Allah Resulü Zamanında Kub'ânı
Ezberleyenler
Kendilerinden Kırat Vecihleri
Nakledilen Sahabiler
Allah Resulü Zamanında Halka Yazı
Yazmayı Öğretenler
Kurrânın Konaklaması İçin Ev
Edinme Ve Bundan Medrese Yapımına Dair Hüküm Çıkarılması
Allah Resulü Zamanında Fetva
Verenler
Allah Resulü İle Ashab Arasında,
Kendisine Birşey Sormak İstediklerinde Aracılık Yapanlar
Allah Resulü Zamanında Rüya
Tabiri Yapanlar
Resulullah’ın Hac İçin Emîr Tayin
Etmesi
Allah Resulü’nün Veda Haccında
Hayvan Üzerinde Hitabede Bulunması
Allah Resulü’nün Hz. Ali'yi Kendi
Sözlerini Aktarmakla Görevlendirmesi
Devlet Başkanının Kavmini
Biraraya Toplaması Îçin Ashaptan Önde Gelen Birini Görevlendirmesi
Allah Resulü’nün Kendi Adına
Berâe Sûresinin İlk Âyetlerini Tebliğ Etmek Üzere Hz. Aliyi Göndermesi
Ramazan Namazında (Teravih) İmam
Mescîdlerin Namazlarında “Cami
Mescid”in (Merkez Cami) Müezzinine Uymaları
Neyin Üzerinde Ezan Okudukları
Allah Resulü Mübarek Evine Girmek
İstediği Zaman Önünde Yürüyerek Asasını Taşıyan Kimse
Allah Resulü Zamanında Medine'de
Mum Yakılıp Yakılmadığı
Buhurcu (Güzel Koku Tütsüleyen)
Mescidi Süpüren, Toprak, Pislik
Ve Çöpleri Mescidden Atan
Halkı Cemaatle Namaz Kılamaya
Yönlendiren Ve Cemaati Terkettiklerinde Onlara Sert Davranan
Namaz Kılanların Önüne Geçip
Safları Düzenleyen Ve Buna Uymayanlara Vuran
Mescidde İnsanları Bağırıp
Çağırma Ve Münakaşadan Meneden
Abdest Ve Temizlik Suyu Görevlisi
Allah Resulümün Bu Hizmetiyle
Görevli Olanlar
Allah Resulü'nün Isıtılmış Su
Kullanıp Kullanmadığı Ve Hamama Gidip Gitmediği
Allah Resulipnün Cam Kabdan
Abdest Alması
Allah Resulütntün Tunç Vesaireden
Yapılmış Leğende Abdest Alması
Allah Resulümün Kürsü (İskemle)
Edinmesi
Allah Resulü’nün Kursu Üzerine
Oturması
Seferde Allah Resulü'nün Yanında
Götürülen Su Tulumları Ve Onları Doldurmaya Kimin Gittiği
Allah Resulü'nün Müslüman Sâkısı
Allah Resulü'nün Yahudi Sakisi
Yeşil Kaplarda Nebiz Yapılması
Allah Resulü’nün, Suyundan Bir
Kıl Çıkaran Kimseye Dua Etmesi
Yemek Sırasında Allah Resulü’ne
Hizmet Eden Hizmetçi
Allah Resulü Zamanında Su İçen
Kimseye Afiyet Dilenmediği
Kâbe Hicabe Görevlisi (Buna Imâre
Ve Sidâne De Denir)
Derim: Burada, el-Fevâid'de
de belirtildiği gibi, şer’i görevlerle ilgili genel bir kural vardır. Her soylu
ve aşağı kişi, din ve ilim sahibi olduğunda dinî görevlere atanması uygundur;
fasık ise, isterse Kureyşli olsun bu görevlere layık ve uygun değildir. Ancak
K u r e y ş î 1 i k ile bu vasıflar bir kimsede birleşir ve diğeri de nesep
dışında yalnız bu vasıflara sahip bulunursa, Kureyşîlik tercih sebebi olur.
Devlet başkanlığı için Kureyşîliği şart koşmayanlar, Allah Resulü'nün (sav)
Abdullah b. Revâha, Zeyd b. Harise, Üsâme b. Zeyd ve diğerlerini savaşlarda
kumandan tayin etmesini delil olarak ileri sürerler. Cumhuru fukaha ise buna
şu şekilde karşılık verir: Bu görevler devlet başkanlığı ile bir tutulamaz,
çünkü Halife 'nin Kureyşli olmayan birini kendisine naib tayin etmesi caizdir.
Tâcüddin es-Sübki de şu sözleriyle buna bilmece dizmiştir:
Ne kentten, ne obadan
insanlara hükmetmediği halde Mü'minlerin emirlerinden sayılan kimdir?
Ki ne Kureyşli idi, ne
de insanları yönetmesi caizdi o sırada, Suyûtî de cevap olarak şöyle der: O,
Resullah'ın (sav) azatlısı Zeyd'in oğlu Üsâme'dir. Allah Resulü (sav) onu
içinde Hz. Ebubekir ve Ömer'in de bulunduğu bir orduya kumandan tayin etmiş,
fakat Resulullah'ın vefatına dek gitmemişti. Sonra Hz. Ebubekir onu Şam'a gönderdi.
el-Misbâhu'l-vehhâc'a[1]
bakınız.[2]
Bu başlık altında
muhtelif fasıllar mevcuttur.[3]
Allah Resulü (sav)
Medine'de bulunduğu halde orada Kur'ân öğretenler: Ebül-Ferec İbnü'l-Cevzi
Müşkilü's-Sahîkayn' da[4] Ubâde
b. Sâmit'ten sözle, onun S u f f e ehline Kur'ân öğrettiğini söyler. S u f f e
, Mescid-i Nebevî'nin arka tarafında fakirlerin sığındığı sofa olup ehl-i suffe oraya nisbet edilir. el-İsâbe
müellifi, Furât b. Yezid b. Verdân'ın dedesi Verdân'ın biyografisini verir ve
Vâkıdi'den şu nakli zikreder: Nebî (sav) onu, geçimini sağlamak ve kendisine
Kur'ân Öğretmek üzere Ebân b. Said b. el-Asfye teslim etti.[5] İbn
Asâkir, Ebû Sa'lebe'den şu tahricde bulunur:Resulullah'la (sav) karşılaştım
ve"Ey Allah'ın Resulü, beni güzel öğreten birine gönder" dedim. O da
beni Ubeyde b. Cerrâh'a göndererek şöyle buyurdu: "Sana güzel ta'lim ve
edep verecek birine gönderdim seni." Kenzii'l-ummâl'de Ebû Salebe
el-Huşenf nin fazileti kısmına bakınız.[6]
Allah Resulü'nün
(sav.) insanlara, komşularından Kur'ân ve fıkıh öğrenmelerini emretmesi:
el-İsâbe müellifi, Ebzâ el-Huzâi'nin biyografisini vererek ondan şu tahricde
bulunur: "Allah Resulü (sav.) insanlara hitab etti ve müslümanlardan bir
topluluğu hayırla andıktan sonra şöyle buyurdu: "Bazı kavimlere ne oluyor
da komşularından (dinlerini, Kur'ân'ı) öğrenmiyor, fakıh bilgisi
almıyorlar?" İbn Hacer bu hadisi İbjıü's-Seken ve Ishak b. Râhûye'ye isnad
eder.[7] Hafız
Nuruddin el-Heysemi Mecmau'z-zevâid'-de "Bilmeyene Öğretme Babı"
altında bu hadisi uzunca vererek şöyle der: Alkame b. Sa'd b. Abdurrahman b.
Ebzâ'dan, o babası, o da babasından şuri-vayette bulundu: Allah Resulü (sav.)
bir gün hutbe okudu ve müslümanlardan bir topluluğu hayırla anarak sonra şöyle
buyurdu: "Ne oluyor o toplumlara ki komşularına (dinlerini, Kur'ân'ı)
Öğretmiyor, fıkıh bilgisi vermiyor, öğütte bulunmuyor, onlara iyiliği emredip
kötülükten alıkoymuyorlar? Ne oluyor o toplumlara ki komşularından (dinlerini)
Öğrenmiyor, fıkıh bilgisi ve oğut almıyorlar? Allah'a andolsun, ya bir toplum
komşularına (dinlerini) öğretir, fıkıh bûgısı verir, oğutte bulunur, onlara
iyiliği emredip kötülükten nehyeder, bir toplum da komşularından (dinlerim)
öğrenir, fıkıh bilgisi ve oğut alır ya da onlara dünyada cezalarını
veririm". Resulullah (sav) bunları söyledikten sonra indi ve evine girdi
Bir grup, Allah Resulu'nun (sav) bununla kimleri kasdettiğini sorunca, başka
bir grup şahabı şöyle dediler: Bununla Eş'ârılen kasdetmiş olmalıdır, onlar
dinde bilgili (fukaha) bir kavım olup bedevi ve vaha halkı cahil ve kaba
komşuları vardır Bu haber Eş'ârılere ulaşınca Resulullah'a (sav) gelerek şöyle
dediler Ey Allah'ın Resulü, bir topluluğu hayırla, bizi ise şerle anmışsınız,
nedir halımız1? Allah Resulü de şöyle buyurdu- 'Ya bir toplum komşularına
(dinlerini) öğretir, fıkıh bilgisi verir, oğutte bulunur, onlara iyiliği
emredip kötülükten alıkoyar ve bir toplum da komşularından (dinlerini) öğrenir,
fıkıh bilgisi ve oğut alır ya da onları dünyada cezalandırırım". Bunun
üzerine Eş'ânler şöyle dediler: Ey Allah'ın Resulü, başkalarına mı oğutte
bulunacağız? Resulullah (sav) sözlerini tekrarladı, onlar da "başkalarına
mı oğutte bulunacağız^" sozunu tekrarladılar Resulullah (sav) yine
aynısını söyleyince, bir yıl sure istediler, Allah Resulü de komşularına dini
bilgileri öğretmeleri ve öğütte bulunmaları için onlara bir yıl sure vererek şu
ayet-ı kerîmeyi okudu. "Israıloğullarından inkar edenler, Davud'un ve
Meryem oğlu isa'nın diliyle lanetlenmişlerdi. Bu, başkaldırmaları ve aşırı
gıtmelerındendı Onlar birbirlerini yaptıkları fenalıklardan alıkoymuyorlardı.
Yapmakta oldukları ne kotu idil" (Mâide 5/78-79). Bu hadis
Taberânîtarafındanel-Mu'ce-mül-kebîr'de rivayet edilmiş olup senedinde Bukeyr
b. Ma'ruf[8]
bulunmaktadır. Buharı onun hakkında" ırmı bıh"[9]
tabirini kullanır. Ahmed b. Hanbel bir rivayette onu zayıf,bir rivayette ise guvenilır
(sika) kabul eder.Ibn Âdîde onun hakkında "ercû ennehu lâ be'se bıh"[10]
değerlendirmesinde bulunur.[11]
Allah Resulu'nun
(sav), insanlara Kur'ân ve dini bilgiler öğretmek üzere taşraya gönderdiği kimseler
Huzâî "Dinî konularda bilgi öğreten kimse babı" ında çeşitli
fasılları ele alır,[12] Bu
fasılların ilki "Dinde bilgi sahibi olmaya teşvik" olup
bunuMuaviye'nin (ra) rivayetettiği şu hadisle açar: "Allah kime hayır
dilerse, onu dinde bilgi sahibi kılar". Bu hadis Buhari'de[13] olmakla
birlikte, Huzâî yalnız Müslim'e[14]
isnadla verir ki bu onun (Allah rahmet etsin) için bir kusurdur. Çünkü bu
konuda temel kural, bir hadis Buhari'de mevcut olunca başkasına isnad
edilmeyeceğidir. Bu bâb altında ele alınan ikinci fasıl "İnsanların dinî
konularda Resulullah'a (sav) nasıl soru sordukları", üçüncü fasıl ise
"Kadınların soru sorması"[15]
hakkındadır. Bana göre bu fasıllar istidradidirler. Huzâî daha sonra Allah
Resulü'nün (sav) dinî bilgileri öğretmek için gönderdiği kimselerin
biyografilerini verir. Onun kaydettiğine göre bunlardan biri Mus'ab b. Umeyr b.
Hâşim b. Abdimenâf olup İbn îsbak'ın Siret* inde bu hususta şu bilgi verilir:
İlk Akabe görüşmesinde Allah Resulü'ne (sav) biat eden oniki kişilik topluluk ayrılıp
dönünce Resuluüah Mus'ab'ı onlarla göndererek kendilerine Kur'ân okutmasını ve
İslâmiyet'i Öğretmesini emretti. Mus'ab'a Medine'de "mukrî" (Kur'ân
okutan) deniliyordu.[16] İbn
Kudâme el-Makdisi'nin el-îstib-sâr[17] adlı
eserinde zikrettiğine göre, Mus'ab b. Umeyr Medine'ye geldiğinde E s'ad b.
Zürâre'ye misafir oldu. Onunla birlikte Ensarın evlerini dolaşır, kendilerine
Kur'ân okumayı öğretir ve onları Allah'a (azze ve celle) itaate davet ederdi.
Mus'ab ve Es'ad vasıtasıyla, içlerinde Sa'd b. Muaz, Esed b. Hudayr ve
başkalarının da bulunduğu bir grup insan müslüman olmuştur.[18]
Nevevfnin Tehzîblnde bu Mus'ab'ın biyografisi verilirken şöyle denir: tik
Akabe görüşmesinden sonra, halka Kur'ân öğretmek ve namaz kıldırmakiçin
Medine'ye hicret eti. Resulullah (sav) onu birinci[19]
Akabe bia-tına katılan on iki kişiyle birlikte Medinelilere dinî bilgiler ve
Kur'ân okumayı öğretmek için göndermiş, o da Es'ad b. Zürare'ye misafir
olmuştu.[20] Resulüllah’ın (sav)
gönderdiği kimselerden biri de Muaz b. Cebel'dir (ra) Ebü'r-Rebî el-Kelâi'nin
el-İktifâ[21] adlı eserinde
belirttiğine göre, Allah Resulü (sav) Attâb b. Esîd'i (ra) Mekke'ye vali tayin
etti, halka dinî bilgileri ve Kur'ân okumayı Öğretmek için de Muaz b. Cebeli
Mekke'de bıraktı. İbn Sa'd bu rivayeti et-Tabakat'da Mücâhid'den tahric eder.[22]
el-İstîâb*da şu bilgi verilir: Nebî (sav), Mekke'nin fethi yılında, onu halka
Kur*ân'ı ve İslâm esaslarını öğretmek, aralarında hükmetmek üzere Yemen'in
Cened vilayetine kadı olarak gönderdi ve Yemenideki zekât memurlarından
zekâtları alma görevini de ona tevdi etti.[23] Amr
b. Hazm el-Hazrecî en-Neccârî de Resulullah'-ın (sav) gönderdiği
kimselerdendir. el-İstîâb9 da, Allah Resu-lü'nün (sav) onu, kendilerine dinî
bilgileri ve Kur*ân'ı öğretmek, zekâtlarını toplamak için Necrân'a âmil tayin
ettiği belirtilir. Bu husus, hicretin onuncu yılı Resulullah'ın Halid b.
Velid'i onlara göndermesinden sonradır. Allah Resulü (sav) Amr'a farzları,
sünnetleri, zekât ve diyetlerle ilgili hükümleri içeren bir mektup (belge) da
yazdı.[24]
Buraya öğretmenlerden
bir grubu da eklemek uygun olacaktır. Ebû Ubeyde b. Cerrah (ra) bunlardandır.
Ahmed b. HanbelMüsned'de Enes'den (ra) şu tahricde bulunur: 'Yemen elçileri
Resulullah'a (sav) geldiklerinde *bize İslâm'ı ve Sünnefi öğretecek birisini
gönder1 dediler, Resulullah da Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ın elinden tutarak 'Şu, bu
ümmetin eminidir1 buyurdu"[25]
Allah Resulü (sav) Ebû Ubeyde b.Cerrâh'ı(ra) Şam'a e m îr(kuman-dan) olarak
göndermiş ve Şam bölgesinin çoğunun fethi onun eliyle olmuştur. Râfi b. Mâlik
el-Ensârî de öğretmenlerdendi, el-tsâbe müellifi onun biyografisini vererek İbn
Ishak'tan şu bilgiyi zikreder: Yusuf Sûresini Medine'ye ilk getiren odur. Zübeyr
b. Bekkâr Ahbârül-Medîne'de,[26]
Râfı'nin Akabe'de Resulullah'a (sav) mülâki olduğu sırada Allah Resulü'nün geçmiş
on yıl boyunca kendisine nazil olmuş âyetleri ona verdiğini, Râfi'in de onları
Medine'ye getirdiğini, sonra kavmini toplayarak olduğu yerde onlara okuduğunu
rivayet eder ve Resulullah'ın (sav) onun kalb itidaline hayret ettiğini
belirtir.[27] Üseyd b. Hudayr da
öğretmenlerdendir. el-İsâbe müellifi, İbrahim b. Cabir'in biyografisini
verirken şöyle der: Allah Resulü'nün (sav) Taif i muhasara ettiği gün kendisine
gelen kölelerdendir. Resulullah (sav) onu azad etti ve Üseyd b. Hudayr'a
göndererek geçimini sağlamasını ve kendisine dinî bilgileri öğretmesini
emretti. Bu bilgiyi Vâkıdi zikreder,[28] İbn
Fethûn da ona istidrâkte bulunur.[29]
Halid b. Said b. Âs da bunlardandır.Yine el-İsâbe'de, Haris b. Kelede
es-Sekafî'nin kölelerinden Ezrak b. Ukbe es-Sekafî'nin biyografisini veren
müellif, onun da Taif kuşatmasında Resulullah'a (asv) gelen kölelerden
olduğunu, İslâmiyet'i kabul ettiğini ve Resu-lullah'ın onu azad ederek geçimini
sağlaması ve dinî bilgileri Öğretmesi için Halidb. Saidb. Âs'a teslim ettiğini
zikreder.[30] Amrb. Hazmb.Zeydel-Ensârî
de Öğretmenlerden olup el-İstibsâr fî ensâbil-ensâr'da, hicretin onuncu yılı,
onyedi yaşındayken Allah Resulü (sav) tarafından kendilerine Kur'ân ve dinî
bilgiler öğretmek, zekâtlarını toplamak üzere Necran'a vali tayin edildiği
zikredilir.[31]
Bunlar ensârdan altı
kişi olup Beyhâki onları şöyle saymaktadır: Übey b. Ka*b, Zeyd b. Sabit, Ebû
Zeyd, Muâz, Ebû'd-Derdâ ve Sa'd b. Ubâde. Ta-berânî ve Beyhaki bunu " e n
s â r " kaydıyla rivayet ederler ki bu durum, Kur'ân'ın birçokları
tarafından ezberlenmiş olduğu gerçeğiyle çelişmez. Sahîhayn'da Enes'den,
Resulullah (sav) zamanında hepsi de ensârdan olan dört kişinin Kur'ân'ı tamamen
ezberledikleri ve bunların Übey, Muâz, Ebû Zeyd ve Zeyd b. Sabit olduğu rivayet
edilir. Bu rivayeti nakleden Katâde şöyle der: Ebû Zeyd'in kim olduğunu Enes'e
sordum, amcalarından biri olduğunu söyledi.[33]
Derim: Sözü geçen Ebû Zeyd, Kays b. Seken olup künyesi Ebû Zeyd'dir. Künyesi,
adından daha çok tanınmıştır ve evladı da yoktur.[34]
Muvaffakuddin İbn Kudâme el-İstibsâr fî ensâbi'l-ensâr'da buna dikkat çeker.
Yineel-İstibsârMa Sabit b. Zeyd b. Malik el-Ensâri'nin biyografisinde müellif,
Yahya b. Main'den onun Kur'ân'ı tamamen ezberleyen Ebû Zeyd olduğu rivayetini naklederek
Ebû Zeyd'in başkası olduğu görüşünün daha isabetli olduğunu belirtir.[35] Yine
el-îstibsâr'da Hanzele b. Ebî Âmir'in biyografisinde Katâde Enes'den şu
rivayette bulunur; Evs kabilesi mensupları iftihar ederek şöyle dediler:
Meleklerin yıkadığı Hanzele b. Râhib bizdendir, an sürüsünün koruduğu Asım b.
Sabit, olumune Rahman'ın arşının titrediği Sa'd b. Muaz bizdendir! Hazreçliler
de şöyle dediler: Resulullah (sav) zamanında Kur'ân'ı okuyan dört kişi —ki
kendilerinden başkası Kur'ân'ı okumamıştı[36]— bizdendir.
Ubey b. Ka'b, Muâz b Cebel, Zeyd b. Sabit, Ebû Zeyd ve Ebû Hanzele[37]
Derim: Onların sayısını dörde hasreden kimse zihnine gelenleri kasdetmiş olup
bu da sözgelimi Hz. Ebubekir gibi Kur'ân'ı ezberleyenlerin bulunmasına aykırı
değildir. el-Fecrü's-sâti'de "Resulullah'ın (sav) ashabından kurrâ olanlar
bâbı"nda Enes'ın "dört kişiden başkası Kur'ân'ı ezberlemiş
değildi" sözü ile ilgili olarak şöyle denir: Bunda belirsizlik ve şüphe
soz konusudur. Çunku onlardan başkaları da Kur'ân'ı ezberlemişlerdi. Ebû Ubeyd
bunlardan dört halife, Talha, Sa'd, Ibn Mes'ud, Huzeyfe, Salım, Ebû Hureyre,
Abdullah b. Sâib, dört Abdullah ve başkalarını zikreder. Bu şüpheye,'mezkur
sözden maksadın Kur'ân-ı Kerîm'i nazil olduğu kıraatların bütün vecihleriyle
yalnız o dört kişinin ezberlemiş olduğu ve Enes'in (ra), vakıa aksı de olsa,
kendi bilgisi çerçevesinde bunu söylemiş bulunduğu şeklinde bir ihtimalle cevap
verilmiştir. Fethul-Bâri'de de şu bilgi verilir: Birçok hadisten anlaşıldığına
göre Hz. Ebubekir Kur'ân'ı Resulullah (sav) hayattayken hıfzetmişti.
"Topluluğa, Allah'ın kitabını en iyi okuyanları imamlık eder"[38]
hadisi sahih olup Nebî (sav) de hastalığında onu muhacir ve ensara imam
yapmıştı. Bu da Hz. Ebubekir*în onların Kur'ân'ı en iyi okuyanı olduğunu
gösterir. Efendimiz Hz. Ali de Kur'ân'ı, Allah Resulu'nun (sav) vefatından
hemen sonra nüzul sırası üzere hıfzetmişti. Bu rivayeti İbn Ebi Davud tahric etmiştir.
Fethul-Bâri'ye bakınız.[39]
Suyûtfnin Târîhu'l-hulefâ'sında Hatib'in Târîhu Bağdad'da Muhammed b. Abbâd'dan
gelen senedle şu tahricde bulunduğu zikredilir; Muhammed b. Abbâd şöyle dedi:
Halifelerden Osman b. Affan ve Me'-mun'dan başkası Kur'ân'ı ezberlememişti.[40] Derim:
Bu sınırlama, kabul edilemez. Sahih rivayetlere göre Hz. Ebubekir es-Sıddık da
Kur'ân'ı hıfzetmişti Ulemadan bir grup bunu açıkça belirtirler. Bunlardan biri
Nevevî olup bu hususu Tehzîb'de zikretmiştir.[41] Hz.
Ali de Kur'ân'ı ezberlemişti. Bir rivayette onun Allah Resulu'nun (sav)
vefatından sonra Kur'ân'ı tamamen ezberlediği varid olmuştur. er-Riyâzü*l-müstetâbe'de,[42]
Resulullah (sav) zamanında Kur'ân'ı tamamen ezberleyen şu on kişinin olduğu
belirtilir: Hz. Ali, Osman, Übey b. Ka'b, Muâz b. Cebel, Ebü'd-Derdâ, Zeydb.
Sabit, Ebû Zeyd el-Ensârî, Temim ed-Dârî, Ubâde b. Sâmit ve Ebû Eyyub. Derim:
îbn Sa'd'm Tabakât'mda (1,34) Mücemma b, Hârise'nin biyografisinde şu bilgiyi
gördüm: Kûfeliler onun Kur'ân'ı birveya iki süresi bariç Nebî (sav) zamanında
ezberlediğini rivayet ederler.[43]
el-Istabsâr'daki biyografisinde de İbn İshakşöyle der: Mücemma genç bir çocuktu,
Resulullab (sav) zamanında Kur'ân'ı ezberlemişti. Kureyş'in m e v 1 âsi olan
ve Humus'a yerleşmiş bulunan Şihâb el-Kureşfnin el-İsâbe'deki biyografisinde
İbn Mende, Abdullah b. Zuğb'dan şu rivayeti nakleder: Nebî (sav) Şihâb
el-Kureşî'ye Kur'ân'ın tümünü okutmuştu. Humus'ta halkın hepsi ondan Kur'ân okuyorlardı.[44] Ayrıca
Fethul-Bfirî, İbn Gâzfnin İrşadına,[45]
el-İt-kân'a, Şer-hul-Mevâhib*e (III, 366), Ca'berî'nin Şerhu'r-Râiyye'sine ,[46]
Şebrâmellî-si'nin el-Mevâhib haşiyesine bakınız.
Enteresan bir bilgi:
Suyûtîel-İtkân*dabukonuda uzunca bilgi verdikten sonra şöyle der: Bu konuda
konuşan biç kimsenin kendisinden söz etmediği Kur'ân'ı ezberleyen sahabi bir
kadınla ilgili malumat elde etmeyi başardım. İbn Sa'd et-Tabakât'da[47] Ümmü
Varaka binti Abdullah b. Haris el-Ensârî'den şu rivayeti tahric eder:
Resulullah (sav) onu ziyaret eder ve kendisine " ş e h i de" derdi.
Kur'ân'ı ezberlemişti. Resulullah (sav) Bedir Gazvesi'ne çıktığı sırada
kendisine gelerek "Sizinle gazveye çıkmama için verir misin? Yaralılarınızı
tedavi eder, hastalarınıza bakarım, umulur ki Allah bana şehid olmayı nasip
eder" dedi. Allah Resulü(sav)de"A/Za& sona şehadeti
hazırlamıştır" buyurdu. Resulullah (sav) ona evi halkına imamlık yapmasını
emretmişti. O da evi halkına namaz kaldırırdı, bir de müezzini vardı. Vefatına
bağlı olarak kendilerine azatlık verdiği çocuk bir kölesi ile cariyesi, Hz.
Ömer'in halifeliği zamanında onu öldürdüler. Hz. Ömer bunun üzerine
""Haydi şehideyi ziyarete gidelim" buyuran Allah Resulü (sav)
gerçeği söylemiştir," dedi.[48]
Suyûtî Cem'ul-cevâmî'de bu rivayetin benzerini zikreder ve İbn Râhûye,
el-Hilye'den[49] naklen Ebû Nuaym'a ve
Beyhaki'ye isnad ederek Ebû Davud'un[50] da
bu hadisin bir kısmını rivayet ettiğini söyler. Derim: Kim bu başlık altında
verilen bilgiler üzerinde düşünürse, zaruri olarak anlar ki ashabın hepsi
Kur'ân'ı tamamen biliyor değildi, çoğu yalnız bir kısmını biliyorlardı. Bu
hususu açıkça belirtenlerden biri de Üstad Nablûsi olup bunuŞerhu't-Tarîkati'l-
Muhammediyye'de (1,253) zikretmiştir.[51]
Fas'ta kıraat
imamlarının sonuncusu olan Şems b. Abdüsselam el-Fâsi Muhâdî*sinde[52]
Ca'beri'nin Şerhu'ş-Şâtıbiyye'sinden[53]
naklen şu bilgiyi zikreder: Kendilerinden kıraat vecîhleri naklolunan imamlar
her asırda sayılmayacak kadar çoktur. Ashabdan olanlar şunlardır:
Muhacirlerden: Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Sa'd, İbn Mesud, Ebû
Huzeyfe'nin azatlısı Salim, Ebû Hureyre, Huzeyfe, İbn Ömer, İbn Abbas, Amr b.
As ve oğlu Abdullah, Muaviye, îbn Zübeyr, Abdulah b. Sâib, Aişe, Hafsa, Ebû
Seleme. Ensardan: Übey b. Ka'b, Muaz b. Cebel, Zeydb. Sabit, Ebû'd-Derdâ, Ebû
Zeyd, Mücemma b. Harise, Enes b. Mâlik. Allah hepsinden razı olsun. Bu
bilgileri müellifin kendi el yazısından naklettim.[54]
İbn Abdilber
el-İstîâb' da (Hind baskısı, s. 393) Abdullah b. Said el-Âsî'yi anarak şöyle
den Resulullah (sav) ona Medine'de halka yazı yazmayı öğretmesini emretti. O
güzel yazı yazardı.[55] Ebû Davud'un
Sünera' inde Ubade b. Sâmit'ten şu rivayet nakledilir: Suffe ehlinden
bazılarına Kur'ân ve yazı yazmayı öğrettim.[56]
el-İstîâb'dan naklen zikredilen bilginin aynısı el-Isâbe’de[57]
Hakem b. Said b. Âsi b. Ümeyye'nin biyografisinde Zübeyr'inNe-sebu Kureyş'inden
naklen verilmektedir.[58]
Süheyl!
er-Ravdü'I-ünüf te (II, 92) Bedir Gazvesi'nden söz ederken şöyle der: Bedir
savaşı esirlerinden yazı yazanlar vardı. O sırada ensardan güzel yazı yazan hiç
kimse yoktu. Esirlerden hiç malı olmayanların on çocuğa yazı yazmayı öğretmesi
karşılığında serbest bırakılmaları kabul edildi. Zeyd b. Sabit de ensar
çocuklarından bir grup içinde o sırada yazı yazmayı öğrendi.[59]
Elâül-Vefa Nasr el-Hûrînî el-Mısrî, el-Metâliu'n-Nasriyye fi*l»usûlil-hattiyye[60] adlı
eserde şöyle der: Arap yazısını bilenlerin sayısı Medine'de ancak Hicret-i
Nebeviyye'den bir yıl sonra çoğalmaya başladı. Söyle ki, hicretin ikinci
yılında Bedir savaşında ensar Kureyş asilzadeleri ve diğerlerinden yetmiş
kişiyi esir aldıklarında, her esir başına mal olarak bir kurtuluş fidyesi
koydular, mal ile kurtuluş fidyesini ödemekten aciz olanlara ise Medine
çocuklarına yazı yazmayı öğretmelerini şart koştular. Bu durumda olanlar ancak
çocuklara yazıyı öğrettikten sonra serbest bırakılıyorlardı. Böylece
Medineliler arasında yazı yazanların sayısı çoğaldı ve Resulullah'ın (sav)
sağlığında ve vefatından sonra müslümanların fethettiği bütün yörelerde yazı
yayılmaya başladı. Öyle ki Allah Resulü'nün (sav) katiplerinin sayısı kırk
ikiye ulaşmıştı.
Mâverdi Edebü'd-dünyâ
ve'd-dîn adlı eserinde İbn Kutaybe'den naklen şu bilgiyi zikreder: Araplar
yazıya büyük önem veriyor ve onu en faydalı şeylerden sayıyorlardı. Bu hususta
İkrime (ra) şöyle der: Bedir'de esirlerin hürriyetlerine kavuşabilmeleri için
vermeleri gereken fidye miktarı dört bin dirheme kadar varıyordu. Öyle ki kişi,
Araplar nazarında yazının sahibolduğu büyük değer ve faydasının görülmesi
sebebiyle, birisine yazı öğretmek karşılığında serbest bırakılıyordu. Allah
Teâla elçisine hitaben şöyle buyurdu: "Oku, kalemle (yazmayı) öğreten
Rabbin en büyük kerem sahibidir" (Alâk 96/3-4). Allah Teâla burada
kendisini "kerem'le vasıflandırdığı gibi, "kalemle (yazmayı)
öğretti" diye de tavsif etmiş ve bunu büyük nimetlerinden, yüce
âyetlerinden saymıştır. Öyle ki Kur'ân-ı Kerîm'de kaleme ve kalemle yazılan
yazıya and içerek şöyle buyurmuştur: "Nün, kalem ve onunla yazılanlara
andolsun ki" (Kalem 68/1-2). İbn Abbas'dan "Eğer doğru sözlü iseniz,
size indirilmiş bir kitap veya intikal etmiş bir bilgi kalıntısı varsa bana
getirin" (Ahkâf 46/4) âyetinde "yazı"nın kastedildiği yorumu
rivayet edilir. Mücâhid'den de "Allah hikmeti dilediğine verir" (Bakara
2/269) ve "Kime hikmet verilmişse ona çok hayır verilmiştir.'' (Bakara
2/269) âyetlerinde söz konusu edilenin "yazı" olduğu yorumu rivayet
edilmiştir. Mâverdi'den nakledilen bu bilgi takdim ve tehirle verilmiştir.[61] Bazıları
bu bilginin, İbn Haldun'a ait Arapların yazı bilmediklerine dair görüşü
geçersiz kıldığını belirtirler. İkrime (ra) görerek konuşmuştur, İbn Haldun ise
söylediklerini tahminle söylemiştir.[62]
Kadın Öğretmen:
el-İstîâb ve el-tsâbe' de şu bilgi verilir: Allah Resulü (sav), Şifâ Ümmü
Süleyman b. Ebî
Hasme'ye "Hafsa'ya
yazı yazmayı öğrettiğin gibi nemle[63]
efsununu da öğref buyurdu.[64] Bu
hadisi Şifâ'dan rivayetle Ebû Davud'da tahric etmiştir. Şifâ (ra) şöyle dedi:
Hafsa'nın yanında bulunduğum sırada Nebî (sav) geldi ve bana "Şuna yazı
yazmayı öğrettiğin gibi nemle efsununu da öğretmez misin?" buyurdu.[65]
Hattâbi Meâ~ limü's-sünen' de, bu hadiste kadınlara yazı öğretmenin mekruh
olmadığına delil bulunduğunu belirtir.[66]
Ulemadan bazılar Hattâbi'nin bu sözünü naklederek onaylamışlardır. Bunlardan
biri İbn Tarhan olup bu hususu el-Ahkâmü'n-Nebeviyye adlı eserinde zikreder.
Aynı görüşü Erdebili el-Mesâbih'in şerhi el-Ezhâr'da,[67] İbn
Kayyim de el-Hedy’de[68]
belirttikleri gibi bunlardan başka alimler de zikretmişlerdir.Nûru'n-nibrâs'da
müellif kendi zamanında vukubulan bir olaydan bahisle şöyle der: Bir fıkıh
alimine, kadınların yazı öğrenmelerinin caiz olup olmadığı sorulduğunda,
onlara yazı öğretmenin caiz olmadığı şeklinde cevap vermiştir. Müellif Hafız
Burhânuddin el-Halebi devamla, o fetva veren alimin Ebû Davud'un Sünen'inde
"Kitâbu't-Tıb* da" geçen bu hadisten habersiz olduğunu, Ebû Davud'un
hadis hakkında bir görüş belirtmediğini ve dolayısıyla hadisin ona göre
"sâlih" (sahih, hasen) sayıldığını belirterek Şifâ'mn bu hadisini
zikreder.
İmâm Mecdüddin İbn
Teymiyye el-Münteke[69] adlı
eserinde bu başlık altında zikredilen Şifâ hadisinin ardından şöyle der: Bu
hadis, kadınların yazı yazmayı öğrenmelerinin caiz olduğuna delildir.
el-Müntekâ'yı şerhe-den Şevkâni deNeylül-evtâVda şöyle der: "Kadınlara
yazıyı öğretmeyin, odalarda (erkeklerin ilim meclislerinde) bulundurmayın,
kendilerine Nûr suresini öğretin" hadisindeki kadınlara yazı öğretilmesi
yasağı, kendilerine yazı öğretmede fitne korkusu bulunan kadınlara hamledilir.[70]
Şihâbüddin İbn Hacer el-Heytemî eş-Şâfîî el-Mısrfnin el-Fetevâl-hadîsiyye adlı
eserinde, kendisine şu sorunun sorulduğu zikredilir: Kadınlara yazı yazmayı
öğretmenin hükmü nedir? Vâhidi'nin Vasît'inde,[71] Nûr
sûresinin ele alındığı yerin baş tarafında kadınlara yazı öğretmenin müstehab
olmadığına dair bilgi mevcut olup bu bilgi sahih midir, zayıf mıdır? İbn Hacer
bu soruya şu cevabı verir: Bu bilgi sahihtir. Hakim —ki hadisin sahih olduğunu
da belirtir[72]— ve Beyhâki Hz. Aişe'den
(ra) merfu olarak şu rivayeti naklederler: "Kadınları odalarda
bulundurmayın^ onlara yazıyı öğretmeyin, yün eğirmeyi ve Nûr
sûresiniöğretin". Çünkü bu sûrede kendileriyle ilgili olup bilinmesi ve
bellenmesi halinde onları her türlü fitne ve şüpheden koruyacağı bunlar
üzerinde düşünen herkesçe anlaşılan birçok hüküm vardır. Hakim et-Tirmizî de
îbn Mes'ud'dan merfu olarak şu tahricde bulunur: "Lokman, katipler içinde
bir genç kız gördü ve şöyle dedi: Bu kılıç kimin için cilalanıyor?[73] Yani
kendisiyle kesmek için. Böylece bu sözde, kadınlara yazı öğretmekten nehyin
sebebine de işaret vardır, O da kadının yazı öğrendiğinde bunu fasid
(gaynmeşru) maksatlar için kullanacağıdır. İbn Hacer el-Heytemi devamla şöyle
der: Kadınlara yazı öğretmekten nehy, onlara Kur'ân'ı, ilimleri ve âdabı
öğretme talebine aykırı değildir. Çünkü bu hususlar, yazının aksine,
kendilerinden zarar (mefasid) doğmasından korkulmayacak umumî maslahatlardır.
İbn Hacer daha sonra bu başlık altında verilen ve "Hafsa'ya yazıyı
öğrettiğin gibi nemle efsununu da öğret" ifadesinin geçtiği, Ebû Davud'un
Şifa*dan (ra) tahric ettiği hadisi anarak şöyle der: Eğer bu hadisin kadınlara
yazı öğretmeye delalet ettiğini söylersen, ben de şöyle derim: Bu hadiste
kadınlara yazı yazmayı Öğretmenin cevazına delil mevcut olup onlara yazıyı
öğretme talebine delalet yoktur. Onlara yazı öğretmenin caiz olduğunu ben de
kabul ediyorum. Bu konudaki nehiy, yazı öğrenme sonucu ortaya çıkacak
mefsedetten sakındırmak gayesine matuftur.[74]
Hafız Suyûti, Şifâ
(ra) hadisini Ebû Ubeyd'in el-Garîb'de[75]
Ebubekir b. Süleyman b. Ebî Hasme'den rivayetle verdiğini kaydederek
el-Câmiu's-sagîr'de "Hafsa'ya nemle efsunu Öğret", lafzıyla zikreder.[76]
Münâvi el-Câ-miu's-sağîr'e yaptığı büyük şerh Feyzül-Kadîr'de şöyle der: N e m
1 e efsunu, el-Fâik[77] ve
başka eserlerde geçtiği üzere şudur: "Gelin süslenir, kına yakar, sürme
sürer; erkeğe karşı gelenekten başka herşeyi yapar". Nem-1 e 'nin vücudun
yan tarafında çıkan yaralar(çıban,sivilce)olduğu ve efsunlanınca yok oldukları
da söylenmiştir. Parlak zekalı bazı Mağribli alimler bu son görüşün,
Resulullah'ın (sav) yasakladığı hurafelerden olduğunu, kendisinin bunu emretmiş
olamayacağım ileri sürerek reddederler. Allah Resulü (sav) bununla ancak ilk
anlamı kasdetmiş ve "Peygamber, eşlerinden birine gizli bir söz
söylemişti... (Tahrîm: 66/3) âyetinde belirtildiği üzere, kendisine emanet
ettiği sırrı açığa vurup yaymasından dolayı Hz. Haf-sa'yı (ra) tedip etmek
istemiştir.[78] en-Nihâye'de de şu bilgi
verilir: Denildi ki bu efsun Resulullah'ın (sav) yaşlı bir kadına "Yaşlı
kadınlar cennete giremez" demesinde olduğu gibi bilmece ve latife
maksadıyla söylenen bir sözdür. Şöyle ki nemle efsunu, kadınların yaptığı ve
duyan kimsenin ne fayda ne zarar vermeyen bir söz olarak bildiği şeydir.[79] Şeyh
Muhammed Tahir el-Fettenfnin Mecmau bihâıil-envâr[80] adlı
eserinde şöyle denir: İkinci mananın kastedilmiş olması halinde, yazıyı red ve
efsunu teşvik ihtimali de söz konusudur. Yani "Kendisi zararlı olan yazıyı
ona öğrettiğin gibi, kendisine faydalı olacak kocasına karşı gelmekten
sakınması hususunu öğretmeli değil miydin?" demektir.[81]
Subhu'l-a'şâ'da
miıe\\iî,"Sıfatü'l'küttâb ve âdâbuhum" (Katiplerin özellikleri ve
uymaları gereken kurallar) bahsinde, erkek olmanın katiplerde mutlaka
bulunması gereken sıfatlardan olduğunu belirttikten sonra Hz. Ömer'in (ra)
kadınlar hakkında şöyle dediğini zikreder: "Onları yazıdan uzak tutun,
odalarda bulundurmayın kadınlara karşı "hayır" sözünden yardım
isteyin, çünkü "evet", istekte bulunma konusunda onlarda alışkanlık
meydana getirir". Hz, Ali (ra) de bir kadına yazı yazmayı öğreten bir adama
rastladı ve ona "şerre şerri ekleme" dedi. Bir bilge, yazı yazmayı
öğrenen bir kadın görünce şöyle dedi: "Engereğe zehir içiriyor!*, aferin
Bessâmi'ye ki şöyle der:
Kadınlara ne yazıdan,
çalışmaktan, hitabetten
Bu bize aittir,
onlaraysa bizimle cünüp olmak için gecelemek düşer.[82]
Kalkaşandi sonra şöyle
der; Eğer, kadınlardan bir topluluğun yazı yazmakta oldukları ve Seleften bunu
olumsuz karşılayan hiçbir kimsenin görülmediği, Ebû Cafer en-Nahhâs'ın Hasan'a
ulaşan bir senedle "Hz. Aişe (ra) kendi yazışmalarında, besmeleden sonra
"Allah'ın sevgilisinin sevgilisi M ü b e r r e e[83]
Aişe'den" diye yazardı" rivayetini naklettiği söylenecek olursa buna
şu cevap verilir: Hz. Aişe hadisinde, onun bizzat kendisinin yazdığı hususu
sarih değildir. Muhtemelen, yazan kimseye emrederek bu şekilde yazdırmış veya o
söylemeden katibin kendisi yazmıştır. Hem bu husus Hz. Aişe'den sabit olsa
bile, başka kadınlar ona mukayese edilemez. Onun dışındaki kadınlar nazarı
itibara alınmaz.[84] Bedrüddin
ed-Demâmî-ni'nin[85] Sahîh-i Buhâri'ye yaptığı
haşiyede "Kişinin cariye ve hanımına dinin hükümlerini Öğretmesi
babı" nda geçen "Üç kişi vardır ki kendilerine iki sevap vardır:...
ve bir adam ki yanında bir cariyesi olur, onunla cima eder, kendisine iyi bir
öğretim ve güzel bir terbiye verir"[86]
hadisiyle ilgili olarak Îbnül-Müneyyîr'in şu sözü nakledilir: Bu hadis, cariyelerin
öğretimine bile teşvik ediyor, nerede kaldı hür kadınlar ve akrabaların
öğretimi. Buharı, sözü geçen başlığın ardından "Devlet başkanının
kadınlara öğüt vermesi ve onları ta'limi babı" başlığım vererek orada İbn
Abbas'ın şu sözünü zikreder: 'Allah Resulü (sav) dışarı çıktı, yanında da Bilâl
vardı. Erkeklere anlattığında kadınlara sesini duyuramadığını düşünerek
kadınlara öğütte bulundu.'"[87]
Demâmîni bu hadisin, fitneden salim olmak şartıyla
kadınların hayır
meclisleri ve toplantılarına gelmeleri konusunda dayanak olduğunu söyler.[88]
el-Fecrü's-sâti'de[89]
müellif, bu başlıkla ilgili olarak "yani bu hususun talep edilmesi"
der ve nasıl ki kişiden aile efradının öğretimi isteniyorsa, devlet başkanı
veya naibinden de kadınlara öğretimde bulunmasının isteneceğine dikkati çeker.
Buhari bu iki başlıktan sonra da "Kadınlara ilim için müstakil bir gün
ayrılır mı babı" başlığına yer verir.[90]
el-Fecrü's-sâti müellifi bu başlıkla ilgili olarak şöyle der: Yani, ilim
öğretilmesi için. Burada sorunun cevabı mahzuf olup, takdiri "evet, onlar
için bir gün ayrılır" şeklindedir. Arif en-Nablusi de
Şerhu't-Tarîkatil-Muhammediyye'de şöyle der: Kadının ilim öğrenim ve
Öğretimine, dileyenlerin eğitimine katılması, kınanan teşebbühten (erkeklere
benzeme) sayılmaz. Hz. Aişe (ra) ilimleri yorumlar ve erkeklere anlaşılması zor
meseleler yöneltirdi. Sahabeden bazılarının birçok hadiste hatalarını
düzeltmiş olup Hz. Ömer, İbn Ömer, Ebü Hureyre, İbn Abbas, Osman b. Affan, Ali
b. EbîTalib, İbn Zübeyr, Zeyd, Ebu'd-Derdâ, Ebû Said, Berâ, Fatıma binti Kays
ve diğerleri bunlardandır. Bu konuda ulemadan birçoğu eser kaleme almıştır. Bu
alimlerin somıncusu Suyûti olup eserinin adı da el-İsâbe fîma'stedrekethu Âişe
ala's-sahâbe'dir.[91]
Urve, helâl ve haram, ilim, şiir ve tıp konularında Aişe'den (ra) daha
bilgilisini görmediğini söyler. Mesruk da ashabın Aişe'ye feraizle ilgili soru
sorduklarını gördüğünü belirtir. Bu iki haberi de Hâkim rivayet eder.[92]
Allah Resulü'nün (sav) diğer hanımları, Ümmü Süleym, Ümmü'd-Derdâ ve Fatıma
binti Kays gibi sahabi hanımlar ile Rabia el-Ade-viyye, Rabia eş-Şamiyye ve
Şavâne[93] gibi
sâliha ve arife kadınlar da böyleydiler. İnsanlar, erkeklerden aldıkları gibi
bunlardan da ilim, edep ve zühd öğrendiler. Nitekim bu husus onların tarih ve
hadis kitaplarında anılan hattı hareketlerinden anlaşıldığı gibi, erkeklerin
aciz kaldığı ölçüde ibadette azim ve verada titizlik gösterdikleri de
görülmüştür.[94] Bu husus özellikle
Şinkit, Tinbuktu ve Künte'1-Aceb[95]
ahalisi gibi Afrika sahrası kadınlarınm birçoğunda görülmektedir. Hatta kendi
adıyla anılan Tarikatın kurucusu meşhur Şeyh Muhtar el-Künti[96]
Halil b. Ishak'ın Muhtasardım bir tarafta erkek talebelere okutup'bitirdiği
gün, diğer tarafta da hanımı ka-dini ara okutup bitirmişti. Oğulları Allâme Ebû
Abdullah Muhammed b. Şeyh Muhtar, baba ve annesi için et-Tarîfe ve't-tâlide fî
menakibi'ş-Şeyh el-Vâlid ve'ş-Şeyha el-Vâlide[97] adlı
kalın bir ciltlik eser kaleme al-mıştır. Kadınların eğitim ve öğretimleriyle
ilgili olarak îbn Ebî Cemre'nin Sahîh-i Buhari'ye yaptığı Muhtasarca Meccâci'nin
yazdığı şerhe, İbn Müf-lih el-Han-beli'nin el-Âdâbül-kübrâ'sına,[98]
çağdaş Hindistanlı muhaddis Şeyh Muhammed Şemsül-Hak el-Allahâbâdi'nin
Ukûdül-cümân fî cevâzil-kitâ-be U'n-nisvân[99] adlı
matbu risalesine, Zerrûk'un Şerhul-Vağlî-siyye'sine,[100] Ebû
Ali İbn Rahhal'ın Şerhul-Muhtasar'ına, müteahhir Mısırlı yazarlardan Zeyneb
binti Fevvâz'ın kalın bir ciltlik ed-Dürrü'1-mensûr fî tasûr fî tabakâti
rebbâti'l-hudûr[101]
adlı kitabına bakınız.[102]
Çağdaşımız ünlü Mısırlı şair Şeyh Mustafa Sadık er-Râfii'nin sözünü burada
anmak bana ilginç geliyor:
Ey toplum,
yaratılmamış evrenin kızları (kadınlar)
Ne ders ne yazı ne kîl
ü kal için
İlimler bize, onlara
da bundan başkası
Öğretin onlara
öyleyse, nasıl serilir çamaşır
Elbise ve iğne elinde
Yazsm bütün güzel
yazıları üzerine.
Tunus'ta Hafız
Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzi'ye ait Reyyü'z-zimâ fî men kâle'ş-şi're mine'1-imâ
adıyla bir cilt kitap elime geçti. Kitabın başında şöyle diyor: "Vezir,
Allah ömrünü uzatsın, cariyelerden şiir söyleyenler üzerine uzun zamandan beri
benimle müzakerede bulunuyordu. Bana Emevî ve Abbasî devletleri zamanında
onlarla ilgili vukubulan haberleri toplamamı emretti. Emevi devletinde şair
cariyelerden ne adı,sam kalmış ne de anılan birini bulamadım. Çünkü o toplumda
ne şiirinde yumuşaklık olan hoş karşılanıyor ne de seçkin, veciz ve fasih
şiirden başkasına rıza gösteriliyordu. Bu tür şiirse ancak Haşimoğulları
(Abbasiler) devletinde yaygınlık kazandı. Ben de onlardan, kendisi hakkında
bana güzel bir haber ve uygun bir şiiri ulaşanları zikrettim. Bunu zamanları ve
şiirlerindeki dereceleri ölçüsüne göre yazdım." İnceleme sonucu
İbnü'l-Cevzi'nin kitabında şair cariyelerden otuz kadarının şiir ve
haberlerini zikrettiğini gördüm. Onlardan zikrettikleri ancak isnadı kendisine
kadar ulaşanlar olup bu da büyük bir hıfz ve tam bir vukufa delâlet etmektedir.
el-İsâbe müellifi daha Önce sözü geçen Şifâ'nın (ra) biyografisini vererek
şöyle der: Kadınların akıllı ve faziletlilerindendi. Nebî (sav) ona gelir, k a
y 1 û 1 e yi onun evinde uyurdu. Uyuması için Resulullah (sav) için bir yatak
yapmıştı ve bu yatak Mervan b. Hakem kendilerinden alıncaya dek onun
çocuklarının yanında kalmıştı. Resulullah (sav) kendisine Medine'de hakkâklar
yanındaki evini iktâ etmişti. Şifâ oğlu Süleyman'la birlikte orada oturuyordu. Hz.
Ömer de onun görüşlerine önem veriyor, kendisine saygı gösteriyordu. Onu
muhtemelen pazarda da görevlendirmişti.[103] Bu
bilginin aynısını Münzirî de Ebû Davud'un Sünenine yaptığı ihtisarda[104]
vermektedir.[105]
Ebû Ömer îbn Abdilber
el-İstiâb'da (s. 347) "Abdullah adlılar babı"n-da a'ma Abdullah b.
Ümmü Mektüm el-Kureşî el-Âmirî'yi zikrederek şöyle der: Resulullah'dan (sav)
önce, Mus'ab b. Umeyrle Medine'ye hicret edenlerden olduğu söylendi, Vâkidi
ise, Bediiden kısa bir süre sonra Medine'ye gittiğived ârülkurr â 'ya indiğini
(konakladığını) söyler.[106]
İbnSa'd da Tabakât'ında İbn Ümmü Mektûm'un biyografisinde, onun Bedir Savaşından
kısa bir süre sonra muhacir olarak Medine'ye gittiğini ve Mahreme b. Nevfel'in
evi olan dârülkurrâ 'ya indiğini söyler.[107]
el-Muvatta'da Ebû
Hureyre ve Zeyd b. Halid el-Cühenî'den şu rivayet nakledilir: İki kişi Allah
Resulü'ne (sav) gelerek birbirlerini dava ettiler. Onlardan biri, Resulullah'a
(sav) "İlim ehline bana haber verin, diye sordum"... dedi. Sözkonusu
olay.[108] Bu kıssa, halkın
Resulullah (sav) zamanında davalarını götürdükleri ve hükümlerine razı
olmadıkları zaman da davayı Resulullah (sav) nezdinde açtıkları (temyiz
ettikleri) kimselerin bulunduğu konusunda sarihtir. Ebül-Ferec Ibnül-Cevzi
el-Müdhiş[109] adlı eserinde,
Resulullah (sav) zamanında fetva verenlerin isimleri başlığı altında Hz.
Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali, Abdurrahman b. Avf, İbn Mesud, Muâz b. Cebel,
Huzeyfe, Zeyd b. Sabit, Ebü'd-Derdâ, Ebû Musa ve Selman'ı (Allah hepsinden razı
olsun) zikreder.[110]
İbnül-Cevzi et-Talkîh adlı ilginç kitabında da onların adlarını sayar.[111]
ki bu kitap onun en
nadir kitaplarından enteresan bir eser olup bende bir nüshası mevcuttur.
el-İsâbe müellifi Übey b. Ka'b'ın biyografisinde, Hz. Ömer'in yeni vukubulan
olaylarda onun fikrini sorduğunu, çapraşık ve güç davaları kendisine
götürdüğünü zikreder.[112]
el-İhyâ’da sahabeden on küsur zattan başkasının kendisini fetva verme makamında
görmediği belirtilir,[113]
İhya şerhinde de İbn Abbas, İbn Mesud, Ebü'd-Derdâ, Ali, Huzeyfe, Muâz, Ebû
Hureyre, Enes, Zeyd b. Sabit, Ömer b. Hattab ve Âişe (ra) gibi sahabenin adları
zikredilir. el-İhyâ*da verilen metnin aslı el-Kût'da geçmekte olup orada wne de
bunlardan başkasından hüküm ve dava nakledilmemiş tir" fazlalığı
mevcuttur.[114] İbn Sa'd et-Ta-bakât'da
şu hadisleri tahric eder: Sehl b. Ebî Hayseme'den: Nebî (sav) zamanında fetva
verenler Hz. Ömer, Ali ve Osman olmak üzere üç kişi muhacirlerden; Übey b.
Ka'b, Muâz b. Cebel ve Zeyd b. Sabit olmak üzere üç kişi ensardandı.[115] İbn
Ömer'den: Hz. Ebûbekir ve Ömer Nebî (sav) zamanında fetva veriyorlardı.[116]
Hirâş el-Eslemî'den: Abdurrahman b. Avf, Nebî (sav) zamanında fetva
verenlerdendi.[117] Fetteni'nin
Mecmau bihâril-envâr adlı eserinin hatimesinde şöyle denir: Nebî (sav) kendi
zamanında başkasının verdiği fetvayı reddetmezdi. Çünkü bu fetva O'nun kendi
öğrettiklerinden çıkarılmıştı. Bundan dolayı Resulullah (sav) zamanında
sahabeden ondört kişi fetva vermekteydi. Allah Resulü'nün (sav) huzurunda ise
Ebûbekir es-Sıddık'tan başkası fetva vermezdi.
Hafız Suyûti,
Resulullah (sav) zamanında fetva verenleri
Kalâidül-feraid,Adâbü1-fetvâveel-Hâvîadlı eserlerinde geçtiği üzere şiir
halinde şöyle zikreder:
Nebî asrında bir grup
İhlasla fetva verirdi.
Onlardan dördü hilafet
ehli ve Muaz, Übey, îbn Avf ve Sâbifdi.
Şiirde geçen
"Sabit" kelimesi "AvTa atıf olduğundan, kastedilen Zeyd b.
Sabit'tir. Sahabeden fetva verenleri şiir halinde zikredenlerden biri de Tashîhul-Minhâc
müellifi Şeyh Necmüddîn İbn Kâdi Aclun'dur.[118]
Nec-müddîn el-Gazzîel-Kevâkibü's-sâire fî ehli'l-mieti'l-âşire adlı eserinde
şöyle der: Şeyhülislam babam, Şeyhülislam Takiyüddin îbn Kâdi Aclûn'-dan,[119] o
da kardeşi Şeyhülislam Necmüddîn îbn Kâdi Aclun'dan şu şiiri nakleder:
Nebimiz zamanında
fetva verirdi
Hulefa-yı Râşidîn'le
birlikte şu imamlar:
Muâz, Ammâr ve Zeyd b.
Sabit
Übey, îbn Mesud, îbn
Avf, Huzeyfe.
Onlardandır alimleri
Ebû Musa ve Selman
Ebü'd-Derdâ da böyle,
tamamlayıcı.
Bir miras konusunda
verdi fetva razı olunan Ebûbekir
Ve kendisini onayladı
onda, ki bu bir meziyettir.[120]
Bu konuda
Şerhül-ihya'da akitabül-ilm"e bakınız. Suyûti Tedrî-bü'r-râvfde İbn
Hazm'dan şu bilgiyi nakleder: Ashaptan her konuda en çok fetva verenler yedi
kişidir: Hz. Ömer, Ali, îbn Mesud, İbn Ömer, İbn Abbas, Zeyd b. Sabit ve Âişe.
Bunlardan her birinin verdiği fetvaların kalın bir cilt oluşturacağını
belirterek onları şu yirmi kişinin takibettiğini söyler: Ebûbe-kir, Osman, Ebû
Musa, Muâz, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Ebû Hureyre, Enes, Abdullah b. Amr b. Âs,
Selman, Câbir, Ebû Said, Zübeyr, Talha, Abdurrahman b. Avf, İmran b. Husayn,
Ebû Bekre, Ubâde b. Sâmit, Muaviye, Îbnü'z-Zü-beyr ve Ümmü Seleme. Bunların her
birinin verdiği fetvaların derlenmesiyle de küçük bir cüz oluşması mümkündür.
Sahabeden son derece az sayıda fetva verenler ise yüz yirmi dolayındadır.[121]
el-İsâbe müellifi,
Sabit b. Muâz el-Ensâri'nin biyografisini vererek şöyle der: O, Enes'den
rivayet edilen zayıf senedli bir hadiste anılır. Bu hadisi Hatîb el-Mü’telif*te
Kasım b. Halife tarikiyle zikreder: Ebû Yahya et-Temîmi İsmail b. İbrahim'den,
O Mutayyen b. Halid'den ve o da Enes b. Malik'ten bize şu hadisi tahdis etti:
"Biz Resulullah'a (sav) birşey sormak istediğimizde Ali, Selman veya
Sabit b. Muâz'dan aracılık yapmalarını isterdik. Çünkü onlar Resulullah'a
(sav) karşı, kendisinin en cüretli sahabileriydiler; "Allah'ın yardımı ve
fetih geldiğinde...* (Nasr sûresi) âyetleri nazil olunca...". Ravi devamla
Hz. Ali'nin faziletine dair "münker" birhadis zikreder ki içinde şu
ifade geçer: "Ali benim kardeşim ve vezirimdir. Ehl-i beytim içinde
halifem ve kendimden sonra halef bırakacağım en hayırlı kimsedir". Hatib,
Mutayyen'in "meçhul" bir ravi olduğunu söyler. İbn Hacer de Ebû Yahya
et-Temîmi'nin "cidden zayıf[122] olduğunu
belirtir.[123]
Ali b. Said el-Havlâni
el-Kayravâni rüya tabiriyle ilgili kitabında[124]
Resulullah'ın (sav) "rüya tabirinde ümmetimin en üstünü Ebûbekir ve Esma
binti Ümeys'dir" buyurduğunu zikreder. Sahîhayn’da da şu rivayet vardın
Birisi rüyasını anlattı, Hz. Ebûbekir öne atılarak onu tabir etti ve sonra da
Resulullah'a (sav) yaptığı tabiri sordu. Allah Resulü (sav) de, bir kısmında
isabet, bir kısmında hata ettiğini söyledi.[125] Resulullah
(sav) bir defasında bir rüya görmüş ve şöyle anlatmıştı: "Gördüm ki
"hays"[126]
yemeğinden bir lokma aldım, tadından hoşlandım, fakat yutarken bir parçası
boğazıma takıldı. Ali elini soktu ve onu çıkardı." Ebûbekir (ra) şöyle
dedi: "Ey Allah'ın Resulü, bu senin seriyyelerinden bir seriyyedir. Ondan
sana hoşlandığın bir haber gelmesi yanında birde aksilik sözkonusu oluyor. Sen
de Ali'yi gönderiyorsun, durumu düzeltiyor." Gerçekten de Halid'in seriyyesi
Tehâme'ye gitmiş. Resulullah'ın hoşlanmadığı bir durum vuku bulmuş ve Ali'yi
göndermişti. İbn Badis, Resulullah'ın (sav) Hz. Ebûbekir'e rüyayı tabir
etmesini emrettiğini söyler. Zahirden anlaşılan ise Allah Resulü'nün (sav)
ondan bunu istemediği, kendisinin rüyayı tabire giriştiğidir. Bu olayda, bir
alimin yanında, kendisinden daha aşağı durumdaki birisirin de bunu
yapabileceğine cevaz vardır. Çünkü faydalı bilgilere ulaşmada yardımcı olan,
buna o alimin aracılığı, talimi ve Allah'ın onu Resulü'nün (sav) eliyle nail
ettiği bilgiyle varmıştır.
Suyûti'nin
Târîhu'l-hulefâ'sında Hz. Ebûbekir'in biyografisinde şu bilgi verilir: Sıddîk
(ra) rüya tabiri ilminde zirveydi, Nebî (sav) zamanında rüya tabir ederdi. Rüya
tabiri ilimde en önde geldiği ittifakla kabul edilen Muhammed b. Şîrîn şöyle
der: Hz. Ebûbekir, Allah Resulü'nden (sav) sonra rüya tabirinde bu ümmetin en
üstünü idi. Bu rivayeti İbn Sa'd tahric etmiştir. Deylemî, Müsnedül-firdevste
ve îbn Asakir Semüre'den şu hadisi tahric eder: Resulullah (sav)
"Ebûbekir'e rüya te'vüini öğretmekle emrolundum" buyurdu.[127] el-İsabe
müellifi Esma binti Ebûbekir'in biyografisini verirken şöyle der: Hz. Ömer ona
rüya tabirini sorardı ve kendisinden bu ve başka konularda bazı bilgiler
nakletmiştir.[128] Kas tali ân i, Sahih-i
Buhari'nin "Bâbu gasÜ'd-dem" (kanı yıkama) adlı başlığında Esma
hakkında şöyle der: O, rüya tabir etmeyi bilirdi. Hatta denir ki ibn Şîrîn rüya
tabirini Îbnül-Müseyyeb'den, Îbnü'l-Müseyyeb Esma'dan, o da babasından Öğrenmistir.[129]
Bununla ilgili rivayetin aslı Vakîdî'den naklen İbn Sa'd'ın Ta-bakât'ında
geçmektedir.[130] Hafız Hüseyin
el-Hallâl'ın Tabakâtül-muab-birîn adlı[131] bir
kitabı vardır. Kitabında tabir ilminde pay sahibi olan meşhur tabircilerden
1500 kişiyi zikrederek onları onbeş kısma ayırır: Birincisi peygamberlerden,
ikincisi sahabeden, üçüncüsü tabiinden, dördüncüsü fu-kahadan, beşincisi
"müzekkir" (vaizlerden, altıncısı müelliflerden oluşur. Keşfüzzunûn'a
bakınız. er-Risâle'de şu bilgi verilir: rüya tabiri konusunda bilgi sahibi
olmayan kimsenin rüya tabiri yapmaması gerekir. Tâdelî de yorumlama usulünü,
yani Kitab, Sünnet, Arap kelamı, şiiri ve emsalini bilmesi, fazilet, salah ve ferâset
sahibi olması halinde bir kimsenin rüya tabiri yapabileceğini söyler. Tabir
kitaplarına bakmakla, yani taklid yoluyla rüya tabir edemez. Bu caiz değildir.
Çünük rüya tabiri şahıs, zaman ve şartlara göre farklılık gösterir.[132]
Fâkihâni şöyle der: Kişinin bilmeden rüya tabir etmesi haramdır. Çünkü bu
durumda ya yalan söylemiş veya tahminde bulunmuş ölür ki Allah Teala şöyle
buyurmaktadır: "Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve
kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur" (İsrâ 17/36). Bu bilgi İbn
Naci'nin er-Risâlee yaptığı şerhten[133]
alınmıştır. Derdîr'inŞerhu Akrebil-mesâlik adlı eserinde[134] şu
bilgi verilir: İnsanların İbn Sîrîn'in tabirlerinden faydalanarak yaptıkları
gibi rüya tabiri ilmi kitaplardan öğrenilmez. Kitaptan alman bilgilerle rüya
tabir etme haram olup tabir ancak zaman ve şartları kavrama ve "mana'ları
anlama yoluyla olur. Şeyh Zerrûk'un er-Risale şerhinde[135] de
şu bilgi verilir: İmam Malik'e "rüya tabiri konusunda bilgisi olmayan
kimse rüya tabiri yapabilir mi?" diye sorulunca "nübüvvetle
(peygamberlikle) mi oynuyor?" karşılığını verdi. Cessûs[136] da
şöyle der: Evet, çünkü Nebî (sav) ruyâyı nübüvvetin cüzlerinden bir cüz
saymıştır. Ezan ve Kadir gecesi ile ilgili rüyalarda olduğu gibi Resulullah
(sav) sahabenin rüyada gördüklerinden hüküm çıkarmıştır. Kurtubi'nin işaret
ettiği ve Ubbi'nin de naklettiği üzere bütün bunlar rüyanın vahiy olmasına
dayanmaktadır. Şeyh Ebû Yahya et-Tâzi de er-Risâle şerhinde şöyle der: Ali b.
Ebî Talib el-Kayravâni ye diğerleri gibi rüya tabiri ile ilgili olarak eser
telif edenlerin zikrettikleri olaylara bakan kimsenin, rüya görenin söylediği
ile buna verilen cevabı bulacağı ileri sürülürse şöyle denir: Bu, fürû
meselelerinde mukallid gibi olup meseleye ve ona verilen cevaba bakar ki
benzetmede çoğu zaman hata eder. Bu bilginin devamı için adı geçen esere
bakınız.
Rüya tabiri ilminde
İbn Sîrîn'e nisbet edilen kitaplar, selefe isnad edilen yalanların en
çirkinlerindendir. Tabiîn ulemanın ilim dallarından ilk telifte bulundukları
dalın bu olması tasavvur edilemez. Üstelik tasnifte bulunmak bu dönemden sonra
yaygınlık kazanmıştır. Allah doğruyu en iyi bilendir. Şihâbüddin el-Mercâni
Vefiyyetül-eslâf[137]
adlı eserinde (s. 298) şöyle der: Rüya tabiri ilminde İbrahim b. Abdullah
el-Kirmâni eser kaleme aldı, sonra da İslâm uleması bu dalda çok sayıda telif
verdi. Zamanımızda bu rüya tabirlerinin çoğu İbn Sîrîn'e nisbet edilerek abu
konuda şunu zikretti" denmektedir. Bu, o kitapta anılan yorumların onun
sözü olmasındandır; aslında zikreden o kitabın müellifidir, İbn Şîrîn değildir.
Nitekim Hişâm'ın Nevâdir)inde[138] "Muhammed
zikretti", Büveyti'nin[139]
eserinde de "Şafii zikretti" denir ki bu da o kitaplarda Muhammed
veya Şafii'nin sözünün anılmasındandır, zikreden ise Hişâm veya Büveyti'dir.
İbn Kayyim'in et-Turu-ku'1-hükmiyye adlı eserinde (s. 256), selef ulemasından
telifte bulunmayı hoş karşılamayanlardan bahsederken şu ifadeler geçer: İbn
Şîrîn ve talebeleri hadisi yazmıyorlardı, nerde kaldı ki re'yi yazsınlar.[140] İbn
Sîrîn'in İbn Sa'd'ın Tabakasındaki biyografisine bakınız.[141] İbn
Şîrîn hadisleri yazmayı bile uygun görmezken nasıl olur da rüya tabiri
konusunda eser kaleme alır? Bu, te'vilcilere ihtiyaç gösteren düşten başka bir
şeye değildir, "bizse böyle düşlerin yorumunu biliyor değiliz" (Yusuf
12/44). Sonra, Müsnid Şemsüddin b. Süleyman er-Rûdâni'yi Sılatül-halef
bi-mevsûlfs-selef adlı eserinde Ayn harfinde bu eseri Kitâbu İbareti'r-rü'yâ
li-Ebîbekr Muhammed b. Şîrîn el-Muabbir başlığı altında zikrediyor gördüm. Müellif
bu kitabın iki cüzden oluştuğunu belirterek isnad zincirini şöyle zikreder:
Fahrüddin Îbnül-Buhâri Ebü'1-Feth Muhammed el-Meydâni'den, o Hibetullah b.
Muhammed b. Husayn'dan, o Ali b. Muhsin et-Tenûhi'den, o İbrahim b. Ahmed
et-Taberi'den, o Muhammed b. Musa el-Ensâri'den, o Ahmed b. Hammûye
ez-Zâhid'den, o Mahmud b. Muhammed el-Halebi'den o Muhalled b. Abdülvahid
el-Muabbir'den, o Hişâm'dan ve Hişâm da îbn Sî-rîn'den rivayet etmiştir.[142] Her
halükârda durum İbn Sîrîn'den rivayette bulunan Hişâm'ın kim olduğu ve bilinen
İbn Sîrîn'in onun tarafından Ebûbe-kir el-Muabbir diye kastedilen mi başkası mı
olduğunu bilmeye tavakkuf etmektedir. Bu hususu düşün.
Rüya tabiriyle ilgili
bu başlığa "Bâbü'l-müfti" (Müftü Babı) başlığından sonra yer
verilmiş olması, rüya tabirinin de fetva vermek türünden olmasındandır.
Nitekim Allah Teâla da Mısır Meliki ile ilgili kıssada rüya tabirini bu
şekilde ifade etmiştir: "Ey ileri gelenler! Eğer rüya tabirini biliyorsanız
bana rüyamla ilgili fetva verin (rüyamı yorumlayın)" (Yusuf 12/43). Ragıb
el-Isfahâni ez-Zerîa adlı eserinde şöyle der: Rüya ilmi, feraset ilmin-dendir.
Allah bütün semavi kitaplarda onun değerini yüce tutmuştur. Rüya nefs-i
natıkanın fiiili olup eğer rüyanın bir gerçeği olmasaydı insanda bu gücün
yaratılmasının bir faydası olmazdı. Allah Teala boş ve anlamsız şeylerden
münezzehtir. Rüya iki türlüdür. Birinci kısım, ki çoğunlukla bu tür rüyalar
görülür, karmaşık kuruntu ve düşler ile nefsin adi vesveseleri haber
vermesinden ibarettir. Bunun sebebi de nefsin bu durumda şekil kabul etmeyen
dalgalanmış su gibi olmasıdır. Diğer kısım, ki az vukubulur, sahih rüyadır. Bu
da iki kısım olup bir kısmı yoruma ihtiyaç göstermez, diğeri yoruma muhtaçtır.
Bu yüzden tabircinin, kuruntularla diğerlerini tefrik etmek, ruhanî ve cismânî
kelimeleri birbirinden ayırmak, insan grupları arasında ayırım yapabilmek için
bir maharete sahip olması gerekir. Çünkü insanlar arasında bazılarının rüyası
sahih olmaz, bazısının olur. Rüyası gerçek olabilenlerden de bazısının durumu
uykuda kendisine yüce ve önemli şeyler ilka olunmaya elverişli, bazısının
değildir. Bu yüzden Yunanlılar şöyle demişlerdir: Tabircinin, ayak takımının
değil, bilge ve kralların rüyalarını tabirle meşgul olması gerekir. Bu, onların
nübüvvet ten bir nasibe sahip olmalarındandır. Bu konunun devamı için adıgeçen
esere[143] ve İbn Haldun'un el-İber
mukaddime'sine bakınız.[144]
Namazda imamlık yapmak
Önce sultanın (devlet başkanı) hakkı olup bu konuda başkasına izin vermişse
namazı o da kıldırabilir.[145]
İbnü'l-Arabî el-Ahkam' da şöyle der: Namaz kıldırma yetkisi başlı başına bir
yetki özelliği taşıması yanında emirliğin (yöneticiliğin) de bir gereğidir. Nebî
(sav) bir emîr gönderdiğinde namazı da o kıldırırdı. Ancak yöneticiler bozulup
durumu imamlığa uygun kimseler kalmayınca, bu konudaki yetki de galebe
(egemenlik, sulta) dolayısıyla yöneticilerin elinde kaldı. Onlar da kendi
gelecekleri ve halkı yönetmedeki siyasetleri icabı, halinden razı olunan
birini namaz kıldırmakla görevlendirdiler. Emevi yöneticileri bizzat namaz
kıldırmaya kalktıklarında, fazilet sahibi kimseler onların arkasında namaz
kılmaktan çekinerek cami kapılarından çıkıp gidiyorlar ve Muhafızların
kamçılarına, camiden kaçıp çıkıncaya kadar sabrediyorlardı.[146]
Müteâhhirin ulemanın kitaplarında, imamların durması için camilerde mihrap
yaptırmanın bidat olduğu yaygın bir şekilde zikredilmektedir. Hafız Suyuti bu
konuda müsta-ki bir eser de kaleme almıştır.[147] Ebû
Davud'un Sünen'inin şerhi Avnul-Ma'bûd'da şöyle denir: Kâri'nin, mihrapların
Resulullah'dan (sav) sonra ortaya çıktığı şeklindeki sözü münakaşa götürür.
Çünkü mihrapların Allah Resulü (sav) zamanında mevcut olduğu hususu bazı rivayetlerle
sabittir. Belhaki es-Sünenü'1-kübrâ'da Vâil b. Hacer'den şu rivayeti tahric
eder: "Resulullah'ın (sav) yanında bulunuyordum, mescide girdi ve mihraba
geçti, sonra tekbir için ellerini kaldırdı...”[148]
İbnül-Hümâm da şöyle der: İmamın imtiyazının şer'an matlup ve muharrer olduğu
aşikar olup mescid-de mihrapların varlığı Resulullah (sav) devrinden beri
süregelmiştir. Bu konuda Avnul-Ma'bûd'a bakınız. Fevâidü'l-fiker'de, Mekke'nin
fethi kıssasında şu bilgi zikredilir: Abbas, Ebû Süfyan'ı kendi çadırına
götürdüğünde, sabah vakti insanların abdest almaya koştuklarını görünce Ebû
Süfyan şöyle dedi: Ey Ebül-Fadl, bu insanlara ne oluyor, birşey yapma emri mi
aldılar? Abbas da "hayır, namaz kılmağa kalktılar" diye karşılık
vererek abdest almasını istedi, o da abdest aldı. Ebû Süfyan, Allah Resulü'nün
(sav) tekbiriyle o topluluğun tekbir alışını, rükûuyla rükûa gidişlerini
görünce şöyle dedi: Bugünkü gibi gün görmedim; ne asırlık Bizans, ne Fars,
hepsi surdan burdan gelmiş şu topluluğun O'na itaati kadar kendi hükümdarlarına
itaatkâr idiler.[149]
Sahîhayn ve diğer
eserlerde zikredildiği üzere Nebî (sav) vefatıyla sonuçlanan hastalığı
sırasında Hz. Ebûbekir'e halka namaz kıldırmasını emretti, o da onlara namaz
kıldırdı.[150] Ahmed b. Muhammed b.
Ahmed el-Lahmi el-Azefi ed-Dürrü'l-munazzam[151] adlı
eserinde, İbn Habib el-Hâşimi'nin Resulullah'ın (sav) hastalığı sırasında Hz.
Ebûbekir'İn (ra) halka onyedi vakit namaz kıldırdığını söylediğini ve
Dulâ-bi'nin de bu rivayeti naklettiğini belirtir. Dârekutni, Hasan el-Basri'nin
mürsellerinden şu rivayeti zikreder: Hz. Ebûbekir Resulullah'ın (sav) vefatıyla
sonuçlanan hastalığı sırasında halka dokuz gün namaz kıldırdı, onuncu gün Nebî
(sav) dışarı çıktı ve Ebûbekir'İn arkasında namaz kıldı.[152]
Zurkânî, Şerhut-Mevâhib'de Resulullah'ın (sav) hastalığının on iki gün
sürdüğünü, bu süre zarfında da altmış veya o dolayda vakit namazı bulunduğunu
belirtir.[153] Hafız İbn Teymiyye,
İbnü'l-Mutahhar el-Hilli'ye[154] reddiyesinde
şöyle der: "Nebinin (sav) hastalığı sırasında Hz. Ebûbekir'İn müslümanlara
kıldırdığı namaz ne bir vakit, ne iki vakit, ne bir gün ve ne iki günün
namazıydı. Bu konuda söylenen en az miktar, onun onyedi vakit namaz
kıldırdığıdır.[155]
Müslümanlara son yatsıyı cuma akşamı kıldırdı ve kendilerine cuma günü hutbe
okudu. Sahih hadislerin tevatürle belirttiği budur."[156]
Hafız Burhanuddin
el-Halebi de Nûru'n-nibrâs*ta bunu naklederek teyid eder.[157]
Bundan önemli bir malumat edinmiş oluyoruz ki o da Allah Resulü'nün (sav)
vefatıyla sonuçlanan hastalığında cuma günü halka hutbe okuyanın Hz. Ebûbekir
olduğudur. Ben daha önce İhtisaru'ş-Şemâil'de, el-Fecrü’s-sâti'de "imam,
kendisine uyulması için imam kılınmıştır bâbı"nda Resulullah'ın (sav)
hastalığına rastlayan cuma ve o cumada okunan hutbe vesairenin durumunu
zikreden kimseye rastlamadım diyen hocamız eş-Şebîhi'yi[158]
izleyerek, bu konuda tevakkufta bulunmak gerektiğine işaret etmiştim. Şimdi ise
geriye yalnız o sırada okuduğu hutbenin konusunu araştırmak kalmıştır.
Resulullah'ın (sav),
hastalığı sırasında halka namaz kıldırmak için Hz. Ebûbekir'i görevlendirmiş
oluduğu konusunda icma meydana gelmesinden dolayı, Hafız İbn Teymiyye
İbnü'l-Mutahhar'a reddiye olarak kaleme aldığı eserinde, onun "Resulullah
(sav) Ebûbekir'i Üsâme komutasındaki orduda gönderdi" şeklindeki
ifadelerini reddederek şöyle der: İlim ehlinden hiçbir kimse Resulullah'ın
(sav) Hz. Ebûbekir ve Osman'ı Üsâme'nin ordusunda gönderdiğini nakletmemiştir.
Hem Ebûbekir'i vefatına dek kendi yerine halka namaz kıldırmakla
görevlendirdiği halde, nasıl olur da onu gönderir. Hem ona halka namaz
kıldırmasını emretmesi hem de orduyla çıkmasını emretmesi nasıl tasavvur
olunabilir?[159] Hafız Şâmi Siretfinde
İbn Teymiy-ye'ye iki noktada itiraz eder. Birincisi: Onun "İlim ehlinden
hiçbir kimse... nakletmemiştir" sözüne, her ikisi de m e g â z i
imamlarından olan Mu-hammed b. Ömer el-Eslemi[160] ile
İbn Sa'd'ın[161] bu hususu
zikrettiklerini, el-Mevrid'de bu bilginin verildiği, el-üyûn'da[162] ve
el-Feth'de[163] Zeyd b. Hâri-se'nin
biyografisinde bu hususun--kesin olarak zikredildiğini belirterek karşılık
verir. İkincisi: Onun "nasıl olur da Ebûbekir'i Üsâme'nin ordusunda
gönderir?" sözü de bağlayıcı değildir. Allah Resulü'nün (sav) Üsâme ordusunu
göndermeyi irade buyurması, hastalığının başlamasından önceydi. Hastalığı
şiddetlenince, Hz. Ebûbekir'i istisna ederek halka namaz kıldırmasını emretti.
Ünmûzecül-lebîb'de
geçtiği üzere, cemaatle namaz kılmak Resulullah'ın (sav) ümmetine mahsus
özelliklerdendir.[164] Ravdi
de bu esere yaptığı şerhte[165]
şöyle der: Alimler şöyle demişlerdir: Resulullah (sav) Mekke'de kaldığı onüç
yıl boyunca cemaatsiz namaz kıldı. Çünkü ashap galebe altında olup evlerinde
namaz kılıyorlardı. Resulullah (sav) hicret edince cemaatle namazı vazetti.[166]
Nûru'n-nibrâs'ta şu
bilgi verilir: Bil ki halka ilk defa hac yaptıran kimse Attâb b. Esîd olup bu
hac Mekke'nin fetih yılı olan hicretin sekizinci senesinde vuku bulmuştur. O
yıl Attâb b. Esîd, Arapların câhiliyye devrindeki uygulamalarına göre
müslümanlara hac yaptarmıştır. Ezraki şöyle der: Resulullah’ın (sav)Attâb ıoyıl
hac emîri olarak görevlendirdiğine dair bir haber bize ulaşmamıştır; hac vakti
geldiğinde müslümanlarla müşrikler birlikte haccettiler, Mekke valisi olması
sebebiyle müslümanları Attâb b. Esîd sevkediyor ve hac uygulamasının ifa
edildiği yerlerde onlarla birlikte bulunuyordu.[167]
Maverdi ise el-Hâvî[168]
adlı eserinde "siyer" bölümünde, Resulullah'ın (sav) Mekke'yi
fethettiği zaman Attâb b. Esîd'i namaz ve haciçin oraya e m î r tayin ettiğini söyler
ve "hac" bölümünde de bunu aynca zikreder. Bu, Ezraki'ye ulaşmayan
bir rivayetin varlığını gösterir. Sonra ise, hicri dokuzuncu yılda Hz. Ebûbekir
haccetti.
Îbnül-Arabi'nin
Ahkâm'ında şu bilgi verilir: Haccı yönetme görevine gelince, bu görev hac
memleketlerine mahsustur. Hz. Peygamber'in (sav) ilk gönderdiği hac emîri Hz.
Ebûbekir'dir. Resulullah (sav) onu hicretin dokuzuncu yılı Veda Haccından önce
Berâe (Tevbe) süresi ile göndermiş olup ardından da Hz. Ali'yi yollamıştır. Bu
bilgi daha önce de geçmişti.[169]
Buhari, Câbir b.
Abdullah'dan şu rivayeti zikreder: Ensârdan bir kadın Resulullah'a (sav)
"Ey Allah'ın Resulü, benim marangoz bir çocuk hizmetçim var, üzerine
oturman için sana birşey yapayım mı?" dedi. Allah Resulü de "istersen
yapw buyurunca, kendisine minberi yaptırdı.[170] Ibn
Beşkuvâl Kitâbu ma inbe-keme mine 'l-esmâ[171]
adlı eserinde şöyle der: Bu marangoz hizmetçinin adı Minâ'dır.[172]
Şöyle de denmiştir: minberi yapan, Asî b. Ümeyye'nin azatlısı Bâkûm olup
minberi ılgın ağacından üç basamaklı yapmıştır. Muaviye Medine'ye geldiğinde
basamak sayısında ilavede bulunmuş ve o gün güneş tutulmuştur. Meymûn
en-Neccâr'ın veya Abbas b. Abdülmutta-lib'in hizmetçisi Subah'ın minberi aptığı da söylenir.[173] İbn
Fethûn da eserinde Kabîsa el-Mahzûmi'yi[174]
zikrederek Resu-luüah'ın (sav) minberi ni onun hizmetçisinin yaptığını söyler.
İbn Hüşd'ünel-Mukaddimat' ında şu bilgi verilir: Nebî (sav) hicretin yedinci
yılında minberi yaptırdı. Hicretin sekizinci yılında ve Sa'd b. Ubâde'nin
hizmetçisi tarafından yapıldığı da söylenir. Ensârdan bir kadının çocuk
hizmetçisi veya Abbas b. Abdülmuttalib'in hizmetçisinin yaptığı da söylenmiştir,
ibn Rüşd, minberi bunların hepsinin ortaklaşa yapmış olmalarının da muhtemel
bulunduğunu söyler,[175]
el-İsabemüellifi, İbrahim en-Neccâr'ın biyografisini verirken, Taberâni'nin
el-Mu'cemül-evsaf da Câbir'den (ra) naklettiği şü rivayeti zikreder: "Nebî
(sav) bir hurma kütüğü üstünde hutbe okurdu..." Câbir devamla, minber edinmeyle
ilgili hadisi anar ki hadiste şu ifade geçmektedir:"... ve Resulullah
(sav) bir adamı çağırdı, ona 'adın nedir T dedi. Adam, 'İbrahim'dedi. Bunun
üzerine Resulullah (sav) 'minberi yapmaya başla' buyurdu." Ebû Musa bu rivayete
istidrakte bulunarak şöyle der: Bir başka rivayette marangozun adı Bâkûm
olarak, geçer. Muhtemeldir ki İbrahim adı, Bâkûnı da lakabı olsun. İbn Hacer de
şöyle der: Bu, hadisin sahih olması halinde sözkonusudur, yoksa rivayet
zincirinde Alâ b. Seleme er-Ravvâs mevcut olup hadis alimleri tarafından
yalancılıkla itham edilmiştir.[176]
el-İsâbe'de sözü geçen Bâkûm'un biyografisini veren İbn Hacer, adının Bâkûm
olduğunu ve Bâkûl şeklinde de söylendiğini zikrederek onu "marangoz"
diye vasıflandırır. Sonra Bâkûm en-Neccar'ın Rûmî (Bizanslı) olduğunu ve
Kureyş'e Kabe'yi onun inşa ettiğini (bkz. s. 141) nakleder.[177]
Yineel-İsâbemüellifı, Abbas b. Abdülmuttalib'in azatlısı Kilâb'ın biyografisini
verir ve İbn Sa'd'ın[178]
içinde Vâkıdfnin de bulunduğu bir senedle Ebû Hureyre'den (ra) şu hadisi tahric
ettiğini zikreder: "Resulullah (sav) cuma günü mescidde bir hurma kütüğü
üzerinde ayakta hutbe okurdu. 'Ayakta durmak bana zorluk veriyor' buyurunca,
Temim ed-Dârî. 'Şam'da yapıldığını gördüğüm minber den sana da bir tane yapayım
mı?' deyince Resulullah (sav) müslümanlara danıştı, onlarda m i no. er
yaptırması yolunda görüş belirttiler. Abbas b. Abdülmuttalib 'Küâb adında bir
hizmetçim var, insanların işi en iyi yapanıdır' dedi, bunun üzerine Resulullah
(sav) 'ona emret m in b eri yapsın' buyurdu."[179]
Subhul-a'şâ'da şu bilgi verilir: Minberi ilk yapan Temim ed-Dârî olup onu Nebî
(sav) için yapmıştı. Temîm Şam'da kilise minber leri görmüştü.[180]
Hafız Suyûtî et"Tevşîh’te[181]
Resulullah'ın (sav) "marangoz hizmetçine uğra, bana bir minber
yapsın" sözü üzerine şöyle der: Minberi
Meymun —ki Suyûtî bunun yaptığı rivayetini doğrular—, Bâkûl veya Bâkûm,
Subâh, Kabîse, Abbas'ın azatlısı Kilâb, Temim ed-Dârî veya Minâ'nın mı yaptığı
konusunda dokuz görüş, hicretin yedinci veya sekizinci yılında mı yapıldığı
hususunda farklı görüşler mevcuttur.
Şam muhaddisi Şeyh
Abdülbaki el-Hanbeli el-Eserî, " s e b t "i Riya-zül-cenne'de[182]
hocası Şam muhaddisi Necmuddin el-Gazzî eş-Şâiîi'ye ait şu şiiri söyler:
Yapan Medine minberini
ki Üzerinde hutbe okurdu Nebî Ona salat u selam etsin dâima İlahımız Yüce
koruyan Mevlâ Dendi ki adı Meymun'du ya da Bâkûl Veya Bâkûm yahut Temîm ed-Dârî
Dendi ki Kabîse veya İbrahim'di İlk görüş odur olan kuvvetli.
Şeyh Abdülbaki şöyle
der: Ekledim şunu tabi olarak ve dedim açıklayarak:
Mînâ Subâh, Kayser
geri kalanları onların Mînâ hakkındaki sözleri, odur kuvvetli olan.
Suyûtî sonra
et-Tevşîh’te şöyle der: "Minber, Muaviye'nin halifeliği sırasında
Mervan'ın altı basamak ilave etmesine kadar üç basamaktan ibaretti. Şöyle ki
Muaviye minberi kendisine göndermesini Mer-van'a yazmıştı. Oda minberi sökünce
Medine'de hava karardı, güneş tutuldu, öyle ki halk yıldızlan gördü. Mervan
çıkıp hitabede bulunarak minberi kaldırmasını kendisine Emîrü'1-mu minîn'in
emrettiğini söy-\ftu\.^İa TbasVNgSL^İSS^ &\x\»&«Sûaktae et ve b\ı
ilaveyi halka iyi duyurmak için yaptiÎpm\)âârt)tt.İTSoejtı\i.^âR&t
Wtwoj«Sî Mota&rutas be'de[183]
çeşitli tariklerle tahric eder. İbnü'n-Neccar şöyle der: Minber, 65
(1256)yılında Mescid-i Nebevî yanıncaya kadar böyle devam etti ve o yangın sırasında
yandı. Bu da Abbasiler devletinin zevaline bir işaret olup nitekim Moğol
istilasından kısa bir süre sonra bu devlet son bulmuştur.[184]
el-Men-helül-asfâ'da[185] şu
bilgi verilir: Minber, 654 yılı Ramazan'ının ilk günü yandı. Bu, halkın başına
gelen en büyük musibetlerden biriydi. Hafız Mu-hammed b. Nasirüddin
ed-Dımaşkî'nin Arful-anber fî vasfîl-mînber[186]
adlı bir eseri vardır. Rüdâni bunu es-Sıla'sında[187]
anmakta olup oraya bakınız. Suyûtfninet-Tevşih'inde şu bilgi verilir:
Yahudiler haftanın bütününü "sebf diye adlandırırlar İd bu, Enes'in
istiskaya dair hadisinde[188] geçmektedir.
İslâm'da ise hafta, en şerefli güne nisbetle "Cuma" diye adlandırılmıştır.[189]
Ebû Davud'un
Sünen'inde Râfi b. Amr el-Müzenî'den[190] şu
rivayet zikredilir: "Kuşluk vakti yükselirken Mina'da Resulullah'ı (sav)
kır renkli dişi bir katır üzerinde hitabede bulunuyor gördüm. Hz. Ali de
söylediklerini yükses sesle tekrarlıyordu. İnsanların kimi ayakta, kimi
oturuyordu."[191] Yine
Ebû Davud'da başka bir râviden şu rivayet nakledilir: "Resulullah'ı (sav)
Arafat'ta minber üzerinde gördüm."[192]
Hafız Abdülhak el-İşbilî şöyle der: Bu hadis sabit değildir. Çünkü meçhul bir
râviden nakledilmiştir. Ebû Davud,[193]
Nesâi[194] ve başkaları,
Resulullah'ın (sav) deve üzerinde hitabede bulunduğunu zikrederler ki sahih ve
meşhur rivayet de budur.
Şâmi, Siretlnde şu
babı zikreder.[195]
Müsedded, sika
(güvenilir) râviler vasi taşıyla Hilâl b. Âmir el-Müzenî1-den o da babasından
şu rivayette bulunur; "Resulullah'ı (sav) Mina'da katırı üzerinde,
kırmızı bir aba giymiş olarak gördüm. Ali de önünde söylediklerini
aktarıyordu. Geldim ve elimi Nebî (sav/in ayakkabısının bağı ile ayağının
arasına soktum, ayağının serinliğine hayret ettim."[196] Bu
hadisi Ahmed b. Hanbel[197] ve
Ebû Davud[198] muhtasar bir şekilde
rivayet ederler. Taberâni, sika ravilerle İbn Abbas'dan şu rivayette bulunur:
Resulullah (sav) Arafat'ta vakfeye durunca Rabiab. Ümeyye b. Halefe emretti, o
da kalkıp devenin Önünde durdu. Gür sesli birisiydi. Resulullah (sav) "ey
insanlar, biliyor musunuz bu ay hangi aydır?" diye yüksek sesle
haykırmasını buyurdu, o da haykırdı. İnsanlar "haram ay" dediler. "Bu hangi beldedir?"
diye haykır, buyurdu. Onlar "Haram
beldedir" dediler. "Bu hangi gündür ?" diye seslen,
büyürdür. "Hacc-ı ekber' dir"
dediler. Şöyle haykır, buyurdu: "Ben Allah'ın elçisiyim. Kanlarınız ve
mallarınız, bu beldenizde bu ayınızın haram oluşu gibi size haram
kılınmıştır." Hadis.[199]
Derim: Bu başlık
altında verilen hadisler, muhaddisler tarafından kullanılan "imlâ"
usulü ve muhaddisin "müstemlî" (onunsöyledik-lerini dinleyenlere
duyuran) edinmeleri konusunda temeldir. Sahih-i Bu-hari'de Ebû Cemre'den şu
rivayet nakledilir: "Ben İbn Abbas ile halk arasında, onun söylediklerini
kendilerine aktarıyordum."[200]
Topluluk bir müsteml i yetmeyeceği derecede çoğalınca iki veya daha fazla müstemlî
edinildi. Ebû Müslim el-Keccî[201]
Gassân revakanda ders imlâ ettiriyordu. Onun meclisinde yedi müstemlî
bulunuyor ve her biri beri-sindeki arkadaşına onun söylediklerini duyuruyordu.
Ebû Müslim'in meclisinde sadece bakıp dinleyenler dışında, söylediklerini
yazan kırkbin küsur insan vardı. Asım b. Ali'nin[202]
meclisinde de yüzbini aşkın insan bulunuyordu.
Burada, Sami'nin
verdiği bilgilere şu başlıkla ilavede bulunmak gerekir.[203]
Sahih-i Buhari'de,
Resululllah'ın (sav) Veda Haccı'nda Cerîr b. Abdullah el-Becelf ye "halkı
benim için sustur" buyurduğu çeşitli yerlerde mükerrer olarak
zikredilmekte olup[204] bu
hususta Resulullah'ın (sav) durumu böyle idi.[205]
el-İsâbe müellifi,
Hakem b. Minhâl'in biyografisini vererek Ebû Ya'-lâ'nın Ebû'l-Hüveyris'ten
Hakem b. Minhâl'in şöyle dediğini duyduğuna dair rivayeti tahric ettiğini
zikreder: "Resulullah (sav), Ömer'e Kureyş'i bana topla' buyurdu."[206]
Yine el-İsâbe'de müellif, Fadl b. Abbas'ın biyografisini vererek Beğavi'nin
onun tarikiyle şu rivayeti tahric ettiğini zikreder: "Re-sulullah (sav)
bana geldi, başı sarılıydı, "elimi tut" buyurdu, ben de tuttum. Geldi
minbere oturdu ve "halka duyur" buyurdu, ben de duyurdum, toplandılar."
Ve Beğavi hadisin tamamını zikretti.[207]
Hafız İbn Kayyim
Zâdül-meâd'da şöyle der: Nebî (sav) hutbede elinde kılıç tutmazdı. Minber
edinmeden önce, Arapların adeti olduğu üzere, bir asa veya yaya dayanırdı.
Kılıca dayandığına dair rivayetin varlığı bilinmemektedir. Bazı cahillerin,
dinin kılıç ile kaim olduğuna işaret olarak Rasulullah’ın (sav) kılıca
dayandığını zannetmeleri, cehaletlerinin aşirüığındandır. Bu konuda herhangi
bir rivayet naklolunmuş değildir.[208] Bu
hususu Zerkeşi de îbn Kayyim'i izler ve Sehâvi de el-Kavlü't-tâm adlı eserinde[209] bunu
naklederek teyid eder. Ebyâri'nin el-Fevâkihü'1-ceneviyye adı eserinde[210] de
bu husus belirtilmektedir.[211]
Allah Resulü (sav)
Tebük'ten dönüşünde, Hz. Ebûbekir'i (ra) halka hac yaptırmak üzere emîr olarak
gönderdi. 0 hareket edince, Nebî (sav) ile müşrikler ve bazı Arap kabileleri
arasında özel birtakım hususlarla ilgili olarak yapılan umumî antlaşmayı
bozanlar hakkında Berâe (Tevbe) Sûresi nazil oldu. Sûrede bu toplumların dış
görünüşleri ardında gizledikleri sırları açığa vuruldu. Bundan dolayı sûre
"el-Muba'sire" (açığa çıkaran) diye adlandırılmıştır. Resulullah (sav)
bunun üzerine sûrenin baş tarafını haber vermek üzere Ali b. Ebî Tâlib'i
göndererek şöyle buyurdu: "Bu kıssayı alarak yola çık ve kurban bayramı
günü Mina'da toplandıklarında insanlara şunu ilan et: Hiçbir kâfir cennete
giremeyecektir. Bu yıldan sonra hiçbir müşrik haccedemeyecek, hiçbir çıplak
Kabe'yi tavaf edemeyecektir. Kimin Allah Resulü ile bir antlaşması varsa
süresinin bitimine dek o antlaşmaya bağlı kalınacaktır**.
Hz.Ali(ra)Resulullah'ın(sav) Adbâ adlı devesine binerek yola çıktı. Yolda Hz,
Ebûbekir'e (ra) ulaşınca, ona " emîr olarak mı, memur olarak mı
(geldin)?" dedi, Hz. Ali de "memur olarak" diye j karşılık verdi
ve yola devam ettiler. Hz. Ebûbekir müslümanlara hac yaptırdı, Hz. Ali de
emrolunduğu görevi kurban bayramı günü ifa etti ve insan-' lara memleketlerine
ve güven içinde bulunacakları yere dönebilmeleri için o günden itibaren dört ay
süre tanıdı. Verilen süreden sonra artık hiçbir müşrikle antlaşma kalmayacağı,
belli bir süreye kadar özel bir antlaşması olanlardan başkasına ahid ve eman
verilmeyeceği, belli bir süreye kadar antlaşması olanların antlaşmasına
uyulacağı, o yıldan sonra hiçbir müşrikin haccetmeyeceği ve hiç kimsenin
çıplak olarak Kabe'yi tavaf edemeyeceği ilan edildi. Kabe'yi tavaf etmek
isteyenlere engel olunmayacağı ve Haram Aylar'da korkudan emin bulunulacağı
hususları ise umumî antlaşma çerçevesinde geçerli kalacaktı.[212]
Kadı Ebûbekir İbnül-Arabî bazı ulemadan naklen şöyle der: Allah Resulü'nün
(sav) Hz. Ali'yi Berâe sûresini duyurmak için göndermesi, sûrenin, daha önce
kendisi tarafından yapılan antlaşmanın bozulmasını içermesinden dolayıdır.
Antlaşmayı bozmak için kendi ailesinden amcasının oğlunu göndermek suretiyle,
bu husustaki Arap adetine uyarak Arapların ileri geri konuşmalarına fırsat
vermemek istemiştir. Bu, güzel ve eşsiz bir davranıştır.[213]
İmam Fahreddin er-Râzî Tefsîr'inde Câhız'dan şunu nakleder: Resulullah'm (sav)
bu hususla ilgili "Benim yerime ancak ehl-i beytimden birisi tebliğde bulunur"[214]
sözü, Hz. Ali'nin Hz. Ebûbekir'e üstün tutulduğunu göstermez. Allah Resulü
(sav) Araplar*a kendi aralarında uyguladıkları adete göre muamele etmiştir.
Şöyle ki Araplar'da kavmin efendisi başka bir kavimle antlaşma yaptığında,
kardeşi veya amcası gibi yakın akrabalarından başkası onun adına bu antlaşmayı
bozamazdı. Hz. Ebûbekir o gün imam ve hatip idi, Hz. Ali de ona tâbi idi.[215] Bu
konuda ileride gelecek olan "Münâdî" ile ilgili başlığa bakınız.[216]
El-Muvatta’da Hz.
Aişe'den (ra) şu rivayet zikredilir: "Resulullah (sav) bir gece mescidde
namaz kıldı, bazı insanlar da O'na uyarak namaz kıldılar. Ertesi gece yine
kıldı, insanlar daha çoğaldı. Derken üçüncü veya dördüncü gece iyice toplandılar.
Resulullah (sav) onların yanına çıkmadı ve sabah olduğunda şöyle buyurdu:
"Sizin yaptığınızı gördüm; sizin yanınıza çıkmaktan beni alıkoyan, bu
namazın size farz kılınmasından korkmamdan başka birşey değildi." Bu
husus Ramazan'da olmuştu.[217]
Yine el-Muvatta’da şu rivayet zikredilir: Hz. Ömer mescide çıktı ve insanların
ayrı gruplar oluşturduklarını, kiminin yalnız başına namaz kıldığını, kimine
de bir grubun uyarak namaz kıldıklarını görünce "bana öyle geliyor ki
bunlan bir tek imam üzerinde birleştirsem daha iyi olacak" dedi ve Übey b.
Ka'b'ı onlara imam tayin etti. Sonra bir başka akşam mescide gitti, halk
imamlarına uyarak namaz kılıyorlardı, bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi:
"Bu ne güzel bir adet."[218] el-isâbemüellifı,
Zeyd b. Kunfuz b. Zeyd b. Cud'ân et-Temîmî'nin biyografisini vererek şöyle der:
Onun sahabi olduğuna dair bir haber buldum; Abdürrezzak Musannefinde İbn
Cüreyc'den şu rivayeti zikreder: Bana haber verildiğine göre o, Hz. Ömer'in
hilafeti sırasında Mekke'de (Ramazan'da) halka ilk namaz kıldıran kimsedir.
Dileyen onunla birlikte namaz kılıyor, dileyen yalnız başına kılıyor ve
dileyen tavafta bulunuyordu.[219] Ebû
Ömer de et-Temhîd-de[220] Hz.
Ömer'in ilk olarak halkı Ramazan ayında bir imam üzerinde toplamasının
hicretin on dördüncü yılında olduğunu söyler.[221] İbn
Sa'd'ın Tabakât'ında da şu bilgi verilir: İlk olarak Ramazan'da halkı namaz
için bir araya toplayan Hz. Ömer'dir. O, erkekler ve kadınlara ayrı ayrı namaz
kıldıracak birer imam tayin etmişti.[222]
Sahih-i Müslim’de şu
rivayet zikredilir: "Resulullah'ın (sav) iki müezzini vardı; Bilâl ve İbn
Ümmü Mektûm.”[223] Kadı Iyâz şöyle der:
Yani bu ikisi aynı zamanda müezzin idiler, yoksa Resulullah'u (sav) onlardan başka müezzinleri de vardı.
O'na Mekke'de Ebû Mahzura[224]
ezan okumuş ve Resulullah (sav) onu Mekke'de ezan okumakla görevlendirmişti.
Sa'd-el-Karaz[225] da Küba'da Resulullah'a
(sav) üç defa ezan okumuştu. Fakat Bilâl ve İbn Ümmü Mektûm Medine'de ezanı
sürekli okumuşlardı.[226] İbn
Yunus'un fıkha dair Muhtasarımda îbn Habîb'in şöyle dediği zikredilir: Allah
Resulü'ne (sav) dört kişi ezan okumuştu; Bilâl, Ebû Mahzura, İbn Ümmü Mektûm ve
Sa'd el-Karaz. Bu bilgi, Ebü'l-Ha-san'ın el-Müdewene*ye yaptığı şerhte[227]
geçmektedir. es-Siretü'1-Hale-biyye'de de şu bilgi verilir: Resulullah'ın (sav)
huzurunda Ziyâd b. Haris es-Sudâî ezan okumuştu. Abdülaziz b. Esam da Resul
ullah'ın (sav) huzurunda bir defa ezan okumuştu.[228]
Derim: Onun Abdülaziz
b. Esam'ı Resulullah'ın (sav) müezzinleri arasında saymış olması, her ne kadar
müteahhirin ulemadan bir kısmı da bunu zikretmişse de, tartışma götürür. Bu
hususla ilgili asıl bilgi Haris b. Ebî Üsâme'nin Müsned'inde[229] İbn
Ömer'den nakledilmektedir: Allah Resulü'nün (sav) iki müezzini vardı. Birisi
Bilâl, diğeri de Abdülaziz b. Esam. Fakat el-İsâbe'de müellif şöyle der:
Burivayet "cidden garib" olup senedindeMusab.Ubeydevarkioda
"zayıf" bir râvidir.İbn Hacer sonra da şöyle der: Ben bu husustaki
karışıklığın sebebini anlamış oldum. Şöyleki Ebû Kurre Musa b. Tank da bu
rivayetin benzerini tahric ederek şu ilavede bulunur: "Bilâl gece ezan
okur, uyuyanları uyandırırdı, İbn Ümmü Mektûm ise fecri gözetler, onu
şaşmazdı." Bu rivayetten anlaşıldığına göre Abdülaziz, İbn Ümmü Mektûm'un
adıdır. Onun asıl meşhur adı Amr olup Abdullah b. Kays b. Zaide b. Esam olduğu
da söylenir. Esam ise babasının dedesi olup bu rivayette kendisine nisbet
edilmiştir.[230] Şemsüddin Muhammed
er-Ravdi el-Mısrî el-Mâlikî'nin Şerhu Unmüzecil-lebib adlı eserinde şu bilgi
verilir: Sünen müellifleri, Resulullah'ın (sav) müezzinlerinin sayısının dört
olduğunu rivayet ederler. Nûru'n-nibrâs'ta bunun gibi, dört kişi oldukları zikredildikten
sonra bunlara iki kişinin daha ilavesiyle sayılarının altı olduğu söylenir.
Dört kişi şunlardır: Bilâl, Abdullah b. Ümmü Mektûm, Sa'd el-Karaz ve adı Evs
olan Ebû Mahzura. Diğer ikisi ise şunlardır: Ziyâd b. Haris es-Sudâî ki bir
defa sabah namazında ezan okumuş ve kamet getirmişti. Bilâl o sırada yoktu,
geldiğinde kamet okumayı isteyince Resu-lullah (sav) "Sudâîlerin kardeşi
ezan ekudu; kim ezan okuduysa kameti de o getirsin" buyurdu.[231]
Müezzinlerin altıncısı ise Abdülaziz b. Esam olup bir defa ezan okumuştu.[232]
Bazıları şöyle der: Resulullah (sav) zamanında müezzinler iki taneydi; Bilâl
ve İbn Ümmü Mektûm. Hz. Osman (ra) zamanında, o müezzinlerin sayısını dörde
çıkardı. Ondan sonra ise müezzinlerin sayısını artırdılar. Rivayet edilir ki
Allah Resulü (sav) vefat ettiğinde Bilâl ezan okumayı terkederek Şam'a gitti ve
Resulullah'dan (sav) sonra hiç kimseye ezan okumadı.[233]
Rivayete göre o, Resulullah'ın (sav) rüyada "Sen ey Bilâl bizi incittin,
neden bizi ziyarete gelmezsin" buyurarak kendisini azarlaması üzerine her
yıl Allah Resulü'nü (sav) ziyaret için Medine'ye gelirdi. Bilâl Şam'a gidince,
Küba'da ezan okumakta olan Sa'd el-Karaz getirildi ve ondan sonra Mescid-i
Nebevi'de o ezan okudu.[234]
Devamı için aynı esere bakınız.
İbn Sa'd[235] ve
İbn Ebî Şeybe, Kasım b. Abdurrahman'dan şu rivayeti tahric ederler: İslam'da
ilk ezan okuyan Bilâl'dır. Ebu'ş-Şeyh de bu rivayeti İbn Abbas'dan "îlk
kamet getiren de Abdullah b. Zeyd'dir" fazlalığıyla tahric eder. Hayrül-bişer
fî ezani Hayri'l-beşer[236]
adlı esere bakınız. Makn-zi'nin el-Hıtat'ında Vâkıdi'nin şöyle dediği
nakledilir: Bilâl, ezan okuduktan sonra Resulullah'ın kapısı önünde durarak
"Allah'ın selâmı üzerine olsun ey Resulullah" veya bazan da
"Selam senin üzerine olsun, anam babam sana feda ey Allah'ın Resulü, haydi
namaza, haydi namaza, selâm sana olsun ey Resulullah derdi. Belâzuri ise
Vâkıdi'den başkalarının şöyle rivayette bulunduklarını belirtir: Bilâl
"Allah'ın selamı, rahmet ve bereketi senin üzerine olsun ey Resulallah.
Haydi namaza, haydi felaha, namaza ey Resulallah" derdi. Hz. Ebubekir (ra)
halife olunca, Sa'd el-Karaz onun kapısının önünde durarak "Allah'ın
selam, rahmet ve bereketi üzerine olsun ey Allah Resulü'nün halifesi, haydi namaza,
haydi feleha ey Resulullah'ın halifesi" derdi.[237]
Derim: Resulullah'ın
yedinci bir müezzini bulunduğuna dair bilgi elime geçti. Bu müezzin
Sevbân'dır. Abdülrezzak Musannef inde[238] Allah
Resulü'nün (sav) azatlısı Sevbân'dan[239] şu
rivayeti tahric eder: "Bir defasında ezan okuyup Nebi'nin (sav) yanma
girdim ve 'Ey Allah'ın Resulü, ben ezan okudum' dedim. Bunun üzerine Resulullah
'Sabah olmadıkça ezan okuma buyurdu. Sonra O'na tekrar gelerek 'ezan okudum'
dedim, o da 'fecri görmedikçe ezan okuma' buyurdu. Sonra kendisine üçüncü defa
gelerek 'ezan okudum' deyince, iki elini birleştirip sonra birbirinden ayırdı
ve 'onu böyle görmedikçe ezan okuma' buyurdu." Kenzül-ummâVa bakınız.[240] Bu,
Resulullah'ın (sav) yedinci müezzinidir. Ben sekizinci müezzin hakkında da
bilgi ele geçirdim. Makrizî*nin Hıtatfmda (Mısır: 1326 baskısı, IV, 43), Osman
b. Affan'ın (ra) Resulullah'ın (sav) huzurunda minberin yanında ezan okuduğu
zikredilir.[241] Sözü geçen Seyhan ile
Hz. Osman'ı müezzinler arasında zikreden bir kimseyi görmedim. İmamların büyük
çoğunluğu müezzinlerin sayısını dörtle sınırlamış olup bazıları beş müezzin
sayar ki müteahhirin ulema nezdinde meşhur görüş budur. Fakat sayılarının
zikrettiğimiz gibi yedi veya sekize çıkarılması, Allah'a hamdolsun ilk defa
tarafımızdan gerçekleştirilmiştir. Rehûni'nin, Zurkâni'nin şerhine yaptığı haşiyede[242]
geçtiği üzere, Birmâvi, Abdülaziz b. Esam dışındaki müezzinlerin adını şiir
halinde şöyle zikretmiştir:
Evrenin en hayırlısına
soylulardan beşi okudu ezan
Gür sesli Bilâl ki
odur ilk tayin edilen
Ve Amr, annesidir onun
Ümmü Mektûm
Karaz'la hatırla
Sa'd'ini onların anlaşılır o zaman
Ve Evs Ebû Mahzûra'yı
ve Mekke'de
Ziyâd ed-Südâî'yi ki
Hâris'in oğlu, o çağrıda bulunuyordu.
Şeyh et-Tâvudî İbn
Sûde de onları şiir halinde şöyle anar:
Anar, Bilâl ve Ebû
Mahzura Sa'd, Ziyâd, bu beş anılan Hepsi de Mustafa'ya okudu ezan Erdiler rütbe
ve şerefe bununla.
Tenbih: Resulullah
(sav), müezzin Ebû Mahzûra'ya Huneyn Gazvesi dönüşünde Mekke'de ezan okumasını
emretti. Bundan sonra Mekke'de hep o ezan okudu. Mekke'de ezan okuma görevi,
İmam Şafii'nin zamanına gelinceye dek asırdan aşıra Ebû Mahzura ve oğullarının
nesli elinde kaldı. Nevevî'nin TehziMnde Ebû Mahzûra'nm biyografisine bakınız.[243]
Allah Resulü'nün
(sav), Bilâl’e vakti gözetlemesini emretmesi[244]
hususunda Muvatta* da şu rivayet zikredilin İmam Mâlik îbn Şihâb'dan, o da Said
b. Müseyyeb'den şu rivayeti nakleder: "Resulullah (sav) Hayber seferinden
dönüşte gece yolculuk etti ve gecenin sonunda konakladı. Bilâl'e "bize sabahı
kolla" buyurdu ve o ve ashabı uyudular. Bilâl gücü yettiğince gözetledi..."
Vadide uyku kıssası hadisi.[245] Ebû
Davud ve Taberâni'nin Amr b. Ümeyye'den naklettikleri hadiste geçen başka bir
kıssada, onlar için fecri gözetleyenin Zû Mihber olduğu zikredilir.[246] İbn
Hibbân'ın İbn Mesud'dan yaptığı rivayette de onlara vakti kendisinin gözetlediği
zikredilir ki bu da sözkonusu olayın birden fazla meydana geldiğini gösterir.[247]
er-Ravdû'l-ünüf te şu
bilgi verilir: Medine'nin mescidleri, Resulullah'm (sav) mescidi dışında dokuz
taneydi. Hepsi de Bilâl’in ezanıyla namaz kılarlardı. Ebû Davud'un eZ-Merâsil’de[248] ve
Dârekutni'nin Sürae'de[249] kendisinden
yaptıkları rivayette Bükeyr b. Abdullah b. Eşec de bunu söyler. Nû-
ru'n-nibrâs'ta müellif
bunun ardından şöyle der: Mizzi el-Etrâf ta[250] Ebû
Davud'un el-MerâsîFde bu hadisi şu yolla tahric ettiğini belirtir: Muhammed b.
Seleme el-Murâdfden, o da Ibn Vehb'den, o Ibn Lehîa'dan Bukeyr b. Eşec'in
kendisine bunu haber verdiğini rivayet etti Bukeyr devamla şöyle der: Mescidlerin
en yakını Benî Neccâr'dan Benî Amr b. Mebzul mescidiydi, diğerleri ise Benî
Sâide mescidi, Benî Ubeyd mescidi, Benî Seleme mescidi, Benî Abdileşel'den Benî
Rabih mescidi, Benî Zurayk mescidi, Benî Gifâr mescidi, Eşlem mescidi ve
Cuheyne mescidi. Râvi dokuzuncu mescidde tereddüt etti. el-Merâsil'de böyle
denmiş olmakla birlikte, tereddüt gösterilenin onuncu mescid olması gerekir.
Nûru'n-nıbrâs'a mutlaka bakınız.
Hafız
Suyûtiet-Tevşîh'te şöyle der: Ibn Asâkir'in Tarîh'inde, zayıf bir senedle, ilk
defa gece ve gündüzü on iki saat olarak takdir eden kimsenin, gemide bulunduğu
sırada Nuh (as) olduğu zikredilir. Suyûti'nin el-İklîl'inde "Gece ve gündüzü
(kudretimizi gösteren) iki âyet (delil) kıldık" (Isrâ 17/12) âyetinin
astronomi, tarih ve mevâkît iliminde, 'Yılların sayısını ve hesabını bilmeniz
için aya menziller belirleyen O'dur" (Yunus 10/5) âyetinin de zaman
olcumu, hesap, ayın menzilleri ve tarih ilminde temel olduğu zikredilir.[251]
Ebu'ş-Şeyh, "meçhul" bir râvinin bulunduğu bir senedle Ibnu'z-Zubeyr'den
şu rivayeti tahric eder: Ezan, ibrahim'in (as) ezanından (çağ-rısmdan) alınmıştır;
o, insanları hacca çağırdı,[252]
Resulullah (sav) da (namaz için) çağrıda (ezan) bulundu. Şeyh Zerrûk, Sahih-i
Buharı haşiyesinde şöyle der: Bunun, ashabın rüyalarını destekleyen
hususlardan biri olması uzak ihtimal değildir. Hatta arada çelişki
bulunmadığından, onların daha önce ileri sürdükleri görüşlere değil,
Resulullah'm (sav) gönlü buna ısınmıştı. Bu hususta ister vahiy geldiğini
söyleyelim ister gelmediğini söyleyelim farketmez. Çünkü onların görüş ve
rüyalarını desteklemek için vahyin sonra gelmiş olması da muhtemeldir.
Takiyuddin
el-Makrızî'ninHıtat'ında, Ebû Ömer el-Kindî'nin Mısır'da Amr b. Âs Camii'nde
müezzinleri yöneten kimse hakkında şöyle dediği zikredilir: Müezzinleri ilk
yöneten Ebû Müslim Salim b. Âmir b. Abd el-Murâd[253]
idi. O, Resulullah’ın (sav) ashabındandı, Hz. Ömer'e (ra) ezan okumuştu. Sonra
müezzinlerin işini onun kardeşi Şurahbıl b. Amir yönetti. O da ashaptandı. Hz.
Osman'dan (ra) sözle, onun müezzinlere maaş bağlayan ilk kimse olduğu
zikredilir.[254]
TeşRîfü'l-mesâmi'de[255]
"Kıtâbu'l-Cum'a" bölümünde müellif, râvinin Sahîh-i Buhari'de
"Hz. Osman zamanında, halkın sayısı çoğalınca o yüksek bir yerde (zevrâ)
uçüncu kez ezan okutturdu"[256]
sözüyle ilgili olarak şöyle der: " Z e vr â "nın minare gibi
yuksekbır yer olduğusoylenır. Ibmı'n-Nahhâs'm[257]
en-Nüzhetü's-semine fî ahbâri'l-Medîne'sinde Ibn Ishak Benî'n-Neccâr'dan bir
kadının şöyle dediğini rivayet eder- Benim evim Mes-cıd-ı Nebevî'nin
çevresindeki en yüksek evlerden biriydi. Bilâl hergün onun üzerinde sabah
ezanını okurdu, seher vakti gelerek evin üstünde oturur fecri gözlerdi, fecri
görünce kalkıp gerinir ve sonra "Allahım sana hamdederim, dinini ikame
etmeleri için Kureyş'e yardımını niyaz ederim" der ve ezanı okurdu.[258]
Siyer müellifleri şu bilgiyi zikrederler: Bilâl Mescid'in (Mescid-i Nebevi)
kıble tarafında bulunan ve üstündeki kirişler (sicim) vasıtasıyla tırmandığı
bir sütunun üstüvane (silindir biçiminde yapılan yüksekçe yer) üzerinde ezan
okurdu. Bu sütun şimdiye dek Ubeydullah b. Abdullah b. Ömer'in evi bünyesinde
mevcut olagelmiştir. Nâfî, Ibn Ömer'den şu rivayette bulunur: Bilâl, Hafsa
binti Ömer'in Mescid'e bitişik evinde bulunan bir minarenin üzerinde ezan okurdu.
Ondaki kirişler vasıtasıyla yukarı çıkardı. Minare Resulullah'ın (sav) Mescidi
dışında olup ne o zaman içindeydi ne de şimdi dahilinde bulunmaktadır.[259] en-Nüzhe'den
başka eserlerde ise şu bilgi verilir:Allah Resulü(sav)zamanında minare yoktu, o
sahabenin sünnetindendir. Resulullah (sav) zamanında Mescid'in kapısı yanında
ezan okuyorlardı, minbere çıktığında imamın önünde değil. Bunu Hişam b.
Abdülmelik yapmış olup mekruhtur. Çünkü bu, Hişam'ın sonradan uyguladığı
(muhdes) bir şeydir. Nitekim o Z e v r â' daokumakta olan ezanı da Mescid'in
içine nakletmiştir.[260] Bu
bilginin benzeri Semhû-i'nin el-Vefâ adlı eserinde de zikredilerek şöyle denir:
Geçenlerden anlaşıldığına göre minarenin ilk defa Mescid'de yapılması,Velid'in
yaptığı ekleme sırasında olmuştur. Semhûdi, Bilâl'inHz. Hafsa'nın evindeki bir
minare nin üzerinde ezan okuduğuna dair daha önce geçen bilgileri verince de
şöyle der: Anlaşılan, râvi sütunu minare diye adlandırmada bir beis
görmemiştir. O (Abdülaziz b. İmrân), rivayette çok hata ederdi. Çünkü kitapları
yanmış olduğundan hafızasından rivayette bulunurdu. Bu sebeple kendisinden
rivayeti terketmişlerdir. Gerçek şu ki Hz. Ömer ve Osman minare yapmış değillerdir,
aksi halde nakledilirdi.[261]
Hanefi mezhebi kitaplarından el-Bahr'da, Resulullah (sav) zamanında ezan
okumaya mahsus bir yer ( m i' z e n e ) bulunmadığı zikredilir.[262]
Şemsuddin İbn Abidîn Reddü'l-muhtâr'da bu bilgiyi naklettikten sonra hemen
ardından şöyle der: Şeyh İsmail 'in şerhinde, Suyûti'nin el-Evâil'inden[263]
naklen ezan okuma yerlerinin ( m i' z e n e ) Muaviye'nin emriyle yapılmış olduğu
ve daha önceleri mevcut bulunmadığı belirtilir.[264]
Derim: Buna karşılık,
Zurkâni de Şerhul-Mevâhib' de Şeyh Halil'in et-Tavdîh*inden naklen şu bilgiyi
verir: Ezanın Resulullah'ın (sav) önünde mi, m i n a r e de mi okunduğu
konusunda farklı rivayetler vardır. Bizim mezhep imamlarımızın naklettiği
ezanın m i n a r e de okunduğudur. Bunu Abdurrahman b. Kasım el-Mecmûa'da[265]
nakleder. el-Mirkât'ta da İbn Kasım'ın İmam Malik'ten Resulullah (sav)
zamanında ezanın minareden okunduğunu rivayet ettiği zikredilir. Ebû Abdullah
İbnü'l-Hâc'ın el-Medhal'in de şu bilgi verilir:Cuma ezanında sünnet olan,imam
minbere çıktığında müezzinin de m i n a r e de olmasıdır. Allah Resulü (sav),
Hz Ebubekir ve Ömer devri ile Hz. Osman'ın hilafetinin ilk zamanlarında da
uygulama böyleydi. Yine el-MedhaPde selef zamanında minare nin mescid sathı
üzerine inşa edilen yapı olduğu zikredilir.[266]
ed-Dürerü'1-murassaa
fi sulehâi Der'a[267]
adlı eserde İânetü'1-be-sâir fi menâkıbi'ş-Şeyh İbn Nasır ve hizbihil-hüdâti'l-ekâbir'
den[268]
naklen şu bilgi verilir: Şeyh Sîdî Muhammed b. Nasır, Resulullah'ı (sav) örnek
alarak, Cuma günü yalnız bir müezzin ve kamet dışında yalnız bir ezanla
yetinirdi. Çünkü ne Allah Resulü (sav) zamanında, ne de en meşhur görüşe göre
Hz. Ebubekir (ra) devri ve Hz. Osman'ın (ra) hilâfetinin ilk zamanlarında bundan
başkası yoktu. Fethu'1-Bârî[269] ve
Ubbi'nin eserinde de geçtiği üzere, sahih ve güvenilir rivayete göre Resulullah
(sav) zamanında yalnız bir müezzin ezan okurdu. Ibnü'l-Hâc'm el-Medhal'inde
müezzinlerin üç tane oldukları ve birbiri ardınca ezan okudukları şeklindeki
bilgi[270] buna itiraz olarak ileri
sürülemez. Çünkü Sünen-i Ebu Davud şerhi Av-nu'l-Ma'bûd müellifi bu ifadenin
hemen ardından şöyle der: Ben, Resulullah (sav) zamanında üç müezzin bulunduğu
ve cuma günü birbirleri ardından ezan okuduklarına dair sarih bir nakle
rastlamadım. Aksine, ileride zikredileceği gibi Resulullah'ın (sav) yalnız bir
müezzini vardı, o da Bilâl'dı.[271]
Seccade (humra), yüz
ve iki elin sığacağı büyüklükte, hurma yaprağından yapma ve deri sırım ve
benzeri şeylerle örülen küçük hasır gibi bir şey olup namazlıktan küçüktür.[272]
Hattâbi'nin Mealim* inde de şöyle denir: Humra, namaz kılan kimsenin üzerine
secde ettiği seccadedir.[273]
Buhari, Hz. Meymune'den (ra) şu rivayeti nakleder: "Nebî (sav) hum-r anın
üzerine namaz kılardı."[274]
Müslim, Hz.Aişe'nin(ra) şöyle dediğini rivayet eder: "Resulullah (sav) bana
'mescidden bana hurmayı getir” buyurdu,ben de 'hayızlıyım'dedim.Bunun üzerine
'hayzın eline sirayet etmiş değildir' buyurdu."[275] Nesâi
de Hz. Meymûne'den (ra) şöyle dediğini rivayet eder: "Resulullah (sav),
hayızlı bulunduğumuz halde başını birimizin göğsüne dayar Kur'an okurdu.
Birimiz, hayızlı olduğu halde, O'nun humrasını mescide götürür sererdi.”[276] Hocamız
babam, Resulullah'ın (sav) humra ve hasır üzerinde namaz kılmasına dair
müstakil bir eser telif etmiş olup ona bakınız.[277]
Sahîh'i Buharı' de Ibn
Ömer'den şu rivayet nakledilir "Resulullah (sav) musallaya gider, önünde
asa ( a n e z e ) ta sınır, musallada önüne dikilir ve ona karşı (onu sütre
yaparak) namaz kılardı."[278] A n
e z e , mızrak yarısı kadar veya on dan biraz uzun, mızrak uç demiri gibi
demiri olan bir asa dır.[279]
Sahih-i Buhari'nin "Kitâbu'l-Vudû"unda "Istincâda su ile birlikt
a n e z e yi taşıma bâbı"nda Enes'den (ra) şu rivayet nakledilir:
"Nebî (sav helaya girer ben ve bir çocuk bir su kırbası ve bir an ez e
taşırdık."[280] İt
Badis el-Fevâd'de şöyle der: Anneze (çift n ile) mızrak ucu gibi ucu ola ve
asadan uzun, mızraktan kısa bir sopadır. el-Mişkât'te ise şu bilgi verili A n e
z e , arşın boyunda bir bastondur. Resulullah (sav) yürürken elim tutar, iki
bayramda mübarek önlerinde taşınır, sutre olarak önüne saplan ve ona doğru namaz
kılardı.Bu an e z e nin halife Me'mun zamamna kad; Medine'de kaldığı söylenir.
Uyûnu'l-Meârif te[281]
şöyle denir; Resulullah'-(sav) bir başka a n e z e si de vardı; Zübeyr b.
Avvâm'dan, o da Necaşi'dç almıştı. Hafız Suyûti et-Tevşih'te şöyle der: Ömer b.
Şebbe Ahbâru'1-M dîne'de Sa'd el-Karaz'dan şu rivayeti nakleder: Necâşî,
Resulullah'a (sa mızraklar (harbe) hediye etti. Bunlardan birini kendisi için
alıkoyd Bu mızrak, bayram günü imamla birlikte kendisiyle yürünülen (taşına
mızraktır.[282] Leys b. Sa'd'dan da şu
rivayette bulunur: Kendisine ulaşan habere göre, namaz kıldığı sırada
Resulullah'ın (sav) önüne konulan a n e z e bir müşrike aitti. Zubeyr b. Avvâm
Uhud savaşında onu oldurmuş ve şahsî ganimet olarak ( s e 1 e b)
almıştı.Nebîfsavj de Zübeyr'den almıştı ve namaz kılarken önüne dikerdi.[283]
Suyûti şöyle der: Bu rivayet, Zıibeyr'in a n e ze sinin, Necâşfnin mızrağından
önce ilk asa olduğu şeklinde yorumlanarak te'lif edilmiştir. İbn Fâris'in
Siret'inde de şu bilgi verilir: Resulullah'ın (sav) bir mihceni, " u r c û
n " diye adlandırılan bir m i h s a -r a ve " m e m ş û k " diye
adlandırılan bir k a d î b i vardı. Bu eserin şârihi, şöyle der: Mihcen, eğri
olmak manasında olup çevgen (s e v -1 e c â n , ucu eğri baston) gibidir.
Mihcenin anezeden daha kısa, bir arşın boyunda veya biraz daha uzun ve bir
tarafı eğri baston olduğu söylenir. Resulullah (sav) onunla yürür, devenin
üzerinde önüne asardı. M i h s a r a ise kırbaç gibi olup insanın eliyle
tuttuğu ve dayandığı asa ve benzeri her şeye denir. Bunun kadîb gibi,Araplar ve
eşrafın kendisiyle meşgul olmak için ellerinde taşıdıkları ve elin uzak olduğu
sırt tarafı soyulmuş sopa olduğu da söylenir. Urcûn ise hurma salkımı sapıdır.
Bu kadîb yerinden alınmış olup Bağdat'ta Abbasî halifelerinin elinde bulunuyordu.
el-Fevâid'den nakledilen bilgi burada sona ermiştir.[284] Ibn
Sa'd'm Tabakât'ında, Bilâl'ın (ra) bayram günü ve i s t i s k âda (yağmur
duasına çıkıldığında) a n e z e y i Resulullah'ın (sav) önünde taşıdığı
kaydedilir. Tabakât'da Bilâl'ın biyografisine bakınız.[285]
Makkari'ninFethu'l-müteâladlı
eserinden naklen, Resulullah (sav) kalktığı zaman Abdullah b. Mesud'un (ra)
kendisine ayakkabılarını giydirdiği ve sonra evine girinceye dek Resulullah'ın
önünde asa ile yürüdüğüne dairbilgi daha önce verilmişti.Cevahir’ül-bihar’de,[286]
müellifinin Bulüğü’l-amal fi medhi’n-nial adlı risalesinden naklen verdiği
bilgiye bakınız.Hafız es-Suyuti’nin de el-İnba bi-enne’l-asa min
süneni’l-enbiya adlı bir risalesi
vardır.[287] El-Beyan ve’t-tbyin’de
de Resulullah’ın (sav.) önünde taşınan bir mihsara, bir kadib ve bir anezesi bulunduğu, Arap büyüklerinin
adetinin böyle olduğu kaydedilir.[288] Ebu
osmanet-Tucibi’nin[289]
er-Risaletü’l-ilmiyye’sinde şu bilgi verilir: İşare ve kadib taşımaya gelince;
işare, mihsare demek olup asadan daha ince ve kadibden daha kalın, dört karış
veya o dolayda bir uzunluktadır. Fakirler (tasavvuf ehli) ellerinde
taşırlardı.Bunlar ok da taşırlar.İşare’nin asıl fonksiyonu namazda sütre olarak kullanılmasıdır.Allah Rasülü’nün
(sav.) bir mihsare, bir kadib, küçük bir asa ve bir anezesi vardı.Araplar mihsare taşır, ellerinde
tutarak hitap ederler ve meclislerinde bulundururlardı.
El-mücmel’de de
mihsarenin, hitap veya hükümdarın konuştuğu sırada yanında bulundurduğu asa
olduğu belirtilir.[290]
Cem’u’l-cevami’de Beyhaki ve İbn Asakir’e isnadla Muhammed b. Sirin’den, onun
da Enes b. Malik’den şu rivayeti nakledilir: Enes’in yanında Resulullah’a (sav)
ait küçük bir asa vardı. Vefat ettiğinde böğrü ve gömleği arasında konularak
onunla birlikte defnedildi.Kenzü’l-ummal’e (VII, 10) bakınız.[291]
El-İstiab’da şu
rivayet nakledilir: Temim ed-Dari’nin azatlısı Sirac, Temim’in beş hizmetçisi
içinde Allah Resulü’nün (sav) huzuruna geldi. Resulullah’ın mescidinde yağla
kandil yaktı. Bundan önce yalnız hurma yaprağı yakıyorlardı.Resulullah (sav)
“mescidimizi kim aydınlattı?” buyurunca,
Temim “benim şu hizmetçim” dedi. Allah Resulü “ismi nedir?” diye sorunca,
“Feth” diye karşılık verdi.Bunun üzerine Nebi (sav) “hayır, onun adı Sirac’dır”
buyurdu.Sirac, Resulullah (sav) beni "Sirâc" diye adlandırdı, der.[292]
Sirâc'm el-İsâbe'deki biyografisinde verilen bir senedle Hatîb de bu rivayeti
tahric etmekte olup onda şu ifade mevcuttur: "Resulullah'ın (sav) mescidi
hurma yaprağıyla aydınlatılıyordu. Biz kandiller, yağ ve ipleri getirdik, ben
mescidi aydınlattım." Onun el-İsâbe'deki biyografisine bakınız.[293]
Yine el-İsâbe*de Temîm ed-Dâri'nin hizmetçisi Ebü'l-Berrâd'ın biyografisini
veren müellif, Mustağfiri'nin onu sahabe arasında zikrettiğini söyler. Muhammed
b. Hasan b. Kuteybe tarikiyle, Said b. Zeyyâd b. Fâid'den, onun babasından,
onun babasından ve onun da Ebû Hind'den yaptığı şu rivayeti tahric eder: Temîm
ed-Dâri kendisiyle birlikte Şam'dan Medine'ye kandiller, yağ ve ip getirdi.
Medine'ye vardığında cuma günüydü. Hizmetçilerinden Ebü'l-Berrâd denilen birine
emretti, o da kalkıp ipi bağladı, kandilleri astı, onlara su ve yağ koyarak[294] fitil
taktı. Güneş batınca da onları tutuşturdu. Allah Resulü (sav) mescide gelince
bir de baktı ki mescid apaydınlık. "Bunu kim yaptı?" diye sorunca,
"Temîm yaptı ey Allah'ın Resulü" dediler. Resulullah (sav) da
"İslam'ı aydınlattın, Allah da seni dünya ve ahirette nurlandırsın. Bir
kızım olsaydı onu seninle evlendirirdim" buyurdu. Bunun üzerine Nevfel b.
Haris b. Abctülmuttalib "Ey Allah'ın Resulü, benim Ümmü'l-Muğîre binti
Nevfel adında bir kızım var, dilediğini ona yap" deyince, Resulullah
(sav) onu hemen orada Temîm'e nikahladı. Bu rivayetin senedi zayıftır.[295] Zehebî'nin
et-Tecrîd'inde de Ebül-Berrâd'ın Temîm ed-Dâri'nin hizmetçisi olduğu ve "
m ü n k e r " bir hadiste zikredildiği belirtilir. İbn Mâce'nin Sünen'inde
Ebû Said el-Hudrf den "Mescidlerde ilk kandil yakan Temîm ed-Dâri'dir"
rivayeti nakledilir.[296]
Geçen hadisi, İsa b. İsmail er-Ruaynî el-Cârai limâ fi'l-musennefâti'I-cevâmi
adlı eserinde yine Ebû Sai'd'den rivayet olarak zikreder. Bunun üzerine yapılan
Tuhfetü'l-ekâbir adlı şerhte şöyle denir: Bundan anlaşılıyor ki küffâr
tarafından gelen ve onların kiliselerinde haçlarının başına asılmakta olan
kandilleri müslümanların mescidlerine asmak caizdir. Bunun caiz oluşu,
şeriat'te hükme bağlandığı üzere Ehl-i Kitâb'ın kap-kaçaklarını kullanmanın
caiz oluşuna dayanmaktadır. Bu bilginin devamı için adı geçen esere bakınız.[297]
es-Sünen'de[298] İbn
Mesud'dan şu rivayet nakledilir: "Tebük Gazve-si'ndeydik, ordugâhın bir
tarafında bir ateş şulesi gördüm. Bakmak için onu izledim, derken Resulullah'ı
(sav), Ebubekirve Ömer'i gördüm. Abdullah Zü'l-Bicâdeyn el-Müzenî vefat etmiş,
ona mezar kazıyorlardı ve Resulullah (sav) da onun kabri içindeydi."
Tirmizi'nin Câmi'nde "Gece defnetmek bâbı"nda İbn Abbas'dan şu
rivayet zikredilir: "Nebi (sav) bir gece bir kabre girdi, kendisine bir
kandil yakıldı." Hadis.[299]
Hafız Suyûti, hadiste geçen "bir ateş şulesi" sözünden maksadın mumun
ışığı olduğunu söyler. Suyûti bunu Resulullah'ın (sav) yanında mum yakılıp
yakılmadığını kendisine soran kimseye cevap olarak belirtmiş olup bu konuda
Müsâmeretü's-siunû fi davi'i'ş-şumû[300]
adlı bir risale kaleme almıştır. İbn Hacer el-Hey-temî'nin
el-Fetâva'1-hadîsiyye[301]
adlı eseri (s. 121) ile es-Sîretül-Hale-biyye'ye bakınız.[302]
Sahih-i Buhari'de "yatak üzerinde namaz bâbı"nda Hz. Aişe'den şu
rivayet nakledilir: "Ben, Nebî'nin (sav) önünde ayaklarım O'nun kıblesine
gelecek şekilde uyurdum. Seede ettiğinde bana eliyle dokunur, ben de
ayaklarımı çekerdim, kıyama kalktığında da uzatırdım. O sıralarda evlerde
kandiller yoktu."[303]
Hafız İbn
HacerFethu'l-Bârfde, Hz. Âişe'nin (ra) "O sıralarda evlerde kandiller
yoktu" sözüyle, bu şekilde uyuması hususunda mazeret beyanında bulunmak
istediğini belirtir. İbn Battal da Hz. Âişe'nin sözünde, daha sonraları kandil
yakmış olduklarına işaret bulunduğunu belirtir.[304] Es-Sîretü'ş-Şâmiyye'de
Resulullah'ın (sav) kendisi için kandil yakılmadıkça karanlık evde oturmadığına
dair haber zikredilir. Bezzâr ve Ebül-Hasan b. Dahhâk, Hz. Aişe'den şu rivayeti
tahric ederler: "Resulullah (sav) kendisi için kandil yakılmadıkça
karanlık evde otur/nazdı". İbn Sa'd da Hz. Aişe'den bu rivayetin benzerini
tahric eder.[305] Câhız'ın el-Beyân
ve't-teb-yin adlı eserinde şu bilgi verilir: Hire'de Kuzâa hükümdarlarının
sonuncusu olan Cezime el-Ebraş ilk defa mum yakan kimsedir.[306]
Mencûr'un el-Menhec'e yaptığı şerhte[307] şöyle
denir:Bürzüli'ye mescide kandil ve avize asma hususu sorulunca, mescidlere
hasır serme ve k a n dil yakmanın mescidleri yüceltme cümlesinden
olduğu ve mescidi aydınlatmanın buyuk sevaba vesile olacağı şeklinde cevap
vermiştir. Zemahşeri, "Allah'ın mescidlerini ancak iman edenler imar
eder" (Tevbe 9/18) âyetinin tefsirinde Enes'ten (ra) "Kim bir
mescidde bir kandil yakarsa, o mescidde ışığı bulunduğu sürece melekler ve
hamele-i Arş onun için istiğfarda bulunmaya devam ederler" rivayetini
naklederek şöyle der: Ayette geçen "imar" ifadesi, eskiyen
mescidlerin onarılması, temizlenmeleri, kandillerle aydınlatılmaları, zikir ve
ibadete hazır ve uygun hale getirilmelerini kapsar.[308]
Ramazan'da kandillerin çok olmasına gelince, bazı Mağrib'li alimler bunun
bid'at olduğunu ileri sürerek karşı çıkmışlardır. Doğrusu ise bunun mescidleri
yüceltme, değer verme cümlesinden olduğudur. Bu bilginin devamı için
Burzülî'nin en-Nevâzil'ine[309] ve
el-Menhec şerhine mutlaka bakınız.[310]
Ebû Davud'un Sünen'
inde Hz. Aişe'den şu rivayet zikredilir: "Resulullah (sav) mahalle (ve
obalarda) mescid inşa edilmesini ve temizlenip güzel koku serpilmesini
emretti."[311] Bu hadis
Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i,[312] Ibn
Mâce,[313] Ibn Huzeyme'nin Sahîh'i[314] ve
başka eserlerde de geçmektedir. Ibn Rüşd'ün el-Beyân ve't-tahsîl adb eserinin
"el-Câmi" kitabında Resulullah'm (sav) "Mescidlerinizde güzel
koku tütsüleyin"[315]
buyurduğu rivayet edilir. et-Temhîd' de de şu rivayet nakledilir: Ömer b.
Hattab'ın (ra) azatlısı Abdullah el-Mücmir,[316] Hz,
Ömer minbere oturduğunda mescidde güzel koku tütsülerdi. Onun Kabe'de
güzel koku tütsüleyenlerden olduğu da
söylenir. İlk rivayet daha sahihtir. Tecmîr ,buhurlamaktır. Fethü'l-Bârî'de "Abdestin
fazileti bâbı"nda şöyle denir: Nuaym el-Mücmir, Abdullah el-Medenî'nin[317]
oğlu olup o ve babası Allah Resulü'nün (sav) mescidini buhur landırdıklan için
" m ü c m i r " diye vasıflandırılmışlardır. Bazı alimlerin,
Abdullah'ın bu şekilde nitelendirilmesinin hakikat, oğlu Nuaym'ın to sıfatla
tavsifinin ise mecaz olduğu yolundaki iddiaları tartışma götürü İbrahim
el-Harbî, Nuaym'ın bu işi bizzat yaptığını kesin olarak belirtir.[318]
Buhari ve Müslim, Ebû
Hureyre'den şu rivayeti tahri ederler: "Siyahı bir kadın mescidi
süpürürdü. Resululla (sav) onu göremeyince ne olduğu sordu. Vefat etti'
dediler. Allah Resulü 'Bana haber vermeli değil miydiniz?' dedi. Ashab, kj
dinin durumunu küçümsenmişlerdi sanki, Resulullah 'Be onun kabrine götürün'
buyurdu. O'nu götürdüler, kadının kabri üzerine namaz kıldı."[319] îbn
Huzeyme bu hadisi Sahîh'inde rivay eder. Ancak bu rivayette şu ifade
geçmektedir: "Bir kadın toprak, çerçöp hurma dallarını mescidden
atardı."[320] Yine İbn Huzeyme ve İbn
Mâce buh dişi Ebû Said'den rivayet ederler: "Siyâhî idi, mescidi
süpürürdü. Birget vefat etti. Resulullah (sav) sabahladığında, kendisine kadını
haber verdiler. "Bana duyurmak değil miydiniz?" buyurdu ve ashabıyla
birlikte çıkı rak kadının kabri önünde durdu ve arkasında topluluk olarak onun
üzerir tekbir aldı, ona dua etti ve sonra geri döndü."[321]
Taberâni el-Mu'cemü kebîr'de îbn Abbas'dan (ra) şu rivayeti tahric eder: Bir
kadın mesciddı çerçöpü atardı. Vefat etti, defni Resulullah'a (sav) haber
verilmedi. Ns (sav) "Sizden biri vefat ettiğinde bana haber verin"
buyurarak onun (kab üzerine namaz kıldı ve "Onu cennette, mescidden
çerçöpü atar gördüm" dedi. Ebü'ş-Şeyh de Ubeyd b. Merzuk'tan şu rivayette
bulunur: "Medine'de b kadın mescidi süpürürdü. Vefat etti ve Nebî (sav)
ondan haberdar edilmedi. Onun kabrine uğradığında 'nedir bu kabir?' buyurunca,
Ummu Mıhcen'dır,[322]
dediler. 'Mescidi süpüren mı?' buyurdu, 'evet' diye karşılık verdiler. Topluluk
saf yaptı ve Allah Resulü (sav) onun üzerine namaz kıldı. Sonra 'Hangi ameli
daha faziletli buldun V buyurdu, 'Duyuyor mu, ey Allah'ın Resulü?' dediler.
'Sız onu duyamazsınız karşılığını verdi ve onun kendisine cevap verdiği
belirtti." Bu hadis "mursel "dir. Ibnu's-Seken sahabe arasında
Harkâ'mn biyografisini verir ve onunla ilgili olarak Ebu's-Sefer'den şu
rivayeti nakleder[323]: O,
Habeşî bir kadındı Resulullah'ın (sav) mescidinden çöp ve pislikleri atardı.
Nebî (sav) "Ona iki kat ecir vardır" buyurdu, el-İsâbe'de, Ummu
Mihcen de demlen Mihcene'nin biyografisini veren müellif şöyle der: Siyahî bir
kadındı, mescidi süpürürdü. Sahih-i Buharî'de adı anılmadan zikredilmiştir.
"Metruk" bir ravi olan Yahya b. Ebî Enîse onu adıyla anarak Alkame b.
Mersed'den, o Medine'li birisinden şöyle dediğim nakleder:
Medine halkından Mihcene
adlı bir kadın mescidi süpürürdü. Resulullah (sav) bir ara
onu göremez oldu... Hadis.[324] Taberânî
el-Mu'cemü'1-kebir'de, Munzıri'nin zayıf olduğuna işaret ettiği bir rivayet
olarak, Ebû Kırsâfe'den Allah Resulu'nun (sav) şöyle buyurduğunu işittiğini
tahric eder "Mescidleri inşa edin, supruntulen onlardan atın. Kim Allah için
bir mescid yaparsa Allah da onun için cennette bir ev yapar." Bir adam
"Ey Allah'ın Resulü, şu yollarda inşa edilen mescidler mı?" deyince,
"Evet, süpruntulen dışarı atmak da hurilerin mehirleridir" buyurdu.
Ibn Muflih'in el-Adâbü'1-kübrâ'smda, süpürme ve sair işlerin perşembe günü
yapılması gerektiği ve bunun sünnet olduğu belirtilir.[325]
Şemsuddin
es-Seffârinî, Hafız Ibn Teymiyye'nınFetâvâ'sında mescid-de meşru bir tarzda
ikamet eden kimselerden bahsederken "Mescidi supu-ren kadın gibi"
dediğini nakleder.[326] O
kadının mescidde küçük bir evi (h ı f ş ) vardı. " H ı f ş "
el-Metâli'de de belirtildiği gibi küçük kutu demek olup çoğulu " h u f f â
ş "tır. Hadiste "Annesinin evinde (hıfs) otursaydı ya!" ifadesi
geçer. H ı f ş kelimesi, küçüklüğünden dolayı annesinin evine benzetilmiştir.[327]
Şâfîi, h ı f ş 'in tavanı alçak ev olduğunu söyler, imam Mâlik de onun küçük ve
harab ev olduğunu belirtir Şöyle de söylenmiştir: H ı f ş , küçük kutu gibi,
çadıra benzer bir şeydir, hurma ağacından yapılır ve kadınlar bükülmüş iplerini
ve yaramaz eşyalarını içme koyarlar. Küçük mütevazi ev de ona benzetilir. İbn
Teymiyye şöyle der: Mescidde ikamet edenlerden biri Sad’ın çadırı ve kadının
küçük evi (hıfş) gibi örtünecek bie şeye ihtiyaç duyarlarsa, bu caiz
olur.Fakat mescidin devamlı mesken, geceleme ve konuşma yeri edinilmesi, ev
sahiplerinin evlerini kendilerine özgü kılmaları gibi kişinin hücreyi kendisine
tahsis etmesi, bu yeri mescid hükmünden çıkarır nerdeyse.[328]
Resulullah (sav) bunu
bizzat kendisi yerine getirdi. Öyle ki Sahihayn[329] ve
diğer kaynaklarda geçtiği üzere, kendisiyle birlikte cemaatle namazlara
katılmayanların nerdeyse evlerini üstlerine yıkmaya niyetlenmişti.Zemahşeri
el-Keşşaf’ta şöyle der: Allah Rasulü (sav) Attab b. Esid’i Mekke’ye vali tayin etti ve ona “ seni
ehlullah’a vali olarak atadım” buyurdu. Attab münafıklara karşı sert,
müslümanlara ise yumuşak davranırdı. O şöyle dedi: “Allah’a andolsun, cemaatle
namazdan geri kalan birini öğrenirsem boynunu vururum.Çünkü münafıktan başkası namazdan geri kalmaz.”[330] Ebu
Zeyd el-Meccaci, İbn Ebi Cemre’nin Muhtasar’ına[331] yaptığı
şerhte şöyle der: Siyer sahasında eser telif edenlerin bir çoğu, Ömer b. Hattab
ve Ali’nin (ra) fecir doğduğunda çıkıp
halkı sabah namazı için uyandırmayı adet haline getirdiklerini ve bunun da onların öldürülmelerinin sebeb i olduğunu zikrederler. Bundan da,
insanı namaz için uyandırmanın ne mekruh ne haram değil, aksine iyilik
konusunda yardımlaşma cümlesinden olduğu
anlaşılır.Bunun gibi, Hz.Ömer’in (ra) “Uyuyanları uyandır, şeytanları kovarım.”
Sözünden de bu anlaşılır. Derim: Bu uygulama Sultan Ebu İnan el-Merini’nin [332] de bu konudaki dayanağıdır.Ebu Zeyd el-Fasi
,Tahiru Büyütati Fas’ında Beni Zünbak ailesinden bahsederken şöyle der:
Ebu’l-mekarim Mindil b. Zünbak de bu aileden olup Emir’ül-mü’minin Ebu İnan’ın
emriyle insanları namaz vakitlerinde namaz kılmaya teşvik eder, namaz konusunda
ihmalkar davrananlara kamçı ve sopalarla vururdu.[333]
İmâm Ahmed b.Hanbel
Kitâbu's-Salât'da[334] şöyle
der(s. 14): Bilâl (ra) safları düzeltir ve safları düzeltinceye dek onların diz
sinirlerine kamçıyla vururdu. Ulemadan bazısı şöyle der: Bilâl'ın böyle
yapması, Resulullah (sav) zamanında namaza daha başlanmadan Bilâl'in kamet
getirmesi sırasında olmuş görünmektedir. Çünkü Bilâl'in, Allah Resulü'nün (sav)
vefatından sonra, Hz. Ebubekir'in hilâfeti sırasında Şam'dan dönüşünde bir gün
okuması dışında kimse için ezan okumadığına dair kendisinden rivayet varid
olmuştur.[335]
Sahih-i Buharı' de
Sâib b. Yezid'den şu rivayet nakledilir: "Mescid'de ayakta duruyordum,[336]
birisi bana çakıl fırlattı. Bir de baktım ki Ömer b. Hattâb, bana “Git şu
ikisini bana getir' dedi. Onları kendisine getirdim. Onlara 'kimsiniz?'ya da
'nerelisiniz?' dedi. Taifliyiz' diye karşılık verdiler, Hz. Ömer de “ Eğer bu
beldeden olsaydınız sizi incitirdim, Resulullah'ın (sav) mescidinde sesinizi
yükseltir misiniz?!' dedi."[337] Muvatta'
daşuri-vayet verilir: Ömer b. Hattâb (ra) Mescidin bir kenarında "Butayha
"denilen bir revak yaptırdı ve "Kim şamata etmek, şiir okumak ve
sesini yükseltmek (yüksek sesle konuşmak) istiyorsa şu revaka çıksın" dedi.[338]
el-İstiâb' da da şu bilgi zikredilir: Allah Resulü'nün (sav) amcası Abbas
(r.a.) Câhiliye devrinde Kureyş kabilesi içinde reis idi. Mescid-i Harâm'ın i m
â r e s i k â y e görevleri ona aitti. S i k â y e (hacılara su verme) görevi
malumdur. İ mâ r e ise, hiç kimsenin mescidde sövmesine ve çirkin söz
söylemesine müsaade etmeyip onları hayır konusunda mescidi mamur etmeye
yönlendirmesinden ibaretti. Buna uymamazlık edemezlerdi. Çünkü Mescid-i Haram
Kureyş'in toplanma yeriydi ve onlar da bu konuda birleşmiş ve ahidleşmişlerdi.
Abbas'a destek oluyorlardı, bu hizmeti ona vermişlerdik[339] Bu
bilgiyi Zübeyr ve diğer tarih ve neseb alimleri zikretmişlerdir.[340]
Şebrâmellisi şöyle
der: " A b d e s t suyugörevlisf'ndenmaksat,Allah Resulü (sav) a b d e s t
alırken ihtiyaç duyduğunda kendisine su dökmek suretiyle yardım eden kimse
olmalıdır.
Derim: Bilakis,
sözkonusu ifade bundan daha kapsamlı olup abdest ve temizlik (taharet) suyu görevlisi,
Resulullah'a (sav) a bdest ve istinca için su hazırlar, gidip uzaklaştığında
O'na taşır, dökme ve sair işlerde kendisine yardım ederdi.[341]
İbn Mesud (ra) bunlardan
olup Resulullah'ın (sav) abdest suyu ve ayakkabılarının ( n a 1 i n) görevlisi
olar ak bilinirdi.[342]
Sahîh-i Müslim' de Enes'den (ra) şu rivayet nakledilir: "Allah Resulü
(sav) ihtiyacı için (helaya) çıkardı, kendisine su getirirdim, onunla
yıkanırdı."[343] Sahîh-i
Buhâri' de de Enes'den şu rivayet verilir: "Nebî (sav) ihtiyacı için
(helaya) çıktığında, ben ve bir çocuk yanımızda bir kırba su getirirdik. Yani onunla
i s t i n c a ederdi."[344] İbnü'l-Cevzî
Keş/u'/-meşdfc/r de[345]
"edâve" (kırba)'nın
"rikve" (derisukabı,matara) gibi deriden yapılmış
su kabı olduğunu
söyler. Enes'in "Ben ve bir çocuk" sozu, Buhari'nin rivayetinde
"bizden" veya "ensardan" şeklinde bir fazlalıkla
zikredilir. Ismâîli de bu sonuncusunu tasrih eder. Müslim'de ise "Benim
dengim", yani yaşta bana yakın şeklinde geçer. Ebû Ubeyd "çocuk"
( g u 1 â m ) , yetişmeçağın-da olan kimsedir, der. el-Muhkem'de,[346]
"gulâm" kelimesinin, sütten kesilmekten yedi yaşına kadar olan sureyi
ifade ettiği belirtilir. el-E-sâs*ta ise, " g u 1 â m " kelimesinin
sakal bitme çağına kadar olan küçükler manasına geldiği, bundan sonra
"gulâm" denmesinin mecazî olduğu belirtilir. Hadiste sozu edilen
çocuğun, Ebu'd-Derdâ'mn Alkame b. Kays'a, Ibn Mesud'u kastederek "içinizde
su görevlisi yok mu?" demesinden dolayı, Ibn Mesud olduğu da söylenmiştir.
Buna göre Enes onu mecazen "çocuk" diye anmıştır. Bu durumda hadiste
geçen "bizden" sozu, "sahabeden" veya "Re-sulullah'ın
hizmetçilerinden" anlamında olmalıdır. Ismâîli'nın rivayetinde geçen
"ensardan" sozu ise muhtemelen râvinin tasarrufu olup râvı, rivayette
"bizden" ifadesini gormuş ve bunu "kabile" anlamında ya da
her ne kadar "ensâr" ifadesi orfen Evs ve Hazrec kabilelerini
belirtmekle sınırlı ise de butun ashab için kullanılması caiz olduğundan, lafzen
değil manası ile rivayet etmiştir.[347]
Ancak Müslim'in rivayetinde "benim emsalim bir çocuk" şeklinde onu
küçüklükle nitelendiren ifade bunun uzak bir ihtimal olduğunu göstermektedir.
Rivayette sozu edilenin Ebû Hureyre olması da muhtemeldir. Ondan şu rivayet
nakledilir: "Allah Resulü (sav) helaya gittiğinde O'na den bir matarada su
getirirdim, is tine a ederdi."[348]
Buhari'nin, Allah Resulu'nun(sav) ab d e s t vehelâ ihtiyacıiçin O'nun yamnda kırba
(il esu) taşıdığına dair Cin kıssasında Ebû Hureyre'den naklettiği rivayet de[349] bunu
teyid etmektedir. Bu durumda Enes'm "benim emsalim" sözüyle de onun
yeni musluman olma durumu kastedilmiş olur. Sozkonusu mezkur rivayette
kastedilenin Câbir olması da muhtemeldir. Müslim'de, Resulullah'ın (sav) hela
ihtiyacı için çıktığı ve Câbir'in bir su kırbasıyla O'nu takib ettiği rivayet
edilir ki[350] Câbir ensardan biridir.
Ismâîli'nin verdiği rivayette "O'nu takib ettim, ben bir çocuktum"
ifadesi geçer. Ancak Ismâîli bunun hata olduğunu belirterek doğrusunun
"ben ve bir çocuk" olduğunu söyler. el-Feth'e bakınız.[351]
el-tsâbe müellifi,
Resulullah'ın (sav) azatlısı Umeyme'nin biyografisini vererek (Kadınlarcildi,
s 21) Muhammed b. Nasr, Ibnu's-Seken, Hasan b. Sufyan ve başkalarının mezkur
Umeyme'den, onun Allah Resulu'ne (sav) a b d e s t aldırdığı rivayetini tahrıc
ettiklerim zikreder. Umeyme şöyle dedi: Resulullah'm (sav) ellerine su
döküyordum, yanına bir adam girdi ve "aileme kavuşmak (varmak)
istiyorum..." dedi. Hadis.[352] el-Mevâhıbü'l-ledü-niyye'de
müellif, Hz. Abbas'm (ra) azatlısı Abdullah b. Huneyn'in babası Huneyn'i[353]
zikrederek onun Allah Resulü'ne (sav) hizmet etmekte olduğunu ve Resulullah'ın
(sav) sonra onu amcası Abbas'a hibe ettiğini belirtir. Bu eserin şârihi
(Zurkâni), Semmûye'nin Fevâid'de[354] ve
Buhari'nin de et-Târîh'te bu rivayeti zikrettiklerini söyler: Huneyn, Allah
Resuîu'nün (savj hizmetçisi idi, onu amcası, Abbas'a hibe etti, o da onu azad
etti. Huneyn Nebî'ye (sav) hizmet eder, abdest aldığında abdest suyunun
(kalanını) ashabı için dışarı çıkarırdı. Huneyn suyu saklayınca kendisini
Resulullah'a (sav) şikâyet ettiler, o da "içmek için sakladım" dedi.[355] Ibn
Mâce, Allah Resulü'nün (sav) kızı Rukiyye'nin (ra) azatlısı Ummu Ayyâş'tan şu
tahricde bulunur: "Resulullah'a (sav) abdest aldınrdım; ben ayakta, o da otururdu."[356]
el-İstîâb'da da şu bilgi verilir: Umeyme hizmetçi idi. Onun Resulullah'a (sav)
abdest aldırdığına dair hadisi, Ibn Asâkır, Hasan b. Sufyân ve başkaları
tarafından tahrıc edilmiştir.[357] es-Sîretü'ş-Şâmiyye'de,
Resulullah'm (sav) murebbiyesi Ummu Eymen'in, O'nun taharet suyukırbası ve
hela ihtiyacı ile ilgilendiği zikredilir.[358]
Sahîh-i Buhari'de "Taş ile I s -t i n c a Bâbı"nda Ebû Hureyre'den şu
rivayet nakledilir: "Resulullah'ı (sav) takıp ettim, (hela) ihtiyacı için
çıktı, arkasına bakmıyordu. Yanma yaklaştım, bana 'bana ıs tınca etmem ıçm
(veya benzen bir ifade kullandı) taş getir, kemik ve hayvan tersi getirme'
buyurdu. Elbisemin bir tarafıyla tutarak kendisine taş getirdim ve yanına
koyarak ayrıldım, ihtiyacını gıderınce de taşlarla temizlendi."[359] Fethul-Bârî'de
müellif şöyle der: Bu hadiste, emretmiş olmasalar bile efendileri takibetmenin
ve devlet başkanının tebaasından bazı kimseleri istihdamının caiz olduğuna,
ihtiyacını gideren kimseden ayrılıp uz akl aşılacağın a, ihtiyacını giderdikten
sonra aramaya ihtiyaç duyup da pisliğe bulaşmasına meydan vermemek için, i s
-t i n c â edeceği şeyleri getirip yanına koymaya delâlet vardır.[360]
Fethu'l-Bâri'de
"Kişinin hanımıyla birlikte a b d e s t alması bâ-bı"nda[361]
Buhari'nin "Hz. Ömer sıcak su ile a b d e s t aldı" sözü geçerken,
nüshanın üstünde ustad şeyhimiz babamın yazısıyla şunu gördüm: Ebû Ömer İbn
Abdİlber, Resulullah'm (sav) ne bir a b d e s t alışı ne de g u s 1 edişinde
ısıtılmış su kullanmadığını zikreder.
Hocamız
Şebîhi'ninFecrü's-sâti adlı eserinde mezkur başlıkta şu bilgi zikredilir:
Resulullah'a (sav) gelince, O'nun ne bir a b d e s t ne bir g u -s u 1 de sıcak
su kullandığı sabit olmamıştır. Bunu Ibn Zekri söyler. el-Me-vâhib'de de şöyle
denir: Allah Resulu'nün (sav) Cuhfe (Şamlıların mi -katı) hamamı na girdiğine dair
rivayet edilen hadis,Hâfız Ibn Kesîr'-in de belirttiği gibi hadis
otoritelerinin ittifakıyla uydurmadır. Tam aksine Araplar ülkelerinde hamamı
ancak Resulullah'm (sav) vefatından sonra tanımış oldular.[362]
Zurkâniel-Mevâhıb şerhinde şöyle der: Resulullah'ın (sav) Hz.Ebubekirve Ömer'e
" h amam iniz temiz olsun (size sıhhatler olsun)"[363]
buyurduğuna dair Deylemi'nin îbn Ömer'den senedsiz zikrettiği rivayet, eğer
sahihse, münhasıran kaynak vb. yerlerden alınmış sıcak suya hamledilir. Hamam
in anıldığı butun rivayetler için bu durum sözkonusu-dur. Bunu Sehâvi söyler.[364]
Ancak buna karşı Harâiti'nin,[365] İbn
Asâkir'in ve Yakub b. Sufyân'ın daTârih'inde[366] Muhammed
b. Ziyâd el-Elhâni'den yaptığı şu rivayet varid olmuştur: Sevbân benim
komşumdu, hamama giderdi.
Ona"Resulullah'ın(sav)arkadaşısm(ashabmdansın)ve hamama gidiyorsun!"
dedim. "Resulullah (sav) da hamama giderdi" diye karşılık verdi. Bu
rivayet, Sehâvi'nin söylediği tarzda te'vile manidir. Zira Muhammed b. Ziyâd,
Sevbân'ın ısıtılmış su kullanmasını kotu karşılamıyor. Fakat bu rivayetin
isnadı gerçekten zayıftır (Şerhu'l-Mevâhib, IV, 247).[367] Ibn
Hacer el-Heytemî Şerhu'ş-ŞemâiFde, Demiri ve başkalarının Resulullah'm (sav)
hamama girdiğini kaydettiklerini söyler. Demîri'den bunu nakledenlerden biri de
Şeyh et-Tâvudi olup Şerhu Camii Halil'de[368]
bunun hemen ardından şöyle der: Nevevi Şerhu'l-Mühezzeb'de bunun zayıf bir
hadis olduğunu söyler.[369]
Ancakel-MevâhiMn daha
önce geçen ibaresinde olduğu gibi bu rivayetin bâtıl olduğunu belirtmemiştir.
Derim: Hamamla ilgili
hükümlere dair varid olan hadislerden, Nebî (sav) zamanında hamamın mevcut
olduğu ihtimali de sezilmektedir. Sünen kitaplarına ve bizim el-İlmâm bimâ
verede fî'1-hamâm adlı risalemize bakınız.[370]
Arif eş-Şa'rânî'nin Keşfü'l-ğumme adlı eserinde şu bilgi verilir: Resulullah'ın
(sav) ashabı ateşte ısıtılmış su ile temizlik yapıyorlar, güneşte ısınmış suyla
temizliği ise mekruh görüyorlardı.
el-İhyâ'dadaşubilgiverilir:
Sahabiler Şam hamam larmagirdiler. îbn Ömer, h a m a m in onların ihdas ettiği
nimetlerden olduğunu söyler. Ebü'd-Derdâ ve Ebû Eyyub'dan şöyle dedikleri
rivayet edilir: "Hamam ne güzel evdir; bedeni temizliyor ve ateşi
hatırlatıyor."[371]
Hafız İbn Hacer Tahricu ahâdisi'r-Râfiî'de şöyle der: Ashabdan bir grup sıcak
suyla yıkanıyorlardı. Amr ve oğlu Abdullah, İbn Abbas, Seleme b. Ekva, Eslab.
Şureyk ve başkaları bunlardandı.[372] Hz.
Aişe'nİn "Resulullah'a (sav) yıkanması için güneşte su ısıttım. Bana
"yapma ey Humeyra, bu göz hastalığına yolaçar' buyurdu" sözüyle
ilgili olarak söylenenler için Zeylai'nin Tahrîcu ahâd-îsi'l-Hidâye'sine,[373] îbn
Hacer'in Tahricu ahâd isi şerhi'r-Râfiiyyil-kebîr'i[374] ve
Ebül-Hasenât Muhammed Abdülhay el-Leknevî el-Hindî'nin es-Siâye alel-Vikâye (s.
336, 192) adlı eserine[375]
bakınız.[376]
İbnHuzeymeSahîh'inde"Camkabdan
ab de s t almanın mubahlığı babı"[377]
diye bir başlık açar ve Ahmed b. Abde tarikiyle, onun Hammâd b. Zeyd'den, onun
Sâbit'den, onun da Enes'den (ra) yaptığı şu rivayeti zikreder:
"Nebî (sav) bir
kab su istedi, bir cam kâse (kadeh) getirildi."[378] Zurkâni Şer-hu'1-Mevâhib'de şöyle der: "
Z ü c â c " (cam) kelimesi zicâc, zecâc ve zücâc şekillerinde okunur ki
en-Nûr'da[379] da bu husus
belirtilmiştir. Hafız İbn Hacer Fethu'l-Bârî'de "zücâc" şeklinde
okunacağını söyler.[380] İbn
Huzeyme'nin böyle bir başlığa yer vermiş olması, çabuk kırılması sebebiyle
bunun israf olduğunu ileri süren sufilerin görüşlerinin aksini ortaya koymak
içindir.[381] Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde İbn Abbas'dan Mu-kavkıs'm Allah Resulü'ne (sav) camdan bir kâse hediye
ettiği rivayet edilir.[382]
Fakat bu rivayetin isnadı tenkid edilmiştir. el-Mevâhibül-Iedüniy-ye'de bu
kâseyi Resulullah'a (sav) Necâşi'nin gönderdiği ve ondan (su vs.) içtiği
belirtilir. Şâmi, bu kâseye ilaveten topraktan yapılmış bir başkasını da
zikreder.[383]
Sahih-i Buhari'de
Enes'den şu rivayet nakledilir: "Resulullah (sav) bir kab su istedi,
içinde biraz su olanyayvan bir kâse getirildi, parmaklarını onun içine
daldırdı."[384]
Hafız İbn Hacer, hadiste kabın sıfatı olarak anılan "rahrâh"
kelimesinin "geniş ağızlı" anlamına geldiğini söyler. Hattâbi de
" r a h r â h " m geniş ve dibi yakın (derin olmayan) kab olduğunu
belirtir. İbn Hacer, devamla, bu özelliğin leğene benzerlik arzettiğini
kaydeder.[385] Beyhaki eş-Şuab'da
(Şuabu'1-îmân), Hatîb el-Bağdâdî ve Deylemi de Müsnedü'l-firdevs'te Abdullah b.
Ömer b. Hattâb'dan "merfu" olarak rivayet ettiği şu hadisi tahric
ederler: "Leğenleri doldurun, mecusilere muhalefet edin."[386]
Resulullah'm (sav) "Mihda'b" denilen ve ahşap veya taştan yapma
içinde çamaşır yıkanan şeyde, kâsede, ahşap ve taş kaplarda, leğen benzeri
tunçtan yapılma " T a vr " denilen kapta, bakır kapta, cam kâsede a b
d e s t almış olduğu sabittir.[387]
Buharı "Kitâbu'l-Vudû" da bunların her biri için başlık açarak
rivayetler nakletmiştir.[388] Ebû
Davud'un Sünen'inde de "Tunç kabda abdest alma babı" mevcuttur.[389]
Hafız Nuruddin el-Hey-semî, el-Mecma'da "Bakır (kap)dan abdest alma babı"
diye bir başlığa yer verir.[390]
Bizim "Leğenleri doldurun..." hadisiyle ilgili eserimize bakınız.[391]
Sahih-i Buhari de
misvak ve yastık görevlisinin İbn Mes'ud olduğu zikredilir.[392]
el-İsâbe müellifi, Resulullah'ın (sav; azatlısı Büreyre'nin biyografisini
verirken İbn Ebî Şeybe'nin Abdullah b. Büreyre'den şu tahricde bulunduğunu
zikreder: "Resulullah (sav) gece uyandığında Büreyre denilen bir
cariyesinden m is v akı getirmesini isterdi."[393]
Efendimiz dayımın m i s v ak ve onunla ilgili hususlara dair kaleme aldığı
esere bakınız.[394]
Dârekutni'nin el-İleV
de Hz. Ali'den (ra) naklettiği hadis te Hz. Ali şöyle der: Her sabah
Resulullah'a (sav) gelirdim öksürdüğü zaman içeri girerdim, sükut ettiğinde
girmezdim Resulullah (sav) yanıma çıktı ve "dün gece bir şey oldu, evde bi
hışırtı duydum" buyurdu. Hz. Ali içinde, Resulullah'a ait "rn
göreyim, bize ait bir kürsünün (iskemle) altında Hasan'ın küçük bi köpeği var"
ifadesinin geçtiği bir olayı zikretti.[395]
e/-Meşrcm VrevV de[396] şöyledenir:
Kürsü, üzerineoturulanşeyolupotu-ran kimsenin makadını taşmadığı (ondan daha
geniş olmadığı) da söylenmiştir.[397]
Sahih-i Müslim ve
Nesâi'nin Sünen' inde Humeyd b. Hilâl'den, metni Müslim'e ait şu rivayet
zikredilir: Ebu Rifâa el-Adevî şöyle dedi: "Nebî (sav) hutbe okurken
yanına geldim ve (ey Allah'ın Resulü, yabancı (garib) bir adam geldi, dininin
ne olduğunu bilmiyor ve dinini soru(p öğrenmek isti)yor' dedim. Resulullah
(sav) bana yöneldi ve hutbesini bırakarak yanıma geldi. Bir iskemle (kürsü)
getirildi, ayaklarının demirden olduğunu sanıyorum. Resulullah (sav) onun
üzerine oturdu ve Allah'ın kendisine öğrettiklerinden bana öğretmeye koyuldu.
Sonra hutbesini okuyup sonunu tamamladı.[398]
Mezkur hadis, bilindiği üzere Müslim'de mevcut olduğu halde Suyûti
Cem*u'l-cevâmi*de ve Muttaki el-Hindî Kenzü'l-ummâl'de, bundan habersiz olarak,
hadisi Taberâni'nin el-Mu*cemü'l-kebir*i ve Ebû Nuaym'a isnadla yetinmişlerdir.
Buhari de bu hadisi el-Edebü'l-Müf-red'de tahric etmiştir.[399] Bu
rivayette Resulullah'ın (sav), mescidde bulunduğu halde ayakları demirden bir
iskemleye oturmuş olduğu ve insanların kendisine baktığı zikredilmektedir.
Bundan, böyle oturmanın caiz olup kınanacak bir davranış sayılmayacağı
anlaşılmaktadır. Bir defasında sa-lihlerden birine oturması için bir iskemle
yaklaştırıldığında onun bunu kınanan (mezmûm) teşebbühten (küffara benzemek)
addederek kabul etmediği zikredilir. Buhari el-Edebü'1-müfred'de "Divana
(Serîr) oturma babı" adıyla bir başlık verir ve orada Muaviye'nin divana
oturması kıssasını; Ebû Kurre'nin[400]
"İbn Abbas'la birlikte divana oturdum" sözünü; Ebû Cemre'nin
"İbn Abbas'la birlikte oturmuştum, beni kendi divanına oturtmuştu, bana
"yanımda kal, sana malımdan bir pay vereyim" dedi, "ben de onun
yanında iki ay kaldım" sözünü; Enes'in Basra emîri Hakem'le birlikte
divana oturması kıssasını; daha önce Müslim'den nakledilen Ebu Rı-faâ
el-Adevî'nin kıssasını ki bu kıssada "ayaklarının demirden olduğunu sandığım
bir iskemle getirildi ve üzerine oturdu" ifadesi geçmekte olup Hu-meyd
"sanıyorum o siyah ahşaptandı, Ebû Rifâa demir zannetmiştir" ilavesinde
bulunur; Musa b. Dihkân'ın "Hz. Ömer'i üzerinde kırmızı bir elbise, bir
gelin divanına oturmuş gordum" sozunu ve Imrân b. Müslim'in "Enes'ı,
bir ayağını diğerinin ustune atmış vazıyette bir divana oturmuş gordum"
dediğini zikreder.[401]
Muberred el-Kâtnil'de Ömer b. Hattâb'ın, Zibrikân'ı hicvetmesi üzerine HutayVyı
hapsetmesi kıssasında şunu zikreder: "Hz. Ömer bir iskemle (kursu) istedi
ve üzerine oturdu. Hutay'a'yı da çağırtıp onune oturttu ve ona dilini kesmeye
kararlı olduğunu göstermek üzere keskin bir bıçak istedi..." Kıssa[402]
Nesâi'nin Sünen*inde Abduhayr'dan şu rivayet nakledilir: "Hz. Ali'nin bir
iskemle isteyip üzerine oturduğuna ve sonra bir kabda su getirterek ellerini uç
defa yıkadığına şahıd oldum.." Kıssa.[403]
Türk vezir Cevdet Paşa'nın Tarih'inde Türk Vâsıf Efendi'nin Tarih'inden naklen
şöyle denir: Efendimiz Hz. Yusuf (as) kursusu
(tahtı) üzerinde oturmuş olarak hukum icra ederdi. Efendimiz Hz.
Süleyman (as) da yüksek bir kursu üzerinde hükümleri uyguluyordu. Efendimiz
Muaviye (ra) de kendisi için özel bir daire tahsis etmiş olup orada taht
benzeri bir kurs u uzerindeoturarakhukumleriicraediyordu.[404] EbûNuaymel-Hil-ye'de
Yahya b. Eyyub'dan, o da Hz. Ömer'in Herakliyus'a gönderdiği elçisi olan
Cessâme b. Musâhik b. Rebı b. Kays el-Kinânî'den şöyle dediğini rivayet eder:
Oturdum, altımda ne olduğunu bilmiyordum. Bir de baktım ki altımda altından
bir iskemle (kursu) , gorur görmez hemen indim. He-rakliyus gülerek bana
"kendisiyle sana ikramda bulunduğumuz bu şeyden neden indin?" dedi.
Ben de "Resulullah'ın (sav) bunun gibi şeylerden nehyet-tiğini
duydum" diye karşılık verdim. Kenzü'l-ummâl'de "Fedâilu's-sahabe"
bölümünde Cessâme b. Musâhik biyografisine bakınız.[405] ve
iskemleye başta nasıl oturduğunu, sonra da onun iskemle olmasından değil de
onun altından yapıldığını görünce nasıl indiğim gorunuz. Eğer o, iskemleyi
altın dışında kullanılması mubah bir şeyden yapılmış bulsaydı üzerine rahtça
otururdu. Allah en doğrusunu bilir.[406]
Resulullah (sav) için
tatlı su getirilmesine dair fasıl: İsfahâni'nin Ahlâku'n-Nebî (sav) adlı
eserinde Hz. Aişe'den (ra) şöyle dediği nakledilir: "Resulullah (sav) için
Sukyâ evlerinden tatlı su getilirdi."[407]
Kuteybe, Sukyâ'nın Medine'ye iki günlük mesafede bir kaynak olduğunu söyler.[408]
Seyyid es-Semhûdî, el-Hulâsa'da Hz. Aişe'nin mezkur hadisini verirken şöyle
der: Bu hadisi Ebû Davud bu lafızla rivayet etmiş olup senedi de " c e y y
i d "dir (sahih, makbul). Hâkim de hadisin sahih olduğunu belirtir.
Vâkıdi, Ebû Râfî'nin hanımı Selma'nın rivayet ettiği hadiste onun şöyle
dediğini nakleder: "Ebû Eyyub, Resulullah (sav) onun yanında misafirken
kendisi için Enes'in babası Mâlik b. Nadr'ın kuyusundan tatlı su getirirdi.
Sonra Enes ile Hârise'nin iki oğlu Hind ve Esma[409]
Sukyâ evlerinde Resulullah'ın hanımlarının evlerine su taşırlardı. Allah
Resulü'nün (sav) siyahi kölesi Rebâh, kendisine bir defa Gars (veya Gurs)[410] kuyusundan
bir defa Sukyâ kuyusundan su getirirdi". Bu Sukyâ, Matari'nin,[411] Hz.
Ali'nin (ra) el-Muharrem'deki[412]
kuyusuna gidenlerin solunda kalan ve en-Nekâ[413]
konak yerinin bitiminde diye andığı kuyudur. Semhûdi daha sonra, Kuteybe'nin
Sukyâ ile ilgili açıklamasının ardından şöyle der: Kuteybe'nin sözünü ettiği
kuyu, eski Mekke yolunda bilinen kuyu olup el-Mecd'in[414]
belirttiğine göre Fur'a bağlı bir yerdir. Fakat burada kastedilen Sukyâ o
değildir. Anlaşılan Kuteybe Medine'de bir Sukyâ bulunduğundan haberdar olmamıştır
(el-Hulâsa, s. 223, 228 ve onun aslına bakınız).[415]
Resulullah'a (sav)
Medine'deki temiz (tatlı) kuyulardan su taşınması faslı: el-İsâbe'de Heysem b.
Nasr b. Zahir el-Eslemî'nin biyografisini veren müellif, Vâkıdi'nin onu Hz.
Peygamber'e hizmet edenler arasında zikrettiğini ve kendisine ait bir senedle
ondan şu tahricde bulunduğunu söyler: "Allah Resulü'ne (sav) hizmet ettim.
Mehâvic kavmin(e gittiğin)de kapısını bekledim. O'na Ebü'l-Heysem b. Teyyihân'm
Câsûm'daki[416] kuyusundan su
getiriyordum. Kuyunun temiz (hoş, tatlı) bir suyu vardı. Allah Resulü (sav) bir
gün oruçlu olduğu[417]
halde Ebubekir'le (ra) birlikte E bul-Heysem'e geldiler..." Ve kıssayı
zikretti.[418]
Allah Resulü (sav)
için suyun soğutulduğuna dair fasıl: Sahih-i Müslim* de Allah Resulü'nün (sav)
siretine dair Câbir'den (ra) rivayet edilen uzun hadiste, Câbir'in şöyle dediği
zikredilir: "Ordugâha geldik, Resulullah (sav) 'ey Câbir, abdest suyu
için nidada bulun (abdest suyu iste, ara)' buyurdu. Ben de 'ey Allah'ın
Resulü, kafilede bir damla su bulamadım' dedim. Ensardan bir adam, hurma
dalından bir askıya takılı eski tulumdan (kırba) yapma kovasında Resulullah
(sav) için su soğutuyordm.”[419]
el-İsâbe'de Üseyle
el-Huzâiyye'nin biyografisini veren İbn Hacer, Ebı Kurre Musa b. Tarık'tan şu
rivayeti zikreder: "Nebî (sav), Süheyl b. Amr'c mektup yazarak
"mektubum sana gece gelirse sabahlamadan, gündüz ge lirse gecelemeden bana
zemzem suyu gönder" buyurdu. Süheyl de Usey le el-Huzâiyye'nin yardımıyla,
sağladıkları iki büyük tuluma zemzem suyu doldurdu ve devesiyle gönderdi"
Bunu, Mufaddal b. Muhammed el-Cenedi rivayet etmiştir.[420]
Yine el-İsâbe'de sonra Süheyl b. Amr'ın azatlısı Uzeyhir'in biyografisini
vererek şöyle der: Ashaptandır, efendisi Süheyl onu Allah Resulu'ne (sav)
zemzem suyu götürmek uzere gönderdi. Fâkihi Muhammed b. Süleyman tarikiyle onun
Hizam b. Hişam'dan,[421]
onun babasından, onun da Ümmu Ma'bed'den şöyle dediğini rivayet eder: "Süheyl'in
kııçuk hizmetçisi Uzeyhır çadırıma geldi, yanında ıkı su tulumu vardı Ne
olduğunu sordum, Resulullah'ın (sav), efendisi Süheyl'e mektup yazarak zemzem
suyu istediğini ve tulumların kurumaması için süratle yolaldığını
söyledi." [422]
Abdullah b. Selâm'ın
azatlısı Fâid'in biyografisini veren el-İsâbe müellifi şöyle der- Mufıd b.
Numan er-Râfız[423]
Menâkıbu Ali'de ibrahim b. Artır tarikiyle, Abdullah b. Selâm'ın azatlısı
Fâid'den ibrahim'e tahdiste bulunanların şu rivayetini tahric eder: Fâid dedi:
Nebî (sav) Hudeybiye gazvesinde Cuhfe mevkiinde konakladı, orada su bulamadı.
Bunun üzerine Sa'd b Mâlik'i gönderdi, o su tulumlarıyla geri donup ozur beyan
etti. Allah Resulü (sav) bu defa Hz. Ali'yi gönderdi, o tulumları doldurmadan
dönmedi. el-İsâbe müellifi bu biyografiyi (zây) harfi ile rumuzlandırmıştır.[424]
Müslim Enes'ten şu
rivayeti tahric eder: "Resulullah'a (sav) şu kadehimle bütün içecekleri;
bal (şerbeti), nebiz, su ve sütü sundum."[425]
Subhu'l-a'şâ'da (VI,
344) şu bilgi verilir: "Rivayet edilir ki Resulullah (sav) su istedi, bir
yahudi de kendisine su verdi. Bunun üzerine Allah Resulü ona "Allah seni
güzelleştirsin!" dedi ve o yahudi, ölünceye dek yüzünde ak (kıl) görmedi.
Bundan da, kâfirlere, karşılıklı konuşma (ve yazışmalarda) dua etmenin caiz
olduğu anlaşılmaktadır." Derim: Bu kıssa, sanki, "Hz. Pey^ gamber'in
(sav), suyundan bir kıl çıkaran kimseye dua etmesi" başlığı altın da ileri
verilecek olan kıssadır. Resulullah'ın (sav) bir yahudiyi istihdam cümlesinden
olarak İbn Sa'd'ınTabakât'ında (VI, 109) Ömer b. Hattâb'ıi azatlısı Üssek
el-Yahûdî'nin biyografisinde bilgi geçmektedir. Üssek, öme: b. Hattâb'ın (ra)
kölesiydi, kendisine İslâm'ı teklif eder, o da kabul etmez Hz. Ömer ona
"dinde zorlama yoktur" derdi. Hz. Ömer vefat etmek üzerey ken onu
hıristiyan (nasrâni) olarak azad etti ve "dilediğin yere git" dedi.[426]
Sahih-i Buhari' de
Sa'lebe b. Ebî Mâlik'ten şu rivay( nakledilir: "Ömer b. Hattâb, Medine
kadınlarından bazılar na peş-temallar dağıttı. Yeni bir peştemal kaldı. Bazdan
ona 'ey mü'minlerin emîri bunu senin yanındaki Resulullah'ın (sa kızma —Ali b.
Ebî Tâlib'in kızı Ümmü Gülsüm'ü kastedere--- dediler. Hz. Ömer, 'Ümmü Selît
daha layıktır' dedi. Ümmü Selî Allah Resulü'ne (sav) biat eden ensar
kadınlarmdandı. Hz. ı mer 'O, Uhud günü bize sırtında su taşıyıp dağıtıyordu'
dedi.”[427]
İbnü'1-Esîr
Üsdü'l-ğâbe'de ve İbn Hacer de el-İsâbe'de Muslin-Umeyr es-Sekafî'nin
biyografisini verirken Taberâni'nin Müslim b. Ume den[428] şu
tahricde bulunduğunu zikrederler: "Resulıdlatia (sav), içinde hı ma
kapçığı (kâfur) bulunan yeşil bir testi hediye ettim. Onu ensar ve muhtirler
arasında paylaştırdı ve "ey Ümmü Halime[429] bize
ondan Nebîz yap" buyurdu".[430]
Zehebi'nin et-Tecrid'inde, Müslim b. Umeyr es-Sekafî'den —hadis eğer sahihse—
Müzâhim b. Abdüîaziz'in rivayette bulunduğu belirtilir.[431]
Hafız el-İsâbe'de Ebû
Zeyd b. Ahtab'ın biyografisini verirken Ahmed'in[432]
ondan şu tahricde bulunduğunu zikreder: "Nebi (sav) su istedi, kendisine
bir kadeh su getirdim, içinde bir kıl vardı onu aldım. Resulullah, 'Allahım,
onu güzelleştir!' dedi. Râvi şöyle der: Ebû Zeyd'i doksan dört yaşında gördüm,
sakalında bir tek beyaz kıl yoktu". İbn Hibbân ve Hâkim bu hadisin sahih
olduğu belirtirler.[433]
Ebû Ömer ve et-Tehzîb
müellifi, Resulullah'ın (sav) azatlıları arasında Ebû Ubeyd'i zikrederek[434]
şöyle derler: Resulullah'ın (sav), kendisine "bana kol ver!"
buyurduğu ve onun da "koyunun kaç kolu var?!" diye karşılık verdiği
kimse budur. Bunun üzerine Allah Resulü (sav) "Nefsimi elinde tutan
Allah'a andolsun, eğer sükut etseydin, istediğim surece bana kol verecektin"
buyurdu.[435] Bu hadis eş-ŞemâiPde
tahric edilmiştir.[436] Ebû
Ömer şöyle der: Onun, Resulullah'ın hizmetçisi olduğu söylenmiştir.[437]
Amiri
Behcetü'l-mehâfİl'de şöyle der: Resulullah'm (sav) "Gar-r â " demlen
büyük bir çanağı (karavana) vardı, dört kulpluydu ve dört kişi tarafından
taşınırdı. Allâme İbnü'l-Eşhar el-YemenîBehcetü'l-mehâfil'm şerhinde şöyle der:
Ebû Davud[438] bunu Abdullah b.
Bişr'den, Teberâni'de Abdullah b. Zeyd'den rivayet eder. Amirî şöyle der:
Allah Resulü'nün (sav) gümüşten üç kulpu bulunan ahşaptan bir kadehi de vardı.
Bunun demirden olduğu, halkaları bulunduğu ve bir halkadan asıldığı da
söylenir. Bu kadeh kendisinden sonra Enes b. Mâlikin yanında, sonra da onun
kızında idi. Re-sulullah'ın (sav) cam ( z ü c â c ) bir kadehi vardı. İbnü'l-Eşhar
şöyle der: İbn Mâce'nin[439] İbn
Abbas'dan rivayet ettiği gibi, onunla içerdi. İbn Abbas onun "kav âr îr
"den (şişe, cam) olduğunu söyler. Resulullah'ın (sav) "Reyyân"
denilen başka bir kadehi,[440]
taştan bir çanağı vardı. Sarı bakırdan bir leğeni vardı, içinde kına ve çivit
otu bulunur, sıcak olduğu zaman başının üstüne konurdu. Tunçtan bir çamaşır (ve
yıkanma) teknesi vardı.[441] Fıtır
sadakasını ölçüp ödediği bir de "sâ"ı vardı. İbnü'l-Eşhar şöyle der:
Resulullah'ın (sav) "er-Râc" denilen bir eyeri, "el-Kezz"
denilen bir yaygısı ve "es-Sâder" denilen bir su kırbası vardı. Bunu
Taberâni el-Mu'cemü'l-kebûr'de İbn Abbas'dan tahric eder. Sedirinin altında
dahurma ağacından yapılmış bir çanağı vardı; geceleyin ona bevlederdi. Ebû Davud,[442]
Tirmizi ve Hâkim bu rivayeti Ümeyme bint Rukayka'dan[443]
tahric etmişlerdir.[444]
İbn Cüreyc'den şu
rivayet nakledilir: "Bana haber verildi kiNebî (sav) hurma ağacından
yapılmış bir çanağa bevleder, sonra onu sedirinin altına koyardı. Bir ara gelip
baktı ki çanakta bir şey yok. Ümmü Habîbe ile birlikte Habeşistan'dan gelen ve
ona hizmet eden Bereke adlı bir kadına "Çanaktaki bevl nerede1?"
buyurdu, o da ''içtim” dedi. Allah Resulü de "sıhhat olsun sana ey Ümmü
Yusuf dedi. Kadın, vefat ettiği hastalığına dek hiç hastalanmadı". Bu
hadisi Abdûrrezzak el-Musannef te, Ebû Davud[445] da
muttasıl bir senedle İbn Cüreyc'den, o Hukeyme'den, o da annesi Ümeyme'den
rivayet ederler. İbn Dihye bunların iki kadınla ilgili olarak vuku bulan iki
ayrı olay olduğunu ve Ümmü Yusuf Bereke'nin, Ümmü Eymen Bereke'den ayrı olduğunu
açıkça belirtir[446] ki
Bulkini de bu görüştedir. Derim: et-Tabsîr[447] ve
diğer eserlerde geçtiği üzere adı Hukeyme şeklinde (Hakime değil) okunan mezkur
hanım tâbiindendir. el-İsâbe'de Ebû Nuaym'dan naklen İbn Cüreyc'den başkasının
ondan rivayette bulunmadığı belirtilir.[448] Bu
bilginin benzeri Muhtasaru't-Tehzîb'de geçer ki müellif, Hukeyme'nin ondan
başka râvisini zikretmez.[449] Suyûti!ninMirkâtu's-suûd'unda[450] Hukeyme'-den
İbn Cüreyc'den başkasının rivayette bulunmadığı belirtilir. Zehebi de
"İbnCüreycondan 'an' sigasıylarivayettebulunmuştur"ilavesindebulu-nur[451] ki,
yani o " m ü d e 1 1 i s[452] olup onun a m u a n a n "[453]
hadislerinden sakınılır demektir. Ebû Davud[454] ve
Ebû Nuaym da İbn Cüreyc'in ondan yaptığı rivayeti "an" sigasıylaverirler.Fakatel-İstîâb[455]
veRuayni'nin[456] Câmi'inde " T a h d
î s[457] sigasryla geçer ki eğer bu sabitse geriye
yalnız Hukeyme hakkında bilgisizlik kalmış olur. Zehebi el-Mîzân'da Hukeyme'nin
biyografisinde onun "gayrı ma'ruf" (bilinirdeğil)olduğunu söyler.[458]
Mâliki alimlerden Zurkâni, Resulullah'm (sav) kadına söylediği "sıhhat
olsun" sözü ile ilgili olarak şöyle der: "Sıhhat" kelimesi nasb
şeklinde okunursa ( s ı h h a t e n ) manası "Allah onu sıhhat kılsın",
refhalinde okunursa (sıhhattin) "içtiğin sıhhattir" yani
"sıhhate vesiledir" olur. Bir şey içen kimseye böyle bir söz
söylenmesi müstehab olup yemek yiyen kimseye denilmesi de buna kıyas edilir.
Böyle söylemenin hikmeti de, yeme ve içmeden hastalık v.s. doğmasından
korkmadır. Şu şiirde söylendiği gibi:
Gördüğün hastalıkların
çoğu
Yemekten ve
içmektendir. (Zurkâni, IV, 268).
Şihâbüddin el-Hafâci
Şerhu'ş-Şifâ'da (I, 451) mezkur hadisle ilgili olarak şöyle der: Allah
Resulü'nün (sav) ''sıhhat olsun" sözünde, içtikten sonra bu şekilde dua
etmenin bid'at değil sünnet olduğuna delalet vardır. Hafâci, bu sözünden sonra,
Zurkâni'den bu duanın hikmeti olarak anılan bilgiyi verir ve aynı beyti
zikreder.[459] Nuruddin Ali
eş-Şebrâmellisî, el-Me-vâhibü'l-ledüniyye'ye yaptığı haşiyede "sıhhat
olsun" sözüyle ilgili olarak şöyle der: Bundan, "sıhhat olsun"
sözünün sünnet olduğu anlaşılmakta olup bu konda yemenin de içme gibi olması
gerekir. İmam Ebû Abdullah Muhammedİbnü'l-Hâcel-Abderîel-Mâliki,el-Medhaladlı
eserinde (1,196) şöyle der: İçmeyi bitiren kimseye söylenen "sıhhat
olsun" sözü her ne kadar güzel bir dua ise de, içme münasebetiyle söylenmesinin
adet haline getirilmesi bid'attir. Eğer Hz. Peygamber'in (sav), bevlini içtiği
sırada Ümmü Ey-men'e "Sıhhat olsun sana ey Ümmü Eymen, ateş senin kamına
asla girmesin33 dediği ileri sürülecek olursa, bu, bu konuda delil olamaz.
Çünkü burada içilen su değil bevldir. O da içilince zarara yol açar. Bu sebeple
Hz. Peygamber (sav), kendisinden başkasının bevli içildiğinde normal olarak
meydana gelmesi muhtemel zararı ondan def için "sıhhat olsun"
buyurmuştur. Binaenaleyh bu, dua ve ihbar içermekte olup durum su içilmesinin
aksinedir. Bu yerin dışında ne Resulullah'tan (sav) ne de ashab ve seleften bu
sözün nakledilmemiş olması da buna delalet eder. O halde geriye yalnız bu
davranışın bidat olduğu hususu kalır.[460]
İbnü'l-Hâc'ın bu yorumu dayanak bakımından yerinde olmakla birlikte İslâm edep
ve ahlakı, yeme ve içme münasebetiyle afiyet dilemeye mani değildir. Birşey
içen kimseye "sıhhat (afiyet) olsun" denmesi Orta Mağrib'de gece ve
göndüzün akışı gibi olağan bir durum arzeder. Öyle ki birşey içene, orada hazır
bulunanların hepsinin bir ağızdan "sıhhat olsun” temennisine
üşüşmelerinden dolayı, orada çoğu zaman su içmekten çekinirdim. Hicaz ve
Mısır'da ise " h e n i e n merîa" (afryetol sun, yarasın) denir.
Allah Teâlâ'nm, cennet ehlinin oraya girenlerden birse; yiyen kimseye
"Geçmiş günlerde işlediklerinizden ötürü, (bugün) afiyetleyi-yin
için" (Hakka 69/24) diye temennide bulunacaklarını haber vermiş olması da
bu konuda onlar için delil sayılabilir. Orta Mağrib'in alimi Şeyh Ebı Râs
el-Muaskerî'nin[461]
Rihle'sinde şu bilgiyi gördüm: Muaskeri Fas'a git tiğinde orada bir düğün
yemeğinde hazır bulunur. Talebelerden biri onui yanında su içince, ona
"sıhhat olsun" demeye yel tendim, oradakilerin heps bana güldüler,
diyor. Pişmanlıktan dişlerimi gıcırdattım, sonra "bunu ter ketmedeki
deliliniz nedir?" diye sordum, "bu bizim adetimizdir" dediler.
Ben de "bu hususta, istidlalde bulunduğunuz bir nakil var mı?" dedim,
hepsi birden "bu konuda nakil mi varmış?" diye karşılık verdiler.
Şöyle dedim: Şihâb-üddin el-Hafâcî bunun sünnet olduğunu, el-Medhal müellifi de
aksini söyler. Şeyh Tayyib b. Gîrân yaslanmış durumdaydı, bu nakli duyunca,
Nadr b. Şümeyl[462]
kendisinin yanlış okuduğunu ileri sürünce Me'-mun'un kalkıp doğrulması gibi[463]
doğrularak şöyle dedi: Bu konuda nakil ve sözkonusu ihtilaf var mı? Ben de
"evet var" dedim ve onlara Şihabüddin el-Hafâcî ve el-Medhal
müellifinin sözünü referans olarak zikrettim. Benim üstünlük ve naklimin
sıhhatini itiraf ettiler. Muaskeri'nin söyledikleri özetle bundan ibarettir.
Geçen bilgilerden anlaşıldığı
üzere Mâliki muhaddislerden Zurkâni bu afiyet dilemenin müstehab olduğunu
açıkça beliritir. Onun hocası Nuruddin eş-Şebrâmellisî eş-Şâfîf nin bu dileğin
müstehab olduğunu tasrih etmesi, Doğu'da ve başka yerlerde bugün uyulagelmekte
olunan adetle birlikte Şihabüddin el-Hafâcî'nin tasrihini de teyid etmektedir.
Hanbeli muhaddis Seffârînî'nin Şerhu Manzûmeti'l-âdâb'ında[464]
hanbeli fukahasından şu nakil zikredilir: Yemekten sonra hamdeden kimseye dua
edilmesi, yiyen ve içene de durumun elverdiği şekilde dua edileceğine delâlet
eder. Hamdetsin etmesin mutlak olarak bunun müstehab olduğu şeklindeki görüş,
İbnü'l-Cevzi'nin sözünün gereğidir. (Bu bilginin devamı için adıgeçen esere
bkz. II, 134). Verilen bu bilgi, İmam İbn Müflih'in el-Adâbü'1-kübrâ adlı eserinde
konuyla ilgili uzunca açıklamasının özeti olup mutlaka ona bakılmalıdır.[465]
Allah en doğrusunu bilir.
Bundan bir müddet
sonra konuyla ilgili olarak Şihabüddin İbn Hacer el-Heytemî'nin Fetâvâ'sında,
kendisinden daha özlü ve daha güzeli olmayan sözüne muttali oldum. Allah ona
rahmet etsin, işte kendi ifadesi: İçmesini bitiren kimseye insanın
"sıhhat olsun" vb. sözler söyleme alışkanlığının bir mesnedi var
mıdır, yoksa bu bir bidat inidir diye soruldu. O şu cevabı verdi: Bunun bir
mesnedi olduğunu söylemek mümkün olup Allah Re-sulü'nün (sav), bevlini içen
Ümmu Eymen'e "sıhhat olsun ey Ümmü Eymen, artık senin karnına ateş
girmez" sözleri delil olarak gösterilebilir. Buna şu yönden kıyas yapılır:
Bizim imamlarımızdan çoğuna göre muhtar (tercih olunan) görüş, Resulullah'ın
artıklarının temiz ve bevlinin de şifa olduğudur. O, kendi bevlini içen
kimseye bunu söylerse, su içen kimseye onun sozumın aynısını söylemeyi buna
kıyas etmek bidat olmaz. Resulullah'dan (sav) bu olay dışında bu sozun
naklolunmadığı da ileri sürülemez. Çunku bize göre, Resulullah'a (sav) teşri
maksadıyla yaptıklarında iktida için bu fiilin ondan tekerrürü şart olmayıp bu
davranışın kendisinden bu olaydaki gibi bir defa olsun sadır olması
yeterlidir. Hem açıktır ki bu olay dışında bir naklin mevcut olmayışı, bunun
Resulullahtan sadır olmadığını göstermediği gibi, bu, nakli için öyle fazla
sebebler olabilecek husus da değildir. Bizim "Resulullah'm (sav) bevli
şifadır" sözümüzle, "Bunda delil yoktur, çunku burada sozkonusu olan
içilecek bırşey değil, bevildir. O da içildiğinde zarara yolaçar. Bu sebeple
Resulullah (sav), kendisinden başkasının bevli içildiğinde normal olarak
meydana gelmesi muhtemel zararı ondan def için "sıhhat olsun"
buyurmuştur. Bu da su içmenin aksine, bir dua ve ihbarı tazammun eder"
şeklindeki bir iddia da bertaraf edilmiş olur. Bu itirazı ileri suren kimsenin
"ondan husule gelecek zararı kendisinden def için ." sozu, Allah
Re-sulu'nun (sav) bevlinm Ummu Eymen ve başkaları tarafından şifa kabul edilmiş
olması ve Ummu Eymen'in de onu içmekle şifadan başka bir şey kas-detmemesi ile
reddedilir ve böylece butun söyledikleri bertaraf edilmiş olur. Bu hadiste
konuyla ilgili delil olmadığını söylemek de mümkündür. Fakat yukarıda sozkonusu
kimsenin zikrettiği sebebplerden değil, Resulullah'm (sav) bu sozu sadece Ummu
Eymen'e bevli içmekten kasdını, ki o yalnız tedavi ve şifa isteğiyle bevli
içmişti, teyid için söylemiş olması sebebiyle. Allah Resulü (sav) ona,
maksadını teyid ve dileğine icabet, kasdettiği sıhhatin gerçekleştiğini ihbar
için "sıhhat olsun" buyurdu. Bu, lafızdan kastedilen açık bir
manadır. Bu durumda sozkonusu hadiste, su içildiğinde bu sozu söylemenin
mendub olduğuna dair delil bulunduğu hususunda açık bir delâlet mevcut
değildir. Ama ilaç içildiğinde bunu söylemenin mendub olduğuna dair açık
delâlet vardır. Çunku ilaç içme nasda sozkonusu edilen huşunun aynısı olup
aralarında ayrılık mevcut değildir (III, 117).[466]
Kadı Iyâz el-İk mâl'
de şöyle der: Müslümanlara ilk olarak hicretin sekizinci yılında hac yaptıran
kimse Attâb b. Esîd'-dir. Sonra dokuzuncu yılda Hz. Ebubekir hac yaptırdı.
Resu-lullah'ın (sav) haccı ise onuncu yıldadır. İbn Cemâa Muhta* saru's-siyer'
de Resulullah'm (sav) onuncu yılda haccettiğini ve kendisiyle birlikte yirmi
bin kişinin vakfede bulunduğunu Söyler. Bu konuda daha önce Nûru'n-nibrâs'tan
nakledilen bilgiye bakınız. Şebrâmellisîel-Mevâhibü'l-ledüniyye haşiyesinde
Attâb b. Esîd'in adının okunuşunu bu şekilde tesbit ettikten sonra şöyle der:
Attâb Mekke emîri idi ve Mekke halkına fıkıh bilgisi ve sünnetleri öğretmek
üzere kendisiyle birlikte Muaz b. Cebel bulunmaktaydı. Attab o sırada yirmi
yaşlarındaydı.
el-İsâbe'de şu bilgi
verilir: Attâb Mekke fethi günü müslüman oldu, Nebî (sav) Huneyn'e gittiğinde
onu Mekke'ye vali tayin etti ve öyle sürüp gitti. Resulullah'm (sav) onu Taif
ten döndükten sonra vali tayin ettiği, At-tâb'ın fetih yılı halka hac
yaptırdığı da söylenir. Hz. Ebubekir de onu Mekke'de alıkoydu, ta ki kendisi
vefat ettiği gün Attâb da vefat etti. Bütün bu bilgileri Vâkıdi ve başkaları
zikretmektedir. Resulullah (sav) onu vali tayin ettiğinde yirmi küsur
yaşındaydı.[468] Üsdü'l-ğâbe'de de şöyle
denir: Attâb hicretin sekizinci yılı halka hac yaptırdı, müşrikler de kendi
usullerince haccettiler. Hz. Ebubekir dokuzuncu yıl haccetti. İslam'da ilk hac
emîri nin Hz. Ebubekir olduğu da Attâb olduğu da söylenir.[469]
el-Muvatta' da, Hişâm
b. Urve'nin babasından yaptığı şu rivayet zikredilir: "Allah Resulü'nün
kurban görevlisi şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Resulü, kurbanlardan (hedy) helake
ramak kalanları (yürüyemeyecek duruma gelenleri) ne yapayım?' Nebî (sav) ona
şöyle buyurdu: 'Ölüme ramak kalmış her kurbanı boğazla, sonra gerdanlığını
(takısını: kılâde) kanının içine at, sonra da bırak insanlar yesinler.”[470]
Nesai de Naciye el-Huzâi'den şu rivayeti zikreder: "'Ey Allah'ın Resulü,
kurbanlardan ölüme ramak kalanları ne yapayım?1 dedim, 'onları kes...'
buyurdu". Hadis.[471]
Resulullah (sav)
zamanında bu görevi yürütenlere dair fasıl: Kadı Ebû Muhammed Abdülhak İbn
Atıyye Tefsîr'inde şöyle der: Kâbe 'nin s i d â n e de denilen i m â r e
görevini Osman b. Talha b, Ebî Talha ile Şeybe b. Osman b. Ebî Talha yürütüyorlardı.
Bu ikisi, Resuhülah'ın (sav) Kâbe anahtarını Mekke fethinin ikinci günü Hz.
Abbas ve Ali'nin taleplerinden sonra kendilerine verdiği kimselerdir. Allah
Resulü (sav) Osman ve Şeybe'ye şöyle buyurdu: "Gün vefa ve ihsan gunudur,
onu baştan sona (hep size ait olmak üzere) alın, onu, yani S i d â n e 'yi
zalimden başkası sizden çekip alamaz."[472] Birrivayettede
aOnu,yanı Kâbe 'nm Sidâne görevim baştansona size ait olmak üzere alm"[473]
ifadesi geçmektedir. Muhibbuddin et-Taberî, hadiste geçen "
tâlideten" kelimesinin "eski mal" anlamına geldiğini ve "o,
işin başından sonuna dek size aittir" demek olduğunu veya "hâli
deten" (sonsuza dek) kelimesine tabı olarak onun manasım taşıdığını belirtir.[474]
Resulullah (sav) sonra "onu sizden ancak zalim olan alır" buyurur.
Bir başka rivayette "size kâfirden, yanı yüce Allah'ın kendisine olan
nimetine nankörlük eden kimseden başkası bu hususta zulmetmez" ifadesi
geçer. K âf i r kelimesinin hakiki anlamında kulanıllmış olması da muhtemeldir,
yani o kimse böyle bir davranışı mubah görürse (küfre duşmuş olur). Sonra Resulullah
(sav) şöyle buyurdu: "Ey Osman, Allah sızı kendi evinin emînı kıldı (onu
size emanet etti). Bu evden size ulaşandan ma'ruf şekilde yiyin " Yanı ona
verdiğiniz hizmet sebebiyle ve şer'î çerçevede hakkaniyet ve adalet ölçüleri
içinde yiyin.
Muhibbudin et-Taberî
el-Kirâ adlı eserinde yirmi sekizinci bâbda şöyle der: Bazı cahiller, Kâbe
girişi için ücret almanın cevazı konusunda çoğu zaman Allah Resulu'nun (sav) bu
sozune dayanırlar. Oysa bunun ha-ramlığı hususunda alimler arasında goruş
ayrılığı mevcut olmayıp böyle bir davranış bidatlerin en çirkinidir Şöyle ki
"...size ulaşandan yiyin" ifadesi, eğer rivayet sahihse, ya " Kâ
b e ' ye hizmet ve ihtiyaçlarım karşılama görevini yüklenmeleri sebebiyle
Beytulmal'den alacakları şey" manasınadır; bu durumda da
ancakhakettikleri kadarı helâl olur. Veya "kendilerine ihsan kabilinden
lütuf ve bağış olarak verilenleri alabilirler" anlamındadır. Ki bu şüphesiz
ma'ruf şekilde yemektir.[475]
Zurkâni ŞerhuT.-Muhtasar'da[476] bu
konuda icma olduğunu nakleder ki gerekçesi de şudur: Ücret almak, ancak insanın
menfaat ve istifadesi yalnız kendisine mahsus şeylerde caizdir; Kabe' den,
insanlardan sadece bazılarının istifadesi sözkomısu olmadığından, onu açmak
karşılığında ücret alınması caiz değildir. Onların, sadece Kabe 'nin normal
olarak açıldığı vakitlerde onu açıp kapatma yetkileri vardır. K â b e 'yi
sürekli kapalı tutup insanları menetmeleri caiz değildir. Bunu, Şeyh Ebû
Abdullah et-Hattâb er-Ruaynî el-Mek-kî el-MâlikîŞerhu'1-Muhtasar'da[477] söyler.
Zurkâni sonra şöyle der: Açık olan,birnassamuttaliolmasaydımbile; Kabe
'yiaçmavebununiçinücret almakla ilgili hükmün bu olduğudur. Hattâb,
Şerhu'l-Muhtasar'da nezir babında şöyle der: Haram olan husus, onların elinden
anahtarı almaktır, yoksa Kabe 'nin hürmetini ihlal ve edepte kusur yapmaktan
onları menetmek değildir. Bunun vacip olduğunda ihtilaf yoktur. Bazı
cahillerin zannettiği gibi, onların üzerinde hiç kimsenin yetkisi bulunmadığı
ve Kafa e 'ye dilediklerini yapabilecekleri de sözkonusu değildir. Hiçbir
müslü-man bunu söylemez. Hattâb, Resulullah'm (sav) onlara anahtarı teslimi
kıs-sasıyla ilgili olarak birçok rivayet zikrettikten sonra yine şöyle der:
Bütün bu rivayetler onların soylarının şimdiye dek baki kaldığına delil olup
el-Cevherü'l-meknûn fi'I-kabâil ve'1-butûn müellifi nesep alimi Şerif Mu-hammed
b. Es'ad el-Cewâni'nin[478] bu
eserde onların soylarının Hişâm b. Abdülmelik'in hilafeti zamanında inkıraz
bulduğu yolundaki sözlerine iltifat edilmemelidir. Bu görüş yanlış olup İmam
Mâlikel-Müdewene'nin nezir kitabında şöyle der: H i z â n e 'de
(et-Tenbihât'da[479]
kaydedildiğine göre hu, Kabe emînliği görevidir) H i c â b e görevlilerine
kimse iştirakte bulunamaz. Çünkü bu Resulullah (sav) tarafından verilmiş bir
yetkidir,[480] Mâlik ise Hişâm'dan
sonra doğmuştur. İbn Hazm ve İbn Abdilber, kendi zamanlarında onlardan bir
grubu zikrederler ki her ikisi de V. yüzyılın ikinci yarısına dek
yaşamışlardır. Allâme Kalkaşandi (Subhu'1-a'şâ müellifi) de bunu zikreder ki[481]
kendisi 821 (1418) yılına dek yaşamıştır. Muaviye'nin Kabe hizmetinekölelervermesiolaymdadabazıtarihçilerin,onlannink-ıraz
bulunduğu yolundaki iddialarına delâlet yoktur. Çünkü K â b e 'ye hizmetçi
vermek, bilindiği üzere, onu açma yetkisinden ayrıdır. Ezraki ve Fâki-hi gibi
tarihçilerin ifadelerinde çoğu zaman H i c â b e görevlileri ve sonra hizmetçilerin
zikredilmesi de bu iki görev arasındaki ayrılığı gösterir. Bu bilgi adı geçen
eserden özetle verilmiştir.
Enteresan bir bilgi:
Bazı rivayetlerde, "emânetleri ehline verme emri" Resulullah'a (sav)
nazil olduğunda Osman eş-Şeybî'ye Kabe 'nin anahtarım vererek "onu
gizle" buyurduğu zikredilir. Vakıdi'nin hocalarından yaptığı rivayette de
Allah Resulü'nün (sav) ona anahtarı verirken elbisesiyle gizlediği ve
"onu gizleyin, Allah onun hakkında Cahiliyye devri ve islâm'da sizden
razı olmuştur" buyurduğu belirtilir. Fâkihi Ahbâru Mekke'de Resulullah'ın
(sav) anahtarı ona elbisenin altından verdiğini ve "onu gizleyin"
buyurduğunu zikreder. Zühri, anahtarın bu yüzden saklandığını (gizlendiğini)
söyler.[482] Hattâb da şöyle der: Allah
en doğrusunu bilir, bu yüzden olsagerek Kabe 'yiaçıpkapattıManzamankapisınınÖrtüsünüindiriyorlar
di.
Derim: Buhusus
Taberâni'ninel-Mu'ceınü'l-kebîr'de İbn Asâkir, İbn Ebî Şeybe ve diğerlerinin
tahric ettikleri Sâib b. Yezid, Muhammed b. Cübeyr b. Mut'im ve İbn Sabit
hadisinde varid olmuştur. Kenzü'l-ummâVde "Fedâilu Ka'be" babına
bakınız.[483] Resulullah'ın (sav)
Mekke fethi sırasındaki hutbesinde "Dikkatedin, Kabe 'nin hizmeti (S id â
ne )vehacılara suverme (Sik ây e ) görevleri dışında, geçmişe ait bütün mefahir
iddiası, kan ve mal davaları şu iki ayağımın altındadır" ifadesi geçer.[484] İbn
Bâ-dis şöyle der: Resulullah (sav), Cahiliyye devrinde kendisiyle böbürlenip
iftihar edilen bütün mefahiri tarhetmiştir, Onun "ayaklarımın
altındadır" sözü, yere atılmış, terkedilmiş demektir. Araplar "bu iş
benim ayaklarımın altındadır" sözünü, "değersizliği nedeniyle
ayakların altına alınan şeye na-sû iltifat edilmiyorsa, ona öylece iltifat
etmiyorum" anlamında kullanırlar. Allah Resulü bundan Sidâne veSikâye
görevlerini istisna etmiştir. Çünkü bunda K â b e 'yi koruma ve hizmetini
yürütme gibi mukaddes şeylere saygı sozkonusudur. Sidâne görevi, Nebî (sav)
tarafından verilen bir yetki olarak Benî Şeybe'ye tahsis edilmiş ve sonsuza dek
onlar ve soylarında kalacaktır. Resulullah'ın (sav) "onu zalim olandan
başkası sizden almaz" sözleri sebebiyle, var oldukları ve bu görevi
liyaketle sürdürdükleri müddetçe bu hususta kendilerine kimse ortak olamaz ve
onlarla münazaa etmez.[485]
İslâmiyet'ten önce bu
görev Abdülmuttalib Oğuüarı'nın elindeydi. Nebî (sav) İslâm î dönemde de bu
görevi onlarda bıraktı. Hatta Abdülmuttalib Oğulları Zemzem kuyusu üzerinde su
dağıttıklarında onlara gelmiş ve şöyle buyurmuştu: "Ey Abdülmuttalib
Oğulları çekin suyu. Eğer insanlar su çektiğiniz yere (S i k â y e) uşuşup size
baskın gelmeselerdi, sizinle birlikte ben de çekerdim." Ve ona bir kova su
verdiler, o da içti.[486]
Sahih-i-Müslim'de,
Allah Resulu'nun altmış uç deveyi bizzat kendi eliyle kestiği zikredilir ki[487] bu
hadisi" Cemâat”[488]
rivayet etmiştir. Kadı Iyâz şöyle der: Ibn Mâhân'ın naklettiği rivayette
"eliyle" ( b i - y e d i h ) kelimesi yerine "kurbanlık
deve" (bedene) geçer ki her ikisi de doğrudur. Fakat eliyle kesmiş olduğu,
"sonra Ali'ye verdi, o da geri kalanı kesti" ifadesi dolayısıyla
rivayet edilmiş bulunuyor. Hadiste belirtildiği gibi kurbanlık develerin sayısı
yuzdu. Bunları altmış uç tanesini kendisine ayırmıştı. Bunları Tirmizİ'nin
kaydettiğine göre kendisiyle birlikte Medine'den getirdiği söylenir. Bazı meânî
alimleri, Resulullah'ın (sav) bu kadarını bizzat kesmiş olmasının, omrunun sona
erdiğine işaret olduğunu belirtirler. Resululîah böylece omrunun her yılı için
bir kurban kesmiş oluyor. Kadı Iyâz bu bilgiyi el-Fevâid'de zikreder. Nesâi'mn
Sünen'inde, Allah Resulu'nun (sav) Hz Ali'yi kurbanlarına ortak ettiği, sonra
her kurbandan bir parça al dırarak bir çömleğe koydurup pişirttiği, Allah
Resulü ile Hz. Ali'nin sonra onun etinden yedikleri ve suyundan içtikleri
rivayet edilir.[489] Derim:
bu, vakfe yapanların çokluğunu ve Mekke'deki imaretin büyüklüğünü
göstermektedir. Çunku yuz tane deveyi yiyen insanların sayısı çoktur.
Tenbih: Allah
Resulü'nün (sav) son haccı olan Veda H a c c ı ile ilgili olarak Şafiî
alimlerden Hafız Ebû Muhammed İbnü'l-Münzir, Hafız Ebû Cafer Ahmed b. Abdullah
et-Taberi[490] ve Ebul-Hasan İbrahim b.
Ömer el-Bikâî ile Ebû Muhammed İbn Hazm ez-Zâhirî eser telif etmişlerdir. Hafız
İbn Kayyım el-Hedyü'n-Nebevî'de,[491]
Hafız İbn Kesir eş-Şâfiî es-Sîre[492]
adlı kitabında, bundan daha hacimli olan eseri el-Bidâye ve*n-nihâyeJ-deri[493]
aktararak geniş malumat verir. Onlardan herbiri diğerinin anmadığı hususları
zikretmektedir. Hafız eş-Şâmi de Sîret'inde bütün bu bilgileri toplayarak
ilavede bulunur ve sanki Veda Haccı 'nda bizzat bulunmuş gibi adım adım
olaylarını inceler. Allah onu hayırla mükâfatlandırsın. Veda Haccı 'm faydalı,
özlü ve ilginç bir üslupla ele alanlardan biri de el-Muhâdarât[494]
adlı eserinde Şeyh-i Ekber Îbnü'l-Arabî el-Hâtimî olup bu konuda İbn Hazm'ın
ifade tarzını esas almıştır. Ona bakınız.[495]
[1] Bu eser Muhammed et-Tehûmî'nin siyasete dair
el-Misbâhu1-vebhâcÜl-mu£ni ani's-siraci'd-dâc adlı kitabıdır (bk. Suppl, II,
1016).
[2] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/121.
[3] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/122.
[4] Keşfu müşkili hadîsi's-Sahîhayn (GAS, 1,132, 142).
[5] el-İsâbe, 111, 633.
[6] Kenzül.ummâl,XIII,615.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/122.
[7] el-İsâbe, 1,17.
[8] Metinde yanlış olarak Bekr b Maz'uf şeklinde geçer.
[9] Bu tabir, cerhin 3 veya 4 mertebesindeki ravi için
kullanılır ki, bu ravinin rivayet ettiği hadis hiçbir şekilde alınmaz (bkz A
Aydınlı, Hadis Istılahları Sözlüğü, s 76).
[10] Bu tabir, ta'dılın 4 derecesindeki raviler için
kullanılır ki, bunların rivayet ettiği hadis "ı'tıbar" için alınır
(age, s 53).
[11] Mecmau'z-zevâid, I, 164, Kenzül-ummâl, III, 684-685
Kettânfnın baş tarafım eksik zikrettiği hadis tercümede tam verilmiştir Burada
anılan ıkı kaynakta hadis metninde bazı küçük farklılıklar da mevcuttur.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/122-123.
[12] Metinde geçen "fikh" kelimesi
"mufakkih" olacağı gibi, "bâb" şeklinde olan başlık da
yanlış olarah."fasıl" diye zikredilmiştir (bkz. I. Abbas, s. 88).
[13] Buhari, İlim 10.
[14] Müslim,İmâre 175.
[15] Bu konu ikinci fasıl içinde verilmiş olup üçüncü fasıl
"Resulullah'ın (sav) dini bilgileri öğretmek için gönderdiği
kimseler" başlığını taşır (î. Abbas, s. 91).
[16] îbn Hişâm, es-Sîre, 1,434.
[17] el-İstibsar fi ensâbil-ensar (SuppL, I, 689).
[18] îbn Kudame ve ibn Ishak'ın verdiği bilgiler için bkz.
Üsdül-gâbe, V, 181-184 (Mus'ab b. Umeyr'in biyografisi).
[19] Metinde yanlış olarak "ikinci" şeklinde
geçer.
[20] Nevevî, Tehzîbül-esmâ vel-luğât, 1/2, 96.
[21] el-İktifâbimâ tazammenehumin meğâzî Resûlillfih (sav)
ve meğâzi's-selâ-setil-hulefâ c. MI, Kahire 1978, 1980.
[22] ibn Sa'd, II, 348.
[23] el-İstîâb,II, 356-357.
[24] age, II, 517. Burada Amr'ın (ra) 17 yaşında olduğu da
kaydedilmektedir.
[25] Müsned, II. 125.
[26] bkz. GAS, I, 318 (el-İsâbe'ye atıfla zikrediliyor).
[27] el-İsâbe, 1,499; Üsdül-ğâbe, II, 197.
[28] el-Meğfizî, II, 931-932.
[29] el-İsâbe, I, 15.
[30] age.I, 29.
[31] Üsdül-ğâbe, IV, 214-215;Tehzîbu't-tehzîb,Vin, 20-21.
Amrla ilgili bu bilgi, daha önce, Huzâfnin verdiği bilgiler çerçevesinde
el-İstîâb'dan naklen zikredilmişti.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/123-126.
[32] Kettânî Giriş bölümünde bunu ayrı bir başlık olarak
vermekle birlikte burada bir önceki başlıkla beraber zikretmiştir.
[33]
Buhari,Fedailü'l-Kur'ân8,Menâkıbutl-ensârl7;Pethu'l-Bârî,XIX,6O;el-tBâbe, III,
250.
[34] el-îstîâb, IV, 76; el-İsâbe, III, 250.
[35] bkz. el-İstîâb, 1,192, IV, 78; Üsdül-ğabe, I, 269, VI,
127. Ibn Abdilber'in belirttiğine göre Ebû Zeyd'in Sabit b. Zeyd olduğu yalnız
Yahya b. Main tarafından söylenmiştir Onun Sa'd b Ubeyd el-Ensârî olduğu da
rivayet edilmiştir bkz el-İstîâb, IV, 76-77, Üsdül-ğâbe,VI, 128, el-ttkân,
Kahire 1317,1, 96.
[36] ÜsdÜl-ğâbe'de {II, 67) belirtildiğine göre bundan
maksat yalnız Evs kabilesinde bunlardan başkasının Kur’ân'ın butununu
okumadığıdır Geniş bilgi için bkz Fet-hul-Bâri, XIX, 60-64, el-ttkân, I, 94.
[37] el-İstîâb,IV, 76-77, Üsdül-ğâbe, II, 66-67, VI, 128,
Fethu1-Bâri,XIX, 60 Bu rivayetlerin hiçbirinde Ebû Hanzele adı geçmemekte olup
onunla birlikte söz konusu sayı beşe çıkmaktadır' Burada yanlışlıkla anılmış
olmalıdır.
[38] Buharı Ezan, 54, Salât, 60.
[39] Fethul-Bârî, XIX, 61-62.
[40] Târîhul-hulefa, s 341.
[41] Tehzîbül-esmâvel-luğât, I/2, 191.
[42] Behcetül-mehâfU müellifi Âmiri'nin eseri olup tam adı
şöyledir: er-Rîyâzül-mÜstetabe fî cünüeti (ma'rifeti) men lehu rü’ye ve rivâye
fî's-Sahîhayn mine’s-sahabe (Bhopal 1303). bkz. Suppl., II, 226.
[43] İbn Sa'd, IV, 372-373.
[44] el-İsâbe,II, 159; Üsdül-ğâbe, II, 531.
[45] İrşâdül-lebîb ila mekasıdi hadîsil-Habîb (Suppl., II,
338).
[46] ibrahim b. Ömer el-Ca'berî (ö. 732/1333). bkz. SuppL,
II, 134-135; Ziriklî, 1,49.
[47] ibn Sa'd, VIII, 457.
[48] el-İtkân,1,96. ibn Sa'd'da devamla, Ümmü Varaka'yı
öldüren kölelerin yakalanıp asıldıkları ve bunların Medine'de asılan ilk
kişiler olduğu belirtilir (ibn Sa'd, VIII, 457).
[49] Hüyetü’l-evliyâ, II, 63.
[50] Ebû Davud, Salat 61.
[51] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/126-129.
[52] el-Mufaâdî fi ilmil-kıraât. Kettâni bu eserin müellif
hattı bir nüshasının kendisinde olduğunu söyler (Fibrisül-febâris, II, 848).
[53] bkz. Suppl, II, 134.
[54] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/129.
[55] el-İstîâb, II, 374.
[56] Ebû Davud, Buyu 37; Ibn Mâce, Ticârât 8.
[57] el-İsâbe, I, 344. Hakem b. Said, yukarıda anılan
Abdullah b, Saidle aynı zat olup Câhiliye devrinde Hakem olan adı Resulullah
tarafından Abdullah olarak değiştirilmiştir.
[58] Zübeyr b. BekkâVın amcası Mus'ab ez-Zübeyrfnin aynı
adlı eserinde de bu bilgi geçmektedir (bkz Zübeyrî, Nesebu Kureyş, nşr. E.
Levi-Provençal, Kahire 1982, s. 174).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/129-130.
[59] er-Ravdul-ünüf, Kahire 1387/1967, V, 245.
[60] Hûrînî (ö. 1291/1874), el-Metâliu'n-Nasriyye
lil-metâbiil-Mısriyye Hlusû-lil-hattiyye (Bulak 1275,1302,Kahire 1304). bkz.
Serkis, II, 1902-1903;SuppL,II, 726.
[61] Mâverdi, Edebü'd-dünya ve'd-dîn, Beyrut 1407/1987, s.
46-47. Kettâni, Mâver-di'ntn önce verdiği bilgiyi sonra, sonra verdiğini önce
zikretmiştir.
[62] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/130-131.
[63] Bunun anlamıyla ilgili bilgi müteakip sayfalarda
verilecektir.
[64] el-îstîâb. IV, 340; el-tsâbe, IV, 341; Üsdül-ğâbe, V,
162. Huzâî, kaynak olarak yalnız el-Istîâb*ı zikretmiştir (s. 85).
el-İsâbeViKettânî eklemiştir. Bu hanım sa-habinin asıl adı Şifâ binti Abdullah
b. Abdişems olup yukarıda geçtiği şekilde de a-nılmaktadır. Hz. Ömer onun
görüşlerine önem verdiği gibi pazarda da kendisine görev vermişti.
[65] Ebû Davud, Tıb 18; Müsned, VI, 372.
[66] Hattâbi, IV, 215.
[67] bkz.Suppl,I,620.Allel-Kârideel-Mesâbihfe yaptığı
Mirkâtu1-mefâtih(IV,512) adlı şerhte aynı nakilde bulunur.
[68] Zâdül-meâd fî hedyi hayril-ibâd, IV, 185.
[69] Mecdüddin ibn Teymiyye(ö. 653/1255), meşhur Takiyuddin
îbn Teynüyye'nin dedesi olup eserinin adı Müntekâl-ahbâr'dır.
[70] Neylül-evtâr, VIII, 240.
[71] Esbabü'n-nüzûl müellifinin eseri olup tam adı el-Vasît
beynel-makbûz vel-basittir. (SuppL, I, 730-731).
[72] el-Müstedrek,II, 396. Zehebi, dipnotta bu hadisin
mevzu (uydurma) olduğunu belirtir. Mecmau'z-zevâirfde (IV, 93) de Taberânî'nin
«l-Mu'cemül-evsa£da bu rivayeti naklettiği, senedindeki Muhammed b. ibrahim
eş-Şami hakkında D&rekut-ni'nin "kezzâb* (yalancı) değerlendirmesinde
bulunduğu belirtilir.
[73] Hakim et-Tirmizî, Nevâdirül-usûl,İstanbul 1293, s.
248, 270-271.
[74] el-Fetâval-hadîsiyye, Beyrut, ts., s. 85.
[75] Garîbü1-hadîs,Haydarabad 1964-1965,1, 83-84.
[76] el-Câmi's-sağîr,s. 51-52.
[77] Zemahşerî,el-Fâik fî garîbil-badis,IV,26:Nemle vücudun
yan tarafında meydana gelen yaralar olup nemle (karınca) diye
adlandırılmasının sebebi, çoğalma ve yayılmaları olsa gerek.
[78] Feyzül-Kadîr, IV, 329. Kettânî bu eserden yaptığı
iktibası eksik vermiş olup bundan sonra et-Teysirtten naklettiği bilgi bu
eserde geçmektedir.
[79] en-Nihâye fî garibil-hadîs, V, 120.
[80] Mecmau biharil-envâr fi garâibit-Tenzîl ve
letâifil-ahbâr (Leknev 1314). bkz. SuppL, II, 601-602; Ziriklî, VII, 42-43.
[81] Islâmiyetin ilim tahsili konusunda kadın-erkek ayırımı
yapmadığı ve yazıyı da bunun bir vasıtası kabul ederek teşvik ettiği bilinen
bir husustur. Kadınlara yazı oğre-tilmesiyle ilgili olarak Ebû Davud ve Ahmed
b. Hanbel'in rivayet ettiği sahih hadis gayet açıkken, bazı alimlerin, rivayet
zincirinde hadis münekkidlerinin uydurmacılık ve yalancılıkla itham
ettikleribtr ravinin bulunduğu, Zehebfnin yanında Îbnü'l-Cevzi'nin de uydurma
(mevzu) olduğunu belirttiği (bkz.el-Âdâbu'ş-Şer'-îyye, III, 296) bir rivayeti
esas kabul edip izahı güç birtakım te'villere girişmelerini anlamak mümkün
değildir. Yazıyı kötü niyet ve maksatlarla kullanma erkekler için de söz konusu
olduğu halde bunu yalnız kadınlar için varsaymanın hiçbir mesnedi yoktur.
Kadın sahabiler içinde okuma yazma bilen alim hanımlar yanında, İslâm
tarihinde, sayıları onbinleri bulan ve bazılarının eserleri günümüze kadar ulaşan
muhaddis, fakih, edip, şair ve sanatkar kadınlar yetişmiştir. Ibn Sa'd,
Tabft-kat^nda Allah Resulü (sav) ve sahabeden hadis rivayet eden ve
kendilerinden de birçok büyük alimin rivayette bulunduğu 700'den fazla hanımın
adını verir. ibnHa-cer 1543 muhaddis hanımın biyografisini zikreder (bkz.
Düreyd, s. 193-194, 198-201). İbn Asâkir, 1300 hocasından 80 küsurunun kadın
olduğunu belirtir (Baytar, s. 47). Kaynaklarda, Kurtuba'nın yalnız bir
mahallesinde Kur*ân-ı Kerîm'i Kûfî hatla yazan 170 kadının bulunduğunun
kaydedilmesi (bkz. Tritton, s. 143) son derece dikkat çekicidir.
Genelde kadınlarla
ilgili çeşitli konularda ve İslâm tarihinde gelmiş geçmiş alim, edip ve
sanatkar kadınlarla ilgili olarak kaleme alınmış bazı eserlerin bir listesi
için bakınız: Selahuddin el-Müneccid, "Mâ üllife ani'n-nisâ",
Mecelletül-Mecmail-Ündyyil-Arabî, 1941 (Dımaşk), XVI, sayı. 5-6, s. 212-219.
İslâm'da kadın eğitimiyle ilgiliolarak daha fazlabilgi için bkz. A. S.
Tritton,Materials on Müslim Educa-tion inthe Middle Ages, London, 1957, s.
140-144; Emine el-Baytar, "et-Talîm fî Dımaşk fı'1-karni's-sâdis
el-hicrî", ÂdâbuV-râfidin, 1979 (Musul), XI, s. 36^9; Düreyd Abdülkâdir
Nurî, "Terbiyye ve talîmü'l-mer'e fi'1-müctemai'l-tslâmî". Âdâ*
bu'r-râfıdîn, 1979 (Musul), X, s. 185-204; B. Aisha Lemu, "Woman in
islâm", The Müslim World League, 1981 (Mekke), VIII, sayı: 3, s. 20-27; S.
M. Imaduddin, Müslim Spaİn, Leiden, 1981, s. 34-37; A. Rahman I. Doi,
"Education for Müslim Women, A Glimpes of Our Proud Heritage", The
Müslim World League, 1983 (Mekke), X, sayı.6, s. 13-17.
[82] Metinde yanlış olarak Sebbâmi şeklinde geçen Bessâmi
(ö. 302/914), îbn Bessâm diye de tanınır (Siyenı alâmi'n-nübelâ, XIV, 112,
139; Ziriklî, V, 141).
[83] Metinde yanlış olarak "mer'e" şeklinde
geçer. Hz. Aişe, ifk hadisesi üzerine Kur'ân'-la temize çıkarılmış olmasından
dolayı "müberree" sıfatıyla anılmıştır.
[84] Subhul-a'şâ, I, 64-65 (Beyrut 1407/1987 baskısı, I,
96).
[85] Ibnü'd-Demâmîni (o. 827/1424) diye de bilinir.
Eserinin adı Mesâbîhul-Câmü's-sahîh(GAS,I, 120).
[86] Buhâri, ilim 31 Burada cima eder sözü yerine "...
sonra onu azad eder ve evlenir" ifadesi mevcut olup hamişte, bazı rivayetlerde
"cima" lafzının geçtiği belirtilir. Ayrıca bkz. Ayni, II, 73.
[87] Buhari, İlim 32; Ayni, II, 79 vd.
[88] bkz. Ayni, 11,80.
[89] Kettâni’nin hocası Şebîhi'nin el-Pecrü's-sâti
ale's-Sahîhil-câmi adlı eseridir. Kettani Sahîh-i Buhâri'ye muteahhirin ulemanın
yazdığı en önemli şerh olarak nitelediği bu eseri müellifinden dünyada yalnız
kendisininin rivayette bulunduğunu söyler Eser dört cilttir(Pihrisü1-fehâris,
II, 929).
[90] Buhari, ilim 36; Ayni, II, vd.
[91] Veya Aynul-isâbe fistidrâki Âişe aleVsahâbe (Keşfuzzünun, II, 1181; Suppl, II, 189).
[92] el-Müstedrek, IV, 11. Mesruk'un rivayetinde
"ashabın önde gelenleri" ifadesi vardır.
[93] Metinde Şekvane şeklinde geçmiştir.
[94] Nablûsi'den yapılan iktibas burada bitmektedir.
[95] Şinkit ve Tinbuktu yörelerinde İslâmiyet ve Kuhte
kabilesine mensup Şeyh Muhtar'ın İslâmî faaliyetleri için
bkz.PeterB.Clarke,WestAfrica and islam, s. 28-32, 88-91.
[96] et-Tarikatul-Muhtariyye'nin kurucusudur, bkz.
Fihrisül-fehâris, II, 719, 781; Suppl, II, 894-895; J. O. Hunwick,
"Kunta'.EI, V, 393-395.
[97] Eserin adı et-Terâif ve't-telâid fî
kerâmâti'ş-şeyhaynel-vâlide vel-vâliddiye de geçer (Suppl, II, 895; El, V,
394).
[98] İbn Müflih, el-Âdâbü'9-Şer’iyye, Kahire 1987,111, 296.
[99] Avnul-Matbûd müellifi Şemsü'1-Hak el-Azîraâbâdi'nin
(ö. 1329/1911) eseridir CNüzhetÜl-havâtır, VIII, 179-180).
[100] Ahmed
ez-Zerrûk'un(ö.899/1493)Şerhufl-Mukaddimetil-Vaglisiyyeadlıbuki-tabı Ebû Zeyd
el-Vağlîsi'nin (ci.786/1384) el-Akîdetül-Vağlîsiyye diye de bilinen eserinin
şerhidir (GAL, II, 322, 328-330; SuppL, 11,351).
[101] bkz. Serkis, II 989; Suppl, II, 175.
[102] Bu konuda ayrıca bkz. M. Tayyib Okiç, İslamiyette
Kadın öğretimi, Ankara 1979 (Diyanet İşleri Bşk. Yayınlan).
[103] el-îsâbe, IV, 341-342. Yapılan iktibasta hatalar
mevcut olup asıl metinle karşılaştırılmalıdır.
[104] Bu ihtisarın adı el-Müctebâ'dır. (Haydarabad:
1342;Ahmet Muhammed Şakir nesri: Kahire: 1948). bkz. GAS I, 151.
[105] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/131-137.
[106] el-İstiab, II, 259-260. Metinde ibn Ümmu Mektum'un
Medineye hicreti ile ilgili bilgilerin hepsi Vâkıdi'den naklen verilmiş
gösterilir ki yanlıştır.
[107] ibn Sa'd, IV, 205.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/138.
[108] Muvatta, Hudûd, 6.
[109] Bu eser matbudur (Bağdat 1348) bkz. GAL, I, 666;
Suppl, I, 920.
[110] Ubey b. Ka'b ve Ammâr b. Yasir eksik anılmıştır (bkz.
İ. Abbas, s 95).
[111] Telkîhu fuhûmi ehlil-eser fî uyûni't-târîh ve's-siyer,
s. 440. Yukarıda anılanlara ilaveten Übey ve Ammar da zikredilmektedir.
[112] el-îsâbe, 1,19.
[113] İhyâu ulûmi'd-dîn, Kahire 1387/1967,1, 37.
[114] Ebû Tâlib el-Mekkî, Kûtül-kulûb, Kahire 1310,1, 131.
[115] ibn Sa'd II. 350. Bu konuda geniş bilgi için bkz. ibn
Sa'd, II. 334-335.
[116] ibn Sa'd, II, 334-335 İbn Ömer bu ikisinden başka
fetva vereni de bilmediğini belirtir.
[117] Abdullah b. Dinar el-Eslemfnin aynı rivayeti için bkz.
îbn Sa'd, II, 340.
[118] bkz Sehâvî, ed-Dav’ul-lâmi, VIII, 96-97; Suppl, I,
683.
[119] bkz.el-Kevâkibti's-sâire.I, 114-118.
[120] Gazzi,el-Kevâkibü's-sâire,Beyrut: 1979,1,117. Son
beyitte "miras" yenne"mer'-âh" kelimesi geçer ki
"Resulullah'ın huzurunda" anlamına gelebilir.
[121] Tedrîbü'r-râvî, Kahire 1378/1959, s. 404. Metinde en
çok fetva verenlerin altı kişi olduğu söylenir ki yanlıştır. Diğer yirmi kişi
arasında ise Talha'nın adı metinde geçmemektedir. Muhammed Rawâs Kal'acî, bazı
sahab İlerin fikhî görüşlerini toplayarak ayrı kitaplar halinde neşretmiştir:
Mevsûatu fıkhi Ebîbekr es-Sıddîk, Dımaşk: 1403/1983(242 sayfa), Mevsûatu fıkhi
Ömer b.Hattâb,Kuveyt 1401/1981 (690 sayfa), Mevsûatu fıkhi Osman b.
Affân,Kahire 1404/1983 (366 sayfa),Mev sûatu fıkhi Alî b. Ebî Tâlib, Dımaşk
1403/1983 (650 sayfa), Mevsûatu fıkhi Abdullah b. Mes'ud, Kahire 1404/1984
(623 sayfa), Mevsûatu fıkhi Abdullah b. Abbas, Mekke 1403/1983 (c. I, II),
Mevsûatu fıkhi Abdullah b. Ömer, Beyrut 1406/1986 (758 sayfa).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/138-140.
[122] Bu tabir cerhin 3. veya 4. mertebesinde bulunan bir
ravi hakkında kullanılmakta olup rivayet ettiği hadis hiçbir şekilde alınamaz
(Abdullah Aydınlı, s. 163).
[123] el-İsabe, 1,208. Burada Mutayyen b. Halid şeklinde
geçen isim, aynı eserin Bicâvi neşrinde (Kahire 1392/1972,1,423)Mutayr Ebî
Halid, Mîzân Ül-itidârde(IV, 129) ise Mutayr b. Ebî Halid şeklinde geçer.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/140.
[124] Eserin adı Ta'bîru’r-rü'yâ veya
BüIûğu’l-merâmfîta'bîri’r-rûyâ vel-menamm’-dır(Suppl,II, 1039).
[125] Buhari, Ta’bir- 47; Müslim, Rü'yâ 17; Dârimî, Rü'yâ
13. Hz. Ebûbekir'in diğer bazı rüya tabirleri için bkz. ibn Hişâm, II, 484; îbn
Sa'd, III, 177
[126] Hurma, un ve yağdan yapılmış bir nevi yiyecek.
[127] Târihul-hulefâ,s. 48,118. Burada "üevvile"
şeklinde geçen fiil, metinde ve Ken-zttl-ummâl'de (XI, 544, nr. 32552)
"üvelliye" (tevdi etmekle) olarak geçmektedir.
[128] el-İsâbe,IV, 231. Bu bilgi Hz. Ebûbekir'in hanımı Esma
binti Umeys'in biyografisinde geçer, kızı Esma'nınkinde (IV, 229-230) bu bilgi
mevcut değildir.
[129] Kastallâni, trşâdü's-sârî, I, 295. Burada Esma bıntı
Ebûbekir kastedilmiştir.
[130] îbn Sa'd, V, 125; İbn Asâkir, Târihu Medineti Dımaşk,
"Terâcimu'n-nisâ" cildi, Dımaşk 1982, s. 21.
[131] Keşfuzzunûn'da (II, 1106-1107) müellifin adı Hasan b.
Hüseyin b Hallâl diye geçmektedir.
[132] Bu konuda bkz. Adevî, Haşiye alâ
Kifâyeti't-tâlibi'r-rabbani li-Risaleti İbn Ebî Zeyd el-Kayravanî, II, 465-466.
[133] îbn Naci'nin (o 837/1433), İbn Ebî Zeyd
el-Kayravâni'nm (o 386/996) eserine
yaptığı şerhtir (GAL, I, 187; Suppl, I, 301).
[134] Ahmed b. Muhammed ed-Derdîr'in (ö. 1201/1786)
Akrebül-mesâlik li-mezhe-bil-tmâm Mâlik adlı kendi eserinin şerhidir Birçok
defa basılmıştır. (GAL, II, 464-465; SuppL, II, 479-480).
[135] bkz. GAL, I, 187; Suppl, I, 302.
[136] Bu zat İbn Ebî Zeyd'in er-Risâle'sine şerhi olan
Muhammed b Kasım (Cessûs) olmalıdır ( Suppl, I, 302; Ziriklî, VII, 320).
[137] Vefiyyetül-eslâf ve tahiyyetül-ahlâf (İzâhul-meknûn,
II, 714).
[138] Hişâm b. Ubeydullah er-Râzi (ö. 201/817) İmam Muhammed
ve Ebû Yusuf un talebesi olupKitâbu'n-Nevâdir fîl-fürû adlı eseri vardır (GAS,
1,433; Kehhale, XIII, 149).
[139] Yusuf b. Yahya el-Büveyti (ö. 231/845), imâm Şafii'nin talebesi olupel-Muhtasar adlı eseri vardır (GAS, I, 491; Ziriklî, IX, 338).
[140] et-Turukul-hükmiyye.s. 277. Kettâni'nin metninde
"rüya" diye geçen kelime burada "rey" olarak
zikredilmiştir.
[141] îbn Sa'd, VII, 193-206.
[142] bkz. Sılatül-halef, s. 306. Hammûye, metinde Hamdiyye
şeklinde geçmiştir.
[143] ez-Zerîa ilâ mekârimi'ş-Şerîa, Kahire 1405/1986, s.
188-189. İktibasta düşüklük olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.
[144] el-İber, I, 296-299.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/141-144.
[145] Bu cümle Huzai'nin eserinde bu babın birinci faslının
başlığı olarak geçmektedir (bkz. ihsan Abbas, s. 107).
[146] îbnü'l-Arabî,Ahkâmu'l-Kur’ân, IV, 1644.Metinde hata ve
eksiklikler mevcut olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.
[147] Şu eser olmalıdır İlâm (buğyet)'ul-erîb bi-hudûsi
bid'atı1-mehârîb(GAL, II, 197).
[148] es-Sünenül-kübrâ, II, 30.
[149] Bu konuda bkz. Vâkıdi, el-Meğâzî, II, 816; Ibn Kesîr,
es-S£re, IV, 551-652.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/144-145.
[150] Buhari, Ezan 47; Müslim, Salat 97.
[151] ed-Dürrüt-munazzam fi mevlîdi'n-Nıabîyyi'l-muazzam
Suppl, I, 626).
[152] Dârekutni,es-Sünen,T,402,Behcetü’l-mehâfil, I, 107.
[153] Kastallâni, hastalık suresinin 12, 13,14, 10 gün
olduğu gibi farklı görüşler bulunduğunu ve en meşhurunun 13 gün olduğunu
belirtir (Zurkânı, VIII, 253, 255).
[154] Meşhur Şiî alim Allame Hilli olup(S.H
M.Jafri,"Hıllî", EI,III,390),metinde yanlış olarak Îbnu'l-Mazahhir
şeklinde geçmiştir.
[155] bkz. Ibn Sa'd, II, 223; Zurkâni, VIII, 267.
[156] İbn Teymiyye, Minhâcü's-Sünne, Bulak 1322, III, 121.
[157] ibn Seyyıdinnâs, Uyunul-eser, II, 420 (Nûru'n-nibrâs
bu eserin şerhidir).
[158] bkz Fihrisül-feharis, II, 929.
[159] Minhâcü's-Sünne, III, 121.
[160] Bu zat Vâkıdi'dir. bkz. el-Meğâzî, II, 118 vd.
[161] îbn Sa'd, IV, 66.
[162] ibn Seyyidinnâs, Uyûnul-eser, II, 281.
[163] Fethul-Bârî,XIV, 234.
[164] Suyûti, el-Hasâisifl-kübrâ, Beyrut 1405/1985, II,
354*-355. Ünmû zecül-lebîb, yine Suyûti'nin bu esere yaptığı muhtasardır.
[165] bkz. Fihrisül-febâris, I, 19.
[166] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/146-147.
[167] Ezraki, Ahbâru Mekke, Beyrut 1399/1979,1, 185-186.
[168] el-Hâvî fil-furû (GAL, 1,483; Suppl, 1,668).
[169] Ibnü'l-Arabî, Ahkâmül-Kur'füuI, 896-897, IV, 1644. Bu
bilgide yanlışlık vardır. Zira Allah Resulü (sav) önce hac emîri olarak Hz.
Ebûbekir’i göndermiş, Tevbe sûre sininin nazil olması üzerine de ültimatomu
tebliğ için ardından Hz. Ali'yi göndermiştir(Ibn Hişâm, II, 543-546; îbn
Kesîr,Sîre,IV, 68-70). Kettâni bu hususu birkaç bahis sonra müstakil bir başlık
altında ele aldığı gibi, hac emirliği ile ilgili olarak ileride de (1,109)
bilgi vermiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/147-148.
[170] Buhari, Salât 64; Fethül-Bârî, III, 112.
[171] İbn Başkuvâl, Ğavamizul-esmail-mübheıne el-vâkıa fî
mutûnil-ahâdîsil müsnede, Beyrut 1407/1987, s. 342-345.
[172] bkz. el-îsâbe, III, 471. Minâ, Abbas b.
Abdülmuttalib'in hizmetçisidir.
[173] el-İsâbe'de (II, 175), İbn Beşkuvâl'den nakledilen bu
bilgi aynen verilmiştir.
[174] ibn Hacer el-İsâbe'de (III, 223) İbn Fethûn ve ibn
Beşkuvâl'e atıfla minberi yapanın bizzat Kabîsa olduğu rivayetini nakleder.
[175] bkz. İhsan Abbas, s. 114-115. Metinde hata ve
eksiklikler mevcut olup aslıyla karşılaştırılmalıdır. Huzâî, bu başlıktan sonra
ilk defa kimin maksure yaptırdığına dair bir başlığa da yer vermiştir (s.
115-116).
[176] el-İsâbe,1,16; Üedül-ğâbe, I, 55.
[177] el-İsâbe,I, 136-137.
[178] îbn Sa'd, I, 249.
[179] el-İsâbe, III, 304.
[180] Subhul-a'fâ, 1, 421.
[181] et-Tevşîh alaa-Câmîrs-sahîh, Buhari şerhidir (GAL, I,
161).
[182] Bu zat İbn Fakİhu Fissa(ö. 1071/16617 diye tanınmış
olup eserinin adıRavzu el-M-cenne fî âsâri ehli's-sûnne (Fihrisül-fehâris, I,
450-451) veya Riyazü' cenne fî âsâri ehli's-sÜnne olarak geçer (Suppl, II,
448).
[183] Bu eser Abbâru Medine olup (GAS, 1,318), Medine'nin
bir adı da Taybe'dir.
[184] Minberin yapımı, onu yapanlar ve benzeri hususlarla
ilgili genişbilgi için bkz.Um-detul-kârî, in, 346-348, IV, 25-27, V, 302-307.
[185] Tilimsâni'nin Kadı Iyaz'ın eş-Şifa'sına yaptığı
şerhtir (Suppl, 1,631).
[186] îbn Nâsıriddin ed-Dımaski'nin(ö. 842/1348)eseridir(bkz.
Keşfuzrunûn, II, 99;Zirikli,Vn, 115).
[187] Süatül-halef bi-mevsûli's-selef, s. 308.
[188] Buhari, Istiska, 6-9. Ayrıca bkz. Uradetül-kârî, VI,
22.
[189] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/148-151.
[190] Metinde el-Mâzinî şeklinde geçer ki yanlıştır (bkz.
el-İsâbe, 1,498).
[191] Ebû Davud, Menâsik 73; Îbn Kesîr, Sîre, IV, 396.
[192] Ebû Davud, Menâsik 62 (Benî Damre kabilesinden birisi,
baba veya amcasından nakletmiştir).
[193] Ebû Davud, Menâsik 72.
[194] Nesâi, Salâtül-lydeyn 17. Ebû Davud ve Nesâi'nin
rivayetleri için ayrıca bkz. îbn Kesîr, S!w, IV, 394.
[195] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/151.
[196] bkz Ibn Kesîr,Sîre,IV,396 "Elimi soktum"
ifadesi metinde yanlış olarak "girdim” şeklindedir.
[197] Müsned, III, 477.
[198] Ebû Davud, Libâs 18.
[199] bkz. ibn Hişâm, II, 605.
[200] Buhari, İlim 25; Ahkâm 40.
[201] Ebû Müslim el-Keccî (ö. 292/904) için bkz.
Alâmü'n-ntibelâ, III, 423-425
[202] Asım b. Ali (ö. 221/836) için bkz. age, IX, 262-265.
[203] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/152.
[204] Buhari, İlim 43; Meğâzî 77. Ayrıca bkz. İbn Kesîr,
Sîre, IV,
393-394; el-İsâbe, I, 232.
[205] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/153.
[206] el-İsâbe, I, 348;Üsdü1-ğâbe,I,42-43 (hadisin tam metni
vardır).
[207] el-İsâbe, III, 208.
[208] Zâdül-meâd, I, 189-190.
[209] Eserin tam adı: el-Kavlü't-tâm fi'r-remy bi's-sihâm
(GAL, II, 44).
[210] Tam adı: el-FevâkihÜl-ceneviyye (ceniyye)
fil-mültekati'n-nahviyye (Serkis, I, 360; Suppl II, 741-742) Metinde
"el-Fevâkih" kelimesi yanlış olarak"e/-Fe-vâid" şeklinde
geçmiştir.
[211] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/153.
[212] Bu konuda bkz.Ibn Hişâm,II,545-546;İbn
Kesîr,alfe,IV,68-69;îbnü'l-Arabî,Ah-kâmul-Kur-ân, II, 899.
[213] Ahkâmul-Kur’an, II, 899.
[214] bkz. İbn Hişâm, II, 545; İbn Kesîr, IV, 69.
[215] Râzi, Mefâtîhul-gayb, Kahire 1934-1962, XV, 219.
[216] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/154-155.
[217] Muvatta, Kitâbu's-salât fî Ramazân 1; Buhari,
Salâtu't-terâvih 1 (farklı metin).
[218] Muvatta, Kitâbu's-salât fî Ramazân 2. Ayrıca bkz.
Buhari, Salâtu't-terâvih 1; tbn Şebbe, II, 713-716.
[219] Abdürrezzak, el-Musannef, IV, 263 (nr. 7737).
[220] îbn Abdilber'in et-Temhîd li-mâfîl-Muvattamin
el-meânivel-sânîd adlı eseri olup bir kısmı basılmıştır (I- XVIII, Rabat
1387-1407/1967-1987).
[221] el-İsâbe,I,571.
[222] îbn Sa'd, III, 281.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/155-156.
[223] Müslim, Salât 7; Sıyâm 38.
[224] bkz. el-îsâbe,IV, 176.
[225] bkz. age, II, 29.
Asıl adı Sa'd b. Âiz'dir.
[226] Kadı lyaz'dan nakledilen bu bilgi, onun el-İkmâl adlı
eserinde geçmektedir (bkz. Îhsan Abbas.s 122).
[227] bkz GAS, I, 470 (Burada iki Ebü'l-Hasan'a ait iki ayrı
şerh zikredilmektedir).
[228] es-Siretül-Halebiyye (İnsânül-uyûn) III, 426.
[229] bkz.Suppl.,1, 258.
[230] el-İsâbe,II, 428; îbn Sa'd, IV, 207; Üsdül-ğâbe, II,
504.
[231] Müsned, IV, 169;
el-îsâbe, I, 557.
[232] Ravdfnin (ki metinde yanlış olarak Radîdiye
geçer)Nûru'n-nibrâstan yaptığı nakil burada bitmektedir.
[233] bkz. İbn Sa'd, III, 237.
[234] Şerhu Unmûzecil-lebîb'den yapılan nakil burada
bitmektedir.
[235] İbn Sa'd, III, 234.
[236] Abdülhay el-Leknevfnin (ö. 1034/1886) HayrÜl-haber fî
ezani Hayril-beşer (Hmd 1320, bir mecmua içinde) adlı bir eseri mevcut olup
Kettâni'nin andığı kitap bu olmalıdır.
[237] Makrizî, el-Hıtat, Bulak 1270/1853, II, 271.
[238] el-Musannef, 1,491 (nr. 1887).
[239] bkz. el-îsâbe,I,204.
[240] Kenzü1-ummâl,VIII, 342 (nr. 23175).
[241] el-Hıtat, II, 270.
[242] Zurkâni'nin Muhtasara Halil'e yaptığı şerhin
haşiyesidİr (Suppl, II, 98, 874).
[243] Tehzibül-esmâ vel-lugât, 1/2, 266-267.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/156-159.
[244] Huzâi'flin eserinde (s. 129) bu cümle,Muvakkit’le
ilgili bâbın birinci faslı olarak zikredilmiştir.
[245] Muvatta, Vukûtu's-Salât 6; Bâci, el-Müntekâ, 1,27.
Hadisin devamında Bilâl'in de uyuyakaldığı ve sabah namazını sonra kaza
ettikleri zikredilir.
[246] Ebû Davud, Salât 11.
[247] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/159.
[248] el-Merâsîl, Beyrut 1406/1986, s 119-120.
[249] Dârekutnı, Sünen, Kahire 1386/1966, II, 85, Makrızı,
el-Hıtat, II, 270.
[250] Tuhfetül-eşrâfbi-ma'rifetil-etrâf, Bombay 1965-1982,
XIII, 150 (nr 18460).
[251] el-İklîl, Beyrut 1405/1985, s.166 Burada Isrâ buresmdekı âyetm tefsin mevcut olup diğer âyetm tefsirine ilgili yerde (s 147) rastlanmamıştır.
[252] Kettâni yukarıda geçen âyetleri parantez içinde
verdiğinden, parantezsız verilen buıfade anılan şekilde tercüme edilmiştir
Fiilin değişik okunuşuyla "insanları hacca çağır" (Hac 22/27)
mealindeki âyet olarak düşünmek de uygundur.
[253] bkz Üsdü'l-ğâbe,Vl, 289.
[254] el-Hıtat, II, 270 Burada,Ebû Mushmel~Murâdî ile
birlikte Amr b Âs Cami'nde on müezzin bulunduğu belirtilir.Hz.Osman'la ilgili
bilgi için ayrıca bkz Suyûtî, el-Evâil, Beyrut 1406/1986, s 14, İbn Şebbe, JII, 961, Semhûdı,
Vefâu'1-Vefâ, I, 376.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/159-161.
[255] Metinde yanlış olarak Teşriîfü's-sâmi şeklinde geçen
bu eser Ebû Zeyd el-Fâsî'nın (o
1036/1626) Buharı şerhidir (Suppl-, I, 263).
[256] Buharı, Cuma 21 Burada söz konusu ilk ezan imam
minberde iken okunan, ikincisi kamet ve ilave edilen uçuncusu ise vaktin
gınşinı duyurmak için dışarıda okutulandır Buharı "zevrâ"nm Medine
pazarında bir yer olduğunu belirtir Ibn Battal ise mescidin kapısı yanındaki
büyük bir taş olduğunu söyler Minareye benzeryuksek her yer için de kullanılır
(bk/ Umdetü'1-kârî, V, 298-299, Fethul-Bârî, V, 54-56).
[257] Bu zat îbnu'n-Neecâr(o 643/1245)olmalıdır Zira anılan
eser on undur (GAL, 1,443, Suppl, I, 613, Kehhâle, XI, 317).
[258] Bu rivayet için bkz. Ebû Davud, Salât 33, Semhûdı,
Vefâül-Vefâ, I, 375.
[259] Bu rivayetler için bkz age,I, 375-376 Burada
"Ubeydullah'ın evi" ifadeli metinde yanlış olarak "mescidi"
şeklinde geçmiştir.
[260] bkz. Îbnü'1-Hâc, el-Medhal, II, 208,243; Avnül-Ma’bûd,
III, 433.
[261] Vefâül-Vefâ, 1,375-376. Metinde birçok hata mevcut
olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.
[262] İbn Nüceym, el-Bahnı'r-râik,Kahire 1311,1, 272.
[263] el-Evâil, s. 15.
[264] Reddül-muhtâr, Kahire 1386/1966,1, 387.
[265] Bu bilgi el-Mecmûa'dan naklen
Meâfırî'ninRisâlefil-ezânadh eserinde de(s.56) verilmektedir.
[266] İbnü'1-Hac, el-Medhal, II, 207, 241; Meâfirî, Risale
fîl-ezân,nşr. Abdülaziz Ce-bûrî (Resâil fil-fıkh vel-luğa içinde), Beyrut 1982,
s. 54-55.
[267] Muhammed b. Musa ed-Derfnin (d 1158/1738) eseridir
(bkz.Fihrisül-fehâris,II, 596,916-917; Suppl, II, 687).
[268] Heştûki'nin (o. 1127/1715) eseri olup Kettâni
Fihrisü'l-febârİste (II, 1102-1103) adını İânetül-besâir fî zikri
menâkıbil-İmâm ibn Nasır ve etbâüul-ekâbir şeklinde vermektedir.
[269] Fethul.-Bârî,V, 55-56.
[270] Ibnü'1-Hâc, el-Medhal, II, 208,241.
[271] Avnul-Ma'bûd, III, 434. Ayrıca bkz. Umdetül-kâri, V,
300.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/161-163.
[272] Metinde hata ve eksiklik vardır {bkz. Îhsan Abbas, s.
132). Ayrıca bkz. Îbrm'l-Cevzî, Garîbul-hadîs, I, 306. Burada anılan
"humra" dan maksat, yuz ve elleri sıcak ve soğuktan korumak için yere
konulup üzerine secde edilen küçük yaygıdır.
[273] Hattâbî, Meâlimü's-Sünen, I, 179; Avnul-Ma'bûd, II,
357.
[274] Buhari, Hayız 30; Salât 19. Bu hadis ile ardından
gelen "Muslini" kelimesi metinden düşmüş olup Müslim'in hadisi
Buhari tarafından rivayet edilmiş gibi bir durum ortaya çıkmıştır.
[275] Müslim, Hayız 2; Ebü Davud, Taharet 104.
[276] Nesâi, Hayız 19.
[277] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/163-164.
[278] Buharı, Iydeyn 14. "Musallada o nüne
dikilir" ifadesi metinde düşmüştür.
[279] "Sman" kelimesi metinde yanlış olarak
"sâk" şeklinde, "ekser şey'en" de "ekbe şeklinde
geçmiştir.
[280] Buharı, Vudû 17.
[281] Bu bilgi için bkz. îbn Şebbe, Ahbârul-Medine, I, 140.
[282] age,1,139 Metinde düşüklük mevcut olup Necâşî,
Resulullah'a bir değil birkaç harbe vermiştir O da birini Hz Ömer'e, birini Hz
Ali'ye vermiş, birtanesını de kendisi için alıkoymuştu
[283] age,l, 140 Burada da Zubeyr'in mızrağı müşrikten
ganimet olarak aldığı hususu metinde düşmüştür.
[284] Bu hususta ayrıca bkz Ebû'ş-Şeyh, Ahlâku'n-Nebi,
s.127-128, Ibnu'1-Esîr, en-NihâyeJ,437,11,36, III, 203;Behcetul-mehafil.il, 167
Kenzül-ummâl,VII, 97 (nr 18138), 150 (nr 18462) Kadîb'in abbasîlere intikal
ettiğine dair bkz Subhul-a'şâ, III, 270.
[285] İbn Sa'd, III, 235.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/164-165.
[286] Yusuf en-Nebhani esiri olup tam adı
şöyledir:Cevahir’ül-bihar fi fedaili’n-Nebiyyi’l-Muhtar (c. I, IV, Beyrut 1327)
bkz. Serkis, II, 1839; Suppl, II, 764.
[287] Bkz. GAL, II, 519, Suppl, II, 340.
[288] Cahız, el-Beyan ve’t-tebyin, Beyrut: 1968, III, 35-36.
[289] Bkz. Suppl, II, 380.
[290] İbn Faris, Mücmelü’l-luğa, I, 291 (“HSR” mad.).
[291] Asa ile ilgili geniş bilgi için bkz. M. Fuad Köprülü,
“Asa”, İ.A., I, 660-663.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/165-166.
[292] el-İstîâb, II, 132-133. Metinde "mescid"
kelimesi düşmüştür.
[293] el-İsâbe,II, 17-18;Üsdül-ğâbe, II, 328.
[294] Metinde "yağ" kelimesi düşmüştür.
[295] el-İsâbe,IV, 18; Üsdül-ğâbe, VI, 28.
[296] İbn Mâce, Mesâcid 9.
[297] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/166-167.
[298] Bu kelime es-Siyer olmalıdır. Wensinck'te bulunamayan
bu rivayet ibn Hişam (II, 527-528) ve aşağıda zikredildiği üzere
es-Siretül-Halebiyye'de (III, 118) geçmektedir.
[299] Tirmizi, Cenâiz
62.
[300] bkz. GAL, II, 197;
Suppl, II,
192.
[301] el-Fetâval-hadisiyye, s. 163.
[302] es-Siretü1-Halebiyye,III, 118.
[303] Buharı, Salât 22.
[304] Fethu1-Bârî,III,47.
[305] es-Sîretu'ş-Şâmiyye, VII, 391-392.
[306] el-Beyân ve't-tebyîn, 1/2,7. Metinde
geçen"refaa" kelimesi "esrece"olacaktır.De-vamla Cezime'in
ilk mancınık kullanan kimse olduğu da belirtilir.
[307] Zekkâk'ın (o. 912/1506) el-Menhecül-muntahab üâ usûlil-mezheb
adlı eserine Ahmed el-Mencur'un (ö. 995/1587) yaptığı şerhtir (SuppL, II, 376;
Ziriklî, I, 174).
[308] Zemahşeri, el-Keşşâf, II, 179.
[309] Burzulî'nin (o 841/1438) el-Fetâva veya en-Nevazil
diye de anılan bu eserinin tam adı Cânıiu mesaili'1-ahkâm nıimnıâ nezele minel
kaza bi'1-müftin ve'l-hukkâm'dır. GAL, II,319,H.R. Idrib,
"al-Burzulî",EI, I, 1341 .Neylül-ibtihâc,s 225-226)
[310] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/168-169.
[311] Ebû Davud, Salât 13.
[312] Müsned, VI, 279.
[313] Ibn Mâce, Mesacid
9.
[314] Sahîhu İbn Huzeyme, Beyrut 1395/1975, II, 270 (bâb
574, nr. 1294).
[315] bkz. Ibn Mâce, Mesâcid 5 ("cuma günleri"
ilavesi vardır).
[316] bkz Ibn Hacer, Tehzib,X, 465.
[317] Metinde yanlış olarak el-Müzenî şeklinde geçer.
[318] Fethul-Bârî, II, 7. Ayrıca bkz.Tezhîbü't-Tehzîb,X,
465.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/169-170.
[319] Buharı, Salât 72; Cenâiz, 67; Müslim, Cenâiz
23.Sahihayn'da bir kadın veya genç (erkek) sözkonusu edilmiştir. Huzâi de
yalnız Müslim'i anarak (s. 137} bu seki vermiş, Kettâni ise iktibasla kadını
anmakla yetinmiştir. Huzâi, "Kişinin mesc den çıkardığı çerçöpe varıncaya
dek ümmetimin ecirleri bana arzedildi" hadisini (Ebu Davud, Salat 16)
ayrıca zikretmiştir.
[320] İbn Huzeyme, Sahîh, II, 272.
[321] age, II, 272; İbn Mâce, Cenâiz 32.
[322] bkz el-İsâbe, IV, 406407, Üsdül-ğâbe, VII, 391.
[323] ibarede durukluk mevcuttur Krş el-Isâbe,IV,
284,Üsdü1-ğâbe,VII, 85.
[324] el-Isâbe, IV, 406-407.
[325] el-Adâbu'ş-şer'iyye, III, 397.
[326] Ibn Teymıyye, el-Fetâvâl-kübrâ, I, 156.
[327] Zekât memurlarından birisinin, getirdiği mallardan bir
kısmını kendisine verilen hediyeler olarak göstermesi üzerine Hz Peygamber
'Annesinin evinde otursaydı da kendisine hediye veriliyor mu, verilmiyor mu
görseydi '" buyurmuştur Bu ve diğer açıklamalar için bkz en-Nihâye fi
garîbil-hadîs, 1,407, Tâcul-arûs,''hfş" mad (IV, 300)
[328] İbn teymiyye, age, I, 132, 155-158.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/170-172.
[329] Buhari, ezan 29, 39; Müslim, Mesacid 251-254.
[330] El-keşşaf, II, 463; el-İsabe, II, 451.
[331] Buhari muhtasarı olup adı Cem’un-nihaye’dir. (GAS, I,
126).
[332] Fas Meriniler devleti hükümdarıdır.(ö. 759/1358). Bkz.
G. Marçais, “Abu İnan Faris” , EI, I , 129; Zirikli, V, 323.
[333] Buyütatu Fas’il-Kübra, Rabat 1972,
s.50.Bu eser çeşitli müelliflere nisbet edilmektedir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/172.
[334] Risâletü's-Salâtdiye de anılmakta olup birçok defa
basılmıştır CGAS, I, 506).
[335] bkz. İbn Sa'd, III, 236-237.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/173.
[336]
"Kaimen" kelimesi metinde yanlış olarak
"nâimen" (uyuyordum) şeklinde
geçmiştir.
[337] Buhari, Salât 83.
[338] Muvatta, Kasru's-salât
fVs-sefer 93. Metinde düşüklük
mevcut olup aslıyla
karşılaştırılmalıdır.
[339] el-îstîâb, III, 94. Kabe'nin imâre görevi için ayrıca
bkz. İbn Abdırabbih, el-Ikdül-ferîd, III, 315; Cevad Ali, Mufassal fî
târihil-Arab kablel-İslâm, V, 249, 251. Huzâfnin Müslim, Nesâi ve Tirmizi'den
naklen Resulullah'in (sav) mescıdde şiir okuma, alış-veriş, kayıp ilanı gibi
hususları yasakladığına dair verdiği rivayetleri Kettâni burada zikretmemiştir.
[340] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/173-174.
[341] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 1/174.
[342] bkz. Tirmizi, Menâkıb 37.
[343] Müslim, Taharet 71; Buhari, Vudû 56.
[344] Buharı, Vudû 15, 16, 17. "Maanâ" kelimesi
metinde "maahu", "bihi" kelimesi de "bikâ"
şeklinde yanlış geçmiştir.
[345] Keşfu (Şerhu) müşkİli hadîsi's-Sahîhayn (Suppl., I,
918, III, 1245).
[346] îbn Sîde'nm(o 458/1066) eseridir (M Talbı, "îbn
Sîda",EI, III, 940).
[347] bkz Fethul-Bârî, II, 27.
[348] bkz Ebu Davud, Taharet 24.
[349] Buharı, Menâkıbu'l-ensâr 32.
[350] Mushm, Zuhd 53 Bu konuda Enes'ten yapılan rivayetler
için bkz Müslim, Taharet 75-79.
[351] Bu bilgiler için bkz Fethul-Bârî, II, 27-28.
[352] el-Isâbe,IV, 243; Üsdü1-ğâbe,Vll, 26-27.
[353] Hür iki Huneyn kelimesi metinde yanlış, olarak Hayr
şeklinde geçer.
[354] Semmûye, İsmail b Abdullah (o. 267/881), bkz
Alâmü'n-nübelâ,XIII, 10-12.
[355] Zurkâm.Şerhutl-Mevâhib,lII,301 Ayrıca bkz
Ibn Kebîr, Sîre, IV, 621 ;Üsdü1-ğâbe, II, 69-70 Abhab bu suyu içer veya
surunurdu.
[356] Ibn Mâce, Taharet 39, Üsdü'l-ğâbe, VII, 374.
[357] el-İstiâb, IV, 241,el-İsâbe,IV, 243 Anılan hadis
el-Istiâb'da değil el-Isâbe'de verilmiştir.
[358] Ibn Kesîr(Sîre,IV,620), İbnlshak'tan naklen
aynıbılgıyı UmmuKvrnen'moğluKy-men'le ilgili olarak zikreder.
[359] Buharı, Vudû 20 Metinde hatalar mevcut olup aslıyla
karşılaştırılmalıdır Ayrıca bk/ Buharı, Menâkıbu'l-ensâr 32.
[360] Pethu'1-Bârî, II, 33 Metindeki hata ve eksiklikler ıçm
aslına bakını/ Resulullah'm (bav) bu
hı/metinı yürütenler arasında Rabîa b Ka'b el-Eslemî ile Ebu's-Scmh de mevcut
olup (Ibn Kebîr, IV, 659, 667-668) Kettâni zıkretmemıştır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/174-176.
[361] Bu başlık için bkz Fethu'I-Bârî, II, 84.
[362] Arapların hamamı Resulullah'dan (sav) sonra tanımış
olduklarına dair bkz Ali el-Kârı, el-Esrâru'1-merfûa, s 239.
[363] "Tâbe" kelimesi metinde yanlış olarak
"tâfe" şeklinde geçmiştir.
[364] Sehâvi, el-Mekâsıdül-hasene, s 270;el-Esrârü1-merfua,s
239.
[365] Muhammed b Cafer cl-Harâitî (o 327/939) bkz Zırikli,
VI, 29.
[366] Yakub b. Sufyân el-Fesevî (o 277/890) bkz. Ziriklı,
IX, 260.
[367] Harâitî'den buraya kadar verilen bilgi için bk7 Ibn
Hacer el-Heytemî, el-Fetevâ'l-kübrâ,1,65 Sevbân'dan yapılan rivayet için ayrıca
bkz Şâmi,es-Sîretü'ş-Şâmiy-ye, VII, 557, Suyûtî, el-Hâvî M-fetâvâ, II, 63.
[368] İbn Sûde et-Tâvudî'nined-Dav'ul-lâmi bi-şerhîl-Câmiadh
eseridir (bkz. "Jbn Suda", El, III, 948).
[369] Resulullah'ın/nxmam dan nehyine dair hadisleri İçin
bkz.Nevevi,el-Mecmû (Şer-hul-Mühezzeb), II, 204-205. Nevevi bir başka yerde
(1,87) güneşte ısıtılan suyun göz hastalığına yolaçtığına dair Resulullah'dan
nakledilen rivayetin, muhaddislerin ittifakıyla zayıf olduğunu belirtmiştir.
[370] bkz. Fihrisü'l-fehâris, I, 29.
[371] İhyâu ulûmi'd-dîn, I, 186-187; el-Mecmû, II, 205.
[372] îbn Hacer, Telbisül-habîr fî tahrîci
ahâdîsi'r-Râfıiyyil-kebîr, I, 34.
[373] Zeylai, Nasbu’r-râye, I, 102 v.d.
[374] Telhisül-habîr, I, 32 v.d ; el-Mecmû, I, 87.
[375] es-Siâye fî keşfi mâ fî Şerhil-Vikâye (Suppl., I,
647).
[376] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/177-178.
[377] Bu başlıkta geçen "ibâha" kelimesi metinde
düşmüştür.
[378] îbn Huzeyme, Sahîh,Beyrut 1395/1975,1,64-65. Burada
"bir kabsu" yerine "abdest suyu" ifadesi vardır. Ayrıca
ravi "bir kâse su getirildi" dedikten sonra, Enes'e atıfla,
"sanıyorum cam kâse dedi" ifadesini kullanmaktadır. Krş. Buhari, Vudû
46.Bu konuda değerlendirme ve mukayese için bkz. Fethul-Bârî, II, 91.
[379] Nûru'n-nibrâs olmalı.
[380] Fethul-Bârî, II, 91.
[381] Bu hususu İbn Huzeyme'nin kendisi söylemektedir
(Sahîh, I, 64).
[382] Bkz. îbn Sa'd, I, 485. es-Sîretü'ş-Şâmiyye, VII, 362,
575; Fethul-Bârî, II, 91.
[383] es-Siretü'ş-Şâmiyye,VII, 362f 575. Şâmi, Resulullah'm
(sav)suv.s. içtiği ve ab-dest aldığı ahşaptan bir kâsesinin de olduğunu
beliritir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/178-179.
[384] Buhari, Vudû 460.
[385] Fethul-Bârî, II, 91.
[386] bkz. Kenzül-ummâl, IX, 323 (nr. 26240).
[387] bkz. es-Sîretü'ş-Şâmiyye, VII, 574-575.
[388] Buharı, Vudü 45-46.
[389] Ebû Davud, Vudü 47.
[390] Mecmau'z-zevâid, I, 215.
[391] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/179-180.
[392] Buhari, Fedailü'1-ashâb 20.
[393] eI-İsâbe,IV, 251.
[394] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/180.
[395] DârekuLni'nin bu hadisi için bkz. Müsned, I, 107.
Hadisle Resuluilah'in hı şırtı üzerine kalktığında Cebrail'le karşılaştığı, eve
niçin girmediğini sorduğunda ise evde köpek bulunduğu için girmediğini
söylediği ve devamla Resulullah'ın içinde köpek, resim ve cünüp kimse bulunan
eve meleklerin girmediğini belirttiği kaydedilir.
[396] İbn Asker el-Mâlıkî'nın eseridir (bkz îhsanAbbas, s 790).
[397] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/180-181.
[398] Müslim, Cuma 60, Müsned, V, 80; es-Sîretü'ş-Şâmiyye,
VII, 563-564.
[399] el-Edebül-müfred, Beyrut 1404/1984, s 386 (bâb: 552,
nr. 1168).
[400] Ebû Kurre yerine Ebu'l-Aliye diye geçmektedir (age, s
385).
[401] el-Edebül-müfred, s 385-386.
[402] Muberred, el-Kâmil,Beyrul 1406/1986,11,725-726 Kettânı
ve Huzâı'nin metinlerinde (s 149) "âmil" diye geçen kelime burada
"âzım" şeklindedir.
[403] Nesâı, Taharet 75-76.
[404] Tarih-iCevdet,Istanbul 1309,1,43 "Hz Yusuf(a s )
Mısır'da Vâki saray-ı mahsûsunda taht üzerinde kuûd ıdub ıcrâ-yı ahkâm ıderdı
Hz Davud(a s) Kuds-u Şerifte kubbe-ı raa'hûde altında oturub umûr-ı ibadullahı
ru'yet ve Hz Suleyman(a s )da-hı o kubbe altında murtefı taht üzerinde kuûd ve
fasl-ı ahkâm eylerdi" s 44'
" Muâvıye, mahsûs divanhane ve
taht şeklinde kursu ittihaz ıdub bı'n-nefs kuûd ve ıcrâ-yı ahkâm ıder ıdı"
Devamı için mezkur esere bakınız.
[405] Kenzül-ummâl., XIII, 309-310; Üsdül-ğâbe, I, 325.
[406] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/181-182.
[407] Ahlâku'n-Nebî, s. 194- Metinde geçen "bâb"
kelimesi "kitâb" olacaktır.
[408] Ebû Davud, Eşribe 22. Hu2âi, aynı rivayeti önce
Ahlâku'n-Nebî'den sonra da Ebû Davud'dan naklen vermiş olup Kuteybe'nin sözü de
Ebû Davud'da geçmektedir. Kettâni Ebû Davud'un rivayetini zikretmemiştir.
[409] Metinde Hind kelimesi düşmüş olduğu gibi Kettâni'nİn
kaynağı olan Semhûdi'nin her iki eserinde de Hind ve Harise Esma'nm çocukları
gibi verilmiştir. Doğrusu yukarıda verildiği gibi olup bu konuda bakınız: îbn
Sa'd, I, 504; Üsdül-ğâbe, 1,95, V, 415-416.
[410] bkz. en-Nihâye fî garîbil-hadîs, III, 359;
Hulâsatül-Vefâ, s. 406.
[411] Metinde Mafirî şeklinde geçen bu isim Semhûdi'nin
sıkça atıfta bulunduğu Cemâ-luddin et-Matarî {Ö. 741/1340) olupet-TaVif bimâ
essesetil-hicre rain mealimi Dâril-hicre adlı eseri vardır (bk SupU., II, 220;
Zirikli, VI, 222).
[412] Metinde veHulâsatul-Vefâ'da doğru olarak el-Muharrem,
Vefâul-Vefâ'da İse ef-Harem şeklinde geçmektedir. Ayrıca bkz. Firuzâbâdi,
el-Meğânimül-mutâbefî mealimi Tâbe,Riyad 1389/1969, s. 172, 340, 458.
[413] Metinde yanlış olarak es-Sakkâ şeklinde geçmiştir,
bkz. age, s. 414.
[414] İbmi'l-Esîr kastedilmiştir, bkz. en-Nihâye, II, 382.
[415] Hulâsatül-Vefâ, s. 404-405; Vefâül-Vefa, II, 141-142.
Kuteybe, metinde Katâde şeklinde geçmiştir. Ayrıca bkz. es-Siretü'ş-Şâmiyye,
VII, 345; el-Meğânimü'I-mutâbe.s. 179-180. Metin de düşüklükler mevcut olup
anıl an kaynaklarla karşılaştırılmalıdır. Hz. Aişe'nin rivayet ettiği hadis de
bazı kaynaklarda "Sukyâ kuyusundan" şeklinde geçmektedir.
[416] Câsûm veya Câsİm, Ebü'l-Heysem'in kuyusunun adı veya
bulunduğu yer olara geçmektedir (îbn Sa'd, 1,504, ibn Şebbe, 1,160;Şâmi, VII,
345-346 ;Vefâu1-Vefâ,] 131-132). Kelime metinde "Câruhum",
el-İsâbe'de ise"Câ/ium." şeklinde yanlış geçer.
[417] "Sâlmen"
kelimesi metinde yanlış olarak "dâifen" şeklinde geçer.
[418] el-îsâbe, III, 615. Dipnot 388'de anılan kaynaklara
bakınız.
[419] Müslim, Zühd 18. HadisHuzâi tarafından tam verilmiş
olup (s. 152)Kettâniyaln ilgili kısmı zikretmiştir. Hurma dalı, bundan yapılan
askı ve deri kırba ile ilgili ol rak Huzâî ve Kettâni'nin el-Meşârikten
naklettikleri lügatle ilgili açıklamalar tercümesine lüzum duyulmamıştır.
Bunlar için bkz. Huzâi, s. 153; Nevcvî, Şerl Müslim, XVIII, 145.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/183-184.
[420] el-İsâbe, I, 21, IV, 226 Ibn Hacer, Süheyl'in hanımı
Useyle el-Huzâiyye'yı Useyle el-Huzâî şeklinde erkekler arasında da zikretmiş
olup (1, 21) Kettâru de onu bu şekilde zikretmiştir Bu rivayet çın ayrıca bkz
Fakıhı,Ahbâru Mekke,II, 33 Ce-nedî kelimesi metinde Cenevî şeklinde yanlış
geçmiştir (bkz Alâmü'n-nübelâ, XIV, 257).
[421] Metinde yanlış olarak Haram b Hışam şeklinde geçmiştir (bkz Ibn Sa'd, V, 496).
[422] el-Isâbe, I, 30.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/184-185.
[423] Bu zat (o 413/1022) için bkz GAL, I, 201-202, SuppL,
I, 322-323.
[424] el-Isâbe, III, 199.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/185.
[425] Müslim, Eşrıbe 89,Müsned,III, 247 (BuradaNebîzzıkredılmemıştır)
Bubaşlıkta verilen bilgi metinde altı çizilmediğinden Kettânı'ye ait gibi
görülüyorsa da, Hu-zâı'ye aittir (bkz Tahrîcü'd-delâlât, s 153)
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/185.
[426] İbn Sa'd, VI, 158-259.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/186.
[427] Buhari, Cihâd 66. Bu bölümün başlığında geçen savaş
(gazu) kelimesi meti düşmüştür (bkz.
İhsan Abbas, s. 153).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/186.
[428] Metinde yanlış olarak yalnız Umeyr şeklinde geçer.
[429] Bu isim Üsdül-ğâbe'de Ümnıu Suleym, el-İsâbe'de ise
ÜmmüMuslim diye geçmekledir. Bunlardan ilkiEnesb Mâlik'in annesi, diğer ise
Hz. Saiıyye'nin hizmet-çisidîr(bkz. Usd, VII, 345,394) Ummü Halime diye bir
isme her iki eserde de rastlanmamıştır.
[430] Üsdül-ğâbe,V, 172; el-İsâbe,IV, 417.
[431] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/186-187.
[432] Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 340.
[433] eI-İsâbe,IV, 78.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/187.
[434] Ebû Omer Ibn Abdilber,eI-İstiâb,IV, 129;
Tehzibü't-Tehzîb, XII, 158.Bu her iki eserde de, Ebû Ubeyd'in biyografisinde,
Kettâni'nin müteakiben verdiği etle ilgili teferruat zikredilmemiştir.
[435] bkz. Müsned, VI, 8,392; Üsdül-gâbe, VI, 204. Ebû
Ubeyd, Resulullah (sav) için et pişirmişti, kendisinden ıkı defa kol istedi o
da verdi. Uçuncu defa isteyince, aralarında yukarıda anılan konuşma geçti.
[436] Tirmizi, eş-Şemâil, Amman 1405/1985, s. 96-97 (hadis
nr. 143).
[437] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/187.
[438] Ebû Davud, Et'ime 17.
[439] İbn Mâce, Eşribe 27.
[440] Kadehler için ayrıca bkz. Hafâci, Nesîmu'r-riyâz, I,
362.
[441] bkz. İbn Sa'd, I, 485.
[442] Ebû Davud, Taharet 13; Nesâi, Taharet 27.
[443] Üsdül-ğâbe, VII, 27. Rukaykakelimesİmetinde yanlış
olarakRukiyye şeklinde geçer.
[444] Bu başlık altında verilen bu bilgiler için bkz.
Behcetü'l-meh.âfîl, II, 172-173. Me tinde hata ve düşüklük mevcut olup aslıyla
karşılaştırılmalıdır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/188.
[445] Ebû Davud, Taharet 13;Usdü1-ğâbe,37, 303.
[446] bkz. Hafâci, I, 363.
[447] İbn Hacer, Tabsîrü'l-müntebih, I, 449.
[448] el-İsâbe, FV, 240 (Ümeyme bint Rukayka'nm
biyografisinde).
[449] Aynı bilgi için bkz. Tehzîbü't-Tehzîb, XII, 411.
[450] Ebu Davud'un Sünen'iııe yaptığı şerhtir (GAS, I, 151).
[451] Mîzânü'I-i'tidâl, I, 587.
[452] Müdellis, rivayelindeki kusuru gizleyip kusur
bulunmadığını vehmettirecek bîr tarzda rivayette bulunan ravidir (bkz. Aydınlı,
s. 106, 152).
[453] "An" sİgasıyla rivayet edilen, senedinde
"an" edâsigası kullanılan hadis demektir; sened ve metnin durumuna
göre sahih, hasen ve zayıf olabilir (bkz. Aydınlı, s. 103).
[454] Ebû Davud, Taharet 13.
[455] el-İstîâb, IV, 240 (Ümeyme bint Neccâr'ın
biyografisinde).
[456] Ruayni için bkz. A'lâmü'n-nübelâ, XXIII, 22-24.
[457] Hadisi "haddesena" edâ sigası ile, senedle
rivayet (Aydınlı, s. 129, 147).
[458] Mîzânül-i'tidâl, I, 587.
[459] Hafâci, NesîmüY-riyâz, I, 363.
[460] İbnü:l-Hâc,el-Mediıal,I, 235-236. Metinde düşüklük
mevcut olup aslıyla karşılaş tınlmahdır.
[461] Ebû Râs Muhammed b.Ahmedel-MuaskerHö.
1239/1824).bkz.Fİhrisü'l-fehâris I, 150-152;GAS.,II, 654-655; Suppl.,H, 880.
[462] Nadr b. Şumeyl (ö. 203/8 Î9), tanınmış tarih, hadis ve
dil alimi olup halife Me'mun'un Merv kadısı idi (Alâmü'n-nübelâ, IX, 328-332;
Zinkli, VIII, 357).
[463] Me'mun, Hüseyin'den rivayet ettiği hadiste geçen
kelimeyi "sedâd" şeklinde okur, Nadr da Avf b. Ebî Cemîle'den
naklettiği aynı hadisteki kelimeyi "sıdâd" diye okuyunca Me'mun yerinden doğrulup oturur
(bk Kıfli, inbâhu'r-ruvât, Kahire 1406/1986, s. 350).
[464] Gıdâul-elbâb şerhu Manzûmetil-âdâb{Serkis, I,
1028,SuppL, I, 459).
[465] ibn Muflih, el-Adâbu'ş-şer'iyye, III, 228-229 Metinde
"kubrâ" kelimesi yanlış olarak, "kebîr" şeklinde geçmiştir
Ibnu'l-Cevzî'nİn işaret edilen sozu de birine karşı ayağa kalkıp kalkmamakla
ilgili olup onun bu konudaki yorumu kastedilmiştir.
[466] Ibn Hacerel-Heytemî,el-Feteva1-kübra1-fı hiyye,Kdhırel
357,IV, 117 Buese-rın cıld numarası metinde yanlış olarak uç diye verilmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/188-192.
[467] Kettânı bu konuda daha önce de (I, 66) bilgi vermişti.
[468] el-İsabe, II, 541.
[469] Üsdü'1-ğâbe, III, 556.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık:
1/192-193.
[470] Muvatta, Hac, 47, Hadis metninde bazı kelimeler farklı
yazılmış olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.
[471] bk. Ebû Davud, Hac 18; Tinnizi, Hac 71; îbn Mâce, Hac
101.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/193.
[472] Bu rivayet ıçm bk es-Sîretü'ş-Şâmiyye, V, 367,
Üsdül»ğâbe,II, 534-535, III, 578-579 (Osman ve
Şeybe'nmbıyoğrafılen);el-Mekâsidül-lıasene,s 198 Metmdehata ve eksiklik mevcut
oiup aslına (I Abbas, s 159) bakılmalıdır.
[473] Bu ifade aslında Huzâfnm metninde
geçmektedir.Muhtemelen Kettâm'nın gorduğu nüshada mevcut olmadığından veya
sehven ayrıca zikredilmiştir.
[474] Muhıbbudm et-Taberî, el-Kirâ li-kâsidî Ümmil-kurâ,
Kahire 1390/1970, s 504.
[475] el-Kirâ, s 506, Fâsî, Şifâül-ğarâm, I, 211 (Taben'den
naklen).
[476] Şerhm adı Netâicül-fiker fî keşfi esrâril-Muhtasar'
dır (I-IV, Bulak 1303, 1310) bkz Serkıs,
1,966, GAL, II, 103.
[477] Ebû Abdullah Muhammed b. Muhammed el-Hattâb (ö.
953/1546). Şerhin adı da Mevâhibül-Celîl fi şerhi Muhtasari Halil'dir (GAL, II,
102; Ziriklî, VII, 286).
[478] Hasan b.Muhammed b. Es'adel-Cewânî(o. 588/1192).bkz.
Mu'cemül-bûldân, II, 175;Keşfuz züııûn,I,620; Kehhâle, III, 275. Cevvâni
nisbesi metinde yanlış olarak Harrâni şeklinde geçer.
[479] Kadı Iyâz'm et-Tenbihâtül-müstanbete alel-Müdevvene
(GAS, I, 465, 467) adlı eseridir.
[480] el-Müdevvene, II, 92.
[481] Subhul-a'şâ, IV, 265. İbrahim Rafet Paşa 996 (1588)
yılında bu görevi yürüten Abdülvahid eş-Şeybîyi zikreder(Mîr'âtül-Haremeyn,
1,299), Eyüp SabriPaşa da aynı adlı eserinde Şeybî Efendi'den sözetmektedir (Mir'âtül-Haremeyn,
(Mekke) 1/2, 969).
[482] Fâkihi, Âhbâru Mekke, V, 235. Ayrıca bkz. Ezraki,
Ahtaâru Mekke, I, 265-268; Kenziil-ummâl,XIV, 107 v.d.
[483] age,XIV, 107-108. Sâib b. Yezid yerine Sâib b. Habbâb
geçmektedir.
[484] Bu rivayet için bkz. Ebû Davud, Üiyât 26; İbnMâce,
Diyât 5; İbn Hişam, II, 412;lbı Kesir, III, 570. Son iki kaynakta Hz.
Peygamber'in Osman b. Talh a'ya anahtarı ver mesi de zikredilmiştir. Şeybe b.
Osman'ın Hicâbe görevi çerçevesinde Kabe'de: yüksek ev yapılmasına engel
olduğu, yapılanları da yıktırdığı kaydedilir (bk. Fâk hi, I, 338-339).
[485] Sidâne ile ilgili geniş bilgi için bk. Fâsi,
Şifabul-ğarâm, 1,209-212; İbrahim Raft Paşa.Mira'tül-Haremeyn, I,
276-277,298-300; Eyüp SabriPaşaMir'atü'1-Harmeyn(Mekke), 1/2, 884-885, 969.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/194-196.
[486] bkz. Kenzül-ummâLV, 203-204 (nr 12609), XIV, 123 (nr
38119) vd.Bu konuda gem% bilgi için bkz Fâsı,age, 1,416, ibrahim Rafet
Paşa,age,I,259, Eyüp Sabrı Paşa, age,I/2, 974 v.d.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/197.
[487] bkz Müened, II, 320-321, Ebû Davud, Menâsık 57, Ibn
Mâce, Menâsık 84.
[488] Cemâat ıfade&ıyleKutub-ı Sıtte müellifleri
kastedilir BunabazanAhmedb Han-bel de ilave edilir (bkz Aydınlı, s 43).
[489] bkz Ebû Davud, Menâsık 57.
[490] Muhibbuddin et-Taberî (ö. 694/1294), Safvetül-kirâ fî
sıfati hiccetil-Mustafa ve tavâfuhu bi-Ümmi'I-kurâ. (bkz.GAL, I, 445, Suppl.,
I, 615; el-Kirâ, s. 23 —naşir mukaddimesi—).
[491] İbn Kayyim, Zâdül-meâd, II, 101 vd.
[492] İbn Kesîr, Sîre, IV, 211-427.
[493] el-Bidâye ve'n-nihâye, V, 109-214.
[494] Muhâdarâtül-ebrâr ve müsâmerâtül-ahyâr, s. 18-24.
[495] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/197-198.