İKİNCİ BÖLÜM... 3

Fıkhî Konular, İbadetler Ve Bunlarla İlgili Mescid, Taharet Ve Benzeri İşlerle İlgili Görevler, Hac Emirliği Ve Bununla İlgili Hususlar. 3

Kur'ân Öğretmeni. 3

Birinci Fasıl:. 3

İkinci Fasıl:. 3

Uçuncü Fasıl. 4

Allah Resulü Zamanında Kub'ânı Ezberleyenler. 5

Kendilerinden Kırat Vecihleri Nakledilen Sahabiler. 6

Allah Resulü Zamanında Halka Yazı Yazmayı Öğretenler. 7

Müslüman Ve Erkek Öğretmen. 7

Kâfir Öğretmen. 7

Kadın Öğretmen. 7

Kurrânın Konaklaması İçin Ev Edinme Ve Bundan Medrese Yapımına Dair Hüküm Çıkarılması  11

Allah Resulü Zamanında Fetva Verenler. 11

Allah Resulü İle Ashab Arasında, Kendisine Birşey Sormak İstediklerinde Aracılık Yapanlar  12

Allah Resulü Zamanında Rüya Tabiri Yapanlar. 12

Farz Namazlarda İmam... 14

Allah Resulü’nün Hz. Ebûbekir'i Kendi Yerine Namaz Kıldırmakla Görevlendirmesi Ve Onun Kaç Vakit Namaz Kıldırdığı. 15

Resulullah’ın Hac İçin Emîr Tayin Etmesi. 16

Mînber Edinme. 16

Allah Resulü’nün Veda Haccında Hayvan Üzerinde Hitabede Bulunması. 17

Allah Resulü’nün Hz. Ali'yi Kendi Sözlerini Aktarmakla Görevlendirmesi. 17

Halkın Susup Kendisini Dinlemelerini Sağlamak İçin Allah Resulümün Onlardan Boyca En Uzun Ve Sesi En Gür Ve Yüksek Olan Birini Görevlendirmesi. 18

Devlet Başkanının Kavmini Biraraya Toplaması Îçin Ashaptan Önde Gelen Birini Görevlendirmesi. 18

Allah Resulü’nün Kendi Adına Berâe Sûresinin İlk Âyetlerini Tebliğ Etmek Üzere Hz. Aliyi Göndermesi. 18

Ramazan Namazında (Teravih) İmam... 19

Allah Resulü’nün Müezzini. 19

Muvakkit. 21

Mescîdlerin Namazlarında “Cami Mescid”in (Merkez Cami) Müezzinine Uymaları  21

Neyin Üzerinde Ezan Okudukları. 22

Seccade (Humra) Görevlisi. 23

Asa (Aneze) Görevlisi. 23

Allah Resulü Mübarek Evine Girmek İstediği Zaman Önünde Yürüyerek Asasını Taşıyan Kimse  24

Kandil Yakıcısı. 24

Allah Resulü Zamanında Medine'de Mum Yakılıp Yakılmadığı. 25

Buhurcu (Güzel Koku Tütsüleyen). 26

Mescidi Süpüren, Toprak, Pislik Ve Çöpleri Mescidden Atan. 26

Halkı Cemaatle Namaz Kılamaya Yönlendiren Ve Cemaati Terkettiklerinde Onlara Sert Davranan. 27

Namaz Kılanların Önüne Geçip Safları Düzenleyen Ve Buna Uymayanlara Vuran  27

Mescidde İnsanları Bağırıp Çağırma Ve Münakaşadan Meneden. 27

Abdest Ve Temizlik Suyu Görevlisi. 28

Allah Resulümün Bu Hizmetiyle Görevli Olanlar. 28

Allah Resulü'nün Isıtılmış Su Kullanıp Kullanmadığı Ve Hamama Gidip Gitmediği  29

Allah Resulipnün Cam Kabdan Abdest Alması. 30

Allah Resulütntün Tunç Vesaireden Yapılmış Leğende Abdest Alması. 30

Misvak Görevlisi. 31

Allah Resulümün Kürsü (İskemle) Edinmesi. 31

Allah Resulü’nün Kursu Üzerine Oturması. 31

Sucu (Sâkî, Saka). 32

Allah Resulü'nün Mekke'den Medine'ye Zemzem Suyu Getirtmesi Ve En Sarih Bir İfadeyle Çabuk Davranılmasına Teşvikte Bulunması. 33

Seferde Allah Resulü'nün Yanında Götürülen Su Tulumları Ve Onları Doldurmaya Kimin Gittiği  33

Allah Resulü'nün Müslüman Sâkısı. 33

Allah Resulü'nün Yahudi Sakisi. 33

Savaşta Su Taşıma. 34

Yeşil Kaplarda Nebiz Yapılması. 34

Allah Resulü’nün, Suyundan Bir Kıl Çıkaran Kimseye Dua Etmesi. 34

Yemek Sırasında Allah Resulü’ne Hizmet Eden Hizmetçi. 34

Allah Resulü’nün Kapları. 34

Allah Resulü Zamanında Su İçen Kimseye Afiyet Dilenmediği. 35

Hac Emirliği. 37

Kurban Görevlisi. 37

Kâbe Hicabe Görevlisi (Buna Imâre Ve Sidâne De Denir). 37

Kabe Sffiaye Görevi. 39

Allah Resulümün Veda Haccı Sırasında Kerim Eliyle Bizzat Kurban Kesmesi Ve Geri Kalanı Tamamlaması İçin De Hz. Ali’ye İzin Vermesi. 39


İKİNCİ BÖLÜM

 

Fıkhî Konular, İbadetler Ve Bunlarla İlgili Mescid, Taharet Ve Benzeri İşlerle İlgili Görevler, Hac Emirliği Ve Bununla İlgili Hususlar

 

Derim: Burada, el-Fevâid'de de belirtildiği gibi, şer’i görevlerle ilgili genel bir kural vardır. Her soylu ve aşağı kişi, din ve ilim sahibi olduğunda dinî görevlere atanması uygundur; fasık ise, isterse Kureyşli olsun bu görev­lere layık ve uygun değildir. Ancak K u r e y ş î 1 i k ile bu vasıflar bir kim­sede birleşir ve diğeri de nesep dışında yalnız bu vasıflara sahip bulunursa, Kureyşîlik tercih sebebi olur. Devlet başkanlığı için Kureyşîliği şart koşmayanlar, Allah Resulü'nün (sav) Abdullah b. Revâha, Zeyd b. Harise, Üsâme b. Zeyd ve diğerlerini savaşlarda kumandan tayin etmesini delil ola­rak ileri sürerler. Cumhuru fukaha ise buna şu şekilde karşılık verir: Bu görevler devlet başkanlığı ile bir tutulamaz, çünkü Halife 'nin Kureyşli olmayan birini kendisine naib tayin etmesi caizdir. Tâcüddin es-Sübki de şu sözleriyle buna bilmece dizmiştir:

Ne kentten, ne obadan insanlara hükmetmediği halde Mü'minlerin emirlerinden sayılan kimdir?

Ki ne Kureyşli idi, ne de insanları yönetmesi caizdi o sırada, Suyûtî de cevap olarak şöyle der: O, Resullah'ın (sav) azatlısı Zeyd'in oğlu Üsâme'dir. Allah Resulü (sav) onu içinde Hz. Ebubekir ve Ömer'in de bulunduğu bir orduya kumandan tayin etmiş, fakat Resulullah'ın vefatına dek gitmemişti. Sonra Hz. Ebubekir onu Şam'a gönderdi. el-Misbâhu'l-vehhâc'a[1] bakınız.[2]

 

Kur'ân Öğretmeni

 

Bu başlık altında muhtelif fasıllar mevcuttur.[3]

 

Birinci Fasıl:

 

Allah Resulü (sav) Medine'de bulunduğu halde orada Kur'ân öğreten­ler: Ebül-Ferec İbnü'l-Cevzi Müşkilü's-Sahîkayn' da[4] Ubâde b. Sâmit'ten sözle, onun S u f f e ehline Kur'ân öğrettiğini söy­ler. S u f f e , Mescid-i Nebevî'nin arka tarafında fakirlerin sı­ğındığı sofa olup ehl-i   suffe oraya nisbet edilir. el-İsâbe müellifi, Furât b. Yezid b. Verdân'ın dedesi Verdân'ın biyografisini verir ve Vâkıdi'den şu nakli zikreder: Nebî (sav) onu, geçimini sağlamak ve kendisi­ne Kur'ân Öğretmek üzere Ebân b. Said b. el-Asfye teslim etti.[5] İbn Asâkir, Ebû Sa'lebe'den şu tahricde bulunur:Resulullah'la (sav) karşılaştım ve"Ey Allah'ın Resulü, beni güzel öğreten birine gönder" dedim. O da beni Ubeyde b. Cerrâh'a göndererek şöyle buyurdu: "Sana güzel ta'lim ve edep verecek bi­rine gönderdim seni." Kenzii'l-ummâl'de Ebû Salebe el-Huşenf nin fazile­ti kısmına bakınız.[6]

 

İkinci Fasıl:

 

Allah Resulü'nün (sav.) insanlara, komşularından Kur'ân ve fıkıh öğrenmelerini emretmesi: el-İsâbe müellifi, Ebzâ el-Huzâi'nin biyografisi­ni vererek ondan şu tahricde bulunur: "Allah Resulü (sav.) insanlara hitab etti ve müslümanlardan bir topluluğu hayırla andıktan sonra şöyle buyur­du: "Bazı kavimlere ne oluyor da komşularından (dinlerini, Kur'ân'ı) öğren­miyor, fakıh bilgisi almıyorlar?" İbn Hacer bu hadisi İbjıü's-Seken ve Ishak b. Râhûye'ye isnad eder.[7] Hafız Nuruddin el-Heysemi Mecmau'z-zevâid'-de "Bilmeyene Öğretme Babı" altında bu hadisi uzunca vererek şöyle der: Alkame b. Sa'd b. Abdurrahman b. Ebzâ'dan, o babası, o da babasından şuri-vayette bulundu: Allah Resulü (sav.) bir gün hutbe okudu ve müslümanlar­dan bir topluluğu hayırla anarak sonra şöyle buyurdu: "Ne oluyor o toplum­lara ki komşularına (dinlerini, Kur'ân'ı) Öğretmiyor, fıkıh bilgisi vermiyor, öğütte bulunmuyor, onlara iyiliği emredip kötülükten alıkoymuyorlar? Ne oluyor o toplumlara ki komşularından (dinlerini) Öğrenmiyor, fıkıh bilgisi ve oğut almıyorlar? Allah'a andolsun, ya bir toplum komşularına (dinleri­ni) öğretir, fıkıh bûgısı verir, oğutte bulunur, onlara iyiliği emredip kötülükten nehyeder, bir toplum da komşularından (dinlerim) öğrenir, fıkıh bilgisi ve oğut alır ya da onlara dünyada cezalarını veririm". Resulullah (sav) bunları söyledikten sonra indi ve evine girdi Bir grup, Allah Resulu'nun (sav) bununla kimleri kasdettiğini sorunca, başka bir grup şahabı şöyle dediler: Bununla Eş'ârılen kasdetmiş olmalıdır, onlar dinde bilgili (fukaha) bir kavım olup bedevi ve vaha halkı cahil ve kaba komşuları vardır Bu haber Eş'ârılere ulaşınca Resulullah'a (sav) gelerek şöyle dediler Ey Al­lah'ın Resulü, bir topluluğu hayırla, bizi ise şerle anmışsınız, nedir halımız1? Allah Resulü de şöyle buyurdu- 'Ya bir toplum komşularına (dinlerini) öğretir, fıkıh bilgisi verir, oğutte bulunur, onlara iyiliği emredip kötülükten alıkoyar ve bir toplum da komşularından (dinlerini) öğrenir, fıkıh bilgisi ve oğut alır ya da onları dünyada cezalandırırım". Bunun üzerine Eş'ânler şöyle dediler: Ey Allah'ın Resulü, başkalarına mı oğutte bulunacağız? Resulullah (sav) sözlerini tekrarladı, onlar da "başkalarına mı oğutte buluna­cağız^" sozunu tekrarladılar Resulullah (sav) yine aynısını söyleyince, bir yıl sure istediler, Allah Resulü de komşularına dini bilgileri öğretmeleri ve öğütte bulunmaları için onlara bir yıl sure vererek şu ayet-ı kerîmeyi okudu. "Israıloğullarından inkar edenler, Davud'un ve Meryem oğlu isa'nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bu, başkaldırmaları ve aşırı gıtmelerındendı Onlar bir­birlerini yaptıkları fenalıklardan alıkoymuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kotu idil" (Mâide 5/78-79). Bu hadis Taberânîtarafındanel-Mu'ce-mül-kebîr'de rivayet edilmiş olup senedinde Bukeyr b. Ma'ruf[8] bulunmaktadır. Buharı onun hakkında" ırmı bıh"[9] tabirini kullanır. Ahmed b. Hanbel bir rivayette onu zayıf,bir rivayette ise guvenilır (sika) kabul eder.Ibn Âdîde onun hakkında "ercû ennehu lâ be'se bıh"[10] değerlendirmesinde bulunur.[11]

 

Uçuncü Fasıl

 

Allah Resulu'nun (sav), insanlara Kur'ân ve dini bilgiler öğretmek üze­re taşraya gönderdiği kimseler Huzâî "Dinî konularda bilgi öğreten kimse babı" ında çeşitli fasılları ele alır,[12] Bu fasılların ilki "Dinde bilgi sahibi ol­maya teşvik" olup bunuMuaviye'nin (ra) rivayetettiği şu hadisle açar: "Al­lah kime hayır dilerse, onu dinde bilgi sahibi kılar". Bu hadis Buhari'de[13] ol­makla birlikte, Huzâî yalnız Müslim'e[14] isnadla verir ki bu onun (Allah rah­met etsin) için bir kusurdur. Çünkü bu konuda temel kural, bir hadis Buha­ri'de mevcut olunca başkasına isnad edilmeyeceğidir. Bu bâb altında ele alı­nan ikinci fasıl "İnsanların dinî konularda Resulullah'a (sav) nasıl soru sor­dukları", üçüncü fasıl ise "Kadınların soru sorması"[15] hakkındadır. Bana göre bu fasıllar istidradidirler. Huzâî daha sonra Allah Resulü'nün (sav) di­nî bilgileri öğretmek için gönderdiği kimselerin biyografilerini verir. Onun kaydettiğine göre bunlardan biri Mus'ab b. Umeyr b. Hâşim b. Abdimenâf olup İbn îsbak'ın Siret* inde bu hususta şu bilgi verilir: İlk Akabe görüşmesinde Allah Resulü'ne (sav) biat eden oniki kişilik topluluk ayrılıp dönünce Resuluüah Mus'ab'ı onlarla göndererek kendilerine Kur'ân okutmasını ve İslâmiyet'i Öğretmesini emretti. Mus'ab'a Medine'de "mukrî" (Kur'ân okutan) deniliyordu.[16] İbn Kudâme el-Makdisi'nin el-îstib-sâr[17] adlı eserinde zikrettiğine göre, Mus'ab b. Umeyr Medine'ye geldiğinde E s'ad b. Zürâre'ye misafir oldu. Onunla birlikte Ensarın evlerini dolaşır, kendilerine Kur'ân okumayı öğretir ve onları Allah'a (azze ve celle) itaate davet ederdi. Mus'ab ve Es'ad vasıtasıyla, içlerinde Sa'd b. Muaz, Esed b. Hudayr ve başkalarının da bulunduğu bir grup insan müslüman olmuş­tur.[18] Nevevfnin Tehzîblnde bu Mus'ab'ın biyografisi verilirken şöyle de­nir: tik Akabe görüşmesinden sonra, halka Kur'ân öğretmek ve namaz kıldırmakiçin Medine'ye hicret eti. Resulullah (sav) onu birinci[19] Akabe bia-tına katılan on iki kişiyle birlikte Medinelilere dinî bilgiler ve Kur'ân oku­mayı öğretmek için göndermiş, o da Es'ad b. Zürare'ye misafir olmuştu.[20] Resulüllah’ın (sav) gönderdiği kimselerden biri de Muaz b. Cebel'dir (ra) Ebü'r-Rebî el-Kelâi'nin el-İktifâ[21] adlı eserinde belirttiğine göre, Allah Resulü (sav) Attâb b. Esîd'i (ra) Mekke'ye vali tayin etti, halka dinî bilgileri ve Kur'ân okumayı Öğ­retmek için de Muaz b. Cebeli Mekke'de bıraktı. İbn Sa'd bu ri­vayeti et-Tabakat'da Mücâhid'den tahric eder.[22] el-İstîâb*da şu bilgi verilir: Nebî (sav), Mekke'nin fethi yılında, onu halka Kur*ân'ı ve İslâm esaslarını öğretmek, aralarında hükmetmek üzere Yemen'in Cened vilayetine kadı olarak gönderdi ve Yemeni­deki zekât memurlarından zekâtları alma görevini de ona tevdi etti.[23] Amr b. Hazm el-Hazrecî en-Neccârî de Resulullah'-ın (sav) gönderdiği kimselerdendir. el-İstîâb9 da, Allah Resu-lü'nün (sav) onu, kendilerine dinî bilgileri ve Kur*ân'ı öğret­mek, zekâtlarını toplamak için Necrân'a âmil tayin ettiği belirtilir. Bu husus, hicretin onuncu yılı Resulullah'ın Halid b. Velid'i onlara göndermesinden sonradır. Allah Resulü (sav) Amr'a farzları, sünnetleri, zekât ve diyetlerle ilgili hü­kümleri içeren bir mektup (belge) da yazdı.[24]

Buraya öğretmenlerden bir grubu da eklemek uygun olacaktır. Ebû Ubeyde b. Cerrah (ra) bunlardandır. Ahmed b. HanbelMüsned'de Enes'den (ra) şu tahricde bulunur: 'Yemen elçileri Resulullah'a (sav) geldiklerinde *bize İslâm'ı ve Sünnefi öğretecek birisini gönder1 dediler, Resulullah da Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ın elinden tutarak 'Şu, bu ümmetin eminidir1 buyur­du"[25] Allah Resulü (sav) Ebû Ubeyde b.Cerrâh'ı(ra) Şam'a e m îr(kuman-dan) olarak göndermiş ve Şam bölgesinin çoğunun fethi onun eliyle ol­muştur. Râfi b. Mâlik el-Ensârî de öğretmenlerdendi, el-tsâbe müellifi onun biyografisini vererek İbn Ishak'tan şu bilgiyi zikreder: Yusuf Sûresini Medine'ye ilk getiren odur. Zübeyr b. Bekkâr Ahbârül-Medîne'de,[26] Râfı'nin Akabe'de Resulullah'a (sav) mülâki olduğu sırada Allah Resulü'nün geçmiş on yıl boyunca kendisine nazil olmuş âyetleri ona verdiğini, Râfi'in de onları Medine'ye getirdiğini, sonra kavmini toplayarak olduğu yerde on­lara okuduğunu rivayet eder ve Resulullah'ın (sav) onun kalb itidaline hay­ret ettiğini belirtir.[27] Üseyd b. Hudayr da öğretmenlerdendir. el-İsâbe mü­ellifi, İbrahim b. Cabir'in biyografisini verirken şöyle der: Allah Resulü'nün (sav) Taif i muhasara ettiği gün kendisine gelen kölelerdendir. Resulullah (sav) onu azad etti ve Üseyd b. Hudayr'a göndererek geçimini sağlamasını ve kendisine dinî bilgileri öğretmesini emretti. Bu bilgiyi Vâkıdi zikreder,[28] İbn Fethûn da ona istidrâkte bulunur.[29] Halid b. Said b. Âs da bunlardandır.Yine el-İsâbe'de, Haris b. Kelede es-Sekafî'nin kölelerinden Ezrak b. Ukbe es-Sekafî'nin biyografisini veren müellif, onun da Taif kuşatmasında Resulullah'a (asv) gelen kölelerden olduğunu, İslâmiyet'i kabul ettiğini ve Resu-lullah'ın onu azad ederek geçimini sağlaması ve dinî bilgileri Öğretmesi için Halidb. Saidb. Âs'a teslim ettiğini zikreder.[30] Amrb. Hazmb.Zeydel-Ensârî de Öğretmenlerden olup el-İstibsâr fî ensâbil-ensâr'da, hicretin onuncu yılı, onyedi yaşındayken Allah Resulü (sav) tarafından kendilerine Kur'ân ve dinî bilgiler öğretmek, zekâtlarını toplamak üzere Necran'a vali tayin edildiği zikredilir.[31]

 

Allah Resulü Zamanında Kur'ânı Ezberleyenler[32]

 

Bunlar ensârdan altı kişi olup Beyhâki onları şöyle saymaktadır: Übey b. Ka*b, Zeyd b. Sabit, Ebû Zeyd, Muâz, Ebû'd-Derdâ ve Sa'd b. Ubâde. Ta-berânî ve Beyhaki bunu " e n s â r " kaydıyla rivayet ederler ki bu durum, Kur'ân'ın birçokları tarafından ezberlenmiş olduğu gerçeğiyle çelişmez. Sahîhayn'da Enes'den, Resulullah (sav) zamanında hepsi de ensârdan olan dört kişinin Kur'ân'ı tamamen ezberledikleri ve bunların Übey, Muâz, Ebû Zeyd ve Zeyd b. Sabit olduğu rivayet edilir. Bu rivayeti nakleden Katâde şöyle der: Ebû Zeyd'in kim olduğunu Enes'e sordum, amcalarından biri ol­duğunu söyledi.[33] Derim: Sözü geçen Ebû Zeyd, Kays b. Seken olup künyesi Ebû Zeyd'dir. Künyesi, adından daha çok tanınmıştır ve evladı da yoktur.[34] Muvaffakuddin İbn Kudâme el-İstibsâr fî ensâbi'l-ensâr'da buna dikkat çeker. Yineel-İstibsârMa Sabit b. Zeyd b. Malik el-Ensâri'nin biyografisin­de müellif, Yahya b. Main'den onun Kur'ân'ı tamamen ezberleyen Ebû Zeyd olduğu rivayetini naklederek Ebû Zeyd'in başkası olduğu görüşünün daha isabetli olduğunu belirtir.[35] Yine el-îstibsâr'da Hanzele b. Ebî Âmir'in biyografisinde Katâde Enes'den şu rivayette bulunur; Evs kabilesi mensup­ları iftihar ederek şöyle dediler: Meleklerin yıkadığı Hanzele b. Râhib biz­dendir, an sürüsünün koruduğu Asım b. Sabit, olumune Rahman'ın arşının titrediği Sa'd b. Muaz bizdendir! Hazreçliler de şöyle dediler: Resulullah (sav) zamanında Kur'ân'ı okuyan dört kişi —ki kendilerinden başkası Kur'ân'ı okumamıştı[36]— bizdendir. Ubey b. Ka'b, Muâz b Cebel, Zeyd b. Sa­bit, Ebû Zeyd ve Ebû Hanzele[37] Derim: Onların sayısını dörde hasreden kimse zihnine gelenleri kasdetmiş olup bu da sözgelimi Hz. Ebubekir gibi Kur'ân'ı ezberleyenlerin bulunmasına aykırı değildir. el-Fecrü's-sâti'de "Resulullah'ın (sav) ashabından kurrâ olanlar bâbı"nda Enes'ın "dört kişiden başkası Kur'ân'ı ezberlemiş değildi" sözü ile ilgili olarak şöyle denir: Bunda belirsizlik ve şüphe soz konusudur. Çunku onlardan başkaları da Kur'ân'ı ezberlemişlerdi. Ebû Ubeyd bunlardan dört halife, Talha, Sa'd, Ibn Mes'ud, Huzeyfe, Salım, Ebû Hureyre, Abdullah b. Sâib, dört Abdullah ve başkalarını zikreder. Bu şüpheye,'mezkur sözden maksadın Kur'ân-ı Kerîm'i nazil olduğu kıraatların bütün vecihleriyle yalnız o dört kişinin ez­berlemiş olduğu ve Enes'in (ra), vakıa aksı de olsa, kendi bilgisi çerçevesinde bunu söylemiş bulunduğu şeklinde bir ihtimalle cevap verilmiştir. Fethul-Bâri'de de şu bilgi verilir: Birçok hadisten anlaşıldığına göre Hz. Ebubekir Kur'ân'ı Resulullah (sav) hayattayken hıfzetmişti. "Topluluğa, Allah'ın ki­tabını en iyi okuyanları imamlık eder"[38] hadisi sahih olup Nebî (sav) de has­talığında onu muhacir ve ensara imam yapmıştı. Bu da Hz. Ebubekir*în on­ların Kur'ân'ı en iyi okuyanı olduğunu gösterir. Efendimiz Hz. Ali de Kur'ân'ı, Allah Resulu'nun (sav) vefatından hemen sonra nüzul sırası üzere hıfzetmişti. Bu rivayeti İbn Ebi Davud tahric etmiştir. Fethul-Bâri'ye bakınız.[39] Suyûtfnin Târîhu'l-hulefâ'sında Hatib'in Târîhu Bağdad'da Muhammed b. Abbâd'dan gelen senedle şu tahricde bulunduğu zikredilir; Muhammed b. Abbâd şöyle dedi: Halifelerden Osman b. Affan ve Me'-mun'dan başkası Kur'ân'ı ezberlememişti.[40] Derim: Bu sınırlama, kabul edi­lemez. Sahih rivayetlere göre Hz. Ebubekir es-Sıddık da Kur'ân'ı hıfzet­mişti Ulemadan bir grup bunu açıkça belirtirler. Bunlardan biri Nevevî olup bu hususu Tehzîb'de zikretmiştir.[41] Hz. Ali de Kur'ân'ı ezberlemişti. Bir rivayette onun Allah Resulu'nun (sav) vefatından sonra Kur'ân'ı tamamen ezberlediği varid olmuştur. er-Riyâzü*l-müstetâbe'de,[42] Resulullah (sav) zamanında Kur'ân'ı tamamen ezberleyen şu on kişinin olduğu belirti­lir: Hz. Ali, Osman, Übey b. Ka'b, Muâz b. Cebel, Ebü'd-Derdâ, Zeydb. Sabit, Ebû Zeyd el-Ensârî, Temim ed-Dârî, Ubâde b. Sâmit ve Ebû Eyyub. Derim: îbn Sa'd'm Tabakât'mda (1,34) Mücemma b, Hârise'nin biyografisinde şu bilgiyi gördüm: Kûfeliler onun Kur'ân'ı birveya iki süresi bariç Nebî (sav) zamanında ezberlediğini rivayet ederler.[43] el-Istabsâr'daki biyografisinde de İbn İshakşöyle der: Mücemma genç bir çocuktu, Resulullab (sav) zamanı­nda Kur'ân'ı ezberlemişti. Kureyş'in m e v 1 âsi olan ve Humus'a yerleşmiş bulunan Şihâb el-Kureşfnin el-İsâbe'deki biyografisinde İbn Mende, Ab­dullah b. Zuğb'dan şu rivayeti nakleder: Nebî (sav) Şihâb el-Kureşî'ye Kur'ân'ın tümünü okutmuştu. Humus'ta halkın hepsi ondan Kur'ân oku­yorlardı.[44] Ayrıca Fethul-Bfirî, İbn Gâzfnin İrşadına,[45] el-İt-kân'a, Şer-hul-Mevâhib*e (III, 366), Ca'berî'nin Şerhu'r-Râiyye'sine ,[46] Şebrâmellî-si'nin el-Mevâhib haşiyesine bakınız.

Enteresan bir bilgi: Suyûtîel-İtkân*dabukonuda uzunca bilgi verdik­ten sonra şöyle der: Bu konuda konuşan biç kimsenin kendisinden söz etme­diği Kur'ân'ı ezberleyen sahabi bir kadınla ilgili malumat elde etmeyi başardım. İbn Sa'd et-Tabakât'da[47] Ümmü Varaka binti Abdullah b. Haris el-Ensârî'den şu rivayeti tahric eder: Resulullah (sav) onu ziyaret eder ve kendisine " ş e h i de" derdi. Kur'ân'ı ezberlemişti. Resulullah (sav) Bedir Gazvesi'ne çıktığı sırada kendisine gelerek "Sizinle gazveye çıkmama için verir misin? Yaralılarınızı tedavi eder, hastalarınıza bakarım, umulur ki Allah bana şehid olmayı nasip eder" dedi. Allah Resulü(sav)de"A/Za& sona şehadeti hazırlamıştır" buyurdu. Resulullah (sav) ona evi halkına imamlık yapmasını emretmişti. O da evi halkına namaz kaldırırdı, bir de müezzini vardı. Vefatına bağlı olarak kendilerine azatlık verdiği çocuk bir kölesi ile cariyesi, Hz. Ömer'in halifeliği zamanında onu öldürdüler. Hz. Ömer bunun üzerine ""Haydi şehideyi ziyarete gidelim" buyuran Allah Resulü (sav) ger­çeği söylemiştir," dedi.[48] Suyûtî Cem'ul-cevâmî'de bu rivayetin benzerini zikreder ve İbn Râhûye, el-Hilye'den[49] naklen Ebû Nuaym'a ve Beyhaki'ye isnad ederek Ebû Davud'un[50] da bu hadisin bir kısmını rivayet ettiğini söy­ler. Derim: Kim bu başlık altında verilen bilgiler üzerinde düşünürse, zaruri olarak anlar ki ashabın hepsi Kur'ân'ı tamamen biliyor değildi, çoğu yalnız bir kısmını biliyorlardı. Bu hususu açıkça belirtenlerden biri de Üstad Nablûsi olup bunuŞerhu't-Tarîkati'l- Muhammediyye'de (1,253) zikretmiş­tir.[51]

 

Kendilerinden Kırat Vecihleri Nakledilen Sahabiler

 

Fas'ta kıraat imamlarının sonuncusu olan Şems b. Abdüsselam el-Fâsi Muhâdî*sinde[52] Ca'beri'nin Şerhu'ş-Şâtıbiyye'sinden[53] naklen şu bilgiyi zikreder: Kendilerinden kıraat vecîhleri naklolunan imamlar her asırda sayılmayacak kadar çoktur. Ashabdan olanlar şunlardır: Muhacirlerden: Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Sa'd, İbn Mesud, Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Salim, Ebû Hureyre, Huzeyfe, İbn Ömer, İbn Abbas, Amr b. As ve oğlu Abdullah, Muaviye, îbn Zübeyr, Abdulah b. Sâib, Aişe, Hafsa, Ebû Sele­me. Ensardan: Übey b. Ka'b, Muaz b. Cebel, Zeydb. Sabit, Ebû'd-Derdâ, Ebû Zeyd, Mücemma b. Harise, Enes b. Mâlik. Allah hepsinden razı olsun. Bu bilgileri müellifin kendi el yazısından naklettim.[54]

 

Allah Resulü Zamanında Halka Yazı Yazmayı Öğretenler

 

Müslüman Ve Erkek Öğretmen

 

İbn Abdilber el-İstîâb' da (Hind baskısı, s. 393) Abdullah b. Said el-Âsî'yi anarak şöyle den Resulullah (sav) ona Medi­ne'de halka yazı yazmayı öğretmesini emretti. O güzel yazı yazardı.[55] Ebû Davud'un Sünera' inde Ubade b. Sâmit'ten şu rivayet nakledilir: Suffe ehlinden bazılarına Kur'ân ve yazı yazmayı öğrettim.[56] el-İstîâb'dan naklen zikredilen bilginin aynısı el-Isâbe’de[57] Hakem b. Said b. Âsi b. Ümeyye'nin biyografisinde Zübeyr'inNe-sebu Kureyş'inden naklen verilmektedir.[58]

 

Kâfir Öğretmen

 

Süheyl! er-Ravdü'I-ünüf te (II, 92) Bedir Gazvesi'nden söz ederken şöyle der: Bedir savaşı esirlerinden yazı yazanlar vardı. O sırada ensardan güzel yazı yazan hiç kimse yoktu. Esirlerden hiç malı olmayanların on çocuğa yazı yazmayı öğ­retmesi karşılığında serbest bırakılmaları kabul edildi. Zeyd b. Sabit de ensar çocuklarından bir grup içinde o sırada yazı yazmayı öğrendi.[59] Elâül-Vefa Nasr el-Hûrînî el-Mısrî, el-Metâliu'n-Nasriyye fi*l»usûlil-hattiyye[60] adlı eserde şöyle der: Arap yazısını bilenle­rin sayısı Medine'de ancak Hicret-i Nebeviyye'den bir yıl sonra çoğalmaya başladı. Söyle ki, hicretin ikinci yılında Bedir savaşında ensar Kureyş asil­zadeleri ve diğerlerinden yetmiş kişiyi esir aldıklarında, her esir başına mal olarak bir kurtuluş fidyesi koydular, mal ile kurtuluş fidyesini ödemekten aciz olanlara ise Medine çocuklarına yazı yazmayı öğretmelerini şart koştu­lar. Bu durumda olanlar ancak çocuklara yazıyı öğrettikten sonra serbest bırakılıyorlardı. Böylece Medineliler arasında yazı yazanların sayısı çoğal­dı ve Resulullah'ın (sav) sağlığında ve vefatından sonra müslümanların fet­hettiği bütün yörelerde yazı yayılmaya başladı. Öyle ki Allah Resulü'nün (sav) katiplerinin sayısı kırk ikiye ulaşmıştı.

Mâverdi Edebü'd-dünyâ ve'd-dîn adlı eserinde İbn Kutaybe'den naklen şu bilgiyi zikreder: Araplar yazıya büyük önem veriyor ve onu en fay­dalı şeylerden sayıyorlardı. Bu hususta İkrime (ra) şöyle der: Bedir'de esir­lerin hürriyetlerine kavuşabilmeleri için vermeleri gereken fidye miktarı dört bin dirheme kadar varıyordu. Öyle ki kişi, Araplar nazarında yazının sahibolduğu büyük değer ve faydasının görülmesi sebebiyle, birisine yazı öğretmek karşılığında serbest bırakılıyordu. Allah Teâla elçisine hitaben şöyle buyurdu: "Oku, kalemle (yazmayı) öğreten Rabbin en büyük kerem sa­hibidir" (Alâk 96/3-4). Allah Teâla burada kendisini "kerem'le vası­flandırdığı gibi, "kalemle (yazmayı) öğretti" diye de tavsif etmiş ve bunu bü­yük nimetlerinden, yüce âyetlerinden saymıştır. Öyle ki Kur'ân-ı Kerîm'de kaleme ve kalemle yazılan yazıya and içerek şöyle buyurmuştur: "Nün, ka­lem ve onunla yazılanlara andolsun ki" (Kalem 68/1-2). İbn Abbas'dan "Eğer doğru sözlü iseniz, size indirilmiş bir kitap veya intikal etmiş bir bilgi kalıntısı varsa bana getirin" (Ahkâf 46/4) âyetinde "yazı"nın kastedildiği yorumu rivayet edilir. Mücâhid'den de "Allah hikmeti dilediğine verir" (Ba­kara 2/269) ve "Kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiştir.'' (Bakara 2/269) âyetlerinde söz konusu edilenin "yazı" olduğu yorumu rivayet edil­miştir. Mâverdi'den nakledilen bu bilgi takdim ve tehirle verilmiştir.[61] Bazı­ları bu bilginin, İbn Haldun'a ait Arapların yazı bilmediklerine dair görüşü geçersiz kıldığını belirtirler. İkrime (ra) görerek konuşmuştur, İbn Haldun ise söylediklerini tahminle söylemiştir.[62]

 

Kadın Öğretmen

 

Kadın Öğretmen: el-İstîâb ve el-tsâbe' de şu bilgi verilir: Al­lah Resulü (sav), Şifâ Ümmü Süleyman b. Ebî 

 

Hasme'ye "Hafsa'ya yazı yazmayı öğrettiğin gibi nemle[63] efsununu da öğref buyurdu.[64] Bu hadisi Şifâ'dan rivayetle Ebû Davud'da tahric et­miştir. Şifâ (ra) şöyle dedi: Hafsa'nın yanında bulunduğum sırada Nebî (sav) geldi ve bana "Şuna yazı yazmayı öğrettiğin gibi nemle efsununu da öğretmez misin?" buyurdu.[65] Hattâbi Meâ~ limü's-sünen' de, bu hadiste kadınlara yazı öğretmenin mek­ruh olmadığına delil bulunduğunu belirtir.[66] Ulemadan bazılar Hattâbi'nin bu sözünü naklederek onaylamışlardır. Bunlardan biri İbn Tarhan olup bu hususu el-Ahkâmü'n-Nebeviyye adlı eserinde zikreder. Aynı görüşü Erdebili el-Mesâbih'in şerhi el-Ezhâr'da,[67] İbn Kayyim de el-Hedy’de[68] belirttikleri gibi bunlardan başka alimler de zikretmişlerdir.Nûru'n-nibrâs'da müellif kendi zamanında vukubulan bir olaydan bahisle şöyle der: Bir fıkıh alimine, kadınların yazı öğrenmelerinin caiz olup ol­madığı sorulduğunda, onlara yazı öğretmenin caiz olmadığı şeklinde cevap vermiştir. Müellif Hafız Burhânuddin el-Halebi devamla, o fetva veren ali­min Ebû Davud'un Sünen'inde "Kitâbu't-Tıb* da" geçen bu hadisten haber­siz olduğunu, Ebû Davud'un hadis hakkında bir görüş belirtmediğini ve do­layısıyla hadisin ona göre "sâlih" (sahih, hasen) sayıldığını belirterek Şifâ'mn bu hadisini zikreder.

İmâm Mecdüddin İbn Teymiyye el-Münteke[69] adlı eserinde bu başlık altında zikredilen Şifâ hadisinin ardından şöyle der: Bu hadis, kadınların yazı yazmayı öğrenmelerinin caiz olduğuna delildir. el-Müntekâ'yı şerhe-den Şevkâni deNeylül-evtâVda şöyle der: "Kadınlara yazıyı öğretmeyin, odalarda (erkeklerin ilim meclislerinde) bulundurmayın, kendilerine Nûr suresini öğretin" hadisindeki kadınlara yazı öğretilmesi yasağı, kendileri­ne yazı öğretmede fitne korkusu bulunan kadınlara hamledilir.[70] Şihâbüddin İbn Hacer el-Heytemî eş-Şâfîî el-Mısrfnin el-Fetevâl-hadîsiyye adlı eserinde, kendisine şu sorunun sorulduğu zikredilir: Kadınlara yazı yaz­mayı öğretmenin hükmü nedir? Vâhidi'nin Vasît'inde,[71] Nûr sûresinin ele alındığı yerin baş tarafında kadınlara yazı öğretmenin müstehab olma­dığına dair bilgi mevcut olup bu bilgi sahih midir, zayıf mıdır? İbn Hacer bu soruya şu cevabı verir: Bu bilgi sahihtir. Hakim —ki hadisin sahih olduğunu da belirtir[72]— ve Beyhâki Hz. Aişe'den (ra) merfu olarak şu rivayeti nakle­derler: "Kadınları odalarda bulundurmayın^ onlara yazıyı öğretmeyin, yün eğirmeyi ve Nûr sûresiniöğretin". Çünkü bu sûrede kendileriyle ilgili olup bilinmesi ve bellenmesi halinde onları her türlü fitne ve şüpheden koruya­cağı bunlar üzerinde düşünen herkesçe anlaşılan birçok hüküm vardır. Hakim et-Tirmizî de îbn Mes'ud'dan merfu olarak şu tahricde bulunur: "Lokman, katipler içinde bir genç kız gördü ve şöyle dedi: Bu kılıç kimin için cilalanıyor?[73] Yani kendisiyle kesmek için. Böylece bu sözde, kadınlara yazı öğretmekten nehyin sebebine de işaret vardır, O da kadının yazı öğren­diğinde bunu fasid (gaynmeşru) maksatlar için kullanacağıdır. İbn Hacer el-Heytemi devamla şöyle der: Kadınlara yazı öğretmekten nehy, onlara Kur'ân'ı, ilimleri ve âdabı öğretme talebine aykırı değildir. Çünkü bu husus­lar, yazının aksine, kendilerinden zarar (mefasid) doğmasından korkulmayacak umumî maslahatlardır. İbn Hacer daha sonra bu başlık altında verilen ve "Hafsa'ya yazıyı öğrettiğin gibi nemle efsununu da öğret" ifadesinin geçtiği, Ebû Davud'un Şifa*dan (ra) tahric ettiği hadisi anarak şöyle der: Eğer bu hadisin kadınlara yazı öğretmeye delalet ettiğini söylersen, ben de şöyle derim: Bu hadiste kadınlara yazı yazmayı Öğretmenin cevazına delil mevcut olup onlara yazıyı öğretme talebine delalet yoktur. Onlara yazı öğretmenin caiz olduğunu ben de kabul ediyorum. Bu konudaki nehiy, yazı öğrenme sonucu ortaya çıkacak mefsedetten sakındırmak gayesine matuf­tur.[74]

Hafız Suyûti, Şifâ (ra) hadisini Ebû Ubeyd'in el-Garîb'de[75] Ebubekir b. Süleyman b. Ebî Hasme'den rivayetle verdiğini kaydederek el-Câmiu's-sagîr'de "Hafsa'ya nemle efsunu Öğret", lafzıyla zikreder.[76] Münâvi el-Câ-miu's-sağîr'e yaptığı büyük şerh Feyzül-Kadîr'de şöyle der: N e m 1 e ef­sunu, el-Fâik[77] ve başka eserlerde geçtiği üzere şudur: "Gelin süslenir, kına yakar, sürme sürer; erkeğe karşı gelenekten başka herşeyi yapar". Nem-1 e 'nin vücudun yan tarafında çıkan yaralar(çıban,sivilce)olduğu ve efsunlanınca yok oldukları da söylenmiştir. Parlak zekalı bazı Mağribli alimler bu son görüşün, Resulullah'ın (sav) yasakladığı hurafelerden olduğunu, kendisinin bunu emretmiş olamayacağım ileri sürerek reddederler. Allah Resulü (sav) bununla ancak ilk anlamı kasdetmiş ve "Peygamber, eşlerin­den birine gizli bir söz söylemişti... (Tahrîm: 66/3) âyetinde belirtildiği üze­re, kendisine emanet ettiği sırrı açığa vurup yaymasından dolayı Hz. Haf-sa'yı (ra) tedip etmek istemiştir.[78] en-Nihâye'de de şu bilgi verilir: Denildi ki bu efsun Resulullah'ın (sav) yaşlı bir kadına "Yaşlı kadınlar cennete gire­mez" demesinde olduğu gibi bilmece ve latife maksadıyla söylenen bir söz­dür. Şöyle ki nemle efsunu, kadınların yaptığı ve duyan kimsenin ne fay­da ne zarar vermeyen bir söz olarak bildiği şeydir.[79] Şeyh Muhammed Tahir el-Fettenfnin Mecmau bihâıil-envâr[80] adlı eserinde şöyle denir: İkinci mananın kastedilmiş olması halinde, yazıyı red ve efsunu teşvik ihtimali de söz konusudur. Yani "Kendisi zararlı olan yazıyı ona öğrettiğin gibi, kendisi­ne faydalı olacak kocasına karşı gelmekten sakınması hususunu öğretmeli değil miydin?" demektir.[81]

Subhu'l-a'şâ'da miıe\\iî,"Sıfatü'l'küttâb ve âdâbuhum" (Katiplerin özellikleri ve uymaları gereken kurallar) bahsinde, erkek olmanın katipler­de mutlaka bulunması gereken sıfatlardan olduğunu belirttikten sonra Hz. Ömer'in (ra) kadınlar hakkında şöyle dediğini zikreder: "Onları yazıdan uzak tutun, odalarda bulundurmayın kadınlara karşı "hayır" sözünden yardım isteyin, çünkü "evet", istekte bulunma konusunda onlarda alışkan­lık meydana getirir". Hz, Ali (ra) de bir kadına yazı yazmayı öğreten bir ada­ma rastladı ve ona "şerre şerri ekleme" dedi. Bir bilge, yazı yazmayı öğrenen bir kadın görünce şöyle dedi: "Engereğe zehir içiriyor!*, aferin Bessâmi'ye ki şöyle der:

Kadınlara ne yazıdan, çalışmaktan, hitabetten

Bu bize aittir, onlaraysa bizimle cünüp olmak için gecelemek düşer.[82]

Kalkaşandi sonra şöyle der; Eğer, kadınlardan bir topluluğun yazı yaz­makta oldukları ve Seleften bunu olumsuz karşılayan hiçbir kimsenin görülmediği, Ebû Cafer en-Nahhâs'ın Hasan'a ulaşan bir senedle "Hz. Aişe (ra) kendi yazışmalarında, besmeleden sonra "Allah'ın sevgilisinin sevgilisi M ü b e r r e e[83] Aişe'den" diye yazardı" rivayetini naklettiği söylenecek olursa buna şu cevap verilir: Hz. Aişe hadisinde, onun bizzat kendisinin yazdığı hususu sarih değildir. Muhtemelen, yazan kimseye emrederek bu şekilde yazdırmış veya o söylemeden katibin kendisi yazmıştır. Hem bu hu­sus Hz. Aişe'den sabit olsa bile, başka kadınlar ona mukayese edilemez. Onun dışındaki kadınlar nazarı itibara alınmaz.[84] Bedrüddin ed-Demâmî-ni'nin[85] Sahîh-i Buhâri'ye yaptığı haşiyede "Kişinin cariye ve hanımına di­nin hükümlerini Öğretmesi babı" nda geçen "Üç kişi vardır ki kendilerine iki sevap vardır:... ve bir adam ki yanında bir cariyesi olur, onunla cima eder, kendisine iyi bir öğretim ve güzel bir terbiye verir"[86] hadisiyle ilgili olarak Îbnül-Müneyyîr'in şu sözü nakledilir: Bu hadis, cariyelerin öğretimine bile teşvik ediyor, nerede kaldı hür kadınlar ve akrabaların öğretimi. Buharı, sözü geçen başlığın ardından "Devlet başkanının kadınlara öğüt vermesi ve onları ta'limi babı" başlığım vererek orada İbn Abbas'ın şu sözünü zikreder: 'Allah Resulü (sav) dışarı çıktı, yanında da Bilâl vardı. Erkeklere an­lattığında kadınlara sesini duyuramadığını düşünerek kadınlara öğütte bulundu.'"[87] Demâmîni bu hadisin, fitneden salim olmak şartıyla

 

 

 

kadın­ların hayır meclisleri ve toplantılarına gelmeleri konusunda dayanak oldu­ğunu söyler.[88] el-Fecrü's-sâti'de[89] müellif, bu başlıkla ilgili olarak "yani bu hususun talep edilmesi" der ve nasıl ki kişiden aile efradının öğretimi isteni­yorsa, devlet başkanı veya naibinden de kadınlara öğretimde bulunmasının isteneceğine dikkati çeker. Buhari bu iki başlıktan sonra da "Kadınlara ilim için müstakil bir gün ayrılır mı babı" başlığına yer verir.[90] el-Fecrü's-sâti müellifi bu başlıkla ilgili olarak şöyle der: Yani, ilim öğretilmesi için. Burada sorunun cevabı mahzuf olup, takdiri "evet, onlar için bir gün ayrılır" şeklindedir. Arif en-Nablusi de Şerhu't-Tarîkatil-Muhammediyye'de şöyle der: Kadının ilim öğrenim ve Öğretimine, dileyenlerin eğitimine katı­lması, kınanan teşebbühten (erkeklere benzeme) sayılmaz. Hz. Aişe (ra) ilimleri yorumlar ve erkeklere anlaşılması zor meseleler yöneltirdi. Saha­beden bazılarının birçok hadiste hatalarını düzeltmiş olup Hz. Ömer, İbn Ömer, Ebü Hureyre, İbn Abbas, Osman b. Affan, Ali b. EbîTalib, İbn Zübeyr, Zeyd, Ebu'd-Derdâ, Ebû Said, Berâ, Fatıma binti Kays ve diğerleri bunlar­dandır. Bu konuda ulemadan birçoğu eser kaleme almıştır. Bu alimlerin somıncusu Suyûti olup eserinin adı da el-İsâbe fîma'stedrekethu Âişe ala's-sahâbe'dir.[91] Urve, helâl ve haram, ilim, şiir ve tıp konularında Aişe'den (ra) daha bilgilisini görmediğini söyler. Mesruk da ashabın Aişe'ye feraizle ilgili soru sorduklarını gördüğünü belirtir. Bu iki haberi de Hâkim rivayet eder.[92] Allah Resulü'nün (sav) diğer hanımları, Ümmü Süleym, Ümmü'd-Derdâ ve Fatıma binti Kays gibi sahabi hanımlar ile Rabia el-Ade-viyye, Rabia eş-Şamiyye ve Şavâne[93] gibi sâliha ve arife kadınlar da böyleydiler. İnsanlar, erkeklerden aldıkları gibi bunlardan da ilim, edep ve zühd öğrendiler. Nitekim bu husus onların tarih ve hadis kitaplarında anılan hattı hareketlerinden anlaşıldığı gibi, erkeklerin aciz kaldığı ölçüde ibadet­te azim ve verada titizlik gösterdikleri de görülmüştür.[94] Bu husus özellikle Şinkit, Tinbuktu ve Künte'1-Aceb[95] ahalisi gibi Afrika sahrası kadınlarınm birçoğunda görülmektedir. Hatta kendi adıyla anılan Tarikatın kurucusu meşhur Şeyh Muhtar el-Künti[96] Halil b. Ishak'ın Muhtasardım bir tarafta erkek talebelere okutup'bitirdiği gün, diğer tarafta da hanımı ka-dini ara okutup bitirmişti. Oğulları Allâme Ebû Abdullah Muhammed b. Şeyh Muh­tar, baba ve annesi için et-Tarîfe ve't-tâlide fî menakibi'ş-Şeyh el-Vâlid ve'ş-Şeyha el-Vâlide[97] adlı kalın bir ciltlik eser kaleme al-mıştır. Kadı­nların eğitim ve öğretimleriyle ilgili olarak îbn Ebî Cemre'nin Sahîh-i Buhari'ye yaptığı Muhtasarca Meccâci'nin yazdığı şerhe, İbn Müf-lih el-Han-beli'nin el-Âdâbül-kübrâ'sına,[98] çağdaş Hindistanlı muhaddis Şeyh Mu­hammed Şemsül-Hak el-Allahâbâdi'nin Ukûdül-cümân fî cevâzil-kitâ-be U'n-nisvân[99] adlı matbu risalesine, Zerrûk'un Şerhul-Vağlî-siyye'sine,[100] Ebû Ali İbn Rahhal'ın Şerhul-Muhtasar'ına, müteahhir Mısırlı ya­zarlardan Zeyneb binti Fevvâz'ın kalın bir ciltlik ed-Dürrü'1-mensûr fî tasûr fî tabakâti rebbâti'l-hudûr[101] adlı kitabına bakınız.[102] Çağdaşımız ünlü Mısırlı şair Şeyh Mustafa Sadık er-Râfii'nin sözünü burada anmak bana il­ginç geliyor:

Ey toplum, yaratılmamış evrenin kızları (kadınlar)

Ne ders ne yazı ne kîl ü kal için

İlimler bize, onlara da bundan başkası

Öğretin onlara öyleyse, nasıl serilir çamaşır

Elbise ve iğne elinde

Yazsm bütün güzel yazıları üzerine.

Tunus'ta Hafız Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzi'ye ait Reyyü'z-zimâ fî men kâle'ş-şi're mine'1-imâ adıyla bir cilt kitap elime geçti. Kitabın başında şöyle diyor: "Vezir, Allah ömrünü uzatsın, cariyelerden şiir söyleyenler üze­rine uzun zamandan beri benimle müzakerede bulunuyordu. Bana Emevî ve Abbasî devletleri zamanında onlarla ilgili vukubulan haberleri topla­mamı emretti. Emevi devletinde şair cariyelerden ne adı,sam kalmış ne de anılan birini bulamadım. Çünkü o toplumda ne şiirinde yumuşaklık olan hoş karşılanıyor ne de seçkin, veciz ve fasih şiirden başkasına rıza gösterili­yordu. Bu tür şiirse ancak Haşimoğulları (Abbasiler) devletinde yaygınlık kazandı. Ben de onlardan, kendisi hakkında bana güzel bir haber ve uygun bir şiiri ulaşanları zikrettim. Bunu zamanları ve şiirlerindeki dereceleri ölçüsüne göre yazdım." İnceleme sonucu İbnü'l-Cevzi'nin kitabında şair ca­riyelerden otuz kadarının şiir ve haberlerini zikrettiğini gördüm. Onlardan zikrettikleri ancak isnadı kendisine kadar ulaşanlar olup bu da büyük bir hıfz ve tam bir vukufa delâlet etmektedir. el-İsâbe müellifi daha Önce sözü geçen Şifâ'nın (ra) biyografisini vererek şöyle der: Kadınların akıllı ve faziletlilerindendi. Nebî (sav) ona gelir, k a y 1 û 1 e yi onun evinde uyurdu. Uyuması için Resulullah (sav) için bir yatak yapmıştı ve bu yatak Mervan b. Hakem kendilerinden alıncaya dek onun çocuklarının yanında kalmıştı. Re­sulullah (sav) kendisine Medine'de hakkâklar yanındaki evini iktâ etmişti. Şifâ oğlu Süleyman'la birlikte orada oturuyordu. Hz. Ömer de onun görüşle­rine önem veriyor, kendisine saygı gösteriyordu. Onu muhtemelen pazarda da görevlendirmişti.[103] Bu bilginin aynısını Münzirî de Ebû Davud'un Sünenine yaptığı ihtisarda[104] vermektedir.[105]

 

Kurrânın Konaklaması İçin Ev Edinme Ve Bundan Medrese Yapımına Dair Hüküm Çıkarılması

 

Ebû Ömer îbn Abdilber el-İstiâb'da (s. 347) "Abdullah adlılar babı"n-da a'ma Abdullah b. Ümmü Mektüm el-Kureşî el-Âmirî'yi zikrederek şöyle der: Resulullah'dan (sav) önce, Mus'ab b. Umeyrle Medine'ye hicret eden­lerden olduğu söylendi, Vâkidi ise, Bediiden kısa bir süre sonra Medine'ye gittiğived ârülkurr â 'ya indiğini (konakladığını) söyler.[106] İbnSa'd da Tabakât'ında İbn Ümmü Mektûm'un biyografisinde, onun Bedir Sa­vaşından kısa bir süre sonra muhacir olarak Medine'ye gittiğini ve Mahre­me b. Nevfel'in evi olan dârülkurrâ 'ya indiğini söyler.[107]

 

Allah Resulü Zamanında Fetva Verenler

 

el-Muvatta'da Ebû Hureyre ve Zeyd b. Halid el-Cühenî'den şu rivayet nakledilir: İki kişi Allah Resulü'ne (sav) gelerek birbirlerini dava ettiler. Onlardan biri, Resulullah'a (sav) "İlim ehline bana haber verin, diye sor­dum"... dedi. Sözkonusu olay.[108] Bu kıssa, halkın Resulullah (sav) zamanın­da davalarını götürdükleri ve hükümlerine razı olmadıkları zaman da da­vayı Resulullah (sav) nezdinde açtıkları (temyiz ettikleri) kimselerin bulun­duğu konusunda sarihtir. Ebül-Ferec Ibnül-Cevzi el-Müdhiş[109] adlı eserinde, Resulullah (sav) zamanında fetva verenlerin isimleri başlığı altında Hz. Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali, Abdurrahman b. Avf, İbn Mesud, Muâz b. Cebel, Huzeyfe, Zeyd b. Sabit, Ebü'd-Derdâ, Ebû Musa ve Selman'ı (Allah hepsinden razı olsun) zikreder.[110] İbnül-Cevzi et-Talkîh adlı ilginç kitabında da onların adlarını sayar.[111]

ki bu kitap onun en nadir kitaplarından enteresan bir eser olup bende bir nüshası mevcuttur. el-İsâbe müellifi Übey b. Ka'b'ın biyografisinde, Hz. Ömer'in yeni vukubulan olaylarda onun fikrini sor­duğunu, çapraşık ve güç davaları kendisine götürdüğünü zikreder.[112] el-İhyâ’da sahabeden on küsur zattan başkasının kendisini fetva verme makamında görmediği belirtilir,[113] İhya şerhinde de İbn Abbas, İbn Mesud, Ebü'd-Derdâ, Ali, Huzeyfe, Muâz, Ebû Hureyre, Enes, Zeyd b. Sabit, Ömer b. Hattab ve Âişe (ra) gibi sahabenin adları zikredilir. el-İhyâ*da verilen metnin aslı el-Kût'da geçmekte olup orada wne de bunlardan başkasından hüküm ve dava nakledilmemiş tir" fazlalığı mevcuttur.[114] İbn Sa'd et-Ta-bakât'da şu hadisleri tahric eder: Sehl b. Ebî Hayseme'den: Nebî (sav) za­manında fetva verenler Hz. Ömer, Ali ve Osman olmak üzere üç kişi muha­cirlerden; Übey b. Ka'b, Muâz b. Cebel ve Zeyd b. Sabit olmak üzere üç kişi ensardandı.[115] İbn Ömer'den: Hz. Ebûbekir ve Ömer Nebî (sav) zamanında fetva veriyorlardı.[116] Hirâş el-Eslemî'den: Abdurrahman b. Avf, Nebî (sav) zamanında fetva verenlerdendi.[117] Fetteni'nin Mecmau bihâril-envâr ad­lı eserinin hatimesinde şöyle denir: Nebî (sav) kendi zamanında başkasının verdiği fetvayı reddetmezdi. Çünkü bu fetva O'nun kendi öğrettiklerinden çıkarılmıştı. Bundan dolayı Resulullah (sav) zamanında sahabeden ondört kişi fetva vermekteydi. Allah Resulü'nün (sav) huzurunda ise Ebûbekir es-Sıddık'tan başkası fetva vermezdi.

Hafız Suyûti, Resulullah (sav) zamanında fetva verenleri Kalâidül-feraid,Adâbü1-fetvâveel-Hâvîadlı eserlerinde geçtiği üzere şiir halinde şöyle zikreder:

Nebî asrında bir grup İhlasla fetva verirdi.

Onlardan dördü hilafet ehli ve Muaz, Übey, îbn Avf ve Sâbifdi.

Şiirde geçen "Sabit" kelimesi "AvTa atıf olduğundan, kastedilen Zeyd b. Sabit'tir. Sahabeden fetva verenleri şiir halinde zikredenlerden biri de Tashîhul-Minhâc müellifi Şeyh Necmüddîn İbn Kâdi Aclun'dur.[118] Nec-müddîn el-Gazzîel-Kevâkibü's-sâire fî ehli'l-mieti'l-âşire adlı eserinde şöyle der: Şeyhülislam babam, Şeyhülislam Takiyüddin îbn Kâdi Aclûn'-dan,[119] o da kardeşi Şeyhülislam Necmüddîn îbn Kâdi Aclun'dan şu şiiri nakleder:

Nebimiz zamanında fetva verirdi

Hulefa-yı Râşidîn'le birlikte şu imamlar:

Muâz, Ammâr ve Zeyd b. Sabit

Übey, îbn Mesud, îbn Avf, Huzeyfe.

Onlardandır alimleri Ebû Musa ve Selman

Ebü'd-Derdâ da böyle, tamamlayıcı.

Bir miras konusunda verdi fetva razı olunan Ebûbekir

Ve kendisini onayladı onda, ki bu bir meziyettir.[120]

Bu konuda Şerhül-ihya'da akitabül-ilm"e bakınız. Suyûti Tedrî-bü'r-râvfde İbn Hazm'dan şu bilgiyi nakleder: Ashaptan her konuda en çok fetva verenler yedi kişidir: Hz. Ömer, Ali, îbn Mesud, İbn Ömer, İbn Abbas, Zeyd b. Sabit ve Âişe. Bunlardan her birinin verdiği fetvaların kalın bir cilt oluşturacağını belirterek onları şu yirmi kişinin takibettiğini söyler: Ebûbe-kir, Osman, Ebû Musa, Muâz, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Ebû Hureyre, Enes, Ab­dullah b. Amr b. Âs, Selman, Câbir, Ebû Said, Zübeyr, Talha, Abdurrahman b. Avf, İmran b. Husayn, Ebû Bekre, Ubâde b. Sâmit, Muaviye, Îbnü'z-Zü-beyr ve Ümmü Seleme. Bunların her birinin verdiği fetvaların derlenmesiyle de küçük bir cüz oluşması mümkündür. Sahabeden son derece az sayıda fetva verenler ise yüz yirmi dolayındadır.[121]

 

Allah Resulü İle Ashab Arasında, Kendisine Birşey Sormak İstediklerinde Aracılık Yapanlar

 

el-İsâbe müellifi, Sabit b. Muâz el-Ensâri'nin biyografisini vererek şöyle der: O, Enes'den rivayet edilen zayıf senedli bir hadiste anılır. Bu hadisi Hatîb el-Mü’telif*te Kasım b. Halife tarikiyle zikreder: Ebû Yahya et-Temîmi İsmail b. İbrahim'den, O Mutayyen b. Halid'den ve o da Enes b. Malik'ten bize şu hadisi tahdis etti: "Biz Resulullah'a (sav) birşey sormak iste­diğimizde Ali, Selman veya Sabit b. Muâz'dan aracılık yapmalarını ister­dik. Çünkü onlar Resulullah'a (sav) karşı, kendisinin en cüretli sahabileriydiler; "Allah'ın yardımı ve fetih geldiğinde...* (Nasr sûresi) âyetleri nazil olunca...". Ravi devamla Hz. Ali'nin faziletine dair "münker" birhadis zikreder ki içinde şu ifade geçer: "Ali benim kardeşim ve vezirimdir. Ehl-i beytim içinde halifem ve kendimden sonra halef bırakacağım en hayırlı kimsedir". Hatib, Mutayyen'in "meçhul" bir ravi olduğunu söyler. İbn Hacer de Ebû Yahya et-Temîmi'nin "cidden zayıf[122] olduğunu belirtir.[123]

 

Allah Resulü Zamanında Rüya Tabiri Yapanlar

 

Ali b. Said el-Havlâni el-Kayravâni rüya tabiriyle ilgili ki­tabında[124] Resulullah'ın (sav) "rüya tabirinde ümmetimin en üstünü Ebûbekir ve Esma binti Ümeys'dir" buyurduğunu zikre­der. Sahîhayn’da da şu rivayet vardın Birisi rüyasını anlattı, Hz. Ebûbekir öne atılarak onu tabir etti ve sonra da Resulullah'a (sav) yaptığı tabiri sordu. Allah Resulü (sav) de, bir kı­smında isabet, bir kısmında hata ettiğini söyledi.[125] Resulullah (sav) bir defasında bir rüya görmüş ve şöyle anlatmıştı: "Gördüm ki "hays"[126] yemeğinden bir lokma aldım, tadından hoşlandım, fakat yu­tarken bir parçası boğazıma takıldı. Ali elini soktu ve onu çıkardı." Ebûbe­kir (ra) şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, bu senin seriyyelerinden bir seriyyedir. Ondan sana hoşlandığın bir haber gelmesi yanında birde aksilik sözkonusu oluyor. Sen de Ali'yi gönderiyorsun, durumu düzeltiyor." Gerçekten de Halid'in seriyyesi Tehâme'ye gitmiş. Resulullah'ın hoşlanmadığı bir durum vuku bulmuş ve Ali'yi göndermişti. İbn Badis, Resulullah'ın (sav) Hz. Ebûbekir'e rüyayı tabir etmesini emrettiğini söyler. Zahirden anlaşılan ise Al­lah Resulü'nün (sav) ondan bunu istemediği, kendisinin rüyayı tabire gi­riştiğidir. Bu olayda, bir alimin yanında, kendisinden daha aşağı durumda­ki birisirin de bunu yapabileceğine cevaz vardır. Çünkü faydalı bilgilere ulaşmada yardımcı olan, buna o alimin aracılığı, talimi ve Allah'ın onu Re­sulü'nün (sav) eliyle nail ettiği bilgiyle varmıştır.

Suyûti'nin Târîhu'l-hulefâ'sında Hz. Ebûbekir'in biyografisinde şu bilgi verilir: Sıddîk (ra) rüya tabiri ilminde zirveydi, Nebî (sav) zamanında rüya tabir ederdi. Rüya tabiri ilimde en önde geldiği ittifakla kabul edilen Muhammed b. Şîrîn şöyle der: Hz. Ebûbekir, Allah Resulü'nden (sav) sonra rüya tabirinde bu ümmetin en üstünü idi. Bu rivayeti İbn Sa'd tahric et­miştir. Deylemî, Müsnedül-firdevste ve îbn Asakir Semüre'den şu hadisi tahric eder: Resulullah (sav) "Ebûbekir'e rüya te'vüini öğretmekle emrolundum" buyurdu.[127] el-İsabe müellifi Esma binti Ebûbekir'in biyografisini ve­rirken şöyle der: Hz. Ömer ona rüya tabirini sorardı ve kendisinden bu ve başka konularda bazı bilgiler nakletmiştir.[128] Kas tali ân i, Sahih-i Buhari'nin "Bâbu gasÜ'd-dem" (kanı yıkama) adlı başlığında Esma hakkında şöyle der: O, rüya tabir etmeyi bilirdi. Hatta denir ki ibn Şîrîn rüya tabirini Îbnül-Müseyyeb'den, Îbnü'l-Müseyyeb Esma'dan, o da babasından Öğrenmistir.[129] Bununla ilgili rivayetin aslı Vakîdî'den naklen İbn Sa'd'ın Ta-bakât'ında geçmektedir.[130] Hafız Hüseyin el-Hallâl'ın Tabakâtül-muab-birîn adlı[131] bir kitabı vardır. Kitabında tabir ilminde pay sahibi olan meş­hur tabircilerden 1500 kişiyi zikrederek onları onbeş kısma ayırır: Birincisi peygamberlerden, ikincisi sahabeden, üçüncüsü tabiinden, dördüncüsü fu-kahadan, beşincisi "müzekkir" (vaizlerden, altıncısı müelliflerden oluşur. Keşfüzzunûn'a bakınız. er-Risâle'de şu bilgi verilir: rüya tabiri ko­nusunda bilgi sahibi olmayan kimsenin rüya tabiri yapmaması gerekir. Tâdelî de yorumlama usulünü, yani Kitab, Sünnet, Arap kelamı, şiiri ve emsalini bilmesi, fazilet, salah ve ferâset sahibi olması halinde bir kimsenin rüya tabiri yapabileceğini söyler. Tabir kitaplarına bakmakla, yani taklid yoluyla rüya tabir edemez. Bu caiz değildir. Çünük rüya tabiri şahıs, zaman ve şartlara göre farklılık gösterir.[132] Fâkihâni şöyle der: Kişinin bil­meden rüya tabir etmesi haramdır. Çünkü bu durumda ya yalan söylemiş veya tahminde bulunmuş ölür ki Allah Teala şöyle buyurmaktadır: "Bilme­diğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şey­den sorumlu olur" (İsrâ 17/36). Bu bilgi İbn Naci'nin er-Risâlee yaptığı şerhten[133] alınmıştır. Derdîr'inŞerhu Akrebil-mesâlik adlı eserinde[134] şu bilgi verilir: İnsanların İbn Sîrîn'in tabirlerinden faydalanarak yaptıkları gibi rüya tabiri ilmi kitaplardan öğrenilmez. Kitaptan alman bilgilerle rüya tabir etme haram olup tabir ancak zaman ve şartları kavrama ve "mana'ları anlama yoluyla olur. Şeyh Zerrûk'un er-Risale şerhinde[135] de şu bilgi veri­lir: İmam Malik'e "rüya tabiri konusunda bilgisi olmayan kimse rüya tabiri yapabilir mi?" diye sorulunca "nübüvvetle (peygamberlikle) mi oynu­yor?" karşılığını verdi. Cessûs[136] da şöyle der: Evet, çünkü Nebî (sav) ruyâyı nübüvvetin cüzlerinden bir cüz saymıştır. Ezan ve Kadir gecesi ile ilgili rü­yalarda olduğu gibi Resulullah (sav) sahabenin rüyada gördüklerinden hü­küm çıkarmıştır. Kurtubi'nin işaret ettiği ve Ubbi'nin de naklettiği üzere bütün bunlar rüyanın vahiy olmasına dayanmaktadır. Şeyh Ebû Yahya et-Tâzi de er-Risâle şerhinde şöyle der: Ali b. Ebî Talib el-Kayravâni ye diğerleri gibi rüya tabiri ile ilgili olarak eser telif edenlerin zikrettikleri olaylara bakan kimsenin, rüya görenin söylediği ile buna verilen cevabı bulacağı ileri sürülürse şöyle denir: Bu, fürû meselelerinde mukallid gibi olup meseleye ve ona verilen cevaba bakar ki benzetmede çoğu zaman hata eder. Bu bilginin devamı için adı geçen esere bakınız.

Rüya tabiri ilminde İbn Sîrîn'e nisbet edilen kitaplar, selefe isnad edi­len yalanların en çirkinlerindendir. Tabiîn ulemanın ilim dallarından ilk te­lifte bulundukları dalın bu olması tasavvur edilemez. Üstelik tasnifte bu­lunmak bu dönemden sonra yaygınlık kazanmıştır. Allah doğruyu en iyi bi­lendir. Şihâbüddin el-Mercâni Vefiyyetül-eslâf[137] adlı eserinde (s. 298) şöyle der: Rüya tabiri ilminde İbrahim b. Abdullah el-Kirmâni eser kaleme aldı, sonra da İslâm uleması bu dalda çok sayıda telif verdi. Zamanımızda bu rüya tabirlerinin çoğu İbn Sîrîn'e nisbet edilerek abu konuda şunu zikretti" denmektedir. Bu, o kitapta anılan yorumların onun sözü olmasındandır; aslında zikreden o kitabın müellifidir, İbn Şîrîn değildir. Nitekim Hişâm'ın Nevâdir)inde[138] "Muhammed zikretti", Büveyti'nin[139] eserinde de "Şafii zik­retti" denir ki bu da o kitaplarda Muhammed veya Şafii'nin sözünün anılmasındandır, zikreden ise Hişâm veya Büveyti'dir. İbn Kayyim'in et-Turu-ku'1-hükmiyye adlı eserinde (s. 256), selef ulemasından telifte bulunmayı hoş karşılamayanlardan bahsederken şu ifadeler geçer: İbn Şîrîn ve talebe­leri hadisi yazmıyorlardı, nerde kaldı ki re'yi yazsınlar.[140] İbn Sîrîn'in İbn Sa'd'ın Tabakasındaki biyografisine bakınız.[141] İbn Şîrîn hadisleri yaz­mayı bile uygun görmezken nasıl olur da rüya tabiri konusunda eser kaleme alır? Bu, te'vilcilere ihtiyaç gösteren düşten başka bir şeye değildir, "bizse böyle düşlerin yorumunu biliyor değiliz" (Yusuf 12/44). Sonra, Müsnid Şemsüddin b. Süleyman er-Rûdâni'yi Sılatül-halef bi-mevsûlfs-selef adlı eserinde Ayn harfinde bu eseri Kitâbu İbareti'r-rü'yâ li-Ebîbekr Muhammed b. Şîrîn el-Muabbir başlığı altında zikrediyor gördüm. Mü­ellif bu kitabın iki cüzden oluştuğunu belirterek isnad zincirini şöyle zikre­der: Fahrüddin Îbnül-Buhâri Ebü'1-Feth Muhammed el-Meydâni'den, o Hibetullah b. Muhammed b. Husayn'dan, o Ali b. Muhsin et-Tenûhi'den, o İb­rahim b. Ahmed et-Taberi'den, o Muhammed b. Musa el-Ensâri'den, o Ahmed b. Hammûye ez-Zâhid'den, o Mahmud b. Muhammed el-Halebi'den o Muhalled b. Abdülvahid el-Muabbir'den, o Hişâm'dan ve Hişâm da îbn Sî-rîn'den rivayet etmiştir.[142] Her halükârda durum İbn Sîrîn'den rivayette bulunan Hişâm'ın kim olduğu ve bilinen İbn Sîrîn'in onun tarafından Ebûbe-kir el-Muabbir diye kastedilen mi başkası mı olduğunu bilmeye tavakkuf et­mektedir. Bu hususu düşün.

Rüya tabiriyle ilgili bu başlığa "Bâbü'l-müfti" (Müftü Babı) başlığın­dan sonra yer verilmiş olması, rüya tabirinin de fetva vermek türünden ol­masındandır. Nitekim Allah Teâla da Mısır Meliki ile ilgili kıssada rüya ta­birini bu şekilde ifade etmiştir: "Ey ileri gelenler! Eğer rüya tabirini biliyor­sanız bana rüyamla ilgili fetva verin (rüyamı yorumlayın)" (Yusuf 12/43). Ragıb el-Isfahâni ez-Zerîa adlı eserinde şöyle der: Rüya ilmi, feraset ilmin-dendir. Allah bütün semavi kitaplarda onun değerini yüce tutmuştur. Rüya nefs-i natıkanın fiiili olup eğer rüyanın bir gerçeği olmasaydı insanda bu gücün yaratılmasının bir faydası olmazdı. Allah Teala boş ve anlamsız şey­lerden münezzehtir. Rüya iki türlüdür. Birinci kısım, ki çoğunlukla bu tür rüyalar görülür, karmaşık kuruntu ve düşler ile nefsin adi vesveseleri haber vermesinden ibarettir. Bunun sebebi de nefsin bu durumda şekil kabul et­meyen dalgalanmış su gibi olmasıdır. Diğer kısım, ki az vukubulur, sahih rüyadır. Bu da iki kısım olup bir kısmı yoruma ihtiyaç göstermez, diğeri yo­ruma muhtaçtır. Bu yüzden tabircinin, kuruntularla diğerlerini tefrik et­mek, ruhanî ve cismânî kelimeleri birbirinden ayırmak, insan grupları arasında ayırım yapabilmek için bir maharete sahip olması gerekir. Çünkü insanlar arasında bazılarının rüyası sahih olmaz, bazısının olur. Rüyası gerçek olabilenlerden de bazısının durumu uykuda kendisine yüce ve önem­li şeyler ilka olunmaya elverişli, bazısının değildir. Bu yüzden Yunanlılar şöyle demişlerdir: Tabircinin, ayak takımının değil, bilge ve kralların rüyalarını tabirle meşgul olması gerekir. Bu, onların nübüvvet ten bir nasibe sahip olmalarındandır. Bu konunun devamı için adıgeçen esere[143] ve İbn Haldun'un el-İber mukaddime'sine bakınız.[144]

 

Farz Namazlarda İmam

 

Namazda imamlık yapmak Önce sultanın (devlet başka­nı) hakkı olup bu konuda başkasına izin vermişse namazı o da kıldırabilir.[145] İbnü'l-Arabî el-Ahkam' da şöyle der: Namaz kıldırma yetkisi başlı başına bir yetki özelliği taşıması yanında emirliğin (yöneticiliğin) de bir gereğidir. Nebî (sav) bir emîr gönderdiğinde namazı da o kıldırırdı. Ancak yöneticiler bo­zulup durumu imamlığa uygun kimseler kalmayınca, bu ko­nudaki yetki de galebe (egemenlik, sulta) dolayısıyla yöneti­cilerin elinde kaldı. Onlar da kendi gelecekleri ve halkı yö­netmedeki siyasetleri icabı, halinden razı olunan birini na­maz kıldırmakla görevlendirdiler. Emevi yöneticileri bizzat namaz kıldırmaya kalktıklarında, fazilet sahibi kimseler on­ların arkasında namaz kılmaktan çekinerek cami kapıların­dan çıkıp gidiyorlar ve Muhafızların kamçılarına, camiden kaçıp çıkıncaya kadar sabrediyorlardı.[146] Müteâhhirin ulemanın kitaplarında, imamların durması için camilerde mihrap yaptırmanın bidat olduğu yaygın bir şekilde zikredilmektedir. Hafız Suyuti bu konuda müsta-ki bir eser de kaleme almıştır.[147] Ebû Davud'un Sünen'inin şerhi Avnul-Ma'bûd'da şöyle denir: Kâri'nin, mihrapların Resulullah'dan (sav) sonra ortaya çıktığı şeklindeki sözü münakaşa götürür. Çünkü mihrapların Allah Resulü (sav) zamanında mevcut olduğu hususu bazı rivayetlerle sabittir. Belhaki es-Sünenü'1-kübrâ'da Vâil b. Hacer'den şu rivayeti tahric eder: "Resulullah'ın (sav) yanında bulunuyordum, mescide girdi ve mihraba geç­ti, sonra tekbir için ellerini kaldırdı...”[148] İbnül-Hümâm da şöyle der: İmamın imtiyazının şer'an matlup ve muharrer olduğu aşikar olup mescid-de mihrapların varlığı Resulullah (sav) devrinden beri süregelmiştir. Bu ko­nuda Avnul-Ma'bûd'a bakınız. Fevâidü'l-fiker'de, Mekke'nin fethi kıs­sasında şu bilgi zikredilir: Abbas, Ebû Süfyan'ı kendi çadırına götürdüğün­de, sabah vakti insanların abdest almaya koştuklarını görünce Ebû Süfyan şöyle dedi: Ey Ebül-Fadl, bu insanlara ne oluyor, birşey yapma emri mi aldı­lar? Abbas da "hayır, namaz kılmağa kalktılar" diye karşılık vererek abdest almasını istedi, o da abdest aldı. Ebû Süfyan, Allah Resulü'nün (sav) tekbiriyle o topluluğun tekbir alışını, rükûuyla rükûa gidişlerini görünce şöyle dedi: Bugünkü gibi gün görmedim; ne asırlık Bizans, ne Fars, hepsi surdan burdan gelmiş şu topluluğun O'na itaati kadar kendi hükümdarlarına itaat­kâr idiler.[149]

 

Allah Resulü’nün Hz. Ebûbekir'i Kendi Yerine Namaz Kıldırmakla Görevlendirmesi Ve Onun Kaç Vakit Namaz Kıldırdığı

 

Sahîhayn ve diğer eserlerde zikredildiği üzere Nebî (sav) vefatıyla sonuçlanan hastalığı sırasında Hz. Ebûbekir'e halka namaz kıldırmasını emretti, o da onlara namaz kıldır­dı.[150] Ahmed b. Muhammed b. Ahmed el-Lahmi el-Azefi ed-Dürrü'l-munazzam[151] adlı eserinde, İbn Habib el-Hâşimi'nin Resulullah'ın (sav) hastalığı sırasında Hz. Ebûbekir'İn (ra) halka onyedi vakit namaz kıldırdığını söylediğini ve Dulâ-bi'nin de bu rivayeti naklettiğini belirtir. Dârekutni, Hasan el-Basri'nin mürsellerinden şu rivayeti zikreder: Hz. Ebûbekir Resulullah'ın (sav) vefatıyla sonuçlanan hastalığı sırasında halka dokuz gün namaz kıldırdı, onuncu gün Nebî (sav) dışarı çıktı ve Ebûbekir'İn arkasında namaz kıldı.[152] Zurkânî, Şerhut-Mevâhib'de Resulullah'ın (sav) hastalığının on iki gün sürdüğünü, bu süre zarfında da altmış veya o dolayda vakit namazı bulunduğunu belirtir.[153] Hafız İbn Teymiyye, İbnü'l-Mutahhar el-Hilli'ye[154] reddiyesinde şöyle der: "Nebinin (sav) hastalığı sırasında Hz. Ebûbekir'İn müslümanlara kıldırdığı namaz ne bir vakit, ne iki vakit, ne bir gün ve ne iki günün namazıydı. Bu konuda söylenen en az miktar, onun onyedi vakit na­maz kıldırdığıdır.[155] Müslümanlara son yatsıyı cuma akşamı kıldırdı ve kendilerine cuma günü hutbe okudu. Sahih hadislerin tevatürle belirttiği budur."[156]

Hafız Burhanuddin el-Halebi de Nûru'n-nibrâs*ta bunu naklederek teyid eder.[157] Bundan önemli bir malumat edinmiş oluyoruz ki o da Allah Resulü'nün (sav) vefatıyla sonuçlanan hastalığında cuma günü halka hutbe okuyanın Hz. Ebûbekir olduğudur. Ben daha önce İhtisaru'ş-Şemâil'de, el-Fecrü’s-sâti'de "imam, kendisine uyulması için imam kılınmıştır bâbı"nda Resulullah'ın (sav) hastalığına rastlayan cuma ve o cumada okunan hutbe vesairenin durumunu zikreden kimseye rastlamadım diyen hocamız eş-Şebîhi'yi[158] izleyerek, bu konuda tevakkufta bulunmak gerektiğine işaret etmiştim. Şimdi ise geriye yalnız o sırada okuduğu hutbenin konusunu araştırmak kalmıştır.

Resulullah'ın (sav), hastalığı sırasında halka namaz kıldırmak için Hz. Ebûbekir'i görevlendirmiş oluduğu konusunda icma meydana gelmesinden dolayı, Hafız İbn Teymiyye İbnü'l-Mutahhar'a reddiye olarak kaleme aldığı eserinde, onun "Resulullah (sav) Ebûbekir'i Üsâme komutasındaki orduda gönderdi" şeklindeki ifadelerini reddederek şöyle der: İlim ehlinden hiçbir kimse Resulullah'ın (sav) Hz. Ebûbekir ve Osman'ı Üsâme'nin ordusunda gönderdiğini nakletmemiştir. Hem Ebûbekir'i vefatına dek kendi yerine halka namaz kıldırmakla görevlendirdiği halde, nasıl olur da onu gönderir. Hem ona halka namaz kıldırmasını emretmesi hem de orduyla çıkmasını emretmesi nasıl tasavvur olunabilir?[159] Hafız Şâmi Siretfinde İbn Teymiy-ye'ye iki noktada itiraz eder. Birincisi: Onun "İlim ehlinden hiçbir kimse... nakletmemiştir" sözüne, her ikisi de m e g â z i imamlarından olan Mu-hammed b. Ömer el-Eslemi[160] ile İbn Sa'd'ın[161] bu hususu zikrettiklerini, el-Mevrid'de bu bilginin verildiği, el-üyûn'da[162] ve el-Feth'de[163] Zeyd b. Hâri-se'nin biyografisinde bu hususun--kesin olarak zikredildiğini belirterek karşılık verir. İkincisi: Onun "nasıl olur da Ebûbekir'i Üsâme'nin ordusun­da gönderir?" sözü de bağlayıcı değildir. Allah Resulü'nün (sav) Üsâme or­dusunu göndermeyi irade buyurması, hastalığının başlamasından önceydi. Hastalığı şiddetlenince, Hz. Ebûbekir'i istisna ederek halka namaz kıldır­masını emretti.

Ünmûzecül-lebîb'de geçtiği üzere, cemaatle namaz kılmak Resulul­lah'ın (sav) ümmetine mahsus özelliklerdendir.[164] Ravdi de bu esere yaptığı şerhte[165] şöyle der: Alimler şöyle demişlerdir: Resulullah (sav) Mekke'de kaldığı onüç yıl boyunca cemaatsiz namaz kıldı. Çünkü ashap galebe altında olup evlerinde namaz kılıyorlardı. Resulullah (sav) hicret edince cemaatle namazı vazetti.[166]

Resulullah’ın Hac İçin Emîr Tayin Etmesi

 

Nûru'n-nibrâs'ta şu bilgi verilir: Bil ki halka ilk defa hac yaptıran kimse Attâb b. Esîd olup bu hac Mekke'nin fetih yılı olan hicretin sekizinci senesinde vuku bulmuştur. O yıl Attâb b. Esîd, Arapların câhiliyye devrin­deki uygulamalarına göre müslümanlara hac yaptarmıştır. Ezraki şöyle der: Resulullah’ın (sav)Attâb ıoyıl hac emîri olarak görevlendirdiğine da­ir bir haber bize ulaşmamıştır; hac vakti geldiğinde müslümanlarla müşrik­ler birlikte haccettiler, Mekke valisi olması sebebiyle müslümanları Attâb b. Esîd sevkediyor ve hac uygulamasının ifa edildiği yerlerde onlarla birlikte bulunuyordu.[167] Maverdi ise el-Hâvî[168] adlı eserinde "siyer" bölümün­de, Resulullah'ın (sav) Mekke'yi fethettiği zaman Attâb b. Esîd'i namaz ve haciçin oraya e m î r tayin ettiğini söyler ve "hac" bölümünde de bunu aynca zikreder. Bu, Ezraki'ye ulaşmayan bir rivayetin varlığını gösterir. Sonra ise, hicri dokuzuncu yılda Hz. Ebûbekir haccetti.

Îbnül-Arabi'nin Ahkâm'ında şu bilgi verilir: Haccı yönetme görevine gelince, bu görev hac memleketlerine mahsustur. Hz. Peygamber'in (sav) ilk gönderdiği hac emîri Hz. Ebûbekir'dir. Resulullah (sav) onu hicretin dokuzuncu yılı Veda Haccından önce Berâe (Tevbe) süresi ile göndermiş olup ardından da Hz. Ali'yi yollamıştır. Bu bilgi daha önce de geçmişti.[169]

 

Mînber Edinme

 

Buhari, Câbir b. Abdullah'dan şu rivayeti zikreder: Ensârdan bir kadın Resulullah'a (sav) "Ey Allah'ın Resulü, benim marangoz bir çocuk hizmetçim var, üzerine oturman için sana birşey yapayım mı?" dedi. Allah Resulü de "istersen yapw buyurunca, kendisine minberi yaptırdı.[170] Ibn Beşkuvâl Kitâbu ma inbe-keme mine 'l-esmâ[171] adlı eserinde şöyle der: Bu marangoz hiz­metçinin adı Minâ'dır.[172] Şöyle de denmiştir: minberi yapan, Asî b. Ümeyye'nin azatlısı Bâkûm olup minberi ılgın ağacından üç basamaklı yapmıştır. Muaviye Medine'ye geldiğinde basamak sayısında ilavede bulunmuş ve o gün güneş tutul­muştur. Meymûn en-Neccâr'ın veya Abbas b. Abdülmutta-lib'in hizmetçisi Subah'ın   minberi aptığı da söylenir.[173] İbn Fethûn da eserinde Kabîsa el-Mahzûmi'yi[174] zikrederek Resu-luüah'ın (sav) minberi ni onun hizmetçisinin yaptığını söyler. İbn Hüşd'ünel-Mukaddimat' ında şu bilgi verilir: Nebî (sav) hicretin yedinci yılında minberi yaptırdı. Hicretin sekizinci yılında ve Sa'd b. Ubâde'nin hizmetçisi tarafından yapıldığı da söylenir. Ensârdan bir kadının çocuk hizmetçisi veya Ab­bas b. Abdülmuttalib'in hizmetçisinin yaptığı da söylenmiş­tir, ibn Rüşd, minberi bunların hepsinin ortaklaşa yapmış ol­malarının da muhtemel bulunduğunu söyler,[175] el-İsabemüellifi, İbrahim en-Neccâr'ın biyografisini verirken, Taberâni'nin el-Mu'cemül-evsaf da Câbir'den (ra) naklettiği şü rivayeti zikreder: "Nebî (sav) bir hur­ma kütüğü üstünde hutbe okurdu..." Câbir devamla, minber edinmeyle ilgili hadisi anar ki hadiste şu ifade geçmektedir:"... ve Resulullah (sav) bir adamı çağırdı, ona 'adın nedir T dedi. Adam, 'İbrahim'dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) 'minberi yapmaya başla' buyurdu." Ebû Musa bu ri­vayete istidrakte bulunarak şöyle der: Bir başka rivayette marangozun adı Bâkûm olarak, geçer. Muhtemeldir ki İbrahim adı, Bâkûnı da lakabı olsun. İbn Hacer de şöyle der: Bu, hadisin sahih olması halinde sözkonusudur, yok­sa rivayet zincirinde Alâ b. Seleme er-Ravvâs mevcut olup hadis alimleri ta­rafından yalancılıkla itham edilmiştir.[176] el-İsâbe'de sözü geçen Bâkûm'un biyografisini veren İbn Hacer, adının Bâkûm olduğunu ve Bâkûl şeklinde de söylendiğini zikrederek onu "marangoz" diye vasıflandırır. Sonra Bâkûm en-Neccar'ın Rûmî (Bizanslı) olduğunu ve Kureyş'e Kabe'yi onun inşa et­tiğini (bkz. s. 141) nakleder.[177] Yineel-İsâbemüellifı, Abbas b. Abdülmutta­lib'in azatlısı Kilâb'ın biyografisini verir ve İbn Sa'd'ın[178] içinde Vâkıdfnin de bulunduğu bir senedle Ebû Hureyre'den (ra) şu hadisi tahric ettiğini zik­reder: "Resulullah (sav) cuma günü mescidde bir hurma kütüğü üzerinde ayakta hutbe okurdu. 'Ayakta durmak bana zorluk veriyor' buyurunca, Temim ed-Dârî. 'Şam'da yapıldığını gördüğüm minber den sana da bir tane yapayım mı?' deyince Resulullah (sav) müslümanlara danıştı, onlarda m i no. er yaptırması yolunda görüş belirttiler. Abbas b. Abdülmuttalib 'Küâb adında bir hizmetçim var, insanların işi en iyi yapanıdır' dedi, bu­nun üzerine Resulullah (sav) 'ona emret m in b eri yapsın' buyurdu."[179] Subhul-a'şâ'da şu bilgi verilir: Minberi ilk yapan Temim ed-Dârî olup onu Nebî (sav) için yapmıştı. Temîm Şam'da kilise minber leri görmüştü.[180] Hafız Suyûtî et"Tevşîh’te[181] Resulullah'ın (sav) "marangoz hizmetçine uğ­ra, bana bir minber yapsın" sözü üzerine şöyle der: Minberi  Meymun —ki Suyûtî bunun yaptığı rivayetini doğrular—, Bâkûl veya Bâkûm, Subâh, Kabîse, Abbas'ın azatlısı Kilâb, Temim ed-Dârî veya Minâ'nın mı yaptığı konusunda dokuz görüş, hicretin yedinci veya sekizinci yılında mı yapıldığı hususunda farklı görüşler mevcuttur.

Şam muhaddisi Şeyh Abdülbaki el-Hanbeli el-Eserî, " s e b t "i  Riya-zül-cenne'de[182] hocası Şam muhaddisi Necmuddin el-Gazzî eş-Şâiîi'ye ait şu şiiri söyler:

Yapan Medine minberini ki Üzerinde hutbe okurdu Nebî Ona salat u selam etsin dâima İlahımız Yüce koruyan Mevlâ Dendi ki adı Meymun'du ya da Bâkûl Veya Bâkûm yahut Temîm ed-Dârî Dendi ki Kabîse veya İbrahim'di İlk görüş odur olan kuvvetli.

Şeyh Abdülbaki şöyle der: Ekledim şunu tabi olarak ve dedim açıklaya­rak:

Mînâ Subâh, Kayser geri kalanları onların Mînâ hakkındaki sözleri, odur kuvvetli olan.

Suyûtî sonra et-Tevşîh’te şöyle der: "Minber, Muaviye'nin hali­feliği sırasında Mervan'ın altı basamak ilave etmesine kadar üç basamak­tan ibaretti. Şöyle ki Muaviye minberi kendisine göndermesini Mer-van'a yazmıştı. Oda minberi sökünce Medine'de hava karardı, güneş tutuldu, öyle ki halk yıldızlan gördü. Mervan çıkıp hitabede bulunarak minberi kaldırmasını kendisine Emîrü'1-mu minîn'in emrettiğini söy-\ftu\.^İa TbasVNgSL^İSS^ &\x\»&«Sûaktae et ve b\ı ilaveyi halka iyi du­yurmak için yaptiÎpm\)âârt)tt.İTSoejtı\i.^âR&t Wtwoj«Sî Mota&rutas be'de[183] çeşitli tariklerle tahric eder. İbnü'n-Neccar şöyle der: Minber, 65 (1256)yılında Mescid-i Nebevî yanıncaya kadar böyle devam etti ve o yangın sırasında yandı. Bu da Abbasiler devletinin zevaline bir işaret olup nitekim Moğol istilasından kısa bir süre sonra bu devlet son bulmuştur.[184] el-Men-helül-asfâ'da[185] şu bilgi verilir: Minber, 654 yılı Ramazan'ının ilk günü yandı. Bu, halkın başına gelen en büyük musibetlerden biriydi. Hafız Mu-hammed b. Nasirüddin ed-Dımaşkî'nin Arful-anber fî vasfîl-mînber[186] adlı bir eseri vardır. Rüdâni bunu es-Sıla'sında[187] anmakta olup oraya bakı­nız. Suyûtfninet-Tevşih'inde şu bilgi verilir: Yahudiler haftanın bütününü "sebf diye adlandırırlar İd bu, Enes'in istiskaya dair hadisinde[188] geç­mektedir. İslâm'da ise hafta, en şerefli güne nisbetle "Cuma" diye ad­landırılmıştır.[189]

 

Allah Resulü’nün Veda Haccında Hayvan Üzerinde Hitabede Bulunması

 

Ebû Davud'un Sünen'inde Râfi b. Amr el-Müzenî'den[190] şu rivayet zik­redilir: "Kuşluk vakti yükselirken Mina'da Resulullah'ı (sav) kır renkli dişi bir katır üzerinde hitabede bulunuyor gördüm. Hz. Ali de söylediklerini yükses sesle tekrarlıyordu. İnsanların kimi ayakta, kimi oturuyordu."[191] Yi­ne Ebû Davud'da başka bir râviden şu rivayet nakledilir: "Resulullah'ı (sav) Arafat'ta minber üzerinde gördüm."[192] Hafız Abdülhak el-İşbilî şöyle der: Bu hadis sabit değildir. Çünkü meçhul bir râviden nakledilmiştir. Ebû Davud,[193] Nesâi[194] ve başkaları, Resulullah'ın (sav) deve üzerinde hitabede bu­lunduğunu zikrederler ki sahih ve meşhur rivayet de budur.

Şâmi, Siretlnde şu babı zikreder.[195]

 

Allah Resulü’nün Hz. Ali'yi Kendi Sözlerini Aktarmakla Görevlendirmesi

 

Müsedded, sika (güvenilir) râviler vasi taşıyla Hilâl b. Âmir el-Müzenî1-den o da babasından şu rivayette bulunur; "Resulullah'ı (sav) Mina'da ka­tırı üzerinde, kırmızı bir aba giymiş olarak gördüm. Ali de önünde söyledik­lerini aktarıyordu. Geldim ve elimi Nebî (sav/in ayakkabısının bağı ile ayağının arasına soktum, ayağının serinliğine hayret ettim."[196] Bu hadisi Ahmed b. Hanbel[197] ve Ebû Davud[198] muhtasar bir şekilde rivayet ederler. Taberâni, sika ravilerle İbn Abbas'dan şu rivayette bulunur: Resulullah (sav) Arafat'ta vakfeye durunca Rabiab. Ümeyye b. Halefe emretti, o da kal­kıp devenin Önünde durdu. Gür sesli birisiydi. Resulullah (sav) "ey insan­lar, biliyor musunuz bu ay hangi aydır?" diye yüksek sesle haykırmasını buyurdu, o da haykırdı. İnsanlar "haram   ay" dediler. "Bu hangi bel­dedir?" diye haykır, buyurdu. Onlar "Haram   beldedir" dediler. "Bu hangi gündür ?" diye seslen, büyürdür. "Hacc-ı   ekber' dir" de­diler. Şöyle haykır, buyurdu: "Ben Allah'ın elçisiyim. Kanlarınız ve mal­larınız, bu beldenizde bu ayınızın haram oluşu gibi size haram kılınmıştır." Hadis.[199]

Derim: Bu başlık altında verilen hadisler, muhaddisler tarafından kul­lanılan "imlâ" usulü ve muhaddisin "müstemlî" (onunsöyledik-lerini dinleyenlere duyuran) edinmeleri konusunda temeldir. Sahih-i Bu-hari'de Ebû Cemre'den şu rivayet nakledilir: "Ben İbn Abbas ile halk ara­sında, onun söylediklerini kendilerine aktarıyordum."[200] Topluluk bir müsteml i yetmeyeceği derecede çoğalınca iki veya daha fazla müs­temlî edinildi. Ebû Müslim el-Keccî[201] Gassân revakanda ders imlâ et­tiriyordu. Onun meclisinde yedi müstemlî bulunuyor ve her biri beri-sindeki arkadaşına onun söylediklerini duyuruyordu. Ebû Müslim'in mecli­sinde sadece bakıp dinleyenler dışında, söylediklerini yazan kırkbin küsur insan vardı. Asım b. Ali'nin[202] meclisinde de yüzbini aşkın insan bulunuyor­du.

Burada, Sami'nin verdiği bilgilere şu başlıkla ilavede bulunmak gere­kir.[203]

 

Halkın Susup Kendisini Dinlemelerini Sağlamak İçin Allah Resulümün Onlardan Boyca En Uzun Ve Sesi En Gür Ve Yüksek Olan Birini Görevlendirmesi

 

Sahih-i Buhari'de, Resululllah'ın (sav) Veda Haccı'nda Cerîr b. Ab­dullah el-Becelf ye "halkı benim için sustur" buyurduğu çeşitli yerlerde mü­kerrer olarak zikredilmekte olup[204] bu hususta Resulullah'ın (sav) durumu böyle idi.[205]

 

Devlet Başkanının Kavmini Biraraya Toplaması Îçin Ashaptan Önde Gelen Birini Görevlendirmesi

 

el-İsâbe müellifi, Hakem b. Minhâl'in biyografisini vererek Ebû Ya'-lâ'nın Ebû'l-Hüveyris'ten Hakem b. Minhâl'in şöyle dediğini duyduğuna da­ir rivayeti tahric ettiğini zikreder: "Resulullah (sav), Ömer'e Kureyş'i bana topla' buyurdu."[206] Yine el-İsâbe'de müellif, Fadl b. Abbas'ın biyografisini vererek Beğavi'nin onun tarikiyle şu rivayeti tahric ettiğini zikreder: "Re-sulullah (sav) bana geldi, başı sarılıydı, "elimi tut" buyurdu, ben de tuttum. Geldi minbere oturdu ve "halka duyur" buyurdu, ben de duyurdum, top­landılar." Ve Beğavi hadisin tamamını zikretti.[207]

Hafız İbn Kayyim Zâdül-meâd'da şöyle der: Nebî (sav) hutbede elin­de kılıç tutmazdı. Minber edinmeden önce, Arapların adeti olduğu üzere, bir asa veya yaya dayanırdı. Kılıca dayandığına dair rivayetin varlığı bilinme­mektedir. Bazı cahillerin, dinin kılıç ile kaim olduğuna işaret olarak Rasulullah’ın (sav) kılıca dayandığını zannetmeleri, cehaletlerinin aşirüığındandır. Bu konuda herhangi bir rivayet naklolunmuş değildir.[208] Bu hususu Zerkeşi de îbn Kayyim'i izler ve Sehâvi de el-Kavlü't-tâm adlı eserinde[209] bunu naklederek teyid eder. Ebyâri'nin el-Fevâkihü'1-ceneviyye adı ese­rinde[210] de bu husus belirtilmektedir.[211]

 

Allah Resulü’nün Kendi Adına Berâe Sûresinin İlk Âyetlerini Tebliğ Etmek Üzere Hz. Aliyi Göndermesi

 

Allah Resulü (sav) Tebük'ten dönüşünde, Hz. Ebûbekir'i (ra) halka hac yaptırmak üzere emîr olarak gönderdi. 0 hareket edince, Nebî (sav) ile müşrikler ve bazı Arap kabileleri arasında özel birtakım hususlarla ilgili olarak yapılan umumî antlaşmayı bozanlar hakkında Berâe (Tevbe) Sûresi nazil oldu. Sûrede bu toplumların dış görünüşleri ardında gizledikleri sır­ları açığa vuruldu. Bundan dolayı sûre "el-Muba'sire" (açığa çıka­ran) diye adlandırılmıştır. Resulullah (sav) bunun üzerine sûrenin baş ta­rafını haber vermek üzere Ali b. Ebî Tâlib'i göndererek şöyle buyurdu: "Bu kıssayı alarak yola çık ve kurban bayramı günü Mina'da toplandıklarında insanlara şunu ilan et: Hiçbir kâfir cennete giremeyecektir. Bu yıldan sonra hiçbir müşrik haccedemeyecek, hiçbir çıplak Kabe'yi tavaf edemeyecektir. Kimin Allah Resulü ile bir antlaşması varsa süresinin bitimine dek o ant­laşmaya bağlı kalınacaktır**. Hz.Ali(ra)Resulullah'ın(sav) Adbâ adlı de­vesine binerek yola çıktı. Yolda Hz, Ebûbekir'e (ra) ulaşınca, ona " emîr olarak mı, memur olarak mı (geldin)?" dedi, Hz. Ali de "memur olarak" diye j karşılık verdi ve yola devam ettiler. Hz. Ebûbekir müslümanlara hac yaptırdı, Hz. Ali de emrolunduğu görevi kurban bayramı günü ifa etti ve insan-' lara memleketlerine ve güven içinde bulunacakları yere dönebilmeleri için o günden itibaren dört ay süre tanıdı. Verilen süreden sonra artık hiçbir müş­rikle antlaşma kalmayacağı, belli bir süreye kadar özel bir antlaşması olan­lardan başkasına ahid ve eman verilmeyeceği, belli bir süreye kadar antlaş­ması olanların antlaşmasına uyulacağı, o yıldan sonra hiçbir müşrikin hac­cetmeyeceği ve hiç kimsenin çıplak olarak Kabe'yi tavaf edemeyeceği ilan edildi. Kabe'yi tavaf etmek isteyenlere engel olunmayacağı ve Haram Aylar'da korkudan emin bulunulacağı hususları ise umumî antlaşma çerçeve­sinde geçerli kalacaktı.[212] Kadı Ebûbekir İbnül-Arabî bazı ulemadan naklen şöyle der: Allah Resulü'nün (sav) Hz. Ali'yi Berâe sûresini duyurmak için göndermesi, sûrenin, daha önce kendisi tarafından yapılan antlaşmanın bo­zulmasını içermesinden dolayıdır. Antlaşmayı bozmak için kendi ailesin­den amcasının oğlunu göndermek suretiyle, bu husustaki Arap adetine uya­rak Arapların ileri geri konuşmalarına fırsat vermemek istemiştir. Bu, güzel ve eşsiz bir davranıştır.[213] İmam Fahreddin er-Râzî Tefsîr'inde Câhız'dan şunu nakleder: Resulullah'm (sav) bu hususla ilgili "Benim yerime ancak ehl-i   beytimden birisi tebliğde bulunur"[214] sözü, Hz. Ali'nin Hz. Ebûbekir'e üstün tutulduğunu göstermez. Allah Resulü (sav) Araplar*a ken­di aralarında uyguladıkları adete göre muamele etmiştir. Şöyle ki Araplar'da kavmin efendisi başka bir kavimle antlaşma yaptığında, kardeşi veya amcası gibi yakın akrabalarından başkası onun adına bu antlaşmayı boza­mazdı. Hz. Ebûbekir o gün imam ve hatip idi, Hz. Ali de ona tâbi idi.[215] Bu ko­nuda ileride gelecek olan "Münâdî"   ile ilgili başlığa bakınız.[216]

 

Ramazan Namazında (Teravih) İmam

 

El-Muvatta’da Hz. Aişe'den (ra) şu rivayet zikredilir: "Resulullah (sav) bir gece mescidde namaz kıldı, bazı insanlar da O'na uyarak namaz kıldılar. Ertesi gece yine kıldı, insanlar daha çoğaldı. Derken üçüncü veya dördüncü gece iyice top­landılar. Resulullah (sav) onların yanına çıkmadı ve sabah ol­duğunda şöyle buyurdu: "Sizin yaptığınızı gördüm; sizin yanınıza çıkmaktan beni alıkoyan, bu namazın size farz kılınmasından kork­mamdan başka birşey değildi." Bu husus Ramazan'da olmuş­tu.[217] Yine el-Muvatta’da şu rivayet zikredilir: Hz. Ömer mes­cide çıktı ve insanların ayrı gruplar oluşturduklarını, kimi­nin yalnız başına namaz kıldığını, kimine de bir grubun uya­rak namaz kıldıklarını görünce "bana öyle geliyor ki bunlan bir tek imam üzerinde birleştirsem daha iyi olacak" dedi ve Übey b. Ka'b'ı onlara imam tayin etti. Sonra bir başka akşam mescide gitti, halk imamlarına uyarak namaz kılıyorlardı, bunun üze­rine Hz. Ömer şöyle dedi: "Bu ne güzel bir adet."[218] el-isâbemüellifı, Zeyd b. Kunfuz b. Zeyd b. Cud'ân et-Temîmî'nin biyografisini vererek şöyle der: Onun sahabi olduğuna dair bir haber buldum; Abdürrezzak Musannefinde İbn Cüreyc'den şu rivayeti zikreder: Bana haber verildiğine göre o, Hz. Ömer'in hilafeti sırasında Mekke'de (Ramazan'da) halka ilk namaz kıldıran kimsedir. Dileyen onunla birlikte namaz kılıyor, dileyen yalnız ba­şına kılıyor ve dileyen tavafta bulunuyordu.[219] Ebû Ömer de et-Temhîd-de[220] Hz. Ömer'in ilk olarak halkı Ramazan ayında bir imam üzerinde topla­masının hicretin on dördüncü yılında olduğunu söyler.[221] İbn Sa'd'ın Tabakât'ında da şu bilgi verilir: İlk olarak Ramazan'da halkı namaz için bir ara­ya toplayan Hz. Ömer'dir. O, erkekler ve kadınlara ayrı ayrı namaz kıldıra­cak birer imam tayin etmişti.[222]

 

Allah Resulü’nün Müezzini

 

Sahih-i Müslim’de şu rivayet zikredilir: "Resulullah'ın (sav) iki müezzini vardı; Bilâl ve İbn Ümmü Mektûm.”[223] Kadı Iyâz şöyle der: Yani bu ikisi aynı zamanda müezzin idiler, yoksa Resulullah'u  (sav) onlardan başka müezzinleri de var­dı. O'na Mekke'de Ebû Mahzura[224] ezan okumuş ve Resulullah (sav) onu Mekke'de ezan okumakla görevlendirmişti. Sa'd-el-Karaz[225] da Küba'da Resulullah'a (sav) üç defa ezan okumuş­tu. Fakat Bilâl ve İbn Ümmü Mektûm Medine'de ezanı sürekli okumuşlardı.[226] İbn Yunus'un fıkha dair Muhtasarımda îbn Habîb'in şöyle dediği zikredilir: Allah Resulü'ne (sav) dört kişi ezan okumuştu; Bilâl, Ebû Mahzura, İbn Ümmü Mektûm ve Sa'd el-Karaz. Bu bilgi, Ebü'l-Ha-san'ın el-Müdewene*ye yaptığı şerhte[227] geçmektedir. es-Siretü'1-Hale-biyye'de de şu bilgi verilir: Resulullah'ın (sav) huzurunda Ziyâd b. Haris es-Sudâî ezan okumuştu. Abdülaziz b. Esam da Resul ullah'ın (sav) huzurunda bir defa ezan okumuştu.[228]

Derim: Onun Abdülaziz b. Esam'ı Resulullah'ın (sav) müezzinleri arasında saymış olması, her ne kadar müteahhirin ulemadan bir kısmı da bunu zikretmişse de, tartışma götürür. Bu hususla ilgili asıl bilgi Haris b. Ebî Üsâme'nin Müsned'inde[229] İbn Ömer'den nakledilmektedir: Allah Resulü'nün (sav) iki müezzini vardı. Birisi Bilâl, diğeri de Abdülaziz b. Esam. Fakat el-İsâbe'de müellif şöyle der: Burivayet "cidden garib" olup senedindeMusab.Ubeydevarkioda "zayıf" bir râvidir.İbn Hacer son­ra da şöyle der: Ben bu husustaki karışıklığın sebebini anlamış oldum. Şöyleki Ebû Kurre Musa b. Tank da bu rivayetin benzerini tahric ederek şu ila­vede bulunur: "Bilâl gece ezan okur, uyuyanları uyandırırdı, İbn Ümmü Mektûm ise fecri gözetler, onu şaşmazdı." Bu rivayetten anlaşıldığına göre Abdülaziz, İbn Ümmü Mektûm'un adıdır. Onun asıl meşhur adı Amr olup Abdullah b. Kays b. Zaide b. Esam olduğu da söylenir. Esam ise babasının dedesi olup bu rivayette kendisine nisbet edilmiştir.[230] Şemsüddin Muhammed er-Ravdi el-Mısrî el-Mâlikî'nin Şerhu Unmüzecil-lebib adlı eserinde şu bilgi verilir: Sünen müellifleri, Resulullah'ın (sav) müezzinlerinin sayısı­nın dört olduğunu rivayet ederler. Nûru'n-nibrâs'ta bunun gibi, dört kişi oldukları zikredildikten sonra bunlara iki kişinin daha ilavesiyle sayıları­nın altı olduğu söylenir. Dört kişi şunlardır: Bilâl, Abdullah b. Ümmü Mek­tûm, Sa'd el-Karaz ve adı Evs olan Ebû Mahzura. Diğer ikisi ise şunlardır: Ziyâd b. Haris es-Sudâî ki bir defa sabah namazında ezan okumuş ve kamet getirmişti. Bilâl o sırada yoktu, geldiğinde kamet okumayı isteyince Resu-lullah (sav) "Sudâîlerin kardeşi ezan ekudu; kim ezan okuduysa kameti de o getirsin" buyurdu.[231] Müezzinlerin altıncısı ise Abdülaziz b. Esam olup bir defa ezan okumuştu.[232] Bazıları şöyle der: Resulullah (sav) zamanında mü­ezzinler iki taneydi; Bilâl ve İbn Ümmü Mektûm. Hz. Osman (ra) zamanın­da, o müezzinlerin sayısını dörde çıkardı. Ondan sonra ise müezzinlerin sayısını artırdılar. Rivayet edilir ki Allah Resulü (sav) vefat ettiğinde Bilâl ezan okumayı terkederek Şam'a gitti ve Resulullah'dan (sav) sonra hiç kim­seye ezan okumadı.[233] Rivayete göre o, Resulullah'ın (sav) rüyada "Sen ey Bilâl bizi incittin, neden bizi ziyarete gelmezsin" buyurarak kendisini azar­laması üzerine her yıl Allah Resulü'nü (sav) ziyaret için Medine'ye gelirdi. Bilâl Şam'a gidince, Küba'da ezan okumakta olan Sa'd el-Karaz getirildi ve ondan sonra Mescid-i Nebevi'de o ezan okudu.[234] Devamı için aynı esere ba­kınız.

İbn Sa'd[235] ve İbn Ebî Şeybe, Kasım b. Abdurrahman'dan şu rivayeti tahric ederler: İslam'da ilk ezan okuyan Bilâl'dır. Ebu'ş-Şeyh de bu rivayeti İbn Abbas'dan "îlk kamet getiren de Abdullah b. Zeyd'dir" fazlalığıyla tahric eder. Hayrül-bişer fî ezani Hayri'l-beşer[236] adlı esere bakınız. Makn-zi'nin el-Hıtat'ında Vâkıdi'nin şöyle dediği nakledilir: Bilâl, ezan okuduk­tan sonra Resulullah'ın kapısı önünde durarak "Allah'ın selâmı üzerine ol­sun ey Resulullah" veya bazan da "Selam senin üzerine olsun, anam babam sana feda ey Allah'ın Resulü, haydi namaza, haydi namaza, selâm sana ol­sun ey Resulullah derdi. Belâzuri ise Vâkıdi'den başkalarının şöyle riva­yette bulunduklarını belirtir: Bilâl "Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi se­nin üzerine olsun ey Resulallah. Haydi namaza, haydi felaha, namaza ey Resulallah" derdi. Hz. Ebubekir (ra) halife olunca, Sa'd el-Karaz onun kapısının önünde durarak "Allah'ın selam, rahmet ve bereketi üzerine ol­sun ey Allah Resulü'nün halifesi, haydi namaza, haydi feleha ey Resulullah'ın halifesi" derdi.[237]

Derim: Resulullah'ın yedinci bir müezzini bulunduğuna dair bilgi eli­me geçti. Bu müezzin Sevbân'dır. Abdülrezzak Musannef inde[238] Allah Re­sulü'nün (sav) azatlısı Sevbân'dan[239] şu rivayeti tahric eder: "Bir defasında ezan okuyup Nebi'nin (sav) yanma girdim ve 'Ey Allah'ın Resulü, ben ezan okudum' dedim. Bunun üzerine Resulullah 'Sabah olmadıkça ezan okuma buyurdu. Sonra O'na tekrar gelerek 'ezan okudum' dedim, o da 'fecri görme­dikçe ezan okuma' buyurdu. Sonra kendisine üçüncü defa gelerek 'ezan oku­dum' deyince, iki elini birleştirip sonra birbirinden ayırdı ve 'onu böyle görmedikçe ezan okuma' buyurdu." Kenzül-ummâVa bakınız.[240] Bu, Re­sulullah'ın (sav) yedinci müezzinidir. Ben sekizinci müezzin hakkında da bilgi ele geçirdim. Makrizî*nin Hıtatfmda (Mısır: 1326 baskısı, IV, 43), Os­man b. Affan'ın (ra) Resulullah'ın (sav) huzurunda minberin yanında ezan okuduğu zikredilir.[241] Sözü geçen Seyhan ile Hz. Osman'ı müezzinler arası­nda zikreden bir kimseyi görmedim. İmamların büyük çoğunluğu müezzin­lerin sayısını dörtle sınırlamış olup bazıları beş müezzin sayar ki müteahhirin ulema nezdinde meşhur görüş budur. Fakat sayılarının zikrettiğimiz gi­bi yedi veya sekize çıkarılması, Allah'a hamdolsun ilk defa tarafımızdan gerçekleştirilmiştir. Rehûni'nin, Zurkâni'nin şerhine yaptığı haşiyede[242] geçtiği üzere, Birmâvi, Abdülaziz b. Esam dışındaki müezzinlerin adını şiir halinde şöyle zikretmiştir:

Evrenin en hayırlısına soylulardan beşi okudu ezan

Gür sesli Bilâl ki odur ilk tayin edilen

Ve Amr, annesidir onun Ümmü Mektûm

Karaz'la hatırla Sa'd'ini onların anlaşılır o zaman

Ve Evs Ebû Mahzûra'yı ve Mekke'de

Ziyâd ed-Südâî'yi ki Hâris'in oğlu, o çağrıda bulunuyordu.

Şeyh et-Tâvudî İbn Sûde de onları şiir halinde şöyle anar:

Anar, Bilâl ve Ebû Mahzura Sa'd, Ziyâd, bu beş anılan Hepsi de Mustafa'ya okudu ezan Erdiler rütbe ve şerefe bununla.

Tenbih: Resulullah (sav), müezzin Ebû Mahzûra'ya Huneyn Gazvesi dönüşünde Mekke'de ezan okumasını emretti. Bundan sonra Mekke'de hep o ezan okudu. Mekke'de ezan okuma görevi, İmam Şafii'nin zamanına gelin­ceye dek asırdan aşıra Ebû Mahzura ve oğullarının nesli elinde kaldı. Nevevî'nin TehziMnde Ebû Mahzûra'nm biyografisine bakınız.[243]

 

Muvakkit

 

Allah Resulü'nün (sav), Bilâl’e vakti gözetlemesini em­retmesi[244] hususunda Muvatta* da şu rivayet zikredilin İmam Mâlik îbn Şihâb'dan, o da Said b. Müseyyeb'den şu rivayeti nakleder: "Resulullah (sav) Hayber seferinden dönüşte gece yolculuk etti ve gecenin sonunda konakladı. Bilâl'e "bize sa­bahı kolla" buyurdu ve o ve ashabı uyudular. Bilâl gücü yet­tiğince gözetledi..." Vadide uyku kıssası hadisi.[245] Ebû Davud ve Taberâni'nin Amr b. Ümeyye'den naklettikleri hadiste geçen başka bir kıs­sada, onlar için fecri gözetleyenin Zû Mihber olduğu zikredilir.[246] İbn Hibbân'ın İbn Mesud'dan yaptığı rivayette de onlara vakti kendisinin gözetle­diği zikredilir ki bu da sözkonusu olayın birden fazla meydana geldiğini gösterir.[247]

 

Mescîdlerin Namazlarında “Cami Mescid”in (Merkez Cami) Müezzinine Uymaları

 

er-Ravdû'l-ünüf te şu bilgi verilir: Medine'nin mescidleri, Resulullah'm (sav) mescidi dışında dokuz taneydi. Hepsi de Bilâl’in ezanıyla namaz kılarlardı. Ebû Davud'un eZ-Merâsil’de[248] ve Dârekutni'nin Sürae'de[249] kendisinden yaptık­ları rivayette Bükeyr b. Abdullah b. Eşec de bunu söyler. Nû-

ru'n-nibrâs'ta müellif bunun ardından şöyle der: Mizzi el-Etrâf ta[250] Ebû Davud'un el-MerâsîFde bu hadisi şu yolla tahric ettiğini belirtir: Muhammed b. Seleme el-Murâdfden, o da Ibn Vehb'den, o Ibn Lehîa'dan Bukeyr b. Eşec'in kendisine bunu haber verdiğini rivayet etti Bukeyr devamla şöyle der: Mescidlerin en yakını Benî Neccâr'dan Benî Amr b. Mebzul mescidiydi, diğerleri ise Benî Sâide mescidi, Benî Ubeyd mescidi, Benî Seleme mescidi, Benî Abdileşel'den Benî Rabih mescidi, Benî Zurayk mescidi, Benî Gifâr mescidi, Eşlem mescidi ve Cuheyne mescidi. Râvi dokuzuncu mescidde te­reddüt etti. el-Merâsil'de böyle denmiş olmakla birlikte, tereddüt gösterile­nin onuncu mescid olması gerekir. Nûru'n-nıbrâs'a mutlaka bakınız.

Hafız Suyûtiet-Tevşîh'te şöyle der: Ibn Asâkir'in Tarîh'inde, zayıf bir senedle, ilk defa gece ve gündüzü on iki saat olarak takdir eden kimsenin, ge­mide bulunduğu sırada Nuh (as) olduğu zikredilir. Suyûti'nin el-İklîl'inde "Gece ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki âyet (delil) kıldık" (Isrâ 17/12) âyetinin astronomi, tarih ve mevâkît iliminde, 'Yılların sayısını ve he­sabını bilmeniz için aya menziller belirleyen O'dur" (Yunus 10/5) âyetinin de zaman olcumu, hesap, ayın menzilleri ve tarih ilminde temel olduğu zik­redilir.[251] Ebu'ş-Şeyh, "meçhul" bir râvinin bulunduğu bir senedle Ibnu'z-Zubeyr'den şu rivayeti tahric eder: Ezan, ibrahim'in (as) ezanından (çağ-rısmdan) alınmıştır; o, insanları hacca çağırdı,[252] Resulullah (sav) da (namaz için) çağrıda (ezan) bulundu. Şeyh Zerrûk, Sahih-i Buharı haşiye­sinde şöyle der: Bunun, ashabın rüyalarını destekleyen hususlardan biri ol­ması uzak ihtimal değildir. Hatta arada çelişki bulunmadığından, onların daha önce ileri sürdükleri görüşlere değil, Resulullah'm (sav) gönlü buna ısınmıştı. Bu hususta ister vahiy geldiğini söyleyelim ister gelmediğini söy­leyelim farketmez. Çünkü onların görüş ve rüyalarını desteklemek için vah­yin sonra gelmiş olması da muhtemeldir.

Takiyuddin el-Makrızî'ninHıtat'ında, Ebû Ömer el-Kindî'nin Mısır'da Amr b. Âs Camii'nde müezzinleri yöneten kimse hakkında şöyle dediği zik­redilir: Müezzinleri ilk yöneten Ebû Müslim Salim b. Âmir b. Abd el-Mu­râd[253] idi. O, Resulullah’ın (sav) ashabındandı, Hz. Ömer'e (ra) ezan okumuştu. Sonra müezzinlerin işini onun kardeşi Şurahbıl b. Amir yönetti. O da ashaptandı. Hz. Osman'dan (ra) sözle, onun müezzinlere maaş bağlayan ilk kimse olduğu zikredilir.[254]

 

Neyin Üzerinde Ezan Okudukları

 

TeşRîfü'l-mesâmi'de[255] "Kıtâbu'l-Cum'a" bölümünde müellif, râvinin Sahîh-i Buhari'de "Hz. Osman zamanında, halkın sayısı çoğalınca o yüksek bir yerde (zevrâ) uçüncu kez ezan okutturdu"[256] sözüyle ilgili olarak şöyle der: " Z e vr â "nın minare gibi yuksekbır yer olduğusoylenır. Ibmı'n-Nahhâs'm[257] en-Nüzhetü's-semine fî ahbâri'l-Medîne'sinde Ibn Ishak Benî'n-Neccâr'dan bir kadının şöyle dediğini rivayet eder- Benim evim Mes-cıd-ı Nebevî'nin çevresindeki en yüksek evlerden biriydi. Bilâl hergün onun üzerinde sabah ezanını okurdu, seher vakti gelerek evin üstünde oturur fec­ri gözlerdi, fecri görünce kalkıp gerinir ve sonra "Allahım sana hamdederim, dinini ikame etmeleri için Kureyş'e yardımını niyaz ederim" der ve ezanı okurdu.[258] Siyer müellifleri şu bilgiyi zikrederler: Bilâl Mescid'in (Mescid-i Nebevi) kıble tarafında bulunan ve üstündeki kirişler (sicim) vasıtasıyla tırmandığı bir sütunun üstüvane (silindir biçiminde yapılan yüksekçe yer) üzerinde ezan okurdu. Bu sütun şimdiye dek Ubeydullah b. Abdullah b. Ömer'in evi bünyesinde mevcut olagelmiştir. Nâfî, Ibn Ömer'den şu rivayet­te bulunur: Bilâl, Hafsa binti Ömer'in Mescid'e bitişik evinde bulunan bir minarenin üzerinde ezan okurdu. Ondaki kirişler vasıtasıyla yukarı çıkardı. Minare Resulullah'ın (sav) Mescidi dışında olup ne o zaman içindeydi ne de şimdi dahilinde bulunmaktadır.[259] en-Nüzhe'den başka eserlerde ise şu bilgi verilir:Allah Resulü(sav)zamanında minare yoktu, o sahabenin sünnetindendir. Resulullah (sav) zamanında Mescid'in kapısı yanında ezan okuyorlardı, minbere çıktığında imamın önünde değil. Bunu Hişam b. Abdülmelik yapmış olup mekruhtur. Çünkü bu, Hişam'ın sonradan uyguladığı (muhdes) bir şeydir. Nitekim o Z e v r â' daokumakta olan ezanı da Mescid'in içine nakletmiştir.[260] Bu bilginin benzeri Semhû-i'nin el-Vefâ adlı eserinde de zikredilerek şöyle denir: Geçenlerden an­laşıldığına göre minarenin ilk defa Mescid'de yapılması,Velid'in yaptığı ekleme sırasında olmuştur. Semhûdi, Bilâl'inHz. Hafsa'nın evindeki bir minare nin üzerinde ezan okuduğuna dair daha önce geçen bilgileri ve­rince de şöyle der: Anlaşılan, râvi sütunu minare diye adlandırmada bir beis görmemiştir. O (Abdülaziz b. İmrân), rivayette çok hata ederdi. Çünkü kitapları yanmış olduğundan hafızasından rivayette bulunurdu. Bu sebep­le kendisinden rivayeti terketmişlerdir. Gerçek şu ki Hz. Ömer ve Osman minare yapmış değillerdir, aksi halde nakledilirdi.[261] Hanefi mezhebi kitaplarından el-Bahr'da, Resulullah (sav) zamanında ezan okumaya mah­sus bir yer ( m i' z e n e ) bulunmadığı zikredilir.[262] Şemsuddin İbn Abidîn Reddü'l-muhtâr'da bu bilgiyi naklettikten sonra hemen ardından şöyle der: Şeyh İsmail 'in şerhinde, Suyûti'nin el-Evâil'inden[263] naklen ezan okuma yerlerinin ( m i' z e n e ) Muaviye'nin emriyle yapılmış olduğu ve daha önceleri mevcut bulunmadığı belirtilir.[264]

Derim: Buna karşılık, Zurkâni de Şerhul-Mevâhib' de Şeyh Halil'in et-Tavdîh*inden naklen şu bilgiyi verir: Ezanın Resulullah'ın (sav) önünde mi, m i n a r e de mi okunduğu konusunda farklı rivayetler vardır. Bizim mezhep imamlarımızın naklettiği ezanın m i n a r e de okunduğudur. Bu­nu Abdurrahman b. Kasım el-Mecmûa'da[265] nakleder. el-Mirkât'ta da İbn Kasım'ın İmam Malik'ten Resulullah (sav) zamanında ezanın minare­den okunduğunu rivayet ettiği zikredilir. Ebû Abdullah İbnü'l-Hâc'ın el-Medhal'in de şu bilgi verilir:Cuma ezanında sünnet olan,imam minbe­re çıktığında müezzinin de m i n a r e de olmasıdır. Allah Resulü (sav), Hz Ebubekir ve Ömer devri ile Hz. Osman'ın hilafetinin ilk zamanlarında da uygulama böyleydi. Yine el-MedhaPde selef zamanında minare nin mescid sathı üzerine inşa edilen yapı olduğu zikredilir.[266]

ed-Dürerü'1-murassaa fi sulehâi Der'a[267] adlı eserde İânetü'1-be-sâir fi menâkıbi'ş-Şeyh İbn Nasır ve hizbihil-hüdâti'l-ekâbir' den[268] naklen şu bilgi verilir: Şeyh Sîdî Muhammed b. Nasır, Resulullah'ı (sav) örnek alarak, Cuma günü yalnız bir müezzin ve kamet dışında yalnız bir ezanla yetinirdi. Çünkü ne Allah Resulü (sav) zamanında, ne de en meşhur görüşe göre Hz. Ebubekir (ra) devri ve Hz. Osman'ın (ra) hilâfetinin ilk za­manlarında bundan başkası yoktu. Fethu'1-Bârî[269] ve Ubbi'nin eserinde de geçtiği üzere, sahih ve güvenilir rivayete göre Resulullah (sav) zamanında yalnız bir müezzin ezan okurdu. Ibnü'l-Hâc'm el-Medhal'inde müezzinle­rin üç tane oldukları ve birbiri ardınca ezan okudukları şeklindeki bilgi[270] buna itiraz olarak ileri sürülemez. Çünkü Sünen-i Ebu Davud şerhi Av-nu'l-Ma'bûd müellifi bu ifadenin hemen ardından şöyle der: Ben, Resulul­lah (sav) zamanında üç müezzin bulunduğu ve cuma günü birbirleri ardın­dan ezan okuduklarına dair sarih bir nakle rastlamadım. Aksine, ileride zikredileceği gibi Resulullah'ın (sav) yalnız bir müezzini vardı, o da Bilâl'­dı.[271]

 

Seccade (Humra) Görevlisi

 

Seccade (humra), yüz ve iki elin sığacağı büyüklükte, hurma yaprağından yapma ve deri sırım ve benzeri şeylerle örülen küçük hasır gibi bir şey olup namazlıktan küçüktür.[272] Hattâbi'nin Mealim* inde de şöyle denir: Humra, namaz kılan kimsenin üzerine secde ettiği seccadedir.[273] Buhari, Hz. Meymune'den (ra) şu rivayeti nakleder: "Nebî (sav) hum-r anın üzerine namaz kılardı."[274] Müslim, Hz.Aişe'nin(ra) şöyle dediğini rivayet eder: "Resulullah (sav) bana 'mescidden ba­na hurmayı getir” buyurdu,ben de 'hayızlıyım'dedim.Bunun üzerine 'hayzın eline sirayet etmiş değildir' buyurdu."[275] Nesâi de Hz. Meymûne'den (ra) şöyle dediğini rivayet eder: "Resulul­lah (sav), hayızlı bulunduğumuz halde başını birimizin göğsüne dayar Kur'an okurdu. Birimiz, hayızlı olduğu halde, O'nun humrasını mescide götürür sererdi.”[276] Hocamız babam, Resulullah'ın (sav) humra ve hasır üzerinde namaz kılmasına dair müstakil bir eser telif etmiş olup ona bakınız.[277]

 

Asa (Aneze) Görevlisi

 

Sahîh'i Buharı' de Ibn Ömer'den şu rivayet nakledilir "Resulullah (sav) musallaya gider, önünde asa ( a n e z e ) ta sınır, musallada önüne dikilir ve ona karşı (onu sütre yaparak) namaz kılardı."[278] A n e z e , mızrak yarısı kadar veya on dan biraz uzun, mızrak uç demiri gibi demiri olan bir asa dır.[279] Sahih-i Buhari'nin "Kitâbu'l-Vudû"unda "Istincâda su ile birlikt a n e z e yi taşıma bâbı"nda Enes'den (ra) şu rivayet nakledilir: "Nebî (sav helaya girer ben ve bir çocuk bir su kırbası ve bir an ez e taşırdık."[280] İt Badis el-Fevâd'de şöyle der: Anneze (çift n ile) mızrak ucu gibi ucu ola ve asadan uzun, mızraktan kısa bir sopadır. el-Mişkât'te ise şu bilgi verili A n e z e , arşın boyunda bir bastondur. Resulullah (sav) yürürken elim tutar, iki bayramda mübarek önlerinde taşınır, sutre olarak önüne saplan ve ona doğru namaz kılardı.Bu an e z e nin halife Me'mun zamamna kad; Medine'de kaldığı söylenir. Uyûnu'l-Meârif te[281] şöyle denir; Resulullah'-(sav) bir başka a n e z e si de vardı; Zübeyr b. Avvâm'dan, o da Necaşi'dç almıştı. Hafız Suyûti et-Tevşih'te şöyle der: Ömer b. Şebbe Ahbâru'1-M dîne'de Sa'd el-Karaz'dan şu rivayeti nakleder: Necâşî, Resulullah'a (sa mızraklar (harbe) hediye etti. Bunlardan birini kendisi için alıkoyd Bu mızrak, bayram günü imamla birlikte kendisiyle yürünülen (taşına mızraktır.[282] Leys b. Sa'd'dan da şu rivayette bulunur: Kendisine ulaşan ha­bere göre, namaz kıldığı sırada Resulullah'ın (sav) önüne konulan a n e z e bir müşrike aitti. Zubeyr b. Avvâm Uhud savaşında onu oldurmuş ve şahsî ganimet olarak ( s e 1 e b) almıştı.Nebîfsavj de Zübeyr'den almıştı ve namaz kılarken önüne dikerdi.[283] Suyûti şöyle der: Bu rivayet, Zıibeyr'in a n e ze sinin, Necâşfnin mızrağından önce ilk asa olduğu şeklinde yorum­lanarak te'lif edilmiştir. İbn Fâris'in Siret'inde de şu bilgi verilir: Resulullah'ın (sav) bir mihceni, " u r c û n " diye adlandırılan bir m i h s a -r a ve " m e m ş û k " diye adlandırılan bir k a d î b i vardı. Bu eserin şârihi, şöyle der: Mihcen, eğri olmak manasında olup çevgen (s e v -1 e c â n , ucu eğri baston) gibidir. Mihcenin anezeden daha kı­sa, bir arşın boyunda veya biraz daha uzun ve bir tarafı eğri baston olduğu söylenir. Resulullah (sav) onunla yürür, devenin üzerinde önüne asardı. M i h s a r a ise kırbaç gibi olup insanın eliyle tuttuğu ve dayandığı asa ve benzeri her şeye denir. Bunun kadîb gibi,Araplar ve eşrafın kendisiyle meşgul olmak için ellerinde taşıdıkları ve elin uzak olduğu sırt tarafı so­yulmuş sopa olduğu da söylenir. Urcûn ise hurma salkımı sapıdır. Bu kadîb yerinden alınmış olup Bağdat'ta Abbasî halifelerinin elinde bulu­nuyordu. el-Fevâid'den nakledilen bilgi burada sona ermiştir.[284] Ibn Sa'd'm Tabakât'ında, Bilâl'ın (ra) bayram günü ve i s t i s k âda (yağmur duasına çıkıldığında) a n e z e y i Resulullah'ın (sav) önünde taşıdığı kaydedilir. Tabakât'da Bilâl'ın biyografisine bakınız.[285]

 

Allah Resulü Mübarek Evine Girmek İstediği Zaman Önünde Yürüyerek Asasını Taşıyan Kimse

 

Makkari'ninFethu'l-müteâladlı eserinden naklen, Resulullah (sav) kalktığı zaman Abdullah b. Mesud'un (ra) kendisine ayakkabılarını giydir­diği ve sonra evine girinceye dek Resulullah'ın önünde asa ile yürüdüğüne dairbilgi daha önce verilmişti.Cevahir’ül-bihar’de,[286] müellifinin Bulüğü’l-amal fi medhi’n-nial adlı risalesinden naklen verdiği bilgiye bakınız.Hafız es-Suyuti’nin de el-İnba bi-enne’l-asa min süneni’l-enbiya  adlı bir risalesi vardır.[287] El-Beyan ve’t-tbyin’de de Resulullah’ın (sav.) önünde taşınan bir mihsara, bir kadib  ve bir anezesi bulunduğu, Arap büyüklerinin adetinin böyle olduğu kaydedilir.[288] Ebu osmanet-Tucibi’nin[289] er-Risaletü’l-ilmiyye’sinde şu bilgi verilir: İşare ve kadib taşımaya gelince; işare, mihsare demek olup asadan daha ince ve kadibden daha kalın, dört karış veya o dolayda bir uzunluktadır. Fakirler (tasavvuf ehli) ellerinde taşırlardı.Bunlar ok da taşırlar.İşare’nin asıl fonksiyonu namazda  sütre olarak kullanılmasıdır.Allah Rasülü’nün (sav.) bir mihsare, bir kadib, küçük bir asa ve bir anezesi  vardı.Araplar mihsare taşır, ellerinde tutarak hitap ederler ve meclislerinde bulundururlardı.

El-mücmel’de de mihsarenin, hitap veya hükümdarın konuştuğu sırada yanında bulundurduğu asa olduğu belirtilir.[290] Cem’u’l-cevami’de Beyhaki ve İbn Asakir’e isnadla Muhammed b. Sirin’den, onun da Enes b. Malik’den şu rivayeti nakledilir: Enes’in yanında Resulullah’a (sav) ait küçük bir asa vardı. Vefat ettiğinde böğrü ve gömleği arasında konularak onunla birlikte defnedildi.Kenzü’l-ummal’e (VII, 10) bakınız.[291]

 

Kandil Yakıcısı

 

El-İstiab’da şu rivayet nakledilir: Temim ed-Dari’nin azatlısı Sirac, Temim’in beş hizmetçisi içinde Allah Resulü’nün (sav) huzuruna geldi. Resulullah’ın mescidinde yağla kandil yaktı. Bundan önce yalnız hurma yaprağı yakıyorlardı.Resulullah (sav) “mescidimizi kim aydınlattı?”  buyurunca, Temim “benim şu hizmetçim” dedi. Allah Resulü “ismi nedir?” diye sorunca, “Feth” diye karşılık verdi.Bunun üzerine Nebi (sav) “hayır, onun adı Sirac’dır” buyurdu.Sirac, Resulullah (sav) beni "Sirâc" diye adlandırdı, der.[292] Sirâc'm el-İsâbe'deki biyografi­sinde verilen bir senedle Hatîb de bu rivayeti tahric etmekte olup onda şu ifade mevcuttur: "Resulullah'ın (sav) mescidi hurma yaprağıyla aydınlatıl­ıyordu. Biz kandiller, yağ ve ipleri getirdik, ben mescidi aydınlattım." Onun el-İsâbe'deki biyografisine bakınız.[293] Yine el-İsâbe*de Temîm ed-Dâri'nin hizmetçisi Ebü'l-Berrâd'ın biyografisini veren müellif, Mustağfiri'nin onu sahabe arasında zikrettiğini söyler. Muhammed b. Hasan b. Kuteybe tari­kiyle, Said b. Zeyyâd b. Fâid'den, onun babasından, onun babasından ve onun da Ebû Hind'den yaptığı şu rivayeti tahric eder: Temîm ed-Dâri kendi­siyle birlikte Şam'dan Medine'ye kandiller, yağ ve ip getirdi. Medine'ye vardığında cuma günüydü. Hizmetçilerinden Ebü'l-Berrâd denilen birine emretti, o da kalkıp ipi bağladı, kandilleri astı, onlara su ve yağ koyarak[294] fi­til taktı. Güneş batınca da onları tutuşturdu. Allah Resulü (sav) mescide ge­lince bir de baktı ki mescid apaydınlık. "Bunu kim yaptı?" diye sorunca, "Temîm yaptı ey Allah'ın Resulü" dediler. Resulullah (sav) da "İslam'ı ay­dınlattın, Allah da seni dünya ve ahirette nurlandırsın. Bir kızım olsaydı onu seninle evlendirirdim" buyurdu. Bunun üzerine Nevfel b. Haris b. Abctülmuttalib "Ey Allah'ın Resulü, benim Ümmü'l-Muğîre binti Nevfel adı­nda bir kızım var, dilediğini ona yap" deyince, Resulullah (sav) onu hemen orada Temîm'e nikahladı. Bu rivayetin senedi zayıftır.[295] Zehebî'nin et-Tecrîd'inde de Ebül-Berrâd'ın Temîm ed-Dâri'nin hizmetçisi olduğu ve " m ü n k e r " bir hadiste zikredildiği belirtilir. İbn Mâce'nin Sünen'inde Ebû Said el-Hudrf den "Mescidlerde ilk kandil yakan Temîm ed-Dâri'dir" rivayeti nakledilir.[296] Geçen hadisi, İsa b. İsmail er-Ruaynî el-Cârai limâ fi'l-musennefâti'I-cevâmi adlı eserinde yine Ebû Sai'd'den rivayet olarak zikreder. Bunun üzerine yapılan Tuhfetü'l-ekâbir adlı şerhte şöyle denir: Bundan anlaşılıyor ki küffâr tarafından gelen ve onların kiliselerinde haç­larının başına asılmakta olan kandilleri müslümanların mescidlerine as­mak caizdir. Bunun caiz oluşu, şeriat'te hükme bağlandığı üzere Ehl-i Kitâb'ın kap-kaçaklarını kullanmanın caiz oluşuna dayanmaktadır. Bu bil­ginin devamı için adı geçen esere bakınız.[297]

 

Allah Resulü Zamanında Medine'de Mum Yakılıp Yakılmadığı

 

es-Sünen'de[298] İbn Mesud'dan şu rivayet nakledilir: "Tebük Gazve-si'ndeydik, ordugâhın bir tarafında bir ateş şulesi gördüm. Bakmak için onu izledim, derken Resulullah'ı (sav), Ebubekirve Ömer'i gördüm. Abdul­lah Zü'l-Bicâdeyn el-Müzenî vefat etmiş, ona mezar kazıyorlardı ve Resulullah (sav) da onun kabri içindeydi." Tirmizi'nin Câmi'nde "Gece defnetmek bâbı"nda İbn Abbas'dan şu rivayet zikredilir: "Nebi (sav) bir gece bir kabre girdi, kendisine bir kandil yakıldı." Hadis.[299] Hafız Suyûti, hadiste geçen "bir ateş şulesi" sözünden maksadın mumun ışığı olduğunu söyler. Suyûti bunu Resulullah'ın (sav) yanında mum yakılıp yakılmadığını kendisine soran kimseye cevap olarak belirtmiş olup bu konuda Müsâmeretü's-siunû fi davi'i'ş-şumû[300] adlı bir risale kaleme almıştır. İbn Hacer el-Hey-temî'nin el-Fetâva'1-hadîsiyye[301] adlı eseri (s. 121) ile es-Sîretül-Hale-biyye'ye bakınız.[302] Sahih-i Buhari'de "yatak üzerinde namaz bâbı"nda Hz. Aişe'den şu rivayet nakledilir: "Ben, Nebî'nin (sav) önünde ayaklarım O'nun kıblesine gelecek şekilde uyurdum. Seede ettiğinde bana eliyle doku­nur, ben de ayaklarımı çekerdim, kıyama kalktığında da uzatırdım. O sıra­larda evlerde kandiller yoktu."[303]

Hafız İbn HacerFethu'l-Bârfde, Hz. Âişe'nin (ra) "O sıralarda evler­de kandiller yoktu" sözüyle, bu şekilde uyuması hususunda mazeret beyanında bulunmak istediğini belirtir. İbn Battal da Hz. Âişe'nin sözünde, daha sonraları kandil yakmış olduklarına işaret bulunduğunu belirtir.[304] Es-Sîretü'ş-Şâmiyye'de Resulullah'ın (sav) kendisi için kandil yakılmadıkça karanlık evde oturmadığına dair haber zikredilir. Bezzâr ve Ebül-Hasan b. Dahhâk, Hz. Aişe'den şu rivayeti tahric ederler: "Resulullah (sav) kendisi için kandil yakılmadıkça karanlık evde otur/nazdı". İbn Sa'd da Hz. Aişe'den bu rivayetin benzerini tahric eder.[305] Câhız'ın el-Beyân ve't-teb-yin adlı eserinde şu bilgi verilir: Hire'de Kuzâa hükümdarlarının sonuncu­su olan Cezime el-Ebraş ilk defa mum yakan kimsedir.[306] Mencûr'un el-Menhec'e yaptığı şerhte[307] şöyle denir:Bürzüli'ye mescide kandil ve avize asma hususu sorulunca, mescidlere hasır  serme ve k a n dil   yak­manın mescidleri yüceltme cümlesinden olduğu ve mescidi aydınlatmanın buyuk sevaba vesile olacağı şeklinde cevap vermiştir. Zemahşeri, "Allah'ın mescidlerini ancak iman edenler imar eder" (Tevbe 9/18) âyetinin tefsirinde Enes'ten (ra) "Kim bir mescidde bir kandil yakarsa, o mescidde ışığı bulun­duğu sürece melekler ve hamele-i Arş onun için istiğfarda bulunmaya de­vam ederler" rivayetini naklederek şöyle der: Ayette geçen "imar" ifade­si, eskiyen mescidlerin onarılması, temizlenmeleri, kandillerle aydınlatıl­maları, zikir ve ibadete hazır ve uygun hale getirilmelerini kapsar.[308] Ramazan'da kandillerin çok olmasına gelince, bazı Mağrib'li alimler bu­nun bid'at olduğunu ileri sürerek karşı çıkmışlardır. Doğrusu ise bunun mescidleri yüceltme, değer verme cümlesinden olduğudur. Bu bilginin de­vamı için Burzülî'nin en-Nevâzil'ine[309] ve el-Menhec şerhine mutlaka ba­kınız.[310]

 

Buhurcu (Güzel Koku Tütsüleyen)

 

Ebû Davud'un Sünen' inde Hz. Aişe'den şu rivayet zikre­dilir: "Resulullah (sav) mahalle (ve obalarda) mescid inşa edilmesini ve temizlenip güzel koku serpilmesini emretti."[311] Bu hadis Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i,[312] Ibn Mâce,[313] Ibn Huzeyme'nin Sahîh'i[314] ve başka eserlerde de geçmektedir. Ibn Rüşd'ün el-Beyân ve't-tahsîl adb eserinin "el-Câmi" kitabında Resulullah'm (sav) "Mescidlerinizde güzel koku tütsüleyin"[315] buyurduğu rivayet edi­lir. et-Temhîd' de de şu rivayet nakledilir: Ömer b. Hattab'ın (ra) azatlısı Abdullah el-Mücmir,[316] Hz, Ömer minbere otur­duğunda mescidde güzel koku tütsülerdi. Onun Kabe'de güzel   koku tütsüleyenlerden olduğu da söylenir. İlk rivayet daha sahihtir. Tecmîr ,buhurlamaktır. Fethü'l-Bârî'de "Abdestin fazileti bâbı"nda şöyle denir: Nuaym el-Mücmir, Abdullah el-Medenî'nin[317] oğlu olup o ve babası Allah Resulü'nün (sav) mescidini buhur landırdıklan için " m ü c m i r " diye vasıflandırılmışlardır. Bazı alimlerin, Abdullah'ın bu şekilde nitelendirilmesinin hakikat, oğlu Nuaym'ın to sıfatla tavsifinin ise mecaz olduğu yolundaki iddiaları tartışma götürü İbrahim el-Harbî, Nuaym'ın bu işi bizzat yaptığını kesin olarak belirtir.[318]

 

Mescidi Süpüren, Toprak, Pislik Ve Çöpleri Mescidden Atan

 

Buhari ve Müslim, Ebû Hureyre'den şu rivayeti tahri ederler: "Siyahı bir kadın mescidi süpürürdü. Resululla (sav) onu göremeyince ne olduğu sordu. Vefat etti' dediler. Allah Resulü 'Bana haber vermeli değil miydiniz?' dedi. Ashab, kj dinin durumunu küçümsenmişlerdi sanki, Resulullah 'Be onun kabrine götürün' buyurdu. O'nu götürdüler, kadının kabri üzerine namaz kıldı."[319] îbn Huzeyme bu hadisi Sahîh'inde rivay eder. Ancak bu rivayette şu ifade geçmektedir: "Bir kadın toprak, çerçöp hurma dallarını mescidden atardı."[320] Yine İbn Huzeyme ve İbn Mâce buh dişi Ebû Said'den rivayet ederler: "Siyâhî idi, mescidi süpürürdü. Birget vefat etti. Resulullah (sav) sabahladığında, kendisine kadını haber verdiler. "Bana duyurmak değil miydiniz?" buyurdu ve ashabıyla birlikte çıkı rak kadının kabri önünde durdu ve arkasında topluluk olarak onun üzerir tekbir aldı, ona dua etti ve sonra geri döndü."[321] Taberâni el-Mu'cemü kebîr'de îbn Abbas'dan (ra) şu rivayeti tahric eder: Bir kadın mesciddı çerçöpü atardı. Vefat etti, defni Resulullah'a (sav) haber verilmedi. Ns (sav) "Sizden biri vefat ettiğinde bana haber verin" buyurarak onun (kab üzerine namaz kıldı ve "Onu cennette, mescidden çerçöpü atar gördüm" dedi. Ebü'ş-Şeyh de Ubeyd b. Merzuk'tan şu rivayette bulunur: "Medine'de b kadın mescidi süpürürdü. Vefat etti ve Nebî (sav) ondan haberdar edilmedi. Onun kabrine uğradığında 'nedir bu kabir?' buyurunca, Ummu Mıhcen'dır,[322] dediler. 'Mescidi süpüren mı?' buyurdu, 'evet' diye karşılık verdiler. Topluluk saf yaptı ve Allah Resulü (sav) onun üzerine namaz kıldı. Sonra 'Hangi ameli daha faziletli buldun V buyurdu, 'Duyuyor mu, ey Allah'ın Re­sulü?' dediler. 'Sız onu duyamazsınız karşılığını verdi ve onun kendisine ce­vap verdiği belirtti." Bu hadis "mursel "dir. Ibnu's-Seken sahabe ara­sında Harkâ'mn biyografisini verir ve onunla ilgili olarak Ebu's-Sefer'den şu rivayeti nakleder[323]: O, Habeşî bir kadındı Resulullah'ın (sav) mescidin­den çöp ve pislikleri atardı. Nebî (sav) "Ona iki kat ecir vardır" buyurdu, el-İsâbe'de, Ummu Mihcen de demlen Mihcene'nin biyografisini veren müellif şöyle der: Siyahî bir kadındı, mescidi süpürürdü. Sahih-i Buharî'de adı anılmadan zikredilmiştir. "Metruk" bir ravi olan Yahya b. Ebî Enîse onu adıyla anarak Alkame b. Mersed'den, o Medine'li birisinden şöyle de­diğim  nakleder:  Medine  halkından  Mihcene  adlı  bir kadın  mescidi süpürürdü. Resulullah (sav) bir ara onu göremez oldu... Hadis.[324] Taberânî el-Mu'cemü'1-kebir'de, Munzıri'nin zayıf olduğuna işaret ettiği bir rivayet olarak, Ebû Kırsâfe'den Allah Resulu'nun (sav) şöyle buyurduğunu işit­tiğini tahric eder "Mescidleri inşa edin, supruntulen onlardan atın. Kim Allah için bir mescid yaparsa Allah da onun için cennette bir ev yapar." Bir adam "Ey Allah'ın Resulü, şu yollarda inşa edilen mescidler mı?" deyince, "Evet, süpruntulen dışarı atmak da hurilerin mehirleridir" buyurdu. Ibn Muflih'in el-Adâbü'1-kübrâ'smda, süpürme ve sair işlerin perşembe günü yapılması gerektiği ve bunun sünnet olduğu belirtilir.[325]

Şemsuddin es-Seffârinî, Hafız Ibn Teymiyye'nınFetâvâ'sında mescid-de meşru bir tarzda ikamet eden kimselerden bahsederken "Mescidi supu-ren kadın gibi" dediğini nakleder.[326] O kadının mescidde küçük bir evi (h ı f ş ) vardı. " H ı f ş " el-Metâli'de de belirtildiği gibi küçük kutu demek olup çoğulu " h u f f â ş "tır. Hadiste "Annesinin evinde (hıfs) otursaydı ya!" ifadesi geçer. H ı f ş kelimesi, küçüklüğünden dolayı annesinin evine benzetilmiştir.[327] Şâfîi, h ı f ş 'in tavanı alçak ev olduğunu söyler, imam Mâlik de onun küçük ve harab ev olduğunu belirtir Şöyle de söylenmiştir: H ı f ş , küçük kutu gibi, çadıra benzer bir şeydir, hurma ağacından yapılır ve kadınlar bükülmüş iplerini ve yaramaz eşyalarını içme koyarlar. Küçük mütevazi ev de ona benzetilir. İbn Teymiyye şöyle der: Mescidde ikamet edenlerden biri Sad’ın çadırı ve kadının küçük evi  (hıfş)  gibi örtünecek  bie şeye ihtiyaç duyarlarsa, bu caiz olur.Fakat mescidin devamlı mesken, geceleme ve konuşma yeri edinilmesi, ev sahiplerinin evlerini kendilerine özgü kılmaları gibi kişinin hücreyi kendisine tahsis etmesi, bu yeri mescid hükmünden çıkarır nerdeyse.[328]

 

Halkı Cemaatle Namaz Kılamaya Yönlendiren Ve Cemaati Terkettiklerinde Onlara Sert Davranan

 

Resulullah (sav) bunu bizzat kendisi yerine getirdi. Öyle ki Sahihayn[329] ve diğer kaynaklarda geçtiği üzere, kendisiyle birlikte cemaatle namazlara katılmayanların nerdeyse evlerini üstlerine yıkmaya niyetlenmişti.Zemahşeri el-Keşşaf’ta şöyle der: Allah Rasulü (sav) Attab b. Esid’i  Mekke’ye vali tayin etti ve ona “ seni ehlullah’a vali olarak atadım” buyurdu. Attab münafıklara karşı sert, müslümanlara ise yumuşak davranırdı. O şöyle dedi: “Allah’a andolsun, cemaatle namazdan geri kalan birini öğrenirsem boynunu vururum.Çünkü  münafıktan başkası namazdan geri kalmaz.”[330] Ebu Zeyd el-Meccaci, İbn Ebi Cemre’nin Muhtasar’ına[331] yaptığı şerhte şöyle der: Siyer sahasında eser telif edenlerin bir çoğu, Ömer b. Hattab ve Ali’nin  (ra) fecir doğduğunda çıkıp halkı sabah namazı için uyandırmayı adet haline getirdiklerini  ve bunun da onların öldürülmelerinin  sebeb i olduğunu zikrederler. Bundan da, insanı namaz için uyandırmanın ne mekruh ne haram değil, aksine iyilik konusunda  yardımlaşma cümlesinden olduğu anlaşılır.Bunun gibi, Hz.Ömer’in (ra) “Uyuyanları uyandır, şeytanları kovarım.” Sözünden de bu anlaşılır. Derim: Bu uygulama Sultan Ebu İnan el-Merini’nin [332]  de bu konudaki dayanağıdır.Ebu Zeyd el-Fasi ,Tahiru Büyütati Fas’ında Beni Zünbak ailesinden bahsederken şöyle der: Ebu’l-mekarim Mindil b. Zünbak de bu aileden olup Emir’ül-mü’minin Ebu İnan’ın emriyle insanları namaz vakitlerinde namaz kılmaya teşvik eder, namaz konusunda ihmalkar davrananlara kamçı ve sopalarla vururdu.[333]

 

Namaz Kılanların Önüne Geçip Safları Düzenleyen Ve Buna Uymayanlara Vuran

 

İmâm Ahmed b.Hanbel Kitâbu's-Salât'da[334] şöyle der(s. 14): Bilâl (ra) safları düzeltir ve safları düzeltinceye dek onların diz sinirlerine kamçıyla vururdu. Ulemadan bazısı şöyle der: Bilâl'ın böyle yapması, Resulullah (sav) zamanında namaza daha başlanmadan Bilâl'in kamet getirmesi sı­rasında olmuş görünmektedir. Çünkü Bilâl'in, Allah Resulü'nün (sav) ve­fatından sonra, Hz. Ebubekir'in hilâfeti sırasında Şam'dan dönüşünde bir gün okuması dışında kimse için ezan okumadığına dair kendisinden rivayet varid olmuştur.[335]

 

Mescidde İnsanları Bağırıp Çağırma Ve Münakaşadan Meneden

 

Sahih-i Buharı' de Sâib b. Yezid'den şu rivayet nakledi­lir: "Mescid'de ayakta duruyordum,[336] birisi bana çakıl fırlattı. Bir de baktım ki Ömer b. Hattâb, bana “Git şu ikisini ba­na getir' dedi. Onları kendisine getirdim. Onlara 'kimsiniz?'ya da 'nerelisiniz?' dedi. Taifliyiz' diye karşılık verdiler, Hz. Ömer de “ Eğer bu beldeden olsaydınız sizi incitirdim, Resulullah'ın (sav) mescidinde sesinizi yükseltir misiniz?!' dedi."[337] Muvatta' daşuri-vayet verilir: Ömer b. Hattâb (ra) Mescidin bir kenarında "Butayha "denilen bir revak yaptırdı ve "Kim şamata etmek, şiir okumak ve sesini yükseltmek (yüksek sesle konuşmak) istiyorsa şu revaka çıksın" dedi.[338] el-İstiâb' da da şu bilgi zikredilir: Al­lah Resulü'nün (sav) amcası Abbas (r.a.) Câhiliye devrinde Kureyş kabilesi içinde reis idi. Mescid-i Harâm'ın i m â r e s i k â y e görevleri ona aitti. S i k â y e (hacılara su verme) gö­revi malumdur. İ mâ r e ise, hiç kimsenin mescidde sövmesi­ne ve çirkin söz söylemesine müsaade etmeyip onları hayır konusunda mescidi mamur etmeye yönlendirmesinden iba­retti. Buna uymamazlık edemezlerdi. Çünkü Mescid-i Haram Kureyş'in toplanma yeriydi ve onlar da bu konuda birleşmiş ve ahidleşmişlerdi. Abbas'a destek oluyorlardı, bu hizmeti ona vermişlerdik[339] Bu bilgiyi Zübeyr ve diğer tarih ve neseb alimleri zikretmişlerdir.[340]

 

Abdest Ve Temizlik Suyu Görevlisi

 

Şebrâmellisi şöyle der: " A b d e s t suyugörevlisf'ndenmaksat,Allah Resulü (sav) a b d e s t alırken ihtiyaç duyduğunda kendisine su dökmek suretiyle yardım eden kimse olmalıdır.

Derim: Bilakis, sözkonusu ifade bundan daha kapsamlı olup abdest ve temizlik (taharet) suyu görevlisi, Resulullah'a (sav) a bdest ve istinca için su hazırlar, gidip uzaklaştığında O'na taşır, dökme ve sair işlerde kendisine yardım ederdi.[341]

 

Allah Resulümün Bu Hizmetiyle Görevli Olanlar

 

İbn Mesud (ra) bunlardan olup Resulullah'ın (sav) abdest suyu ve ayakkabılarının ( n a 1 i n) görevlisi olar ak bili­nirdi.[342] Sahîh-i Müslim' de Enes'den (ra) şu rivayet nakledi­lir: "Allah Resulü (sav) ihtiyacı için (helaya) çıkardı, kendisine su ge­tirirdim, onunla yıkanırdı."[343] Sahîh-i Buhâri' de de Enes'den şu rivayet verilir: "Nebî (sav) ihtiyacı için (helaya) çıktığında, ben ve bir çocuk yanımızda bir kırba su getirirdik. Yani onunla i s t i n c a ederdi."[344] İbnü'l-Cevzî Keş/u'/-meşdfc/r de[345] "edâve"  (kırba)'nın "rikve" (derisukabı,matara) gibi deriden yapılmış

su kabı olduğunu söyler. Enes'in "Ben ve bir çocuk" sozu, Buhari'nin ri­vayetinde "bizden" veya "ensardan" şeklinde bir fazlalıkla zikredilir. Ismâîli de bu sonuncusunu tasrih eder. Müslim'de ise "Benim dengim", yani yaşta bana yakın şeklinde geçer. Ebû Ubeyd "çocuk" ( g u 1 â m ) , yetişmeçağın-da olan kimsedir, der. el-Muhkem'de,[346] "gulâm" kelimesinin, sütten kesilmekten yedi yaşına kadar olan sureyi ifade ettiği belirtilir. el-E-sâs*ta ise, " g u 1 â m " kelimesinin sakal bitme çağına kadar olan küçükler ma­nasına geldiği, bundan sonra "gulâm" denmesinin mecazî olduğu belir­tilir. Hadiste sozu edilen çocuğun, Ebu'd-Derdâ'mn Alkame b. Kays'a, Ibn Mesud'u kastederek "içinizde su görevlisi yok mu?" demesinden dolayı, Ibn Mesud olduğu da söylenmiştir. Buna göre Enes onu mecazen "çocuk" diye anmıştır. Bu durumda hadiste geçen "bizden" sozu, "sahabeden" veya "Re-sulullah'ın hizmetçilerinden" anlamında olmalıdır. Ismâîli'nın rivayetinde geçen "ensardan" sozu ise muhtemelen râvinin tasarrufu olup râvı, rivayet­te "bizden" ifadesini gormuş ve bunu "kabile" anlamında ya da her ne kadar "ensâr" ifadesi orfen Evs ve Hazrec kabilelerini belirtmekle sınırlı ise de butun ashab için kullanılması caiz olduğundan, lafzen değil manası ile riva­yet etmiştir.[347] Ancak Müslim'in rivayetinde "benim emsalim bir çocuk" şek­linde onu küçüklükle nitelendiren ifade bunun uzak bir ihtimal olduğunu göstermektedir. Rivayette sozu edilenin Ebû Hureyre olması da muhtemel­dir. Ondan şu rivayet nakledilir: "Allah Resulü (sav) helaya gittiğinde O'na den bir matarada su getirirdim, is tine a ederdi."[348] Buhari'nin, Allah Resulu'nun(sav) ab d e s t vehelâ ihtiyacıiçin O'nun yamnda kırba (il esu) taşıdığına dair Cin kıssasında Ebû Hureyre'den naklettiği rivayet de[349] bu­nu teyid etmektedir. Bu durumda Enes'm "benim emsalim" sözüyle de onun yeni musluman olma durumu kastedilmiş olur. Sozkonusu mezkur rivayet­te kastedilenin Câbir olması da muhtemeldir. Müslim'de, Resulullah'ın (sav) hela ihtiyacı için çıktığı ve Câbir'in bir su kırbasıyla O'nu takib ettiği ri­vayet edilir ki[350] Câbir ensardan biridir. Ismâîli'nin verdiği rivayette "O'nu takib ettim, ben bir çocuktum" ifadesi geçer. Ancak Ismâîli bunun hata oldu­ğunu belirterek doğrusunun "ben ve bir çocuk" olduğunu söyler. el-Feth'e bakınız.[351]

el-tsâbe müellifi, Resulullah'ın (sav) azatlısı Umeyme'nin biyografisi­ni vererek (Kadınlarcildi, s 21) Muhammed b. Nasr, Ibnu's-Seken, Hasan b. Sufyan ve başkalarının mezkur Umeyme'den, onun Allah Resulu'ne (sav) a b d e s t aldırdığı rivayetini tahrıc ettiklerim zikreder. Umeyme şöyle dedi: Resulullah'm (sav) ellerine su döküyordum, yanına bir adam girdi ve "ai­leme kavuşmak (varmak) istiyorum..." dedi. Hadis.[352] el-Mevâhıbü'l-ledü-niyye'de müellif, Hz. Abbas'm (ra) azatlısı Abdullah b. Huneyn'in babası Huneyn'i[353] zikrederek onun Allah Resulü'ne (sav) hizmet etmekte olduğu­nu ve Resulullah'ın (sav) sonra onu amcası Abbas'a hibe ettiğini belirtir. Bu eserin şârihi (Zurkâni), Semmûye'nin Fevâid'de[354] ve Buhari'nin de et-Târîh'te bu rivayeti zikrettiklerini söyler: Huneyn, Allah Resuîu'nün (savj hizmetçisi idi, onu amcası, Abbas'a hibe etti, o da onu azad etti. Huneyn Nebî'ye (sav) hizmet eder, abdest aldığında abdest suyunun (kalanını) as­habı için dışarı çıkarırdı. Huneyn suyu saklayınca kendisini Resulullah'a (sav) şikâyet ettiler, o da "içmek için sakladım" dedi.[355] Ibn Mâce, Allah Re­sulü'nün (sav) kızı Rukiyye'nin (ra) azatlısı Ummu Ayyâş'tan şu tahricde bulunur: "Resulullah'a (sav) abdest aldınrdım; ben ayakta, o da oturur­du."[356] el-İstîâb'da da şu bilgi verilir: Umeyme hizmetçi idi. Onun Resulul­lah'a (sav) abdest aldırdığına dair hadisi, Ibn Asâkır, Hasan b. Sufyân ve başkaları tarafından tahrıc edilmiştir.[357] es-Sîretü'ş-Şâmiyye'de, Resulul­lah'm (sav) murebbiyesi Ummu Eymen'in, O'nun taharet suyukırbası ve hela ihtiyacı ile ilgilendiği zikredilir.[358] Sahîh-i Buhari'de "Taş ile I s -t i n c a Bâbı"nda Ebû Hureyre'den şu rivayet nakledilir: "Resulullah'ı (sav) takıp ettim, (hela) ihtiyacı için çıktı, arkasına bakmıyordu. Yanma yaklaştım, bana 'bana ıs tınca etmem ıçm (veya benzen bir ifade kul­landı) taş getir, kemik ve hayvan tersi getirme' buyurdu. Elbisemin bir ta­rafıyla tutarak kendisine taş getirdim ve yanına koyarak ayrıldım, ihtiyacı­nı gıderınce de taşlarla temizlendi."[359] Fethul-Bârî'de müellif şöyle der: Bu hadiste, emretmiş olmasalar bile efendileri takibetmenin ve devlet başka­nının tebaasından bazı kimseleri istihdamının caiz olduğuna, ihtiyacını gi­deren kimseden ayrılıp uz akl aşılacağın a, ihtiyacını giderdikten sonra ara­maya ihtiyaç duyup da pisliğe bulaşmasına meydan vermemek için, i s -t i n c â edeceği şeyleri getirip yanına koymaya delâlet vardır.[360]

 

Allah Resulü'nün Isıtılmış Su Kullanıp Kullanmadığı Ve Hamama Gidip Gitmediği

 

Fethu'l-Bâri'de "Kişinin hanımıyla birlikte a b d e s t alması bâ-bı"nda[361] Buhari'nin "Hz. Ömer sıcak su ile a b d e s t aldı" sözü geçerken, nüshanın üstünde ustad şeyhimiz babamın yazısıyla şunu gördüm: Ebû Ömer İbn Abdİlber, Resulullah'm (sav) ne bir a b d e s t alışı ne de g u s 1 edişinde ısıtılmış su kullanmadığını zikreder.

Hocamız Şebîhi'ninFecrü's-sâti adlı eserinde mezkur başlıkta şu bil­gi zikredilir: Resulullah'a (sav) gelince, O'nun ne bir a b d e s t ne bir g u -s u 1 de sıcak su kullandığı sabit olmamıştır. Bunu Ibn Zekri söyler. el-Me-vâhib'de de şöyle denir: Allah Resulu'nün (sav) Cuhfe (Şamlıların mi -katı) hamamı na girdiğine dair rivayet edilen hadis,Hâfız Ibn Kesîr'-in de belirttiği gibi hadis otoritelerinin ittifakıyla uydurmadır. Tam aksine Araplar ülkelerinde hamamı ancak Resulullah'm (sav) vefatından son­ra tanımış oldular.[362] Zurkâniel-Mevâhıb şerhinde şöyle der: Resulullah'ın (sav) Hz.Ebubekirve Ömer'e " h amam iniz temiz olsun (size sıhhatler ol­sun)"[363] buyurduğuna dair Deylemi'nin îbn Ömer'den senedsiz zikrettiği ri­vayet, eğer sahihse, münhasıran kaynak vb. yerlerden alınmış sıcak suya hamledilir. Hamam in anıldığı butun rivayetler için bu durum sözkonusu-dur. Bunu Sehâvi söyler.[364] Ancak buna karşı Harâiti'nin,[365] İbn Asâkir'in ve Yakub b. Sufyân'ın daTârih'inde[366] Muhammed b. Ziyâd el-Elhâni'den yap­tığı şu rivayet varid olmuştur: Sevbân benim komşumdu, hamama gi­derdi. Ona"Resulullah'ın(sav)arkadaşısm(ashabmdansın)ve hamama gidiyorsun!" dedim. "Resulullah (sav) da hamama giderdi" diye karşılık verdi. Bu rivayet, Sehâvi'nin söylediği tarzda te'vile manidir. Zira Muham­med b. Ziyâd, Sevbân'ın ısıtılmış su kullanmasını kotu karşılamıyor. Fakat bu rivayetin isnadı gerçekten zayıftır (Şerhu'l-Mevâhib, IV, 247).[367] Ibn Hacer el-Heytemî Şerhu'ş-ŞemâiFde, Demiri ve başkalarının Resulul­lah'm (sav) hamama girdiğini kaydettiklerini söyler. Demîri'den bunu nakledenlerden biri de Şeyh et-Tâvudi olup Şerhu Camii Halil'de[368] bunun hemen ardından şöyle der: Nevevi Şerhu'l-Mühezzeb'de bunun zayıf bir hadis olduğunu söyler.[369]

Ancakel-MevâhiMn daha önce geçen ibaresinde olduğu gibi bu rivayetin bâtıl olduğunu belirtmemiştir.

Derim: Hamamla ilgili hükümlere dair varid olan hadislerden, Nebî (sav) zamanında hamamın mevcut olduğu ihtimali de sezilmektedir. Sünen kitaplarına ve bizim el-İlmâm bimâ verede fî'1-hamâm adlı risa­lemize bakınız.[370] Arif eş-Şa'rânî'nin Keşfü'l-ğumme adlı eserinde şu bilgi verilir: Resulullah'ın (sav) ashabı ateşte ısıtılmış su ile temizlik yapıyorlar, güneşte ısınmış suyla temizliği ise mekruh görüyorlardı.

el-İhyâ'dadaşubilgiverilir: Sahabiler Şam hamam larmagirdiler. îbn Ömer, h a m a m in onların ihdas ettiği nimetlerden olduğunu söyler. Ebü'd-Derdâ ve Ebû Eyyub'dan şöyle dedikleri rivayet edilir: "Hamam ne güzel evdir; bedeni temizliyor ve ateşi hatırlatıyor."[371] Hafız İbn Hacer Tahricu ahâdisi'r-Râfiî'de şöyle der: Ashabdan bir grup sıcak suyla yıka­nıyorlardı. Amr ve oğlu Abdullah, İbn Abbas, Seleme b. Ekva, Eslab. Şureyk ve başkaları bunlardandı.[372] Hz. Aişe'nİn "Resulullah'a (sav) yıkanması için güneşte su ısıttım. Bana "yapma ey Humeyra, bu göz hastalığına yolaçar' buyurdu" sözüyle ilgili olarak söylenenler için Zeylai'nin Tahrîcu ahâd-îsi'l-Hidâye'sine,[373] îbn Hacer'in Tahricu ahâd isi şerhi'r-Râfiiyyil-kebîr'i[374] ve Ebül-Hasenât Muhammed Abdülhay el-Leknevî el-Hindî'nin es-Siâye alel-Vikâye (s. 336, 192) adlı eserine[375] bakınız.[376]

 

Allah Resulipnün Cam Kabdan Abdest Alması

 

İbnHuzeymeSahîh'inde"Camkabdan ab de s t almanın mubahlığı babı"[377] diye bir başlık açar ve Ahmed b. Abde tarikiyle, onun Hammâd b. Zeyd'den, onun Sâbit'den, onun da Enes'den (ra) yaptığı şu rivayeti zikreder:

"Nebî (sav) bir kab su istedi, bir cam kâse (kadeh) getirildi."[378]  Zurkâni Şer-hu'1-Mevâhib'de şöyle der: " Z ü c â c " (cam) kelimesi zicâc, zecâc ve zücâc şekillerinde okunur ki en-Nûr'da[379] da bu husus belirtilmiştir. Hafız İbn Hacer Fethu'l-Bârî'de "zücâc" şeklinde okunacağını söyler.[380] İbn Huzeyme'nin böyle bir başlığa yer vermiş olması, çabuk kırılması sebe­biyle bunun israf olduğunu ileri süren sufilerin görüşlerinin aksini ortaya koymak içindir.[381] Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde İbn Abbas'dan Mu-kavkıs'm Allah Resulü'ne (sav) camdan bir kâse hediye ettiği rivayet edi­lir.[382] Fakat bu rivayetin isnadı tenkid edilmiştir. el-Mevâhibül-Iedüniy-ye'de bu kâseyi Resulullah'a (sav) Necâşi'nin gönderdiği ve ondan (su vs.) iç­tiği belirtilir. Şâmi, bu kâseye ilaveten topraktan yapılmış bir başkasını da zikreder.[383]

 

Allah Resulütntün Tunç Vesaireden Yapılmış Leğende Abdest Alması

 

Sahih-i Buhari'de Enes'den şu rivayet nakledilir: "Resulullah (sav) bir kab su istedi, içinde biraz su olanyayvan bir kâse getirildi, parmaklarını onun içine daldırdı."[384] Hafız İbn Hacer, hadiste kabın sıfatı olarak anılan "rahrâh" kelimesinin "geniş ağızlı" anlamına geldiğini söyler. Hattâbi de " r a h r â h " m geniş ve dibi yakın (derin olmayan) kab olduğunu belirtir. İbn Hacer, devamla, bu özelliğin leğene benzerlik arzettiğini kaydeder.[385] Beyhaki eş-Şuab'da (Şuabu'1-îmân), Hatîb el-Bağdâdî ve Deylemi de Müsnedü'l-firdevs'te Abdullah b. Ömer b. Hattâb'dan "merfu" olarak rivayet ettiği şu hadisi tahric ederler: "Leğenleri doldurun, mecusilere muhalefet edin."[386] Resulullah'm (sav) "Mihda'b" denilen ve ahşap veya taştan yapma içinde çamaşır yıkanan şeyde, kâsede, ahşap ve taş kaplarda, leğen benzeri tunçtan yapılma " T a vr " denilen kapta, bakır kapta, cam kâsede a b d e s t almış olduğu sabittir.[387] Buharı "Kitâbu'l-Vudû" da bunların her biri için başlık açarak rivayetler nakletmiştir.[388] Ebû Davud'un Sünen'inde de "Tunç kabda abdest alma babı" mevcuttur.[389] Hafız Nuruddin el-Hey-semî, el-Mecma'da "Bakır (kap)dan abdest alma babı" diye bir başlığa yer verir.[390] Bizim "Leğenleri doldurun..." hadisiyle ilgili eserimize bakınız.[391]

 

Misvak Görevlisi

 

Sahih-i Buhari de misvak ve yastık görevlisinin İbn Mes'ud olduğu zikredilir.[392] el-İsâbe müellifi, Resulullah'ın (sav; azatlısı Büreyre'nin biyografisini verirken İbn Ebî Şeybe'nin Abdullah b. Büreyre'den şu tahricde bulunduğunu zikreder: "Resulullah (sav) gece uyandığında Büreyre denilen bir cariyesinden m is v akı getirmesini isterdi."[393] Efendimiz dayımın m i s v ak ve onunla ilgili hususlara dair ka­leme aldığı esere bakınız.[394]

 

Allah Resulümün Kürsü (İskemle) Edinmesi

 

Dârekutni'nin el-İleV de Hz. Ali'den (ra) naklettiği hadis te Hz. Ali şöyle der: Her sabah Resulullah'a (sav) gelirdim öksürdüğü zaman içeri girerdim, sükut ettiğinde girmezdim Resulullah (sav) yanıma çıktı ve "dün gece bir şey oldu, evde bi hışırtı duydum" buyurdu. Hz. Ali içinde, Resulullah'a ait "rn göreyim, bize ait bir kürsünün (iskemle) altında Hasan'ın küçük bi köpeği var" ifadesinin geçtiği bir olayı zikretti.[395] e/-Meşrcm VrevV de[396] şöyledenir: Kürsü, üzerineoturulanşeyolupotu-ran kimsenin makadını taşmadığı (ondan daha geniş ol­madığı) da söylenmiştir.[397]

 

Allah Resulü’nün Kursu Üzerine Oturması

 

Sahih-i Müslim ve Nesâi'nin Sünen' inde Humeyd b. Hilâl'den, metni Müslim'e ait şu rivayet zikredilir: Ebu Rifâa el-Adevî şöyle dedi: "Nebî (sav) hutbe okurken yanına geldim ve (ey Allah'ın Resulü, yabancı (garib) bir adam geldi, dininin ne olduğunu bilmiyor ve dinini soru(p öğrenmek isti)yor' dedim. Resulullah (sav) bana yöneldi ve hutbesini bırakarak yanıma geldi. Bir iskemle (kürsü) getirildi, ayaklarının demirden olduğunu sanıyorum. Resulullah (sav) onun üzerine oturdu ve Allah'ın kendisine öğrettik­lerinden bana öğretmeye koyuldu. Sonra hutbesini okuyup sonunu tamamladı.[398] Mezkur hadis, bilindiği üzere Müslim'de mevcut olduğu halde Suyûti Cem*u'l-cevâmi*de ve Muttaki el-Hindî Kenzü'l-ummâl'de, bundan habersiz olarak, hadisi Taberâni'nin el-Mu*cemü'l-kebir*i ve Ebû Nuaym'a isnadla yetinmişlerdir. Buhari de bu hadisi el-Edebü'l-Müf-red'de tahric etmiştir.[399] Bu rivayette Resulullah'ın (sav), mescidde bulun­duğu halde ayakları demirden bir iskemleye oturmuş olduğu ve insanların kendisine baktığı zikredilmektedir. Bundan, böyle oturmanın caiz olup kınanacak bir davranış sayılmayacağı anlaşılmaktadır. Bir defasında sa-lihlerden birine oturması için bir iskemle yaklaştırıldığında onun bunu kınanan (mezmûm) teşebbühten (küffara benzemek) addederek kabul et­mediği zikredilir. Buhari el-Edebü'1-müfred'de "Divana (Serîr) oturma babı" adıyla bir başlık verir ve orada Muaviye'nin divana oturması kıssasını; Ebû Kurre'nin[400] "İbn Abbas'la birlikte divana oturdum" sözünü; Ebû Cemre'nin "İbn Abbas'la birlikte oturmuştum, beni kendi divanına oturtmuştu, bana "yanımda kal, sana malımdan bir pay vereyim" dedi, "ben de onun yanında iki ay kaldım" sözünü; Enes'in Basra emîri Hakem'le birlikte divana oturması kıssasını; daha önce Müslim'den nakledilen Ebu Rı-faâ el-Adevî'nin kıssasını ki bu kıssada "ayaklarının demirden olduğunu sandığım bir iskemle getirildi ve üzerine oturdu" ifadesi geçmekte olup Hu-meyd "sanıyorum o siyah ahşaptandı, Ebû Rifâa demir zannetmiştir" ilave­sinde bulunur; Musa b. Dihkân'ın "Hz. Ömer'i üzerinde kırmızı bir elbise, bir gelin divanına oturmuş gordum" sozunu ve Imrân b. Müslim'in "Enes'ı, bir ayağını diğerinin ustune atmış vazıyette bir divana oturmuş gordum" dediğini zikreder.[401] Muberred el-Kâtnil'de Ömer b. Hattâb'ın, Zibrikân'ı hicvetmesi üzerine HutayVyı hapsetmesi kıssasında şunu zikreder: "Hz. Ömer bir iskemle (kursu) istedi ve üzerine oturdu. Hutay'a'yı da çağırtıp onune oturttu ve ona dilini kesmeye kararlı olduğunu göstermek üzere kes­kin bir bıçak istedi..." Kıssa[402] Nesâi'nin Sünen*inde Abduhayr'dan şu riva­yet nakledilir: "Hz. Ali'nin bir iskemle isteyip üzerine oturduğuna ve sonra bir kabda su getirterek ellerini uç defa yıkadığına şahıd oldum.." Kıssa.[403] Türk vezir Cevdet Paşa'nın Tarih'inde Türk Vâsıf Efendi'nin Tarih'inden naklen şöyle denir: Efendimiz Hz. Yusuf (as) kursusu   (tahtı) üze­rinde oturmuş olarak hukum icra ederdi. Efendimiz Hz. Süleyman (as) da yüksek bir kursu üzerinde hükümleri uyguluyordu. Efendimiz Muaviye (ra) de kendisi için özel bir daire tahsis etmiş olup orada taht benzeri bir kurs u uzerindeoturarakhukumleriicraediyordu.[404] EbûNuaymel-Hil-ye'de Yahya b. Eyyub'dan, o da Hz. Ömer'in Herakliyus'a gönderdiği elçisi olan Cessâme b. Musâhik b. Rebı b. Kays el-Kinânî'den şöyle dediğini riva­yet eder: Oturdum, altımda ne olduğunu bilmiyordum. Bir de baktım ki al­tımda altından bir iskemle (kursu) , gorur görmez hemen indim. He-rakliyus gülerek bana "kendisiyle sana ikramda bulunduğumuz bu şeyden neden indin?" dedi. Ben de "Resulullah'ın (sav) bunun gibi şeylerden nehyet-tiğini duydum" diye karşılık verdim. Kenzü'l-ummâl'de "Fedâilu's-saha­be" bölümünde Cessâme b. Musâhik biyografisine bakınız.[405] ve iskemleye başta nasıl oturduğunu, sonra da onun iskemle olmasından değil de onun altından yapıldığını görünce nasıl indiğim gorunuz. Eğer o, iskemleyi altın dışında kullanılması mubah bir şeyden yapılmış bulsaydı üzerine rahtça otururdu. Allah en doğrusunu bilir.[406]

 

Sucu (Sâkî, Saka)

 

Resulullah (sav) için tatlı su getirilmesine dair fasıl: İsfahâni'nin Ahlâku'n-Nebî (sav) adlı eserinde Hz. Aişe'den (ra) şöyle de­diği nakledilir: "Resulullah (sav) için Sukyâ evlerinden tatlı su getilirdi."[407] Kuteybe, Sukyâ'nın Medine'ye iki günlük mesafede bir kaynak olduğunu söyler.[408] Seyyid es-Semhûdî, el-Hulâsa'da Hz. Aişe'nin mezkur hadisini verirken şöyle der: Bu hadisi Ebû Davud bu lafızla rivayet etmiş olup senedi de " c e y y i d "dir (sahih, makbul). Hâkim de ha­disin sahih olduğunu belirtir. Vâkıdi, Ebû Râfî'nin hanımı Selma'nın riva­yet ettiği hadiste onun şöyle dediğini nakleder: "Ebû Eyyub, Resulullah (sav) onun yanında misafirken kendisi için Enes'in babası Mâlik b. Nadr'ın kuyusundan tatlı su getirirdi. Sonra Enes ile Hârise'nin iki oğlu Hind ve Es­ma[409] Sukyâ evlerinde Resulullah'ın hanımlarının evlerine su taşırlardı. Allah Resulü'nün (sav) siyahi kölesi Rebâh, kendisine bir defa Gars (veya Gurs)[410] kuyusundan bir defa Sukyâ kuyusundan su getirirdi". Bu Sukyâ, Matari'nin,[411] Hz. Ali'nin (ra) el-Muharrem'deki[412] kuyusuna gidenlerin so­lunda kalan ve en-Nekâ[413] konak yerinin bitiminde diye andığı kuyudur. Semhûdi daha sonra, Kuteybe'nin Sukyâ ile ilgili açıklamasının ardından şöyle der: Kuteybe'nin sözünü ettiği kuyu, eski Mekke yolunda bilinen kuyu olup el-Mecd'in[414] belirttiğine göre Fur'a bağlı bir yerdir. Fakat burada kas­tedilen Sukyâ o değildir. Anlaşılan Kuteybe Medine'de bir Sukyâ bulundu­ğundan haberdar olmamıştır (el-Hulâsa, s. 223, 228 ve onun aslına bakı­nız).[415]

Resulullah'a (sav) Medine'deki temiz (tatlı) kuyulardan su taşınması faslı: el-İsâbe'de Heysem b. Nasr b. Zahir el-Eslemî'nin biyografisini veren müellif, Vâkıdi'nin onu Hz. Peygamber'e hizmet edenler arasında zikret­tiğini ve kendisine ait bir senedle ondan şu tahricde bulunduğunu söyler: "Allah Resulü'ne (sav) hizmet ettim. Mehâvic kavmin(e gittiğin)de kapısını bekledim. O'na Ebü'l-Heysem b. Teyyihân'm Câsûm'daki[416] kuyusundan su getiriyordum. Kuyunun temiz (hoş, tatlı) bir suyu vardı. Allah Resulü (sav) bir gün oruçlu olduğu[417] halde Ebubekir'le (ra) birlikte E bul-Heysem'e gel­diler..." Ve kıssayı zikretti.[418]

Allah Resulü (sav) için suyun soğutulduğuna dair fasıl: Sahih-i Müslim* de Allah Resulü'nün (sav) siretine dair Câbir'den (ra) rivayet edilen uzun hadiste, Câbir'in şöyle dediği zikre­dilir: "Ordugâha geldik, Resulullah (sav) 'ey Câbir, abdest suyu için nidada bulun (abdest suyu iste, ara)' buyurdu. Ben de 'ey Al­lah'ın Resulü, kafilede bir damla su bulamadım' dedim. Ensardan bir adam, hurma dalından bir askıya takılı eski tulumdan (kırba) yapma kovasında Resulullah (sav) için su soğutuyordm.”[419]

 

Allah Resulü'nün Mekke'den Medine'ye Zemzem Suyu Getirtmesi Ve En Sarih Bir İfadeyle Çabuk Davranılmasına Teşvikte Bulunması

 

el-İsâbe'de Üseyle el-Huzâiyye'nin biyografisini veren İbn Hacer, Ebı Kurre Musa b. Tarık'tan şu rivayeti zikreder: "Nebî (sav), Süheyl b. Amr'c mektup yazarak "mektubum sana gece gelirse sabahlamadan, gündüz ge lirse gecelemeden bana zemzem suyu gönder" buyurdu. Süheyl de Usey le el-Huzâiyye'nin yardımıyla, sağladıkları iki büyük tuluma zemzem suyu doldurdu ve devesiyle gönderdi" Bunu, Mufaddal b. Muhammed el-Cenedi rivayet etmiştir.[420] Yine el-İsâbe'de sonra Süheyl b. Amr'ın azatlısı Uzeyhir'in biyografisini vererek şöyle der: Ashaptandır, efendisi Süheyl onu Allah Resulu'ne (sav) zemzem suyu götürmek uzere gönderdi. Fâkihi Muhammed b. Süleyman tarikiyle onun Hizam b. Hişam'dan,[421] onun ba­basından, onun da Ümmu Ma'bed'den şöyle dediğini rivayet eder: "Sü­heyl'in kııçuk hizmetçisi Uzeyhır çadırıma geldi, yanında ıkı su tulumu var­dı Ne olduğunu sordum, Resulullah'ın (sav), efendisi Süheyl'e mektup ya­zarak zemzem suyu istediğini ve tulumların kurumaması için süratle yolaldığını söyledi." [422]

 

Seferde Allah Resulü'nün Yanında Götürülen Su Tulumları Ve Onları Doldurmaya Kimin Gittiği

 

Abdullah b. Selâm'ın azatlısı Fâid'in biyografisini veren el-İsâbe mü­ellifi şöyle der- Mufıd b. Numan er-Râfız[423] Menâkıbu Ali'de ibrahim b. Artır tarikiyle, Abdullah b. Selâm'ın azatlısı Fâid'den ibrahim'e tahdiste bu­lunanların şu rivayetini tahric eder: Fâid dedi: Nebî (sav) Hudeybiye gazve­sinde Cuhfe mevkiinde konakladı, orada su bulamadı. Bunun üzerine Sa'd b Mâlik'i gönderdi, o su tulumlarıyla geri donup ozur beyan etti. Allah Re­sulü (sav) bu defa Hz. Ali'yi gönderdi, o tulumları doldurmadan dönmedi. el-İsâbe müellifi bu biyografiyi (zây) harfi ile rumuzlandırmıştır.[424]

 

Allah Resulü'nün Müslüman Sâkısı

 

Müslim Enes'ten şu rivayeti tahric eder: "Resulullah'a (sav) şu kadehimle bütün içecekleri; bal (şerbeti), nebiz, su ve sütü sun­dum."[425]

 

Allah Resulü'nün Yahudi Sakisi

 

Subhu'l-a'şâ'da (VI, 344) şu bilgi verilir: "Rivayet edilir ki Resulullah (sav) su istedi, bir yahudi de kendisine su verdi. Bunun üzerine Allah Resulü ona "Allah seni güzelleştirsin!" dedi ve o yahudi, ölünceye dek yüzünde ak (kıl) görmedi. Bundan da, kâfirlere, karşılıklı konuşma (ve yazışmalarda) dua etmenin caiz olduğu anlaşılmaktadır." Derim: Bu kıssa, sanki, "Hz. Pey^ gamber'in (sav), suyundan bir kıl çıkaran kimseye dua etmesi" başlığı altın da ileri verilecek olan kıssadır. Resulullah'ın (sav) bir yahudiyi istihdam cümlesinden olarak İbn Sa'd'ınTabakât'ında (VI, 109) Ömer b. Hattâb'ıi azatlısı Üssek el-Yahûdî'nin biyografisinde bilgi geçmektedir. Üssek, öme: b. Hattâb'ın (ra) kölesiydi, kendisine İslâm'ı teklif eder, o da kabul etmez Hz. Ömer ona "dinde zorlama yoktur" derdi. Hz. Ömer vefat etmek üzerey ken onu hıristiyan (nasrâni) olarak azad etti ve "dilediğin yere git" dedi.[426]

 

Savaşta Su Taşıma

 

Sahih-i Buhari' de Sa'lebe b. Ebî Mâlik'ten şu rivay( nakledilir: "Ömer b. Hattâb, Medine kadınlarından bazılar na peş-temallar dağıttı. Yeni bir peştemal kaldı. Bazdan ona 'ey mü'minlerin emîri bunu senin yanındaki Resulullah'ın (sa kızma —Ali b. Ebî Tâlib'in kızı Ümmü Gülsüm'ü kastedere--- dediler. Hz. Ömer, 'Ümmü Selît daha layıktır' dedi. Ümmü Selî Allah Resulü'ne (sav) biat eden ensar kadınlarmdandı. Hz. ı mer 'O, Uhud günü bize sırtında su taşıyıp dağıtıyordu' dedi.”[427]

 

Yeşil Kaplarda Nebiz Yapılması

 

İbnü'1-Esîr Üsdü'l-ğâbe'de ve İbn Hacer de el-İsâbe'de Muslin-Umeyr es-Sekafî'nin biyografisini verirken Taberâni'nin Müslim b. Ume den[428] şu tahricde bulunduğunu zikrederler: "Resulıdlatia (sav), içinde hı ma kapçığı (kâfur) bulunan yeşil bir testi hediye ettim. Onu ensar ve muhtirler arasında paylaştırdı ve "ey Ümmü Halime[429] bize ondan Nebîz yap" buyurdu".[430] Zehebi'nin et-Tecrid'inde, Müslim b. Umeyr es-Sekafî'den —hadis eğer sahihse— Müzâhim b. Abdüîaziz'in rivayette bulunduğu belir­tilir.[431]

 

Allah Resulü’nün, Suyundan Bir Kıl Çıkaran Kimseye Dua Etmesi

 

Hafız el-İsâbe'de Ebû Zeyd b. Ahtab'ın biyografisini verirken Ahmed'in[432] ondan şu tahricde bulunduğunu zikreder: "Nebi (sav) su istedi, kendisine bir kadeh su getirdim, içinde bir kıl vardı onu aldım. Resulullah, 'Allahım, onu güzelleştir!' dedi. Râvi şöyle der: Ebû Zeyd'i doksan dört ya­şında gördüm, sakalında bir tek beyaz kıl yoktu". İbn Hibbân ve Hâkim bu hadisin sahih olduğu belirtirler.[433]

 

Yemek Sırasında Allah Resulü’ne Hizmet Eden Hizmetçi

 

Ebû Ömer ve et-Tehzîb müellifi, Resulullah'ın (sav) azatlıları arasın­da Ebû Ubeyd'i zikrederek[434] şöyle derler: Resulullah'ın (sav), kendisine "bana kol ver!" buyurduğu ve onun da "koyunun kaç kolu var?!" diye karşı­lık verdiği kimse budur. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) "Nefsimi elinde tutan Allah'a andolsun, eğer sükut etseydin, istediğim surece bana kol vere­cektin" buyurdu.[435] Bu hadis eş-ŞemâiPde tahric edilmiştir.[436] Ebû Ömer şöyle der: Onun, Resulullah'ın hizmetçisi olduğu söylenmiştir.[437]

 

Allah Resulü’nün Kapları

 

Amiri Behcetü'l-mehâfİl'de şöyle der: Resulullah'm (sav) "Gar-r â " demlen büyük bir çanağı (karavana) vardı, dört kulpluydu ve dört kişi tarafından taşınırdı. Allâme İbnü'l-Eşhar el-YemenîBehcetü'l-mehâfil'm şerhinde şöyle der: Ebû Davud[438] bunu Abdullah b. Bişr'den, Teberâni'de Ab­dullah b. Zeyd'den rivayet eder. Amirî şöyle der: Allah Resulü'nün (sav) gümüşten üç kulpu bulunan ahşaptan bir kadehi de vardı. Bunun demirden olduğu, halkaları bulunduğu ve bir halkadan asıldığı da söylenir. Bu kadeh kendisinden sonra Enes b. Mâlikin yanında, sonra da onun kızında idi. Re-sulullah'ın (sav) cam ( z ü c â c ) bir kadehi vardı. İbnü'l-Eşhar şöyle der: İbn Mâce'nin[439] İbn Abbas'dan rivayet ettiği gibi, onunla içerdi. İbn Abbas onun "kav âr îr "den (şişe, cam) olduğunu söyler. Resulullah'ın (sav) "Reyyân" denilen başka bir kadehi,[440] taştan bir çanağı vardı. Sarı ba­kırdan bir leğeni vardı, içinde kına ve çivit otu bulunur, sıcak olduğu zaman başının üstüne konurdu. Tunçtan bir çamaşır (ve yıkanma) teknesi vardı.[441] Fıtır sadakasını ölçüp ödediği bir de "sâ"ı vardı. İbnü'l-Eşhar şöyle der: Resulullah'ın (sav) "er-Râc" denilen bir eyeri, "el-Kezz" denilen bir yaygısı ve "es-Sâder" denilen bir su kırbası vardı. Bunu Taberâni el-Mu'cemü'l-kebûr'de İbn Abbas'dan tahric eder. Sedirinin altında dahurma ağacından yapılmış bir çanağı vardı; geceleyin ona bevlederdi. Ebû Da­vud,[442] Tirmizi ve Hâkim bu rivayeti Ümeyme bint Rukayka'dan[443] tahric et­mişlerdir.[444]

 

Allah Resulü Zamanında Su İçen Kimseye Afiyet Dilenmediği

 

İbn Cüreyc'den şu rivayet nakledilir: "Bana haber verildi kiNebî (sav) hurma ağacından yapılmış bir çanağa bevleder, sonra onu sedirinin altına koyardı. Bir ara gelip baktı ki çanakta bir şey yok. Ümmü Habîbe ile birlikte Habeşistan'dan gelen ve ona hizmet eden Bereke adlı bir kadına "Çanaktaki bevl nerede1?" buyurdu, o da ''içtim” dedi. Allah Resulü de "sıhhat olsun sana ey Ümmü Yusuf dedi. Kadın, vefat ettiği hastalığına dek hiç hastalanma­dı". Bu hadisi Abdûrrezzak el-Musannef te, Ebû Davud[445] da muttasıl bir senedle İbn Cüreyc'den, o Hukeyme'den, o da annesi Ümeyme'den rivayet ederler. İbn Dihye bunların iki kadınla ilgili olarak vuku bulan iki ayrı olay olduğunu ve Ümmü Yusuf Bereke'nin, Ümmü Eymen Bereke'den ayrı ol­duğunu açıkça belirtir[446] ki Bulkini de bu görüştedir. Derim: et-Tabsîr[447] ve diğer eserlerde geçtiği üzere adı Hukeyme şeklinde (Hakime değil) okunan mezkur hanım tâbiindendir. el-İsâbe'de Ebû Nuaym'dan naklen İbn Cü­reyc'den başkasının ondan rivayette bulunmadığı belirtilir.[448] Bu bilginin benzeri Muhtasaru't-Tehzîb'de geçer ki müellif, Hukeyme'nin ondan başka râvisini zikretmez.[449] Suyûti!ninMirkâtu's-suûd'unda[450] Hukeyme'-den İbn Cüreyc'den başkasının rivayette bulunmadığı belirtilir. Zehebi de "İbnCüreycondan 'an' sigasıylarivayettebulunmuştur"ilavesindebulu-nur[451] ki, yani o " m ü d e 1 1 i s[452]  olup onun a m u a n a n "[453] hadislerin­den sakınılır demektir. Ebû Davud[454] ve Ebû Nuaym da İbn Cüreyc'in ondan yaptığı rivayeti "an" sigasıylaverirler.Fakatel-İstîâb[455] veRuayni'nin[456] Câmi'inde " T a h d î s[457]  sigasryla geçer ki eğer bu sabitse geriye yalnız Hukeyme hakkında bilgisizlik kalmış olur. Zehebi el-Mîzân'da Hukey­me'nin biyografisinde onun "gayrı ma'ruf" (bilinirdeğil)olduğunu söyler.[458] Mâliki alimlerden Zurkâni, Resulullah'm (sav) kadına söylediği "sıhhat olsun" sözü ile ilgili olarak şöyle der: "Sıhhat" kelime­si nasb şeklinde okunursa ( s ı h h a t e n ) manası "Allah onu sıhhat kıl­sın", refhalinde okunursa (sıhhattin) "içtiğin sıhhattir" yani "sıhhate vesiledir" olur. Bir şey içen kimseye böyle bir söz söylenmesi müstehab olup yemek yiyen kimseye denilmesi de buna kıyas edilir. Böyle söylemenin hik­meti de, yeme ve içmeden hastalık v.s. doğmasından korkmadır. Şu şiirde söylendiği gibi:

Gördüğün hastalıkların çoğu

Yemekten ve içmektendir. (Zurkâni, IV, 268).

Şihâbüddin el-Hafâci Şerhu'ş-Şifâ'da (I, 451) mezkur hadisle ilgili olarak şöyle der: Allah Resulü'nün (sav) ''sıhhat olsun" sözünde, içtikten sonra bu şekilde dua etmenin bid'at değil sünnet olduğuna delalet vardır. Hafâci, bu sözünden sonra, Zurkâni'den bu duanın hikmeti olarak anılan bilgiyi verir ve aynı beyti zikreder.[459] Nuruddin Ali eş-Şebrâmellisî, el-Me-vâhibü'l-ledüniyye'ye yaptığı haşiyede "sıhhat olsun" sözüyle ilgili ola­rak şöyle der: Bundan, "sıhhat olsun" sözünün sünnet olduğu anlaşılmakta olup bu konda yemenin de içme gibi olması gerekir. İmam Ebû Abdullah Muhammedİbnü'l-Hâcel-Abderîel-Mâliki,el-Medhaladlı eserinde (1,196) şöyle der: İçmeyi bitiren kimseye söylenen "sıhhat olsun" sözü her ne kadar güzel bir dua ise de, içme münasebetiyle söylenmesinin adet haline getiril­mesi bid'attir. Eğer Hz. Peygamber'in (sav), bevlini içtiği sırada Ümmü Ey-men'e "Sıhhat olsun sana ey Ümmü Eymen, ateş senin kamına asla girme­sin33 dediği ileri sürülecek olursa, bu, bu konuda delil olamaz. Çünkü burada içilen su değil bevldir. O da içilince zarara yol açar. Bu sebeple Hz. Peygam­ber (sav), kendisinden başkasının bevli içildiğinde normal olarak meydana gelmesi muhtemel zararı ondan def için "sıhhat olsun" buyurmuştur. Bina­enaleyh bu, dua ve ihbar içermekte olup durum su içilmesinin aksinedir. Bu yerin dışında ne Resulullah'tan (sav) ne de ashab ve seleften bu sözün nakle­dilmemiş olması da buna delalet eder. O halde geriye yalnız bu davranışın bidat olduğu hususu kalır.[460] İbnü'l-Hâc'ın bu yorumu dayanak bakımından yerinde olmakla birlikte İslâm edep ve ahlakı, yeme ve içme münasebetiyle afiyet dilemeye mani değildir. Birşey içen kimseye "sıhhat (afiyet) olsun" denmesi Orta Mağrib'de gece ve göndüzün akışı gibi olağan bir durum arzeder. Öyle ki birşey içene, orada hazır bulunanların hepsinin bir ağızdan "sıhhat olsun” temennisine üşüşmelerinden dolayı, orada çoğu zaman su iç­mekten çekinirdim. Hicaz ve Mısır'da ise " h e n i e n merîa" (afryetol sun, yarasın) denir. Allah Teâlâ'nm, cennet ehlinin oraya girenlerden birse; yiyen kimseye "Geçmiş günlerde işlediklerinizden ötürü, (bugün) afiyetleyi-yin için" (Hakka 69/24) diye temennide bulunacaklarını haber vermiş ol­ması da bu konuda onlar için delil sayılabilir. Orta Mağrib'in alimi Şeyh Ebı Râs el-Muaskerî'nin[461] Rihle'sinde şu bilgiyi gördüm: Muaskeri Fas'a git tiğinde orada bir düğün yemeğinde hazır bulunur. Talebelerden biri onui yanında su içince, ona "sıhhat olsun" demeye yel tendim, oradakilerin heps bana güldüler, diyor. Pişmanlıktan dişlerimi gıcırdattım, sonra "bunu ter ketmedeki deliliniz nedir?" diye sordum, "bu bizim adetimizdir" dediler. Ben de "bu hususta, istidlalde bulunduğunuz bir nakil var mı?" dedim, hepsi bir­den "bu konuda nakil mi varmış?" diye karşılık verdiler. Şöyle dedim: Şihâb-üddin el-Hafâcî bunun sünnet olduğunu, el-Medhal müellifi de aksini söyler. Şeyh Tayyib b. Gîrân yaslanmış durumdaydı, bu nakli duyunca, Nadr b. Şümeyl[462] kendisinin yanlış okuduğunu ileri sürünce Me'-mun'un kalkıp doğrulması gibi[463] doğrularak şöyle dedi: Bu konuda nakil ve sözkonusu ihtilaf var mı? Ben de "evet var" dedim ve onlara Şihabüddin el-Hafâcî ve el-Medhal müellifinin sözünü referans olarak zikrettim. Benim üstünlük ve naklimin sıhhatini itiraf ettiler. Muaskeri'nin söyledikleri özetle bundan ibarettir.

Geçen bilgilerden anlaşıldığı üzere Mâliki muhaddislerden Zurkâni bu afiyet dilemenin müstehab olduğunu açıkça beliritir. Onun hocası Nuruddin eş-Şebrâmellisî eş-Şâfîf nin bu dileğin müstehab olduğunu tasrih etme­si, Doğu'da ve başka yerlerde bugün uyulagelmekte olunan adetle birlikte Şihabüddin el-Hafâcî'nin tasrihini de teyid etmektedir. Hanbeli muhaddis Seffârînî'nin Şerhu Manzûmeti'l-âdâb'ında[464] hanbeli fukahasından şu nakil zikredilir: Yemekten sonra hamdeden kimseye dua edilmesi, yiyen ve içene de durumun elverdiği şekilde dua edileceğine delâlet eder. Hamdetsin etmesin mutlak olarak bunun müstehab olduğu şeklindeki görüş, İbnü'l-Cevzi'nin sözünün gereğidir. (Bu bilginin devamı için adıgeçen esere bkz. II, 134). Verilen bu bilgi, İmam İbn Müflih'in el-Adâbü'1-kübrâ adlı eserinde konuyla ilgili uzunca açıklamasının özeti olup mutlaka ona bakılmalıdır.[465] Allah en doğrusunu bilir.

Bundan bir müddet sonra konuyla ilgili olarak Şihabüddin İbn Hacer el-Heytemî'nin Fetâvâ'sında, kendisinden daha özlü ve daha güzeli olma­yan sözüne muttali oldum. Allah ona rahmet etsin, işte kendi ifadesi: İçme­sini bitiren kimseye insanın "sıhhat olsun" vb. sözler söyleme alışkanlığının bir mesnedi var mıdır, yoksa bu bir bidat inidir diye soruldu. O şu cevabı verdi: Bunun bir mesnedi olduğunu söylemek mümkün olup Allah Re-sulü'nün (sav), bevlini içen Ümmu Eymen'e "sıhhat olsun ey Ümmü Eymen, artık senin karnına ateş girmez" sözleri delil olarak gösterilebilir. Buna şu yönden kıyas yapılır: Bizim imamlarımızdan çoğuna göre muhtar (ter­cih olunan) görüş, Resulullah'ın artıklarının temiz ve bevlinin de şifa oldu­ğudur. O, kendi bevlini içen kimseye bunu söylerse, su içen kimseye onun sozumın aynısını söylemeyi buna kıyas etmek bidat olmaz. Resulullah'dan (sav) bu olay dışında bu sozun naklolunmadığı da ileri sürülemez. Çunku bi­ze göre, Resulullah'a (sav) teşri maksadıyla yaptıklarında iktida için bu fii­lin ondan tekerrürü şart olmayıp bu davranışın kendisinden bu olaydaki gi­bi bir defa olsun sadır olması yeterlidir. Hem açıktır ki bu olay dışında bir naklin mevcut olmayışı, bunun Resulullahtan sadır olmadığını gösterme­diği gibi, bu, nakli için öyle fazla sebebler olabilecek husus da değildir. Bizim "Resulullah'm (sav) bevli şifadır" sözümüzle, "Bunda delil yoktur, çunku bu­rada sozkonusu olan içilecek bırşey değil, bevildir. O da içildiğinde zarara yolaçar. Bu sebeple Resulullah (sav), kendisinden başkasının bevli içildiğin­de normal olarak meydana gelmesi muhtemel zararı ondan def için "sıhhat olsun" buyurmuştur. Bu da su içmenin aksine, bir dua ve ihbarı tazammun eder" şeklindeki bir iddia da bertaraf edilmiş olur. Bu itirazı ileri suren kim­senin "ondan husule gelecek zararı kendisinden def için ." sozu, Allah Re-sulu'nun (sav) bevlinm Ummu Eymen ve başkaları tarafından şifa kabul edilmiş olması ve Ummu Eymen'in de onu içmekle şifadan başka bir şey kas-detmemesi ile reddedilir ve böylece butun söyledikleri bertaraf edilmiş olur. Bu hadiste konuyla ilgili delil olmadığını söylemek de mümkündür. Fakat yukarıda sozkonusu kimsenin zikrettiği sebebplerden değil, Resulullah'm (sav) bu sozu sadece Ummu Eymen'e bevli içmekten kasdını, ki o yalnız te­davi ve şifa isteğiyle bevli içmişti, teyid için söylemiş olması sebebiyle. Allah Resulü (sav) ona, maksadını teyid ve dileğine icabet, kasdettiği sıhhatin ger­çekleştiğini ihbar için "sıhhat olsun" buyurdu. Bu, lafızdan kastedilen açık bir manadır. Bu durumda sozkonusu hadiste, su içildiğinde bu sozu söyle­menin mendub olduğuna dair delil bulunduğu hususunda açık bir delâlet mevcut değildir. Ama ilaç içildiğinde bunu söylemenin mendub olduğuna dair açık delâlet vardır. Çunku ilaç içme nasda sozkonusu edilen huşunun aynısı olup aralarında ayrılık mevcut değildir (III, 117).[466]

 

Hac Emirliği[467]

 

Kadı Iyâz el-İk mâl' de şöyle der: Müslümanlara ilk olarak hicretin sekizinci yılında hac yaptıran kimse Attâb b. Esîd'-dir. Sonra dokuzuncu yılda Hz. Ebubekir hac yaptırdı. Resu-lullah'ın (sav) haccı ise onuncu yıldadır. İbn Cemâa Muhta* saru's-siyer' de Resulullah'm (sav) onuncu yılda haccettiğini ve kendisiyle birlikte yirmi bin kişinin vakfede bulunduğunu Söyler. Bu konuda daha önce Nûru'n-nibrâs'tan nakledilen bilgiye ba­kınız. Şebrâmellisîel-Mevâhibü'l-ledüniyye haşiyesinde Attâb b. Esîd'in adının okunuşunu bu şekilde tesbit ettikten sonra şöyle der: Attâb Mekke emîri idi ve Mekke halkına fıkıh bilgisi ve sünnetleri öğretmek üzere kendi­siyle birlikte Muaz b. Cebel bulunmaktaydı. Attab o sırada yirmi yaşlarındaydı.

el-İsâbe'de şu bilgi verilir: Attâb Mekke fethi günü müslüman oldu, Nebî (sav) Huneyn'e gittiğinde onu Mekke'ye vali tayin etti ve öyle sürüp git­ti. Resulullah'm (sav) onu Taif ten döndükten sonra vali tayin ettiği, At-tâb'ın fetih yılı halka hac yaptırdığı da söylenir. Hz. Ebubekir de onu Mek­ke'de alıkoydu, ta ki kendisi vefat ettiği gün Attâb da vefat etti. Bütün bu bil­gileri Vâkıdi ve başkaları zikretmektedir. Resulullah (sav) onu vali tayin et­tiğinde yirmi küsur yaşındaydı.[468] Üsdü'l-ğâbe'de de şöyle denir: Attâb hic­retin sekizinci yılı halka hac yaptırdı, müşrikler de kendi usullerince haccet­tiler. Hz. Ebubekir dokuzuncu yıl haccetti. İslam'da ilk hac emîri nin Hz. Ebubekir olduğu da Attâb olduğu da söylenir.[469]

 

Kurban Görevlisi

 

el-Muvatta' da, Hişâm b. Urve'nin babasından yaptığı şu rivayet zikredilir: "Allah Resulü'nün kurban görevlisi şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Resulü, kurbanlardan (hedy) helake ramak kalan­ları (yürüyemeyecek duruma gelenleri) ne yapayım?' Nebî (sav) ona şöyle buyurdu: 'Ölüme ramak kalmış her kurbanı boğazla, sonra gerdanlığını (takısını: kılâde) kanının içine at, sonra da bırak insanlar yesinler.”[470] Nesai de Naciye el-Huzâi'den şu rivayeti zikreder: "'Ey Allah'ın Resulü, kurbanlardan ölüme ramak kalan­ları ne yapayım?1 dedim, 'onları kes...' buyurdu". Hadis.[471]

 

Kâbe Hicabe Görevlisi (Buna Imâre Ve Sidâne De Denir)

 

Resulullah (sav) zamanında bu görevi yürütenlere dair fasıl: Kadı Ebû Muhammed Abdülhak İbn Atıyye Tefsîr'inde şöyle der: Kâbe 'nin s i d â n e de denilen i m â r e görevini Osman b. Talha b, Ebî Talha ile Şeybe b. Osman b. Ebî Talha yürütüyor­lardı. Bu ikisi, Resuhülah'ın (sav) Kâbe anahtarını Mekke fethinin ikinci günü Hz. Abbas ve Ali'nin taleplerinden sonra kendilerine verdiği kimselerdir. Allah Resulü (sav) Osman ve Şeybe'ye şöyle buyurdu: "Gün vefa ve ihsan gunudur, onu baştan sona (hep size ait olmak üzere) alın, onu, yani S i d â n e 'yi zalimden başkası sizden çekip alamaz."[472] Birrivayettede aOnu,yanı Kâbe 'nm Sidâne görevim baştansona size ait olmak üzere alm"[473] ifadesi geçmek­tedir. Muhibbuddin et-Taberî, hadiste geçen " tâlideten" kelimesi­nin "eski mal" anlamına geldiğini ve "o, işin başından sonuna dek size aittir" demek olduğunu veya "hâli deten" (sonsuza dek) kelimesine tabı ola­rak onun manasım taşıdığını belirtir.[474] Resulullah (sav) sonra "onu sizden ancak zalim olan alır" buyurur. Bir başka rivayette "size kâfirden, yanı yüce Allah'ın kendisine olan nimetine nankörlük eden kimseden başkası bu hususta zulmetmez" ifadesi geçer. K âf i r kelimesinin hakiki anlamında kulanıllmış olması da muhtemeldir, yani o kimse böyle bir davranışı mubah görürse (küfre duşmuş olur). Sonra Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Ey Os­man, Allah sızı kendi evinin emînı kıldı (onu size emanet etti). Bu evden size ulaşandan ma'ruf şekilde yiyin " Yanı ona verdiğiniz hizmet sebebiyle ve şer'î çerçevede hakkaniyet ve adalet ölçüleri içinde yiyin.

Muhibbudin et-Taberî el-Kirâ adlı eserinde yirmi sekizinci bâbda şöyle der: Bazı cahiller, Kâbe girişi için ücret almanın cevazı konusunda çoğu zaman Allah Resulu'nun (sav) bu sozune dayanırlar. Oysa bunun ha-ramlığı hususunda alimler arasında goruş ayrılığı mevcut olmayıp böyle bir davranış bidatlerin en çirkinidir Şöyle ki "...size ulaşandan yiyin" ifadesi, eğer rivayet sahihse, ya " Kâ b e ' ye hizmet ve ihtiyaçlarım karşılama görevini yüklenmeleri sebebiyle Beytulmal'den alacakları şey" manası­nadır; bu durumda da ancakhakettikleri kadarı helâl olur. Veya "kendileri­ne ihsan kabilinden lütuf ve bağış olarak verilenleri alabilirler" anlamın­dadır. Ki bu şüphesiz ma'ruf şekilde yemektir.[475] Zurkâni ŞerhuT.-Muhtasar'da[476] bu konuda icma olduğunu nakleder ki gerekçesi de şudur: Ücret almak, ancak insanın menfaat ve istifadesi yalnız kendisine mahsus şeylerde caizdir; Kabe' den, insanlardan sadece bazılarının istifadesi sözkomısu olmadığından, onu açmak karşılığında ücret alınması caiz değil­dir. Onların, sadece Kabe 'nin normal olarak açıldığı vakitlerde onu açıp kapatma yetkileri vardır. K â b e 'yi sürekli kapalı tutup insanları menet­meleri caiz değildir. Bunu, Şeyh Ebû Abdullah et-Hattâb er-Ruaynî el-Mek-kî el-MâlikîŞerhu'1-Muhtasar'da[477] söyler. Zurkâni sonra şöyle der: Açık olan,birnassamuttaliolmasaydımbile; Kabe 'yiaçmavebununiçinücret almakla ilgili hükmün bu olduğudur. Hattâb, Şerhu'l-Muhtasar'da nezir babında şöyle der: Haram olan husus, onların elinden anahtarı almaktır, yoksa Kabe 'nin hürmetini ihlal ve edepte kusur yapmaktan onları me­netmek değildir. Bunun vacip olduğunda ihtilaf yoktur. Bazı cahillerin zan­nettiği gibi, onların üzerinde hiç kimsenin yetkisi bulunmadığı ve Ka­fa e 'ye dilediklerini yapabilecekleri de sözkonusu değildir. Hiçbir müslü-man bunu söylemez. Hattâb, Resulullah'm (sav) onlara anahtarı teslimi kıs-sasıyla ilgili olarak birçok rivayet zikrettikten sonra yine şöyle der: Bütün bu rivayetler onların soylarının şimdiye dek baki kaldığına delil olup el-Cevherü'l-meknûn fi'I-kabâil ve'1-butûn müellifi nesep alimi Şerif Mu-hammed b. Es'ad el-Cewâni'nin[478] bu eserde onların soylarının Hişâm b. Abdülmelik'in hilafeti zamanında inkıraz bulduğu yolundaki sözlerine ilti­fat edilmemelidir. Bu görüş yanlış olup İmam Mâlikel-Müdewene'nin ne­zir kitabında şöyle der: H i z â n e 'de (et-Tenbihât'da[479] kaydedildiğine göre hu, Kabe emînliği görevidir) H i c â b e görevlilerine kimse iştirakte bulunamaz. Çünkü bu Resulullah (sav) tarafından verilmiş bir yetkidir,[480] Mâlik ise Hişâm'dan sonra doğmuştur. İbn Hazm ve İbn Abdilber, kendi za­manlarında onlardan bir grubu zikrederler ki her ikisi de V. yüzyılın ikinci yarısına dek yaşamışlardır. Allâme Kalkaşandi (Subhu'1-a'şâ müellifi) de bunu zikreder ki[481] kendisi 821 (1418) yılına dek yaşamıştır. Muaviye'nin Kabe hizmetinekölelervermesiolaymdadabazıtarihçilerin,onlannink-ıraz bulunduğu yolundaki iddialarına delâlet yoktur. Çünkü K â b e 'ye hiz­metçi vermek, bilindiği üzere, onu açma yetkisinden ayrıdır. Ezraki ve Fâki-hi gibi tarihçilerin ifadelerinde çoğu zaman H i c â b e görevlileri ve sonra hizmetçilerin zikredilmesi de bu iki görev arasındaki ayrılığı gösterir. Bu bilgi adı geçen eserden özetle verilmiştir.

Enteresan bir bilgi: Bazı rivayetlerde, "emânetleri ehline verme emri" Resulullah'a (sav) nazil olduğunda Osman eş-Şeybî'ye Kabe 'nin anah­tarım vererek "onu gizle" buyurduğu zikredilir. Vakıdi'nin hocalarından yaptığı rivayette de Allah Resulü'nün (sav) ona anahtarı verirken elbisesiy­le gizlediği ve "onu gizleyin, Allah onun hakkında Cahiliyye devri ve islâm'­da sizden razı olmuştur" buyurduğu belirtilir. Fâkihi Ahbâru Mekke'de Resulullah'ın (sav) anahtarı ona elbisenin altından verdiğini ve "onu gizle­yin" buyurduğunu zikreder. Zühri, anahtarın bu yüzden saklandığını (giz­lendiğini) söyler.[482] Hattâb da şöyle der: Allah en doğrusunu bilir, bu yüzden olsagerek Kabe 'yiaçıpkapattıManzamankapisınınÖrtüsünüindiriyorlar di.

Derim: Buhusus Taberâni'ninel-Mu'ceınü'l-kebîr'de İbn Asâkir, İbn Ebî Şeybe ve diğerlerinin tahric ettikleri Sâib b. Yezid, Muhammed b. Cübeyr b. Mut'im ve İbn Sabit hadisinde varid olmuştur. Kenzü'l-ummâVde "Fedâilu Ka'be" babına bakınız.[483] Resulullah'ın (sav) Mekke fethi sırasın­daki hutbesinde "Dikkatedin, Kabe 'nin hizmeti (S id â ne )vehacılara suverme (Sik ây e ) görevleri dışında, geçmişe ait bütün mefahir iddiası, kan ve mal davaları şu iki ayağımın altındadır" ifadesi geçer.[484] İbn Bâ-dis şöyle der: Resulullah (sav), Cahiliyye devrinde kendisiyle böbürlenip iftihar edilen bütün mefahiri tarhetmiştir, Onun "ayaklarımın altındadır" sözü, yere atılmış, terkedilmiş demektir. Araplar "bu iş benim ayaklarımın altı­ndadır" sözünü, "değersizliği nedeniyle ayakların altına alınan şeye na-sû iltifat edilmiyorsa, ona öylece iltifat etmiyorum" anlamında kullanırlar. Al­lah Resulü bundan Sidâne veSikâye görevlerini istisna etmiştir. Çünkü bunda K â b e 'yi koruma ve hizmetini yürütme gibi mukaddes şey­lere saygı sozkonusudur. Sidâne görevi, Nebî (sav) tarafından verilen bir yetki olarak Benî Şeybe'ye tahsis edilmiş ve sonsuza dek onlar ve soyla­rında kalacaktır. Resulullah'ın (sav) "onu zalim olandan başkası sizden al­maz" sözleri sebebiyle, var oldukları ve bu görevi liyaketle sürdürdükleri müddetçe bu hususta kendilerine kimse ortak olamaz ve onlarla münazaa etmez.[485]

 

Kabe Sffiaye Görevi

 

İslâmiyet'ten önce bu görev Abdülmuttalib Oğuüarı'nın elindeydi. Nebî (sav) İslâm î dönemde de bu görevi onlarda bıraktı. Hatta Abdülmuttalib Oğulları Zemzem kuyusu üzerinde su dağıttıklarında onlara gelmiş ve şöyle buyur­muştu: "Ey Abdülmuttalib Oğulları çekin suyu. Eğer insanlar su çektiğiniz yere (S i k â y e) uşuşup size baskın gelmeselerdi, sizinle birlikte ben de çekerdim." Ve ona bir kova su verdiler, o da iç­ti.[486]

 

Allah Resulümün Veda Haccı Sırasında Kerim Eliyle Bizzat Kurban Kesmesi Ve Geri Kalanı Tamamlaması İçin De Hz. Ali’ye İzin Ver­mesi

 

Sahih-i-Müslim'de, Allah Resulu'nun altmış uç deveyi bizzat kendi eliyle kestiği zikredilir ki[487] bu hadisi" Cemâat”[488] rivayet etmiştir. Kadı Iyâz şöyle der: Ibn Mâhân'ın naklettiği rivayette "eliyle" ( b i - y e d i h ) ke­limesi yerine "kurbanlık deve" (bedene) geçer ki her ikisi de doğrudur. Fakat eliyle kesmiş olduğu, "sonra Ali'ye verdi, o da geri kalanı kesti" ifadesi dolayısıyla rivayet edilmiş bulunuyor. Hadiste belirtildiği gibi kurbanlık develerin sayısı yuzdu. Bunları altmış uç tanesini kendisine ayırmıştı. Bun­ları Tirmizİ'nin kaydettiğine göre kendisiyle birlikte Medine'den getirdiği söylenir. Bazı meânî alimleri, Resulullah'ın (sav) bu kadarını bizzat kesmiş olmasının, omrunun sona erdiğine işaret olduğunu belirtirler. Resululîah böylece omrunun her yılı için bir kurban kesmiş oluyor. Kadı Iyâz bu bilgiyi el-Fevâid'de zikreder. Nesâi'mn Sünen'inde, Allah Resulu'nun (sav) Hz Ali'yi kurbanlarına ortak ettiği, sonra her kurbandan bir parça al dırarak bir çömleğe koydurup pişirttiği, Allah Resulü ile Hz. Ali'nin sonra onun etinden yedikleri ve suyundan içtikleri rivayet edilir.[489] Derim: bu, vakfe yapanların çokluğunu ve Mekke'deki imaretin büyüklüğünü göstermektedir. Çunku yuz tane deveyi yiyen insanların sayısı çoktur.

Tenbih: Allah Resulü'nün (sav) son haccı olan Veda H a c c ı ile il­gili olarak Şafiî alimlerden Hafız Ebû Muhammed İbnü'l-Münzir, Hafız Ebû Cafer Ahmed b. Abdullah et-Taberi[490] ve Ebul-Hasan İbrahim b. Ömer el-Bikâî ile Ebû Muhammed İbn Hazm ez-Zâhirî eser telif etmişlerdir. Hafız İbn Kayyım el-Hedyü'n-Nebevî'de,[491] Hafız İbn Kesir eş-Şâfiî es-Sîre[492] adlı kitabında, bundan daha hacimli olan eseri el-Bidâye ve*n-nihâyeJ-deri[493] aktararak geniş malumat verir. Onlardan herbiri diğerinin anmadığı hususları zikretmektedir. Hafız eş-Şâmi de Sîret'inde bütün bu bilgileri toplayarak ilavede bulunur ve sanki Veda Haccı 'nda bizzat bulun­muş gibi adım adım olaylarını inceler. Allah onu hayırla mükâfatlandırsın. Veda Haccı 'm faydalı, özlü ve ilginç bir üslupla ele alanlardan biri de el-Muhâdarât[494] adlı eserinde Şeyh-i Ekber Îbnü'l-Arabî el-Hâtimî olup bu konuda İbn Hazm'ın ifade tarzını esas almıştır. Ona bakınız.[495]

 



[1] Bu eser Muhammed et-Tehûmî'nin siyasete dair el-Misbâhu1-vebhâcÜl-mu£ni ani's-siraci'd-dâc adlı kitabıdır (bk. Suppl, II, 1016).

[2] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/121.

[3] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/122.

[4] Keşfu müşkili hadîsi's-Sahîhayn (GAS, 1,132, 142).

[5] el-İsâbe, 111, 633.

[6] Kenzül.ummâl,XIII,615.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/122.

[7] el-İsâbe, 1,17.

[8] Metinde yanlış olarak Bekr b Maz'uf şeklinde geçer.

[9] Bu tabir, cerhin 3 veya 4 mertebesindeki ravi için kullanılır ki, bu ravinin rivayet ettiği hadis hiçbir şekilde alınmaz (bkz A Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s 76).

[10] Bu tabir, ta'dılın 4 derecesindeki raviler için kullanılır ki, bunların rivayet ettiği hadis "ı'tıbar" için alınır (age, s 53).

[11] Mecmau'z-zevâid, I, 164, Kenzül-ummâl, III, 684-685 Kettânfnın baş tarafım eksik zikrettiği hadis tercümede tam verilmiştir Burada anılan ıkı kaynakta hadis metninde bazı küçük farklılıklar da mevcuttur.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/122-123.

[12] Metinde geçen "fikh" kelimesi "mufakkih" olacağı gibi, "bâb" şeklinde olan başlık da yanlış olarah."fasıl" diye zikredilmiştir (bkz. I. Abbas, s. 88).

[13] Buhari, İlim 10.

[14] Müslim,İmâre 175.

[15] Bu konu ikinci fasıl içinde verilmiş olup üçüncü fasıl "Resulullah'ın (sav) dini bilgi­leri öğretmek için gönderdiği kimseler" başlığını taşır (î. Abbas, s. 91).

[16] îbn Hişâm, es-Sîre, 1,434.

[17] el-İstibsar fi ensâbil-ensar (SuppL, I, 689).

[18] îbn Kudame ve ibn Ishak'ın verdiği bilgiler için bkz. Üsdül-gâbe, V, 181-184 (Mus'ab b. Umeyr'in biyografisi).

[19] Metinde yanlış olarak "ikinci" şeklinde geçer.

[20] Nevevî, Tehzîbül-esmâ vel-luğât, 1/2, 96.

[21] el-İktifâbimâ tazammenehumin meğâzî Resûlillfih (sav) ve meğâzi's-selâ-setil-hulefâ c. MI, Kahire 1978, 1980.

[22] ibn Sa'd, II, 348.

[23] el-İstîâb,II, 356-357.

[24] age, II, 517. Burada Amr'ın (ra) 17 yaşında olduğu da kaydedilmektedir.

[25] Müsned, II. 125.

[26] bkz. GAS, I, 318 (el-İsâbe'ye atıfla zikrediliyor).

[27] el-İsâbe, 1,499; Üsdül-ğâbe, II, 197.

[28] el-Meğfizî, II, 931-932.

[29] el-İsâbe, I, 15.

[30] age.I, 29.

[31] Üsdül-ğâbe, IV, 214-215;Tehzîbu't-tehzîb,Vin, 20-21. Amrla ilgili bu bilgi, da­ha önce, Huzâfnin verdiği bilgiler çerçevesinde el-İstîâb'dan naklen zikredil­mişti.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/123-126.

[32] Kettânî Giriş bölümünde bunu ayrı bir başlık olarak vermekle birlikte burada bir önceki başlıkla beraber zikretmiştir.

[33] Buhari,Fedailü'l-Kur'ân8,Menâkıbutl-ensârl7;Pethu'l-Bârî,XIX,6O;el-tBâbe, III, 250.

[34] el-îstîâb, IV, 76; el-İsâbe, III, 250.

[35] bkz. el-İstîâb, 1,192, IV, 78; Üsdül-ğabe, I, 269, VI, 127. Ibn Abdilber'in belirtti­ğine göre Ebû Zeyd'in Sabit b. Zeyd olduğu yalnız Yahya b. Main tarafından söylenmiştir Onun Sa'd b Ubeyd el-Ensârî olduğu da rivayet edilmiştir bkz el-İstîâb, IV, 76-77, Üsdül-ğâbe,VI, 128, el-ttkân, Kahire 1317,1, 96.

[36] ÜsdÜl-ğâbe'de {II, 67) belirtildiğine göre bundan maksat yalnız Evs kabilesinde bunlardan başkasının Kur’ân'ın butununu okumadığıdır Geniş bilgi için bkz Fet-hul-Bâri, XIX, 60-64, el-ttkân, I, 94.

[37] el-İstîâb,IV, 76-77, Üsdül-ğâbe, II, 66-67, VI, 128, Fethu1-Bâri,XIX, 60 Bu riva­yetlerin hiçbirinde Ebû Hanzele adı geçmemekte olup onunla birlikte söz konusu sayı beşe çıkmaktadır' Burada yanlışlıkla anılmış olmalıdır.

[38] Buharı Ezan, 54, Salât, 60.

[39] Fethul-Bârî, XIX, 61-62.

[40] Târîhul-hulefa, s 341.

[41] Tehzîbül-esmâvel-luğât, I/2, 191.

[42] Behcetül-mehâfU müellifi Âmiri'nin eseri olup tam adı şöyledir: er-Rîyâzül-mÜstetabe fî cünüeti (ma'rifeti) men lehu rü’ye ve rivâye fî's-Sahîhayn mine’s-sahabe (Bhopal 1303). bkz. Suppl., II, 226.

[43] İbn Sa'd, IV, 372-373.

[44] el-İsâbe,II, 159; Üsdül-ğâbe, II, 531.

[45] İrşâdül-lebîb ila mekasıdi hadîsil-Habîb (Suppl., II, 338).

[46] ibrahim b. Ömer el-Ca'berî (ö. 732/1333). bkz. SuppL, II, 134-135; Ziriklî, 1,49.

[47] ibn Sa'd, VIII, 457.

[48] el-İtkân,1,96. ibn Sa'd'da devamla, Ümmü Varaka'yı öldüren kölelerin yakalanıp asıldıkları ve bunların Medine'de asılan ilk kişiler olduğu belirtilir (ibn Sa'd, VIII, 457).

[49] Hüyetü’l-evliyâ, II, 63.

[50] Ebû Davud, Salat 61.

[51] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/126-129.

[52] el-Mufaâdî fi ilmil-kıraât. Kettâni bu eserin müellif hattı bir nüshasının kendi­sinde olduğunu söyler (Fibrisül-febâris, II, 848).

[53] bkz. Suppl, II, 134.

[54] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/129.

[55] el-İstîâb, II, 374.

[56] Ebû Davud, Buyu 37; Ibn Mâce, Ticârât 8.

[57] el-İsâbe, I, 344. Hakem b. Said, yukarıda anılan Abdullah b, Saidle aynı zat olup Câhiliye devrinde Hakem olan adı Resulullah tarafından Abdullah olarak değişti­rilmiştir.

[58] Zübeyr b. BekkâVın amcası Mus'ab ez-Zübeyrfnin aynı adlı eserinde de bu bilgi geç­mektedir (bkz Zübeyrî, Nesebu Kureyş, nşr. E. Levi-Provençal, Kahire 1982, s. 174).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/129-130.

[59] er-Ravdul-ünüf, Kahire 1387/1967, V, 245.

[60] Hûrînî (ö. 1291/1874), el-Metâliu'n-Nasriyye lil-metâbiil-Mısriyye Hlusû-lil-hattiyye (Bulak 1275,1302,Kahire 1304). bkz. Serkis, II, 1902-1903;SuppL,II, 726.

[61] Mâverdi, Edebü'd-dünya ve'd-dîn, Beyrut 1407/1987, s. 46-47. Kettâni, Mâver-di'ntn önce verdiği bilgiyi sonra, sonra verdiğini önce zikretmiştir.

[62] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/130-131.

[63] Bunun anlamıyla ilgili bilgi müteakip sayfalarda verilecektir.

[64] el-îstîâb. IV, 340; el-tsâbe, IV, 341; Üsdül-ğâbe, V, 162. Huzâî, kaynak olarak yalnız el-Istîâb*ı zikretmiştir (s. 85). el-İsâbeViKettânî eklemiştir. Bu hanım sa-habinin asıl adı Şifâ binti Abdullah b. Abdişems olup yukarıda geçtiği şekilde de a-nılmaktadır. Hz. Ömer onun görüşlerine önem verdiği gibi pazarda da kendisine gö­rev vermişti.

[65] Ebû Davud, Tıb 18; Müsned, VI, 372.

[66] Hattâbi, IV, 215.

[67] bkz.Suppl,I,620.Allel-Kârideel-Mesâbihfe yaptığı Mirkâtu1-mefâtih(IV,512) adlı şerhte aynı nakilde bulunur.

[68] Zâdül-meâd fî hedyi hayril-ibâd, IV, 185.

[69] Mecdüddin ibn Teymiyye(ö. 653/1255), meşhur Takiyuddin îbn Teynüyye'nin dede­si olup eserinin adı Müntekâl-ahbâr'dır.

[70] Neylül-evtâr, VIII, 240.

[71] Esbabü'n-nüzûl müellifinin eseri olup tam adı el-Vasît beynel-makbûz vel-basittir. (SuppL, I, 730-731).

[72] el-Müstedrek,II, 396. Zehebi, dipnotta bu hadisin mevzu (uydurma) olduğunu be­lirtir. Mecmau'z-zevâirfde (IV, 93) de Taberânî'nin «l-Mu'cemül-evsa£da bu ri­vayeti naklettiği, senedindeki Muhammed b. ibrahim eş-Şami hakkında D&rekut-ni'nin "kezzâb* (yalancı) değerlendirmesinde bulunduğu belirtilir.

[73] Hakim et-Tirmizî, Nevâdirül-usûl,İstanbul 1293, s. 248, 270-271.

[74] el-Fetâval-hadîsiyye, Beyrut, ts., s. 85.

[75] Garîbü1-hadîs,Haydarabad 1964-1965,1, 83-84.

[76] el-Câmi's-sağîr,s. 51-52.

[77] Zemahşerî,el-Fâik fî garîbil-badis,IV,26:Nemle vücudun yan tarafında meyda­na gelen yaralar olup nemle (karınca) diye adlandırılmasının sebebi, çoğalma ve yayılmaları olsa gerek.

[78] Feyzül-Kadîr, IV, 329. Kettânî bu eserden yaptığı iktibası eksik vermiş olup bun­dan sonra et-Teysirtten naklettiği bilgi bu eserde geçmektedir.

[79] en-Nihâye fî garibil-hadîs, V, 120.

[80] Mecmau biharil-envâr fi garâibit-Tenzîl ve letâifil-ahbâr (Leknev 1314). bkz. SuppL, II, 601-602; Ziriklî, VII, 42-43.

[81] Islâmiyetin ilim tahsili konusunda kadın-erkek ayırımı yapmadığı ve yazıyı da bu­nun bir vasıtası kabul ederek teşvik ettiği bilinen bir husustur. Kadınlara yazı oğre-tilmesiyle ilgili olarak Ebû Davud ve Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği sahih hadis gayet açıkken, bazı alimlerin, rivayet zincirinde hadis münekkidlerinin uy­durmacılık ve yalancılıkla itham ettikleribtr ravinin bulunduğu, Zehebfnin yanın­da Îbnü'l-Cevzi'nin de uydurma (mevzu) olduğunu belirttiği (bkz.el-Âdâbu'ş-Şer'-îyye, III, 296) bir rivayeti esas kabul edip izahı güç birtakım te'villere girişmelerini anlamak mümkün değildir. Yazıyı kötü niyet ve maksatlarla kullanma erkekler için de söz konusu olduğu halde bunu yalnız kadınlar için varsaymanın hiçbir mes­nedi yoktur. Kadın sahabiler içinde okuma yazma bilen alim hanımlar yanında, İs­lâm tarihinde, sayıları onbinleri bulan ve bazılarının eserleri günümüze kadar ula­şan muhaddis, fakih, edip, şair ve sanatkar kadınlar yetişmiştir. Ibn Sa'd, Tabft-kat^nda Allah Resulü (sav) ve sahabeden hadis rivayet eden ve kendilerinden de birçok büyük alimin rivayette bulunduğu 700'den fazla hanımın adını verir. ibnHa-cer 1543 muhaddis hanımın biyografisini zikreder (bkz. Düreyd, s. 193-194, 198-201). İbn Asâkir, 1300 hocasından 80 küsurunun kadın olduğunu belirtir (Baytar, s. 47). Kaynaklarda, Kurtuba'nın yalnız bir mahallesinde Kur*ân-ı Kerîm'i Kûfî hatla yazan 170 kadının bulunduğunun kaydedilmesi (bkz. Tritton, s. 143) son derece dik­kat çekicidir.

Genelde kadınlarla ilgili çeşitli konularda ve İslâm tarihinde gelmiş geçmiş alim, edip ve sanatkar kadınlarla ilgili olarak kaleme alınmış bazı eserlerin bir listesi için bakınız: Selahuddin el-Müneccid, "Mâ üllife ani'n-nisâ", Mecelletül-Mecmail-Ündyyil-Arabî, 1941 (Dımaşk), XVI, sayı. 5-6, s. 212-219. İslâm'da kadın eğitimiy­le ilgiliolarak daha fazlabilgi için bkz. A. S. Tritton,Materials on Müslim Educa-tion inthe Middle Ages, London, 1957, s. 140-144; Emine el-Baytar, "et-Talîm fî Dımaşk fı'1-karni's-sâdis el-hicrî", ÂdâbuV-râfidin, 1979 (Musul), XI, s. 36^9; Düreyd Abdülkâdir Nurî, "Terbiyye ve talîmü'l-mer'e fi'1-müctemai'l-tslâmî". Âdâ* bu'r-râfıdîn, 1979 (Musul), X, s. 185-204; B. Aisha Lemu, "Woman in islâm", The Müslim World League, 1981 (Mekke), VIII, sayı: 3, s. 20-27; S. M. Imaduddin, Müslim Spaİn, Leiden, 1981, s. 34-37; A. Rahman I. Doi, "Education for Müslim Women, A Glimpes of Our Proud Heritage", The Müslim World League, 1983 (Mekke), X, sayı.6, s. 13-17.

[82] Metinde yanlış olarak Sebbâmi şeklinde geçen Bessâmi (ö. 302/914), îbn Bessâm di­ye de tanınır (Siyenı alâmi'n-nübelâ, XIV, 112, 139; Ziriklî, V, 141).

[83] Metinde yanlış olarak "mer'e" şeklinde geçer. Hz. Aişe, ifk hadisesi üzerine Kur'ân'-la temize çıkarılmış olmasından dolayı "müberree" sıfatıyla anılmıştır.

[84] Subhul-a'şâ, I, 64-65 (Beyrut 1407/1987 baskısı, I, 96).

[85] Ibnü'd-Demâmîni (o. 827/1424) diye de bilinir. Eserinin adı Mesâbîhul-Câmü's-sahîh(GAS,I, 120).

[86] Buhâri, ilim 31 Burada cima eder sözü yerine "... sonra onu azad eder ve evlenir" ifadesi mevcut olup hamişte, bazı rivayetlerde "cima" lafzının geçtiği belirtilir. Ayrı­ca bkz. Ayni, II, 73.

[87] Buhari, İlim 32; Ayni, II, 79 vd.

[88] bkz. Ayni, 11,80.

[89] Kettâni’nin hocası Şebîhi'nin el-Pecrü's-sâti ale's-Sahîhil-câmi adlı eseridir. Kettani Sahîh-i Buhâri'ye muteahhirin ulemanın yazdığı en önemli şerh olarak nitelediği bu eseri müellifinden dünyada yalnız kendisininin rivayette bulun­duğunu söyler Eser dört cilttir(Pihrisü1-fehâris, II, 929).

[90] Buhari, ilim 36; Ayni, II, vd.

[91] Veya Aynul-isâbe fistidrâki Âişe aleVsahâbe (Keşfuzzünun,   II, 1181; Suppl, II, 189).

[92] el-Müstedrek, IV, 11. Mesruk'un rivayetinde "ashabın önde gelenleri" ifadesi vardır.

[93] Metinde Şekvane şeklinde geçmiştir.

[94] Nablûsi'den yapılan iktibas burada bitmektedir.

[95] Şinkit ve Tinbuktu yörelerinde İslâmiyet ve Kuhte kabilesine mensup Şeyh Muhtar'ın İslâmî faaliyetleri için bkz.PeterB.Clarke,WestAfrica and islam, s. 28-32, 88-91.

[96] et-Tarikatul-Muhtariyye'nin kurucusudur, bkz. Fihrisül-fehâris, II, 719, 781; Suppl, II, 894-895; J. O. Hunwick, "Kunta'.EI, V, 393-395.

[97] Eserin adı et-Terâif ve't-telâid fî kerâmâti'ş-şeyhaynel-vâlide vel-vâliddiye de geçer (Suppl, II, 895; El, V, 394).

[98] İbn Müflih, el-Âdâbü'9-Şer’iyye, Kahire 1987,111, 296.

[99] Avnul-Matbûd müellifi Şemsü'1-Hak el-Azîraâbâdi'nin (ö. 1329/1911) eseridir CNüzhetÜl-havâtır, VIII, 179-180).

[100] Ahmed ez-Zerrûk'un(ö.899/1493)Şerhufl-Mukaddimetil-Vaglisiyyeadlıbuki-tabı Ebû Zeyd el-Vağlîsi'nin (ci.786/1384) el-Akîdetül-Vağlîsiyye diye de bilinen eserinin şerhidir (GAL, II, 322, 328-330; SuppL, 11,351).

[101] bkz. Serkis, II 989; Suppl, II, 175.

[102] Bu konuda ayrıca bkz. M. Tayyib Okiç, İslamiyette Kadın öğretimi, Ankara 1979 (Diyanet İşleri Bşk. Yayınlan).

[103] el-îsâbe, IV, 341-342. Yapılan iktibasta hatalar mevcut olup asıl metinle karşılaş­tırılmalıdır.

[104] Bu ihtisarın adı el-Müctebâ'dır. (Haydarabad: 1342;Ahmet Muhammed Şakir nes­ri: Kahire: 1948). bkz. GAS I, 151.

[105] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/131-137.

[106] el-İstiab, II, 259-260. Metinde ibn Ümmu Mektum'un Medineye hicreti ile ilgili bil­gilerin hepsi Vâkıdi'den naklen verilmiş gösterilir ki yanlıştır.

[107] ibn Sa'd, IV, 205.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/138.

[108] Muvatta, Hudûd, 6.

[109] Bu eser matbudur (Bağdat 1348) bkz. GAL, I, 666; Suppl, I, 920.

[110] Ubey b. Ka'b ve Ammâr b. Yasir eksik anılmıştır (bkz. İ. Abbas, s 95).

[111] Telkîhu fuhûmi ehlil-eser fî uyûni't-târîh ve's-siyer, s. 440. Yukarıda anılan­lara ilaveten Übey ve Ammar da zikredilmektedir.

[112] el-îsâbe, 1,19.

[113] İhyâu ulûmi'd-dîn, Kahire 1387/1967,1, 37.

[114] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtül-kulûb, Kahire 1310,1, 131.

[115] ibn Sa'd II. 350. Bu konuda geniş bilgi için bkz. ibn Sa'd, II. 334-335.

[116] ibn Sa'd, II, 334-335 İbn Ömer bu ikisinden başka fetva vereni de bilmediğini belir­tir.

[117] Abdullah b. Dinar el-Eslemfnin aynı rivayeti için bkz. îbn Sa'd, II, 340.

[118] bkz Sehâvî, ed-Dav’ul-lâmi, VIII, 96-97; Suppl, I, 683.

[119] bkz.el-Kevâkibti's-sâire.I, 114-118.

[120] Gazzi,el-Kevâkibü's-sâire,Beyrut: 1979,1,117. Son beyitte "miras" yenne"mer'-âh" kelimesi geçer ki "Resulullah'ın huzurunda" anlamına gelebilir.

[121] Tedrîbü'r-râvî, Kahire 1378/1959, s. 404. Metinde en çok fetva verenlerin altı kişi olduğu söylenir ki yanlıştır. Diğer yirmi kişi arasında ise Talha'nın adı metinde geç­memektedir. Muhammed Rawâs Kal'acî, bazı sahab İlerin fikhî görüşlerini toplaya­rak ayrı kitaplar halinde neşretmiştir: Mevsûatu fıkhi Ebîbekr es-Sıddîk, Dımaşk: 1403/1983(242 sayfa), Mevsûatu fıkhi Ömer b.Hattâb,Kuveyt 1401/1981 (690 sayfa), Mevsûatu fıkhi Osman b. Affân,Kahire 1404/1983 (366 sayfa),Mev sûatu fıkhi Alî b. Ebî Tâlib, Dımaşk 1403/1983 (650 sayfa), Mevsûatu fıkhi Ab­dullah b. Mes'ud, Kahire 1404/1984 (623 sayfa), Mevsûatu fıkhi Abdullah b. Abbas, Mekke 1403/1983 (c. I, II), Mevsûatu fıkhi Abdullah b. Ömer, Beyrut 1406/1986 (758 sayfa).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/138-140.

[122] Bu tabir cerhin 3. veya 4. mertebesinde bulunan bir ravi hakkında kullanılmakta olup rivayet ettiği hadis hiçbir şekilde alınamaz (Abdullah Aydınlı, s. 163).

[123] el-İsabe, 1,208. Burada Mutayyen b. Halid şeklinde geçen isim, aynı eserin Bicâvi neşrinde (Kahire 1392/1972,1,423)Mutayr Ebî Halid, Mîzân Ül-itidârde(IV, 129) ise Mutayr b. Ebî Halid şeklinde geçer.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/140.

[124] Eserin adı Ta'bîru’r-rü'yâ veya BüIûğu’l-merâmfîta'bîri’r-rûyâ vel-menamm’-dır(Suppl,II, 1039).

[125] Buhari, Ta’bir- 47; Müslim, Rü'yâ 17; Dârimî, Rü'yâ 13. Hz. Ebûbekir'in diğer bazı rüya tabirleri için bkz. ibn Hişâm, II, 484; îbn Sa'd, III, 177

[126] Hurma, un ve yağdan yapılmış bir nevi yiyecek.

[127] Târihul-hulefâ,s. 48,118. Burada "üevvile" şeklinde geçen fiil, metinde ve Ken-zttl-ummâl'de (XI, 544, nr. 32552) "üvelliye" (tevdi etmekle) olarak geçmekte­dir.

[128] el-İsâbe,IV, 231. Bu bilgi Hz. Ebûbekir'in hanımı Esma binti Umeys'in biyografi­sinde geçer, kızı Esma'nınkinde (IV, 229-230) bu bilgi mevcut değildir.

[129] Kastallâni, trşâdü's-sârî, I, 295. Burada Esma bıntı Ebûbekir kastedilmiştir.

[130] îbn Sa'd, V, 125; İbn Asâkir, Târihu Medineti Dımaşk, "Terâcimu'n-nisâ" cildi, Dımaşk 1982, s. 21.

[131] Keşfuzzunûn'da (II, 1106-1107) müellifin adı Hasan b. Hüseyin b Hallâl diye geç­mektedir.

[132] Bu konuda bkz. Adevî, Haşiye alâ Kifâyeti't-tâlibi'r-rabbani li-Risaleti İbn Ebî Zeyd el-Kayravanî, II, 465-466.

[133] îbn Naci'nin (o 837/1433), İbn Ebî Zeyd el-Kayravâni'nm (o  386/996) eserine yaptığı şerhtir (GAL, I, 187; Suppl, I, 301).

[134] Ahmed b. Muhammed ed-Derdîr'in (ö. 1201/1786) Akrebül-mesâlik li-mezhe-bil-tmâm Mâlik adlı kendi eserinin şerhidir Birçok defa basılmıştır. (GAL, II, 464-465; SuppL, II, 479-480).

[135] bkz. GAL, I, 187; Suppl, I, 302.

[136] Bu zat İbn Ebî Zeyd'in er-Risâle'sine şerhi olan Muhammed b Kasım (Cessûs) ol­malıdır ( Suppl, I, 302; Ziriklî, VII, 320).

[137] Vefiyyetül-eslâf ve tahiyyetül-ahlâf (İzâhul-meknûn, II, 714).

[138] Hişâm b. Ubeydullah er-Râzi (ö. 201/817) İmam Muhammed ve Ebû Yusuf un tale­besi olupKitâbu'n-Nevâdir fîl-fürû adlı eseri vardır (GAS, 1,433; Kehhale, XIII, 149).

[139] Yusuf b. Yahya el-Büveyti (ö. 231/845), imâm Şafii'nin talebesi olupel-Muhtasar adlı eseri vardır (GAS, I, 491; Ziriklî, IX, 338).

[140] et-Turukul-hükmiyye.s. 277. Kettâni'nin metninde "rüya" diye geçen kelime bu­rada "rey" olarak zikredilmiştir.

[141] îbn Sa'd, VII, 193-206.

[142] bkz. Sılatül-halef, s. 306. Hammûye, metinde Hamdiyye şeklinde geçmiştir.

[143] ez-Zerîa ilâ mekârimi'ş-Şerîa, Kahire 1405/1986, s. 188-189. İktibasta düşüklük olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.

[144] el-İber, I, 296-299.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/141-144.

[145] Bu cümle Huzai'nin eserinde bu babın birinci faslının başlığı olarak geçmektedir (bkz. ihsan Abbas, s. 107).

[146] îbnü'l-Arabî,Ahkâmu'l-Kur’ân, IV, 1644.Metinde hata ve eksiklikler mevcut olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.

[147] Şu eser olmalıdır İlâm (buğyet)'ul-erîb bi-hudûsi bid'atı1-mehârîb(GAL, II, 197).

[148] es-Sünenül-kübrâ, II, 30.

[149] Bu konuda bkz. Vâkıdi, el-Meğâzî, II, 816; Ibn Kesîr, es-S£re, IV, 551-652.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/144-145.

[150] Buhari, Ezan 47; Müslim, Salat 97.

[151] ed-Dürrüt-munazzam fi mevlîdi'n-Nıabîyyi'l-muazzam Suppl, I, 626).

[152] Dârekutni,es-Sünen,T,402,Behcetü’l-mehâfil, I, 107.

[153] Kastallâni, hastalık suresinin 12, 13,14, 10 gün olduğu gibi farklı görüşler bulun­duğunu ve en meşhurunun 13 gün olduğunu belirtir (Zurkânı, VIII, 253, 255).

[154] Meşhur Şiî alim Allame Hilli olup(S.H M.Jafri,"Hıllî", EI,III,390),metinde yanlış olarak Îbnu'l-Mazahhir şeklinde geçmiştir.

[155] bkz. Ibn Sa'd, II, 223; Zurkâni, VIII, 267.

[156] İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünne, Bulak 1322, III, 121.

[157] ibn Seyyıdinnâs, Uyunul-eser, II, 420 (Nûru'n-nibrâs bu eserin şerhidir).

[158] bkz Fihrisül-feharis, II, 929.

[159] Minhâcü's-Sünne, III, 121.

[160] Bu zat Vâkıdi'dir. bkz. el-Meğâzî, II, 118 vd.

[161] îbn Sa'd, IV, 66.

[162] ibn Seyyidinnâs, Uyûnul-eser, II, 281.

[163] Fethul-Bârî,XIV, 234.

[164] Suyûti, el-Hasâisifl-kübrâ, Beyrut 1405/1985, II, 354*-355. Ünmû zecül-lebîb, yine Suyûti'nin bu esere yaptığı muhtasardır.

[165] bkz. Fihrisül-febâris, I, 19.

[166] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/146-147.

[167] Ezraki, Ahbâru Mekke, Beyrut 1399/1979,1, 185-186.

[168] el-Hâvî fil-furû (GAL, 1,483; Suppl, 1,668).

[169] Ibnü'l-Arabî, Ahkâmül-Kur'füuI, 896-897, IV, 1644. Bu bilgide yanlışlık vardır. Zira Allah Resulü (sav) önce hac emîri olarak Hz. Ebûbekir’i göndermiş, Tevbe sûre sininin nazil olması üzerine de ültimatomu tebliğ için ardından Hz. Ali'yi göndermiştir(Ibn Hişâm, II, 543-546; îbn Kesîr,Sîre,IV, 68-70). Kettâni bu hususu birkaç bahis sonra müstakil bir başlık altında ele aldığı gibi, hac emirliği ile ilgili olarak ile­ride de (1,109) bilgi vermiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/147-148.

[170] Buhari, Salât 64; Fethül-Bârî, III, 112.

[171] İbn Başkuvâl, Ğavamizul-esmail-mübheıne el-vâkıa fî mutûnil-ahâdîsil müsnede, Beyrut 1407/1987, s. 342-345.

[172] bkz. el-îsâbe, III, 471. Minâ, Abbas b. Abdülmuttalib'in hizmetçisidir.

[173] el-İsâbe'de (II, 175), İbn Beşkuvâl'den nakledilen bu bilgi aynen verilmiştir.

[174] ibn Hacer el-İsâbe'de (III, 223) İbn Fethûn ve ibn Beşkuvâl'e atıfla minberi ya­panın bizzat Kabîsa olduğu rivayetini nakleder.

[175] bkz. İhsan Abbas, s. 114-115. Metinde hata ve eksiklikler mevcut olup aslıyla karşılaştırılmalıdır. Huzâî, bu başlıktan sonra ilk defa kimin maksure yaptırdığına dair bir başlığa da yer vermiştir (s. 115-116).

[176] el-İsâbe,1,16; Üedül-ğâbe, I, 55.

[177] el-İsâbe,I, 136-137.

[178] îbn Sa'd, I, 249.

[179] el-İsâbe, III, 304.

[180] Subhul-a'fâ, 1, 421.

[181] et-Tevşîh alaa-Câmîrs-sahîh, Buhari şerhidir (GAL, I, 161).

[182] Bu zat İbn Fakİhu Fissa(ö. 1071/16617 diye tanınmış olup eserinin adıRavzu el-M-cenne fî âsâri ehli's-sûnne (Fihrisül-fehâris, I, 450-451) veya Riyazü' cenne fî âsâri ehli's-sÜnne olarak geçer (Suppl, II, 448).

[183] Bu eser Abbâru Medine olup (GAS, 1,318), Medine'nin bir adı da Taybe'dir.

[184] Minberin yapımı, onu yapanlar ve benzeri hususlarla ilgili genişbilgi için bkz.Um-detul-kârî, in, 346-348, IV, 25-27, V, 302-307.

[185] Tilimsâni'nin Kadı Iyaz'ın eş-Şifa'sına yaptığı şerhtir (Suppl, 1,631).

[186] îbn Nâsıriddin ed-Dımaski'nin(ö. 842/1348)eseridir(bkz. Keşfuzrunûn, II, 99;Zirikli,Vn, 115).

[187] Süatül-halef bi-mevsûli's-selef, s. 308.

[188] Buhari, Istiska, 6-9. Ayrıca bkz. Uradetül-kârî, VI, 22.

[189] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/148-151.

[190] Metinde el-Mâzinî şeklinde geçer ki yanlıştır (bkz. el-İsâbe, 1,498).

[191] Ebû Davud, Menâsik 73; Îbn Kesîr, Sîre, IV, 396.

[192] Ebû Davud, Menâsik 62 (Benî Damre kabilesinden birisi, baba veya amcasından nakletmiştir).

[193] Ebû Davud, Menâsik 72.

[194] Nesâi, Salâtül-lydeyn 17. Ebû Davud ve Nesâi'nin rivayetleri için ayrıca bkz. îbn Kesîr, S!w, IV, 394.

[195] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/151.

[196] bkz Ibn Kesîr,Sîre,IV,396 "Elimi soktum" ifadesi metinde yanlış olarak "girdim” şeklindedir.

[197] Müsned, III, 477.

[198] Ebû Davud, Libâs 18.

[199] bkz. ibn Hişâm, II, 605.

[200] Buhari, İlim 25; Ahkâm 40.

[201] Ebû Müslim el-Keccî (ö. 292/904) için bkz. Alâmü'n-ntibelâ, III, 423-425

[202] Asım b. Ali (ö. 221/836) için bkz. age, IX, 262-265.

[203] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/152.

[204] Buhari, İlim 43; Meğâzî 77. Ayrıca bkz. İbn Kesîr, Sîre, IV, 393-394; el-İsâbe, I, 232.

[205] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/153.

[206] el-İsâbe, I, 348;Üsdü1-ğâbe,I,42-43 (hadisin tam metni vardır).

[207] el-İsâbe, III, 208.

[208] Zâdül-meâd, I, 189-190.

[209] Eserin tam adı: el-Kavlü't-tâm fi'r-remy bi's-sihâm (GAL, II, 44).

[210] Tam adı: el-FevâkihÜl-ceneviyye (ceniyye) fil-mültekati'n-nahviyye (Serkis, I, 360; Suppl II, 741-742) Metinde "el-Fevâkih" kelimesi yanlış olarak"e/-Fe-vâid" şeklinde geçmiştir.

[211] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/153.

[212] Bu konuda bkz.Ibn Hişâm,II,545-546;İbn Kesîr,alfe,IV,68-69;îbnü'l-Arabî,Ah-kâmul-Kur-ân, II, 899.

[213] Ahkâmul-Kur’an, II, 899.

[214] bkz. İbn Hişâm, II, 545; İbn Kesîr, IV, 69.

[215] Râzi, Mefâtîhul-gayb, Kahire 1934-1962, XV, 219.

[216] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/154-155.

[217] Muvatta, Kitâbu's-salât fî Ramazân 1; Buhari, Salâtu't-terâvih 1 (farklı metin).

[218] Muvatta, Kitâbu's-salât fî Ramazân 2. Ayrıca bkz. Buhari, Salâtu't-terâvih 1; tbn Şebbe, II, 713-716.

[219] Abdürrezzak, el-Musannef, IV, 263 (nr. 7737).

[220] îbn Abdilber'in et-Temhîd li-mâfîl-Muvattamin el-meânivel-sânîd adlı eseri olup bir kısmı basılmıştır (I- XVIII, Rabat 1387-1407/1967-1987).

[221] el-İsâbe,I,571.

[222] îbn Sa'd, III, 281.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/155-156.

[223] Müslim, Salât 7; Sıyâm 38.

[224] bkz. el-îsâbe,IV, 176.

[225] bkz. age, II, 29. Asıl adı Sa'd b. Âiz'dir.

[226] Kadı lyaz'dan nakledilen bu bilgi, onun el-İkmâl adlı eserinde geçmektedir (bkz. Îhsan Abbas.s 122).

[227] bkz GAS, I, 470 (Burada iki Ebü'l-Hasan'a ait iki ayrı şerh zikredilmektedir).

[228] es-Siretül-Halebiyye (İnsânül-uyûn) III, 426.

[229] bkz.Suppl.,1, 258.

[230] el-İsâbe,II, 428; îbn Sa'd, IV, 207; Üsdül-ğâbe, II, 504.

[231] Müsned, IV, 169; el-îsâbe, I, 557.

[232] Ravdfnin (ki metinde yanlış olarak Radîdiye geçer)Nûru'n-nibrâstan yaptığı na­kil burada bitmektedir.

[233] bkz. İbn Sa'd, III, 237.

[234] Şerhu Unmûzecil-lebîb'den yapılan nakil burada bitmektedir.

[235] İbn Sa'd, III, 234.

[236] Abdülhay el-Leknevfnin (ö. 1034/1886) HayrÜl-haber fî ezani Hayril-beşer (Hmd 1320, bir mecmua içinde) adlı bir eseri mevcut olup Kettâni'nin andığı kitap bu olmalıdır.

[237] Makrizî, el-Hıtat, Bulak 1270/1853, II, 271.

[238] el-Musannef, 1,491 (nr. 1887).

[239] bkz. el-îsâbe,I,204.

[240] Kenzü1-ummâl,VIII, 342 (nr. 23175).

[241] el-Hıtat, II, 270.

[242] Zurkâni'nin Muhtasara Halil'e yaptığı şerhin haşiyesidİr (Suppl, II, 98, 874).

[243] Tehzibül-esmâ vel-lugât, 1/2, 266-267.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/156-159.

[244] Huzâi'flin eserinde (s. 129) bu cümle,Muvakkit’le ilgili bâbın birinci faslı olarak zik­redilmiştir.

[245] Muvatta, Vukûtu's-Salât 6; Bâci, el-Müntekâ, 1,27. Hadisin devamında Bilâl'in de uyuyakaldığı ve sabah namazını sonra kaza ettikleri zikredilir.

[246] Ebû Davud, Salât 11.

[247] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/159.

[248] el-Merâsîl, Beyrut 1406/1986, s 119-120.

[249] Dârekutnı, Sünen, Kahire 1386/1966, II, 85, Makrızı, el-Hıtat, II, 270.

[250] Tuhfetül-eşrâfbi-ma'rifetil-etrâf, Bombay 1965-1982, XIII, 150 (nr 18460).

[251] el-İklîl, Beyrut 1405/1985, s.166 Burada Isrâ buresmdekı âyetm tefsin mevcut olup diğer âyetm tefsirine ilgili yerde (s 147) rastlanmamıştır.

[252] Kettâni yukarıda geçen âyetleri parantez içinde verdiğinden, parantezsız verilen buıfade anılan şekilde tercüme edilmiştir Fiilin değişik okunuşuyla "insanları hac­ca çağır" (Hac 22/27) mealindeki âyet olarak düşünmek de uygundur.

[253] bkz Üsdü'l-ğâbe,Vl, 289.

[254] el-Hıtat, II, 270 Burada,Ebû Mushmel~Murâdî ile birlikte Amr b Âs Cami'nde on müezzin bulunduğu belirtilir.Hz.Osman'la ilgili bilgi için ayrıca bkz Suyûtî, el-Evâil, Beyrut 1406/1986, s   14, İbn Şebbe, JII, 961, Semhûdı, Vefâu'1-Vefâ, I, 376.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/159-161.

[255] Metinde yanlış olarak Teşriîfü's-sâmi şeklinde geçen bu eser Ebû Zeyd el-Fâsî'nın (o  1036/1626) Buharı şerhidir (Suppl-, I, 263).

[256] Buharı, Cuma 21 Burada söz konusu ilk ezan imam minberde iken okunan, ikincisi kamet ve ilave edilen uçuncusu ise vaktin gınşinı duyurmak için dışarıda okutu­landır Buharı "zevrâ"nm Medine pazarında bir yer olduğunu belirtir Ibn Battal ise mescidin kapısı yanındaki büyük bir taş olduğunu söyler Minareye benzeryuksek her yer için de kullanılır (bk/ Umdetü'1-kârî, V, 298-299, Fethul-Bârî, V, 54-56).

[257] Bu zat îbnu'n-Neecâr(o 643/1245)olmalıdır Zira anılan eser on undur (GAL, 1,443, Suppl, I, 613, Kehhâle, XI, 317).

[258] Bu rivayet için bkz. Ebû Davud, Salât 33, Semhûdı, Vefâül-Vefâ, I, 375.

[259] Bu rivayetler için bkz age,I, 375-376 Burada "Ubeydullah'ın evi" ifadeli metinde yanlış olarak "mescidi" şeklinde geçmiştir.

[260] bkz. Îbnü'1-Hâc, el-Medhal, II, 208,243; Avnül-Ma’bûd, III, 433.

[261] Vefâül-Vefâ, 1,375-376. Metinde birçok hata mevcut olup aslıyla karşılaştırılma­lıdır.

[262] İbn Nüceym, el-Bahnı'r-râik,Kahire 1311,1, 272.

[263] el-Evâil, s. 15.

[264] Reddül-muhtâr, Kahire 1386/1966,1, 387.

[265] Bu bilgi el-Mecmûa'dan naklen Meâfırî'ninRisâlefil-ezânadh eserinde de(s.56) verilmektedir.

[266] İbnü'1-Hac, el-Medhal, II, 207, 241; Meâfirî, Risale fîl-ezân,nşr. Abdülaziz Ce-bûrî (Resâil fil-fıkh vel-luğa içinde), Beyrut 1982, s. 54-55.

[267] Muhammed b. Musa ed-Derfnin (d 1158/1738) eseridir (bkz.Fihrisül-fehâris,II, 596,916-917; Suppl, II, 687).

[268] Heştûki'nin (o. 1127/1715) eseri olup Kettâni Fihrisü'l-febârİste (II, 1102-1103) adını İânetül-besâir fî zikri menâkıbil-İmâm ibn Nasır ve etbâüul-ekâbir şeklinde vermektedir.

[269] Fethul.-Bârî,V, 55-56.

[270] Ibnü'1-Hâc, el-Medhal, II, 208,241.

[271] Avnul-Ma'bûd, III, 434. Ayrıca bkz. Umdetül-kâri, V, 300.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/161-163.

[272] Metinde hata ve eksiklik vardır {bkz. Îhsan Abbas, s. 132). Ayrıca bkz. Îbrm'l-Cevzî, Garîbul-hadîs, I, 306. Burada anılan "humra" dan maksat, yuz ve elleri sıcak ve soğuktan korumak için yere konulup üzerine secde edilen küçük yaygıdır.

[273] Hattâbî, Meâlimü's-Sünen, I, 179; Avnul-Ma'bûd, II, 357.

[274] Buhari, Hayız 30; Salât 19. Bu hadis ile ardından gelen "Muslini" kelimesi metin­den düşmüş olup Müslim'in hadisi Buhari tarafından rivayet edilmiş gibi bir durum ortaya çıkmıştır.

[275] Müslim, Hayız 2; Ebü Davud, Taharet 104.

[276] Nesâi, Hayız 19.

[277] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/163-164.

[278] Buharı, Iydeyn 14. "Musallada o nüne dikilir" ifadesi metinde düşmüştür.

[279] "Sman" kelimesi metinde yanlış olarak "sâk" şeklinde, "ekser şey'en" de "ekbe şeklinde geçmiştir.

[280] Buharı, Vudû 17. 

[281] Bu bilgi için bkz. îbn Şebbe, Ahbârul-Medine, I, 140.

[282] age,1,139 Metinde düşüklük mevcut olup Necâşî, Resulullah'a bir değil birkaç har­be vermiştir O da birini Hz Ömer'e, birini Hz Ali'ye vermiş, birtanesını de kendisi için alıkoymuştu

[283] age,l, 140 Burada da Zubeyr'in mızrağı müşrikten ganimet olarak aldığı hususu metinde düşmüştür.

[284] Bu hususta ayrıca bkz Ebû'ş-Şeyh, Ahlâku'n-Nebi, s.127-128, Ibnu'1-Esîr, en-NihâyeJ,437,11,36, III, 203;Behcetul-mehafil.il, 167 Kenzül-ummâl,VII, 97 (nr 18138), 150 (nr 18462) Kadîb'in abbasîlere intikal ettiğine dair bkz Subhul-a'şâ, III, 270.

[285] İbn Sa'd, III, 235.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/164-165.

[286] Yusuf en-Nebhani esiri olup tam adı şöyledir:Cevahir’ül-bihar fi fedaili’n-Nebiyyi’l-Muhtar (c. I, IV, Beyrut 1327) bkz. Serkis, II, 1839; Suppl, II, 764.

[287] Bkz. GAL, II, 519, Suppl, II, 340.

[288] Cahız, el-Beyan ve’t-tebyin, Beyrut: 1968, III, 35-36.

[289] Bkz. Suppl, II, 380.

[290] İbn Faris, Mücmelü’l-luğa, I, 291 (“HSR” mad.).

[291] Asa ile ilgili geniş bilgi için bkz. M. Fuad Köprülü, “Asa”, İ.A., I, 660-663.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/165-166.

[292] el-İstîâb, II, 132-133. Metinde "mescid" kelimesi düşmüştür.

[293] el-İsâbe,II, 17-18;Üsdül-ğâbe, II, 328.

[294] Metinde "yağ" kelimesi düşmüştür.

[295] el-İsâbe,IV, 18; Üsdül-ğâbe, VI, 28.

[296] İbn Mâce, Mesâcid 9.

[297] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/166-167.

[298] Bu kelime es-Siyer olmalıdır. Wensinck'te bulunamayan bu rivayet ibn Hişam (II, 527-528) ve aşağıda zikredildiği üzere es-Siretül-Halebiyye'de (III, 118) geçmek­tedir.

[299] Tirmizi, Cenâiz 62.

[300] bkz. GAL, II, 197; Suppl, II, 192.

[301] el-Fetâval-hadisiyye, s. 163.

[302] es-Siretü1-Halebiyye,III, 118.

[303] Buharı, Salât 22.

[304] Fethu1-Bârî,III,47.

[305] es-Sîretu'ş-Şâmiyye, VII, 391-392.

[306] el-Beyân ve't-tebyîn, 1/2,7. Metinde geçen"refaa" kelimesi "esrece"olacaktır.De-vamla Cezime'in ilk mancınık kullanan kimse olduğu da belirtilir.

[307] Zekkâk'ın (o. 912/1506) el-Menhecül-muntahab üâ usûlil-mezheb adlı eserine Ahmed el-Mencur'un (ö. 995/1587) yaptığı şerhtir (SuppL, II, 376; Ziriklî, I, 174).

[308] Zemahşeri, el-Keşşâf, II, 179.

[309] Burzulî'nin (o 841/1438) el-Fetâva veya en-Nevazil diye de anılan bu eserinin tam adı Cânıiu mesaili'1-ahkâm nıimnıâ nezele minel kaza bi'1-müftin ve'l-hukkâm'dır. GAL, II,319,H.R. Idrib, "al-Burzulî",EI, I, 1341 .Neylül-ibtihâc,s 225-226)

[310] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/168-169.

[311] Ebû Davud, Salât 13.

[312] Müsned, VI, 279.

[313] Ibn Mâce, Mesacid  9.

[314] Sahîhu İbn Huzeyme, Beyrut 1395/1975, II, 270 (bâb 574, nr. 1294).

[315] bkz. Ibn Mâce, Mesâcid 5 ("cuma günleri" ilavesi vardır).

[316] bkz Ibn Hacer, Tehzib,X, 465.

[317] Metinde yanlış olarak el-Müzenî şeklinde geçer.

[318] Fethul-Bârî, II, 7. Ayrıca bkz.Tezhîbü't-Tehzîb,X, 465.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/169-170.

[319] Buharı, Salât 72; Cenâiz, 67; Müslim, Cenâiz 23.Sahihayn'da bir kadın veya genç (erkek) sözkonusu edilmiştir. Huzâi de yalnız Müslim'i anarak (s. 137} bu seki vermiş, Kettâni ise iktibasla kadını anmakla yetinmiştir. Huzâi, "Kişinin mesc den çıkardığı çerçöpe varıncaya dek ümmetimin ecirleri bana arzedildi" hadisini (Ebu Davud, Salat 16) ayrıca zikretmiştir.

[320] İbn Huzeyme, Sahîh, II, 272.

[321] age, II, 272; İbn Mâce, Cenâiz 32.

[322] bkz el-İsâbe, IV, 406407, Üsdül-ğâbe, VII, 391.

[323] ibarede durukluk mevcuttur Krş el-Isâbe,IV, 284,Üsdü1-ğâbe,VII, 85.

[324] el-Isâbe, IV, 406-407.

[325] el-Adâbu'ş-şer'iyye, III, 397.

[326] Ibn Teymıyye, el-Fetâvâl-kübrâ, I, 156.

[327] Zekât memurlarından birisinin, getirdiği mallardan bir kısmını kendisine verilen hediyeler olarak göstermesi üzerine Hz Peygamber 'Annesinin evinde otursaydı da kendisine hediye veriliyor mu, verilmiyor mu görseydi '" buyurmuştur Bu ve diğer açıklamalar için bkz en-Nihâye fi garîbil-hadîs, 1,407, Tâcul-arûs,''hfş" mad (IV, 300)

[328] İbn teymiyye, age, I, 132, 155-158.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/170-172.

[329] Buhari, ezan 29, 39; Müslim, Mesacid 251-254.

[330] El-keşşaf, II, 463; el-İsabe, II, 451.

[331] Buhari muhtasarı olup adı Cem’un-nihaye’dir. (GAS, I, 126).

[332] Fas Meriniler devleti hükümdarıdır.(ö. 759/1358). Bkz. G. Marçais, “Abu İnan Faris” , EI, I , 129; Zirikli, V, 323.

[333] Buyütatu Fas’il-Kübra, Rabat  1972,  s.50.Bu eser çeşitli müelliflere nisbet edilmektedir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/172.

[334] Risâletü's-Salâtdiye de anılmakta olup birçok defa basılmıştır CGAS, I, 506).

[335] bkz. İbn Sa'd, III, 236-237.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/173.

[336]   "Kaimen" kelimesi metinde yanlış olarak "nâimen"  (uyuyordum) şeklinde geç­miştir.

[337] Buhari, Salât 83.

[338] Muvatta, Kasru's-salât  fVs-sefer 93.  Metinde  düşüklük  mevcut olup  aslıyla karşılaştırılmalıdır.

[339] el-îstîâb, III, 94. Kabe'nin imâre görevi için ayrıca bkz. İbn Abdırabbih, el-Ikdül-ferîd, III, 315; Cevad Ali, Mufassal fî târihil-Arab kablel-İslâm, V, 249, 251. Huzâfnin Müslim, Nesâi ve Tirmizi'den naklen Resulullah'in (sav) mescıdde şiir okuma, alış-veriş, kayıp ilanı gibi hususları yasakladığına dair verdiği rivayetleri Kettâni burada zikretmemiştir.

[340] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/173-174.

[341] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/174.

[342] bkz. Tirmizi, Menâkıb 37.

[343] Müslim, Taharet 71; Buhari, Vudû 56.

[344] Buharı, Vudû 15, 16, 17. "Maanâ" kelimesi metinde "maahu", "bihi" kelimesi de "bikâ" şeklinde yanlış geçmiştir.

[345] Keşfu (Şerhu) müşkİli hadîsi's-Sahîhayn (Suppl., I, 918, III, 1245).

[346] îbn Sîde'nm(o 458/1066) eseridir (M Talbı, "îbn Sîda",EI, III, 940).

[347] bkz Fethul-Bârî, II, 27.

[348] bkz Ebu Davud, Taharet 24.

[349] Buharı, Menâkıbu'l-ensâr 32.

[350] Mushm, Zuhd 53 Bu konuda Enes'ten yapılan rivayetler için bkz Müslim, Taharet 75-79.

[351] Bu bilgiler için bkz Fethul-Bârî, II, 27-28.

[352] el-Isâbe,IV, 243; Üsdü1-ğâbe,Vll, 26-27.

[353] Hür iki Huneyn kelimesi metinde yanlış, olarak Hayr şeklinde geçer.

[354] Semmûye, İsmail b Abdullah (o. 267/881), bkz Alâmü'n-nübelâ,XIII, 10-12.

[355] Zurkâm.Şerhutl-Mevâhib,lII,301   Ayrıca bkz  Ibn Kebîr, Sîre, IV, 621 ;Üsdü1-ğâbe, II, 69-70 Abhab bu suyu içer veya surunurdu.

[356] Ibn Mâce, Taharet 39, Üsdü'l-ğâbe, VII, 374.

[357] el-İstiâb, IV, 241,el-İsâbe,IV, 243 Anılan hadis el-Istiâb'da değil el-Isâbe'de verilmiştir.

[358] Ibn Kesîr(Sîre,IV,620), İbnlshak'tan naklen aynıbılgıyı UmmuKvrnen'moğluKy-men'le ilgili olarak zikreder.

[359] Buharı, Vudû 20 Metinde hatalar mevcut olup aslıyla karşılaştırılmalıdır Ayrıca bk/ Buharı, Menâkıbu'l-ensâr 32.

[360] Pethu'1-Bârî, II, 33 Metindeki hata ve eksiklikler ıçm aslına bakını/  Resulul­lah'm (bav) bu hı/metinı yürütenler arasında Rabîa b Ka'b el-Eslemî ile Ebu's-Scmh de mevcut olup (Ibn Kebîr, IV, 659, 667-668) Kettâni zıkretmemıştır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/174-176.

[361] Bu başlık için bkz Fethu'I-Bârî, II, 84.

[362] Arapların hamamı Resulullah'dan (sav) sonra tanımış olduklarına dair bkz Ali el-Kârı, el-Esrâru'1-merfûa, s  239.

[363] "Tâbe" kelimesi metinde yanlış olarak "tâfe" şeklinde geçmiştir.

[364] Sehâvi, el-Mekâsıdül-hasene, s 270;el-Esrârü1-merfua,s 239.

[365] Muhammed b Cafer cl-Harâitî (o 327/939) bkz Zırikli, VI, 29.

[366] Yakub b. Sufyân el-Fesevî (o 277/890) bkz. Ziriklı, IX, 260.

[367] Harâitî'den buraya kadar verilen bilgi için bk7 Ibn Hacer el-Heytemî, el-Fetevâ'l-kübrâ,1,65 Sevbân'dan yapılan rivayet için ayrıca bkz Şâmi,es-Sîretü'ş-Şâmiy-ye, VII, 557, Suyûtî, el-Hâvî M-fetâvâ, II, 63.

[368] İbn Sûde et-Tâvudî'nined-Dav'ul-lâmi bi-şerhîl-Câmiadh eseridir (bkz. "Jbn Suda", El, III, 948).

[369] Resulullah'ın/nxmam dan nehyine dair hadisleri İçin bkz.Nevevi,el-Mecmû (Şer-hul-Mühezzeb), II, 204-205. Nevevi bir başka yerde (1,87) güneşte ısıtılan suyun göz hastalığına yolaçtığına dair Resulullah'dan nakledilen rivayetin, muhaddislerin ittifakıyla zayıf olduğunu belirtmiştir.

[370] bkz. Fihrisü'l-fehâris, I, 29.

[371] İhyâu ulûmi'd-dîn, I, 186-187; el-Mecmû, II, 205.

[372] îbn Hacer, Telbisül-habîr fî tahrîci ahâdîsi'r-Râfıiyyil-kebîr, I, 34.

[373] Zeylai, Nasbu’r-râye, I, 102 v.d.

[374] Telhisül-habîr, I, 32 v.d ; el-Mecmû, I, 87.

[375] es-Siâye fî keşfi mâ fî Şerhil-Vikâye (Suppl., I, 647).

[376] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/177-178.

[377] Bu başlıkta geçen "ibâha" kelimesi metinde düşmüştür.

[378] îbn Huzeyme, Sahîh,Beyrut 1395/1975,1,64-65. Burada "bir kabsu" yerine "abdest suyu" ifadesi vardır. Ayrıca ravi "bir kâse su getirildi" dedikten sonra, Enes'e atıfla, "sanıyorum cam kâse dedi" ifadesini kullanmaktadır. Krş. Buhari, Vudû 46.Bu ko­nuda değerlendirme ve mukayese için bkz. Fethul-Bârî, II, 91.

[379] Nûru'n-nibrâs olmalı.

[380] Fethul-Bârî, II, 91.

[381] Bu hususu İbn Huzeyme'nin kendisi söylemektedir (Sahîh, I, 64).

[382] Bkz. îbn Sa'd, I, 485. es-Sîretü'ş-Şâmiyye, VII, 362, 575; Fethul-Bârî, II, 91.

[383] es-Siretü'ş-Şâmiyye,VII, 362f 575. Şâmi, Resulullah'm (sav)suv.s. içtiği ve ab-dest aldığı ahşaptan bir kâsesinin de olduğunu beliritir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/178-179.

[384] Buhari, Vudû 460.

[385] Fethul-Bârî, II, 91.

[386] bkz. Kenzül-ummâl, IX, 323 (nr. 26240).

[387] bkz. es-Sîretü'ş-Şâmiyye, VII, 574-575.

[388] Buharı, Vudü 45-46.

[389] Ebû Davud, Vudü 47.

[390] Mecmau'z-zevâid, I, 215.

[391] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/179-180.

[392] Buhari, Fedailü'1-ashâb 20.

[393] eI-İsâbe,IV, 251.

[394] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/180.

[395] DârekuLni'nin bu hadisi için bkz. Müsned, I, 107. Hadisle Resuluilah'in hı şırtı üzerine kalktığında Cebrail'le karşılaştığı, eve niçin girmediğini sorduğunda ise evde köpek bulunduğu için girmediğini söylediği ve devamla Resulullah'ın için­de köpek, resim ve cünüp kimse bulunan eve meleklerin girmediğini belirttiği kay­dedilir.

[396] İbn Asker el-Mâlıkî'nın eseridir (bkz  îhsanAbbas, s 790).

[397] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/180-181.

[398] Müslim, Cuma 60, Müsned, V, 80; es-Sîretü'ş-Şâmiyye, VII, 563-564.

[399] el-Edebül-müfred, Beyrut 1404/1984, s 386 (bâb: 552, nr. 1168).

[400] Ebû Kurre yerine Ebu'l-Aliye diye geçmektedir (age, s 385).

[401] el-Edebül-müfred, s 385-386.

[402] Muberred, el-Kâmil,Beyrul 1406/1986,11,725-726 Kettânı ve Huzâı'nin metinle­rinde (s 149) "âmil" diye geçen kelime burada "âzım" şeklindedir.

[403] Nesâı, Taharet 75-76.

[404] Tarih-iCevdet,Istanbul 1309,1,43 "Hz Yusuf(a s ) Mısır'da Vâki saray-ı mahsû­sunda taht üzerinde kuûd ıdub ıcrâ-yı ahkâm ıderdı Hz Davud(a s) Kuds-u Şerifte kubbe-ı raa'hûde altında oturub umûr-ı ibadullahı ru'yet ve Hz Suleyman(a s )da-hı o kubbe altında murtefı taht üzerinde kuûd ve fasl-ı ahkâm eylerdi"   s 44' "   Muâvıye, mahsûs divanhane ve taht şeklinde kursu ittihaz ıdub bı'n-nefs kuûd ve ıcrâ-yı ahkâm ıder ıdı" Devamı için mezkur esere bakınız.

[405] Kenzül-ummâl., XIII, 309-310; Üsdül-ğâbe, I, 325.

[406] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/181-182.

[407] Ahlâku'n-Nebî, s. 194- Metinde geçen "bâb" kelimesi "kitâb"  olacaktır.

[408] Ebû Davud, Eşribe 22. Hu2âi, aynı rivayeti önce Ahlâku'n-Nebî'den sonra da Ebû Davud'dan naklen vermiş olup Kuteybe'nin sözü de Ebû Davud'da geçmektedir. Kettâni Ebû Davud'un rivayetini zikretmemiştir.

[409] Metinde Hind kelimesi düşmüş olduğu gibi Kettâni'nİn kaynağı olan Semhûdi'nin her iki eserinde de Hind ve Harise Esma'nm çocukları gibi verilmiştir. Doğrusu yu­karıda verildiği gibi olup bu konuda bakınız: îbn Sa'd, I, 504; Üsdül-ğâbe, 1,95, V, 415-416.

[410] bkz. en-Nihâye fî garîbil-hadîs, III, 359; Hulâsatül-Vefâ, s. 406.

[411] Metinde Mafirî şeklinde geçen bu isim Semhûdi'nin sıkça atıfta bulunduğu Cemâ-luddin et-Matarî {Ö. 741/1340) olupet-TaVif bimâ essesetil-hicre rain mealimi Dâril-hicre adlı eseri vardır (bk SupU., II, 220; Zirikli, VI, 222).

[412] Metinde veHulâsatul-Vefâ'da doğru olarak el-Muharrem, Vefâul-Vefâ'da İse ef-Harem şeklinde geçmektedir. Ayrıca bkz. Firuzâbâdi, el-Meğânimül-mutâbefî mealimi Tâbe,Riyad 1389/1969, s. 172, 340, 458.

[413] Metinde yanlış olarak es-Sakkâ şeklinde geçmiştir, bkz. age, s. 414.

[414] İbmi'l-Esîr kastedilmiştir, bkz. en-Nihâye, II, 382.

[415] Hulâsatül-Vefâ, s. 404-405; Vefâül-Vefa, II, 141-142. Kuteybe, metinde Katâde şeklinde geçmiştir. Ayrıca bkz. es-Siretü'ş-Şâmiyye, VII, 345; el-Meğânimü'I-mutâbe.s. 179-180. Metin de düşüklükler mevcut olup anıl an kaynaklarla karşılaş­tırılmalıdır. Hz. Aişe'nin rivayet ettiği hadis de bazı kaynaklarda "Sukyâ kuyusun­dan" şeklinde geçmektedir.

[416] Câsûm veya Câsİm, Ebü'l-Heysem'in kuyusunun adı veya bulunduğu yer olara geçmektedir (îbn Sa'd, 1,504, ibn Şebbe, 1,160;Şâmi, VII, 345-346 ;Vefâu1-Vefâ,] 131-132). Kelime metinde "Câruhum", el-İsâbe'de ise"Câ/ium." şeklinde yanlış geçer.

[417] "Sâlmen"  kelimesi metinde yanlış olarak "dâifen" şeklinde geçer.

[418] el-îsâbe, III, 615. Dipnot 388'de anılan kaynaklara bakınız.

[419] Müslim, Zühd 18. HadisHuzâi tarafından tam verilmiş olup (s. 152)Kettâniyaln ilgili kısmı zikretmiştir. Hurma dalı, bundan yapılan askı ve deri kırba ile ilgili ol rak Huzâî ve Kettâni'nin el-Meşârikten naklettikleri lügatle ilgili açıklamalar tercümesine lüzum duyulmamıştır. Bunlar için bkz. Huzâi, s. 153; Nevcvî, Şerl Müslim, XVIII, 145.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/183-184.

[420] el-İsâbe, I, 21, IV, 226 Ibn Hacer, Süheyl'in hanımı Useyle el-Huzâiyye'yı Useyle el-Huzâî şeklinde erkekler arasında da zikretmiş olup (1, 21) Kettâru de onu bu şekilde zikretmiştir Bu rivayet çın ayrıca bkz Fakıhı,Ahbâru Mekke,II, 33 Ce-nedî kelimesi metinde Cenevî şeklinde yanlış geçmiştir (bkz Alâmü'n-nübelâ, XIV, 257).

[421] Metinde yanlış olarak Haram b   Hışam şeklinde geçmiştir (bkz   Ibn Sa'd, V, 496).

[422] el-Isâbe, I, 30.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/184-185.

[423] Bu zat (o 413/1022) için bkz GAL, I, 201-202, SuppL, I, 322-323.

[424] el-Isâbe, III, 199.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/185.

[425] Müslim, Eşrıbe 89,Müsned,III, 247 (BuradaNebîzzıkredılmemıştır) Bubaşlıkta verilen bilgi metinde altı çizilmediğinden Kettânı'ye ait gibi görülüyorsa da, Hu-zâı'ye aittir (bkz Tahrîcü'd-delâlât, s 153)

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/185.

[426] İbn Sa'd, VI, 158-259.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/186.

[427] Buhari, Cihâd 66. Bu bölümün başlığında geçen savaş (gazu)   kelimesi meti düşmüştür (bkz. İhsan Abbas, s. 153).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/186.

[428] Metinde yanlış olarak yalnız Umeyr şeklinde geçer.

[429] Bu isim Üsdül-ğâbe'de Ümnıu Suleym, el-İsâbe'de ise ÜmmüMuslim diye geç­mekledir. Bunlardan ilkiEnesb Mâlik'in annesi, diğer ise Hz. Saiıyye'nin hizmet-çisidîr(bkz. Usd, VII, 345,394) Ummü Halime diye bir isme her iki eserde de rast­lanmamıştır.

[430] Üsdül-ğâbe,V, 172; el-İsâbe,IV, 417.

[431] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/186-187.

[432] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 340.

[433] eI-İsâbe,IV, 78.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/187.

[434] Ebû Omer Ibn Abdilber,eI-İstiâb,IV, 129; Tehzibü't-Tehzîb, XII, 158.Bu her iki eserde de, Ebû Ubeyd'in biyografisinde, Kettâni'nin müteakiben verdiği etle ilgili teferruat zikredilmemiştir.

[435] bkz. Müsned, VI, 8,392; Üsdül-gâbe, VI, 204. Ebû Ubeyd, Resulullah (sav) için et pişirmişti, kendisinden ıkı defa kol istedi o da verdi. Uçuncu defa isteyince, arala­rında yukarıda anılan konuşma geçti.

[436] Tirmizi, eş-Şemâil, Amman 1405/1985, s. 96-97 (hadis nr. 143).

[437] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/187.

[438] Ebû Davud, Et'ime 17.

[439] İbn Mâce, Eşribe 27.

[440] Kadehler için ayrıca bkz. Hafâci, Nesîmu'r-riyâz, I, 362.

[441] bkz. İbn Sa'd, I, 485.

[442] Ebû Davud, Taharet 13; Nesâi, Taharet 27.

[443] Üsdül-ğâbe, VII, 27. Rukaykakelimesİmetinde yanlış olarakRukiyye şeklinde geçer.

[444] Bu başlık altında verilen bu bilgiler için bkz. Behcetü'l-meh.âfîl, II, 172-173. Me tinde hata ve düşüklük mevcut olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/188.

[445] Ebû Davud, Taharet 13;Usdü1-ğâbe,37, 303.

[446] bkz. Hafâci, I, 363.

[447] İbn Hacer, Tabsîrü'l-müntebih, I, 449.

[448] el-İsâbe, FV, 240 (Ümeyme bint Rukayka'nm biyografisinde).

[449] Aynı bilgi için bkz. Tehzîbü't-Tehzîb, XII, 411.

[450] Ebu Davud'un Sünen'iııe yaptığı şerhtir (GAS, I, 151).

[451] Mîzânü'I-i'tidâl, I, 587.

[452] Müdellis, rivayelindeki kusuru gizleyip kusur bulunmadığını vehmettirecek bîr tarzda rivayette bulunan ravidir (bkz. Aydınlı, s. 106, 152).

[453] "An" sİgasıyla rivayet edilen, senedinde "an" edâsigası kullanılan hadis demektir; sened ve metnin durumuna göre sahih, hasen ve zayıf olabilir (bkz. Aydınlı, s. 103).

[454] Ebû Davud, Taharet 13.

[455] el-İstîâb, IV, 240 (Ümeyme bint Neccâr'ın biyografisinde).

[456] Ruayni için bkz. A'lâmü'n-nübelâ, XXIII, 22-24.

[457] Hadisi "haddesena" edâ sigası ile, senedle rivayet (Aydınlı, s. 129, 147).

[458] Mîzânül-i'tidâl, I, 587.

[459] Hafâci, NesîmüY-riyâz, I, 363.

[460] İbnü:l-Hâc,el-Mediıal,I, 235-236. Metinde düşüklük mevcut olup aslıyla karşılaş tınlmahdır.

[461] Ebû Râs Muhammed b.Ahmedel-MuaskerHö. 1239/1824).bkz.Fİhrisü'l-fehâris I, 150-152;GAS.,II, 654-655; Suppl.,H, 880.

[462] Nadr b. Şumeyl (ö. 203/8 Î9), tanınmış tarih, hadis ve dil alimi olup halife Me'mun'un Merv kadısı idi (Alâmü'n-nübelâ, IX, 328-332; Zinkli, VIII, 357).

[463] Me'mun, Hüseyin'den rivayet ettiği hadiste geçen kelimeyi "sedâd" şeklinde okur, Nadr da Avf b. Ebî Cemîle'den naklettiği aynı hadisteki kelimeyi "sıdâd"  diye okuyunca Me'mun yerinden doğrulup oturur (bk Kıfli, inbâhu'r-ruvât, Kahire 1406/1986, s. 350).

[464] Gıdâul-elbâb şerhu Manzûmetil-âdâb{Serkis, I, 1028,SuppL, I, 459).

[465] ibn Muflih, el-Adâbu'ş-şer'iyye, III, 228-229 Metinde "kubrâ" kelimesi yanlış olarak, "kebîr" şeklinde geçmiştir Ibnu'l-Cevzî'nİn işaret edilen sozu de birine karşı ayağa kalkıp kalkmamakla ilgili olup onun bu konudaki yorumu kastedilmiştir.

[466] Ibn Hacerel-Heytemî,el-Feteva1-kübra1-fı hiyye,Kdhırel 357,IV, 117 Buese-rın cıld numarası metinde yanlış olarak uç diye verilmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/188-192.

[467] Kettânı bu konuda daha önce de (I, 66) bilgi vermişti.

[468] el-İsabe, II, 541.

[469] Üsdü'1-ğâbe, III, 556.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/192-193.

[470] Muvatta, Hac, 47, Hadis metninde bazı kelimeler farklı yazılmış olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.

[471] bk. Ebû Davud, Hac 18; Tinnizi, Hac 71; îbn Mâce, Hac 101.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/193.

[472] Bu rivayet ıçm bk es-Sîretü'ş-Şâmiyye, V, 367, Üsdül»ğâbe,II, 534-535, III, 578-579 (Osman ve Şeybe'nmbıyoğrafılen);el-Mekâsidül-lıasene,s 198 Metmdeha­ta ve eksiklik mevcut oiup aslına (I Abbas, s 159) bakılmalıdır.

[473] Bu ifade aslında Huzâfnm metninde geçmektedir.Muhtemelen Kettâm'nın gorduğu nüshada mevcut olmadığından veya sehven ayrıca zikredilmiştir.

[474] Muhıbbudm et-Taberî, el-Kirâ li-kâsidî Ümmil-kurâ, Kahire 1390/1970, s 504.

[475] el-Kirâ, s 506, Fâsî, Şifâül-ğarâm, I, 211 (Taben'den naklen).

[476] Şerhm adı Netâicül-fiker fî keşfi esrâril-Muhtasar' dır (I-IV, Bulak 1303, 1310) bkz  Serkıs, 1,966, GAL, II, 103.

[477] Ebû Abdullah Muhammed b. Muhammed el-Hattâb (ö. 953/1546). Şerhin adı da Mevâhibül-Celîl fi şerhi Muhtasari Halil'dir (GAL, II, 102; Ziriklî, VII, 286).

[478] Hasan b.Muhammed b. Es'adel-Cewânî(o. 588/1192).bkz. Mu'cemül-bûldân, II, 175;Keşfuz züııûn,I,620; Kehhâle, III, 275. Cevvâni nisbesi metinde yanlış olarak Harrâni şeklinde geçer.

[479] Kadı Iyâz'm et-Tenbihâtül-müstanbete alel-Müdevvene (GAS, I, 465, 467) adlı eseridir.

[480] el-Müdevvene, II, 92.

[481] Subhul-a'şâ, IV, 265. İbrahim Rafet Paşa 996 (1588) yılında bu görevi yürüten Abdülvahid eş-Şeybîyi zikreder(Mîr'âtül-Haremeyn, 1,299), Eyüp SabriPaşa da aynı adlı eserinde Şeybî Efendi'den sözetmektedir (Mir'âtül-Haremeyn, (Mekke) 1/2, 969).

[482] Fâkihi, Âhbâru Mekke, V, 235. Ayrıca bkz. Ezraki, Ahtaâru Mekke, I, 265-268; Kenziil-ummâl,XIV, 107 v.d.

[483] age,XIV, 107-108. Sâib b. Yezid yerine Sâib b. Habbâb geçmektedir.

[484] Bu rivayet için bkz. Ebû Davud, Üiyât 26; İbnMâce, Diyât 5; İbn Hişam, II, 412;lbı Kesir, III, 570. Son iki kaynakta Hz. Peygamber'in Osman b. Talh a'ya anahtarı ver mesi de zikredilmiştir. Şeybe b. Osman'ın Hicâbe görevi çerçevesinde Kabe'de: yüksek ev yapılmasına engel olduğu, yapılanları da yıktırdığı kaydedilir (bk. Fâk hi, I, 338-339).

[485] Sidâne ile ilgili geniş bilgi için bk. Fâsi, Şifabul-ğarâm, 1,209-212; İbrahim Raft Paşa.Mira'tül-Haremeyn, I, 276-277,298-300; Eyüp SabriPaşaMir'atü'1-Harmeyn(Mekke), 1/2, 884-885, 969.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/194-196.

[486] bkz. Kenzül-ummâLV, 203-204 (nr 12609), XIV, 123 (nr 38119) vd.Bu konuda gem% bilgi için bkz Fâsı,age, 1,416, ibrahim Rafet Paşa,age,I,259, Eyüp Sabrı Paşa, age,I/2, 974 v.d.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/197.

[487] bkz Müened, II, 320-321, Ebû Davud, Menâsık 57, Ibn Mâce, Menâsık 84.

[488] Cemâat ıfade&ıyleKutub-ı Sıtte müellifleri kastedilir BunabazanAhmedb Han-bel de ilave edilir (bkz Aydınlı, s 43).

[489] bkz Ebû Davud, Menâsık 57.

[490] Muhibbuddin et-Taberî (ö. 694/1294), Safvetül-kirâ fî sıfati hiccetil-Mustafa ve tavâfuhu bi-Ümmi'I-kurâ. (bkz.GAL, I, 445, Suppl., I, 615; el-Kirâ, s. 23 —naşir mukaddimesi—).

[491] İbn Kayyim, Zâdül-meâd, II, 101 vd.

[492] İbn Kesîr, Sîre, IV, 211-427.

[493] el-Bidâye ve'n-nihâye, V, 109-214.

[494] Muhâdarâtül-ebrâr ve müsâmerâtül-ahyâr, s. 18-24.

[495] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/197-198.