Flkhu's-Styre Ve Tercümesi İçin
Fıkhu's-Siyre kitabının,
yeniden gözden geçirilmiş ve düzeltilmiş ilaveli onuncu baskısını neşretmek
bize nasipmiş. Allah'a ham-dediyaruz; Onun Nebisi (s.a.v.)'in hayatım,
hayatımızda uygulanmasını bize öğretecek bu emin eseri neşretme fırsatını
verdi. Çünkü, günümüz insanı çok yönlü fikir emperyalizmi ve şaşırtıcı beyanların
etkisiyle bunalmıştır. Dinin emirlerini, neden ve nasıl uygulayacağını
kestirememektedir. Zira. «kitab ve sünnete dönüş» iddiasında bulunanlar bile
Hicretin 7. asrındaki (îbn-i Teymiye v.b.) zevatın dediğinden öteye geçmiyor.
Çok kere de müsteşriklerin sinsi telkinlerini ilmi ve fikri görüş diye
saçıyorlar... Gerçek sünnet yolunu sürekli kaybettiriyorlar.
Bu eserde ise sahih
hadislerden süzülen bir hayat ve o kutsal hayatın bize düstur olan uygulamaları
sunuluyor. Sunulan esaslar, üstün bir metodla işlenip hazmettiriliyor. Müellif
bu yolda, emek, ilim ve ihlâsla yürüyor. Müellif Dr. M. Said Ramazan günümüzün
sayılı âlimlerinden, Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi Profesörü. Babası da
büyük âlim. Müellif ilmini ondan ve merhum Hasan Haben-neke'den almış. Ezher'de
doktora yapmış. Eserinde de Mustafa Sabri Efendinin Mevkıfü'l-Akl (ve diğer
muteber kaynaklar)a atıflar var. Bununla, Osmanlının son Şeyhul-İslâm'ı
vasıtasıyla Osmanlı ulemasına da mirasçı olduğuna işaret etmek isteriz.
Eseri islâm dünyası
tasvib ve Şeriat Fakültelerinde ders kitabı olarak kabul etmişlerdir. Ülkemizde
ise, yaşıyan ulema bu bitabı heyecanla karşılamış ve okuyucuya tavsiye etmiş,
bu yüzden kitab feısa zamanda birkaç baskısını bitirmiştir. Gençliğin sohbet
hitabı oluvermiştir.
Yayınevimiz, bu
hayırlı hizmete vesile olan her samimi mü'mi-ne duacıdır.
Tevfik ve hidâyet
Allah'tandır.
Gonca Yayınevi[1]
Fıkhu's-Siyre,
Siyretten; Mesel-i A'lâ (en yüce Örnek) olan Muhammedi hayattan; din
düsturlarını süzüp canlı örneklerin üzerine okunaklıca yazmaktır. Bu başarı ilk
kez Dr. Bûti'ye nasib oldu. İkinci n&sipli de biziz; tercüme edenler...
Üçüncüsü yayıncıdır demek yerinde olur. Ancak esere lâyık olan bir yayın
tarzı, bu baskıda bulundu: Kağıdı, cildi, kapak düzeni, iş düzeni ve içindeki
sonsuz çizgisindeki kronolojik özet veren tablo...
Ve yazarın, son
baskıda eklediği «Râşid Halifeler- donemi... Onuncu baskının en mühim yeniliği
tabiatıyla bu kısımdır. Çünkü bu otuz yıllık dönem, Mukaddes Hayatın ve Medine
İslâm Devletinin, her yönüyle ve her çağa örnek olacak gelişmeleriyle bir
bütünleyici-sdydi ve zaruretti. Hele İmamet, Şûra ve bunların uygulanışıyla,
şartlara göre alacağı biçim, artık tartışmaya yol bırakmayacak tarzda
verilmekle; tslâm aydınının son bes-on yıldır karara başlayamadığı sorulanna
cevap getirmiş oluyor.
Hakk rızâsına muvafık
kılıp, İslam gençliğine şifa eylesin, Âmin.
Ali NAR
(1 Rebiul'evvel 1413)
20 Ağustos 1992[2]
A) Tür Olarak: «FIKHU'S-SİYRE»,
Slyretten çıkarılan Fıkıh demek olur. Bu bir ilim dalı ve yazı türüdür. Arap
âleminde, Özellikle Üniversitelerin
Şer'iyye Fakültesi ve bölümlerinde apayrı bir ders olarak izlenir...
Mes'ele, Resûlullah'ın bizzat yaşadığı ve uyguladığı Din ahkâmını süzüp
çıkarmaktır. Onun kendi hayatında ve çevresindeki insanlar üzerindeki
uygulamalarını anlatan bir disiplindir bu. Tabiatıyla bu uygulamalardan hükme
varılırken, Kur1-an-ı Kerim'den alınır temeller. Ulema ve müfessirlerin de
yorumlan-na başvurulur.
Bu kitab böyle bir türdür.
Türkiye'de ilk defa böyle bir kitab tercümesi yayınlanmakta. Te'lif olaraksa,
tabii hiç yoktur...
B) Konu ve Metod Olarak: Dr. Saİd
Ramazan'in bu eseri türü içinde de bir üstünlüğe sahib ki; dili sade, üslûbu
kolay, hükümleri emindir. Ehl-i Sünnet ve'1-Cemâat çerçevesinde, tavizsiz ve
ifrat-sız; en doğru bilgiyi, en emin irşadı vermeye çalışır. Çünkü müellif, Um
i yy e sınıfında, sayılı kişilerden olduğu gibi, babası Molla Ramazan yoluyla
da «Bâtın ilmine- sâhib...
Kitab, adından da
anlaşılacağı üzere herşeyden Önce, bir «Siy-ret-i Nebidir. Yâni, Resûlullah'ın
hayatını anlatır. Dr. El-Bûtİ'nin bu eseri (Kendisinin de önsözünde belirttiği
gibi) en mühim olayları özet olarak almış, onların yorumunu yapmıştır. Bu Özet
tarih İse, tamamen sahih nakillere dayanmaktadır. Başta Buhârl ve Müslim olmak
üzere, sahih hadis ki tablan, tbn-i İs hâk, İbn-i Sa'd, tbn-i Hişâm... gibi
mu'teber siyer ve tabakat kitablan kaynaktır... Yorumlardan sonuca varırken
de, en mu'teber tefsir kitablanyla, büyük fukahâmn içtihadlan dayanaktır...
Hemen kaydedelim ki,
müellif Şâfiiyyü'l-mezheb olduğundan, o mezhebin görüşünü daha çok
zikretmektedir. Ancak, sonuçlar genel çerçevede bulunmakta ve farklı olan öbür
mezheb görüşleri de özellikle kaydedilmektedir.
C) Fayda ve Verim Olarak: Yorum kısmında ele alınan hususlar:
a) Olaylardan ve Resûlullah'ın uygulamalarından çıkarılan
fık-hl hükümler.
b) Alınacak
ders ve ibretler.
c) Ahlâki
prensipler.
d) O konuda,
günümüzde tutulacak yolun ne olduğunun tesbiti...
Bu tesbit açısından bu
kitab; günümüz müslümanlarımn, yıllardır aramasına rağmen; içerden veya
dışardan bir türlü edinemediği bir eserdir. Özellikle gençliğe her yönüyle
güvenilerek tavsiye edilebilecek, vakit kaybettirmeyecek eser... Öbürlerine
benzemez... Çünkü, çoğunda hayata ve günümüze ışık tutan özellik yok. Bazısında
ise, çare diye; dini tahrif ve tahrip edici gariplikler] keyfi iç-tihadlar
görülüyor...
Bu kitab, genç
müslümanin örnek Hayattan alacağı hareket tarzı ve ölçüleri (ttikadî ve fikri
yönden doğruluğundan emin olarak) vermektedir. Ferden okumada olduğu kadar,
derslerde de okunup açıklanmak için yegâne ve aranan eser olacak insâallah...
Hattâ iddia ediyoruz
ki, Din Eğitimi yapan okullarda da. «öğretmen Kitabı», «Yardımcı Ders Kitabı»;
Yüksek Okullarda (tlâhiyat Fakülteleri..,).ise, doğrudan, Ders Kitabı olarak
takibe elverecektir, tlim ve tarafsız zihniyet sahibi, faydalıyı arayan öğretim
üyeleri bunu uygulayacaktır, ümidindeyiz!..
Müellifini de
tanırsak, isin ciddiyeti bir kat daha anlaşılır. [3]
Üstad Dr. Muhamrned
Said bin Molla Ramazan El-Bûtİ (1929 M., 1347 H.), Ceziretü İbn-i Amr (Yâni
Türkiye'nin güneyinde ve Irak sınırındaki Cizre kasabasında) doğdu. 1933
yıllarında M. Said Ramazan henüz 4 yaşındayken ailesi hicret edip Şam'a
yerleşti. Babası Molla Ramazan da tanınmış bir ilim adamı olup, Şam uleması
arasında üstün bir mevki ve saygı duyulan bir hüviyyete sahihtir... Çünkü
ilimde olduğuna eş, mânâda da o çevrede, Turûk-ı Âliye'den birinin mürşididir.
Rüknüddin semtinde, kendi adıyla anılan mescid civarında oturur...
Üstad Said Ramazan,
ilk ve orta tahsilini Şam'da tamamladı. Fakat ilmi ve mânevi gelişmesinin başı
ve en büyfUt payı babası Molla Hamazan'a bağlıdır. Bütün dinî ve mânevi
sermayesini ilkin, babasından aldı. Daha sonra da o gün için Suriye ve Şam'da
bulunan büyük ulemadan feyz aldı. Özellikle, Şeyh Hasan Habenneke'-den aldığı
feyizle dini ilimlerini bütünlemiş oldu...
Lise tahsilini Şam'da
bitiren M. Said Ramazan, yüksek öğrenim için, Mısır'a Ezher Üriiversitesi'ne
gitti. 1955 tarihinde buradan mezun olunca, Suriye'ye döndü ve Humus ilinde
bir müddet öğretmenlik yaptı. Daha sonra, Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi'ne
Asistan olunca, Fakülte onu doktora için Ezher'e gönderdi. Ezher Üniversitesi
Şeriat Fakültesi'nde doktorasını tamamlayarak, «Bi Takdiri Mümtaz» dereceyle
doktor oldu. 1955'te tamamladığı doktorasına ilâveten de, 1966 yılında «Eğitim
Sertifikası»na hak kazandı. Şam'a dönünce, Yrd. Profesörlük göreviyle Şer'î
ilimleri okutmaya başladı. Bir müddet sonra, Fıkıh kürsüsü başkanı ve Dekan
ilmi işler yardımcısı oldu. Nihayet, Şeriat Fakültesi Dekanı oldu. Bu vazifesi
1980'lere kadar devam etti. Şu an ise, Kürsü başkanlığı vazifesini
sürdürmektedir.
Üstad M. S. Ramazan,
bütün bu vazifelerini yürütürken, bir yandan da ülkede intişar eden çeşitli
gazete ve özellikle ilmî dergilerde. Ünü, fikri ve edebî yazılar
neşretmekteydi. Yine, çeşitli seviyede, halka ve gençliğe hitaben konferanslar
vererek, camilerde geniş çaplı sohbetler düzenleyerek halkı irşad ediyor,
kültür ve inanç yönünden genç müslümanları eğitiyordu... Dersleri, sohbet ve
konferansları da, umumiyetle, yazdığı Ümi eserlere istinad ediyordu. Yani, şu
sunduğumuz, «Fıkhu's-Siyre» ile itikadî konuları ele alan «Kübra'l-Yekiniyyât»
kitablanndaki konuları izah ve yorumlan çevresinde, müslüman halkın din ve
dünya ufkunu aydınlatmaya uğraşıyordu...
öte yandan da tabii;
ilmî, fikrî ve edebi olmak üzere yeni eserler vermeye halen devam
etmektedir... Eserlerinde ele aldığı başlıca konular: Fıkıh, Usul-i Fıkıh,
Akîde, Felsefe, Sosyoloji, Edebiyat... Yirmi beşten fazla eserinden bazılarına
birer cümleyle işaret ediyoruz: [4]
1- Fıkhu's-Siyre,
büyük bir cilt. (Siyret ve fıkıh konusunda.)
2- Kübrâl-Yekiniyyât,
büyük bir cilt. (îtikadi konuda büyük
isbat yollarını
işler.)
(Bu iki eseri,
3- El-Maddiye
el-Cedeliyye. (Diyalektik Materyalizmi tenkid.)
4- EtrTerbiyetü'l-îslâmiyye. (îslaml Eğitim Sistemi.)
5- Nİzamütl-tktisadi'l4slaml.
(İslâm İktisat Sistemi...)
6- El-La Mezhebi
yy e. (Telfiki reddeden eser. D. A. Kayapınai tarafından Türkçeye çevrildi ve
neşredildi.)
7- Ebhas'ün
fi'l- Kunme. Bu, «Zirvedeki meselelerimiz» anlamına bir seridir. Ufak çapta,
ancak her biri büyük bir mes'-eleyi vermektedir. Bu kitablara kendisi: «Tevcih,
yönlendirme- kitabları adını vermektedir... Bir iki örnek verelim:
- Hakeza Felned'u
ile'l-îslâm», («İslam'a Da'vet Metodu- adıyla çevrildi. Madve Yayınlarında
çıktı.)
- Müşkilâtü'ş-Şebab,
Gençliğin Problemleri. (Madve
neşretti.)
- İla Külli Fetatin
Tü'minu Billân-, Allah'a İnanan Her Genç Kıza Hitab... El-Bûti, Arapça, Türkçe,
Farsça ve bir iki Batı dilini bilmektedir.
Üstad EL-BÜTÎ, bu
hüviyyetiyle, dünya çapında ilmi konferanslara ve birçok kongrelere de
katılmıştır. Katıldığı bu ilmi kongrelerde, mutena bir yer tutmaktadır.
Ezcümle 1981 yıllarında da bu tür bir kongre için Türkiye'ye gelmişti.
Bir önemli duruma da
işaretle muhterem Dr. M. Sald Ramazan El-BûtTnin hâl tercümesini bitirmek
isterim:
Babası, kendisini ilim
ehli olarak yetiştirirken, kendisi de evlâtlarım ilimle teçhiz etmiştir. Bu da
ayrı bir özellikti...
Bu kısa bilgiyi
kendilerinin lütfettikleri mektubla, bizim 1975'-lerdoki Şam seyahatimiz
esnasında, konferanslarını dinleyip, kendilerini ziyaret ettiğimizde
edindiğimiz malûmat ve eserlerinden tanımamıza bağlı olarak sunduk.
Ehl- sünnet yolunun
belli başlı âlimlerinden ve savunucularından olan bu zâtın öbür eserlerini de
genç kabiliyetlerden, dilimize kazandırmalarını beklemek hakkımızdır sanırım. [5]
Hak rızâya muvafık olur
inşâattan.
1- Muhterem
Ekrem DOĞANAY şunları yazdı
Elhamdülillâhi Rabbil
âlemin. Vessalâtü vesselâmü ala Seyyİdl-n& Muhammedln ve ala âlihî ve
sahbihi ve seUim.
«Fıkhu's-Siyre»
adındaki kitab, gerçekten şaheserdir. Muhterem Üstad Dr. Said Ramazan.
el-Bûti'nin kaleme aldığı bu hoş kitabın Arapça nüshasını mütalâa ettim. Ve
âzami derecede yararlandım. Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimizin hayatım ve
siyretini veciz bir şekilde ve i'tinâlı bir biçimde kaleme almış, bil'âhere konunun
hikmetlerini, hükümlerini ve ibretâmiz cihetlerini de Öz olarak hatırlatmış,
bereketli öğütlerde bulunmuştur.
Müslümanlar, kâmil
mü'min olmak ve müşteki olup durdukları hal-i perişanlıktan kurtulmak için, tek
rehberimiz Hz. Muhammedi (s.a.v.) Efendimizin siyretini, yüce ahlâkını bilmek,
bellemek ve O'nu nümûne4 imtisal kabul ederek, prensiplerini hayatlarında
tatbik etmek zorundadırlar. Biz, onu, hattâ onun feyz ü bereket dolu tedrisat
halkasında ve daima taht-ı terbiyesinde yetişmiş bulunan, en hayırlı asrın en
güzide insanları olan sahâbe-i kiram hazerâtını kendimize örnek alacak
olursak, cihana örnek oluruz. Zayi etmiş olduğumuz mefahir ve ihtişamımızı
yeniden elde etmiş bulunuruz.
Esefle İfade etmek
gerekir ki, bu sahada şimdiye kadar tatminkar bir eser Türkçe olarak telif
edilmemiştir. Telif edilenler İse. vahyi akla uydurmaya, mu'cizeleri alelade
olaylar gibi göstermeye çalıştığı İçin, heykel gibi ruhsuz ve tesirsiz
kalmıştı, tşte «Fıkhu's-Siyre» açUnı taşıyan kitab böyle bir boşluğu doldurmuş,
mübrem bir ihtiyaca cevab vermiştir. Onu mütalâa ettiğim zaman; «Keşke bu güzel
kitabı tercümeye biri tasaddi etse de, müslüman kardeşlerimize ithaf
eylese...» diye temenni etmiş ve buna son derece lüzum hissetmiştim,
Allah'a şükürler olsun
ki, bu kitabın da, bu sahada liyakati olan ve ilmî, fikrî birçok eserler te'lif
ve terceme ederek faydalı hizmetler vermiş bulunan Muhterem Ali NAR Bey ve bir
arkadaşı tarafından teroeme edilip, bilhassa, genç kardeşlerimizin
istifadesine sunulduğunu öğrendim. Ve buna çok sevindim.. Aslına uygun biçimde
ve selis bir ifadeyle terceme edilip, kardeşlerimizin istifadesine, manevi bir
hazine olarak takdim edilmiştir. Tercemeyi de kısmen okudum, dostlarıma
almalarım tavsiye ettim. Hattâ birçok yakınıma birer tane aldırmış oldum...
Muhterem ve faziletli
müellif ve mütercimlerden Allah razı olsun. Sa'ylerini meşkûr buyursun. Daha
nice eserler telif ve terceme ederek bereketli hizmet vermeye muvaffak eylesin.
Âmin.»
2- Muhterem Halil Günenç de şunları yazdı:
Bismillâhirrahmanirrahıym
«îslâmî ilimlerin her
dalında değerli eserler yazıldığı gibi, Peygamber (s.a.v.) hayatını, güzel
ahlakını ve cihadını anlatan «Siyer* dalında da değerli eserler yazılmıştır.
Bunların başında, Siyret-i tbn-i Hişâm, Siyret-i tbn-i tshâk ve Şifâ gibi
kitablar gelmektedir. Böyle olmakla beraber, her asırda insanlar için en güzel
numune ve en doğru ölçü olan Peygamber (s.a.v.)'in hayatını ve yüce şahsiyetini
tahrif etmeden olduğu gibi anlatmak, zihinlere takılan şübheleri izale etmek
gerekmektedir. Asrımızda yaşayan ve nice ilmî eser veren muhterem Dr. M. Said
Ramazan el-Bûtî bu vecibeyi yerine getirdiği gibi, öncekilere de yeni bir
halka ekledi. Ve garazkâr müsteşrikler Üe uşaklarının yaptığı tahrifin üzerine
bir çizgi çekti.
Bu eserin diğer
eserlerden faklı tarafı; olup bitenleri serdettik-ten sonra, tahlil ederek
konunun özünü okuyucuya sunmasıdır.
Allah müellife uzun ve
bereketli ömür versin. Mütercimlere de yaptıkları bu hayırlı işten dolayı bol
bol ihsanda bulunsun. Âmin.» [6]
Allah'ın bana, yazıp
yayınlamayı nasib ettiği kitablar arasında; halk nezdinde tutunup
faydalanılması bakımından, bu hitabımın derecesine ulaşan olmadı.
Kanâatımca bunun baş
sebebi de; Peygamber Hayatı kitabında kullandığım metoddur. Tahrife varan
yanlışları önleyici tedbir alarak çağdaşlarımızın eserlerinin uğradığı
felâketten koruma cehdi-mizdir. Yani dejenere üslûb ve uydurma yazım
tarzlarından sakınmamız. ..
İlmî tedbir olarak da;
Siyret kitabının nasıl yazılması gerektiği ve bu hayat olaylarının günümüz
insanının ihtiyacına cevap verici yorumun yapılma usûlüne dair yazdığım özel ve
uzun mukaddimelerden de anlaşılacağı üzere; emsalinden ayrıdır bu kitab...
Hele bir de çağımızda
Resûlullah'ın (s.a.v.) hayatını -doğrudan veya dolaylı olsun- işleyenlerin
düştüğü bir hatâ var ki, ondan şiddetle sakınmış ve okuyucu aklını da koruyucu
tedbir almışız: Yâni Peygamber'i rastgele bir insan gibi ele alıp anlatma
yanlışından... İsterse onu; en büyük kahraman, yegâne dâhi, en yüce ahlâk önderi,
en büyük zâhid göstersin. Vahiy ile hareket eden peygamberlik yönünü ihmâl
ettikten sonra, ferisi fâni lâflar olurdu... Çünkü o zaman onun sözü de,
koyduğu düsturlar da evrensel ve ebedi olamazdı. Çünkü, insanlığa yön veren ve
akıl dağıtan çok liderler, düşünür ve ahlâkçılar gelip geçmiştir. Ama çağını
aşanları bile sonraki dönemlerde sadece birer masal kahramanı gibi anılıp
geçilme durumuna düşmüştür. Halbuki Resûlullah'ın getirdiği ve hayatı boyu uyguladığı
dünya görüşü, bütün esas ve teferruatıyla yaşamakta ve yaşanmak borcundadır. O
da, ilâhi kaynaklı olması nedeniyledir. Vahiyle, Allah'ın lütfettiği ilimden
gelmesi sebebiyledir.
Şu bir gerçektir hi;
insanın seviyesi, kültürü ne olursa olsun, gerçeği, faydalıyı ve güzeli
kabullenir. Yanlış ve bâtılı ise hep dış-laya gelmiştir.
Bu mazhariyette:
«Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmeğe çabalıyorlar. İnanmazlar dirense de
Allah nurunu tamamlar âyetinin sırrının tecellisinden bir. iz gördüğümü de
kaydetmek isterim. Çünkü apaçık bir başka durum da, günümüz insanının artık,
lâf kalabalığı ve malzeme yığınından çok gerçeğe ve anlaşılır olan gerçeğe
meylettiğidir, fiünkü yalancı şafaklardan, göz dolduran işlerden insanlık
yeterince ders almıştır artık. Kitabın bu baskısına gelince; bütün öbür dikkat
ve düzeltmelerin ötesinde; İdeal Hilâfet Dönemini hısa ve öz olarak - Sekizinci
Bölüm halinde - eklemiş olmamızla ayrıcalık taşımaktadır. Tabiatıyla; kitabın
genel üslûb ve usûlünü takibetmekle birlikte, her Halifenin dönemindeki
olayları da, kendi işaret ve karakteri içinde verdik ve yorumlarını,
değerlendirilmesini de o günlere dair kaynaklardan süzdük.
Böylece de, bu
araştırmamızın asli hedefi olan; Resûlullah'ın ilâhi nizam için, örnek
hayatıyla birlikte, onun uzantısı olan Râşid Halifelerinin uygulamalarını ve
fıkıhta kaynak ve dayanak olacak gelişmeleri bütünleştirmiş, çabamızın
meyvesini tam olgunlaştırmış olduğumuz ümidindeyiz.
Bu bir başarı ise,
başında da, sonunda da Allah'ın inayetine bağlıdır. Bana bu başarıyı ihsanına
İlâveten bir ihsan daha niyaz ederim ki; beni ihlâstan ayırmasın; kalbime
kendi rızâsından başka bir emel girmekten korusun.
Kesin kanâatim,
şüphesiz bilincim bu ki; her işin sebebi onun elindedir. Onun dışında da kudret
ve yetki sahibi yokturl
Şam: 15 Ramazan 1411
1 Nisan 1991[8]
Okuyucu bu yeni
baskıda, öncekilere nazaran herhangi bir fazlalık göremiyecek. Düzeltme ve
bazı zaruri düzenlemelerin dışında bir değişiklik ve yenilik de göremiyecek...
(Bu gerçek ama), ben
de bu yeni baskıya kadar geçen süre içinde hep, değerli okuyuculardan,
kitabımın asıl çatısı üstüne, yeni, güzel bir biçim verebilmek için faydalı
uyarı ve öğütleriyle beni yönlendirmelerini bekleyip durmuştum. Ama muhtaç
olduğum bu mülâhazaları ikram etmek yerine, okuyucularımın, çoğu, haket-mediğim
övgüler yazmakla yetindiler.
Az bir kısmı da,
mes'eleleri daha geniş tutmaya veya siyer olaylarından ne varsa hepsini, hem
de bütün ibretli yönleriyle (izahlarını) eklemeye zorluyordu beni.
Evet, farkındayım, ben
bu kitabıma siyer olay ve bahislerinin ancak en önemlilerini ve vesikalar
yönünden en sıhhatlilerini tes-bit etnns bulunuyorum. Bunun dışında daha çok
sayıda olay ve vak'alar var... Ama ben bundan fazlasına açılmamayı şu iki
sebeb-ten ötürü uygun buldum:
Birincisi: Bu konuda
-öyle mes'eleler var ki; okuyucunun onlardan dersler ve ibret alması, sezmesi
gerekir ve mümkündür. Ama ondan tahliller yaparak birtakım hüküm ve prensipler
çıkarmaya elvermez.
Ve görüyorsunuz ki;
bizim metodumuz, birçok tarih ve siyer hadisesini biriktirip takdim etmek
yerine, önemli olaylardan hüküm ve hayat ölçüleri çıkarmak tarzındadır.
Dolayısıyla, siyerdeki birçok olayı konu edinmiyor, onları asıl ihtisas
sahasına, herşeyi bütün tafsilât ve genişliğiyle ele alan Siyer ve islâm
Tarihi'ne bırakıyoruz.
İkinci olarak da: Ben,
bu tür kitapların, çeşitli seviyedeki okuyucu tarafından bıkkınlık gelmeden
okunulacak ve faydalanılacak ölçüyü aşmaması görüşündeyim. Bu tarzıyla kitaptan
beklenen verimi, okuyucu kolay ve bütün olarak elde eder. Ve özet de olsa,
eksiksiz bir şekilde; Peygamber'in hayatında canlı olarak temsil edilen,
billûrlaşan İslâmi yapıya ait bilgiyi kazanması mümkün olur
Yani, kitabı, bütün
olayları kuşatacak şekilde geniş tutsak ve hele olaydan da, şerh ve izanıyla
hükümler elde etmeye kalksak, her okuyucunun kolaycacık okuyacağı sınırı çoktan
aşar-, güttüğümüz ders verme hedefini de kaybederdi. O zaman çok az kişi okur
ve istifade eder çoğunluk ise ancak bir miktarım okuyup bırakırdı.
Nitekim bu hususa,
ikinci baskının önsözünde de etraflıca temas etmiştim.
Binaenaleyh, Allah'tan
bu çalışmamı kendi rızâsına muvafık kılmasını, yazarına ve okuyucusuna faydalı
olmasını temenni ediyorum.. Ve muhterem okuyuculardan da yine kıymetli görüş
ve tavsiyelerini esirgememelerini rica ediyorum.
Sahibim Allah'tır. O
ne güzel hami ve yardımcıdır. [9]
1- «Fıkhu's-Siyre»
kitabının bu ikinci baskısını da; birçok bahisler ekleyerek, bazı bölümlerini
yeniden düzenleyip genişleterek, Resülullah'm hayatını araştıran ve ondan ders
ve öğütler edinmek isteyen kimselerin faydasına sunuyorum. Ve ümid ediyorum ki;
bu haliyle kitab, tam olmaya oldukça yaklaşmıştır. Aslında mutlak ke-mâl'in
hududu erişilmezdir. Kusursuz ve hatasız kul eseri de düşünülemez. Bunu
Cenâb-ı Hak ancak, en yakınları olan Nebilerine ikram etmiştir. Bu meziyyet
onlara mahsustur. Zira onlara Allah bunu ikram etmekle, kendi aklı ve
içtihadıyla yürüyen kişi ile, vahiy ve ilhanuyla Allanın Hakk'a irşad buyurduğu
kişilerin arasındaki müthiş farkı göstermiş oldu... Aynı zamanda olgun akıl ile
açık ve saf görüşten hangisinin daha üstün olduğunu da../
2- Evet ben,
yeni bir branş olarak, Siyret-i Nebeviyye ve ona bağlı konuda kitab yazmaya ve
bu konuda asrımızda yazılmış eserlerdeki müthiş hatâları düzeltmeye teşebbüs
ettiğimin şuurunday-dım. Doğulu - Batılı birçok yazarın kasten yaptığı sayısız
hatâ ve iftiraları, ondokuzuncu asrın sonunda başlayıp günümüze dek süren ve
belli ekollerce de yönlendirilip beslenen, korunan bu tahrifat plânlarının
perdesini yırtmak emelindeydim. Konu ve hedef bunca Önemli idi ama, yine de bu
kitabımın daha ilk baskısının bu kadar kısa zamanda tanınıp tutulacağını, Arap
ve tslâm ülkelerinde kapışılacağını ümid etmemiştim.
Bu bölümleri yazarken
takip ettiğim yolu beğenen okuyucularımdan bana gelen teşekkür mektublarından
anladım ki; artık bu «kol, kendi ismine, kurucularına ve propagandacılarına,
meftun olmuş bir avuç insanın dışında hiç kimseyi tuzağına düşürememlş. Ve
yine anladım ki, Hz. Peygamber. (s.a.v.) *in hayatında zuhur eden hakik^tlar,
şerefli ve parlak olarak devam edecekler, ayrıca bağımsız akıl, o hakikatlan
oyuncak haline getirmeyi hedef alan herhangi bir tahlil veya te'vile
aldanmadan onlara inanmaya ve onlara doğru meyletmeye devam edecektir!
3-
Araştırmacıların ve düşünürlerin tümü
bilmektedir ki, o dönemde bu ekolün doğuşunun en önemli sebebi, Avrupa'daki
ilmî uyanış hareketinden müslüman Arap kafaların çoğunluğuna sirayet eden şu
Batı hayranlığıdır. Bu kafalar, Batı hayranlığının etkisi altında,
Müslümanların Avrupalılar gibi kalkınmalarının tek yolu, Avrupalıların
Hıristiyanlığı anladıkları gibi onların da Müslümanlığı öyle anlamaları,
islâm'ın gaybî hakikatlarını maddî ilimlerin buluşlarıyla izah etmeleri, ilmin
tesbit edemediği gayba inanmamaları, keşif ve icadlarm doğrulamadığı herhangi
bir mucizeyi kabul etmemeleri gerektiği vehmine kapıldılar. Müslümanlar bunları
yaptıkları takdirde - onlara göre - Batı'nm ilimde ilerlediği gibi onlar da
ilerlemiş olacaklar ve kalkınma ve teknolojide onların seviyesine çıkmış
olacaklar...
Bundan dolayı bu
ekolün ileri gelenleri, Dinde reform fikrini ortaya attılar. Halbuki, islâm
Dini hiçbir zaman bozulmadı ki, reforma veya reformcuya ihtiyaç duysun.
Evet, Hüseyin
Heykel'in «Hz. Muhammed'in Hayatı» adlı kitabı, bu konuda ilk yapılan
denemeydi. Bu adam, kitabında, Hz. Peygamber'in hayatını, ilmin direktifinin
dışında anlamak istemediğini açıkça ilân etmişti. Bunun için de o diyordu ki;
Hz. Muhammedin hayatında ne mucizeler, ne de olağanüstü olaylar vardır; onun
hayatında tek bir mucize vardır ki, o da Kur'an'dır, yalnızca Kur'an... Yazar
bu konuda, 1. Busuri'nin şu beytini delil olarak ileri sürdü:
O bizim inanmamızı
şiddetle arzuladığından, .Aklın kavrayamadığı şeyle bizi imtihan etmedi...»
Ama yazar aynı
kasidenin şu beytini görmemezlikten geldi:
«Ağaçlar, O'nun
da'vetine secde ederek icabet etti, Ayaklan yoktu ama kökleri üstüne yürüyerek
geldi.
O dönemdeki Ezher
Rektörü Şeyh Mustafa Merağî, Hüseyin Heykel'in bu kitabına bir takriz yazarak
ve atılan bu ilk adımı tebrik ederek, kitabın her türlü yanlış ve kusurlardan
uzak olduğunu ısrarla belirtti. Onu Muhammed Ferid Vecdi izledi. Bu zât da,
kitab veya sünnette sabit olan haber-i sadıka ters düşmeyi gerektirse bile
islâm'ı ve Hz. Peygamber'in siyretini pozitif ilmin metoduyla kavramaya çağıran
sürekli makaleler neşretmeye başladı. M. Ferid Vecdi «pozitif ilmin metodu»
kavramıyla, mütevatir haberle sabit olsa bile aklın, mucizelere, olağanüstü
olaylara ve gaybi konulara boyun eğmemesini kastediyordu. Ona göre sanki ilim,
sadece duyu
ve algılarımızın
alanına girmeyen herşeyi inkâr etmekle gerçekleşiyor.
4- o vakit
Mısır'daki İngiliz işgalinin, kalem sahihlerinden ve düşünürlerinden bir grup
tarafından benimsenen, İslâm hakkındaki bu yeni anlayışı nasıl istismar ettiği
ve müslümanların kalbindeki dinî duyguyu zayıflatmak için nelere başvurduğu
herkes tarafından bilinmektedir. Dindeki
mucize fikrini temelinden
inkâr eden bir kişinin gönlünde hangi dini duygu kalır? Din,
Nebilere ve Resullere gelen îlâhi vahiy mucizesinin dışında birşey
midir? Sömürge eğitimi, müslümanlarla îslâmî eğitim metodunun arasını açıp,
oraya başka bir
eğitim metodu koydu.
Bu eğitim metodunun her yönü, kendisinin köklü bir
Avrupa metodu olduğunu isbat etmektedir.
5- Sonra
zaman geçip, seneler birbirini kovaladı, nihayet her insaflı araştırmacı
tarafından bu ekolün; ne dürüst bir ilmi arattırma ve incelemeye, ne de
bağımsız bir düşünceye dayandığı, aksine o ekolün sadece bir kısım
müslümanlardaki aşağılık duygusunun ve Batı hayranlığının doğurduğu bir
reaksiyon oluşu anlaşıldı. Onları bu duruma getiren şey, içinde bulundukları
bir kısım özel şartlar sebebiyle, Avrupai yaşayış biçimini öğrenmeleri ve o
hayatın zevk ve çekiciliğine gönüllerini kaptırmalarıdır. Böylece onlar kendi
içlerindeki aşağılık duygusunu, akıllarına musallat olan bir hâkim yaptılar.
Bununla da, dışı (dinî reform), içi
-Avrupa'nın kalkınması karşısında bir çöküntü ve aşağılık duygusu- olan fikrî
bir ekol oluşturduklarını zannettiler.
Yine bu ekolün
bağlılarının ve propagandacılarının zannetiği veya zannettiril diki eri üzere;
Avrupalüarmkine benzer bir kalkınmaya dahi ulaşamadıkları her araştırıcı
tarafından görüldü. Dinde reform yapma hareketinin sonucu da iki hakikati
birden kaybetmek olmuştu; yâni ne din gerçeği üzerinde kalabildiler, ne de
ilmi bir ilerlemeye ulaşabildiler.
6- işte bu
yüzdendir ki bu kitabı yazarken hedef olarak, bu fitne ekolünün kalıntılarını
temizlemeyi seçmiş bulunuyorum:
Bir müslümanın, Hz.
Peygamber'in hayatım, büyük bir dahînin veya yüksek rütbeli bir komutanının
hayatını anlamaya uğraşması gibi davranması bir an bile yakızmaz. Bu gibi
gayretler bir inatlaşmadan veya Hz. Muhammed (s.a.v.)'in hayatına anlam veren
büyük hakikati basitleştirmekten başka bir" şey değildir. Bu açık
hakikatlar isbat etmiştir ki, Hz. Peygamber (s.a.v.) her türlü aklî, ruhf ve ahlâki olgunluk ile
yüce sıfatların tümüyle muttasıf idi. Fakat bütün bunlar onun hayatındaki tek
büyük hakikattan kaynaklanıyordu. Bu tek büyük hakikat ise, onun Allah
tarafından gönderilmiş bir peygamber oluşudur. Teferruatı aslın yerine
koyarak, sonra da mutlak olarak aslın varlığını bilinemezi ikten gelmek çok
garib ve abesdir... Kuşkusuz bunu kabullenmemek, yalnızca bakışı asla
çevirmekle olur.
Yine bir müslüman
madem ki, Resûlullah'ın siyretini inkâr etmiyor ve onu anlamaya uğraşıyor, o
halde onun, Hz. Peygamber'in ( hayatındaki yegâne mucizenin Kur'ân-ı Kerim
olduğunu düşünmesi gereksiz olur. Ama bu siyretin varlığını inkâr ediyorsa,
yine Kur'-an'ın mucize olduğunu da inkâr etmesi gerekir. Çünkü Resûlullah*-ın
diğer mucizeleri de ancak bize Kur'ân-ı Kerîm mucizesinin geldiği metod ve
vasıta ile ulaştı. Bunu te'vile, öbürünü de nefsin nevasına teslim etmeye,
maksada uydurmaya kalkışmak, son derece yapmacık ve basit bir inceleme tavrıdır.
Gurur sahibi ve aklından emin kimse buna teşebbüs etmez...
7- Bu
çalışmamı rızâ ve hamaset ile karşılayan okuyucularımdan gördüğüm alâka şuna
delildir: Müsteşriklerden, müstağrib-lerden ve onların çok cahil olan
bağlılarından, tslâm'a fikrî saldırıda bulunanların uzun zamandan beri, büyük
bir gayretle yazdıkları kitablar ve sarfettikleri çabaları, herhangi bir
hakikati bâtıla çevirmeye veya bâtılı hakka döndürmeye sebeb olamamıştır.
Fikrî hakikati da anlaşılmaz hâle getirmek mümkün değildir. Fikri haki-kata
tuzak kurmak veya onu bâtıla çevirmek yalnızca geçici bir -zaman için olabilir.
Kısa bir zaman sonra tuzak ortaya çıkar, karışıklık ortadan kalkar ve hakikat
yeniden ufukta doğar. Araştırmacılar ve düşünürler bundan ibret, alırlar. O
ibret de onları daha çok dikkatli olmaya ve uyamk davranmaya götürür.
Şu son yıllarda,
müslümanların kendi Islâmi metodlanndah uzaklaştıklarını söyleyen bir kısım
kimselerin sözü her ne kadar doğru olsa da bugün yeni doğmakta olan İslâm!
gençliğin, yakın geçmişte müslümanların sahib olmadığı düşünceye, dikkate ve
Is-lâmî şuura sahib olduklarına kesinlikle inanıyorum. Çok uzun zaman
geçmeden, sonunda bu şuurun müsbet ve aksiyoner bir harekete dönüşeceğini,
inhirafın düzeleceğini, eğriliklerin giderileceğini, îslâmî yapının yeniden
eski haline getirileceğini göreceğiz...
8- Diğer
taraftan bu kitabı yazarken, her ne kadar özelliği ve faydası olsa bile Soyut
tahlil v© edebî üslûbu bırakarak, ahkâm ve kaideleri çıkarmak İçin akademik
metodu tercih ettim. Zaten bu kitabı sunduğum ortam (üniversite ortamı) da
Akademik metodla uyum halindedir. Okuyucularımın ihtilâflarına rağmen bu metodu
beğenmeleri beni daha çok dikkat etmeye ve konuları daha çok genişletmeye
şevketti. Gerçi ben konunun hakkını veremiyeceğimi ve tam lâyık çalışmayı
yapamıyacağımı biliyordum. Bunun sebebi Öncelikle benim aczim ve kusurum dur,
ikincisi de; ahkâm ve mesâilin ayrıca onlarla ilgili olan diğer hususları
açıklarken, okuyucuya kitabı okurken sıkıntı veren bir sınıra varmasını
istemeyişimdir. Z'ra ben istiyorum ki okuyucu kitabı az bir gayretle baştan
sona kadar okusun. Gerçekten kitab bu sınırı aştığı zaman, benim görüşüme göre
yararı azalır, genel durumlarda okumak ve öğrenmek için ele alınan kolay
anlaşılır bir kitab olma yerine, ihtiyaç duyulduğu zaman yardımına başvurulan
kaynak bir kitab olur.
9- Ancak
birtakım insanlar var ki; yaptığım bu çalışma onlara pek ilginç gelmedi.
Aksine onların bazıları, mücerred bir ilmî araştırma yaparak meydana
çıkarmaları gerekirken, kitabı eleştirip, kin ve düşmanlık elbisesi giydirilmiş
bir ekol meydana getirdiler.
Ben istedim ki,
araştırma sırasında yaptığım bir hatadan veyahut bir delil veya hüküm
açıklarken düştüğüm yanılgıdan dolayı uyarılır isem, bu uyarıyı yapan kişiye
teşekkür edeyim ve ona hayır duada bulunayım. Fakat ben bu iyi niyetime
karşılık, ipe sapa gelmez sözlerle karşılaştım.
10-
Resûlullah ile tevessül etmenin (diri veya ölü olarak) meşru olduğunu açık bir
şekilde, Resûlullah'm işaretinde ve Ashabının tatbikatında gördüm. Çürülülmesi
mümkün olmayan delilleri arzet-tikten sonra da bu konuyu karara bağladım.
Yine Resûhıllah'm
siyretinde, gelen adama hürmeten ayağa kalkmanın meşruiyetini en açık bir
şekilde gördüm. Bunun üzerine de delillerini belirtip, ulemanın ve sahîh
hadîslerin, gelen adama kalkmakla oturan kişinin yanında durmak arasındaki
farkı zikrettiği şekilde açıkladım. Sonra da bu tür ayağa kalkmanın, sahîh
hadislerde açıklanan şartlara uyulduğu takdirde, meşruiyetini yazdım. Yine
Resûlullah'ın siyretinde sehven veya kasden geçirilen namazın kaza edilmesinin
meşru oluşunu gördüm, pelillerini sıraladıktan sonra, onların ışığı altında
hükmü yazdım.
Deilleri dayandığımız
usullerinin dışında bir yoruma elverir görsek, o şeklini de söyleyebiliriz.
Delillerin ve esasların yol verdiği şeye uyarız. Fakat biz bugün, cumhûr-u
ulema ve mezheb itnamlarina muhalefeti kendilerine yeni bir mezheb olarak seçen
heveskâr-ları taklid etmek pahasına, ahkâmın ve delillerin bize ifade ettiği
mânâları görmemezlikten gelemeyiz!.. Ve yine aklın kabullendiği ilmî bir
bahsin, nefsimizde kökleşen taassuba dönüşmesinden Allah'a sığınırız.
11- Vallahi,
çok isterdim şu kendi ferdi görüş ve düşünceleriyle halkın aklını meşgul edip,
zamanını israf etmekte olan bu klik; bu fâsid işi bırakıp, günümüz insanını ve m üs 1 um ani arı düştüğü müthiş
âfetten kurtarmaya gayret etsinler. Onların çok girift problemlerini çözmek
için, çetinler çetini bu iş için, bizimle el birliği çalışsınlar... Ama ne
yazık ki, bunlar hâlâ, hiç de yeni olmayan eski tartışmaların bir başka ağızla
tekrarlarından ibaret dedikodular peşinde, zamanın ve olayların kaynatıp
köpürttüğü, din ve iman avcılarının da akıllara zerkettiği bu dedikodularla
uğraşıyorlar. Sonuç olarak da, gönüllere kin ve düşmanlık etmekten başka da
bir şey elde edememekteler.
Bu kimseler, Allah
rızâsına çalışma iddialarında samimi olsalar, bana kalırsa; bizim görüşümüze
gelecek, öbür mezheblere gönül vermişleri de kendi haline bırakacaklar. Artık
halk üzerine hâlâ kin, husûmet ve fikirleri tahkir ile baskı yapmaya da devam
etmi-yeceklerdi. Halbuki, bizden önceki m üs lüm anların cumhuru, itikadı
olsun, amelî olsun, kesin mes'elelere tutunmakta ittifak ederler, bu gibi
hususları savunma ve korumada yardımlaşırlardı. Yine, zannî hususları
araştırırken ve içtihad yapmak isterken de, hiçbiri diğerine müdahale ile fikri
baskı yoluyla birbirinin görüşünü etkilemeye, böylece de bağlanmakta olduğu
mezhepten ayırmaya uğraşmazlardı...
Halbuki, o cumhûr-u
ulema böyle bir şey yapsa, İslâm birliği daha beşiğinde boğulurdu. Ve bugün
sahibi bulunduğumuz o müthiş güç ve tslâm medeniyetinden elimize hiçbir şey
ulaşamazdı.
12- Ben
okuyucuyu bu bahis münâsebetiyle mezkûr kliğe karşı çıktığım mes'eleler üzerinde tekrar
araştırmaya da'vet ederim. Aynı zamanda
mes'eleyi anlamakta kendime rehber edindiğim cumhûr-u müsliminin görüşüne,
delillerinin kuvvet ve doğruluğuna dikkatle bakmaya çağırırım. Tabii bu deliller, belli beyyineye dayalı ve kendisiyle de
istidlal kabil olmalıdır. Artık bundan sonra, nefsini taassuba kaptırmadan,
aklının ve fikrinin tatmin olacağı şeye meyletmesinde beis yoktur.
Geriye bir tehlike
kalıyor ki o da; aklî görüşün zamanla nefiste gizli bir taassuba dönüşmesidir.
Yoksa iki kişinin bir mes'elede ikna edici delilleri olduğu müddetçe değişik
görüşlere varmakla ihtilafa düşmüş olmaları bir tehlike değildir.
Allahü Teâlâ'dan, bizi
en uygun yolla, Hakk'a vardırıp toplamasını, amellerimizi de rızâsına uygun
kılmasını niyaz ederim. Çünkü Allah her yakarışı duyar ve karşılık verir.
Dr, M. Said Ramazan
el-Bûti
10 Eylül 1968 Şam: 18 Cemadiyel'ûlâ – 1388[10]
[1] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca
Yayınevi: 5.
[2] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca
Yayınevi: 6.
[3] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca
Yayınevi: 9-10.
[4] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca
Yayınevi: 10-11.
[5] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca
Yayınevi: 11-12.
[6] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca
Yayınevi: 14-15.
[7] Bu mukaddime özetle aktarıldı. (Müt.)
[8] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca
Yayınevi: 17-18.
[9] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca
Yayınevi: 21-22.
[10] Dr. M. Said Ramazan El-Bûti, Fıkhu’s Siyre, Gonca
Yayınevi: 23-29.