ÜÇÜNCÜ BÖLÜM... 3

Yazı Ve Benzeri Konularla İlgili İş Ve Görevler. 3

Vahiy Katipleri 3

Allah Resulüme Herhangi Bir Konuda Katiplik Yapmış Olanlar Ve Bunların Sayıları 3

Allah Resulıtnun Katiplerinden Biri Bulunmadığında Onun Yerine Yazan Kimse. 4

Sır Katipliği 5

Mektup Ve Ikta Katipleri 5

Allah Resulü-Nün Badiye Araplarına Gönderdiği Mektupları Yazan. 6

Allah Resulu’nun Deriye Yazdırması Ve Bu Derinin Ebadı 6

Ahîdname Ve Sulh Katipleri 7

Allah Resulü’nun Özel İşleriyle İlgili Yazılarını Yazdırdığı Kimse. 7

Katiplere Toplu Bakış. 7

Allah Resulü’nün Katiplerine Kalemi Nereye Ve Nasıl Koyacaklarını, Harfleri Doğru Şekilde Yazmalarını Vs. Öğretmesi 8

Allah Resulü'nün Yazıyı Topraklamaları (Kurutmaları) Konusunda Katiplerini Teşvik Etmesi 9

Allah Resulü’nün Mektuplarının Tertip Özelliği 13

Kendisine Çağdaş Hükümdarlar Ve Başkalarının Allah Resulütve Nasıl Hitap Ettikleri 13

Allah Resulü’ne Hitaben Yazılmış Mektuplarda Başlık. 14

Allah Resulü'nün Mektuplarında Başlık. 14

Allah Resulü'nün Mektuplarına Hangi İfade İle Başladığı 14

Allah Resulü’nün Mektupları Ve Hutbelerinin Başlangıcında "Emmâ Ba'd" Lafzını Her Zaman Kullanması 15

Allah Resulü’nün Resmî Yazışmalarında İhtiyatlı Davranması 15

Allah Resulü'nün Mektubun Bölüm Ve Konu Başlarını Birbirinden Ayırmak İçin "Emmâ Ba'd" Lafzını Kullanması 15

Allah Resulü'nden Tarihin Metnini Bize Kadar Ulaştırdığı En Sahih Mektup. 15

Allah Resulü’nün Ehl-I İslâm'a Yazdığı Mektuplardan Tarihin Bize Ulaştırdığı En Son Mektup Ve Müslümanların Bunu Muhafaza Etmeleri 16

Allah Resulttnün Ehl-i Küfre Yazdığı Mektuplardan Tarihin Aslını Bize Ulaştırdığı En Son Mektup Ve Onların Bunu Muhafaza Etmeleri 21

Tenbîhler. 24

Allah Resulü'nün Ahkama Dair Mektuplarından Tarihin Metnini Bize Ulaştırdığı En Uzun Ve Kapsamlı Mektup. 25

Allah Resulü’nün Yazdırdığı Halde Göndermediği Mektup. 27

Allah Resulü’nün Bizzat Birşey Yazıp Yazmadığı Ve Bazı Mektuplarını Mübarek Sağ Eliyle İmzalayıp İmzalamadığı?. 27

Mühür Görevlisi, Mührün Neden Yapıldığı Ve Nakşının Ne Olduğu. 29

Allah Resulü'nün Mühür Görevlisinin Kim Olduğu. 30

Yanında Muhru Olmadığı Zaman Allah Eesulıpnun Ne Yaptığı 30

Nebevi Mühürle İlgili Konular. 30

Tarih Konulması Ve İslam'da Tarih Başlangıcının Tesbitı 31

Elçi 32

Allah Resulü’nün Elçilerini Güzel Yüzlülerden Seçmesi 35

Allah Resulü’nün Herhangi Bir Yere Gönderdiği Emîr Ve Elçilerine Tavsiyesi 35

Hulefâ’yı Râşidin Zamanında Berîd (Posta Teşktlatı) Kurulması 36

Önemli Bir Not: 36

İslâm'a Davet İçin Elçi Gönderilmesi 37

Sulh İçin Elçi Göndermesi 37

Emân Bildirmek Üzere Elçi Gönderilmesi 37

Eman Verildiğini Bildirmek Üzerine Kadınlardan Gönderilen. 38

Yanındaki Müslümanları Yollaması İçin Yabancı Hükümdarlara Elçi Gönderilmesi 38

Devlet Başkanıyla Ülkesinde Bulunan Müslüman Bir Kadını Evlendirmesi İçin Yabancı Hükümdara Elçi Gönderilmesi 38

Hediye Götürmek Üzeke Elçi Gönderilmesi 39

Allah Resulü’nün Kendisine Gelen Elçiye Hediye Vermesi 40

Müslüman Olmaması Halinde Kendisine Savaş Açılacağı Tehdidiyle Hükümdara Elçi Gönderilmesi 40

Allah Resulütvün Tercümanı 41

Yabancı Dîlde (Konuşmayı) Tercüme Eden: 41

Yabancı Dîlde Yazıları Tercüme Eden: 41

Yahudi Yazısı 41

Şair. 44

Allah Resulü'nün (Sav) Şairleri: 44

Sahabeden Allah Resulü'nü Öven Kadın Ve Erkek Şairler. 45

Allah Resulümün Kendilerine Yazık Olmuş (Küfür Üzere Ölmüş) Kimselerin Şiirini Okutması 45

Allah Resulü'nün Gençliğin Şaraba (Sevince) Benzetildiğî Ve Benzeri Aşk Ve Eğlence Konulu Şiirleri Dinlemesi 45

Allah Resulümün Vefatından Sonra Kendisine Mersiye Okuyan Erkek Ve Kadın Sahabîler  46

Allah Resulttkün, Kendisine İthaf Edilen Beyitler Sebebiyle, Ele Geçirilen En Büyük Esir Grubuna Lütufta Bulunması 46

Namaz Dışında Hatip. 48

Allah Resulü Ve Ashabının Arapçadan Başka Bîr Dille Hitap Edip Etmedikleri 48

Faydalı Bilgiler. 48

Ordu Kâtibi 49

Allah Resulü'nün (Sav) Halkın Yazılmasını Emretmesi Ve Kendi Zamanında Bunun Yapılmış Olduğu: 49

Betat 49

Önemli Bîr Not: 50

Allah Resulü Zamanında Ordu Kâtipliğini Kimin Yaptığı 50

Allah Resulü Zamanında Atâ (Maaş) Verilmiş Olduğu. 51

Hz. Ömer'in Dîvân Teşkilatını Kurması Ve Bunun Sebebi 51

İslâmın Îlk Devirlerinde Müslümanların Gösterdikleri Hoşgörü. 53

Devlet Başkanının Dîvâna Kayıt İçin Hangi Yaştakilere Müsaade Ettiği 53

Halkın Her Yıl Arza Tabi Tutulması 54

Allah Resulonün Cthad İçin Ana-Babasından İzîn Almamış Kimseyi Askerin Arzında Kabul Etmemesi 54

Liderin Ordusunu Gözetlemesi İçin Kurulan Çardak (Karargâh) 55

Allah Resulümün Tslâm Ordusunun Gücünü Görmesi İçin Yabancı Bir Liderle Birlikte Oturmasını Birine Teklif Etmesi 55

Arîpler. 55

Nakıpler. 56

Muhasip. 56

Vesayet Ve Vasiler. 57


ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

Yazı Ve Benzeri Konularla İlgili İş Ve Görevler

 

Vahiy Katipleri

 

Enbâu'l-enbiyâ ve tevârîhu'l-hulefa ve ueleyâtVl-mülûk ve’l--ümerâ[1] adlı eserde şu bilgi verilir: Osman b. Affân ile Ali, Resulullah'a (sav) vahyi yazıyorlardı. Bunlar bulunmadıkla­rında Übey b. Ka'b ve Zeyd b. Sabit yazıyordu. el-İstiâb' da da şu bilgi zikredilir: Übey b. Ka'b, Zeyd b. Sâbit'ten önce ve o-nunla birlikte Resulullah'a (sav) vahiy yazanlardandı. Zeyd, vahyin yazımında ashabın en devamlısıydı. Übey olmadığı zaman Allah Resulü (sav) Zeyd b. Sâbit'i çağırtır, o yazardı Übey ve Zeyd vahyi Resulullah'ın (sav) huzurunda yazıyor­lardı.[2] Bu bilginin benzen Ibn Abdırabbıh'm el-İkdü'1-ferîd adlı eserinde (II, 143) geçer.[3] Kudâi şöyle der: Bu dört kişiden biri bulun­madığında vahyi katiplerden hazır bulunan yazardı. Bunlar da Muaviye, Halid b. Said b. Âs, Ebân b. Said, Alâ b. Hadrami ve Hanzala b. Rebî idi. Abdullah b. Sa'd b. Ebî Şerh de vahyi yazardı. Sonra islâm'dan dönerek müşriklere katıldı. Mekke fethedildiği zaman Osman b. Affân —ki onun süt kardeşiydi— onun için e m a n istedi, Resulullah (sav) da kendisine e -man verdi ve güzel hal üzere bir müslüman oldu.[4]

 

Allah Resulüme Herhangi Bir Konuda Katiplik Yapmış Olanlar Ve Bunların Sayıları

 

Hafız Ibn Asâkir Târîhu Dımaşk'ta onları zikrederek sayılarını yirmi uçculaştırır.[5] Behcetü'l-mehâfilmuellifi de onların biyografilerini vererek sayılarım yirmi beşe vardırır ve şunları sayar: Ali, Ebubekir, Ömer, Osman, Amir b. Fuheyr, Abdullah b. Erkam, Ubey b. Ka'b, Sabit b. Kays b. Şemmâs, Halid b. Said b. As, bunun kardeşi Hıbbân, Hanzala b. Ebî Amir el-Esedî, Zeyd b. Sabit, Muaviye b. Ebî Sufyân, Şurahbil b. Hasene, Abdullah b. Ab­dullah b. Ebî Selûl, Zubeyr b. Avvâm, Muaykıb b. Ebî Fâtıma ed-Devsî, Mu-ğîre b. Şu'be, Halid b. Velid, Ala b. Hadrami, Amr b. As, Cuheymb. Salt, Ab­dullah b. Revâha, Muhammed b. Mesleme ve Abdullah b. Sa'd b. Ebî Şerh.[6] Âmiri bu konuda Ibn Abdilber'i izlemiş olmalı ki o el-İstîâb'da Zeyd'in bi­yografisinde katipleri mezkur sayıya ulaştırır.[7] KurtubiTefsîr'inde katip­lerin sayısını yirmi altıya, Şebrâmellisi de Şafiî fıkhına dair el-Minhâc'a yaptığı haşiyenin[8] "Kitâbu'1-kadâ" bölümünde kırka ulaştırır. Irâki de sa­yılarını kırk ikiye vardırarak şöyle der:

Katipleri kırk ikidir

Zeyd b. Sâbıt bir sure

Kâtibiydi, ondan sonra Muâviye

Ibn Ebî Sufyân hafızıydı

Keza Ebubekir ve Alı

Ömer, Osman ve Ubey

Saıd oğlu Halid ve Hanzala

Keza Şurahbil b. Hasene

Amir, Sâbıt b Kays

Keza Ibn Erkam apaçık

Mızzı, Abdulğanı ile birlikte

Sınırladı onları açıklanan bu sayıyla

Ben sîretlerin değişik yerlerinden

Buyuk bir çoğunluk ekledim,

tesbit ettim, işte sayım:

Talha, Zubeyr, Ibnu'l-Hadramî

Ibn Revâha ve ekle Cehm'ı

Ibnu'l-Velİd Halıd'ı ve Hâtib'i

Amr'ın oğlu ve Huveytib'i

Huzeyfe, Bureyde, Ebân

Ibn Saıd ve Ebû Sufyân

Keza oğlu Yezid fetih müslümanlarından biri olan

Muhammed b. Mesleme ile

Amr ki As'ın oğlu, Muğire ile

Keza Sicili, Ebû Seleme ile

Ebû Eyyub el-Ensâri

Keza Muaykıb ed-Devsî

Ve Ibn Ebi'l-Erkam da onlardan

Bunun gibi İbn Selûl el-Mühtedî

Zeyd oğlu ki adı Abdullah

Dedesi de Abdürabbih'tir şüphesiz.

Cüheym'i ve Alâ b. Utbe'yi sayayım

Keza Hüseyn b. Nümeyr'i tesbit edeyim

Katiplerden üçünü de sayarlar

Ki hepsi de döndü dinden

İbn Ebî Şerh ve İbn Hatal

Ve adını bilmediğim biri

Onlardan dine dönen olmadı

İbn Ebî Serh'ten başkası ki gerisi hep saptılar.

Burhanuddin el-Halebî eş-Şifâ haşiyesinde[9] onları zikrederek sayı­larını kırk üçe vardırır.[10] Hurini, el-Metâliu'n-Nasriyye'de[11] şöyle der: Fa­kat onların hepsi vahiy katibi değillerdi. Bunlardan katipliğe en müdavim olanı hicretten sonra Zeyd b. Sabit ve sonra da Mekke fethini müteakiben Muaviyeidi. Hafız İbn Abdilber deBehcetü'l-mecâlis'te şöyle der: Resulullah'a (sav) bir grup sahabi katiplik yaptı. Devamlı olarak mektupları ve ce­vaplan yazan katip ve vahyin hepsini yazan Zeyd b. Sabit'ti.[12] Buhari "Kitâ-bu'l-ahkâm" da "Kâtibin emin ve akıllı olmasının müstehablığı babı" adıyla bir başlık açarak orada Kur'ân'm cem'i hususunda Zeyd b. Sâbit'in Hz. Ebu-bekiı ve Ömer'le olan kıssasını ve Hz. Ebubekİr'in efendimiz Zeyd'e "sen genç ve akıllı bir insansın, biz seni itham etmeyiz, sen Resulullah'a (sav) vahyi yazardın. Kur'ân'ı araştır ve cem'et (Mushaf haline topla)" sözünü zik­reder.[13] Hafız da el-Feth'de şöyle der: Eğer Zeyd'in eminliği, yeterliliği ve akıllı oluşu sabit olmasaydı Nebî (sav) ondan vahyi yazmasını istemezdi. Hz. Ebubekİr'in de onu diğer özellikleri ile değil de akıllı ve töhmetsiz oluşuyla vasıflandırmıştır olması, bu vasıfların onda devam ettiğine işaret­tir.[14]

 

Allah Resulıtnun Katiplerinden Biri Bulunmadığında Onun Yerine Yazan Kimse

 

İbn Abdirabbih el-İkdü'1-ferîd'de (II, 144) Hanzale b. Rebî'in, Allah Resulü'nün (sav) katiplerinden biri görevinde olmadığında onun yerine baktığım söyler.[15] el-Mevahibül-ledüniyye'de Şurahbil b. Hasene'nin Re-sulullah'ın (sav) ilk katibi olduğu zikdelir.[16] Yine el-Mevâhıbü'1-ledüniy-ye'de Hafız Ibn Hacer'den naklen şu bilgi verilir: Resulullah'a (sav) Medi­ne'de Zeyd ve diğerlerinden önce ilk katiplik yapan Ubey b. Ka'b'dı.[17] Mek­ke'de Resulullah'a Kureyş'ten ilk katiplik yapan da Abdullah b. Sa'd b. Ebî Şerh idi.[18] Zurkâni şöyle der: "Kureyş/'ten ifadesiyle Şurahbil b. Hasene bu sözün dışında kalmıştır. Çunku o Kindi idi ve dolayısıyla el-Mevâhibmüel­lifi Kastallâni'nin "o ilk katipti" sözü ile çelişki meydana getirmez.[19] Kal-kaşandi Subhu'l-a'şâ'da (I, 89) mukaddime kısmında "Divânu'l-inşânın hakikati ve islâm'da vaz edilişi (ortaya çıkışı)" ile ilgili dördüncü bâbda d i v â nın katiplerin -oturdukları yerin adı olduğunu belirttikten sonn "İslâm'da vazedilişi ve sonra memleketlere dağılışı" üzerine ikinci fasıldt şöyle der: Bil ki bu divân islâm'da ilk vazedilen divândır. Şöyle ki Nebî (sav ashaptan e m î rleri ve seriyye kumandanlarına mektup yazar, onlar d kendisine yazarlardı. Resulullah (sav) yakın ülke krallarına mektup yaza rak onları İslâm'a davet etti, onlara elçilerini mektuplarıyla gönderdi. Am b. Hazm'ı Yemen'e gönderdiğinde ona bir a h i d n â m e   yazmıştı.Temîi ed-Dârî ve kardeşlerine Şam bölgesinde verdiği i k t â belgesini, Hudeyb ye yılında Kureyş'le arasındaki antlaşmaya dair metni yazmıştı, ilgili ye] lerde örnek olarak anılacağı üzere bunlardan başka da zaman zaman emar nameler yazdı. Bütün bu mektupların ilgili olduğu yer Divânü'l-c e y ş  değil Divânü'1-i nşâ 'dır. Bunu ilk vazedip düzenleyen c hilâfeti sırasında Ömer b. Hattâb'dır.[20] Taşköprîzâde diye bilinen İsamuı dinÂhmed b. Mustafa Miftâhu's-saâd ve misbâhu's-siyâde adlıeseriı deilmü'ş-şurût   ve's-sicillâtile ilgili olarak şöyle der: E ilim fıkıhm dallarından olup hakim tarafından verilen hükümlerin, dur ma şahid olanlar öldüklerinde kendisiyle isbat sahih olacak biçimde kit; ve sicillere kayıt keyfiyetini ele alır. Konusu, yazım açısından bu hükümle dir. Temel prensiplerinin bir kısmı fıkıh, bir kısmı inşâ ilmi, bazısı daö adet ve güzel sayılan davranışlardan alınmıştır. Muhammed b. es-Sâfı'n bu ilme dair güzel bir telifi vardır. Bu zamanın örfüne uygun düşen eser i Muhammed b. Eflâtun'un[21] kitabıdır. Bu ilim, sözleri güzel ve mukteza-yı hale uygun ifade etmek bakımından edebiyat ilminin dallarındandır. Şer'î ölçülere uygun düşecek tarzda manalarını düzenlemek açısından ise fıkıh ilminin dallarından sayılır. Bunu biz "edebi kısım" ve ayrıca "ilmî kısını"da ele aldık. Durumun hakikatine vakıf olmadan önce kendini bir taahhüde sokma.[22] Bu bilginin benzeri Keşfuzzunûn'da bu konuyla ilgili olarak eser kaleme alanlar zikredildikten sonra verilmektedir. Bu konuda kitap yazan­lardan biri EbûZeyd Ahmed b. Zeyd eş-Şurûtiel-Hanefî olup CürcâniTerci-hu mezhebi Ebî Hanife'de bu konuda ilk telifte bulunan kimsenin Şurûti olduğunu zikreder.[23] Ebû Mansur Abdulkahir b.Tahirel-Bağdâdî ona yazdı­ğı reddiyesinde, ahi dn â m e veantlaşmabelgeleriniilkyazdırankimse-nin Allah Resulü (sav) olduğunu ve Ali b. Ebî Tâlib'in yazısıyla Eyle hıristiyanlarına gönderdiği ahidnâmenin bunlardan olduğunu zikre­der.[24]

 

Sır Katipliği

 

Makrizi el-Hıtat'da sır katipliğinin Sünnet'te mesnedi bulunan kadim bir görev olduğunu belirterek Ebû Bekr Abdullah b. Ebî Davud es-Sicistâ-nî'nin Kîtâbu'l-Mesâhifte Zeyd b. Sâbit'ten şu tahricde bulunduğunu zik­reder[25]: "Resulullah (sav), 'bana mektuplar geliyor, onları herkesin oku­masını istemiyorum. Ibranice (ya da Suryanice dedi) yazıyı öğrenebilir mi­sin?' buyurdu. Ben de 'evet' dedim ve onu onyedi gecede öğrendim."[26]

 

Mektup Ve Ikta Katipleri

 

el-İstîâb ve el-İsâbe' de Vakıdi*den şu rivayet nakledilir: Resulullah'a (sav) Medine'ye geldiği sırada vahyi ilk yazan kimse Übey b. Ka'Vdır. O, mektubun sonuna "bunu falan yaz­dı" diye yazan ilk kimsedir de. Übey bulunmadığında Resulullah (sav) Zeyd b. Sâbit'i çağırtır, o yazardı. Übey ve Zeyd Resulullah'ın (sav) huzurunda vahyi,[27] ayrıca insanlara gön­derdiği mektupları, ikta belgelerini ve diğer şeyleri yazarlardı.[28] Ebû Ömer (İbn Abdilber), Abdullah b. Erkam ez-Züh-rî'nin devamlı olarak mektupları yazanlardan biri olduğunu söyler.[29] İbn Ishak'tan da şöyle dediğini zikreder: Zeyd b. Sabit vahyi ve hükümdarlara gönderilecek mektupları da yazardı. Resulullah (sav), Abdullah b. Erkam ve Zeyd b. Sabit bulun­madığında ordu kumandanlarına, hükümdarlara ya da bir insana i kt â yazmak ihtiyacını duyduğumda yanında hazır olan bir katibe yazmasını emrederdi.[30] İ k t â , el-Meşârik' te belirtildiğine göre devlet başkanının (İmâm), Allah'ın malı­ndan ona ehil gördüğü kimseye birşey vermesidir.[31] el-İs-tiâb' da Zeyd'in Resulullah'dan (sav) sonra Hz. Ebubekir ve Ömer'e katiplik yaptığı ve Hz. Osman'ın halifeliği zamanında da Beytülmale baktığı zikredilir.[32] Muhammed b. Ishak, Mu-hammed b. Cafer b. Zübeyr'den şu rivayeti zikreder: Resulul­lah (sav) Abdullah b. Erkam'a katiplik yaptırıyor, Abdullah onun adına cevaplar yazıyordu. Allah Resulü (sav) katında o derece güven kazanmıştı ki Resulullah bazı hükümdarlara mektup yazmasını emreder o da yazardı, sonra mühürleyip kapatmasını emreder ve katındaki güveninden dolayı mek­tubu okumazdı.[33] Abdullahb. Erkam'lailgili olarakIbnlshak'tan nakle dilen rivayet Beyhaki tarafından tahric edilmiştir.[34] Hafız İbn Hacer el Feth'de "Kitâbu'l-Ahkâm"da bu rivayetin sahih isnadla geldiğini söyle inekte olup[35] bunu Beğavi de tahric etmiştir. İmam Mâlik Zeyd b. Eslem'den, o da babasından Hz. Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: Resulullah'a (sav) bir mektup geldi, Abdullah b. Erkam'a "onlara benden cevap yaz" buyurdu. O da cevap yazdı ve sonra getirerek Resulullah'a (sav) arzetti, Resulullah (sav) da "isabet ettin" dedi. Bu durum hiç hatırımdan çıkmadı, ta ki Abdul­lah'ı Beytüî male bakmakla görevlendirdim.[36] Bu kıssa el-Utbiyye'-de zikredilerek şu ilavede bulunulur: Hz. Ömer, "Allah Resulü (sav) hariç, Abdullah kadar Allah'tan korkanını görmedim" der. İbn Vehb İmam Mâlik'ten şu rivayeti nakleder: Bana ulaşan habere göre Hz. Osman, kendisi­nin Beytül mal görevlisi olan Abdullah b. Erkam'a otuzbin dirhem üc­ret verdi. O bunu kabul etmeyerek "bu işi Allah için yaptım, karşılığını da Allah'tan beklerim"[37] cevabını verdi. Abdullah'ın Allah Resulü (sav) katı­ndaki güveni o dereceye varmıştı ki, bazı hükümdarlara mektup yazmasını emreder, o da yazardı. Mektubu mühürleyip kapatmasını emreder ve ona olan güveninden dolayı mektubu okumazdı. Bu bilgi İbn Rüşd'ün el-Beyân ve't-tahsil adlı eserinden naklen verilmiştir.[38]

 

Allah Resulü-Nün Badiye Araplarına Gönderdiği Mektupları Yazan

 

Resulullah'm (sav) Bâdiye Araplarına gönderdiği mektupları ona Mu-âviye yazardı. Şerhu'l-Mevahib'de (III, 396) geçtiği üzere Medâini şöyle der: Zeyd b. Sabit vahyi yazardı, Muâviye de Nebî (sav) ile Araplar arasında­ki mektupları yazıyordu.[39] Tenbih: eş-Şifâ'da şu bilgi nakledilir: Birisi Mu-âfâ b. îmrân'a "Ömer b. Abdülaziz mi, Muâviye mi daha üstündür?" diye sor­du; Emevî olmaları dolayısıyla ikisini suale konu etti. Muâfâ bunu soran kimseye kızarak şöyle dedi: Hiç kimse Allah Resulü'nün (sav) ashabıyla mu­kayese edilemez. Muâviye de onun sahabisi, sihri,[40] katibi ve vahyinin emiri idi.[41] Şihâbüddin el-Hafâcî Nesimü'r-riyâz'da şöyle der: Muâfâ doğru ve adil bir kimsedir, ondan sahih olarak gelen rivayet, "Muâviye Allah Resulü (sav) için vahyi yazmamış, sadece onun için kabilelere ve taşraya mektup yazmıştır" şeklinde söylenenleri reddeder.[42]

 

Allah Resulu’nun Deriye Yazdırması Ve Bu Derinin Ebadı

 

el-İsâbe'de Mâlik b. Ahmer el-Cüzâmî el-Avfî'nin biyografisi veren müellif, İbn Şâhin'in ondan gelen bir senedle şu rivayeti tahric ettiğini zik­reder: Resulullah'ın (sav) Tebük'e geldiği haberi kendilerine ulaşınca Mâlik b. Ahmer ona vararak müslüman oldu ve kendisini İslâm'a davet eden bîr belge yazmasını istedi, o da onun için bir deri parçasına yazdırdı. Bir başka rivayette derinin eninin dört parmak, uzunluğunun bir karış kadar olduğu ve yazısının silinmiş olduğu belirtilir. Beğavi ve Taberâni el-Mu'cemü'l-evsat'da bunu tahric eder.[43] Tenbih: Subhu'l-a'şa'da "Kur'ân'ın bahsettiği yazı yazılan şeyler" konusu bir başlık altında ele alınırken şu bilgi verilir: Bunların ilki " 1 e v h " olup "Bu kitap Levh-i Mahfuz'da bulunan şanlı bir Kur'ân'dır" (Bürûc: 85/22) âyetinde; ikincisi de " r a k k " olup "Tûr'a, ya­yılmış ince deri üzerine satır satır yazılmış Kitab'a andolsun" (Tûr 52/1-3) âyetinde zikredilmiştir. "Rakk", üzerine yazılması için inceltilmiş deri demektir. Kur'ân-ıKerîm'de anılan üçüncü şey de " k ı r t â s " (En'âm:6/7) ve " s a h i f e " (Tâhâ: 20/133; Abese: 80/13 v.d.) olup her ikisi de kâğıt de­mektir.[44] Kalkaşandi daha sonra "Geçmiş milletlerin yazı yazdıkları şeyler" adıylabir fasıl aç arakşunları zikreder: Çinliler ottan yaptıkları kâğıda yazı­yorlardı, insanlar kâğıt yapımını onlardan öğrendiler. Hintliler beyaz ipek parçalarına, İranlılar ise manda, sığır, koyun ve vahşi hayvan derilerinden tabaklanmış (işlenmiş) derilere, beyaz ince taşlara, bakar, demir ve benzer­lerine, düzgün ve yapraksız hurma dalına, koyun ve develerin kürek kemik­lerine yazarlardı. Onlara komşu olmaları sebebiyle Arapların kullandığı yazı malzemesi de buydu. Nebî (sav) peygamber olarak gönderilip Kur'ân-ı Kerîm nazil oluncaya dek Araplar bu durumda idiler. Allah Resulü (sav) bazı yazışmalarını deriye yazmıştı. Ashap, uzun süre dayanması veya o za­man ellerinde mevcut olması sebebiyle, Kur'ân'ın ince deriye yazılması ko­nusunda icma etmişlerdi. Bu durum Harun Reşid'in halife olmasına kadar devam etti Onun zamanında kâğıt çoğalıp imalı yaygınlaşınca, kâğıttan başka bırşeye yazı yazılmamasını emretti.[45]

Ahîdname Ve Sulh Katipleri

 

Ebû Ömer şöyle der: Allah Resulü (sav) ahid verdiğfindea-hidnâm elerini, antlaşma yaptığında antlaşma metinlerini yazan Ali b. Ebî Tâlib'di,[46] Hicret sırasında Hz. Peygamberin (sav) Sürâka b. Mâlik b. Cü'şum el-Müdlicî'ye verdiği emanla ilgilia hıdnâmeyi(emânnâm e) bir deri parçasına ya­zan Âmir b. Füheyre idi.[47] Bazı rivayetlerde bunu yazanın Hz. Ebubekir olduğu zikredilir.[48]

 

Allah Resulü’nun Özel İşleriyle İlgili Yazılarını Yazdırdığı Kimse

 

el-İsâbe müellifi, Husayn b Numeyr'ın biyografisini verirken, Ebû Alı Ibn Mıskeveyh'ın Tecâribu'1-umem adlı eserinde şöyle dediğim nakleder Husayn b Numeyr, Allah Resuhı'nun (sav) katıplerındendı Muğîre b Şu'be ve Husayn b Numeyr halk arasında (muameleleri) yazarlardı ve Hâlıd ile Muavıye bulunmadığında onların yerine katiplik yaparlardı.[49] IbnHacer devamla şöyle der Abbas b Muhammed el-Endelusî de Mu'tasım b Sumâdıh[50] ıçın kaleme aldığı Târih'ınde onu zikreder ve Mugîre b Şu'be ile birlik te Resulullah'ın (sav) ihtiyaçlarıyla ilgili yazıları yazdıklarını söyler.[51] Hz. Muteahhirin ulemadan bir grup da bunu zikreder. el-Mevlîdü'n-Nebevî'de bunu zikreden müfessir Kurtubî onlardan biridir. Kutbuddin el-Halebî de Şerhu'ş-Sîre'de bu hususu anarak bu bilginin, Kudâi'nin Allah Resulü'nün (sav) katiplerine dair yazdığı eserinden alındığına işaret eder. Kudâi, ese­rinde Husayn b. Nümeyr ile Muğîre b. Şu'be'nin muamelât ve borçlarla ilgili hususları yazdıklarını da belirtir, İbn Hacer devamla şöyle der: Bununlayu-karıdaki Husayn'ı mı, ondan bir öncekini mi kastetmiş, bilemiyorum.[52] Bu konuda, Allah Resulü (sav) için zekât mallarını yazan ve hurma ağaçları ile ilgili takdirde bulunan kimseye dair başlığa bakınız.[53] Şeyh-i Ekber İbn Ara­bi el-Hâtımf ninel-Muhâdarât*ında (s. 29) şu bilgi verilir: Zübeyr b. Avvâm ve Cüheym[54] b. Salt zekât mallarını, Huzeyfe b. Yemân hurma ağaçlarını, Muğîre b. Şu'be ve Husayn b. Nümeyr muamelât ve borçlan, Şurahbil b. Ha-sene de hükümdarlara gönderilen mektupları yazardı.[55]

 

Katiplere Toplu Bakış

 

el-Mevâhibü'1-ledünîyye'de müellif şöyle der: Resulullah'ın (sav) katiplerine gelince, onların sayıları çoktur. Muhaddislerden biri mükem-meleserindeonlarıanarakbazıhaberlerini,halveharekettarzîarım (s î -ret) anlatır. Eserine Resulullah'ın (sav) has ve mahrem dostları olan değerli dört halife ile başlar.[56]

Derim: Katiplerle ilgili eser kaleme alanlardan biri de Kudâi'dir. Bunu Hafız îbn Hacerel-İsâbe'de Husayn b. Nümeyr'in biyografisinde zikreder.[57] Katipler hakkında kitap yazanlardan biri de Ömer b. Şebbe'dir.[58] İbn Abdil-ber el-İstiâb'da ondan nakilde bulunur. İmâm Ebû Abdulllah Şemsuddin Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Hudeyde el-Ensârî'nin el-Misbâhu'1-mudî fî küttâbi'n-Nebiyyil-ümmî ve rusulıh ilâ mülûki'1-arz min Arabiy-yin ve Acem[59] adlı bir eseri olup eserini iki bölüme ayırmıştır. Birinci Eserini Mısır'da es-Salâhiyye hânkâhında 779 (1377) yılında bitirmiştir.[60] Katiplerle ilgili eser yazanlar­dan biri de el-Cemâlu'1-Ensârî olup bunu talebesi Burhanuddin el-Halebî eş-Şifâ haşiyesinde zikreder Bu zat, ondan önce zikredilen alim olabileceği gibi bir başkası da olabilir.[61] Katiplerle ilgili eser kaleme alanlardan biri de Ibn Ebi'l-Hadîd'dir. eş-Şifâ'ya yazdığı şerhte geçtiği gibi Şıhâbuddin el-Hafâcî bu esiri görmüştür. O, Burhanuddin el-Halebi'nin bu kitaba muttali olmamış olacağını soyler.[62] FâideiNûru'n-nibrâs'ta müellif, Resulullah'm (sav) katipleri üzerine sozettıkten sonra, katipliği devamlı olarak sürdüren­lerin Muaviye ve Zeyd b. Sabit olduğunu, birçok hadis hafızının bunu söyle­diklerini belirtir. Bunu "Mekke fethinden sonra" diye kayıtlaması gerekirdi. Çunku Muaviye fetihte musluman olmuştur. Zeyd ise hem fetihten önce hem de sonra katiplik yapmıştır. ei-Mevâhibü'1-ledüniyye'de şöyle denir: Dört halife ile Said b. Âs b. Umeyye'nin iki oğlu Halid ve Ebân, genelde başkalarından daha çok yazanlardandırlar.[63]

 

Allah Resulü’nün Katiplerine Kalemi Nereye Ve Nasıl Koyacaklarını, Harfleri Doğru Şekilde Yazmalarını Vs. Öğretmesi

 

Hafız es-Suyûtî Tabakâtu'l-luğaviyyîn ve'n-nuhât'ın sonunda, ri­vayet zincirini katiplerin oluşturduğu bir hadis tahric ederek onu Abdul-hamîd el-Kâtib yoluyla sevkeder: Bana Salim b. Hişâm el-Kâtib haber verdi, ona Abdulmelik b. Mervân el-Kâtib, ona da vahiy katibi Zeyd b. Sabit haber vererek şöyle dedi: "Resulullah (sav) şöyle buyurdu. Bısmıllâhırrakmânir-rahım'ı yazdığınız zaman onda "sm"i açık gösterin". Suyûti bu rivayetin ardından "bu, rivayet zincirinin buyuk kısmında katipler bulunan bir ha­distir" der.[64] Subhu'l-a'şâ'da da Muhammed b. Omer[65] el-Medâinî'den naklen katibin bir ihtiyacı düşündüğünde kalemi kulağının üstüne koymasının müstehab olduğu belirtilerek Enes b. Mâlik'e varan senedle şu rivayet veri­lir: "Muaviye b. Ebî Süfyân Allah Resulü'ne (sav) yazı yazıyordu. Resulul-lah'ın (sav) başka bir şeyle meşgul olduğunu görünce kalemi ağzına koydu. Resulullah ona bakarak 'ey Muaviye, yazı yazdığında kalemi kulağının üstüne koy. Bu, hem senin için hem yazdıran için daha hatırlatıcıdır' buyur­du." Müellif yine Zeyd b. Sâbit'e varan senediyle şu rivayeti sevkeder: "Re­sulullah (sav) ona baktı, o ihtiyaçlarıyla ilgili yazı yazıyordu. Kendisine 'ka­lemi kulağının üstüne koy, bu senin için daha hatırlatıcıdır' buyurdu". Enes b. Mâlik'ten rivayetle de şu tahricde bulunur: "Resulullah (sav) katibine, 'sana daha iyi hatırlatması için kalemi kulağının üstüne koy' buyurdu". Enes'den bir rivayet de şöyledir: "Muaviye Allah Resulü'ne (sav) katiplik yapıyordu, onun birgün kalemi yere koyduğunu görünce 'ey Muaviye, yazı yazdığın zaman kalemi kulağının üstüne koy' buyurdu."[66] Suyûti el-Câmi-u's-sağîr'de "Kalemi kulağının üstüne koy, bu yazdıran için daha hatırlatı­cıdır" hadisini naklederek onu Tirmizi'nin Zeyd b. Sabitten rivayetle ver­diğini söyler: Zeyd dedi: "Mustafa'nın (sav) yanına girdim, önünde bir katip vardı, ona 'kalemi kulağının üzerine koy, bu yazdıran için daha hatır­latıcıdır' buyurduğunu duydum." Suyûti el-Câmiu'1-kebir'de de bu hadisi yine Tirmizi'ye nisbet ederek zikreder ve zayıf olduğunu, İbn Said ve Semm-ûye'nin Zeyd b. Sâbit'den rivayet ettiğini belirtir.[67] Tirmizi "Kitâbu'l-İs-ti'zân"da "Mektubu topraklama (kurutma) bâb"ında[68], İbn Hibbân da yine Zeyd vasıtasıyla ed-Duafâ'da Anbese'nin biyografisinde bu rivayeti tahric eder.[69] Feyzu'l-Kadîr'de de bu hadisin mevzu (uydurma) olduğuna dair İbnü'l-Cevzî'nin iddiası ve İbn Hacer'in bu rivayetin başka bir tarikle de va-rid olduğu, iki farklı senedle rivayet edilmesinin de onu mevzu olmaktan çıkardığını ileri sürerek reddettiği belirtilir.[70] Münâvi el-Teysîr'de bu hadi­si şöyle şerheder: " Ko y " emrinedbveyairşâdiçindir."Kulağının üstüne" sözü, yazı esnasında koymayı ifade eder. "Bu, yazdıran için daha hatırlatıcıdır" ifadesi de, özellikle yazdırmayı düşündüğü metin ve maksadı hatır­latmada daha süratlidir demektir. Çünkü kalem, kalpte olanı ifade etmede iki lisandan biridir. Münâvi (daha geniş şerhi olan) Feyzu'l-Kadîr'de şu ila­vede bulunur: Kadı Iyâz, bu ve benzeri rivayetlerde Resulullah'm (sav) harfler ve onları güzel yazma konusunda bilgi sahibi olduğuna delâlet bulun­duğunu söyler.[71] Kadı Iyâz eş-Şifâ'da mezkur "kalemi koy" hadisinin ardın­dan şöyle der- Allah Resulü (sav) yazmazdı, ama kendisine her şeyin bilgisi verilmişti. Öyle ki Resulullah'ın (sav) "Bısmdlâhırrahmânırrahîm'ı uzat­ma" yani Sîn harfini dişleri belirsiz olarak uzatma sözleri gibi, harfleri bil­diği ve güzel yazılmaları konusunda bilgi sahibi olduğuna dair rivayetler mevcuttur. Bu hadisi Ibn Şa'ban, Ibn Abbas'tan gelen bir tarikle rivayet eder. Resulullah'ın (sav) huzurunda yazı yazdığına dair Muaviye'den riva­yet edilen diğer bir hadiste Allah Resulu'mın (sav) ona şöyle dediği zikredi­lir: "Mürekkebi ıslah et, kalemi yont, bâ harfim doğrult (biraz uzat), sîn'ı dişlen belli olarak yaz, mîm'ı korletme, Allah lafzını güzel yaz, Rahmân'ı uzat ve Rahîm'ı güzel yaz". Allah Resulu'nun (sav) bizzat yazdığına dair ri­vayet her ne kadar sahih değilse de, kendisine yazı bilgisi verilmiş olduğu, ancak yazma ve okumadan menedilmiş bulunduğu hususu ihtimalden uzak değildir.[72]

 

Allah Resulü'nün Yazıyı Topraklamaları (Kurutmaları) Konusunda Katiplerini Teşvik Etmesi

 

Kalkaşandı (VI, 271) bunu bir başlık altında ele alarak şöyle der: Mek­tubun bitirildikten sonra uzenne kum v.s. atılarak kurutulmasının matlub olduğu konusunda goruş ayrılığı mevcut değildir. Bunu yapmanın iki gayesi (mana) vardır. Birinci gaye: Yazılandan maksadın meydana gelmesi arzu­suyla teberrûk içm. Muhammed b. Ömer el-Medâinî Kitâbü'l-Kalem ve'd-devât'da ismail b. Muhammed b. Vehb'e varan senediyle, onun Hişâm b. Halid'den —ki o da Ebû Mervân el-Ezdf dir—, onun Bakjyye b. Velid'den, onun Atâ'dan, onun Ibn Cureyc'den ve onun da Ibn Abbas'dan naklettiği şu hadisi rivayet eder: "Nebi (sav) şöyle buyurdu: Mektubu aşağı tarafından topraklayın ve silin. Bu, bereketin çok olması ve ihtiyacın çabuk ve kolay hu­sulü için daha iyidir."[73] Bir hadiste de "Biriniz bir mektup yazdığında onu topraklasın. Bu, bereketli olup ihtiyacının çabuk ve kolay husulü için daha iyidir" buyurulur.[74] Emiruîl-nıu'minin Ömer b. Hattâb şöyle der: "Mektubu topraklayın, başarıya erersiniz."[75] Şu rivayet de bunu teyid eder: "Nebî (sav) iki koy halkına iki mektup yazdı; birini toprakladı, diğerini topraklamadı, Mektubu topraklanan koy halkı müslüman oldu'". Bu gaye, hepsinde başarı ve bereketin husulünü talep için resmi mektuplarda, tayin yazılarında ve diğer şeylerde sözkonusudur. Bu hususta mektubun kurumuş olup olma­ması arasında fark yoktur. Çünkü asıl maksat bununla başarı ve bereketin meydana gelmesidir. Mektubun topraklanmasındaki ikinci gaye: Daha ku­rumadan kendisine isabet edecek şeyle silinmemesi için üzerine toprak ata­rak yazdıklarının kurutulmasıdır. Bu gaye, evvelkinden daha zayıftır. Bun­dan, mektup kurumuş olduğunda topraklanmayacağı anlaşılır ki za-mammızdaki katiplerin uygulaması böyledir. Bu yüzden toprağı mektubun başına değil de yazının kurutmaya zaman bakımından en yakın tarafı ol­ması sebebiyle mektubun sonuna koyarlar. Çünkü mektup çoğu zaman ve Özellikle sıcak zamanlarda veya yazının uzun olması ve yazmanın uzun sürmesi sebebiyle yazımın bitiminde kurumuş olur. Başta gelen katipler­den Mevâddü'l-beyân müellifi ve diğerleri, toprağın önce besmelenin üze­rine konulması, sonra katibin onu, bütün yazıya besmelenin bereketinin yayılmış olması için, mektubun diğer yerlerine aktarmasının müstehab ol­duğunu açıkça belirtmişlerdir.[76]

Derim: Mezkur kurutma hadisi üzerine çok soru sorulması, onu des­tekleyen bazı kimselerin kötülenerek hadisin reddedilmesi sebebiyle, bu hadisi irdelemek istiyorum. O halde sana okunacakları dinle: Bil ki, mektup kurutmayı emredenhadis müteadditlafızlarlavaridolmuş, büyük imamlar onu sahabeden gelen birçok tarikle tahric etmişlerdir. Bu hadisin Tirmi-zi'nin Camii ve îbn Mâce'nin Sünen'inde mevcut olması sana yeter. Tirmizi bu hadisi Sünen'inde "Kitâbü'l-İsti'zân" da "Mektubun topraklanması ba­bı" başlığı altında tahric eder: Bize Mahmud b. Gaylân haber verdi, ona Şeb-bâbe Hamza'dan naklen haber verdi, Hamza Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir7-den rivayet etti: "Resulullah (sav) şöyle buyurdu: Sizden biri bir mektup yazdığında onu topraklasın. Bu, ihtiyacın çabuk ve kolay husulü için daha iyidir". Tirmizi şöyle der: Bu hadis "münker" olup onu Ebu'z-Zübeyr'­den yalnız bu "vecih"\e bilmekteyiz. Rivayet zincirinde geçen Hamza, İbn Amr[77] en-Nasîbî olup hadiste zayıftır.[78] Derim: Adı geçen Hamza, îbn Ebî Hamza Meymûn el-Cu'fî en-Nasîbî'dir. Onun nisbesinde doğrudan bilgi bu­dur. Tirmizi'nin onunla ilgili olarak, "o İbn Amr'dır" demesine gelince, Hafız el-Mizzî şöyle der: Tirmizi'den başka onun hakkında "Hamza b. Amr" diyen kimse bilmiyoruz.[79] Suyûti Kûtu'l-muğtezî'de Hafız îbn Hacer'den şöyle dediğini nakleder: "Tirmizi, Hamza'nın İbn Amr en-Nasîbî olduğunu söyler. Mizzi şöyle der: Genelde bilinen onun Hamza b. Meymûn olduğudur. Tirmi-zi'nin sanki bunu bildiği ve muhalefette bulunduğu, bu yüzden de "bana göre" kaydını koyduğu anlaşılmaktadır". Derim: Câmi'nin birçok nüshası ile mukabele ettiğim bendeki tashihli nüshasında "bana göre" ifadesi yok­tur. Her halükârda Hamza ittifakla zayıftır. Onun hakkında Ahmedb.Han-bel " M a t r û h u ' 1 - h a d î s " , Yahya b. Main " 1 â yüsâvî f e 1 -sen", İbn Ebî Hayseme "leyse hadisuhu bişey" Buhari ve EbûHatimde " m ü n ke rü'l - h ad i s " derler.[80] Hâfızlarınefendisiet-Takrib*indeşöyleder:O, " m e tr uk”[81] olup hadis uydurmakla itham edil­miştir.[82] Fakat bütün bunlar hadise tesir etmezler Çünkü hadisi rivayet eden yalnız Hamza değildir. Her ne kadar Hafız Tirmizi bu hadisi yalnız onun yoluyla biliyorsa da başkaları onu başka yollarla bilmektedirler. Hafız İbn Hacer, Hamza'nın hocası Ebu'z-Zübeyr'den başkalarının rivayetiyle bu hadisin varid olduğunu söyler. İbn Mâce,[83] Ebû Ahmed b. Ali el-Kelâi tari­kiyle Ebu'z-Zubeyr'den Beyhaki de Ömer b. Ebi Ömer yoluyla bunu tahric eder. Bu Ömer'in Ebû Ahmedel-Kelâi olduğu söylendiği gibi, başkasıolduğu da söylenir. Beyhaki bu hadisi Bakıyye b. Velid'in ondan rivayeti olarak ver­miştir. Bir defasında Ebu Ahmed b. Ali'den, bir defasında da Ebû Ömer b. Ömer'den der. Bunların her ikisinin aynı kişi olduğu da, ayrı kimseler ol­duğu da söylenmiştir.

Derim: Buna göre hadis Kütüb-i Sitte*den birisinde Hamza'dan baş­kasının rivayetiyle onun hocası Ebu'z-Zübeyr'den nakledilmiştir. Ebû Ab­dullah İbn Mâce "Kitâbu'l-Edeb"de "Mektubun topraklanması bâbı"nda şöyle der: Ebûbekir b. Ebî Şeybe bize haber verdi, ona Yezid b. Harun haber verdi, ona Bakiyye, ona da Ebû Ahmed ed-Dımaşkî Ebu'z-Zübeyr'den, o da Cabir'den rivayetle haber verdi: "Resulullak (sav) şöyle buyurdu: 'Sahifele-rinizi topraklayın; bu onların başarısı için daha iyidir, çünkü toprak müba­rektir.'"[84] Derim: Bakıyye b. Velid " s a d û k "tur,[85] "zayıf" ravilerden çok " t e d 1 i s "te bulunur. Buhari et-Târüı'te, Müslim ve Kütüb-i- Sit-te'nin diğer dört müellifi ondan tahricde bulunurlar. Fakat et-Târihte[86] onun hocası Ebû Ahmed b. Ali eî-Kelâi diye geçer ki o Dımaşklı olup bazı hadis munekkidlerı onun "meçhul" olduğunu söylemişlerdir. Ebû Tâlib şöyle der- Yezid b. Harun'un Bakiyye'den, onun Ebû Ahmed'den, onun Ebu'z-Zubeyr'den, onun Câbir'den (ra) rivayet ettiği mektubun topraklan-masıyla ilgili hadisi Ahmed b. Hanbel'e sordum, " m u n k e r hadis" ol­duğunu, Bakiyye'nin "meçhul" ravilerden yaptığı rivayetin yazılma­yacağını söyledi.[87] Bununla "hal cehaletf'ni mi, "isim cehaletf'ni mi kasdet-miştir,bakmakgerekir.Eğerbırincisinikasdetmişse, âdilravinin f e r d hadisi halı meçhul olandan rivayetinin onu t a' d i 1 edeceği görüşünde olanlara göre sozkonusu cehalet kalkmış olur. Eğer ikincisini kasdetmişse, Hafız Ibn Hacer et-Tehzîb'de Ebû Ahmed el-Kelâi'nm Ömer b. Ebi Ömer ol­duğunu Ibn Asâkir'ın kesin olarak belirttiğini söyler.[88]

Derim: BuhadisiMuhammedb. Amrb. Hibbân ile Ebû YâsirÂmmârb. Nasr, Bakiyye'den, o Ömer b. Ebû Ömer'den rivayet etmiştir. Ömer, Abdul­lah b. Tâvus'un azatlısı Ibn Riyâh Ebû Hafs el-Basrî ed-Darîr olup onun zayıf bir ravi olduğu hususunda ittifak edilmiştir. Onun Ömer b. Musa ol­duğu da söylenir. Bakıyye sanki ondan yalnız kendisinin rivayette bulun­duğunu göstermek veya onun mestur kalması maksadıyla her defasın­da onu bir isim ve künyeyle zikretmiş olup bu da mudellis ravileringa-yelerindendir. Hadis bir başka tarikle de varid olmuştur. Ibn Adî el-Kâmil'inde Hişâm b. Ziyâd Ebû Mikdâm yoluyla, onun Haccâc b. Yezid'den, onun da babasından merfu rivayetiyle tahric etmiştir   "Mektubu toprak­layın, zira bu onun başarısı için daha iyidir".   Mezkur Hişâm'ın da "za­yıf" olduğu hususunda ittifak edilmiştir.[89] Ibn Mâce ve Tirmizi ondan tah-rıcde bulunurlar Zehebî el-Mizân*da mezkur Haccâc'm biyografisini vere­rek Ebu'1-Feth el-Ezdî'den[90] onun zayıf olduğunu nakleder ve babasından "Mektubu topraklayın" hadisini rivayet ettiğini söyler.[91] Sonuç olarak, bu hadis bir grup kimse tarafından değişik yol ve lafızlarla rivayet edilmiştir.[92] Bu rivayetlerden birisi şöyledir "Sizden biriniz bir mektup yazdığında onu topraklasın, bu onun ihtiyacının kolay ve çabuk husulü için daha iyidir". Bu hadisi Suyûti Cem'u'l-cevâmi'de Tırmizi'nin, Câbir'den (ra) rivayeti ola­rak, Taberâni el-Mu'cemü'1-evsat'ta Ebu'd-Derdâ'dan (ra) ve Ibn Adî Ebû Hureyre'den (ra) rivayetle verir.[93] Hadisin bir diğer rivayeti şöyledir: "Siz­den biriniz bir mektup yazdığında onu topraklasın; toprak mübarektir ve ihtiyacın çabuk ve kolay husulü için daha iyidir."[94] Bu rivayeti de Suyûti Cem'u'l-cevâmi'de verir ve Câbir'den gelen rivayet olarak Ibn Adîye isnad eder. Hadisin başka bir rivayeti: "Sizden biriniz bir mektup yazdığında ken­disinden başlasın, yazıp bitirince mektubunu topraklasın. Bu, ihtiyacın ça­buk ve kolay husulü için daha iyidir."[95] Suyûti bu hadisi de Cemul-cevâ-mi'de verir ve Ebu'd-Derdâ'nın rivayeti olarak İbn Asâkir ve el-Mu'cemu'I-evsat'ta da Taberâni'nin naklettiğini belirtir. Derim: Taberâni bu hadisi İbrahim b. Ebî Able'nin hadisi olarak tahric eder ki o "Ümmü'd-Derdâ'yı duydum, Ebu'd-Derdâ'yı haber veriyordu..." der ve hadisi zikreder. Hadisin bir başka rivayeti: "Bir mektup yazdığında onu toprakla; bu, ihtiyacın kolay ve çabuk husulü için daha iyidir, toprak mübarektir."[96]

Bu hadisi de Suyûti Cem'ul-cevâmî'de verir ve Câbir'in (ra) rivayeti olarak İbn Adî ve İbn Asâkir'e isnad eder. İbn Adî bu hadisin "münker" olduğunu belirtir. Bir diğer rivayet: "Sahifelerinizi topraklayın; bu onların başarısı için daha iyidir, çünkü toprak mübarektir". Bu lafız İbn Mâce'nin olup ondan naklen daha önce zikredilmişti.[97] Bir başka rivayet: "Mektubu aşağı tarafından topraklayın ve silin. Bu, ihtiyacın kolay ve çabuk husulü için daha iyidir". Bunu İbn Adî el-Kâmil'de, Ukaylî ve ibn Asâkir îbn Ab-bas'ın rivayeti olarak, Îbnü'l-Cevzî de el-üel'de Ebû Hureyre'nin rivayeti olarak tahric ederler.[98]

Sonuç olarak bu hadis sahabeden Câbir, Ebû Hureyre, Ebu'd-Derdâ, İbn Abbas ve Haccâc'ın babası Yezid gibi zevattan rivayet edilmiştir. Hadis imamlarından Tirmizi, İbn Mâce, Taberâni el-Mu*cemü'l-evsat'da, İbn Adîel-KâmiPde, îbn Asâkir e t-Târih'te, Deylemi[99] ve İbn MenîMüsnedle-rinde, EbûNuaymel-Ma'rife'de, Hasan b. SüfyânMüsned'inde ve İbn Kani Mu'cemü's-sahâbe'de[100] bu hadisi tahric etmişlerdir.

İmamların bu hadisle ilgili olarak söylediklerine gelince: Ahmed b. Hanbel ve Tirmizi hadisin " m ü n k e r " olduğunu söylerler. Onlara göre "münker" "zayıf" hadisin kısımlarındandır. Hatta Ahmedb. Han­bel " m ü n k e r "i " f e r d " hadis anlamında bile kullanır. Ukayli bu ha­disin makbul (ceyyid) bir isnadla hıfzedilmediğini söyler. îbn Maîn, bunun isnadıiçin "lâ yüsâvî f e 1 se n "[101] değerlendirmesindebulunur.İbn Hibbân hadisin uydurma (mevzu) olduğunu söyler.[102] Şeyh Sirâcüddin el-Kazvînî, Beğavi'nin bu hadisi Mesâbih'te[103] "hasen"   hadisler içinde zikretmesini, hadisin mevzu olduğu iddiasıyla ayıplar. Hafız Salahud-din el-Alâi biraz sozettikten sonra şöyle diyerek onun değerlendirmesini reddeder: Ne olursa olsun hadis zayıf-münker bir hadistir. İbn Ebî Hâtim'in el-İlel'de zikrettiği bir başka senedi de vardır.[104] Hafız Suyûti'nin Kûtu'l-muğtezî'de geçen kelamından sonra belirttiğine göre Hafız İbn Ha-cer şöyle der: Her iki halde de, hadisin ayrı iki senedinin varlığı ile m e v -z û olmaktan çıkması mümkündür. Sindi de İbn Mâce haşiyesinde bunu nakleder. Suyûti ed-Dürerü'1-müntesire'de hadisin senedlerinin z a -y ı f olduğunu söyler. Sehâvi el-Mekâsıd'da hadisi birçok yolla naklettik­ten sonra hepsinin zayıf olduğunubelirtir.[105] İbnAbdülbâkîez-Zurkânî el-Mekâsıd'ın muhtasarında hadisin z ay ı f olduğunu söyler. Munâviise Şerhu'l-Câmii*s-sağîr'de, Hafız el-Heysemî'den naklen, Taberâni tarikiy­le gelen rivayetin zayıf, îbn Mâce tarikiyle gelen rivayetin de m ü n -k e r olduğunu belirtiryalmz.[106] Azîzi[107] de hocasından naklenhadisin z a -y ı f olduğunu belirtmekle yetinir. Hıfni[108] ise isnadına karışmaz. Bundan ortaya çıkan sonuç, hadisin bütün tarikleriyle zayıf olduğu ve m e vz û olduğu yolundaki görüşün ise geçersiz (bâtıl) olduğudur. M e v z û ol­duğu görüşünü Hafız el-Alâi, Hafız İbn Hacer, Hafız Sehâvi reddetmişler­dir. Sehâvi Şerhu'l-Elfiyye'de, İbn Hibbân'm hadisin mevzu olduğuna dair sözünü zikrettikten sonra şöyle der: Derim ki bu görüş münakaşa gö­türür. Çünkü Tirmizi onu Câmi'inde "Kitâbu'l-İsti'zân" da tahric etmiş­tir.[109]

Derim: Daha önce geçtiği üzere Beyhaki'nin bu hadisi tahric etmiş ol­ması yeter. Çünküokitaplarındahiçbir mevzu hadis tahric etmemeyi il­tizam etmiştir. Suyûti de kendi nazarında yalancı ve uydurmacı olan hiçbir kimsenin hadisini tahric etmeyeceğini belirttiği el-Câmi'de bu hadisi ver­mektedir.[110] Öyle görünüyor ki hadisin mevzu olduğunu ileri sürenler, bütünüyle değil de bazı rivayetlerini kasdetmişlerdir. Muhaddislerde bu husus çokça vaki olur. Onların bu sözlerini inceleyen kimse bu hususta ifa­delerini sarih bulur. Hadisin rivayet yollarının müteaddit oluşunu ve hafız­lardan onu tahric edenlerin çokluğunu görüp hadis ve fıkıh usulünde mües­ses bir kaide olarak "rivayet yollarının taaddüt etmesi hadisin sabit bir "aslı "nın bulunduğuna delâlet eder" şeklindeki esası hatırlarsan, hadisin mevzu olduğu görüşünü kabul etmezsin. et-Taakkubât ale*l-Mev-zûât*da şöyle denir: Münkerve metruk hadisin rivayet yolları ta-addütedince zayıf vegarib hadis,hattabazan h a s e n hadisdere-cesine yükselir. Münâvi ve Azîzi gibi zevatın el-Câmiu's-sağîr'e yaptıkları şerhlerde bu hadis üzerine konuşurken mektubun topraklanmasının men-dub olduğunu açıkça belirtmeleri de buna delâlet eder. Çünkü mendub, an­cak sahih veya h a s e n hadisten çıkanlan şer'î hükümlerdendir.O halde bu hadis,onlarn azarında,bazı rivayet yollarına nisbetle z ay ıfolmasına rağmen bütün yolları bakımından h a s e n dir. Bu hadisin rivayet yol­larının birden fazla olması, Hafız Beğavi'nin Mesâbıhu's-sünne'de onu hasen hadisler içinde zikretmesinin de dayanağı olmalıdır.

Hadisin lafız ve manasıyla ilgili görüşlere gelince: Alkami el-Ker-kebü'l-münîr'de,[111] hadistekifiilin " f e I y ü t r i b h u " şeklinde olduğu­nu söyler. Hıfni de sözkonusufiilin değişik bâblardan "felyütribhu" ve "felyütrübhü" şekillerinde geldiğini, muhaddislerin ilk okunuşu tercih ettiklerini zira ikinci okunuşun mübalağa ifade ettiğini ve bunun da muradedilmediğinibelirtir.İbnSultanŞerhu'l-Mişkât'ta "felyüter-r i b h u " şeklinde okunacağını söyler.[112] en-Nihâye'de de sözkonusu fiilin "üzerine toprak koy" manasına geldiği belirtilir.[113] Tîbi[114] ise Hak Teâlâ'ya onu maksuda ulaştırması hususunda itimadla "onu toprağın üstüne at" an­lamına geldiğini söyler. Münâvi et-Teysîr'de ilkine öncelik vererek yalnız bu iki yorumu verir.[115] Alkamî şu ilavede bulunur: Bunun "katip son derece mütevazi bir tarzda hitapta bulunsun" anlamına geldiği, topraklamadan maksadın "hitapta tevazu göstermede mübalağa" olduğu da söylenmekte­dir. Şeyh Muhammed Tahirel-Fettenî,[116]" g a rîbü's-sünne" konu­sunda tartışmasız en kapsamlı eser olan el-Mecma adlı kitabında bu üç görüşü de zikreder. Derim: Bu hadiste meşhur olan yorum ilk akla gelen "mektubun üstüne toprak serpilmesi" anlamı olup İbnü'1-Esîr yalnız bunu zikretmiş, Münâvi de önce bunu anmıştır. Sihâh'ta şöyle denir: "Etrebtü'ş-şey'e", "üzerine toprak koydum" demektir. Hadiste de "mektubu toprakla-yırı; bu, ihtiyacın kolay ve çabuk husulü için daha iyidir" buyrulmuştur. Kâmûs'ta da şerhle karışık biçimde şu bilgi verilir: "Teribehu": üs­tüne toprakkoydu; "teterrebe": toprağa bulaştı; "terrebtuhu tetrîben ve terribtu'l-kirtâse": kağıdı toprakla toprak­ladım demektir. Hadiste de "Mektubu topraklayın; bu, ihtiyacın kolay ve çabuk husulü için daha iyidir" buyrulur. Sehâvi Şerhu'l-Elfiyye'de "Keşt, mahv, darb" (kazıma, silme, çizme) başlığında şöyle der: Katip bir şeyi (harf, kelime) düzeltirse kağıdı kuruması için serer ta ki bürünüp silinmesin ve düzeltilen ile ona tekabül eden bozulmasın. Eğer ça­buk olmasını istiyorsa onu Hint ardıcı tozu ile topraklasın. Kuruduktan son­ra eserini izale etmesi hariç bunda kum kullanmaktan sakınmalıdır. Bazı alimler bunun, kağıda ağaç kurdunun sirayetinin sebebi olduğunu söyler­ler. Bunun gibi, Hatîb'inel-Câmi'de açıkça belirttiği gibi toprak sürmekten de sakınmalıdır. Hatib, Abdülvehhab el-Hacebî'den naklen şu rivayeti kay­deder: Bazı muhaddislerin bulunduğu bir meclisteydim, yanıbaşımda İbn Maîn vardı. Bir sayfa yazdıktan sonra onu topraklamaya gittim, bana "yap­ma, ağaç kurdu sirayet eder" dedi. Ben de Allah Resulu'nden (sav) "Mektu­bu topraklayın; toprak mübarektir. Bu, ihtiyacın kolay ve çabuk husulü için daha iyidir" hadisinin rivayet edildiğini söyleyince, "o bir fels etmeyen bir isnaddır" dedi.[117] Sehâvi sonra şöyle der: Eğer bu rivayet sabitse, muhafa­zası maksud olmayan mektuplarla ilgili olduğu şeklinde yorumlanması mümkündür.[118] Böylece Sehâvi ve onunla aynı görüşte olanlar hadisten, anılan ihtimallerden yalnız "toprak sürmeyi" anlamış oluyorlar. Hindistan'lı ulemadan biri Tirmizi'nin Câmi'ine yaptığı şerhte şöyle der: Toprak­lamadan gaye, yazıyı silinmekten korumak için mürekkebin ıslaklığını ku­rutmaktır. Şüphesiz, yazının olduğu durumda devam etmesi, ihtiyacın başarıyla sonuçlanmasını daha iyi sağlar. Silinmesi ise maksadı ihlal eder.[119] Şeyh Ali el-Kârî Şerhu Mişkâti'l-Mesâbîh'te tercih edilen görüşü (mektubunüstüne toprak saçmak) zikrettikten sonraonu şu sözleriyle teyid eder: Derim ki İmam Gazzâli'nin Minhâcü'l-âbidîn'de naklettiği şu malu­mat da bunu destekler: Kiralık bir evde oturan bir adam bir kağıda yazdı. Yazdığını evin duvarından toprak alıp topraklamak istediğinde evin kiralık olduğunu hatırladı. Sonra bunun pek önemli olmadığını düşünerek yazdı­ğını toprakladı. Bunun üzerine şöyle bir ses duydu gaipten: "Toprağı kü­çümseyen, yarın uzun hesaptan neye uğradığını öğrenecek!". Sonra İbn Sul­tân (Ali el-Kârî) bu konuda başka bir görüş nakleder: Hadisin manası, katip son derece mütevazi bir tarzda hitapta bulunsun demektir; topraklamadan kastedilen, hitapta tevazu göstermede mübalağa etmektir. Ali el-Kâri, bu görüşü şu sözleriyle uzak bir ihtimal addeder: Allah Eesulü'nün (sav) hü­kümdarlara ve ashabına yazdığı mektuplara aykırı bir şekilde sözkonusu mesnedden bu anlamı çıkarmak uzak bir ihtimal olmakla birlikte, bu yorum zamanımızın teamülüne, özellikle dünya erbabı ve mevki sahipleri arasındaki uygulamaya uygundur. Allah en doğrusunu bilir.[120] Her halükârda hadisin geçen lafızlarında görülen " m e kt û b " ve " k i t â b " kelimele­rinden maksat yazışma araçlarıdır. Ali el-Kârî'nin de Şerhu'l-Mişkât'da "sizden biriniz bir mektup (kitâb) yazdığında" ifadesi üzerine söylediği şudur: Yani göndermek için mektup.[121]

Derim: Bugün dünyada ilim yazanların uygulamaları şöyledir: Onlar­dan bir kısmı yazdığını güneşle, bir kısmı ateşle kurutur. Halis kumla veya ona bir renk ilave ederek kurutanlar ise azınlıktadır. Sadîler devleti hü­kümdarlarının t e v k ilerinde (ferman, tuğra, alâmet) kendi elleriyle yaz­mış oldukları yazılan halis altınla tezhiblediklerini görmekteyiz. Fas'ta Ka-raviyyin, Merakeş'te Mevâsin camileri kütüphanelerindeki[122] vakfetmiş ol­dukları kitapların kapaklarında mevcut vakfiye yazılarında bu husus bugü­ne dek müşahede olunagelmistir. Kalkaşandi şöyle der: Kendisiyle kumla­ma yapılan en güzel nevi kum, Mardin çölünden getirilendir. Bu kumun içinde altın talaşı gibi tunç talaşı mevcut olup siyah kuma katılır ve emirler, vezirler ve onlar seviyesindeki kimseler onunla yazılarını topraklarlar.[123] Bazı doğulular kağıttan yapma kurutma ile yazılarını kurutmakta olup bu kurutma, kendilerine ve bu kağıda özgü olarak yapılmış mürekkebin eseri­ni almaktadır. İnsanlar hoşlandıkları şeylerde ayrı ayrı yollar tutmuşlar­dır. Şeriatin toprağın temiz olduğunu, namazı toprak ve o türden bir şeyle yapılan teyemmümle kılmanın cevazını, yeryüzünün bize mescid kılındığı­nı ve namaz vaktine nerede ulaşırsak orada namaz kılacağımızı beyan et­mesi sebebiyle, yazılan şeyleri, izafî etkenlerden korunup temiz bulunan kum ve toprakla kurutma konusunda anlaşıldığı kadarıyla tereddüte ma­hal yoktur. Ancak, kumla kurutmanın ağaç kurdunun sirayetine sebep ola­cağı şeklinde Sehâvi'den nakledilen anlamda bir başka nedenle bundan sakınmak durumu ayrıdır. Ben Şam'dan kum getirtir ona kumun rengini maviye dönüştüren bir katkı eklerdim, onunla mürekkebin izi çabucak sili­nip giderdi. Subhu'l-a'şâ'da şu bilgi verilir: Zamanımızın katipleri kırmızı kumla topraklama konusunda görüş birliği içindedirler. Topraklamayı kumla yapmaları, yazıya bulaşarak yaprağın güzelliğini bozacak tozun on­da bulunmamasındandır. Kırmızı kumu seçmeleri ise yazıya yapıştığında daha güzel olmasındandır. Muhammed b. Ömer el-Medâinî şöyle der: Du­varların toprağıyla topraklamaktan nehyedin, bunu hoş karşılamayın. Ta­laş ve çöven otuna meyledin. Bize ulaşan habere göre bir alim yazdığı hadisi sandal ağacı ile topraklar (kurutur) ve şöyle derdi: "Ben Allah Resulü'nün (sav) hadisi üzerine toprak atmam." Hayve b. Şureyh sahraya çıkar, siyah toprağı alıp ufaltarak eler ve onunla yazıyı topraklardı. Şafiî alimlerimiz­den Râfîî ve diğer bazıları, başkasının duvarından alınan toprakla topraklamanın haram olduğunu açıkça belirtirler. Bunun anlamı, böyle bir dav­ranışın gasp ve tecavüz olması bakımından açıktır.[124]

 

Allah Resulü’nün Mektuplarının Tertip Özelliği

 

Kalkaşandi bu konuyu "Resulullah'ın (sav) mektuplarının genel terti­bi" başlığı altında ele alarak şöyle der: Resulullah (sav) mektuplarının çoğu­na "Allah Resulü Muhammed'den falana.." sözüyle başlardı. Bazan" Em­in â ba'd" (imdi,bundansonra),bazan"Bu... mektuptur", bazan "Selâ­mette ol" sözüyle başlardı. Çoğu zaman, kendisine mektup gönderilen kim­senin adını yazışmaların başında açıkça belirtirdi. Bazan da şöhretiyle (ya­ni Kayser v.b. gibi şöhret bulduğu adla) yetinirdi. Kendisine mektup yazılan kimsenin hükümdar olması halinde adını zikrettikten sonra "falan kavmin büyüğü" bazan da "falan kavmin hükümdarı" diye yazardı. Bazan da "fa­lan memleketin sahibi" diye yazardı. Resulullah (sav) yazışmaları sırası­nda "ben, bana, banageldi, bana elçi geldi" ve benzeri tekil ifadelerle kendi­sinden sözederdi. Bazan da "bize ulaştı, bize geldi" v.b. çoğul ifadeler kul­lanırdı. Mektup yazdığı kimsenin bir kişi olması halinde "sana, senin üzeri­ne (leke, aleyke)" gibi hitab " K e f " i ve "sen şöyle şöyle dedin, şöyle yaptın (külte..., cealte...)" gibi muhatap " T e "si ile; iki kişi olmaları halinde ise "onların ikisi, siz ikinize, siz ikiniz üzerine" gibi ifadeler kullanırdı. Çok ol­maları halinde de "siz, size, sizin üzerinize" ve benzeri çoğul kalıpları kul­lanırdı. Mektuplarının başında selamda bulunur, muhatap müslümansa "sana selam olsun" derdi. Bazan da "Selam Allah'a ve Resulü'ne inananın üzerine olsun" buyururdu. Muhatap kâfir ise[125] "Selâm hidâyete erenlere ol­sun" derdi. Bazan da mektubun başında selam ifadesini kullanmazdı. Mek tuplannın başında selâmdan sonra "tahmîd "de bulunarak şöyle derdi "Sana bildiririm ki kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a hamdederim". Bazan bunu terkeder "tahmîd "den sonra "teşehhü dü" yazar bazan da zikretmezdi. Mektubun girişinden sonra asıl maksada bazai "Emmâ ba'd", bazan da başka bir ifadeyle geçerdi. Bazan da yalnı "selâm " sözüyle yetinirdi. Muhatap kâfir ise "selâm hidayete erenlere ol­sun" buyururdu. Bazan da mektuplarının sonunda selamı terkederdi.[126] Kalkaşandi daha sonra Resulullah'ın (sav) müslümanlara yazdığı mektup lanna dair önemli bir "fasıl" açar ve bunu üç "üslûp"ta ele alır. Birinci üslûp Mektuba "Allah Resulü Muhammed'den falana..." ifadesiyle başlanması. Sonra bu kısma misal olarak Allah Resulü'min birçok mektubunu ibarele­riyle verir.[127] İkinci üslûp: Yazışmaya "Bu...mektuptur" ifadesiyle başlan­ması, sonra maksadın zikredilmesi. Kalkaşandi yazışmalarda bu üslubun az vukubulduğunu belirtir.[128] Üçüncü üslûp: Mektuba "Selamette ol" lafzı­yla başlanması.[129] Kalkaşandi sonra İslâm'a davet etmek üzere Resulul-lah'ın (sav) ehl-i küfre gönderdiği mektuplara dair başka bir " f a sı 1 " aça­rak bunun da üç " ü si up "tan oluştuğunu söyler.[130] Birinci üslûp: Müslü­manlara gönderdiği mektuplarda olduğu gibi mektuba "Allah Resulü Mu­hammed'den falana" diye başlanması. İkinci üslûp: Mektuba " E m m â b a' d (imdi...)" ifadesiyle başlanması. Bu üslupta mektuplar bir öncekin­den dahaaz vaki olmuştur. Üçüncü üslûp: Mektuba "Bu... mektuptur" lafzı­yla başlanması. Kalkaşandi sonra bunların her biri için misaller verir (bkz. VI, 365-382). Derim: Resulullah'ın (sav) İbn Sa'd'ın Tabakât'mda zikredi­len mektuplarını[131] inceleyen kimse, onların sonunda katibin kendi adını verdiğini görür. Bu belki de sözkonusu mektupların Resulullah'tan (sav) sadır olduğuna onun şahit olması maksadıyladır.[132]

 

Kendisine Çağdaş Hükümdarlar Ve Başkalarının Allah Resulütve Nasıl Hitap Ettikleri

 

Kalkaşandi, geçen faslın hemen ardından bu konuda bir başlık açarak (VI, 464) şöyle der: Resulullah'm (sav) seriyye kumandanları ve hükümdar­lardan müslüman olanlar, Resulullah'a (sav) gönderdikleri mektuplarda onun adıyla başlar, sonra kendi adlarını anarlardı. "Tahmîd" (Allah'a hamdetmek) ve Resulullah'a (sav) selamdan sonra "emm â ba'd (İmdi)" veya başka bir ifadeyle asıl maksada geçerler ve mektubu selamla noktalarlardı. Küfür hükümdarları ise kendilerinden başlıyorlardı, bazan Resulullah'ın (sav) adıyla başladıkları da olurdu. Resulullah'a mektup gönderenler kendilerinden "ben, bana , dedim, yaptım" gibi tekil lafızla söze diyorlardı. Bazı hükümdarlar bazan kendilerinden[133] "birinci çoğul şahıs" kalıbıyla (biz) sözederlerdi. Mektubu gönderen kimse Müslüman ise Resulullah'a (sav) hitap "Kef "i ve muhatap " T e "si ile birlikte " R i -s â 1 e t " ve "nübüvvet" lafızlarını kullanarak hitapta bulunurdu. Kâfir ise Resulullah'a (sav) mezkur "Kef" ve "Te" ile,bazandaismiyle hitap ederdi. Mektup gönderen müslüman ise Resulullah'a (sav) selâm ile mektuba son verirdi.[134]

 

Allah Resulü’ne Hitaben Yazılmış Mektuplarda Başlık

 

Kalkaşandi Subhu'1-a'şâ' da şöyle der: Anlaşıldığına göre bu mektup­ların başlığı şöyledir: Mektupta önce Resulullah'ın (sav) adı, sonra mektup gönderenin adı yazılmışsa, başlığı da bunun gibi olup sağ tarafa "Allah Re­sulü Muhammed'e" veya benzeri bir ifade, sol tarafa da "falandan" diye yazılırdı. Mektup, yazıya kendi adıyla başlayan birinden geliyorsa, başlığı da bir Öncekinin aksine yazılırdı.[135]

 

Allah Resulü'nün Mektuplarında Başlık

 

Kalkaşandi şöyle der: Bu hususta açık bir nassa vakıf olmadım. An­laşılan şudur ki Resulullah (sav) mektubunun girişinde olduğu gibi mek­tuplarına "Allah Resulü Muhammed'den falana" şeklinde başlık (Adres) koyuyordu. "Allah Resulü Muhammed'den" yazısı mektubun sağında, "fa­lana" yazısı da solunda olurdu. Mevâddü'l-beyân[136] müellifinin, yazışma usullerine dair "on ikinci esas"ta başlıkla ilgili olarak konuşurken şu söyle­dikleri de buna delâlet etmektedir: Temel esas mektup yazanın adıyla baş­lanması, sonra kendisine mektup gönderilen kimsenin adının yazılmasıdır ki Resulullah'ın (sav) mektupları da böyleydi."[137]

 

Allah Resulü'nün Mektuplarına Hangi İfade İle Başladığı

 

Siyer kaynaklarında belirtildiği üzere Resulullah (sav) akit, antlaşma ve benzeri bütün yazışmalarına besmele ile başlardı. Besmele, İslâm'da, is­ter sözle ister fiille olsun işlerin başında teberrüken ve başarı umarak söylenmek üzere meşru kılınmıştır. Gâfıki, Ebû Ubeyd'den naklen Şa'bi'nin şöyle dediğini zikreder: Nebî (sav) ilk mektubunda "senin adınla Allahım" diye yazdı ve bu bir süre böyle devam etti. Sonra "...onun (geminin) akıp git­mesi de durması da Allah'ın adıyladır" (Hûd 11/41) âyeti nazil oldu. Bunun üzerine Resululah (sav) "Bismillah" diye yazdı. Bu da bir süre devam etti ve "De ki: ister Allah diye çağırın ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle ça­ğırırsanız, nihayet en güzel isimler O'nundur" (İsrâ 17/110) âyeti nazil oldu. Resulullah (sav) bu defa "Rahman olan Allah'ın adıyla" diye yazmaya başladı ve bu da bir süre devam etti. Sonra "O, Süleyman'dan (geliyor) ve Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla (başlamaktandır" (Nemi 27/30) âye­ti nazil oldu ve Resulullah (sav) da "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla" diye yazmaya başladı.[138] İbnü'l-Müseyyeb şöyle der: Allah Resulü'nün (sav) besmele yazılı mektubu Kayser'e geldiğinde onu okudu ve besmeleyi kaste­derek "böyle bir mektubu Davud oğlu Süleyman'dan sonra görmüş değilim" dedi. Hafız İbn Hacer Fethu'l-Bârî'de şöyle der: Mektupların (yazışma­ların) " h a m d " ile başlaması konusunda ne şer'î ne Örfî âdet cari olmuş değildir. Resulullah'ın (sav) hükümdarlara ve başkalarına gönderdiği mek­tupları topladım; onların hiçbirine "ham d" ile başlanılmamış olmayıp "besmele" ile başlanılmıştır.[139] Bu bilgi "Kitâbu't -Tefsir" de Al-i Imrân sûresininn tefsirinde "De ki: Ey Kitâb ehli, bizimle sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin" (Âl-i İmrân 3/64) babında geçmektedir. Kadı İbn Badis, Resulullah'm (sav) Eyle Hükümdarı Yuhanna b. Rü'be'ye[140] gönderdiği mektuba besmele ile başladığına dair kıssa ile ilgili olarak şöyle der: O bir hıristiyandı. Bu mektupta, kâfirlerin eline geçen mektuplara da besmele yazmanın caiz olduğuna delil vardır. Çünkü bu mektup kâfirlerin eline geçti ve elden ele dolaştırdılar. Bunda, onların eline geçip müslümanlann ülke­sinden kendi ülkelerine götürdükleri dirhem ve dinarlara (besmele vb.) na­kış yapmanın cevazına da delil vardır.[141]

 

 

 

 

Allah Resulü’nün Mektupları Ve Hutbelerinin Başlangıcında "Emmâ Ba'd" Lafzını Her Zaman Kullanması

 

Şemsuddin es-Seffârînî Şerhu Manzûmeti'l-âdâb'da[142] şöyle der: Hutbe ve yazışmalarda "emmâ ba'd" (imdi, bundan sonra) ifadesini kullanmak müstehabdır. Çünkü Resulullah (sav), Kayser, Kisra, Mukavkıs ve başkalarına gönderdiği mektuplarda görüldüğü gibi hükümdarlara ve başkalarına yazdığı mektuplarda ve hutbelerinde bu ifadeyi kullanmıştır. İmam Kadı Ali b. Süleyman el-Merdâvî[143]  Şerhu't-Tecrîd'de şu bilgiyi zik­reder: AllahResulü'nün(sav)hutbevebenzeriyerlerde "emmâ b a ' d " ifadesini kulandığını otuzbeş sahabi nakletmektedir.[144] Zurkâni Şerhul-Mevâhib'de şöyle der: Ruhâvi'nin el-Erbaûne'1-mütebâyinetü'l-esâ-nîd[145] adlı eserinde belirttiği gibi Resulullah'm (sav) hutbeleri ve benzeri yerlerde "emmâ ba'd" dediği sabit olup bunu kırk sahabi rivayet et­miştir. Birçok kimsenin yalnız zarfla (ve ba'd ifadesi) yetinmelerini an­lamıyorum. Asıl unsurun bu oldunuğu veya ihtisarı arzulayarak bunun yapıldığını ileri sürerek mazerette bulunmak da yeterli değildir. Çünkü te­mel esas sünnetle sabit olana uymaktır ve özellikle hutbelerde itnâb mat-lubdur. Temel unsurun zarf olması, onu açıklayacak bir vahyin varlığına ih­tiyaç gösterir.[146] Şeyh Ebü'l-Abbas Ahmed el-Heştûkî es-Sûsî,[147] z e r î a[148] hükümlerine dair kendi manzumesine yaptığı şerhte şu bilgiyi verir: Kar­deşimiz büyük alim Ebü'l-Abbas Ahmed b. İbrahim es-Sektâni ile Şafiî imamlarından biri olan allâme Şirbîni arasında, hacca gittiğimiz yıl Mı­sır'da bir olay vuku buldu. Talebelerine Sadeddin Teftâzâni'nin el-Akâ-idü'n-Nesefiyye'ye yaptığı şerhi okutan Şirbîni şöyle dedi: "Ve ba'd" ifadesinin aslı "emmâ ba'd "dır, "emmâ " kelimesi hazfedilmiş ve onun yerine "vâv "ilave edilmiştir. SözügeçenEbül-Abbasonaşoylededi: "Vâv "in "emmâ" yerine kaim olduğuna delil nedir? Beliğ konuşan­ların en beliği ve fasih konuşanların en fasihi olan Resulullah'ın (sav) sözle­rinde, gördüğümüz kadarıyla, "emmâ ba'd" dan başka ifade yer al­mamıştır. Ashabının mektupları da böyledir. Adı geçen Şafiî alimin canı sıkıldı ve kendisi gibi birisine yakışmayacak tarzda Ebü'l-Abbas'a hitapta bulunarak ona küfür ve hakaretten başka cevap vermedi. Eğer eser sahib muhakkik alimlerin bu ifadeyi eserlerinin başında kullanmış olmaları bu­nun cevazına delil olarak yeter deseydi, bu yeterdi.

Derim: Bu konuda sünnet hepsine karşı delildir. Zurkâni de "temel esas sünnetle sabit olana uymadır" şeklinde daha önce anılan sözünde buna imâda bulunmuştu. Ona bakınız.[149]

 

Allah Resulü’nün Resmî Yazışmalarında İhtiyatlı Davranması

 

Şeyh Zerrûk Sahih-i Buhâriye yaptığı haşiyesinde[150] şöyle der: "Re-sulullah (sav), Herakliyus'a gönderdiği mektupta, onun hakimiyetini tanı­mış olmamak için kendisine "Rûm (Bizans) hükümdarı" şeklinde değil de "Rûm büyüğü" diye hitap etmişti.

Hafâci Şerhu'ş-Şifâ'da şöyle der: Allah Resulü (sav) Herakliyus ve Mukavkıs'a gönderdiği mektuplarda onlara "Bizans hükümdarı" ve "Kıptî hükümdarı" olarak değil de "Bizans büyüğü" ve "Kıpti büyüğü" şeklinde hitapta bulundu. Çünkü bu unvana ancak müslüman olan müstahak olur. Bununla birlikte, Hakk'a ilk daveti sırasında kalplerini yumuşatmak için onlara saygıyı da terketmedi.[151]

 

Allah Resulü'nün Mektubun Bölüm Ve Konu Başlarını Birbirinden Ayırmak İçin "Emmâ Ba'd" Lafzını Kullanması

 

Buharıel-Edebü'1-müfred'de "Emmâ ba'd babı" başlığını açarak ora­da Hişâm b. Urve'den şu rivayeti zikreder: "Resululah'ın (sav) bazı mektup-la-rını gördüm, her konu (kıssa) bitişinde "emmâ ba'd" buyuruyordu."[152]

 

Allah Resulü'nden Tarihin Metnini Bize Kadar Ulaştırdığı En Sahih Mektup

 

Resulullah'ın (sav) mektuplarından tarihin bize kadar metnini muha­faza ettiği en sahih mektup Herakliyus'a gönderdiği mektup olup Sahih-i Buhâri'de geçmektedir.[153] Metni şöyledir: "Rahman ve Rahîm olan Al­lah'ın adıyla. Allah'ın kulu ve peygamberi Muhammed'den Rûm'un (Bi­zans'ın) buyuğu Herakliyus'a. Selam hidayete erenlere olsun, imdi, sem islam'a davet ediyorum; musluman ol, kurtuluşa erersin, musluman ol, Al­lah sana mükâfatını ıkı misli verecektir. Eğer yuz çevirirsen Erîsîlenn[154] günahı senin üzerine olacaktır. "Ey Kitab ehli, sizinle aramızda müşterek olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına ibadet etmeyelim O'na ortak tanı­mayalım. Allah'ı bırakıp birimiz diğerini Rab olarak kabul etmesin. Eğer (ehl-ı kıtâb) bundan yuz çevirirlerse, deyin: Biz muslumanız, buna şahıd olun" (Âl-i Imrân 3/64).[155]

 

Allah Resulü’nün Ehl-I İslâm'a Yazdığı Mektuplardan Tarihin Bize Ulaştırdığı En Son Mektup Ve Müslümanların Bunu Muhafaza Etmeleri

 

Tarihin, yazılı olduğu deri parçasını aynen bize kadar muhafaza ettiğ Resulullah'a (sav) ait en son mektup, kendisiyle Temîm ed-Dâri'ye Şam'd; bir arazi ik t â ettiği mektuptur. Bu, geçen asırlar boyunca bilinen meşhu bir mektup olup muhaddisler, tarihçiler, fıkıh alimleri ve başkaları onda gözetmişlerdir. Ibn Asâkir'in Târih'inde, Temîm'in biyografisinde Eb Hind ed-Dâri'ye varan senediyle şu rivayet zikredilir- Biz altı kişi —Ib Hişâm'ın Sıret'inde sekiz kişi sayılmaktadır.[156]— Resulullah'a (sav) vardü Temîm b. Evs, kardeşi Nuaym b. Evs, Yezîd b. Kays, Ebû Hınd b. Abdulla (bu hadisi rivayet eden), adı Berr olup Allah Resulü (sav) tarafından Abdu. rahman diye adlandırılan kardeşi Tayyib b. Abdullah, Fâke b. Numaı Musluman olduk ve Resulullah'tan (sav) Şâmarazisinden bize bir yer ikt etmesini istedik. Resulullah (sav) "dilediğiniz yen isteyin" buyurdu. Temîm şöyle dedi: Ondan Beytulmakdis ve çevresini istememiz fikrindeyıi Ebû Hind: Burası Acem mülküdür, keza orada Arap mulku de vardır, el mizde kalmayacağından korkarım. Temîm: Beyticebrîn ve çevresini isteyelim. Ebû Hind: Bu çok çok buyuk. Temîm şöyle dedi: Ya ondan neyi isteye­lim? Ebû Hind: Abanı ibrahim (ibrahim Kıfyuları) ile birlikte Hisnu Tel'in bulunduğu köyleri isteyelim. Temîm: isabet ettin, bu uygundur. Resuluîlah (sav) Temîm'e şöyle buyurdu: "Bana durumunuzu haber vermeni mı, yoksa benim haber vermemi mı istersin?" Temîm şöyle dedi' "Hayır, ey Allah'ın Resulü sen bize haber ver, imanımız artar (güçlenir)." Bunun üzerine Resu­luîlah (sav) şöyle buyurdu: "Sız bir şeyi istediniz, şu başkasını istedi;goruşu ne güzel görüştür!" Ve Resuluîlah (sav) ince bir deri parçası isteyerek bize bir belge yazdırdı ki metni şöyledir: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıy­la. Bu, Resulullah'ın Dârîlere bağışının zıkredûdığı belgedir. Allah kendisi­ne arazi verdiğinde, onlara Beytıaynûn, Habrûn ve Beytu ibrahim'i içinde­kilerle birlikte ebedıyyen bağışlamıştır." Abbas b. Abdulmuttalib, Cehmb. Kays ve Şurahbil b. Hasene buna şahit oldular ve Şurahbıl yazdı. Sonra Re-sulullah (sav) belgeyle birlikte evine girdi, bir köşede deri parçasını ilaçladı ve bilinmeyen bir şeyle onu orttu, derininin üstünden ince bir sırımla iki düğüm attı. Belge bukulu olarak yanımıza çıktı, şöyle diyordu: "Doğrusu, insanların ibrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, bu Nebi (Muhammed) ve mu'mınlerdır. Allah da inananların dostudur" (Al-i Imrân 3/68). Sonra şöyle buyurdu: Benim hicret ettiğimi duyuncaya dek (gelmemek üzere) do­nup gidin. Ebû Hind şöyle diyor: Biz de donup gittik. Resuluîlah (sav) Medi­ne'ye hicret ettiğinde kendisine vardık ve bize yeniden bir belge vermesini istedik. Bize metni şöyle olan bir belge yazdı: "Bu, Allah Resulü Muham-med'ın Temim ed-Dârî ve arkadaşlarına verdiği bağışın belgesidir. SızeAy-nûn, Habrûn, Mertûm ve Beytu ibrahim'i ve tum içindekileri kesin bir bağış olarak verdim. Bunu onlara ve soylarına ebed-muddet teslim ve infaz ettim. Bu hususta kim onlara eziyet ederse (haksızlık yaparsa) Allah da ona eziyet etsin." Ebubekir b. Ebi Kuhâfe, Ömer b. Hattâb, Osman b. Affân, Ali b. Ebî Tâlib, Muaviye b. Ebî Sufyân şahitlik etti ve Muaviye yazdı. Resuluîlah (sav) vefat edip Ebubekir halife seçilince Şam'a ordular serkettı ve bize met­ni şöyle olan bir belge yazdı1 "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Ebu­bekir es-Sıddık'tan Ebû Ubeyde 6. Cerrah'a. Sana selam olsun, Kendisin­den başka ilâh olmayan Allah'a hamdettığımi sana bildiririm, imdi, kim Allah'a ve ahıret gunune inanıyorsa, onu Dörtlerin köylerinde fesat çıkar­maktan menet. Eğer ahalisigoçmuş ve Dârîler oraları ekmek istiyorlarsa ek­sinler. Ahalisi gen döndüğünde oralar onlarındır ve öncelikle hak sahibi­dirler. Sana selam olsun", Ibn Asâkir, Zuhri ve Sevr b. Yezîd'e ulaşan sened-le Râşid b Sa'd'dan nakledilen şu rivayeti zikreder. Temîm ed-Dârî, ki o Lalım kabilesinden Temîm b. Evs'tir, kalkıp şöyle dedi. Ey Allah'ın Resulü, Filistin'de Rûm (Bizanslı) komşularım var, onların biri Habrâ diğeri Beyti-aynûn denilen iki köyleri var. Eğer Allah sana Şam'ı fethetmeyi nasip eder­se o iki koyu bana hibe et Allah Resulü de "onlar senindir" buyurdu. Temîm, "bu hususta bana bir belge yaz" deyince, ona şubelgeyiyazardı: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu, ovası, dağı, suyu, ekini, bitkisi ve sığırlany-la butun olarak Habrâ ve Beytıaynûn köylerinin ona ve kendisinden sonra

gelecek soyuna ait olduğuna dair Allah Resulü Muhammed tarafından Temim b. Evs ed-Dârî için düzenlenmiş belgedir. Bunda hiçbir kimse ona karşı hak iddia edemez, onlara zulme yeltenemez. Kim ona zulmeder veya onlardan birisinden birşey alacak olursa Allah'ın, meleklerin ve insanların hepsinin laneti onun üzerine olsun". Bu belgeyi Ali yazdı. Hz. Ebubekir hali­fe olunca, onlara metni şöyle olan bir belge yazdı: "Bu, Resulullah'ın (sav) kendisinden sonra yeryüzünde halife nasbettiği emini Ebubekir'in Dârîler için, onlara bırakılan Habrâ ve Beytiaynûn köyü hususunda kendilerine karşı fesada başvurulmaması için yazdığı belgedir. Kim kulak verir itaat ederse, ondan hiçbir şeyde bozgunculuk yapmasın. Amr. b. As bu iki köyü bozgunculara karşı korusun". İbn Asâkir'in.Târih*inin ihtisarına (s. 351) bakınız.[157]

îbn Mende, Amr b. Hazm'a (ra) varan senediyle şu rivayette bulunur: Nebi (sav) Temîm ed-Dârfye i k t âda bulundu ve şu belgeyi yazdırdı: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu, ovası, dağı, suyu, bağları, bit­kileri ve yaprakları dahil köyüyle Sihveyn'in kendisine ve ardından gelecek soyuna ait olduğuna dair Allah Resulü Muhammed tarafından Temîm b. Evs ed-Dârî için düzenlenmiş belgedir. Bu hususta kimse ona karşı hak id­dia edemez ve kendilerine zulme yeltenemez. Kim onlara zulmetmek veya onu kendilerinden almak isterse Allah'ın, meleklerin ve insanların hepsinin laneti onun üzerine olsun."[158]

İbn Şâkir el-KütübîUyûnu*t-tevârîh*te hicretin kırkıncı yılı olayları­nda Temîm'in biyografisini verirken bu i k t â kıssası ile ilgili olarak şun­ları söyler: Resulullah'ın (sav) hicretin dokuzuncu yılında emîrü'l-mü'minîn Ali'nin (ra) yazısıyla ve onun mestinden bir deri parçasına kendileri için yazdırdığı belgeyi Dârîlerin elinde gördüm. Biri 736 (1336), diğeri 749 (1348) yılında olmak üzere iki kez gördüğüm bu belgenin metni şudur: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu, Allah Resulü Muhammed'in Temim ed-Dârî ve kardeşlerine Habrûn, Mertûm, Beytiaynûn veBeytü İbra­him'i zimmetlerinde olarak kesin şekilde bağışladığına dair belgedir. Bunu onlara ve soylarına teslim ve infaz ettim. Bu hususta kim onlara eziyet eder­se Allah da onlara eziyet etsin." Atık b. Ebî Kuhâfe (Hz. Ebubekir), Ömer b. Hattâb ve Osman şahitlik etti.[159] Ali b. BûTâlibyazdı ve şahid oldu. Belge­nin metninde şu şekilde "Ebî Kuhâfe "de "elif" olduğu ve "Bu T â 1 i b "de bulunmadığı halde gördüm. Deriyi de kırmızı renkte ve yıpran­mış gördüm. Bu bilgiyi Şeyh Kuveysim et-Tûnisî'nin Simtül-leâl'inden naklen verdim. Muhakkik Kutbuddin el-Haydarî'nin Hasâis'inden[160] de şu bilgiyi nakleder: Şimdi Dârîlerin elinde bir deri parçasına yazılı eski bir nüsha mevcuttur ki onun Allah Resulü'nün (sav) bu hususta kendileri için yazdırdığı belge olduğunu ve Ali b. Ebî Tâlib tarafından kaleme alındığını ileri sürmektedirler. Bu belgenin sıhhatine mütekaddimin ulemamızdan bir grup da muvafakat etmiş olup onun nüshalarım nakletmişlerdir. Bun­lardan Mesâlikül-ebsâr müellifi Kadı Şihâbüddin İbn Fadlullah el-Ömerî tarafından yazılmış bir nüshaya muttali oldum.

Derim: Sözü geçen İbn Fadlullah el-Ömerî Mesâlik'inde (matbu nüs­ha: 1,172) bu belgeden sözeder. Şöyle ki o 745 (1334) yılında Beytülmakdis ve Halil'e yaptığı ziyareti zikrettikten sonra şöyle der: Maksud ziyareti ta­mamlayıp Halîl'i görmenin neşesi bizi coşturunca, bu yüce evin en son ferdi, Allah'ın sevgilisi efendimiz Muhammed'in (sav) vakfı ve atası Halil İbra­him'in beldesinin yönetimini elinde tutan es-Sâhib Nasirüddin Ebû Abdul­lah Muhammed b. el-Halîlî et-Temîmî ed-Dârlye haber göndererek kendi­lerine yapılan bu bağışın yazıldığı ve diğer insanlara karşı onlara üstünlük sağlayan yüce Nebevi belgeyi bize getirmesini rica ettik. Ricaya icabetle ih­sanda bulunarak bir solukta onu getirdi; Emîrül-mü'minîn Hasan Ebû Mu­hammed el-Müstedi-Billâh'ın yeninden pamuk ve ipek karışımı siyah bir bez parçası içindeydi. Astarı, her bir parmak kadarlık kısmında beyaz bir çizgi ile ayrılmış iki siyah çizgi bulunan beyaz ketendendi. İpek bir bezle sarılı abanoz ağacından bir kutuda keseler içine konmuştu. Yüce belge, ince deriden bir mest parçasına yazılmıştı; mestin ayağın üst tarafına gelen ye­rinden olduğunu sanıyorum. Derinin siyahlığı yazıya işlemiş fakat onu sil-memiş ve katibinin şerefli elinin yazdıklarını yoketmemişti. Metin hoş Kufi hat ileydi. Bu âsârı Öptük ve nur huzmelerinden nasiplendik. Belgeyle bir­likte, el-Müstedi-Billâh'ın belge metnini yazdığı ve mazmunuyla onlara şahitlik yapan, şüphecinin şüphe ve zanlarmı izale eden bir sayfa vardı. Yazdığının muhtevası, onun satırları ve şekliyle şöyleydi: Hicretin doku­zuncu yılında Tebük Gazvesi'nden dönüşünden sonra Resulullah'ın (sav) Temîm ed-Dârî ve kardeşleri için emîrü'l-mü'minîn Ali'nin mestinden bir deri parçasına ve onun hattıyla yazdırdığı belgenin metni o belgedeki şek­liyle şöyledir: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. Bu, Allah Resulü Muhammed'in Temîm ed-Dârî ve kardeşlerine Habrûn, Mertûm, Beyti-aynûn veBeytü İbrahim ve içindekileri zimmetlerinde olarak kesin bir şekil­de bağışladığına dair belgedir. Bunu onlara ve soylarına teslim ve infaz et­tim. Kim onlara eziyet ederse Allah da ona eziyet etsin, kim onlara eziyet ederse Allah ona lanet etsin". Atık b. Ebû Kuhâfe, Ömer b. Hattâb ve Os­man b. Affân şahid oldular. Ali b. Bû Tâlib yazdı ve şahid oldu. Bu, yüce bel­genin suretidir. "Ebû Kuhâfe" elif, bâ vevâv, sonra da "Kuhâfe" şeklinde, "Bû   T â 1 i b " de b â ve v â v , sonrada "Tâ1 i b " şeklinde geçer ki " B û " kelimesinde elif yoktur. Buhusus bilinsin di­ye açıklama yapıldı. Hz. Ali'den sözedilirken adından önce "yazdı", sonra da "şahid oldu" kelimesi zikredilmiştir. Bu da bilinsin diye açıklandı. Bütün bunları kendi gözümle gördüm ve el-Müstedî'nin el yazısından naklettim, Bu onun alışılmış ve bilinen el yazısı olup onu gördüm ve şüphe ve tereddüt etmeyecek şekilde tanıdım. Yazıyı Nebevi belgenin kendisinden okudum, el-Müstedînin ondan naklen yazdığına uygundu. Şu kadar var ki zamanın bozması yüzünden belgedeki yazı izleri nerdeyse silinmiş ve okunamaz du­ruma gelmişti. Ben bu belgeyi daha önce 739 (1338) yılında bir kez daha görmüş fakat o zaman nakletmemiştim.[161] İbn Fadlullah el-Ömerî'nin bel­geyle ilgili sözleri burada sona erdi. Hiçbir kimse bu belgenin Özelliklerini onun gibi araştırmamış ve onun açıkladığı gibi özelliklerini açıklamamıştır. Allah Teâla onu hayırla mükâfatlandırsın.

Kâdilkudât Ebü'1-Yümn Mücirüddin el-Hanbelî el-Ünsü'1-celîl fi tâ rihi'1-Kuds ve'1-Halîl (s.448) adlı eserinde şöyle der: Nebfnin (sav) Temîir ed-Dârî'ye verdiği i k t â : Bu i k t â , efendimiz Halil'in (İbrahim aleyhis selam) memleketinin bulunduğu yer ve çevresidir. Resulullah (sav) Temîn için emîrül-mü'minîn Ali b. Ebî Tâlib'in mestinden alınmış bir deri parçası na ve onun el yazısıyla belge yazdırmıştı. Tarihçiler ikta belgesinin metnin farklı şekillerde naklederler. Sözü edilen iktâ üzerine konuşulurken, emî rü'1-mü'minîn Ali b. Ebî Tâlib'in (ra) mestinden olduğu söylenen deri par çasını gördüm. Çürümüş halde olup bazı yazı izleri vardı. Deri parçasınıi bulunduğu kutuda onunla birlikte olan yazılı bir sayfa (yaprak) gördüm. Bı sayfadaki yazı emirü'l-mü'minîn el-Müstencid el-Abbasî'ye aitti. Allah om rahmetiyle bürüsün, o yaprağa iktânın metnini yazmıştı. Müstencid'in ken di eliyle yazdığı nüshanın sureti: Hamd Allah'adır. Bu, Resulullah'ın (sa\ hicretin dokuzuncu yılında Tebük Gazvesi'nden dönüşünden sonra Temîr ed-Dârî ve kardeşleri için emîrü'l-mü'minîn Ali b. Ebî Tâlib'in mestinden bi deri parçasına ve onun elyazısıyla kaleme aldırdığı belgenin nüshasıdır. Hi Ali'nin (Allah ondan ve bütün sahabeden razı olsun) yazdığı şekilde uygu olarak çıkarılmış nüshasıdır: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. Bu Allah Resulü Muhammed'in Temîm ed-Dârî ve kardeşleri aralarında[162] olarak kesin bir şekilde bağışladığına dair belgedir. Bunu onlara ve soyları na teslim ve infaz ettim. Kim onlara eziyet ederse Allah da ona eziyet etsin kim onlara eziyet ederse Allah ona lanet etsin". Atîk b. Ebî Kuhâfe, Ömer 1 Hattâb ve Osman b. Aiîân şahitlik ettiler. Ali b. Ebî Tâlib yazdı ve şahitli etti. Bunu el-Müstencid-Billâh'ın el yazısından olduğu gibi kopye ettim. Bı umulur ki bu konuda söylenenlerin en doğrusudur. Bu iktâ, Temîm ed-Dârf nin soyu elinde sürüp geldi; bugüne kadar ondan yediler. Bunlar, efen­dimiz Halil'in (asj memleketinde mukim olup kendilerine Dârîler denilen kalabalık bir gruptur. Ashaptan sözederken Temim ed-Dârî'nin Beytül-makdis'e emir tayin edildiği belirtilmişti. Valilerden biri Temîm'in nesline musallat olup bu yeri onlardan almak istedi ve Kudüs-ü Şerifin kadısı Kadı Ebû Hâtîm el-Herevî el-Hanefî'ye başvurarak onlar aleyhine dava açtı. Dârîler de o belgeyi delil olarak ileri sürdüler. Kadı bu belgenin bağlayıcı ol­madığım, çünkü Allah Resulü'nün (sav) henüz malik olmadığı bir şeyi Temîm'e iktâ ettiğini söyledi.Valifukahadan fetva istedi;EbûHâmideI-Gazzâli o sırada, Frenklerin istilasından Önce, Beytülmakdis'te idi. Şöyle dedi: Bu kadı kâfirdir, çünkü Nebî (sav) "bütün yeryüzü bana mülk olarak verilmiştir"[163] buyurmuştu. "Şu saray falana aittir" buyurarak da cennet­ten iktâ vermiş olup onun va'di gerçek ve bağışı haktır. O vali ve kadı ha­kir ve zelil oldu, Temîm'in soyu ellerinde olanla baki kaldılar. Bu olay Ebu-bekir îbnü'l-Arabi'nin Şam'da olduğu sırada meydana gelmişti.[164]

Derim: Mücîrüddin el-Hanbelî'nin, îbnü'l-Arabi'den nakletiği bu olay onun el-Kabes[165] adlı Muvatta şerhinde "Kitâbü'l-Buyû" bölümünde geç­mektedir. İbnül-Arabî, Amr. b. Şuayb'ın babasından, onun da kendi baba­sından rivayet ettiği hadis üzerine konuşurken şöyle der: O sahih (otan­tik) bir sahifedir. Bununla ihticâcı terkeden kimse, bazı ulemanın onun du­yulmuş olmadığı şeklindeki sözleri sebebiyle terketmiştir. Bu da onu hüccet kabul etmeye engel değildir. Şüphesiz Temîm ed-Dârî'nin evladı yanında Allah Resulü'nün (sav) bir deri parçasına yazılmış olan belgesi vardı: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu, Allah Resulü Muhammed'in Temîm ed-Dârî'ye yaptığı bağışın belgesidir. Ona el-Halîl beldesinde iki köyü, Cebrûn (Habrân) ve Beytiaynûn'u iktâ ediyorum". Bu belge Temîm'in elinde kaldı ve 492 (1099) yılında Frankların el-Halîl ve Kudüs'ü istila etme­lerine kadar insanlar belgeyi göregeldiler. Şam'da bulunduğum günlerde bir vali Temîm'in evladına musallat olup o yerleri kendilerinden almak iste­di. Zahirde hanefî, bâtında mutezilî ve mülhid bir şiî olan olan Kadı Hâmid el-Herevî davaya baktı. Temîm'in evladı belgeyi delil olarak gösterdiler. Kadı bu belgenin geçerli olmadığını, çünkü Allah Resulü'nün (sav) henüz malik olmadığı bir malı Temîm'e iktâ verdiğini söyledi. Vali fukahadan fetva istedi. Tûsi, yani Gazzâli o sırada Beytülmakdis'te idi. Gazzâli şöyle dedi: Bu kadı kâfirdir. Çünkü Nebî (sav) "bütün yeryüzü bana mülk olarak verildi" demiş ve cennet'ten iktâ vererek "şu kasır falana aittir" buyur­muştu. Onun va'di gerçek ve bağışı haktır. Kadı ve vali hakir ve zelil oldu, Temîm'in evladı ellerindeki ile baki kaldılar.

Bu, Muvatta şerhinde gördüğüm bilgidir. îbnü'l-Arabi'nin bu sözünü Salahuddin es-SafediTezkire'sinde[166] anmış, ondan başka Önde gelen alim­ler de nakletmişlerdir. İbnü'l-Arabî, Gazzâli'ye ait faydalı bilgilerden derle­diği bir kitap olan Kânunu*t-teVîF de[167] olayla ilgili olarak Gazzâli'nin bir fetvasını verir ki onu güzel ve esaslı bir şekilde dile getirmiştir. Kânûnû't-teVîl'de verilen bilgiyi HaydarıHasâis'inde ve Şeyh Kuveysim de Simtül-leâl'de nakletmiş olup bu iki esere bakınız.

es-Siretü'ş-Şâmiyye'de Hafız Şemsüddin b. Nâsirûddin ed~Dımaşkî'-nin şöyle dediği belirtilir: Arkadaşım hilâfet sefiri İmâm Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Hüseyin el-Bâdirânî (Allah ona rahmet etsin) Emîrü'l-mü'minîn'in (Hz. Ali) Resulullah'ın (sav) izniyle yazdığı yazıyı gör­düğünü söyledi: "Bu, Allah Resulü Muhammed'ın Temim ed-Dârî ve kar­deşlerine Cebrûn (Habrûn), Mertûm, Beytiaynûn ve Beytu ibrahim'i zim­metlerinde kesin bir bağış olarak verdiğine dair belgedir. Bunu onlara ve soylarına teslim ve infaz ettim. Kim onlara eziyet ederse Allah da ona eziyet etsin. Kim onlara eziyet ederse Allah ona lanet etsin." Atık b. Ebî Kuhâfe, Ömer b. Hattâb ve Osman b. Affân şahitlik yaptılar. Ali b. Ebî Tâlib yazdı ve şahid oldu. Şâmi sonra şöyle der: Resulullah'ın (sav) Temîm ve kardeşi Nu-aymile arkadaşlarına ve soylarına köyler i k t â edipbuhusustaonlarabir belge yazdığına ve kendilerine muarız olacak kimselere belgede lanet et­tiğine dair sahih rivayetler varid olmuş ve bu belge bizim zamanımıza dek ellerinde olagelmiştir. Hafız Ebü'1-Fadl İbn Hacer, Hafız Şemsüddin b. Nâsirûddin ed-Dımaşkî ve hocamız Hafız Celâluddin es-Suyûtî bunun sıh­hati hususunda birer eser kaleme almış olup her birinde diğerinde olmayan bilgiler mevcuttur. Burada verilen bilgilerden daha fazlasını isteyenler on­lara başvursun.

Derim: Hafız İbn Hacer eserini el-İsâbe'de (VII, 208) Ebû Hind ed-Dâri'nin biyografisinde zikreder, ibn Hacer şöyle der: Ebû Nuaym, onun Temîm'in kardeşi olduğunu, Temîm ve kendileriyle birlikte olanlarla Resu-lullah'a (sav) gelip ondan kendilerine Şam'da bir arazi i k t â vermesini is­tediklerini, Resulullah'ın bu yerleri onlar için bir belgeye yazdırdığını, hilâ­feti sırasında Hz. Ebubekir'e (ra) bu belgeyle geldiklerini ve onun da kendi­leri için Ebû Ubeyde'ye belgenin gereğini yerine getirmesi hususunda yazı yazdığını söyler. Sözü edilen belge meşhur olup Temîm'in soyunun elinde­dir. Ben bu belgeyle ilgili olarakel-Binâü'l-celîl bi-hukmi Beledi'l-Halîl adını verdiğim bir eser yazdım.[168] Sami'nin sözünü ettiği Hafız es-Suyûti'ye ait eserin adı el-Fadlu'1-amîm fî iktâi Temîm olup[169] Mısır el-Hidiviyye Kütüphanesinde mevcuttur (Katalog, c. VII, s. 63, mecmualar bölümü). İ k t â ile ilgili Suyûti'ye ait bir başka kitap da olup Paris Umumî Kütüphane'sinde bulunmaktadır. Ibn Nâsır'ın kitabına gelince, Kutbuddin el-Hay-darîHasâ-is*inde ondan sözle şöyle der: Hafız ve hüccet hocamız Ebû Abdul­lah Muhammed b. Ebubekir b. Nâsirüddin[170] Müsnedü Temîm ed-Dârî[171] adlı eseri kaleme almış olup orada bu belgenin kıssasını, belgenin aslına muttali olduğunu ve tam olarak yazdığını zikreder.

Subhu'l-a'şâ'da (XIII, 122) müellif sozu edilen belgeyi Ibn Asâkir'in Târîh'inden naklen zikrederken şöyle der: Allah Resulu'nun (sav) yazdır­mış olduğu deri parçası (belge) Haremu'l-Halil'in hizmetçileri Temîmilerin elinde olageldi şu zamana kadar Bir kimsenin onlarla münazaada bulun­duğu her defasında, belgeye muttali olup kendilerine zulmedenlere engel ol­ması için onu Mısır diyarının sultanına getirdiler. Birçok kişi bu belgeyi gorduklerinihaber vermiş olup yazıldığı deri parçası uzun zaman geçmesin­den dolayı yıpranmış durumdaydı.[172]

Zurkâni, Şeyh Halil'in Muhtasar'ına yaptığı şerhte "Zekât ve hükmü bâbı"nda Halil'in sozunu açıklarken şöyle der: Allah Resulu'nun (sav) daha fethetmeden önce beytulmakdis havalisinde bazı toprakları Temîm ed-Dârfye ikta etmesi, kendisine has özelliklerdendir. Bu husus Suyûti'nin el-Hasâisü's-suğrâ'sında da belirtilmiştir: Resulullah (sav) daha fethetme-dentoprakları i k t â ederdi,çunkuAllahbutunyeryuzunukendisinemülk olarak vermişti. Gazzâli, Resulullah'ın (sav) kendilerine i k t â olarakver-diğı topraklar konusunda Temîm ed-Dârf nin evladına musallat olan kimse­nin küfrüne fetva vermiştir.[173] Munâvi el-Hasâisu's-suğrâ'nm şerhinde, Ibnu'l-Arabi'nin el-Kânûn'da Gazzâlfden naklettiği bilgiyi ilave ederek desteklemektedir. Uchûri'nin "el-Hasâis*e baktım fakat orada bunu bula­madım" sozunun manası şudur: el-Hasâis'te Resulullah'ın (sav) Temîm'e toprakların fethi durumunda i k t â verdiği belirtilmemiştir. ÇunkuAllah ona dünya ve cenneti mülk olarak vermiştir; her ikisinde de dilediği ve uy­gun gorduğu kimseye, kendisi ve ümmetine nasip kılman herşeyi iktâda bu­lunabilir. Munâvi'ninElfîyyetü's-siyer'e yaptığı şerhte[174] Irâkfnin"bunun gibi Resulullah mevcut araziyi de ihya edebilirdi" sözünden önce şu İfade ge­çer: Allah Resulü (sav) fethinden önce araziyi i k t â ol arak verirdi. Çunku Allah ona yeryüzünü mülk vermiştir. Gazzâli, Resulullah'ın (sav) kendileri­ne verdiği i k t â hususunda Temîm ed-Dârfnin evladına tasallut eden kimsenin küfrüne fetva vererek Resulullah'ın (sav) cennette bile i k t â da bulunduğunu, dünyada evleviyetle verebileceğini söylemiştir.

Zurkâni'nin "bu husus Suyûti'nin el-Hasâisü's-suğrâ'sında da belirtilmiştir" sözünden maksat, Ümmûzecü'l-lebîb fî hasâîsi'l-habîb adlı eserdir. Zurkâni'nin ondan naklettiği bilgi de eserin üçüncü faslında zikre­dilmiştir. Uchûri, Halil'in "ve i k t â ile" sözünü açıklarken Tetâi'nin Şer-hu'I-Cellâb'da şöyle dediğini belirtir: Resulullah (sav) Bilâl b. Hâris'e Ka-beliyye'yi,[175] Temîm ed-Dârî'ye de Şam'da Aynûn köyünü fethedilmeden önce i k t â etmişti. Ebû Sa'lebe el-Huşenî'ye de fethinden Önce kendi mem­leketinden iktâda bulunmuştu.[176] Bu, Resulullah'm (sav) mucizelerin­den olup bir kitabında Gazzâli'nin de zikrettiği gibi Allah Teâla'nın kendisi­ne mülk olarak vermesi ve diğer mahlukatı içinde yalnız ona özgü kılması sebebiyle cenneti de i k t â verirken neden dünyayı veremesin?

Derim: Ulemanın Gazzâli'den naklettikleri bilgiye gelince, Ravdi Şer-hu Unmûzeci'l-lebîb'de Gazzâli'nin bunu Minhâcül-âbidîn adlı eserin­de zikrettiğini belirterek metnini verir. Başka alimlerin, bu bilgiyi Gazzâ­li'nin fetâvâsında verdiğini belirttikleri hususu daha önce zikredilmişti. Zurkâni Şerhu'l-Mevâhib'de (V, 278) Sübki'nin de Gazzâli'ninki gibi fetva verdiğini belirtir.[177] Şeyh Ali el-Uchûrî, Şerhul-Ünmûzec ve başka eser­lerde geçtiği üzere Gazzâli'nin sözlerinin anlamına şöyle işarette bulu­nur:

Ulu ve kadri Yüce Rab özgü kıldı Kâmil ve Mükemmel peygamberimize Cennetin mülkünü ve izin verdi Uygun gördüğüne iktâ etmesine,

Tenbih: XII. yüzyıl ulemasından Şeyh Mustafa Esad el-Lukâymî Fe-vâtihu'1-üns bi-rihletî li-vâdi'1-Kuds[178] adlı eserinde Resulullah'm (sav) Temîm'e verdiği mezkur i k t â ı, ki metni daha önce geçtiği gibidir, kay­dettikten sonra şöyle der: Bu iktâ Temîm'in evladı elinde bulunmaya de­vam etmekte, günümüze dek onunla geçinegelmektedirler. Onlar Halîl memleketinde ve havalisinde mukim olup kalabalık bir grupturlar, kendile­rine Dârîler denilmektedir. Bu, Allah Resulü'nün (sav) bereketi sebebiyle­dir.

Derim: Dârîlerin bu soyları Kudüs ve çevresinden hiç eksik olmadılar ve şimdiye dek ilim ve fazilet ehli olageldiler. 1324 (1906) yılındaki Şam-Hi-caz yolculuğumuzda Halîl beldesini ziyaretim sırasında onlardan Halil'in en önde gelen alimi el-Haremü'1-Halîlf nin hatibi Şeyh Abdulhay b. el-Hatîb el-Hâc Abdülfettâh et-Temîmî ed-Dârî, bu tarihe yakın bir tarihte de Halîl müftüsü ve bu asırda Filistin bölgesinin meşhur âlimlerinden biri olan Şeyh Halil ed-Dârî el-Ezherî ile görüştüm. Sonra, nesep imamlarından Endülüs'ün iftiharı İmâm İbn Hazm'ın Cemhere'sinde bu Temîm ed-Dârî'nin zürri-yeti olmadığını belirttiğini[179] gördüm. İbn Abdilber'in el-İs ti âbında da Te-mîm'in biyografisinde şu bilgi verilir: Rukiyye adındaki kızından dolayı Ebû Rukiyye künyesi ile anılır. Bu kızından başka çocuğu da olmamıştır.[180] Bu bilginin benzeri Nevevi'ninTehzîbü'1-esmâ ve'1-luğâf ında da geçer.[181] İbn Hacer'in Tehzîbü't-Tehzîb*indeki (I, 510) biyografisinde şu bilgi verilir: Yakub b. Süfyân, onun erkekçocuğu olmadı-ğını, yalnız Rukiyye adlı bir kızı bulunduğunu söyler. İbn Semi de Temîm'in Şam'da vefat ettiğini ve zürriye-ti bulunmadığını belirtir.[182] Şihâbüddin İbn Hacer el-Heytemî ve Burha-nüddineş-Şebrehîtî, Nevevi'ninel-Erbain^ne yaptıkları şerhlerde[183] Neve-vi'nin "Ebû Rukiyye Temîm ed-Dârî'den" diye verdiği onuncu hadiste şöyle derler: Rukiyye, küçültme ismi (kalıbıyla okunmakta) olup kızdır ve Te­mîm'in ondan başka çocuğu da olmamıştır. Bu bilginin benzeri Nesimü'r-riyâz'da da geçer. Hafız İbnü'l-Arabi'nin el-Kabes'te Temîm'in evladının Resulullah'm (sav) belgesini kendi lehlerine delil olarak gösterdikleri ve Temîm evladının belgeleriyle baki kaldıkları şeklindeki sözü daha önce geç­mişti. Kudüs tarihçisi Mücîrüddin el-Hanbeli"bui k t â Temîm ed-Dârî'nin zürriyeti elinde olageldi" der. Yine onun 'Valilerden biri Temîm'in evladına musallat oldu" şeklindeki sözü geçmişti. Yine onun "Al-i Temîm baki kaldı" sözümevcutolup " e v 1 â d" değil de " âl " kelimesinikullanmistir.es-Sîretü'ş-Şâmiyye'de Nebevî i k t â nın metninden "Bu, Allah Resulü Mu-hammed'in Temîm ve kardeşlerine vermiş olduğu son şeydir" ifadesi nakle­dilir. İbn Asâkir'in Târîh'inin ihtisarındaki bir rivayette ise Nebevî i k t â-nın metninde "Temîm'e ve ondan sonra gelen soyuna (akabine)" ifadesi ge­çer. Nitekim Hafız İbn Hacer'den de "Temîm'in zürriyetinin elinde" ifadesi nakledilmişti. Suyûti'nin sözü de "Temîm'in evlâdı" şeklindedir. Ancak şu da var ki bu ifadelerle kızının evladını kasdetmiş olabilirler. Allah en doğru­sunu bilir.

Tenbih: Uyûnu't-tevârîh'te "Ali b. Bû Tâlib yazdı" şeklinde geçen ifa­deyi aynı şekilde Simtü'l-leâl'de müellifin el yazısıyla gördüm. İbn Fadlul-lah el-Ömerî de el-Mesâlik ve'1-memâlik adlı eserinden naklen verilen "Atîk b. Ebî Kuhâfe şahid oldu ve Ali b. Bû Tâlib yazdı" ifadesinde geçtiği üzere bunun aynısını bizzat görmüştür. İbn Sultân Şerhu'ş-Şifâ'da "Resulullah'ın (sav) fesahati" bahsi ıxie şu bilgiyi verir: Ebû Zeyd en-Nevâdir'in-de[184] Asmai'den,odaYahyab.Ömer'den şunu nakleder:Kureyşliler " e b"  (baba) kelimesini künye içinde değiştirmezler; cer, nasbve refhalle-rinin hepsinde "merfu" yaparlardı.[185] Yani Ali b. Ebû Tâlib denildiği gi­bi. Leheb süresindeki âyet " t e b b e t yedâ Ebû Leheb" şeklin­de de okunmuştur. Cemalüddin Ahmed b. Ali b. Hüseyin b. Mühennâ b. Ut-be ed-Dâvûdî Umdetü't-tâlib fi ensâbi Ebî Tâlib adlı kitabında, bizzat kendisi ve başkalarının Ali b. Ebî Tâlib tarafından yazılmış ve babasının adını Ali b. Ebîtâlib şeklinde kaydettiği birçok mushaf gördüklerini belir­tir.[186] Yine o el-Mezâr'da[187] efendimiz Ali tarafından yazılmış bir ciltlik bir mushaf gördüğünü ve nihayetinde Kur'an yazısının bitiminden sonra "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bunu Ali b. Ebîtâlib yazdı" ibare­sini gördüğünü zikreder. Allah en doğrusunu bilir.[188]

 

Allah Resulttnün Ehl-i Küfre Yazdığı Mektuplardan Tarihin Aslını Bize Ulaştırdığı En Son Mektup Ve Onların Bunu Muhafaza Etmeleri

 

Resulullah'ın (sav) mektuplarından tarihin bizzat kendisini bizekadaı koruduğu en son mektup, Herakliyus'a gönderilen ve metni daha önce anıl mış bulunan mektuptur. Bu mektubun kendi zamanına dek varlık ve mev cudiyeti üzerine konuştuğunu gördüğüm ilk kimse Hafız Süheyli olup er Ravdü'l-ünüfte (II, 321) şöyle der: Rivayet edildiğine göre Herakliyus H2 Peyganıber'in (sav) kendisine gönderdiği mektubu, ona duyduğu saygıda: dolayı altından yapılmış bir borunun içine koymuştu. Onlar mektubu e: yüksek dolapta ve en yüce mekanda muhafazayla büyükten büyüğe tevarü edegeldiler, ta ki Tuleytula (Toledo) ve Endülüs'ten diğer bazı yerleri ele gt çirip hakimiyetine alan Alfonso'ya ulaştı. Sonra da onun Suleytin diye bil nen kızının oğluna geçti. Arkadaşlarımızdan birisi Suleytin'ten mektub görmeyi isteyen Abdülmelikb. Said adlı müslüman ordu kumandanları dan birinin kendisine şöyle dediğini bana anlattı: Mektubu bana getird onu okumaya çalıştım ve öpmek istedim, onu koruma maksadıyla ve bende esirgeyerek elimden aldı ve beni öpmekten menetti.[189] Süheyli 581 118 yılında Merakeş'te vefat etmiştir. Onun bu sözlerini Kirmâni el-Kev; kibü'd-derârî'de, Hafız İbn HacerFethu*l-Bârî'de, Burhanüddin el-H lebî Nüru'n-nibrâs'ta, İbn Gazi Sahih-i Buhari haşiyesinde, Şeyh Et Zeyd el-Fâsî Teşnîfü'l-mesâmi'de, Allâme Kuveysim et-Tûnisî Simtü Leâl'de ve başkaları özetle zikrederler. Suheyli'nin "Abdulmelik b. Said" sozu er-Ravdü'1-ünüfun matbu nüshasında da bu şekilde geçtiği gibi Simtü'l-leâTde Şeyh Kuveysim'in elyazısıyla aynı şekilde geçmektedir. Fethü'l-Bârî'de ise[190] Suheyli'den naklen "Abdulmelik b. Sa'd" şeklinde kaydedilir. Ibn Hacer, Suheyli'nin sozunu "Suheyli'nin andığının butunu şudur ki ona Herakliyus'un mektubu... koyduğu... haberi ulaştı" şeklinde açar ve onun sözlerinin hemen ardından şöyle der: Birçoklarının bize haber verdiğine göre Kadı Nuruddin Ibnu's-Sâiğ ed-Dimaşkî, Seyfuddin Kılıç el-Mansur'un kendisine şöyle dediğini anlattı: Melik el-Mansur Kalavun beni bir hediye ile Mağrib hükümdarına, o da beni aracı olarak Frank kralına gönderdi. O aracılığımı kabul ederek yanında kalmam teklifinde bulundu. Ben kabul etmeyince bana "sana değerli bir hediye ithaf edeceğim" dedi ve altın kaplama bir sanduka, ondan altından bir kalem kutusu ve ondan da bir mektup çıkardı ki harflerinin çoğunu gordum. Üzerine ipekten bir bez parçası yapışmıştı. Kral şöyle dedi: "Bu, sizin peygamberinizin atam Kay-ser'e gönderdiği mektup olup onu şimdiye dek birbirimizden tevarüs edegel-dik. Babalarımız, bu mektup bizim yanımızda olduğu surece saltanatın biz­de olacağını tavsiye ettiler. Biz de onu son derece özenle koruyor, ona saygı gösteriyor ve hükümranlığın bizde devam etmesi için hristiyanl ardan saklı­yoruz." Said b. Ebî Râşid'in rivayet ettiği şu hadiste geçen bilgi de bunu teyid etmektedir: "Nebî (sav) Herakliyus'un elçisi Tenûhı'ye islâm'ı teklif etti, o kabul etmedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) şöyle buyurdu: Ey Tenuh-lann kardeşi, sızın kralınıza bir sahıfe yazdım, onu al. Yaşamada hayır kaldıkça insanlar onda bir kuvvet bulmaya devam edeceklerdir."[191] Bunun gibiEbûUbeyddeKitabü'l-Emvâl'de[192] Umeyrb. Ishak'ın " m u r s e 1 Te­rinden şu tahrici yapar: "Resulullah (sav) Kayser ve Kısra'ya mektup yazdı. Kısra mektubu okuyunca yırttı Kayser ise mektubu okuyunca durup kaldır­dı. Bunun üzerine Resulullah (sav) şöyle buyurdu: Şunlara gelince, onlar parçalanacaklardır. Berikilerin ise ardı arkası olacaktır". Allah Resulu'-nun (sav), Kisra'nın cevabı kendisine geldiğinde"A/£a/ı onun mulkunu (sal­tanatını) paramparça etsin",   Herakliyus'un cevabı geldiğinde ise "Allah onun mulkunu sabit kılsın" buyurması da bu rivayeti teyid eder. Allah en doğrusunu bilir.[193] Ibn Hacer 852 (1448) yılında vefat etmiştir. Ibn Hacer'in bu sözlerini özetle Zerrûk Sahih-i Buhari^e yaptığı haşiyede, Kastallâni el-Mevâhibü'1-ledüniyye'de, Halebi Siretânde[194] Şeyh Kuveysim Sim-tül-leâFde ve diğerleri zikretmektedirler. Zurkâni Şerhu'l-Mevâhib'de buna şu ilavede bulunur: insanların küfürde bile birbirinden farklı ve ayrı özde olduklarına bakınız![195]

606 (1209) yılında meydana gelen Ikâb savaşından sozedılırken Mağ-rıb tarihi kitapları ve Ibn Ebî Zer'ın Ravdu'l-kirtâs'ından (s 168) nakledi­lir ki Melik en-Nâsır-Lıdınıllâh Muhammed b Yakub el-Mansur el-Muvah-hidî gaza maksadıyla Endülüs'e çıktığında Alfonso[196] onun maksadını haber aldı, kendisim karşılamak için izin almak üzere elçisini gönderdi ve yakın maiyeti, hanımı, hizmetçileri ve sunacağı hedıyelerıyle Nasır'ı karşıladı Resulullah'm (sav) Bizans kralı Heraklıyus'u gönderdiği mektubu, onunla kendisine şefaatte bulunması için Nasır'a takdim etti Bunu yapmasının bir sebebi de hükümdarlığın kendisine büyükten buyuğe miras olarak geçtiğini ve bu mektubun onların yanında, hakkını ıclâl ve saygı ifadesi olarak miskle dolu altın bir sandıkta yeşil bir kumaş içinde koku sürülerek muhafaza edi­lip tevarüs olunduğunu bildirmekti.[197] Bu bilginin aynısıel-İstiksâ'da da (I, 192) geçer Fakat orada "dendi" ifadesiyle verilir ki ona bakınız.[198] Sozu edi­len hükümdar Nâsır'ın vefatı 610 (1213) yılında ıdı Ârıfel-Fâsî'nın Sahîh-i Bahariye yaptığı haşiyede "Kıtabu'l-Cıhâd"da Kayser'e gönderilen bu mektupla ilgili olarak Ibn Merzuk'tan şu bilgi nakledilir Bazı tarihçilerin kaydettiklerine göre bu yüce mektup hnstıyan krallar nezdmde saygı göre­rek tevarüs edılegeldı Endülüs'ün musluman hükümdarlarından bin onla­ra galebe çaldığında, mezkur mektupla onun himayesini isterler ve kendile­rine tekrar iade edeceğine dair ahıd almadıkça da onu mektuba muttali et­mezlerdi Müslümanlar o mektubu gördüler, ilgili âyet (Âl-ı Imrân 3/64), Buharı'nın rivayetinde olduğu gibi mektupta " v â v" harfiyle (veyâ ehlu'l-kıtâb) geçiyordu Endülüs fakıhlerı mektubun onlara iadesi konusunda goruş ayrılığına düştüler, Resulullah'm (sav) mektubu onlara vermesi sebe­biyle düşmana iade mı edilecekti, yoksa bunun zaruret dolayısıyla olduğu, şimdi bu zaruretin ortadan kalktığı ve onların da şer'an necıs sayılmaları sebebiyle iade edilmeyecek mıydı1? Sonunda mektubun iadesine hükmedil­di Çunku mektubu onlara vermemenin mesnedi onu tahkir etme ihtimaliy­di, bu hususta ise emin olunmuştur ve mektubun ilgili olduğu konu da de­vam etmektedir Evet, mektupta Buharı rivayeti ve âyette " v â v " bulun­duğunun doğruluğuna şahit vardır Ârıf el-Fâsî sonra Fethul-Bârî'den da­ha önce verilen sözleri özetle nakletti Ebû Zeyd el-Fâsî'nın bu konu üzerine babasından kaydettiği haşiyelerde şu bilgi vardır Ibn Merzuk şöyle der Ya­kub el-Mansur zamanında bu mektubun (sıhhati hakkında) vakıf olunan şahidi, onun hadiste geçtiği gibi "vâv" harfi ile olduğudur Müslümanlar o sırada mektubun Rumlara (Bızanslara) geri verilip verilmemesi hususun­da ihtilaf ettiler, sonra iade edilmesi konusunda goruş birliğine vardılar Çunku mektup onların nıulkuıdı ve onu " e m â n "la getirmişlerdi Üstelik müslümanlar mektubu onların yanında son derece saygı gösterilir halde buldular.

İbn Merzuk'un "Yakub el-Mansur zamanında" sözüne dikkat atfetme-lidir. Çünkü bilinen husus, olayın onun babası Nasır zamanında geçtiğidir. Fâsî, mektubun onlara iadesini gerektiren başka sebepler de zikreder. 1142 (1729) yılında Medine'de vefat eden ve orada medfun bulunan muhaddis İmam Ebü'l-Hasan Ali el-Hureyşî el-Fâsî,[199] eş-Şifâ'ya yaptığı şerhte şöyle der: Önde gelen alimlerin sonuncusu Şeyh Ebü'l-Mekârim Abdülkâdir'in bi­ze anlattığına göre Rumlar mektubu Mağrib hükümdarlarından bîrine gön­derdiler, o da şerefli mektuba elkoymak konusunda zamanının alimlerine danıştı. Kimi elkoynıasmdan, kimi de iadesinden yana oldu. Sonra da Resu-lullah'ın (sav) mektubu onlara temliki ve mektuba gösterdikleri saygı do­layısıyla, kendilerine iadesi hususunda görüş birliğine vardılar.

Derim :NefhuJt-tîb'de (II, 581) geçen şu bilgi de o devirde İspanya kral­ları veya onlardan bazılarının soyca Herakliyus'a dayandıklarını gösterir: Endülüs'te hafızların sonuncusu olan İbn Hubeyş[200] şöyle dedi: el-Meriyye (Almeria) kalesi istila edildiğinde orada bulunuyordum. Alfonso'nun kızı­nın oğlu olan Rûm lideri Suleytin'e vararak ona şöyle dedim: Senin soy zinci­rini Herakliyus'a kadar ezbere biliyorum. Bana "söyle" dedi, ben de ona ne­sebini zikrettim. Bunun üzerine bana "sen, ailen ve seninle birlikte olanlar karşılıksız hür olarak çıkın" dedi. İbn Hubeyş, İbn Dihye, İbn Havtullah ve Ebu'r-Rebî el-Kelâî'nin hocasıdır. Allah onlara rahmet etsin.[201] Derim: Nef-hu't-tîb'de de geçtiği üzere İspanyolların el-Meriyye'yi istila etmeleri 542 (1147) yılındaydı. Bu İbn Hubeyş arif ve hafız İmâm Ebü'l-Kasım Abdur-rahman b. Muhammed b. Hubeyş el-Merîsî sonra el-Mürsî olup Mürsiye'nin (Murcia) kadısı idi. İbnü'I-Ebbâr Tekmiletü's-Sıla'da[202] onun biyografisini vererek "O, Mağrib'te muhaddislerin sonuncusuydu. Mağrib ricalini, onla­rın haberleri, doğum ve ölümlerini bilme konusunda kimse onunla yarışa-mazdı" der ve vefat tarihini 584 (1188) olarak zikreder (III, 573). İbn Fadlul-lah el-Ömerî diye tanınan İmâm Kadı Şihabüddin Ahmed b. Yahya (ö. 747/1346) et-Ta'rîf bi-mustalahi'ş-şerîf (s. 62) adlı eserinde şöyle der: Al­fonso'nun elçisi, Salahuddin et-Tercümânu'n-Nâsırî adında doğru ve güve­nilir bir tercümanın aracılığıyla, Alfonso'nun, kendisinden Şam'ın alındığı Herakliyus'un çocuklarından olduğunu, Herakliyus'a gönderilen Nebevi yüce mektubun tevarüs yoluyla onlarda bulunduğu, atlas ve dîbâca sarılı olarak korunup muhafaza edildiği, kıymetli eşya ve mücevherlerden daha iyi saklandığını, şimdiye dek yanlarında olup çıkarılmadığı ve çıkarılması­na müsamaha edilmediği, ona iclâl nazarıyla bakıldığı, büyükten büyüğe ve seleften halefe tevarüs ettikleri bir vasiyetle ona son derece saygı gösterdik­lerini bana anlattı.[203] Kalkaşandi Subhu'l-a'şâ'da (VIII, 34),et-Ta'rîftege-çen bu sözleri özetle verir ki ona mutlaka bakınız.[204]

XI. yüzyılın büyük alimlerinden biri olan Mısır'ın kadı ve allânıesi Şihâbüddin el-Hafâcî eş-Şifâ'ya yaptığı şerhte (birinci baskı, III, 174), mez­kur mektubun kendi zamanına dek mevcut olduğunu kesin bir ifadeyle be­lirtir ki onun vefatı 1069 (1659) yılındadır, işte onun sözleri: Zikrettiklerine göre Resulullah'ın (sav) mektubu şimdiye kadar onların krallarının yanı­nda idi; ona saygı gösteriyorlar ve altın bir kutuda yanlarında muhafaza ediyorlardı. Krallar birbirlerine onu korumayı, bu mektup yanlarında ol­dukça hükümranlıklarının da devam edeceğini vasıyyet ettiler. Hatta hanefî alim İbnü's-Sâiğ Sultan Kalavun tarafından önemli bir iş için Mağrib'te hristiyan kralına gönderildiğinde mektubu çıkararak ona göstermiş ve şöy­le demişlerdi: "Bu sizin peygamberinizin bizim atamıza gönderdiği mektup­tur, onu muhafaza ediyor ve kendisiyle teberrükte bulunuyoruz". Mektup Tuleytula hükümdarının yanındaydı, şimdiye dek onların yanında kalma­ya devam ediyor. Fakat Allah dilediğini hidayete erdirir.[205] Kendi ifadesiyle Hafâci'nin sözleri budur. Ebü'l-Hasan el-Hureyşî de eş-Şifâ şerhinde şöyle der: "Resulullah'ın (sav) mektubu Kayser'e geldiğinde onu öpmüş ve tazim­de bulunmuştu. Mektup şimdiye dek onların yanında altın bir kutuda mu­hafaza edilmektedir; kralları onu birbirlerine vasiyet ediyorlardı. Mektubu hanefi alim İbnü's-Sâiğ için çıkarmışlardı. Tuleytula kralının yanında idi, şimdi de onların yanlarında bulunmaktadır. Mektubu ulemadan birçoğuna göstermişlerdi." Hureyşi'mn sözü.

Mezkur mektubun İspanyollar'ın yanında bulunduğunu ve onların krallarının Herakliyus'un soyundan olduklarını kesin bir biçimde ifade edenlerden biri de geçen asır Orta Mağrib'in ünlü alimlerinden büyük tarih­çi Şeyh Ebû Râs b. Ahmed b. Nasır er-Râşidî el-Muaskerî'dir. Muasker de 1238 (1823) yılında vefat etmiş olup orada kabrini gördüm. el-Haberü'l mu'rib ani'1-emri'l-muğribil-hâl bi'1-Endelüs ve suğûri'l-Mağrîb[206] adlı eserinde şöyle der: İspanyollar Rûm'dandırlar (Bizanslı). Rumlar de Beni'l-Esfer'dendirler (Yunanlar). Çünkü Herakliyus da onlardandır. Resu-lullah (sav), Dıhye (ra) ile ona gönderdiği mektupta "Rûm'un büyüğü Herak liyus'a" diye hitapta bulunmuştu. Nitekim Kureyşliler de, Herakliyus'ui Resulullah (sav) hakkında söylediklerini duyduklarında "Beni'l-Esfer kral ondan korkuyor" demişlerdi. Bu İspanyollar'ın onlardan olduklarına dai: delile gelince, Hafâci Şerhu'ş-Şifâ'da şöyle der: "Resulullah'ın (sav) Herak-liyus'a gönderdiği mektup şimdi onların önemli şehirlerinden biri olan Tu-leytula kralının yanındadır." Hafız Ibn Hubeyş de Alfonso'nun kızkar-deşımin oğlu azgın Suheytîn'e "Senin nesebini Herakliyus'a kadar ezbere biliyorum" demişti. Şeyh Ebû Râs'ın sözleri burada sona erdi. Ebû Râs bun­dan sonra Tuleytula'dan bahsederken de şöyle der: Tuhaftır ki Hz. Peygam-ber'in (sav) Herakliyus'a gönderdiği mektup onun kralının yanındadır. Ha­nefi alim Ibnu's-Sâiğ Sultan Kalavun tarafından gönderildiğinde onu görmüştü. Suheylı'nin daha önce geçen sözlerine işaretle "bu kıssa meşhur­dur" diyen Ebû Râs sonra da şöyle der: Alfonso (Edfûneş; şin harfi ile yazılır, sin ile de olur), Herakliyus'un oğlu Kostantin'in soyundan Herrândî b. Farâ-nid'in (Hernandez, Fernando?) oğludur. Ebû Râs bir başka yerde de şöyle der- ispanyollar Rûm'dan bir fırka olup kadim şehirleri ve saltanatlarının merkezi olan ispanya'ya nisbetle bu adı almışlardır. Hafâci'nin "Hz. Pey-gamber'in (sav) islâm'a davet için Rûm'un buyuğu Herakliyus'a yazdığı mektup Tuleytul a kralının yanında olup onu Ibnu's-Sâiğ'e göstermişti" söz­lerinin de gösterdiği gibi ispanyollar Franklardan değildirler. Bizden Tu-leytula'yı alanların ispanyollar olduğu da bilinmektedir.

Subhu'l-a'şâ'da (V, 484) şu bilgi verilir: Saltanat merkezleri Endülüs'­te Tuleytula ve Barşeluna (Barselona) olan Franklardan Celâlika (Galicia) krallarının her birine "Edfuneş" denir ki bu lakap şu zamanımıza kadar on­ların kralları için kullamlagelmiştir. Bu lakap halk dilinde "Elfunş" (Alfon­so) şeklinde geçmektedir.[207]

Derim: Müslümanların Endülüs'ü terketmelerinden beri sözkonusu mektupla ilgili haberler kesilmiş durumdadır. Tarihçilerden, katipler ve el­çilerden mektubu ne vasfeden ne zikreden birisini gorduk Bu yıl (Rebiulev-vel 1341 yılı başlarında: Ekim 1922) Tetvân'a yaptığım yolculukta ispan­ya'nın bölgedeki umumi komiseri ve ispanya'nın sozu edilen alimleri ve tanınmış komutanlarından biri olan General Burkoti (?) İle görüştüm. Ken­disine bu mektubu sordum, onun yanında mektuptan ne bir iz bulabildim ne de ondan iyi kotu bir haber verdi. Sanıyorum ki rahiplerin satvetinin şiddet­lendiği günlerde ispanyol taassubu oradaki diğer Arap eserlerini yokettiği gibi mektubu da yoketmiştir. Allah mahlukatına dilediğini yapar. Milletle­rin nesepleri konusunda yazanlann birçoğu, ispanyolların Franklardan başka olduklarını, Fransızlar ve krallarının nesep bakımından ispanyollar ve kralları ile birleşme diklerim belirtirler. Sonra Ferid Vecdi'ninDâiretü'l-meârîFinde Franklar'ın Avrupa'da Kuzey Denizi tarafında meskun Cer­men kabileleri oldukları; şimdiki Fransız, isviçre, Belçika ve Almanya'nın bir bolumunu oluşturdukları, bu ismin bugün muslumanlarca Avrupalılar için kullanılan özel bir isim olduğu ve bunun Araplar tarafından ispanyol hırıstiyanları hakkında kullanışından onlara da sirayet ettiğinin zikredildiğini gördüm.[208] Ferid Vecdi'den başka, Ahmed Şefik Beg el-Mısrî'nin er-Rıkk fî'1-İslâm adlı eserine talikte bulunan Ahmed Zeki el-Mısrî de şöyle der: Franklar Cermen aileleri cümlesinden olup aşağı Ren nehri boylarında meskundurlar. Fransızlar onlardan türemişlerdir (s. 31). Fas'ta bugün ha­kim bulunan ailenin atası Sultan Ebü'1-Fidâ el-Mevlâ İsmail b. Şerif el-Alevî'nin Fransız krallarından birine hitabında vaki husus da bunu göster­mektedir. İslâm tarihi üzerine meşhur eser ve araştırmaları bulunan ünlü Fransız tarihçi Le Colonel Henry de Castries bana Sultan İsmail'in Fransız kralı XIV. Louis'e gönderdiği 1093 (1682) tarihli mektubun bir fotoğraf nüshasını verdi. Mektupta Louis'e şöyle diyordu: "Sen, ceddimiz ve efendi­mizin kendisine mektup yazdığı Rûm'un büyüğünün soyundansın, biz an­cak seninle konuşmağa razı oluruz.."[209] Fas kadılarından tehevvüre kapılan biri bunun kesin olduğunu ve Herakliyus'a gönderilen mektubun şimdiye dek Fransa'nın elinde bulunduğunu ileri sürdü. Bunu, 1332 (1914) yılında Fas'ı ziyaret eden ve daha sonraları Fransa Cumhuriyeti başkanı olacak Fransa Temsilciler Meclisi başkanı Paul Deschanel ile konuşması sırasında söyledi. Gerek Fransız gerek diğerlerinden duyan herkes bunu garipsedi. Zavallı kadı o sırada Sultan İsmail'in mektubundan da haberdar değildi. Bunun manasından anlaşılan şudur ki Fas halkı o sırada Acem (Yabancı, Arap olmayan) krallarının isimlerinden Herakliyus'tan daha meşhurunu bilmedikleri, Acem dili ve milletlerinin tarihinden uzak bulundukları için bu Acem milletinden gördükleri herkesi bir tarafta nesep, diğer taraftan din yönünden Herakliyus'a nisbet ediyorlardı.[210] Sultan İsmail'in sözü geçen mektubundaki hareket noktası ile Hâfız'ın (İbn Hacer), İbnü's-Sâiğ'in He­rakliyus'a gönderilen Nebevi mektubu yanında gördüğü kralı Farnklar'dar saymasının sebebi de bu olsa gerek. Allah en doğrusunu bilir. Sözü geçen Co lonel, el-Mevlâ İsmail'in kendi kralları Louis'e gönderdiği birçok mektubı gördüğünü, ona bazan daha önce geçtiği şekilde hitap ettiğini bazan da He rakliyus'a gönderilen mektubu sorduğunu[211] haber verdi ve Herakliyus ili mezkur Louis arasında hiçbir münasebet bulunmadığı ve bunun onlardai kimsenin aklına gelmediğini son derece tekitle bana ifade etti. Sonra allâmı Ebül-Abbas b. Hâc el-Fâsî'nin Aleviyye devleti tarihine dair ed-Dürrü*l mımtahabü'l-müstahsan[212] adlı kitabının yedinci cildinde 1114 (1702) yilı olaylarında, Sultan İsmail'in kendi zamanında Fransa'ya hükmeden Louis'e gönderdiği mektubu naklettiğini gördüm. Mektupta Herakliyus'un sözü edildiğinde şöyle diyordu: "Eğer sen Herakliyus'un soyundan olsaydın müslüman olurdun, İslâm senin için daha hayırlıdır. Sen her halükârda onun soyundan değilsin; Afrika'da Abdullah b. Zübeyr'in öldürdüğü Gre-gor'un[213] soyundansm. Bugünkü Tunus olan Kartaca'yı o zamandan itiba­ren ataların terkettiler..." Adı geçen eserde yedi sayfa tutan mektubundan sözleri. Böylece toz ortadan kalktı, hasım gerçeği ikrar etti ve münakaşa so­na ermiş oldu. Sonra tarihçi Mahmud Fehmi el-Mısrf nin el-Bahru'z-zahir fî târihi'1-âlem ve ahbâri'l-evâil ve'1-evâhir[214] adlı tarihinde Herakliyus ailesinin yüz yıl saltanat sürdükten sonra miladi 711 yılında son bulduğunu belirttiğini gördüm (II, 366). Bundan maksadının saltanatın ellerinden git­mesi mi yoksa ailenin kökten inkırazı mı olduğu hususunu düşünmelidir. Allah en doğrusunu bilir.[215]

 

Tenbîhler

 

1.

Şeyh Ebû Râs, daha önce geçen malumatın ardından şöyle der: "el-İlâm müellifinin de belirttiği gibi Resulullah'ın (sav) mektuplarının Ha­beşistan kralları katındaki durumu da böyle olup ona tazimde bulunuyor­lardı". Bu mektupla ilgili olarak, bu anılan bilgi ile "Ülkesinde bulunan müslüman bir kadını devlet başkanıyla evlendirmesi için yabancı hüküm­dara elçi gönderilmesi bâbı"nda[216] İbn Cemâa'dan naklen verdiğim bilgiden başka elimde malumat yoktur.[217] İbn Cemâa şöyle der: Necâşi, Hz. Peygam-ber'in (sav) mektubunu muhafaza etti ve "bu mektup yanlarında bulunduk­ça Habeşliler hayır içinde olacaklardır" dedi. İbn Sa'd'ın Taba-kât*ında (I, 16) da şu bilgi verilir: Necâşi Allah Resulü'nün (sav) mektuplarını (iki mek­tup) okuduktan sonra fıldişinden yapılmış bir kap istedi ve Resulullah'ın (sav) mektuplarını onun içine koyarak şöyle dedi: "Bu iki mektup yanları­nda bulundukça Habeşliler hayır içinde olacaklardır."[218] Sadık Paşa el-Müeyyed el-Azm'ın Osmanlı Devleti adına yaptığı Habeşistan sefirliğini ka­leme aldığı Rihletül-Habeşe[219] adlı eserine muttali oldum. Konuyla ilgili olarak  orada anlattığı  bütün  malumat  şudur:   Sadık  Paşa,  oradaki muslumanl ardan Habeşî bir alime Nebî (sav) zamanında musluman olan Habeşistan kralı Ashame'yi ve onunla Nebî (sav) arasındaki mektuplaşma­ları sormuş, o daşoyle cevap vermiştir. Ashame Arapça'da "atıyye" ma­nasına gelir. Sozu edilen Necâşi Tİgre eyaletine bağlı Menkılu'l-alâme deni­len yerde medfun olup efendimiz Cafer b. Ebî Tâlib kendisiyle orada karşı­laşmıştır. Bu yer Agame'ye yakın olup orada her yıl buyuk bir panayır ku­rulmakta ve Necâşi'nin kabrini ziyaret için oraya binlerce musluman ve hırıstiyan gelmektedir (s. 193). Eğer Habeşlilerin elinde üzerinde durduğu­muz konuyla ilgi bir bilgi olsaydı herhalde öncelikle anılıp yazılması gere­kirdi.

2.

Tunus gazete ve dergileri Resulullah'ın (sav) Mısır kralı Mukavkıs'a gönderdiği mektubun istanbul'da müzede bulunan asıl nüshasından fotoğ­rafla alındığını söyledikleri bir mektup yayınladılar. Ben daha önce 1323 (1905) yılında Mısır yolculuğumdaonun bir nüshasını elde etmiştim ve belki de onu Fas'a ilk getiren benim. Ancak suvar ki ne o zaman ne şimdi o mektu­bun mevsukiyeti ile ilgili kesin bir kanaat taşıyor değilim. Çunku mektubun aslıyla ilgili olarak zikredilen olanca bilgi, onun Mısır'daki manastırların birinde bulunduğu ve alınarak istanbul'daki Emânat-ı Mukaddese Daire­si'ne konulduğudur.[220] O sıralarda Hilâl dergisinde bunun gerçek olmadığı­na ve bu konuda tevakkufta bulunmak gerektiğine işaret edildiğini gordum. Kesin bir mesned olmadıkça herhangi bir şeyin Resulullah'a (sav) kesin bir biçimde izafe edilmesinin caiz olmadığında hiçbir musluman şüphe etmez. Aksi halde "ispat edici delil olmayınca, iş geveni soymak olur "[221] Bazı kim­selerin Şam'da aslı eski Şam muftusu Şeyh el-Murâdî'nın imaretine ait olup el-Kuwetlî[222] evladına intikal eden bir evde Nebevî mühürle mühürlenmiş ve ashaptan birinin yazısıyla bir Arap kralına hitaben yazılmış Nebevî bir mektup bulunduğu yolundaki konuşmaları da bu kabildendir. Şemsuddin Muhammed b. Abdulcevad el-Kâyâtî el-MısrîRavdatü'1-bişâm fi'r-rihle ilâ bilâdi'ş-Şâm[223] adlı seyahatnamesinde (s. 130) ondan şu sözleriyle bah­seder: "Bizi zamanın en ilginç ve yüzyılın en güzel şeylerinden birine mutta­li ettiler. O da Hazret-i Seyyidi'l-Enbıyâ'mn Arap krallarından birine bir sa-habinin yazısıyla gönderdiği ve sonunda "Muhammedun Resulullak" mührünün bulunduğu bir mektuptu. Ancak şu var ki asırların geçmesi, zamanın tekerrürü sebebiyle bu satırların yazıları çok dikkatle bakılmadıkça görünemeyecek durumdaydı. Bu yüzden, okuyucunun onun kadim Kûfî harfleri ve yazısını farkedebilmesini kolaylaştırmak için bu yüzyılda kul­lanılan açık Arapça yazıyla bir suretini yazdılar. Sonuç olarak o, izzet ve ifti­hara vesile olacak en güzel eserlerden biridir". 1324 (1906) yılında Şam'ı zi­yaret ettiğimde Şam'ın ileri gelenlerinden bu mektubu sordum. Hepsi de nisbetvesened bakımından bu hususu ciddiye almadılar; mektubun sıhhati ve bu hususta ellerinde bir delilin mevcut olmaması sebebiyle o ailenin mek­tubu elde etmeleri konusunda mevsukiyet bulunmadığım kesin olarak ifade ettiler.

Derim: Bu çağdan yüzyıllarca önce Şam'ın hafızı Burhanuddin el-Ha-lebî Nûru'n-nibrâs'ta, Şam'da bulunanan Nebevi asardan bahsederken şöyle der: "Allah Resulü'nun (sav) âsâr-ı şerifinden şimdi mevcut olan şey bildiğimiz kadarıyla Şam'da iki nal i n dir ki her biri bir yerde olup nerede bulundukları bilinmemektedir". Fethu'l-Müteâl'de Makkari, Şerhu'l-Mevâhib'de Zurkâni gibi tanınmış alimlerle başkaları da bunu nakledip tasdik ettiler. Ebü'l-Kasım ez-Zeyyâni'ninet-Tercümânetü'l-kübrâ[224] ad­lı seyahatnamesinde Şam ve eserlerinden bahsederken şöyle demesi entere­sandır: "Resulullah'ın (sav) giydiği na'lin-i şerifin bulunduğuDâ-rülhadis'e gittim, onu ziyaret edip öptüm ve kendisiyle teberrukte bulun­dum." Bu oldukça tuhaftır. Çünkü Makkari nalinlerle ilgili olarak gösterdi­ği itinaya ve Fethu'l-Müteâl'de bu konuyu ele almasına rağmen ne o ne başka tarihçi ve seyyahlar ne Şam'daki bu mektubu ne de sözü edilen n a -1 i ni zikretmem işlerdir. Muhtemelen Zeyyâni " n a 1 i n lerin bulunduğu yeri ziyaret ettim" demeyi murad etmişken sürçü kalemle " n a 1 i n leri" demiş olmalıdır. Allah en doğrusunu bilir.[225]

 

Allah Resulü'nün Ahkama Dair Mektuplarından Tarihin Metnini Bize Ulaştırdığı En Uzun Ve Kapsamlı Mektup

 

Tarihin metnini muhafaza ettiği en uzun ve kapsamlı mektup Resulul­lah'ın (sav) Amr. b. Hazm'a gönderdiği mektuptur. Bu, zekât, diyetler, ah­kam, kebâir, talak, i t â k (köle azadı), bir elbisede namaz kılma ve i h -t i b â yapmanın (dizlerini göğsüne doğru yaklaştırmış şekilde oturma) hü­kümleri, Kur'an'a dokunma ve başka konulara dair hükümlerle ilgili fıkhı esasların zikredildiği yüce bir mektuptur. Nevevi et-Tehzîb'de mezkur Amr'ın biyografisini verirken şöyle der: Nebî (sav) onu Yemen'de Necrân'a vali tayin etti. O sırada onyedi yaşındaydı. Kendisiyle birlikte farzlar, sün­netler, vergiler (sadakat), yaralamalar ve diyetlere dair hükümlerin bulun­duğu bir mektup gönderdi. Bu mektubu, Sünen kitaplarında anılanmeşhur bir mektuptur. Onu Ebû Davud, Nesâi ve başkaları parça parça rivayet et­mişlerdir. En bütünü ise Nesâi'nin " D i y â t”[226] kitabında verdiği rivayet olup, onlardan hiçbirisi mektubu bir yerde tam olarak vermiş değillerdir.[227] Hafız İbn Kesîr Irşâd'mda mektubun rivayet yollarını zikreder ve bazı yol­larındaki ihtilafı belirttikten sonra şöyle der: Her ne olursa olsun, bu mek­tup eskiden de şimdi de islâm'ın imamları tarafından bilinmekte olup ilgili olduğu konularda ona başvurmakta, ona dayanmaktadırlar. Nitekim Ya-kub b. Süfyân bütün mektuplar arasında Amr b. Hazm'ın mektubundan da­ha sahihini bilmiyorum der. Sahabe ve tabiîn alimleri o mektubu esas alıp kendi görüşlerini terkederlerdi. Hz. Ömer'in (ra) kendi görüşünü bırakıp onu esas aldığı hususu gerçektir. İbn Kesir, İmam Şâfîi ve tabiinin onu İb-nül-Müseyyeb'e varan sahih bir isnadla rivayet ettiklerini söyler. İbn İbra­him el-Vezîr er-Ravdül-bâsim fi'z-zabb an sünneti Ebi'l-Kasım'da[228] İbn Kesîr'in sözünün ardından şöyle der: "İki hafız Yakub b. Süfyân ile İbn Kesîr'in sözlerinden, ilkkuşağın (sadr-ı evvel) Amrb. Hazm'ın hadisinin ka­bulü hususunda icmalan olduğu iddiası anlaşılmakta olup bu da " v i c â -d e”[229] ile amel etmenin cevazına dair icma bulunduğu sonucuna götürür". Kastallâniel-Mevâhibü'l-ledüniyye*de şöyle der: Bütün fukaha bu mek­tuptaki diyet miktarını esas alıp delil kabul etmişlerdir. Nesâi bunu "muttasıl" senedle rivayet eder. Ebû Hatim Sahîh'te ve başkaları da muttasıl olarak rivayet ederler. Muvatta'da da ayrı ayrı yerlerde, "Kitâ-bü'l-ukûl" ve "Kitâbü's-salât"te[230] zikredilir. Bâci bu mektubun, ilmin ya­zılması ve kitaplarda korunması konusunda temel mesned olduğunu söy­ler.[231] Ebû Ömer İbn Abdülber de şöyle der: Bu mektup Siyer müellifleri ka­tında meşhur ve ilim ehlince de şöhreti hususunda " i s n ad "dan müs tağni olunacak bir şekilde bilinmektedir.[232] İbn Abdilber yine şöyle der: Bı hadisin " i r s â 1 "i (mürsel olarak rivayeti) hususunda Mâlik'ten ihtila nakledilmemiştir. Hadis "salih" (makbul: sahih, hasen) bir yollj "müs ned" (senedi kesintisiz) olarak da rivayet edilmiştir.[233] Ma'meı Abdullah b. Ebubekir'den, o babasından, o da kendi babasından bu hadisi ri­vayet ederler. Zühri, Ebubekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan, o baba­sından, o da kendi babasından hadisi rivayet eder: Nebi (sav), Yemen halk­ına, içinde farzlar, sünnetler ve diyetlerle ilgili hükümlerin bulunduğu bir mektup yazdı, onu Amr b. Hazm ile gönderdi. O da mektubu Yemen ahalisi­ne götürdü. İşte metni: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Nebî Mu-kammed'den Zî Ruayn, Meâfir ve Hemdan hükümdarı Şurahbil 6. Ab-dikülâl, Haris b. Abdikülâl veNuaym b. Abdikülâl' e. İmdi..."[234] Derim: Ben hadisi burada Hafız Suyûti'ninMuvattahaşiyesindeki metnine dayanarak veriyorum. Orada şu şekilde geçer:[235] Beyhaki Delâilü'n mibüvve'de İbn Ishak'ın tarikiyle şu tahricde bulunur: İbn Ishak şöyle dedi: Abdullah b. Ebubekir bana babası Ebubekir Muhammed b. Amr b. Hazm'dan şu haberi verdi: Bu, Resulullah'ın (sav) yanımızda bulunan mektubu olup Amr b. Hazm'ı, ahalisine dinî bilgileri ve sünneti öğretmek, zekatlarını toplamak için Yemen'e gönderdiğinde kendisi için yazmıştı. Ona bir mektup (belge) ve ahidnâme yazmış ve onlarla ilgili olarak kendisine emirlerde bulun­muştu. Şöyle yazmıştı: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. "Ey iman edenler (yaptığınız) aküleri (verdiğiniz söz ve ahidleri) yerine getirin" (Mâi-de 5/1); Bu, Resulullah'dan (sav) Amr b. Hazm'a, onu Yemen'e gönderdiği sırada verilmiş bir ahidnâmedir. Ona bütün işlerinde Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakınmasını emretti: "Şüphesiz, Allah (kendisine karşı gel­mekten) sakınan ve iyilikte bulunan kimselerle beraberdir" (Nahl 16/128). Kendisine emrettiği üzere hakka göre davranmasını, insanlara hayrı müj­delemesini ve hayrı emretmesini; onlara Kur'an'ı ve hükümlerini öğretmesi­ni, taharet üzere olmadıkça hiç kimsenin Kur'an'a dokunmamasını ve in­sanları bundan nehyetmesini; insanlara leh ve aleyhlerinde olanları (hak ve görevlerini) bildirmesini; hak konusunda onlara yumuşak, zulüm konu­sunda ise sert davranmasını ona emretti. Çünkü Allah zulmü çirkin görüp ondan nehyederek "iyi bilin ki Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir" (Hûd 11/18) buyurdu. İnsanları cennetle müjdelemesi ve cennet amelinde bulun­malarını emretmesini, ateşten (cehennem) ve ona götürecek amelde bulun­maktan sakındırmasını; dinde bilgi sahibi olmaları için insanlarla ülfette bulunmasını, insanlara haca nasıl yapacaklarım ve haecın sünnet ve farz­larını öğretmesini; geniş olup iki tarafını boynunun üzerine atması durumu hariç kişinin bir tek küçük elbisede namaz kılmasından ve bir elbise içinde ihtibârfa bulunup tenasül uzvuyla semaya doğru yönelmesinden, uzadığın­da saçlarını ensesinde toplayıp örmekten halkı nehyetmesini; insanlar ara­sında kargaşa (savaş) olduğunda kabile ve aşiret bağlarına çağırmaktan onları nehyedip çağrılarının ortağı olmayan bir tek Allah'a olmasını, kim Allah'a değil de aşiret ve kabilelere çağırıyorsa çağrıları ortağı olmayan bir tek Allah'a oluncaya dek kendilerine kılıçla muamele etmesini, insanlara, Allah'ın kendilerine emrettiği gibi, abdestte suyu yüzlerine, dirseklere ka­dar kollarına ve inciklerine kadar ayaklarına iyice yayarak yıkamalarını ve başlarını meshetmelermı emretmesini, namazı vaktinde kılmasını, rüku ve huşua tam riayet etmesini, sabah namazını ortalık daha karanlıkken kıl­masını, öğleyi öğlen sıcağında kılmayıp güneşin dönmesi sırasında kılma­sını, ikindiyi güneşin yeryüzüne arkasını verdiği zaman, akşamı gecenin gelmeye başladığı zaman kılıp yıldızlar gok yüzünde çoğalıncaya dek tehir etmemesini, yatsıyı gecenin evvelinde kılmasını; cuma için ezan okun­duğunda kemen cumaya koşmasını ve cumaya giderken gusletmesini;gani­metten Allah'ın hakkı olan beşte bin (hums) almasını emretti Mu'mınlere zekât olarak farz kılınan miktar şudur: Akarda (arazide) yağmurla sula­nandan elde edilen urunun onda bin (osur), taşıma su ile sulanandan elde edilen urunun de yirmide biri; her on devede ıkı koyun, her yirmide dört ku­yun, otuz sığırda, iki yaşını doldurmuş erkek veya dışı sığır, kırk saıme ko­yunda bir koyun Bu, Allah'ın zekat olarak mu'mınlere farz kıldığıdır, kim daha fazla verirse kendisi için daha hayırlıdır Yahudi ve hnstıyanlardan kim kendiliğinden samımı bir teslimiyetle musluman olur ve islâm'ı dm edinirse o mu'mınlerdendır Onların lehine olan (haklar) onun da lehine, onların üzerine olan (görevler) onun da üzerine olur. Kim yahudıhk ve hırıs-tıyanlığı üzere kalırsa ondan döndürülmez; erkek veya kadın, hur veya köle olsun, ergin herkes tam bir dinar veya elbiseden karşılığını verecektir. Kını bunu yerme getirirse ona Allah'ın ve Resulu'nun zimmeti (emân, koruma) vardır, kim de bunu yerme getirmezse o Allah'ın, Resulu'nun ve musluman-ların hepsinin düşmanıdır Allah'ın salât ve selamı, rahmet ve bereketi Muhammed'ın üzerine olsun"   Beyhaki şöyle der- Süleyman b. Davud Zuhri'-den, o Ebubekır b. Muhammed b. Âmr b. Hazm'dan, o babasından, o da kendi babasından bu hadisi "mevsûl" (muttasıl, senedi kesintisiz) olarak ve diyetler, zekât ve diğer konularla ilgli birçok fazlalıklar, zikrettiklerimiz­den bazı noksanlıklarla rivayet eder. Derim: "Kitâbu'1-ukûl" da onu vere­ceğim.[236] Suyûti'nın sozu burada sona erdi. Derim: Ibn Sa'd'mTabakât'ında verilen bilgiden, Amr b. Hazm'ın bu mektubunu yazanın Ubey b. Ka'b (ra) olduğu anlaşılmaktadır.[237]

 

Allah Resulü’nün Yazdırdığı Halde Göndermediği Mektup

 

Ebû Dâvud, Ibn Ömer'den şu tahricde bulunur. "Resulullah (sav) ver­gilere dair mektup yazdı fakat valilerine göndermedi, Ebubekır ve sonra da Ömer onunla amel ettiler."[238] Ibn Sa'd et-Tabakât'da, Şam'a yerleşen saha-bi Müslim b. Hârıs et-Temîmî'den tahric eder: Nebî (sav), kan dökülmemesi için nezaketle davrandığı bir seriyyeden dönüşünden sonra kendisine bun­dan dolayı teşekkür ederek şöyle buyurdu: "Sana bir mektup (belge) yaza­rak benden sonra gelecek musluman imamlarına (yöneticilere) seni tavsiye edeceğim".  Resulullah (sav) bana bir belge yazarak mühürledi. Nebî (sav) vefat ettiğinde belgeyi Ebubekir'e getirdim, onun muhurunu açtı ve bana birşey verdi, sonra belgeyi mühürledi. Ebubekir vefat edince belgeyi Ömer b. Hattâb'a getirdim, muhrunu açtı ve bana birşey verdi, sonra belgeyi mu-hurledi. Osman halife olunca belgeyi ona getirdim, muhrunu açıp okudu, ba­na birşey verdi ve belgeyi mühürledi. Ömer b. Abdulaziz halife olduğunda, Muslimb. Hâris'in oğlu Hârıs b Müslim'e haber gönderdi. Hârisona geldi ve Ömer b. Abdulaziz kendisine birşey vererek şöyle dedi. "isteseydim sana gönderirdim ama diledim ki senin babandan, onun da Resululah'dan (sav) rivayet ettiği hadisi bana haber veresin". Ben de ona hadisi haber verdim. Resulullah'ın (sav) azatlısı Sender'in İbn Sa'd'ın Tabakasındaki (VII, 196) biyografisine bakınız.[239]

 

Allah Resulü’nün Bizzat Birşey Yazıp Yazmadığı Ve Bazı Mektuplarını Mübarek Sağ Eliyle İmzalayıp İmzalamadığı?[240]

 

Sahih-i Buharı[241] ve diğer kitaplarda Hudeybiyye antlaşması kıssa­sında belirtildiği üzere Resulullah (sav) Kureyş muşrikleriyle antlaşma yaptığında Hz. Ali'yi çağırdı ve "Rahman ve Rahim olana Allah'ın adıyla" yaz, buyurdu. Süheyl, bunu bilmiyorum "senin adınla Allah'ım" diye yaz dedi. Resululah "yaz" buyurdu, o da yazdı. Sonra "bu, Allah Resulü Mu-hammed'ın üzerine sulh yaptığı..." diye yaz, buyurdu. Bunun üzerine Sü­heyl "eğer senin peygamber olduğuna şehadet etseydim niçin seninle sava­şırdım; kendi adını ve babanın adını yaz" dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) "fren. Allah'ın Resulü, ben Muhammedb. Abdullah'ım" buyurdu ve Hz. Ali'ye "Allah Resulü Muhammed" i sil, dedi. Hz. Ali, "hayır, Allah'a yemin ederim ki seni silmem" dedi. Bunun üzerine Resululah (sav) belgeyi aldı ve "bu, Muhammed b. Abdullah'ın yaptığı(antlaşma)dır" diye yazdı. Sahih-i Buhari*nin ifadesi "yazdı, yazısı güzel değildi" şeklindedir. İmam Ebü'l-Velîd el-Bâcî bu rivayetin zahirine dayanarak Resulullah'ın (sav) yazı yazdığını kesin olarak belirtir. Kutbuddin el-Haydarf nin Hasâis'inde geç­tiği üzere Hafız İbn Dihye şunu zikreder: Ulemadan bir grup bu hususta Bâcî'ye muvafakat ettiler. Hocası Ebû Zer el-Herevî, Ebül-Feth en-Nisâbû-rî ile Afrika ve başka yerlerden bazı alimler bunlardandır.[242] Ömer b. Şebbe bu konuda onların hepsini geçerek el-Küttâb adlı eserinde şöyle der: Nebî (sav), Hudeybiyye günü eliyle yazdı.[243] Bâcî ve onun görüşünü paylaşan­ların istidlalde bulundukları bir delil de İbn Ebî Şeybe'nin Abdullah b. Utbe b. Mesud'dan tahric ettiği şu rivayetttir: "Nebî (sav), yazmadan ve okuma­dan vefat etmedi (sağlığında yazdı ve okudu)."[244] Mücâhid[245] şöyle der: Bunu Şa'bî'ye anlattım, "doğrudur, bunu zikreden bir topluluğu dinledik" dedi.[246] Feyzü*l-Kadîr*de "Kalemi kulağının üzerine koy, bu imlâ ettirenin hatırla­ması için daha iyidir" hadisi ile ilgili olarak şöyle denir: "Bâcî, Hudeybiyye olayından hareketle Resulullah'ın (sav) güzel yazı yazmazken sonra yaz­dığını ileri sürdü". Münâvi sonra Bâci'nin görüşüne ve ona karşı çıkanlara işaret ederek şöyle der: Bâci şu gerekçelerle desteklenmiştir: Hz. Peygamber'in yazmış olduğunu söylemek Kur'an'a aykırı olmayıp onunla uyuşmak­tadır. Çünkü ilgili yerde[247] Kur'ân-ı Kerîm Hz. Peygamber'in "yazmamış ol­duğunu" Kur'ân'ın nüzulünden önce ile kayıtlamıştır. Hz. Peygamber'in ümmîliği bir kez tahakkuk edip mucizesi gerçekleşince, bir öğrenim görme­den yazmasında bir sakınca kalmaz ve üstelik bu başka bir mucize olur. îbn Ebî Şeybe de Avn'dan (Avn b. Abdullah b. Utbe) şu rivayeti nakleder: "Nebî (sav) yazmadan ve okumadan vefat etmedi."[248] Münâvi'nin el-Feyz'deki sö­zü burada sona ermiş olup bu Kadı Ebubekir îbnü'l-Arabi'nin Sîrâcü'1-mürîdîn'deki sözlerinin Özetidir. Îbnü'l-Arabî "gurbet" üzerine konuşurken şöyle der: "Gurbet türlerinin en çetini, kendisine denk kimseden yoksunluk, yardımcının bulunmaması ve cahilin arkadaşlığına muzdar olmaktır." Son­ra Bakî b. Mahled ve Muhammed b. Mevheb'in ilim seyahatinden döndük­ten sonra, kendisiyle döndükleri şeye (ilme) hasetle memleketleri halkı tâ­limleri) tarafından maruz bırakıldıkları muameleyi misal getirir ve şöyle der: İşte Ebül-Velîd el-Bâcî, ilim yolculuğuna çıktı, uzaklara gitti ve bütün bir ilim elde etti. Kendisine Sahîh-i Buhârî okundu; onda "Nebî sildi ve yazdı" ifadesi vardı. Bâci'ye "yazdı" sözünün kime râci olduğu soruldu, "Ne-bî'ye diye cevap verdi. Kendisine "eliyle yazdı mı?" dendi, "evet" dedi, gör­müyor musunuz hadiste şöyle diyor: "Resulullah (sa.v.) belgeyi aldı, yazısı güzel değildi ve "bu Muhammed b. Abdullah'ın yaptığı(antlaşma)dır" diye yazdı". Bunun üzerine ona iftirada, her türlü yalan ve edepsizlik isnadında bulundular. Ebû Muhammed Abdullah b. Ebî İsâm Mescid-i Aksa'da bana haber vererek şöyle dedi: Ders okuyanlardan bir cahil çıktı, onu Ulu Cami'-de bağırıyor ve Bâci'yi zındıklıkla itham ediyor gördüm. Şu var ki e m î r (vali) marifetli bir kimse idi, fukahayı çağırdı, onlar bu sözün küfür oldu­ğunda ittifak ettiler. Bâci bukonuda bazı deliller getirerek emîre "bunlar ca­hildirler, başka memleketlerin alimlerine yazın" dedi. O da Ifrikiyye (Kuzey Afrika) ve Sıkılliye (Sicilya) ulemasına yazdı ve cevap geldi: Ümmîliğinden sonra yazmış olması Hz. Peygamber'in mucizesi olup, bunu söylemekle kim­se onu tanetmiş olmaz; çünkü onlar Hz. Peygamber'in ümmîliğinin gerçek olduğunu bil diler, sonra mucizesine şahit oldular ve tevakkuf ettiler, tanda bulunmadılar.[249] İbnü'l-Arabi'nin sözü burada sona erdi, üzerinde kendi el-yazısı bulunan yanımdaki bir nüshadan naklettim. Burhanüddin İbn Ferhûn'un ed-Dîbâcü'1-müzheb'inde Bâci'nin biyografisinde, onun aley­hine davranan ve kendisim tekfir edenin Ebubekir İbnü's-Sâiğ ez-Zâhid ol­duğu belirtilir. İbn Ferhûn şöyle der: Sözden anlamayanlar bu konuda ko­nuştular, hatta onu lanetlediler. Bâci bunu görünce Tahkîku'l-mezheb ad­lı risalesini yazarak orada konuyu anlayanlara açıkladı, Hz. Peygamber'in (sav) okumasının Kur'an mucizesine halel getirmemesi gibi yazmasının da halel getirmediğini belirtti. İlmin sırlarını kavrayanlar onun görüşünü pay­laştılar. Konu Sicilyalı alimlere yazıldı, İbnü's-Sâiğ'i haksız bulup zikret­tiği hususta Ebü'l-Velid el-Bâcî'ye muvafakat ettiler.[250] îbn Ferhûn'un sözü sona erdi. Hafız Zehebi, Bâcî'nin bu kıssasını onun Tezkîretül-huffâz'da-ki biyografisinde vererek şöyle der: Bâci, yazmanın mucizeye halel getirme­diğini açıkladığı risalesini kaleme aldığında, bazı kimseler görüşlerinden döndüler. Zehebi sonra şöyle der: Yalnız ismini yazmasını bilen kimse a ü m m î" olmaktan çıkmaz, çünkü o "kâtip" (yazan) diye adlandırıla-maz. Hükümdarların bazıları alâmet (tuğra, imza) yazmak için çalış­tıkları halde ümmîdirler. Hüküm genel duruma göredir, nadire göre değil. Resulullah (sav) sahabe arasında yazı yazmanın nadir oluşu sabebiyle "Biz ümmî bir ümmetsiz"[251] buyurmuştu. Yani onların çoğu böyleydi demektir. Allah Teâla da "O, umumîlere kendilerinden bir peygamber gönderendir" (Cum'a 62/2) buyurmuştur.[252] Zehebî'nin sözü sona erdi. Bu, delil olarak da­ha üstün olup kusursuzdur. Zehebî yine Tezkire'de (II, 35) İbn Mende'nin biyografisinde Avn[253] b. Abdullah b. Utbe'ye varan senediyle, onun babasın­dan yaptığı şu rivayeti tahric eder: "Nebî (sav) yazmadan ve okumadan ve­fat etmedi." Zehebî bunun ardandan şöyle der: Yazmak nedir bimeyen bir ümmî olmasından sonra Resulullah'm (sav) biraz yazmayı Öğrenmesinin cevazına mani nedir? Muhtemelen vahiy katiplerine, hadisleri ve hüküm­darlara gönderilen mektupları yazanlara imlada bulunmasının çokluğun­dan dolayı yazıdan biraz öğrenip anladı ve Hudeybiye günü yüce ismini (Muhammed b. Abdullah) yazdığı gibi bir-iki kelime yazdı. Alâmeti (tuğra, imza) yazdıkları halde ümmî olan birçok hükümdar gibi, bu kadar az miktarda yazmış olması onu ümmî olmaktan çıkarmaz.[254] Tezki-re'den kendi ibaresiyle nakledilen bilgi. Zehebî'nin işaret ettiği bu husus, muarızı çarpma bakımından, Resulullah'm (sav) yazmasının mucize kabul edilmesinden daha güçlüdür. Her ne kadar daha Önce geçtiği üzere İbnü'l-Arabî ve sonra da Hafız İbnü'l-Cevzî el-Müşkil'de mucize olma hususuna öncelik ver misler se de. Îbnü'l-Cevzî şöyle der: "Hz. Peygamber'in eliyle yazı yazıp yazısının güzel olmaması bir mucizesi gibi olup bu, iyi yazı yazamayan bir ümmî olmasına da aykırı değildir. Çünkü o, elini güzel yazı yazar kimsenin yaptığı gibi değil de sadece hareket ettirdi yazı da doğru oarak meydana geldi." İbn Badis el-Fevâicl'de bunun hemen ardından şöyle der Bu onun haberde (hadiste) çelişkiye yol açmadan her iki görüşü de birleşti­ren güzel bir te'viHdir.

İbnü't-TilimsânîŞerhu'ş-Şifâ'da Bâci'nin görüşünü zikrettikten son­ra şöyle der: Hak ehli onun söylediklerini doğruladılar. Hz. Peygamber'ir (sav) bir kez yazmış olması mucizeye halel getirmez. Sahîh-i Buhâri'dt "Umretü'1-kazâ bâbı"nda[255] "Resulullah (sav) belgeyi aldı ve yazdı" ifadesi mevcuttu. Kurtubî, Muhtasar'mda şöyle der: "Belgeyi aldı ve yazdı" sözü Resulullah'm (savj eliyle yazdığına dair kuvvetli bir delildir. Bazı kimsele "Sen bundan önce bir kitap okumuyordun, elinle de onu yazmıyordun" (An kebût 29/48) âyetine dayanarak buna karşı çıktılar. Oysa burada bir olum suzluk sözkonusu olmayıp âyette nefyedilen yazı öğrenme yoluyla elde edil miş olan yazıdır. Bu ise harikulade (mucizevî) bir yazı olup Allah onu Hz Peygamber'in (sav) parmaklarının uçlarına göndermiştir. Bununla birlikti kendisi öğrenmeyle elde edilmiş yazıyı iyi yazamaz durumda kalmıştır. Bı da onun peygamberliğinin gerçek olduğuna fazladan bir delildir.

Derim: Daha önce Zehebî'nin Ibn Mende'nin biyografisinde zikrettiği husus bundan daha güzel olup ona itibar et. Medine-i Münevvere'de, mu­hakkik allâme Şemsüddin Muhammed b. Abdürresul el-Berzencî eş-Şâfîî el-Medenî'nin[256] Resulullah'ın (sav) okuyup yazdığını ispata dair önemli bir risalesini gördüm, fakat onu özetlemek bana nasip olmadı. Yanımda zâhid fakih Ebû Muhammed Abdullah b. Müfevviz el-Meâfırî'ye[257] ait bir forma do­layında hacme sahip bir cüz (risale) mevcut olup başlığı Cüz'ün fîhi't-tah-zîr min terki'l-Vâdıha ve't-tenbîh alâ galati'1-kâil ketebe fî yevmi'l-Hudeybiyye en-Nebîyyü'l-ümmî[258] şeklindedir. Sonunda da Endülus'lü ve Tunus'lu tanınmış alimlerin rivayetleri mevcuttur. Konusu ise bu mese­lede Bâcfyi red ve Ibnu's-Sâiğ'i desteklemektir. Kutbuddin el-Haydari Ha-sâis'inde şöyle der: Bu olay (Hudeybiye'de yazması) dışında Mustafa'nın (sav) kendi el yazısıyla birşey yazdığına dair ne sahih ne de zayıf bir yolla bi­ze herhangi bir haber ulaşmış değildir. Onun vahyi ve diğer yazılarını yazan katipleri vardı.                           

Şihâbüddin el-Hafâcî Şerhu'ş-Şifâ'da (I. baskı: II, 227) İbnü'l-Arabî'-nin daha önce geçen sözlerini özetledikten sonra şöyle der: "Bazı kitaplarda şöyle denildiğini gördüm: Resulullah'ın (sav) katibine 'sin '1 eri uzatması­nı buyurması da buna delâlet eder. Allah Telâla'nın "sen bundan önce bir ki­tap okumuyordum, elinle de onu yazmıyordun" (Ankebût 29/48) sözündeki 'bundan önce' ifadesi, Resulullah'ın (sav) ondan sonra nadiren yazmış ol­duğunu gösterir. Bunu bil."[259] Onun "ondan sonra yazıyordu" sözü üzerinde düşün. Allah en doğrusunu bilir. Onuncu Bölümde Simtü'l-cevherTl-fâ-hir'den naklen Resulullah'ın (sav) mübarek eliyle birçok mektup yazdığı belirtilecektir. Makrizi'nin el-Hıtat'ında (Mısır baskısı: 1,155) şu bilgi veri­lir. Bilâl b. Hâris'in evladı Resulullah'ın (sav) kendilerine Ceride'de bir i k -t â verdiğine dair mektubunu Ömer b. Abdülaziz'e getirdiler. Ömer onu öp­tü, açtı ve gözlerine sürdü.[260]

 

Mühür Görevlisi, Mührün Neden Yapıldığı Ve Nakşının Ne Olduğu

 

Buhar i, Enes'ten (ra) şöyle dediğini rivayet eder: "Resulullah (sav) Rûm'a (Bizanslılar) mektup yazmak istediğinde kendisine "mektubun mühürlü olmazsa okumazlar" denildi. O da gümüşten bir mühür (yüzük) edindi, nakşı da "Muham-medün Resûlullâhwdı. Resulullah'ın (sav) elinde mührün be­yazlığını görüyor gibiydim."[261] Tirmizi eş-ŞemcdV de—Derim: Bu hadisi yine Sahîh-i Buhari'de mevcut olup ona nisbetle anılması gere­kirdi[262]— Enes'den tahric eder: "Allah Resulü'nün (sav) mührü bir satır 'Muhammed', bir satır 'Resul' ve bir satır da 'Allah' şeklindeydi.”[263] Mühelleb şöyle der: Resulullah (sav) ülkelere gönderdiği mektupları, âmillerine ve seriyye ku­mandanlarına yazdığı cevaplan hep mühürlerdi. Suyûti'ninE v-âiVinde şöyle denir: Kureyş'ten ve Hicaz halkından mektubu mühürleyen ilk kimse Resulullah (sav) olup hükümdarlara mektup yazmak istediğinde kendisine "onlar mühürlenmemiş bir mektub okumazlar" denilmişti.[264] Hafız şöyle der: Mührün yazısı "Muhammedün Resûlallâh" şeklinde mu-tad tertiple değildi. Böyle mühürlenebilmesi için nakşedilen harflerin şu şekilde ters olması gerekiyordu:

Muhammedün

Resul

Allah

Böylece mühür de duz çıkmış oluyordu.[265] Fakat Zurkâni Şerhul-Me-vâhib'de bunun ardından şöyle der: Bu âdete, alışılmışa göre yapılmış bir yorumdur, Allah Resulü'nün (sav) ahvali ise âdete bağımlı değildir. Hatta İbn Kesîr'inTârîMnde[266] bazı kimselerden naklen mührün yazısının düz ol­duğu ve düz bir yazı bastığı belirtilmektedir.[267]

Allah Resulü'nün Mühür Görevlisinin Kim Olduğu

 

Şebrâmellisi,   el-Mevâhibü'1-ledüniyye   haşiyesinde   şöyle   der: "Mührü nün görevlisinden maksat, Nebî (sav) onu çıkardığında alıp mu­hafaza eden ve istediğinde de kendisine geri veren kimsedir."[268] Bulları et-Târîh' te Muhammed b. Beşşâr tarikiyle şu tahricde bulu­nur: Iyâs b. Haris b. Muaykıb, dedesi Muaykıb'dan şöyle de­diğini rivayet etti: "Resulullah'ın (sav) mührü üzeri gümüş kaplı demirdendi, bazan benim elimde olurdu." Muaykıb Re-sulullah'ın (sav) mührüne bakmakla görevliydi.[269] el-İsâbe'de Muaykıb'm Hz. Ömer zamanında beytülmale, sonra Hz. Osman'ın mührüne bakmakla görevli olduğu belirtilir.[270] İbn Abdirabbih'in el-îkdü*l-ferîd (II, 122) adlı eserinde şu bilgi verilir: Resulullah (sav) mührünü Eksem b. Sayfi el-Esedî'nin kardeşi oğlu Hanzala b. Rebî b. Murakka b. Sayfî'nin yanına bırakırdı.[271] Yine el-İkdü'1-ferîd'de (II, 174), daha Önce geçtiği üzere Resu-lullah'ın (sav) mührüne Muaykıb b. Ebî Fatma'nın baktığı zikredilir.[272]

 

Yanında Muhru Olmadığı Zaman Allah Eesulıpnun Ne Yaptığı

 

el-İsâbe'de Abdülmelik b. Ülkeydir'in biyografisi verilirken kendisin­den şöyle dediği nakledilir: "Resulullah (sav) bir mektup yazdı, yanında mührü yoktu, mektubu tırnağıyla mühürledi."[273] Yine el-İsâbe'de Vehb b. Ükeydiri Dûme (tü'l-Cendel)'in biyografisi verilirken İbn Asâkir'in onun tarikiyle şu tahricde bulunduğu belirtilir: "Resulullah (sav) bir mektup yazdı, yanında mührüyoktu, onu bir parça çamurla mühürledi."[274] Bu bil­giyle, Kalkaşandi'nin Subhu'l-a'şâ'da[275] mektup mühürlemek için çamur kullanan ilk insanın Ömer b. Hattâb (ra) olduğuna dair sözünüfn isabetsiz­liğini) anlamış oldun. Bunu Seâlebi Letâifü'l-meârifte söyler.[276]

 

Nebevi Mühürle İlgili Konular

 

Resulullah (sav) altın (erkeklere) mubah iken altından bir m u h u r (yuzuk) edinmişti, sonra onu çıkarıp attı ve artık kullanmadı.[277] Sahîh-i Müslim'de Enes'ten rivayet edildiğine göre Resulullah'ın (sav) gümüşten bir yuzuğu vardı ve kaşı habeş î idi.[278] Habeşî, akik veya c e z ' tu-runden olup bunların madeni Habeşistan ve Yemen'de bulunur Kaşın ren­ginin h a b e ş î, yanı siyah olduğu da söylenmiştir. Sahîh-î Buhâri'de Enes'ten (ra) kaşının da kendi cinsinden olduğu rivayet edilir ki[279] bunda yuzuğe gümüşten kaş yapmanın caiz olduğuna delil vardır. Kaşın altından yapılması ise mekruhtur Ebû Davud[280] ve Nesâi'nm[281] rivayetlerinde Resu-lullah'ın (sav) yüzüğünün üzen gumuş kaplı demirden olduğu belirtilir. Bu, yüzüklerin birden fazla olduğu şeklinde yorumlanır. Sahîh-i Buhâri'de[282] geçtiği üzere yuzuğun (muhrun) nakşı "Muhammedun Resulullah" şeklin­de idi Bunda, yuzuğe nakış kazımanın, sahibinin adını, Allah Teâla'nın adı­nı yazmanın caiz olduğuna delil vardır. Zubeyr b. Bekkâr Hz. Ebubekir'in (ra) mührüne "Nı'me'l-kâdıru Allah" (Allah ne güzel kadirdir) nakşının ka­zıldığını zikreder. Başkaları ise onun mührünün "Abdun zelil lı-Rabbın Ce-UV (Yüce Rabbın zelîl kulu) şeklinde nakşı olduğunu belirtirler. Ibn Sa'd Tabakât'mda Ibn Şîrîn'den m u r s e 1 olarak Resulullah'm (sav) muhru-nun nakşının "Bismillah Muhammedun Resulullah" şeklinde olduğunu ri­vayet eder[283] ki bu fazlalığın (Bismillah ilavesi) m u t â b ı i yoktur.[284] Ebu'ş-Şeyh Enes'den (ra) Resulullah'm (sav) mührüne ait nakşın "Lâ ilahe illallah Muhammedun Resulullah" olduğu şeklinde bir rivayet de nakle­der.[285] Hafız Suyûtiet-Tevşîhala'l-Câmii's-sahîh'te bunun ş â z[286] bir faz­lalık olduğunu, Sahîh-İ Buhâri'de[287] ise nakşın bir satır "Muham-m e d " , bir satır "Resul" ve bir satır da "Allah" şeklinde ol­duğunun nakledildiğim söyler.[288] Isnevi el-Mühimmat'da şöyle der: Bil­diğime göre, Allah'ın adı hepsinin üstünde olsun diye bu yazı alttan yukarı­ya doğru okunur. Ibn Hacer, hiçbir hadiste bu hususun tasrih edildiğini görmediğini söyler .[289] Sahihayn ve diğer eserlerde, başka kimselerin Resulullah'ın (sav) yüzuğündeki (mıihrundeki) nakşı kendi yüzüklerine kazıma­larının yasaklandığına dair rivayet nakledilmektedir.[290] Bu yasağın sebebi şudur: Resulullah (sav) mektuplarım mühürlemek için mühür yaptırıp kazıtmıştır. Başkaları da onunki gibi kazıyacak olurlarsa karışıklık sozkonusu olurdu. et-Tevşîh'te bu yasağın Allah Resulu'nun (sav) hayatı süre­siyle sınırlı olduğunun anlaşıldığı belirtilir. ed-Dibâc'da ise şöyle denir: Bu yasak, kıyamete kadar haram oluşu ifade etmekte olup bu husus açık değil­dir. Resulullah'in (sav) süslenme tavrı ifade etmemesi için kaşı el ayası ta­rafına getirdiği[291] rivayet edilir. Ebû Davud'un bir rivayetine göre ise kaşı elin üst tarafına getirdiği belirtilir.[292] Bu rivayet eğer sahihse, muhtemelen Resulullah (sav) bunun caiz olduğunu göstermek için zaman zaman böyle yapmıştır. Resulullah'm (sav) yuzuğü sağ eline taktığına dair rivayetler yanında sol eline taktığı da bazı hadislerde zikredilmiştir.[293]

 

Tarih Konulması Ve İslam'da Tarih Başlangıcının Tesbitı

 

Hicret-i Nebeviyye esas alınarak tarih koymanın Ömer b. Hattâb'ın (ra) halifeliği sırasında ortaya çıktığı bilinmektedir. Fakat Ebû Ca'fer en-Nahhâs Sınatü'l-küttâb'da, ondan da naklen KalkaşandiSubhu'l-a'şâ'da İbn Şihâb'a varan senediyle Muhammed b. Cerîr'den şu rivayeti zikreder: Nebî (sav) Rebiülevvel ayında Medine'ye geldiğinde tarih konulmasını em­retti. Kalkaşandi şöyle der: Buna göre tarihin başlangıcı hicret yılında ol­muştur.[294] el-Mevâhıbü'1-ledüniyye'de Resulullah'ın (sav) tarih konul­masını emrettiği ve hicretten itibaren de tarih yazıldığı belirtilir. Zurkâni şöyle der: Bunu Hâkim el-İklîl'de Zuhri'den " m u ' d a 1 "[295] olarak rivayet etmiştir. Meşhur goruş ise, Hafız Ibn Hacer'in de belirttiği gibi bunun aksi olup tarihin Hz. Ömer zamanında konulduğu şekildedir.[296] Hafız Celâlud-din es-Suyûtî şöyle der: Bir mecmuada Ibmı'l-Kammâh'm el yazısıyla İb-nü's-Salâh* tan şu nakilde bulunulduğunu gördüm: Ebû Tahir Muhammed b. Mahmiş ez-Ziyâdî[297] Târihu'ş-şurût'da şu bilgiyi zikreder: "Resulullah (sav) Necrân hristiyanlarına mektup yazdığında hicrete göre tarih koydu ve Hz. Ali'ye mektuba hicretin beşinci (yılıjıda) yazıldığını yazmasını emretti." Suyûti şöyle der: "O halde tarih koyan Allah Resulü (sav) olup Hz. Ömer bu konuda ona tabi olmuştur. Bu konuyla ilgili müstakil muhtasar bir eserde yeterince bilgi verdim." Derim: Suyûti eserine eş -Şemârîh fî ihni't-târîh[298] adım vermiştir. Sehâvi şöyle der: "Bu rivayetin sabit olması halinde, Hz. Ömer'in tarih koyan ilk kimse değil, Hz. Peygamber'i izlemiş olduğu anla­şılır." imam Süheylîer-Ravdü'1-ünüf te (II, 11) şöyle der: Küba mescidinin kuruluşu Resulullah'ın (sav) hicret ettiği beldeye, hicret yurduna vardığı ilk günde idi. Allah Teâla'ının "İlk gününden beri takva için kurulan mescidde bulunman daha uygundur" (Tevbe 9/108) âyetinde geçen "ilk gününden be­ri" sözünden maksadın "bütün günlerin ilki" olmadığı bilindiği gibi âyetin zahir lafzında onu hiçbir şeye izafe etmiş de değildir. Böylece bu ifadenin zımnen bilinen bir şeye izafe edilmiş olduğu anlaşılır.[299] Bundan da kendile­riyle tarih konusunda istişare ettiği zaman sahabenin Hz. Ömerle üzerinde görüş birliğine vardıkları hususun doğruluğu anlaşılmaktadır; onlar tarih başlangıcının hicret yılından itibaren olması hususunda görüş birliğine varmışlardı. Çünkü bu, İslâm'ın yüceldiği, Resulullah'ın (sav) yönetici (hükümran) olduğu, rnescidler yaptırdığı ve güven içinde dilediği gibi Al­lah'a ibadet yaptığı zamandır. Ashabın sözkonusu görüşü böylece Kur'an'ın zahiriyle de uyuşmuş bulunmaktadır. Ve onların uygulamasıyla, âyetteki "İlk gününden beri" ifadesindeki "gün" ün bugün kabul ettiğimiz tarihin ilk günü olduğunu artık anlamış bulunuyoruz. Resulullah'ın (sav) ashabı eğer bunu âyetten çıkarmışlarsa, bu onların anlayışından kaynaklanan bir sez­gidir. Onlar Allah'ın kitabı ve onun te'vili hususunda insanların en bilgilisi ve Kur'ân'daki işaretler ve fesahat konusunda en anlayışlıları idiler. Eğer bu kanaate varmaları onların görüş ve içtihadlarına dayanıyorsa, bunu da­ha sözkonusu olmadan biliyorlardı ve mezkur ifade de daha gerçekleşme­den bu görüşün doğruluğuna işaret etmiş bulunmaktadır. Çünkü "onu ilk gün yaptım" diyen kimsenin sözü, ancak bilinen bir yıla, bilinen bir ay veya tarihe izafetle anlaşılabilir. Burada ise malum tarihten başka birşeye mana yönünden izafet sözkonusu değildir. Çünkü ondan başkasına delâlet eden ne bir lafız ne de hal karinesi mevcuttur. Bunu düşün, bunda düşünenler için ibret, gönlünün gözüyle gören ve basiret sahibi olanlar için bilgi vardır. Hamd Allah'adır.[300] Süheyli'nin sözlerini Fethu'l-Bârî*de Özetle nakleden Hafız İbn Hacer sonra şöyle der: Akla ilk gelen ise "ilk gününden beri" sözünün manasının, Nebî (sav) ve ashabının Medine'ye geldikleri ilk gün oldu­ğudur.[301] İbnü'l-Müneyyir de şöyle der: Süheyli'nin sözünde tekellüf ve zor­lama mevcut olup mütekaddimin ulemanını takdir ve yorumundan ayrılma mahiyetindedir. Çünkü onlar bu ifadeyi "İlk gün kuruluşundan beri", yani "kuruluşun meydanageldiği ilk günden beriwşeklinde yorumlamışlardı. Bu, Arapça'nın gerektirdiği ve âyetin de desteklediği bir yorumdur,[302] Derim: Süheyli'nin sözü dayanak bakımından açık ve hüküm çıkarmak bakım­ından da vazıhtır. Onu hoş bulmayanlar bunu kavramış değillerdir. Bunu insafla düşünürsen gerçeği, görenlerin yazdıklanyla değil körün imlâ ettir-diğiyle birlikte görürsün. Bu yüzdendir ki el-Mevlâ Şihâbü'l-mille ve'd-din el-Hafâcî Inâyetü'1-kâdi ve kifâyetü'r-râdî[303] adlı eserinde yalnız onun görüşünü vermekle yetinerek hayranlığını ifade etmiştir. "Kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilendir" (İsrâ 17/84).

Tarih başlangıcı olarak Resulullah'ın (sav) doğumu veya b i' s e t' in (Peygamber olarak gönderilişi) değil de hicretin tercih edilmiş olması, saha­benin bunların zamanı konusunda ihtilaf edip hicrette etmemiş olma­larıdır. Resulullah'ın (sav) vefat zamanının, hicret gibi görüş birliği bulun­masına rağmen, tarih başlangıcı alınması ise üzüntü ve hoşnutsuzluğun tahrikine kaynak olacağı için hoş bir husus değildir. Oysa hicret zamanı, İslâm milletinin istikamet bulması zamanı olduğundan tebrike (hayır ve uğur dileme) vesiledir. Yılın başlangıcı olarak da, Allah'ın ayı olması, Ha­ram aylardan biri ve hacıların hacdan döndükleri ay olması sebebiyle Mu­harrem ayı tercih edilmiştir.[304]

 

Elçi

 

Resulullah'ın (sav) elçilerinin anlayış derinliği, dil tatlılık ve fesahati ve hasmı ikna gücü gibi özellikleri: Süheyli er-Ravdü'1-ünüf te (II, 355) şöyle der: Dıhye (ra) elçi olarak Kayser'e vardığında ona şöyle demişti: "Beni senden daha hayırlı olan gönderdi, onu da kendisinden ve senden daha hayırlı (yüce) olan göndermiştir. Boyua eğerek (tevazu ile) dinle, sonra sa­mimi olarak cevap ver; eğer tevazu göstermezsen anlamazsın, samimi ol­mazsan adil (doğru) davranmazsın." Kayser "haydi şöyle" dedi. Dıhye söyledi: "Mesih'in (as) namaz kıldığını biliyor musun?" Kayser "evet" dedi. Dıhye şöyle devam etti: "Seni, Mesih'in kendisine namaz kıldığı zata, yerin ve göklerin, annesinin karnında Mesih'in yaradılışını düzenleyene çağırıyo­rum. Musa'nın ve ondan sonra da Meryem oğlu İsa'nın müjdelediği ümmî Nebî'ye çağırıyorum. Bu hususta, gözle görmenin yerine geçecek ve haber­den açık olan ilimden bir eser (bakiye) vardır senin yanında. Eğer daveti ka­bul edersen dünyayı ve âhire ti kazanırsın, aksi halde âhireti kaybedersin ve dünyada da ortağın olur. Zorbaları yok eden ve nimetleri değiştiren bir Rab-bin var." Bunun üzerine Kayser mektubu alıp gözlerine ve başına koydu, Öptü ve sonra şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki okumadık kitap ve sormadık alim bırakmadım ve bundan da ancak hayır gördüm. Mesih'in kendisine na­maz kıldığının kim olduğunu düşünüp anlamam için bana süre tanı. Bugün bir hususta sana icabet edip yarın daha iyisini gördüğümde ondan vazgeç­meyi hoş bulmuyorum. Bu bana zarar verir, fayda vermez. Ben buna bakın-caya kadar ikamet et." Bunun üzerinden fazla zaman geçmeden Nebfnin (sav) vefat haberi kendisine ulaştı.[305] Yine er-Ravdü'1-ünüf te belirtildiği­ne göre Hâtıb (ra) Mısır kralı Mukavkıs'a gittiğinde ona şöyle demişti: "Sen­den önce bir adam vardı, kendisinin en yüce Rab olduğunu iddia etti de "Al­lak bunun üzerine onu dünya ve âhiret azabına uğrattı" (Nâziât 79/25) ve kendisinden intikam aldı. Başkası senden değil, sen başkasından ibret al." Mukavkıs "haydi söyle" dedi. Hâtıb şöyle dedi: "Senin bir dinin mevcut olup onu ancak kendisinden daha hayırlı bir din için bırakacaksın ki bu da Al­lah'ın başka dinlerin yerine ikame ettiği İslâmdır. Bu Peygamber (sav) in­sanlara davette bulundu; ona karşı en şiddetli olanlar Kureyşliler, en düş­man olanlar yah udiler ve en yakın olanlar dahristiyanlardır. Andolsun, Hz. Musa'nın Hz. İsa'yı müjdelemesi ne ise, Hz. İsa'nın Hz. Muhammed'i (sav) müjdelemesi de odur. Bizim seni Kur'ân'a davet etmemiz, senin Tevrat'a inananları İncil'e çağırman gibidir. Bir kavme bir peygamber geldiğinde on­lar onun ümmetidirler ve kendisine itaat etmeleri onlara borçtur. Sen de bu peygambere ulaşanlardansın. Biz seni Mesih'in dininden vazgeçirmiyor, onun gereğini yerine getirmeni istiyoruz.[306] Yine er-Ravdü'1-ünüf te an­latıldığına göre Alâ b. el-Hadramî Resulullah'ın (sav) mektubunu Münzir b. Sâvâ'ya götürdüğünde ona şöyle demişti: "Ey Münzir sen dünyada ulusun, âhirette küçük (zelîl) olma. Bu Mecusîlik kötü bir- din olup onda ne Arab'ın kerem ve ahlakına uygunluk ne de ehl-i kitabın ilmi vardır. Kendileriyle ev­lenmekten haya edilen kimselerle evleniyorlar, yenilmesi hoş görülmeyen şeyleri yiyorlar. Dünyada, kendilerini kıyamet günü yiyecekolan ateşe tapı­yorlar. Sen akıl ve görüş yoksunu değilsin. Bak, yakışır mı sana, yalan söyle-meyen birini doğrulamayasın, hainlikte bulunmayana emniyet etmeyesin ve verdiği sözden dönmeyene güvenmeyesin. Bu böyle olunca, o şu ümmî Peygamberdir ki Allah'a andolsun hiçbir akıl sahibi Onun hakkında "ne olurdu, emrettiği şey yasaklansaydı, ya da yasakladığı şey emrolunsaydı ve­ya ne olurdu affında biraz daha ileri gitseydi ya da cezalandırmasını biraz daha azaltsaydı!" diyemez. Ondaki bu vasıflar akıl sahiplerinin dileklerine ve goruş sahiplerinin düşündüklerine uygundur."[307] Yine er-Ravdül-ü-nüfte zikredildiğine göre Amr b. As, Culendâ'nm huzuruna girdiğinde ona şöyle demişti: "Ey Culendâ, sen bizden uzak olsan da Allah'a uzak değilsin. Seni yalnız başına yaratan, yalnız kendisine ibadet (kulluk) etmene; seni yaratmaya kimseyi ortak etmeyen, kendisine ortak koşmamana ehildir (layıktır). Bil ki seni dirilten öldürecek, senin varlığını başlatan tekrar geri getirecektir. O halde dünyayı da âhireti de getiren şu ummî peygambere bak; eğer buna karşılık bir ücret istiyorsa onu verme, yönelttiği şey bir hevâ (geçici arzu) ise onu terket. Sonra getirdiklerine bak, insanların getirdiğine benziyor mu? Eğer benziyorsa ona apaçık gerçeği sor ve dilediğin haberi seç. Eğer insanların getirdiğine benzemiyorsa, söylediklerini kabul et ve vaî-dınden de kork."[308] Yine er-Ravdü'1-ünüfte zikredildiğine göre Şucâ b. Vehb (ra) Cebele b Eyhem'e elçi olarak gittiğinde ona şöyle demişti: "Ey Ce­bele, senin kavmin (ensarı kastediyor) bu ummî peygamberi yurdundan kendi yurtlarına naklettiler, onu barındırdılar ve korudular. Şimdi üzerin­de bulunduğun dm atalarının dini değildir; sen Şam'a sahip ve hükümran olmakla Bizans'a komşu oldun, eğer Kisra'ya komşu olsaydın Irak hüküm­ranlığı sebebiyle bu kez Farslar'ın dinini kabul ederdin. Senin kavminden bu ummî Peygamberi tasdik eden öyle kimseler var ki onu sana ustun tut­sak kızmazsın, seni ona ustun tutmamızdan da hoşlanmazsın. Eğer muslu-man olursan Şam halkı sana itaat eder ve Bizans senden korkar. Eğer böyle yapmazlarsa dünya onların, ahıret de senin olur ve sen mescidleri kiliseler­le, ezanı çanla, kıblemi haçla değiştirmiş olursun. Allah katındaki ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır."[309] Yine aynı eserde kaydedildiğine göre Muhacir b. Ebî Umeyye, Haris b. Abdikulâle vardığında ona şöyle demişti: "Ey Haris, Hz. Mustafa'nın (sav) kendisini arzettiği ilk kimse sen idin, fakat onun hakkında yanıldın. Sen hükümdarların değeri en buyuk olanısın, hüküm­darların galebesine baktığında onların da galibine bak. Buğunun seni se­vindirdiğinde yarınından kork. Senden önce öyle hükümdarlar vardı ki eserleri gitti, yalnız haberleri kaldı, uzun zaman yaşadılar uzağı umdular ve az azık edindılar. Onların kimine olum yetişti, kimini ceza çarptı. Ben seni öyle bir Rabb'a çağırıyorum ki eğer hidayeti dilersen sana mani olmaz, eğer senin (helakini) isterse kimse ona engel olamaz. Seni o ummî peygambere davet ediyorum ki emrettiği şeyden daha güzel birşey ve yasakladığı şeyden daha çirkin birşey yoktur. Bil ki senin diriyi öldüren, oluyu dirilten, gözlerin hainliğini ve kalplerin gizlediğini bilen bir rabbin vardır."[310]

Kayserin yanına vardığında Dıhye'nin (ra) söylediklerinden[311]:

Vardım Kayserin yanına

Ona Mesih'in namazıyla gerçeği söylettim[312]

Ki o namaz al cevherdendi

Ve Rabbinin semanın işini tedbirini

Ve yerin; Sustu, inkâr etmedi.

Dedim: Kabul et Mesih'in muştusunu

Dedi: Düşüneyim; düşün dedim.

Nerdeyse kabul ediyordu Resulü

Meyletti kör bedele.

Tereddüt etti ve kıvrandı üzüntüden

Ve üzüldü Yunan ve Romalılar,

Mektubu elleriyle koyması üzerine

Başının, gözünün ve burnunun üstüne

Ve oldu Kayser bu işte

Kızıl atın durumu gibi.

"Kızıl at" tabiriyle, tercih ettiğini istemeyen mütereddit kimseye dair Arap darbımeselini kasdetmiştir (bkz. er-Ravdü'1-ünüf, II, 355). Subhu'l-a'şâ'da (VI, 359) şu bilgi verilir: Bu konuda rivayet edilen enteresan şeyler­den İbn Abdilhakem'in zikrettiği şu haber vardır: Nebî (savj Hâtib b. Ebî Beltea'yı Mısır Kralı Mukavkıs'a gönderip ona mektubunu tebliğ ettiğinde Mukavkıs kendisine şöyle dedi: "Bana beddua edip de cezaya uğramamdan onu meneden nedir?" Hâtıb da ona şöyle karşılık verdi: "Hz. İsa'yı kendisin­den yüz çevirenlere beddua etmekten alıkoyan neydi?" Bunun üzerine Mu­kavkıs bir müddet susup kaldı, sonra sözünü tekrarlamasını istedi, o da tek­rarladı. Mukavkıs sükut etti. Rivayet edildiğine göre Mukavkıs kendisine Resulullah'm (sav) kavmiyle yaptığı savaşlardaki durumunu sorup Hâtıb da savaşın onlar arasında sırayla olduğunu, bazan Resulullah'ın bazan diğerlerinin kazandığını söyleyince Mukavkıs şöyle demişti: "Peygamber mağlup olur mu?" Hâtıb (ra) da, hır istiy ani arın Hz. İsa'nın (as) tanrı ol­duğuna inandıkları halde çarmıha çekildiği yolundaki iddialarına işaretle şu karşılığı verir: "Tanrı çarmıha çekilir mi?"[313]

Muvaffakuddin İbn Kudâme'nin el-İstibsâr adlı eserinde efendimi; Ubâde b. Sâmit'in biyografisinde kaydedilen rivayete göre Mısır kralı Mu kavkıs Amr b. Âs'a haber yollayarak kendileriyle konuşmak üzere elçile: göndermesini istedi, o da içlerinde Ubâde b. Sâmit'in bulunduğu bir heye1 gönderdi ve bizzat Ubâde'nin konuşmasını emretti.[314] Ubâde son derece es merdi. Kralın huzuruna girdiklerinde Ubâde öne geçti, kral "içinizde bun dan başka konuşacak yok mu?" deyince, onlar "o en üstünümüz, Peygamberımız'e arkadaşlıkta en önde gelenimiz olup üstelik kumandanımız onun konuşmasını emretti" diye karşılık verdiler. Bunun üzerine kral "o halde gelsin, siyahlığından dolayı ondan korkmuştum" dedi Ubâde "eğer benden siyahlığımdan korktuysan benim gençliğim geçti ve kuvvetim gitti, sen hele benden daha siyah, daha guçlu ve daha ırı vucutîu binin üstünde yiğidin bu­lunduğu ordumuzu gorseydın ne olurdun?" deyince kral kendisinden barış istedi Bunun üzerine Ubâde şöyle dedi "Sızdenancakşuuçhusustanbırıni kabul ederiz. Ya Islâmıyetı kabul eder kardeşlerimiz olursunuz, lehimize olan (haklar) sızın de lehinize ve üzerimize olan (görevler) sızın de üzerinize olur Veya bize cizye öder zimmetimizi kabul edersiniz, biz de sizden kabul eder sizden el çekeriz Veyahut da bize karşı savaşa çıkarsınız, takı Allah si­zinle aramızda hükmeder." Kral "bu uç husustan başkasını kabul etmez mi­siniz9" diye sorunca Ubâde ıkı elini kaldırarak "hayır, goğun Rabbine andol-sun ki hayır, bu yerin Rabbine andolsun ki sizden bu uç husustan başkasını kabul etmeyiz" dedi. Kral, maiyetine bu konuda ne düşündüklerim sordu, onlar kabul etmediler Kral "Allah'a andolsun, eğer erkeklerin öldürülmesi ve kadınların esir edilmesinden önce onlardan bu uç hususun birini kabul etmezseniz, ondan sonra boyun eğerek kabul edeceksiniz" dedi ve muslu-manlarla antlaşma yaptılar Hz Ömer de Ubâde'yı Şam'a kadı ve öğretmen olarak göndermişti

Kalkaşandı sonra (VI, 360) başka bir konuya geçerek şöyle der Bizans krallarından bin, zamanın halifesine mektup yazarak kendi yanında hırıs-tıyan alimlerle tartışacak kimseler ister ve eğer onlara galip gelecek olursa Islâmıyetı kabul edeceklerini belirtir Bunun üzerine halife de Kadı Ebube-kır b Tayyıb el-Bâkıllânî el-Mâlıkî'yı[315] gönderir Meclis kurulup hrıstıyan alimler onun yanma toplanınca onlardan birisi kendisine şöyle dedi "Sızın inancınıza göre peygamberler zevceleri konusunda masumdurlar, Aışe'ye ise atılan iftira atıldı Eğer ona atılan iftira gerçekse, sızın peygamberlerin zevceleri konusunda masum olduklarına dair kesin olarak ilen sürdüğünüz prensibi nakzeder, eğer gerçek değilse, bunu ileri suren kimsenin imanına tesir eder " Kadı Ebubekır şu cevabı verdi "ıkı iffetli kadına zina iftirası yapıldı, birinin kocası vardı çocuğu yoktu, diğerinin ise çocuğu vardı kocası yoktu.[316] Bâkıllâm bu kadınların ilkiyle Hz Aışe'yı, diğeriyle de Hz Mer­yem'i kasdetmıştı Bunun üzerine onlar, bu hususta selamlama adetleri ola­rak ona secde ettiler Derim Hafız Zehebî'mnTârîhu'l-İslâm'ında Bâkıllâ-nı'mn biyografisinde bu olayı başka bir şekilde gordum Zehebî onun ba­şından birtakım şeylerin geçtiğini zikreder ki birisi şöyledir Kral, içen gi­rerken kendisine rüku etmiş bir vazıyette girmiş olması için onu basık bir kapıdan içeri aldırır. O da bunu anlayıp arkasını dönerek geri geri içeri gi­rer.[317] Bir diğer olay da şudur: Bakıllâni, kralın rahibine "çoluk çocuk nasıl?" diye sorunca, kral kendisine "rahibin bundan tenezzüh ettiğini bilmiyor musun?" dedi. Bunun üzerine Bakıllâni "rahibi bundan tenzih ediyorsun da Allah'ı eş ve çocuk edinmeden tenzih etmiyorsun!" diye karşılık verdi.[318] De­nir ki Bizans kralı Hz. Aişe'yi ayıplama maksadıyla ona "Aişe olayı nasıl ol­du?" diye sordu. Bakıllâni de "Meryem'e olduğu gibi oldu, Allah her iki ka­dını da temize çıkardı, üstelik Aişe'nin çocuğu olmadı" diye karşılık vererek onu susturdu, o da ne cevap vereceğini bilmedi. Bu bilgiler Târîhu'l-İslâm'-dan nakledildi,[319] Hatırımda kalan bir olay da şudur: Bizans kralı Bâkıllâ-ni'ye sorar: "Ayın sizin peygamberiniz için bölündüğünü ileri sürüyorsunuz; ay ile bir yakınlığınız mı var; siz onu(n bölündüğünü) gördünüz de başkaları görmedi?" O da "Sizinle m aide (sofra)arasındabirkardeşlikvenesepba-ğı mı var ki siz onu gördünüz, sizin civarınızda oldukları halde onu inkâr e-den yahudiler, Yunanlılar ve mecusiler görmediler?" diye karşılık verince kral sustu ve cevap veremedi.[320] İbnü't-Tilimsânî Şerhu'ş-Şifâ'da bu olayı etraflıca anlatarak şöyle der: Bazıları zikretti ki hükümdar, kendisiyle İs­lâm'ın yüceliği ve hristiyanlığın buğzu ortaya çıksın diye arif ve alim İmâm Ebubekir b, Tayyib'i Bizans kralına elçi olarak gönderdi. Kostantiniyye'ye (İstanbul) bu gidişi sırasında onunla patrikleri ve ileri gelen din adamları ile birlikte Bizans kralı arasında münazaralar ve karşılıklı konuşmalar oldu. Bunlardan birinde kral ona şöyle dedi: "Peygamberinizin mucizeleri arası­nda ileri sürdüğünüz inşikâku'l -kamer (ayın bölünmesi) olayı sizce nasıldır?." Bakıllâni şöyle cevap verdi: "O bize göre doğrudur, gerçek­tir. Resulullah (sav) zamanında ay bölündü ve insanlar onu gördü. Ancak ayı o sırada orada olup aya bakmakta olanlar gördüler." Kral "neden bütün insanlar görmedi?" deyince onaşukarşılığı verdi: "İnsanlar onu görmeküze-re sözleşmiş ve hazırlık içinde bulunmuş değinlerdi de ondan." Kral şöyle dedi:Buay ile aranızda bir yakınlık mı var, neden Bizanslılar ve diğerinsan-lar bunu bilmiyor da ona yalnız siz görüyorsunuz?." Bakıllâni şu karşılığı verdi: "Sizinle de şu m â i d e arasında bir nesep bağı mı var ki komşuları­nızdan Yunanlılar, mülhidler, brahmanlar, mecusiler ve yahudiler görmedi de yalnız siz gördünüz. Onların hepsi bunu inkâr ediyorlar." Kral buna hay­ret ederek "sübhanellah" dedi ve benimle konuşmak için falan papazı getir­melerini emreti ve biz ona güç yetiremiyoruz diye ekledi. Derken kumral saçlı ayı[321] gibi bir adam getirdiler. Adam oturdu, kendisine meseleyi anlat­tılar. Şöyle dedi: "Müslümanın söylediği bağlayıcıdır; onun zikrettiğinden başka kendisine verilecek cevap bilemiyorum." Ona şöyle dedim: "Kü-s û f u (ay tutulması) bütün insanlar mı görür, yoksa yalnız onu gözetlemek te olanlar mı?" Adam "yalnız onu gözetleyenler görür" dedi. Ben de şöyle de­dim: "înkâr edilen ay bölünmesi olayı da böyledir; ay bir tarafta olduğunda ancak o tarafta bulunanlar ve bakmaya hazır olanlar onu görebilir. Ona bakmayanlar veya ayın görünmediği yerlerde bulunanlar ise göremezler." Papaz "o dediğin gibidir, kimse seni bu konuda reddetmez. Tartışma konusu bunu nakleden râviler üzerinde olup bunun dışında ithamda bulunmak doğru değildir." Kral "olayı nakledenlerin itham edilmesi nasıldır?" diye so­runca, hristiyan şöyle dedi: "bunun gibi mucizeler, eğer gerçek iseler, hak­kında zorunlu bilgi sahibi olabilmemiz için büyük bir topluluktan büyük bir topluluğa rivayet yoluyla nakledilmesi gerekir. Böyle olursa hakkında zo­runlu bilgi sahibi oluruz. Hakkında zorunlu bilgi olmazsa haberin uydurma ve batıl olduğu anlaşılır." Bunun üzerine kral bana dönerek "cevap?" dedi. Ben de şu karşılığı verdim: "Ayın bölünmesi konusunda benim ispatlamam gereken hususu onun da meleklerin m â i d e yi indirmeleri konusunda is­patlaması gerekir. Ona şöyle denir:.Eğer mâidenin inişi gerçekse, onu çok sayıda insanların nakletmesi gerekirdi. Bu durumda da bütün yahudi ve hıristiyanlar bunu zorunlu bilgiyle bilirlerdi. Madem ki bunu zorunlu bil­giyle bilmiyorlar, bu da haberin yalan olduğunu gösterir." Bunun üzerine hıristiyan papaz, kral ve orada bulunanlar şaşa kaldılar, meclis de bu şekil­de dağıldı.[322]

 

Allah Resulü’nün Elçilerini Güzel Yüzlülerden Seçmesi

 

Resulullah'ın (sav) kendisine gönderecekleri postacıyı ( b e r î d ) gü­zel yüzlülerden seçmeleri hususunda valilerine (âmil) verdiği talimat ileride zikredilecektir.[323] Resulullah'ın (sav) hükümdarlara gönderdiği en meşhur elçilerden biri Dıhye el-Kelbî'dir. Ayni Umdetül-kârî'de (I, 93) şöyle der: Dıhye ashabın en güzel yüzlülerin den di, Cebrail Resulullah'a (sav) onun suretinde gelirdi. Süheyli "Onlar bir kazanç ve eğlence gördükle­rinde seni ayakta bırakıp oraya yöneldiler" (Cuma 62/11) âyetiyîe ilgili ola­rak İbn Selâm'dan şu yorumu nakleder: Ayette geçen "eğlence "den maksat, güzelliği sebebiyle Dıhye'nin yüzüne bakmış olmalarıdır. Dıhye Şam'a gittiğinde, ona çıkıp bakmayan gelinlik çağa gelmiş hiçbir kız kalma­dığı rivayet edilir.[324] Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbnü'l-Arabî el-Fütuhâtül-Mekkiyye'sinde şöyle der: Dıhye, zamanındaki insanların en güzeliydi. Ya-ratılışındaki güzelliğinden dolayı, Medine'ye varıp halk onu karşıladığında kendisini görüp de karnındaki çocuğu düşürmeyen kadın kalmadı. Ayni el-Umde'de şunu da zikreder: Dıhye, kendisiyle kadınların fitneye düşmeleri korkusuyla yüzünde yaşmakla gezerdi.[325]

 

Allah Resulü’nün Herhangi Bir Yere Gönderdiği Emîr Ve Elçilerine Tavsiyesi

 

İbn HişâmhnSiret' inde İbn Ishak'tan şöyle dediği nakle­dilir: Yezid b. Ebî Habîb el-Mısrî, içinde Resulullah'ın (sav) ülkelere, Arap ve Acem hükümdarlarına elçi göndermesi ve kendilerini gönderdiği sırada ashabına söylediklerinin zikredildiği bir belge bulunduğunu ve onu Muhammed b. Şihâb ez-Zührî'ye gönderdiğinde Zührî'nin belgeyi tanıdığını bana haber verdi. Belgede şöyle deniyordu: Resulullah (sav) as­habının yanına gelerek onlara şöyle buyurdu: "Muhakkak ki Allah beni bütün insanlığa bir rahmet olarak göndermiştir. Siz de tebliğ görevini benim adıma yerine getirin ki Allah da size merhamet etsin; Havarilerin İsa b. Meryem'e muhalefet ettiği gibi bana muhalefet etmeyin." Ashabın "onların muha­lefeti nasıldı ey Resulullah?" diye sormaları üzerine şöyle bu­yurdu: "İsa onları sizi davet ettiğim şeye davet etti; yakına gönderdikleri hoşlanıp itaat ettiler, uzağa gönderdikleri ise hoşnutsuz olup karşı çıktılar. İsa bunu Allah'a şikayet etti, sa­bahladıklarında her biri gönderildikleri kavmin dilini ko­nuşur olmuştu."[326] "Mescidle bevlin üzerine su serpme bâbı"nda[327] geç­tiği üzere, mescide bevleden bedeviye engel olduklarında Resulullah (sav) ashaba şöyle buyurmuştu: "Siz kolaylaştırıcılar olarak gonderildiniz, zor­laştırıcılar olarak değil." Hafız îbn Hacer Fethul-Bârî'de (I, 279) şöyle der: Resulullah'ın (sav) herhangi bir tarafa gönderdiği herkes için tavrı böy­le olup onlara "kolaylaştırın, zorlaştırmayın" buyururdu.[328] Derim: Bu hu­sus Sahîh-i Müslim'de Ebû Musa'dan nakledilir: ''Resulullah (sav) asha­bından birini herhangi bir iş için gönderdiğinde "müjdeleyin, nefret etirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın" buyururdu.[329] Bezzâr da İbn Ömer'den şu hadisi tahric eder: "Resulullah (sav) Muaz ile Ebû Musa'yı gönderdi ve müşavere ve 'muvafakat edin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin' buyurdu."[330]

 

Hulefâ’yı Râşidin Zamanında Berîd (Posta Teşktlatı) Kurulması

 

Berîd, posta istasyonlarından her biriyle diğeri arasındaki mesafe­ye denir ki bu da dört fersah veya oniki mildir. Sonra bu kelime mektupları taşıyan kimse için, şimdi ise daha geniş anlamda posta torbaları için kul­lanılmaktadır. B e r î d temelde Fars menşelidir. Sonra İslam devletlerin­de kullanıldı ve bunun için âmilü'l-berid denilen özel bir görevli ta­yin edildi. Bu görevli valiler ve bölgelerin haberlerini dârülhilâfe'ye (başkente), buradan da onlara taşıyordu. Meşhur görüşe göre İslâm'da pos­tayı ilk vazeden Muâviye b. Ebu Süfyân'drr. O muhtemelen postayı özel usûl ve esaslara göre düzenleyen, posta için mil ve istasyonlar koyan ilk kimse­dir. Yoksa posta ondan önce Hulefâ-yı Râşidin zamanında bilinmekteydi. Hz. Ömer b. Hattâb devrinde posta yaygınlık kazanmıştı. Sahîh-i Buhâ-ri'de "Deve, davar, koyun ve ağılları bâbı"nda "Ebû Musa d â r ü * 1 - b e -r î d 'de (posta evi, postane) namaz kıldı" ifadesi geçmektedir.[331] Hafız şöyle der: Sözü edilen dârü'l-berid Kûfe'de bir yer olup valiler tarafından halifeye gönderilen haberciler oraya inerlerdi. Ebû Musa, Hz. Ömer ve Os­man zamanında Kûfe'de vali idi, dârü'l-berîd de şehrin kenarında idi. Mutarrızi şöyle der: B e r î d aslında r i b â ttakullanılanhayvananla-mındadır. Sonra ise onlara bindirilip gönderilen haberci bununla adlan­dırıldı, sonra da meşhur mesafeye bu ad verildi.[332] Hafız İbnü'l-Cevzî'nin Hz. Ömer'in hayatına dair yazdığı eserin 34. babında (s. 85J onun Medine'deki gece bekçiliği (ases) ve bununla ilgili olarak başından geçen hususlar anlatılırken şu bilgi verilir: Hz. Ömer Nasr b. Haccâc'ı Medine'den uzak­laştırdığında Basra'daki valisine ( âmil) bir mektup yazdı. Haberci onun yanında günlerce kaldı. Sonra valinin m ü n â d i si (tellâl, haber duyuran) "Müslümanların postacısı (berîd) hareket etmek istiyor, kimin bir ihtiyacı varsa yazsın" diye ilanda bulundu. Nasr b. Haccâc da emîru'l-mü'mimn'e (Hz.Ömer) bir mektup yazarak onu mektupların içine koydu.[333] İbn Cerîr'in Tarîh*inde geçen aşağıdaki kıssada Bizans hükümdarının hanımından Hz. Ömer'in eşine gerdanlık hediye getiren habercinin müslumanların postacı­sı olduğu belirtilir. Kitâbu't-Tâiri'l-garîd fî vasfil-berîd'de, Arapların diğer hususlarda olduğu gibi posta teşkilatı konusunda da üstün bir mevkie sahip oldukları belirtilir. Bundan dolayı tarihçiler diğer milletlerden çok Araplarda postanın durumunu ele alıp anlattılar. Arapların postacılıkta kullandıkları ilk vasıta devedir. Sonra onun yerine katır ve daha sonra da sürati sebebiyle at kulandılar. Her seferde, yolcuların şevkini üstlenen bir postacı (berîd) bulunurdu. Arapların seferlerle gezip dolaşma eğilimleri, uzak ülkeler arasındaki uzun posta seferlerinin bütün düzeniyle yürüme­sinde en büyük yardımcı oldu. Bu görev onlar katında ancak halifenin ata­ma yapabileceği ve yalnız ehliyetli kimselerin yürütebileceği yüksek görev­lerdendir. Batılı kaynaklarda şu bilgiler verilir: Araplarda posta düzenle­mesi ilk defat Hicret-i Nebeviyye'den sonra ilk halifenin emriyle olmuştur. Uzak mesafelere ulaşan fetihlerin genişliğine bağlı olarak Arapların posta teşkilatı da genişledi ve büyüdü. Sonra Abbasi halifeleri zamanında "s i k k e”[334] denilen posta istasyonlarının sayısı bin dolaylarına ulaştı. Bu genişliğe rağmen yolculuk ve varış zamanları ve emniyet bakımından işler tam bir titizlikle yürümekteydi. Her istasyonda yolcular ve postacıların sey­rini, istasyonların durumunu gözetlemekle görevli bir başkan (reis) vardı. Bu başkanların hepsi, yollarda meydana gelen bütün hususlarla ilgili ra­porlarını merkezî nokta olan Bağdat'taki genel yönetime takdim etmek zo­rundaydılar. Yüksek başkan da bunları, postanın durumunu araştırmaya Özen gösteren halifeye bizzat sunardı. Posta teşkilatının, postanın seyri ve yolların coğrafi durumuyla ilgili posta kurallarını ihtiva eden umumî bir posta layihası vardı. Posta için büyük meblağlar harcanıyordu. Denildiğine göre yalnız Yemen şubesi için yılda harcanan miktar dört milyon dirhem ci­varında idi ki bu da dört buçuk milyon frank yapar. Bundan da, kalan diğei hatlarda yapılan harcamaların miktarı, Arapların posta teşkilatı için yap­tıkları harcamalar ve postanın onlar katındaki değeri anlaşılmaktadır. Adı geçen kitabın 95. sayfasında, Arapların posta görevlileri için Abbasi halife­leri zamanında al â m e t ler (sembol, amblem) edindikleri belirtilir. On ların alâmeti el ayası büyüklüğünde gümüş parçasından meydana geli yordu; bir tarafında besmele ve halifenin adı, diğer yüzünde de "Doğrususe-ni şakid, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik" (Feth 48/8) âyeti yazılıy di.[335]

 

Önemli Bir Not:

 

Makrızi'ninel-Hıtat'ında (1,280) şu bilgi verilir: İbrahim b. Ağleb 261 (875) yılında İfrikıyye'yi (Kuzey Afrika) ele geçirdiğinde kafileler ve tacirler yollarda emniyet içinde seyrediyorlardı. îbrahim b. Ağleb sahil boyunca ka­rakollar ve kaleler yaptırdı.[336] Öyle ki Sebte şehrinden İskenderiyye istika­metinde ateş yakılıyor ve oradan İskenderiyye'ye haber bir gecede varıyor­du ki ikisi arasındaki yol aylarca sürmekteydi.[337] Derim: Çabuk haber ulaştırmada bu usul telgraf ve telefondan daha enteresan ve hayret verici­dir. Bu dünyada tuhaf şeyler olmaktadır![338]

 

İslâm'a Davet İçin Elçi Gönderilmesi

 

Allah Resulü (sav) Dıhye b. Halife el-Kelbî'yi Bizans hü­kümdarı Kayser'e gönderdi. Onu mektubuyla gönderdi ve Kayser*e ulaştırması için mektubu Busra büyüğ^ine (emîri-ne) vermesini emretti.[339] Abdullah b. Huzâfe es-Sehmî'yi Fars (İran) hükümdarı Kisra'ya gönderdi. Amr b. Ümeyye'yi Ha­beşistan hükümdarı Necâşi'ye, Hâtıb b. Ebî Beltea'yı isken­deriyye hükümdarı Mukavkıs'a, Amir b. Lüey kabilesinden biri olan Salît b. Amr'ı Sümâme b. ÜsaTe, Alâ b. el-Hadrami'yi Bahreyn hükümdarı Münzir b. Sâvâ'ya» Şucâ b. Vehb el-Ese-dî'yi Haris b. Ebi Şimr el-Gassânî'ye, Muhacir b. Ebî Ümeyye'-yi Yemen hükümdarı Haris b. Abdikülâl el-Himyerî'ye gön­derdi. İbn Cemâa şöyle der: Resulullah (sav) hicretin 7. yılı (628) Muharrem ayında bir günde altı elçi gönderdi.[340] Zurkâ-ni'nin Şerhu'l-Mevâhib*i ile İbn Kîrân'ın Şerhu*l-Elfiyye'sinde, Resulul-lah'ın (sav) hükümdarlara elçi olarak bir günde altı kişi gönderdiği ve on­ların her birinin kendilerine gönderildikleri kavimlerin dilini konuşur hale geldikleri; İbn Sa'd ve diğer eserlerde de bu bilginin geçmekte olduğu ve bu­nun da Resululah'ın bir başka mucizesini teşkil ettiği belirtilir.[341]

 

Sulh İçin Elçi Göndermesi

 

Resulullah (sav) Hirâş b. Ümeyye el-Huzâî'yi kendisine ait bir deveye bindirip Kureyş'e elçi olarak Mekke'ye gönder­di ve Mekke'ye geliş sebebini Kureyş eşrafına bildirmesini emretti. Kureyşliler Resulullah'ın (sav) devesini boğazlayıp onu da Öldürmek istediler. A h â b î ş kavmi buna engel oldu ve onu bıraktılar. Sonra Allah Resulü (sav) Hz. Ömer'in tavsi­yesiyle bu iş için Osman b, Affân'ı gönderdi.[342]

 

Emân Bildirmek Üzere Elçi Gönderilmesi

 

es-Siyer* de Mekke fethine dair haberde İbn Işhak'ın şöy­le dediği zikredilir: Mekke fethi günü Safvân b. Ümeyye Cid­de'ye ve oradan da gemiye binip Yemen'e gitmek istedi. Umeyr b. Vehb şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, Safvân b. Ümeyye kavminin reisidir, senden korkarak denize ulaşmak üzere kaçtı, ona emân ver." Resulullah "o e m â n üzeredir" buyuranca, Umeyr şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, kendisiyle senin ona eman verdiğini bileceği birşey ver bana." Resulul­lah da ona Mekke'ye girdiği sırada giymiş olduğu sarığı verdi. Umeyr sarığı alarak çıkıp gitti, Safvân gemiyle denize açıl­mak üzereyken ona yetişti ve şöyle dedi: "Ey Safvân anam ba­bam sana feda olsun, Allah'tan kork, nefsini helake atma; bu Allah Resulünün (sav) verdiği emandır, sana getirdim." Saf­vân şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana, benden uzaklaş ve ko­nuşma benimle." Umeyr ona şu karşılığı verdi: "Ey Safvân, anam babam sana feda olsun, o (Resulullah) insanların en fa­ziletlisi, en iyilik yapanı, en halimi, en hayırlısı olup senin amcanın oğludur. Onun izzeti senin izzetin, şerefi senin şere­fin ve hükümranlığı senin hükümranlığındır."[343] Safvân "ha­yatımdan korkuyorum" deyince, Umeyr de "o bundan (seni affetmekten) daha halim ve daha cömerttir" dedi. Bunun üze­rine Safvân onunla birlikte geri döndü, Umeyr onu Resulul­lah'ın (sav) huzuruna getirince şöyle dedi: "Bu, senin bana emân verdiğini iddia ediyor." Resulullah (sav) da "doğru söylüyor" buyurdu. Safvân "Bu konuda beni iki ay muhayyer kıl” deyince, Resulullah (sav) "sen dört ay muhayyersin" bu­yurdu.[344] Ebû Ömer İbn Abdilber şöyle der: Umeyr b. Vehb b. Halef ile oğlu Vehb b. Umeyr Mekke fethi sırasında kaçtık­larında Resulullah'tan (sav) emân istedi, Resulullah (sav) da her ikisi için ona emân verdi ve oğlu Vehb b. Umeyr'i ona emân verdiğine işaret olarak yüce ridâsı ile birlikte gönderdi. Vehb de Safvan b. Ümeyye için zikredildiği şekilde onu alıp getir­di.[345]

 

Eman Verildiğini Bildirmek Üzerine Kadınlardan Gönderilen

 

İbn Abdilber el-İstîâb' da şöyle der: Ümmü Hakîm binti Haris b. Hişâm, amcasının oğlu Ikrime b. Ebi Cehl'in hanımı olup Mekke'nin fethi günü İslâmiyeti kabul etti. Kocası İkri-me Yemen'e kaçtığında onun için Resulullah'tan (sav) emân istedi ve onu aramaya çıkarak geri getirdi, o da müslüman ol­du ve nikahları üzere kaldılar. Ümmü Hakîm İkrime'yi getir­diğinde Resulullah (sav) onu görünce kendisine "muhacir yolcuya merhaba!" dedi. Ashabına da, "İkrime size geliyor, onu gördüğünüzde babasına sövmeyin, çünkü ölüye sövmek diriyi incitir" buyurdu.[346]

 

Yanındaki Müslümanları Yollaması İçin Yabancı Hükümdarlara Elçi Gönderilmesi

 

İbn Ishak şöyle der: Resulullah'ın (sav) ashabından Ha­beşistan'da kalanlar vardı. Resulullah (sav) onlar için Necâ-şi'ye Amr. b. Ümeyye ed-Damrî'yi gönderdi, Amr onları iki ge­miye bindirerek Hudeybiyye'den sonra HayberMe bulunduğu sırada Resululah'a (sav) getirdi. Onlar içlerinde Cafer b. Ebi Tâlib'in de bulunduğu onaltı kişiydiler.[347]

 

Devlet Başkanıyla Ülkesinde Bulunan Müslüman Bir Kadını Evlendirmesi İçin Yabancı Hükümdara Elçi Gönderilmesi

 

İbn Cemâa Muhtasaru's-siyer* de zikreder: Resulullah (sav) Amr b. Ümeyye ed-Damrî'yi Necâşi'ye gönderdi. Necâ-şi'nin adı Arapça'da "atıyye" manasına gelen Ashame idi. Resulullah (sav) ona iki mektup yazdı; birisinde kendisini İs­lâm'a davet ediyor ve-ona Kur*an okuyordu. Necâşi bu mektu­bu abp gözlerinin üstüne koydu ve tahtından inerek yere oturdu, sonra müslüman oldu ve hak şehadeti getirip "eğer ona gidebilseydim giderdim" dedi. Resulullah (sav) diğer mektupta da Ümmü Habibe'yi kendisiyle evlendirmesini is­tedi ve yanında bulunan ashabını gemiyle göndermesini em­retti. O da öyle yaptı, fildi sinden küçük bir kutu isteyerek Re-sulullah'uı (sav) mektuplarını onun içine koydu ve **bu iki mektup ellerinde kaldığı sürece Habeşistanlıların hayır için­de olacaklarını" söyledi.[348] el-İsâbe'de Amr'm biyografisinde şu bilgi verilir: Resulullah (sav) Ümmü Habibe ile evlenmesi konusunda onu Necâ-şi'ye gönderdi. Ayrıca Mekke'ye de göndermiş ve Hubeyb'i bağlı bulunduğu ağaçtan kurtarmıştı.[349] Hafız İbn Hacer, Ümmü Habibe'nin el-İsâbe'deki biyografisinde de şu bilgiyi verir: Necâşi, Ebrehe adlı bir cariyesini Ümmü Habibe'ye gönderdi. Cariye ona "hükümdar, seni evlendirecek kimseyi vekil kılmanı istiyor" dedi. O da Halid b. Said'i[350] vekil tayin ederek gönderdi ve Ebrehe'ye de iki gümüş bilezik verdi, Akşam olunca Necâşi, Cafer b. Ebî Tâ-lib ile yanındaki müslümanların getirilmesini emretti, onlar da geldiler. Necâşi hutbe irad etti; Allah'a hamd ü senada bulundu, kelime-i şehadeti okudu ve sonra şöyle dedi: "İmdi, Resulullah (sav) Ümmü Habibe'yi kendi­siyle evlendirmem için bana mektup yazdı, ben de icabet ettim. Ümmü Ha­bibe'ye dörtyuz dinar mehir biçtim." Necâşi sonra dinarları ortaya döktü. Sonra Halid hutbe okudu, "Resulullah'ın (sav) isteğine icabet ettim, Ümmü Habibe'yi onunla evlendirdim" dedi ve dinarları aldı. Necâşi onlara yemek yaptırdı, yediler. Ümmü Habibe şöyle der: Mal (mehir) bana getirilince Eb-rehe'ye elli dinar verdim, o ise bana iade etti. "Hükümdar bunu bana kesin olarak emretti" diyerek, ona verdiklerimi bana geri verdi. Sonra ertesi gün bana ud, alaçehre, anber ve anberyağı getirdi, ben de onu Resulullah'a (sav) götürdüm. İbn Fâris'in Muhtasarına İbn Badis tarafından yapılan şerh ile el-Lubâb'da şöyle denir; Ümmü Habibe, İslâm'da kendisine bu meblağ ve­rilen ilk kadındır.[351]

Ebû Abdullah el-Gâfıkfnin Zıllül-ğamâme[352] adlı eserinde adı geçen Ümmü Habibe hakkında şu bilgi verilir: Salih kul Ashame (Necâşi) onun mehrini edada Allah ve Resulünün rızasını kazandı. Allah onun kalbine iman ve merhameti yazdı, Ümmü Habibe'yi güven ve korumasına aldı, ta ki Şurahbil b. Hasene onu Resulullah'a (sav) ulaştırıp[353] zifafında koruyunca-ya kadar. Onu iman kanaatine boğdu ve zamanın uzunluğu karşısında mer­haleleri tükenmeye yüz tuttu. Ümipü Habibe sabah olunca nikahlanmasına hamdetti ve kuşlar onun muştusunu koşuşturdular; bileziklerini ve yü­züklerini Resulullah'ın (sav) onu nikahladığını kendisine haber veren kim­seye hediye etti.[354]

 

Hediye Götürmek Üzeke Elçi Gönderilmesi

 

Ebû Ömer İbn Abdilber el-İstiâb' da şöyle der: Resulullah (sav) Amr b. Ümeyye ed-Damrfyi bir hediye ile Mekke'ye Ebû Süfyân b. Harb'e gönderdi.[355] Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm şu ri­vayeti nakleder: "Bu hediye Acve hurması idi. Resulullah (sav) Ebû Süfyân'a yazarak kendisinden işlenmiş bir deri is­temiş o da deriyi hediye etmişti." Ebû Ubeyd şöyle der: Bu he­diye olayı Mekke fethi öncesinde Mekkeliler ile Resulullah (sav) arasındaki antlaşma dönemindeydi.[356] Ebül-Hasan el-Me-dainî, Resulullah'ın (sav) etrafa gönderdiği elçilerle ilgili olarak müstakil bir kitap yazmıştır.[357] BunuHâfız İbn Hacer, Haris b. AbdilkülâTin el-İsâbe ve diğer eserlerindeki biyografisinde zikreder.[358] Hafız Irâki de Elfiyye'sinde elçilere işaretle şöyle der:

Resulullah'ın (sav) hükümdarlara gönderdiği elçiler:

Nebfnin gönderdiği ilk kimse

Bir hükümdara Amr ki ed-Damrî'dir

Necâşi'ye gönderdi onu, vardığında

İndi döşeğinden oldu müslüman

Muhacirleri gönderdi deniz yoluyla

Ona iki gemiyle

Evlendirdi Remle'yi Nebî*yle Amr da kabul etti

Onun adına, Necâşi verdi mehrini ihsanla

Dıhye'yi gönderdi Kayser'e

Ki o Herakliyus'tur, büyüklendi isyan etti

Ve gitti îbn Huzâfe Kisra'ya

Yırttı mektubu azgınlıktan inkârdan

Hâtıb'ı Mukavkıs'a gönderdi

"Hayırla" dedi ve yaklaştı umudunu kesmedi

Nebf ye Mâriye-i Kıbtıyye'yi etti hediye

Ve kardeşi Sîrîn'i hediyelerle

Altın, kadeh ve bal

Ve Mısır'dan nadide şeyler

Ibnü'1-As'ı gönderdi tâ ki

Verdi mektubunu iki oğluna Cülendâ'nın

İkisi de olup müslüman bıraktılar Amr'ı

Zekâtı toplamaya ve hediye verdiler

Salît'i Yemâme'yi gönderdi

Benî Hanife hükümdarı Hevze'ye

Elçiye ikramda bulundu ağırladığında

Ve dedi "ne güzeldir kendisine davet olunan."

Ve istedi "işin" birazının kendisine tevdiini

Verilmedi ona, o da geçip gitti küfründe

Bunun gibi Şucâ el-Esedî vardı

Belkâ hükümdarı Haris el-Gassânî'ye

Attı mektubu ve dedi varıyorum

Onun üstüne, Kayser Herakliyus oldu engel

Denildi, aksine, onu Cebele'ye gönderdi

O yumuşak davrandı fakat onu alıkoydu

Hükümdarlık, sonra Ömer zamanında

Müslüman oldu, sonra irtidatla oldu kâfir

Muhacir b. Ebi Ümeyye'yi

Gönderdi Haris el-Himyeri'ye

Ki babası Abdıkulâl'dir, tereddüt etti:

"Bakayım, düşüneyim," elçi olarak geldi

NebFye müslumau olarak; onu kucakladı

Rıdâyı serdi ona ve sevdi onu

Alâ b. el-Hadramî'yi gönderdi

Sâvâ oğlu Münzir ed-Dârimî'ye.[359]

Alâ ile birlikte Ebû Hureyre vardı

Boyun eğdi Munzır en hayırlı dine

Fetih yılı geldi Munzır elçi olarak

Ya da dokuzuncu yılda, bir goruşe göre

Bunun gibi, Muâz'ı gönderdi ve

Ebû Musa'yı bir muhalife, yaklaştılar

Buyurdu: "kolaylaştırın, zorlaştırmayın"

istekle müjdeleyin, nefret ettirmeyin."

Cerîr'ı gönderdi Zu'1-Kelâa ve-

Zî Amr'a, ne güzel davetçıdır o

Ve Amr ed-Damrfyı Museyleme'ye

Yalanından dönmedi ayrılmadı

Ona mektubunu gönderdiği Sâıb ile

ikinci kez ama o tevbe etmedi

Ardından Ayyâş'ı gönderdi

Beni Abdılkulâle, öptüler hepsi

Mektubunu ve musluman oldular

Nuaym, Hâns[360] ve Mesrûh

Yine Nebî gönderdi yazdığında

Birçoklarına, gidenlerin adları belh değil

Ferve b. Amr el-Cuzâmî'ye

Ki kurtuldu islâm'ı kabul ederek

Ve Benî Amr'a Hımyer'den

Keza unlu Ma'dıkerıb'e

Ve yazdı bazı papazlara Necran'da

Keza Hades'ten[361] musluman olanlara

Ve Ibn Dımâd Hahd el-Ezdfye

Ve razı olunan îbn Hazm Amr'a

Temîm b Evs ve kardeşlerine[362]

Yazdı ki hâlâ evlatlarının yanındadır

Ve Yezıd b Tufeyl el-Hârısrye

Ve Benî Zıyâd b Hârıs'e.[363]

 

Allah Resulü’nün Kendisine Gelen Elçiye Hediye Vermesi

 

el-İsâbe'de, Kayserdin Maân valisi (âmil) Ferve b. Amr el-Cüzâmfnin Resulullah'a (sav) gönderdiği elçi Mesud b. Sa'd el-Cüzâmî'nin biyografisin­de şu bilgi verilir: O, Resulullah'a (sav) Ferve'nin hediyesini ve müslüman olduğu haberini getirdi, Resulullah hediyeyi kabul etti ve elçiye beşyüz dir­hem hediye verdi.[364]

 

Müslüman Olmaması Halinde Kendisine Savaş Açılacağı Tehdidiyle Hükümdara Elçi Gönderilmesi

 

îbn îshak'ın Sîret*inde Resulullah'ın (sav) Amr b. Âs'ı Uman hüküm­darı Cülendâ'ya İslama davet için gönderdiği zikredilir,[365] Amr. b. Âs'ın onunla karşılıklı konuşması uzunca olup siyer müellifleri tarafından nakle­dilmiştir.[366] Bu konuşmada hükümdara şöyle hitap etmiştir: "Senden başka kalan birini bilmiyorum, eğer bugün müslüman olmazsan atlar seni çiğne­yecek, şehirlerin mahvolacak. Müslüman ol, selâmete erer ve kavmine vali olursun." Şeyh Tayyib b. Kîrân Şerhul-Elfiyye'de şöyle der: "Onun hü­kümranlık makamında ve avanesinin yanında, üstelik onun huzurunda oturamayıp ayakta durduğu halde kendisine bu şekilde hitab edip savaş ve yok olmakla tehdit etmesi Amr'ın cesaret gücünü göstermektedir." Amr*ın kıssası için adı geçen şerh ve diğer eserlere bakınız. İbn Sa'd'ın Tabakât'ın-da şu bilgi zikredilir: Resululah (sav) Yuhanna b. Rü'be ve Eyle'nin liderleri­ne mektup yazarak şöyle buyurdu: "Eğer kara ve denizlerin güvenlik içinde olmasını istiyorsan Allah veResulü'neitaatet Eğer elçileri reddeder, onları razı etmezsen sizinle savaşarak küçükleriesir alıp büyükleri de öldürünceye kadar sizden hiçbir şeyi kabul etmem..."[367]

 

Allah Resulütvün Tercümanı

 

Yabancı Dîlde (Konuşmayı) Tercüme Eden:

 

Tilimsâni'nin el-Umde9 sinde belirtildiğine göre Zeyd b. Sabit el-Ensârî en-Neccârî hükümdarlara gönderilen mek­tupları yazar ve Resulullah'm (sav) huzurunda (konuşmala­rı) cevaplardı. Onun Farsça, Rumca, Kıptice ve Habeşce ter­cümanıydı. Bu dilleri Medine'de bunları konuşanlardan öğ­renmişti. İbn Hişâm da el-Behce' de bu bilginin benzerini zik­reder. Bu bilginin benzeri İbn Abdisselâm'ın et-Târif bi-ricâli Muhtasa-ri İbnil-Hâcib adlı eserinde Zeyd'in biyografisinde de geçmektedir. Adaşı­mız Ebül-Hesenât Muhammed Abdülhay el-Leknevi'nin Akâmü'n-nefâis fi edâi'l-ezkâr bi-lisâni Fâris[368] adh eserinde, el-İlâm bi-sîreti'n-Nebî aleyhi's-selâtü ve's-selâm ile diğeri bazı biyografi eserlerinde tasrih edil­diği üzere Zeyd b. Sabit gibi bazı sahabilerin Acemce, Rumca, Habeşce ve di­ğer dilleri öğrendikleri belirtilir. İbn Abdirabbih'in el-İkdü'1-ferid'inde (II, 144) şu bilgi verilir: Denildiğine göre Zeyd Farsça'yı Kisra'nın elçisinden, Rumca'yı Resulullah'ın (sav) hâcibinden, Habeşçe'yi onun erkek hizmetçi­sinden, Kıptice'yi de kadın hizmetçisinden öğrenmiştir.[369] Sahîh-i Buhâ-ri'de "Kitâbü'l-Ahkâm" da "Hakimlerin tercüme yaptırması ve bir tek tercü­man bulunmasınının caiz olup olmadığına dair bâb" başlığında Hârice b. Zeyd b. Sâbit'in Zeyd b. Sâbit'ten naklen şöyle dediği zikredilir: "Nebi (sav) Zeyd'e Yahudi yazısını öğrenmesini emretti"[370]

 

Yabancı Dîlde Yazıları Tercüme Eden:

 

Süryâni Yazısı: el-İstiâb* da belirtildiğine göre Resulul-lah'a (sav) Süryânice mektuplar geliyordu; Resulullah Zeyd b. Sâbit'e Süryânice'yi öğrenmesini emretti, o da on küsur günde öğrendi.[371] Tahâvi'ninMM/ı*o«ar' ında Zeydb. Sâbit'ten şu rivayet nakledilir: "Resulullah (sav) bana *Süryânice'yi iyi biliyor musun, bana mektuplar geliyor* buyurdu* Ben de 'ha­yır* dedim. Resulullah 'o halde onu öğren' buyurdu, ben de on-yedi günde öğrendim." el-Ahkâmu's-suğrâ' da, Ebubekr İbn Ebî Şeybe'nin Müsned* de Zeyd b. Sâbit'ten şu rivayeti naklet­tiği zikredilir: "Resulullah (sav) şöyle buyurdu: Bazı kimse­lerden bana mektuplar geliyor, onları herkesin okumasını is­temiyorum, Süryânice'yi öğrenebilir misin? Ben de "Evet" dedim ve onyedi günde öğrendim.” İbn Abdilber'inBehcetül-me-câlis'inde Zeyd b. Sâbit'in Süryâniceyi on sekiz günde öğrendiği belirti­lir.[372]

 

Yahudi Yazısı

 

Sahîh-i Buhâri' de "şevâhidwden olarak ve et-Târih' te[373] —ki burada verilen metin et-Târih' ten alınmıştır— Zeyd b. Sabitten şu rivayet zikredilir: "Resulullah (sav) 'yahudi yazı­sını (İbranice) öğren, ben mektubum konusunda yahudilere güvenmiyorum* buyurdu. Ben de onu yarım ayda öğrendim; öyle ki onun yahudilere gönderdiği mektupları yazıyor, ken­disine yazdıklarını da ona okuyordum"[374] Tahâvi*ninJlfwhto-sar' ında Zeyd b. Sabitten şöyle dediği nakledilir: "Resulul­lah (sav) bana yahudi yazısını öğrenmemi emretti, yarım ay geçmeden öğrendim. Resulullah (sav) bana 'Mektubum konu­sunda hiçbir Yahudiye güvenmiyorum' dedi, ben yazıyı öğre­nince Resulullah (sav) yahudilere mektup yazdığında ben ya­zıyordum, kendisine yazdıklarında da mektuplarını okuyor­dum.** Buhâri bu rivayeti "Kitâbu'l-Ahkâm"da "Hakimlerin tercüme yaptırmaları ve bir tek tercüman bulunmasının caiz olup olmadığına dair bâb"başlığıaltında "muall ak" olaraknaklederkilafzışöyledir:"Hârt-ce b. Zeyd b. Sabit şöyle dedi: Nebi (sav) Zeyd'e yahudi yazısını öğrenmesini emretti. Zeyd: Ta ki Resulullah'ın (sav) mektuplarını, yazdım, kendisine mektup gönderdiklerinde de ona mektuplarını okudum."[375] Hafız İbn Hacer Fethu'l-Bâri'de Buhâri'nin bu hadisi et-Târih[376] kitabında tafsilatlı ve "mevsûl" olarak verdiğini belirttikten sonra hadisi çeşitli "tariklerle m e v s û 1 olarak zikreder.[377] Tirmizî el-Câmi'in "Kitâbü'l-Edeb" inde[378] bununla ilgili olarak "Süryanice öğretimine dair bâb" başlığına açarak şu ri­vayeti nakleder: Bize Ali b. Hucr haber verdi, ona Abdurrahman b. Ebi'z-Zinâd babasından, o Hârice b. Zeyd b. Sâbit'ten, o da babası Zeyd'den şöyle dediğini haber verdi: "Resulullah (sav) bana'yahudi yazısını öğrenmemi emretti ve 'Allah'a andolsun, ben mektubum konusunda hiçbir yahudiye güvenmera' buyurdu. Yarım ay geçmeden yazıyı öğrendim, öğrenince de, Re-sulullah yahudilere mektup yazdığında onlara ben yazardım, kendisine yazdıklarında da mektuplarını ona ben okurdum."  Tirmizî şöyle der: Bu hadis hasen-sahih olup Zeyd b. Sâbit'ten çeşitli yollarla rivayet edilmiştir. A'meş onu Sabit b. Ubeyd'den, o da Zeyd b. Sâbit'ten şöyle rivayet eder: "Re-sulullah (sav) bana Süryânice'yi öğrenmemi emretti." İbn Asâkir, Abdullah b. Ebubekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan şöyle dediği tahric der: "Zed b. Sabit Mâsike[379] medreselerinde öğretim gördü, onların yazısını onbeş günde öğrendi. Öyle ki tahrif ettiklerini ve değiştirdiklerini biliyordu."[380] İbn Ebi Davudel-Mesâhif te ve İbn Asâkir Zeyd b. Sâbit'ten şöyle dediğini tahric ettiler: "Resulullah (say) "bana bazı mektuplar geliyor, onları herke­sin okumasını istemiyorum, İbranice veya Süryânice[381] yazıyı Öğrenebilir misin?" buyurdu. Ben de "evet" dedim ve onu onyedi günde öğrendim."[382] Ebû Yala, İbn Ebî Davud el-Mesâhif te ve İbn Asâkir, Zeyd b. Sâbit'ten şöyle dediğini tahric ederler: "Nebi (sav) bana 'Süryânice'yi iyi biliyor mu­sun, bana mektup geliyor' buyurdu. Ben 'hayır1 dedim, o da 'öğren' buyurdu ve ben onu onyedi günde öğrendim."[383] İmam Ahmed, Zeyd b. Sâbit'ten "merfu" olarak şu tahric de bulunur:'f&y ZeydJ benim için yahudi yazıs­ını öğren; Allah'a andolsun ki ben mektubum konusunda hiçbir yahudiye güvenmiyorum." Abd b. Humeyd de Zeyd b. Sâbit'ten "merfu" olarak şu hadisi tahric eder: "Ben bir kavme yazıyorum, fazla veya eksik yazmala­rından korkuyorum, Süryânice'yi öğren."

Derim: Bununla, yabancı dilleri öğrenmenin hükmü anlaşılmaktadır. Subhu'l-a'şâ'nın üçüncü cildinde şöyle denir: Katibin Arapça'dan başka dillerden, kendisiyle konuşma veya yazışma ihtiyacı sözkonusu olan kimse­nin dilini öğrenmesi gerekir. Bunun gibi, Arap yazısı dışındaki yazılardan da ihtiyaç duyulan yazıları öğrenmelidir. Muhammed b. Ömer el-Medâinî Kitâbü'l-Kalem ve*d-devât*ta şöyle der: "Katibin Hint yazısı ve diğer ya­bancı yazılan öğrenmesi gerekir." Daha önce dil ile ilgili olarak Resulul-lah'ın (sav) Zeyd b. Sâbit'e yahudilerin Süryânice veya İbranice yazısını öğrenmesini emrettiğine, onun da Hz. Peygamber'e onların mektuplarını okuduğuna ve Resulullah'tan onlara cevap yazdığına dair geçen bilgi de bunu teyid etmektedir.[384] İbn Rüşd, efendimiz Hz. Ömer ve imam Mâlik'in Arapça'dan başka dilleri öğrenip konuşmayı kötülediklerine dair rivayeti yorumlamakta olup el-Beyân ve't-tahsil[385] adlı eserindeki sözlerinden an­laşılan şudur: İmam Mâlik'in Arapça'dan başka dil ve yazıları öğrenmeyi mekruh sayması, öğrenilmesinde bir fayda bulunmayanlarla ilgilidir. Fa­kat Hz. Peygamber'in (sav) emriyle Zeyd'in öğrenmesinde olduğu gibi Dev­let Başkanının (İmâm) ihtiyaç duyduğu şeyleri tercüme etme, hakimin hasımlararasındahükiimvermevehukukuispatetme, â ş i r inbeytülmal için ehl-i zimme ve harbî tüccarlarından alacağı u ş û r vergilerini topla­ma, bir esirin hürriyetine kavuşturulması ve benzeri gibi zaruretin gerek­tirdiği faydalı hallerde ihtiyacı karşılamak için öğrenmesi mekruh değildir. İbn Yunus, Hz. Ömer'in Arap olmayanları kendi dilleriyle konuşmaktan menettiğine dair el-Müdevvene'de geçen ifade ile ilgili olarak şöyle denil­diğini belirtir: Bu yasaklamadan kastedilen, yabancı dille mescidde veya onu bilmeyen birinin yanında konuşmaları halidir ki bu durumda bir kimse­ye karşı iki kişinin fısıldaşmalan gibi olur ki bu da mekruhtur. Şeyh Ebül-Hasan bu hususta şöyle der: "Son te'vil daha uygundur. Birincisine gelince, bunu neden mekruh saymış olabilir; yabancı dille konuşma, mescidlerin sa-kındırılması gereken boş sözlerden midir?." O sanki bu hususta tevakkufta bulunmuştur, et-Tevdîh'te müellif şöyle der: O mescidlerde yabancı dille konuşmayı mekruh saymıştır. Çünkü Mâlik de mescidlerde Arapça'dan başka dille konuşulmasını mekruh saymıştır, İbn Yunus'un kanaati de bu yöndedir. Îbnü'l-Hâc'ın el-Medhal'inde şu bilgi verilir: İmâm Mâlik bun­dan, yani mescidde yemek yemeden daha hafif fiili mekruh saymış olup bu da özellikle Arapça'yı iyi bilenlerin başka dille konuşmalarıdır. Bu konuda İbn Ebî Cemre'nin Muhtasarına Meccâcî'nini yaptığı şerhte üçüncü hadise bakınız.

Derim: Arapça dışında bir dille konuşmanın Hz. Ömer tarafından neh-yinin ve İmâm Mâlik tarafından mekruh sayılmasının mescidde bununla konuşan kimse veya hiçbir zaruret gerektirmediği halde ya da kendi dilini, bunun edebiyat ve ilimlerini küçümseyerek yabancı dil öğrenen kimse hakkında olduğu, başka kimseler hakkında söz konusu olmadığı anlaşıl­maktadır. Üstelik bugün kabul etmekteyiz ki Arap olmayan milletlerin dil­leri, onlarla yarışma ve milletler arasında yükselme için zaruri olan müsbet ilimler, ayrıca bir arada yaşama ve bu durumda insan haklarını güvence al­tına alma konusunda gerekli olan karşılıklı tanışma için bir anahtardır. Bir­çok dilleri bilenlerden biri olan Şeyh Safiyüddin el-Hıllî şöyle der:

Kişinin dilleri ölçüsünde olur faydası Ona felaketler halinde yardımadır bunlar Davran öyleyse çabucak öğrenmeye dilleri Her dil gerçekte birer insandır.

el-Cevheretül-mahsûs fî tercemeti şârihil-Kâmûs[386] müellifi bu iki beyti ona nisbet etmektedir. Bu konuda zikredilen en enteresan şeyler­den biri de îbn Sa'd'ınTabakât'ında (III, 258) gördüğüm şu bilgidir: Efendi­miz Hz. Ömer'in öldürülmesinde Muğire'nin hizmetçisine yardım edenler­den biri olan Cefne en-Nasrâni, Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın süt babasıydı ve Medi­ne'de yazı öğretiyordu.[387] Onun yabancı dilde yazı öğrettiği söylenebilir, ama mesela Arapça veya Kur'an öğrenme konusunda o sırada bir hıristiya-na ihtiyaç duymuş olmaları imkânsızdır. Bunu düşün. Bu konuda zikredi­len en güzel şeylerden biri de Şeyh Muhammed en-Nevevî el-Câvi el-Mek-kî'nin Merâhu lebîd li-keşfi ma'nal-Kur'âni'l-mecîd[388] adlı tefsirinde, Hz. Yusuf tan (as) bahseden "(Yusuf krala) Beni ülkenin hazineleri üstüne (memur) kıl, çünkü ben (onları) iyi korur, (yönetmesini) iyi bilirim, dedi" (Yusuf 12/55) âyeti ile ilgili olarak gördüğüm şu yorumdur: Yani mallarda tasarruf yollarını ve bana gelecek gariplerin (yabancıların) bütün dillerini bilirim (s. 403).

Buhari Sahîh'te "Farsça ve rftâne (Arapça'dan başka dil) ile konu­şan kimse babı" diye bir başlık açar.[389] el-Fecrü's-sâti*de müellif şöyle der: "Ritâne* den maksat Arapça'dan başka dil olup bu, daha genel olanın atfı kabilindendir. Yani, iki âyetin de[390] delâlet ettiği üzere ihtiyaç duyul­duğunda Arapça'dan başka dille konuşmanın caiz olduğudur. Buhari bu­nunla, Farsça konuşmanın mekruh olduğuna dair varid olan hadislerin za­yıf olduğuna işaret etmiştir. Bu başlığın Cihad bahsinde ele alınması da, müslümanların, Arap olmayanların (Acem) elçi ve emirleriyle münasebet­lerinde buna ihtiyaç duymalarından dolayıdır."

Bu konuda anılması gereken en enteresan şey Sıbt İbnül-Cevzi'nin Mir*âtü'z-zamân adlı eserinde okuduğum şu bilgidir: "O, Abdullah b. Zübeyr'in kölelerinden bahsederken Hişâm'ın şöyle dediğini zikreder: Abdul­lah b. Zübeyr'in her biri bir dille konuşan yüz hizmetçisi vardı. O da onların her biriyle kendi dili ile konuşurdu." Bu bilgi, Hafız Suyûti'ninTârihul-hu-lefâ'sında (s. 83) İbn Asâkir'in Ömer b. Kay s'tan tahriri olarak verilmiş olup oraya bakınız.[391] Bu, sahabe ve tabiînin dilleri bilmeleri ve bunun sayısı ile ilgili olarak duyduğum en enteresan bilgidir. Zikredildiğine göre İbnü'z-Zübeyr'in babasının, kendisine haraç ödeyen bin kölesi vardı. Oğlunun da bu kadar kölesinin bulunması yadırganacak birşey değildir. Çünkü İslâmda Hâşimîlerden sonra onların ailesinden dahabüyüğü yoktu. Bu konuile ilgili olarak, şimdi Şam'a yerleşmiş bulunan dayımızın oğlu allâme muhaddis Ebû Abdullah b. Cafer el-Kettâni’nin[392] el-Metâübül-azizetül-vâfiyye fî tekellümihi aleyhisselâm bi-gayri'1-luğati'l-Arabiyye adlı eseri, Ha­nefi âlim Şürunbulâli'nin en-Nefhatü'1-kudsiyye fî ahkâmi kıraâtli'l Kuran ve kitâbetüıi bil-Fârisiyye[393] ve allâme Ebül-Hasenât Muhammed Abdülhay el-Leknevi'nin Akâmü'n-nefâis fî edâi'l-ezkâr bi-lisâni'l-Fâris[394] adlı risalelerine bakınız. AyncaFethul-Bâri'de "Küâbü'l-Cihâd" -da Buhâri'nin "Parsça... konuşan kimse babı" ile ilgili olarak müellifin şu söylediklerine bakınız: Buhâri sanki Resulullah'ın (sav) dilleri bildiğine işa­ret etmiştir. Çünkü Hz. Peygamber, dillerinin ayrılığına rağmen bütün mil­letlere gönderilmiş olup dolayısıyla onun risaletinin umumîliğine nisbetle bütün milletler onun kavmi sayılır. Bu da onları anlaması ve onların da ken­disini anlamaları için onların dillerini bilmesini gerektirir. Şöyle de denile­bilir: Bu durum, onlar nezdinde güvenilir tercüman bulunması imkânı sebe­biyle, Hz. Peygamber'in bütün dilleri konuşmasını gerektirmez.[395] Ayrıca allâme dayımızın (Allah-rahmet etsin) İthaftı nücebâi'1-asr bil-cevâb ani'1-mesâili'l-aşr adlı eserine bakınız. Enmûzecü'l-lebîb'de Hz. Pey-gamber'e ait hasâisten olarak Kur'an'ın her dilde inmiş olduğu belirtilir[396] İbnü'n-Nakib bunları sayar. Yine Suyûti el-İtkân'da Ebubekir el-Vâsıtî*nin el-İrşâd fil-kırââtil-aşr adlı eserinde şöyle dediğini kaydeder: KurWda şu elli dil (ve lehçe) mevcuttur: Kureyş, Hüzeyl, Kinâne, Has'am, Hazrec, Mezhic, Huzâa, Gatafân, Müzeyne, Sakif, Hevâzin, Eş'ar, Numîr, Kays, Aylan, Cürhüm, Yemen[397], Ezd Şenûe, Kinde, Temim, Himyer, Medyen, Lalım, Sa'dü'l-aşîre[398], Hadramevt, Sedüs, Amâlika, Enmâr, Gassân, Sebe, Uman, Benî Hanîfe, Tağlib,[399] Tay, Amir b. Sa'saa, Evs, Belî[400], Cüzam, Uzre[401] en-Nemir, Yemâme. Arapça dışında ise Farsça, Rumca, Nabati dili[402], Habeşce, Berberce, Süryânice, İbranice ve Kıbti dili.[403] Kütüphanemizde Suyüti'nin el-Mühezzeb fîmâ vakaa fil-Kur'ân minel-muarreb[404] adlı bir risalesi vardır. Yaklaşık bir forma hacminde olup alfabetik olarak tertip edilmiştir. Bu konuda onun bir başka risalesi de bulunmaktadır. Ravdfnin Şerhu1-Enmûzec*inde ulemanın "Biz seni ancak bütün insanlara müjde­ci ve uyarıcı olarak göndermişizdir" (Sebe1 34/28) ile "Kendilerine apaçık anlatabilsin diye her peygamberi kendi milletinin dili ile gönderdik" (İbra­him 14/4) âyetlerinden Hz. Peygamber'in (sav) bütün dilleri bildiği hükmü­nü çıkardıkları belirtilerek bu konuda Şeyh eş-Şûnf nin Meclis'ine Bulkînf-nin yaptığı şerhe[405] bakılması tavsiye edilir. Hafâci Şerhu'ş-Şifâ'da (1,480) şöyle der: Allah Teâla Resulullah'a (sav) bütün dilleri öğretmiş olup "Bizher peygamberi ancak kendi milletinin dili ile gönderdik" {İbrahim 14/4) buyur­maktadır. Resulullah (sav) ise herkese gönderilmiştir.[406] Subhul-a'şâ'da(I, 165) "Kâtibin yabancı dilleri bilmeye ihtiyacı faslı"nda da Muhammed b. Ömer el-Medâni'den naklen şu bilgi verilir: Denildi ki Resulullah (sav) Arap olmakla birlikte bütün dilleri biliyordu. Çünkü Allah onu bütün insanlara göndermiştir. Şüphesiz, Allah bir peygamberi kendilerini anlamadığı bir topluma gönderen değildir. Bu sebepledir ki Resulullah (sav) Selmân ile Farsça konuştu. Medâni, İkrime'ye varan senedle şu rivayeti nakleder: İbn Abbas'a "Resulullah (sav) Farsça konuştu mu?" diye soruldu. O da "Evet, Selman onun yanına geldiğinde kendisine "dürüsten ve s â d -t e h M dedi" diye karşılık verdi. Muhammed b. Emyel "Sanıyorum bu söz, "merhaba, hoş geldin" anlamındadır" der. Bu durumda[407] Hz. Peygamber'in (sav) Zeyd'e Süryânice veya İbranice yazmayı Öğrenmesini emretmesi, yaz­manın kendisine haram olmasındandı, yoksa bununla Zeyd'e onların dille­rini öğrenmesini emretmiş değildi. Hafız îbn Abdisselâm en-Nâsırî[408] er-Rihletül-kübrâ'sında hocası İmâm Muhammed b. Muhammed el-Buhâri en-Nâblûsi el-Eserî'nin biyografisinde, Resulullah'm (sav) Farsça konuşup konuşmadığı konusunu ve el-KâmûsmüellifininSifru's-saâde adlı eserin­de Hz. Peygamber'in Farsça konuştuğunu kabul etmediğini[409] onunlamüza-kere ettiklerini, hocasınını ise Resulullah'm (sav) Farsça konuşmuş oldu­ğunu doğru bulduğunu, bu yolculuk sırasında kendisine soru sorulması üze­rine imla ettirdiği ve el-Kâmûs müellifinin görüşünü reddettiği iki formayı ona gösterdiğini belirtir.[410]

 

Şair

 

Allah Resulü'nün (Sav) Şairleri:

 

el-İstiâb' da İbn Sîrîn'in şöyle dediği zikredilir: Müslümantarın şairleri Hassan b. Sabit, Abdullah b. Revâha ve Ka'b b. Mâlik*ti. Müşriklerin şairleri ise Amr b. Âs, Abdullah b. Zi-ba'ra ve Ebû Süfyân b. Hâris'ti. Ebü Ömer b. Abdilber şöyle der: Ali b. Ebî Tâlib'e "bizi hicveden topluluğu sen de bizim için hicvet** denilince o da "Nebî (sav) izin verirse yaparım** karşılığını verdi. Bunun üzerine onlar "Ey Allah'ın Resulü, ona izin ver” dediler, Resulullah (sav) "bu hususta istenilen şey Ali'de yoktur*' veya "o bu hususta istenilen durumda de­ğildir" buyurdu. Sonra da şöyle dedi: “Resulullah*a (sav) si­lahlarıyla yardım eden kavmi, dilleriyle ona yardım etmek­ten alıkoyan nedir?." İbn Şîrîn şöyle der: Müşrikleri hicvet­mek için Hassan, Ka'b ve Abdullah b. Revâha olmak üzere en-sardan üç kişi seçildi. Hassan ve Ka'b müşriklerin tarihî olay­lar, günler (e y y â m) ve övgüye değer hasletlerle ilgili olarak söylediklerinin aynısıyla onlara karşılık veriyor ve onların ayıplarını zikrediyorlardı. Abdullah b. Revâha ise küfür üze­re bulunmuş olmaları, duymayan ve faydası olmayan şeylere ibadet etmelerinden dolayı onları ayıplıyordu. O sırada Ab­dullah'ın sözleri onlara daha hafif, Hassan ve Ka'b'ın sözleri ise daha ağır geliyordu. Fakat İslâmiyet, kabul edip de bilgi sahibi olduklarında onlara en ağır gelen söz Abdullah b. Revâha'nınkiydi.[411] Hassân'ın el-İsâbe'deki biyografisinde Ebû Ubey-de'nin şöyle dediği nakledilir: Hassan b. Sâbit'in şairlere üstünlüğü üç hu­sustadır: Câhiliyye devrinde ensârın şairiydi, Nübüvvet döneminde Allah Resulü'nün (sav) ve İslâmî devirde de bütün Yemen'in şairiydi.[412] Şihâb-üddin el-Berbîr'in eş-Şerhu'l-celi[413] adlı eserinde şu bilgi verilir: Ashabın hepsi şiirin menba ve madeni idiler. En şair olanları dört halife, halifeler arasında en şairi de Ebubekr es Sıddîk idi. Hocalarımızın hocası Seyyid Mustafa el-Bekrî es-Sıddıkfnin,[414] atası es-Sıddîk'in (Hz. Ebubekir) sözle­rinden birdivân derlediğini gördüm ki onu övmede divitlerin ağzı ve kalem­lerin ağızları aciz kalır. Bu divânı alfabetik olarak düzenlemiştir. Hz. Ebu-bekir*in kızı Hz. Aişe, Hansa'dan[415] da şairdi. Değil kadınlar, erkeklerin bile belleyemediği ölçüde şairlerin söylediklerini rivayet ederdi. Dilini uzattı­ğında burnuna değen Hassan b. Sâbit'in sahabe şairlerinden olduğu apaçık bilinmektedir. O, dilini bir kılın üzerinden geçirse onu kırıp koparacağına, bir kayanın üzerinden geçirse onu parçalayacağına dair Allah'a yemin eder­di. Şunlar da sahabe şairlerdendir: Nâbiğa el-Ca'dî, Ka'b b. Züheyr, Ka'b b. Mâlik, Zibrikân, Abbas b. Mirdâs, Amr b. Âs, Abdullah b. Revâha, Dırâr b. Hattâb, Hz. Peygamberdin (sav) amcası Abbas ve oğlu Abdullah b. Abbas, Le-bîd, Muâviye b. Ebî Süfyâû, babası Ebû Süfyân, Muğire b. Şu'be ve baş kala-n. Resulullah (sav) Hassân'ı şiir söylemeye ve müşrikleri hicve teşvik edi­yor, bunun onları kılıçla mağlup etmekten daha üstün ve ağır olduğunu be­lirtiyordu. Allah Resulü (sav) ashabından şiir söylemelerini isterdi. Ka'b b. Zübeyr'in söylediği şiir sebebiyle kanını heder kıldıktan (öldürülmesini mu­bah saydıktan) sonra yine söylediği şiir sebebiyle öldürülmesini önlemiş,[416] cariyesi Şîrîn el-Kıbtiyye'yi[417] Hassân'a mükafat olarak vermişti.[418]

 

Sahabeden Allah Resulü'nü Öven Kadın Ve Erkek Şairler

 

İbn Seyyidinnâs diye bilinen Hafız Fethüddin Muhammed b. Muham-med el-Endelüsî (ö. 734/1334) bunları bir "keside-i mîmiyye"de toplamış, sonra da bunuMinehu'1-midehveyaFethül-medh[419] adıyla şerhetmiştir. Sayıları ikiyüz civarında olan bu şairleri eserinde alfabetik olarak ver­miştir. Çağdaşlarımızdan ve İstanbul'a yerleşmiş bulunan Câbizâde diye tanınmış Ebü'l-Hasan Ali b. Şakir el-Mostârî'nin Hüsnü's-sihâbe fi şerhi eş'âri's-sahâbe adlı nefis bir eseri vardır.[420] İlk cildi 362 sayfa olarak bası­lan eser kafiyelere göre düzenlenmiştir. Müellif, sahâbinin biyografisini verdikten sonra tevhid, Allah'a sena, Resulullah'ı (sav) medh ve mucizeleri­ni açıklamayla ilgili şiirlerini zikreder. Eserde ikiyüzü aşkın sahâbinin bir tek beyitten bir kasideye kadar varan şiirleri verilmiş, sonra hepsinin keli­meleri şerhedilmiştir.

Sahabeden sonra Resulullah'ın (sav) ümmetinden onu öven şairlerin şiirlerine gelince, her memleket veya şehirde insanlar bunun için biraraya gelseler bile, sayılamayacak kadar çoktur. Çünkü bir divân derleyip de ona veya her harfine (bölümüne) Nebevi medihlerle başlamayan müslüman yok gibidir. er-Rihletü*l-Ayyâşiyye*de müellifin Mekke'de Mûnteha's-sûl fî medhi'r-Resûl adlı bir eserin 673 (1274) yılında yazılmış yedinci bölümü­nü gördüğü belirtilir. Ebû Salim (müellif) devamla şöyle der: Bu eseri derleyen, bununla kendi sözlerini veya belli sözleri değil de Resulullah'a (sav) yazılan medhiyeler ile benzeri şiirlerden erişebildiklerini derlemeyi amaç­lamıştır. Kitabın tamamlanmasına ne kadar kaldığını Allah bilir.[421] Bu yüz­yılımızda da arkadaşımız, zamanın ender şahsiyetlerinden biri olan Ebül-Mehâsin en-Nebhâni eş-Şâmi, Nebevi medhiyelerle ilgili bir antoloji derle­yerek alfabetik olarak düzenlemiştir. Eser dört cilt halinde basılmıştır.[422] Bununla birlikte bu da azın azı olup denizden bir katredir.[423]

 

Allah Resulümün Kendilerine Yazık Olmuş (Küfür Üzere Ölmüş) Kimselerin Şiirini Okutması

 

Müslîm ve Buharı de el-Edebül-müfred*de Amr b. Şerîd'den, onun da babasından yaptığı şu rivayeti tahric ederler: "Nebi (sav) benden Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın şiirlerinden okumamı istedi, ben de ona yüz kafiye veya beyit okudum."[424] Yine Sahîh-i Müslim'de Amr b. Şerîd'in babasından yaptığı şu rivayet nakledilir: "Birgün Resulullah'ın (sav) terkisine binmiştim, bana "Ümeyye'nin şiirinden hatırında var mı ?" diye sordu, "evet" dedim; "haydi" buyurdu, bir beyit okudum, "daha" buyurdu, yine de okudum, "daha da" de­di, ta ki kendisine yüz beyit okudum. Resulullah (sav) "neredeyse müslüman olacakmış!" buyurdu."[425] Kurtubi bunda, hikmet, şer*î ve tabiî bakımdan güzel mânâlar ihtiva ettiğinde şiirleri ezberleme ve ilgilenmenin caiz oldu­ğuna delil bulunduğu belirtir. Bundan, Hz. Peygamber'in (sav) kâfirlerin şiirlerini okuttuğu da anlaşılmaktadır. Çünkü Ümeyye b. Ebi's-Salt, Resu­lullah'ın (sav) kendisi için "şiiri iman, kalbi ise küfür etti" dediği kimse­dir.[426]

 

Allah Resulü'nün Gençliğin Şaraba (Sevince) Benzetildiğî Ve Benzeri Aşk Ve Eğlence Konulu Şiirleri Dinlemesi

 

Ka*bb.Züheyr'inAllahResulü'ne(sav) "Bânet   Suâd"kasidesi­ni okuması kıssası meşhurdur. Bunun üzerine Resulullah (sav), ölüme mahkum edilmişken, okuduğu kasideden dolayı onu ölümden kurtardı ve kendisine yüz deve ile üzerindeki " b ü r d e "yi (hırka) verdi. Muâviye bu hırkayı ondan otuzbin dirheme satın alarak hükümranlığı (na bir sembol ol­ması) için yanında muhafaza etti ve ona saygı gösterdi. Emevi halifeleri de bayramlar ve belli günlerde teberrüken onu giyer ve en övgüye değer elbise sayarlardı. Ta ki bu hırka devletle birlikte Abbasilere geçti. îslâm ümmeti bu eşsiz güzellikteki "Kaside-i L â m i y y e "yi ezberleme, okuma, şerhetme ve benzerini söylemeye büyük önem verdi. Şeyh Edip Ebû Cafer el-Basir el-İIbiri el-Endelüsî Ka'b'ın bu kasidesini anarken şöyle der[427]: Bu kasidenin köklü bir şerefi ve geçersiz kılanı (nâsihi) bulunmayan bir hükmü (otoritesi) vardır. Ka'b onu Resulullah'ın (sav) mescidinde, o ve As­habının huzurunda okuyarak onunla tevessülde bulundu ve cezasından af­fa uğradı. Resulullah (sav) onun ihtiyacını karşılayarak elbisesini ona giy­dirdi, kendisine el uzatmak isteyenlere engel oldu, onu yüceltti ve isteğine erdirdi. Bu, daha önce yaptığı hezeyanlar ve kanının heder kılınmasından sonra olup kasidenin hasenatı bu günahları yoketti, güzelllikleri bu ayıp­ların yüzünü örttü. Bu kaside olmasaydı medhiye ve gazel yasaklanır, şiir­den dolayı atıyye alan şair umudunu keserdi. O, şairlerin izledikleri yolda hüccetleri ve sahip oldukları şeylerde de dayanaklarıdır. Hocalarımızdan biri kendi isnadı olarak îskenderiyye'de bana anlattı: Alimlerden biri Ka'b'ın kasidesi olmadan meclisini açmazdı. Kendisine bu durum sorulunca şöyle dedi: Rüyada Resulullah'ı (sav) gördüm, "Ey Allah'ın Resulü, Ka'b'ın kasidesini huzurunuzda okuyayım mı ?" dedim, o da "evet, onu ve onu seveni severim" buyurdu. Ben de hergün onu okumayı Allah'a ahdettim. Makkârî şöyle der: Şairler o gün bu gündür, huzurunda okunana ve övgüsü kendisine nisbet edilen zattan (Resulullah) bereket umarak o kasidenin tarzında şiir söyleye geldiler ve onun sözlerini izlediler. Kadı Muhyiddin b. Abdüzzâhir, Allah Resulü'ne (sav) medhiye olarak" Bânet Suâd" vezninde bir ka­side kaleme aldığında şöyle dedi:

Ka'b, Nebî*nin övgüsüne bir kaside söyledi

Biz de Onun medhine ortak olmayı umarak söyledik

Bizim de mükâfat örtümüz rahmet olsun

Ka'b'ın nail olduğu rahmet gibi ki o mübarak KaVdır.

Bu bilgi Makkârf nin Neflıu't-tib'inden nakledildi.[428]

 

Allah Resulümün Vefatından Sonra Kendisine Mersiye Okuyan Erkek Ve Kadın Sahabîler

 

Hafız el-Azefî Mevlidinin sonunda Resulullah'ın (sav) vefatından sonra hakkında Sahabenin söylediği birçok mersiyeye Abdülmuttalib, Ümmü Hakim binti Abdülmuttalib, Hind binti Haris b. Abdülmuttalib,[429] Ebû Süf-yân b. Haris b. Abdülmuttalib, Amr b. Âs, Hassan, Ka'b b. Mâlik, Ebül-Hey­sem b. Teyyihân, Abdullah b. Üneys, Ömer b. Salim el-Huzâi, Zibrikan b. Bedr, Abdullah b. Mâlik el-Erhabî,[430] Hemdân'ın önde gelenlerinden İbn Zî Medân, Abdullah b. Seleme el-Hemdâni, Sevâd b. Kârib ed-Devsî, Abdül-hâris b, Enes b. Reyyân ve başkalarıdır.[431] Bu anılanların mersiyeleri Mevlid'den bir forma oluşturmaktadır. Hafız eş-Şâmi de es-SübüTde bu konuy­la ilgili olarak bazı bâblara yer vermiş olup bunlardan biri de "Resulullah'ın (sav) şiir konusundaki tutumuna dair bâblar" başlığıdır. Birinci Bâb: Resu­lullah'ın (sav) güzel şiiri övmesi, kötüsünü kötülemesi ve çok söylenmesini hoş karşılamaması. İkinci Bâb: Resulullah'ın (sav) mescid içinde ve dışında ashabından bazılarının şiirini dinlemesi. Üçüncü Bâb: Resululîah'ın (sav) Ashabından bazılarına müşrikleri hicvetmesini emretmesi. Dördüncü Bâb: Resulullah'ın (sav) örnek olarak andığı şiirler. Beşinci Bâb: Resulullah'ın (sav) başkasından okumasını istediği şiirler. Bu konuyla ilgili olarak, anı­lan yerlere bakınz.[432]

 

Allah Resulttkün, Kendisine İthaf Edilen Beyitler Sebebiyle, Ele Geçirilen En Büyük Esir Grubuna Lütufta Bulunması

 

Bu kıssa kendi konusunda enteresan olup isnadı da enderdir. Muhad-dislerin gözlerini kamaştırdı, onu rivayete üşüştüler. Çünkü o, Hafız Suyûti ve Sehâvi ile onuncu yüzyılı idrak eden emsalleri müteahhirin muhaddisle-rin katındaki en "âli”[433] isnaddır. Her ikisi de bunu, kendileriyle Nebî (sav) arasında on râvi bulunmak suretiyle "uşârı"[434] olarak rivayet et­mişlerdir.[435] Sehâvi Fethu*l-Muğis*te şöyle der: "Benim, Taberâni'nin el-Mu'cemu's-sagtfr'i ve başka eserlerden "mütemâsek"[436] senedle ri­vayet ettiğim onlu hadisler (uşâriyyât) vardır. Dünyada bu sayıdan daha az râvili hadis şimdi mevcut olamaz". Suyûti et-Tedrib'de şöyle der: "Bizimle emsallerimizin bu zamanda muttasıl senedle semâ' yoluyla ri-vayetedeceğisahihhadıslerdenen "âli" isnadlısı,bizimleNebî(sav)ara­sında oniki kişi bulunanıdır, icazet yoluyla ise onbir kişi bulunanıdır ki bu türden olanlar çoktur. Aşırı derecede zayıf olmama kaydıyla z ay ıf on­lu hadisler de mevcut olup bu türde ise Taberâni'nin el-Mu*cemu's-sağir'-inde son derece az sayıda hadise ulaşabilmişizdir."[437] Suyûti'nin rivayet et­tiği bu onlu hadisi, ondördüncü (milâdi yirminci yüzyıl) asrımızda biz ve emsâllerimizinrivayetedebileceğien " âl i "isnadlavermektenhoşnudum: Dün-yanın müsn i di[438] BedrüddinAbdullahb.Dervişb.İbrahimes-Suk-kerî ed-Dımaşkî bize Dımaşk'ta (Şam) 1324 (1906) yılında haber verdi; ona dün-yanın m ü s n i d i Vecihüddin Abdurrahman b. Muhammed b. Abdur-rahmanel-Küzberi;ona muammer (uzunömürlü)Mustafa er-Rahmeti ed-Dımaşki, Arif Abdülğani b. İsmail en-Nâblûsî es-Sâlihi'den; of babası Bed-rüddin Muhammed b. Muhammed el-Gazzi'den; o, babası Bedrüddin Muhammed b. Muhammed el Gazzi el-Amirî ed-Dımaşki'den; o da Hafız Ab­durrahman b. Ebubekir es-Suyûtfden şöyle dediğini haber verdi[439]: Bize dünyanın m ü s n i d i Muhammed b. Mukbil el-Halebî 869 (1465) yılında yazılı bir i c â z e t le Muhammed b. İbrahim b. Ebû Ömer el-Makdisî'den naklen haber verdi ki o Makdisî'den icazetle rivayette bulunan en son kim­sedir; ona Ebü'l-Hasan Ali b. Ahmed b. el-Buhâri haber verdi ki o Buharî'den rivayette bulunan en son kimsedir; o da Ebül-Kâsım es-Saydalâni'den nak­len haber verdi ki kendisi ondan rivayette bulunan en son kimsedir; o da Ümmü ibrahim binti Abdullah ve Ebü'l-Fadles-Sekafi'den semâ yoluyla ikisinin şöyle dediklerini haber verdi: Bize Ebubekir b. Rîze[440] haber verdi; ona Ebül-Kasım et-Taberâni; ona Abdullah b. Rumâhis 274'te (887); ona 120 yaşında bulunan Ebû Amr Ziyâd b. Tank haber verdi: Ebû Cervel[441] Züheyr b. Sured el-Cüşemî'yi şöyle derken duydum: Resulullah (sav) bizi Hevâzin Gazvesi'nde esir alıp esirleri ayırmaya koyulduğunda kendisine gelerek şöyle dedim[442]:

Bize bağışta bulun kereminle ey Allah'ın Resulü

Sen o kimsesin ki kendisinden umar ve bekleriz

Bağışta bulun kaderin bağladığı aile ve aşirete

Birliği parçalanmış hali vakti bozulmuş

Zaman bize bıraktı bir ses hüzün üzere

Kalplerinde kin ve gam

Eğer onlara ulaşmazsa yaydığın iyilik

Hilimde ey en üstün insan denendiğinde

Lütfet o kadınlara ki süt emdin kendilerinden

Çünkü süsler seni yaptığın ve terkettiğin şeyler

Kılma bizi toplulukları dağılıp gidenler gibi

Bizi koru biz seçkin bir topluluğuz

Biz iyiliklere şükrederiz nankörlük yapılsa bile

Bugünden sonra var yanımızda bizim de hazineler

Annelerinden süt emdiklerine giydir affı

Elbette af yayılır ve duyulur.

Ey kendisiyle küheylanların sevinip coştuğu

Savaşta kıvılcımlar parladığında

Umuyoruz senden bir af giydireceğin

Şu insanlara, affeder ve galip olursun

Affet Allah da affeder senin bağışladığını

Kıyamet günü sana zafer hediye edildiğinde

Resululllah (sav) bu şiiri duyunca şöyle buyurdu: "Bana ve Abdülmut-talib oğlullanna ait ne varsa sizindir." Bunun üzerine Kureyşliler 'bize ait ne varsa Allah ve Resulü'nündür", Ensâr "bize ait ne varsa Allah ve Re-sulü'nündür" dediler. SuyûtiTedribu'râvi*de şöyle der: Bu hadis bu tarik­le hasen-garib olup u ş â r i 'dir. Ebû'l-Hasan İbn Kani[443] de Ubey-dullah b. Ali el-Havvâs'tan, o da İbn Rumâhis'ten naklen tahric etmiştir. Bu hadisin,İbnIshak'ınel-Meğâzi'dekirivayetiylebir " Ş â h i d "ivardır.Di-yâuddin el-Makdisî bunu el-Muhtâre'de[444] Züheyr'in hadisi olarak tahric eder ve Amr b. Şuayb'ın hadisiyle de istişhadda bulunur ki bu ona göre "hasen" şartına sahiptir. Suyûti sonra Zehebi ve İbn Abdilber'in bu ko­nuda söylediklerini zikretmekle yetindi.[445] Nitekim ondan önce de, hoca­larının hocası Hafız Irâkiel-Erbaûnel-uşâriyyâtü'l-isnâd[446] adlı eserin­de bununla yetinmişti. Bunların hepsi de hafızların efendisi İbn Hâcer'in Lisânül-mîzân'da[447] topladığı tariklerden (rivayet yolları) habersiz kal­mışlardır. Lisânü'l-mîzân'da (IV, 96) Abdullah b. Rumâhis'in biyografisi­ne bakın hayrete düşersiniz. İbn Hacer, hadisin h a s e n isnadlı olduğu ifade ile diğerlerinden ayrılır. Fethu'l-BâriMe de şöyle der: Bu h as e n hadis olup onun m u n k a t i olduğunu söyleyenler vehmetmişlerdir. el-İsâbe'de de şöyle der: İbn Abdilber, tenkidi gerektiren bir sebep belirtme­den bunun isnadını zayıf sayar. Ben bu hususu Lisânü'l-mizân' da[448] Ziyâd b. Tarık'ın biyografisinde açıkladım.[449] Ebû Zeyd es-Seâlibi'nin Ğanî-metü'l-vâcid adlı eserine bakınız. Şihâbüddin İbn Hacer'in el-Minehu'l-Mekkiyye[450] adlı eserinde belirttiği gibi, kendisinden bu beyitlerle şefaat İstediğinde Resulullah'ın (sav) Hevâzin kabilesine geri verdiği kadın-çocuk esirlerin sayısı 6.000, develerin 24.000, koyunların 40.000 ve 4000 ûkiyye de (1 ûkiye 40 dirhemdir) gümüştü.[451]

 

Namaz Dışında Hatip

 

Allah Resulü'nün (sav) hatibinin kim olduğu: İbn Hazm'-ın el-Cemhere' sinde Sabit b. Kays b. Şemmâs'ın Allah Resu-ü'nün (sav) hatibi olduğu belirtilir.[452] el-İstîab' da da şu bilgi verilir: Sabit, Ensârın hatibi idi. Hassan b. Sâbit'e "Resulul­lah'ın (sav) şairi" denilmesi gibi ona da "Resuhıllah'ın hatibi" deniliyordu.[453] Hilyetül-evliyâ müellifi Ebû Nuaym el-Isfahânî Ta-bakâtu'l-hutebâ adlı bir eser kaleme almış olup bu hususu İbn Hacer el-tsâbe'de Suhbân'ın biyografisinde zikreder.[454] Târihu'l-Hulefâ'dada Ebu-bekir es-Siddîk'ın biyografisinde İbn Kesir*den naklen şu bilgi verilir: Hz. Ebubekir İnsanların en fasih konuşanlarından ve en iyi hitabette bulunan-larındandı. Zübeyr b. Bekkâr şöyle der: İlim ehlinden birini duydum şöyle diyordu: Resulullah'ın (sav) Ashabından en hatipleri Ebubekir es-Sıddîk ve Alib.EbiTâlib'di.[455]

 

Allah Resulü Ve Ashabının Arapçadan Başka Bîr Dille Hitap Edip Etmedikleri

 

Hindistan'ın alimi Ebu'l-Hasenât el-Leknevi Akâmü'n-nefâis adlı risalesinde şöyle der: Nebî (sav) ve Ashabı her zaman Arapça ile hitabette bulundular. Onların hiç birinin Cuma dışında bile olsa Arapça'dan başka bir dille hutbe okuduklarına dair nakil varid değildir. Resulullah'ın (sav) hita­bet meclislerinde Fars, Rûm (Bizanslı), Habeş ve Acem'den kimseler bulunurdu, Nebî (sav) hutbesininin dilini asla değiştirmedi ve kimse de ona dil öğretmedi. Malumdur ki bu kimselerden bazıları Arapça'yı hiç bilmiyor bazıları da biraz anlasa bile çoğunu anlayabilecek durumda değillerdi. Al­lah Resulû'nün (sav) Acem dili (Farsça) ve Arapça'dan başka diğer dilleri bilmediği, eğer bilseydi onlarla hitab edecek olurdu diye de düşünülemez. Resulullah'ın (sav) bu dilleri bilmediğini kabul etmekle birlikte deriz ki: Zeyd gibi bazı sahabiler Acemce, Rumca, Habeşce ve başka dilleri bilmekte-lerdi, Nebî (sav) neden Zeyd'e onlara kendi dilleriyle hitap ve vaazetmesini emretmedi? Hâsılı, Arapça'dan başka dille konuşanların anlaması için Arapça'dan başka dille hitabette bulunmaya olan ihtiyaç ilk üç asırda da mevcuttu. Bununla birlikte bu devirlerde kimse bir başkasının söyledikleri­ni çevirip açıklamıyordu (Akâmu'n-Nefâis, Hind, 1303, s. 33). Sünen-i Ebû Davud'un Ğayetül-maksûd adlı şerhinde şu bilgi verilir: Hatibin hutbesinde Kur'ân okuması ve onunla öğütte bulunması gerekir. Eğer din­leyenler Acem (Arap'tan" başkası) iseler, onların diline tercüme etmelidir. Çünkü Arap memleketelri dışında vaz ve nasihatin tesiri ancak o yer halkı­nın diline tercüme etmekle sağlanır. Allah Teâla şöyle buyurur: "Kendileri­ne apaçık anlatabilsin diye, her peygamberi kendi milletinin diliyle gönder­dik" (İbrahim 14/4). Câmiul-beyân'da müellif şöyle der: Yani kendilerine emrolundukları şeyleri açıklasın, onlar da onu külfetsiz şekilde anlasınlar diye. Resulullah (sav) her ne kadar kırmızıya ve siyaha (bütün insanlığa) gönderilmişse de evla olan tebliğin içinde bulunduğu kimselerin diliyle ol­masıdır; ta ki onu anlasın, nakledip tercüme etsinler." Hatibin okuduktan sonra Kur'ân'ın manalarını anlatması ve dinleyenlere kendi dilleriyle öğüt­te bulunması gerekir. Yoksa hutbenin maksadı ortadan kalkmış olur. Ho­camız muhaddis Nadîr Hüseyn ed-Dihlevî de böyle der.[456] İleride zikredile­ceği üzere Muvahhidiler Devleti'nde hatipler Fas Karaviyyîn Camii ve diğer camilerde Berberice hutbe okuyorlardı. Allah en doğrusunu bilir.[457]

 

Faydalı Bilgiler

 

1.

Hafız Kasım b. Kutluboğa'nın Tabakâtul-Hanefiyye'sinde (s. 10) Cafer b. Muhammed b. el-Mu'tez[458] b. el-Mustağfir en-Nesefî el-Mustağfi-ri'nin (d. 450/1058) biyografisi verilirken eserlerinden birinin de Hutabu'n-Nebî (Hz. Peygamber'in hutbeleri) olduğu belirtilir.[459]

2.

Hz. Peygamber'in (sav) hutbelerinde seci yoktu. Bu hutbeler gerçek kaynaktırlar. Hulefâ-yı Râşidin ile selefin çoğu bu hutbeleri örnek aldılar. Bu zamanda ise tekellüfîi çok, hayır ve doğru yoldan uzak özellikte olan seçi­lileri okunur oldu. Bunu, Ebû Abdullah b. Tayyib eş-Şarkî, el-Kâmûs haşiyesinde söyler.

3.

Resulullah (sav) Nübüvvetten önce Kus b. Sâide el-îyâdi'nin hitabesin­de hazır bulunmuştu; şöyle buyurdu: "Ben Ukâz panayırında ona bakıyor­dum, kızıl bir devenin üstünde..." (Hadis). Câhızel-Beyân ve't-tebyîn adlı eserinde şöyle der: Bundan dolayı Kus b. Sâide ve kavmî, Araplardan hiçbir kimsenin sahip olmadığı bir fazileti elde etmiştir. Çünkü Resulullah (sav) onun Ukâz panayırında devesi üzerinde duruşunu, konuşmasını ve öğüdü­nü bizzat rivayet etmiş, konuşmasının güzelliğinden dolayı hayretini belirt­miş ve tasvibini izhar etmiştir. Bu ise arzu ve ümitlerin uzanamayacağı en şerefli tazim mevkiidir. Allah Kus b. Sâide'ye, tevhidi dile getirmesi, İhlasın manasını ortaya koyması ve ölümden sonra dirilişe inanması sebebiyle bu­nu nasip kılmıştır. Bu yüzdendir ki Kus b. Sâide bütün Arapların hatibi sayılır.[460]

 

Ordu Kâtibi

 

Allah Resulü'nün (Sav) Halkın Yazılmasını Emretmesi Ve Kendi Zamanında Bunun Yapılmış Olduğu:

 

Sahih-i Buharî* de Huzeyfe b. Yemân'a varan senedle şu rivayet zikredilin Huzeyfe şöyle dedi: "Resulullah (sav) 'halk­tan müslüman olanları bana yazın' buyurdu, biz[461] de kendisi­ne 1500 erkek yazdık."[462] Sahih-i Müslim* de de İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilir: "Resulullah'ı (sav) hutbe okurken işittim, şöyle buyuruyordu: *Hiçbir erkek, yanında mahremi bulunmadıkça bir kadınla yalnız kalmasın; kadın da yanında mahremi olmadan yolculuk yapmasın.' Bir adam kalkarak şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Resulü, benim zevcem hacca gitti, ben ise şu şu gazaya yazılmışım.' Allah Resulü (sav) şöyle buyur­du: Git ve eşinle birlikte haccet.”[463] Bu hadis Sahîh-i Buhâri'de "Ben şu şu gazveye yazıldım, eşim de hacca gidiyor...[464] ifade-siyle mevcuttur. Hafız İbn Hacer Fethul-Bâri' de "Devlet Başkanının (İmâm) halkı yazması babı" başlığında şöyle der: Yani savaşanları (asker) ve diğerlerini. Başlığın bu şekilde tesbitinden kastedilen devlet başkanının bizzat yazması veya emriyle yazdırması ifadesinden daha umumi olması­dır. Bu hadiste ordu divanlarını (dîvânü'1-ceyş) yazmanın meşru­luğuna da delil vardır. Hadiste adamın "ben şu gazveye yazıldım" sözüyle il­gili olarak da şöyle der: Buharî burada ilk rivayeti "yazın" lafzıyla vermeyi tercih etmiştir.[465] Çünkü bu ifade, gazvelere çıkanların yazılmasının onla­rın adetinden olduğunu iş'ar etmektedir.[466] Takiyüddin el-Makrızi el-Hı-tat'da şöyle der: D ivâ n in yazılışı üç kısımdır: Askerîn yazılışı,h a r a cin yazılışı ve i n ş â ve yazışmaların yazılışı. Her devletin bu üç kısmı da kul­lanması gerekir. Ulema inşa ve harâc yazılmasıileilgiliolarakmüte-addit eserler verdiler, fakat ordu ve askerîn yazılması konusunda birşey ka­leme alanı görmedim. İslâm'ın ilk zamanlarında divân ların yazılması, yazılan şeylerin birbirine eklenen sayfalar yapılması şeklinde idi.[467]

 

Betat

 

B e y * a t in (biat) manası sözleşmek ve antlaşmak olup gerçek alışve­rişe (bey*) benzer. İbnül-Esîren-NihâyeMe şöyle der: Sanki onlardan birisi diğerine yanındakini satmış, ona kendi varlığını, itaatini ve benliğini vermiştir. Bunun esası, Arapların adeti olarak iki kişi alışveriş yaptığında birinin elini diğerinin eline vurmasıdır (s a f k a). Allah Teâla bey'atın şanını yüceltmiş ona vefasızlık göstermekten sakındırarak şöyle buyur­muştur: "Sana biat edenler, gerçekte Aüah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Ve kim Allah'a verdiği sözü tutarsa Allah ona büyük mükâfat verecek­tir" (Feth 48/10). Ve mü'min kadınlarla bi'aüeçmeyi şu âyetle emretmiştir: "Ey peygamber, inanmış kadınlar sana gelip Allah'a hiçbir şeyi ortak koş­mamaları, hırsızlık etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayak­ları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, iyi bir iste sana karşı gelme­meleri hususunda sana biat ederlerse onların biatlarını al ve onlar için Al­lah'tan mağfiret düe. Şüphesiz Allah çok bağışlayan çok merhametlidir.'' (Müntehine 60/12). Nebî (sav) ashabı ile iki bey*at akdetti.

Mercâni şöyle der: Bey1 atın lügat ve Şerl ıstılah olarak manası, berat­ta bulunulan kimseye kendi işlerine bakmayı tevdi etme, bununla ilgili hiç­bir şeyde onunla çekişmeye girmeme ve kendilerini sorumlu tuttuğu işlerde istekle veya isteksiz olsa bile ona ittat etme konusunda söz vermektir. On­ların ahidlerini telcid için tokalaşmaları alıcı ve satıcının Biline benzetilmiş ve b e' y a t diye adlandırılmıştır. Allah Resulü'nün (sav) Akabe gecesi, ağacın yanında (bey'atü'r-rıdv&n) ve be/at lafzının geçtiği yer­lerde bey'ati hep böyle olmuştur. Buharı, 'Devlet başkanının (îmâm) halkla nasıl bey'at ettiğine dair bab"[468] başlığı açmıştır. Bundan maksat be/atte kullanılacak sözlü ifadeler olup fiilî davranışlar değildir. Buharı de bu başlık altında dinleme ve ittat etmek üzere, hicret üzere, cihâd üzere, sabır üzere, ölüm bile olsa kaçmamak üzere, kadınların bey'ati üzere, müslüman olmak üzere yapılan bey'atleri zikretmiştir. Bütün bunlar, aralarında bey*-at yapılırken sözle gerçekleşmiştir. Hafız Îbnü'l-Cevzî de şöyle der: Resulullah (sav) ile bey'atte bulunduklarını tesbit ettiğim kadın sayısı 457 olup Re-sulullah bey'at üzere hiçbir kadınla tokal aşmamış, onlarla yalnız sözle bey’-at etmiştir.

Resulullah (sav) bey'atte bulunanlar için ergenlik çağına ermiş olmayı da şart koşmuyordu. Abdullah b. Zübeyr ile o daha yedi yaşındayken bey'at etmişti. Kurtubî şöyle der: Hz. Peygamber'in (sav) ashabıyla bey'atte bulun­ması, bir ahdi yenileme veya bir işi teldde ihtiyaç duyduğu durumlarda olurdu.

Bey'atte bulunurken Resulullah'm (sav) tevhidden sonra şart koştuğu ilk şey namazın kılınması, sonra da zekâttı. Sonra da her kavme en çok ihti­yaçları olduğu şeyleri Öğretirdi. Sahîh-i Buharî'de Câbir*den şu rivayet nakledilir: "Ben Resulullah'a (sav) namaz kılmak, zekât vermek, her müslü-mana nasihatte bulunmak üzere bey'at ettim."[469] Resulullah Câbir*le nasi­hatte bulunması üzere bey'at etti. Çünkü o kavminin reisi idi ve Resulullah (sav) da onu kavmine İslâm'ı öğretmek ve nasihatte bulunmağa yöneltti. Buharİ bu konuda şu başlıklara yer vermiş olup ona bakınız[470]: "İki defa bey'at eden kimse babı", "Bedevilerin bey'ati babı", "Bey'at edip sonra be/at-ten vazgeçen kimse babı", "Küçük kimsenin bey'ati babı", "Bir kimseye yaln­ız dünya için bey'at eden kimse babı", "Kadınların bey'ati babı" "Be/atını bozan kimse babı."

Emevi ve Abbasi halifeleri bey'ati yemin çektirme,türlü yeminleri içine alacak şekilde teTtidle ve çoğu zaman da zorla yapıyorlardı. İmam Mâlik mükrehin (baskı altında olanın) yemininin geçersiz olduğuna dair fet­va verince başına gelmedik şey kalmadı. Sonra bey'at, musafaha dan (el sıkma) istiğnada bulunularak yer, ayak veya etek Öpme türünden Kisrevî bir uygulama şeklinde oldu. Çünkü havas'tan (önde gelenler) olan kimseler dışındakilerle musafaha etmede liderliğe ve hükümdarlık rütbesini koru­maya aykırı bir tenezzül ve iptizal sözkonusudur. Bey'at bugün ise beyitte bulunulan kimsenin hükümdarlığını tanımayı içeren bir belgeye yazması ile olur ki bu da yazı yazmayı bilen için sözkonusudur. Aksi halde, kendisine bey'at yapılan kimsenin elinde kalacak bir belgede buna şehadette bulunu­lur. Fevâidü'd-dürer'de Kadı Ebubekir şöyle der: "Bey'at islâm'ın ilk za­manlarında sözle idi, şimdi ise yazıyladır. Çünkü o asırda Kur'ândan başka hiçbir şey yazılmıyordu. Sünnet'in yazılıp yazılmadığı konusunda ise ihtilaf vardır. Allah Resulü (sav) ashabını yazmaz, onlar için bir divân düzenle-mezdi; ancak bir gün gördüğü lüzum üzerine "İslâm'a girmiş olanları yazın." buyurdu. Bugün ise kâfirlerin İslâm'a girişleri gibi dinin (Kur'ân ve sünnet dışındaki) diğer temel esasları ve bunlara bağlı hususlar da yazı­lmaktadır. Çünkü insanların bozuldukları, emanete riayette hafif davran­dıkları ve işlerinin karıştığı zamanda bu esasları, koruma zaruret arzet-mektedir". Kadı Ebubekir'in bu sözleri içinel-Fevâîd*e bakınız, o gerçekten nefistir.[471]

 

Önemli Bîr Not:

 

îbn Sa'd'ın Tabakalında İmran b. Husayn'ın biyografisinde onun şöyle dediği zikredilir: " Resulullah'a (sav) bey'atte bulunduğumdan beri sağ elimle tenasül uzvuma dokunmadım."[472] Yine aym eserde Seleme b. Ek-va'ın biyografisinde Abdurrahman b. Zeyd el-Irâki'den şöyle dediği nakledi­lir: Seleme b. Ekva'a geldim. Deve tırnağı gibi kocaman elini bize gösterdi ve "Resulullah'a (sav) bu elimle bey'at ettim" dedi. Elini tutup öptük.[473]

 

Allah Resulü Zamanında Ordu Kâtipliğini Kimin Yaptığı

 

Buharî'den naklen daha önce zikredilidiği gibi Resulul-lah (sav) zamanında bu görevi yerine getiren kimse Huzeyfe JJfe'd   el-İstiâb* da şu bilgi verilir: Huzeyfe, Allah Resululah (sav) ashabının büyüklerindendi. O ashap arasında llah'ın (sav) sırdaşı" olarak bilinirdi.[474]

 

Allah Resulü Zamanında Atâ (Maaş) Verilmiş Olduğu

 

Ebû Davud, Avf b. Mâlik'ten şu rivayeti tahric eder: "Al­lah Resulü'ne (sav) f e y geldiğinde hemen ogün paylaştırır-dı; evliye iki pay, bekâra bir pay verirdi. Çağrıldık, ben Am-mâr'dan önce çağrılırdım. Çağrıldım ve bana iki pay verdi, benim eşim vardı. Bundan sonra Ammâr b. Yâsir çağrıldı, ona bir tek pay verdi."[475] el-Muvatta' da şu rivayet nakledilir: "Ebubekir halka a 11 y y e lerini verdiği zaman, kişiye 'zekât vacip olan malın var mı?' diye sorardı. Eğer 'evet' derse, o malın zekâtını onun 'ata 'sından alırdı. Eğer 'hayır'derse, a t â smı ona verir, kendisinden birşey almazdı"[476] İmâm Ebû Yusuf Ki tâbu*l-Harâc'da şöyle der: Resulullah'ın (sav) zamanında müslü-man emirlerinin hepsinden oluşan askerlere muayyen maaşlar verilmiyor, ganimetler ile Hayber arazisi gibi ahalisi elinde bırakılan toprakların ha­racında sağlanan gelirin humus undan (beşte biri) kendilerine düşeni alıyorlardı.Hz.Ebubekirhalifeolunca,paylarıeşitolmaküzerehalka at â verdi ve şöyle dedi: Bu dünya geçimidir, bunda eşitlik tercihten daha hayır­lıdır.[477] Hz. Ömer halife olunca, bu konuda Hz. Ebubekir'in görüşünden başka görüşte bulunarak a t â yi öncelik esasına göre paylaştırdı.[478] İbn Sa'd'ın Tabakât'ında Amr b. Fağvâ'nın biyografisinde onun şöyle dediği nakledilir: Resulullah (sav) fetih'ten sonra Mekke'de Kureyşlilere dağıt­ması için beni bir malla Ebû Süfyân'a göndermek istedi ve bana "bir arkadaş bul" buyurdu...[479] Kıssa.[480]

 

Hz. Ömer'in Dîvân Teşkilatını Kurması Ve Bunun Sebebi

 

Divân, kendilerine a t â verilenlerle askerlerin kabile ve boylara göre adlarının yazıldığı bir defterdir. en-Nihâye'de şöyle denir: Divân bir defter olup ona a t â ehliveAskerîn adı yazihr.[481] EbûHilâlel-Askerîel-Evâil'de[482], Mâverdi de el-Ahkâmu's-Sultaniyye'de[483] şöyle der: islâm'da divân sistemini koyan ilk kimse Ömer b. Hattâb'dır. Subhul-a'şâ'ya (XIII, 106) bakınız.[484] Nevevf ninTehsibül-esmffsında Hz. Ömer'in biyog­rafisinde su bilgi verilir: Hz. Ömer müslümanlar için ilk defa divân oluşturan ve halkı a t â konusunda, izin (huzura kabulde) ve ikram konu­sunda önceliklerine göre sıraya koyan kimsedir. Bedir savaşına katılanlar, onun huzuruna girmekde halkın en ilkleri idiler, Ali b. Ebi Tâlib de onların en ilkiydi. Hz. Ömer Ashabın adlarını Resulullah'a (sav) olan yakınlıklarına göre divâna kaydettirdi, tik olarak Haşimoğllun ve Muttaliboğullanndan başladı, sonra da en yakınından başlamak üzere sıraladı.[485] Subhu*l-a*şâ'da da (1,413) şu bilgi geçmektedir: O, yani Hz. Ömer, Askerî'nin zikrettiğine göre[486] beytülmâli düzenleyen ilk kimsedir. Fakat o bir başka yerde de Hz. Ömer'in Hz. Ebubekir tarafından beytülmâlde görevlendirdiğini kaydeder. BunagÖreHz. Ebubekir bukonudaHz. Ömer'den Önceliğe sahiptir.[487] Suyû-ti'nin Târihu'l-hulefâ'smda[488] Hz. Ebubekir'in biyografisinde onun önce­likleri faslında şu bilgi verilir: Onun önceliklerinden biri de ilk kez beytülmâli kuran kimse olmasıdır. İbn Sa'd, Sehl b. Ebi Hayseme ve başkalarından şu rivayeti tahric eder[489]: Hz. Ebubekir'in Sunh'ta[490] bir beytülmâli (kasa, hazine) vardı, kimse tarafından korunmuyordu. Başına bir muhafız koyup koymaması sorulduğunda korkuya gerek ol­madığı, sebebi sorulduğunda da kilitli olduğunu belirtti. Beytül m â 1 -dekileri içinde birşey kalmayıncaya dek verirdi. Medine'ye taşındığında beytülmâli de naklederek oturduğu eve koydurdu. Ona bir mal gelin­ce eşit olarak halka dağıtırdı. Deve, at ve silah alır, Allah yolunda vakfeder-di. Bir yıl Medâin'den[491] getirilmiş kadifeler satın aldı ve kışın Medine'nin yoksullarına dağıttı. Hz. Ebubekir vefat edip defnedilince, Hz. Ömer güve­nilir kimseleri (ümenâj çağırdı ve onlarla birlikte Hz. Ebubekir'in evi­ne girdi. Kendisiyle birlikte Abdurrahman b. Avf, Osman b. Affân ve başka­ları vardı. Beytül mâli açtılar, içinde hiçbir şey bulamadılar, ne bir di­nar ne bir dirhem! Derim: Bu haberle, Askerî'nin el-EvâiTde[492] beytül-m â 1 i ilk kuranın Hz. Ömer olduğuna dair sözü reddolumnuş olur. Ben * e v â i 1 "e dair eserimde ona cevap verdim. Sonra Askerî'nin kitabının bir başka yerinde bunun farkına vardığını ve şöyle dediğini gördüm (s. 31): Beytülmâle bakmak üzere görevlendirilen ilk kimse, Hz. Ebubekir tarafından tayin edilen Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh'tır.[493] Derim: Bu iki görüşü şu şekilde birbiriyle telif etmek mümkündür: Hz. Ebubekir saymadan ve di­van düzenlemeden ilk defa b e y t ü 1 m â 1 i kuran kimsedir. Hz. Ömer ise ilk defa divân tertip edendir.[494] İbnü*l-Esîr*in el-Kâmil adlı tari­hinde şu bilgi verilir: "Hz. Ömer hicretin 15. yılında askere paylar tahsis etti, divânlar düzenledi ve a t â lar (maaş) verdi.[495] Mâverdî'nin el-Ahkâmu's-sultâniyye' sinde Hz. Ö-mer*i buna yönelten sebepler zikredilir ki bunlardan biri de sudun "Ebû Hureyre Bahreyn'den bir mal ile ona geldi. Hz. Ömer 'nedir getirdiğin?* diye sordu, o *beşyüz bin dirhem' de­di. Hz. Ömer bunu çok bularak 'ne dediğini biliyor musun?* di­ye sordu, Ebü Hureyre 'evet, yüzbin' dedi ve beş defa tekrar­ladı. Bunun üzerine Hz. Ömer minbere çıktı, Allah'a hamd ü senada bulunduktan sonra şöyle dedi: 'Ey insanlar, bize çok mal geldi; isterseniz onu size Ölçekle, istersiniz sayarak vere­lim.' Bir adam kalkarak şöyle dedi: 'Ey mü'minlerin emîri ben Acemlerin (İranlılar) kendileri için divân lar düzenledikle­rini gördüm, sen de bir divân düzenle.' Hz. Ömer de müslümanlarla divân düzenlenmesi konusunda istişarede bulun­du. Hz. Ali şöyle dedi: *Her yıl toplanan malı dağıt, ondan birşey tutma.' Hz. Osman şöyle dedi: 'Herkese yetecek kadar çok mal görüyorum. Eğer alanla almayan bilinsin diye sayıl­masalar işin yayılıp karışmasından korkuyorum.' Halid b. Velid de şöyle dedi: 'Ben Şam'da idim. Divân lar düzenleyen ve ordular oluşturan hükümdarlar gördüm. Sen de bir d i -v ân düzenle ve ordu oluştur/Hz. Ömer de onun görüşünü be­nimsedi ve Kureyş'in gençlerinden[496] olan Akıl b. Ebî Tâlib, Mahreme b. Nevfel ve Cübeyr b. Mut*im*i çağırtarak 'halkı du­rumlarına (derecelerine) göre yazın* dedi.”[497] Şihâbüddin el-Mercâni Vefiyyetül-eslâfta (s. 368) şöyle der: İslâm devletinde askerlerin divânını hicrî yirminci yılın Muharrem ayında ilk defa düzenleyen Hz. Ömer'dir. Kureyş/in yazma bilenlerinden Aidi b. Ebî Tâlib ile Mahrame ve Cübeyr'e emretti ordunun d i v â n ını yazdılar. Resulullah'tan (sav) başla­mak suretiyle nesep tertibine göre en yakını esas alarak yazdılar.

Huzâi burada açıklamada bulunarak bir fasıl açtı ve şu bilgiyi verdi:

Huzâi burada açıklamada bulunarak bir fasıl açtı ve şu bilgiyi verdi: Nebî (sav) zamanında halkın yazılması ve divâna kaydedilmesi, halkı saymasını Huzeyfe'ye emrettiğinde yazıldıklarında olduğu gibi ancak özel zamanlardaydı. Bunun gibi, Resulullah (sav) zamanında a t â için de ne belli bir vakit ne de belli bir miktar tayin edilmişti. Hz. Ömer zamanında halk çoğalıp vergiler toplanıp a t â lar belirlenince halkın kaydedilmesine ihtiyaç duyuldu. Bunun üzerine Hz. Ömer ashap ile istişarede bulunduktan sonra nesepte öncelik sırasına göre divân düzenledi.[498] Fakat Hanefi ali­mi Alâuddin el-Kâsâni'nin Bedâiu's-senâi' (II, 45) adlı eserinde, Allah Re­sulü'nün (sav) Ebû Süfyân b. Harb, Safvân b. Ümeyye, Akra b. Habis[499] ve emsali Kureyş reisleri ve asilzadelerine verdiği paylardan bahsedip Hz. Ebubekir ve Ömer'in müellefe-i kulub'a birşey vermediklerini zikrederken şöyle dediğini gördüm: Rivayet edildiğine göre Resulullah (sav) vefat ettiğinde bunlar Hz. Ebubekir'e gelerek ondan payları için verilen yazıyı (belgeyi) yenisiyle değiştirmesini istediler, o da değiştirdi. Sonra Hz. Ömer'e gelerek ona bunu haber verdiler. Hz. Ömer onların elinden yazıyı alarak yırttı ve "Resulullah (sav) İslâm'a ısındırmak için size pay veriyordu, bugün ise Allah dini yüce ve üstün kılmıştır" dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu­bekir'e dönerek Hz. Ömer'in yaptığını ona haber verip şöyle dediler: "Sen mi halifesin o mu ?". O da "İnşallah odur!" dedi ve Hz. Ömer'in sözünü ve yaptı­ğını onaylamazlık etmedi. Durumu Ashaba haber verdi onlar da karşı çık-madılar.[500] Bu da Resulullah (sav) zamanında halkın kesin olarak a t â aldıklarını göstermekte ve kayıt yapıldığına, a t â alanlar için liste düzen­lendiğine delâlet etmektedir ki bu da divânın ta kendisidir. Bunu düşün. Subhu'l-a'şâ'da (1,11) Kudâi'den naklen Zübeyr b. Avvâm'ın ve Cehm b. Sait'in[501] Hz. Peygamberce (sav) zekât mallarını, Huzeyfe b. Yemân'ın hur­ma ağaçlarını, Muğire b. Şu'be ile Husayn b. Nümeyr'in de borç ve muame­latı[502] yazdıkları kaydedildikten sonra müellif şöyle der: Eğer bu doğru ise, bu divân lar Resulullah (sav) zamanında düzenlenmiş demektir.[503] "Or­du Kâtibi Bâbı"nın[504] birinci faslına ve orada müteahhirin ulemanın bu başlıkla ilgili söylediklerinin aksine Hafız İbn Hacer'in Fethul-Bârf sin­den naklen verilen ve her türlü yazım ve kaydı kapsayan yorumuna bakınız. İbnül-Arabi'nin el-Ahkâirrinda da şu bilgi verilir: Divân yönetimine gelin­ce, bu katiplikten ibarettir. Resululah (sav) ve kendisinden sonra gelen hali­felerin kâtipleri vardı. Divân görevi, maaşlarını bilmek için askerleri, hak el-İsâbe'de Abdurrahman b. Abdülkâdir'in biyografisinde onun Hz. Ömer zamanında b e y t ü I m â 1 görevlisi olduğu zikredilir.[505] Bezzâr Hz. ö-mer'den, Suyûtfnin Cem'ul-cevâmi'de zayıf olduğunu belirttiği şu rivayeti tahric eder: "Resulullah'a (sav) mektup geldi; Abdullah b. Erkam'a 'şunlara cevap yaz' buyurdu. Abdullah b. Erkâm da onu alıp cevap yazdı ve sonra mektubu getirerek Resulullah'a (sav) arzetti. Resulullah da güzel yaptın' buyurdu. Bu hep hatırımda kaldı ve halife olduğumda Abdullah'ı beytül-mâlde görevlendirdim."[506] Beyhakî dees-Sünen'de Ebû Vâil'den şu tahric-de bulunur: Hz. Ömer, Abdullah b. MesudV kaza (kadılık) ve b e y t ü 1 -m â 1   yönetimi ile görevlendirdi. Münâvi Şerhu'ş-ŞemâiPde Ebû Cuhayfe Vehb es-Süvâî'nin biyografisinde şu bilgiyi verir: Hz. Ali onu severdi ve ken­disini Vehb el-Hayr diye adlandırmıştı. Onu beytülmâlde görevlen­dirdi.[507] Takiyyüddin el-Makrızî el-Hıtat'ta şu bilgiyi verir: Muâviye b. Ebî Süfyân Mısır'da Arap kabilelerinin her birine bir adam tahsis etmişti. Bu adam her sabah kalkarak meclisleri dolaşır ve "gece sizde doğan çocuk oldu mu, size kimse (misafir) konakladı mı?" diye sorardı. "Falanın bir erkek ço­cuğu, falanın bir kız çocuğu oldu" denir, o da onların adlarını yazardı. Kendi­lerine 'Talan memleketli biri çoluk çocuğuyla misafir oldu" denir, o da onun ve çocuklarının adlarını yazar ve kabileden ayrılınca bunlan kayıt için d i v â na gelirdi.[508]

 

İslâmın Îlk Devirlerinde Müslümanların Gösterdikleri Hoşgörü

 

İslâm'ın ilk devirlerinde Emevî ve Abbasî yöneticilerinin hoşgörüsüne delâlet eden hususlardan biri de d i v â nlarmArapça'danbaşkabirdilleol-masıdır. Subhul-a'âşa'da (1,423) şu bilgi verilir: Irak d i v â mm Farsça'­dan Arapça'ya çeviren ilk kimse, Abdülmelik b. Mervân'ın halifeliği sırasın­da Haccâcb. Yusuf tur. Onun için divân ı çeviren Salih b.Abdurrahman'-dı. Yine Subhul-a'şâ'da belirtildiğine göre Şam (Suriye) divân ınıRûm-ca'dan Arapça'ya nakleden ilk kimse Abdülmelik b. Mervân'dır Divânı onu için Hüseyin'in azatlısı ve Abdülmelik'in mektuplarının katibi olan Sü­leyman b. Said çevirmişti. Abdülmelik onu bütün Suriye divânlarını yönet­mekle görevlendirmişti. Yine Subhu'l-a*şâ'da Mısır d i v â n ını ilk defa Kıptice'den Arapça'ya nakleden kimsenin Mısır valiliği sırasında Abdülaziz b. Mervân olduğu kaydedilir ki bunu el-Minhâc fi sınâati'l-harâc müellifi zikreder.[509] Şihâbüddin el-Mercânî Vefiyyetül-eslâfta (s. 368) şöyle der; İslâm hakimiyetinden sonra vergi toplama (cibâyet) divanlarına ge­lince, eskiden olduğu gibi Irak divânı Farsça, Suriye divânı da Rumca olarak kaldı. Her iki grup divânları yazanlar da e h 1 - i a h i d "den (zımmîler) kimselerdi. Ta ki Abdülmelik b. Mervân, Sü­leyman b. Said'e Suriye divânım Arapça'ya çevirmesini emretti, o da bir yıl içinde bunu ikmal etti. Haccâc da katibi Salih b. Abdurrahman'a Irak divânını Farsça'dan Arapça'ya çevirmesini emretti.

Öyle anlaşılıyor ki Araplar müsamahaları sebebiyle, divân lann yazılması için, onların dilleri veya divân tanzimettikleriülkelerdekiha-kim dille yazan katipler ediniyorlardı. Tuhaflıkta bunun benzeri bir uygula­ma da er-Ravdul-kırtâs*ta (s.45) Karaviyyin Camiî hatiplerinden sözedi-lirken zikredilen şu husustur: Muvahhidîler Devleti hükümdarları Fas'a hakim olunca Karaviyyin hatibini görevden alarak Berberi dilini bilmesin­den dolayı başkasını tayin ettiler. îbn Ebi Zer' şöyle der: Çünkü onlar yalnız Berberi diliyle tevhidi belleyen kimseyi imamlık ve hatipliğe tayin ediyor­lardı.[510] Îbnü'1-Kâdi de el-Cezve*de (s. 23) şöyle der: Sonra Muvahhidîler Fas'a girdiler ve hatibi hutbeden menederek onun yerine Berberi dilini iyi bilmesi sebebiyle Hasan b. Atâyye'yi atadılar. O da Berberi diliyle hutbe oku­du.[511]

Tenbih: Araplar eski yazıların rumuzlarını çözmek ve bu yazılarla yazılmış kitapları Arapça'yı tercüme etmek konusunda Avrupalı alimleri geçmişlerdir. Avrupa, bu konuyla ilgili olarak yazılmış Arapça kitaplar va­sıtasıyla, eski yazı ve dilleri bilme hususunda varmış olduğu noktaya var­mıştır. IV. yüzyılda veya IH. yüzyılın sonlarında Ahmed b. Vahşiyye en-Ne-betî (ö. 322/934) Şevkul-müstehâm ilâ ma'rifeti rümûzi'l-aklâm[512] adlı eserini kaleme almıştır. Bu enteresan bir kitap olup müellif bu eserde eski milletlerin kullandığı yazıların şekillerini toplayarak hepsini Arapça'ya çe­virmiştir. Bu rumuzları, eserler üzerindeki çeşitli yazı türlerini dikkatli bir kimsenin dört saati geçmeyecek bir sürede Arapça'ya tercümesini sağlaya­cak bir şekilde tesbit etmiştir. İngiliz alimi bu eseri 130 yıl önce tercüme et­miş olup onun n esriyi e, tarih öncesi devirlere ait meçhul kalmış durumlar, haberler ve geçmiş milletlerin ilimlerine muttali olmak kolaylaştı.[513]

 

Devlet Başkanının Dîvâna Kayıt İçin Hangi Yaştakilere Müsaade Ettiği

 

Tirmizî, Nâfi'nin İbn Ömer'den rivayet ettiği şu hadisi tahric eder: "İbn Ömer dedi: 'Bir ordu içinde Resuluüah'a (sav) a r z o Umdum; ondört yaşındaydım, beni kabul e Ertesi yıl bir orduda a r z o lundum, onbeş yaşındaydım, benî kabul etti.m Nâfî şöyle der; Bu hadisi Ömer b. Abdülaziz'e ha­ber verdim, *Bu küçük ile büyük arasındaki sınırdır.' dedi ve on­beş yaşına erenlere maaş tahsis edilmesi için talimat yazdı.[514] el-İsâbe'de Rafı b. Hudeyc'in biyografisini veren müellif şöyle der: Râfi Be­dir günü Allah Resulü'ne (sav) a r z o lundu; onu küçük buldu, fakat Uhud günü ona müsade etti.[515] Yine el-tsâbe'de Zeyd b. Harise[516] el-Ensâri'nin bi­yografisini vererek şu bilgiyi zikreder: îbn Mende rivayet etti: Hz. Peygam­ber (sav) Uhud günü bazı kimseleri küçük buldu. Zeyd b. Harise, Berâ b. Azib,[517] Zeyd b. Erkam, Sa'd b. Habîbe,[518] İbn Ömer ve Câbir de bunlar­dandı.[519]

Yine el-tsâbe'de Umeyr b. Ebî Vakkâs'ın biyografisi verilerek şu bilgi zikredilir: Hâkim, İsmail b. Muhammed b. Sa'd'dan şu tahricde bulundu: O, amcası Amir b. Sa'd'dan, o da babasından şöyle dediğini rivayet etti: "Bedir ordusu Allah Resulü'ne (sav) arzedildi, Resulullah (sav) Umeyr'i kabul et­medi. Umeyr ağladı, bunun üzerine ResüluUah ona müsade etti ve kılıcının bağlarını bağladı." Ssıd*ın oğlu Sa'd'dan şu tahricde bulunur: "Biz Bedir günü AUah Resulü'ne (sav) arzolunmadan Önce kardeşim Umeyr b. Ebî Vakkâs'm saklanır olduğunu gördüm. Ona 'sana ne oluyor kardeşim V de­dim. 'Resulullah'ın (sav) benigörüp küçük bulmasından ve reddetmesinden korkuyorum. Oysa ben savaşa çıkmak istiyorum. Umulur ki Allak beni şehidlikle rızıklandırır' dedi. Umeyr Allah Resulü'ne (sav) arzolundu, Re-sululah onu küçük bularak kabul etmedi. Umeyr ağladı, bunun üzerine Hz. Peygamber kendisine müsade etti. Küçük oluşu sebebiyle kılıcının bağlarını ben bağlıyordum. 16yaşında olduğu halde, savaşta şekidedildi."[520]

 

Halkın Her Yıl Arza Tabi Tutulması

 

İbn Abdilber el-İstiâb* da Semüre b. Cündeb'den bahse­derken şu bilgiyi zikreder: "Nebi (sav), ensârın ergenliğe yaklaşmış çocuklarını her yıl arza tabi tutardı. Önünden bir çocuk geçti, onu orduya kabul etti. Sonra kendisine Semü­re b.Cündeb a r z o lundu, onu kabul etmedi. Semi di: 'Ey Allah'ın Resulü, bir çocuğa müsade ettin, beni reddet­tin; onunla güreşsem yenerim.' Resulullah (sav) 'o halde gü­reş' buyurdu, onunla güreştim ve yendim. Resulullah da beni orduya kabul etti."[521] Bu bilginin benzeri İbn Ishak'tan nakille el-tsâ-be*de verilmiştir.[522]

İmâm Şâfıi şöyle der: Hz. Peygamber (sav), kendisine a r z e dilen 14 yaşındaki 17 sahabiyi reddetti. Çünkü onları 15 yaşına ulaşmış bulmamıştı. Bunlar 15 yaşında kendisine arz edildiler, onlara müsade etti. el-Burhan şöyle der: Şafii'nin bu sözüyle onların Uhud'da kabul edilmeyişlerini veya bütün gazalarında bu yaşta kabul etmediklerinin hepsini kasdetmesi muh­temel olup her iki durumda da bundan çıkarılacak mana vardır.[523] Sami'nin verdiği bilgiden ilk ihtimalin sözkonusu olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü o Resulullah'ın (sav) Uhud'da reddettiklerini 17 kişi olarak sayar ki bunlar­dan ikisine sonradan müsaade etmiştir.[524] el-Mevâhib sarihi (II, 24) bun­ların sayısını 20'ye ulaştırır.[525] Ordunun arzı sırasında insanlar Allah Resulünün (sav) Önünde saf saf dururlardı. İbn Sa'd'ın Tabakât'mda (IV, 15) Abbas b. Midâs es-Sülemî'nin Hz. Peygamberle (sav) birlikte Mekke fet­hine katılmak üzere kavminden mızrak ve zırh kuşanmış atlı 900 kişiyle Re-sulullaha (sav) gelmesi kıssasında Abbas'ın şöyle dediği kaydedilir: "Biz Resulullah (sav) için saf tuttuk, yanında Ebubekir ve Ömer de vardı."[526]

 

Allah Resulonün Cthad İçin Ana-Babasından İzîn Almamış Kimseyi Askerin Arzında Kabul Etmemesi

 

Ebû Davud, Ebû Said el-Hudrf den şurivayeti nakleder: "Bir adam Yemen'den Resulullah'a (sav) gelerek hicret etti. Resulullak (sav) şöyle buyur­du: Yemen'de kimsen var mı?' Adam: 'Annem ve babam var'dedi. Resulul-lah: 'Sana izin verdiler mi?', adam 'hayır'dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) şöyle buyurdu: 'Onlara geri dön ve kendilerinden izin iste; eğer sana müsaade ederlerse cihad et, aksi halde onlara itaat ve ihsanda bulun.'[527] Ahmed b. Hanbel ile Nesâi, Muaviye es-Selemf den şu rivayeti tahric ettiler: "Bir adam Hz. Peygamber'e (sav) gelerek şöyle dedi: 'Gazaya çıkmak istiyo­rum, sana danışmaya geldim.'Resulullah'annen var mı?'dedi, adam 'evet' diye karşılık verdi. Resulullah şöyle buyurdu: "Onunla birlikte ol, şüphesiz, cennet annelerin ayakları altındadır."[528] es-Sîretü*ş-ŞâmiyyeVe bakınız.[529]

 

Liderin Ordusunu Gözetlemesi İçin Kurulan Çardak (Karargâh)

 

Bedir günü Hz. Ebubekir, Resulullah (sav) ile birlikte karargâhta[530] idi.lbn Ishak'ınSîretf ile İbn Hişâm'ın Sîretlnde (II, 66) şu bilgi verilir: Sa'd b. Muâz Bedir'de Resulullah'a (sav) şöyle dedi:" Ey Allah'ın elçisi, sanakalacağınbirçardak (karargâh) kursak ve yanın­da binek develerini hazır bulundursak, sonra düşmanımızla çarpışsak. Eğer Allah bizi yüceltir ve düşmanımıza galip getirirse bu bizim hoşlandı­ğımız birşey olur. Eğer aksi olursa, develerine biner kavmimizden geride ka­lanlara iltihak edersin". Bunun üzerine Allah Resulü (sav) onu hayırla ana­rak kendisine hayır dua etti. Sonra Muaz Resulullah'a (sav) bir karar­gâh kurdu, Resulullah onda oldu.[531] İbn Bâdîs şöyle der: Çardak (arış) hevdecin (develerin üzerine kurulan bir nevi portatif küçük çadır) ken­disi olmamakla birlikte ona benzer. Odundan yapılan çadıra da denir. Çoğulu u r u ş 'tur, kalîb ve kulub gibi. Bundan dolayı, yere dikilen ve üstleri örtülen ağaçlardan yapıldığı için Mekke evlerine de u r u ş den­miştir.[532] üheyli şöyle der: Ebû Hanife a r î ş ' in bir tek kökten çıkan dört veya beş hurma ağacı olduğunu zikreder.[533]

 

Allah Resulümün Tslâm Ordusunun Gücünü Görmesi İçin Yabancı Bir Liderle Birlikte Oturmasını Birine Teklif Etmesi

 

Mekke fethi kıssasında Hz. Peygamberin Abbas'a (ra) şöyle buyurdu­ğu zikredilir: "Ey Abbas onu, yani Ebû Süfyân'ı dağın geçidinde vadinin dar yerinde alıkoy, ta ki Allah'ın orduları onun önünden geçsinler." Önünden bir kabile geçtiğinde "Ey Abbas, kimdir buf diye soruyor, ben de yalan oğullarıdır* diyordum. O da şöyle diyordu: "Vay falanoğullarından başıma gelen!". Derken Nebî (sav) yeşil bölügüyle geçti. îbn Hişam şöyle der: Yeşil denmesi, onda demir (aletier)in çokluğu ve görünmesinden dolayıdır. Bö­lükte muhacirler ile ensâr vardı; onların, demirden (zırh) dolayı, yalnız göz-bebekleri görülüyordu. Ebû Süfyân şöyle dedi: "Bunlara kimsenin güç ve ta­kati yetmez, kardeşinin oğlununu saltanatı (hükümdarlığı) büyük olmuş!". Bu kıssa siyerde bilinmektedir.[534] Ebû Süfyân'ın "Vay falan oğullarından başıma gelen!" sözü ile ilgili olarak es-Sıla müellifi şöyle der: Bu sözü bir kimse bir şeyden korktuğunda veya ondan bir zarar geleceğini hissedince söyler ki, bu, belagat cümlesindendir. Aslı şudur: "Bana zarar vermeye sev-keden sebep nedir?" el-Fevâid müellifi de şöyle der: Güç gösterisinde, müs-lüman ordusuna bakması suretiyle düşmanı korkutmak sözkonusudur. Eğer o kimse müslüman olup onlara katılırsa imanının daha kuvvetli olma­sını ve bizzat görmüş olmasından dolayı kavmine gidip anlatacakları husu­sunda daha yeterli olmasını sağlar. Ve Allah'ın dinini zafere ulaştırdığını, Resulünü aziz ve üstün kıldığını ve va'dinde durduğunu Öğrenir. Bu fetih kıssasında Allah Resulü'nün (sav) Mekke'ye girilecek gece ateş yakılmasını emretmesi de bu maksatladır.[535]

 

Arîpler

 

A r î f ler, ordu reis ve kumandanları olup bu şekilde ad­landırılmış olmaları, muhtemelen, ordunun durumunun on­lar vasıtasıyla Öğrenilmesindendir. Bunu Bâcî el-Müntekâ'-da SÖyler.[536] Başkası şöyle der: Arîf, azîm veznindedir.en-Nihâye1-de müellif şöyle der: Arî f kabile veya cemâatin ferini yürütenkimse olup onları yönetir, emir de onların durumunu kendisinden öğrenir.[537] Hafız şöyle der: Bu şekilde adlandırılması, ihtiyaç halinde üstüne haber vermek için onların durumlarını öğrenmesinden dolayıdır.[538] Sahih-İ Buhâri'-de Hevâzin elçilik heyetinin İslâm'ı kabul etmiş olarak ge­lişleri kıssasında şu bilgi geçen "Onlar malları ve esirlerini kendilerine geri verilmesini istediler. Resulullah (sav) onla­ra mal olmaksızın yalnız esirleri iade etmek istedi ve bu se­beple de halka hitapta bulundu, onlar da buna razı oldukları­nı belirttiler.[539] Bunun üzerine Resulullah (sav) şöyle buyur­du: 'Sizden kimlerin buna izin verip vermediğini bilemiyo­ruz» geri dönün, a r î f leriniz durumunuzu bize arzetsinler.' Bunun üzerine halk geri döndüler. A r î f leri onlarla konu­şup sonra Hz. Peygamberce (sav) geldiler ve kendisine onla­rın rızasını haber verdiler."[540] Ebû Davud Sünen'inde "Kitâbu'l-Harâc ve'l-imâre"de airâfeMye dair bir bâb başlığına yer vererek Mikdâm b. Ma'dikerib'in şu hadisini zikreder: "Resulullah (sav) onun omu-zunavurarak şöyle buyurdu: Ey Mikdâmcık, bir e m î r ,katipve a r î {ol­madan ölürsen kurtuluşa erersin". Ebû Davud sonra da şu hadisi verir: " İ t âfe(ariflik)haktır,halka ar îfUrgereklidir,fakat arîflemteşte-dtr.”[541] PencâbSAvnül-Vedûd'da şöyle der: Bu hadiste, a rîflerikötüle-yen hadisin a r î f ler nasbetmeyi menetmediğine delil vardır. İbn Battal da şöyle der: "Sahîh-i Buhâri'deki hadiste, a r î f ler ikamenin meşruluğuna delil vardır. Çünkü devlet başkanının bütün işleri bizzat yapması mümkün değildir. Bu sebeple, kendisine tevdi edilen görevi onun adına yapacak yar­dımcıyı nasbetmeye ihtiyaç duyar." Pencâbi u Ar îfler ateştedir" sözüyle ilgili olarak da şöyle der: Bu söz, i r â f e nin riskli bir iş olduğuna, onunla meşgul olan kimsenin harama düşmekten emin bulunmayacağına ve görev­li kimsenin Allah'ın emirlerine karşı gelmekten sakınması gerektiğine işaret etmektedir. " î r â f e haktır" sözünden maksat da şudur: A r î f le-rin atanmaları, irâfe uygulaması esastır. Çünkü e m î r in bizzat yapacağı işlerde yardıma olan ihtiyacından dolayı maslahat bunu gerektirmektedir. Bu konuda delil olarak, Buhari hadisinden de anlaşıldığı gibi Resulullah (sav) zamanında ar îflerin mevcudiyeti yeter. Avnul-Vedûd'dan nakle­dilen bu bilgilerin aslı Fethul-Bârf de Buhâri'nin "Halk için arifler babı" sözü münasebetiyle geçer.[542] el-İsâbe'de müellif Cündeb b. Numan el-Ez-df nin biyografisini vererek îbn Asâkir'in Târihinden şu nakilde bulunur: Ebû Azîz (Cündeb) Hz. Peygambere (sav) gelip İslâmiyet'i kabul etti; müslüman olarak hattıhareketi güzel oldu ve Resulullah (sav) onu kavmine a r î f yaptı.[543] Yine îbn Hacer el-İsâbe'de Rafı b. Hudeyc el-Ensâri'nin bi­yografisini vererek onun Medine'de kavminin ar îf iolduğunuzikreder.[544] Merakeş'te müzakerede bulunduğumuz kimselerden biri, bu başlık altında verilen asıl hadisin, harpler, tazminatlar ve sair muamelat konusunda büyüklerin küçükler, liderlerin de yönettikleri kimseler adına sorumluluk yüklenecekleri konusunda temel teşkil ettiği görüşünü ileri sürdü ki bu apaçık bir fıkhi kavrayıştır.[545]

 

Nakıpler

 

el-İsâbe*de müellif Es'ad b. Zürâre'nin biyografisini verir ve orada Hâkim[546] vasıtasıyla şu tahricde bulunur: Es'ad b. Zürâre vefat ettiğinde Neccâroğulları gelerek "ey Allah'ın Resulü, n a k i b i miz öldü bize n a -kip tayin et" dediler. Resulullah da "ben sizin n a k i b i nizim" buyur­du.[547] Bu bilginin benzeri İbn Kudâme el-Makdisî'nin el-İstibsâr fî ensâ-bil-ensâr adlı eserinde onun biyografisinde de geçmektedir.[548]

 

Muhasip

 

Hz. Peygamber'in (sav), Benî Süleym'in zekatlarını toplamak üzere Ezd kabilesinden görevlendirdiği Îbnü'l-Lütbiyye[549] isimli şahsı hesaba çek­mesi. Müslim, Ebû Humeyd es-Sâidî'den şu rivayeti tahric eder:"Resulullah (sav) Ezd kabilesinden İbnü'l-Lütbiyye adlı birini Beni Süleym kabilesinin zekatlarını toplamak üzere görevlendirdi. O geldiğinde onu hesaba çekti.[550] Îbnü'l-Lüt­biyye de 'şu sizin malınız, şu da hediyedir* dedi. Bunun üzeri­ne Resululah (sav) 'eğer doğru söylüyorsan, babanın ve ana­nın evinde otursaydın da hediyen sana gelseydi ya!' buyurdu, sonra bize hitapta bulundu; Allah'a hamd ü sena etti, sonra şöyle dedi: 'İmdi, sizden birini Allah'ın bana tevdi ettiği işler­den birine görevlendiriyorum, o da bana geliyor ve «şu sizin malınız, şu da bana verilen hediyedir» diyor. Eğer o doğru söylüyorsa, babası ve annesinin evinde otursa da hediyesi ona gelse ya! Allah'a andolsun, sizden hakkı olmadığı halde ondan birşey alan hiçbir kimse yok ki kıyamet gönü yüküyle birlikte Aziz ve Celil olan Allah'a kavuşmasın..'[551] İbn Kayyim et-Turuku*l-hükmiyye fi*s-siyâseti'ş-şer*iyye adlı eserinde (s. 227) "Nebî (sav) Sahihayn'da Ebû Hemeyd es-Sâidi'den nakledilen rivayette ol­duğu gibi memurlarından hesabı tam alırdı, onları toplanan ve harcanan mallarla ilgili olarakhesabaçekerdi" der, sonra da İbnü'l-Lütbiyye'nin mez­kur kıssasını kaydeder.[552] Huzâi bu hadisi Buhari'ye isnadda gafil bulun­muş olup hadis Sahîh-i Buhârî'de "Kitâbu'l-Ahkâm" da "Devlet başkanı­nın memurlarını hesaba çekmesi bâ^ı"[553] başlığı altında ele alınmıştır. Bu-hari bu hadisi "Memurların hediyeleri bâbı"nda[554] tam olarak vermiş olup bu bu iki baba bakınız. Resulullah'tan (sav) sonra halifeler de bu hususta kendisini izlemişlerdir. İbn Kuteybe Uyûnu'l-ahbâr' da şöyle der: Hz. Peygamberdin (sav) vefatından sonra Muâz Yemen'den Hz. Ebubekir'e geldi. Hz. Ebubekir ona "hesabını takdim et" dedi. Muâz da ona "iki hesap mı? Bir hesap Allah'tan, bir he­sap ta sizden? Hayır, Allah'a yemin ederim ki bir daha asla si­zin bir işinizi yüklenmem" dedi.[555] Kelâi el-İktifâ adlı eserin­de şu bilgiyi verir: Hz. Ömer hilâfetinin bütün yıllarında hac­ca gitmeye devam etti. Her yıl hac mevsiminde valilerini (âmil) hesaba çekmek adetindeydi. Bununla onları tebaadan meneder, tebaaya zulmedilmesini engeller, onların durumu­nu daha yakından öğrenir ve şikâyetlerini kendisine ulaş­tırmaları için tebaaya belli bir zaman ayırmış olurdu.[556]

 

Vesayet Ve Vasiler

 

Hâkim, Târîh'inde Serrâc ve sonra da Muhammed b. Amâre tarikiyle Zeyneb binti Nübeyt'ten şu rivayeti tahriceder: "Hz. Peygamber (sav), onun (Zeyneb) annesi ve teyzesine gümüşten bir küpe[557] ve içinde inci olan bir al­tın vermişti. Babaları Es'ad b. Zürâre onları Resulullah'ın (sav) vesa­yetine bırakmıştı." Es'acTın el-İsâbe[558] ve İbn Kudâme el-Makdisî'nin el-İstibsâr'ındaki biyografisine bakınız. İbn Kudâme, Zeyneb binti Nübeyt'in bu rivayeti sebebiyle sahabe arasında zikredildiğini belirtir. Subhu'1-a'şâ müellifi KalkaşandiNihâyetü'1-ereb fi ma*rifeti ensâbi'1-Arab adlı ese­rinde efendimiz Cafer b. Ebî Tâlib'in çocukları Caferîlerden bahsederken şöyle der: Onun Muhammed ve Abdullah adlı çocukları vardı. Babaları Ca­fer'in vefat haberi geldiğinde Nebî (sav) onların başlarını okşamış ve "ben onların dünya ve ahirette veli leriyim"' buyurmuştu.[559] Simtü'l-cevhe-ri'l-fâhir*de müellif, Resulullah'ın (sav) kendilerine v a s i lik yaptığı ye­timleri zikrettiği bir başlığa yer verir. Resulullah (sav) himayesinde bulu­nan bu yetimler şunlardı: Muhammed b. Abdullah b. Cahş. Babası Uhud'da vefat etti, onu Hz. Peygamber'e (sav) vasiyet etmişti. Hz. Peygamber ona Hayber'de bir mal satın almış ve Medine'de Sûku'r-rakîk'te de bir ev i k t â etmişti. Simtü'l-cevher müellifi daha sonra Ebû Ümâme Es'ad b. Zürâre'-nin kızlarıyla ilgili olarak daha önce geçen kıssayı zikrederek şöyle der: Re­sulullah'ın (sav) himayesinde Benî Leys b. Bekr kabilesinen Sumeyte el-Leysiyye[560] adlı bir kadın vardı. Hz. Aişe de Abdullah b. Zübeyr'i ana-babası-ndan kendisine vermelerini istemişti; Abdullah onun himayesindeydi ve kendisini "anne" diye çağırırdı. Resulullah'ın (sav) Ali b. Ebî Tâlib'i yanına aldığı ve Medine'de kızı Fâtıma'yı onunlaevlendirinceye kadar kendisinden ayırmadığı hususu daha önce geçmişti. Yakub b. Süfyân, Mutî b. Esved'den rivayeteder:O,Zübeyr'içocuklarına vasi tayin etti, Zübeyr kabul etmedi. Bunun üzerine Mutî şöyle dedi: "Kabul etmeni Allah ve rahm (akrabalık ba­ğı) adına senden diliyorum. Çünkü ben Ömer'i şöyle derken duydum: Zü­beyr, dinin rükünlerinden (temel esaslarından, dayanaklarından) bir rü­kündür.”[561] Humeydi en-Nevâdir*de rivayet eder: Zübeyr'i Resulullah'ın (sav)ashabındanyedikişi vasi tayinetmiştikibunlarOsman,Abdurrah-man b. Avf, Mikdâd, İbn Mesud ve başkalarıydı. O, bunların mallarını mu­hafaza eder,çocukların a da kendi malından harcamada bulunurdu. Bu bil­ginin benzeri UsdüT-ğâbe'de[562] Hişâm b. Urve'den nakille de zikredilmiş olup el-İsâbe'de[563] de geçtiği üzere orada Zübeyr b. Bekkâr bunlara Mutî b. Esved ve Ebü'l-As b. Rebi'i de ilave eder. Ebû Abdullah Züneybir es-Selevî'-ninel-Hemziyye şerhinde şu bilgi verilir: Sahabeden yetmiş kişi Zübeyr'e mallarını ve çocuklarını vasiyyet etti. O, onların mallarını muhafaza eder, çocuklarına da kendi malından harcamada bulunurdu. (Simtül-cevheril-fâhir'den).

Buhari[564] Ebû Hureyre'den naklen, Ahmed b. Hanbel[565] ve Ebû Davud[566] Resulullah'tan şu rivayeti zikrederler: "Ben her mü'mine kendi nef­sinden daha evlâyım; kim borçlu olarak vefat eder de borcunu karşılayacak kadar mal bırakmazsa, onu ödemek bana aittir. Kim bir mal bırakırsa o mal mirasçılannındır". İslâm'ın ilk zamanlarında vefat eden kimsenin ce­nazesi Resulullah'a (sav) getirilir; Resulullah borcu olup olmadığını, Ödeme­ye yeterli malı bulunup bulunmadığını sorardı. Eğer borcu olduğu ve ödeme­ye yetecek malı bulunmadığı kendisine söylenirse, "arkadaşınızın namazı­nı kılın" buyururdu. Yetecek kadar malı varsa namazı kendisi kıldırırdı. Al­lah fetih ve ganimetler nasip edince Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Kim vefat eder de borcu olursa, Ödemesi bana aittir". Böyle yapmasının kendisi­ne vacip olduğu söylenir.[567] İmâmtfl-Haremeyn ve Mâverdi bunun Resulul­lah'a (sav) vacip olmadığı, tekerrümen yaptığı görüşünü benimsemişlerdir. Resulullah'ın (sav) bu ödemeyi ganimetten mi, kendi özel malından mı yaptığı hususunda iki ihtimal sözkonusu olup bunu Hafâci Nesîmü'r-ri-yâz'da söyler.[568]

 

 



[1] Muhammed b Seleme el-Kudâî'nın (o 454/1062) bu eserinin adıKitâbul-inbâala (bi-enbâi)'l-enbiyâ ve tevârıhi'I-hulefâ veya Uyûnu'l-maârİf ve fünûnu ahbâri'l-halâîf diye de anılır (GAL, I, 419, Suppl., I, 584).

[2] el-Istîâb,I 50 51.

[3] el-Ikdu1-ferîd,lV, 161.

[4] Metinde altı çizili olmadığı için Kettanı'ye ait gibi görünen bu kısım da Huzâı'nmdır (bk ihsanAbbas s 171 172 Ayrıca metinde Halıd kelimesi Tabir, 'haıune" keli­mesi de yanlış olarak hine'   şeklinde gelmiştir

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/199.

[5] Aynı bilgi için bk îbn Manzûr, Muhtasaru Târihi Dımaşk l'İbn Asâkir, nşr.Ruhıyye en-Nahhâs, Dımaşk 1404/1984, II, 331-347.

[6] Amiri,Behcetü'l-mehâfıl, II,161.

[7] Bu bilgi el-Istiâb'da Zeyd b Sâbıt'ın biyografisinde (I, 551-554) değil, Ubey ' KaVm biyografisinde (1, 51-52) geçmektedir.

[8] Nuruddın eş-Şebrâmelhsî'mn (o 1087/1676) bu haşiyesi, Nevevî'mn Mİnhâcü tâlibinW Ahmed b Hüseyin er-Remlînın (o 844/1440) yaptığı şerhe aittir (GA 1,497,SuppL,II,420) Metmdeel-Minhâc kelimesi el-Menhec,Abdullah b. Sa' da Abdullah b Saıd sekimde geçmiştir.

[9] bkz.Keşfuzzunûn,II, 1054; Suppl., I, 631.

[10] bkz- Hafâci, Nesîmü'r-riyâz, III, 235. İbn Hudeyde (o. 783/1381) el-Misbâhul-mudî fî küttâbfn-Nebî(I-II, Beyrut (05/1985) adlı eserinde bu sayıyı 44'e, M. Mustafa el-A'zamî de Küttâbü'n-Nebi, (Riyâd 1401/1981, III. baskı) adiı eserinde 61'e çıkarır.

[11] Ebül-Vefâ Nasr e]-Hûrînî (o. 1291/1874) el-Metâliu'n-Nasriyye li'1-metâbii'l-Mısriyye fi'1-usûli'Mıattiyye (bkz. Suppl., II, 726).

[12] Behcetül-mecâlis ve ünsül-mücâlis,Kahire 1962,1,356.

[13] Buharı, Ahkâm 37.

[14] Fethü'1-Bârî, XXVII, 213.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/200-201.

[15] el-İkdül-ferîd, IV, 161  Ayrıca bkz Cehşıyârî, el-Vüzerâ ve'1-küttâb, s 12-1 A'zami.Küttâbü'n-Nebî, s 55.

[16] bkz Zurkâm,Şerhu'l-Mevâhib,III,324;A'zamı,s 72.

[17] el-İsâbe, I, 19; el-İstiâb, 1, 50, A'zami, s 42-43.

[18] bkz. A'zami, s 86.

[19] Zurkâm, III, 326 Şurahbıl'm Allah Resulu'nun (sav) ilk katibi olduğu rivayet etmeklebirlikte (.bkz AVamı, s 72) o Kinde asıllı olup Kastallâni Kureyş'ten ilk kal lik yapanı kastetmiştir.

[20] Subhu1-a'şâ,I, 89-91.

[21] Muhammed b. Eflâtun (o. 937/1535) için bkz. SuppL, II, 641.

[22] Miftâhu's-saâde, I, 272, II, 600 Keltânı'nin metni, bueserde gerek inşa gerek fıkıh bölümünde verilen ibarelerle uyuşmamakta, daha çokKeşfuzzunûn'un İbaresine uygun düşmektedir Buna rağmen birbirini tutmayan ifadeler meveutur.

[23] Metinde el-Hanefi kelimesi el-Hanbelî, "Şurût" kelimesi de Şurûti şeklinde yanlış geçtiği gibi, iktibastaki düşüklük sebebiyle bu son cümle tamamen yanlıştır. Keşfuzzunûn'da Ebû Zeyd eş-Şurûtî ve M. b. Eflûtun anıldıktan sonra Hilâl b. Yahya (o 245/859) zikredilmekte ve Curcâni'den naklen onun bu konuda ilk eserve-ren kimse olduğu belirtilerek ardından da Abdulkâhır el-Bağdâdî'mn buna itirazı verilmektedir. Ebû Zeyd eş-Şurûtî için bkz. Ibnu'n-Nedim, el-Fihrist, s   261; Keşfuzzunûn, II, 1046, 2000; Temimi, et-Tabakâtu's-seniyye, I, 353.

[24] Keşfuzzunûn, II, 1045-1046 Hanefi ulemadan Hilâl b Yahya (o 245/859), İbn Semâa(0.233/847), Hassâf(o. 26İ/874), Bekkâr b Kuteybe(o 270/883), EbûHâzim (o. 292/905), Tahâvi (o. 321/933) ve Kadıhan'm (o 592/1 \96)"§urât" ve "mehâdirve sicillât" ile ilgili eserleri için Hanefi Fıkıh Alimleri (Ankara 1990, s. 27-31,57) ad­lı eserimize bakınız.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/202-203.

[25] Ibn Ebî Dâvud,Kitâbü'l-Mesâhif,Kahıre 1355/1936,s. 3 Burada"onyedigece"ye­rine "ondokuz gun" ifadesi geçmektedir.

[26] el-Hıtat, II., 226 Bu hususla ilgili di-ğer rivayetler için bk/ Fethul-Bârî, XXVII, 216. Metinde bu başlığın admda geçen"kütiâb" kelimesi,el-Hıtat'da"feitâ-be" şeklinde olduğu için tercümede bu tercih edilmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/203.

[27] Bu kelime metinde düşmüştür.

[28] el-îstîâb, I, 50-51; el-İsâbe, I, 19  Huzâi'nm metninde İsâbe'ye atıf yapılmamıştır.

[29] el-İstiab,I, 51.

[30] bkz. age, II, 261 (Abdullah b. Erkam'm biyografisinde)

[31] Kadı Iyâz, Meşârikul-envâr alâ sihâhil-âsâr, Kahire-Tunus 1333, II, 183. M( tinde "birşey" kelimesi düşmüştür.

[32] el-İstiâb, I, 552, 553-554 (Zeyd'in biyografisinde).

[33] age,II,261 Mektubu kapatmak manasına gelen"yetînuh" kelimesi, aynî mana ifade eden "yeibauh"  şeklinde geçmiştir.

[34] es-Sünenül-kübrâ, X, 126.

[35] Fethul-Bârî, XXVII, 213.

[36] bkz.es-Sünenü1-kübrâ,X, 126;el-İstiâb,II, 26î;el-İsâbe,II, 274. Ayncabkz.el-Beyân ve't-tahsiL XVIII, 245-246.

[37] Tırnak içindeki bu ifade metinde mevcut değildir.

[38] el-Beyân ve't-tahsil,XVIII,245-246,402.Bu konudaki bir rivayette deAbdullah'a verilen ücretin 300 dirhem alduğu belirtilir.Aynca bkz. İhsan Abbas,s. 184;A'zami, s. 77.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/204-205.

[39] Zurkânî, Şerhu'l-Mevâhib, III, 322.

[40] Evlilik yoluyla akrabasıydı. Zira Resulullab'ın (sav) zevcesi Ümmü Habîbe Muavi-ye'nin kızkardeşiydi (Hafâci, III, 430).

[41] eş-Şifâ,II, 617.

[42] Nesimü'r-rîyâz, III, 429-430. Metinde "suâl" kelimesi "Sevâ", "mtınsif de yanlış olarak "muntik" şeklinde geçmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/205-206.

[43] el-İsâbe, III, 338;Üsdü'l-ğâbe,V,9;Hamidullah,el-Vesâiks. 279 (ur. 174)Burada geçen "kendisini islâm'a davet için" (yed'ûhu)   ifadesi Üsdül-ğâbe'de "onunla İslâm'a davette bulunması için"(yed'û bihi) şeklindedir.

[44] Subhul-a'şâ, II, 483-485 (Ruradaki bilgi özetle verilmiştir).

[45] age, II 485-486 Metinde düşüklük olup aslına bakılmalıdır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/206-207.

[46] el-Istîâb, I 51(Ubeyb Ka'b'm biyografisinde).

[47] bkz. Musned, IV 176 Buharı Menakıbu'l ensar 45.

[48] bkz. Ibn Hışam  I 489-490  Huzaı buernannanıeyı Amır'ın yazdığına dair Buha nden H/ nbubekır'ın yazdığına dair Ibn Ishdk'tan rivayet naklettiği gibi, Hudey bıjeantla^mdsınıH/ AIı'nınya/dıgınıBuhan'dennaklen vermektedir (s 185 186) Kettanı bu husufları zıkretmemıştır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/207.

[49] Kettanı Tecâribul-umem'dckı bu son cümleyi, başlıkla ilgisi bulunmadığından anmamıştır Bu nakil ıçm bk/ AVamı, s 54.

[50] Endülüs'te hukum suren Tucıbı hanedanının ıkmcıhukumdandır(bkz E LevıPro-vençal   Mu'tasım'IA, VIII 749 750)

[51] Bu rivayet için Mes'ûdi, et-Tenbîh. vel-işrâf, Beyrut 1981, s. 261.

[52] el-İsâbe'den (I, 339) verilen bilgi burada biter. el-İsâbe'de iki tane Husayn b. Nümeyr verilmiş olup İbn Hacer bu sözüyle onlara işaret etmiştir.

[53] et-Terâtibü'l-idâriyye,I, 398-399.

[54] Metinde yanlış olarak Cehra şeklinde geçmiştir.

[55] Muhâdaratül-ebrâr, s. 18. Ayrıca bkz. et-Tenbih vel-işrâf, s. 261.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/207-208.

[56] Zurkâni, Şerhu'l-Mevâbib, III, 311. Metinde "Zekerehüm"   kelimesi "zekere", "cümelen" de "cemmen"  şeklinde yanlış geçmiştir.

[57] el-İsâbe,I,339.

[58] İbn Şebbe (ö. 262/876), Küttâbü'n-Nebî(bkz. Zirikli, V, 206). Bu ve bir önceki eser bugüne ulaşmamıştır (bkz. Şakir Mahmud Abdülmun'im, s. 171).

[59] Bu eser iki cilt halinde basılmıştır (Beyrut 1405/1985).

[60] Metinde 679 olarak geçen tarihyanlışolduğugibi, Salâhıyye kelimesi de Sâhha şek­linde geçmiştir Bu konuda bkz en-Nücûmu'z-zâhire, XI, 217,Keşfuzzunûn,II, 1710, GAL, II, 86, Suppl., II, 78, Kehhâle, VI, 115, X, 303.

[61] Bu zat ile yukarıdaki aynı kışıdır Dipnot 60'takı kaynaklara bakınız Kettâm'nın verdiği bu bilgiyi Hafâcı zikretmektedir.

[62] Hafâcı, Nesîmü'r-riyâz, III, 235 Ibn Ebı'l-Hadîd adı metinde Ibn Ebı'1-Ca'd şek­linde geçmiştir.

[63] Zurkâni, III, 226 Resulullah'm katıplenyle ılgıh olarak ayrıca bkz ŞakırMahmud Abdulmun'ım, "Kuttâbu'n-Nebî", el-Muerrihul-Arabî, IV, 1975, s 171-209.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/208-209.

[64] Suyûti, Beğyetü'1-vuât, Beyrut 1399/1979, II, 415.

[65] Metinde Ali olarak geçmiştir.

[66] Subhu’l-a’şa, III, 39.

[67] Tirmizi, İsti'zân21; Suyûti,el-Câmiu's-sağîr, s.43;a.nılf.,el-Leâli'l-masnûafi'l-ahâdisîl-mevzûa, I, 216; Münâvi, Feyzu'l-Kadîr, IV, 255. Tirmizi, hadisin"go-rib" ve isnadının "zayıf olduğunu belirttikten sonra seneddeki Anbese b. Abdur-rahman ile Muhammed b. Zâdân'ın rivayette "zayıf   kabul edildiklerini söyler. Zeydb. Sâbit'den, Resulullah'ın (sav) kendisine böyle dediğine dair rivayet için bkz. el-İkdü'1-ferîd, IV, 161.

[68] Tirmizi, Îsti'zân 20-21; Feyzu'l-Kadîr, 1,432; Kenzül-ummâl, X, 244.

[69] İbn Hibbân, el-Mecrûhîn, II, 180; ibn Adî, el-Kâmil, V, 1901.

[70] Feyzu'l-Kadîr, IV, 255.

[71] age, IV, 255.

[72] eş-Şifâ, I, 506, Hafâcı, Nesîmu'r-riyâz, III, 236-237  Metinde "ferrık" kelimesi "cerrif", "cevuîd" de"cerrıd" şeklinde yanlış geçmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/209-211.

[73] bkz. Ibn Ebî Hâtım,İlelü'l-hadîs,ir,309!Sehâvi,Pethu'l-nıuğîs,II,209,Kenzül-ummâL X, 245.

[74] Kenzül-umınâl, X, 245.

[75] "Başarıya erersiniz" ifadesi metinde düşmüştür.

[76] Subhul-a'şâ, VI, 271-272.

[77] Metinde yanlış olarak Ömer şeklinde geçer.

[78] Tirmizi, İsti'zân 20; Sehâvİ, el-Mekâsidül-hasene, s. 43.

[79] bkz.Tehzîbü't-Tehzîb, III, 28-29.

[80] bkz.age, III, 28-29. Bu ifadelerin hepsi çeşitli alimlere göre cerhin 3-5. derecelerin­deki raviler için kullanılmakta olup böyle bir ravinin hadisi hiçbir şekilde alınmaz. (bkz. Aydınlı, s. 87, 93, 112).

[81] îbn HacetinTakrîb'deki tertibine göre cerhin 10. derecesindeki raviyi (başkaları­na göre 2 veya 3. derecedekini) ifade eder ki rivayet ettiği hadis hiçbir şekilde alın­maz (Aydınlı, s. 99).

[82] İbn Hacer, Takrîbu't-Tehzîb, I, 199.

[83] ibn Mâce, Edeb 49.

[84] Aynı yer.

[85] Çeşitli alimlere göre ta'dilin 3. veya 5. derecesindeki ravi için kullanılan bir terim olup böyle birinin rivayeti yazılır ve araştırılır (Aydınlı, s. 132).

[86] bkz.et-Târîhul-kebir.II, 150; Tehzîbu't-Tehzîb, I, 473-478.

[87] Tehzîbü't-Tehzîb, XII, 4.

[88] age, VII, 447-448.

[89] el-Kâmil fi duafâi'r-ricâl, VII, 2564-2565 Hadis ıçm bkz Kenzü'l-ummâl,X, 246. (nr 29311) Ebû Mikdâm metinde b Mikdâm şeklinde yanlış geçmiştir.

[90] Metinde Ebu'î-Peth kehmessi düşmüştür.

[91] Mîzânul-i'tidâl, I, 465.

[92] bkz KenzÜl-ummâl,X, 244-246, 517.

[93] IbnAdî,el-Kâmü,I, 294.

[94] age, II, 505,Kenzü'L-uıniiıfil,X, 245.

[95] age,X, 244.

[96] Aynı yer.

[97] İbnMâce, Edeb 49.

[98] İbn Ebî Hatim, belul-hadis, II, 309; Sehâvi, Pethul-Muğîs, II, 209; Kenzül-ummâl, X, 245.

[99] Deylemi, el-Firdevs bi-me'sûril-hitâb, I, 269.

[100] bkz.GAS, I, 189.

[101] Cerhin 3. veya 4. derecesinde bulunun ravi için kullanılan bir terim olup bu ravinİn rivayeti hiçbir şekilde alınmaz (Aydınlı, s. 87).

[102] Ukayli'nin değerlendirmesinden buraya kadar verilen bilgi için.bkz. Fethul-muğîs, II, 209.

[103] bkz. Mişkâtü'l-Mesâbîh, II, 541 (nr. 4657).

[104] Üelul-hadîs, II, 309.

[105] el-Mekâsıdül-hasene, s. 43-44.

[106] Munâvi, Feyzul-Kadîr, I, 432.

[107] Ali b. Ahmed el-Azîzî (ö. 1070/1660), es-Sirâcül-münîrbi-şerhi'1-Câmii's-sağîr adlı eseri vardır (Suppl-, II, 184; Zirikli, V, 64).

[108] Muhammed b. Salim el-Hıfnî (ö. 1181/1767), Azîzİ'nin şerhine haşiyesi vardır (Serkîs, I, 782; Ziriklî, VII, 4).

[109] Sehâvi, Fethul-muğîs, II, 209.

[110] el-Câmiu's-sağîr,s. 28.

[111] Alkamı'nin (ö. 978/1570) el-Câmiu's-sağîr'e yaptığı şerhtir (SuppLJI, 183-184).

[112] Aliel-Kârî,Mirkâtul-mefâtîh,IV, 564.

[113] Ibnü'1-Esir, en-Nihâye fî garîbil-hadîs, 1, 185.

[114] Hasan b.Muhammedet-Tîbi(ö.743/1211).Mişkâtü'l-Mesâbih'eel-Kâşifanha-kâiki's-sünne adlı şerhi vardır (SuppL, I, 621).

[115] et-Teysîr bi-şerhi'1-Câmü's-sağîr, I, 126.

[116] Muhammed Tahirel-Fettenî (o. 986/1578). Eserinin adıMecmaubîhâril-envârfî garâibi't-Tenzil ve letâifil-âsâr'dir (M. Hidayet Hosayn, "Muhammed Tabir", IA, VIII, 502-503; Zirıklî, VII, 42-43).

[117] Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmi li-ahlâki'r-râvî ve âdâbi's-sâmi, I, 278. Metinde düşüklükler olup aslıyla karşılaştırmalıdır Sehâvi bu iktibastan sonra bazı goruş ve rivayetleri de nakletmektedir ki Kettâni bunları zikretmemiştir.

[118] Sehâvi, Fethül-muğîs, II, 208-209.

[119] Mubârekfûrî, Tuhfetül-ahvezî, VII, 495. Burada Kettâni'nin verdiği görüş Mübârekfûrî'nın değil, onun nakletmiş olduğu bir görüştür.

[120] Ali el-Kâri, MirkâtÜl-mefâtih, IV, 564-565.

[121] age, IV, 564.

[122] Her iki cami için bkz. "Merâkeş", İA,VII, 741.

[123] Subhu'I-a'şâ,VI, 273.

[124] Subhul-a'şâ, VI, 272-273. Metindeki hata ve eksiklikler için aslına bakınız.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/211-220.

[125] Bu cümlenin baş tarafı ile bir önceki cümle metinde düşmüş olduğundan diğer ik cümle birleşerek tam aksi bir mana meydana gelmiştir.

[126] Subhul-a'şâ, VI, 365-366.

[127] age, VI, 367-374.

[128] age,VI,374.

[129] age, VI, 376. Metinde bu başlık yanlış olarak birinci başlık gibi verilmiştir.

[130] age, VI, 376.

[131] Tabakât, I, 258-291.

[132] Muhammed Hamidullahel-Vesâiku's-siyâsiyye'de, katiplerinin adlan yazı!) 74 mektup ve belgeyi zikretmektedir. Bu 16 katibin adlan ve belgelerin el-Vesaikteki numaralarının verildiği bir liste izin bkz. Muhammed Yasin Mazbar Sıddıqui, Or-ganisation of Government under The Prophet, Delhi 1987, s. 223-224.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/220-221.

[133] Bu cümlenin başı ile bir önceki cümlenin son tarafı metinde düşmüştür.

[134] Subhul-a'şâ, VI, 464.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/221-222.

[135] Subhul-a'şâ, VI, 465.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/222.

[136] Ebü'l-Hasan Ali b. Halefin Subhu'1-a'ş â'da sık sık zikredilen bu eseri (msl. VII, 78, IX, 15-16) Keşfuzzunûn'da {II, 1888) Mevâridül-beyân şeklinde yanlış veril­miştir.

[137] Subhul-a'şâ,VI, 366.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/222.

[138] bkz. İbn Sa'd, I, 263-264; Subhu'l-a'şâ,VI, 219.

[139] Fethu1-Bârî,XVII, 79.

[140] Metinde Neciyyeb. Rü'ye şeklinde yanlış geçmiştir, bkz. Hamidullah,el-Vesâik,s. 117-118; A. Musıl, "Eyle", İA, IV, 420.

[141] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/223.

[142] Şerhin adıGıdâul-elbâb'dır (bkz. Serkis, I, 1028; SuppL, II, 393).

[143] bkz. SuppL, II, 130; Zirikli, V, 104.

[144] Bazı örnekler için bkz. Müslim, Cuma 43, 46.

[145] el-Erbaûnel-mütebâyinetül-isnâdvel-bilâd(bkz.Zirikli,IV,165;Kehhâle,V 292).

[146] Zurkâni, Şerhul-Mevâhib,I, 12.

[147] Ahmed b. Muhammed el-Heştûkî (o. 1127/1715). bkz. Fibrisü'l-fehâris, II, 1102 1103; Kehhâle, II, 101. Bu kaynaklarda sözkonusu eseri geçmemektedir.

[148] Metinde "vezîa" şeklinde yanlış geçmiştir. Krş. et-Terâtîb, I, 28 (Giriş).

[149] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/224-225.

[150] bkz. Fihrisü'l-fehâris,I, 455.

[151] Hafâci, Nesîmü'r-riyâz, 1,413.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/225.

[152] el-Edebül-müfred, s. 372.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/225.

[153] Buharı, Cıhâd 102, Hamıdulab, el-Vesâİk, s 107-109 (nr 26).

[154] Herakliyus'a tabı olanlar, onun hakimiyeti altında bulunan mecusîler gibi mana! verilen bu kelime için bkz Ibnu'1-Esîr, en-Nihâye, I, 38 Bu kelime metinde yan geçtiği gibi ikinci "rausluman ol" ifadesi de düşmüştür.

[155] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/226.

[156] îbn Hışâm, II, 354.

[157] İbn Manzûr, Muhtasara Târihi Dımaşk,V, 312-316; Kalkaşandi, Subhul-a'şâ, XIII, 118-122;Hamidu)lah,el-Vesâ, s. 129-134 (nr. 43-47). Metindeki hata ve ek­siklikler ile kaynaklardaki farklılıklar için burada anılan eserlere bakınız. Özellik­le Habrûn kelimesi Cebrûn, Ceyrûn gibi değişik şekillerde geçmektedir.

[158] Subhul-a'şâ, XIII, 122.

[159] Bu belge için bkz. Hamİdullah, el-Vesâik, s. 132 (nr. 45).

[160] el-Lafzül-mükerrem bi-hasâisi'n-Nebiyyil-a'zam (GAL, II, 120-121, SuppL,n, ne).

[161] îbn Fadlullah el-Ömcrî,Mesâlikül-ebsâr fî memâliki'l-emsâr, tıpkıbasımnşı Fuat Sezgin, Frankfurt 1408/1988, I, 128-130. Safedi, 749 (1348) yılında Şam'c dluânü'l'inşâ' da bu belgeyi gördüğünü, derinin kırmızılaşırıjş ve yıpranmış c dugunu ve yazıdan da "onlara ve soylarına" ifadesinden başka birşey göremediği belirtir (el-Vâfî bil-Vefeyât, X, 408).

[162] Diğer kaynaklardaki rivayette "zimmetlerinde" şeklinde geçmektedir.

[163] bkz. Müslim, Fiten 19; Ebû Davud, Fiten 1.

[164] el-Ünsül-celîl, Amman 1973, II, 81-82.

[165] el-Kabes alâ Muvattai Mâlik b. Enes (GAS, 1,462).

[166] et-Tezkiretü's-Salâhiyye (es-Safediyye) bkz. SuppL, II, 28.

[167] Kânûnû't-te'vîl fı't-tefsir (GAL, 1, 525, SuppL, I, 732).

[168] el-İsâbe, IV, 212.

[169] bkz GAL, II, 192; SuppL, TT, 188.

[170] îbn Nâsıruddmed-Dıma$kî(o 842/1438) bkz GAL, II, 92, Suppl., II, 83.

[171] bkz Schâvı, ed-Dav'u'1-âmi, VIII, 104.

[172] Subhul-a'şâ, XIII, 122.

[173] bkz Suyûtı: el-Hasâisıi'I-kübrâ, II, 421 el-Hasâ:sü's-suğrâ bu eserin muhtasa­rı olup adı Unmûzecül-lebîb'dır.

[174] Zeynuddjnel-lrâkfnmlo 806/1404) eserme yaptığı şerhtir (bk? GAL, II, 78, 394, Suppl., II, 70,417).

[175] Bu belge için bkz Mu'cemüa-büldân, IV, 307-308;HamiduUah,el-Vesâik,s. 269 (nr. 163-164).

[176] bkz. Hamiduüah, el-Vesâik, s. 134 (nr. 47). Ebû Sa'lebe metinde Sa'lebe şeklinde geçmiştir.

[177] Şerhul-Mevâhib, III, 358.

[178] bkz. GAL, II, 476-477; SuppL, II, 490; Ziriklî, VIII, 130.

[179] ibn Hazm, Cemheretü ensâbil-Arab, s. 422.

[180] el-İstiâb, I, 184.

[181] Tehzîbü'1-esmâ ve1-luğât,I/l, 138.

[182] Tehzîbü't-Tehzîb, I, 511.

[183] ibn Hacer'in şerhinin adıel-Fethul-mübîn, ŞebrehrLÎ'ninkiel-FutâLhâtîl'1-veb.-biyyeolup her ikisi de basılmıştır. (SuppL, I, 683).

[184] Bu eser Ebû Zeyd el-Ensârfnİnfö. 215/830) olup metinde yanlış olarak İbnEbî Zeyd şeklinde geçmiştir, (bkz. Brockelmann, "Abû Zayd a)-Ansârî", El, I, 167). Nitekim Ali el-Kâri ve Hafâci de Ebû Zeyd şeklinde zikretmişlerdir.

[185] Kâri, Şerhu'ş-Şifâ, I, 405; Hafâci, Nesîmü'r-riyâz,I, 405.

[186] Dâvudi'nin (ö. 828/1424) bu eseri basılmıştır <GAL, II, 255; Suppl., II, 271-272.

[187] Mezar veya Mezâr-ı Şerif, Afganistan'da Hz. Ali'nin türbesinin bulunduğu ili sürülen bir şehirdir (bkz. W. Barthold, "Mezâr-ı Şerir, İA, VIII, 201).

[188] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/226-236.

[189] er-Ravdtil-ünüf, VII, 365.

[190] Fethul-Bârî, I, 89-90, Zurkâni, Şerhul-Mevâhib, III, 342-343.

[191] bkz Müsned, III, 441-442.

[192] el-Emvâl,s 31.

[193] Fethul-Bârî, I, 89-90.

[194] es-Sîretül-Halebiyye, III, 298.

[195] Şerhul-Mevâhib.III, 343.

[196] Bu VIII Alfonso olup Hısnu'1-Ikab savaşı ve Muvahhıdîlenn dördüncü hükümdarı Nasır için bkz K "Levı Provençal", "Nasır"  IA, IX 84-85.

[197] el-Enîsul-mutrıb bi-ravdil-kirtâs fî ahbâri mulûkîl-Mağrib ve târihi medînetı Fâs, Rabat 1973 , 235.

[198] Nasırı, el-Istiksâ li-ahbâri duvelil-Mağribil-aksâ, II 21.

[199] bkz. Fihrİsül-fehârİs, I 342-344; Suppl., I, 631.

[200] ibn Hubeyş ve anılan olay için bkz. D.M. Dunlop, "îbn Hubayş", El, 111,803-804; Ziriklî, IV, 104.

[201] Nefhu't-tîb, IV, 463.

[202] Ibnü'l-Ebbâr'dan naklen bkz. Ahmed Bâbâ, Neylül-ibtihâc, s. 162-163.

[203] et-Tâ'rif bi-mustalahi'ş-şerîf, Kahire 1312, s. 62.

[204] Subhu’l-a’şâ,V,483.

[205] Hafâci,Nesîmü'r-riyâz, III, 157. Bu mektup ve anılan bilgilerle ilgili olarak ayrıç; bkz. Muharamed Hamidullah "La lettre du Prophet â HĞrachus et le şort de l'origi nal", Arabica,II, (1955), s. 97-110 ^Mektubun fotoğrafı ve metni için bkz. Hamidul lah, el-Vesâik, s. 107 v.d.; a.mlf., İslâm Peygamberi, I, 248-253.

[206] krş.GAL,II, 655: el-Kasasü'1-muğrib anil-haberi'1-mu'rib amme vekaa bil Endelüs ve suğûril Mağrib.

[207] Subhu1-a'şâ,V, 484.

[208] Dâiretu meârifil-karnil-işrîn, Beyrut 1971,1, 401. Bu konuda geniş bilgi içiı bkz. B. Lewis ve J.PP. Hopkins, "lfrandjn,EI, III, 1044-1046.

[209] 15 Rebîûlahir 1093 (23 Nisan 1682) tarihinde gönderilen bu mektubun orijinali içiı bkz. Colonei de Castries, Les sources inedites de Mıistoire du Maroc,(France II), Paris 1922,1,673-675. Mevlây İsmail'in, Hz.Peygamber'in Herakliyus'a göndeı diği mektubun metnini de zikrettiği ve XTV. Ijouis'e Herakliyus'un soyundan olu olmadığını, mektubun kendilerinde bulunup bulunmadığmı sorduğu 2 Ramaza 1092 (15 Eylül 1681) tarihli mektubu için bkz. age, 1, 571-573.

[210] Bu konuda bkz. Colonel de Castries, age, W, 577,V, 345.

[211] bkz. Colonel de Castries, age, I, 572, II, 342.

[212] Ed-Dürrül-muntahabü'1-müstalısan.      ba'zi   meâsiri   emîril-mü'minî mevlâna el-Hasan (bkz. SuppL, II, 889).

[213] bkz. H.A.R. Gibb, "Abd Allah b. al-Zubayr", El, I, 54-55.

[214] bkz. SuppL, II, 735 (c. I-IV, Bulak 1312-1313te basılmıştır).

[215] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/236-243.

[216] et-Terâtibü'1-idâriyye, I, 197.

[217] Bu mektubun fotoğrafı ve hakkındaki bilgiler için bkz. D.M. Dunlop, "AnotherProp-heticLetter", Journal of theRoyalAsiaticSociety, 1940(Lcmdon},s.54-60;Ha-midullah,el-Vesâik,s. 99-106 (nr.20-25); a.mlf-, İslâm Peygamberi, I, 222-225.

[218] Îbn Sa'd, I, 269.

[219] bkz. SuppL, II, 755, III, 389.

[220] Mektupla ilgili bilgiler ve fotoğrafı için bkz Hamıduüah, el-Vesaik, s 135-139 (nr 49-52), a mlf, islâm Peygamberi, 1,229-234, Tahsin O/,, Hırka-i Saadet Dairesi ve Emanat-ı Mukaddese, istanbul 1953, resim 12-13.

[221] Bu darbımesel ıçm bkz Meydânı, Mecmaul-emsâl, I, 467.

[222] Bu aileden bazı zevat ıçm bkz   Abdulkâdır Ayyaş, Mu'cemül-mûellifîne's-Sûrivyînfn-karni1-işrîn,Dımaşk 1405/1985, s 428-429.

[223] Krş Serkıs, II, 1491,Kehhâle, X, 128 Nefhatin-bişâm fî rihleti'ş-Şâm(Kahire 1319).

[224] Ebu'l-Kasım ez-Zeyyânî'nin bu buyuk seyahatnamesinden başka et-Tercümâ-nül-mu'rib an düvelil-meşrik vel-mağrib adlı bir seyahatnamesi de vardır (Fihrisü'l-fehâris, I, 314;Suppl-, II, 879-880)

[225] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/243-245.

[226] Nesâi, Kasâme 46.

[227] Nevevi, Tehzîbül-esmâ vel-Iuğât, 1/2, 26.

[228] Ibnü'l-Vezir Muhammed b. ibrahim {o. 840/1436) bkz. SuppL, IIf 249.

[229] Bir ravinin, hocanın kendi el yazısıyla yazılmış hadis kitabını veya bazı hadislerir bulması şeklinde hadis alma usulü (bkz. Aydınlı, s. 160).

[230] Muvatta, Ukûl 1; Kur’an 1 (Salât içinde).

[231] Bâci, el-Müntekâ, I, 343.

[232] bkz, Zurkâni, Şerhul-Mevâhib, in, 332.

[233] Bâci'nin yukarıda anılan sözünden buraya kadar verilen bilgi için bkz. Suyûti, Teı virül-hevâlik, I, 204.

[234] Bu mektup Resulullah'ın (sav) Amr'a değil, Yemen hükümdarlarının mektuplarına cevaben yazdığıdır (bkz. Hamidullah.el-Vesâik, s. 220-230, nr. 108-110). "Kaylu zî ruayn" ifadesi metninde "kabîlu zî ğarîs" şeklinde yanlış geçmiştir.

[235] Tenvîrül-hevâlik, I, 204-205.

[236] Beyhakı, Delâilü'n-nübüvve, V, 413415, Suyûtı,Tenvîrü'l-hevâlik,I, 204-205, Hamıdullah,el-Vesâik,s 206-210(nr 105) Metindeki bazı hatalar ve kaynaklar dakı farklılıklar ıçm burada anılan ederler karşılaştırılmalıdır.

[237] îbn Sa'd, I, 267.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/245-248.

[238] Ebû Davud, Zekât 4.

[239] Ibn Sa'd, IV, 220, VII, 505-507.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/249.

[240] EbûAbdurrahmanb Akîl e7-Zâhırî, bu konuyla ilgili olarak Ebu')-Ve!îdel-BâcîInm Tahkikul-mezheb fî enne'n-Nebiyye kad keteb adlı risalesini, buna bazı uie-manın cevaplarıyla birlikte neşretmiş (s 159-241) olup eserin baş tarafına da 150 sayfa civarında bir inceleme eklemiştir (bkz   Bacı, Tahkîkul-raezheb, Rıyâd 1403/1983).

[241] Buharı, Sulh 6, Meğâzî 43.

[242] Bu bilgi için bkz. Fethul-Bâri, XVI, 88.

[243] bkz. Ebû Abdurrahman b. Akîl ez-Zâhirî, s. 71 (dipnot 9).

[244] bkz. Mecmau'z-zevâid, VIII, 271: Bu hadisi rivayet eden Taberâni, hadisin "münker" ve Kur'an'a muhalif olduğnu söyler. Manasının "Abdullahb. Utbe okuma ve yazma öğrenmeden Resulullah (sav) vefat etmedi, yani o Rcsulullah zamanında (yaş bakımından) akleder durumdaydı" olduğu söylenmişse de, bu mana son derece ilgisiz bulunmuştur {bkz. Ebû Abdurrahman b. Akîl, s. 200).

[245] Metinde Mücâhid kelimesi Acâle, Şafe de Şafîi şeklinde yanlış geçmiştir.

[246] Ömer b. Şebbe ve Hasâis'in anılması dışında bu bilgilerFethül-Bâri'de geçmekte­dir (XVI, 88). Ayrıca bkz. Kurtubi, Tefsir, XIII, 352-353.

[247]  "Sen bundan önce bir kitap okumuyordun, elinle de onu yazmıyordun" (Ankebût 29/48).

[248] Münâvi, Feyzül-Kadîr, IV, 255. Metinde birçok hata mevcut olup aslıyla karşı­laştırılmalıdır.

[249] Bu konudaki cevaplar için bkz. Ebû Abdurrahman, s. 283 vd. Ayrıca bu konu ve İbnü'l- Arabi'nin sözlerini özeti için bkz. Hafâci.Nesîmü'r-riyâz, II, 211, İÜ, 236-237.

[250] İbn Ferhûn, ed-Dîbâcül-müzheb, I, 380-381.

[251] Buhâri, Savm 13; Müslim, Sıyâm 15.

[252] Tezkiretül-hufFâzJII, 1178-1183.

[253] Bu isim daha önce de geçtiği gibi metinde yanlış olarak Avf şeklindedir.

[254] Tezkiretül-huffâz, II, 741-742.

[255] Buhâri, Sulh 6.

[256] Şemsüddin el-Berzencî (o. 1103/1691). Sozkonusu risale şu olabilir ReFul-isr an ma'nâ kevnihi sallallâhu aleyhi ve sellem ümmîyyen lem yantik bi'ş-şi'r (îzâhul-meknûn,I, 577; Hediyyetül-ârifîn, I, 302-303; Suppl., II, 529).

[257] bkz Bernâmecu Vâdiâşî, s 276; Nubâhi, Târîhu kudâtil-Endelüs, s 202.

[258] Bu risale ıçın bkz EbuAbdurrahman, s.243-281 "Tahzîr" kelimesi metin de"tahr-îr" şeklinde yanlış olarak geçmiştir.

[259] Hafaci.Nesîmü'r-riyâzJI, 211.

[260] Makrızi.el-Hitat, I, 96.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/249-253.

[261] Buhâri, Libâs 52; Nesâi, Zİyno 46; İbn Sa'd, I, 471"; Şâmi, VII, 523.

[262] Buhâri, Libâs 55.

[263] eş-Şemâilül-Muhammediyye, Beyrut 1406/1985, s 46; Ebu'ş-Şeyh, Ahlâku'n-Nebî, s. 116, Şâmi, VII, 525.

[264] el-Vesâil fî müsâmereti'l-evâil, Beyrut 1406/1986, s 114.

[265] Ibn Hacer Fethu1-Bârî,XXlI, 92. Burada verilen şekil yanlışolmalıdır.Çunkukas-tedilen husus, bu kelimelerin mühürlerde görüldüğü üzere ters yazılmış olmasıdır. Satır sırası bakımından da, ileride belirtileceği üzererince Allah, sonra Resul, sonra Muhammed şeklindedir.

[266] ibn Kesir es-Sîre'de (IV, 704) şoylc der: Yazının duz basılması için normal olarak muhur nakşında yazının ters olması icabeder Nakış yazısının du/ olduğu ve öyle bastığı da söylenmiştir Bunun doğruluğu münakaşa goturur Bu konuda ne sahih ne zayıf bir isnad bilmiyorum.

[267] Şerh.u'l-Mevâhib,IIIt 334 "Ta'vıl" kelimesi metinde "la'dıV şeklinde geçmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/253-254.

[268] bkz. Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 267-268.

[269] Buhâri, et-Târİhul-kebîr, VII, 52-53; Şâmi, VII, 526. Ebu'ş-Şeyh, Ahlâku'n-Ne-bî,s. 116. "Melviyyün" kelimesi metinde "mülevuen" şeklînde geçmiştir.

[270] el-İsâbe, III, 451.

[271] el-tkdül-ferîd, IV, 161-162. Eksem kelimesi metinde el-Kesm, Murakka da Mu­rabba şeklinde geçmiştir. Ayrıca bkz. A'zamî, Küttâbü'n-Nebî, s. 55-56.

[272] el-İkdül-ferîd: II,254;Fâsî,el-İkdü's-semîn,VII,248-249;A'zamî,s. 106.Resu-lullah'ın mührünü Ya'lâ b. Münye yapmıştı (Şâmi, VII, 526).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/254-255.

[273] el-İsâbe,II, 431;Üsdül-ğâbe,III, 509; İbn Manzûr.Muhtasaru Târihi Dımaşk XV, 190.

[274] el-İsâbe, III, 645.

[275] Subhul-a'şâ, VI, 353, 355.

[276] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/255.

[277] Buharı, Libâs 45,Tırmm, eş-Şemâîl, s 50; Ibn Sa'd, 1,471, Ibn Kesîr,es~Sîre, IV, 702,704.

[278] Müslim, Libâs 61, EbuV Şeyh Ahlâku'n-Nebî, s 113.

[279] Buharı, Libâs 48, Nesâı, Zıyne 47, Tırmızı, eş-Şemâil,  45.

[280] Ebû Davud, Hâlem 4.

[281] Nesâı, Zıyne 49.

[282] Buharı, Libâs 52.

[283] Ibn Sa'd, 1, 474.

[284] Şâmı,VII,525 "Mııtâbt", bırhadısmlafizlarındveyamanasmauygunvcbuhadısm ravısınden başka bir ravı tarafından, tamamen veya kısmen aynı senedle rivayet edilen hadis (bk?  Aydınlı, s  118-119)

[285] Ahlâku'n-Nebî, s 111, Fethu'1-Bârî, XXII, 92.

[286] Tek senedi bulunan hadih manasında kullanılmıştır (bk/ Aydınlı, s 143).

[287] Buharı, Libâs, 55.

[288] Fethu'L-Bârî, XXII, 92, Şâmı, VII, 525.

[289] Fethu'1-Bârî, XXII, 92 Fakat son zamanlarda bulunan mektuplarda ust satırın Allah, ortadakinin Resul, alttakinin Muhammed şeklinde olduğu görül­mektedir (bkz. Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 267).

[290] Buharı,Libâs 54;EbûDavud, Hâtem 1; Ahlâku'n-Nebî,s 115-116, IbnKesîr.es-Sîre,rV, 702-703, Şâmi, VII, 525-526.

[291] İbn Kesîr, IV, 702; Şam., VII, 525.

[292] Ebû Davud, Hâtem 5.

[293] EbûDavud,Hâtem,5,Tırmizi,eş-Şemâil,b 48-49;Ahlâku'n-Nebî,s 107-116; Ibn Kebîr, age, IV, 705-706; Şâmi, VII, 525.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/256-257.

[294] Subhu'l-a'şâ,Vl, 240.

[295] Senedinde iki veya daha fazla ravi atlanmış veya manasında kapakhlık, an-laşılmazlık bulunan hadis (Aydınlı, s   105).

[296] Şerhu1-Mevâhib,I, 352 bkz Fethu1-Bârî, XV, 127.

[297] Vefatı 410 {1019) yılında olup İsmailPaşael-EmâlîveKitâbu'ş-Şurût adlıikiese-rini zikreder(bkz. Zehebî, ATâmü'n-nübelâ,XVII, 276-278;Hediyyetûl-ârifîn, II, 59).

[298] Lahorda (1890, 1892) basılmıştır, bkz. SuppL, II, 197.

[299] Bu cümle metinde düşmüştür.

[300] Süheyli, er-RavdÜl-ünüf, IV, 255-256.

[301] Fethu1-Bârî,XV, 127.

[302] Şerhul-Mevâhib, I, 352.

[303] Hafâci'mıı Beyzâvi Tefsiri' ne yaptığı haşiye olup onun kenarında (I-VIII, Bulak 1283) basılmıştır, bkz. Serkis: I, 831; Suppl., I, 740. Metinde "râdî" kelimesi de "kâdî" şeklinde yanlış geçmiştir.

[304] bkz.Fethul-Bârî, XV, 128.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/257-259.

[305] er-Ravdül-ünüf, VII, 516.

[306] age,VII, 517-519. Metinde hatalar olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.

[307] age, VII, 519-520 Metinde hatalar mevcut olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.

[308] age, VII, 521 Metinde hatalar ıçm aslına bakılmalıdır.

[309] age, VII, 522.

[310] age, VII, 523.

[311] er-Ravdül-ünüf.VII, 523-524.

[312] Ona Hz. İsa'nın namaz kıldığını söyletmekle onun Allah değil kul olduğunu ikrar et tirmiçtir (bkz. SubhuWşâ,Vr, 359-360.

[313] Subhu1-a'şâ,VI, 359-360.

[314] Anlatılan olay için bkz. Makrizi,el-Hıtat,l, 291-292.

[315] BuhahfeBuveyhıhukumddnAdududdevlePendHusrevfo   I72/98'î)olup37] (981 982)yılında Bı/ans> a gönderilen alım de meşhur kelam alımı FbubckırMuhammed b Tayyıbcl Bakıllan: dır (o 40V1013) bk? Kadı Iya/ Tertıbu'l-medârikJI 585 602,A'Iâmu'n-nubeIâ, XVII, 190 193 M Sehghson, "Adududdevle", IA,1,143,H Sabit Şıbay "BaküUm7   IA,II 253 257.

[316] bkz  IA, II 254.

[317] bkz. TertîbÜl-medârik, II, 596.

[318] age, II, 600.

[319] age,II, 597.

[320] bkz. Haföci, NesîmÜ'r-riyâz.Il, 3.

[321] Tertibül-medârürte (II, 597), "kurt" şeklinde geçmiştir.

[322] bkz. Tertîbül-medârik, II, 597.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/259-265.

[323] bkz.et-Terâtibü'l-idâriyye,I,246;Feyzü1-Kadîr,1,237;Kenzü1-ummâl,VI,45 (nr. 14776).

[324] Umdetül-kârî, Kahire 1392/1972,1, 90. "Mu'sır" {genç kız, gelinlik) kelimesi me­tinde "muhaddara" (feraceli kadın) şeklinde geçmiştir.

[325] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/265-266.

[326] îbn Hişâm, es-Sîre,IV, 606-607; Suheyh, er-Ravdül-ünüf, VII, 464-466. Buraya kadar olan bilgileret-Terâtib'de altı çizili olmamakla birlikte Kettâni'ye değil Hu-zâi'ye aittir (bkz. ihsan Abbas, s. 194).

[327] Buhâri, Vudû 58.

[328] Fethul-Bâri , II, 115.

[329] Müslim, Cihâd 3.

[330] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/266-267.

[331] Buhâri, Vudû 66.

[332] Fethul-Bârî, II, 129-130; Muttarizi, el-Muğrib, "berîd" mad.; en-Nihâye, I, 115.

[333] İbnü'l-Cevzî,Menâkıbuemîri'l-mü'minîn Ömerb. el-Hattâb,nşr.Zeyneb İbra­him el-Kârût, Beyrut 1407/1987, s. 86-87. Metinde hatalar mevcut olup aslına bakılmalıdır.

[334] İki sikke arasındaki mesafeye berîd denirdi <bkz.en-Nihâyefîgarîbil-hadis,I 116).

[335] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/267-268.

[336]  "Benâ" (yaptırdı) kelimesi metinde düşmüştür.

[337] el-Hıtat, I, 174.

[338] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/268-269.

[339] Metinde Halife kelimesi Huleyf şeklinde geçtiği gibi Huzai'nin verdiği Buhâri ve Müslim rivayetleri birbirine karışmıştır (bkz. I. Abbas s. 194-195).

[340] Metinde hata mevcut olup anılan bilgileriçin bkz. ibnHişâm, II,607;Subhul-a'şâ, VI, 358-359; er-RavdiH-ünüf, VII, 465, 513-524.

[341] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/269.

[342] bkz IbnHışâm,II,314-315;er-Ravdül-ünüf,VI,459 Bu olay Hudeybiye ant­laşması öncesinde meydana gelmiş olup Resulullah (sav) önce Hirâs'ı, sonra da Hz Osman'ı Mekke'ye geliş sebeplerinin savaş değil Kabe'yi ziyaret olduğunu bildir­mek üzere göndermişti.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/270.

[343] Umeyr'in bu sözleri metinde düşmüştür.

[344] İbn Hişâm.ee-Sîre.II, 417418; ihsan Abbas, s. 207.

[345] el-İstiâb, II, 484-486, III, 626-627. Metindeki hatalar için aslına bakınız.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/270-271.

[346] age, III, 148, IV, 443-144; İbn Hişâm, II, 410, 418; îbn Kesir, III, 585.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/271.

[347] ibn Hişâm, II, 359; İbn Kesîr, III, 389-390.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/271-272.

[348] Bu mektuplar için bkz. Hamıdullah, el-Vesâik, s. 99-107  Ayrıca bkz et-Terâ-tibül-idâriyye, I, 279.

[349] el-İsâbe, II, 524; Üsdiil-ğâbe, IV, 193. Hubeyb kelimesi metinde yanlış olarak "haşeb" şeklinde geçmiştir.

[350] Metinde ve el-İsâbe'de yanlış olarak Halid b Velid şeklinde geçmiştir.

[351] el-İsâbe,IV, 305-306. Ayncabkz.lbnHişâm, 11,645;ibnSa'd,VIII,96- 100;ÜsdÜl-ğâbe, VII, 315-33.

[352] Muhammed b. Mesud el-Gafıkı (ö. 540/1146), Zülül-ğamâme ve tavkul-hamâ-me (bkz. GAL, I, 454; SuppL, I, 629).

[353] bkz. es-Siretiil-Halebiyye, m, 414.

[354] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/272-273.

[355] el-İstiâb, II, 498.

[356] Ebû Ubeyd, el-Emvâl, Kahire 1395/1975, s. 328.

[357] Ali b. Muhammed el-Medâni (ö. 225/840). Meşhur Arap tarihçisidir. el-İsâbe'de(I, 283) eserinin adı Kifcâbu Rûsuli'n-Nebî olarak verilmiştir. Bu zat için bkz. C. Brockelmann, "Medâinî", IA, VII, 456-457. Ibn Hudeyde (o 783/1381) Resutul-lah'm (sav) elçi ve katiplerine dair eserinin (el-Misbâhu'1-mudî, Beyrut. 1405/ 1985) birinci cildinde 48 elçiyi zikreder. M Yasin M a/har Sıddıqui de 42 elçi hakkın­da bilgi verir (Organisation of government under The Prophet, s 230-237, 464472).  

[358] el-İsâbe,I,283.

[359] Munzır b Sâvâ el-Abdî'dır (bkz Hamıdullah, el-Vesâik, s 144 v d ).

[360] Metinde Hâr şeklinde yanlış geçmiştir.

[361] Hades kabüesıdır (bk? el-Vesâik, s 128).

[362] Temîm ed-Dârî ve kardeşlen (el-Vesâilt, s 130).

[363] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/273-275.

[364] Ferve'nin Resulullah'a (sav) beyaz bir katır hediye ettiği zikredilir (îbn Hişâm, II, 591; îbn Kesir, IV, 167;et-Terâtibü1-idariyye, I, 337). Metinde Maân kelimesi Amman şeklinde yanhş geçmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/276.

[365] İbn Hişâm'da (II, 607) ve el-Vesâikte (s. 161) Amr b. Âs'ın Cülendâ'mn iki oğluna elçi olarak gönderildiği, el-İsâbe'de (1,262,264) ise hepsine gönderilmiş olmasının da muhtemel bulunduğu belirtilir.

[366] bkz. Süheylî, er-Ravdül-Ünüf, VII, 521.

[367] îbn Sa'd, I, 277-278.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/276.

[368] bkz. SuppL, II, 857.

[369] el-İkdül-ferîd, IV, 161.

[370] Buhari, Ahkâm 40; el-Fethul-bâri,XXVII, 216.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/277.

[371] el-İstiâb, I, 552.

[372] Behcetü1-mecâlİ8,I,356.Ayncabkz.et-Terâtibü1-idâriyye,1,120("SırKâtibi" başlığı). Metinde "mecalle" kelimesi yanlış olarak "mehâfU" şeklinde geçmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/277-278.

[373] Buhâri, et-Tarihul-kebîr, III, 381.

[374] bkz. Müsned, V, 186; Ebû Davud, İlim 2; Tirmizî, tsti'zân 22.

[375] Buhari, Ahkâm 40.

[376] et-Târihul-kebîr, III, 380-381.

[377] Fethul-Bâri, XXVII, 216.

[378]  "Kitabü'l-îsti'zân" olacak, bkz. Tirmizi, İsti'zân 22.

[379] Benî Mâsike,Medine'deki küçükyahudikabilelerındenbiridir(bkz. Ahmet ibrahim eş-Şe rif.Mekkevel-Medinefîl-Câhiliyye ve ahdi'r-Resûl, Kahire 1985.S.318-319).

[380] îbn Asâkir, Târihu Dımaşk, VI, 559.

[381] Resuluilah'm îbranıce mi, Süryânice mi dediği konusunda râvi tereddüt etmiş­tir.

[382] îbn Asâkir, Târihu Dımaşk, tıpkıbasım (Dâru'l-Beşır), Amman, ts., 559;Muhta-saru Târihi Dımaşk, IX, 115.

[383] Kitâbul-Mesâhif,s. 3. Burada Zeyd'in onyedi değil ondokuz günde öğrendiği kay­dedilmektedir Târîhu Dımaşkta ise (VI, 559) onyedi günde öğrendiği belirtil­miştir.

[384] Subhul-a'şâ, III, 4.

[385] el-Beyân ve't-tehsil, XVIII, 146.

[386] Bu eser Murtaza ez-Zebîdî hakkında olup Muhammed İbrahim Fennî el-Mısrî tarafından kaleme alınmıştır. Kettâni, müellif hattı bir nüshanın kendisinde bu­lunduğu söyler (Fihrisül-fehâris, I, 530).

[387] ibn Sa'd, in.356.Sozkonusuisim burada Cufeyne olarak geçmektedir.

[388] Muhammed b. Ömer el-Câvfiıin (ö. 1316/1898) bu eseri basılmıştır {Kahire 1305). bkz. C. Brockelman, "Nevâvî" İA, IX, 218-219; SuppL, II, 813-814.

[389] Buhari, Cihâd 188. Ayrıca bkz. Ebu'ş-Şeyh, Ahlâku'n-Nebî, s. 215; es-Sire-tü'ş—Şâmiyye,VII, 208.

[390] Kastedilen âyetler, bâb başlığının devamında zikredilen îbrâhim Sûresi4. ve Rûm Sûresi 22. âyetleridir.

[391] Târihul-hulefâ, s. 233.

[392] Bu zat için bkz. Fihrisül-fehâris, I, 515-518;SuppL, II, 890-891.

[393] Bu risale basılmıştır (Kahire: 1355). bkz. SuppL, II, 431.

[394] Bu risale ete birkaç defa basılmıştır (bkz. age, II, 857).

[395] Fethu1-Bârî, XII, 156-157.

[396] bkz, Suyûti, el-Haaâisül-kübrâ, II, 127-128, 130-131.

[397] Metinde "Eymea"şeklinde geçmiştir.

[398] Metinde "Sa'd" ve "el-Aşire" şeklinde ayrı zikredilmiştir.

[399] el-ttkân'da Sa'lebe şeklinde geçmiştir.

[400] Metinde mevcut değildir.

[401] Metinde "Urve" şeklinde geçmiştir.

[402] Metinde "Kıpti dili" olarak mükerrer geçmiştir.

[403] Suyûti, el-ttkân, Kahire 1405/1985, II, 102.

[404] bkz. SuppL, II, 181.

[405] Ali eş-Şûnî ve söz konusu eserler için bkz. Gazzi, el-Kevâkibü's-sâire,II, 216-219; GAL, II, 438; SuppL, II, 461.

[406] Hafâci, Nesimü*r-riyâz, I, 387. Ayrıca bkz. I, 300.

[407] Metinde "hineizin" kelimesi "hasenehu" şeklinde yanlış geçmiştir.

[408] Hamedel-Câsir,Eşhenırahalâtn-hâc(Riyad 1402/1982) adlı eserinde NâsırFnin (ö. 1239/1823) er-Rihletül-Hicâziyyetül-kübrâ'smı da özetle vermiştir (s. 35-172).

[409] FirÛzâbâdî, Sifru's-saâde, Beyrut 1405, s. 264.

[410] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/278-283.

[411] el-tstiâb, 1,335-336, 338. Metinde özellikle son cümlelerde hata ve düşükler mev­cut olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.

[412] el-İsabe, I, 326; Üsdül-ğfibe, II, 6.

[413] Ahmed b. Abdüllatif el-Berbîr (ö. 1226/1811), eş-Şerhul-celî alâ beyteyil-Mevsılî (Beyrut 1302.). bkz. Serkis, I, 645; SuppL, II, 750.

[414] Mustafa b. Kemaluddin el-Bekrî (ö. 1162/1749). bkz. C. Brockelmann, "al-Bakri" El, 1,965-966.

[415] İslâm öncesi ve İslâmî devir tanınmış Arap kadın şairi (bkz   F   Gabrieh, "al Khansâ", El, IV, 1027.

[416] bkz. Üsdül-ğâbe, IV, 475-476.

[417] Hz. Mâriye'nin kardeşi olup her ikisini de Resulullah'a (sav) Mukavkıs hediye et­mişti (age, VII, 160). Metinde Şîrîn şeklinde geçmiştir.

[418] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/283-285.

[419] bkz.SuppL, II, 74.

[420] Ali Fehmi Cabiç (o. 1918). Eserin birinci cildi (14+362 sk.) basılmış olup (istanbul 1324/1906) diğer iki cildin ne olduğu bilinmemektedir, (bkz. Bekir Sadak, "Ali Feh­mi Câbiç", DİA, II, 393).

[421] Ebû Salim el-Ayyâşi,er-Rihletü1-Ayyâçiyye,Rabat 1397/1977, II, 254. Burada 7. değil 9. bolümü gördüğü belirtilmektedir.

[422] el-MecmûatÜ'n-Nebhâniyye fi*l-medâihi'n-Nebeviyye (I-IV, Beyrut: 1320).bkz. Serkis, II, 1839-1841.

[423] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/285-286.

[424] Muslîm, Şür 1; el-Edebül-MÜfred, s. 291 (283. bâb).

[425] Müslîm, Şiir 1.

[426] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/286.

[427] bkz. Makkârî, Nefhu't-tîb, II, 688-689.

[428] Nefhu't-tib, II, 688-689.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/286-287.

[429] Metinde Hind bint Muttalib şeklinde yanlış geçmiştir (bkz. Üsdtil-ğâbe, IV, 423).

[430] Metinde Erci şeklinde yanlış geçmiştir (bkz. el-İsâbe, II, 365).

[431] Bu konuda bkz IbnSa'd, II, 319-333 Metinde anılanlara ilaveten şu isimler zikre­dilmiştir: Ervâ binti Abdülmuttalib, Atike binti Abdülmuttalib, Hind binti Üsâse, Atike binti Zeyd ve Ümmu Eymen.

[432] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/287-288.

[433] Başkalarına nisbetle Hz. Peygamber'e (sav)en az sayıda râvi ile ulaşan senedi ifade eder (bkz Abdulah Aydınlı, Hadis letüahları Sözlümü, s. 35, 77).

[434] Son râvisi İle Resulullah arasında on râvi bulunan hadis 4(age, s. 158).

[435] Metinde "beyne" kelimesi "senne",   "vesait" de "resâd" şeklinde geçmiştir .

[436] Sahih vehasen derecesine ulaşmamışolsabileele alınır, işeyararzayı/" sened.Za-yıf'la hasen  arası bir derece ifade eder (age, s. 120, 138).

[437] Tedribu'r-râvi, Kahire 1378/1959, s. 360.

[438] Hadisleri müsned şeklinde toplayan, müsned olarak rivayetedenkimse.Müsned eser yazan. (bkz. Aydınlı, s. 116).

[439] Tedribu'r-râvi, s. 361-362.

[440] Metinde Rebde şeklinde geçmiştir.

[441] Metinde Cedvel şeklinde geçmiştir.

[442] Bu şiir için aynca bkz.Üsdül-ğâbe,II,263;Lisânül-mizân,IVı101;Zurkâni,Şer-hul-Mevâhib,IV,4-5.

[443] Metinde Kâr şeklinde geçmiştir.

[444] Diyâuddin el-Makdisî {o. 643/1245), el-Muhtâre (bkz SuppL, I, 690).

[445] Tedribu'r-râvi, s. 362.

[446] Zeynuddin el-Irâkî'nin (ö. 806/1404) eseridir, bkz SuppL, II, 70.

[447] Lisânül-mîzân, IV, 99-104.

[448] Lisânül-mizân, II, 495.

[449] el-tsâbe, I, 553 (Züheyr b. Sured'in biyografisinde).

[450] İbn Hacer el-Heytemî (ö. 973/1565), el-Minehul-Mekkiye Şerhul-Hemziyye (bkz. SuppL, II, 529). Bu bilgi için bkz. Hafâcî, Nesîmü'r-riyâz, II, 38.

[451] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/288-291.

[452] Cemilere, s 364.

[453] el-lstîâb,I, 192-193.

[454] el-îsâbe,II, 109.

[455] Suyûti, Târihul-hulefâ, s. 48-49.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/291.

[456] Gâyetul'Maksûd, Muhammed Şemsülhak el-Azimâbâdi'nin eseri olup(GAS, I, 151) bu bilgi onun Avnu’l-ma’bûd adlı eserinde de (III, 444) geçmektedir.

[457] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/291-292.

[458] Metinde yanlış olarak el-Muiz şeklinde geçmiştir. Aynca bkz. Kureşî, el-Cevâ-hiröl-mudiyye,II, 19-20.

[459] İbn Kutluboğa, TâcÜ't-terficim, s. 21.

[460] el-Beyân ve't-tebyin, 1,41.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/292-293.

[461] Metinde "ben" şeklinde geçmiştir.

[462] Buharî, Cihâd 181.

[463] Müslim, Hâc 74.

[464] Buharî, Cihâd 181; Nikâh 111. Metinde hata ve düşüklükler mevcuttur.

[465] Bu cümle metinde düşmüş olup Buharf nin kaydettiği ilk rivayet "sayın" şeklinde de geçmektedir (bkz.Fethul-Bâri,XII, 149).

[466] Fethu’l-Bfiri,XII, 161.

[467] el-Hıtat, I, 91.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/293-294.

[468] Buharî, Ahkâm 43.

[469] Buharî, imâm 43; MevfikituVsaJât 3; Zekât 2; ŞurÛt 1.

[470] Buhari, Ahkâm 44-60.

[471] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/294-296.

[472] İbn Sa'd, VII, 9-12. Bu biyografide böyle bir bilgiye rastlanmamıştır.

[473] İbn Sa'd: IV, 306.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/296.

[474] el-İstiâb,I,277.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/296.

[475] Ebû Davud, Imâre 14.

[476] Muvatta, Zekât 4.

[477] Atâ dağıtımı konusunda dindeki fazilet ve üstünlüğe dayalı öncelik esasına göre uy­gulamada bulunmasının istenmesi üzerine Hz. Ebubekir bu üstünlüklerin sevabı­nın Allah'a ait olduğunu belirterek eşitlik esasına göre hareket etmiştir.

[478] Kitâbul-Harâc,Kahire 1396, s. 45-46. Ayrıca bkz. M. AbdulfettâhUleyyân, "Tak­vim u'n-nizâmi'1-lezî vadeahu omer b. el-Hattâb Li-tevzii'l-atâ",MeceIİetü Külli-yetil-ulûmil-ictimâiyye, Riyad 1978, II, 405-426.

[479] İbn Sa'd, IV, 296 Fağvâ kelimesi metinde Gavğa şeklinde yanlış geçmiştir.

[480] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/297.

[481] en-Nihâye fi garîbil-hadis, II, 150.

[482] Askerî, el-Evâil, Riyad 1400/1980, I, 242-243.

[483] el-Ahkâmu's-sultâniyye, Beyrut 1405/1985, s. 249.

[484] Sabhu’l-a’şa ,XIII-106.Ebu Hilâl el-AskerîveMâverdi'den nakledilen bilgi burada zikredilmektedir.

[485] Tehzibal-esinA vel-lufcât, 1/2,12.

[486] el-Evâil.1,229.

[487] Subhu1-aşâ,I,413.

[488] Tarihul-hulefâ, s. 88.

[489] îbn Sa'd, III, 213.

[490] Medine'nin 1 mil kadar mesafede bulunan kenar mahallerinden biridir. Hz. Ebube­kir halife seçildikten sonra altı ay kadar daha burada oturmuş, sonra Medine'ye taşınmıştır (İbn Sa'd, İÜ, 186; Mu'cemûl-buldan, IH, 265).

[491] İbn Sa'd'da "Bâdiye* diye geçmiştir ki yanlış olmalıdır.

[492] el-Evail, I,229.

[493] Tarihul-hulolft, s. 88. Metinde düşüklükler mevcuttur.

[494] bkz. İbn Şebbe, II, 857.

[495] el-Kâmil, II, 502.

[496] Metinde geçen'şubbân" (gençler) kelimesi, îbn Sa'd'da (III, 295) zikredildiği şekilde "neasâb" (soy bilgini) olmalıdır. Huzâi'nin verdiği biyografilerinde de (s. 245-46) her üçünün Kureyş'in nesepleri en iyi bilenleri olduğu belirtilir.

[497] el-Ahkâmut-sultânîyye,s.249-250;îbnSa'd,ni,295;Nüveyrî,NİhâyetÛl-eriU VII, 197. Metinde Hz. Ali'nin sözü düşmüştür.

[498] Huzâî burada altıncı fasıl olarak "ilk defa divân düzenleyen veatâ belirleyen kim­senin Hz. Ömer olduğuna dair söylenenlerin açıklanması" başlığına yer verir. (s. 246-247) Kettânî özetle nakletmiştir.

[499] Metinde Muhâbis şeklinde yanlış geçmiştir.

[500] Bedâiu's-senâİ', II, 44-45.

[501] Cüheym b. Salt olacak.

[502] Muğire ve Husayn'la ilgili bilgi metinde düşmüştür.

[503] Subhu’l-a’şa, I,91.

[504] et-Terâtibül-idâriyye, I, 220-221.

[505] el-İsâbe,III,71.

[506] Bu hususta İmam Mâlik'ten nakledilen rivayet için bkz. Üsdül-ğâbe, III, 173.

[507] Aynı bilgi için bkz. age, VI, 48.

[508] el-Hıtat, 1,94.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/297-301.

[509] Subhul-a'şâ, 1,423.

[510] İbn Ebî Zer1, el-Enisül-mufcrib bi-ravdil-kırtâs, s. 71.

[511] CezvetÜl-iktibâs, I, 57.

[512] Eser Hammer tarafından İngilizce tercümesiyle birlikte neşredilmiştir (London: 1806). bkz. GAL, I, 279-281; SuppL, 1,430-431; Serkis, I, 281.

[513] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/301-302.

[514] Tirmizî, Cihâd 31.

[515] el-isâbe, 1,495-496. Metinde bu isim yanlış olarak Nâfî şeklinde geçmiştir.

[516] Bu bilgi el-îsâbe'de (1,562) Zeydb. Hârise'nin değil, Zeyd b. Câriye el-Ensâri'nin bi­yografisinde verilmiştir. Ayrıca bkz. Üsdül-gflbe, II, 280.

[517] Berâ ile tbn Ömer Bedir'de de küçük görülmüşlerdi (bkz. Buharı, Meğâzi 6).

[518] Metinde Cebiyye şeklinde geçmiştir. Bu isimÜsdül-ğâbe'de (II, 280) Sa'd b. Habte olarak geçer, fbn Sa'd da (VI, 52) Sa'd b. Habte'nin Sa'd b. Büceyr olduğunu ve Uhud'da yaşının küçük bulunduğunu kaydeder. Habte annesinin adıdır.

[519] el-İsâbe, I, 562.

[520] Hâkim, el-MüBtedrek, III. 188; el-İs&be, III, 35. Metinde fahiş hatalar mevcut ol­duğu gibi Umeyr adı da hep Arar şeklinde zikredilmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/303.

[521] el-İstiâb, II, 79 Metinde hatalar mevcuttur. Semure'nin güreştiği bu sahabi Râfi b. Hudeyc'dir (bkz. es-Sîretûl-Halebiyye, II, 493).

[522] el-İsâbe,II, 79.

[523] Burhanuddin el-Halebî, es-Sîretü'1-Halebiyye, II, 493-194. Ayrıca bkz. İbn Hişâm, II, 66.

[524] Bunlar Râfi b. Hudeyc İle Semüre b. Cündeb'dir (bkz. es-Sîretül-Halebiyye, II, 493).

[525] Zurkâni, Şerhul-Mevâhib, II, 25.

[526] îbn Sa'd, IV, 271. VII, 33.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/304.

[527] Ebû Davud, Cihâd 33. Ayrıca bkz.MÜsned, III, 706.

[528] Nesâi, Cihâd 6.

[529] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/304-305.

[530] "el-Veşî" kelimesi (bkz. Huzâi, s. 251) metinde "el-Ferîş"  şeklinde geçmiştir.

[531] İbn Hişâm, I, 620-621; Süheyli,er-Ravdul-ünüf, V, 98.

[532] bkz. en-Nihâye fi garîbil-hadîs, İÜ, 207-208.

[533] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/305.

[534] bkz. îbn Hişâm, II, 404. Ebû Süfyân'm Hz. Peygamberin 'hükümdarlığı'ndan sözetmesi üzerine Hz. Abbas bunun "peygamberlik" olduğunu söyler, o da ikrar eder.

[535] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/306.

[536] Bâci, el-Müntekâ, VI, 3.

[537] en-Nİhâye fi garîbil-hadU, III, 218.

[538] îbn Hacer, Fethul-Bâri, XXVII, 196.

[539] Kettâni bilgileri özetle vermiş olup Resulullah (sav) Hevâzinlileri mal veya esirleri tercihte serbest bırakır; onlar da esirleri tercih ederler. Bunun üzerine Resulullah ganimette hak sahibi olanlara hitap ederek dileyenin kardeşleri için hakkından vazgeçebileceğini, dileyene hakinin ileride sağlanacak ilk ganimetten verileceğini belirtir. Onları da haklarından isteyerek vazgeçtiklerini söylerler.

[540] Buhari, Ahkâm 26; Meğazî 54.

[541] Ebû Davud, İmâre 5. Metinde Mikdâm kelimesi Mikdâd, Kudeym (Mikdâmcık keli­mesi de "hudeym" seklinde yanlış geçmiştir.

[542] Fethul-Bârî,XXVII, 196-197.

[543] el-İsâbe, 251.

[544] age,I,496.

[545] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/306-308.

[546] el-Müstedrek, III, 186.

[547] el-İsâbe.1,34.

[548] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/308.

[549] Metinde İbnü'l-Leytiyye şeklinde yanhş geçmiştir.

[550] Huzâi hadisin bu kısmını Buhari'den naklen de vermiştir (s. 261).

[551] Müslim, İmâre 7.

[552] et-Turukul-hükmiyye, s. 248.

[553] Buharı, Ahkâm 41. Yukarıda kaydedildiği üzere Huzai bu hadisi Buhari'ye isnadla da vermiş olup Kettânî ya farkına varmamış veya ondaki nüshada zikredilmemiştir.

[554] Buhari, Ahkâm 24.

[555] Uyûnul-ahbâr, Beyrut 1406/1986,1, 125.

[556] bkz. Mahnıud Şît Hattâb, el-Fârûkûl-kâid, Kahire 1389/1970, s. 103.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/308-309.

[557] "Hâs" kelimesi metinde "esâs" şeklinde geçmiştir.

[558] el-İsâbe, I, 34; Üsdül-ğâbe, VII, 135.

[559] Nihâyetül-ereb, Beyrut 1405/1985, s. 122.

[560] Metinde Sumeyne el-Leytiyye şeklinde geçmiştir.

[561] bkz. el-İsâbe, I, 546.

[562] Üsdül-ğâbe,II, 252.

[563] el-İsâbe, I, 546.

[564] Buhari, Ferâiz 4.

[565] Müsned, II, 453.

[566] Ebû Davud, Buyu 9.

[567] Nevevi bu görüştedir (bkz, Şerhul-Mevâhib, I, 386-387). Bu konuda ayrıca bkz. Suyûti, el-Hasâisul-kübrâ, Beyrut 1405/1985, II, 400.

[568] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/309-311.