Yazı
Ve Benzeri Konularla İlgili İş Ve Görevler
Allah
Resulüme Herhangi Bir Konuda Katiplik Yapmış Olanlar Ve Bunların Sayıları
Allah
Resulıtnun Katiplerinden Biri Bulunmadığında Onun Yerine Yazan Kimse
Allah
Resulü-Nün Badiye Araplarına Gönderdiği Mektupları Yazan
Allah
Resulu’nun Deriye Yazdırması Ve Bu Derinin Ebadı
Allah
Resulü’nun Özel İşleriyle İlgili Yazılarını Yazdırdığı Kimse
Allah
Resulü'nün Yazıyı Topraklamaları (Kurutmaları) Konusunda Katiplerini Teşvik
Etmesi
Allah
Resulü’nün Mektuplarının Tertip Özelliği
Kendisine
Çağdaş Hükümdarlar Ve Başkalarının Allah Resulütve Nasıl Hitap Ettikleri
Allah
Resulü’ne Hitaben Yazılmış Mektuplarda Başlık
Allah
Resulü'nün Mektuplarında Başlık.
Allah
Resulü'nün Mektuplarına Hangi İfade İle Başladığı
Allah
Resulü’nün Mektupları Ve Hutbelerinin Başlangıcında "Emmâ Ba'd"
Lafzını Her Zaman Kullanması
Allah
Resulü’nün Resmî Yazışmalarında İhtiyatlı Davranması
Allah
Resulü'nden Tarihin Metnini Bize Kadar Ulaştırdığı En Sahih Mektup
Allah
Resulü’nün Yazdırdığı Halde Göndermediği Mektup
Mühür
Görevlisi, Mührün Neden Yapıldığı Ve Nakşının Ne Olduğu
Allah
Resulü'nün Mühür Görevlisinin Kim Olduğu
Yanında
Muhru Olmadığı Zaman Allah Eesulıpnun Ne Yaptığı
Tarih
Konulması Ve İslam'da Tarih Başlangıcının Tesbitı
Allah
Resulü’nün Elçilerini Güzel Yüzlülerden Seçmesi
Allah
Resulü’nün Herhangi Bir Yere Gönderdiği Emîr Ve Elçilerine Tavsiyesi
Hulefâ’yı
Râşidin Zamanında Berîd (Posta Teşktlatı) Kurulması
İslâm'a
Davet İçin Elçi Gönderilmesi
Emân
Bildirmek Üzere Elçi Gönderilmesi
Eman
Verildiğini Bildirmek Üzerine Kadınlardan Gönderilen
Yanındaki
Müslümanları Yollaması İçin Yabancı Hükümdarlara Elçi Gönderilmesi
Hediye
Götürmek Üzeke Elçi Gönderilmesi
Allah
Resulü’nün Kendisine Gelen Elçiye Hediye Vermesi
Müslüman
Olmaması Halinde Kendisine Savaş Açılacağı Tehdidiyle Hükümdara Elçi
Gönderilmesi
Yabancı
Dîlde (Konuşmayı) Tercüme Eden:
Yabancı
Dîlde Yazıları Tercüme Eden:
Allah
Resulü'nün (Sav) Şairleri:
Sahabeden
Allah Resulü'nü Öven Kadın Ve Erkek Şairler
Allah
Resulümün Kendilerine Yazık Olmuş (Küfür Üzere Ölmüş) Kimselerin Şiirini
Okutması
Allah
Resulümün Vefatından Sonra Kendisine Mersiye Okuyan Erkek Ve Kadın Sahabîler
Allah
Resulü Ve Ashabının Arapçadan Başka Bîr Dille Hitap Edip Etmedikleri
Allah
Resulü'nün (Sav) Halkın Yazılmasını Emretmesi Ve Kendi Zamanında Bunun Yapılmış
Olduğu:
Allah
Resulü Zamanında Ordu Kâtipliğini Kimin Yaptığı
Allah
Resulü Zamanında Atâ (Maaş) Verilmiş Olduğu
Hz.
Ömer'in Dîvân Teşkilatını Kurması Ve Bunun Sebebi
İslâmın
Îlk Devirlerinde Müslümanların Gösterdikleri Hoşgörü
Devlet
Başkanının Dîvâna Kayıt İçin Hangi Yaştakilere Müsaade Ettiği
Halkın
Her Yıl Arza Tabi Tutulması
Allah
Resulonün Cthad İçin Ana-Babasından İzîn Almamış Kimseyi Askerin Arzında Kabul
Etmemesi
Liderin
Ordusunu Gözetlemesi İçin Kurulan Çardak (Karargâh)
Enbâu'l-enbiyâ ve
tevârîhu'l-hulefa ve ueleyâtVl-mülûk ve’l--ümerâ[1] adlı
eserde şu bilgi verilir: Osman b. Affân ile Ali, Resulullah'a (sav) vahyi
yazıyorlardı. Bunlar bulunmadıklarında Übey b. Ka'b ve Zeyd b. Sabit
yazıyordu. el-İstiâb' da da şu bilgi zikredilir: Übey b. Ka'b, Zeyd b.
Sâbit'ten önce ve o-nunla birlikte Resulullah'a (sav) vahiy yazanlardandı.
Zeyd, vahyin yazımında ashabın en devamlısıydı. Übey olmadığı zaman Allah
Resulü (sav) Zeyd b. Sâbit'i çağırtır, o yazardı Übey ve Zeyd vahyi Resulullah'ın
(sav) huzurunda yazıyorlardı.[2] Bu
bilginin benzen Ibn Abdırabbıh'm el-İkdü'1-ferîd adlı eserinde (II, 143) geçer.[3] Kudâi
şöyle der: Bu dört kişiden biri bulunmadığında vahyi katiplerden hazır bulunan
yazardı. Bunlar da Muaviye, Halid b. Said b. Âs, Ebân b. Said, Alâ b. Hadrami
ve Hanzala b. Rebî idi. Abdullah b. Sa'd b. Ebî Şerh de vahyi yazardı. Sonra
islâm'dan dönerek müşriklere katıldı. Mekke fethedildiği zaman Osman b. Affân
—ki onun süt kardeşiydi— onun için e m a n istedi, Resulullah (sav) da kendisine
e -man verdi ve güzel hal üzere bir müslüman oldu.[4]
Hafız Ibn Asâkir
Târîhu Dımaşk'ta onları zikrederek sayılarını yirmi uçculaştırır.[5] Behcetü'l-mehâfilmuellifi
de onların biyografilerini vererek sayılarım yirmi beşe vardırır ve şunları
sayar: Ali, Ebubekir, Ömer, Osman, Amir b. Fuheyr, Abdullah b. Erkam, Ubey b.
Ka'b, Sabit b. Kays b. Şemmâs, Halid b. Said b. As, bunun kardeşi Hıbbân,
Hanzala b. Ebî Amir el-Esedî, Zeyd b. Sabit, Muaviye b. Ebî Sufyân, Şurahbil b.
Hasene, Abdullah b. Abdullah b. Ebî Selûl, Zubeyr b. Avvâm, Muaykıb b. Ebî
Fâtıma ed-Devsî, Mu-ğîre b. Şu'be, Halid b. Velid, Ala b. Hadrami, Amr b. As,
Cuheymb. Salt, Abdullah b. Revâha, Muhammed b. Mesleme ve Abdullah b. Sa'd b.
Ebî Şerh.[6] Âmiri
bu konuda Ibn Abdilber'i izlemiş olmalı ki o el-İstîâb'da Zeyd'in biyografisinde
katipleri mezkur sayıya ulaştırır.[7]
KurtubiTefsîr'inde katiplerin sayısını yirmi altıya, Şebrâmellisi de Şafiî
fıkhına dair el-Minhâc'a yaptığı haşiyenin[8]
"Kitâbu'1-kadâ" bölümünde kırka ulaştırır. Irâki de sayılarını kırk
ikiye vardırarak şöyle der:
Katipleri kırk ikidir
Zeyd b. Sâbıt bir sure
Kâtibiydi, ondan sonra
Muâviye
Ibn Ebî Sufyân
hafızıydı
Keza Ebubekir ve Alı
Ömer, Osman ve Ubey
Saıd oğlu Halid ve
Hanzala
Keza Şurahbil b.
Hasene
Amir, Sâbıt b Kays
Keza Ibn Erkam apaçık
Mızzı, Abdulğanı ile
birlikte
Sınırladı onları
açıklanan bu sayıyla
Ben sîretlerin değişik
yerlerinden
Buyuk bir çoğunluk
ekledim,
tesbit ettim, işte
sayım:
Talha, Zubeyr,
Ibnu'l-Hadramî
Ibn Revâha ve ekle
Cehm'ı
Ibnu'l-Velİd Halıd'ı
ve Hâtib'i
Amr'ın oğlu ve
Huveytib'i
Huzeyfe, Bureyde, Ebân
Ibn Saıd ve Ebû Sufyân
Keza oğlu Yezid fetih
müslümanlarından biri olan
Muhammed b. Mesleme
ile
Amr ki As'ın oğlu,
Muğire ile
Keza Sicili, Ebû
Seleme ile
Ebû Eyyub el-Ensâri
Keza Muaykıb ed-Devsî
Ve Ibn Ebi'l-Erkam da
onlardan
Bunun gibi İbn Selûl
el-Mühtedî
Zeyd oğlu ki adı
Abdullah
Dedesi de
Abdürabbih'tir şüphesiz.
Cüheym'i ve Alâ b.
Utbe'yi sayayım
Keza Hüseyn b.
Nümeyr'i tesbit edeyim
Katiplerden üçünü de
sayarlar
Ki hepsi de döndü
dinden
İbn Ebî Şerh ve İbn
Hatal
Ve adını bilmediğim
biri
Onlardan dine dönen
olmadı
İbn Ebî Serh'ten
başkası ki gerisi hep saptılar.
Burhanuddin el-Halebî
eş-Şifâ haşiyesinde[9] onları zikrederek sayılarını
kırk üçe vardırır.[10] Hurini,
el-Metâliu'n-Nasriyye'de[11]
şöyle der: Fakat onların hepsi vahiy katibi değillerdi. Bunlardan katipliğe en
müdavim olanı hicretten sonra Zeyd b. Sabit ve sonra da Mekke fethini
müteakiben Muaviyeidi. Hafız İbn Abdilber deBehcetü'l-mecâlis'te şöyle der:
Resulullah'a (sav) bir grup sahabi katiplik yaptı. Devamlı olarak mektupları ve
cevaplan yazan katip ve vahyin hepsini yazan Zeyd b. Sabit'ti.[12]
Buhari "Kitâ-bu'l-ahkâm" da "Kâtibin emin ve akıllı olmasının
müstehablığı babı" adıyla bir başlık açarak orada Kur'ân'm cem'i hususunda
Zeyd b. Sâbit'in Hz. Ebu-bekiı ve Ömer'le olan kıssasını ve Hz. Ebubekİr'in
efendimiz Zeyd'e "sen genç ve akıllı bir insansın, biz seni itham etmeyiz,
sen Resulullah'a (sav) vahyi yazardın. Kur'ân'ı araştır ve cem'et (Mushaf haline
topla)" sözünü zikreder.[13] Hafız
da el-Feth'de şöyle der: Eğer Zeyd'in eminliği, yeterliliği ve akıllı oluşu
sabit olmasaydı Nebî (sav) ondan vahyi yazmasını istemezdi. Hz. Ebubekİr'in de
onu diğer özellikleri ile değil de akıllı ve töhmetsiz oluşuyla
vasıflandırmıştır olması, bu vasıfların onda devam ettiğine işarettir.[14]
İbn Abdirabbih
el-İkdü'1-ferîd'de (II, 144) Hanzale b. Rebî'in, Allah Resulü'nün (sav)
katiplerinden biri görevinde olmadığında onun yerine baktığım söyler.[15] el-Mevahibül-ledüniyye'de
Şurahbil b. Hasene'nin Re-sulullah'ın (sav) ilk katibi olduğu zikdelir.[16] Yine
el-Mevâhıbü'1-ledüniy-ye'de Hafız Ibn Hacer'den naklen şu bilgi verilir:
Resulullah'a (sav) Medine'de Zeyd ve diğerlerinden önce ilk katiplik yapan
Ubey b. Ka'b'dı.[17] Mekke'de Resulullah'a
Kureyş'ten ilk katiplik yapan da Abdullah b. Sa'd b. Ebî Şerh idi.[18]
Zurkâni şöyle der: "Kureyş/'ten ifadesiyle Şurahbil b. Hasene bu sözün
dışında kalmıştır. Çunku o Kindi idi ve dolayısıyla el-Mevâhibmüellifi
Kastallâni'nin "o ilk katipti" sözü ile çelişki meydana getirmez.[19]
Kal-kaşandi Subhu'l-a'şâ'da (I, 89) mukaddime kısmında "Divânu'l-inşânın
hakikati ve islâm'da vaz edilişi (ortaya çıkışı)" ile ilgili dördüncü
bâbda d i v â nın katiplerin -oturdukları yerin adı olduğunu belirttikten sonn
"İslâm'da vazedilişi ve sonra memleketlere dağılışı" üzerine ikinci
fasıldt şöyle der: Bil ki bu divân islâm'da ilk vazedilen divândır. Şöyle ki
Nebî (sav ashaptan e m î rleri ve seriyye kumandanlarına mektup yazar, onlar d
kendisine yazarlardı. Resulullah (sav) yakın ülke krallarına mektup yaza rak
onları İslâm'a davet etti, onlara elçilerini mektuplarıyla gönderdi. Am b.
Hazm'ı Yemen'e gönderdiğinde ona bir a h i d n â m e yazmıştı.Temîi ed-Dârî ve kardeşlerine Şam
bölgesinde verdiği i k t â belgesini, Hudeyb ye yılında Kureyş'le arasındaki
antlaşmaya dair metni yazmıştı, ilgili ye] lerde örnek olarak anılacağı üzere bunlardan
başka da zaman zaman emar nameler yazdı. Bütün bu mektupların ilgili olduğu yer
Divânü'l-c e y ş değil Divânü'1-i nşâ
'dır. Bunu ilk vazedip düzenleyen c hilâfeti sırasında Ömer b. Hattâb'dır.[20]
Taşköprîzâde diye bilinen İsamuı dinÂhmed b. Mustafa Miftâhu's-saâd ve
misbâhu's-siyâde adlıeseriı deilmü'ş-şurût
ve's-sicillâtile ilgili olarak şöyle der: E ilim fıkıhm dallarından olup
hakim tarafından verilen hükümlerin, dur ma şahid olanlar öldüklerinde kendisiyle
isbat sahih olacak biçimde kit; ve sicillere kayıt keyfiyetini ele alır.
Konusu, yazım açısından bu hükümle dir. Temel prensiplerinin bir kısmı fıkıh,
bir kısmı inşâ ilmi, bazısı daö adet ve güzel sayılan davranışlardan
alınmıştır. Muhammed b. es-Sâfı'n bu ilme dair güzel bir telifi vardır. Bu
zamanın örfüne uygun düşen eser i Muhammed b. Eflâtun'un[21]
kitabıdır. Bu ilim, sözleri güzel ve mukteza-yı hale uygun ifade etmek
bakımından edebiyat ilminin dallarındandır. Şer'î ölçülere uygun düşecek tarzda
manalarını düzenlemek açısından ise fıkıh ilminin dallarından sayılır. Bunu biz
"edebi kısım" ve ayrıca "ilmî kısını"da ele aldık. Durumun
hakikatine vakıf olmadan önce kendini bir taahhüde sokma.[22] Bu
bilginin benzeri Keşfuzzunûn'da bu konuyla ilgili olarak eser kaleme alanlar
zikredildikten sonra verilmektedir. Bu konuda kitap yazanlardan biri EbûZeyd
Ahmed b. Zeyd eş-Şurûtiel-Hanefî olup CürcâniTerci-hu mezhebi Ebî Hanife'de bu
konuda ilk telifte bulunan kimsenin Şurûti olduğunu zikreder.[23] Ebû Mansur
Abdulkahir b.Tahirel-Bağdâdî ona yazdığı reddiyesinde, ahi dn â m e
veantlaşmabelgeleriniilkyazdırankimse-nin Allah Resulü (sav) olduğunu ve Ali b.
Ebî Tâlib'in yazısıyla Eyle hıristiyanlarına gönderdiği ahidnâmenin bunlardan
olduğunu zikreder.[24]
Makrizi el-Hıtat'da
sır katipliğinin Sünnet'te mesnedi bulunan kadim bir görev olduğunu belirterek
Ebû Bekr Abdullah b. Ebî Davud es-Sicistâ-nî'nin Kîtâbu'l-Mesâhifte Zeyd b.
Sâbit'ten şu tahricde bulunduğunu zikreder[25]:
"Resulullah (sav), 'bana mektuplar geliyor, onları herkesin okumasını
istemiyorum. Ibranice (ya da Suryanice dedi) yazıyı öğrenebilir misin?'
buyurdu. Ben de 'evet' dedim ve onu onyedi gecede öğrendim."[26]
el-İstîâb ve el-İsâbe'
de Vakıdi*den şu rivayet nakledilir: Resulullah'a (sav) Medine'ye geldiği sırada
vahyi ilk yazan kimse Übey b. Ka'Vdır. O, mektubun sonuna "bunu falan yazdı"
diye yazan ilk kimsedir de. Übey bulunmadığında Resulullah (sav) Zeyd b.
Sâbit'i çağırtır, o yazardı. Übey ve Zeyd Resulullah'ın (sav) huzurunda vahyi,[27]
ayrıca insanlara gönderdiği mektupları, ikta belgelerini ve diğer şeyleri
yazarlardı.[28] Ebû Ömer (İbn Abdilber),
Abdullah b. Erkam ez-Züh-rî'nin devamlı olarak mektupları yazanlardan biri
olduğunu söyler.[29] İbn Ishak'tan da şöyle
dediğini zikreder: Zeyd b. Sabit vahyi ve hükümdarlara gönderilecek mektupları
da yazardı. Resulullah (sav), Abdullah b. Erkam ve Zeyd b. Sabit bulunmadığında
ordu kumandanlarına, hükümdarlara ya da bir insana i kt â yazmak ihtiyacını
duyduğumda yanında hazır olan bir katibe yazmasını emrederdi.[30] İ k
t â , el-Meşârik' te belirtildiğine göre devlet başkanının (İmâm), Allah'ın
malından ona ehil gördüğü kimseye birşey vermesidir.[31]
el-İs-tiâb' da Zeyd'in Resulullah'dan (sav) sonra Hz. Ebubekir ve Ömer'e
katiplik yaptığı ve Hz. Osman'ın halifeliği zamanında da Beytülmale baktığı
zikredilir.[32] Muhammed b. Ishak,
Mu-hammed b. Cafer b. Zübeyr'den şu rivayeti zikreder: Resulullah (sav)
Abdullah b. Erkam'a katiplik yaptırıyor, Abdullah onun adına cevaplar
yazıyordu. Allah Resulü (sav) katında o derece güven kazanmıştı ki Resulullah
bazı hükümdarlara mektup yazmasını emreder o da yazardı, sonra mühürleyip
kapatmasını emreder ve katındaki güveninden dolayı mektubu okumazdı.[33]
Abdullahb. Erkam'lailgili olarakIbnlshak'tan nakle dilen rivayet Beyhaki
tarafından tahric edilmiştir.[34]
Hafız İbn Hacer el Feth'de "Kitâbu'l-Ahkâm"da bu rivayetin sahih
isnadla geldiğini söyle inekte olup[35] bunu
Beğavi de tahric etmiştir. İmam Mâlik Zeyd b. Eslem'den, o da babasından Hz.
Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: Resulullah'a (sav) bir mektup geldi,
Abdullah b. Erkam'a "onlara benden cevap yaz" buyurdu. O da cevap
yazdı ve sonra getirerek Resulullah'a (sav) arzetti, Resulullah (sav) da
"isabet ettin" dedi. Bu durum hiç hatırımdan çıkmadı, ta ki Abdullah'ı
Beytüî male bakmakla görevlendirdim.[36] Bu
kıssa el-Utbiyye'-de zikredilerek şu ilavede bulunulur: Hz. Ömer, "Allah
Resulü (sav) hariç, Abdullah kadar Allah'tan korkanını görmedim" der. İbn
Vehb İmam Mâlik'ten şu rivayeti nakleder: Bana ulaşan habere göre Hz. Osman,
kendisinin Beytül mal görevlisi olan Abdullah b. Erkam'a otuzbin dirhem ücret
verdi. O bunu kabul etmeyerek "bu işi Allah için yaptım, karşılığını da
Allah'tan beklerim"[37]
cevabını verdi. Abdullah'ın Allah Resulü (sav) katındaki güveni o dereceye
varmıştı ki, bazı hükümdarlara mektup yazmasını emreder, o da yazardı. Mektubu
mühürleyip kapatmasını emreder ve ona olan güveninden dolayı mektubu okumazdı.
Bu bilgi İbn Rüşd'ün el-Beyân ve't-tahsil adlı eserinden naklen verilmiştir.[38]
Resulullah'm (sav)
Bâdiye Araplarına gönderdiği mektupları ona Mu-âviye yazardı.
Şerhu'l-Mevahib'de (III, 396) geçtiği üzere Medâini şöyle der: Zeyd b. Sabit
vahyi yazardı, Muâviye de Nebî (sav) ile Araplar arasındaki mektupları yazıyordu.[39] Tenbih:
eş-Şifâ'da şu bilgi nakledilir: Birisi Mu-âfâ b. îmrân'a "Ömer b.
Abdülaziz mi, Muâviye mi daha üstündür?" diye sordu; Emevî olmaları
dolayısıyla ikisini suale konu etti. Muâfâ bunu soran kimseye kızarak şöyle
dedi: Hiç kimse Allah Resulü'nün (sav) ashabıyla mukayese edilemez. Muâviye de
onun sahabisi, sihri,[40]
katibi ve vahyinin emiri idi.[41]
Şihâbüddin el-Hafâcî Nesimü'r-riyâz'da şöyle der: Muâfâ doğru ve adil bir
kimsedir, ondan sahih olarak gelen rivayet, "Muâviye Allah Resulü (sav)
için vahyi yazmamış, sadece onun için kabilelere ve taşraya mektup
yazmıştır" şeklinde söylenenleri reddeder.[42]
el-İsâbe'de Mâlik b.
Ahmer el-Cüzâmî el-Avfî'nin biyografisi veren müellif, İbn Şâhin'in ondan gelen
bir senedle şu rivayeti tahric ettiğini zikreder: Resulullah'ın (sav) Tebük'e
geldiği haberi kendilerine ulaşınca Mâlik b. Ahmer ona vararak müslüman oldu ve
kendisini İslâm'a davet eden bîr belge yazmasını istedi, o da onun için bir
deri parçasına yazdırdı. Bir başka rivayette derinin eninin dört parmak,
uzunluğunun bir karış kadar olduğu ve yazısının silinmiş olduğu belirtilir.
Beğavi ve Taberâni el-Mu'cemü'l-evsat'da bunu tahric eder.[43]
Tenbih: Subhu'l-a'şa'da "Kur'ân'ın bahsettiği yazı yazılan şeyler"
konusu bir başlık altında ele alınırken şu bilgi verilir: Bunların ilki "
1 e v h " olup "Bu kitap Levh-i Mahfuz'da bulunan şanlı bir
Kur'ân'dır" (Bürûc: 85/22) âyetinde; ikincisi de " r a k k "
olup "Tûr'a, yayılmış ince deri üzerine satır satır yazılmış Kitab'a
andolsun" (Tûr 52/1-3) âyetinde zikredilmiştir. "Rakk", üzerine
yazılması için inceltilmiş deri demektir. Kur'ân-ıKerîm'de anılan üçüncü şey de
" k ı r t â s " (En'âm:6/7) ve " s a h i f e " (Tâhâ:
20/133; Abese: 80/13 v.d.) olup her ikisi de kâğıt demektir.[44]
Kalkaşandi daha sonra "Geçmiş milletlerin yazı yazdıkları şeyler"
adıylabir fasıl aç arakşunları zikreder: Çinliler ottan yaptıkları kâğıda yazıyorlardı,
insanlar kâğıt yapımını onlardan öğrendiler. Hintliler beyaz ipek parçalarına,
İranlılar ise manda, sığır, koyun ve vahşi hayvan derilerinden tabaklanmış
(işlenmiş) derilere, beyaz ince taşlara, bakar, demir ve benzerlerine, düzgün
ve yapraksız hurma dalına, koyun ve develerin kürek kemiklerine yazarlardı.
Onlara komşu olmaları sebebiyle Arapların kullandığı yazı malzemesi de buydu.
Nebî (sav) peygamber olarak gönderilip Kur'ân-ı Kerîm nazil oluncaya dek
Araplar bu durumda idiler. Allah Resulü (sav) bazı yazışmalarını deriye
yazmıştı. Ashap, uzun süre dayanması veya o zaman ellerinde mevcut olması
sebebiyle, Kur'ân'ın ince deriye yazılması konusunda icma etmişlerdi. Bu durum
Harun Reşid'in halife olmasına kadar devam etti Onun zamanında kâğıt çoğalıp
imalı yaygınlaşınca, kâğıttan başka bırşeye yazı yazılmamasını emretti.[45]
Ebû Ömer şöyle der:
Allah Resulü (sav) ahid verdiğfindea-hidnâm elerini, antlaşma yaptığında
antlaşma metinlerini yazan Ali b. Ebî Tâlib'di,[46] Hicret
sırasında Hz. Peygamberin (sav) Sürâka b. Mâlik b. Cü'şum el-Müdlicî'ye verdiği
emanla ilgilia hıdnâmeyi(emânnâm e) bir deri parçasına yazan Âmir b. Füheyre
idi.[47] Bazı
rivayetlerde bunu yazanın Hz. Ebubekir olduğu zikredilir.[48]
el-İsâbe müellifi,
Husayn b Numeyr'ın biyografisini verirken, Ebû Alı Ibn Mıskeveyh'ın
Tecâribu'1-umem adlı eserinde şöyle dediğim nakleder Husayn b Numeyr, Allah
Resuhı'nun (sav) katıplerındendı Muğîre b Şu'be ve Husayn b Numeyr halk
arasında (muameleleri) yazarlardı ve Hâlıd ile Muavıye bulunmadığında onların
yerine katiplik yaparlardı.[49] IbnHacer
devamla şöyle der Abbas b Muhammed el-Endelusî de Mu'tasım b Sumâdıh[50] ıçın
kaleme aldığı Târih'ınde onu zikreder ve Mugîre b Şu'be ile birlik te
Resulullah'ın (sav) ihtiyaçlarıyla ilgili yazıları yazdıklarını söyler.[51] Hz.
Muteahhirin ulemadan bir grup da bunu zikreder. el-Mevlîdü'n-Nebevî'de bunu
zikreden müfessir Kurtubî onlardan biridir. Kutbuddin el-Halebî de
Şerhu'ş-Sîre'de bu hususu anarak bu bilginin, Kudâi'nin Allah Resulü'nün (sav)
katiplerine dair yazdığı eserinden alındığına işaret eder. Kudâi, eserinde
Husayn b. Nümeyr ile Muğîre b. Şu'be'nin muamelât ve borçlarla ilgili hususları
yazdıklarını da belirtir, İbn Hacer devamla şöyle der: Bununlayu-karıdaki
Husayn'ı mı, ondan bir öncekini mi kastetmiş, bilemiyorum.[52] Bu
konuda, Allah Resulü (sav) için zekât mallarını yazan ve hurma ağaçları ile
ilgili takdirde bulunan kimseye dair başlığa bakınız.[53]
Şeyh-i Ekber İbn Arabi el-Hâtımf ninel-Muhâdarât*ında (s. 29) şu bilgi verilir:
Zübeyr b. Avvâm ve Cüheym[54] b. Salt
zekât mallarını, Huzeyfe b. Yemân hurma ağaçlarını, Muğîre b. Şu'be ve Husayn
b. Nümeyr muamelât ve borçlan, Şurahbil b. Ha-sene de hükümdarlara gönderilen
mektupları yazardı.[55]
el-Mevâhibü'1-ledünîyye'de
müellif şöyle der: Resulullah'ın (sav) katiplerine gelince, onların sayıları
çoktur. Muhaddislerden biri
mükem-meleserindeonlarıanarakbazıhaberlerini,halveharekettarzîarım (s î -ret)
anlatır. Eserine Resulullah'ın (sav) has ve mahrem dostları olan değerli dört
halife ile başlar.[56]
Derim: Katiplerle
ilgili eser kaleme alanlardan biri de Kudâi'dir. Bunu Hafız îbn
Hacerel-İsâbe'de Husayn b. Nümeyr'in biyografisinde zikreder.[57]
Katipler hakkında kitap yazanlardan biri de Ömer b. Şebbe'dir.[58] İbn
Abdil-ber el-İstiâb'da ondan nakilde bulunur. İmâm Ebû Abdulllah Şemsuddin
Muhammed b. Ali b. Ahmed b. Hudeyde el-Ensârî'nin el-Misbâhu'1-mudî fî
küttâbi'n-Nebiyyil-ümmî ve rusulıh ilâ mülûki'1-arz min Arabiy-yin ve Acem[59] adlı
bir eseri olup eserini iki bölüme ayırmıştır. Birinci Eserini Mısır'da es-Salâhiyye
hânkâhında 779 (1377) yılında bitirmiştir.[60]
Katiplerle ilgili eser yazanlardan biri de el-Cemâlu'1-Ensârî olup bunu
talebesi Burhanuddin el-Halebî eş-Şifâ haşiyesinde zikreder Bu zat, ondan önce
zikredilen alim olabileceği gibi bir başkası da olabilir.[61]
Katiplerle ilgili eser kaleme alanlardan biri de Ibn Ebi'l-Hadîd'dir.
eş-Şifâ'ya yazdığı şerhte geçtiği gibi Şıhâbuddin el-Hafâcî bu esiri görmüştür.
O, Burhanuddin el-Halebi'nin bu kitaba muttali olmamış olacağını soyler.[62] FâideiNûru'n-nibrâs'ta
müellif, Resulullah'm (sav) katipleri üzerine sozettıkten sonra, katipliği
devamlı olarak sürdürenlerin Muaviye ve Zeyd b. Sabit olduğunu, birçok hadis
hafızının bunu söylediklerini belirtir. Bunu "Mekke fethinden sonra"
diye kayıtlaması gerekirdi. Çunku Muaviye fetihte musluman olmuştur. Zeyd ise
hem fetihten önce hem de sonra katiplik yapmıştır. ei-Mevâhibü'1-ledüniyye'de
şöyle denir: Dört halife ile Said b. Âs b. Umeyye'nin iki oğlu Halid ve Ebân,
genelde başkalarından daha çok yazanlardandırlar.[63]
Hafız es-Suyûtî
Tabakâtu'l-luğaviyyîn ve'n-nuhât'ın sonunda, rivayet zincirini katiplerin
oluşturduğu bir hadis tahric ederek onu Abdul-hamîd el-Kâtib yoluyla sevkeder:
Bana Salim b. Hişâm el-Kâtib haber verdi, ona Abdulmelik b. Mervân el-Kâtib,
ona da vahiy katibi Zeyd b. Sabit haber vererek şöyle dedi: "Resulullah
(sav) şöyle buyurdu. Bısmıllâhırrakmânir-rahım'ı yazdığınız zaman onda
"sm"i açık gösterin". Suyûti bu rivayetin ardından "bu,
rivayet zincirinin buyuk kısmında katipler bulunan bir hadistir" der.[64]
Subhu'l-a'şâ'da da Muhammed b. Omer[65]
el-Medâinî'den naklen katibin bir ihtiyacı düşündüğünde kalemi kulağının üstüne
koymasının müstehab olduğu belirtilerek Enes b. Mâlik'e varan senedle şu
rivayet verilir: "Muaviye b. Ebî Süfyân Allah Resulü'ne (sav) yazı
yazıyordu. Resulul-lah'ın (sav) başka bir şeyle meşgul olduğunu görünce kalemi
ağzına koydu. Resulullah ona bakarak 'ey Muaviye, yazı yazdığında kalemi
kulağının üstüne koy. Bu, hem senin için hem yazdıran için daha hatırlatıcıdır'
buyurdu." Müellif yine Zeyd b. Sâbit'e varan senediyle şu rivayeti
sevkeder: "Resulullah (sav) ona baktı, o ihtiyaçlarıyla ilgili yazı
yazıyordu. Kendisine 'kalemi kulağının üstüne koy, bu senin için daha
hatırlatıcıdır' buyurdu". Enes b. Mâlik'ten rivayetle de şu tahricde
bulunur: "Resulullah (sav) katibine, 'sana daha iyi hatırlatması için
kalemi kulağının üstüne koy' buyurdu". Enes'den bir rivayet de şöyledir:
"Muaviye Allah Resulü'ne (sav) katiplik yapıyordu, onun birgün kalemi yere
koyduğunu görünce 'ey Muaviye, yazı yazdığın zaman kalemi kulağının üstüne koy'
buyurdu."[66] Suyûti
el-Câmi-u's-sağîr'de "Kalemi kulağının üstüne koy, bu yazdıran için daha hatırlatıcıdır"
hadisini naklederek onu Tirmizi'nin Zeyd b. Sabitten rivayetle verdiğini
söyler: Zeyd dedi: "Mustafa'nın (sav) yanına girdim, önünde bir katip
vardı, ona 'kalemi kulağının üzerine koy, bu yazdıran için daha hatırlatıcıdır'
buyurduğunu duydum." Suyûti el-Câmiu'1-kebir'de de bu hadisi yine
Tirmizi'ye nisbet ederek zikreder ve zayıf olduğunu, İbn Said ve Semm-ûye'nin
Zeyd b. Sâbit'den rivayet ettiğini belirtir.[67]
Tirmizi "Kitâbu'l-İs-ti'zân"da "Mektubu topraklama (kurutma)
bâb"ında[68], İbn Hibbân da yine Zeyd
vasıtasıyla ed-Duafâ'da Anbese'nin biyografisinde bu rivayeti tahric eder.[69] Feyzu'l-Kadîr'de
de bu hadisin mevzu (uydurma) olduğuna dair İbnü'l-Cevzî'nin iddiası ve İbn
Hacer'in bu rivayetin başka bir tarikle de va-rid olduğu, iki farklı senedle
rivayet edilmesinin de onu mevzu olmaktan çıkardığını ileri sürerek reddettiği
belirtilir.[70] Münâvi el-Teysîr'de bu
hadisi şöyle şerheder: " Ko y "
emrinedbveyairşâdiçindir."Kulağının üstüne" sözü, yazı esnasında
koymayı ifade eder. "Bu, yazdıran için daha hatırlatıcıdır" ifadesi
de, özellikle yazdırmayı düşündüğü metin ve maksadı hatırlatmada daha
süratlidir demektir. Çünkü kalem, kalpte olanı ifade etmede iki lisandan
biridir. Münâvi (daha geniş şerhi olan) Feyzu'l-Kadîr'de şu ilavede bulunur:
Kadı Iyâz, bu ve benzeri rivayetlerde Resulullah'm (sav) harfler ve onları
güzel yazma konusunda bilgi sahibi olduğuna delâlet bulunduğunu söyler.[71] Kadı
Iyâz eş-Şifâ'da mezkur "kalemi koy" hadisinin ardından şöyle der-
Allah Resulü (sav) yazmazdı, ama kendisine her şeyin bilgisi verilmişti. Öyle
ki Resulullah'ın (sav) "Bısmdlâhırrahmânırrahîm'ı uzatma" yani Sîn
harfini dişleri belirsiz olarak uzatma sözleri gibi, harfleri bildiği ve güzel
yazılmaları konusunda bilgi sahibi olduğuna dair rivayetler mevcuttur. Bu
hadisi Ibn Şa'ban, Ibn Abbas'tan gelen bir tarikle rivayet eder. Resulullah'ın
(sav) huzurunda yazı yazdığına dair Muaviye'den rivayet edilen diğer bir
hadiste Allah Resulu'mın (sav) ona şöyle dediği zikredilir: "Mürekkebi
ıslah et, kalemi yont, bâ harfim doğrult (biraz uzat), sîn'ı dişlen belli
olarak yaz, mîm'ı korletme, Allah lafzını güzel yaz, Rahmân'ı uzat ve Rahîm'ı
güzel yaz". Allah Resulu'nun (sav) bizzat yazdığına dair rivayet her ne
kadar sahih değilse de, kendisine yazı bilgisi verilmiş olduğu, ancak yazma ve
okumadan menedilmiş bulunduğu hususu ihtimalden uzak değildir.[72]
Kalkaşandı (VI, 271)
bunu bir başlık altında ele alarak şöyle der: Mektubun bitirildikten sonra
uzenne kum v.s. atılarak kurutulmasının matlub olduğu konusunda goruş ayrılığı
mevcut değildir. Bunu yapmanın iki gayesi (mana) vardır. Birinci gaye:
Yazılandan maksadın meydana gelmesi arzusuyla teberrûk içm. Muhammed b. Ömer
el-Medâinî Kitâbü'l-Kalem ve'd-devât'da ismail b. Muhammed b. Vehb'e varan
senediyle, onun Hişâm b. Halid'den —ki o da Ebû Mervân el-Ezdf dir—, onun
Bakjyye b. Velid'den, onun Atâ'dan, onun Ibn Cureyc'den ve onun da Ibn
Abbas'dan naklettiği şu hadisi rivayet eder: "Nebi (sav) şöyle buyurdu:
Mektubu aşağı tarafından topraklayın ve silin. Bu, bereketin çok olması ve
ihtiyacın çabuk ve kolay husulü için daha iyidir."[73] Bir
hadiste de "Biriniz bir mektup yazdığında onu topraklasın. Bu, bereketli
olup ihtiyacının çabuk ve kolay husulü için daha iyidir" buyurulur.[74] Emiruîl-nıu'minin
Ömer b. Hattâb şöyle der: "Mektubu topraklayın, başarıya erersiniz."[75] Şu
rivayet de bunu teyid eder: "Nebî (sav) iki koy halkına iki mektup yazdı;
birini toprakladı, diğerini topraklamadı, Mektubu topraklanan koy halkı
müslüman oldu'". Bu gaye, hepsinde başarı ve bereketin husulünü talep için
resmi mektuplarda, tayin yazılarında ve diğer şeylerde sözkonusudur. Bu hususta
mektubun kurumuş olup olmaması arasında fark yoktur. Çünkü asıl maksat bununla
başarı ve bereketin meydana gelmesidir. Mektubun topraklanmasındaki ikinci
gaye: Daha kurumadan kendisine isabet edecek şeyle silinmemesi için üzerine
toprak atarak yazdıklarının kurutulmasıdır. Bu gaye, evvelkinden daha
zayıftır. Bundan, mektup kurumuş olduğunda topraklanmayacağı anlaşılır ki
za-mammızdaki katiplerin uygulaması böyledir. Bu yüzden toprağı mektubun başına
değil de yazının kurutmaya zaman bakımından en yakın tarafı olması sebebiyle
mektubun sonuna koyarlar. Çünkü mektup çoğu zaman ve Özellikle sıcak zamanlarda
veya yazının uzun olması ve yazmanın uzun sürmesi sebebiyle yazımın bitiminde
kurumuş olur. Başta gelen katiplerden Mevâddü'l-beyân müellifi ve diğerleri,
toprağın önce besmelenin üzerine konulması, sonra katibin onu, bütün yazıya
besmelenin bereketinin yayılmış olması için, mektubun diğer yerlerine
aktarmasının müstehab olduğunu açıkça belirtmişlerdir.[76]
Derim: Mezkur kurutma
hadisi üzerine çok soru sorulması, onu destekleyen bazı kimselerin kötülenerek
hadisin reddedilmesi sebebiyle, bu hadisi irdelemek istiyorum. O halde sana
okunacakları dinle: Bil ki, mektup kurutmayı emredenhadis
müteadditlafızlarlavaridolmuş, büyük imamlar onu sahabeden gelen birçok tarikle
tahric etmişlerdir. Bu hadisin Tirmi-zi'nin Camii ve îbn Mâce'nin Sünen'inde
mevcut olması sana yeter. Tirmizi bu hadisi Sünen'inde
"Kitâbü'l-İsti'zân" da "Mektubun topraklanması babı"
başlığı altında tahric eder: Bize Mahmud b. Gaylân haber verdi, ona Şeb-bâbe
Hamza'dan naklen haber verdi, Hamza Ebu'z-Zübeyr'den, o da Câbir7-den rivayet
etti: "Resulullah (sav) şöyle buyurdu: Sizden biri bir mektup yazdığında
onu topraklasın. Bu, ihtiyacın çabuk ve kolay husulü için daha iyidir".
Tirmizi şöyle der: Bu hadis "münker" olup onu Ebu'z-Zübeyr'den
yalnız bu "vecih"\e bilmekteyiz. Rivayet zincirinde geçen Hamza, İbn
Amr[77] en-Nasîbî
olup hadiste zayıftır.[78]
Derim: Adı geçen Hamza, îbn Ebî Hamza Meymûn el-Cu'fî en-Nasîbî'dir. Onun
nisbesinde doğrudan bilgi budur. Tirmizi'nin onunla ilgili olarak, "o İbn
Amr'dır" demesine gelince, Hafız el-Mizzî şöyle der: Tirmizi'den başka
onun hakkında "Hamza b. Amr" diyen kimse bilmiyoruz.[79]
Suyûti Kûtu'l-muğtezî'de Hafız îbn Hacer'den şöyle dediğini nakleder:
"Tirmizi, Hamza'nın İbn Amr en-Nasîbî olduğunu söyler. Mizzi şöyle der:
Genelde bilinen onun Hamza b. Meymûn olduğudur. Tirmi-zi'nin sanki bunu bildiği
ve muhalefette bulunduğu, bu yüzden de "bana göre" kaydını koyduğu
anlaşılmaktadır". Derim: Câmi'nin birçok nüshası ile mukabele ettiğim
bendeki tashihli nüshasında "bana göre" ifadesi yoktur. Her
halükârda Hamza ittifakla zayıftır. Onun hakkında Ahmedb.Han-bel " M a t r
û h u ' 1 - h a d î s " , Yahya b. Main " 1 â yüsâvî f e 1
-sen", İbn Ebî Hayseme "leyse hadisuhu bişey" Buhari ve
EbûHatimde " m ü n ke rü'l - h ad i s " derler.[80] Hâfızlarınefendisiet-Takrib*indeşöyleder:O,
" m e tr uk”[81] olup
hadis uydurmakla itham edilmiştir.[82]
Fakat bütün bunlar hadise tesir etmezler Çünkü hadisi rivayet eden yalnız Hamza
değildir. Her ne kadar Hafız Tirmizi bu hadisi yalnız onun yoluyla biliyorsa da
başkaları onu başka yollarla bilmektedirler. Hafız İbn Hacer, Hamza'nın hocası
Ebu'z-Zübeyr'den başkalarının rivayetiyle bu hadisin varid olduğunu söyler. İbn
Mâce,[83] Ebû
Ahmed b. Ali el-Kelâi tarikiyle Ebu'z-Zubeyr'den Beyhaki de Ömer b. Ebi Ömer
yoluyla bunu tahric eder. Bu Ömer'in Ebû Ahmedel-Kelâi olduğu söylendiği gibi,
başkasıolduğu da söylenir. Beyhaki bu hadisi Bakıyye b. Velid'in ondan rivayeti
olarak vermiştir. Bir defasında Ebu Ahmed b. Ali'den, bir defasında da Ebû
Ömer b. Ömer'den der. Bunların her ikisinin aynı kişi olduğu da, ayrı kimseler
olduğu da söylenmiştir.
Derim: Buna göre hadis
Kütüb-i Sitte*den birisinde Hamza'dan başkasının rivayetiyle onun hocası
Ebu'z-Zübeyr'den nakledilmiştir. Ebû Abdullah İbn Mâce
"Kitâbu'l-Edeb"de "Mektubun topraklanması bâbı"nda şöyle
der: Ebûbekir b. Ebî Şeybe bize haber verdi, ona Yezid b. Harun haber verdi,
ona Bakiyye, ona da Ebû Ahmed ed-Dımaşkî Ebu'z-Zübeyr'den, o da Cabir'den
rivayetle haber verdi: "Resulullak (sav) şöyle buyurdu: 'Sahifele-rinizi
topraklayın; bu onların başarısı için daha iyidir, çünkü toprak mübarektir.'"[84]
Derim: Bakıyye b. Velid " s a d û k "tur,[85]
"zayıf" ravilerden çok " t e d 1 i s "te bulunur. Buhari
et-Târüı'te, Müslim ve Kütüb-i- Sit-te'nin diğer dört müellifi ondan tahricde
bulunurlar. Fakat et-Târihte[86] onun
hocası Ebû Ahmed b. Ali eî-Kelâi diye geçer ki o Dımaşklı olup bazı hadis
munekkidlerı onun "meçhul" olduğunu söylemişlerdir. Ebû Tâlib şöyle
der- Yezid b. Harun'un Bakiyye'den, onun Ebû Ahmed'den, onun Ebu'z-Zubeyr'den,
onun Câbir'den (ra) rivayet ettiği mektubun topraklan-masıyla ilgili hadisi
Ahmed b. Hanbel'e sordum, " m u n k e r hadis" olduğunu, Bakiyye'nin
"meçhul" ravilerden yaptığı rivayetin yazılmayacağını söyledi.[87]
Bununla "hal cehaletf'ni mi, "isim cehaletf'ni mi kasdet-miştir,bakmakgerekir.Eğerbırincisinikasdetmişse,
âdilravinin f e r d hadisi halı meçhul olandan rivayetinin onu t a' d i 1
edeceği görüşünde olanlara göre sozkonusu cehalet kalkmış olur. Eğer ikincisini
kasdetmişse, Hafız Ibn Hacer et-Tehzîb'de Ebû Ahmed el-Kelâi'nm Ömer b. Ebi
Ömer olduğunu Ibn Asâkir'ın kesin olarak belirttiğini söyler.[88]
Derim:
BuhadisiMuhammedb. Amrb. Hibbân ile Ebû YâsirÂmmârb. Nasr, Bakiyye'den, o Ömer
b. Ebû Ömer'den rivayet etmiştir. Ömer, Abdullah b. Tâvus'un azatlısı Ibn Riyâh
Ebû Hafs el-Basrî ed-Darîr olup onun zayıf bir ravi olduğu hususunda ittifak
edilmiştir. Onun Ömer b. Musa olduğu da söylenir. Bakıyye sanki ondan yalnız
kendisinin rivayette bulunduğunu göstermek veya onun mestur kalması maksadıyla
her defasında onu bir isim ve künyeyle zikretmiş olup bu da mudellis
ravileringa-yelerindendir. Hadis bir başka tarikle de varid olmuştur. Ibn Adî
el-Kâmil'inde Hişâm b. Ziyâd Ebû Mikdâm yoluyla, onun Haccâc b. Yezid'den, onun
da babasından merfu rivayetiyle tahric etmiştir "Mektubu topraklayın, zira bu onun
başarısı için daha iyidir". Mezkur
Hişâm'ın da "zayıf" olduğu hususunda ittifak edilmiştir.[89] Ibn
Mâce ve Tirmizi ondan tah-rıcde bulunurlar Zehebî el-Mizân*da mezkur Haccâc'm
biyografisini vererek Ebu'1-Feth el-Ezdî'den[90] onun
zayıf olduğunu nakleder ve babasından "Mektubu topraklayın" hadisini
rivayet ettiğini söyler.[91]
Sonuç olarak, bu hadis bir grup kimse tarafından değişik yol ve lafızlarla
rivayet edilmiştir.[92] Bu
rivayetlerden birisi şöyledir "Sizden biriniz bir mektup yazdığında onu
topraklasın, bu onun ihtiyacının kolay ve çabuk husulü için daha iyidir".
Bu hadisi Suyûti Cem'u'l-cevâmi'de Tırmizi'nin, Câbir'den (ra) rivayeti olarak,
Taberâni el-Mu'cemü'1-evsat'ta Ebu'd-Derdâ'dan (ra) ve Ibn Adî Ebû Hureyre'den
(ra) rivayetle verir.[93]
Hadisin bir diğer rivayeti şöyledir: "Sizden biriniz bir mektup
yazdığında onu topraklasın; toprak mübarektir ve ihtiyacın çabuk ve kolay
husulü için daha iyidir."[94] Bu
rivayeti de Suyûti Cem'u'l-cevâmi'de verir ve Câbir'den gelen rivayet olarak
Ibn Adîye isnad eder. Hadisin başka bir rivayeti: "Sizden biriniz bir
mektup yazdığında kendisinden başlasın, yazıp bitirince mektubunu topraklasın.
Bu, ihtiyacın çabuk ve kolay husulü için daha iyidir."[95]
Suyûti bu hadisi de Cemul-cevâ-mi'de verir ve Ebu'd-Derdâ'nın rivayeti olarak
İbn Asâkir ve el-Mu'cemu'I-evsat'ta da Taberâni'nin naklettiğini belirtir.
Derim: Taberâni bu hadisi İbrahim b. Ebî Able'nin hadisi olarak tahric eder ki
o "Ümmü'd-Derdâ'yı duydum, Ebu'd-Derdâ'yı haber veriyordu..." der ve
hadisi zikreder. Hadisin bir başka rivayeti: "Bir mektup yazdığında onu
toprakla; bu, ihtiyacın kolay ve çabuk husulü için daha iyidir, toprak
mübarektir."[96]
Bu hadisi de Suyûti
Cem'ul-cevâmî'de verir ve Câbir'in (ra) rivayeti olarak İbn Adî ve İbn Asâkir'e
isnad eder. İbn Adî bu hadisin "münker" olduğunu belirtir. Bir diğer
rivayet: "Sahifelerinizi topraklayın; bu onların başarısı için daha
iyidir, çünkü toprak mübarektir". Bu lafız İbn Mâce'nin olup ondan naklen
daha önce zikredilmişti.[97] Bir
başka rivayet: "Mektubu aşağı tarafından topraklayın ve silin. Bu,
ihtiyacın kolay ve çabuk husulü için daha iyidir". Bunu İbn Adî
el-Kâmil'de, Ukaylî ve ibn Asâkir îbn Ab-bas'ın rivayeti olarak, Îbnü'l-Cevzî
de el-üel'de Ebû Hureyre'nin rivayeti olarak tahric ederler.[98]
Sonuç olarak bu hadis
sahabeden Câbir, Ebû Hureyre, Ebu'd-Derdâ, İbn Abbas ve Haccâc'ın babası Yezid
gibi zevattan rivayet edilmiştir. Hadis imamlarından Tirmizi, İbn Mâce,
Taberâni el-Mu*cemü'l-evsat'da, İbn Adîel-KâmiPde, îbn Asâkir e t-Târih'te,
Deylemi[99] ve
İbn MenîMüsnedle-rinde, EbûNuaymel-Ma'rife'de, Hasan b. SüfyânMüsned'inde ve
İbn Kani Mu'cemü's-sahâbe'de[100] bu
hadisi tahric etmişlerdir.
İmamların bu hadisle
ilgili olarak söylediklerine gelince: Ahmed b. Hanbel ve Tirmizi hadisin "
m ü n k e r " olduğunu söylerler. Onlara göre "münker"
"zayıf" hadisin kısımlarındandır. Hatta Ahmedb. Hanbel " m ü n
k e r "i " f e r d " hadis anlamında bile kullanır. Ukayli bu hadisin
makbul (ceyyid) bir isnadla hıfzedilmediğini söyler. îbn Maîn, bunun isnadıiçin
"lâ yüsâvî f e 1 se n "[101] değerlendirmesindebulunur.İbn
Hibbân hadisin uydurma (mevzu) olduğunu söyler.[102]
Şeyh Sirâcüddin el-Kazvînî, Beğavi'nin bu hadisi Mesâbih'te[103]
"hasen" hadisler içinde zikretmesini,
hadisin mevzu olduğu iddiasıyla ayıplar. Hafız Salahud-din el-Alâi biraz
sozettikten sonra şöyle diyerek onun değerlendirmesini reddeder: Ne olursa
olsun hadis zayıf-münker bir hadistir. İbn Ebî Hâtim'in el-İlel'de zikrettiği
bir başka senedi de vardır.[104]
Hafız Suyûti'nin Kûtu'l-muğtezî'de geçen kelamından sonra belirttiğine göre
Hafız İbn Ha-cer şöyle der: Her iki halde de, hadisin ayrı iki senedinin
varlığı ile m e v -z û olmaktan çıkması mümkündür. Sindi de İbn Mâce
haşiyesinde bunu nakleder. Suyûti ed-Dürerü'1-müntesire'de hadisin senedlerinin
z a -y ı f olduğunu söyler. Sehâvi el-Mekâsıd'da hadisi birçok yolla naklettikten
sonra hepsinin zayıf olduğunubelirtir.[105] İbnAbdülbâkîez-Zurkânî
el-Mekâsıd'ın muhtasarında hadisin z ay ı f olduğunu söyler. Munâviise
Şerhu'l-Câmii*s-sağîr'de, Hafız el-Heysemî'den naklen, Taberâni tarikiyle
gelen rivayetin zayıf, îbn Mâce tarikiyle gelen rivayetin de m ü n -k e r
olduğunu belirtiryalmz.[106]
Azîzi[107] de hocasından
naklenhadisin z a -y ı f olduğunu belirtmekle yetinir. Hıfni[108] ise
isnadına karışmaz. Bundan ortaya çıkan sonuç, hadisin bütün tarikleriyle zayıf
olduğu ve m e vz û olduğu yolundaki görüşün ise geçersiz (bâtıl) olduğudur. M e
v z û olduğu görüşünü Hafız el-Alâi, Hafız İbn Hacer, Hafız Sehâvi
reddetmişlerdir. Sehâvi Şerhu'l-Elfiyye'de, İbn Hibbân'm hadisin mevzu
olduğuna dair sözünü zikrettikten sonra şöyle der: Derim ki bu görüş münakaşa
götürür. Çünkü Tirmizi onu Câmi'inde "Kitâbu'l-İsti'zân" da tahric
etmiştir.[109]
Derim: Daha önce
geçtiği üzere Beyhaki'nin bu hadisi tahric etmiş olması yeter. Çünküokitaplarındahiçbir
mevzu hadis tahric etmemeyi iltizam etmiştir. Suyûti de kendi nazarında
yalancı ve uydurmacı olan hiçbir kimsenin hadisini tahric etmeyeceğini
belirttiği el-Câmi'de bu hadisi vermektedir.[110]
Öyle görünüyor ki hadisin mevzu olduğunu ileri sürenler, bütünüyle değil de
bazı rivayetlerini kasdetmişlerdir. Muhaddislerde bu husus çokça vaki olur.
Onların bu sözlerini inceleyen kimse bu hususta ifadelerini sarih bulur.
Hadisin rivayet yollarının müteaddit oluşunu ve hafızlardan onu tahric edenlerin
çokluğunu görüp hadis ve fıkıh usulünde müesses bir kaide olarak "rivayet
yollarının taaddüt etmesi hadisin sabit bir "aslı "nın bulunduğuna
delâlet eder" şeklindeki esası hatırlarsan, hadisin mevzu olduğu görüşünü
kabul etmezsin. et-Taakkubât ale*l-Mev-zûât*da şöyle denir: Münkerve metruk
hadisin rivayet yolları ta-addütedince zayıf vegarib hadis,hattabazan h a s e n
hadisdere-cesine yükselir. Münâvi ve Azîzi gibi zevatın el-Câmiu's-sağîr'e
yaptıkları şerhlerde bu hadis üzerine konuşurken mektubun topraklanmasının
men-dub olduğunu açıkça belirtmeleri de buna delâlet eder. Çünkü mendub, ancak
sahih veya h a s e n hadisten çıkanlan şer'î hükümlerdendir.O halde bu hadis,onlarn
azarında,bazı rivayet yollarına nisbetle z ay ıfolmasına rağmen bütün yolları bakımından
h a s e n dir. Bu hadisin rivayet yollarının birden fazla olması, Hafız
Beğavi'nin Mesâbıhu's-sünne'de onu hasen hadisler içinde zikretmesinin de
dayanağı olmalıdır.
Hadisin lafız ve
manasıyla ilgili görüşlere gelince: Alkami el-Ker-kebü'l-münîr'de,[111] hadistekifiilin
" f e I y ü t r i b h u " şeklinde olduğunu söyler. Hıfni de
sözkonusufiilin değişik bâblardan "felyütribhu" ve
"felyütrübhü" şekillerinde geldiğini, muhaddislerin ilk okunuşu
tercih ettiklerini zira ikinci okunuşun mübalağa ifade ettiğini ve bunun da
muradedilmediğinibelirtir.İbnSultanŞerhu'l-Mişkât'ta "felyüter-r i b h u
" şeklinde okunacağını söyler.[112]
en-Nihâye'de de sözkonusu fiilin "üzerine toprak koy" manasına
geldiği belirtilir.[113]
Tîbi[114] ise
Hak Teâlâ'ya onu maksuda ulaştırması hususunda itimadla "onu toprağın
üstüne at" anlamına geldiğini söyler. Münâvi et-Teysîr'de ilkine öncelik
vererek yalnız bu iki yorumu verir.[115]
Alkamî şu ilavede bulunur: Bunun "katip son derece mütevazi bir tarzda
hitapta bulunsun" anlamına geldiği, topraklamadan maksadın "hitapta
tevazu göstermede mübalağa" olduğu da söylenmektedir. Şeyh Muhammed Tahirel-Fettenî,[116]"
g a rîbü's-sünne" konusunda tartışmasız en kapsamlı eser olan el-Mecma
adlı kitabında bu üç görüşü de zikreder. Derim: Bu hadiste meşhur olan yorum
ilk akla gelen "mektubun üstüne toprak serpilmesi" anlamı olup
İbnü'1-Esîr yalnız bunu zikretmiş, Münâvi de önce bunu anmıştır. Sihâh'ta şöyle
denir: "Etrebtü'ş-şey'e", "üzerine toprak koydum" demektir.
Hadiste de "mektubu toprakla-yırı; bu, ihtiyacın kolay ve çabuk husulü
için daha iyidir" buyrulmuştur. Kâmûs'ta da şerhle karışık biçimde şu
bilgi verilir: "Teribehu": üstüne toprakkoydu;
"teterrebe": toprağa bulaştı; "terrebtuhu tetrîben ve
terribtu'l-kirtâse": kağıdı toprakla toprakladım demektir. Hadiste de
"Mektubu topraklayın; bu, ihtiyacın kolay ve çabuk husulü için daha
iyidir" buyrulur. Sehâvi Şerhu'l-Elfiyye'de "Keşt, mahv, darb"
(kazıma, silme, çizme) başlığında şöyle der: Katip bir şeyi (harf, kelime)
düzeltirse kağıdı kuruması için serer ta ki bürünüp silinmesin ve düzeltilen
ile ona tekabül eden bozulmasın. Eğer çabuk olmasını istiyorsa onu Hint ardıcı
tozu ile topraklasın. Kuruduktan sonra eserini izale etmesi hariç bunda kum
kullanmaktan sakınmalıdır. Bazı alimler bunun, kağıda ağaç kurdunun sirayetinin
sebebi olduğunu söylerler. Bunun gibi, Hatîb'inel-Câmi'de açıkça belirttiği
gibi toprak sürmekten de sakınmalıdır. Hatib, Abdülvehhab el-Hacebî'den naklen
şu rivayeti kaydeder: Bazı muhaddislerin bulunduğu bir meclisteydim,
yanıbaşımda İbn Maîn vardı. Bir sayfa yazdıktan sonra onu topraklamaya gittim,
bana "yapma, ağaç kurdu sirayet eder" dedi. Ben de Allah Resulu'nden
(sav) "Mektubu topraklayın; toprak mübarektir. Bu, ihtiyacın kolay ve
çabuk husulü için daha iyidir" hadisinin rivayet edildiğini söyleyince,
"o bir fels etmeyen bir isnaddır" dedi.[117]
Sehâvi sonra şöyle der: Eğer bu rivayet sabitse, muhafazası maksud olmayan
mektuplarla ilgili olduğu şeklinde yorumlanması mümkündür.[118]
Böylece Sehâvi ve onunla aynı görüşte olanlar hadisten, anılan ihtimallerden
yalnız "toprak sürmeyi" anlamış oluyorlar. Hindistan'lı ulemadan biri
Tirmizi'nin Câmi'ine yaptığı şerhte şöyle der: Topraklamadan gaye, yazıyı
silinmekten korumak için mürekkebin ıslaklığını kurutmaktır. Şüphesiz, yazının
olduğu durumda devam etmesi, ihtiyacın başarıyla sonuçlanmasını daha iyi
sağlar. Silinmesi ise maksadı ihlal eder.[119]
Şeyh Ali el-Kârî Şerhu Mişkâti'l-Mesâbîh'te tercih edilen görüşü
(mektubunüstüne toprak saçmak) zikrettikten sonraonu şu sözleriyle teyid eder:
Derim ki İmam Gazzâli'nin Minhâcü'l-âbidîn'de naklettiği şu malumat da bunu
destekler: Kiralık bir evde oturan bir adam bir kağıda yazdı. Yazdığını evin
duvarından toprak alıp topraklamak istediğinde evin kiralık olduğunu hatırladı.
Sonra bunun pek önemli olmadığını düşünerek yazdığını toprakladı. Bunun
üzerine şöyle bir ses duydu gaipten: "Toprağı küçümseyen, yarın uzun
hesaptan neye uğradığını öğrenecek!". Sonra İbn Sultân (Ali el-Kârî) bu
konuda başka bir görüş nakleder: Hadisin manası, katip son derece mütevazi bir
tarzda hitapta bulunsun demektir; topraklamadan kastedilen, hitapta tevazu
göstermede mübalağa etmektir. Ali el-Kâri, bu görüşü şu sözleriyle uzak bir
ihtimal addeder: Allah Eesulü'nün (sav) hükümdarlara ve ashabına yazdığı
mektuplara aykırı bir şekilde sözkonusu mesnedden bu anlamı çıkarmak uzak bir
ihtimal olmakla birlikte, bu yorum zamanımızın teamülüne, özellikle dünya erbabı
ve mevki sahipleri arasındaki uygulamaya uygundur. Allah en doğrusunu bilir.[120] Her
halükârda hadisin geçen lafızlarında görülen " m e kt û b " ve "
k i t â b " kelimelerinden maksat yazışma araçlarıdır. Ali el-Kârî'nin de
Şerhu'l-Mişkât'da "sizden biriniz bir mektup (kitâb) yazdığında"
ifadesi üzerine söylediği şudur: Yani göndermek için mektup.[121]
Derim: Bugün dünyada ilim
yazanların uygulamaları şöyledir: Onlardan bir kısmı yazdığını güneşle, bir
kısmı ateşle kurutur. Halis kumla veya ona bir renk ilave ederek kurutanlar ise
azınlıktadır. Sadîler devleti hükümdarlarının t e v k ilerinde (ferman, tuğra,
alâmet) kendi elleriyle yazmış oldukları yazılan halis altınla
tezhiblediklerini görmekteyiz. Fas'ta Ka-raviyyin, Merakeş'te Mevâsin camileri
kütüphanelerindeki[122]
vakfetmiş oldukları kitapların kapaklarında mevcut vakfiye yazılarında bu
husus bugüne dek müşahede olunagelmistir. Kalkaşandi şöyle der: Kendisiyle
kumlama yapılan en güzel nevi kum, Mardin çölünden getirilendir. Bu kumun
içinde altın talaşı gibi tunç talaşı mevcut olup siyah kuma katılır ve emirler,
vezirler ve onlar seviyesindeki kimseler onunla yazılarını topraklarlar.[123]
Bazı doğulular kağıttan yapma kurutma ile yazılarını kurutmakta olup bu
kurutma, kendilerine ve bu kağıda özgü olarak yapılmış mürekkebin eserini
almaktadır. İnsanlar hoşlandıkları şeylerde ayrı ayrı yollar tutmuşlardır.
Şeriatin toprağın temiz olduğunu, namazı toprak ve o türden bir şeyle yapılan
teyemmümle kılmanın cevazını, yeryüzünün bize mescid kılındığını ve namaz
vaktine nerede ulaşırsak orada namaz kılacağımızı beyan etmesi sebebiyle,
yazılan şeyleri, izafî etkenlerden korunup temiz bulunan kum ve toprakla
kurutma konusunda anlaşıldığı kadarıyla tereddüte mahal yoktur. Ancak, kumla
kurutmanın ağaç kurdunun sirayetine sebep olacağı şeklinde Sehâvi'den
nakledilen anlamda bir başka nedenle bundan sakınmak durumu ayrıdır. Ben Şam'dan
kum getirtir ona kumun rengini maviye dönüştüren bir katkı eklerdim, onunla
mürekkebin izi çabucak silinip giderdi. Subhu'l-a'şâ'da şu bilgi verilir:
Zamanımızın katipleri kırmızı kumla topraklama konusunda görüş birliği
içindedirler. Topraklamayı kumla yapmaları, yazıya bulaşarak yaprağın
güzelliğini bozacak tozun onda bulunmamasındandır. Kırmızı kumu seçmeleri ise
yazıya yapıştığında daha güzel olmasındandır. Muhammed b. Ömer el-Medâinî şöyle
der: Duvarların toprağıyla topraklamaktan nehyedin, bunu hoş karşılamayın. Talaş
ve çöven otuna meyledin. Bize ulaşan habere göre bir alim yazdığı hadisi sandal
ağacı ile topraklar (kurutur) ve şöyle derdi: "Ben Allah Resulü'nün (sav)
hadisi üzerine toprak atmam." Hayve b. Şureyh sahraya çıkar, siyah toprağı
alıp ufaltarak eler ve onunla yazıyı topraklardı. Şafiî alimlerimizden Râfîî
ve diğer bazıları, başkasının duvarından alınan toprakla topraklamanın haram
olduğunu açıkça belirtirler. Bunun anlamı, böyle bir davranışın gasp ve
tecavüz olması bakımından açıktır.[124]
Kalkaşandi bu konuyu
"Resulullah'ın (sav) mektuplarının genel tertibi" başlığı altında
ele alarak şöyle der: Resulullah (sav) mektuplarının çoğuna "Allah Resulü
Muhammed'den falana.." sözüyle başlardı. Bazan" Emin â ba'd"
(imdi,bundansonra),bazan"Bu... mektuptur", bazan "Selâmette
ol" sözüyle başlardı. Çoğu zaman, kendisine mektup gönderilen kimsenin
adını yazışmaların başında açıkça belirtirdi. Bazan da şöhretiyle (yani Kayser
v.b. gibi şöhret bulduğu adla) yetinirdi. Kendisine mektup yazılan kimsenin
hükümdar olması halinde adını zikrettikten sonra "falan kavmin
büyüğü" bazan da "falan kavmin hükümdarı" diye yazardı. Bazan da
"falan memleketin sahibi" diye yazardı. Resulullah (sav) yazışmaları
sırasında "ben, bana, banageldi, bana elçi geldi" ve benzeri tekil
ifadelerle kendisinden sözederdi. Bazan da "bize ulaştı, bize geldi"
v.b. çoğul ifadeler kullanırdı. Mektup yazdığı kimsenin bir kişi olması
halinde "sana, senin üzerine (leke, aleyke)" gibi hitab " K e f
" i ve "sen şöyle şöyle dedin, şöyle yaptın (külte...,
cealte...)" gibi muhatap " T e "si ile; iki kişi olmaları
halinde ise "onların ikisi, siz ikinize, siz ikiniz üzerine" gibi
ifadeler kullanırdı. Çok olmaları halinde de "siz, size, sizin
üzerinize" ve benzeri çoğul kalıpları kullanırdı. Mektuplarının başında
selamda bulunur, muhatap müslümansa "sana selam olsun" derdi. Bazan
da "Selam Allah'a ve Resulü'ne inananın üzerine olsun" buyururdu.
Muhatap kâfir ise[125]
"Selâm hidâyete erenlere olsun" derdi. Bazan da mektubun başında
selam ifadesini kullanmazdı. Mek tuplannın başında selâmdan sonra "tahmîd
"de bulunarak şöyle derdi "Sana bildiririm ki kendisinden başka ilâh
olmayan Allah'a hamdederim". Bazan bunu terkeder "tahmîd "den
sonra "teşehhü dü" yazar bazan da zikretmezdi. Mektubun girişinden
sonra asıl maksada bazai "Emmâ ba'd", bazan da başka bir ifadeyle
geçerdi. Bazan da yalnı "selâm " sözüyle yetinirdi. Muhatap kâfir ise
"selâm hidayete erenlere olsun" buyururdu. Bazan da mektuplarının
sonunda selamı terkederdi.[126]
Kalkaşandi daha sonra Resulullah'ın (sav) müslümanlara yazdığı mektup lanna
dair önemli bir "fasıl" açar ve bunu üç "üslûp"ta ele alır.
Birinci üslûp Mektuba "Allah Resulü Muhammed'den falana..."
ifadesiyle başlanması. Sonra bu kısma misal olarak Allah Resulü'min birçok mektubunu
ibareleriyle verir.[127]
İkinci üslûp: Yazışmaya "Bu...mektuptur" ifadesiyle başlanması,
sonra maksadın zikredilmesi. Kalkaşandi yazışmalarda bu üslubun az
vukubulduğunu belirtir.[128]
Üçüncü üslûp: Mektuba "Selamette ol" lafzıyla başlanması.[129]
Kalkaşandi sonra İslâm'a davet etmek üzere Resulul-lah'ın (sav) ehl-i küfre
gönderdiği mektuplara dair başka bir " f a sı 1 " açarak bunun da üç
" ü si up "tan oluştuğunu söyler.[130]
Birinci üslûp: Müslümanlara gönderdiği mektuplarda olduğu gibi mektuba
"Allah Resulü Muhammed'den falana" diye başlanması. İkinci üslûp:
Mektuba " E m m â b a' d (imdi...)" ifadesiyle başlanması. Bu üslupta
mektuplar bir öncekinden dahaaz vaki olmuştur. Üçüncü üslûp: Mektuba
"Bu... mektuptur" lafzıyla başlanması. Kalkaşandi sonra bunların her
biri için misaller verir (bkz. VI, 365-382). Derim: Resulullah'ın (sav) İbn
Sa'd'ın Tabakât'mda zikredilen mektuplarını[131]
inceleyen kimse, onların sonunda katibin kendi adını verdiğini görür. Bu belki
de sözkonusu mektupların Resulullah'tan (sav) sadır olduğuna onun şahit olması
maksadıyladır.[132]
Kalkaşandi, geçen
faslın hemen ardından bu konuda bir başlık açarak (VI, 464) şöyle der:
Resulullah'm (sav) seriyye kumandanları ve hükümdarlardan müslüman olanlar,
Resulullah'a (sav) gönderdikleri mektuplarda onun adıyla başlar, sonra kendi
adlarını anarlardı. "Tahmîd" (Allah'a hamdetmek) ve Resulullah'a
(sav) selamdan sonra "emm â ba'd (İmdi)" veya başka bir ifadeyle asıl
maksada geçerler ve mektubu selamla noktalarlardı. Küfür hükümdarları ise
kendilerinden başlıyorlardı, bazan Resulullah'ın (sav) adıyla başladıkları da
olurdu. Resulullah'a mektup gönderenler kendilerinden "ben, bana , dedim,
yaptım" gibi tekil lafızla söze diyorlardı. Bazı hükümdarlar bazan
kendilerinden[133] "birinci çoğul şahıs"
kalıbıyla (biz) sözederlerdi. Mektubu gönderen kimse Müslüman ise Resulullah'a
(sav) hitap "Kef "i ve muhatap " T e "si ile birlikte
" R i -s â 1 e t " ve "nübüvvet" lafızlarını kullanarak
hitapta bulunurdu. Kâfir ise Resulullah'a (sav) mezkur "Kef" ve
"Te" ile,bazandaismiyle hitap ederdi. Mektup gönderen müslüman ise
Resulullah'a (sav) selâm ile mektuba son verirdi.[134]
Kalkaşandi
Subhu'1-a'şâ' da şöyle der: Anlaşıldığına göre bu mektupların başlığı
şöyledir: Mektupta önce Resulullah'ın (sav) adı, sonra mektup gönderenin adı
yazılmışsa, başlığı da bunun gibi olup sağ tarafa "Allah Resulü
Muhammed'e" veya benzeri bir ifade, sol tarafa da "falandan"
diye yazılırdı. Mektup, yazıya kendi adıyla başlayan birinden geliyorsa,
başlığı da bir Öncekinin aksine yazılırdı.[135]
Kalkaşandi şöyle der:
Bu hususta açık bir nassa vakıf olmadım. Anlaşılan şudur ki Resulullah (sav)
mektubunun girişinde olduğu gibi mektuplarına "Allah Resulü Muhammed'den
falana" şeklinde başlık (Adres) koyuyordu. "Allah Resulü
Muhammed'den" yazısı mektubun sağında, "falana" yazısı da solunda
olurdu. Mevâddü'l-beyân[136]
müellifinin, yazışma usullerine dair "on ikinci esas"ta başlıkla
ilgili olarak konuşurken şu söyledikleri de buna delâlet etmektedir: Temel
esas mektup yazanın adıyla başlanması, sonra kendisine mektup gönderilen
kimsenin adının yazılmasıdır ki Resulullah'ın (sav) mektupları da
böyleydi."[137]
Siyer kaynaklarında
belirtildiği üzere Resulullah (sav) akit, antlaşma ve benzeri bütün
yazışmalarına besmele ile başlardı. Besmele, İslâm'da, ister sözle ister
fiille olsun işlerin başında teberrüken ve başarı umarak söylenmek üzere meşru
kılınmıştır. Gâfıki, Ebû Ubeyd'den naklen Şa'bi'nin şöyle dediğini zikreder:
Nebî (sav) ilk mektubunda "senin adınla Allahım" diye yazdı ve bu bir
süre böyle devam etti. Sonra "...onun (geminin) akıp gitmesi de durması
da Allah'ın adıyladır" (Hûd 11/41) âyeti nazil oldu. Bunun üzerine
Resululah (sav) "Bismillah" diye yazdı. Bu da bir süre devam etti ve
"De ki: ister Allah diye çağırın ister Rahman diye çağırın. Hangisiyle çağırırsanız,
nihayet en güzel isimler O'nundur" (İsrâ 17/110) âyeti nazil oldu.
Resulullah (sav) bu defa "Rahman olan Allah'ın adıyla" diye yazmaya
başladı ve bu da bir süre devam etti. Sonra "O, Süleyman'dan (geliyor) ve
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla (başlamaktandır" (Nemi 27/30) âyeti
nazil oldu ve Resulullah (sav) da "Rahman ve Rahim olan Allah'ın
adıyla" diye yazmaya başladı.[138]
İbnü'l-Müseyyeb şöyle der: Allah Resulü'nün (sav) besmele yazılı mektubu
Kayser'e geldiğinde onu okudu ve besmeleyi kastederek "böyle bir mektubu
Davud oğlu Süleyman'dan sonra görmüş değilim" dedi. Hafız İbn Hacer
Fethu'l-Bârî'de şöyle der: Mektupların (yazışmaların) " h a m d "
ile başlaması konusunda ne şer'î ne Örfî âdet cari olmuş değildir.
Resulullah'ın (sav) hükümdarlara ve başkalarına gönderdiği mektupları
topladım; onların hiçbirine "ham d" ile başlanılmamış olmayıp
"besmele" ile başlanılmıştır.[139] Bu
bilgi "Kitâbu't -Tefsir" de Al-i Imrân sûresininn tefsirinde "De
ki: Ey Kitâb ehli, bizimle sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin"
(Âl-i İmrân 3/64) babında geçmektedir. Kadı İbn Badis, Resulullah'm (sav) Eyle
Hükümdarı Yuhanna b. Rü'be'ye[140]
gönderdiği mektuba besmele ile başladığına dair kıssa ile ilgili olarak şöyle
der: O bir hıristiyandı. Bu mektupta, kâfirlerin eline geçen mektuplara da
besmele yazmanın caiz olduğuna delil vardır. Çünkü bu mektup kâfirlerin eline
geçti ve elden ele dolaştırdılar. Bunda, onların eline geçip müslümanlann ülkesinden
kendi ülkelerine götürdükleri dirhem ve dinarlara (besmele vb.) nakış yapmanın
cevazına da delil vardır.[141]
Şemsuddin es-Seffârînî
Şerhu Manzûmeti'l-âdâb'da[142]
şöyle der: Hutbe ve yazışmalarda "emmâ ba'd" (imdi, bundan sonra)
ifadesini kullanmak müstehabdır. Çünkü Resulullah (sav), Kayser, Kisra,
Mukavkıs ve başkalarına gönderdiği mektuplarda görüldüğü gibi hükümdarlara ve
başkalarına yazdığı mektuplarda ve hutbelerinde bu ifadeyi kullanmıştır. İmam
Kadı Ali b. Süleyman el-Merdâvî[143] Şerhu't-Tecrîd'de şu bilgiyi zikreder:
AllahResulü'nün(sav)hutbevebenzeriyerlerde "emmâ b a ' d " ifadesini
kulandığını otuzbeş sahabi nakletmektedir.[144]
Zurkâni Şerhul-Mevâhib'de şöyle der: Ruhâvi'nin el-Erbaûne'1-mütebâyinetü'l-esâ-nîd[145]
adlı eserinde belirttiği gibi Resulullah'm (sav) hutbeleri ve benzeri yerlerde
"emmâ ba'd" dediği sabit olup bunu kırk sahabi rivayet etmiştir.
Birçok kimsenin yalnız zarfla (ve ba'd ifadesi) yetinmelerini anlamıyorum.
Asıl unsurun bu oldunuğu veya ihtisarı arzulayarak bunun yapıldığını ileri
sürerek mazerette bulunmak da yeterli değildir. Çünkü temel esas sünnetle
sabit olana uymaktır ve özellikle hutbelerde itnâb mat-lubdur. Temel unsurun
zarf olması, onu açıklayacak bir vahyin varlığına ihtiyaç gösterir.[146]
Şeyh Ebü'l-Abbas Ahmed el-Heştûkî es-Sûsî,[147] z e
r î a[148] hükümlerine dair kendi
manzumesine yaptığı şerhte şu bilgiyi verir: Kardeşimiz büyük alim Ebü'l-Abbas
Ahmed b. İbrahim es-Sektâni ile Şafiî imamlarından biri olan allâme Şirbîni
arasında, hacca gittiğimiz yıl Mısır'da bir olay vuku buldu. Talebelerine
Sadeddin Teftâzâni'nin el-Akâ-idü'n-Nesefiyye'ye yaptığı şerhi okutan Şirbîni
şöyle dedi: "Ve ba'd" ifadesinin aslı "emmâ ba'd "dır,
"emmâ " kelimesi hazfedilmiş ve onun yerine "vâv "ilave
edilmiştir. SözügeçenEbül-Abbasonaşoylededi: "Vâv "in
"emmâ" yerine kaim olduğuna delil nedir? Beliğ konuşanların en
beliği ve fasih konuşanların en fasihi olan Resulullah'ın (sav) sözlerinde,
gördüğümüz kadarıyla, "emmâ ba'd" dan başka ifade yer almamıştır.
Ashabının mektupları da böyledir. Adı geçen Şafiî alimin canı sıkıldı ve
kendisi gibi birisine yakışmayacak tarzda Ebü'l-Abbas'a hitapta bulunarak ona
küfür ve hakaretten başka cevap vermedi. Eğer eser sahib muhakkik alimlerin bu
ifadeyi eserlerinin başında kullanmış olmaları bunun cevazına delil olarak
yeter deseydi, bu yeterdi.
Derim: Bu konuda
sünnet hepsine karşı delildir. Zurkâni de "temel esas sünnetle sabit olana
uymadır" şeklinde daha önce anılan sözünde buna imâda bulunmuştu. Ona
bakınız.[149]
Şeyh Zerrûk Sahih-i
Buhâriye yaptığı haşiyesinde[150]
şöyle der: "Re-sulullah (sav), Herakliyus'a gönderdiği mektupta, onun
hakimiyetini tanımış olmamak için kendisine "Rûm (Bizans) hükümdarı"
şeklinde değil de "Rûm büyüğü" diye hitap etmişti.
Hafâci Şerhu'ş-Şifâ'da
şöyle der: Allah Resulü (sav) Herakliyus ve Mukavkıs'a gönderdiği mektuplarda
onlara "Bizans hükümdarı" ve "Kıptî hükümdarı" olarak değil
de "Bizans büyüğü" ve "Kıpti büyüğü" şeklinde hitapta
bulundu. Çünkü bu unvana ancak müslüman olan müstahak olur. Bununla birlikte,
Hakk'a ilk daveti sırasında kalplerini yumuşatmak için onlara saygıyı da
terketmedi.[151]
Buharıel-Edebü'1-müfred'de
"Emmâ ba'd babı" başlığını açarak orada Hişâm b. Urve'den şu
rivayeti zikreder: "Resululah'ın (sav) bazı mektup-la-rını gördüm, her
konu (kıssa) bitişinde "emmâ ba'd" buyuruyordu."[152]
Resulullah'ın (sav)
mektuplarından tarihin bize kadar metnini muhafaza ettiği en sahih mektup
Herakliyus'a gönderdiği mektup olup Sahih-i Buhâri'de geçmektedir.[153]
Metni şöyledir: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla. Allah'ın kulu ve
peygamberi Muhammed'den Rûm'un (Bizans'ın) buyuğu Herakliyus'a. Selam hidayete
erenlere olsun, imdi, sem islam'a davet ediyorum; musluman ol, kurtuluşa
erersin, musluman ol, Allah sana mükâfatını ıkı misli verecektir. Eğer yuz
çevirirsen Erîsîlenn[154]
günahı senin üzerine olacaktır. "Ey Kitab ehli, sizinle aramızda müşterek
olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına ibadet etmeyelim O'na ortak tanımayalım.
Allah'ı bırakıp birimiz diğerini Rab olarak kabul etmesin. Eğer (ehl-ı kıtâb)
bundan yuz çevirirlerse, deyin: Biz muslumanız, buna şahıd olun" (Âl-i
Imrân 3/64).[155]
Tarihin, yazılı olduğu
deri parçasını aynen bize kadar muhafaza ettiğ Resulullah'a (sav) ait en son
mektup, kendisiyle Temîm ed-Dâri'ye Şam'd; bir arazi ik t â ettiği mektuptur.
Bu, geçen asırlar boyunca bilinen meşhu bir mektup olup muhaddisler,
tarihçiler, fıkıh alimleri ve başkaları onda gözetmişlerdir. Ibn Asâkir'in
Târih'inde, Temîm'in biyografisinde Eb Hind ed-Dâri'ye varan senediyle şu
rivayet zikredilir- Biz altı kişi —Ib Hişâm'ın Sıret'inde sekiz kişi
sayılmaktadır.[156]—
Resulullah'a (sav) vardü Temîm b. Evs, kardeşi Nuaym b. Evs, Yezîd b. Kays, Ebû
Hınd b. Abdulla (bu hadisi rivayet eden), adı Berr olup Allah Resulü (sav)
tarafından Abdu. rahman diye adlandırılan kardeşi Tayyib b. Abdullah, Fâke b.
Numaı Musluman olduk ve Resulullah'tan (sav) Şâmarazisinden bize bir yer ikt
etmesini istedik. Resulullah (sav) "dilediğiniz yen isteyin" buyurdu.
Temîm şöyle dedi: Ondan Beytulmakdis ve çevresini istememiz fikrindeyıi Ebû
Hind: Burası Acem mülküdür, keza orada Arap mulku de vardır, el mizde
kalmayacağından korkarım. Temîm: Beyticebrîn ve çevresini isteyelim. Ebû Hind:
Bu çok çok buyuk. Temîm şöyle dedi: Ya ondan neyi isteyelim? Ebû Hind: Abanı
ibrahim (ibrahim Kıfyuları) ile birlikte Hisnu Tel'in bulunduğu köyleri
isteyelim. Temîm: isabet ettin, bu uygundur. Resuluîlah (sav) Temîm'e şöyle
buyurdu: "Bana durumunuzu haber vermeni mı, yoksa benim haber vermemi mı
istersin?" Temîm şöyle dedi' "Hayır, ey Allah'ın Resulü sen bize
haber ver, imanımız artar (güçlenir)." Bunun üzerine Resuluîlah (sav)
şöyle buyurdu: "Sız bir şeyi istediniz, şu başkasını istedi;goruşu ne
güzel görüştür!" Ve Resuluîlah (sav) ince bir deri parçası isteyerek bize
bir belge yazdırdı ki metni şöyledir: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
Bu, Resulullah'ın Dârîlere bağışının zıkredûdığı belgedir. Allah kendisine
arazi verdiğinde, onlara Beytıaynûn, Habrûn ve Beytu ibrahim'i içindekilerle
birlikte ebedıyyen bağışlamıştır." Abbas b. Abdulmuttalib, Cehmb. Kays ve
Şurahbil b. Hasene buna şahit oldular ve Şurahbıl yazdı. Sonra Re-sulullah
(sav) belgeyle birlikte evine girdi, bir köşede deri parçasını ilaçladı ve
bilinmeyen bir şeyle onu orttu, derininin üstünden ince bir sırımla iki düğüm
attı. Belge bukulu olarak yanımıza çıktı, şöyle diyordu: "Doğrusu,
insanların ibrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar, bu Nebi (Muhammed) ve
mu'mınlerdır. Allah da inananların dostudur" (Al-i Imrân 3/68). Sonra
şöyle buyurdu: Benim hicret ettiğimi duyuncaya dek (gelmemek üzere) donup
gidin. Ebû Hind şöyle diyor: Biz de donup gittik. Resuluîlah (sav) Medine'ye
hicret ettiğinde kendisine vardık ve bize yeniden bir belge vermesini istedik.
Bize metni şöyle olan bir belge yazdı: "Bu, Allah Resulü Muham-med'ın
Temim ed-Dârî ve arkadaşlarına verdiği bağışın belgesidir. SızeAy-nûn, Habrûn,
Mertûm ve Beytu ibrahim'i ve tum içindekileri kesin bir bağış olarak verdim.
Bunu onlara ve soylarına ebed-muddet teslim ve infaz ettim. Bu hususta kim
onlara eziyet ederse (haksızlık yaparsa) Allah da ona eziyet etsin."
Ebubekir b. Ebi Kuhâfe, Ömer b. Hattâb, Osman b. Affân, Ali b. Ebî Tâlib, Muaviye
b. Ebî Sufyân şahitlik etti ve Muaviye yazdı. Resuluîlah (sav) vefat edip
Ebubekir halife seçilince Şam'a ordular serkettı ve bize metni şöyle olan bir
belge yazdı1 "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Ebubekir
es-Sıddık'tan Ebû Ubeyde 6. Cerrah'a. Sana selam olsun, Kendisinden başka ilâh
olmayan Allah'a hamdettığımi sana bildiririm, imdi, kim Allah'a ve ahıret
gunune inanıyorsa, onu Dörtlerin köylerinde fesat çıkarmaktan menet. Eğer
ahalisigoçmuş ve Dârîler oraları ekmek istiyorlarsa eksinler. Ahalisi gen
döndüğünde oralar onlarındır ve öncelikle hak sahibidirler. Sana selam
olsun", Ibn Asâkir, Zuhri ve Sevr b. Yezîd'e ulaşan sened-le Râşid b
Sa'd'dan nakledilen şu rivayeti zikreder. Temîm ed-Dârî, ki o Lalım
kabilesinden Temîm b. Evs'tir, kalkıp şöyle dedi. Ey Allah'ın Resulü,
Filistin'de Rûm (Bizanslı) komşularım var, onların biri Habrâ diğeri
Beyti-aynûn denilen iki köyleri var. Eğer Allah sana Şam'ı fethetmeyi nasip
ederse o iki koyu bana hibe et Allah Resulü de "onlar senindir"
buyurdu. Temîm, "bu hususta bana bir belge yaz" deyince, ona
şubelgeyiyazardı: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu, ovası, dağı,
suyu, ekini, bitkisi ve sığırlany-la butun olarak Habrâ ve Beytıaynûn
köylerinin ona ve kendisinden sonra
gelecek soyuna ait
olduğuna dair Allah Resulü Muhammed tarafından Temim b. Evs ed-Dârî için
düzenlenmiş belgedir. Bunda hiçbir kimse ona karşı hak iddia edemez, onlara
zulme yeltenemez. Kim ona zulmeder veya onlardan birisinden birşey alacak
olursa Allah'ın, meleklerin ve insanların hepsinin laneti onun üzerine
olsun". Bu belgeyi Ali yazdı. Hz. Ebubekir halife olunca, onlara metni
şöyle olan bir belge yazdı: "Bu, Resulullah'ın (sav) kendisinden sonra
yeryüzünde halife nasbettiği emini Ebubekir'in Dârîler için, onlara bırakılan
Habrâ ve Beytiaynûn köyü hususunda kendilerine karşı fesada başvurulmaması için
yazdığı belgedir. Kim kulak verir itaat ederse, ondan hiçbir şeyde bozgunculuk
yapmasın. Amr. b. As bu iki köyü bozgunculara karşı korusun". İbn
Asâkir'in.Târih*inin ihtisarına (s. 351) bakınız.[157]
îbn Mende, Amr b.
Hazm'a (ra) varan senediyle şu rivayette bulunur: Nebi (sav) Temîm ed-Dârfye i
k t âda bulundu ve şu belgeyi yazdırdı: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın
adıyla. Bu, ovası, dağı, suyu, bağları, bitkileri ve yaprakları dahil köyüyle
Sihveyn'in kendisine ve ardından gelecek soyuna ait olduğuna dair Allah Resulü
Muhammed tarafından Temîm b. Evs ed-Dârî için düzenlenmiş belgedir. Bu hususta
kimse ona karşı hak iddia edemez ve kendilerine zulme yeltenemez. Kim onlara
zulmetmek veya onu kendilerinden almak isterse Allah'ın, meleklerin ve
insanların hepsinin laneti onun üzerine olsun."[158]
İbn Şâkir
el-KütübîUyûnu*t-tevârîh*te hicretin kırkıncı yılı olaylarında Temîm'in
biyografisini verirken bu i k t â kıssası ile ilgili olarak şunları söyler:
Resulullah'ın (sav) hicretin dokuzuncu yılında emîrü'l-mü'minîn Ali'nin (ra)
yazısıyla ve onun mestinden bir deri parçasına kendileri için yazdırdığı
belgeyi Dârîlerin elinde gördüm. Biri 736 (1336), diğeri 749 (1348) yılında
olmak üzere iki kez gördüğüm bu belgenin metni şudur: "Rahman ve Rahim
olan Allah'ın adıyla. Bu, Allah Resulü Muhammed'in Temim ed-Dârî ve
kardeşlerine Habrûn, Mertûm, Beytiaynûn veBeytü İbrahim'i zimmetlerinde olarak
kesin şekilde bağışladığına dair belgedir. Bunu onlara ve soylarına teslim ve
infaz ettim. Bu hususta kim onlara eziyet ederse Allah da onlara eziyet
etsin." Atık b. Ebî Kuhâfe (Hz. Ebubekir), Ömer b. Hattâb ve Osman
şahitlik etti.[159] Ali
b. BûTâlibyazdı ve şahid oldu. Belgenin metninde şu şekilde "Ebî Kuhâfe "de
"elif" olduğu ve "Bu T â 1 i b "de bulunmadığı halde
gördüm. Deriyi de kırmızı renkte ve yıpranmış gördüm. Bu bilgiyi Şeyh Kuveysim
et-Tûnisî'nin Simtül-leâl'inden naklen verdim. Muhakkik Kutbuddin
el-Haydarî'nin Hasâis'inden[160] de
şu bilgiyi nakleder: Şimdi Dârîlerin elinde bir deri parçasına yazılı eski bir
nüsha mevcuttur ki onun Allah Resulü'nün (sav) bu hususta kendileri için
yazdırdığı belge olduğunu ve Ali b. Ebî Tâlib tarafından kaleme alındığını
ileri sürmektedirler. Bu belgenin sıhhatine mütekaddimin ulemamızdan bir grup
da muvafakat etmiş olup onun nüshalarım nakletmişlerdir. Bunlardan
Mesâlikül-ebsâr müellifi Kadı Şihâbüddin İbn Fadlullah el-Ömerî tarafından
yazılmış bir nüshaya muttali oldum.
Derim: Sözü geçen İbn
Fadlullah el-Ömerî Mesâlik'inde (matbu nüsha: 1,172) bu belgeden sözeder.
Şöyle ki o 745 (1334) yılında Beytülmakdis ve Halil'e yaptığı ziyareti
zikrettikten sonra şöyle der: Maksud ziyareti tamamlayıp Halîl'i görmenin
neşesi bizi coşturunca, bu yüce evin en son ferdi, Allah'ın sevgilisi efendimiz
Muhammed'in (sav) vakfı ve atası Halil İbrahim'in beldesinin yönetimini elinde
tutan es-Sâhib Nasirüddin Ebû Abdullah Muhammed b. el-Halîlî et-Temîmî
ed-Dârlye haber göndererek kendilerine yapılan bu bağışın yazıldığı ve diğer
insanlara karşı onlara üstünlük sağlayan yüce Nebevi belgeyi bize getirmesini
rica ettik. Ricaya icabetle ihsanda bulunarak bir solukta onu getirdi;
Emîrül-mü'minîn Hasan Ebû Muhammed el-Müstedi-Billâh'ın yeninden pamuk ve ipek
karışımı siyah bir bez parçası içindeydi. Astarı, her bir parmak kadarlık
kısmında beyaz bir çizgi ile ayrılmış iki siyah çizgi bulunan beyaz ketendendi.
İpek bir bezle sarılı abanoz ağacından bir kutuda keseler içine konmuştu. Yüce
belge, ince deriden bir mest parçasına yazılmıştı; mestin ayağın üst tarafına
gelen yerinden olduğunu sanıyorum. Derinin siyahlığı yazıya işlemiş fakat onu
sil-memiş ve katibinin şerefli elinin yazdıklarını yoketmemişti. Metin hoş Kufi
hat ileydi. Bu âsârı Öptük ve nur huzmelerinden nasiplendik. Belgeyle birlikte,
el-Müstedi-Billâh'ın belge metnini yazdığı ve mazmunuyla onlara şahitlik yapan,
şüphecinin şüphe ve zanlarmı izale eden bir sayfa vardı. Yazdığının muhtevası,
onun satırları ve şekliyle şöyleydi: Hicretin dokuzuncu yılında Tebük
Gazvesi'nden dönüşünden sonra Resulullah'ın (sav) Temîm ed-Dârî ve kardeşleri
için emîrü'l-mü'minîn Ali'nin mestinden bir deri parçasına ve onun hattıyla
yazdırdığı belgenin metni o belgedeki şekliyle şöyledir: "Rahman ve Rahîm
olan Allah'ın adıyla. Bu, Allah Resulü Muhammed'in Temîm ed-Dârî ve
kardeşlerine Habrûn, Mertûm, Beyti-aynûn veBeytü İbrahim ve içindekileri
zimmetlerinde olarak kesin bir şekilde bağışladığına dair belgedir. Bunu
onlara ve soylarına teslim ve infaz ettim. Kim onlara eziyet ederse Allah da
ona eziyet etsin, kim onlara eziyet ederse Allah ona lanet etsin". Atık b.
Ebû Kuhâfe, Ömer b. Hattâb ve Osman b. Affân şahid oldular. Ali b. Bû Tâlib
yazdı ve şahid oldu. Bu, yüce belgenin suretidir. "Ebû Kuhâfe" elif,
bâ vevâv, sonra da "Kuhâfe" şeklinde, "Bû T â 1 i b " de b â ve v â v , sonrada
"Tâ1 i b " şeklinde geçer ki " B û " kelimesinde elif
yoktur. Buhusus bilinsin diye açıklama yapıldı. Hz. Ali'den sözedilirken
adından önce "yazdı", sonra da "şahid oldu" kelimesi
zikredilmiştir. Bu da bilinsin diye açıklandı. Bütün bunları kendi gözümle
gördüm ve el-Müstedî'nin el yazısından naklettim, Bu onun alışılmış ve bilinen
el yazısı olup onu gördüm ve şüphe ve tereddüt etmeyecek şekilde tanıdım.
Yazıyı Nebevi belgenin kendisinden okudum, el-Müstedînin ondan naklen yazdığına
uygundu. Şu kadar var ki zamanın bozması yüzünden belgedeki yazı izleri
nerdeyse silinmiş ve okunamaz duruma gelmişti. Ben bu belgeyi daha önce 739
(1338) yılında bir kez daha görmüş fakat o zaman nakletmemiştim.[161] İbn
Fadlullah el-Ömerî'nin belgeyle ilgili sözleri burada sona erdi. Hiçbir kimse
bu belgenin Özelliklerini onun gibi araştırmamış ve onun açıkladığı gibi
özelliklerini açıklamamıştır. Allah Teâla onu hayırla mükâfatlandırsın.
Kâdilkudât Ebü'1-Yümn
Mücirüddin el-Hanbelî el-Ünsü'1-celîl fi tâ rihi'1-Kuds ve'1-Halîl (s.448) adlı
eserinde şöyle der: Nebfnin (sav) Temîir ed-Dârî'ye verdiği i k t â : Bu i k t
â , efendimiz Halil'in (İbrahim aleyhis selam) memleketinin bulunduğu yer ve
çevresidir. Resulullah (sav) Temîn için emîrül-mü'minîn Ali b. Ebî Tâlib'in
mestinden alınmış bir deri parçası na ve onun el yazısıyla belge yazdırmıştı.
Tarihçiler ikta belgesinin metnin farklı şekillerde naklederler. Sözü edilen
iktâ üzerine konuşulurken, emî rü'1-mü'minîn Ali b. Ebî Tâlib'in (ra) mestinden
olduğu söylenen deri par çasını gördüm. Çürümüş halde olup bazı yazı izleri
vardı. Deri parçasınıi bulunduğu kutuda onunla birlikte olan yazılı bir sayfa
(yaprak) gördüm. Bı sayfadaki yazı emirü'l-mü'minîn el-Müstencid el-Abbasî'ye
aitti. Allah om rahmetiyle bürüsün, o yaprağa iktânın metnini yazmıştı.
Müstencid'in ken di eliyle yazdığı nüshanın sureti: Hamd Allah'adır. Bu,
Resulullah'ın (sa\ hicretin dokuzuncu yılında Tebük Gazvesi'nden dönüşünden
sonra Temîr ed-Dârî ve kardeşleri için emîrü'l-mü'minîn Ali b. Ebî Tâlib'in
mestinden bi deri parçasına ve onun elyazısıyla kaleme aldırdığı belgenin
nüshasıdır. Hi Ali'nin (Allah ondan ve bütün sahabeden razı olsun) yazdığı
şekilde uygu olarak çıkarılmış nüshasıdır: "Rahman ve Rahîm olan Allah'ın
adıyla. Bu Allah Resulü Muhammed'in Temîm ed-Dârî ve kardeşleri aralarında[162]
olarak kesin bir şekilde bağışladığına dair belgedir. Bunu onlara ve soyları na
teslim ve infaz ettim. Kim onlara eziyet ederse Allah da ona eziyet etsin kim
onlara eziyet ederse Allah ona lanet etsin". Atîk b. Ebî Kuhâfe, Ömer 1
Hattâb ve Osman b. Aiîân şahitlik ettiler. Ali b. Ebî Tâlib yazdı ve şahitli
etti. Bunu el-Müstencid-Billâh'ın el yazısından olduğu gibi kopye ettim. Bı
umulur ki bu konuda söylenenlerin en doğrusudur. Bu iktâ, Temîm ed-Dârf nin
soyu elinde sürüp geldi; bugüne kadar ondan yediler. Bunlar, efendimiz
Halil'in (asj memleketinde mukim olup kendilerine Dârîler denilen kalabalık bir
gruptur. Ashaptan sözederken Temim ed-Dârî'nin Beytül-makdis'e emir tayin
edildiği belirtilmişti. Valilerden biri Temîm'in nesline musallat olup bu yeri
onlardan almak istedi ve Kudüs-ü Şerifin kadısı Kadı Ebû Hâtîm el-Herevî
el-Hanefî'ye başvurarak onlar aleyhine dava açtı. Dârîler de o belgeyi delil
olarak ileri sürdüler. Kadı bu belgenin bağlayıcı olmadığım, çünkü Allah
Resulü'nün (sav) henüz malik olmadığı bir şeyi Temîm'e iktâ ettiğini söyledi.Valifukahadan
fetva istedi;EbûHâmideI-Gazzâli o sırada, Frenklerin istilasından Önce,
Beytülmakdis'te idi. Şöyle dedi: Bu kadı kâfirdir, çünkü Nebî (sav) "bütün
yeryüzü bana mülk olarak verilmiştir"[163]
buyurmuştu. "Şu saray falana aittir" buyurarak da cennetten iktâ
vermiş olup onun va'di gerçek ve bağışı haktır. O vali ve kadı hakir ve zelil
oldu, Temîm'in soyu ellerinde olanla baki kaldılar. Bu olay Ebu-bekir
îbnü'l-Arabi'nin Şam'da olduğu sırada meydana gelmişti.[164]
Derim: Mücîrüddin
el-Hanbelî'nin, îbnü'l-Arabi'den nakletiği bu olay onun el-Kabes[165] adlı
Muvatta şerhinde "Kitâbü'l-Buyû" bölümünde geçmektedir. İbnül-Arabî,
Amr. b. Şuayb'ın babasından, onun da kendi babasından rivayet ettiği hadis
üzerine konuşurken şöyle der: O sahih (otantik) bir sahifedir. Bununla
ihticâcı terkeden kimse, bazı ulemanın onun duyulmuş olmadığı şeklindeki
sözleri sebebiyle terketmiştir. Bu da onu hüccet kabul etmeye engel değildir.
Şüphesiz Temîm ed-Dârî'nin evladı yanında Allah Resulü'nün (sav) bir deri
parçasına yazılmış olan belgesi vardı: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın
adıyla. Bu, Allah Resulü Muhammed'in Temîm ed-Dârî'ye yaptığı bağışın
belgesidir. Ona el-Halîl beldesinde iki köyü, Cebrûn (Habrân) ve Beytiaynûn'u
iktâ ediyorum". Bu belge Temîm'in elinde kaldı ve 492 (1099) yılında
Frankların el-Halîl ve Kudüs'ü istila etmelerine kadar insanlar belgeyi
göregeldiler. Şam'da bulunduğum günlerde bir vali Temîm'in evladına musallat
olup o yerleri kendilerinden almak istedi. Zahirde hanefî, bâtında mutezilî ve
mülhid bir şiî olan olan Kadı Hâmid el-Herevî davaya baktı. Temîm'in evladı
belgeyi delil olarak gösterdiler. Kadı bu belgenin geçerli olmadığını, çünkü
Allah Resulü'nün (sav) henüz malik olmadığı bir malı Temîm'e iktâ verdiğini
söyledi. Vali fukahadan fetva istedi. Tûsi, yani Gazzâli o sırada
Beytülmakdis'te idi. Gazzâli şöyle dedi: Bu kadı kâfirdir. Çünkü Nebî (sav)
"bütün yeryüzü bana mülk olarak verildi" demiş ve cennet'ten iktâ
vererek "şu kasır falana aittir" buyurmuştu. Onun va'di gerçek ve
bağışı haktır. Kadı ve vali hakir ve zelil oldu, Temîm'in evladı ellerindeki
ile baki kaldılar.
Bu, Muvatta şerhinde
gördüğüm bilgidir. îbnü'l-Arabi'nin bu sözünü Salahuddin es-SafediTezkire'sinde[166]
anmış, ondan başka Önde gelen alimler de nakletmişlerdir. İbnü'l-Arabî,
Gazzâli'ye ait faydalı bilgilerden derlediği bir kitap olan Kânunu*t-teVîF de[167]
olayla ilgili olarak Gazzâli'nin bir fetvasını verir ki onu güzel ve esaslı bir
şekilde dile getirmiştir. Kânûnû't-teVîl'de verilen bilgiyi HaydarıHasâis'inde
ve Şeyh Kuveysim de Simtül-leâl'de nakletmiş olup bu iki esere bakınız.
es-Siretü'ş-Şâmiyye'de
Hafız Şemsüddin b. Nâsirûddin ed~Dımaşkî'-nin şöyle dediği belirtilir:
Arkadaşım hilâfet sefiri İmâm Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed b. Hüseyin
el-Bâdirânî (Allah ona rahmet etsin) Emîrü'l-mü'minîn'in (Hz. Ali)
Resulullah'ın (sav) izniyle yazdığı yazıyı gördüğünü söyledi: "Bu, Allah
Resulü Muhammed'ın Temim ed-Dârî ve kardeşlerine Cebrûn (Habrûn), Mertûm,
Beytiaynûn ve Beytu ibrahim'i zimmetlerinde kesin bir bağış olarak verdiğine
dair belgedir. Bunu onlara ve soylarına teslim ve infaz ettim. Kim onlara
eziyet ederse Allah da ona eziyet etsin. Kim onlara eziyet ederse Allah ona
lanet etsin." Atık b. Ebî Kuhâfe, Ömer b. Hattâb ve Osman b. Affân
şahitlik yaptılar. Ali b. Ebî Tâlib yazdı ve şahid oldu. Şâmi sonra şöyle der:
Resulullah'ın (sav) Temîm ve kardeşi Nu-aymile arkadaşlarına ve soylarına
köyler i k t â edipbuhusustaonlarabir belge yazdığına ve kendilerine muarız
olacak kimselere belgede lanet ettiğine dair sahih rivayetler varid olmuş ve
bu belge bizim zamanımıza dek ellerinde olagelmiştir. Hafız Ebü'1-Fadl İbn
Hacer, Hafız Şemsüddin b. Nâsirûddin ed-Dımaşkî ve hocamız Hafız Celâluddin
es-Suyûtî bunun sıhhati hususunda birer eser kaleme almış olup her birinde
diğerinde olmayan bilgiler mevcuttur. Burada verilen bilgilerden daha fazlasını
isteyenler onlara başvursun.
Derim: Hafız İbn Hacer
eserini el-İsâbe'de (VII, 208) Ebû Hind ed-Dâri'nin biyografisinde zikreder,
ibn Hacer şöyle der: Ebû Nuaym, onun Temîm'in kardeşi olduğunu, Temîm ve
kendileriyle birlikte olanlarla Resu-lullah'a (sav) gelip ondan kendilerine
Şam'da bir arazi i k t â vermesini istediklerini, Resulullah'ın bu yerleri
onlar için bir belgeye yazdırdığını, hilâfeti sırasında Hz. Ebubekir'e (ra) bu
belgeyle geldiklerini ve onun da kendileri için Ebû Ubeyde'ye belgenin
gereğini yerine getirmesi hususunda yazı yazdığını söyler. Sözü edilen belge
meşhur olup Temîm'in soyunun elindedir. Ben bu belgeyle ilgili
olarakel-Binâü'l-celîl bi-hukmi Beledi'l-Halîl adını verdiğim bir eser yazdım.[168]
Sami'nin sözünü ettiği Hafız es-Suyûti'ye ait eserin adı el-Fadlu'1-amîm fî
iktâi Temîm olup[169]
Mısır el-Hidiviyye Kütüphanesinde mevcuttur (Katalog, c. VII, s. 63, mecmualar
bölümü). İ k t â ile ilgili Suyûti'ye ait bir başka kitap da olup Paris Umumî
Kütüphane'sinde bulunmaktadır. Ibn Nâsır'ın kitabına gelince, Kutbuddin
el-Hay-darîHasâ-is*inde ondan sözle şöyle der: Hafız ve hüccet hocamız Ebû
Abdullah Muhammed b. Ebubekir b. Nâsirüddin[170] Müsnedü
Temîm ed-Dârî[171] adlı eseri kaleme almış
olup orada bu belgenin kıssasını, belgenin aslına muttali olduğunu ve tam
olarak yazdığını zikreder.
Subhu'l-a'şâ'da (XIII,
122) müellif sozu edilen belgeyi Ibn Asâkir'in Târîh'inden naklen zikrederken
şöyle der: Allah Resulu'nun (sav) yazdırmış olduğu deri parçası (belge)
Haremu'l-Halil'in hizmetçileri Temîmilerin elinde olageldi şu zamana kadar Bir
kimsenin onlarla münazaada bulunduğu her defasında, belgeye muttali olup
kendilerine zulmedenlere engel olması için onu Mısır diyarının sultanına
getirdiler. Birçok kişi bu belgeyi gorduklerinihaber vermiş olup yazıldığı deri
parçası uzun zaman geçmesinden dolayı yıpranmış durumdaydı.[172]
Zurkâni, Şeyh Halil'in
Muhtasar'ına yaptığı şerhte "Zekât ve hükmü bâbı"nda Halil'in sozunu
açıklarken şöyle der: Allah Resulu'nun (sav) daha fethetmeden önce beytulmakdis
havalisinde bazı toprakları Temîm ed-Dârfye ikta etmesi, kendisine has
özelliklerdendir. Bu husus Suyûti'nin el-Hasâisü's-suğrâ'sında da
belirtilmiştir: Resulullah (sav) daha fethetme-dentoprakları i k t â
ederdi,çunkuAllahbutunyeryuzunukendisinemülk olarak vermişti. Gazzâli,
Resulullah'ın (sav) kendilerine i k t â olarakver-diğı topraklar konusunda
Temîm ed-Dârf nin evladına musallat olan kimsenin küfrüne fetva vermiştir.[173]
Munâvi el-Hasâisu's-suğrâ'nm şerhinde, Ibnu'l-Arabi'nin el-Kânûn'da Gazzâlfden
naklettiği bilgiyi ilave ederek desteklemektedir. Uchûri'nin "el-Hasâis*e
baktım fakat orada bunu bulamadım" sozunun manası şudur: el-Hasâis'te
Resulullah'ın (sav) Temîm'e toprakların fethi durumunda i k t â verdiği
belirtilmemiştir. ÇunkuAllah ona dünya ve cenneti mülk olarak vermiştir; her
ikisinde de dilediği ve uygun gorduğu kimseye, kendisi ve ümmetine nasip
kılman herşeyi iktâda bulunabilir. Munâvi'ninElfîyyetü's-siyer'e yaptığı
şerhte[174] Irâkfnin"bunun gibi
Resulullah mevcut araziyi de ihya edebilirdi" sözünden önce şu İfade geçer:
Allah Resulü (sav) fethinden önce araziyi i k t â ol arak verirdi. Çunku Allah
ona yeryüzünü mülk vermiştir. Gazzâli, Resulullah'ın (sav) kendilerine verdiği
i k t â hususunda Temîm ed-Dârfnin evladına tasallut eden kimsenin küfrüne
fetva vererek Resulullah'ın (sav) cennette bile i k t â da bulunduğunu, dünyada
evleviyetle verebileceğini söylemiştir.
Zurkâni'nin "bu
husus Suyûti'nin el-Hasâisü's-suğrâ'sında da belirtilmiştir" sözünden
maksat, Ümmûzecü'l-lebîb fî hasâîsi'l-habîb adlı eserdir. Zurkâni'nin ondan
naklettiği bilgi de eserin üçüncü faslında zikredilmiştir. Uchûri, Halil'in
"ve i k t â ile" sözünü açıklarken Tetâi'nin Şer-hu'I-Cellâb'da şöyle
dediğini belirtir: Resulullah (sav) Bilâl b. Hâris'e Ka-beliyye'yi,[175]
Temîm ed-Dârî'ye de Şam'da Aynûn köyünü fethedilmeden önce i k t â etmişti. Ebû
Sa'lebe el-Huşenî'ye de fethinden Önce kendi memleketinden iktâda bulunmuştu.[176] Bu,
Resulullah'm (sav) mucizelerinden olup bir kitabında Gazzâli'nin de zikrettiği
gibi Allah Teâla'nın kendisine mülk olarak vermesi ve diğer mahlukatı içinde
yalnız ona özgü kılması sebebiyle cenneti de i k t â verirken neden dünyayı
veremesin?
Derim: Ulemanın
Gazzâli'den naklettikleri bilgiye gelince, Ravdi Şer-hu Unmûzeci'l-lebîb'de
Gazzâli'nin bunu Minhâcül-âbidîn adlı eserinde zikrettiğini belirterek metnini
verir. Başka alimlerin, bu bilgiyi Gazzâli'nin fetâvâsında verdiğini
belirttikleri hususu daha önce zikredilmişti. Zurkâni Şerhu'l-Mevâhib'de (V,
278) Sübki'nin de Gazzâli'ninki gibi fetva verdiğini belirtir.[177]
Şeyh Ali el-Uchûrî, Şerhul-Ünmûzec ve başka eserlerde geçtiği üzere
Gazzâli'nin sözlerinin anlamına şöyle işarette bulunur:
Ulu ve kadri Yüce Rab
özgü kıldı Kâmil ve Mükemmel peygamberimize Cennetin mülkünü ve izin verdi
Uygun gördüğüne iktâ etmesine,
Tenbih: XII. yüzyıl
ulemasından Şeyh Mustafa Esad el-Lukâymî Fe-vâtihu'1-üns bi-rihletî
li-vâdi'1-Kuds[178]
adlı eserinde Resulullah'm (sav) Temîm'e verdiği mezkur i k t â ı, ki metni
daha önce geçtiği gibidir, kaydettikten sonra şöyle der: Bu iktâ Temîm'in
evladı elinde bulunmaya devam etmekte, günümüze dek onunla
geçinegelmektedirler. Onlar Halîl memleketinde ve havalisinde mukim olup
kalabalık bir grupturlar, kendilerine Dârîler denilmektedir. Bu, Allah
Resulü'nün (sav) bereketi sebebiyledir.
Derim: Dârîlerin bu
soyları Kudüs ve çevresinden hiç eksik olmadılar ve şimdiye dek ilim ve fazilet
ehli olageldiler. 1324 (1906) yılındaki Şam-Hi-caz yolculuğumuzda Halîl
beldesini ziyaretim sırasında onlardan Halil'in en önde gelen alimi
el-Haremü'1-Halîlf nin hatibi Şeyh Abdulhay b. el-Hatîb el-Hâc Abdülfettâh
et-Temîmî ed-Dârî, bu tarihe yakın bir tarihte de Halîl müftüsü ve bu asırda
Filistin bölgesinin meşhur âlimlerinden biri olan Şeyh Halil ed-Dârî el-Ezherî
ile görüştüm. Sonra, nesep imamlarından Endülüs'ün iftiharı İmâm İbn Hazm'ın
Cemhere'sinde bu Temîm ed-Dârî'nin zürri-yeti olmadığını belirttiğini[179]
gördüm. İbn Abdilber'in el-İs ti âbında da Te-mîm'in biyografisinde şu bilgi
verilir: Rukiyye adındaki kızından dolayı Ebû Rukiyye künyesi ile anılır. Bu
kızından başka çocuğu da olmamıştır.[180] Bu
bilginin benzeri Nevevi'ninTehzîbü'1-esmâ ve'1-luğâf ında da geçer.[181] İbn
Hacer'in Tehzîbü't-Tehzîb*indeki (I, 510) biyografisinde şu bilgi verilir:
Yakub b. Süfyân, onun erkekçocuğu olmadı-ğını, yalnız Rukiyye adlı bir kızı
bulunduğunu söyler. İbn Semi de Temîm'in Şam'da vefat ettiğini ve zürriye-ti
bulunmadığını belirtir.[182]
Şihâbüddin İbn Hacer el-Heytemî ve Burha-nüddineş-Şebrehîtî, Nevevi'ninel-Erbain^ne
yaptıkları şerhlerde[183]
Neve-vi'nin "Ebû Rukiyye Temîm ed-Dârî'den" diye verdiği onuncu
hadiste şöyle derler: Rukiyye, küçültme ismi (kalıbıyla okunmakta) olup kızdır
ve Temîm'in ondan başka çocuğu da olmamıştır. Bu bilginin benzeri
Nesimü'r-riyâz'da da geçer. Hafız İbnü'l-Arabi'nin el-Kabes'te Temîm'in
evladının Resulullah'm (sav) belgesini kendi lehlerine delil olarak
gösterdikleri ve Temîm evladının belgeleriyle baki kaldıkları şeklindeki sözü
daha önce geçmişti. Kudüs tarihçisi Mücîrüddin el-Hanbeli"bui k t â Temîm
ed-Dârî'nin zürriyeti elinde olageldi" der. Yine onun 'Valilerden biri
Temîm'in evladına musallat oldu" şeklindeki sözü geçmişti. Yine onun
"Al-i Temîm baki kaldı" sözümevcutolup " e v 1 â d" değil
de " âl " kelimesinikullanmistir.es-Sîretü'ş-Şâmiyye'de Nebevî i k t
â nın metninden "Bu, Allah Resulü Mu-hammed'in Temîm ve kardeşlerine
vermiş olduğu son şeydir" ifadesi nakledilir. İbn Asâkir'in Târîh'inin
ihtisarındaki bir rivayette ise Nebevî i k t â-nın metninde "Temîm'e ve
ondan sonra gelen soyuna (akabine)" ifadesi geçer. Nitekim Hafız İbn
Hacer'den de "Temîm'in zürriyetinin elinde" ifadesi nakledilmişti.
Suyûti'nin sözü de "Temîm'in evlâdı" şeklindedir. Ancak şu da var ki
bu ifadelerle kızının evladını kasdetmiş olabilirler. Allah en doğrusunu
bilir.
Tenbih:
Uyûnu't-tevârîh'te "Ali b. Bû Tâlib yazdı" şeklinde geçen ifadeyi
aynı şekilde Simtü'l-leâl'de müellifin el yazısıyla gördüm. İbn Fadlul-lah
el-Ömerî de el-Mesâlik ve'1-memâlik adlı eserinden naklen verilen "Atîk b.
Ebî Kuhâfe şahid oldu ve Ali b. Bû Tâlib yazdı" ifadesinde geçtiği üzere
bunun aynısını bizzat görmüştür. İbn Sultân Şerhu'ş-Şifâ'da "Resulullah'ın
(sav) fesahati" bahsi ıxie şu bilgiyi verir: Ebû Zeyd en-Nevâdir'in-de[184] Asmai'den,odaYahyab.Ömer'den
şunu nakleder:Kureyşliler " e b" (baba) kelimesini künye içinde değiştirmezler;
cer, nasbve refhalle-rinin hepsinde "merfu" yaparlardı.[185]
Yani Ali b. Ebû Tâlib denildiği gibi. Leheb süresindeki âyet " t e b b e
t yedâ Ebû Leheb" şeklinde de okunmuştur. Cemalüddin Ahmed b. Ali b.
Hüseyin b. Mühennâ b. Ut-be ed-Dâvûdî Umdetü't-tâlib fi ensâbi Ebî Tâlib adlı
kitabında, bizzat kendisi ve başkalarının Ali b. Ebî Tâlib tarafından yazılmış
ve babasının adını Ali b. Ebîtâlib şeklinde kaydettiği birçok mushaf
gördüklerini belirtir.[186]
Yine o el-Mezâr'da[187]
efendimiz Ali tarafından yazılmış bir ciltlik bir mushaf gördüğünü ve
nihayetinde Kur'an yazısının bitiminden sonra "Rahman ve Rahim olan Allah'ın
adıyla. Bunu Ali b. Ebîtâlib yazdı" ibaresini gördüğünü zikreder. Allah
en doğrusunu bilir.[188]
Resulullah'ın (sav) mektuplarından
tarihin bizzat kendisini bizekadaı koruduğu en son mektup, Herakliyus'a
gönderilen ve metni daha önce anıl mış bulunan mektuptur. Bu mektubun kendi
zamanına dek varlık ve mev cudiyeti üzerine konuştuğunu gördüğüm ilk kimse
Hafız Süheyli olup er Ravdü'l-ünüfte (II, 321) şöyle der: Rivayet edildiğine
göre Herakliyus H2 Peyganıber'in (sav) kendisine gönderdiği mektubu, ona
duyduğu saygıda: dolayı altından yapılmış bir borunun içine koymuştu. Onlar
mektubu e: yüksek dolapta ve en yüce mekanda muhafazayla büyükten büyüğe tevarü
edegeldiler, ta ki Tuleytula (Toledo) ve Endülüs'ten diğer bazı yerleri ele gt
çirip hakimiyetine alan Alfonso'ya ulaştı. Sonra da onun Suleytin diye bil nen
kızının oğluna geçti. Arkadaşlarımızdan birisi Suleytin'ten mektub görmeyi
isteyen Abdülmelikb. Said adlı müslüman ordu kumandanları dan birinin kendisine
şöyle dediğini bana anlattı: Mektubu bana getird onu okumaya çalıştım ve öpmek
istedim, onu koruma maksadıyla ve bende esirgeyerek elimden aldı ve beni
öpmekten menetti.[189]
Süheyli 581 118 yılında Merakeş'te vefat etmiştir. Onun bu sözlerini Kirmâni
el-Kev; kibü'd-derârî'de, Hafız İbn HacerFethu*l-Bârî'de, Burhanüddin el-H lebî
Nüru'n-nibrâs'ta, İbn Gazi Sahih-i Buhari haşiyesinde, Şeyh Et Zeyd el-Fâsî
Teşnîfü'l-mesâmi'de, Allâme Kuveysim et-Tûnisî Simtü Leâl'de ve başkaları
özetle zikrederler. Suheyli'nin "Abdulmelik b. Said" sozu
er-Ravdü'1-ünüfun matbu nüshasında da bu şekilde geçtiği gibi Simtü'l-leâTde
Şeyh Kuveysim'in elyazısıyla aynı şekilde geçmektedir. Fethü'l-Bârî'de ise[190]
Suheyli'den naklen "Abdulmelik b. Sa'd" şeklinde kaydedilir. Ibn
Hacer, Suheyli'nin sozunu "Suheyli'nin andığının butunu şudur ki ona
Herakliyus'un mektubu... koyduğu... haberi ulaştı" şeklinde açar ve onun
sözlerinin hemen ardından şöyle der: Birçoklarının bize haber verdiğine göre
Kadı Nuruddin Ibnu's-Sâiğ ed-Dimaşkî, Seyfuddin Kılıç el-Mansur'un kendisine
şöyle dediğini anlattı: Melik el-Mansur Kalavun beni bir hediye ile Mağrib
hükümdarına, o da beni aracı olarak Frank kralına gönderdi. O aracılığımı kabul
ederek yanında kalmam teklifinde bulundu. Ben kabul etmeyince bana "sana
değerli bir hediye ithaf edeceğim" dedi ve altın kaplama bir sanduka,
ondan altından bir kalem kutusu ve ondan da bir mektup çıkardı ki harflerinin
çoğunu gordum. Üzerine ipekten bir bez parçası yapışmıştı. Kral şöyle dedi:
"Bu, sizin peygamberinizin atam Kay-ser'e gönderdiği mektup olup onu
şimdiye dek birbirimizden tevarüs edegel-dik. Babalarımız, bu mektup bizim
yanımızda olduğu surece saltanatın bizde olacağını tavsiye ettiler. Biz de onu
son derece özenle koruyor, ona saygı gösteriyor ve hükümranlığın bizde devam
etmesi için hristiyanl ardan saklıyoruz." Said b. Ebî Râşid'in rivayet
ettiği şu hadiste geçen bilgi de bunu teyid etmektedir: "Nebî (sav)
Herakliyus'un elçisi Tenûhı'ye islâm'ı teklif etti, o kabul etmedi. Bunun
üzerine Resulullah (sav) şöyle buyurdu: Ey Tenuh-lann kardeşi, sızın kralınıza
bir sahıfe yazdım, onu al. Yaşamada hayır kaldıkça insanlar onda bir kuvvet
bulmaya devam edeceklerdir."[191]
Bunun gibiEbûUbeyddeKitabü'l-Emvâl'de[192] Umeyrb.
Ishak'ın " m u r s e 1 Terinden şu tahrici yapar: "Resulullah (sav)
Kayser ve Kısra'ya mektup yazdı. Kısra mektubu okuyunca yırttı Kayser ise
mektubu okuyunca durup kaldırdı. Bunun üzerine Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
Şunlara gelince, onlar parçalanacaklardır. Berikilerin ise ardı arkası
olacaktır". Allah Resulu'-nun (sav), Kisra'nın cevabı kendisine
geldiğinde"A/£a/ı onun mulkunu (saltanatını) paramparça etsin", Herakliyus'un cevabı geldiğinde ise
"Allah onun mulkunu sabit kılsın" buyurması da bu rivayeti teyid eder.
Allah en doğrusunu bilir.[193] Ibn
Hacer 852 (1448) yılında vefat etmiştir. Ibn Hacer'in bu sözlerini özetle
Zerrûk Sahih-i Buhari^e yaptığı haşiyede, Kastallâni el-Mevâhibü'1-ledüniyye'de,
Halebi Siretânde[194] Şeyh
Kuveysim Sim-tül-leâFde ve diğerleri zikretmektedirler. Zurkâni
Şerhu'l-Mevâhib'de buna şu ilavede bulunur: insanların küfürde bile birbirinden
farklı ve ayrı özde olduklarına bakınız![195]
606 (1209) yılında
meydana gelen Ikâb savaşından sozedılırken Mağ-rıb tarihi kitapları ve Ibn Ebî
Zer'ın Ravdu'l-kirtâs'ından (s 168) nakledilir ki Melik en-Nâsır-Lıdınıllâh
Muhammed b Yakub el-Mansur el-Muvah-hidî gaza maksadıyla Endülüs'e çıktığında
Alfonso[196] onun maksadını haber
aldı, kendisim karşılamak için izin almak üzere elçisini gönderdi ve yakın
maiyeti, hanımı, hizmetçileri ve sunacağı hedıyelerıyle Nasır'ı karşıladı
Resulullah'm (sav) Bizans kralı Heraklıyus'u gönderdiği mektubu, onunla
kendisine şefaatte bulunması için Nasır'a takdim etti Bunu yapmasının bir
sebebi de hükümdarlığın kendisine büyükten buyuğe miras olarak geçtiğini ve bu
mektubun onların yanında, hakkını ıclâl ve saygı ifadesi olarak miskle dolu
altın bir sandıkta yeşil bir kumaş içinde koku sürülerek muhafaza edilip tevarüs
olunduğunu bildirmekti.[197] Bu
bilginin aynısıel-İstiksâ'da da (I, 192) geçer Fakat orada "dendi"
ifadesiyle verilir ki ona bakınız.[198]
Sozu edilen hükümdar Nâsır'ın vefatı 610 (1213) yılında ıdı Ârıfel-Fâsî'nın
Sahîh-i Bahariye yaptığı haşiyede "Kıtabu'l-Cıhâd"da Kayser'e gönderilen
bu mektupla ilgili olarak Ibn Merzuk'tan şu bilgi nakledilir Bazı tarihçilerin
kaydettiklerine göre bu yüce mektup hnstıyan krallar nezdmde saygı görerek
tevarüs edılegeldı Endülüs'ün musluman hükümdarlarından bin onlara galebe
çaldığında, mezkur mektupla onun himayesini isterler ve kendilerine tekrar
iade edeceğine dair ahıd almadıkça da onu mektuba muttali etmezlerdi
Müslümanlar o mektubu gördüler, ilgili âyet (Âl-ı Imrân 3/64), Buharı'nın
rivayetinde olduğu gibi mektupta " v â v" harfiyle (veyâ
ehlu'l-kıtâb) geçiyordu Endülüs fakıhlerı mektubun onlara iadesi konusunda
goruş ayrılığına düştüler, Resulullah'm (sav) mektubu onlara vermesi sebebiyle
düşmana iade mı edilecekti, yoksa bunun zaruret dolayısıyla olduğu, şimdi bu
zaruretin ortadan kalktığı ve onların da şer'an necıs sayılmaları sebebiyle
iade edilmeyecek mıydı1? Sonunda mektubun iadesine hükmedildi Çunku mektubu
onlara vermemenin mesnedi onu tahkir etme ihtimaliydi, bu hususta ise emin
olunmuştur ve mektubun ilgili olduğu konu da devam etmektedir Evet, mektupta
Buharı rivayeti ve âyette " v â v " bulunduğunun doğruluğuna şahit
vardır Ârıf el-Fâsî sonra Fethul-Bârî'den daha önce verilen sözleri özetle
nakletti Ebû Zeyd el-Fâsî'nın bu konu üzerine babasından kaydettiği haşiyelerde
şu bilgi vardır Ibn Merzuk şöyle der Yakub el-Mansur zamanında bu mektubun
(sıhhati hakkında) vakıf olunan şahidi, onun hadiste geçtiği gibi
"vâv" harfi ile olduğudur Müslümanlar o sırada mektubun Rumlara
(Bızanslara) geri verilip verilmemesi hususunda ihtilaf ettiler, sonra iade
edilmesi konusunda goruş birliğine vardılar Çunku mektup onların nıulkuıdı ve
onu " e m â n "la getirmişlerdi Üstelik müslümanlar mektubu onların
yanında son derece saygı gösterilir halde buldular.
İbn Merzuk'un
"Yakub el-Mansur zamanında" sözüne dikkat atfetme-lidir. Çünkü
bilinen husus, olayın onun babası Nasır zamanında geçtiğidir. Fâsî, mektubun
onlara iadesini gerektiren başka sebepler de zikreder. 1142 (1729) yılında
Medine'de vefat eden ve orada medfun bulunan muhaddis İmam Ebü'l-Hasan Ali
el-Hureyşî el-Fâsî,[199]
eş-Şifâ'ya yaptığı şerhte şöyle der: Önde gelen alimlerin sonuncusu Şeyh
Ebü'l-Mekârim Abdülkâdir'in bize anlattığına göre Rumlar mektubu Mağrib
hükümdarlarından bîrine gönderdiler, o da şerefli mektuba elkoymak konusunda
zamanının alimlerine danıştı. Kimi elkoynıasmdan, kimi de iadesinden yana oldu.
Sonra da Resu-lullah'ın (sav) mektubu onlara temliki ve mektuba gösterdikleri
saygı dolayısıyla, kendilerine iadesi hususunda görüş birliğine vardılar.
Derim :NefhuJt-tîb'de
(II, 581) geçen şu bilgi de o devirde İspanya kralları veya onlardan
bazılarının soyca Herakliyus'a dayandıklarını gösterir: Endülüs'te hafızların
sonuncusu olan İbn Hubeyş[200] şöyle
dedi: el-Meriyye (Almeria) kalesi istila edildiğinde orada bulunuyordum. Alfonso'nun
kızının oğlu olan Rûm lideri Suleytin'e vararak ona şöyle dedim: Senin soy
zincirini Herakliyus'a kadar ezbere biliyorum. Bana "söyle" dedi,
ben de ona nesebini zikrettim. Bunun üzerine bana "sen, ailen ve seninle
birlikte olanlar karşılıksız hür olarak çıkın" dedi. İbn Hubeyş, İbn
Dihye, İbn Havtullah ve Ebu'r-Rebî el-Kelâî'nin hocasıdır. Allah onlara rahmet
etsin.[201] Derim: Nef-hu't-tîb'de
de geçtiği üzere İspanyolların el-Meriyye'yi istila etmeleri 542 (1147)
yılındaydı. Bu İbn Hubeyş arif ve hafız İmâm Ebü'l-Kasım Abdur-rahman b.
Muhammed b. Hubeyş el-Merîsî sonra el-Mürsî olup Mürsiye'nin (Murcia) kadısı
idi. İbnü'I-Ebbâr Tekmiletü's-Sıla'da[202]
onun biyografisini vererek "O, Mağrib'te muhaddislerin sonuncusuydu.
Mağrib ricalini, onların haberleri, doğum ve ölümlerini bilme konusunda kimse
onunla yarışa-mazdı" der ve vefat tarihini 584 (1188) olarak zikreder
(III, 573). İbn Fadlul-lah el-Ömerî diye tanınan İmâm Kadı Şihabüddin Ahmed b.
Yahya (ö. 747/1346) et-Ta'rîf bi-mustalahi'ş-şerîf (s. 62) adlı eserinde şöyle
der: Alfonso'nun elçisi, Salahuddin et-Tercümânu'n-Nâsırî adında doğru ve güvenilir
bir tercümanın aracılığıyla, Alfonso'nun, kendisinden Şam'ın alındığı
Herakliyus'un çocuklarından olduğunu, Herakliyus'a gönderilen Nebevi yüce mektubun
tevarüs yoluyla onlarda bulunduğu, atlas ve dîbâca sarılı olarak korunup
muhafaza edildiği, kıymetli eşya ve mücevherlerden daha iyi saklandığını,
şimdiye dek yanlarında olup çıkarılmadığı ve çıkarılmasına müsamaha
edilmediği, ona iclâl nazarıyla bakıldığı, büyükten büyüğe ve seleften halefe
tevarüs ettikleri bir vasiyetle ona son derece saygı gösterdiklerini bana
anlattı.[203] Kalkaşandi
Subhu'l-a'şâ'da (VIII, 34),et-Ta'rîftege-çen bu sözleri özetle verir ki ona
mutlaka bakınız.[204]
XI. yüzyılın büyük
alimlerinden biri olan Mısır'ın kadı ve allânıesi Şihâbüddin el-Hafâcî
eş-Şifâ'ya yaptığı şerhte (birinci baskı, III, 174), mezkur mektubun kendi
zamanına dek mevcut olduğunu kesin bir ifadeyle belirtir ki onun vefatı 1069
(1659) yılındadır, işte onun sözleri: Zikrettiklerine göre Resulullah'ın (sav)
mektubu şimdiye kadar onların krallarının yanında idi; ona saygı gösteriyorlar
ve altın bir kutuda yanlarında muhafaza ediyorlardı. Krallar birbirlerine onu
korumayı, bu mektup yanlarında oldukça hükümranlıklarının da devam edeceğini
vasıyyet ettiler. Hatta hanefî alim İbnü's-Sâiğ Sultan Kalavun tarafından
önemli bir iş için Mağrib'te hristiyan kralına gönderildiğinde mektubu
çıkararak ona göstermiş ve şöyle demişlerdi: "Bu sizin peygamberinizin
bizim atamıza gönderdiği mektuptur, onu muhafaza ediyor ve kendisiyle
teberrükte bulunuyoruz". Mektup Tuleytula hükümdarının yanındaydı, şimdiye
dek onların yanında kalmaya devam ediyor. Fakat Allah dilediğini hidayete erdirir.[205]
Kendi ifadesiyle Hafâci'nin sözleri budur. Ebü'l-Hasan el-Hureyşî de eş-Şifâ
şerhinde şöyle der: "Resulullah'ın (sav) mektubu Kayser'e geldiğinde onu
öpmüş ve tazimde bulunmuştu. Mektup şimdiye dek onların yanında altın bir
kutuda muhafaza edilmektedir; kralları onu birbirlerine vasiyet ediyorlardı.
Mektubu hanefi alim İbnü's-Sâiğ için çıkarmışlardı. Tuleytula kralının yanında
idi, şimdi de onların yanlarında bulunmaktadır. Mektubu ulemadan birçoğuna
göstermişlerdi." Hureyşi'mn sözü.
Mezkur mektubun
İspanyollar'ın yanında bulunduğunu ve onların krallarının Herakliyus'un
soyundan olduklarını kesin bir biçimde ifade edenlerden biri de geçen asır Orta
Mağrib'in ünlü alimlerinden büyük tarihçi Şeyh Ebû Râs b. Ahmed b. Nasır
er-Râşidî el-Muaskerî'dir. Muasker de 1238 (1823) yılında vefat etmiş olup orada
kabrini gördüm. el-Haberü'l mu'rib ani'1-emri'l-muğribil-hâl bi'1-Endelüs ve
suğûri'l-Mağrîb[206]
adlı eserinde şöyle der: İspanyollar Rûm'dandırlar (Bizanslı). Rumlar de
Beni'l-Esfer'dendirler (Yunanlar). Çünkü Herakliyus da onlardandır. Resu-lullah
(sav), Dıhye (ra) ile ona gönderdiği mektupta "Rûm'un büyüğü Herak
liyus'a" diye hitapta bulunmuştu. Nitekim Kureyşliler de, Herakliyus'ui
Resulullah (sav) hakkında söylediklerini duyduklarında "Beni'l-Esfer kral
ondan korkuyor" demişlerdi. Bu İspanyollar'ın onlardan olduklarına dai: delile
gelince, Hafâci Şerhu'ş-Şifâ'da şöyle der: "Resulullah'ın (sav)
Herak-liyus'a gönderdiği mektup şimdi onların önemli şehirlerinden biri olan
Tu-leytula kralının yanındadır." Hafız Ibn Hubeyş de Alfonso'nun
kızkar-deşımin oğlu azgın Suheytîn'e "Senin nesebini Herakliyus'a kadar
ezbere biliyorum" demişti. Şeyh Ebû Râs'ın sözleri burada sona erdi. Ebû
Râs bundan sonra Tuleytula'dan bahsederken de şöyle der: Tuhaftır ki Hz.
Peygam-ber'in (sav) Herakliyus'a gönderdiği mektup onun kralının yanındadır. Hanefi
alim Ibnu's-Sâiğ Sultan Kalavun tarafından gönderildiğinde onu görmüştü.
Suheylı'nin daha önce geçen sözlerine işaretle "bu kıssa meşhurdur"
diyen Ebû Râs sonra da şöyle der: Alfonso (Edfûneş; şin harfi ile yazılır, sin
ile de olur), Herakliyus'un oğlu Kostantin'in soyundan Herrândî b. Farâ-nid'in
(Hernandez, Fernando?) oğludur. Ebû Râs bir başka yerde de şöyle der-
ispanyollar Rûm'dan bir fırka olup kadim şehirleri ve saltanatlarının merkezi
olan ispanya'ya nisbetle bu adı almışlardır. Hafâci'nin "Hz. Pey-gamber'in
(sav) islâm'a davet için Rûm'un buyuğu Herakliyus'a yazdığı mektup Tuleytul a
kralının yanında olup onu Ibnu's-Sâiğ'e göstermişti" sözlerinin de
gösterdiği gibi ispanyollar Franklardan değildirler. Bizden Tu-leytula'yı
alanların ispanyollar olduğu da bilinmektedir.
Subhu'l-a'şâ'da (V,
484) şu bilgi verilir: Saltanat merkezleri Endülüs'te Tuleytula ve Barşeluna
(Barselona) olan Franklardan Celâlika (Galicia) krallarının her birine
"Edfuneş" denir ki bu lakap şu zamanımıza kadar onların kralları
için kullamlagelmiştir. Bu lakap halk dilinde "Elfunş" (Alfonso)
şeklinde geçmektedir.[207]
Derim: Müslümanların
Endülüs'ü terketmelerinden beri sözkonusu mektupla ilgili haberler kesilmiş
durumdadır. Tarihçilerden, katipler ve elçilerden mektubu ne vasfeden ne
zikreden birisini gorduk Bu yıl (Rebiulev-vel 1341 yılı başlarında: Ekim 1922)
Tetvân'a yaptığım yolculukta ispanya'nın bölgedeki umumi komiseri ve
ispanya'nın sozu edilen alimleri ve tanınmış komutanlarından biri olan General
Burkoti (?) İle görüştüm. Kendisine bu mektubu sordum, onun yanında mektuptan
ne bir iz bulabildim ne de ondan iyi kotu bir haber verdi. Sanıyorum ki
rahiplerin satvetinin şiddetlendiği günlerde ispanyol taassubu oradaki diğer
Arap eserlerini yokettiği gibi mektubu da yoketmiştir. Allah mahlukatına
dilediğini yapar. Milletlerin nesepleri konusunda yazanlann birçoğu,
ispanyolların Franklardan başka olduklarını, Fransızlar ve krallarının nesep
bakımından ispanyollar ve kralları ile birleşme diklerim belirtirler. Sonra
Ferid Vecdi'ninDâiretü'l-meârîFinde Franklar'ın Avrupa'da Kuzey Denizi
tarafında meskun Cermen kabileleri oldukları; şimdiki Fransız, isviçre,
Belçika ve Almanya'nın bir bolumunu oluşturdukları, bu ismin bugün
muslumanlarca Avrupalılar için kullanılan özel bir isim olduğu ve bunun Araplar
tarafından ispanyol hırıstiyanları hakkında kullanışından onlara da sirayet
ettiğinin zikredildiğini gördüm.[208]
Ferid Vecdi'den başka, Ahmed Şefik Beg el-Mısrî'nin er-Rıkk fî'1-İslâm adlı
eserine talikte bulunan Ahmed Zeki el-Mısrî de şöyle der: Franklar Cermen
aileleri cümlesinden olup aşağı Ren nehri boylarında meskundurlar. Fransızlar
onlardan türemişlerdir (s. 31). Fas'ta bugün hakim bulunan ailenin atası
Sultan Ebü'1-Fidâ el-Mevlâ İsmail b. Şerif el-Alevî'nin Fransız krallarından
birine hitabında vaki husus da bunu göstermektedir. İslâm tarihi üzerine
meşhur eser ve araştırmaları bulunan ünlü Fransız tarihçi Le Colonel Henry de
Castries bana Sultan İsmail'in Fransız kralı XIV. Louis'e gönderdiği 1093
(1682) tarihli mektubun bir fotoğraf nüshasını verdi. Mektupta Louis'e şöyle
diyordu: "Sen, ceddimiz ve efendimizin kendisine mektup yazdığı Rûm'un
büyüğünün soyundansın, biz ancak seninle konuşmağa razı oluruz.."[209] Fas
kadılarından tehevvüre kapılan biri bunun kesin olduğunu ve Herakliyus'a
gönderilen mektubun şimdiye dek Fransa'nın elinde bulunduğunu ileri sürdü.
Bunu, 1332 (1914) yılında Fas'ı ziyaret eden ve daha sonraları Fransa
Cumhuriyeti başkanı olacak Fransa Temsilciler Meclisi başkanı Paul Deschanel
ile konuşması sırasında söyledi. Gerek Fransız gerek diğerlerinden duyan herkes
bunu garipsedi. Zavallı kadı o sırada Sultan İsmail'in mektubundan da haberdar
değildi. Bunun manasından anlaşılan şudur ki Fas halkı o sırada Acem (Yabancı,
Arap olmayan) krallarının isimlerinden Herakliyus'tan daha meşhurunu
bilmedikleri, Acem dili ve milletlerinin tarihinden uzak bulundukları için bu
Acem milletinden gördükleri herkesi bir tarafta nesep, diğer taraftan din
yönünden Herakliyus'a nisbet ediyorlardı.[210]
Sultan İsmail'in sözü geçen mektubundaki hareket noktası ile Hâfız'ın (İbn
Hacer), İbnü's-Sâiğ'in Herakliyus'a gönderilen Nebevi mektubu yanında gördüğü
kralı Farnklar'dar saymasının sebebi de bu olsa gerek. Allah en doğrusunu
bilir. Sözü geçen Co lonel, el-Mevlâ İsmail'in kendi kralları Louis'e
gönderdiği birçok mektubı gördüğünü, ona bazan daha önce geçtiği şekilde hitap
ettiğini bazan da He rakliyus'a gönderilen mektubu sorduğunu[211]
haber verdi ve Herakliyus ili mezkur Louis arasında hiçbir münasebet bulunmadığı
ve bunun onlardai kimsenin aklına gelmediğini son derece tekitle bana ifade
etti. Sonra allâmı Ebül-Abbas b. Hâc el-Fâsî'nin Aleviyye devleti tarihine dair
ed-Dürrü*l mımtahabü'l-müstahsan[212]
adlı kitabının yedinci cildinde 1114 (1702) yilı olaylarında, Sultan İsmail'in
kendi zamanında Fransa'ya hükmeden Louis'e gönderdiği mektubu naklettiğini
gördüm. Mektupta Herakliyus'un sözü edildiğinde şöyle diyordu: "Eğer sen
Herakliyus'un soyundan olsaydın müslüman olurdun, İslâm senin için daha
hayırlıdır. Sen her halükârda onun soyundan değilsin; Afrika'da Abdullah b. Zübeyr'in
öldürdüğü Gre-gor'un[213]
soyundansm. Bugünkü Tunus olan Kartaca'yı o zamandan itibaren ataların
terkettiler..." Adı geçen eserde yedi sayfa tutan mektubundan sözleri.
Böylece toz ortadan kalktı, hasım gerçeği ikrar etti ve münakaşa sona ermiş
oldu. Sonra tarihçi Mahmud Fehmi el-Mısrf nin el-Bahru'z-zahir fî târihi'1-âlem
ve ahbâri'l-evâil ve'1-evâhir[214]
adlı tarihinde Herakliyus ailesinin yüz yıl saltanat sürdükten sonra miladi 711
yılında son bulduğunu belirttiğini gördüm (II, 366). Bundan maksadının
saltanatın ellerinden gitmesi mi yoksa ailenin kökten inkırazı mı olduğu
hususunu düşünmelidir. Allah en doğrusunu bilir.[215]
1.
Şeyh Ebû Râs, daha
önce geçen malumatın ardından şöyle der: "el-İlâm müellifinin de
belirttiği gibi Resulullah'ın (sav) mektuplarının Habeşistan kralları
katındaki durumu da böyle olup ona tazimde bulunuyorlardı". Bu mektupla
ilgili olarak, bu anılan bilgi ile "Ülkesinde bulunan müslüman bir kadını
devlet başkanıyla evlendirmesi için yabancı hükümdara elçi gönderilmesi
bâbı"nda[216] İbn Cemâa'dan naklen
verdiğim bilgiden başka elimde malumat yoktur.[217] İbn
Cemâa şöyle der: Necâşi, Hz. Peygam-ber'in (sav) mektubunu muhafaza etti ve
"bu mektup yanlarında bulundukça Habeşliler hayır içinde
olacaklardır" dedi. İbn Sa'd'ın Taba-kât*ında (I, 16) da şu bilgi verilir:
Necâşi Allah Resulü'nün (sav) mektuplarını (iki mektup) okuduktan sonra
fıldişinden yapılmış bir kap istedi ve Resulullah'ın (sav) mektuplarını onun
içine koyarak şöyle dedi: "Bu iki mektup yanlarında bulundukça Habeşliler
hayır içinde olacaklardır."[218]
Sadık Paşa el-Müeyyed el-Azm'ın Osmanlı Devleti adına yaptığı Habeşistan
sefirliğini kaleme aldığı Rihletül-Habeşe[219]
adlı eserine muttali oldum. Konuyla ilgili olarak orada anlattığı bütün
malumat şudur: Sadık
Paşa, oradaki muslumanl ardan
Habeşî bir alime Nebî (sav) zamanında musluman olan Habeşistan kralı Ashame'yi
ve onunla Nebî (sav) arasındaki mektuplaşmaları sormuş, o daşoyle cevap
vermiştir. Ashame Arapça'da "atıyye" manasına gelir. Sozu edilen
Necâşi Tİgre eyaletine bağlı Menkılu'l-alâme denilen yerde medfun olup
efendimiz Cafer b. Ebî Tâlib kendisiyle orada karşılaşmıştır. Bu yer Agame'ye
yakın olup orada her yıl buyuk bir panayır kurulmakta ve Necâşi'nin kabrini
ziyaret için oraya binlerce musluman ve hırıstiyan gelmektedir (s. 193). Eğer
Habeşlilerin elinde üzerinde durduğumuz konuyla ilgi bir bilgi olsaydı
herhalde öncelikle anılıp yazılması gerekirdi.
2.
Tunus gazete ve
dergileri Resulullah'ın (sav) Mısır kralı Mukavkıs'a gönderdiği mektubun
istanbul'da müzede bulunan asıl nüshasından fotoğrafla alındığını söyledikleri
bir mektup yayınladılar. Ben daha önce 1323 (1905) yılında Mısır
yolculuğumdaonun bir nüshasını elde etmiştim ve belki de onu Fas'a ilk getiren
benim. Ancak suvar ki ne o zaman ne şimdi o mektubun mevsukiyeti ile ilgili
kesin bir kanaat taşıyor değilim. Çunku mektubun aslıyla ilgili olarak
zikredilen olanca bilgi, onun Mısır'daki manastırların birinde bulunduğu ve
alınarak istanbul'daki Emânat-ı Mukaddese Dairesi'ne konulduğudur.[220] O
sıralarda Hilâl dergisinde bunun gerçek olmadığına ve bu konuda tevakkufta
bulunmak gerektiğine işaret edildiğini gordum. Kesin bir mesned olmadıkça
herhangi bir şeyin Resulullah'a (sav) kesin bir biçimde izafe edilmesinin caiz
olmadığında hiçbir musluman şüphe etmez. Aksi halde "ispat edici delil
olmayınca, iş geveni soymak olur "[221]
Bazı kimselerin Şam'da aslı eski Şam muftusu Şeyh el-Murâdî'nın imaretine ait
olup el-Kuwetlî[222]
evladına intikal eden bir evde Nebevî mühürle mühürlenmiş ve ashaptan birinin
yazısıyla bir Arap kralına hitaben yazılmış Nebevî bir mektup bulunduğu
yolundaki konuşmaları da bu kabildendir. Şemsuddin Muhammed b. Abdulcevad
el-Kâyâtî el-MısrîRavdatü'1-bişâm fi'r-rihle ilâ bilâdi'ş-Şâm[223]
adlı seyahatnamesinde (s. 130) ondan şu sözleriyle bahseder: "Bizi
zamanın en ilginç ve yüzyılın en güzel şeylerinden birine muttali ettiler. O
da Hazret-i Seyyidi'l-Enbıyâ'mn Arap krallarından birine bir sa-habinin
yazısıyla gönderdiği ve sonunda "Muhammedun Resulullak" mührünün
bulunduğu bir mektuptu. Ancak şu var ki asırların geçmesi, zamanın tekerrürü
sebebiyle bu satırların yazıları çok dikkatle bakılmadıkça görünemeyecek
durumdaydı. Bu yüzden, okuyucunun onun kadim Kûfî harfleri ve yazısını
farkedebilmesini kolaylaştırmak için bu yüzyılda kullanılan açık Arapça
yazıyla bir suretini yazdılar. Sonuç olarak o, izzet ve iftihara vesile olacak
en güzel eserlerden biridir". 1324 (1906) yılında Şam'ı ziyaret ettiğimde
Şam'ın ileri gelenlerinden bu mektubu sordum. Hepsi de nisbetvesened bakımından
bu hususu ciddiye almadılar; mektubun sıhhati ve bu hususta ellerinde bir
delilin mevcut olmaması sebebiyle o ailenin mektubu elde etmeleri konusunda
mevsukiyet bulunmadığım kesin olarak ifade ettiler.
Derim: Bu çağdan
yüzyıllarca önce Şam'ın hafızı Burhanuddin el-Ha-lebî Nûru'n-nibrâs'ta, Şam'da
bulunanan Nebevi asardan bahsederken şöyle der: "Allah Resulü'nun (sav)
âsâr-ı şerifinden şimdi mevcut olan şey bildiğimiz kadarıyla Şam'da iki nal i n
dir ki her biri bir yerde olup nerede bulundukları bilinmemektedir".
Fethu'l-Müteâl'de Makkari, Şerhu'l-Mevâhib'de Zurkâni gibi tanınmış alimlerle
başkaları da bunu nakledip tasdik ettiler. Ebü'l-Kasım ez-Zeyyâni'ninet-Tercümânetü'l-kübrâ[224] adlı
seyahatnamesinde Şam ve eserlerinden bahsederken şöyle demesi enteresandır:
"Resulullah'ın (sav) giydiği na'lin-i şerifin bulunduğuDâ-rülhadis'e
gittim, onu ziyaret edip öptüm ve kendisiyle teberrukte bulundum." Bu
oldukça tuhaftır. Çünkü Makkari nalinlerle ilgili olarak gösterdiği itinaya ve
Fethu'l-Müteâl'de bu konuyu ele almasına rağmen ne o ne başka tarihçi ve
seyyahlar ne Şam'daki bu mektubu ne de sözü edilen n a -1 i ni zikretmem
işlerdir. Muhtemelen Zeyyâni " n a 1 i n lerin bulunduğu yeri ziyaret
ettim" demeyi murad etmişken sürçü kalemle " n a 1 i n leri"
demiş olmalıdır. Allah en doğrusunu bilir.[225]
Tarihin metnini
muhafaza ettiği en uzun ve kapsamlı mektup Resulullah'ın (sav) Amr. b. Hazm'a
gönderdiği mektuptur. Bu, zekât, diyetler, ahkam, kebâir, talak, i t â k (köle
azadı), bir elbisede namaz kılma ve i h -t i b â yapmanın (dizlerini göğsüne
doğru yaklaştırmış şekilde oturma) hükümleri, Kur'an'a dokunma ve başka
konulara dair hükümlerle ilgili fıkhı esasların zikredildiği yüce bir
mektuptur. Nevevi et-Tehzîb'de mezkur Amr'ın biyografisini verirken şöyle der:
Nebî (sav) onu Yemen'de Necrân'a vali tayin etti. O sırada onyedi yaşındaydı.
Kendisiyle birlikte farzlar, sünnetler, vergiler (sadakat), yaralamalar ve
diyetlere dair hükümlerin bulunduğu bir mektup gönderdi. Bu mektubu, Sünen
kitaplarında anılanmeşhur bir mektuptur. Onu Ebû Davud, Nesâi ve başkaları
parça parça rivayet etmişlerdir. En bütünü ise Nesâi'nin " D i y â t”[226]
kitabında verdiği rivayet olup, onlardan hiçbirisi mektubu bir yerde tam olarak
vermiş değillerdir.[227]
Hafız İbn Kesîr Irşâd'mda mektubun rivayet yollarını zikreder ve bazı yollarındaki
ihtilafı belirttikten sonra şöyle der: Her ne olursa olsun, bu mektup eskiden
de şimdi de islâm'ın imamları tarafından bilinmekte olup ilgili olduğu
konularda ona başvurmakta, ona dayanmaktadırlar. Nitekim Ya-kub b. Süfyân bütün
mektuplar arasında Amr b. Hazm'ın mektubundan daha sahihini bilmiyorum der.
Sahabe ve tabiîn alimleri o mektubu esas alıp kendi görüşlerini terkederlerdi.
Hz. Ömer'in (ra) kendi görüşünü bırakıp onu esas aldığı hususu gerçektir. İbn
Kesir, İmam Şâfîi ve tabiinin onu İb-nül-Müseyyeb'e varan sahih bir isnadla
rivayet ettiklerini söyler. İbn İbrahim el-Vezîr er-Ravdül-bâsim fi'z-zabb an
sünneti Ebi'l-Kasım'da[228] İbn
Kesîr'in sözünün ardından şöyle der: "İki hafız Yakub b. Süfyân ile İbn
Kesîr'in sözlerinden, ilkkuşağın (sadr-ı evvel) Amrb. Hazm'ın hadisinin kabulü
hususunda icmalan olduğu iddiası anlaşılmakta olup bu da " v i c â -d e”[229] ile
amel etmenin cevazına dair icma bulunduğu sonucuna götürür".
Kastallâniel-Mevâhibü'l-ledüniyye*de şöyle der: Bütün fukaha bu mektuptaki
diyet miktarını esas alıp delil kabul etmişlerdir. Nesâi bunu
"muttasıl" senedle rivayet eder. Ebû Hatim Sahîh'te ve başkaları da
muttasıl olarak rivayet ederler. Muvatta'da da ayrı ayrı yerlerde,
"Kitâ-bü'l-ukûl" ve "Kitâbü's-salât"te[230]
zikredilir. Bâci bu mektubun, ilmin yazılması ve kitaplarda korunması konusunda
temel mesned olduğunu söyler.[231] Ebû
Ömer İbn Abdülber de şöyle der: Bu mektup Siyer müellifleri katında meşhur ve
ilim ehlince de şöhreti hususunda " i s n ad "dan müs tağni olunacak
bir şekilde bilinmektedir.[232] İbn
Abdilber yine şöyle der: Bı hadisin " i r s â 1 "i (mürsel olarak
rivayeti) hususunda Mâlik'ten ihtila nakledilmemiştir. Hadis "salih"
(makbul: sahih, hasen) bir yollj "müs ned" (senedi kesintisiz) olarak
da rivayet edilmiştir.[233]
Ma'meı Abdullah b. Ebubekir'den, o babasından, o da kendi babasından bu hadisi
rivayet ederler. Zühri, Ebubekir b. Muhammed b. Amr b. Hazm'dan, o babasından,
o da kendi babasından hadisi rivayet eder: Nebi (sav), Yemen halkına, içinde
farzlar, sünnetler ve diyetlerle ilgili hükümlerin bulunduğu bir mektup yazdı,
onu Amr b. Hazm ile gönderdi. O da mektubu Yemen ahalisine götürdü. İşte
metni: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Nebî Mu-kammed'den Zî Ruayn,
Meâfir ve Hemdan hükümdarı Şurahbil 6. Ab-dikülâl, Haris b. Abdikülâl veNuaym
b. Abdikülâl' e. İmdi..."[234] Derim:
Ben hadisi burada Hafız Suyûti'ninMuvattahaşiyesindeki metnine dayanarak veriyorum.
Orada şu şekilde geçer:[235]
Beyhaki Delâilü'n mibüvve'de İbn Ishak'ın tarikiyle şu tahricde bulunur: İbn
Ishak şöyle dedi: Abdullah b. Ebubekir bana babası Ebubekir Muhammed b. Amr b.
Hazm'dan şu haberi verdi: Bu, Resulullah'ın (sav) yanımızda bulunan mektubu
olup Amr b. Hazm'ı, ahalisine dinî bilgileri ve sünneti öğretmek, zekatlarını
toplamak için Yemen'e gönderdiğinde kendisi için yazmıştı. Ona bir mektup
(belge) ve ahidnâme yazmış ve onlarla ilgili olarak kendisine emirlerde bulunmuştu.
Şöyle yazmıştı: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. "Ey iman
edenler (yaptığınız) aküleri (verdiğiniz söz ve ahidleri) yerine getirin"
(Mâi-de 5/1); Bu, Resulullah'dan (sav) Amr b. Hazm'a, onu Yemen'e gönderdiği
sırada verilmiş bir ahidnâmedir. Ona bütün işlerinde Allah'ın emirlerine karşı
gelmekten sakınmasını emretti: "Şüphesiz, Allah (kendisine karşı gelmekten)
sakınan ve iyilikte bulunan kimselerle beraberdir" (Nahl 16/128). Kendisine
emrettiği üzere hakka göre davranmasını, insanlara hayrı müjdelemesini ve
hayrı emretmesini; onlara Kur'an'ı ve hükümlerini öğretmesini, taharet üzere
olmadıkça hiç kimsenin Kur'an'a dokunmamasını ve insanları bundan
nehyetmesini; insanlara leh ve aleyhlerinde olanları (hak ve görevlerini)
bildirmesini; hak konusunda onlara yumuşak, zulüm konusunda ise sert
davranmasını ona emretti. Çünkü Allah zulmü çirkin görüp ondan nehyederek
"iyi bilin ki Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir" (Hûd 11/18) buyurdu.
İnsanları cennetle müjdelemesi ve cennet amelinde bulunmalarını emretmesini,
ateşten (cehennem) ve ona götürecek amelde bulunmaktan sakındırmasını; dinde
bilgi sahibi olmaları için insanlarla ülfette bulunmasını, insanlara haca nasıl
yapacaklarım ve haecın sünnet ve farzlarını öğretmesini; geniş olup iki
tarafını boynunun üzerine atması durumu hariç kişinin bir tek küçük elbisede
namaz kılmasından ve bir elbise içinde ihtibârfa bulunup tenasül uzvuyla semaya
doğru yönelmesinden, uzadığında saçlarını ensesinde toplayıp örmekten halkı
nehyetmesini; insanlar arasında kargaşa (savaş) olduğunda kabile ve aşiret
bağlarına çağırmaktan onları nehyedip çağrılarının ortağı olmayan bir tek
Allah'a olmasını, kim Allah'a değil de aşiret ve kabilelere çağırıyorsa
çağrıları ortağı olmayan bir tek Allah'a oluncaya dek kendilerine kılıçla
muamele etmesini, insanlara, Allah'ın kendilerine emrettiği gibi, abdestte suyu
yüzlerine, dirseklere kadar kollarına ve inciklerine kadar ayaklarına iyice
yayarak yıkamalarını ve başlarını meshetmelermı emretmesini, namazı vaktinde
kılmasını, rüku ve huşua tam riayet etmesini, sabah namazını ortalık daha
karanlıkken kılmasını, öğleyi öğlen sıcağında kılmayıp güneşin dönmesi
sırasında kılmasını, ikindiyi güneşin yeryüzüne arkasını verdiği zaman, akşamı
gecenin gelmeye başladığı zaman kılıp yıldızlar gok yüzünde çoğalıncaya dek
tehir etmemesini, yatsıyı gecenin evvelinde kılmasını; cuma için ezan okunduğunda
kemen cumaya koşmasını ve cumaya giderken gusletmesini;ganimetten Allah'ın
hakkı olan beşte bin (hums) almasını emretti Mu'mınlere zekât olarak farz
kılınan miktar şudur: Akarda (arazide) yağmurla sulanandan elde edilen urunun
onda bin (osur), taşıma su ile sulanandan elde edilen urunun de yirmide biri;
her on devede ıkı koyun, her yirmide dört kuyun, otuz sığırda, iki yaşını
doldurmuş erkek veya dışı sığır, kırk saıme koyunda bir koyun Bu, Allah'ın
zekat olarak mu'mınlere farz kıldığıdır, kim daha fazla verirse kendisi için
daha hayırlıdır Yahudi ve hnstıyanlardan kim kendiliğinden samımı bir
teslimiyetle musluman olur ve islâm'ı dm edinirse o mu'mınlerdendır Onların
lehine olan (haklar) onun da lehine, onların üzerine olan (görevler) onun da
üzerine olur. Kim yahudıhk ve hırıs-tıyanlığı üzere kalırsa ondan döndürülmez; erkek
veya kadın, hur veya köle olsun, ergin herkes tam bir dinar veya elbiseden
karşılığını verecektir. Kını bunu yerme getirirse ona Allah'ın ve Resulu'nun
zimmeti (emân, koruma) vardır, kim de bunu yerme getirmezse o Allah'ın,
Resulu'nun ve musluman-ların hepsinin düşmanıdır Allah'ın salât ve selamı,
rahmet ve bereketi Muhammed'ın üzerine olsun" Beyhaki şöyle der- Süleyman b. Davud
Zuhri'-den, o Ebubekır b. Muhammed b. Âmr b. Hazm'dan, o babasından, o da kendi
babasından bu hadisi "mevsûl" (muttasıl, senedi kesintisiz) olarak ve
diyetler, zekât ve diğer konularla ilgli birçok fazlalıklar, zikrettiklerimizden
bazı noksanlıklarla rivayet eder. Derim: "Kitâbu'1-ukûl" da onu vereceğim.[236]
Suyûti'nın sozu burada sona erdi. Derim: Ibn Sa'd'mTabakât'ında verilen
bilgiden, Amr b. Hazm'ın bu mektubunu yazanın Ubey b. Ka'b (ra) olduğu
anlaşılmaktadır.[237]
Ebû Dâvud, Ibn
Ömer'den şu tahricde bulunur. "Resulullah (sav) vergilere dair mektup
yazdı fakat valilerine göndermedi, Ebubekır ve sonra da Ömer onunla amel
ettiler."[238] Ibn
Sa'd et-Tabakât'da, Şam'a yerleşen saha-bi Müslim b. Hârıs et-Temîmî'den tahric
eder: Nebî (sav), kan dökülmemesi için nezaketle davrandığı bir seriyyeden
dönüşünden sonra kendisine bundan dolayı teşekkür ederek şöyle buyurdu:
"Sana bir mektup (belge) yazarak benden sonra gelecek musluman imamlarına
(yöneticilere) seni tavsiye edeceğim".
Resulullah (sav) bana bir belge yazarak mühürledi. Nebî (sav) vefat
ettiğinde belgeyi Ebubekir'e getirdim, onun muhurunu açtı ve bana birşey verdi,
sonra belgeyi mühürledi. Ebubekir vefat edince belgeyi Ömer b. Hattâb'a
getirdim, muhrunu açtı ve bana birşey verdi, sonra belgeyi mu-hurledi. Osman
halife olunca belgeyi ona getirdim, muhrunu açıp okudu, bana birşey verdi ve
belgeyi mühürledi. Ömer b. Abdulaziz halife olduğunda, Muslimb. Hâris'in oğlu
Hârıs b Müslim'e haber gönderdi. Hârisona geldi ve Ömer b. Abdulaziz kendisine
birşey vererek şöyle dedi. "isteseydim sana gönderirdim ama diledim ki
senin babandan, onun da Resululah'dan (sav) rivayet ettiği hadisi bana haber
veresin". Ben de ona hadisi haber verdim. Resulullah'ın (sav) azatlısı
Sender'in İbn Sa'd'ın Tabakasındaki (VII, 196) biyografisine bakınız.[239]
Sahih-i Buharı[241] ve
diğer kitaplarda Hudeybiyye antlaşması kıssasında belirtildiği üzere
Resulullah (sav) Kureyş muşrikleriyle antlaşma yaptığında Hz. Ali'yi çağırdı ve
"Rahman ve Rahim olana Allah'ın adıyla" yaz, buyurdu. Süheyl, bunu
bilmiyorum "senin adınla Allah'ım" diye yaz dedi. Resululah
"yaz" buyurdu, o da yazdı. Sonra "bu, Allah Resulü Mu-hammed'ın
üzerine sulh yaptığı..." diye yaz, buyurdu. Bunun üzerine Süheyl
"eğer senin peygamber olduğuna şehadet etseydim niçin seninle savaşırdım;
kendi adını ve babanın adını yaz" dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav)
"fren. Allah'ın Resulü, ben Muhammedb. Abdullah'ım" buyurdu ve Hz.
Ali'ye "Allah Resulü Muhammed" i sil, dedi. Hz. Ali, "hayır,
Allah'a yemin ederim ki seni silmem" dedi. Bunun üzerine Resululah (sav)
belgeyi aldı ve "bu, Muhammed b. Abdullah'ın yaptığı(antlaşma)dır"
diye yazdı. Sahih-i Buhari*nin ifadesi "yazdı, yazısı güzel değildi"
şeklindedir. İmam Ebü'l-Velîd el-Bâcî bu rivayetin zahirine dayanarak
Resulullah'ın (sav) yazı yazdığını kesin olarak belirtir. Kutbuddin el-Haydarf
nin Hasâis'inde geçtiği üzere Hafız İbn Dihye şunu zikreder: Ulemadan bir grup
bu hususta Bâcî'ye muvafakat ettiler. Hocası Ebû Zer el-Herevî, Ebül-Feth en-Nisâbû-rî
ile Afrika ve başka yerlerden bazı alimler bunlardandır.[242]
Ömer b. Şebbe bu konuda onların hepsini geçerek el-Küttâb adlı eserinde şöyle
der: Nebî (sav), Hudeybiyye günü eliyle yazdı.[243]
Bâcî ve onun görüşünü paylaşanların istidlalde bulundukları bir delil de İbn
Ebî Şeybe'nin Abdullah b. Utbe b. Mesud'dan tahric ettiği şu rivayetttir:
"Nebî (sav), yazmadan ve okumadan vefat etmedi (sağlığında yazdı ve
okudu)."[244] Mücâhid[245]
şöyle der: Bunu Şa'bî'ye anlattım, "doğrudur, bunu zikreden bir topluluğu
dinledik" dedi.[246]
Feyzü*l-Kadîr*de "Kalemi kulağının üzerine koy, bu imlâ ettirenin hatırlaması
için daha iyidir" hadisi ile ilgili olarak şöyle denir: "Bâcî,
Hudeybiyye olayından hareketle Resulullah'ın (sav) güzel yazı yazmazken sonra
yazdığını ileri sürdü". Münâvi sonra Bâci'nin görüşüne ve ona karşı
çıkanlara işaret ederek şöyle der: Bâci şu gerekçelerle desteklenmiştir: Hz.
Peygamber'in yazmış olduğunu söylemek Kur'an'a aykırı olmayıp onunla uyuşmaktadır.
Çünkü ilgili yerde[247]
Kur'ân-ı Kerîm Hz. Peygamber'in "yazmamış olduğunu" Kur'ân'ın
nüzulünden önce ile kayıtlamıştır. Hz. Peygamber'in ümmîliği bir kez tahakkuk
edip mucizesi gerçekleşince, bir öğrenim görmeden yazmasında bir sakınca
kalmaz ve üstelik bu başka bir mucize olur. îbn Ebî Şeybe de Avn'dan (Avn b.
Abdullah b. Utbe) şu rivayeti nakleder: "Nebî (sav) yazmadan ve okumadan
vefat etmedi."[248]
Münâvi'nin el-Feyz'deki sözü burada sona ermiş olup bu Kadı Ebubekir
îbnü'l-Arabi'nin Sîrâcü'1-mürîdîn'deki sözlerinin Özetidir. Îbnü'l-Arabî
"gurbet" üzerine konuşurken şöyle der: "Gurbet türlerinin en
çetini, kendisine denk kimseden yoksunluk, yardımcının bulunmaması ve cahilin
arkadaşlığına muzdar olmaktır." Sonra Bakî b. Mahled ve Muhammed b.
Mevheb'in ilim seyahatinden döndükten sonra, kendisiyle döndükleri şeye (ilme)
hasetle memleketleri halkı tâlimleri) tarafından maruz bırakıldıkları
muameleyi misal getirir ve şöyle der: İşte Ebül-Velîd el-Bâcî, ilim yolculuğuna
çıktı, uzaklara gitti ve bütün bir ilim elde etti. Kendisine Sahîh-i Buhârî
okundu; onda "Nebî sildi ve yazdı" ifadesi vardı. Bâci'ye
"yazdı" sözünün kime râci olduğu soruldu, "Ne-bî'ye diye cevap
verdi. Kendisine "eliyle yazdı mı?" dendi, "evet" dedi, görmüyor
musunuz hadiste şöyle diyor: "Resulullah (sa.v.) belgeyi aldı, yazısı
güzel değildi ve "bu Muhammed b. Abdullah'ın yaptığı(antlaşma)dır"
diye yazdı". Bunun üzerine ona iftirada, her türlü yalan ve edepsizlik
isnadında bulundular. Ebû Muhammed Abdullah b. Ebî İsâm Mescid-i Aksa'da bana
haber vererek şöyle dedi: Ders okuyanlardan bir cahil çıktı, onu Ulu Cami'-de
bağırıyor ve Bâci'yi zındıklıkla itham ediyor gördüm. Şu var ki e m î r (vali)
marifetli bir kimse idi, fukahayı çağırdı, onlar bu sözün küfür olduğunda
ittifak ettiler. Bâci bukonuda bazı deliller getirerek emîre "bunlar cahildirler,
başka memleketlerin alimlerine yazın" dedi. O da Ifrikiyye (Kuzey Afrika)
ve Sıkılliye (Sicilya) ulemasına yazdı ve cevap geldi: Ümmîliğinden sonra
yazmış olması Hz. Peygamber'in mucizesi olup, bunu söylemekle kimse onu
tanetmiş olmaz; çünkü onlar Hz. Peygamber'in ümmîliğinin gerçek olduğunu bil
diler, sonra mucizesine şahit oldular ve tevakkuf ettiler, tanda bulunmadılar.[249]
İbnü'l-Arabi'nin sözü burada sona erdi, üzerinde kendi el-yazısı bulunan
yanımdaki bir nüshadan naklettim. Burhanüddin İbn Ferhûn'un
ed-Dîbâcü'1-müzheb'inde Bâci'nin biyografisinde, onun aleyhine davranan ve
kendisim tekfir edenin Ebubekir İbnü's-Sâiğ ez-Zâhid olduğu belirtilir. İbn
Ferhûn şöyle der: Sözden anlamayanlar bu konuda konuştular, hatta onu
lanetlediler. Bâci bunu görünce Tahkîku'l-mezheb adlı risalesini yazarak orada
konuyu anlayanlara açıkladı, Hz. Peygamber'in (sav) okumasının Kur'an
mucizesine halel getirmemesi gibi yazmasının da halel getirmediğini belirtti.
İlmin sırlarını kavrayanlar onun görüşünü paylaştılar. Konu Sicilyalı alimlere
yazıldı, İbnü's-Sâiğ'i haksız bulup zikrettiği hususta Ebü'l-Velid el-Bâcî'ye
muvafakat ettiler.[250] îbn
Ferhûn'un sözü sona erdi. Hafız Zehebi, Bâcî'nin bu kıssasını onun
Tezkîretül-huffâz'da-ki biyografisinde vererek şöyle der: Bâci, yazmanın
mucizeye halel getirmediğini açıkladığı risalesini kaleme aldığında, bazı
kimseler görüşlerinden döndüler. Zehebi sonra şöyle der: Yalnız ismini
yazmasını bilen kimse a ü m m î" olmaktan çıkmaz, çünkü o
"kâtip" (yazan) diye adlandırıla-maz. Hükümdarların bazıları alâmet
(tuğra, imza) yazmak için çalıştıkları halde ümmîdirler. Hüküm genel duruma
göredir, nadire göre değil. Resulullah (sav) sahabe arasında yazı yazmanın
nadir oluşu sabebiyle "Biz ümmî bir ümmetsiz"[251]
buyurmuştu. Yani onların çoğu böyleydi demektir. Allah Teâla da "O,
umumîlere kendilerinden bir peygamber gönderendir" (Cum'a 62/2)
buyurmuştur.[252] Zehebî'nin sözü sona
erdi. Bu, delil olarak daha üstün olup kusursuzdur. Zehebî yine Tezkire'de
(II, 35) İbn Mende'nin biyografisinde Avn[253] b.
Abdullah b. Utbe'ye varan senediyle, onun babasından yaptığı şu rivayeti
tahric eder: "Nebî (sav) yazmadan ve okumadan vefat etmedi." Zehebî
bunun ardandan şöyle der: Yazmak nedir bimeyen bir ümmî olmasından sonra
Resulullah'm (sav) biraz yazmayı Öğrenmesinin cevazına mani nedir? Muhtemelen
vahiy katiplerine, hadisleri ve hükümdarlara gönderilen mektupları yazanlara
imlada bulunmasının çokluğundan dolayı yazıdan biraz öğrenip anladı ve
Hudeybiye günü yüce ismini (Muhammed b. Abdullah) yazdığı gibi bir-iki kelime
yazdı. Alâmeti (tuğra, imza) yazdıkları halde ümmî olan birçok hükümdar gibi,
bu kadar az miktarda yazmış olması onu ümmî olmaktan çıkarmaz.[254]
Tezki-re'den kendi ibaresiyle nakledilen bilgi. Zehebî'nin işaret ettiği bu
husus, muarızı çarpma bakımından, Resulullah'm (sav) yazmasının mucize kabul
edilmesinden daha güçlüdür. Her ne kadar daha Önce geçtiği üzere İbnü'l-Arabî
ve sonra da Hafız İbnü'l-Cevzî el-Müşkil'de mucize olma hususuna öncelik ver
misler se de. Îbnü'l-Cevzî şöyle der: "Hz. Peygamber'in eliyle yazı yazıp
yazısının güzel olmaması bir mucizesi gibi olup bu, iyi yazı yazamayan bir ümmî
olmasına da aykırı değildir. Çünkü o, elini güzel yazı yazar kimsenin yaptığı
gibi değil de sadece hareket ettirdi yazı da doğru oarak meydana geldi." İbn
Badis el-Fevâicl'de bunun hemen ardından şöyle der Bu onun haberde (hadiste)
çelişkiye yol açmadan her iki görüşü de birleştiren güzel bir te'viHdir.
İbnü't-TilimsânîŞerhu'ş-Şifâ'da
Bâci'nin görüşünü zikrettikten sonra şöyle der: Hak ehli onun söylediklerini
doğruladılar. Hz. Peygamber'ir (sav) bir kez yazmış olması mucizeye halel
getirmez. Sahîh-i Buhâri'dt "Umretü'1-kazâ bâbı"nda[255]
"Resulullah (sav) belgeyi aldı ve yazdı" ifadesi mevcuttu. Kurtubî,
Muhtasar'mda şöyle der: "Belgeyi aldı ve yazdı" sözü Resulullah'm
(savj eliyle yazdığına dair kuvvetli bir delildir. Bazı kimsele "Sen
bundan önce bir kitap okumuyordun, elinle de onu yazmıyordun" (An kebût
29/48) âyetine dayanarak buna karşı çıktılar. Oysa burada bir olum suzluk
sözkonusu olmayıp âyette nefyedilen yazı öğrenme yoluyla elde edil miş olan
yazıdır. Bu ise harikulade (mucizevî) bir yazı olup Allah onu Hz Peygamber'in
(sav) parmaklarının uçlarına göndermiştir. Bununla birlikti kendisi öğrenmeyle
elde edilmiş yazıyı iyi yazamaz durumda kalmıştır. Bı da onun peygamberliğinin
gerçek olduğuna fazladan bir delildir.
Derim: Daha önce
Zehebî'nin Ibn Mende'nin biyografisinde zikrettiği husus bundan daha güzel olup
ona itibar et. Medine-i Münevvere'de, muhakkik allâme Şemsüddin Muhammed b.
Abdürresul el-Berzencî eş-Şâfîî el-Medenî'nin[256]
Resulullah'ın (sav) okuyup yazdığını ispata dair önemli bir risalesini gördüm,
fakat onu özetlemek bana nasip olmadı. Yanımda zâhid fakih Ebû Muhammed
Abdullah b. Müfevviz el-Meâfırî'ye[257] ait
bir forma dolayında hacme sahip bir cüz (risale) mevcut olup başlığı Cüz'ün
fîhi't-tah-zîr min terki'l-Vâdıha ve't-tenbîh alâ galati'1-kâil ketebe fî
yevmi'l-Hudeybiyye en-Nebîyyü'l-ümmî[258]
şeklindedir. Sonunda da Endülus'lü ve Tunus'lu tanınmış alimlerin rivayetleri
mevcuttur. Konusu ise bu meselede Bâcfyi red ve Ibnu's-Sâiğ'i desteklemektir.
Kutbuddin el-Haydari Ha-sâis'inde şöyle der: Bu olay (Hudeybiye'de yazması)
dışında Mustafa'nın (sav) kendi el yazısıyla birşey yazdığına dair ne sahih ne
de zayıf bir yolla bize herhangi bir haber ulaşmış değildir. Onun vahyi ve
diğer yazılarını yazan katipleri vardı.
Şihâbüddin el-Hafâcî
Şerhu'ş-Şifâ'da (I. baskı: II, 227) İbnü'l-Arabî'-nin daha önce geçen sözlerini
özetledikten sonra şöyle der: "Bazı kitaplarda şöyle denildiğini gördüm:
Resulullah'ın (sav) katibine 'sin '1 eri uzatmasını buyurması da buna delâlet
eder. Allah Telâla'nın "sen bundan önce bir kitap okumuyordum, elinle de
onu yazmıyordun" (Ankebût 29/48) sözündeki 'bundan önce' ifadesi,
Resulullah'ın (sav) ondan sonra nadiren yazmış olduğunu gösterir. Bunu
bil."[259] Onun "ondan sonra
yazıyordu" sözü üzerinde düşün. Allah en doğrusunu bilir. Onuncu Bölümde
Simtü'l-cevherTl-fâ-hir'den naklen Resulullah'ın (sav) mübarek eliyle birçok
mektup yazdığı belirtilecektir. Makrizi'nin el-Hıtat'ında (Mısır baskısı:
1,155) şu bilgi verilir. Bilâl b. Hâris'in evladı Resulullah'ın (sav)
kendilerine Ceride'de bir i k -t â verdiğine dair mektubunu Ömer b. Abdülaziz'e
getirdiler. Ömer onu öptü, açtı ve gözlerine sürdü.[260]
Buhar i, Enes'ten (ra)
şöyle dediğini rivayet eder: "Resulullah (sav) Rûm'a (Bizanslılar) mektup
yazmak istediğinde kendisine "mektubun mühürlü olmazsa okumazlar"
denildi. O da gümüşten bir mühür (yüzük) edindi, nakşı da "Muham-medün
Resûlullâhwdı. Resulullah'ın (sav) elinde mührün beyazlığını görüyor
gibiydim."[261]
Tirmizi eş-ŞemcdV de—Derim: Bu hadisi yine Sahîh-i Buhari'de mevcut olup ona
nisbetle anılması gerekirdi[262]—
Enes'den tahric eder: "Allah Resulü'nün (sav) mührü bir satır 'Muhammed',
bir satır 'Resul' ve bir satır da 'Allah' şeklindeydi.”[263]
Mühelleb şöyle der: Resulullah (sav) ülkelere gönderdiği mektupları, âmillerine
ve seriyye kumandanlarına yazdığı cevaplan hep mühürlerdi. Suyûti'ninE v-âiVinde
şöyle denir: Kureyş'ten ve Hicaz halkından mektubu mühürleyen ilk kimse
Resulullah (sav) olup hükümdarlara mektup yazmak istediğinde kendisine
"onlar mühürlenmemiş bir mektub okumazlar" denilmişti.[264]
Hafız şöyle der: Mührün yazısı "Muhammedün Resûlallâh" şeklinde
mu-tad tertiple değildi. Böyle mühürlenebilmesi için nakşedilen harflerin şu
şekilde ters olması gerekiyordu:
Muhammedün
Resul
Allah
Böylece mühür de duz
çıkmış oluyordu.[265]
Fakat Zurkâni Şerhul-Me-vâhib'de bunun ardından şöyle der: Bu âdete, alışılmışa
göre yapılmış bir yorumdur, Allah Resulü'nün (sav) ahvali ise âdete bağımlı
değildir. Hatta İbn Kesîr'inTârîMnde[266]
bazı kimselerden naklen mührün yazısının düz olduğu ve düz bir yazı bastığı
belirtilmektedir.[267]
Şebrâmellisi, el-Mevâhibü'1-ledüniyye haşiyesinde
şöyle der: "Mührü nün
görevlisinden maksat, Nebî (sav) onu çıkardığında alıp muhafaza eden ve
istediğinde de kendisine geri veren kimsedir."[268]
Bulları et-Târîh' te Muhammed b. Beşşâr tarikiyle şu tahricde bulunur: Iyâs b.
Haris b. Muaykıb, dedesi Muaykıb'dan şöyle dediğini rivayet etti:
"Resulullah'ın (sav) mührü üzeri gümüş kaplı demirdendi, bazan benim
elimde olurdu." Muaykıb Re-sulullah'ın (sav) mührüne bakmakla görevliydi.[269]
el-İsâbe'de Muaykıb'm Hz. Ömer zamanında beytülmale, sonra Hz. Osman'ın mührüne
bakmakla görevli olduğu belirtilir.[270] İbn
Abdirabbih'in el-îkdü*l-ferîd (II, 122) adlı eserinde şu bilgi verilir:
Resulullah (sav) mührünü Eksem b. Sayfi el-Esedî'nin kardeşi oğlu Hanzala b.
Rebî b. Murakka b. Sayfî'nin yanına bırakırdı.[271]
Yine el-İkdü'1-ferîd'de (II, 174), daha Önce geçtiği üzere Resu-lullah'ın (sav)
mührüne Muaykıb b. Ebî Fatma'nın baktığı zikredilir.[272]
el-İsâbe'de Abdülmelik
b. Ülkeydir'in biyografisi verilirken kendisinden şöyle dediği nakledilir:
"Resulullah (sav) bir mektup yazdı, yanında mührü yoktu, mektubu
tırnağıyla mühürledi."[273]
Yine el-İsâbe'de Vehb b. Ükeydiri Dûme (tü'l-Cendel)'in biyografisi verilirken
İbn Asâkir'in onun tarikiyle şu tahricde bulunduğu belirtilir: "Resulullah
(sav) bir mektup yazdı, yanında mührüyoktu, onu bir parça çamurla
mühürledi."[274] Bu
bilgiyle, Kalkaşandi'nin Subhu'l-a'şâ'da[275]
mektup mühürlemek için çamur kullanan ilk insanın Ömer b. Hattâb (ra) olduğuna
dair sözünüfn isabetsizliğini) anlamış oldun. Bunu Seâlebi Letâifü'l-meârifte
söyler.[276]
Resulullah (sav) altın
(erkeklere) mubah iken altından bir m u h u r (yuzuk) edinmişti, sonra onu çıkarıp
attı ve artık kullanmadı.[277]
Sahîh-i Müslim'de Enes'ten rivayet edildiğine göre Resulullah'ın (sav) gümüşten
bir yuzuğu vardı ve kaşı habeş î idi.[278]
Habeşî, akik veya c e z ' tu-runden olup bunların madeni Habeşistan ve Yemen'de
bulunur Kaşın renginin h a b e ş î, yanı siyah olduğu da söylenmiştir. Sahîh-î
Buhâri'de Enes'ten (ra) kaşının da kendi cinsinden olduğu rivayet edilir ki[279]
bunda yuzuğe gümüşten kaş yapmanın caiz olduğuna delil vardır. Kaşın altından
yapılması ise mekruhtur Ebû Davud[280] ve
Nesâi'nm[281] rivayetlerinde
Resu-lullah'ın (sav) yüzüğünün üzen gumuş kaplı demirden olduğu belirtilir. Bu,
yüzüklerin birden fazla olduğu şeklinde yorumlanır. Sahîh-i Buhâri'de[282]
geçtiği üzere yuzuğun (muhrun) nakşı "Muhammedun Resulullah" şeklinde
idi Bunda, yuzuğe nakış kazımanın, sahibinin adını, Allah Teâla'nın adını
yazmanın caiz olduğuna delil vardır. Zubeyr b. Bekkâr Hz. Ebubekir'in (ra)
mührüne "Nı'me'l-kâdıru Allah" (Allah ne güzel kadirdir) nakşının kazıldığını
zikreder. Başkaları ise onun mührünün "Abdun zelil lı-Rabbın Ce-UV (Yüce
Rabbın zelîl kulu) şeklinde nakşı olduğunu belirtirler. Ibn Sa'd Tabakât'mda
Ibn Şîrîn'den m u r s e 1 olarak Resulullah'm (sav) muhru-nun nakşının
"Bismillah Muhammedun Resulullah" şeklinde olduğunu rivayet eder[283] ki
bu fazlalığın (Bismillah ilavesi) m u t â b ı i yoktur.[284]
Ebu'ş-Şeyh Enes'den (ra) Resulullah'm (sav) mührüne ait nakşın "Lâ ilahe
illallah Muhammedun Resulullah" olduğu şeklinde bir rivayet de nakleder.[285]
Hafız Suyûtiet-Tevşîhala'l-Câmii's-sahîh'te bunun ş â z[286] bir
fazlalık olduğunu, Sahîh-İ Buhâri'de[287] ise
nakşın bir satır "Muham-m e d " , bir satır "Resul" ve bir
satır da "Allah" şeklinde olduğunun nakledildiğim söyler.[288]
Isnevi el-Mühimmat'da şöyle der: Bildiğime göre, Allah'ın adı hepsinin üstünde
olsun diye bu yazı alttan yukarıya doğru okunur. Ibn Hacer, hiçbir hadiste bu
hususun tasrih edildiğini görmediğini söyler .[289] Sahihayn
ve diğer eserlerde, başka kimselerin Resulullah'ın (sav) yüzuğündeki
(mıihrundeki) nakşı kendi yüzüklerine kazımalarının yasaklandığına dair
rivayet nakledilmektedir.[290] Bu
yasağın sebebi şudur: Resulullah (sav) mektuplarım mühürlemek için mühür
yaptırıp kazıtmıştır. Başkaları da onunki gibi kazıyacak olurlarsa karışıklık
sozkonusu olurdu. et-Tevşîh'te bu yasağın Allah Resulu'nun (sav) hayatı süresiyle
sınırlı olduğunun anlaşıldığı belirtilir. ed-Dibâc'da ise şöyle denir: Bu
yasak, kıyamete kadar haram oluşu ifade etmekte olup bu husus açık değildir.
Resulullah'in (sav) süslenme tavrı ifade etmemesi için kaşı el ayası tarafına
getirdiği[291] rivayet edilir. Ebû
Davud'un bir rivayetine göre ise kaşı elin üst tarafına getirdiği belirtilir.[292] Bu
rivayet eğer sahihse, muhtemelen Resulullah (sav) bunun caiz olduğunu göstermek
için zaman zaman böyle yapmıştır. Resulullah'm (sav) yuzuğü sağ eline taktığına
dair rivayetler yanında sol eline taktığı da bazı hadislerde zikredilmiştir.[293]
Hicret-i Nebeviyye
esas alınarak tarih koymanın Ömer b. Hattâb'ın (ra) halifeliği sırasında ortaya
çıktığı bilinmektedir. Fakat Ebû Ca'fer en-Nahhâs Sınatü'l-küttâb'da, ondan da
naklen KalkaşandiSubhu'l-a'şâ'da İbn Şihâb'a varan senediyle Muhammed b.
Cerîr'den şu rivayeti zikreder: Nebî (sav) Rebiülevvel ayında Medine'ye
geldiğinde tarih konulmasını emretti. Kalkaşandi şöyle der: Buna göre tarihin
başlangıcı hicret yılında olmuştur.[294]
el-Mevâhıbü'1-ledüniyye'de Resulullah'ın (sav) tarih konulmasını emrettiği ve
hicretten itibaren de tarih yazıldığı belirtilir. Zurkâni şöyle der: Bunu Hâkim
el-İklîl'de Zuhri'den " m u ' d a 1 "[295]
olarak rivayet etmiştir. Meşhur goruş ise, Hafız Ibn Hacer'in de belirttiği
gibi bunun aksi olup tarihin Hz. Ömer zamanında konulduğu şekildedir.[296]
Hafız Celâlud-din es-Suyûtî şöyle der: Bir mecmuada Ibmı'l-Kammâh'm el
yazısıyla İb-nü's-Salâh* tan şu nakilde bulunulduğunu gördüm: Ebû Tahir
Muhammed b. Mahmiş ez-Ziyâdî[297]
Târihu'ş-şurût'da şu bilgiyi zikreder: "Resulullah (sav) Necrân
hristiyanlarına mektup yazdığında hicrete göre tarih koydu ve Hz. Ali'ye
mektuba hicretin beşinci (yılıjıda) yazıldığını yazmasını emretti." Suyûti
şöyle der: "O halde tarih koyan Allah Resulü (sav) olup Hz. Ömer bu konuda
ona tabi olmuştur. Bu konuyla ilgili müstakil muhtasar bir eserde yeterince
bilgi verdim." Derim: Suyûti eserine eş -Şemârîh fî ihni't-târîh[298] adım
vermiştir. Sehâvi şöyle der: "Bu rivayetin sabit olması halinde, Hz.
Ömer'in tarih koyan ilk kimse değil, Hz. Peygamber'i izlemiş olduğu anlaşılır."
imam Süheylîer-Ravdü'1-ünüf te (II, 11) şöyle der: Küba mescidinin kuruluşu
Resulullah'ın (sav) hicret ettiği beldeye, hicret yurduna vardığı ilk günde
idi. Allah Teâla'ının "İlk gününden beri takva için kurulan mescidde
bulunman daha uygundur" (Tevbe 9/108) âyetinde geçen "ilk gününden beri"
sözünden maksadın "bütün günlerin ilki" olmadığı bilindiği gibi
âyetin zahir lafzında onu hiçbir şeye izafe etmiş de değildir. Böylece bu
ifadenin zımnen bilinen bir şeye izafe edilmiş olduğu anlaşılır.[299]
Bundan da kendileriyle tarih konusunda istişare ettiği zaman sahabenin Hz.
Ömerle üzerinde görüş birliğine vardıkları hususun doğruluğu anlaşılmaktadır;
onlar tarih başlangıcının hicret yılından itibaren olması hususunda görüş
birliğine varmışlardı. Çünkü bu, İslâm'ın yüceldiği, Resulullah'ın (sav)
yönetici (hükümran) olduğu, rnescidler yaptırdığı ve güven içinde dilediği gibi
Allah'a ibadet yaptığı zamandır. Ashabın sözkonusu görüşü böylece Kur'an'ın
zahiriyle de uyuşmuş bulunmaktadır. Ve onların uygulamasıyla, âyetteki
"İlk gününden beri" ifadesindeki "gün" ün bugün kabul
ettiğimiz tarihin ilk günü olduğunu artık anlamış bulunuyoruz. Resulullah'ın
(sav) ashabı eğer bunu âyetten çıkarmışlarsa, bu onların anlayışından
kaynaklanan bir sezgidir. Onlar Allah'ın kitabı ve onun te'vili hususunda
insanların en bilgilisi ve Kur'ân'daki işaretler ve fesahat konusunda en
anlayışlıları idiler. Eğer bu kanaate varmaları onların görüş ve içtihadlarına
dayanıyorsa, bunu daha sözkonusu olmadan biliyorlardı ve mezkur ifade de daha
gerçekleşmeden bu görüşün doğruluğuna işaret etmiş bulunmaktadır. Çünkü
"onu ilk gün yaptım" diyen kimsenin sözü, ancak bilinen bir yıla,
bilinen bir ay veya tarihe izafetle anlaşılabilir. Burada ise malum tarihten
başka birşeye mana yönünden izafet sözkonusu değildir. Çünkü ondan başkasına
delâlet eden ne bir lafız ne de hal karinesi mevcuttur. Bunu düşün, bunda düşünenler
için ibret, gönlünün gözüyle gören ve basiret sahibi olanlar için bilgi vardır.
Hamd Allah'adır.[300]
Süheyli'nin sözlerini Fethu'l-Bârî*de Özetle nakleden Hafız İbn Hacer sonra
şöyle der: Akla ilk gelen ise "ilk gününden beri" sözünün manasının,
Nebî (sav) ve ashabının Medine'ye geldikleri ilk gün olduğudur.[301]
İbnü'l-Müneyyir de şöyle der: Süheyli'nin sözünde tekellüf ve zorlama mevcut
olup mütekaddimin ulemanını takdir ve yorumundan ayrılma mahiyetindedir. Çünkü
onlar bu ifadeyi "İlk gün kuruluşundan beri", yani "kuruluşun
meydanageldiği ilk günden beriwşeklinde yorumlamışlardı. Bu, Arapça'nın
gerektirdiği ve âyetin de desteklediği bir yorumdur,[302]
Derim: Süheyli'nin sözü dayanak bakımından açık ve hüküm çıkarmak bakımından
da vazıhtır. Onu hoş bulmayanlar bunu kavramış değillerdir. Bunu insafla
düşünürsen gerçeği, görenlerin yazdıklanyla değil körün imlâ ettir-diğiyle
birlikte görürsün. Bu yüzdendir ki el-Mevlâ Şihâbü'l-mille ve'd-din el-Hafâcî
Inâyetü'1-kâdi ve kifâyetü'r-râdî[303]
adlı eserinde yalnız onun görüşünü vermekle yetinerek hayranlığını ifade
etmiştir. "Kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilendir"
(İsrâ 17/84).
Tarih başlangıcı
olarak Resulullah'ın (sav) doğumu veya b i' s e t' in (Peygamber olarak
gönderilişi) değil de hicretin tercih edilmiş olması, sahabenin bunların
zamanı konusunda ihtilaf edip hicrette etmemiş olmalarıdır. Resulullah'ın
(sav) vefat zamanının, hicret gibi görüş birliği bulunmasına rağmen, tarih
başlangıcı alınması ise üzüntü ve hoşnutsuzluğun tahrikine kaynak olacağı için
hoş bir husus değildir. Oysa hicret zamanı, İslâm milletinin istikamet bulması
zamanı olduğundan tebrike (hayır ve uğur dileme) vesiledir. Yılın başlangıcı
olarak da, Allah'ın ayı olması, Haram aylardan biri ve hacıların hacdan
döndükleri ay olması sebebiyle Muharrem ayı tercih edilmiştir.[304]
Resulullah'ın (sav)
elçilerinin anlayış derinliği, dil tatlılık ve fesahati ve hasmı ikna gücü gibi
özellikleri: Süheyli er-Ravdü'1-ünüf te (II, 355) şöyle der: Dıhye (ra) elçi
olarak Kayser'e vardığında ona şöyle demişti: "Beni senden daha hayırlı
olan gönderdi, onu da kendisinden ve senden daha hayırlı (yüce) olan
göndermiştir. Boyua eğerek (tevazu ile) dinle, sonra samimi olarak cevap ver;
eğer tevazu göstermezsen anlamazsın, samimi olmazsan adil (doğru)
davranmazsın." Kayser "haydi şöyle" dedi. Dıhye söyledi:
"Mesih'in (as) namaz kıldığını biliyor musun?" Kayser
"evet" dedi. Dıhye şöyle devam etti: "Seni, Mesih'in kendisine
namaz kıldığı zata, yerin ve göklerin, annesinin karnında Mesih'in yaradılışını
düzenleyene çağırıyorum. Musa'nın ve ondan sonra da Meryem oğlu İsa'nın
müjdelediği ümmî Nebî'ye çağırıyorum. Bu hususta, gözle görmenin yerine geçecek
ve haberden açık olan ilimden bir eser (bakiye) vardır senin yanında. Eğer
daveti kabul edersen dünyayı ve âhire ti kazanırsın, aksi halde âhireti
kaybedersin ve dünyada da ortağın olur. Zorbaları yok eden ve nimetleri
değiştiren bir Rab-bin var." Bunun üzerine Kayser mektubu alıp gözlerine
ve başına koydu, Öptü ve sonra şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki okumadık
kitap ve sormadık alim bırakmadım ve bundan da ancak hayır gördüm. Mesih'in
kendisine namaz kıldığının kim olduğunu düşünüp anlamam için bana süre tanı.
Bugün bir hususta sana icabet edip yarın daha iyisini gördüğümde ondan vazgeçmeyi
hoş bulmuyorum. Bu bana zarar verir, fayda vermez. Ben buna bakın-caya kadar
ikamet et." Bunun üzerinden fazla zaman geçmeden Nebfnin (sav) vefat
haberi kendisine ulaştı.[305]
Yine er-Ravdü'1-ünüf te belirtildiğine göre Hâtıb (ra) Mısır kralı Mukavkıs'a
gittiğinde ona şöyle demişti: "Senden önce bir adam vardı, kendisinin en
yüce Rab olduğunu iddia etti de "Allak bunun üzerine onu dünya ve âhiret
azabına uğrattı" (Nâziât 79/25) ve kendisinden intikam aldı. Başkası
senden değil, sen başkasından ibret al." Mukavkıs "haydi söyle"
dedi. Hâtıb şöyle dedi: "Senin bir dinin mevcut olup onu ancak kendisinden
daha hayırlı bir din için bırakacaksın ki bu da Allah'ın başka dinlerin yerine
ikame ettiği İslâmdır. Bu Peygamber (sav) insanlara davette bulundu; ona karşı
en şiddetli olanlar Kureyşliler, en düşman olanlar yah udiler ve en yakın
olanlar dahristiyanlardır. Andolsun, Hz. Musa'nın Hz. İsa'yı müjdelemesi ne
ise, Hz. İsa'nın Hz. Muhammed'i (sav) müjdelemesi de odur. Bizim seni Kur'ân'a
davet etmemiz, senin Tevrat'a inananları İncil'e çağırman gibidir. Bir kavme
bir peygamber geldiğinde onlar onun ümmetidirler ve kendisine itaat etmeleri
onlara borçtur. Sen de bu peygambere ulaşanlardansın. Biz seni Mesih'in
dininden vazgeçirmiyor, onun gereğini yerine getirmeni istiyoruz.[306]
Yine er-Ravdü'1-ünüf te anlatıldığına göre Alâ b. el-Hadramî Resulullah'ın
(sav) mektubunu Münzir b. Sâvâ'ya götürdüğünde ona şöyle demişti: "Ey
Münzir sen dünyada ulusun, âhirette küçük (zelîl) olma. Bu Mecusîlik kötü bir-
din olup onda ne Arab'ın kerem ve ahlakına uygunluk ne de ehl-i kitabın ilmi
vardır. Kendileriyle evlenmekten haya edilen kimselerle evleniyorlar,
yenilmesi hoş görülmeyen şeyleri yiyorlar. Dünyada, kendilerini kıyamet günü
yiyecekolan ateşe tapıyorlar. Sen akıl ve görüş yoksunu değilsin. Bak, yakışır
mı sana, yalan söyle-meyen birini doğrulamayasın, hainlikte bulunmayana emniyet
etmeyesin ve verdiği sözden dönmeyene güvenmeyesin. Bu böyle olunca, o şu ümmî
Peygamberdir ki Allah'a andolsun hiçbir akıl sahibi Onun hakkında "ne olurdu,
emrettiği şey yasaklansaydı, ya da yasakladığı şey emrolunsaydı veya ne olurdu
affında biraz daha ileri gitseydi ya da cezalandırmasını biraz daha
azaltsaydı!" diyemez. Ondaki bu vasıflar akıl sahiplerinin dileklerine ve
goruş sahiplerinin düşündüklerine uygundur."[307]
Yine er-Ravdül-ü-nüfte zikredildiğine göre Amr b. As, Culendâ'nm huzuruna
girdiğinde ona şöyle demişti: "Ey Culendâ, sen bizden uzak olsan da
Allah'a uzak değilsin. Seni yalnız başına yaratan, yalnız kendisine ibadet
(kulluk) etmene; seni yaratmaya kimseyi ortak etmeyen, kendisine ortak
koşmamana ehildir (layıktır). Bil ki seni dirilten öldürecek, senin varlığını
başlatan tekrar geri getirecektir. O halde dünyayı da âhireti de getiren şu
ummî peygambere bak; eğer buna karşılık bir ücret istiyorsa onu verme,
yönelttiği şey bir hevâ (geçici arzu) ise onu terket. Sonra getirdiklerine bak,
insanların getirdiğine benziyor mu? Eğer benziyorsa ona apaçık gerçeği sor ve
dilediğin haberi seç. Eğer insanların getirdiğine benzemiyorsa, söylediklerini
kabul et ve vaî-dınden de kork."[308]
Yine er-Ravdü'1-ünüfte zikredildiğine göre Şucâ b. Vehb (ra) Cebele b Eyhem'e
elçi olarak gittiğinde ona şöyle demişti: "Ey Cebele, senin kavmin
(ensarı kastediyor) bu ummî peygamberi yurdundan kendi yurtlarına naklettiler,
onu barındırdılar ve korudular. Şimdi üzerinde bulunduğun dm atalarının dini
değildir; sen Şam'a sahip ve hükümran olmakla Bizans'a komşu oldun, eğer
Kisra'ya komşu olsaydın Irak hükümranlığı sebebiyle bu kez Farslar'ın dinini
kabul ederdin. Senin kavminden bu ummî Peygamberi tasdik eden öyle kimseler var
ki onu sana ustun tutsak kızmazsın, seni ona ustun tutmamızdan da
hoşlanmazsın. Eğer muslu-man olursan Şam halkı sana itaat eder ve Bizans senden
korkar. Eğer böyle yapmazlarsa dünya onların, ahıret de senin olur ve sen
mescidleri kiliselerle, ezanı çanla, kıblemi haçla değiştirmiş olursun. Allah
katındaki ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır."[309]
Yine aynı eserde kaydedildiğine göre Muhacir b. Ebî Umeyye, Haris b. Abdikulâle
vardığında ona şöyle demişti: "Ey Haris, Hz. Mustafa'nın (sav) kendisini
arzettiği ilk kimse sen idin, fakat onun hakkında yanıldın. Sen hükümdarların
değeri en buyuk olanısın, hükümdarların galebesine baktığında onların da
galibine bak. Buğunun seni sevindirdiğinde yarınından kork. Senden önce öyle
hükümdarlar vardı ki eserleri gitti, yalnız haberleri kaldı, uzun zaman
yaşadılar uzağı umdular ve az azık edindılar. Onların kimine olum yetişti,
kimini ceza çarptı. Ben seni öyle bir Rabb'a çağırıyorum ki eğer hidayeti
dilersen sana mani olmaz, eğer senin (helakini) isterse kimse ona engel olamaz.
Seni o ummî peygambere davet ediyorum ki emrettiği şeyden daha güzel birşey ve
yasakladığı şeyden daha çirkin birşey yoktur. Bil ki senin diriyi öldüren,
oluyu dirilten, gözlerin hainliğini ve kalplerin gizlediğini bilen bir rabbin
vardır."[310]
Kayserin yanına
vardığında Dıhye'nin (ra) söylediklerinden[311]:
Vardım Kayserin yanına
Ona Mesih'in namazıyla
gerçeği söylettim[312]
Ki o namaz al
cevherdendi
Ve Rabbinin semanın
işini tedbirini
Ve yerin; Sustu, inkâr
etmedi.
Dedim: Kabul et
Mesih'in muştusunu
Dedi: Düşüneyim; düşün
dedim.
Nerdeyse kabul
ediyordu Resulü
Meyletti kör bedele.
Tereddüt etti ve
kıvrandı üzüntüden
Ve üzüldü Yunan ve
Romalılar,
Mektubu elleriyle
koyması üzerine
Başının, gözünün ve
burnunun üstüne
Ve oldu Kayser bu işte
Kızıl atın durumu
gibi.
"Kızıl at"
tabiriyle, tercih ettiğini istemeyen mütereddit kimseye dair Arap darbımeselini
kasdetmiştir (bkz. er-Ravdü'1-ünüf, II, 355). Subhu'l-a'şâ'da (VI, 359) şu
bilgi verilir: Bu konuda rivayet edilen enteresan şeylerden İbn Abdilhakem'in
zikrettiği şu haber vardır: Nebî (savj Hâtib b. Ebî Beltea'yı Mısır Kralı
Mukavkıs'a gönderip ona mektubunu tebliğ ettiğinde Mukavkıs kendisine şöyle
dedi: "Bana beddua edip de cezaya uğramamdan onu meneden nedir?"
Hâtıb da ona şöyle karşılık verdi: "Hz. İsa'yı kendisinden yüz
çevirenlere beddua etmekten alıkoyan neydi?" Bunun üzerine Mukavkıs bir
müddet susup kaldı, sonra sözünü tekrarlamasını istedi, o da tekrarladı.
Mukavkıs sükut etti. Rivayet edildiğine göre Mukavkıs kendisine Resulullah'm
(sav) kavmiyle yaptığı savaşlardaki durumunu sorup Hâtıb da savaşın onlar
arasında sırayla olduğunu, bazan Resulullah'ın bazan diğerlerinin kazandığını
söyleyince Mukavkıs şöyle demişti: "Peygamber mağlup olur mu?" Hâtıb
(ra) da, hır istiy ani arın Hz. İsa'nın (as) tanrı olduğuna inandıkları halde
çarmıha çekildiği yolundaki iddialarına işaretle şu karşılığı verir:
"Tanrı çarmıha çekilir mi?"[313]
Muvaffakuddin İbn
Kudâme'nin el-İstibsâr adlı eserinde efendimi; Ubâde b. Sâmit'in biyografisinde
kaydedilen rivayete göre Mısır kralı Mu kavkıs Amr b. Âs'a haber yollayarak
kendileriyle konuşmak üzere elçile: göndermesini istedi, o da içlerinde Ubâde
b. Sâmit'in bulunduğu bir heye1 gönderdi ve bizzat Ubâde'nin konuşmasını
emretti.[314] Ubâde son derece es
merdi. Kralın huzuruna girdiklerinde Ubâde öne geçti, kral "içinizde bun
dan başka konuşacak yok mu?" deyince, onlar "o en üstünümüz,
Peygamberımız'e arkadaşlıkta en önde gelenimiz olup üstelik kumandanımız onun
konuşmasını emretti" diye karşılık verdiler. Bunun üzerine kral "o
halde gelsin, siyahlığından dolayı ondan korkmuştum" dedi Ubâde "eğer
benden siyahlığımdan korktuysan benim gençliğim geçti ve kuvvetim gitti, sen
hele benden daha siyah, daha guçlu ve daha ırı vucutîu binin üstünde yiğidin bulunduğu
ordumuzu gorseydın ne olurdun?" deyince kral kendisinden barış istedi
Bunun üzerine Ubâde şöyle dedi "Sızdenancakşuuçhusustanbırıni kabul
ederiz. Ya Islâmıyetı kabul eder kardeşlerimiz olursunuz, lehimize olan
(haklar) sızın de lehinize ve üzerimize olan (görevler) sızın de üzerinize olur
Veya bize cizye öder zimmetimizi kabul edersiniz, biz de sizden kabul eder
sizden el çekeriz Veyahut da bize karşı savaşa çıkarsınız, takı Allah sizinle
aramızda hükmeder." Kral "bu uç husustan başkasını kabul etmez misiniz9"
diye sorunca Ubâde ıkı elini kaldırarak "hayır, goğun Rabbine andol-sun ki
hayır, bu yerin Rabbine andolsun ki sizden bu uç husustan başkasını kabul
etmeyiz" dedi. Kral, maiyetine bu konuda ne düşündüklerim sordu, onlar
kabul etmediler Kral "Allah'a andolsun, eğer erkeklerin öldürülmesi ve
kadınların esir edilmesinden önce onlardan bu uç hususun birini kabul
etmezseniz, ondan sonra boyun eğerek kabul edeceksiniz" dedi ve
muslu-manlarla antlaşma yaptılar Hz Ömer de Ubâde'yı Şam'a kadı ve öğretmen
olarak göndermişti
Kalkaşandı sonra (VI,
360) başka bir konuya geçerek şöyle der Bizans krallarından bin, zamanın
halifesine mektup yazarak kendi yanında hırıs-tıyan alimlerle tartışacak
kimseler ister ve eğer onlara galip gelecek olursa Islâmıyetı kabul
edeceklerini belirtir Bunun üzerine halife de Kadı Ebube-kır b Tayyıb
el-Bâkıllânî el-Mâlıkî'yı[315]
gönderir Meclis kurulup hrıstıyan alimler onun yanma toplanınca onlardan birisi
kendisine şöyle dedi "Sızın inancınıza göre peygamberler zevceleri
konusunda masumdurlar, Aışe'ye ise atılan iftira atıldı Eğer ona atılan iftira
gerçekse, sızın peygamberlerin zevceleri konusunda masum olduklarına dair kesin
olarak ilen sürdüğünüz prensibi nakzeder, eğer gerçek değilse, bunu ileri suren
kimsenin imanına tesir eder " Kadı Ebubekır şu cevabı verdi "ıkı
iffetli kadına zina iftirası yapıldı, birinin kocası vardı çocuğu yoktu,
diğerinin ise çocuğu vardı kocası yoktu.[316]
Bâkıllâm bu kadınların ilkiyle Hz Aışe'yı, diğeriyle de Hz Meryem'i
kasdetmıştı Bunun üzerine onlar, bu hususta selamlama adetleri olarak ona
secde ettiler Derim Hafız Zehebî'mnTârîhu'l-İslâm'ında Bâkıllâ-nı'mn
biyografisinde bu olayı başka bir şekilde gordum Zehebî onun başından birtakım
şeylerin geçtiğini zikreder ki birisi şöyledir Kral, içen girerken kendisine
rüku etmiş bir vazıyette girmiş olması için onu basık bir kapıdan içeri
aldırır. O da bunu anlayıp arkasını dönerek geri geri içeri girer.[317] Bir
diğer olay da şudur: Bakıllâni, kralın rahibine "çoluk çocuk nasıl?"
diye sorunca, kral kendisine "rahibin bundan tenezzüh ettiğini bilmiyor
musun?" dedi. Bunun üzerine Bakıllâni "rahibi bundan tenzih ediyorsun
da Allah'ı eş ve çocuk edinmeden tenzih etmiyorsun!" diye karşılık verdi.[318] Denir
ki Bizans kralı Hz. Aişe'yi ayıplama maksadıyla ona "Aişe olayı nasıl oldu?"
diye sordu. Bakıllâni de "Meryem'e olduğu gibi oldu, Allah her iki kadını
da temize çıkardı, üstelik Aişe'nin çocuğu olmadı" diye karşılık vererek
onu susturdu, o da ne cevap vereceğini bilmedi. Bu bilgiler Târîhu'l-İslâm'-dan
nakledildi,[319] Hatırımda kalan bir olay
da şudur: Bizans kralı Bâkıllâ-ni'ye sorar: "Ayın sizin peygamberiniz için
bölündüğünü ileri sürüyorsunuz; ay ile bir yakınlığınız mı var; siz onu(n
bölündüğünü) gördünüz de başkaları görmedi?" O da "Sizinle m aide
(sofra)arasındabirkardeşlikvenesepba-ğı mı var ki siz onu gördünüz, sizin
civarınızda oldukları halde onu inkâr e-den yahudiler, Yunanlılar ve mecusiler
görmediler?" diye karşılık verince kral sustu ve cevap veremedi.[320]
İbnü't-Tilimsânî Şerhu'ş-Şifâ'da bu olayı etraflıca anlatarak şöyle der:
Bazıları zikretti ki hükümdar, kendisiyle İslâm'ın yüceliği ve hristiyanlığın
buğzu ortaya çıksın diye arif ve alim İmâm Ebubekir b, Tayyib'i Bizans kralına
elçi olarak gönderdi. Kostantiniyye'ye (İstanbul) bu gidişi sırasında onunla
patrikleri ve ileri gelen din adamları ile birlikte Bizans kralı arasında
münazaralar ve karşılıklı konuşmalar oldu. Bunlardan birinde kral ona şöyle
dedi: "Peygamberinizin mucizeleri arasında ileri sürdüğünüz inşikâku'l
-kamer (ayın bölünmesi) olayı sizce nasıldır?." Bakıllâni şöyle cevap
verdi: "O bize göre doğrudur, gerçektir. Resulullah (sav) zamanında ay
bölündü ve insanlar onu gördü. Ancak ayı o sırada orada olup aya bakmakta
olanlar gördüler." Kral "neden bütün insanlar görmedi?" deyince
onaşukarşılığı verdi: "İnsanlar onu görmeküze-re sözleşmiş ve hazırlık
içinde bulunmuş değinlerdi de ondan." Kral şöyle dedi:Buay ile aranızda
bir yakınlık mı var, neden Bizanslılar ve diğerinsan-lar bunu bilmiyor da ona
yalnız siz görüyorsunuz?." Bakıllâni şu karşılığı verdi: "Sizinle de
şu m â i d e arasında bir nesep bağı mı var ki komşularınızdan Yunanlılar,
mülhidler, brahmanlar, mecusiler ve yahudiler görmedi de yalnız siz gördünüz.
Onların hepsi bunu inkâr ediyorlar." Kral buna hayret ederek
"sübhanellah" dedi ve benimle konuşmak için falan papazı getirmelerini
emreti ve biz ona güç yetiremiyoruz diye ekledi. Derken kumral saçlı ayı[321]
gibi bir adam getirdiler. Adam oturdu, kendisine meseleyi anlattılar. Şöyle
dedi: "Müslümanın söylediği bağlayıcıdır; onun zikrettiğinden başka
kendisine verilecek cevap bilemiyorum." Ona şöyle dedim: "Kü-s û f u
(ay tutulması) bütün insanlar mı görür, yoksa yalnız onu gözetlemek te olanlar
mı?" Adam "yalnız onu gözetleyenler görür" dedi. Ben de şöyle dedim:
"înkâr edilen ay bölünmesi olayı da böyledir; ay bir tarafta olduğunda
ancak o tarafta bulunanlar ve bakmaya hazır olanlar onu görebilir. Ona
bakmayanlar veya ayın görünmediği yerlerde bulunanlar ise göremezler."
Papaz "o dediğin gibidir, kimse seni bu konuda reddetmez. Tartışma konusu
bunu nakleden râviler üzerinde olup bunun dışında ithamda bulunmak doğru
değildir." Kral "olayı nakledenlerin itham edilmesi nasıldır?"
diye sorunca, hristiyan şöyle dedi: "bunun gibi mucizeler, eğer gerçek
iseler, hakkında zorunlu bilgi sahibi olabilmemiz için büyük bir topluluktan
büyük bir topluluğa rivayet yoluyla nakledilmesi gerekir. Böyle olursa hakkında
zorunlu bilgi sahibi oluruz. Hakkında zorunlu bilgi olmazsa haberin uydurma ve
batıl olduğu anlaşılır." Bunun üzerine kral bana dönerek
"cevap?" dedi. Ben de şu karşılığı verdim: "Ayın bölünmesi
konusunda benim ispatlamam gereken hususu onun da meleklerin m â i d e yi
indirmeleri konusunda ispatlaması gerekir. Ona şöyle denir:.Eğer mâidenin inişi
gerçekse, onu çok sayıda insanların nakletmesi gerekirdi. Bu durumda da bütün
yahudi ve hıristiyanlar bunu zorunlu bilgiyle bilirlerdi. Madem ki bunu zorunlu
bilgiyle bilmiyorlar, bu da haberin yalan olduğunu gösterir." Bunun
üzerine hıristiyan papaz, kral ve orada bulunanlar şaşa kaldılar, meclis de bu
şekilde dağıldı.[322]
Resulullah'ın (sav)
kendisine gönderecekleri postacıyı ( b e r î d ) güzel yüzlülerden seçmeleri
hususunda valilerine (âmil) verdiği talimat ileride zikredilecektir.[323]
Resulullah'ın (sav) hükümdarlara gönderdiği en meşhur elçilerden biri Dıhye
el-Kelbî'dir. Ayni Umdetül-kârî'de (I, 93) şöyle der: Dıhye ashabın en güzel
yüzlülerin den di, Cebrail Resulullah'a (sav) onun suretinde gelirdi. Süheyli
"Onlar bir kazanç ve eğlence gördüklerinde seni ayakta bırakıp oraya
yöneldiler" (Cuma 62/11) âyetiyîe ilgili olarak İbn Selâm'dan şu yorumu
nakleder: Ayette geçen "eğlence "den maksat, güzelliği sebebiyle
Dıhye'nin yüzüne bakmış olmalarıdır. Dıhye Şam'a gittiğinde, ona çıkıp bakmayan
gelinlik çağa gelmiş hiçbir kız kalmadığı rivayet edilir.[324]
Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbnü'l-Arabî el-Fütuhâtül-Mekkiyye'sinde şöyle der:
Dıhye, zamanındaki insanların en güzeliydi. Ya-ratılışındaki güzelliğinden
dolayı, Medine'ye varıp halk onu karşıladığında kendisini görüp de karnındaki
çocuğu düşürmeyen kadın kalmadı. Ayni el-Umde'de şunu da zikreder: Dıhye,
kendisiyle kadınların fitneye düşmeleri korkusuyla yüzünde yaşmakla gezerdi.[325]
İbn HişâmhnSiret' inde
İbn Ishak'tan şöyle dediği nakledilir: Yezid b. Ebî Habîb el-Mısrî, içinde
Resulullah'ın (sav) ülkelere, Arap ve Acem hükümdarlarına elçi göndermesi ve
kendilerini gönderdiği sırada ashabına söylediklerinin zikredildiği bir belge
bulunduğunu ve onu Muhammed b. Şihâb ez-Zührî'ye gönderdiğinde Zührî'nin
belgeyi tanıdığını bana haber verdi. Belgede şöyle deniyordu: Resulullah (sav)
ashabının yanına gelerek onlara şöyle buyurdu: "Muhakkak ki Allah beni
bütün insanlığa bir rahmet olarak göndermiştir. Siz de tebliğ görevini benim
adıma yerine getirin ki Allah da size merhamet etsin; Havarilerin İsa b.
Meryem'e muhalefet ettiği gibi bana muhalefet etmeyin." Ashabın
"onların muhalefeti nasıldı ey Resulullah?" diye sormaları üzerine
şöyle buyurdu: "İsa onları sizi davet ettiğim şeye davet etti; yakına
gönderdikleri hoşlanıp itaat ettiler, uzağa gönderdikleri ise hoşnutsuz olup
karşı çıktılar. İsa bunu Allah'a şikayet etti, sabahladıklarında her biri
gönderildikleri kavmin dilini konuşur olmuştu."[326]
"Mescidle bevlin üzerine su serpme bâbı"nda[327] geçtiği
üzere, mescide bevleden bedeviye engel olduklarında Resulullah (sav) ashaba
şöyle buyurmuştu: "Siz kolaylaştırıcılar olarak gonderildiniz, zorlaştırıcılar
olarak değil." Hafız îbn Hacer Fethul-Bârî'de (I, 279) şöyle der:
Resulullah'ın (sav) herhangi bir tarafa gönderdiği herkes için tavrı böyle
olup onlara "kolaylaştırın, zorlaştırmayın" buyururdu.[328]
Derim: Bu husus Sahîh-i Müslim'de Ebû Musa'dan nakledilir: ''Resulullah (sav)
ashabından birini herhangi bir iş için gönderdiğinde "müjdeleyin, nefret
etirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın" buyururdu.[329]
Bezzâr da İbn Ömer'den şu hadisi tahric eder: "Resulullah (sav) Muaz ile
Ebû Musa'yı gönderdi ve müşavere ve 'muvafakat edin, kolaylaştırın,
zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin' buyurdu."[330]
Berîd, posta
istasyonlarından her biriyle diğeri arasındaki mesafeye denir ki bu da dört
fersah veya oniki mildir. Sonra bu kelime mektupları taşıyan kimse için, şimdi
ise daha geniş anlamda posta torbaları için kullanılmaktadır. B e r î d
temelde Fars menşelidir. Sonra İslam devletlerinde kullanıldı ve bunun için
âmilü'l-berid denilen özel bir görevli tayin edildi. Bu görevli valiler ve
bölgelerin haberlerini dârülhilâfe'ye (başkente), buradan da onlara taşıyordu.
Meşhur görüşe göre İslâm'da postayı ilk vazeden Muâviye b. Ebu Süfyân'drr. O
muhtemelen postayı özel usûl ve esaslara göre düzenleyen, posta için mil ve
istasyonlar koyan ilk kimsedir. Yoksa posta ondan önce Hulefâ-yı Râşidin
zamanında bilinmekteydi. Hz. Ömer b. Hattâb devrinde posta yaygınlık
kazanmıştı. Sahîh-i Buhâ-ri'de "Deve, davar, koyun ve ağılları
bâbı"nda "Ebû Musa d â r ü * 1 - b e -r î d 'de (posta evi, postane)
namaz kıldı" ifadesi geçmektedir.[331]
Hafız şöyle der: Sözü edilen dârü'l-berid Kûfe'de bir yer olup valiler
tarafından halifeye gönderilen haberciler oraya inerlerdi. Ebû Musa, Hz. Ömer
ve Osman zamanında Kûfe'de vali idi, dârü'l-berîd de şehrin kenarında idi.
Mutarrızi şöyle der: B e r î d aslında r i b â
ttakullanılanhayvananla-mındadır. Sonra ise onlara bindirilip gönderilen
haberci bununla adlandırıldı, sonra da meşhur mesafeye bu ad verildi.[332]
Hafız İbnü'l-Cevzî'nin Hz. Ömer'in hayatına dair yazdığı eserin 34. babında (s.
85J onun Medine'deki gece bekçiliği (ases) ve bununla ilgili olarak başından
geçen hususlar anlatılırken şu bilgi verilir: Hz. Ömer Nasr b. Haccâc'ı
Medine'den uzaklaştırdığında Basra'daki valisine ( âmil) bir mektup yazdı.
Haberci onun yanında günlerce kaldı. Sonra valinin m ü n â d i si (tellâl,
haber duyuran) "Müslümanların postacısı (berîd) hareket etmek istiyor,
kimin bir ihtiyacı varsa yazsın" diye ilanda bulundu. Nasr b. Haccâc da
emîru'l-mü'mimn'e (Hz.Ömer) bir mektup yazarak onu mektupların içine koydu.[333] İbn
Cerîr'in Tarîh*inde geçen aşağıdaki kıssada Bizans hükümdarının hanımından Hz.
Ömer'in eşine gerdanlık hediye getiren habercinin müslumanların postacısı
olduğu belirtilir. Kitâbu't-Tâiri'l-garîd fî vasfil-berîd'de, Arapların diğer
hususlarda olduğu gibi posta teşkilatı konusunda da üstün bir mevkie sahip
oldukları belirtilir. Bundan dolayı tarihçiler diğer milletlerden çok Araplarda
postanın durumunu ele alıp anlattılar. Arapların postacılıkta kullandıkları ilk
vasıta devedir. Sonra onun yerine katır ve daha sonra da sürati sebebiyle at
kulandılar. Her seferde, yolcuların şevkini üstlenen bir postacı (berîd)
bulunurdu. Arapların seferlerle gezip dolaşma eğilimleri, uzak ülkeler
arasındaki uzun posta seferlerinin bütün düzeniyle yürümesinde en büyük
yardımcı oldu. Bu görev onlar katında ancak halifenin atama yapabileceği ve
yalnız ehliyetli kimselerin yürütebileceği yüksek görevlerdendir. Batılı
kaynaklarda şu bilgiler verilir: Araplarda posta düzenlemesi ilk defat
Hicret-i Nebeviyye'den sonra ilk halifenin emriyle olmuştur. Uzak mesafelere
ulaşan fetihlerin genişliğine bağlı olarak Arapların posta teşkilatı da
genişledi ve büyüdü. Sonra Abbasi halifeleri zamanında "s i k k e”[334]
denilen posta istasyonlarının sayısı bin dolaylarına ulaştı. Bu genişliğe
rağmen yolculuk ve varış zamanları ve emniyet bakımından işler tam bir
titizlikle yürümekteydi. Her istasyonda yolcular ve postacıların seyrini,
istasyonların durumunu gözetlemekle görevli bir başkan (reis) vardı. Bu
başkanların hepsi, yollarda meydana gelen bütün hususlarla ilgili raporlarını
merkezî nokta olan Bağdat'taki genel yönetime takdim etmek zorundaydılar.
Yüksek başkan da bunları, postanın durumunu araştırmaya Özen gösteren halifeye
bizzat sunardı. Posta teşkilatının, postanın seyri ve yolların coğrafi
durumuyla ilgili posta kurallarını ihtiva eden umumî bir posta layihası vardı.
Posta için büyük meblağlar harcanıyordu. Denildiğine göre yalnız Yemen şubesi
için yılda harcanan miktar dört milyon dirhem civarında idi ki bu da dört
buçuk milyon frank yapar. Bundan da, kalan diğei hatlarda yapılan harcamaların
miktarı, Arapların posta teşkilatı için yaptıkları harcamalar ve postanın
onlar katındaki değeri anlaşılmaktadır. Adı geçen kitabın 95. sayfasında,
Arapların posta görevlileri için Abbasi halifeleri zamanında al â m e t ler
(sembol, amblem) edindikleri belirtilir. On ların alâmeti el ayası büyüklüğünde
gümüş parçasından meydana geli yordu; bir tarafında besmele ve halifenin adı,
diğer yüzünde de "Doğrususe-ni şakid, müjdeci ve uyarıcı olarak
gönderdik" (Feth 48/8) âyeti yazılıy di.[335]
Makrızi'ninel-Hıtat'ında
(1,280) şu bilgi verilir: İbrahim b. Ağleb 261 (875) yılında İfrikıyye'yi
(Kuzey Afrika) ele geçirdiğinde kafileler ve tacirler yollarda emniyet içinde
seyrediyorlardı. îbrahim b. Ağleb sahil boyunca karakollar ve kaleler yaptırdı.[336] Öyle
ki Sebte şehrinden İskenderiyye istikametinde ateş yakılıyor ve oradan
İskenderiyye'ye haber bir gecede varıyordu ki ikisi arasındaki yol aylarca
sürmekteydi.[337] Derim: Çabuk haber
ulaştırmada bu usul telgraf ve telefondan daha enteresan ve hayret vericidir.
Bu dünyada tuhaf şeyler olmaktadır![338]
Allah Resulü (sav)
Dıhye b. Halife el-Kelbî'yi Bizans hükümdarı Kayser'e gönderdi. Onu mektubuyla
gönderdi ve Kayser*e ulaştırması için mektubu Busra büyüğ^ine (emîri-ne)
vermesini emretti.[339]
Abdullah b. Huzâfe es-Sehmî'yi Fars (İran) hükümdarı Kisra'ya gönderdi. Amr b.
Ümeyye'yi Habeşistan hükümdarı Necâşi'ye, Hâtıb b. Ebî Beltea'yı iskenderiyye
hükümdarı Mukavkıs'a, Amir b. Lüey kabilesinden biri olan Salît b. Amr'ı Sümâme
b. ÜsaTe, Alâ b. el-Hadrami'yi Bahreyn hükümdarı Münzir b. Sâvâ'ya» Şucâ b.
Vehb el-Ese-dî'yi Haris b. Ebi Şimr el-Gassânî'ye, Muhacir b. Ebî Ümeyye'-yi
Yemen hükümdarı Haris b. Abdikülâl el-Himyerî'ye gönderdi. İbn Cemâa şöyle
der: Resulullah (sav) hicretin 7. yılı (628) Muharrem ayında bir günde altı
elçi gönderdi.[340]
Zurkâ-ni'nin Şerhu'l-Mevâhib*i ile İbn Kîrân'ın Şerhu*l-Elfiyye'sinde,
Resulul-lah'ın (sav) hükümdarlara elçi olarak bir günde altı kişi gönderdiği ve
onların her birinin kendilerine gönderildikleri kavimlerin dilini konuşur hale
geldikleri; İbn Sa'd ve diğer eserlerde de bu bilginin geçmekte olduğu ve bunun
da Resululah'ın bir başka mucizesini teşkil ettiği belirtilir.[341]
Resulullah (sav) Hirâş
b. Ümeyye el-Huzâî'yi kendisine ait bir deveye bindirip Kureyş'e elçi olarak
Mekke'ye gönderdi ve Mekke'ye geliş sebebini Kureyş eşrafına bildirmesini
emretti. Kureyşliler Resulullah'ın (sav) devesini boğazlayıp onu da Öldürmek
istediler. A h â b î ş kavmi buna engel oldu ve onu bıraktılar. Sonra Allah
Resulü (sav) Hz. Ömer'in tavsiyesiyle bu iş için Osman b, Affân'ı gönderdi.[342]
es-Siyer* de Mekke
fethine dair haberde İbn Işhak'ın şöyle dediği zikredilir: Mekke fethi günü
Safvân b. Ümeyye Cidde'ye ve oradan da gemiye binip Yemen'e gitmek istedi.
Umeyr b. Vehb şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, Safvân b. Ümeyye kavminin
reisidir, senden korkarak denize ulaşmak üzere kaçtı, ona emân ver."
Resulullah "o e m â n üzeredir" buyuranca, Umeyr şöyle dedi: "Ey
Allah'ın Resulü, kendisiyle senin ona eman verdiğini bileceği birşey ver bana."
Resulullah da ona Mekke'ye girdiği sırada giymiş olduğu sarığı verdi. Umeyr
sarığı alarak çıkıp gitti, Safvân gemiyle denize açılmak üzereyken ona yetişti
ve şöyle dedi: "Ey Safvân anam babam sana feda olsun, Allah'tan kork,
nefsini helake atma; bu Allah Resulünün (sav) verdiği emandır, sana
getirdim." Safvân şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana, benden uzaklaş
ve konuşma benimle." Umeyr ona şu karşılığı verdi: "Ey Safvân, anam
babam sana feda olsun, o (Resulullah) insanların en faziletlisi, en iyilik
yapanı, en halimi, en hayırlısı olup senin amcanın oğludur. Onun izzeti senin
izzetin, şerefi senin şerefin ve hükümranlığı senin hükümranlığındır."[343]
Safvân "hayatımdan korkuyorum" deyince, Umeyr de "o bundan
(seni affetmekten) daha halim ve daha cömerttir" dedi. Bunun üzerine
Safvân onunla birlikte geri döndü, Umeyr onu Resulullah'ın (sav) huzuruna
getirince şöyle dedi: "Bu, senin bana emân verdiğini iddia ediyor."
Resulullah (sav) da "doğru söylüyor" buyurdu. Safvân "Bu konuda
beni iki ay muhayyer kıl” deyince, Resulullah (sav) "sen dört ay
muhayyersin" buyurdu.[344] Ebû
Ömer İbn Abdilber şöyle der: Umeyr b. Vehb b. Halef ile oğlu Vehb b. Umeyr
Mekke fethi sırasında kaçtıklarında Resulullah'tan (sav) emân istedi,
Resulullah (sav) da her ikisi için ona emân verdi ve oğlu Vehb b. Umeyr'i ona
emân verdiğine işaret olarak yüce ridâsı ile birlikte gönderdi. Vehb de Safvan
b. Ümeyye için zikredildiği şekilde onu alıp getirdi.[345]
İbn Abdilber
el-İstîâb' da şöyle der: Ümmü Hakîm binti Haris b. Hişâm, amcasının oğlu Ikrime
b. Ebi Cehl'in hanımı olup Mekke'nin fethi günü İslâmiyeti kabul etti. Kocası
İkri-me Yemen'e kaçtığında onun için Resulullah'tan (sav) emân istedi ve onu
aramaya çıkarak geri getirdi, o da müslüman oldu ve nikahları üzere kaldılar.
Ümmü Hakîm İkrime'yi getirdiğinde Resulullah (sav) onu görünce kendisine
"muhacir yolcuya merhaba!" dedi. Ashabına da, "İkrime size
geliyor, onu gördüğünüzde babasına sövmeyin, çünkü ölüye sövmek diriyi
incitir" buyurdu.[346]
İbn Ishak şöyle der:
Resulullah'ın (sav) ashabından Habeşistan'da kalanlar vardı. Resulullah (sav)
onlar için Necâ-şi'ye Amr. b. Ümeyye ed-Damrî'yi gönderdi, Amr onları iki gemiye
bindirerek Hudeybiyye'den sonra HayberMe bulunduğu sırada Resululah'a (sav)
getirdi. Onlar içlerinde Cafer b. Ebi Tâlib'in de bulunduğu onaltı kişiydiler.[347]
İbn Cemâa
Muhtasaru's-siyer* de zikreder: Resulullah (sav) Amr b. Ümeyye ed-Damrî'yi
Necâşi'ye gönderdi. Necâ-şi'nin adı Arapça'da "atıyye" manasına gelen
Ashame idi. Resulullah (sav) ona iki mektup yazdı; birisinde kendisini İslâm'a
davet ediyor ve-ona Kur*an okuyordu. Necâşi bu mektubu abp gözlerinin üstüne
koydu ve tahtından inerek yere oturdu, sonra müslüman oldu ve hak şehadeti
getirip "eğer ona gidebilseydim giderdim" dedi. Resulullah (sav)
diğer mektupta da Ümmü Habibe'yi kendisiyle evlendirmesini istedi ve yanında
bulunan ashabını gemiyle göndermesini emretti. O da öyle yaptı, fildi sinden
küçük bir kutu isteyerek Re-sulullah'uı (sav) mektuplarını onun içine koydu ve
**bu iki mektup ellerinde kaldığı sürece Habeşistanlıların hayır içinde
olacaklarını" söyledi.[348]
el-İsâbe'de Amr'm biyografisinde şu bilgi verilir: Resulullah (sav) Ümmü Habibe
ile evlenmesi konusunda onu Necâ-şi'ye gönderdi. Ayrıca Mekke'ye de göndermiş
ve Hubeyb'i bağlı bulunduğu ağaçtan kurtarmıştı.[349]
Hafız İbn Hacer, Ümmü Habibe'nin el-İsâbe'deki biyografisinde de şu bilgiyi
verir: Necâşi, Ebrehe adlı bir cariyesini Ümmü Habibe'ye gönderdi. Cariye ona
"hükümdar, seni evlendirecek kimseyi vekil kılmanı istiyor" dedi. O
da Halid b. Said'i[350]
vekil tayin ederek gönderdi ve Ebrehe'ye de iki gümüş bilezik verdi, Akşam
olunca Necâşi, Cafer b. Ebî Tâ-lib ile yanındaki müslümanların getirilmesini
emretti, onlar da geldiler. Necâşi hutbe irad etti; Allah'a hamd ü senada
bulundu, kelime-i şehadeti okudu ve sonra şöyle dedi: "İmdi, Resulullah
(sav) Ümmü Habibe'yi kendisiyle evlendirmem için bana mektup yazdı, ben de
icabet ettim. Ümmü Habibe'ye dörtyuz dinar mehir biçtim." Necâşi sonra
dinarları ortaya döktü. Sonra Halid hutbe okudu, "Resulullah'ın (sav)
isteğine icabet ettim, Ümmü Habibe'yi onunla evlendirdim" dedi ve
dinarları aldı. Necâşi onlara yemek yaptırdı, yediler. Ümmü Habibe şöyle der:
Mal (mehir) bana getirilince Eb-rehe'ye elli dinar verdim, o ise bana iade
etti. "Hükümdar bunu bana kesin olarak emretti" diyerek, ona verdiklerimi
bana geri verdi. Sonra ertesi gün bana ud, alaçehre, anber ve anberyağı
getirdi, ben de onu Resulullah'a (sav) götürdüm. İbn Fâris'in Muhtasarına İbn
Badis tarafından yapılan şerh ile el-Lubâb'da şöyle denir; Ümmü Habibe,
İslâm'da kendisine bu meblağ verilen ilk kadındır.[351]
Ebû Abdullah
el-Gâfıkfnin Zıllül-ğamâme[352]
adlı eserinde adı geçen Ümmü Habibe hakkında şu bilgi verilir: Salih kul Ashame
(Necâşi) onun mehrini edada Allah ve Resulünün rızasını kazandı. Allah onun
kalbine iman ve merhameti yazdı, Ümmü Habibe'yi güven ve korumasına aldı, ta ki
Şurahbil b. Hasene onu Resulullah'a (sav) ulaştırıp[353]
zifafında koruyunca-ya kadar. Onu iman kanaatine boğdu ve zamanın uzunluğu
karşısında merhaleleri tükenmeye yüz tuttu. Ümipü Habibe sabah olunca
nikahlanmasına hamdetti ve kuşlar onun muştusunu koşuşturdular; bileziklerini
ve yüzüklerini Resulullah'ın (sav) onu nikahladığını kendisine haber veren kimseye
hediye etti.[354]
Ebû Ömer İbn Abdilber
el-İstiâb' da şöyle der: Resulullah (sav) Amr b. Ümeyye ed-Damrfyi bir hediye
ile Mekke'ye Ebû Süfyân b. Harb'e gönderdi.[355] Ebû
Ubeyd Kasım b. Sellâm şu rivayeti nakleder: "Bu hediye Acve hurması idi.
Resulullah (sav) Ebû Süfyân'a yazarak kendisinden işlenmiş bir deri istemiş o da
deriyi hediye etmişti." Ebû Ubeyd şöyle der: Bu hediye olayı Mekke fethi
öncesinde Mekkeliler ile Resulullah (sav) arasındaki antlaşma dönemindeydi.[356]
Ebül-Hasan el-Me-dainî, Resulullah'ın (sav) etrafa gönderdiği elçilerle ilgili
olarak müstakil bir kitap yazmıştır.[357] BunuHâfız
İbn Hacer, Haris b. AbdilkülâTin el-İsâbe ve diğer eserlerindeki biyografisinde
zikreder.[358] Hafız Irâki de
Elfiyye'sinde elçilere işaretle şöyle der:
Resulullah'ın (sav)
hükümdarlara gönderdiği elçiler:
Nebfnin gönderdiği ilk
kimse
Bir hükümdara Amr ki
ed-Damrî'dir
Necâşi'ye gönderdi
onu, vardığında
İndi döşeğinden oldu
müslüman
Muhacirleri gönderdi
deniz yoluyla
Ona iki gemiyle
Evlendirdi Remle'yi
Nebî*yle Amr da kabul etti
Onun adına, Necâşi
verdi mehrini ihsanla
Dıhye'yi gönderdi
Kayser'e
Ki o Herakliyus'tur,
büyüklendi isyan etti
Ve gitti îbn Huzâfe
Kisra'ya
Yırttı mektubu
azgınlıktan inkârdan
Hâtıb'ı Mukavkıs'a
gönderdi
"Hayırla"
dedi ve yaklaştı umudunu kesmedi
Nebf ye Mâriye-i
Kıbtıyye'yi etti hediye
Ve kardeşi Sîrîn'i
hediyelerle
Altın, kadeh ve bal
Ve Mısır'dan nadide
şeyler
Ibnü'1-As'ı gönderdi
tâ ki
Verdi mektubunu iki
oğluna Cülendâ'nın
İkisi de olup müslüman
bıraktılar Amr'ı
Zekâtı toplamaya ve
hediye verdiler
Salît'i Yemâme'yi
gönderdi
Benî Hanife hükümdarı
Hevze'ye
Elçiye ikramda bulundu
ağırladığında
Ve dedi "ne
güzeldir kendisine davet olunan."
Ve istedi
"işin" birazının kendisine tevdiini
Verilmedi ona, o da
geçip gitti küfründe
Bunun gibi Şucâ
el-Esedî vardı
Belkâ hükümdarı Haris
el-Gassânî'ye
Attı mektubu ve dedi
varıyorum
Onun üstüne, Kayser
Herakliyus oldu engel
Denildi, aksine, onu
Cebele'ye gönderdi
O yumuşak davrandı
fakat onu alıkoydu
Hükümdarlık, sonra
Ömer zamanında
Müslüman oldu, sonra
irtidatla oldu kâfir
Muhacir b. Ebi Ümeyye'yi
Gönderdi Haris
el-Himyeri'ye
Ki babası
Abdıkulâl'dir, tereddüt etti:
"Bakayım,
düşüneyim," elçi olarak geldi
NebFye müslumau
olarak; onu kucakladı
Rıdâyı serdi ona ve
sevdi onu
Alâ b. el-Hadramî'yi
gönderdi
Sâvâ oğlu Münzir
ed-Dârimî'ye.[359]
Alâ ile birlikte Ebû
Hureyre vardı
Boyun eğdi Munzır en
hayırlı dine
Fetih yılı geldi
Munzır elçi olarak
Ya da dokuzuncu yılda,
bir goruşe göre
Bunun gibi, Muâz'ı
gönderdi ve
Ebû Musa'yı bir
muhalife, yaklaştılar
Buyurdu:
"kolaylaştırın, zorlaştırmayın"
istekle müjdeleyin,
nefret ettirmeyin."
Cerîr'ı gönderdi
Zu'1-Kelâa ve-
Zî Amr'a, ne güzel
davetçıdır o
Ve Amr ed-Damrfyı
Museyleme'ye
Yalanından dönmedi
ayrılmadı
Ona mektubunu
gönderdiği Sâıb ile
ikinci kez ama o tevbe
etmedi
Ardından Ayyâş'ı
gönderdi
Beni Abdılkulâle,
öptüler hepsi
Mektubunu ve musluman
oldular
Nuaym, Hâns[360] ve
Mesrûh
Yine Nebî gönderdi
yazdığında
Birçoklarına,
gidenlerin adları belh değil
Ferve b. Amr
el-Cuzâmî'ye
Ki kurtuldu islâm'ı
kabul ederek
Ve Benî Amr'a
Hımyer'den
Keza unlu Ma'dıkerıb'e
Ve yazdı bazı
papazlara Necran'da
Keza Hades'ten[361]
musluman olanlara
Ve Ibn Dımâd Hahd
el-Ezdfye
Ve razı olunan îbn
Hazm Amr'a
Temîm b Evs ve
kardeşlerine[362]
Yazdı ki hâlâ
evlatlarının yanındadır
Ve Yezıd b Tufeyl
el-Hârısrye
Ve Benî Zıyâd b
Hârıs'e.[363]
el-İsâbe'de, Kayserdin
Maân valisi (âmil) Ferve b. Amr el-Cüzâmfnin Resulullah'a (sav) gönderdiği elçi
Mesud b. Sa'd el-Cüzâmî'nin biyografisinde şu bilgi verilir: O, Resulullah'a
(sav) Ferve'nin hediyesini ve müslüman olduğu haberini getirdi, Resulullah
hediyeyi kabul etti ve elçiye beşyüz dirhem hediye verdi.[364]
îbn îshak'ın
Sîret*inde Resulullah'ın (sav) Amr b. Âs'ı Uman hükümdarı Cülendâ'ya İslama
davet için gönderdiği zikredilir,[365]
Amr. b. Âs'ın onunla karşılıklı konuşması uzunca olup siyer müellifleri tarafından
nakledilmiştir.[366] Bu
konuşmada hükümdara şöyle hitap etmiştir: "Senden başka kalan birini
bilmiyorum, eğer bugün müslüman olmazsan atlar seni çiğneyecek, şehirlerin
mahvolacak. Müslüman ol, selâmete erer ve kavmine vali olursun." Şeyh
Tayyib b. Kîrân Şerhul-Elfiyye'de şöyle der: "Onun hükümranlık makamında
ve avanesinin yanında, üstelik onun huzurunda oturamayıp ayakta durduğu halde
kendisine bu şekilde hitab edip savaş ve yok olmakla tehdit etmesi Amr'ın
cesaret gücünü göstermektedir." Amr*ın kıssası için adı geçen şerh ve
diğer eserlere bakınız. İbn Sa'd'ın Tabakât'ın-da şu bilgi zikredilir:
Resululah (sav) Yuhanna b. Rü'be ve Eyle'nin liderlerine mektup yazarak şöyle
buyurdu: "Eğer kara ve denizlerin güvenlik içinde olmasını istiyorsan
Allah veResulü'neitaatet Eğer elçileri reddeder, onları razı etmezsen sizinle
savaşarak küçükleriesir alıp büyükleri de öldürünceye kadar sizden hiçbir şeyi
kabul etmem..."[367]
Tilimsâni'nin el-Umde9
sinde belirtildiğine göre Zeyd b. Sabit el-Ensârî en-Neccârî hükümdarlara
gönderilen mektupları yazar ve Resulullah'm (sav) huzurunda (konuşmaları)
cevaplardı. Onun Farsça, Rumca, Kıptice ve Habeşce tercümanıydı. Bu dilleri
Medine'de bunları konuşanlardan öğrenmişti. İbn Hişâm da el-Behce' de bu
bilginin benzerini zikreder. Bu bilginin benzeri İbn Abdisselâm'ın et-Târif
bi-ricâli Muhtasa-ri İbnil-Hâcib adlı eserinde Zeyd'in biyografisinde de
geçmektedir. Adaşımız Ebül-Hesenât Muhammed Abdülhay el-Leknevi'nin
Akâmü'n-nefâis fi edâi'l-ezkâr bi-lisâni Fâris[368] adh
eserinde, el-İlâm bi-sîreti'n-Nebî aleyhi's-selâtü ve's-selâm ile diğeri bazı
biyografi eserlerinde tasrih edildiği üzere Zeyd b. Sabit gibi bazı
sahabilerin Acemce, Rumca, Habeşce ve diğer dilleri öğrendikleri belirtilir.
İbn Abdirabbih'in el-İkdü'1-ferid'inde (II, 144) şu bilgi verilir: Denildiğine
göre Zeyd Farsça'yı Kisra'nın elçisinden, Rumca'yı Resulullah'ın (sav)
hâcibinden, Habeşçe'yi onun erkek hizmetçisinden, Kıptice'yi de kadın
hizmetçisinden öğrenmiştir.[369]
Sahîh-i Buhâ-ri'de "Kitâbü'l-Ahkâm" da "Hakimlerin tercüme
yaptırması ve bir tek tercüman bulunmasınının caiz olup olmadığına dair
bâb" başlığında Hârice b. Zeyd b. Sâbit'in Zeyd b. Sâbit'ten naklen şöyle
dediği zikredilir: "Nebi (sav) Zeyd'e Yahudi yazısını öğrenmesini
emretti"[370]
Süryâni Yazısı:
el-İstiâb* da belirtildiğine göre Resulul-lah'a (sav) Süryânice mektuplar
geliyordu; Resulullah Zeyd b. Sâbit'e Süryânice'yi öğrenmesini emretti, o da on
küsur günde öğrendi.[371] Tahâvi'ninMM/ı*o«ar'
ında Zeydb. Sâbit'ten şu rivayet nakledilir: "Resulullah (sav) bana
*Süryânice'yi iyi biliyor musun, bana mektuplar geliyor* buyurdu* Ben de 'hayır*
dedim. Resulullah 'o halde onu öğren' buyurdu, ben de on-yedi günde
öğrendim." el-Ahkâmu's-suğrâ' da, Ebubekr İbn Ebî Şeybe'nin Müsned* de
Zeyd b. Sâbit'ten şu rivayeti naklettiği zikredilir: "Resulullah (sav)
şöyle buyurdu: Bazı kimselerden bana mektuplar geliyor, onları herkesin
okumasını istemiyorum, Süryânice'yi öğrenebilir misin? Ben de "Evet"
dedim ve onyedi günde öğrendim.” İbn Abdilber'inBehcetül-me-câlis'inde Zeyd b.
Sâbit'in Süryâniceyi on sekiz günde öğrendiği belirtilir.[372]
Sahîh-i Buhâri' de
"şevâhidwden olarak ve et-Târih' te[373] —ki
burada verilen metin et-Târih' ten alınmıştır— Zeyd b. Sabitten şu rivayet
zikredilir: "Resulullah (sav) 'yahudi yazısını (İbranice) öğren, ben
mektubum konusunda yahudilere güvenmiyorum* buyurdu. Ben de onu yarım ayda
öğrendim; öyle ki onun yahudilere gönderdiği mektupları yazıyor, kendisine
yazdıklarını da ona okuyordum"[374]
Tahâvi*ninJlfwhto-sar' ında Zeyd b. Sabitten şöyle dediği nakledilir:
"Resulullah (sav) bana yahudi yazısını öğrenmemi emretti, yarım ay
geçmeden öğrendim. Resulullah (sav) bana 'Mektubum konusunda hiçbir Yahudiye
güvenmiyorum' dedi, ben yazıyı öğrenince Resulullah (sav) yahudilere mektup
yazdığında ben yazıyordum, kendisine yazdıklarında da mektuplarını okuyordum.**
Buhâri bu rivayeti "Kitâbu'l-Ahkâm"da "Hakimlerin tercüme
yaptırmaları ve bir tek tercüman bulunmasının caiz olup olmadığına dair
bâb"başlığıaltında "muall ak" olaraknaklederkilafzışöyledir:"Hârt-ce
b. Zeyd b. Sabit şöyle dedi: Nebi (sav) Zeyd'e yahudi yazısını öğrenmesini
emretti. Zeyd: Ta ki Resulullah'ın (sav) mektuplarını, yazdım, kendisine mektup
gönderdiklerinde de ona mektuplarını okudum."[375]
Hafız İbn Hacer Fethu'l-Bâri'de Buhâri'nin bu hadisi et-Târih[376]
kitabında tafsilatlı ve "mevsûl" olarak verdiğini belirttikten sonra
hadisi çeşitli "tariklerle m e v s û 1 olarak zikreder.[377]
Tirmizî el-Câmi'in "Kitâbü'l-Edeb" inde[378]
bununla ilgili olarak "Süryanice öğretimine dair bâb" başlığına
açarak şu rivayeti nakleder: Bize Ali b. Hucr haber verdi, ona Abdurrahman b.
Ebi'z-Zinâd babasından, o Hârice b. Zeyd b. Sâbit'ten, o da babası Zeyd'den
şöyle dediğini haber verdi: "Resulullah (sav) bana'yahudi yazısını
öğrenmemi emretti ve 'Allah'a andolsun, ben mektubum konusunda hiçbir yahudiye
güvenmera' buyurdu. Yarım ay geçmeden yazıyı öğrendim, öğrenince de,
Re-sulullah yahudilere mektup yazdığında onlara ben yazardım, kendisine
yazdıklarında da mektuplarını ona ben okurdum." Tirmizî şöyle der: Bu hadis hasen-sahih olup
Zeyd b. Sâbit'ten çeşitli yollarla rivayet edilmiştir. A'meş onu Sabit b.
Ubeyd'den, o da Zeyd b. Sâbit'ten şöyle rivayet eder: "Re-sulullah (sav)
bana Süryânice'yi öğrenmemi emretti." İbn Asâkir, Abdullah b. Ebubekir b.
Muhammed b. Amr b. Hazm'dan şöyle dediği tahric der: "Zed b. Sabit Mâsike[379]
medreselerinde öğretim gördü, onların yazısını onbeş günde öğrendi. Öyle ki
tahrif ettiklerini ve değiştirdiklerini biliyordu."[380] İbn
Ebi Davudel-Mesâhif te ve İbn Asâkir Zeyd b. Sâbit'ten şöyle dediğini tahric
ettiler: "Resulullah (say) "bana bazı mektuplar geliyor, onları herkesin
okumasını istemiyorum, İbranice veya Süryânice[381]
yazıyı Öğrenebilir misin?" buyurdu. Ben de "evet" dedim ve onu
onyedi günde öğrendim."[382] Ebû
Yala, İbn Ebî Davud el-Mesâhif te ve İbn Asâkir, Zeyd b. Sâbit'ten şöyle
dediğini tahric ederler: "Nebi (sav) bana 'Süryânice'yi iyi biliyor musun,
bana mektup geliyor' buyurdu. Ben 'hayır1 dedim, o da 'öğren' buyurdu ve ben
onu onyedi günde öğrendim."[383]
İmam Ahmed, Zeyd b. Sâbit'ten "merfu" olarak şu tahric de
bulunur:'f&y ZeydJ benim için yahudi yazısını öğren; Allah'a andolsun ki
ben mektubum konusunda hiçbir yahudiye güvenmiyorum." Abd b. Humeyd de
Zeyd b. Sâbit'ten "merfu" olarak şu hadisi tahric eder: "Ben bir
kavme yazıyorum, fazla veya eksik yazmalarından korkuyorum, Süryânice'yi
öğren."
Derim: Bununla,
yabancı dilleri öğrenmenin hükmü anlaşılmaktadır. Subhu'l-a'şâ'nın üçüncü
cildinde şöyle denir: Katibin Arapça'dan başka dillerden, kendisiyle konuşma
veya yazışma ihtiyacı sözkonusu olan kimsenin dilini öğrenmesi gerekir. Bunun
gibi, Arap yazısı dışındaki yazılardan da ihtiyaç duyulan yazıları
öğrenmelidir. Muhammed b. Ömer el-Medâinî Kitâbü'l-Kalem ve*d-devât*ta şöyle
der: "Katibin Hint yazısı ve diğer yabancı yazılan öğrenmesi
gerekir." Daha önce dil ile ilgili olarak Resulul-lah'ın (sav) Zeyd b.
Sâbit'e yahudilerin Süryânice veya İbranice yazısını öğrenmesini emrettiğine,
onun da Hz. Peygamber'e onların mektuplarını okuduğuna ve Resulullah'tan onlara
cevap yazdığına dair geçen bilgi de bunu teyid etmektedir.[384] İbn
Rüşd, efendimiz Hz. Ömer ve imam Mâlik'in Arapça'dan başka dilleri öğrenip
konuşmayı kötülediklerine dair rivayeti yorumlamakta olup el-Beyân ve't-tahsil[385]
adlı eserindeki sözlerinden anlaşılan şudur: İmam Mâlik'in Arapça'dan başka
dil ve yazıları öğrenmeyi mekruh sayması, öğrenilmesinde bir fayda
bulunmayanlarla ilgilidir. Fakat Hz. Peygamber'in (sav) emriyle Zeyd'in
öğrenmesinde olduğu gibi Devlet Başkanının (İmâm) ihtiyaç duyduğu şeyleri
tercüme etme, hakimin hasımlararasındahükiimvermevehukukuispatetme, â ş i r
inbeytülmal için ehl-i zimme ve harbî tüccarlarından alacağı u ş û r
vergilerini toplama, bir esirin hürriyetine kavuşturulması ve benzeri gibi
zaruretin gerektirdiği faydalı hallerde ihtiyacı karşılamak için öğrenmesi
mekruh değildir. İbn Yunus, Hz. Ömer'in Arap olmayanları kendi dilleriyle
konuşmaktan menettiğine dair el-Müdevvene'de geçen ifade ile ilgili olarak
şöyle denildiğini belirtir: Bu yasaklamadan kastedilen, yabancı dille mescidde
veya onu bilmeyen birinin yanında konuşmaları halidir ki bu durumda bir kimseye
karşı iki kişinin fısıldaşmalan gibi olur ki bu da mekruhtur. Şeyh Ebül-Hasan
bu hususta şöyle der: "Son te'vil daha uygundur. Birincisine gelince, bunu
neden mekruh saymış olabilir; yabancı dille konuşma, mescidlerin
sa-kındırılması gereken boş sözlerden midir?." O sanki bu hususta
tevakkufta bulunmuştur, et-Tevdîh'te müellif şöyle der: O mescidlerde yabancı
dille konuşmayı mekruh saymıştır. Çünkü Mâlik de mescidlerde Arapça'dan başka
dille konuşulmasını mekruh saymıştır, İbn Yunus'un kanaati de bu yöndedir.
Îbnü'l-Hâc'ın el-Medhal'inde şu bilgi verilir: İmâm Mâlik bundan, yani
mescidde yemek yemeden daha hafif fiili mekruh saymış olup bu da özellikle
Arapça'yı iyi bilenlerin başka dille konuşmalarıdır. Bu konuda İbn Ebî
Cemre'nin Muhtasarına Meccâcî'nini yaptığı şerhte üçüncü hadise bakınız.
Derim: Arapça dışında
bir dille konuşmanın Hz. Ömer tarafından neh-yinin ve İmâm Mâlik tarafından
mekruh sayılmasının mescidde bununla konuşan kimse veya hiçbir zaruret
gerektirmediği halde ya da kendi dilini, bunun edebiyat ve ilimlerini
küçümseyerek yabancı dil öğrenen kimse hakkında olduğu, başka kimseler hakkında
söz konusu olmadığı anlaşılmaktadır. Üstelik bugün kabul etmekteyiz ki Arap olmayan
milletlerin dilleri, onlarla yarışma ve milletler arasında yükselme için
zaruri olan müsbet ilimler, ayrıca bir arada yaşama ve bu durumda insan
haklarını güvence altına alma konusunda gerekli olan karşılıklı tanışma için
bir anahtardır. Birçok dilleri bilenlerden biri olan Şeyh Safiyüddin el-Hıllî
şöyle der:
Kişinin dilleri
ölçüsünde olur faydası Ona felaketler halinde yardımadır bunlar Davran öyleyse
çabucak öğrenmeye dilleri Her dil gerçekte birer insandır.
el-Cevheretül-mahsûs
fî tercemeti şârihil-Kâmûs[386]
müellifi bu iki beyti ona nisbet etmektedir. Bu konuda zikredilen en enteresan
şeylerden biri de îbn Sa'd'ınTabakât'ında (III, 258) gördüğüm şu bilgidir:
Efendimiz Hz. Ömer'in öldürülmesinde Muğire'nin hizmetçisine yardım edenlerden
biri olan Cefne en-Nasrâni, Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın süt babasıydı ve Medine'de
yazı öğretiyordu.[387]
Onun yabancı dilde yazı öğrettiği söylenebilir, ama mesela Arapça veya Kur'an
öğrenme konusunda o sırada bir hıristiya-na ihtiyaç duymuş olmaları
imkânsızdır. Bunu düşün. Bu konuda zikredilen en güzel şeylerden biri de Şeyh
Muhammed en-Nevevî el-Câvi el-Mek-kî'nin Merâhu lebîd li-keşfi
ma'nal-Kur'âni'l-mecîd[388]
adlı tefsirinde, Hz. Yusuf tan (as) bahseden "(Yusuf krala) Beni ülkenin
hazineleri üstüne (memur) kıl, çünkü ben (onları) iyi korur, (yönetmesini) iyi
bilirim, dedi" (Yusuf 12/55) âyeti ile ilgili olarak gördüğüm şu yorumdur:
Yani mallarda tasarruf yollarını ve bana gelecek gariplerin (yabancıların)
bütün dillerini bilirim (s. 403).
Buhari Sahîh'te
"Farsça ve rftâne (Arapça'dan başka dil) ile konuşan kimse babı"
diye bir başlık açar.[389]
el-Fecrü's-sâti*de müellif şöyle der: "Ritâne* den maksat Arapça'dan başka
dil olup bu, daha genel olanın atfı kabilindendir. Yani, iki âyetin de[390]
delâlet ettiği üzere ihtiyaç duyulduğunda Arapça'dan başka dille konuşmanın
caiz olduğudur. Buhari bununla, Farsça konuşmanın mekruh olduğuna dair varid
olan hadislerin zayıf olduğuna işaret etmiştir. Bu başlığın Cihad bahsinde ele
alınması da, müslümanların, Arap olmayanların (Acem) elçi ve emirleriyle
münasebetlerinde buna ihtiyaç duymalarından dolayıdır."
Bu konuda anılması
gereken en enteresan şey Sıbt İbnül-Cevzi'nin Mir*âtü'z-zamân adlı eserinde
okuduğum şu bilgidir: "O, Abdullah b. Zübeyr'in kölelerinden bahsederken
Hişâm'ın şöyle dediğini zikreder: Abdullah b. Zübeyr'in her biri bir dille
konuşan yüz hizmetçisi vardı. O da onların her biriyle kendi dili ile
konuşurdu." Bu bilgi, Hafız Suyûti'ninTârihul-hu-lefâ'sında (s. 83) İbn
Asâkir'in Ömer b. Kay s'tan tahriri olarak verilmiş olup oraya bakınız.[391] Bu,
sahabe ve tabiînin dilleri bilmeleri ve bunun sayısı ile ilgili olarak duyduğum
en enteresan bilgidir. Zikredildiğine göre İbnü'z-Zübeyr'in babasının,
kendisine haraç ödeyen bin kölesi vardı. Oğlunun da bu kadar kölesinin bulunması
yadırganacak birşey değildir. Çünkü İslâmda Hâşimîlerden sonra onların
ailesinden dahabüyüğü yoktu. Bu konuile ilgili olarak, şimdi Şam'a yerleşmiş
bulunan dayımızın oğlu allâme muhaddis Ebû Abdullah b. Cafer el-Kettâni’nin[392] el-Metâübül-azizetül-vâfiyye
fî tekellümihi aleyhisselâm bi-gayri'1-luğati'l-Arabiyye adlı eseri, Hanefi
âlim Şürunbulâli'nin en-Nefhatü'1-kudsiyye fî ahkâmi kıraâtli'l Kuran ve
kitâbetüıi bil-Fârisiyye[393] ve
allâme Ebül-Hasenât Muhammed Abdülhay el-Leknevi'nin Akâmü'n-nefâis fî edâi'l-ezkâr
bi-lisâni'l-Fâris[394]
adlı risalelerine bakınız. AyncaFethul-Bâri'de "Küâbü'l-Cihâd" -da
Buhâri'nin "Parsça... konuşan kimse babı" ile ilgili olarak müellifin
şu söylediklerine bakınız: Buhâri sanki Resulullah'ın (sav) dilleri bildiğine
işaret etmiştir. Çünkü Hz. Peygamber, dillerinin ayrılığına rağmen bütün milletlere
gönderilmiş olup dolayısıyla onun risaletinin umumîliğine nisbetle bütün
milletler onun kavmi sayılır. Bu da onları anlaması ve onların da kendisini
anlamaları için onların dillerini bilmesini gerektirir. Şöyle de denilebilir:
Bu durum, onlar nezdinde güvenilir tercüman bulunması imkânı sebebiyle, Hz.
Peygamber'in bütün dilleri konuşmasını gerektirmez.[395]
Ayrıca allâme dayımızın (Allah-rahmet etsin) İthaftı nücebâi'1-asr bil-cevâb
ani'1-mesâili'l-aşr adlı eserine bakınız. Enmûzecü'l-lebîb'de Hz. Pey-gamber'e
ait hasâisten olarak Kur'an'ın her dilde inmiş olduğu belirtilir[396]
İbnü'n-Nakib bunları sayar. Yine Suyûti el-İtkân'da Ebubekir el-Vâsıtî*nin
el-İrşâd fil-kırââtil-aşr adlı eserinde şöyle dediğini kaydeder: KurWda şu elli
dil (ve lehçe) mevcuttur: Kureyş, Hüzeyl, Kinâne, Has'am, Hazrec, Mezhic,
Huzâa, Gatafân, Müzeyne, Sakif, Hevâzin, Eş'ar, Numîr, Kays, Aylan, Cürhüm, Yemen[397],
Ezd Şenûe, Kinde, Temim, Himyer, Medyen, Lalım, Sa'dü'l-aşîre[398],
Hadramevt, Sedüs, Amâlika, Enmâr, Gassân, Sebe, Uman, Benî Hanîfe, Tağlib,[399] Tay,
Amir b. Sa'saa, Evs, Belî[400],
Cüzam, Uzre[401] en-Nemir, Yemâme. Arapça
dışında ise Farsça, Rumca, Nabati dili[402],
Habeşce, Berberce, Süryânice, İbranice ve Kıbti dili.[403]
Kütüphanemizde Suyüti'nin el-Mühezzeb fîmâ vakaa fil-Kur'ân minel-muarreb[404]
adlı bir risalesi vardır. Yaklaşık bir forma hacminde olup alfabetik olarak
tertip edilmiştir. Bu konuda onun bir başka risalesi de bulunmaktadır. Ravdfnin
Şerhu1-Enmûzec*inde ulemanın "Biz seni ancak bütün insanlara müjdeci ve
uyarıcı olarak göndermişizdir" (Sebe1 34/28) ile "Kendilerine apaçık anlatabilsin
diye her peygamberi kendi milletinin dili ile gönderdik" (İbrahim 14/4)
âyetlerinden Hz. Peygamber'in (sav) bütün dilleri bildiği hükmünü çıkardıkları
belirtilerek bu konuda Şeyh eş-Şûnf nin Meclis'ine Bulkînf-nin yaptığı şerhe[405]
bakılması tavsiye edilir. Hafâci Şerhu'ş-Şifâ'da (1,480) şöyle der: Allah Teâla
Resulullah'a (sav) bütün dilleri öğretmiş olup "Bizher peygamberi ancak
kendi milletinin dili ile gönderdik" {İbrahim 14/4) buyurmaktadır.
Resulullah (sav) ise herkese gönderilmiştir.[406] Subhul-a'şâ'da(I,
165) "Kâtibin yabancı dilleri bilmeye ihtiyacı faslı"nda da Muhammed
b. Ömer el-Medâni'den naklen şu bilgi verilir: Denildi ki Resulullah (sav) Arap
olmakla birlikte bütün dilleri biliyordu. Çünkü Allah onu bütün insanlara
göndermiştir. Şüphesiz, Allah bir peygamberi kendilerini anlamadığı bir topluma
gönderen değildir. Bu sebepledir ki Resulullah (sav) Selmân ile Farsça konuştu.
Medâni, İkrime'ye varan senedle şu rivayeti nakleder: İbn Abbas'a
"Resulullah (sav) Farsça konuştu mu?" diye soruldu. O da "Evet,
Selman onun yanına geldiğinde kendisine "dürüsten ve s â d -t e h M
dedi" diye karşılık verdi. Muhammed b. Emyel "Sanıyorum bu söz,
"merhaba, hoş geldin" anlamındadır" der. Bu durumda[407] Hz.
Peygamber'in (sav) Zeyd'e Süryânice veya İbranice yazmayı Öğrenmesini
emretmesi, yazmanın kendisine haram olmasındandı, yoksa bununla Zeyd'e onların
dillerini öğrenmesini emretmiş değildi. Hafız îbn Abdisselâm en-Nâsırî[408]
er-Rihletül-kübrâ'sında hocası İmâm Muhammed b. Muhammed el-Buhâri en-Nâblûsi
el-Eserî'nin biyografisinde, Resulullah'm (sav) Farsça konuşup konuşmadığı
konusunu ve el-KâmûsmüellifininSifru's-saâde adlı eserinde Hz. Peygamber'in Farsça
konuştuğunu kabul etmediğini[409] onunlamüza-kere
ettiklerini, hocasınını ise Resulullah'm (sav) Farsça konuşmuş olduğunu doğru
bulduğunu, bu yolculuk sırasında kendisine soru sorulması üzerine imla
ettirdiği ve el-Kâmûs müellifinin görüşünü reddettiği iki formayı ona
gösterdiğini belirtir.[410]
el-İstiâb' da İbn
Sîrîn'in şöyle dediği zikredilir: Müslümantarın şairleri Hassan b. Sabit,
Abdullah b. Revâha ve Ka'b b. Mâlik*ti. Müşriklerin şairleri ise Amr b. Âs,
Abdullah b. Zi-ba'ra ve Ebû Süfyân b. Hâris'ti. Ebü Ömer b. Abdilber şöyle der:
Ali b. Ebî Tâlib'e "bizi hicveden topluluğu sen de bizim için hicvet**
denilince o da "Nebî (sav) izin verirse yaparım** karşılığını verdi. Bunun
üzerine onlar "Ey Allah'ın Resulü, ona izin ver” dediler, Resulullah (sav)
"bu hususta istenilen şey Ali'de yoktur*' veya "o bu hususta
istenilen durumda değildir" buyurdu. Sonra da şöyle dedi: “Resulullah*a
(sav) silahlarıyla yardım eden kavmi, dilleriyle ona yardım etmekten alıkoyan
nedir?." İbn Şîrîn şöyle der: Müşrikleri hicvetmek için Hassan, Ka'b ve
Abdullah b. Revâha olmak üzere en-sardan üç kişi seçildi. Hassan ve Ka'b
müşriklerin tarihî olaylar, günler (e y y â m) ve övgüye değer hasletlerle
ilgili olarak söylediklerinin aynısıyla onlara karşılık veriyor ve onların
ayıplarını zikrediyorlardı. Abdullah b. Revâha ise küfür üzere bulunmuş
olmaları, duymayan ve faydası olmayan şeylere ibadet etmelerinden dolayı onları
ayıplıyordu. O sırada Abdullah'ın sözleri onlara daha hafif, Hassan ve Ka'b'ın
sözleri ise daha ağır geliyordu. Fakat İslâmiyet, kabul edip de bilgi sahibi
olduklarında onlara en ağır gelen söz Abdullah b. Revâha'nınkiydi.[411]
Hassân'ın el-İsâbe'deki biyografisinde Ebû Ubey-de'nin şöyle dediği nakledilir:
Hassan b. Sâbit'in şairlere üstünlüğü üç husustadır: Câhiliyye devrinde
ensârın şairiydi, Nübüvvet döneminde Allah Resulü'nün (sav) ve İslâmî devirde
de bütün Yemen'in şairiydi.[412]
Şihâb-üddin el-Berbîr'in eş-Şerhu'l-celi[413]
adlı eserinde şu bilgi verilir: Ashabın hepsi şiirin menba ve madeni idiler. En
şair olanları dört halife, halifeler arasında en şairi de Ebubekr es Sıddîk
idi. Hocalarımızın hocası Seyyid Mustafa el-Bekrî es-Sıddıkfnin,[414]
atası es-Sıddîk'in (Hz. Ebubekir) sözlerinden birdivân derlediğini gördüm ki
onu övmede divitlerin ağzı ve kalemlerin ağızları aciz kalır. Bu divânı
alfabetik olarak düzenlemiştir. Hz. Ebu-bekir*in kızı Hz. Aişe, Hansa'dan[415] da
şairdi. Değil kadınlar, erkeklerin bile belleyemediği ölçüde şairlerin
söylediklerini rivayet ederdi. Dilini uzattığında burnuna değen Hassan b.
Sâbit'in sahabe şairlerinden olduğu apaçık bilinmektedir. O, dilini bir kılın
üzerinden geçirse onu kırıp koparacağına, bir kayanın üzerinden geçirse onu
parçalayacağına dair Allah'a yemin ederdi. Şunlar da sahabe şairlerdendir:
Nâbiğa el-Ca'dî, Ka'b b. Züheyr, Ka'b b. Mâlik, Zibrikân, Abbas b. Mirdâs, Amr
b. Âs, Abdullah b. Revâha, Dırâr b. Hattâb, Hz. Peygamberdin (sav) amcası Abbas
ve oğlu Abdullah b. Abbas, Le-bîd, Muâviye b. Ebî Süfyâû, babası Ebû Süfyân,
Muğire b. Şu'be ve baş kala-n. Resulullah (sav) Hassân'ı şiir söylemeye ve
müşrikleri hicve teşvik ediyor, bunun onları kılıçla mağlup etmekten daha
üstün ve ağır olduğunu belirtiyordu. Allah Resulü (sav) ashabından şiir
söylemelerini isterdi. Ka'b b. Zübeyr'in söylediği şiir sebebiyle kanını heder
kıldıktan (öldürülmesini mubah saydıktan) sonra yine söylediği şiir sebebiyle
öldürülmesini önlemiş,[416]
cariyesi Şîrîn el-Kıbtiyye'yi[417]
Hassân'a mükafat olarak vermişti.[418]
İbn Seyyidinnâs diye
bilinen Hafız Fethüddin Muhammed b. Muham-med el-Endelüsî (ö. 734/1334) bunları
bir "keside-i mîmiyye"de toplamış, sonra da bunuMinehu'1-midehveyaFethül-medh[419]
adıyla şerhetmiştir. Sayıları ikiyüz civarında olan bu şairleri eserinde
alfabetik olarak vermiştir. Çağdaşlarımızdan ve İstanbul'a yerleşmiş bulunan
Câbizâde diye tanınmış Ebü'l-Hasan Ali b. Şakir el-Mostârî'nin Hüsnü's-sihâbe
fi şerhi eş'âri's-sahâbe adlı nefis bir eseri vardır.[420] İlk
cildi 362 sayfa olarak basılan eser kafiyelere göre düzenlenmiştir. Müellif,
sahâbinin biyografisini verdikten sonra tevhid, Allah'a sena, Resulullah'ı
(sav) medh ve mucizelerini açıklamayla ilgili şiirlerini zikreder. Eserde
ikiyüzü aşkın sahâbinin bir tek beyitten bir kasideye kadar varan şiirleri
verilmiş, sonra hepsinin kelimeleri şerhedilmiştir.
Sahabeden sonra
Resulullah'ın (sav) ümmetinden onu öven şairlerin şiirlerine gelince, her
memleket veya şehirde insanlar bunun için biraraya gelseler bile, sayılamayacak
kadar çoktur. Çünkü bir divân derleyip de ona veya her harfine (bölümüne)
Nebevi medihlerle başlamayan müslüman yok gibidir. er-Rihletü*l-Ayyâşiyye*de
müellifin Mekke'de Mûnteha's-sûl fî medhi'r-Resûl adlı bir eserin 673 (1274)
yılında yazılmış yedinci bölümünü gördüğü belirtilir. Ebû Salim (müellif)
devamla şöyle der: Bu eseri derleyen, bununla kendi sözlerini veya belli
sözleri değil de Resulullah'a (sav) yazılan medhiyeler ile benzeri şiirlerden
erişebildiklerini derlemeyi amaçlamıştır. Kitabın tamamlanmasına ne kadar
kaldığını Allah bilir.[421] Bu
yüzyılımızda da arkadaşımız, zamanın ender şahsiyetlerinden biri olan
Ebül-Mehâsin en-Nebhâni eş-Şâmi, Nebevi medhiyelerle ilgili bir antoloji derleyerek
alfabetik olarak düzenlemiştir. Eser dört cilt halinde basılmıştır.[422]
Bununla birlikte bu da azın azı olup denizden bir katredir.[423]
Müslîm ve Buharı de
el-Edebül-müfred*de Amr b. Şerîd'den, onun da babasından yaptığı şu rivayeti
tahric ederler: "Nebi (sav) benden Ümeyye b. Ebi's-Salt'ın şiirlerinden
okumamı istedi, ben de ona yüz kafiye veya beyit okudum."[424]
Yine Sahîh-i Müslim'de Amr b. Şerîd'in babasından yaptığı şu rivayet
nakledilir: "Birgün Resulullah'ın (sav) terkisine binmiştim, bana
"Ümeyye'nin şiirinden hatırında var mı ?" diye sordu,
"evet" dedim; "haydi" buyurdu, bir beyit okudum,
"daha" buyurdu, yine de okudum, "daha da" dedi, ta ki
kendisine yüz beyit okudum. Resulullah (sav) "neredeyse müslüman
olacakmış!" buyurdu."[425]
Kurtubi bunda, hikmet, şer*î ve tabiî bakımdan güzel mânâlar ihtiva ettiğinde
şiirleri ezberleme ve ilgilenmenin caiz olduğuna delil bulunduğu belirtir.
Bundan, Hz. Peygamber'in (sav) kâfirlerin şiirlerini okuttuğu da
anlaşılmaktadır. Çünkü Ümeyye b. Ebi's-Salt, Resulullah'ın (sav) kendisi için
"şiiri iman, kalbi ise küfür etti" dediği kimsedir.[426]
Ka*bb.Züheyr'inAllahResulü'ne(sav)
"Bânet Suâd"kasidesini
okuması kıssası meşhurdur. Bunun üzerine Resulullah (sav), ölüme mahkum
edilmişken, okuduğu kasideden dolayı onu ölümden kurtardı ve kendisine yüz deve
ile üzerindeki " b ü r d e "yi (hırka) verdi. Muâviye bu hırkayı
ondan otuzbin dirheme satın alarak hükümranlığı (na bir sembol olması) için
yanında muhafaza etti ve ona saygı gösterdi. Emevi halifeleri de bayramlar ve
belli günlerde teberrüken onu giyer ve en övgüye değer elbise sayarlardı. Ta ki
bu hırka devletle birlikte Abbasilere geçti. îslâm ümmeti bu eşsiz güzellikteki
"Kaside-i L â m i y y e "yi ezberleme, okuma, şerhetme ve benzerini
söylemeye büyük önem verdi. Şeyh Edip Ebû Cafer el-Basir el-İIbiri el-Endelüsî
Ka'b'ın bu kasidesini anarken şöyle der[427]: Bu
kasidenin köklü bir şerefi ve geçersiz kılanı (nâsihi) bulunmayan bir hükmü
(otoritesi) vardır. Ka'b onu Resulullah'ın (sav) mescidinde, o ve Ashabının
huzurunda okuyarak onunla tevessülde bulundu ve cezasından affa uğradı.
Resulullah (sav) onun ihtiyacını karşılayarak elbisesini ona giydirdi,
kendisine el uzatmak isteyenlere engel oldu, onu yüceltti ve isteğine erdirdi.
Bu, daha önce yaptığı hezeyanlar ve kanının heder kılınmasından sonra olup
kasidenin hasenatı bu günahları yoketti, güzelllikleri bu ayıpların yüzünü
örttü. Bu kaside olmasaydı medhiye ve gazel yasaklanır, şiirden dolayı atıyye
alan şair umudunu keserdi. O, şairlerin izledikleri yolda hüccetleri ve sahip
oldukları şeylerde de dayanaklarıdır. Hocalarımızdan biri kendi isnadı olarak
îskenderiyye'de bana anlattı: Alimlerden biri Ka'b'ın kasidesi olmadan
meclisini açmazdı. Kendisine bu durum sorulunca şöyle dedi: Rüyada Resulullah'ı
(sav) gördüm, "Ey Allah'ın Resulü, Ka'b'ın kasidesini huzurunuzda okuyayım
mı ?" dedim, o da "evet, onu ve onu seveni severim" buyurdu. Ben
de hergün onu okumayı Allah'a ahdettim. Makkârî şöyle der: Şairler o gün bu
gündür, huzurunda okunana ve övgüsü kendisine nisbet edilen zattan (Resulullah)
bereket umarak o kasidenin tarzında şiir söyleye geldiler ve onun sözlerini
izlediler. Kadı Muhyiddin b. Abdüzzâhir, Allah Resulü'ne (sav) medhiye
olarak" Bânet Suâd" vezninde bir kaside kaleme aldığında şöyle dedi:
Ka'b, Nebî*nin
övgüsüne bir kaside söyledi
Biz de Onun medhine
ortak olmayı umarak söyledik
Bizim de mükâfat
örtümüz rahmet olsun
Ka'b'ın nail olduğu
rahmet gibi ki o mübarak KaVdır.
Bu bilgi Makkârf nin
Neflıu't-tib'inden nakledildi.[428]
Hafız el-Azefî
Mevlidinin sonunda Resulullah'ın (sav) vefatından sonra hakkında Sahabenin
söylediği birçok mersiyeye Abdülmuttalib, Ümmü Hakim binti Abdülmuttalib, Hind
binti Haris b. Abdülmuttalib,[429] Ebû
Süf-yân b. Haris b. Abdülmuttalib, Amr b. Âs, Hassan, Ka'b b. Mâlik, Ebül-Heysem
b. Teyyihân, Abdullah b. Üneys, Ömer b. Salim el-Huzâi, Zibrikan b. Bedr,
Abdullah b. Mâlik el-Erhabî,[430]
Hemdân'ın önde gelenlerinden İbn Zî Medân, Abdullah b. Seleme el-Hemdâni, Sevâd
b. Kârib ed-Devsî, Abdül-hâris b, Enes b. Reyyân ve başkalarıdır.[431] Bu
anılanların mersiyeleri Mevlid'den bir forma oluşturmaktadır. Hafız eş-Şâmi de
es-SübüTde bu konuyla ilgili olarak bazı bâblara yer vermiş olup bunlardan
biri de "Resulullah'ın (sav) şiir konusundaki tutumuna dair bâblar"
başlığıdır. Birinci Bâb: Resulullah'ın (sav) güzel şiiri övmesi, kötüsünü
kötülemesi ve çok söylenmesini hoş karşılamaması. İkinci Bâb: Resulullah'ın
(sav) mescid içinde ve dışında ashabından bazılarının şiirini dinlemesi. Üçüncü
Bâb: Resululîah'ın (sav) Ashabından bazılarına müşrikleri hicvetmesini
emretmesi. Dördüncü Bâb: Resulullah'ın (sav) örnek olarak andığı şiirler.
Beşinci Bâb: Resulullah'ın (sav) başkasından okumasını istediği şiirler. Bu
konuyla ilgili olarak, anılan yerlere bakınz.[432]
Bu kıssa kendi
konusunda enteresan olup isnadı da enderdir. Muhad-dislerin gözlerini
kamaştırdı, onu rivayete üşüştüler. Çünkü o, Hafız Suyûti ve Sehâvi ile onuncu
yüzyılı idrak eden emsalleri müteahhirin muhaddisle-rin katındaki en "âli”[433] isnaddır.
Her ikisi de bunu, kendileriyle Nebî (sav) arasında on râvi bulunmak suretiyle
"uşârı"[434]
olarak rivayet etmişlerdir.[435]
Sehâvi Fethu*l-Muğis*te şöyle der: "Benim, Taberâni'nin
el-Mu'cemu's-sagtfr'i ve başka eserlerden "mütemâsek"[436]
senedle rivayet ettiğim onlu hadisler (uşâriyyât) vardır. Dünyada bu sayıdan daha
az râvili hadis şimdi mevcut olamaz". Suyûti et-Tedrib'de şöyle der:
"Bizimle emsallerimizin bu zamanda muttasıl senedle semâ' yoluyla
ri-vayetedeceğisahihhadıslerdenen "âli" isnadlısı,bizimleNebî(sav)arasında
oniki kişi bulunanıdır, icazet yoluyla ise onbir kişi bulunanıdır ki bu türden
olanlar çoktur. Aşırı derecede zayıf olmama kaydıyla z ay ıf onlu hadisler de
mevcut olup bu türde ise Taberâni'nin el-Mu*cemu's-sağir'-inde son derece az
sayıda hadise ulaşabilmişizdir."[437]
Suyûti'nin rivayet ettiği bu onlu hadisi, ondördüncü (milâdi yirminci yüzyıl)
asrımızda biz ve emsâllerimizinrivayetedebileceğien " âl i
"isnadlavermektenhoşnudum: Dün-yanın müsn i di[438] BedrüddinAbdullahb.Dervişb.İbrahimes-Suk-kerî
ed-Dımaşkî bize Dımaşk'ta (Şam) 1324 (1906) yılında haber verdi; ona dün-yanın
m ü s n i d i Vecihüddin Abdurrahman b. Muhammed b. Abdur-rahmanel-Küzberi;ona
muammer (uzunömürlü)Mustafa er-Rahmeti ed-Dımaşki, Arif Abdülğani b. İsmail
en-Nâblûsî es-Sâlihi'den; of babası Bed-rüddin Muhammed b. Muhammed
el-Gazzi'den; o, babası Bedrüddin Muhammed b. Muhammed el Gazzi el-Amirî
ed-Dımaşki'den; o da Hafız Abdurrahman b. Ebubekir es-Suyûtfden şöyle dediğini
haber verdi[439]: Bize dünyanın m ü s n i
d i Muhammed b. Mukbil el-Halebî 869 (1465) yılında yazılı bir i c â z e t le
Muhammed b. İbrahim b. Ebû Ömer el-Makdisî'den naklen haber verdi ki o
Makdisî'den icazetle rivayette bulunan en son kimsedir; ona Ebü'l-Hasan Ali b.
Ahmed b. el-Buhâri haber verdi ki o Buharî'den rivayette bulunan en son
kimsedir; o da Ebül-Kâsım es-Saydalâni'den naklen haber verdi ki kendisi ondan
rivayette bulunan en son kimsedir; o da Ümmü ibrahim binti Abdullah ve
Ebü'l-Fadles-Sekafi'den semâ yoluyla ikisinin şöyle dediklerini haber verdi:
Bize Ebubekir b. Rîze[440]
haber verdi; ona Ebül-Kasım et-Taberâni; ona Abdullah b. Rumâhis 274'te (887);
ona 120 yaşında bulunan Ebû Amr Ziyâd b. Tank haber verdi: Ebû Cervel[441]
Züheyr b. Sured el-Cüşemî'yi şöyle derken duydum: Resulullah (sav) bizi Hevâzin
Gazvesi'nde esir alıp esirleri ayırmaya koyulduğunda kendisine gelerek şöyle
dedim[442]:
Bize bağışta bulun
kereminle ey Allah'ın Resulü
Sen o kimsesin ki
kendisinden umar ve bekleriz
Bağışta bulun kaderin
bağladığı aile ve aşirete
Birliği parçalanmış
hali vakti bozulmuş
Zaman bize bıraktı bir
ses hüzün üzere
Kalplerinde kin ve gam
Eğer onlara ulaşmazsa
yaydığın iyilik
Hilimde ey en üstün
insan denendiğinde
Lütfet o kadınlara ki
süt emdin kendilerinden
Çünkü süsler seni
yaptığın ve terkettiğin şeyler
Kılma bizi toplulukları
dağılıp gidenler gibi
Bizi koru biz seçkin
bir topluluğuz
Biz iyiliklere
şükrederiz nankörlük yapılsa bile
Bugünden sonra var
yanımızda bizim de hazineler
Annelerinden süt
emdiklerine giydir affı
Elbette af yayılır ve
duyulur.
Ey kendisiyle küheylanların
sevinip coştuğu
Savaşta kıvılcımlar
parladığında
Umuyoruz senden bir af
giydireceğin
Şu insanlara, affeder
ve galip olursun
Affet Allah da affeder
senin bağışladığını
Kıyamet günü sana
zafer hediye edildiğinde
Resululllah (sav) bu
şiiri duyunca şöyle buyurdu: "Bana ve Abdülmut-talib oğlullanna ait ne
varsa sizindir." Bunun üzerine Kureyşliler 'bize ait ne varsa Allah ve
Resulü'nündür", Ensâr "bize ait ne varsa Allah ve
Re-sulü'nündür" dediler. SuyûtiTedribu'râvi*de şöyle der: Bu hadis bu
tarikle hasen-garib olup u ş â r i 'dir. Ebû'l-Hasan İbn Kani[443] de
Ubey-dullah b. Ali el-Havvâs'tan, o da İbn Rumâhis'ten naklen tahric etmiştir.
Bu hadisin,İbnIshak'ınel-Meğâzi'dekirivayetiylebir " Ş â h i d
"ivardır.Di-yâuddin el-Makdisî bunu el-Muhtâre'de[444]
Züheyr'in hadisi olarak tahric eder ve Amr b. Şuayb'ın hadisiyle de istişhadda
bulunur ki bu ona göre "hasen" şartına sahiptir. Suyûti sonra Zehebi
ve İbn Abdilber'in bu konuda söylediklerini zikretmekle yetindi.[445]
Nitekim ondan önce de, hocalarının hocası Hafız Irâkiel-Erbaûnel-uşâriyyâtü'l-isnâd[446]
adlı eserinde bununla yetinmişti. Bunların hepsi de hafızların efendisi İbn
Hâcer'in Lisânül-mîzân'da[447]
topladığı tariklerden (rivayet yolları) habersiz kalmışlardır.
Lisânü'l-mîzân'da (IV, 96) Abdullah b. Rumâhis'in biyografisine bakın hayrete
düşersiniz. İbn Hacer, hadisin h a s e n isnadlı olduğu ifade ile diğerlerinden
ayrılır. Fethu'l-BâriMe de şöyle der: Bu h as e n hadis olup onun m u n k a t i
olduğunu söyleyenler vehmetmişlerdir. el-İsâbe'de de şöyle der: İbn Abdilber,
tenkidi gerektiren bir sebep belirtmeden bunun isnadını zayıf sayar. Ben bu
hususu Lisânü'l-mizân' da[448]
Ziyâd b. Tarık'ın biyografisinde açıkladım.[449] Ebû
Zeyd es-Seâlibi'nin Ğanî-metü'l-vâcid adlı eserine bakınız. Şihâbüddin İbn Hacer'in
el-Minehu'l-Mekkiyye[450]
adlı eserinde belirttiği gibi, kendisinden bu beyitlerle şefaat İstediğinde
Resulullah'ın (sav) Hevâzin kabilesine geri verdiği kadın-çocuk esirlerin
sayısı 6.000, develerin 24.000, koyunların 40.000 ve 4000 ûkiyye de (1 ûkiye 40
dirhemdir) gümüştü.[451]
Allah Resulü'nün (sav)
hatibinin kim olduğu: İbn Hazm'-ın el-Cemhere' sinde Sabit b. Kays b. Şemmâs'ın
Allah Resu-ü'nün (sav) hatibi olduğu belirtilir.[452] el-İstîab'
da da şu bilgi verilir: Sabit, Ensârın hatibi idi. Hassan b. Sâbit'e
"Resulullah'ın (sav) şairi" denilmesi gibi ona da
"Resuhıllah'ın hatibi" deniliyordu.[453]
Hilyetül-evliyâ müellifi Ebû Nuaym el-Isfahânî Ta-bakâtu'l-hutebâ adlı bir eser
kaleme almış olup bu hususu İbn Hacer el-tsâbe'de Suhbân'ın biyografisinde zikreder.[454] Târihu'l-Hulefâ'dada
Ebu-bekir es-Siddîk'ın biyografisinde İbn Kesir*den naklen şu bilgi verilir:
Hz. Ebubekir İnsanların en fasih konuşanlarından ve en iyi hitabette
bulunan-larındandı. Zübeyr b. Bekkâr şöyle der: İlim ehlinden birini duydum
şöyle diyordu: Resulullah'ın (sav) Ashabından en hatipleri Ebubekir es-Sıddîk
ve Alib.EbiTâlib'di.[455]
Hindistan'ın alimi
Ebu'l-Hasenât el-Leknevi Akâmü'n-nefâis adlı risalesinde şöyle der: Nebî (sav)
ve Ashabı her zaman Arapça ile hitabette bulundular. Onların hiç birinin Cuma
dışında bile olsa Arapça'dan başka bir dille hutbe okuduklarına dair nakil
varid değildir. Resulullah'ın (sav) hitabet meclislerinde Fars, Rûm
(Bizanslı), Habeş ve Acem'den kimseler bulunurdu, Nebî (sav) hutbesininin
dilini asla değiştirmedi ve kimse de ona dil öğretmedi. Malumdur ki bu
kimselerden bazıları Arapça'yı hiç bilmiyor bazıları da biraz anlasa bile
çoğunu anlayabilecek durumda değillerdi. Allah Resulû'nün (sav) Acem dili
(Farsça) ve Arapça'dan başka diğer dilleri bilmediği, eğer bilseydi onlarla
hitab edecek olurdu diye de düşünülemez. Resulullah'ın (sav) bu dilleri
bilmediğini kabul etmekle birlikte deriz ki: Zeyd gibi bazı sahabiler Acemce,
Rumca, Habeşce ve başka dilleri bilmekte-lerdi, Nebî (sav) neden Zeyd'e onlara
kendi dilleriyle hitap ve vaazetmesini emretmedi? Hâsılı, Arapça'dan başka
dille konuşanların anlaması için Arapça'dan başka dille hitabette bulunmaya
olan ihtiyaç ilk üç asırda da mevcuttu. Bununla birlikte bu devirlerde kimse
bir başkasının söylediklerini çevirip açıklamıyordu (Akâmu'n-Nefâis, Hind,
1303, s. 33). Sünen-i Ebû Davud'un Ğayetül-maksûd adlı şerhinde şu bilgi
verilir: Hatibin hutbesinde Kur'ân okuması ve onunla öğütte bulunması gerekir.
Eğer dinleyenler Acem (Arap'tan" başkası) iseler, onların diline tercüme
etmelidir. Çünkü Arap memleketelri dışında vaz ve nasihatin tesiri ancak o yer
halkının diline tercüme etmekle sağlanır. Allah Teâla şöyle buyurur:
"Kendilerine apaçık anlatabilsin diye, her peygamberi kendi milletinin
diliyle gönderdik" (İbrahim 14/4). Câmiul-beyân'da müellif şöyle der:
Yani kendilerine emrolundukları şeyleri açıklasın, onlar da onu külfetsiz
şekilde anlasınlar diye. Resulullah (sav) her ne kadar kırmızıya ve siyaha
(bütün insanlığa) gönderilmişse de evla olan tebliğin içinde bulunduğu
kimselerin diliyle olmasıdır; ta ki onu anlasın, nakledip tercüme
etsinler." Hatibin okuduktan sonra Kur'ân'ın manalarını anlatması ve
dinleyenlere kendi dilleriyle öğütte bulunması gerekir. Yoksa hutbenin maksadı
ortadan kalkmış olur. Hocamız muhaddis Nadîr Hüseyn ed-Dihlevî de böyle der.[456]
İleride zikredileceği üzere Muvahhidiler Devleti'nde hatipler Fas Karaviyyîn
Camii ve diğer camilerde Berberice hutbe okuyorlardı. Allah en doğrusunu bilir.[457]
1.
Hafız Kasım b.
Kutluboğa'nın Tabakâtul-Hanefiyye'sinde (s. 10) Cafer b. Muhammed b. el-Mu'tez[458] b.
el-Mustağfir en-Nesefî el-Mustağfi-ri'nin (d. 450/1058) biyografisi verilirken
eserlerinden birinin de Hutabu'n-Nebî (Hz. Peygamber'in hutbeleri) olduğu
belirtilir.[459]
2.
Hz. Peygamber'in (sav)
hutbelerinde seci yoktu. Bu hutbeler gerçek kaynaktırlar. Hulefâ-yı Râşidin ile
selefin çoğu bu hutbeleri örnek aldılar. Bu zamanda ise tekellüfîi çok, hayır
ve doğru yoldan uzak özellikte olan seçilileri okunur oldu. Bunu, Ebû Abdullah
b. Tayyib eş-Şarkî, el-Kâmûs haşiyesinde söyler.
3.
Resulullah (sav)
Nübüvvetten önce Kus b. Sâide el-îyâdi'nin hitabesinde hazır bulunmuştu; şöyle
buyurdu: "Ben Ukâz panayırında ona bakıyordum, kızıl bir devenin
üstünde..." (Hadis). Câhızel-Beyân ve't-tebyîn adlı eserinde şöyle der:
Bundan dolayı Kus b. Sâide ve kavmî, Araplardan hiçbir kimsenin sahip olmadığı
bir fazileti elde etmiştir. Çünkü Resulullah (sav) onun Ukâz panayırında devesi
üzerinde duruşunu, konuşmasını ve öğüdünü bizzat rivayet etmiş, konuşmasının
güzelliğinden dolayı hayretini belirtmiş ve tasvibini izhar etmiştir. Bu ise
arzu ve ümitlerin uzanamayacağı en şerefli tazim mevkiidir. Allah Kus b.
Sâide'ye, tevhidi dile getirmesi, İhlasın manasını ortaya koyması ve ölümden
sonra dirilişe inanması sebebiyle bunu nasip kılmıştır. Bu yüzdendir ki Kus b.
Sâide bütün Arapların hatibi sayılır.[460]
Sahih-i Buharî* de
Huzeyfe b. Yemân'a varan senedle şu rivayet zikredilin Huzeyfe şöyle dedi:
"Resulullah (sav) 'halktan müslüman olanları bana yazın' buyurdu, biz[461] de
kendisine 1500 erkek yazdık."[462]
Sahih-i Müslim* de de İbn Abbas'tan şöyle dediği rivayet edilir:
"Resulullah'ı (sav) hutbe okurken işittim, şöyle buyuruyordu: *Hiçbir
erkek, yanında mahremi bulunmadıkça bir kadınla yalnız kalmasın; kadın da
yanında mahremi olmadan yolculuk yapmasın.' Bir adam kalkarak şöyle dedi: 'Ey Allah'ın
Resulü, benim zevcem hacca gitti, ben ise şu şu gazaya yazılmışım.' Allah
Resulü (sav) şöyle buyurdu: Git ve eşinle birlikte haccet.”[463] Bu
hadis Sahîh-i Buhâri'de "Ben şu şu gazveye yazıldım, eşim de hacca
gidiyor...[464] ifade-siyle mevcuttur.
Hafız İbn Hacer Fethul-Bâri' de "Devlet Başkanının (İmâm) halkı yazması
babı" başlığında şöyle der: Yani savaşanları (asker) ve diğerlerini.
Başlığın bu şekilde tesbitinden kastedilen devlet başkanının bizzat yazması
veya emriyle yazdırması ifadesinden daha umumi olmasıdır. Bu hadiste ordu
divanlarını (dîvânü'1-ceyş) yazmanın meşruluğuna da delil vardır. Hadiste
adamın "ben şu gazveye yazıldım" sözüyle ilgili olarak da şöyle der:
Buharî burada ilk rivayeti "yazın" lafzıyla vermeyi tercih etmiştir.[465]
Çünkü bu ifade, gazvelere çıkanların yazılmasının onların adetinden olduğunu
iş'ar etmektedir.[466]
Takiyüddin el-Makrızi el-Hı-tat'da şöyle der: D ivâ n in yazılışı üç kısımdır:
Askerîn yazılışı,h a r a cin yazılışı ve i n ş â ve yazışmaların yazılışı. Her
devletin bu üç kısmı da kullanması gerekir. Ulema inşa ve harâc
yazılmasıileilgiliolarakmüte-addit eserler verdiler, fakat ordu ve askerîn
yazılması konusunda birşey kaleme alanı görmedim. İslâm'ın ilk zamanlarında
divân ların yazılması, yazılan şeylerin birbirine eklenen sayfalar yapılması
şeklinde idi.[467]
B e y * a t in (biat)
manası sözleşmek ve antlaşmak olup gerçek alışverişe (bey*) benzer.
İbnül-Esîren-NihâyeMe şöyle der: Sanki onlardan birisi diğerine yanındakini
satmış, ona kendi varlığını, itaatini ve benliğini vermiştir. Bunun esası,
Arapların adeti olarak iki kişi alışveriş yaptığında birinin elini diğerinin
eline vurmasıdır (s a f k a). Allah Teâla bey'atın şanını yüceltmiş ona
vefasızlık göstermekten sakındırarak şöyle buyurmuştur: "Sana biat edenler,
gerçekte Aüah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir.
Kim ahdini bozarsa, kendi aleyhine bozmuş olur. Ve kim Allah'a verdiği sözü
tutarsa Allah ona büyük mükâfat verecektir" (Feth 48/10). Ve mü'min
kadınlarla bi'aüeçmeyi şu âyetle emretmiştir: "Ey peygamber, inanmış
kadınlar sana gelip Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık
etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleriyle ayakları arasında bir iftira
uydurup getirmemeleri, iyi bir iste sana karşı gelmemeleri hususunda sana biat
ederlerse onların biatlarını al ve onlar için Allah'tan mağfiret düe. Şüphesiz
Allah çok bağışlayan çok merhametlidir.'' (Müntehine 60/12). Nebî (sav) ashabı
ile iki bey*at akdetti.
Mercâni şöyle der:
Bey1 atın lügat ve Şerl ıstılah olarak manası, beratta bulunulan kimseye kendi
işlerine bakmayı tevdi etme, bununla ilgili hiçbir şeyde onunla çekişmeye
girmeme ve kendilerini sorumlu tuttuğu işlerde istekle veya isteksiz olsa bile
ona ittat etme konusunda söz vermektir. Onların ahidlerini telcid için
tokalaşmaları alıcı ve satıcının Biline benzetilmiş ve b e' y a t diye
adlandırılmıştır. Allah Resulü'nün (sav) Akabe gecesi, ağacın yanında
(bey'atü'r-rıdv&n) ve be/at lafzının geçtiği yerlerde bey'ati hep böyle
olmuştur. Buharı, 'Devlet başkanının (îmâm) halkla nasıl bey'at ettiğine dair
bab"[468] başlığı açmıştır. Bundan
maksat be/atte kullanılacak sözlü ifadeler olup fiilî davranışlar değildir.
Buharı de bu başlık altında dinleme ve ittat etmek üzere, hicret üzere, cihâd
üzere, sabır üzere, ölüm bile olsa kaçmamak üzere, kadınların bey'ati üzere,
müslüman olmak üzere yapılan bey'atleri zikretmiştir. Bütün bunlar, aralarında
bey*-at yapılırken sözle gerçekleşmiştir. Hafız Îbnü'l-Cevzî de şöyle der:
Resulullah (sav) ile bey'atte bulunduklarını tesbit ettiğim kadın sayısı 457
olup Re-sulullah bey'at üzere hiçbir kadınla tokal aşmamış, onlarla yalnız
sözle bey’-at etmiştir.
Resulullah (sav)
bey'atte bulunanlar için ergenlik çağına ermiş olmayı da şart koşmuyordu.
Abdullah b. Zübeyr ile o daha yedi yaşındayken bey'at etmişti. Kurtubî şöyle
der: Hz. Peygamber'in (sav) ashabıyla bey'atte bulunması, bir ahdi yenileme
veya bir işi teldde ihtiyaç duyduğu durumlarda olurdu.
Bey'atte bulunurken
Resulullah'm (sav) tevhidden sonra şart koştuğu ilk şey namazın kılınması,
sonra da zekâttı. Sonra da her kavme en çok ihtiyaçları olduğu şeyleri
Öğretirdi. Sahîh-i Buharî'de Câbir*den şu rivayet nakledilir: "Ben
Resulullah'a (sav) namaz kılmak, zekât vermek, her müslü-mana nasihatte bulunmak
üzere bey'at ettim."[469]
Resulullah Câbir*le nasihatte bulunması üzere bey'at etti. Çünkü o kavminin
reisi idi ve Resulullah (sav) da onu kavmine İslâm'ı öğretmek ve nasihatte
bulunmağa yöneltti. Buharİ bu konuda şu başlıklara yer vermiş olup ona bakınız[470]:
"İki defa bey'at eden kimse babı", "Bedevilerin bey'ati
babı", "Bey'at edip sonra be/at-ten vazgeçen kimse babı",
"Küçük kimsenin bey'ati babı", "Bir kimseye yalnız dünya için
bey'at eden kimse babı", "Kadınların bey'ati babı"
"Be/atını bozan kimse babı."
Emevi ve Abbasi
halifeleri bey'ati yemin çektirme,türlü yeminleri içine alacak şekilde teTtidle
ve çoğu zaman da zorla yapıyorlardı. İmam Mâlik mükrehin (baskı altında olanın)
yemininin geçersiz olduğuna dair fetva verince başına gelmedik şey kalmadı.
Sonra bey'at, musafaha dan (el sıkma) istiğnada bulunularak yer, ayak veya etek
Öpme türünden Kisrevî bir uygulama şeklinde oldu. Çünkü havas'tan (önde
gelenler) olan kimseler dışındakilerle musafaha etmede liderliğe ve hükümdarlık
rütbesini korumaya aykırı bir tenezzül ve iptizal sözkonusudur. Bey'at bugün
ise beyitte bulunulan kimsenin hükümdarlığını tanımayı içeren bir belgeye
yazması ile olur ki bu da yazı yazmayı bilen için sözkonusudur. Aksi halde,
kendisine bey'at yapılan kimsenin elinde kalacak bir belgede buna şehadette bulunulur.
Fevâidü'd-dürer'de Kadı Ebubekir şöyle der: "Bey'at islâm'ın ilk zamanlarında
sözle idi, şimdi ise yazıyladır. Çünkü o asırda Kur'ândan başka hiçbir şey
yazılmıyordu. Sünnet'in yazılıp yazılmadığı konusunda ise ihtilaf vardır. Allah
Resulü (sav) ashabını yazmaz, onlar için bir divân düzenle-mezdi; ancak bir gün
gördüğü lüzum üzerine "İslâm'a girmiş olanları yazın." buyurdu. Bugün
ise kâfirlerin İslâm'a girişleri gibi dinin (Kur'ân ve sünnet dışındaki) diğer
temel esasları ve bunlara bağlı hususlar da yazılmaktadır. Çünkü insanların
bozuldukları, emanete riayette hafif davrandıkları ve işlerinin karıştığı
zamanda bu esasları, koruma zaruret arzet-mektedir". Kadı Ebubekir'in bu
sözleri içinel-Fevâîd*e bakınız, o gerçekten nefistir.[471]
îbn Sa'd'ın
Tabakalında İmran b. Husayn'ın biyografisinde onun şöyle dediği zikredilir:
" Resulullah'a (sav) bey'atte bulunduğumdan beri sağ elimle tenasül uzvuma
dokunmadım."[472]
Yine aym eserde Seleme b. Ek-va'ın biyografisinde Abdurrahman b. Zeyd el-Irâki'den
şöyle dediği nakledilir: Seleme b. Ekva'a geldim. Deve tırnağı gibi kocaman
elini bize gösterdi ve "Resulullah'a (sav) bu elimle bey'at ettim"
dedi. Elini tutup öptük.[473]
Buharî'den naklen daha
önce zikredilidiği gibi Resulul-lah (sav) zamanında bu görevi yerine getiren
kimse Huzeyfe JJfe'd el-İstiâb* da şu bilgi
verilir: Huzeyfe, Allah Resululah (sav) ashabının büyüklerindendi. O ashap
arasında llah'ın (sav) sırdaşı" olarak bilinirdi.[474]
Ebû Davud, Avf b.
Mâlik'ten şu rivayeti tahric eder: "Allah Resulü'ne (sav) f e y
geldiğinde hemen ogün paylaştırır-dı; evliye iki pay, bekâra bir pay verirdi.
Çağrıldık, ben Am-mâr'dan önce çağrılırdım. Çağrıldım ve bana iki pay verdi,
benim eşim vardı. Bundan sonra Ammâr b. Yâsir çağrıldı, ona bir tek pay
verdi."[475] el-Muvatta' da şu
rivayet nakledilir: "Ebubekir halka a 11 y y e lerini verdiği zaman,
kişiye 'zekât vacip olan malın var mı?' diye sorardı. Eğer 'evet' derse, o
malın zekâtını onun 'ata 'sından alırdı. Eğer 'hayır'derse, a t â smı ona
verir, kendisinden birşey almazdı"[476]
İmâm Ebû Yusuf Ki tâbu*l-Harâc'da şöyle der: Resulullah'ın (sav) zamanında
müslü-man emirlerinin hepsinden oluşan askerlere muayyen maaşlar verilmiyor,
ganimetler ile Hayber arazisi gibi ahalisi elinde bırakılan toprakların haracında
sağlanan gelirin humus undan (beşte biri) kendilerine düşeni
alıyorlardı.Hz.Ebubekirhalifeolunca,paylarıeşitolmaküzerehalka at â verdi ve
şöyle dedi: Bu dünya geçimidir, bunda eşitlik tercihten daha hayırlıdır.[477] Hz.
Ömer halife olunca, bu konuda Hz. Ebubekir'in görüşünden başka görüşte
bulunarak a t â yi öncelik esasına göre paylaştırdı.[478] İbn
Sa'd'ın Tabakât'ında Amr b. Fağvâ'nın biyografisinde onun şöyle dediği
nakledilir: Resulullah (sav) fetih'ten sonra Mekke'de Kureyşlilere dağıtması
için beni bir malla Ebû Süfyân'a göndermek istedi ve bana "bir arkadaş
bul" buyurdu...[479]
Kıssa.[480]
Divân, kendilerine a t
â verilenlerle askerlerin kabile ve boylara göre adlarının yazıldığı bir
defterdir. en-Nihâye'de şöyle denir: Divân bir defter olup ona a t â
ehliveAskerîn adı yazihr.[481] EbûHilâlel-Askerîel-Evâil'de[482],
Mâverdi de el-Ahkâmu's-Sultaniyye'de[483]
şöyle der: islâm'da divân sistemini koyan ilk kimse Ömer b. Hattâb'dır.
Subhul-a'şâ'ya (XIII, 106) bakınız.[484]
Nevevf ninTehsibül-esmffsında Hz. Ömer'in biyografisinde su bilgi verilir: Hz.
Ömer müslümanlar için ilk defa divân oluşturan ve halkı a t â konusunda, izin
(huzura kabulde) ve ikram konusunda önceliklerine göre sıraya koyan kimsedir.
Bedir savaşına katılanlar, onun huzuruna girmekde halkın en ilkleri idiler, Ali
b. Ebi Tâlib de onların en ilkiydi. Hz. Ömer Ashabın adlarını Resulullah'a
(sav) olan yakınlıklarına göre divâna kaydettirdi, tik olarak Haşimoğllun ve
Muttaliboğullanndan başladı, sonra da en yakınından başlamak üzere sıraladı.[485] Subhu*l-a*şâ'da
da (1,413) şu bilgi geçmektedir: O, yani Hz. Ömer, Askerî'nin zikrettiğine göre[486]
beytülmâli düzenleyen ilk kimsedir. Fakat o bir başka yerde de Hz. Ömer'in Hz.
Ebubekir tarafından beytülmâlde görevlendirdiğini kaydeder. BunagÖreHz.
Ebubekir bukonudaHz. Ömer'den Önceliğe sahiptir.[487] Suyû-ti'nin
Târihu'l-hulefâ'smda[488] Hz.
Ebubekir'in biyografisinde onun öncelikleri faslında şu bilgi verilir: Onun
önceliklerinden biri de ilk kez beytülmâli kuran kimse olmasıdır. İbn Sa'd,
Sehl b. Ebi Hayseme ve başkalarından şu rivayeti tahric eder[489]:
Hz. Ebubekir'in Sunh'ta[490] bir
beytülmâli (kasa, hazine) vardı, kimse tarafından korunmuyordu. Başına bir
muhafız koyup koymaması sorulduğunda korkuya gerek olmadığı, sebebi
sorulduğunda da kilitli olduğunu belirtti. Beytül m â 1 -dekileri içinde birşey
kalmayıncaya dek verirdi. Medine'ye taşındığında beytülmâli de naklederek
oturduğu eve koydurdu. Ona bir mal gelince eşit olarak halka dağıtırdı. Deve,
at ve silah alır, Allah yolunda vakfeder-di. Bir yıl Medâin'den[491]
getirilmiş kadifeler satın aldı ve kışın Medine'nin yoksullarına dağıttı. Hz.
Ebubekir vefat edip defnedilince, Hz. Ömer güvenilir kimseleri (ümenâj çağırdı
ve onlarla birlikte Hz. Ebubekir'in evine girdi. Kendisiyle birlikte
Abdurrahman b. Avf, Osman b. Affân ve başkaları vardı. Beytül mâli açtılar,
içinde hiçbir şey bulamadılar, ne bir dinar ne bir dirhem! Derim: Bu haberle, Askerî'nin
el-EvâiTde[492] beytül-m â 1 i ilk
kuranın Hz. Ömer olduğuna dair sözü reddolumnuş olur. Ben * e v â i 1 "e
dair eserimde ona cevap verdim. Sonra Askerî'nin kitabının bir başka yerinde
bunun farkına vardığını ve şöyle dediğini gördüm (s. 31): Beytülmâle bakmak
üzere görevlendirilen ilk kimse, Hz. Ebubekir tarafından tayin edilen Ebû
Ubeyde b. el-Cerrâh'tır.[493]
Derim: Bu iki görüşü şu şekilde birbiriyle telif etmek mümkündür: Hz. Ebubekir
saymadan ve divan düzenlemeden ilk defa b e y t ü 1 m â 1 i kuran kimsedir.
Hz. Ömer ise ilk defa divân tertip edendir.[494]
İbnü*l-Esîr*in el-Kâmil adlı tarihinde şu bilgi verilir: "Hz. Ömer
hicretin 15. yılında askere paylar tahsis etti, divânlar düzenledi ve a t â lar
(maaş) verdi.[495] Mâverdî'nin
el-Ahkâmu's-sultâniyye' sinde Hz. Ö-mer*i buna yönelten sebepler zikredilir ki
bunlardan biri de sudun "Ebû Hureyre Bahreyn'den bir mal ile ona geldi.
Hz. Ömer 'nedir getirdiğin?* diye sordu, o *beşyüz bin dirhem' dedi. Hz. Ömer
bunu çok bularak 'ne dediğini biliyor musun?* diye sordu, Ebü Hureyre 'evet,
yüzbin' dedi ve beş defa tekrarladı. Bunun üzerine Hz. Ömer minbere çıktı,
Allah'a hamd ü senada bulunduktan sonra şöyle dedi: 'Ey insanlar, bize çok mal
geldi; isterseniz onu size Ölçekle, istersiniz sayarak verelim.' Bir adam
kalkarak şöyle dedi: 'Ey mü'minlerin emîri ben Acemlerin (İranlılar) kendileri
için divân lar düzenlediklerini gördüm, sen de bir divân düzenle.' Hz. Ömer de
müslümanlarla divân düzenlenmesi konusunda istişarede bulundu. Hz. Ali şöyle
dedi: *Her yıl toplanan malı dağıt, ondan birşey tutma.' Hz. Osman şöyle dedi:
'Herkese yetecek kadar çok mal görüyorum. Eğer alanla almayan bilinsin diye
sayılmasalar işin yayılıp karışmasından korkuyorum.' Halid b. Velid de şöyle
dedi: 'Ben Şam'da idim. Divân lar düzenleyen ve ordular oluşturan hükümdarlar
gördüm. Sen de bir d i -v ân düzenle ve ordu oluştur/Hz. Ömer de onun görüşünü
benimsedi ve Kureyş'in gençlerinden[496]
olan Akıl b. Ebî Tâlib, Mahreme b. Nevfel ve Cübeyr b. Mut*im*i çağırtarak
'halkı durumlarına (derecelerine) göre yazın* dedi.”[497]
Şihâbüddin el-Mercâni Vefiyyetül-eslâfta (s. 368) şöyle der: İslâm devletinde
askerlerin divânını hicrî yirminci yılın Muharrem ayında ilk defa düzenleyen
Hz. Ömer'dir. Kureyş/in yazma bilenlerinden Aidi b. Ebî Tâlib ile Mahrame ve
Cübeyr'e emretti ordunun d i v â n ını yazdılar. Resulullah'tan (sav) başlamak
suretiyle nesep tertibine göre en yakını esas alarak yazdılar.
Huzâi burada
açıklamada bulunarak bir fasıl açtı ve şu bilgiyi verdi:
Huzâi burada
açıklamada bulunarak bir fasıl açtı ve şu bilgiyi verdi: Nebî (sav) zamanında
halkın yazılması ve divâna kaydedilmesi, halkı saymasını Huzeyfe'ye
emrettiğinde yazıldıklarında olduğu gibi ancak özel zamanlardaydı. Bunun gibi,
Resulullah (sav) zamanında a t â için de ne belli bir vakit ne de belli bir
miktar tayin edilmişti. Hz. Ömer zamanında halk çoğalıp vergiler toplanıp a t â
lar belirlenince halkın kaydedilmesine ihtiyaç duyuldu. Bunun üzerine Hz. Ömer
ashap ile istişarede bulunduktan sonra nesepte öncelik sırasına göre divân düzenledi.[498]
Fakat Hanefi alimi Alâuddin el-Kâsâni'nin Bedâiu's-senâi' (II, 45) adlı
eserinde, Allah Resulü'nün (sav) Ebû Süfyân b. Harb, Safvân b. Ümeyye, Akra b.
Habis[499] ve emsali Kureyş
reisleri ve asilzadelerine verdiği paylardan bahsedip Hz. Ebubekir ve Ömer'in
müellefe-i kulub'a birşey vermediklerini zikrederken şöyle dediğini gördüm:
Rivayet edildiğine göre Resulullah (sav) vefat ettiğinde bunlar Hz. Ebubekir'e
gelerek ondan payları için verilen yazıyı (belgeyi) yenisiyle değiştirmesini
istediler, o da değiştirdi. Sonra Hz. Ömer'e gelerek ona bunu haber verdiler.
Hz. Ömer onların elinden yazıyı alarak yırttı ve "Resulullah (sav) İslâm'a
ısındırmak için size pay veriyordu, bugün ise Allah dini yüce ve üstün
kılmıştır" dedi. Bunun üzerine Hz. Ebubekir'e dönerek Hz. Ömer'in
yaptığını ona haber verip şöyle dediler: "Sen mi halifesin o mu ?". O
da "İnşallah odur!" dedi ve Hz. Ömer'in sözünü ve yaptığını
onaylamazlık etmedi. Durumu Ashaba haber verdi onlar da karşı çık-madılar.[500] Bu
da Resulullah (sav) zamanında halkın kesin olarak a t â aldıklarını göstermekte
ve kayıt yapıldığına, a t â alanlar için liste düzenlendiğine delâlet
etmektedir ki bu da divânın ta kendisidir. Bunu düşün. Subhu'l-a'şâ'da (1,11)
Kudâi'den naklen Zübeyr b. Avvâm'ın ve Cehm b. Sait'in[501] Hz.
Peygamberce (sav) zekât mallarını, Huzeyfe b. Yemân'ın hurma ağaçlarını,
Muğire b. Şu'be ile Husayn b. Nümeyr'in de borç ve muamelatı[502]
yazdıkları kaydedildikten sonra müellif şöyle der: Eğer bu doğru ise, bu divân
lar Resulullah (sav) zamanında düzenlenmiş demektir.[503]
"Ordu Kâtibi Bâbı"nın[504]
birinci faslına ve orada müteahhirin ulemanın bu başlıkla ilgili
söylediklerinin aksine Hafız İbn Hacer'in Fethul-Bârf sinden naklen verilen ve
her türlü yazım ve kaydı kapsayan yorumuna bakınız. İbnül-Arabi'nin
el-Ahkâirrinda da şu bilgi verilir: Divân yönetimine gelince, bu katiplikten
ibarettir. Resululah (sav) ve kendisinden sonra gelen halifelerin kâtipleri
vardı. Divân görevi, maaşlarını bilmek için askerleri, hak el-İsâbe'de
Abdurrahman b. Abdülkâdir'in biyografisinde onun Hz. Ömer zamanında b e y t ü I
m â 1 görevlisi olduğu zikredilir.[505]
Bezzâr Hz. ö-mer'den, Suyûtfnin Cem'ul-cevâmi'de zayıf olduğunu belirttiği şu
rivayeti tahric eder: "Resulullah'a (sav) mektup geldi; Abdullah b.
Erkam'a 'şunlara cevap yaz' buyurdu. Abdullah b. Erkâm da onu alıp cevap yazdı
ve sonra mektubu getirerek Resulullah'a (sav) arzetti. Resulullah da güzel
yaptın' buyurdu. Bu hep hatırımda kaldı ve halife olduğumda Abdullah'ı
beytül-mâlde görevlendirdim."[506]
Beyhakî dees-Sünen'de Ebû Vâil'den şu tahric-de bulunur: Hz. Ömer, Abdullah b.
MesudV kaza (kadılık) ve b e y t ü 1 -m â 1
yönetimi ile görevlendirdi. Münâvi Şerhu'ş-ŞemâiPde Ebû Cuhayfe Vehb
es-Süvâî'nin biyografisinde şu bilgiyi verir: Hz. Ali onu severdi ve kendisini
Vehb el-Hayr diye adlandırmıştı. Onu beytülmâlde görevlendirdi.[507]
Takiyyüddin el-Makrızî el-Hıtat'ta şu bilgiyi verir: Muâviye b. Ebî Süfyân
Mısır'da Arap kabilelerinin her birine bir adam tahsis etmişti. Bu adam her
sabah kalkarak meclisleri dolaşır ve "gece sizde doğan çocuk oldu mu, size
kimse (misafir) konakladı mı?" diye sorardı. "Falanın bir erkek çocuğu,
falanın bir kız çocuğu oldu" denir, o da onların adlarını yazardı. Kendilerine
'Talan memleketli biri çoluk çocuğuyla misafir oldu" denir, o da onun ve
çocuklarının adlarını yazar ve kabileden ayrılınca bunlan kayıt için d i v â na
gelirdi.[508]
İslâm'ın ilk
devirlerinde Emevî ve Abbasî yöneticilerinin hoşgörüsüne delâlet eden
hususlardan biri de d i v â nlarmArapça'danbaşkabirdilleol-masıdır.
Subhul-a'âşa'da (1,423) şu bilgi verilir: Irak d i v â mm Farsça'dan Arapça'ya
çeviren ilk kimse, Abdülmelik b. Mervân'ın halifeliği sırasında Haccâcb. Yusuf
tur. Onun için divân ı çeviren Salih b.Abdurrahman'-dı. Yine Subhul-a'şâ'da
belirtildiğine göre Şam (Suriye) divân ınıRûm-ca'dan Arapça'ya nakleden ilk
kimse Abdülmelik b. Mervân'dır Divânı onu için Hüseyin'in azatlısı ve
Abdülmelik'in mektuplarının katibi olan Süleyman b. Said çevirmişti.
Abdülmelik onu bütün Suriye divânlarını yönetmekle görevlendirmişti. Yine
Subhu'l-a*şâ'da Mısır d i v â n ını ilk defa Kıptice'den Arapça'ya nakleden
kimsenin Mısır valiliği sırasında Abdülaziz b. Mervân olduğu kaydedilir ki bunu
el-Minhâc fi sınâati'l-harâc müellifi zikreder.[509]
Şihâbüddin el-Mercânî Vefiyyetül-eslâfta (s. 368) şöyle der; İslâm
hakimiyetinden sonra vergi toplama (cibâyet) divanlarına gelince, eskiden
olduğu gibi Irak divânı Farsça, Suriye divânı da Rumca olarak kaldı. Her iki
grup divânları yazanlar da e h 1 - i a h i d "den (zımmîler) kimselerdi.
Ta ki Abdülmelik b. Mervân, Süleyman b. Said'e Suriye divânım Arapça'ya
çevirmesini emretti, o da bir yıl içinde bunu ikmal etti. Haccâc da katibi
Salih b. Abdurrahman'a Irak divânını Farsça'dan Arapça'ya çevirmesini emretti.
Öyle anlaşılıyor ki
Araplar müsamahaları sebebiyle, divân lann yazılması için, onların dilleri veya
divân tanzimettikleriülkelerdekiha-kim dille yazan katipler ediniyorlardı.
Tuhaflıkta bunun benzeri bir uygulama da er-Ravdul-kırtâs*ta (s.45) Karaviyyin
Camiî hatiplerinden sözedi-lirken zikredilen şu husustur: Muvahhidîler Devleti
hükümdarları Fas'a hakim olunca Karaviyyin hatibini görevden alarak Berberi
dilini bilmesinden dolayı başkasını tayin ettiler. îbn Ebi Zer' şöyle der:
Çünkü onlar yalnız Berberi diliyle tevhidi belleyen kimseyi imamlık ve
hatipliğe tayin ediyorlardı.[510]
Îbnü'1-Kâdi de el-Cezve*de (s. 23) şöyle der: Sonra Muvahhidîler Fas'a girdiler
ve hatibi hutbeden menederek onun yerine Berberi dilini iyi bilmesi sebebiyle Hasan
b. Atâyye'yi atadılar. O da Berberi diliyle hutbe okudu.[511]
Tenbih: Araplar eski
yazıların rumuzlarını çözmek ve bu yazılarla yazılmış kitapları Arapça'yı
tercüme etmek konusunda Avrupalı alimleri geçmişlerdir. Avrupa, bu konuyla
ilgili olarak yazılmış Arapça kitaplar vasıtasıyla, eski yazı ve dilleri bilme
hususunda varmış olduğu noktaya varmıştır. IV. yüzyılda veya IH. yüzyılın
sonlarında Ahmed b. Vahşiyye en-Ne-betî (ö. 322/934) Şevkul-müstehâm ilâ
ma'rifeti rümûzi'l-aklâm[512]
adlı eserini kaleme almıştır. Bu enteresan bir kitap olup müellif bu eserde
eski milletlerin kullandığı yazıların şekillerini toplayarak hepsini Arapça'ya
çevirmiştir. Bu rumuzları, eserler üzerindeki çeşitli yazı türlerini dikkatli
bir kimsenin dört saati geçmeyecek bir sürede Arapça'ya tercümesini sağlayacak
bir şekilde tesbit etmiştir. İngiliz alimi bu eseri 130 yıl önce tercüme etmiş
olup onun n esriyi e, tarih öncesi devirlere ait meçhul kalmış durumlar,
haberler ve geçmiş milletlerin ilimlerine muttali olmak kolaylaştı.[513]
Tirmizî, Nâfi'nin İbn
Ömer'den rivayet ettiği şu hadisi tahric eder: "İbn Ömer dedi: 'Bir ordu
içinde Resuluüah'a (sav) a r z o Umdum; ondört yaşındaydım, beni kabul e Ertesi
yıl bir orduda a r z o lundum, onbeş yaşındaydım, benî kabul etti.m Nâfî şöyle
der; Bu hadisi Ömer b. Abdülaziz'e haber verdim, *Bu küçük ile büyük
arasındaki sınırdır.' dedi ve onbeş yaşına erenlere maaş tahsis edilmesi için
talimat yazdı.[514]
el-İsâbe'de Rafı b. Hudeyc'in biyografisini veren müellif şöyle der: Râfi Bedir
günü Allah Resulü'ne (sav) a r z o lundu; onu küçük buldu, fakat Uhud günü ona
müsade etti.[515] Yine el-tsâbe'de Zeyd b.
Harise[516] el-Ensâri'nin biyografisini
vererek şu bilgiyi zikreder: îbn Mende rivayet etti: Hz. Peygamber (sav) Uhud
günü bazı kimseleri küçük buldu. Zeyd b. Harise, Berâ b. Azib,[517]
Zeyd b. Erkam, Sa'd b. Habîbe,[518] İbn
Ömer ve Câbir de bunlardandı.[519]
Yine el-tsâbe'de Umeyr
b. Ebî Vakkâs'ın biyografisi verilerek şu bilgi zikredilir: Hâkim, İsmail b.
Muhammed b. Sa'd'dan şu tahricde bulundu: O, amcası Amir b. Sa'd'dan, o da
babasından şöyle dediğini rivayet etti: "Bedir ordusu Allah Resulü'ne
(sav) arzedildi, Resulullah (sav) Umeyr'i kabul etmedi. Umeyr ağladı, bunun
üzerine ResüluUah ona müsade etti ve kılıcının bağlarını bağladı." Ssıd*ın
oğlu Sa'd'dan şu tahricde bulunur: "Biz Bedir günü AUah Resulü'ne (sav)
arzolunmadan Önce kardeşim Umeyr b. Ebî Vakkâs'm saklanır olduğunu gördüm. Ona
'sana ne oluyor kardeşim V dedim. 'Resulullah'ın (sav) benigörüp küçük
bulmasından ve reddetmesinden korkuyorum. Oysa ben savaşa çıkmak istiyorum.
Umulur ki Allak beni şehidlikle rızıklandırır' dedi. Umeyr Allah Resulü'ne
(sav) arzolundu, Re-sululah onu küçük bularak kabul etmedi. Umeyr ağladı, bunun
üzerine Hz. Peygamber kendisine müsade etti. Küçük oluşu sebebiyle kılıcının
bağlarını ben bağlıyordum. 16yaşında olduğu halde, savaşta şekidedildi."[520]
İbn Abdilber
el-İstiâb* da Semüre b. Cündeb'den bahsederken şu bilgiyi zikreder: "Nebi
(sav), ensârın ergenliğe yaklaşmış çocuklarını her yıl arza tabi tutardı.
Önünden bir çocuk geçti, onu orduya kabul etti. Sonra kendisine Semüre
b.Cündeb a r z o lundu, onu kabul etmedi. Semi di: 'Ey Allah'ın Resulü, bir
çocuğa müsade ettin, beni reddettin; onunla güreşsem yenerim.' Resulullah
(sav) 'o halde güreş' buyurdu, onunla güreştim ve yendim. Resulullah da beni
orduya kabul etti."[521] Bu
bilginin benzeri İbn Ishak'tan nakille el-tsâ-be*de verilmiştir.[522]
İmâm Şâfıi şöyle der:
Hz. Peygamber (sav), kendisine a r z e dilen 14 yaşındaki 17 sahabiyi reddetti.
Çünkü onları 15 yaşına ulaşmış bulmamıştı. Bunlar 15 yaşında kendisine arz
edildiler, onlara müsade etti. el-Burhan şöyle der: Şafii'nin bu sözüyle
onların Uhud'da kabul edilmeyişlerini veya bütün gazalarında bu yaşta kabul
etmediklerinin hepsini kasdetmesi muhtemel olup her iki durumda da bundan
çıkarılacak mana vardır.[523]
Sami'nin verdiği bilgiden ilk ihtimalin sözkonusu olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü
o Resulullah'ın (sav) Uhud'da reddettiklerini 17 kişi olarak sayar ki bunlardan
ikisine sonradan müsaade etmiştir.[524]
el-Mevâhib sarihi (II, 24) bunların sayısını 20'ye ulaştırır.[525]
Ordunun arzı sırasında insanlar Allah Resulünün (sav) Önünde saf saf
dururlardı. İbn Sa'd'ın Tabakât'mda (IV, 15) Abbas b. Midâs es-Sülemî'nin Hz.
Peygamberle (sav) birlikte Mekke fethine katılmak üzere kavminden mızrak ve
zırh kuşanmış atlı 900 kişiyle Re-sulullaha (sav) gelmesi kıssasında Abbas'ın
şöyle dediği kaydedilir: "Biz Resulullah (sav) için saf tuttuk, yanında
Ebubekir ve Ömer de vardı."[526]
Ebû Davud, Ebû Said
el-Hudrf den şurivayeti nakleder: "Bir adam Yemen'den Resulullah'a (sav)
gelerek hicret etti. Resulullak (sav) şöyle buyurdu: Yemen'de kimsen var mı?'
Adam: 'Annem ve babam var'dedi. Resulul-lah: 'Sana izin verdiler mi?', adam
'hayır'dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) şöyle buyurdu: 'Onlara geri dön ve
kendilerinden izin iste; eğer sana müsaade ederlerse cihad et, aksi halde onlara
itaat ve ihsanda bulun.'[527]
Ahmed b. Hanbel ile Nesâi, Muaviye es-Selemf den şu rivayeti tahric ettiler:
"Bir adam Hz. Peygamber'e (sav) gelerek şöyle dedi: 'Gazaya çıkmak istiyorum,
sana danışmaya geldim.'Resulullah'annen var mı?'dedi, adam 'evet' diye karşılık
verdi. Resulullah şöyle buyurdu: "Onunla birlikte ol, şüphesiz, cennet annelerin
ayakları altındadır."[528]
es-Sîretü*ş-ŞâmiyyeVe bakınız.[529]
Bedir günü Hz.
Ebubekir, Resulullah (sav) ile birlikte karargâhta[530]
idi.lbn Ishak'ınSîretf ile İbn Hişâm'ın Sîretlnde (II, 66) şu bilgi verilir:
Sa'd b. Muâz Bedir'de Resulullah'a (sav) şöyle dedi:" Ey Allah'ın elçisi,
sanakalacağınbirçardak (karargâh) kursak ve yanında binek develerini hazır
bulundursak, sonra düşmanımızla çarpışsak. Eğer Allah bizi yüceltir ve
düşmanımıza galip getirirse bu bizim hoşlandığımız birşey olur. Eğer aksi
olursa, develerine biner kavmimizden geride kalanlara iltihak edersin".
Bunun üzerine Allah Resulü (sav) onu hayırla anarak kendisine hayır dua etti.
Sonra Muaz Resulullah'a (sav) bir karargâh kurdu, Resulullah onda oldu.[531] İbn
Bâdîs şöyle der: Çardak (arış) hevdecin (develerin üzerine kurulan bir nevi
portatif küçük çadır) kendisi olmamakla birlikte ona benzer. Odundan yapılan
çadıra da denir. Çoğulu u r u ş 'tur, kalîb ve kulub gibi. Bundan dolayı, yere
dikilen ve üstleri örtülen ağaçlardan yapıldığı için Mekke evlerine de u r u ş
denmiştir.[532] üheyli şöyle der: Ebû
Hanife a r î ş ' in bir tek kökten çıkan dört veya beş hurma ağacı olduğunu
zikreder.[533]
Mekke fethi kıssasında
Hz. Peygamberin Abbas'a (ra) şöyle buyurduğu zikredilir: "Ey Abbas onu,
yani Ebû Süfyân'ı dağın geçidinde vadinin dar yerinde alıkoy, ta ki Allah'ın
orduları onun önünden geçsinler." Önünden bir kabile geçtiğinde "Ey
Abbas, kimdir buf diye soruyor, ben de yalan oğullarıdır* diyordum. O da şöyle
diyordu: "Vay falanoğullarından başıma gelen!". Derken Nebî (sav)
yeşil bölügüyle geçti. îbn Hişam şöyle der: Yeşil denmesi, onda demir
(aletier)in çokluğu ve görünmesinden dolayıdır. Bölükte muhacirler ile ensâr
vardı; onların, demirden (zırh) dolayı, yalnız göz-bebekleri görülüyordu. Ebû
Süfyân şöyle dedi: "Bunlara kimsenin güç ve takati yetmez, kardeşinin
oğlununu saltanatı (hükümdarlığı) büyük olmuş!". Bu kıssa siyerde
bilinmektedir.[534] Ebû
Süfyân'ın "Vay falan oğullarından başıma gelen!" sözü ile ilgili
olarak es-Sıla müellifi şöyle der: Bu sözü bir kimse bir şeyden korktuğunda
veya ondan bir zarar geleceğini hissedince söyler ki, bu, belagat
cümlesindendir. Aslı şudur: "Bana zarar vermeye sev-keden sebep
nedir?" el-Fevâid müellifi de şöyle der: Güç gösterisinde, müs-lüman ordusuna
bakması suretiyle düşmanı korkutmak sözkonusudur. Eğer o kimse müslüman olup
onlara katılırsa imanının daha kuvvetli olmasını ve bizzat görmüş olmasından
dolayı kavmine gidip anlatacakları hususunda daha yeterli olmasını sağlar. Ve
Allah'ın dinini zafere ulaştırdığını, Resulünü aziz ve üstün kıldığını ve
va'dinde durduğunu Öğrenir. Bu fetih kıssasında Allah Resulü'nün (sav) Mekke'ye
girilecek gece ateş yakılmasını emretmesi de bu maksatladır.[535]
A r î f ler, ordu reis
ve kumandanları olup bu şekilde adlandırılmış olmaları, muhtemelen, ordunun
durumunun onlar vasıtasıyla Öğrenilmesindendir. Bunu Bâcî el-Müntekâ'-da
SÖyler.[536] Başkası şöyle der: Arîf,
azîm veznindedir.en-Nihâye1-de müellif şöyle der: Arî f kabile veya cemâatin
ferini yürütenkimse olup onları yönetir, emir de onların durumunu kendisinden
öğrenir.[537] Hafız şöyle der: Bu
şekilde adlandırılması, ihtiyaç halinde üstüne haber vermek için onların durumlarını
öğrenmesinden dolayıdır.[538]
Sahih-İ Buhâri'-de Hevâzin elçilik heyetinin İslâm'ı kabul etmiş olarak gelişleri
kıssasında şu bilgi geçen "Onlar malları ve esirlerini kendilerine geri
verilmesini istediler. Resulullah (sav) onlara mal olmaksızın yalnız esirleri
iade etmek istedi ve bu sebeple de halka hitapta bulundu, onlar da buna razı
olduklarını belirttiler.[539]
Bunun üzerine Resulullah (sav) şöyle buyurdu: 'Sizden kimlerin buna izin verip
vermediğini bilemiyoruz» geri dönün, a r î f leriniz durumunuzu bize
arzetsinler.' Bunun üzerine halk geri döndüler. A r î f leri onlarla konuşup
sonra Hz. Peygamberce (sav) geldiler ve kendisine onların rızasını haber
verdiler."[540] Ebû
Davud Sünen'inde "Kitâbu'l-Harâc ve'l-imâre"de airâfeMye dair bir bâb
başlığına yer vererek Mikdâm b. Ma'dikerib'in şu hadisini zikreder:
"Resulullah (sav) onun omu-zunavurarak şöyle buyurdu: Ey Mikdâmcık, bir e
m î r ,katipve a r î {olmadan ölürsen kurtuluşa erersin". Ebû Davud sonra
da şu hadisi verir: " İ t âfe(ariflik)haktır,halka ar îfUrgereklidir,fakat
arîflemteşte-dtr.”[541] PencâbSAvnül-Vedûd'da
şöyle der: Bu hadiste, a rîflerikötüle-yen hadisin a r î f ler nasbetmeyi
menetmediğine delil vardır. İbn Battal da şöyle der: "Sahîh-i Buhâri'deki
hadiste, a r î f ler ikamenin meşruluğuna delil vardır. Çünkü devlet başkanının
bütün işleri bizzat yapması mümkün değildir. Bu sebeple, kendisine tevdi edilen
görevi onun adına yapacak yardımcıyı nasbetmeye ihtiyaç duyar." Pencâbi u
Ar îfler ateştedir" sözüyle ilgili olarak da şöyle der: Bu söz, i r â f e
nin riskli bir iş olduğuna, onunla meşgul olan kimsenin harama düşmekten emin
bulunmayacağına ve görevli kimsenin Allah'ın emirlerine karşı gelmekten
sakınması gerektiğine işaret etmektedir. " î r â f e haktır" sözünden
maksat da şudur: A r î f le-rin atanmaları, irâfe uygulaması esastır. Çünkü e m
î r in bizzat yapacağı işlerde yardıma olan ihtiyacından dolayı maslahat bunu
gerektirmektedir. Bu konuda delil olarak, Buhari hadisinden de anlaşıldığı gibi
Resulullah (sav) zamanında ar îflerin mevcudiyeti yeter. Avnul-Vedûd'dan nakledilen
bu bilgilerin aslı Fethul-Bârf de Buhâri'nin "Halk için arifler babı"
sözü münasebetiyle geçer.[542]
el-İsâbe'de müellif Cündeb b. Numan el-Ez-df nin biyografisini vererek îbn
Asâkir'in Târihinden şu nakilde bulunur: Ebû Azîz (Cündeb) Hz. Peygambere (sav)
gelip İslâmiyet'i kabul etti; müslüman olarak hattıhareketi güzel oldu ve
Resulullah (sav) onu kavmine a r î f yaptı.[543]
Yine îbn Hacer el-İsâbe'de Rafı b. Hudeyc el-Ensâri'nin biyografisini vererek
onun Medine'de kavminin ar îf iolduğunuzikreder.[544]
Merakeş'te müzakerede bulunduğumuz kimselerden biri, bu başlık altında verilen
asıl hadisin, harpler, tazminatlar ve sair muamelat konusunda büyüklerin
küçükler, liderlerin de yönettikleri kimseler adına sorumluluk yüklenecekleri
konusunda temel teşkil ettiği görüşünü ileri sürdü ki bu apaçık bir fıkhi kavrayıştır.[545]
el-İsâbe*de müellif
Es'ad b. Zürâre'nin biyografisini verir ve orada Hâkim[546]
vasıtasıyla şu tahricde bulunur: Es'ad b. Zürâre vefat ettiğinde Neccâroğulları
gelerek "ey Allah'ın Resulü, n a k i b i miz öldü bize n a -kip tayin
et" dediler. Resulullah da "ben sizin n a k i b i nizim" buyurdu.[547] Bu
bilginin benzeri İbn Kudâme el-Makdisî'nin el-İstibsâr fî ensâ-bil-ensâr adlı
eserinde onun biyografisinde de geçmektedir.[548]
Hz. Peygamber'in
(sav), Benî Süleym'in zekatlarını toplamak üzere Ezd kabilesinden görevlendirdiği
Îbnü'l-Lütbiyye[549]
isimli şahsı hesaba çekmesi. Müslim, Ebû Humeyd es-Sâidî'den şu rivayeti
tahric eder:"Resulullah (sav) Ezd kabilesinden İbnü'l-Lütbiyye adlı birini
Beni Süleym kabilesinin zekatlarını toplamak üzere görevlendirdi. O geldiğinde
onu hesaba çekti.[550]
Îbnü'l-Lütbiyye de 'şu sizin malınız, şu da hediyedir* dedi. Bunun üzerine Resululah
(sav) 'eğer doğru söylüyorsan, babanın ve ananın evinde otursaydın da hediyen
sana gelseydi ya!' buyurdu, sonra bize hitapta bulundu; Allah'a hamd ü sena
etti, sonra şöyle dedi: 'İmdi, sizden birini Allah'ın bana tevdi ettiği işlerden
birine görevlendiriyorum, o da bana geliyor ve «şu sizin malınız, şu da bana
verilen hediyedir» diyor. Eğer o doğru söylüyorsa, babası ve annesinin evinde
otursa da hediyesi ona gelse ya! Allah'a andolsun, sizden hakkı olmadığı halde
ondan birşey alan hiçbir kimse yok ki kıyamet gönü yüküyle birlikte Aziz ve Celil
olan Allah'a kavuşmasın..'[551] İbn
Kayyim et-Turuku*l-hükmiyye fi*s-siyâseti'ş-şer*iyye adlı eserinde (s. 227)
"Nebî (sav) Sahihayn'da Ebû Hemeyd es-Sâidi'den nakledilen rivayette olduğu
gibi memurlarından hesabı tam alırdı, onları toplanan ve harcanan mallarla
ilgili olarakhesabaçekerdi" der, sonra da İbnü'l-Lütbiyye'nin mezkur kıssasını
kaydeder.[552] Huzâi bu hadisi
Buhari'ye isnadda gafil bulunmuş olup hadis Sahîh-i Buhârî'de
"Kitâbu'l-Ahkâm" da "Devlet başkanının memurlarını hesaba
çekmesi bâ^ı"[553]
başlığı altında ele alınmıştır. Bu-hari bu hadisi "Memurların hediyeleri
bâbı"nda[554] tam olarak vermiş olup
bu bu iki baba bakınız. Resulullah'tan (sav) sonra halifeler de bu hususta
kendisini izlemişlerdir. İbn Kuteybe Uyûnu'l-ahbâr' da şöyle der: Hz.
Peygamberdin (sav) vefatından sonra Muâz Yemen'den Hz. Ebubekir'e geldi. Hz.
Ebubekir ona "hesabını takdim et" dedi. Muâz da ona "iki hesap
mı? Bir hesap Allah'tan, bir hesap ta sizden? Hayır, Allah'a yemin ederim ki
bir daha asla sizin bir işinizi yüklenmem" dedi.[555]
Kelâi el-İktifâ adlı eserinde şu bilgiyi verir: Hz. Ömer hilâfetinin bütün yıllarında
hacca gitmeye devam etti. Her yıl hac mevsiminde valilerini (âmil) hesaba
çekmek adetindeydi. Bununla onları tebaadan meneder, tebaaya zulmedilmesini
engeller, onların durumunu daha yakından öğrenir ve şikâyetlerini kendisine
ulaştırmaları için tebaaya belli bir zaman ayırmış olurdu.[556]
Hâkim, Târîh'inde
Serrâc ve sonra da Muhammed b. Amâre tarikiyle Zeyneb binti Nübeyt'ten şu
rivayeti tahriceder: "Hz. Peygamber (sav), onun (Zeyneb) annesi ve
teyzesine gümüşten bir küpe[557] ve
içinde inci olan bir altın vermişti. Babaları Es'ad b. Zürâre onları
Resulullah'ın (sav) vesayetine bırakmıştı." Es'acTın el-İsâbe[558] ve
İbn Kudâme el-Makdisî'nin el-İstibsâr'ındaki biyografisine bakınız. İbn Kudâme,
Zeyneb binti Nübeyt'in bu rivayeti sebebiyle sahabe arasında zikredildiğini
belirtir. Subhu'1-a'şâ müellifi KalkaşandiNihâyetü'1-ereb fi ma*rifeti
ensâbi'1-Arab adlı eserinde efendimiz Cafer b. Ebî Tâlib'in çocukları
Caferîlerden bahsederken şöyle der: Onun Muhammed ve Abdullah adlı çocukları vardı.
Babaları Cafer'in vefat haberi geldiğinde Nebî (sav) onların başlarını okşamış
ve "ben onların dünya ve ahirette veli leriyim"' buyurmuştu.[559]
Simtü'l-cevhe-ri'l-fâhir*de müellif, Resulullah'ın (sav) kendilerine v a s i
lik yaptığı yetimleri zikrettiği bir başlığa yer verir. Resulullah (sav)
himayesinde bulunan bu yetimler şunlardı: Muhammed b. Abdullah b. Cahş. Babası
Uhud'da vefat etti, onu Hz. Peygamber'e (sav) vasiyet etmişti. Hz. Peygamber
ona Hayber'de bir mal satın almış ve Medine'de Sûku'r-rakîk'te de bir ev i k t
â etmişti. Simtü'l-cevher müellifi daha sonra Ebû Ümâme Es'ad b. Zürâre'-nin
kızlarıyla ilgili olarak daha önce geçen kıssayı zikrederek şöyle der: Resulullah'ın
(sav) himayesinde Benî Leys b. Bekr kabilesinen Sumeyte el-Leysiyye[560] adlı
bir kadın vardı. Hz. Aişe de Abdullah b. Zübeyr'i ana-babası-ndan kendisine
vermelerini istemişti; Abdullah onun himayesindeydi ve kendisini
"anne" diye çağırırdı. Resulullah'ın (sav) Ali b. Ebî Tâlib'i yanına
aldığı ve Medine'de kızı Fâtıma'yı onunlaevlendirinceye kadar kendisinden
ayırmadığı hususu daha önce geçmişti. Yakub b. Süfyân, Mutî b. Esved'den
rivayeteder:O,Zübeyr'içocuklarına vasi tayin etti, Zübeyr kabul etmedi. Bunun
üzerine Mutî şöyle dedi: "Kabul etmeni Allah ve rahm (akrabalık bağı) adına
senden diliyorum. Çünkü ben Ömer'i şöyle derken duydum: Zübeyr, dinin
rükünlerinden (temel esaslarından, dayanaklarından) bir rükündür.”[561]
Humeydi en-Nevâdir*de rivayet eder: Zübeyr'i Resulullah'ın
(sav)ashabındanyedikişi vasi tayinetmiştikibunlarOsman,Abdurrah-man b. Avf,
Mikdâd, İbn Mesud ve başkalarıydı. O, bunların mallarını muhafaza
eder,çocukların a da kendi malından harcamada bulunurdu. Bu bilginin benzeri
UsdüT-ğâbe'de[562] Hişâm b. Urve'den
nakille de zikredilmiş olup el-İsâbe'de[563] de
geçtiği üzere orada Zübeyr b. Bekkâr bunlara Mutî b. Esved ve Ebü'l-As b.
Rebi'i de ilave eder. Ebû Abdullah Züneybir es-Selevî'-ninel-Hemziyye şerhinde
şu bilgi verilir: Sahabeden yetmiş kişi Zübeyr'e mallarını ve çocuklarını
vasiyyet etti. O, onların mallarını muhafaza eder, çocuklarına da kendi
malından harcamada bulunurdu. (Simtül-cevheril-fâhir'den).
Buhari[564] Ebû
Hureyre'den naklen, Ahmed b. Hanbel[565] ve
Ebû Davud[566] Resulullah'tan şu
rivayeti zikrederler: "Ben her mü'mine kendi nefsinden daha evlâyım; kim
borçlu olarak vefat eder de borcunu karşılayacak kadar mal bırakmazsa, onu
ödemek bana aittir. Kim bir mal bırakırsa o mal mirasçılannındır".
İslâm'ın ilk zamanlarında vefat eden kimsenin cenazesi Resulullah'a (sav)
getirilir; Resulullah borcu olup olmadığını, Ödemeye yeterli malı bulunup
bulunmadığını sorardı. Eğer borcu olduğu ve ödemeye yetecek malı bulunmadığı
kendisine söylenirse, "arkadaşınızın namazını kılın" buyururdu.
Yetecek kadar malı varsa namazı kendisi kıldırırdı. Allah fetih ve ganimetler
nasip edince Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Kim vefat eder de borcu
olursa, Ödemesi bana aittir". Böyle yapmasının kendisine vacip olduğu
söylenir.[567] İmâmtfl-Haremeyn ve
Mâverdi bunun Resulullah'a (sav) vacip olmadığı, tekerrümen yaptığı görüşünü
benimsemişlerdir. Resulullah'ın (sav) bu ödemeyi ganimetten mi, kendi özel
malından mı yaptığı hususunda iki ihtimal sözkonusu olup bunu Hafâci
Nesîmü'r-ri-yâz'da söyler.[568]
[1] Muhammed b Seleme el-Kudâî'nın (o 454/1062) bu
eserinin adıKitâbul-inbâala (bi-enbâi)'l-enbiyâ ve tevârıhi'I-hulefâ veya
Uyûnu'l-maârİf ve fünûnu ahbâri'l-halâîf diye de anılır (GAL, I, 419, Suppl.,
I, 584).
[2] el-Istîâb,I 50 51.
[3] el-Ikdu1-ferîd,lV, 161.
[4] Metinde altı çizili olmadığı için Kettanı'ye ait gibi
görünen bu kısım da Huzâı'nmdır (bk ihsanAbbas s 171 172 Ayrıca metinde Halıd
kelimesi Tabir, 'haıune" kelimesi de yanlış olarak hine' şeklinde gelmiştir
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/199.
[5] Aynı bilgi için bk îbn Manzûr, Muhtasaru Târihi Dımaşk
l'İbn Asâkir, nşr.Ruhıyye en-Nahhâs, Dımaşk 1404/1984, II, 331-347.
[6] Amiri,Behcetü'l-mehâfıl, II,161.
[7] Bu bilgi el-Istiâb'da Zeyd b Sâbıt'ın biyografisinde
(I, 551-554) değil, Ubey ' KaVm biyografisinde (1, 51-52) geçmektedir.
[8] Nuruddın eş-Şebrâmelhsî'mn (o 1087/1676) bu haşiyesi,
Nevevî'mn Mİnhâcü tâlibinW Ahmed b Hüseyin er-Remlînın (o 844/1440) yaptığı
şerhe aittir (GA 1,497,SuppL,II,420) Metmdeel-Minhâc kelimesi
el-Menhec,Abdullah b. Sa' da Abdullah b Saıd sekimde geçmiştir.
[9] bkz.Keşfuzzunûn,II, 1054; Suppl., I, 631.
[10] bkz- Hafâci, Nesîmü'r-riyâz, III, 235. İbn Hudeyde (o.
783/1381) el-Misbâhul-mudî fî küttâbfn-Nebî(I-II, Beyrut (05/1985) adlı
eserinde bu sayıyı 44'e, M. Mustafa el-A'zamî de Küttâbü'n-Nebi, (Riyâd
1401/1981, III. baskı) adiı eserinde 61'e çıkarır.
[11] Ebül-Vefâ Nasr e]-Hûrînî (o. 1291/1874)
el-Metâliu'n-Nasriyye li'1-metâbii'l-Mısriyye fi'1-usûli'Mıattiyye (bkz.
Suppl., II, 726).
[12] Behcetül-mecâlis ve ünsül-mücâlis,Kahire 1962,1,356.
[13] Buharı, Ahkâm 37.
[14] Fethü'1-Bârî, XXVII, 213.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/200-201.
[15] el-İkdül-ferîd, IV, 161 Ayrıca bkz Cehşıyârî, el-Vüzerâ ve'1-küttâb,
s 12-1 A'zami.Küttâbü'n-Nebî, s 55.
[16] bkz Zurkâm,Şerhu'l-Mevâhib,III,324;A'zamı,s 72.
[17] el-İsâbe, I, 19; el-İstiâb, 1, 50, A'zami, s 42-43.
[18] bkz. A'zami, s 86.
[19] Zurkâm, III, 326 Şurahbıl'm Allah Resulu'nun (sav) ilk
katibi olduğu rivayet etmeklebirlikte (.bkz AVamı, s 72) o Kinde asıllı olup
Kastallâni Kureyş'ten ilk kal lik yapanı kastetmiştir.
[20] Subhu1-a'şâ,I, 89-91.
[21] Muhammed b. Eflâtun (o. 937/1535) için bkz. SuppL, II, 641.
[22] Miftâhu's-saâde, I, 272, II, 600 Keltânı'nin metni,
bueserde gerek inşa gerek fıkıh bölümünde verilen ibarelerle uyuşmamakta, daha
çokKeşfuzzunûn'un İbaresine uygun düşmektedir Buna rağmen birbirini tutmayan
ifadeler meveutur.
[23] Metinde el-Hanefi kelimesi el-Hanbelî,
"Şurût" kelimesi de Şurûti şeklinde yanlış geçtiği gibi, iktibastaki
düşüklük sebebiyle bu son cümle tamamen yanlıştır. Keşfuzzunûn'da Ebû Zeyd
eş-Şurûtî ve M. b. Eflûtun anıldıktan sonra Hilâl b. Yahya (o 245/859)
zikredilmekte ve Curcâni'den naklen onun bu konuda ilk eserve-ren kimse olduğu
belirtilerek ardından da Abdulkâhır el-Bağdâdî'mn buna itirazı verilmektedir.
Ebû Zeyd eş-Şurûtî için bkz. Ibnu'n-Nedim, el-Fihrist, s 261; Keşfuzzunûn, II, 1046, 2000; Temimi,
et-Tabakâtu's-seniyye, I, 353.
[24] Keşfuzzunûn, II, 1045-1046 Hanefi ulemadan Hilâl b
Yahya (o 245/859), İbn Semâa(0.233/847), Hassâf(o. 26İ/874), Bekkâr b Kuteybe(o
270/883), EbûHâzim (o. 292/905), Tahâvi (o. 321/933) ve Kadıhan'm (o 592/1
\96)"§urât" ve "mehâdirve sicillât" ile ilgili eserleri
için Hanefi Fıkıh Alimleri (Ankara 1990, s. 27-31,57) adlı eserimize bakınız.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/202-203.
[25] Ibn Ebî Dâvud,Kitâbü'l-Mesâhif,Kahıre 1355/1936,s. 3
Burada"onyedigece"yerine "ondokuz gun" ifadesi
geçmektedir.
[26] el-Hıtat, II., 226 Bu hususla ilgili di-ğer rivayetler
için bk/ Fethul-Bârî, XXVII, 216. Metinde bu başlığın admda
geçen"kütiâb" kelimesi,el-Hıtat'da"feitâ-be" şeklinde
olduğu için tercümede bu tercih edilmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/203.
[27] Bu kelime metinde düşmüştür.
[28] el-îstîâb, I, 50-51; el-İsâbe, I, 19 Huzâi'nm metninde İsâbe'ye atıf yapılmamıştır.
[29] el-İstiab,I, 51.
[30] bkz. age, II, 261 (Abdullah b. Erkam'm biyografisinde)
[31] Kadı Iyâz, Meşârikul-envâr alâ sihâhil-âsâr,
Kahire-Tunus 1333, II, 183. M( tinde "birşey" kelimesi düşmüştür.
[32] el-İstiâb, I, 552, 553-554 (Zeyd'in biyografisinde).
[33] age,II,261 Mektubu kapatmak manasına gelen"yetînuh" kelimesi, aynî mana ifade eden "yeibauh" şeklinde geçmiştir.
[34] es-Sünenül-kübrâ, X, 126.
[35] Fethul-Bârî, XXVII, 213.
[36] bkz.es-Sünenü1-kübrâ,X, 126;el-İstiâb,II,
26î;el-İsâbe,II, 274. Ayncabkz.el-Beyân ve't-tahsiL XVIII, 245-246.
[37] Tırnak içindeki bu ifade metinde mevcut değildir.
[38] el-Beyân ve't-tahsil,XVIII,245-246,402.Bu konudaki bir
rivayette deAbdullah'a verilen ücretin 300 dirhem alduğu belirtilir.Aynca bkz.
İhsan Abbas,s. 184;A'zami, s. 77.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/204-205.
[39] Zurkânî, Şerhu'l-Mevâhib, III, 322.
[40] Evlilik yoluyla akrabasıydı. Zira Resulullab'ın (sav)
zevcesi Ümmü Habîbe Muavi-ye'nin kızkardeşiydi (Hafâci, III, 430).
[41] eş-Şifâ,II, 617.
[42] Nesimü'r-rîyâz, III, 429-430. Metinde "suâl"
kelimesi "Sevâ", "mtınsif de yanlış olarak "muntik"
şeklinde geçmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/205-206.
[43] el-İsâbe, III, 338;Üsdü'l-ğâbe,V,9;Hamidullah,el-Vesâiks.
279 (ur. 174)Burada geçen "kendisini islâm'a davet için"
(yed'ûhu) ifadesi Üsdül-ğâbe'de
"onunla İslâm'a davette bulunması için"(yed'û bihi) şeklindedir.
[44] Subhul-a'şâ, II, 483-485 (Ruradaki bilgi özetle
verilmiştir).
[45] age, II 485-486 Metinde düşüklük olup aslına
bakılmalıdır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/206-207.
[46] el-Istîâb, I 51(Ubeyb Ka'b'm biyografisinde).
[47] bkz. Musned, IV 176 Buharı Menakıbu'l ensar 45.
[48] bkz. Ibn Hışam
I 489-490 Huzaı buernannanıeyı
Amır'ın yazdığına dair Buha nden H/ nbubekır'ın yazdığına dair Ibn Ishdk'tan
rivayet naklettiği gibi, Hudey bıjeantla^mdsınıH/
AIı'nınya/dıgınıBuhan'dennaklen vermektedir (s 185 186) Kettanı bu husufları
zıkretmemıştır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/207.
[49] Kettanı Tecâribul-umem'dckı bu son cümleyi, başlıkla
ilgisi bulunmadığından anmamıştır Bu nakil ıçm bk/ AVamı, s 54.
[50] Endülüs'te hukum suren Tucıbı hanedanının
ıkmcıhukumdandır(bkz E LevıPro-vençal
Mu'tasım'IA, VIII 749 750)
[51] Bu rivayet için Mes'ûdi, et-Tenbîh. vel-işrâf, Beyrut
1981, s. 261.
[52] el-İsâbe'den (I, 339) verilen bilgi burada biter.
el-İsâbe'de iki tane Husayn b. Nümeyr verilmiş olup İbn Hacer bu sözüyle onlara
işaret etmiştir.
[53] et-Terâtibü'l-idâriyye,I, 398-399.
[54] Metinde yanlış olarak Cehra şeklinde geçmiştir.
[55] Muhâdaratül-ebrâr, s. 18. Ayrıca bkz. et-Tenbih
vel-işrâf, s. 261.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/207-208.
[56] Zurkâni, Şerhu'l-Mevâbib, III, 311. Metinde
"Zekerehüm" kelimesi
"zekere", "cümelen" de "cemmen" şeklinde yanlış geçmiştir.
[57] el-İsâbe,I,339.
[58] İbn Şebbe (ö. 262/876), Küttâbü'n-Nebî(bkz. Zirikli,
V, 206). Bu ve bir önceki eser bugüne ulaşmamıştır (bkz. Şakir Mahmud Abdülmun'im,
s. 171).
[59] Bu eser iki cilt halinde basılmıştır (Beyrut
1405/1985).
[60] Metinde 679 olarak geçen tarihyanlışolduğugibi,
Salâhıyye kelimesi de Sâhha şeklinde geçmiştir Bu konuda bkz
en-Nücûmu'z-zâhire, XI, 217,Keşfuzzunûn,II, 1710, GAL, II, 86, Suppl., II, 78,
Kehhâle, VI, 115, X, 303.
[61] Bu zat ile yukarıdaki aynı kışıdır Dipnot 60'takı
kaynaklara bakınız Kettâm'nın verdiği bu bilgiyi Hafâcı zikretmektedir.
[62] Hafâcı, Nesîmü'r-riyâz, III, 235 Ibn Ebı'l-Hadîd adı
metinde Ibn Ebı'1-Ca'd şeklinde geçmiştir.
[63] Zurkâni, III, 226 Resulullah'm katıplenyle ılgıh
olarak ayrıca bkz ŞakırMahmud Abdulmun'ım, "Kuttâbu'n-Nebî",
el-Muerrihul-Arabî, IV, 1975, s 171-209.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/208-209.
[64] Suyûti, Beğyetü'1-vuât, Beyrut 1399/1979, II, 415.
[65] Metinde Ali olarak geçmiştir.
[66] Subhu’l-a’şa, III, 39.
[67] Tirmizi, İsti'zân21; Suyûti,el-Câmiu's-sağîr,
s.43;a.nılf.,el-Leâli'l-masnûafi'l-ahâdisîl-mevzûa, I, 216; Münâvi,
Feyzu'l-Kadîr, IV, 255. Tirmizi, hadisin"go-rib" ve isnadının
"zayıf olduğunu belirttikten sonra seneddeki Anbese b. Abdur-rahman ile
Muhammed b. Zâdân'ın rivayette "zayıf
kabul edildiklerini söyler. Zeydb. Sâbit'den, Resulullah'ın (sav) kendisine
böyle dediğine dair rivayet için bkz. el-İkdü'1-ferîd, IV, 161.
[68] Tirmizi, Îsti'zân 20-21; Feyzu'l-Kadîr, 1,432;
Kenzül-ummâl, X, 244.
[69] İbn Hibbân, el-Mecrûhîn, II, 180; ibn Adî, el-Kâmil,
V, 1901.
[70] Feyzu'l-Kadîr, IV, 255.
[71] age, IV, 255.
[72] eş-Şifâ, I, 506, Hafâcı, Nesîmu'r-riyâz, III,
236-237 Metinde "ferrık"
kelimesi "cerrif", "cevuîd" de"cerrıd" şeklinde
yanlış geçmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/209-211.
[73] bkz. Ibn Ebî
Hâtım,İlelü'l-hadîs,ir,309!Sehâvi,Pethu'l-nıuğîs,II,209,Kenzül-ummâL X, 245.
[74] Kenzül-umınâl, X, 245.
[75] "Başarıya erersiniz" ifadesi metinde
düşmüştür.
[76] Subhul-a'şâ, VI, 271-272.
[77] Metinde yanlış olarak Ömer şeklinde geçer.
[78] Tirmizi, İsti'zân 20; Sehâvİ, el-Mekâsidül-hasene, s.
43.
[79] bkz.Tehzîbü't-Tehzîb, III, 28-29.
[80] bkz.age, III, 28-29. Bu ifadelerin hepsi çeşitli
alimlere göre cerhin 3-5. derecelerindeki raviler için kullanılmakta olup
böyle bir ravinin hadisi hiçbir şekilde alınmaz. (bkz. Aydınlı, s. 87, 93,
112).
[81] îbn HacetinTakrîb'deki tertibine göre cerhin 10.
derecesindeki raviyi (başkalarına göre 2 veya 3. derecedekini) ifade eder ki
rivayet ettiği hadis hiçbir şekilde alınmaz (Aydınlı, s. 99).
[82] İbn Hacer, Takrîbu't-Tehzîb, I, 199.
[83] ibn Mâce, Edeb 49.
[84] Aynı yer.
[85] Çeşitli alimlere göre ta'dilin 3. veya 5. derecesindeki
ravi için kullanılan bir terim olup böyle birinin rivayeti yazılır ve
araştırılır (Aydınlı, s. 132).
[86] bkz.et-Târîhul-kebir.II, 150; Tehzîbu't-Tehzîb, I,
473-478.
[87] Tehzîbü't-Tehzîb, XII, 4.
[88] age, VII, 447-448.
[89] el-Kâmil fi duafâi'r-ricâl, VII, 2564-2565 Hadis ıçm
bkz Kenzü'l-ummâl,X, 246. (nr 29311) Ebû Mikdâm metinde b Mikdâm şeklinde
yanlış geçmiştir.
[90] Metinde Ebu'î-Peth kehmessi düşmüştür.
[91] Mîzânul-i'tidâl, I, 465.
[92] bkz KenzÜl-ummâl,X, 244-246, 517.
[93] IbnAdî,el-Kâmü,I, 294.
[94] age, II, 505,Kenzü'L-uıniiıfil,X, 245.
[95] age,X, 244.
[96] Aynı yer.
[97] İbnMâce, Edeb 49.
[98] İbn Ebî Hatim, belul-hadis, II, 309; Sehâvi,
Pethul-Muğîs, II, 209; Kenzül-ummâl, X, 245.
[99] Deylemi, el-Firdevs bi-me'sûril-hitâb, I, 269.
[100] bkz.GAS, I, 189.
[101] Cerhin 3. veya 4. derecesinde bulunun ravi için
kullanılan bir terim olup bu ravinİn rivayeti hiçbir şekilde alınmaz (Aydınlı,
s. 87).
[102] Ukayli'nin değerlendirmesinden buraya kadar verilen
bilgi için.bkz. Fethul-muğîs, II, 209.
[103] bkz. Mişkâtü'l-Mesâbîh, II, 541 (nr. 4657).
[104] Üelul-hadîs, II, 309.
[105] el-Mekâsıdül-hasene, s. 43-44.
[106] Munâvi, Feyzul-Kadîr, I, 432.
[107] Ali b. Ahmed el-Azîzî (ö. 1070/1660),
es-Sirâcül-münîrbi-şerhi'1-Câmii's-sağîr adlı eseri vardır (Suppl-, II, 184;
Zirikli, V, 64).
[108] Muhammed b. Salim el-Hıfnî (ö. 1181/1767), Azîzİ'nin
şerhine haşiyesi vardır (Serkîs, I, 782; Ziriklî, VII, 4).
[109] Sehâvi, Fethul-muğîs, II, 209.
[110] el-Câmiu's-sağîr,s. 28.
[111] Alkamı'nin (ö. 978/1570) el-Câmiu's-sağîr'e yaptığı
şerhtir (SuppLJI, 183-184).
[112] Aliel-Kârî,Mirkâtul-mefâtîh,IV, 564.
[113] Ibnü'1-Esir, en-Nihâye fî garîbil-hadîs, 1, 185.
[114] Hasan
b.Muhammedet-Tîbi(ö.743/1211).Mişkâtü'l-Mesâbih'eel-Kâşifanha-kâiki's-sünne
adlı şerhi vardır (SuppL, I, 621).
[115] et-Teysîr bi-şerhi'1-Câmü's-sağîr, I, 126.
[116] Muhammed Tahirel-Fettenî (o. 986/1578). Eserinin
adıMecmaubîhâril-envârfî garâibi't-Tenzil ve letâifil-âsâr'dir (M. Hidayet
Hosayn, "Muhammed Tabir", IA, VIII, 502-503; Zirıklî, VII, 42-43).
[117] Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmi li-ahlâki'r-râvî ve
âdâbi's-sâmi, I, 278. Metinde düşüklükler olup aslıyla karşılaştırmalıdır
Sehâvi bu iktibastan sonra bazı goruş ve rivayetleri de nakletmektedir ki
Kettâni bunları zikretmemiştir.
[118] Sehâvi, Fethül-muğîs, II, 208-209.
[119] Mubârekfûrî, Tuhfetül-ahvezî, VII, 495. Burada
Kettâni'nin verdiği görüş Mübârekfûrî'nın değil, onun nakletmiş olduğu bir
görüştür.
[120] Ali el-Kâri, MirkâtÜl-mefâtih, IV, 564-565.
[121] age, IV, 564.
[122] Her iki cami için bkz. "Merâkeş", İA,VII,
741.
[123] Subhu'I-a'şâ,VI, 273.
[124] Subhul-a'şâ, VI, 272-273. Metindeki hata ve
eksiklikler için aslına bakınız.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/211-220.
[125] Bu cümlenin baş tarafı ile bir önceki cümle metinde
düşmüş olduğundan diğer ik cümle birleşerek tam aksi bir mana meydana
gelmiştir.
[126] Subhul-a'şâ, VI, 365-366.
[127] age, VI, 367-374.
[128] age,VI,374.
[129] age, VI, 376. Metinde bu başlık yanlış olarak birinci
başlık gibi verilmiştir.
[130] age, VI, 376.
[131] Tabakât, I, 258-291.
[132] Muhammed Hamidullahel-Vesâiku's-siyâsiyye'de,
katiplerinin adlan yazı!) 74 mektup ve belgeyi zikretmektedir. Bu 16 katibin
adlan ve belgelerin el-Vesaikteki numaralarının verildiği bir liste izin bkz.
Muhammed Yasin Mazbar Sıddıqui, Or-ganisation of Government under The Prophet,
Delhi 1987, s. 223-224.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık:
1/220-221.
[133] Bu cümlenin başı ile bir önceki cümlenin son tarafı
metinde düşmüştür.
[134] Subhul-a'şâ, VI, 464.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/221-222.
[135] Subhul-a'şâ, VI, 465.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/222.
[136] Ebü'l-Hasan Ali b. Halefin Subhu'1-a'ş â'da sık sık
zikredilen bu eseri (msl. VII, 78, IX, 15-16) Keşfuzzunûn'da {II, 1888)
Mevâridül-beyân şeklinde yanlış verilmiştir.
[137] Subhul-a'şâ,VI, 366.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/222.
[138] bkz. İbn Sa'd, I, 263-264; Subhu'l-a'şâ,VI, 219.
[139] Fethu1-Bârî,XVII, 79.
[140] Metinde Neciyyeb. Rü'ye şeklinde yanlış geçmiştir,
bkz. Hamidullah,el-Vesâik,s. 117-118; A. Musıl, "Eyle", İA, IV, 420.
[141] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/223.
[142] Şerhin adıGıdâul-elbâb'dır (bkz. Serkis, I, 1028;
SuppL, II, 393).
[143] bkz. SuppL, II, 130; Zirikli, V, 104.
[144] Bazı örnekler için bkz. Müslim, Cuma 43, 46.
[145] el-Erbaûnel-mütebâyinetül-isnâdvel-bilâd(bkz.Zirikli,IV,165;Kehhâle,V
292).
[146] Zurkâni, Şerhul-Mevâhib,I, 12.
[147] Ahmed b. Muhammed el-Heştûkî (o. 1127/1715). bkz.
Fibrisü'l-fehâris, II, 1102 1103; Kehhâle, II, 101. Bu kaynaklarda sözkonusu
eseri geçmemektedir.
[148] Metinde "vezîa" şeklinde yanlış geçmiştir.
Krş. et-Terâtîb, I, 28 (Giriş).
[149] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/224-225.
[150] bkz. Fihrisü'l-fehâris,I, 455.
[151] Hafâci, Nesîmü'r-riyâz, 1,413.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/225.
[152] el-Edebül-müfred, s. 372.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/225.
[153] Buharı, Cıhâd 102, Hamıdulab, el-Vesâİk, s 107-109 (nr
26).
[154] Herakliyus'a tabı olanlar, onun hakimiyeti altında
bulunan mecusîler gibi mana! verilen bu kelime için bkz Ibnu'1-Esîr, en-Nihâye,
I, 38 Bu kelime metinde yan geçtiği gibi ikinci "rausluman ol"
ifadesi de düşmüştür.
[155] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/226.
[156] îbn Hışâm, II, 354.
[157] İbn Manzûr, Muhtasara Târihi Dımaşk,V, 312-316;
Kalkaşandi, Subhul-a'şâ, XIII, 118-122;Hamidu)lah,el-Vesâ, s. 129-134 (nr.
43-47). Metindeki hata ve eksiklikler ile kaynaklardaki farklılıklar için
burada anılan eserlere bakınız. Özellikle Habrûn kelimesi Cebrûn, Ceyrûn gibi
değişik şekillerde geçmektedir.
[158] Subhul-a'şâ, XIII, 122.
[159] Bu belge için bkz. Hamİdullah, el-Vesâik, s. 132 (nr.
45).
[160] el-Lafzül-mükerrem bi-hasâisi'n-Nebiyyil-a'zam (GAL,
II, 120-121, SuppL,n, ne).
[161] îbn Fadlullah el-Ömcrî,Mesâlikül-ebsâr fî
memâliki'l-emsâr, tıpkıbasımnşı Fuat Sezgin, Frankfurt 1408/1988, I, 128-130.
Safedi, 749 (1348) yılında Şam'c dluânü'l'inşâ' da bu belgeyi gördüğünü,
derinin kırmızılaşırıjş ve yıpranmış c dugunu ve yazıdan da "onlara ve
soylarına" ifadesinden başka birşey göremediği belirtir (el-Vâfî
bil-Vefeyât, X, 408).
[162] Diğer kaynaklardaki rivayette
"zimmetlerinde" şeklinde geçmektedir.
[163] bkz. Müslim, Fiten 19; Ebû Davud, Fiten 1.
[164] el-Ünsül-celîl, Amman 1973, II, 81-82.
[165] el-Kabes alâ Muvattai Mâlik b. Enes (GAS, 1,462).
[166] et-Tezkiretü's-Salâhiyye (es-Safediyye) bkz. SuppL, II, 28.
[167] Kânûnû't-te'vîl fı't-tefsir (GAL, 1, 525, SuppL, I,
732).
[168] el-İsâbe, IV, 212.
[169] bkz GAL, II, 192;
SuppL, TT, 188.
[170] îbn Nâsıruddmed-Dıma$kî(o 842/1438) bkz GAL, II, 92,
Suppl., II, 83.
[171] bkz Schâvı, ed-Dav'u'1-âmi, VIII, 104.
[172] Subhul-a'şâ, XIII, 122.
[173] bkz Suyûtı: el-Hasâisıi'I-kübrâ, II, 421
el-Hasâ:sü's-suğrâ bu eserin muhtasarı olup adı Unmûzecül-lebîb'dır.
[174] Zeynuddjnel-lrâkfnmlo 806/1404) eserme yaptığı şerhtir
(bk? GAL, II, 78, 394, Suppl., II, 70,417).
[175] Bu belge için bkz Mu'cemüa-büldân, IV,
307-308;HamiduUah,el-Vesâik,s. 269 (nr. 163-164).
[176] bkz. Hamiduüah, el-Vesâik, s. 134 (nr. 47). Ebû
Sa'lebe metinde Sa'lebe şeklinde geçmiştir.
[177] Şerhul-Mevâhib, III, 358.
[178] bkz. GAL, II, 476-477;
SuppL, II,
490; Ziriklî, VIII, 130.
[179] ibn Hazm, Cemheretü ensâbil-Arab, s. 422.
[180] el-İstiâb, I, 184.
[181] Tehzîbü'1-esmâ ve1-luğât,I/l, 138.
[182] Tehzîbü't-Tehzîb, I, 511.
[183] ibn Hacer'in şerhinin adıel-Fethul-mübîn,
ŞebrehrLÎ'ninkiel-FutâLhâtîl'1-veb.-biyyeolup her ikisi de basılmıştır. (SuppL,
I, 683).
[184] Bu eser Ebû Zeyd el-Ensârfnİnfö. 215/830) olup metinde
yanlış olarak İbnEbî Zeyd şeklinde geçmiştir, (bkz. Brockelmann, "Abû Zayd
a)-Ansârî", El, I, 167). Nitekim Ali el-Kâri ve Hafâci de Ebû Zeyd
şeklinde zikretmişlerdir.
[185] Kâri, Şerhu'ş-Şifâ, I, 405; Hafâci, Nesîmü'r-riyâz,I,
405.
[186] Dâvudi'nin (ö. 828/1424) bu eseri basılmıştır <GAL,
II, 255; Suppl., II, 271-272.
[187] Mezar veya Mezâr-ı Şerif, Afganistan'da Hz. Ali'nin
türbesinin bulunduğu ili sürülen bir şehirdir (bkz. W. Barthold, "Mezâr-ı
Şerir, İA, VIII, 201).
[188] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/226-236.
[189] er-Ravdtil-ünüf, VII, 365.
[190] Fethul-Bârî, I, 89-90, Zurkâni, Şerhul-Mevâhib, III,
342-343.
[191] bkz Müsned, III, 441-442.
[192] el-Emvâl,s 31.
[193] Fethul-Bârî, I, 89-90.
[194] es-Sîretül-Halebiyye, III, 298.
[195] Şerhul-Mevâhib.III, 343.
[196] Bu VIII Alfonso olup Hısnu'1-Ikab savaşı ve
Muvahhıdîlenn dördüncü hükümdarı Nasır için bkz K "Levı Provençal",
"Nasır" IA, IX 84-85.
[197] el-Enîsul-mutrıb bi-ravdil-kirtâs fî ahbâri
mulûkîl-Mağrib ve târihi medînetı Fâs, Rabat 1973 , 235.
[198] Nasırı, el-Istiksâ li-ahbâri duvelil-Mağribil-aksâ, II
21.
[199] bkz. Fihrİsül-fehârİs, I 342-344; Suppl., I, 631.
[200] ibn Hubeyş ve anılan olay için bkz. D.M. Dunlop,
"îbn Hubayş", El, 111,803-804; Ziriklî, IV, 104.
[201] Nefhu't-tîb, IV, 463.
[202] Ibnü'l-Ebbâr'dan naklen bkz. Ahmed Bâbâ,
Neylül-ibtihâc, s. 162-163.
[203] et-Tâ'rif bi-mustalahi'ş-şerîf, Kahire 1312, s. 62.
[204] Subhu’l-a’şâ,V,483.
[205] Hafâci,Nesîmü'r-riyâz, III, 157. Bu mektup ve anılan
bilgilerle ilgili olarak ayrıç; bkz. Muharamed Hamidullah "La lettre du
Prophet â HĞrachus et le şort de l'origi nal", Arabica,II, (1955), s.
97-110 ^Mektubun fotoğrafı ve metni için bkz. Hamidul lah, el-Vesâik, s. 107
v.d.; a.mlf., İslâm Peygamberi, I, 248-253.
[206] krş.GAL,II, 655: el-Kasasü'1-muğrib
anil-haberi'1-mu'rib amme vekaa bil Endelüs ve suğûril Mağrib.
[207] Subhu1-a'şâ,V, 484.
[208] Dâiretu meârifil-karnil-işrîn, Beyrut 1971,1, 401. Bu konuda
geniş bilgi içiı bkz. B. Lewis ve J.PP. Hopkins, "lfrandjn,EI, III,
1044-1046.
[209] 15 Rebîûlahir 1093 (23 Nisan 1682) tarihinde
gönderilen bu mektubun orijinali içiı bkz. Colonei de Castries, Les sources
inedites de Mıistoire du Maroc,(France II), Paris
1922,1,673-675. Mevlây İsmail'in, Hz.Peygamber'in Herakliyus'a göndeı diği
mektubun metnini de zikrettiği ve XTV. Ijouis'e Herakliyus'un soyundan olu
olmadığını, mektubun kendilerinde bulunup bulunmadığmı sorduğu 2 Ramaza 1092
(15 Eylül 1681) tarihli mektubu için bkz. age, 1, 571-573.
[210] Bu konuda bkz. Colonel de Castries, age, W, 577,V, 345.
[211] bkz. Colonel de Castries, age, I, 572, II, 342.
[212] Ed-Dürrül-muntahabü'1-müstalısan. fî
ba'zi meâsiri emîril-mü'minî mevlâna el-Hasan (bkz. SuppL,
II, 889).
[213] bkz. H.A.R. Gibb, "Abd Allah b. al-Zubayr",
El, I, 54-55.
[214] bkz. SuppL, II, 735 (c. I-IV, Bulak 1312-1313te
basılmıştır).
[215] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/236-243.
[216] et-Terâtibü'1-idâriyye, I, 197.
[217] Bu mektubun fotoğrafı ve hakkındaki bilgiler için bkz.
D.M. Dunlop, "AnotherProp-heticLetter", Journal of
theRoyalAsiaticSociety, 1940(Lcmdon},s.54-60;Ha-midullah,el-Vesâik,s. 99-106
(nr.20-25); a.mlf-, İslâm Peygamberi, I, 222-225.
[218] Îbn Sa'd, I, 269.
[219] bkz. SuppL, II, 755, III, 389.
[220] Mektupla ilgili bilgiler ve fotoğrafı için bkz
Hamıduüah, el-Vesaik, s 135-139 (nr 49-52), a mlf, islâm Peygamberi, 1,229-234,
Tahsin O/,, Hırka-i Saadet Dairesi ve Emanat-ı Mukaddese, istanbul 1953, resim
12-13.
[221] Bu darbımesel ıçm bkz Meydânı, Mecmaul-emsâl, I, 467.
[222] Bu aileden bazı zevat ıçm bkz Abdulkâdır Ayyaş,
Mu'cemül-mûellifîne's-Sûrivyînfn-karni1-işrîn,Dımaşk 1405/1985, s 428-429.
[223] Krş Serkıs, II, 1491,Kehhâle, X, 128 Nefhatin-bişâm fî
rihleti'ş-Şâm(Kahire 1319).
[224] Ebu'l-Kasım ez-Zeyyânî'nin bu buyuk seyahatnamesinden
başka et-Tercümâ-nül-mu'rib an düvelil-meşrik vel-mağrib adlı bir seyahatnamesi
de vardır (Fihrisü'l-fehâris, I, 314;Suppl-, II, 879-880)
[225] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/243-245.
[226] Nesâi, Kasâme 46.
[227] Nevevi, Tehzîbül-esmâ vel-Iuğât, 1/2, 26.
[228] Ibnü'l-Vezir Muhammed b. ibrahim {o. 840/1436) bkz.
SuppL, IIf 249.
[229] Bir ravinin, hocanın kendi el yazısıyla yazılmış hadis
kitabını veya bazı hadislerir bulması şeklinde hadis alma usulü (bkz. Aydınlı,
s. 160).
[230] Muvatta, Ukûl 1; Kur’an 1 (Salât içinde).
[231] Bâci, el-Müntekâ, I, 343.
[232] bkz, Zurkâni, Şerhul-Mevâhib, in, 332.
[233] Bâci'nin yukarıda anılan sözünden buraya kadar verilen
bilgi için bkz. Suyûti, Teı virül-hevâlik, I, 204.
[234] Bu mektup Resulullah'ın (sav) Amr'a değil, Yemen
hükümdarlarının mektuplarına cevaben yazdığıdır (bkz. Hamidullah.el-Vesâik, s.
220-230, nr. 108-110). "Kaylu zî ruayn" ifadesi metninde "kabîlu
zî ğarîs" şeklinde yanlış geçmiştir.
[235] Tenvîrül-hevâlik, I, 204-205.
[236] Beyhakı, Delâilü'n-nübüvve, V, 413415,
Suyûtı,Tenvîrü'l-hevâlik,I, 204-205, Hamıdullah,el-Vesâik,s 206-210(nr 105)
Metindeki bazı hatalar ve kaynaklar dakı farklılıklar ıçm burada anılan ederler
karşılaştırılmalıdır.
[237] îbn Sa'd, I, 267.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/245-248.
[238] Ebû Davud, Zekât 4.
[239] Ibn Sa'd, IV, 220, VII, 505-507.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/249.
[240] EbûAbdurrahmanb Akîl e7-Zâhırî, bu konuyla ilgili
olarak Ebu')-Ve!îdel-BâcîInm Tahkikul-mezheb fî enne'n-Nebiyye kad keteb adlı
risalesini, buna bazı uie-manın cevaplarıyla birlikte neşretmiş (s 159-241)
olup eserin baş tarafına da 150 sayfa civarında bir inceleme eklemiştir (bkz Bacı, Tahkîkul-raezheb, Rıyâd 1403/1983).
[241] Buharı, Sulh 6, Meğâzî 43.
[242] Bu bilgi için bkz. Fethul-Bâri, XVI, 88.
[243] bkz. Ebû Abdurrahman b. Akîl ez-Zâhirî, s. 71 (dipnot
9).
[244] bkz. Mecmau'z-zevâid, VIII, 271: Bu hadisi rivayet
eden Taberâni, hadisin "münker" ve Kur'an'a muhalif olduğnu söyler.
Manasının "Abdullahb. Utbe okuma ve yazma öğrenmeden Resulullah (sav)
vefat etmedi, yani o Rcsulullah zamanında (yaş bakımından) akleder
durumdaydı" olduğu söylenmişse de, bu mana son derece ilgisiz bulunmuştur
{bkz. Ebû Abdurrahman b. Akîl, s. 200).
[245] Metinde Mücâhid kelimesi Acâle, Şafe de Şafîi şeklinde
yanlış geçmiştir.
[246] Ömer b. Şebbe ve Hasâis'in anılması dışında bu
bilgilerFethül-Bâri'de geçmektedir (XVI, 88). Ayrıca bkz. Kurtubi, Tefsir,
XIII, 352-353.
[247] "Sen
bundan önce bir kitap okumuyordun, elinle de onu yazmıyordun" (Ankebût
29/48).
[248] Münâvi, Feyzül-Kadîr, IV, 255. Metinde birçok hata
mevcut olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.
[249] Bu konudaki cevaplar için bkz. Ebû Abdurrahman, s. 283
vd. Ayrıca bu konu ve İbnü'l- Arabi'nin sözlerini özeti için bkz.
Hafâci.Nesîmü'r-riyâz, II, 211, İÜ, 236-237.
[250] İbn Ferhûn, ed-Dîbâcül-müzheb, I, 380-381.
[251] Buhâri, Savm 13; Müslim, Sıyâm 15.
[252] Tezkiretül-hufFâzJII, 1178-1183.
[253] Bu isim daha önce de geçtiği gibi metinde yanlış
olarak Avf şeklindedir.
[254] Tezkiretül-huffâz, II, 741-742.
[255] Buhâri, Sulh 6.
[256] Şemsüddin el-Berzencî (o. 1103/1691). Sozkonusu risale
şu olabilir ReFul-isr an ma'nâ kevnihi sallallâhu aleyhi ve sellem ümmîyyen lem
yantik bi'ş-şi'r (îzâhul-meknûn,I, 577; Hediyyetül-ârifîn, I, 302-303; Suppl.,
II, 529).
[257] bkz Bernâmecu Vâdiâşî, s 276; Nubâhi, Târîhu
kudâtil-Endelüs, s 202.
[258] Bu risale ıçın bkz EbuAbdurrahman, s.243-281
"Tahzîr" kelimesi metin de"tahr-îr" şeklinde yanlış olarak
geçmiştir.
[259] Hafaci.Nesîmü'r-riyâzJI, 211.
[260] Makrızi.el-Hitat, I, 96.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/249-253.
[261] Buhâri, Libâs 52; Nesâi, Zİyno 46; İbn Sa'd, I,
471"; Şâmi, VII, 523.
[262] Buhâri, Libâs 55.
[263] eş-Şemâilül-Muhammediyye, Beyrut 1406/1985, s 46;
Ebu'ş-Şeyh, Ahlâku'n-Nebî, s. 116, Şâmi, VII, 525.
[264] el-Vesâil fî müsâmereti'l-evâil, Beyrut 1406/1986, s
114.
[265] Ibn Hacer Fethu1-Bârî,XXlI, 92. Burada verilen şekil
yanlışolmalıdır.Çunkukas-tedilen husus, bu kelimelerin mühürlerde görüldüğü
üzere ters yazılmış olmasıdır. Satır sırası bakımından da, ileride
belirtileceği üzererince Allah, sonra Resul, sonra Muhammed şeklindedir.
[266] ibn Kesir es-Sîre'de (IV, 704) şoylc der: Yazının duz
basılması için normal olarak muhur nakşında yazının ters olması icabeder Nakış
yazısının du/ olduğu ve öyle bastığı da söylenmiştir Bunun doğruluğu münakaşa
goturur Bu konuda ne sahih ne zayıf bir isnad bilmiyorum.
[267] Şerh.u'l-Mevâhib,IIIt 334 "Ta'vıl" kelimesi
metinde "la'dıV şeklinde geçmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/253-254.
[268] bkz. Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 267-268.
[269] Buhâri, et-Târİhul-kebîr, VII, 52-53; Şâmi, VII, 526.
Ebu'ş-Şeyh, Ahlâku'n-Ne-bî,s. 116. "Melviyyün" kelimesi metinde
"mülevuen" şeklînde geçmiştir.
[270] el-İsâbe, III, 451.
[271] el-tkdül-ferîd, IV, 161-162. Eksem kelimesi metinde
el-Kesm, Murakka da Murabba şeklinde geçmiştir. Ayrıca bkz. A'zamî,
Küttâbü'n-Nebî, s. 55-56.
[272] el-İkdül-ferîd:
II,254;Fâsî,el-İkdü's-semîn,VII,248-249;A'zamî,s. 106.Resu-lullah'ın mührünü
Ya'lâ b. Münye yapmıştı (Şâmi, VII, 526).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/254-255.
[273] el-İsâbe,II, 431;Üsdül-ğâbe,III, 509; İbn
Manzûr.Muhtasaru Târihi Dımaşk XV, 190.
[274] el-İsâbe, III, 645.
[275] Subhul-a'şâ, VI, 353, 355.
[276] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/255.
[277] Buharı, Libâs 45,Tırmm, eş-Şemâîl, s 50; Ibn Sa'd,
1,471, Ibn Kesîr,es~Sîre, IV, 702,704.
[278] Müslim, Libâs 61, EbuV Şeyh Ahlâku'n-Nebî, s 113.
[279] Buharı, Libâs 48, Nesâı, Zıyne 47, Tırmızı,
eş-Şemâil, 45.
[280] Ebû Davud, Hâlem 4.
[281] Nesâı, Zıyne 49.
[282] Buharı, Libâs 52.
[283] Ibn Sa'd, 1, 474.
[284] Şâmı,VII,525 "Mııtâbt",
bırhadısmlafizlarındveyamanasmauygunvcbuhadısm ravısınden başka bir ravı
tarafından, tamamen veya kısmen aynı senedle rivayet edilen hadis (bk? Aydınlı, s
118-119)
[285] Ahlâku'n-Nebî, s 111, Fethu'1-Bârî, XXII, 92.
[286] Tek senedi bulunan hadih manasında kullanılmıştır (bk/
Aydınlı, s 143).
[287] Buharı, Libâs, 55.
[288] Fethu'L-Bârî, XXII, 92, Şâmı, VII, 525.
[289] Fethu'1-Bârî, XXII, 92 Fakat son zamanlarda bulunan
mektuplarda ust satırın Allah, ortadakinin Resul, alttakinin Muhammed şeklinde
olduğu görülmektedir (bkz. Hamidullah, İslâm Peygamberi, II, 267).
[290] Buharı,Libâs 54;EbûDavud, Hâtem 1; Ahlâku'n-Nebî,s
115-116, IbnKesîr.es-Sîre,rV, 702-703, Şâmi, VII, 525-526.
[291] İbn Kesîr, IV, 702; Şam., VII, 525.
[292] Ebû Davud, Hâtem 5.
[293] EbûDavud,Hâtem,5,Tırmizi,eş-Şemâil,b
48-49;Ahlâku'n-Nebî,s 107-116; Ibn Kebîr, age, IV, 705-706; Şâmi, VII, 525.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/256-257.
[294] Subhu'l-a'şâ,Vl, 240.
[295] Senedinde iki veya daha fazla ravi atlanmış veya
manasında kapakhlık, an-laşılmazlık bulunan hadis (Aydınlı, s 105).
[296] Şerhu1-Mevâhib,I, 352 bkz Fethu1-Bârî, XV, 127.
[297] Vefatı 410 {1019) yılında olup
İsmailPaşael-EmâlîveKitâbu'ş-Şurût adlıikiese-rini zikreder(bkz. Zehebî,
ATâmü'n-nübelâ,XVII, 276-278;Hediyyetûl-ârifîn, II, 59).
[298] Lahorda (1890, 1892) basılmıştır, bkz. SuppL, II, 197.
[299] Bu cümle metinde düşmüştür.
[300] Süheyli, er-RavdÜl-ünüf, IV, 255-256.
[301] Fethu1-Bârî,XV, 127.
[302] Şerhul-Mevâhib, I, 352.
[303] Hafâci'mıı Beyzâvi Tefsiri' ne yaptığı haşiye olup
onun kenarında (I-VIII, Bulak 1283) basılmıştır, bkz. Serkis: I, 831; Suppl.,
I, 740. Metinde "râdî" kelimesi de "kâdî" şeklinde yanlış
geçmiştir.
[304] bkz.Fethul-Bârî, XV, 128.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/257-259.
[305] er-Ravdül-ünüf, VII, 516.
[306] age,VII, 517-519. Metinde hatalar olup aslıyla
karşılaştırılmalıdır.
[307] age, VII, 519-520 Metinde hatalar mevcut olup aslıyla
karşılaştırılmalıdır.
[308] age, VII, 521 Metinde
hatalar ıçm aslına bakılmalıdır.
[309] age, VII, 522.
[310] age, VII, 523.
[311] er-Ravdül-ünüf.VII, 523-524.
[312] Ona Hz. İsa'nın namaz kıldığını söyletmekle onun Allah
değil kul olduğunu ikrar et tirmiçtir (bkz. SubhuWşâ,Vr, 359-360.
[313] Subhu1-a'şâ,VI, 359-360.
[314] Anlatılan olay için bkz. Makrizi,el-Hıtat,l, 291-292.
[315] BuhahfeBuveyhıhukumddnAdududdevlePendHusrevfo I72/98'î)olup37] (981 982)yılında Bı/ans>
a gönderilen alım de meşhur kelam alımı FbubckırMuhammed b Tayyıbcl Bakıllan:
dır (o 40V1013) bk? Kadı Iya/ Tertıbu'l-medârikJI 585 602,A'Iâmu'n-nubeIâ,
XVII, 190 193 M Sehghson, "Adududdevle", IA,1,143,H Sabit Şıbay
"BaküUm7 IA,II 253 257.
[316] bkz IA, II 254.
[317] bkz. TertîbÜl-medârik, II, 596.
[318] age, II, 600.
[319] age,II, 597.
[320] bkz. Haföci, NesîmÜ'r-riyâz.Il, 3.
[321] Tertibül-medârürte (II, 597), "kurt" şeklinde geçmiştir.
[322] bkz. Tertîbül-medârik, II, 597.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/259-265.
[323] bkz.et-Terâtibü'l-idâriyye,I,246;Feyzü1-Kadîr,1,237;Kenzü1-ummâl,VI,45
(nr. 14776).
[324] Umdetül-kârî, Kahire 1392/1972,1, 90.
"Mu'sır" {genç kız, gelinlik) kelimesi metinde "muhaddara"
(feraceli kadın) şeklinde geçmiştir.
[325] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 1/265-266.
[326] îbn Hişâm, es-Sîre,IV, 606-607; Suheyh,
er-Ravdül-ünüf, VII, 464-466. Buraya kadar olan
bilgileret-Terâtib'de altı çizili olmamakla birlikte Kettâni'ye değil Hu-zâi'ye
aittir (bkz. ihsan Abbas, s. 194).
[327] Buhâri, Vudû 58.
[328] Fethul-Bâri , II, 115.
[329] Müslim, Cihâd 3.
[330] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/266-267.
[331] Buhâri, Vudû 66.
[332] Fethul-Bârî, II, 129-130; Muttarizi, el-Muğrib,
"berîd" mad.; en-Nihâye, I, 115.
[333] İbnü'l-Cevzî,Menâkıbuemîri'l-mü'minîn Ömerb.
el-Hattâb,nşr.Zeyneb İbrahim el-Kârût, Beyrut 1407/1987, s. 86-87. Metinde
hatalar mevcut olup aslına bakılmalıdır.
[334] İki sikke arasındaki mesafeye berîd denirdi
<bkz.en-Nihâyefîgarîbil-hadis,I 116).
[335] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/267-268.
[336]
"Benâ" (yaptırdı) kelimesi metinde düşmüştür.
[337] el-Hıtat, I, 174.
[338] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/268-269.
[339] Metinde Halife kelimesi Huleyf şeklinde geçtiği gibi
Huzai'nin verdiği Buhâri ve Müslim rivayetleri birbirine karışmıştır (bkz. I.
Abbas s. 194-195).
[340] Metinde hata mevcut olup anılan bilgileriçin bkz.
ibnHişâm, II,607;Subhul-a'şâ, VI, 358-359; er-RavdiH-ünüf, VII, 465, 513-524.
[341] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/269.
[342] bkz IbnHışâm,II,314-315;er-Ravdül-ünüf,VI,459 Bu olay
Hudeybiye antlaşması öncesinde meydana gelmiş olup Resulullah (sav) önce
Hirâs'ı, sonra da Hz Osman'ı Mekke'ye geliş sebeplerinin savaş değil Kabe'yi
ziyaret olduğunu bildirmek üzere göndermişti.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/270.
[343] Umeyr'in bu sözleri metinde düşmüştür.
[344] İbn Hişâm.ee-Sîre.II, 417418; ihsan Abbas, s. 207.
[345] el-İstiâb, II, 484-486, III, 626-627. Metindeki
hatalar için aslına bakınız.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık:
1/270-271.
[346] age, III, 148, IV, 443-144; İbn Hişâm, II, 410, 418;
îbn Kesir, III, 585.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/271.
[347] ibn Hişâm, II, 359; İbn Kesîr, III, 389-390.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/271-272.
[348] Bu mektuplar için bkz. Hamıdullah, el-Vesâik, s.
99-107 Ayrıca bkz
et-Terâ-tibül-idâriyye, I, 279.
[349] el-İsâbe, II, 524; Üsdiil-ğâbe, IV, 193. Hubeyb
kelimesi metinde yanlış olarak "haşeb" şeklinde geçmiştir.
[350] Metinde ve el-İsâbe'de yanlış olarak Halid b Velid
şeklinde geçmiştir.
[351] el-İsâbe,IV, 305-306. Ayncabkz.lbnHişâm,
11,645;ibnSa'd,VIII,96- 100;ÜsdÜl-ğâbe, VII, 315-33.
[352] Muhammed b. Mesud el-Gafıkı (ö. 540/1146),
Zülül-ğamâme ve tavkul-hamâ-me (bkz. GAL, I, 454; SuppL, I, 629).
[353] bkz. es-Siretiil-Halebiyye, m, 414.
[354] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 1/272-273.
[355] el-İstiâb, II, 498.
[356] Ebû Ubeyd, el-Emvâl, Kahire 1395/1975, s. 328.
[357] Ali b. Muhammed el-Medâni (ö. 225/840). Meşhur Arap
tarihçisidir. el-İsâbe'de(I, 283) eserinin adı Kifcâbu Rûsuli'n-Nebî olarak
verilmiştir. Bu zat için bkz. C. Brockelmann, "Medâinî", IA, VII,
456-457. Ibn Hudeyde (o 783/1381) Resutul-lah'm (sav) elçi ve katiplerine dair
eserinin (el-Misbâhu'1-mudî, Beyrut. 1405/ 1985) birinci cildinde 48 elçiyi
zikreder. M Yasin M a/har Sıddıqui de 42 elçi hakkında bilgi verir
(Organisation of government under The Prophet, s 230-237, 464472).
[358] el-İsâbe,I,283.
[359] Munzır b Sâvâ el-Abdî'dır (bkz Hamıdullah, el-Vesâik,
s 144 v d ).
[360] Metinde Hâr şeklinde yanlış geçmiştir.
[361] Hades kabüesıdır (bk? el-Vesâik, s 128).
[362] Temîm ed-Dârî ve kardeşlen (el-Vesâilt, s 130).
[363] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/273-275.
[364] Ferve'nin Resulullah'a (sav) beyaz bir katır hediye
ettiği zikredilir (îbn Hişâm, II, 591; îbn Kesir, IV, 167;et-Terâtibü1-idariyye,
I, 337). Metinde Maân kelimesi Amman şeklinde yanhş geçmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/276.
[365] İbn Hişâm'da (II, 607) ve el-Vesâikte (s. 161) Amr b.
Âs'ın Cülendâ'mn iki oğluna elçi olarak gönderildiği, el-İsâbe'de (1,262,264)
ise hepsine gönderilmiş olmasının da muhtemel bulunduğu belirtilir.
[366] bkz. Süheylî, er-Ravdül-Ünüf, VII, 521.
[367] îbn Sa'd, I, 277-278.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/276.
[368] bkz. SuppL, II, 857.
[369] el-İkdül-ferîd, IV, 161.
[370] Buhari, Ahkâm 40; el-Fethul-bâri,XXVII, 216.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/277.
[371] el-İstiâb, I, 552.
[372] Behcetü1-mecâlİ8,I,356.Ayncabkz.et-Terâtibü1-idâriyye,1,120("SırKâtibi"
başlığı). Metinde "mecalle" kelimesi yanlış olarak "mehâfU"
şeklinde geçmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/277-278.
[373] Buhâri, et-Tarihul-kebîr, III, 381.
[374] bkz. Müsned, V, 186; Ebû Davud, İlim 2; Tirmizî,
tsti'zân 22.
[375] Buhari, Ahkâm 40.
[376] et-Târihul-kebîr, III, 380-381.
[377] Fethul-Bâri, XXVII, 216.
[378]
"Kitabü'l-îsti'zân" olacak, bkz. Tirmizi, İsti'zân 22.
[379] Benî Mâsike,Medine'deki
küçükyahudikabilelerındenbiridir(bkz. Ahmet ibrahim eş-Şe rif.Mekkevel-Medinefîl-Câhiliyye
ve ahdi'r-Resûl, Kahire 1985.S.318-319).
[380] îbn Asâkir, Târihu Dımaşk, VI, 559.
[381] Resuluilah'm îbranıce mi, Süryânice mi dediği
konusunda râvi tereddüt etmiştir.
[382] îbn Asâkir, Târihu Dımaşk, tıpkıbasım (Dâru'l-Beşır),
Amman, ts., 559;Muhta-saru Târihi Dımaşk, IX, 115.
[383] Kitâbul-Mesâhif,s. 3. Burada Zeyd'in onyedi değil
ondokuz günde öğrendiği kaydedilmektedir Târîhu Dımaşkta ise (VI, 559) onyedi
günde öğrendiği belirtilmiştir.
[384] Subhul-a'şâ, III, 4.
[385] el-Beyân ve't-tehsil, XVIII, 146.
[386] Bu eser Murtaza ez-Zebîdî hakkında olup Muhammed
İbrahim Fennî el-Mısrî tarafından kaleme alınmıştır. Kettâni, müellif hattı bir
nüshanın kendisinde bulunduğu söyler (Fihrisül-fehâris, I, 530).
[387] ibn Sa'd, in.356.Sozkonusuisim burada Cufeyne olarak
geçmektedir.
[388] Muhammed b. Ömer el-Câvfiıin (ö. 1316/1898) bu eseri
basılmıştır {Kahire 1305). bkz. C. Brockelman, "Nevâvî" İA, IX,
218-219; SuppL, II, 813-814.
[389] Buhari, Cihâd 188. Ayrıca bkz. Ebu'ş-Şeyh,
Ahlâku'n-Nebî, s. 215; es-Sire-tü'ş—Şâmiyye,VII, 208.
[390] Kastedilen âyetler, bâb başlığının devamında
zikredilen îbrâhim Sûresi4. ve Rûm Sûresi 22. âyetleridir.
[391] Târihul-hulefâ, s. 233.
[392] Bu zat için bkz. Fihrisül-fehâris, I, 515-518;SuppL,
II, 890-891.
[393] Bu risale basılmıştır (Kahire: 1355). bkz. SuppL, II,
431.
[394] Bu risale ete birkaç defa basılmıştır (bkz. age, II,
857).
[395] Fethu1-Bârî, XII, 156-157.
[396] bkz, Suyûti, el-Haaâisül-kübrâ, II, 127-128, 130-131.
[397] Metinde "Eymea"şeklinde geçmiştir.
[398] Metinde "Sa'd" ve "el-Aşire"
şeklinde ayrı zikredilmiştir.
[399] el-ttkân'da Sa'lebe şeklinde geçmiştir.
[400] Metinde mevcut değildir.
[401] Metinde "Urve" şeklinde geçmiştir.
[402] Metinde "Kıpti dili" olarak mükerrer
geçmiştir.
[403] Suyûti, el-ttkân, Kahire 1405/1985, II, 102.
[404] bkz. SuppL, II, 181.
[405] Ali eş-Şûnî ve söz konusu eserler için bkz. Gazzi,
el-Kevâkibü's-sâire,II, 216-219; GAL, II, 438; SuppL, II, 461.
[406] Hafâci, Nesimü*r-riyâz, I, 387. Ayrıca bkz. I, 300.
[407] Metinde "hineizin" kelimesi
"hasenehu" şeklinde yanlış geçmiştir.
[408] Hamedel-Câsir,Eşhenırahalâtn-hâc(Riyad 1402/1982) adlı
eserinde NâsırFnin (ö. 1239/1823) er-Rihletül-Hicâziyyetül-kübrâ'smı da özetle
vermiştir (s. 35-172).
[409] FirÛzâbâdî, Sifru's-saâde, Beyrut 1405, s. 264.
[410] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/278-283.
[411] el-tstiâb, 1,335-336, 338. Metinde özellikle son
cümlelerde hata ve düşükler mevcut olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.
[412] el-İsabe, I, 326; Üsdül-ğfibe, II, 6.
[413] Ahmed b. Abdüllatif el-Berbîr (ö. 1226/1811),
eş-Şerhul-celî alâ beyteyil-Mevsılî (Beyrut 1302.). bkz. Serkis, I, 645; SuppL,
II, 750.
[414] Mustafa b. Kemaluddin el-Bekrî (ö. 1162/1749). bkz. C.
Brockelmann, "al-Bakri" El, 1,965-966.
[415] İslâm öncesi ve İslâmî devir tanınmış Arap kadın şairi
(bkz F
Gabrieh, "al Khansâ", El, IV, 1027.
[416] bkz. Üsdül-ğâbe, IV, 475-476.
[417] Hz. Mâriye'nin kardeşi olup her ikisini de
Resulullah'a (sav) Mukavkıs hediye etmişti (age, VII, 160). Metinde Şîrîn
şeklinde geçmiştir.
[418] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/283-285.
[419] bkz.SuppL, II, 74.
[420] Ali Fehmi Cabiç (o. 1918). Eserin birinci cildi
(14+362 sk.) basılmış olup (istanbul 1324/1906) diğer iki cildin ne olduğu
bilinmemektedir, (bkz. Bekir Sadak, "Ali Fehmi Câbiç", DİA, II,
393).
[421] Ebû Salim el-Ayyâşi,er-Rihletü1-Ayyâçiyye,Rabat 1397/1977,
II, 254. Burada 7. değil 9. bolümü gördüğü belirtilmektedir.
[422] el-MecmûatÜ'n-Nebhâniyye fi*l-medâihi'n-Nebeviyye
(I-IV, Beyrut: 1320).bkz. Serkis, II, 1839-1841.
[423] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/285-286.
[424] Muslîm, Şür 1; el-Edebül-MÜfred, s. 291 (283. bâb).
[425] Müslîm, Şiir 1.
[426] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/286.
[427] bkz. Makkârî, Nefhu't-tîb, II, 688-689.
[428] Nefhu't-tib, II, 688-689.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/286-287.
[429] Metinde Hind bint Muttalib şeklinde yanlış geçmiştir
(bkz. Üsdtil-ğâbe, IV, 423).
[430] Metinde Erci şeklinde yanlış geçmiştir (bkz. el-İsâbe,
II, 365).
[431] Bu konuda bkz IbnSa'd, II, 319-333 Metinde anılanlara
ilaveten şu isimler zikredilmiştir: Ervâ binti Abdülmuttalib, Atike binti
Abdülmuttalib, Hind binti Üsâse, Atike binti Zeyd ve Ümmu Eymen.
[432] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/287-288.
[433] Başkalarına nisbetle Hz. Peygamber'e (sav)en az sayıda
râvi ile ulaşan senedi ifade eder (bkz Abdulah Aydınlı, Hadis letüahları
Sözlümü, s. 35, 77).
[434] Son râvisi İle Resulullah arasında on râvi bulunan
hadis 4(age, s. 158).
[435] Metinde "beyne" kelimesi
"senne", "vesait"
de "resâd" şeklinde geçmiştir .
[436] Sahih vehasen derecesine ulaşmamışolsabileele alınır,
işeyararzayı/" sened.Za-yıf'la hasen
arası bir derece ifade eder (age, s. 120, 138).
[437] Tedribu'r-râvi, Kahire 1378/1959, s. 360.
[438] Hadisleri müsned şeklinde toplayan, müsned olarak
rivayetedenkimse.Müsned eser yazan. (bkz. Aydınlı, s. 116).
[439] Tedribu'r-râvi, s. 361-362.
[440] Metinde Rebde şeklinde geçmiştir.
[441] Metinde Cedvel şeklinde geçmiştir.
[442] Bu şiir için aynca
bkz.Üsdül-ğâbe,II,263;Lisânül-mizân,IVı101;Zurkâni,Şer-hul-Mevâhib,IV,4-5.
[443] Metinde Kâr şeklinde geçmiştir.
[444] Diyâuddin el-Makdisî {o. 643/1245), el-Muhtâre (bkz
SuppL, I, 690).
[445] Tedribu'r-râvi, s. 362.
[446] Zeynuddin el-Irâkî'nin (ö. 806/1404) eseridir, bkz
SuppL, II, 70.
[447] Lisânül-mîzân, IV, 99-104.
[448] Lisânül-mizân, II, 495.
[449] el-tsâbe, I, 553 (Züheyr b. Sured'in biyografisinde).
[450] İbn Hacer el-Heytemî (ö. 973/1565), el-Minehul-Mekkiye
Şerhul-Hemziyye (bkz. SuppL, II, 529). Bu bilgi için bkz. Hafâcî,
Nesîmü'r-riyâz, II, 38.
[451] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 1/288-291.
[452] Cemilere, s 364.
[453] el-lstîâb,I, 192-193.
[454] el-îsâbe,II, 109.
[455] Suyûti, Târihul-hulefâ, s. 48-49.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/291.
[456] Gâyetul'Maksûd, Muhammed Şemsülhak el-Azimâbâdi'nin
eseri olup(GAS, I, 151) bu bilgi onun Avnu’l-ma’bûd adlı eserinde de (III, 444)
geçmektedir.
[457] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/291-292.
[458] Metinde yanlış olarak el-Muiz şeklinde geçmiştir. Aynca
bkz. Kureşî, el-Cevâ-hiröl-mudiyye,II, 19-20.
[459] İbn Kutluboğa, TâcÜ't-terficim, s. 21.
[460] el-Beyân ve't-tebyin, 1,41.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/292-293.
[461] Metinde "ben" şeklinde geçmiştir.
[462] Buharî, Cihâd 181.
[463] Müslim, Hâc 74.
[464] Buharî, Cihâd 181; Nikâh 111. Metinde hata ve
düşüklükler mevcuttur.
[465] Bu cümle metinde düşmüş olup Buharf nin kaydettiği ilk
rivayet "sayın" şeklinde de geçmektedir (bkz.Fethul-Bâri,XII, 149).
[466] Fethu’l-Bfiri,XII, 161.
[467] el-Hıtat, I, 91.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/293-294.
[468] Buharî, Ahkâm 43.
[469] Buharî, imâm 43; MevfikituVsaJât 3; Zekât 2; ŞurÛt 1.
[470] Buhari, Ahkâm 44-60.
[471] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/294-296.
[472] İbn Sa'd, VII, 9-12. Bu biyografide böyle bir bilgiye
rastlanmamıştır.
[473] İbn Sa'd: IV, 306.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/296.
[474] el-İstiâb,I,277.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/296.
[475] Ebû Davud, Imâre 14.
[476] Muvatta, Zekât 4.
[477] Atâ dağıtımı konusunda dindeki fazilet ve üstünlüğe
dayalı öncelik esasına göre uygulamada bulunmasının istenmesi üzerine Hz.
Ebubekir bu üstünlüklerin sevabının Allah'a ait olduğunu belirterek eşitlik
esasına göre hareket etmiştir.
[478] Kitâbul-Harâc,Kahire 1396, s. 45-46. Ayrıca bkz. M.
AbdulfettâhUleyyân, "Takvim u'n-nizâmi'1-lezî vadeahu omer b. el-Hattâb
Li-tevzii'l-atâ",MeceIİetü Külli-yetil-ulûmil-ictimâiyye, Riyad 1978, II,
405-426.
[479] İbn Sa'd, IV, 296 Fağvâ kelimesi metinde Gavğa
şeklinde yanlış geçmiştir.
[480] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/297.
[481] en-Nihâye fi garîbil-hadis, II, 150.
[482] Askerî, el-Evâil, Riyad 1400/1980, I, 242-243.
[483] el-Ahkâmu's-sultâniyye, Beyrut 1405/1985, s. 249.
[484] Sabhu’l-a’şa ,XIII-106.Ebu Hilâl
el-AskerîveMâverdi'den nakledilen bilgi burada zikredilmektedir.
[485] Tehzibal-esinA vel-lufcât, 1/2,12.
[486] el-Evâil.1,229.
[487] Subhu1-aşâ,I,413.
[488] Tarihul-hulefâ, s. 88.
[489] îbn Sa'd, III, 213.
[490] Medine'nin 1 mil kadar mesafede bulunan kenar
mahallerinden biridir. Hz. Ebubekir halife seçildikten sonra altı ay kadar
daha burada oturmuş, sonra Medine'ye taşınmıştır (İbn Sa'd, İÜ, 186;
Mu'cemûl-buldan, IH, 265).
[491] İbn Sa'd'da "Bâdiye* diye geçmiştir ki yanlış
olmalıdır.
[492] el-Evail, I,229.
[493] Tarihul-hulolft, s. 88. Metinde düşüklükler mevcuttur.
[494] bkz. İbn Şebbe, II, 857.
[495] el-Kâmil, II, 502.
[496] Metinde geçen'şubbân" (gençler) kelimesi, îbn
Sa'd'da (III, 295) zikredildiği şekilde "neasâb" (soy bilgini)
olmalıdır. Huzâi'nin verdiği biyografilerinde de (s. 245-46) her üçünün
Kureyş'in nesepleri en iyi bilenleri olduğu belirtilir.
[497]
el-Ahkâmut-sultânîyye,s.249-250;îbnSa'd,ni,295;Nüveyrî,NİhâyetÛl-eriU VII, 197.
Metinde Hz. Ali'nin sözü düşmüştür.
[498] Huzâî burada altıncı fasıl olarak "ilk defa divân
düzenleyen veatâ belirleyen kimsenin Hz. Ömer olduğuna dair söylenenlerin
açıklanması" başlığına yer verir. (s. 246-247) Kettânî özetle
nakletmiştir.
[499] Metinde Muhâbis şeklinde yanlış geçmiştir.
[500] Bedâiu's-senâİ', II, 44-45.
[501] Cüheym b. Salt olacak.
[502] Muğire ve Husayn'la ilgili bilgi metinde düşmüştür.
[503] Subhu’l-a’şa, I,91.
[504] et-Terâtibül-idâriyye, I, 220-221.
[505] el-İsâbe,III,71.
[506] Bu hususta İmam Mâlik'ten nakledilen rivayet için bkz.
Üsdül-ğâbe, III, 173.
[507] Aynı bilgi için bkz. age, VI, 48.
[508] el-Hıtat, 1,94.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/297-301.
[509] Subhul-a'şâ, 1,423.
[510] İbn Ebî Zer1, el-Enisül-mufcrib bi-ravdil-kırtâs, s.
71.
[511] CezvetÜl-iktibâs, I, 57.
[512] Eser Hammer tarafından İngilizce tercümesiyle birlikte
neşredilmiştir (London: 1806). bkz. GAL, I, 279-281; SuppL, 1,430-431; Serkis,
I, 281.
[513] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/301-302.
[514] Tirmizî, Cihâd 31.
[515] el-isâbe, 1,495-496. Metinde bu isim yanlış olarak
Nâfî şeklinde geçmiştir.
[516] Bu bilgi el-îsâbe'de (1,562) Zeydb. Hârise'nin değil,
Zeyd b. Câriye el-Ensâri'nin biyografisinde verilmiştir. Ayrıca bkz.
Üsdül-gflbe, II, 280.
[517] Berâ ile tbn Ömer Bedir'de de küçük görülmüşlerdi
(bkz. Buharı, Meğâzi 6).
[518] Metinde Cebiyye şeklinde geçmiştir. Bu
isimÜsdül-ğâbe'de (II, 280) Sa'd b. Habte olarak geçer, fbn Sa'd da (VI, 52)
Sa'd b. Habte'nin Sa'd b. Büceyr olduğunu ve Uhud'da yaşının küçük bulunduğunu
kaydeder. Habte annesinin adıdır.
[519] el-İsâbe, I, 562.
[520] Hâkim, el-MüBtedrek, III. 188; el-İs&be, III, 35.
Metinde fahiş hatalar mevcut olduğu gibi Umeyr adı da hep Arar şeklinde
zikredilmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/303.
[521] el-İstiâb, II, 79 Metinde hatalar mevcuttur.
Semure'nin güreştiği bu sahabi Râfi b. Hudeyc'dir (bkz. es-Sîretûl-Halebiyye,
II, 493).
[522] el-İsâbe,II, 79.
[523] Burhanuddin el-Halebî, es-Sîretü'1-Halebiyye, II,
493-194. Ayrıca bkz. İbn Hişâm, II, 66.
[524] Bunlar Râfi b. Hudeyc İle Semüre b. Cündeb'dir (bkz.
es-Sîretül-Halebiyye, II, 493).
[525] Zurkâni, Şerhul-Mevâhib, II, 25.
[526] îbn Sa'd, IV, 271. VII, 33.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 1/304.
[527] Ebû Davud, Cihâd 33. Ayrıca bkz.MÜsned, III, 706.
[528] Nesâi, Cihâd 6.
[529] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/304-305.
[530] "el-Veşî" kelimesi (bkz. Huzâi, s. 251)
metinde "el-Ferîş" şeklinde
geçmiştir.
[531] İbn Hişâm, I, 620-621; Süheyli,er-Ravdul-ünüf, V, 98.
[532] bkz. en-Nihâye fi garîbil-hadîs, İÜ, 207-208.
[533] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/305.
[534] bkz. îbn Hişâm, II, 404. Ebû Süfyân'm Hz. Peygamberin
'hükümdarlığı'ndan sözetmesi üzerine Hz. Abbas bunun "peygamberlik"
olduğunu söyler, o da ikrar eder.
[535] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/306.
[536] Bâci, el-Müntekâ, VI, 3.
[537] en-Nİhâye fi garîbil-hadU, III, 218.
[538] îbn Hacer, Fethul-Bâri, XXVII, 196.
[539] Kettâni bilgileri özetle vermiş olup Resulullah (sav)
Hevâzinlileri mal veya esirleri tercihte serbest bırakır; onlar da esirleri
tercih ederler. Bunun üzerine Resulullah ganimette hak sahibi olanlara hitap
ederek dileyenin kardeşleri için hakkından vazgeçebileceğini, dileyene hakinin
ileride sağlanacak ilk ganimetten verileceğini belirtir. Onları da haklarından
isteyerek vazgeçtiklerini söylerler.
[540] Buhari, Ahkâm 26; Meğazî 54.
[541] Ebû Davud, İmâre 5. Metinde Mikdâm kelimesi Mikdâd,
Kudeym (Mikdâmcık kelimesi de "hudeym" seklinde yanlış geçmiştir.
[542] Fethul-Bârî,XXVII, 196-197.
[543] el-İsâbe, 251.
[544] age,I,496.
[545] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/306-308.
[546] el-Müstedrek, III, 186.
[547] el-İsâbe.1,34.
[548] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/308.
[549] Metinde İbnü'l-Leytiyye şeklinde yanhş geçmiştir.
[550] Huzâi hadisin bu kısmını Buhari'den naklen de
vermiştir (s. 261).
[551] Müslim, İmâre 7.
[552] et-Turukul-hükmiyye, s. 248.
[553] Buharı, Ahkâm 41. Yukarıda kaydedildiği üzere Huzai bu
hadisi Buhari'ye isnadla da vermiş olup Kettânî ya farkına varmamış veya ondaki
nüshada zikredilmemiştir.
[554] Buhari, Ahkâm 24.
[555] Uyûnul-ahbâr, Beyrut 1406/1986,1, 125.
[556] bkz. Mahnıud Şît Hattâb, el-Fârûkûl-kâid, Kahire
1389/1970, s. 103.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/308-309.
[557] "Hâs" kelimesi metinde "esâs"
şeklinde geçmiştir.
[558] el-İsâbe, I, 34; Üsdül-ğâbe, VII, 135.
[559] Nihâyetül-ereb, Beyrut 1405/1985, s. 122.
[560] Metinde Sumeyne el-Leytiyye şeklinde geçmiştir.
[561] bkz. el-İsâbe, I, 546.
[562] Üsdül-ğâbe,II, 252.
[563] el-İsâbe, I, 546.
[564] Buhari, Ferâiz 4.
[565] Müsned, II, 453.
[566] Ebû Davud, Buyu 9.
[567] Nevevi bu görüştedir (bkz, Şerhul-Mevâhib, I,
386-387). Bu konuda ayrıca bkz. Suyûti, el-Hasâisul-kübrâ, Beyrut 1405/1985,
II, 400.
[568] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 1/309-311.