
- Evet. O, adımını
gözünün erişebildiği yerin son noktasına atardı, demiştir.)
"Ben onun üzerine
bindirildim. Cebrail de benimle birlikte gitti. Nihayet dünya semasına vardı.
Cebrail gök kapısını çaldı.
- Kim o? denildi.
Cebrail:
- Ben Cebrail'im,
dedi.
-Yanındaki kimdir?
diye soruldu. Cebrail: r Muhammed- diye cevap verdi.
- Ona (göğe çıkmak
için) vahiy ve miraç daveti gönderildi mi? diye soruldu.
-Evet, gönderildi,
dedi.
-Merhaba gelen zata!
Bu gelen kişi ne güzel yolcu, denildi. Hemen gök kapısı açıldı. Ben birinci
semaya varınca, orada, Adem'le karşılaştım. Cebrail bana:
-Bu, baban Adem'dir.
Ona selam ver, dedi. Ben de selam verdim. Adem selamı aldı. Sonra:
- Merhaba iyi, hayırlı
oğul ve salih peygambere, dedi.
Sonra yükselip ikinci
semaya geldi. Yine gök kapısının açılmasını istedi.
-Kim o? denildi.
Cebrail:
- Ben Cebrail'im,
dedi. -Yanındaki kimdir? denildi. Cebrail: -Muhammed diye cevap verdi.
-Ona (göğe çıkmak
için), vahiy ve miraç daveti gönderildi mi? -Evet diye cevap verdi.
-Merhaba gelen zata!
Bu gelen kişi ne güzel yolcu, denildi ve hemen gök kapısı açıldı.
Ben ikinci semaya
varınca orada Yahya ve İsa ile karşılaştım. Yahya ile İsa teyze oğullarıdır.
Cebrail:
- Bunlar, Yahya ile
İsa'dır. Onlara selam ver. Onlara selam verdim. Selamımı aldılar.
Sonra:
-Merhaba hayırlı
kardeş, salih peygamber! dediler.
Sonra Cebrail
yükseldi. Üçüncü semaya geldi. Gök kapısının a-çılmasını istedi.
-Kim O? denildi.
Cebrail;
- Cebrail'im, dedi.
-Peki, yanındaki
kimdir? denildi. -Mühammed diye cevap verdi.
- Ona (göğe çıkmak
için), vahiy ve miraç daveti gönderildi mi? denildi.
-Evet, dedi.
-Merhaba gelen zata!
Bu gelen kişi ne güzel yolcu! denildi. Hemen gök kapısı açıldı.
Vardığımda Yusuf la
karşılaştım. Cebrail:
-Bu, Yusuf tur O'na
selam ver, dedi. Yusuf a selam verdim.
Selamımı aldı. Sonra:
-Merhaba hayırlı
kardeş, salih peygamber! dedi.
Cebrail yükseldi ve
dördüncü semaya geldi. Gök kapısının
açılmasını istedi.
-Kim o? denildi.
-Ben, Cebrail'im,
dedi.
-Yanındaki kimdir?
denildi.
-Muhammed diye cevap
verdi.
'
-Ona (göğe çıkmak için
vahiy ve miraç daveti) gönderildi mi? denildi. Cebrail:
-Evet, dedi.
-Merhaba gelen zata!
Bu gelen kişi ne güzel yolcu! denildi. Hemen gök kapısı açıldı.
Oraya vardığımda
İdris'le (a.s.) karşılaştım. Cebrail:
-Bu, îdris'tir. Ona
selam ver, dedi. İdris'e selam verdim. Selamımı aldıktan sonra:
-Merhaba salih kardeş,
salih peygamber! dedi.
Sonra Cebrail yükseldi. Beşinci semaya geldi.
Gök kapısının a-çılmasını istedi.
-Kim O? denildi.
Cebrail: -Ben Cebrail'im, dedi. -Yanındaki kimdir? denildi. -Muhammed diye
cevap verdi.
-Ona (göğe çıkmak için
vahiy ve miraç daveti) gönderildi mi? denildi.
-Evet diye cevap
verdi.
-Merhaba ona! Bu gelen
zat ne güzel yolcu! denildi. Hemen gök kapısı açıldı. Oraya vardığımda,
Harun'la karşılaştım. Cebrail:
-Bu, Harun'dur. Ona
selam ver, dedi. Ben de Harun'a selam verdim. O, selamımı alıp:
-Merhaba salih
peygamber, iyi kardeş! dedi.
Sonra Cebrail yükseldi
ve altıncı semaya geldi. Gök kapısının a-çılmasım istedi.
- Kim O? denildi.
- Ben Cebrail'im,
dedi.
- Yanındaki kim?
denildi.
- Muhammed diye cevap
verdi.
- Ona (göğe çıkmak
için vahiy ve miraç daveti) gönderildi mi? denildi.
-Evet, dedi.
-Merhaba ona! Bu gelen
zat ne güzel yolcu! denildi.
Oraya vardığımda Musa
ile (a.s.) karşılaştım.
-Bu, Musa'dır. Ona
selam ver, dedi. Musa'ya selam verdim. O, selamımı alıp:
-Merhaba salih
peygamber, salih kardeş! dedi.
ı
Ben Musa'yı bırakıp
geçince, ağlamağa başladı. Musa'ya: -Niye ağlıyorsun? denildi. O da:
-Benden sonra bir genç
peygamber olarak gönderildi. Onun ümmetinden cennete girenler benim ümmetimden
girenlerden çoktur da ona ağlıyorum, dedi.
Sonra Cebrail yükseldi
ve yedinci semaya geldi. Gök kapısını çaldı.
-Kim O? denildi.
Cebrail: -Ben, Cebrail'im, dedi. -Yanında kim var? denildi. '
-Muhammed, dedi.
-Ona (göğe çıkmak için
vahiy ve miraç daveti) gönderildi mi? denildi.
-Evet diye cevap
verdi.
-Merhaba ona! Bu gelen
zat ne güzel yolcu! denildi. Hemen gök kapısı açıldı.
Yedinci gökte,
ibrahim'le (a.s.) karşılaştım. Cebrail:
-Bu, İbrahim'dir. Ona
selam ver, dedi. Ona selam verdim. Selamımı aldıktan sonra:
-Merhaba hayırlı oğul
ve salih peygamber! dedi.
Daha sonra
Sidretulmunteha'ya götürüldüm. Sidr ağacının meyveleri (Yemen'in) Hecer
(kasabası) testilerine benzemekteydi. (Onlar kadar büyüktü). Yaprakları da
fillerin kulakları gibidir. Cebrail:
-îşte, bu
Sidretuhnunteha'dır, dedi.
Bu ağacın aslından
dört nehir kaynıyordu. îki nehir zahir, iki nehir batındı. Ben:
- Cebaril! Bu ikisi
nedir? dedim. O da şu cevabı verdi:
-Batınî nehirler,
cennette iki nehirdir, zahiri olan nehirler Nil'le Fırat nehirleridir, dedi.
Daha sonra, bana
Beyt-i Mamur gösterildi.
(Katade şöyle
demiştir: El-Hasen bize, Ebu Hureyre'den şunu rivayet etti: Rasulullah Beyt-i
Ma'mur'a her gün yetmişbin melek girdiğini ve çıktıktan sonra bir daha oraya
dönmediklerini görmüştür.)
Enes'in hadisine dönüp
şöyle dedi:
"Bana biri şarap,
diğeri süt dolu iki kap getirdiler. Ben süt dolu olanı aldım. Bunun üzerine
Cebrail:
-Bu fıtrattır. Sen ve
ümmetin o fıtrat üzeresiniz, dedi. *
Sonra benim (le
ümmetim) üzerine her gün elli vakit namaz farz kılındı. Dönüp Musa'ya
uğradığımda:
-Sana ne emredildi?
diye sordu. Ben:
-Hergün elli vakit
namaz kılmakla emrolundum diye cevap verdim. Musa:
-Her gün, elli vakit
namaza ümmetinin gücü yetmez. Ben insanları senden önce denedim. İsrail
oğullarıyla çok uğraştım. Sen Rabbine dön, ümmetin için bunu indirmesini iste.
Rabbime döndüm. Benden on vakit namaz indirildi. Musa'ya tekrar döndüm. Musa:
-Sana ne emredildi?
dedi. Ben:
-Hergün kırk vakit
namaz emredildi, dedim. Musa:.
- Ümmetinin her gün
kırk vakit namaza gücü yetmez. Ben senden önce insanları denedim, israil
oğullarıyla çok uğraştım. Rabbine dön, Ümmetinden indirmesini iste, dedi.
Ben döndüm. Benden bir
on daha kaldırdı. Musa'ya geldim.
-Sana ne emredildi?
diye sordu. Ben:
-Her gün otuz vakit
namaz emredildi, dedim. Musa:
-Senin ümmetin, her
gün otuz vakit namaza tahammül edemez. Ben, senden önce insanları denedim.
İsrail oğullarıyla çok uğraştım. Rabbine dön, ümmetin için indirmesini iste,
dedi.
Döndüm. Benden bir on
daha indirildi. Musa'ya tekrar geldim. Musa:
-Sana ne emredildi?
dedi. Ben:
-Bana her gün yirmi
vakit namaz emredildi, dedim. Musa:
-Senin ümmetin, her
gün yirmi vakit namaza güç yetiremez. Ben, senden önce insanları denedim.
îsrail oğullarıyla çok uğraştım. Rabbine dön, Ondan indirmesini iste, dedi.
Döndüm. Bana her gün
on vakit namaz emredildi. Musa:
-Senin ümmetin, her
gün on vakit namaza güç yetiremez. Ben senden önce insanları denedim. îsrail
oğullarıyla çok uğraştım. Rabbine dön. Ondan, ümmetin için indirmesini iste,
dedi.
Döndüm. Bana her gün
beş vakit namaz emredildi. Musa'ya döndüm. Musa:
-Sana, ne emredildi?
diye sordu. Ben:
-Bana, her gün, beş
vakit namaz emredildi, dedim. Musa:
-Ümmetin, her gün, beş
vakit namaza güç yetiremez. Ben senden önce, insanları denedim. İsrail
oğullarıyla çok uğraştım. Rabbine dön, O'ndan ümmetin için indirmesini iste,
dedi. Ben:
-Rabbimden (çok)
istedim? Öyleki artık utanır oldum. Böylece ona razı olup kabul edeceğim,
dedim.
Ben Musa'nın yanından
geçince, birisi şöyle seslendi:
-Ben farizamı
tamamladım ve kullarımdan (fazlasını) indirdim. [117]
303) Cabir
anlattı: Rasulullah şöyle buyurdu:
"Mirac'a çıktığım
zaman Kureyş beni yalanlayınca (Hıcr'da ayağa kalktım. Allah bana
Beytulmakdis'i tecelli ettirdi (gösterdi). Bunun ü-zerine ona bakarak onlara
(Kureyşlilere) alametlerini haber vermeğe başladım." [118]
304- İbn Abbas
anlattı: Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Geceleyin
Mirac'a çıkarıldıktan sonra, sabahleyin Mekke'de durumumu önemli görüp halkın
beni yalanlayacağım anladım. Üzgün bir şekilde bir köşeye çekilip
oturdum."
Ebu Cehil ona uğradı.
Yanma gelip oturdu. Alaylı bir tavırla:
- Birşey var mı? dedi.
Rasulullah (s.a.v.): -"Evet" dedi. Ebu Cehil:
- Neymiş o? dedi.
Rasulullah (s.a.v.):
- "Geceleyin
götürüldüm" dedi. Ebu Cehil:
- Nereye? diye sordu.
Rasulullah (s.a.v.):
-
"Beytülmakdis'e" diye cevap verdi. Ebu Cehil:
- "Sonra da aramızda sabahladın Öyle
mi? dedi. Rasulullah
(s.a.v.)
- "Evet"
dedi.
Ebu Cehil,
Rasulullah'm (s.a.v.) söylediği sözü, inkar eder korkusuyla, kavmini yanma
çağırmak istedi ve onu yalanladığını belli etmeyerek:
-Bana söylediğin sözü,
onlara da söylemen için kavmini, yanma çağırmamı uygun görür müsün? dedi. Rasulullah
(s.a.v.):
- Evet, dedi. Ebu
Cehil:
- Ey Ka'b îbn Luey
oğulları! diye bağırdı.
Toplantı
yerlerindekiler ona doğru hareket ettiler. Gelip Rasulul-lah'la (s.a.v.) Ebu
Cehil'in yanma oturdular. Ebu Cehil:
- Haydi, bana söydediğîni kavmine de söyle,
dedi. Rasulullah
(s.a.v.):
- "Ben, geceleyin
götürüldüm" dedi.
- Nereye? dediler.
Rasulullah (s.a.v.):
-
"Beytülmaktis'e" dedi.
-Sonra da bizim
aramızda sabahladın. Öyle mi? dediler. Rasulullah (s.a.v.):
- "Evet"
dedi.
Rasulullah'ın (s.a.v.)
sözünü yalanlamak için, hayret ve inkarlarından, kimisi ellerini çırptılar,
kimisi de ellerini başlarına koydular. Daha sonra:
-Sen, Beytulmakdis
mescidini bize tarif edebilir misin? Buradakilerin arasında o beldeye gidenler
ve Mescid'i görenler var, dediler.
Rasulullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur:
"Ben devamlı
tarif ediyordum. Hatta bazılarım karıştırıp tereddüt ettim. Hemen mescid
gözümün önüne getirildi. Öyleki Ukayl (veya Ikal'in) evinin önüne konuldu. Ona bakarak
tarifini yaptım." [119]
Kureyşliler:
- Vallahi, doğru tarif
etti, dediler.
305) Miraç ve îsra hadisini Rasulullah'tan birçok
kişi rivayet etmiştir. Rivayet edenlerden bazıları şunlardır: İbn Mes'ud, Ali,
Ebu Zerr, Ubeyy, Huzeyfe, Ebu Said, Cabir, Ebu Hureyre, İbn Abbas ve Ummu Hani.
[120]
Şerîk'in ondan rivayet
ettiği Enes İbn Malik hadisinde, Hammad İbn Seleme'nin Sabit'ten onun da
Enes'ten rivayetinde Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Rabbime
döndüm. Benden beş vakit indirdi. Rabbimle Musa arasında devamlı gidip geliyor,
o da benden beşer beşer indiriyordu."
Bu Müslim'in fert
hadislerindendir. Birincisi daha sahihtir. Çünkü Buhari'yle Müslim, Enes îbn
Malik'in hadisinde ve Enes'in kendi hadisinden, on vakit indirdiğinde ittifak
etmişlerdir. "Beşer, beşer indirdi" tabirinin bulunduğu bu rivayet,
ravinin hatasıdır.
306) Enes şöyle dedi:
Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Miraca çıktığım
gece, Cebrail, bana Burak'ı eğerli ve gemlenmiş olarak getirdi. Ona binmeğe
gittim. Bana zorluk çıkardı. Bunun üzerine Cebrail: Bunu Muhammed'e mi
yapıyorsun? Vallahi, sana, Allah'a ondan daha değerli bir peygamber
binmemiştir, dedi. Burak ter dökmeye başladı." [121]
307) Ka'b
İbn Malik anlattı:
Biz, kavmimizin
hacılanyla birlikte yola çıktık ve Mekke'ye geldik.
Rasulullah'la (s.a.v.)
teşrik günlerinin ortasında, Akabe'de buluşmak üzere sözleştik. Ebu Cabir
Abdullah İbn Amr İbn Haram yanımızdaydı.
Halbuki, kavmimizin
yanımızda bulunan ye müşrik olan kimselerinden işimizi gizli tutuyorduk. Fakat
Abdullah İbn Amr İbn Haramla konuştuk. Ona:
-Ebu Cabir! Sen bizim
efendilerimizden ve eşrafımızdan birisin. Biz seni, içinde bulunduğun şey
(şirk) yüzünden, yarın cehennemin o-dunu olmaktan kurtarmak istiyoruz, dedik.
Daha sonra onu,
İslam'a davet ettik. Buluşmak üzere Rasulullah'la sözleştiğimizi de bildirdik.
Müslüman oldu ve bizimle birlikte A-kabe'de bulundu. Nakib (temsilci) de oldu.
O gece, kavmimizle
birlikte yüklerimizin yanında yattık. Gecenin üçte biri geçince Rasulullah'la
buluşmak için, bağırtlak kuşunun sıyrıldığı gibi yüklerimizin yanından gizlice
sıyrıldık.
Akabe'nin yanındaki
vadide toplandık. Biz yetmiş üç
erkektik. Yanımızda iki kadın vardı. Birisi Ummu Umara Nuseybe Bint Kab, diğeri
de Esma Bint Amr İbn Adiyy'di.
Rasulullah'ı beklemek
üzere vadide toplandık. Yanında amcası el-Abbaş olduğu halde, Rasulullah bizim
yanımıza geldi. O sıra da amcası kavminin dinindeydi. Ancak, yeğeninin işinde
hazır bulunmayı ve onun işini sağlama bağlamayı istiyordu.
Oturulunca, el-Abbas:
-Ey Hazrec topluluğu!
dedi, (Araplar Ensar kabilelerine Hazrec derlerdi.) Siz de bilirsiniz ki,
Muhammmed, bizdendir. Kendisinde gördüğümüz şu mükemmeliyetten dolayı o, kavmi
arasında şerefli bir yere sahip ve onlar arasında korunmaktadır. Fakat o,
buradan ayrılmak, size katılmak arzusundadır. Eğer, siz, kendisine vaadederek
davette bulunduğunuz yardım ve ona karşı çıkanlardan koruma gibi şeyleri
yerine getirebileceğiniz görüşündeyseniz ve bunları kaldırabilecekteniz ne âlâ.
Eğer yanınıza vardıktan sonra yardımsız bırakıp ona karşı çıkanlara teslim
edecekseniz, şimdiden bırakın, o kendi kavminin içinde ve kendi beldesinde
şerefiyle yaşamağa ve korunmağa devam etsin.
Biz de:
-Senin söylediğini
dinledik. Sen konuş, ey Allah'ın Rasulü! Bizden, kendin için dilediğin teminatı
al. Rabbin için de istediğin şartı koş, dedik.
Rasulullah (s.a.v.)
Kur'an okuyup İslam'a davet etti. Sonra:
- "Kadınlarınızı
ve çocuklarınızı, savunup koruduğunuz şeylerden, beni de savunup koruyacağınız
hakkında sizinle beyat yapayını" dedi. [122]
El-Bera îbn Ma'rur
Rasuîullah'm elinden tutup:
- Seni hak dinle
peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, çoluk çocuklarımızı savunup
koruduğumuz şeylerden seni de koruyacağız. Bizimle beyatleş ya Rasulellah! Biz
savaşçı ve silahı iyi kullanmasını bilen kimseleriz. Bu bize ecdadımızdan miras kalmıştır, dedi.
Ebu'l Heysem İbnu't-Teyyihan araya girip:
- Ey Allah'ın Rasulü!
Bizlerle o adamlar (yahudiler) arasında sözleşmeler var. Biz onları, sana
yapacağımız bu beyatla, kesip atıyoruz.
Biz bunları yaptıktan,
seni de Allah galip getirdikten sonra bizi bırakıp kavminin yanma dönme
umudunda mısın? dedi.
Rasulullah (s.a.v.)
gülümseyerek:
- "Hayır! Benim
kanım, sizin kanınızdır. Benim zararım
sizin za-rarımzdır. Ben sizdenim, siz de
bendensiniz. Sizin savaştığınız kimselerle
ben de savaşırım. Sizin barıştığınız
kimselerle ben de barışırım" dedi. Daha sonra şöyle devam etti:
"Aranızdan bana on iki nakib çıkarınız ki onlar kavimlerinin vekili,
temsilcisi olsunlar."
Bunun üzerine
Medineliler, dokuzu Hazrec'ten, üçü de Evs'ten olmak üzere oniki nakib
çıkardılar.
İbn İshak şöyle
demiştir: "Ma'bed babası Ka'b'tan rivayet ettiği hadisinde bana şunu
anlattı: Rasuîullah'm (s.a.v.) eline ilk dokunan el-Bera îbn Ma'rur'du.
Öbürleri onu takip ettiler.
Biz Rasulullah'a
(s.a.v.) beyat ettiğimizde Şeytan Akabe'nin ü-zerine çıkıp, o güne kadar
duyduğum en uzun bir sesle şöyle bağırdı:
-Ey konaklama
yerlerindekilerî Müzemmem'le yanında bulunan dinlerini değiştirmiş olanların,
sizinle savaşmak üzere toplandıklarından haberiniz yok mu? Rasulullah
(s.a.v.):
- "Bu, Akabe'nin şeytanı -Allah'ın
düşmanıdır.- Vallahi, senin de işini
bitireceğim" dedi. Daha sonra Rasulullah
(s.a.v.): "Yüklerinizin yanma dönün" dedi. El-Abbas îbn Ubade
ona:
-Seni hak dinle
gönderen Allah'a yemin ederim ki, sen istersen, yarın Mina halkını kılıçtan
geçiririz, dedi. Rasulullah (s.a.v.):
- "Bize bu
emredilmedi" dedi.
Dönüp sabaha kadar
uyuduk. Sabah olunca, bazı Kureyşliler bizim konak yerlerine gelerek:
-Ey Hazrec topululuğu:
Duyduğumuza göre siz bizim adamımıza gelip onu aramızdan çıkarıp yanınıza
götürmek istiyor muşsunuz.
Bizimle savaşmak üzere
ona beyat etmişsiniz. Vallahi, Araplardan , aramızda savaşacağımız ve size
olduğu kadar kin bağlayacağımız hiçbir kabile yoktur, dediler.
Oradaki Medineli
müşrikler! Hemen Allah'a yemin ederek:
-Böyle bir şey olmadı,
biz böyle birşey bilmiyoruz diyerek atıldılar.
Onlar doğru
söylemişlerdi. Çünkü onların olup bitenlerden haberleri yoktu. Biz müslümanlar
ise biribirimize bakıştık.
308) Cabir
anlatmıştır:
Rasulullah (s.a.v.)
hac mevsiminde şöyle diyordu:
"Beni kim
barındırır?"
Nihayet Allah,
Yesrib'ten bizi gönderdi de onu barındırdık va ona iman ettik. Sonra şöyle
dedik:
- Rasulullah'ı, daha
ne zamana kadar, Mekke dağlarında, kovulur, korkutulur ve korkar bir halde
bırakacağız?!
Bunun üzerine, hac
mevsiminde, bizden yetmiş kişi onun yanma gitti. Akabe vadisinde buluşmak üzere
sözleştik. Onun yanında toplandığımızda:
-Ey Allah'ın Rasulü!
Sana ne üzerine ve nasıl beyat edelim, dedik. Rasulullah (s.a.v.):
- "İsteklilikte
ve isteksizlikte dinlemek ve itaat etmek, darlıkta ve varlıkta geçimlik
sağlamak üzere, iyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, Allah hakkında,
hiçbir kmayıcmm kınamasından çekinmeksizin
konuşmak üzere, bana yardım
etmek, yanınıza geldiğimde, kendinizi, kadınlarınızı ve çocuklarınızı
koruduğunuz şeylerden beni de korumak üzere, bana beyat edin. Size, cennet
var" dedi.
Hemen kalkıp ona beyat
ettik.
En küçüklerinden olan
Es'ad İbn Zurare, onun elinden tutup:
-Yavaş olun Yesribliler!
Biz ancak onun Allah'ın elçisi olduğunu bilerek buraya geldik. Bugün onu alıp
Medine'ye götürmek, bütün A-raplardan ayrılmak, sizin iyilerinizin öldürülmesi
ve kılıçlarla biçüme-niz demektir. Siz buna dayanabilecek bir kavinıseniz,
ecriniz Al-lah'a aittir. Eğer siz canınızdan korkan korkak bir kavimseniz
açıkça belirtin. Böyle yapmanız, Allah katında sizin için daha mazurdur, dedi.
Medineliler:
-Es'ad Aradan çekil!
Vallahi, biz bu beyati asla terk ve ibtal etmeyeceğiz, dediler. Kalkıp ona
beyat ettik. Bize cennet verileceğine dair taahhütte bulundu. [123]
309) Ka'b
İbn Malik şöyle anlattı:
Arap hacıları Mina'dan
ayrıldılar. Kureyş müşrikleri Mekke'de A-kabe beyati meselesini soruşturdular.
Beyat meselesinin doğru olduğunu anladılar.
Medineli müslümanları
aramağa çıktılar. Ezahır'da Sa'd İbn
U-bade'yle, el-Munzir îbn Amr'a yetiştiler. El-Munzir'i yakalayamadılar. Ama
Sa'd'ı yakaladılar. Onun ellerim boynunu bağlayıp Mekke'ye götürdüler. Cubeyr
ibn Mut'ım'le el-Haris İbn Umeyye gelip:
-O, bizim ticaret
yapmamıza müsaade ediyordu, dediler ve onu kurtardılar.
310) İbn
İshak anlattı:
Rasulullah (s.a.v.)
ashabına Medine'ye gitmelerini emretti. Onlar bölük bölük yola çıktılar.
Rasulullah (s.a.v.) kendisine izin verilmesini beklemeğe başladı. Mekke'de
müşrikler tarafından yakalanan zorla dinlerinden döndürülenler ve Ebu Bekr'le
Ali'den başka muhacir kalmamıştı.
Ebu Bekr hicret için
ondan izin istedikçe Rasulullah (s.a.v.) ona: - Acele etme! diyordu.
Müşrikler Rasuluîlah'm
ashabının korunan bir yurtta konakladıklarım Öğrenince Rasulullah'ın onların
yanma gideceğini anladılar.
Onunla ilgili durumu
görüşmek üzere Daru'n-Nedve'de toplandılar. Daru'n-Nedve, Kusayy İbn Kilab'in evidir.
Kureyşliler bir meseleyi ancak orada karara bağlarlardı. Yapacakları şeyi
görüşmek üzere oraya girerlerdi. [124]
311) İbn
İshak anlattı:
Bana, (yalancılıkla
itham etmediğim arkadaşlarım, Abdullah) İbn Ebi Necîh'ten, o da Mücahid'den o
da İbn Abbas'tan anlattı:
Kureyş müşrikleri,
Rasulullah'ın durumunu görüşmek için toplandıklarında İblis, büyük bir şeyh
kılığında onların karşısına çıkıp Dar'un-Nedve'nin kapısında durdu. Onlar:
-Kim bu şeyh? dediler.
İblis:
-Necid halkından bir
şeyh, onun için hazırlandığınızı duydu da sizin yanınıza geldi. Kendisinin
görüş ve öğütlerini sizden esirgemeyeceği umulur, dedi. Onlar:
- İçeri gir, dediler. İblis onlarla birlikte
içeri girdi. Kureyş'in her kabileden olan eşrafı bir araya geldi. Birbirlerine:
-Bu, adamın işi yaygın
hale gelmiştir. Vallahi, biz, onun, kendisine tabi olanlarla birlikte üzerimize
yürümeyeceğinden emin değiliz. Onun hakkındaki görüşünüzü birleştirin, dediler.
İçlerinden birisi:
-Onu zincire vurarak
hapsedin ve üzerinden kapıyı kilitleyin. Şairlerin başlarına gelen akibet gibi
bir akibetin, bunun da başına gelmesini bekleyin, dedi. Necidli şeyh:
-Hayır, vallahi, bu
yerinde bir görüş değil. Vallahi, onu hapsederseniz, kendisinin işi
kilitlediğimiz kapının arkasına çıkar, ashabına u-laşır. Onlar da hemen
üzerinize yürüyüp onu, elinizden çeker, alırlar, dedi. Birisi de:
- Onu aramızdan
çıkarıp atalım, dedi. Necidli:
-Vallahi, bu da
yerinde bir görüş değil. Siz, onun sözünün güzel, konuşmasının tatlı olduğunu,
getirdiği şeylerle, insanların kalplerine hakim olduğunu görmediniz mi? Bunu
yaparsanız onun Araplardan bir kabilenin yanında yerleşmeyeceğinden, sözüyle
onları hükmü altına alıp kendisine tabi kılmayacağından ve onlarla birlikte
üzerinize yürümeyeceğinden emin olamam, dedi. Ebu Cehil:
-Vallahi, benim onun
hakkında henüz dile getirmediğiniz bir görüşüm var, dedi.
-Nedir o? dediler.
-Benim görüşüm şu: Her
kabileden, güçlü kuvvetli, gözü pek, şerefli, soylu birer delikanlı alalım.
Sonra onlardan, her birine keskin birer kılıç verelim. Onlar gidip hepsi
birden tek adamın vurduğu gibi vurup onu öldürsünler. Böylece ondan kurtulup
rahata kavuşalım. Delikanlılar böyle yapınca, onun kanı bütün kabilelerle
savaşamaz, bizden diyet almağa razı olurlar. Biz de Abdumenaf oğullarına onun
diyetini öderiz, dedi. Necidli şeyh:
-Yerinde söz bu adamın
sözüdür. Sizin için ondan başka, yerinde bir görüş yoktur, dedi.
Müşrikler, Ebu Cehü'in
görüşü üzerinde birleşmiş olarak dağıldılar. Cebrail Rasulullah'a (s.a.v.)
gelip:
-Bu gece, her zaman ki
yattığın yatakta yatma, dedi.
Gecenin üçte biri
geçince, Rasulullah'ın kapısında toplandılar. U-yuduğu zaman, Rasulullah'ın
üzerine saldırmayı beklemeğe başladılar.
Rasulullah (s.a.v.)
onların yerini görünce, Ali ibn Ebi Talib'e:
- "Yatağımda yat
uyu! Hadramevt işi yeşil abama bürün! Sana, onlardan hoşuna gitmeyecek birşey
gelmeyecektir" dedi. Rasulullah (s.a.v.) o abasına bürünerek yatardı. [125]
312) İbnAbbas:
"Hatırla ki,
kafirler seni tutup bağlamaları veya Öldürmeleri yahut seni (yurdundan)
çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar (sana) tuzak kurarlarken Allah
da (onlara) tuzak kuruyordu. Çünkü Allah, tuzak kuranların en iyisidir" [126]
ayeti hakkında şunları söylemiştir:
Kureyşliler bir gece
Mekke'de aralarında görüşme yaptılar. Bazıları: Sabah olunca onu iplerle bağlayın,
dediler.
Bazıları: Onu öldürün,
dediler. Bazıları da: Onu çıkarın, dediler.
Allah Teala
peygamberine bunları bildirdi. O gece, Rasulullah'ın (s.a.v.) yatağında Ali
(r.a.) yattı. Peygamber (s.a.v.) çıkıp mağaraya ulaştı. Müşrikler geceyi
peygamberin yattığını sandıkları için Ali'yi bekleyerek geçirdiler.
Sabah olunca, ona
saldırdılar. Onun, Ali olduğunu
gördüklerinde -Allah, tuzaklarını geri çevirmiş oldu- şöyle dediler:
-Adamın nerde? Hz.
Ali: -Bilmiyorum, dedi.
Onun izini takip
ettiler. Dağa vardıklarında şaşırdılar. Dağa çıktılar. Mağaraya uğradılar.
Mağaranın kapısında örümcek ağını görünce:
-Buraya girmiş
olsaydı, örümcek ağı olmazdı, dediler.
Rasulullah orada üç
gece kaldı.
313)
Muhammed İbn Ka'b el-Kurazî anlattı:
Müşrikler onun
kapısının önünde toplandılar. Rasulullah dışarı çıktı. Bir avuç toprak aldı ve
toprağı onların başlarına saçtı. Müşrikler onu göremediler. Rasulullah (s.a.v.)
şu ayeti okudu: "Önlerinden bir sed ve arkalarından bir sed çektik de
onları kapattık, artık görmezler." [127]
Daha sonra gitmek
istediği yere gitti.
Müşriklerle birlikte
olmayanlardan birisi onların yanına gelip:
-Burada neyi
bekliyorsunuz? dedi.
-Muhammed'i, dediler.
Adam:
-Vallahi, Muhammed
yanınızdan çıkıp gitmiş, dedi.
Sonra içeriye
baktılar. Ali'nin Rasulullah'ın (s.a.v.) abasına bürünmüş olduğunu görünce:
-işte bu Muhammed!
Abasının içinde, dediler. Ali, sabaha kadar orada kaldı.
Ali anlatır:
Yataktan kalkınca beni
gördüler (benim olduğumu anladılar.)
314)
El-Vakidî, şeyhlerinden şöyle rivayet etti, Rasulullah'ı bekleyen kimseler
şunlardı:
Ebu Cehil, el-Hakem İbn
Ebil-As, Ukbe İbn Ebi Muayt, en-Nadr İbnu'l-Haris, Umeyye İbn Halef,
İbnu'l-Gaytala, Zem'a İbnu'l-Esved, Tuayma, İbn Adiyy, Ebu Leheb, Ubeyy İbn
Halef, Nubeyh îbnul Haccac ve Munebbih Îbnu'l-Haccac. [128]
[1] Ebu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve; Beyhakî,
Delailu'n-Nubuvve, H/255, 256. Bundan daha uzundur.
[2] Temim ed-Darî'nin musluman olması başka bir rivayetle
şöyledir: Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, V/416-417. Yine Müslim, Sahih, İV/2265.
[3] İbn Hişam, Sîretu'n-Nebeviyye.
[4] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 127-133.
[5] Ebu Nuâym, Delâriu'n=Nubuv^e, §. 133; Miverâf,
Âllâmulfi=NLJfeuwei §= 64.
Abdurrahman
İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 134-135.
[6] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 135-136.
[7] Müslim, Sahih, kıtabu'İ-fedaıl, 2; Tırmızî, Sünen,
kitabu'l-menakıb, V/593; Darımı, Sünen, 1/12; imam Ahmed, Musned, V/89, 95;
Taberanî, Mu'cemu'l-Kebir, H/257; Mu'cemu's-Sağır, I/62; Beyhakî,
Delaılu'n-Nubuvve, H/146, 153; Ebu Nuaym, Delaılu'n-Nubuvve, s. 142;Tarıhu İbn
Asakır, M/84; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nıhaye, 513, 16, VI/153, 210; İbn Ebî
Şeybe, Musannef, Xİ/464; Ebu Nuaym, Tarîhu Isfehan, I/...; Zebîdî,
Ithafu's-SadetN-Muttekîn, VII/192.
[8] Tırnızî, Sünen, kitabu'l-menakıb, hadis no: 3626.
Tirmizî hadis hakkında: "Bu, garip bir hadistir" d u-niştir. Beyhakî,
Delâılu'n-Nubuvve, H/153, 154.
[9] Önceki dipnota bakınız.
[10] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 136-137.
[11] Buharı, Sahih, I/3; VI/âO2( 215,216, Müslim, Sahih,
kıtabu'l-îman, 3â, nö: ggg; İmam Âhm§d,
Müshed* 111/377, VI/2S3;
Böyhâkî, Sühen, VII/51;
İX/6; Ebu Nuaym, D§lâılu'fı-Nubuwe, I/69, Tarîhu
Isbehah, H/311; Ebü ÂVafiS, Musned, î/111, 112; Beyhâkî, S@laı!u'h-Nubü\A/6,11/135,136,
Suyutî^DufhU'l-Metıfeür V1/56B, Irâkî.îâhhieu'l-lhya, Ill/Ö&;lbft Haegr,
Kâtı'ş-Şafî, s. 178; Ibn Hacer, Fgthul-Bârî, i/22, VIİI/175, 729
[12] Buharı, SâHıh, I/4, İV/141, Vl/201, 2Ö2, VIII/51,
Musİım, Sahîh, Kıtabu'l-fman, 255, Ebü Avane, Musried, 1/112, Beyhakî,
D&lâılu'n-NubuW6, 11/138, Tırmizî, Suneh, t&fsîrU
lggifj Ahffied ibn Hanbel, Musn^d, HI/&2S; M Haeef,
F&thu'i-âarî, W-, Suyuiî, r, Vl/366; el-Hmdît Kengü'l-Ummal, 971 â, 32158.
[13] §kz. İbri Hlşsm, H/238, B&yh&kî,
Delâılu'n-Nubuvve, Iİ/14B, 149.
[14] Öeyhakî, öglâılü'fi-Nubuvs/ö, H/152, Ebu Nuayffl,
Delâllu'n-Nübutfve, S 172, 174; Ibfi
Kg&ır. el-Biöâyg ve'n-Nıhâye, IH/1 S; Suyutî, Ğamiu'l-Kebir, 11/721.
[15] Ebu Nuaym, en-Nubuvve, I/69; İbn Hacer,
Metalıbu'l-Alıye, 4273; Suyutî, Dur-ru'l-Mensur, VI/369.
[16] Ibn Hışam, Sıretu'n-Nebevıyye, I/252, 253; İbn Sa'd,
Tabakatu'l-Kubra 1/157; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 11/147. Ayet, Alak
Suresinin İlk ayetidir.
[17] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 137-141.
[18] Suheylî’nın "Ravzatu'l-Unf" daki sözlerine
ve İbn Hişam'ın Siretu'n-Nebeviyye'sindeki sözlerini açıklama sadedinde bu
hadisle ilgili taılıkına bakınız.
[19] Müzzemmil Suresi, 20.
[20] Isra Suresi, 79.
[21] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin
Hayatı, Uysal Kitabevi: 141-142.
[22] Buharı, Tarîhu'l-Kebir, Ali İbnu'l-Medînî'den.
Hakim, Mustedrek. Hakim
şöyle demiştir;
"Bu, isnadı sahih
bir hadistir. Buharı ile Müslim rivayet etmemişlerdir. Zehebi de bunu ikrar
etmiştir."
Heysemî, Mecmau'z-Zevaid,
IX/103, Heysemî şöyle demiştir: "Ahmed'le, Ebu Ya'la aynısını, Taberani
ise bazı ısnadlarla rivayet etmiştir. Ahmed'in ravıleri sıka (güvenilir)
dir."
Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, H/162, 163.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 142.
[23] Buharî, Sahih, kıtabu bed'i'l-vahyi, bab. 2; Müslim,
Sahih, kiîabu'l-fedail, hadis no: 87; Malık, Muvatta, kitabu'l-Kur'an, babu ma
cae fi'l-Kur'an, I/202; Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, H/52.
[24] Buharî, Sahih, 11/167; Müslim, Sahih, kıîabu'l-hac, 8;
imam Ahmed, Musned, İV/222; Beyhakî, Sünenü'l-Kübra, V/50; İbn Hacer,
Fethu'l-Barî, VIII/47.
[25] Bkz: Tefsiru İbn Kesir, H/340; İbn Sa'd,
Tabakatu'l-Kubra, İV/155; Ebu Nuaym, Tarihu Isbehan, 11/251.
[26] Hakim, Mustedrek, 1/535; İmam Ahmed, Musned, I/34,
daha uzun olarak; Tir-mizî, Sünen, İV/151; Beyhakî, Delâılu'n-Nubuvve, VII/55;
İbn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nihaye, 111/21; Tefsiru ibn Kesir, H/6.
[27] İmam Ahmed, Musned, H/222; Tefsiru İbn Kesir,
VIII/277; Suyutî, Durru'l-Mensur VI/278; el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 3215.
[28] Taberanî, Mu'cemu'l-Kebîr IX/228; Buharı,
el-Edebu'l-Müfred, Hadis no: 893; İbn
Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/115; İmam Ahmed, Musned, 1/318, Heysemî,
Mecmau'z-Zevaid, VII/48.
[29] Nahl Suresi, 90.
[30] Müslim, Sahih, kitabu'l-fedail, 88; kitabu'l-hudud,
13; İmam Ahmed, Musned, V/317, 318, 331,337.
[31] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/131.
[32] ibn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nihaye, IH/22, İbn Kesir, bu
konuda şöyle demiştir. Bu çok zayıf bir hadistir.
Zehebî,
et-Tıbbu'n-Nebevî, s. 122; Suyutî, el-Hâvî, H/44; Heysemi, Mecmeu'z-Zevaid,
V/95; Et-Kehhal, Ahkamu'n-Nebeviyye, I/83; Irakî, Tahricu'l-İhya, İV/277.
Irakî, bu hadisi, Bezzar'a ve ibn Adiyy'e (el-Kamil'deki Ebu Hureyre hadisine)
nispet etmiştir. İsna-dındakı el-Ahvas ibn Hakîm hakkında ihtilâf vardır.
Zebîdî, Ithafu's-Sadeti'l-Muttekîn, IX/518. Ayrıca onu İbnu's-Sinni'ye
nisbet etmiştir. Ebu Nuaym da "Tıbbu'n-Nebev?1 de rivayet etmiştir.
[33] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 143-146.
[34] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 147.
[35] Ebu Nuaym, Delâilu'n-Nubuvve, s. 138; Heysemî,
Mecmau'z-Zevaid, IX/1O; İbn Hacer, Metalibu'l-Alİye, 3838; Kadî lyad, eş-Şakk,
1/579.
[36] İbn Mace, Sünen, no: 4028; İmam Ahmed, Musned,
111/113; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, VI/142; Zebîdî, el-ithaf, VII/182.
Zubeydi, hadisi, İmam Ahmed'e (Mus-ned'de) ve Darımî'ye (Sünen'de) nisbet
etmiştir.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 147-148.
[37] Cin Suresi, 1-2.
[38] Cin Suresi, 1. Haberin kaynağı: Buharı, Sahîh,
kitabu't-tefsir, tefsiru suretı'l-cin; Müslim, Sahîh, kitabu's-salâh, 149;
Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, II/225-227.
[39] Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, s. 240, 241.
[40] Cin Suresi, 10.
[41] Beyhakî, Delâilu'n-Nubuvve, 11/241, 242; İbn Kesir,
e!-Bidaye ve'n-Nihaye, İV/ 19, 20; İbn Hİşam, Sîretu'n-Nebeviyye, 11/31.
[42] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 148-151.
[43] Bakınız: İbnu'l-Esîr, el-Kamil fı't-Tarih.
[44] el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 31800, 35418
[45] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 151-155.
[46] Hıcr Suresi, 94.
[47] İbn Sa'd, Tabakatul-Kubra, 1/134; el-Hındi,
Kenzu'l-Ummal, 4900.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 155-156.
[48] İmam Ahmet, Müsned, 3/492, İV/34}, V/371; Beyhaki,
Delailu'n-Nubuvve, W 380; Taberani, Mu'cemu'l-Kebir, V/56, VII/376; Darekulni,
Sünen, İÜ/54; İbn Hibban, Sahih, 682 (Mevaridu'z-Zaman); Tefsiru İbn Kesir,
VIII/534; Tefsiru'l-Kurtubi; el-Hindi, Kenzu'l-Ummal, 35538, 35541; Heysemi,
Mecmau'z-Zevaid, VI/21, 22; Ukayli, ez-Zuafa, 1/106.
[49] İmam Ahmed, Müsned, 3/2, 3,139
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 156-157.
[50] Şuara Suresi, 214.
[51] İmam Buharı, İV/7, VI/140; Müslim, Sahih,
kitabu'l-iman, 351; Nesai, Sünen, VI/249; Darimi, Sünen, U/305; Beyhaki,
Sunenu'l-Kubra, VI/280; Ebu Avane, Müsned, I/95; Beyhaki, Delailu'n-Nubuvve,
11/176; Tefsiru't-Taberi, IH/365; el-Hİndi, Kenzu'l-Ummal, 43754; İbnu'l-Cevzi,
Zadu'l-Mesir, VI/147; Bağavi, Şerhu's-Sunne, XIII/329
[52] Ya Sabahah! "Düşman tarafından kuşatıldık,
sarıldık! Sabah vakti gelip çattı. Hemen çarpışmaya hazırlanın" demektir.
(Mütercimin notu).
[53] Buhari, Sahih, VI/153, 221; Müslim, Sahih,
kitabu'l-iman, 355, 356; İmam Ah-med, Musned, 1/281; İbn Kesir, VI/513,
VİII/534; Bağavi, Şerhu's-Sunne, V/128, VII/317; İbn Hacer, Fethu'l-Bari,
VIII/503; Suyuti, Durru'l-Mensur, VI/408; İbnu'l-Cevzi, Zadu'l-Mesir, Vl/ 465,
IX/258
[54] Şuara Suresi, 214
[55] Müslim, Sahih, kitabü'l-iman 353; İmam Ahmed, Müsned,
5/60; Taberani, Mu'cemu'l-Kebir, 5/313; Tefsirü'l Kurtubi, 8/12; 14/312;
20/234; Beyhakî, Delailü'n-Nubuvve, 2/178
[56] Tefsirüibn Kesir 4/237.
[57] Tefsiru't-Taberi 19/75; Tefsiru İbn Kesir 6/179;
el-Bidaye ve'n-Nihaye, 3/39; Tarihu't-Taberi, 2/320; Suyutî, Durru'l-Mensur,
5/97; el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 36419.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 157-160.
[58] Buharî, Sahih, 1/92, 119; Beyhakî, Sünenu'i-Kubra,
1/212; 2/433; Tefsiru ibn Kesir, 2/20, 112, 281, 3/490, 4/34, 397, 6/101, 506.
Bkz: İthafu's-Sadeti'l-Muttakîn, X/488, 489; Fethu'l Bari, 1/436, 439, 533.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 160.
[59] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/17, 232, 473; İbn
Ebi'd-Dünya, Kitabu'ş-Şükr s. 37; Tarihu İbn Asakir, 2/204; 5/397; Ebu Nuaym,
Tarihu İsîehan, 1/181 Tefsiru İbn Kesir, II 285; Suyutî, Durru'l-Mensur, 6/140;
el-Hindî, Kenzu'l ummal, 2823, 4146; Zehebi, Mizanu'l-İ'tidal, 2918;
Ibnu'l-Cevzi, Zad'ül-Mesir, 8/112.
[60] Ebu Nuaym, Deiailu'n-Nubuvve, 1/13, Bkz: Beyhakî,
Sunenu'l-Kubra, 2/433, 434; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra 1/128.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 160-161.
[61] Müslim, Sahih, kitabu'l-mesacid, 5; İmam Ahmed,
Musned, 2/412; Ebu Avane, Musned, 1/395; Tefsiru İbn Kesir, 6/424;
Tefsirü'l-Kurtubi 10/49; 16/217; ibn Hacer, Fethü'l-Bari, 1/439
[62] Müslim, Sahih, kitabu fedaili's-sahabe, 31; Buharı,
Sahih, 5/42; Tirmizî, Sünen, 3724; İmarn Ahmed, Musned, 1/173, 175, 182, 184,
331, 3/338; Beyhaki, Sunenu'l-Kubra, 11/40; Hakim, Müstedrek, 2/317; Ebu Nuaym,
Hılyetül-Evliya, 7/195, 196; Tarihül-Hatib, 4/ 204; 11/432; İbn Hıbban, Sahih,
2201 (Mevaridu'z-zaman), Abdurrezzak, Musannef, 9645, 20390; İbn Ebi Asim,
Sunne, 2/600, 610; Taberani, Mu'cemü'l-Kebir, 11/76; 12/99; 19/291; Beyhakî,
Deiailu'n-Nubuvve, 5/220; İbn Ebi Şeybe, Musannef, 12/60; 14/545; İbn Adiyy,
el-Kamil, 6/2378; Humeydi, Musned, 717
[63] Müslim, Sahih, kitabu'l-fedail, 22; Tirmizî, Sünen,
2219; Ebu Davud, Sünen, kitabu'l-fiten,
1; İmam Ahmed, Musned, 2/398; Taberani, Mucemu'l-Kebir, 6/252; Heysemî,
Mecmaü'z-Zevaid, 9/269; Suyutî, Durru'l-Mensur, 5/204.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 161.
[64] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/277; Hakim, Müstedrek,
1/163; İbn Hıbban, Sahih, 1691;€bu Nuaym, Delailu'n-Nubuvve, 1/61;Tefsiru İbn
Kesir, 3/586.
[65] Buharı, Sahih, kıtabu't-tefsir, tefsiru suretil alak;
İmam Ahmed, Müsned, 1/248; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/192; Tirmizî, Sünen,
3348; Tefsirü't-Taberi, 3/43, 44; Hey-semî, Mecmau'z-Zevaid, 6/314; Suyutî,
Durrul-Mensur, 6/369
[66] İmam Ahmed, Müsned, 2/218
[67] Suyutî, Camiü'l-Kebir, 2/16; Ibn Hacer, Fethü'l-Bari,
7/168
[68] Heysemî, Mecmaü'z-Zevaid, 8/228, 229. Heysemi şöyle
demiştir. "Bunu, Bez-zar, şeyhi Ali İbn Şebib ten rivayet etti. Ben onu
tanımıyorum. Onun diğer ravileri sika (güvenilir) dırlar."
Bezzar, Müsned, 2405
(Keşfü'l-Estar).
[69] Buharî, Sahih, 4/127; 5/57; Müslim, Sahih,
kitabu'l-cihad, 108; İmam Ahmed, Musned 1/417; İbn Huzeyme, Sahih, 785;
Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 2/278; İbn Hacer, Fethu'l-Bari, 1/349; 6/282, 283
[70] Taberani, Mucemu's-Sağır, 2/104; İbn Kesir, el-Bidaye
ve'n-Nıhaye, 3/48; Hey-semî, Mecmau'z-Zevaid
[71] İmam Ahmed, Musned, 1/227: Beyhakî, Sünenu'l- Kubra,
9/188; Tefsırut-Taberi, 23/79.
[72] Sad Suresi, 1-5.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 162-167.
[73] Nahl Suresi, 90
[74] Nisa Suresi, 100.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 168.
[75] Garanİk olayı asılsızdır. Sahih bir temele
dayanmamaktadır. Nitekim Kadı İyad bunu "Eş-Şıfa" adlı kitabında
ez-Zürkanı de "Şerhu'l-Mevahım" de açıklamışlardır. (Matbu o-lanın
dipnotu)
[76] İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye.
[77] İmam Ahmed, Musned; ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 169-172.
[78] Buharı, Sahih 2/186; İbn Mace, Sünen, 2942; Ebu Davud,
Sünen, 2011; İmam Ahmed, Musned, 2/237; L^eyhakî, Sünenu'i-Kubra, 5/160, 6/218;
İbn Huzeyme, Sahih, 2981, 2985; Abdurrezzak, S ı ,n, 9851, Tarihu'l-Hatib,
9/93; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye 5/ 204
[79] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi:
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 172-175.
[80] Müslim, Sahih, kitabu'l-cumua, 46; Beyhakî,
Delailu'n-Nübuvve, 2/223, 224; Ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 3/214
(Beyhakî'den naklen)
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 175-176.
[81] Fussilet Suresi, 1-13.
[82] Taberani, Mucemu'l-Kebir, 9/160; Ebu Nuaym,
Delailu'n-Nubuvve, 1/75; Hey«-semî, Mecmau'z-Zevaid, 6/20. Heysem? şöyle
demişdır: "Bunu, Ebu Ya'la rivayet etti. Ravüeri arasında el-Eclah
el-Kindi vardır. İbn Main ve başkaları onu sika (güvenilir) kabul etmiştir.
Nesaî ile başkaları İse zayıf saymıştır. Diğer ravileri sika (güvenilir)
dir."
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 176-177.
[83] İbn Hışam, Siretu'n-Nebeviyye; Beyhakî,
Delaılu'n-Nubuvve, 2/199, 200, 201. Bundan daha uzun olarak.
[84] Müddessir Suresi, 11-14.
[85] Hakim, Mustedrek, 2/506. Hakim şöyle demiştir:
"Bu Buhari'nin şartına göre İsnadı sahih bir hadistir. Ancak Buhari ile
Müslim rivayet etmemişlerdir."
Beyhaki,
Delailu'n-Nubuvve, 2/198,199; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 3/61.
Abdurrahman
İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 178-179.
[86] Devslilerin ve Tufeyl İbn Amr'ın hikayesi aşağıdaki
kaynaklarda geçmektedir: Tarihu Ibn Asakır, 7/65; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve,
5/361; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 4/76; ibn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye,
2/24; Salihı, Sirelu'ş-Şamiyye, 6/511.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 179-181.
[87] Tevbe Suresi, 113-114
[88] Buharı, Sahih, kitabu't-tefsir, tefsiru
surati'l-Kasas, babu; inneke la tehdi men ahbebte;-Müslim, Sahih,
kıtabu'l-ıman, 39; İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1 /77; Tefsiru İbn Kesir, 6/256;
Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/342, 343; Ebu Avane, Musned, 1/15;
Tefsiru'l-Kurtubi, 8/27^
[89] Yukardaki dipnota bakınız Ayrıca Beyhakî,
Delailu'n-Nubuvve, 2/344; Müslim, Sah*1,;, kitabu'l-iman, 39
[90] Kasas Suresi, 56.
[91] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/346; İbn Hışam,
Sıretu'n-Nebevıyye, 2/27; İbn Kesir, el-Bıdaye ve'n-Nihaye, 3/123
[92] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/78; ibn Hacer,
Nasbu'r-Raye, 2/281
[93] Tevbe Suresı, 113
[94] Nesaî, Sünen, 4/79; Ebu Davud, Sünen, 3214;
Abdurrezzak, 9936, Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/348, 349; Tefsıru İbn Kesir
4/161: İmam Ahmed, Musned, 1/130, 304, 305; 3/358, 398; 7/67
[95] Tarihu'l-Hatib,
8/116; İbn Kesir,'el-Bidaye ve'n-Nihaye, 3/125; el-Hindî,
Ken-zu'l-Ümmal, 3443; İbnu'l-Cevzi, el-llelu'l-Mutenahıye, 2/422
[96] İmam Ahmed, Musned, 1/206, 210; İbn Hacer,
Fethu'l-Bari, 10/592, İbn Sa'd, Tab.-katu'l-Kubra, 1/79; Buharî, Sahih, 5/65,
8/57 ("Evet" lafzı olmaksızın); Müslim, Sahih, kıtal j'l-tman 357;
Abdurrezak, Musanneî, 9939; Ebu Avane, Musned, 1/96; İbn Asakir, Tarih, 3/1C7;
İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye'3/125; el-Hindî, Kenzul-Ummal, 34093
[97] Vahidi, Esbabu'n-Nuzul s. 178
[98] Tevbe Suresi, 113.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 183-185.
[99] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra, 1/41; ibn Kesir, el-Bidaye
ve'n-Nihaye, 3/134
[100] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 186-187.
[101] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra.
[102] İbn Sa'd, Tabakatu'l-Kubra.
[103] İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye; Tefsiru'l-Kurtubi,
16/211; Bağavi, Mesabihu's-Sunne, 16/167; Heysemî, Mecmau'z-Zevaıd, 6/35-36
[104] TirmizT, Sünen, 2590; İmam Ahmed, Musned, 3/286; İbni
Hıbban, Sahih, 2528 (Mevarİdu'z-zaman; Ebu Nuaym, Hılyetu'l-Evliya, 1/150;
Tirmizî, Şemail, 74; Tarihu İbn A-sakir, 3/308; Munzirî, Tergib ve't-Terhıb,
4/189
[105] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 187-190.
[106] Halıf: Abduddar, Cumah, Mahzun, Adiyy, Ka'b ve Sehm
oğullarından olana denir. Hz. İsmail'in (a.s.) halis ve saf soyundan gelen
oğullarına Sarih denir. (Mütercimin notu).
[107] Tarıhu't-Taberi, 2/361, Bakınız: Beyhakî,
Delaılu'n-Nubuvve, 2/455.
[108] Ebu Davud, Sünen, kitabu'l-cihad, 129; Beyhakî,
Sünenul-Kubra, 6/319; 9/67; Humeydi, Musned, 558; Taberani, Mu'cemu'l-Kebir,
2/119; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 1/ 359; Bağavî, Şerhu's-Sunne, 9/82.
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 190-191.
[109] İmam Ahmed, Musned, 3/492; Taberani, Mu'cemu'l Kebir,
5/58; İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 3/138; Tarihu't-Taberi, 2/348; Heysemî,
Mecmaü'z-Zevaid, 4/35.
[110] Kaynağı daha önce belirtildi.
[111] Tirmizî, Sünen, 2925; Ebu Davud, Sünen 4734; ibn Mace,
Sünen, 201; Beyhakî, el-Esmave's-Sıfat, 187; Şuabu'l İman 168.
[112] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 191-192.
[113] İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye; İbn Kesir, el-Bidaye
ve'n-Nihaye, 1/339 (Daha uzun olarak).
[114] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/436, 437, Bu hadisin
benzeri şu kaynaklarda geçmektedir.
Buharı, Sahih, kitabu menakibi'l-ensar, babu vufudul-ensar, 3894;
Müslim, Sahih, kitabu'l-hudud, 44
[115] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 192-194.
[116] İsra'nın ay ve gününün belirlenmesinde İhtilaf vardır.
Hicretten Önce olduğunda ittifak vardır.
[117] Buharî, Sahih, kitabu menakibi'l-ensar, babu'l-mirac
3887; kıtabu bed'i'l-halk, babu zİkrı'l-melaıke; Müslim, Sahih, kıtabıTl-İman,
265; Beyhakî, Delaılu'n-Nubuvve, 2/373-377
[118] Buhari, Sahih, 5/66; Müslim, Sahih, kitabu'l-iman,
279; Tirmizî, Sünen, 3133; İman Ahmed, Musned, 3/377; Beyhakı,
Delailu'n-Nubuvve, 2/359,360; Ebu Avane, Müsned, 1/1 'c>, 131; İbn Kesir,
el-Bidaye ve'n-Nihaye, 3/115; İbn Hacer, Fethu'1-Barı, 8/391; Bağavi,
Şerhu's-Sunne,'8/353; el-Hindî, Kenzu'l-Ummal, 31844
[119] İmam Ahmed, Musned, 1/309; Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve,
2/363; İbn Hacer, Fethu'l-Bari, 8/392.
[120] Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve. 2/354-408
[121] Tİrmizî, Sünen, tefsiru suretı'l-isra. Tİrmizî:
"Bu hadis, hasen garibtir." Onu yalnız Abdurrezzak'ın rivayetinden
bilmekteyiz. Yine Beyhakî, Delailu'n-Nubuvve, 2/362, 363
Tirmizi'de: "Allah'a ondan daha değerli bir kimse binmemiştir"
şeklinde geçmektedir. (Mütercimin notu).
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi:194-201.
[122] İmam Ahmed, Musned, 3/461; Taberanî, Mucemu'l-Kebîr,
19/89; İbn Hacer, Fethu'l-Bari, 1/66; 7/221; Hindi, Kenzu'l-Ummal, 21722;
Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, 6/44
[123] İmam Ahmed, Musned, 3/322, 339
Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, Uysal
Kitabevi: 202-205.
[124] İbn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye.
[125] ibn Hişam, Siretu'n-Nebeviyye.
[126] Enfal Suresi, 30
[127] Yasin Suresi, 9
[128] Abdurrahman İbnü’l-Cevzi, Ashâbın Dilinden
Peygamberimizin Hayatı, Uysal Kitabevi: 205-208.