DÖRDÜNCÜ BÖLÜM... 3

Ahkâm (Yönetim, Yargı) Ve Buna Bağlı Konularla İlgili Görevler. 3

Taşra  Genel  Yönetimi 3

Allah Resulü'nün Bölgelere Vali Tayin Ettiği Kimseler. 3

Allah Resulümün, Kendisine Gönderecekleri Postacının Özellikleri Konusunda Âmillerine Nasıl Tavsiyede Bulunduğu. 7

Allah Resulü’nün Gönderdiği Âmillerde De Bu Özellikleri Araması 7

Allah Resulünün Görevlendirdiği Valiler İçin Yazdırdığı Ahidnâmenin Nasıl Olduğu. 7

Kadı (Hâkim) 8

Allah Resulü’nün Sağlığında Vuku Bulup Hakkında Bizzat Hüküm Verdiği Olaylarla İlgili Kimlerin Eser Kaleme Aldığı 9

Allah Resulü'nün Hüküm Ve Fetva Verdiği Konular. 10

Allah Resulü’nün Kadıları 11

Allah Resulü’nün Hakim Olarak Görevlendirdiği Kimselerde Büyük Yaşta Olmayı Şart Koşup Koşmadığı 13

Vali Ve Hakimlerin Maaş Alıp Almadıkları 15

Mezâlim (Adliye) Görevi 16

Hâkimin Davaya Bakmak İçin Nerede Oturduğu. 17

Şahitlik Ve Sicil Katipliği (Noterlik) 19

Çocukların Şahitliği Ve Nebevi Belge Ve Sözleşmelerde Adlarının Yazılması 20

Asr-I Saadette Yapılmış Sözleşmelerden Bîri Olarak Allah Resulümün Azatlısı Ebû Râfi’nn Azat Edilmesine Dair Sözleşmenin Metni 20

Allah Resulü Zamanında Kabile Ve Suları Dolaşarak. Halk Arasında Akitleri Yazanlar. 20

Geçenlere Ek Olarak Akitleri Ve Muameleleri Yazanlar. 20

Mirasları Paylaştıran. 21

Resulullah (Sav) Devrinim Mirasları Kimin Paylaştırdığı: 21

Mali Konular Dışında Vekil 22

Yapı İşlerinde Mütehassıs Kimse. 23

Allah Resulü Ve İlk Asır İnsanlarının Mühendislik, Yapı Ve Yolların Düzenlenmesi İşlerinden Anladıkları 23

Kassam.. 24

Muhtesîb. 25

Allah Resulü’nün Pazar İçin Görevlendirdiği Kimse Ve Resulullah Zamanında Rîba İle Muamelede Bulunanlara Nasıl Dayak Atıldığı 25

Münâdî 28

Şehirde Sâhibül-Ases (Gece Asayiş Ve Emniyet Görevlisi) 28

Allah Resulü Zamanında Bu Görevi Yürütenler. 29

Erkek Hapishanesi 29

Kadın Hapishanesi 32

Mahpuslara Yiyecek Verilip Verilmediği 32

Dayakla Te’dip (Cezalandırma) 32

Sürgünle Te'dîp. 33

İlgîyî Eestp Yalnız Bırakmakla Tedipte Bulunulması 33

Allah Resulümün Müstehak Olan Kimseye Yüz Asma Ve Benzeri Şekilde Muamelede Bulunması 35

Allah Resulü’nün Bizzat Kendi Eliyle Öldürmesi 36

Allah Resulü'nün Yakıp Yıkma Suretiyle Cezalandırması Ve Bunun İçin Kimi Gönderdiği 37

Allah Resulttnün Haketmiş Kimseye, Gözlerine Mil Çekme, Susuz Yere Atma, El Ve Ayakları Kesme Vb. Bir Şekilde Muamelede Bulunması 37

Esirleri Gözetmekle Görevlendirilen Kimse. 38

Had Cezalarını Uygulayanlar Ve Allah Resulü Zamanında Kimin Bununla Görevlendirildiği 39

Savaşta Ağaçları Kesmekle Görevlendirilen Kimse. 39


DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

 

Ahkâm (Yönetim, Yargı) Ve Buna Bağlı Konularla İlgili Görevler

 

Taşra  Genel  Yönetimi

 

Allah Resulü'nün Bölgelere Vali Tayin Ettiği Kimseler

 

Zurkâni Şerhu'l-Mevâhib'de şöyle der: Resulullah'ın (sav) yöneticile­ri (emirler), memleketlere yönetim, yargı ve vergi tahsili için tayin ettiği va­lileridir.[1] Resulullah'ın (sav) taşra bölgelerine gönderdiği emirlerin sayısı çoktur.

Bunlardan biri Mekke £ m îr i (valisi) Attâb b. Esîd'dir. İbn Cemâa şöyle den Allah Resulü (sav) Attâb b. Esîd'i hicre­tin 8. yılında Mekke yönetimi ve müslümanlara haccı eda et­tirmek üzere emir tayin etti.[2]

İbn Kayyım el-Hedy'de Attâb'in yirmi yaşından küçük olduğunu söy­ler.[3]

Sa'lebî[4] Tefsîr'inde "Bana katından yardım edici bir hüc­cet (sulta, kuvvet) ver"  (İsrâ 17/80) âyetiyle ilgili olarak Kelbî'den "yardım edici hüccet Attâb b. Esîd'dir" dediğini nakleder ve Resulullah'ın (sav) Attâb'ı Mekke'ye tayin edişini zikreder.

el-tsÂbe'de şu bilgi verilir: Ukayli, Hişâm b. Muhammed b. Sâib el-Kelbî'nin biyografisinde, ona ulaşan senediyle, onun babasından, onun Ebû Salih'ten, onun da İbn Abbâs'tan "Bana katından yardım edici bir hüccet ver" âyetiyle ilgili olarak "bu yardımcı Attâb b. Esîd'dir" dediği rivayetini kaydeder.[5] Belensi diye meşhur Hafız Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Evsî*nin Sılatu'1-cem ve âidi't-tezyîl li-mevsûli kitâbey el-t'lâra ve et-Tekmü[6] adlı eserinde anılan âyetle ilgili olarak İbn Asker'in şöyle dediği[7] zikredilir: Ebubekr ez-Zehebî Târihinde îbn Abbâs'a ulaşan senediyle onun "âyette kastedilen Attâb b. Esîd'dir" dediği rivayetini tahric eder.

Resulullah'ın (sav) valilerinden biri de Yemen hükümda­rı Bâzân'dır ki ona Bazâm[8] da denir.

Subhu'1-a'şâ da şu bilgi verilir :Kisra'nın naibi Bâzân müslüman olun­ca Nebi (sav) onu Yemen'in bütün vilayetlerine vali tayin etti. Onun konağı Yemen hükümdarlarının (Tebâbia , tekili: Tubbe ) memleketi Sa-na'da idi. Bâzân, Veda Haccından sonra vefatına dek bu görevde kaldı. Allah Resulü (sav) de onun vefatı üzerine oğlu Şehr b. Bâzân'ı Sana'ya, her bölgeye de ashabından birini tayin etti.[9]

Sa'lebî, Bâzân'la ilgili olarak şunu zikreder: O, Acem hü­kümdarlarının ilk müslüman olanı ve Yemen'e tayin edilen ilk İslâm emîridir.[10]

Bu bilginin benzerini Zurkâni Şerhu'l-Mevâhib'de Sa'lebfden nakle­derek doğrular.[11] Bu eserdeki bilgi ile İslâm'da ilk e m î r in Hz. Ebubekir olduğu ve onun Attâb b. Esîd olduğunun da söylendiğine dair daha Önce Hac Emirliği bahsinde geçen bilgiye bakınız, el-İsâbe'de de Abdullah b. Cahş'ın biyografisinde Beğavi'den naklen onun îslâm'dailk e m î r olduğu kayde­dilir.[12] Bunun, zikredilen bölgeler bakımından söz konusu olması da muhte­meldir. Bâzân vefat ettiğinde Nebi (sav) Sana'ya onun oğlu Şehr'i vali ( âmil) tayin etti.Bunu Vâkıdi.îbn İshak ve Taberî zikreder.İbnHacer el-tsâbe'de Amir b, Şehr el-Hemdânî'nin[13] biyografisinde, onun Allah Resu­lünün (sav) Yemen âmil lerinden biri olduğunu kaydeder.[14] Yine el-tsftbe'de müellif, Abdullah b. Amr b. Sebî es-Sa'lebî'nin biyografisini verir ve Şa'bi'den naklen Resulullah'm (sav) onu Benî Sa'leb'e,[15] Abs ve Benî Ab­dullah b.Gatafân kabilelerine âmil   tayin ettiğini zikreder.[16] Ebû Musa eî-Eş'arî'nin biyografisinde de Resulullah'ın (sav) onu Zebîd, Aden ve bunla­ra bağlı bölgeler gibi Yemen'in bir kısmına âmil tayin ettiğini belirtir.[17]

İbn Hacer el-lsâbe'de Haris b. Bilâl el-Müzenf nin[18] biyografisini verir ve Seyf in el-Fütûh[19] adlı eserinden, onun Resulullah'ın (sav) Cedîletü Benî Tayın[20] yarısına görevlendirdiği âmil i olduğunu nakleder.[21] îbn Hacer, Haris b. Nevfel el-Hâşimî'nin biyografisini vererek şöyle der: İbn Hibban[22] onu ashab arasında sayar ve Hz. Peygamber'in (sav) onu Mekke'nin bazı yö­relerine âmil tayin ettiğini söyler. İbn Hacer daha sonra Zübeyr b. Bekkâr'ın da dediğini kaydederek îbn Sa'd'dan şu bilgiyi nakleder: Haris, Allah Resulü'nün sohbetinde bulundu, Resulullah (sav) onu Mekke'nin bazı yörelerine âmil tayin etti. Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman da onu bu gö­revde bıraktılar.[23]

ibn Hacer, Husayn b. Niyâr'ın biyografisini vererek şöyle der: O, Allah Resulü'nün (sav) âmil lerinden biriydi. Bunu Seyf ve Taberî zikreder, İbn Fethûn da ona i stidrâkte bulunur.[24] Yine el-İsâbe’de müellif, Haris b. Abdülmuttalib’in biyografisini verir ve İbn Ebî Hâtim'den nakille onun Hz. Peygamber'in sohbetinde bulunduğunu, Resulullah'ın (sav) onu Mekke'nin bazı yörelerine âmil tayin ettiğini, Hz. Ebubekir ve Os­man'ın da onu görevlendirdiklerini zikreder. Sonra biyografisinin, onun da­ha önce anılan torunu Haris b. Nevfel'e ait olduğunu kaydeder.[25] Ayrıca Râfi b. Amr et-Tâfnin biyografisini vererek Taberî'nin[26] şu rivayeti tahric ettiği­ni zikreder: Zâtu's-Selâsil[27] Gazvesi olduğunda Resulullah (sav) Amr b. As'ı içinde Hz. Ebubekir ve Ömer'in de bulunduğu bir orduya kumandan tayin etti.[28] el-îsâbe'de müellif, Hirmâs'ın babası Ziyâd el-Bâhilî'nin biyografisi­ni verir ve Dârekutni'nin Hirmâs'tan yaptığı şu rivayeti zikreder: Babamla birlikte Resulullah'a (sav) geldim. Resulullah onu Bâhile'den kendi aşireti­ne yönetici tayin etti.[29]

Ibn Hacer, Sâıbb Osman'ın biyografisini verir ve Ibn Ishak'tan naklen Resulullah'ın (sav) onu Buvât Gazvesı'nde Medine'ye âmil tayın ettiğini kaydeder.[30] Sa'd ed-Devsî'nın biyografisini venr ve Ahmed[31] ile Ibn Ebî Şey-be'nın ondan şu hadisi tahrıc ettiklerim zikreder Resulullah'a (sav) gelerek müslüman oldum, beni kavmime âmil tayın etti ve musluman oldukla­rında sahip bulundukları malları onlara bıraktı.[32]

Yine el-tsâbe'de Suayr b Hufâf et-Temîmî'nın[33] biyografisini vererek şöyle der Seyf onu el-Fütûh'ta zikreder O, Allah Resulu'nun (sav) Temîm'ın boylana tayın ettığı âmil ıdı Hz Ebubekır de onu görevinde bı­raktı.[34] Sufyân b Abdullah b Ebî Rebıa'nın[35] biyografisini verir ve tbn Ebî Şeybe'den nakille Resulullah'ın (sav) onu Tâıf e âmil tayın ettiğim zik­reder.[36] Seleme b Yezîd el-Cufî'nın biyografisini verir ve ana bir kardeş* Kays b Seleme ile birlikte Resulullah'a (sav) gelerek müslüman olduklarını, Resulullah'ın da Kays'ı Beaî Mervân'a âmil tayın ettiğini ve kendisine bir belge yazdığını zikreder.[37] Benî Sa'lebe'den Sayfî b Âmır'ın biyografisini vererek şöyle der Nebi (sav) onu kendi kavmine e m î r tayın etti.[38] Dahhâk b Kays'ın biyografisini verir ve onun Resulullah'ın (sav) âmili olduğunu söyler.[39] Imrıu'1-Kays b Asbağ el-Kelbf nm biyografisini vererek şoyleder O,kavmının reisiydi veNebı(sav) âmillerini Kudâa'ya gönder­diğinde onu da Kelb kabilesine âmil olarak gönderdi Ibn Hacer Seyf in el-Fütûh*undan da şu bilgiyi nakleder Resulullah (sav) vefat ettiği sırada Kelb kabilesinden Kudâa kabilesine tayın ettiği âmili Benî Abdul­lah'tan Imnu'1-Kays b Asbağ el-Kelbî ıdı.[40]

Ibn Hacer, Hârıs b Bilal el-Muzenî'nın biyografisini vererek onun Re­sulullah'ın (sav) âmili olduğunu söyler.[41] Abdurrahman b Ebzâ el-Huzâî'nın biyografisini verir ve Ibnu's-Seken'm şöyle dediğim nakleder Ne-bı(sav)onu Horasan'a âmil tayın etti.[42] Osman b Ebfl-Âs'ın biyografisini vererek şöyle der Resulullah (sav)onu Tâıfeâmıl tayın etti,Hz Ebubekir ve Omer de kendisini bu görevde bıraktılar.[43] Ukâşe b Sevr'in biyografisinde de onun Hz. Peygamber'in (sav) Sekâsik ve Sekûn âmili olduğunu söy­ler.[44] Alâ b. Hadramî'nin biyografisinde Resulullah'm (sav) onu Bahreyn'e âmil tayin ettiği,[45] Amr b. Hazin el-Ensârî'nin biyografisinde de onu Necrân'a âmil tayin ettiği zikredilir.[46] Amr b. Hazm'dan Resulullah'ın (sav) farzlar, zekât ve diyetlere vs. dair kendisi için yazdığı bir belge rivayet edilir ki Ebû Dâvud, Nesâi, İbn Hibbân, Dârimî ve başkaları bu belgeyi riva­yet etmişlerdir.[47] Üsdü'l-ğâbe'de şu bilgi verilir: Resulullah (sav) kendileri­ne Halid b. Velid'i gönderip de müslüman olmalarından sonra Amr'ı onyedi yaşındayken Necran halkına âmil tayin etti.[48] Nevevî de bu bilginin benzeri­ni onun et-Tehzîb'deki biyografisinde verir.[49]

Amr b. Hakem el-Kudâi'nin biyografisinde Resulullah'ın (sav) onu Be-ni'1-Kayn'a âmil olarak gönderdiği kaydedilir.[50] Amr b. Saîd b. Âs'ın biyogra­fisinde de Hz. Peygamber'in (sav) onu Vâdi'1-kurâ ve başka yerlere âmil tayin ettiği, orada âmil iken vefat ettiği zikredilir.[51] İbn Hacer Amr b. Maheûb el-Âmirfnin biyografisinde onun Allah Resulünün (sav) âmili olduğunu,[52] Avf el-Verkânî'nin biyografisinde de onun Resulullah'ın (sav) âmil i olduğunu zikreder.[53] Abdullah b. Zeyd el-Kindfnin biyografisinde, onun Allah Resulü'min Yemen âmil i,[54] Abdullahb.Sivâr'ın biyografisin-de de onun Allah Resulü'nün Bahreyn âmil lerinden olduğunu kayde­der.[55] Ferve b. Müseyk'in biyografisinde, Hz. Peygamber'in (sav) onu Murad, Müzhic[56] ve Zebîd'in tümüne âmil tayin ettiğini zikreder,[57] Karade b. Nüfâse es-Selûlf nin biyografisinde, onun Benî Selûl'den bir toplulukla bir­likte Resuîullah'a gelip müslüman olduklarını ve Resulullah'ın (sav) onu kendilerine  e m î r   tayin ettiğini zikreder.[58]

Süyûti Dürrü's-sehâbe'de Ebû Cude/ el-Murâdî'nin biyografisini ve­rerek şöyle der: İbn Vezir ve Abdülaziz b. Meysere onun Hz. Peygamber'in  (sav) âmili ve Mısırlı olduğunu zikrederler.[59] Kudâî b. Âmir ed-Düelf-nin (ed-Dîlî) biyografisinde de onun Resulullah'ın (sav) Benî Esed'e gönder­diği âmil i olduğunu söyler.[60] Ondan sonraki biyografide Sinan b.Ebî Si­nan'ı da Benî Esed'e âmil olarak tayin ettiğini belirtir.Kays b.Mâlik el-Erhabfnin biyografisinde şu bilgiyi verir: Kays ve kavmi İslâmiyeti kabul ettiklerinde Hz.Peygamber(sav)Arabı, mevali si ve karışık gruplarıy­la kavmi Hemdân'ın onu dinlemesi ve itaat etmesi, namaz kıldıkları ve zekât verdikleri sûrece Allah'ın zimmet inde (koruma, teminat) bulu­nacaklarına dair kendisine bir ahidname yazdı. Yine bu biyografide Hz. Peygamberin (sav) Kays b. Mâlik'e şunları yazdığını kaydeder: "Sana selâm olsun. Ben seni kavmine âmil tayin ettim."[61] Mâlik b. Avf en-Nasrî'nin biyografisinde şu bilgiyi verir: Resulullah (sav) onu kendi kavmi ile Sümâle, Selime ve Fehm kabilelerinden müslüman olanlara âmil tayin etti. Mâlik bunlarla birlikte Sakîf kabilesine karşı savaştı; onların ot­lağa çıkan hiçbir sürüsü yoktu ki ona baskın düzenleyip elde etmesin.[62]

İbn Hacer, Münzir b. Sâvâ ed-Dârimî'nin biyografisinde İbn Mende'nin şöyle dediğini nakleder: Münzir, Allah Resulü'nün (sav) Hecer â m i 1 i y-di.[63] Ebû Heydam el-Müzenî'nin biyografisinde Zübeyr b. Bekkâr*dan şu ri­vayeti nakleder: Muhammed b. Heydam babasından rivayet etti: Resulullah (sav) babamı çağırdı ve "Seni şu vadiye âmil tayin edeceğim, kim şuradan buradan sanagelirse ona engel ol," buyurdu. O şöyle dedi: "Ben kızlardan başka çocuğu olmayan bir adamım, bana yardım edecek kimsem yoktur." Al­lah Resulü (sav) "Allah seni bir erkek çocukla mıhlandıracak ve sana yar­dımcılar kılacaktır" buyurdu ve onu oraya âmil yaptı.[64] Sevâdb.Gaziy ye el-Belevî el-Ensârî'nin, İbn Kudâme'nin el-lstibsâr'ındaki biyografisin de şu bilgi zikredilir: O, Resulullah'ın (sav) Hayber âmil iydi. Resulul lah'a (sav), karışık bir tür hurmadan iki s â verip bir s â satın aldığ C e n î b    (iyi bir cins hurma) hurması getirdi.[65]

Şair Ömer b. Ebî Rebîa'mn Nevevî'nin Tehzîb'indeki biyografisinde şı bilgi verilir: Resulullah (sav) onun babası Abdullah b. Ebî Rebîa el Mahzûmî'yi Cened (Yemen'de bir yer) ve havalisine vali tayin etti. Hz. Öme şehid edilinceye kadar bu görevde kaldı, sonra Hz. Osman onu oraya tayin etti. O, insanların en güzel yüzlülerinden olup, Kureyş'in Amr b. Âs ile bir­likte Necâşi'ye gönderdiği kimsedir.[66] es-Sîretü'ş-ŞâmiyyeMe Allah Resu­lünün (sav) Halid b. Velid'i Sana ve ona bağlı yerlere, Muhâcir[67] b. Ebî Ümeyye el-Mahzûmî'yi Kinde'ye, Ziyâd b. Lebîd'i[68] Hadramevte, Ebû Musa el-Eş'arfyi Zebîd, Aden ve RîuVSâhü'e, Muaz b. Cebel'i Cened'e, Ebû Süfyân'ı Necran'a, ve Yezîd[69] b. EbîSüfyân'ı başka bir yere e m î r (yönetici) tayin ettiğine dair bilgiler ihtiva eden biyografiler mevcuttur.[70]

Hafız el-Irâkî'nin Elfîyye'sinde Allah Resulü'nün (sav) emir leri zikredilmiş olup îbn Kîrân bundan maksadın Hz. Peygamber (sav) tarafın­dan yönetim, kaza (yargı), vergi toplama ve hac için tayin edilen e m î r ler olduğunu söyler:

Bâzân'ı Yemen'e e m î r    tayin etti

Sonra oğlu Şehr'i Yemen'in Sana'sına

fbn Ebî Ümeyye Muhâcir'i

Kinde'ye ve Sadife,[71] daha gitmeden

Görevine, Nebi (sav) vefat etti.

Ziyâd b. Lebîd'i Hadramevt'e ve

Ebû Musa'yı Zebîd'e, Aden'e ve

Nâfiu's-sâhil'e[72] Yemen toprağından.

Bunun gibi, Muâz'ı Cened'e görevlendirdi.

Attâb'ı da beldelerin en hayırlısına (Mekke).

Keza Ebû Süfyân Sahr b. Harb'ı görevlendirdi.

Bundan sonra Necran'a,

Oğlu Yezid'i de evet Teymâ'ya

Halid b. Said'i de Sana'ya

Keza Amr b- Saîd'i Vâdi'l-kurâ'ya

Ve onların kardeşi Hakem'i köylerine

Ureyne'nin[73] Keza verdi

Kardeşleri Ebân'a ondan nasip.[74]

Keza Amr[75] b. Âs'ı Umân'a

ve Taife de Osman b. Ebi'1-îs'i görevlendirdi.

Keza görevlendirdi Mahmiyye'yi[76]

Humus lara bakmaya, sonra da

Yargı görevi ve h u m u s lara

Yemen'de ki orada reisdi o.

Adî b. Hâtim'i e m î r   tayin etti

Tay ve Eeed kabileleri zekâtlarına,

Ve ondan başkalarını da, zekât e m î r terinden,

Ayrı ayrı kabilelerden toplanan zekâtların.

Sıddık'ı görevlendirdi hac e m î r ligine

Hicrî dokuzuncu yılda ve Ali'yi ültimatomu bildirmeye

Haccedemeyeceğini o yıldan sonra hiçbir müşrikin.

Okudu sûreyi,[77] müşrik hüsrana uğradı

Ama orduların başında görevlendirdiklerine gelince

Onlar da zikredildiler gönderildikleri her orduda.[78]

 

Allah Resulümün, Kendisine Gönderecekleri Postacının Özellikleri Konusunda Âmillerine Nasıl Tavsiyede Bulunduğu

 

Süheyli'nin er-Ravdu'1-ünüf te açıkça belirttiği ve İbn Bâdis'in de on­dan naklettiğine göre Kesulullah (sav) emirlerine "bana bir postacı (haber­ci, elçi) göndereceğiniz zaman yüzü ve adı güzel olanını gönderin" diye ya­zardı. İbn Badis şöyle der: Bezzâr bunu Büreyde'nin merfu rivayeti olarak zikreder.[79] Mezkur hadis el-Câmiu's-sağîr'de de Bezzâr'ın Bürey-de'den rivayeti olarak verilmiştir.[80] Münâvî et-Teysîr'de şöyle der: Heyse-mi'nin de dediği gibi[81] Bezzâr'ın hadisle ilgili bütün rivayet yolları zayıftır, fakatkuvvetli ş â h i d leri vardır.[82] Alkaimel-Kevkebül-mÜnîr*de şöyle der: Bu hadisin kenarında "hasen" işareti vardır. el-KebîrMe (el-Câmiu'l-kebîr) ise "sahih olduğuna hükmedilmiştir" ifadesi var ki muhte­melen müellif katında hadis "hasen" olup "sahih" olduğu hu­susunu başkası nakletmiştir.

Münâvî büyük şerhinde şöyle der: "Bana bir postacı (b erî d) gön­dereceğiniz zaman," yani bana bir elçi (haberci) gönderdiğiniz zaman, de­mek olup Zemahşeri şöyle der: B e r î d , acele elçi (haberci) demektir. O, bir başka yerde de şöyle der: B e rîd  kelimesi Farsça olup "katır" anlamına gelir ki aslı "büreydeh düm"[83] yani "kuyruğu kesik"tir. Çünkü posta ka­tırları böyleydi. Kelime Arapçalaştınlıp hafifletilmiş, sonra da ona binen haberci" b e r î d "  diye adlandırılmıştır.[84]

 

Allah Resulü’nün Gönderdiği Âmillerde De Bu Özellikleri Araması

 

İbn Badis şöyle der: Allah Rasulü (sav) bir âmil gönderdiğinde adı­nı sorardı; eğer adı hoşuna giderse sevinir ve bunun neşesi yüzünde görülür­dü. Eğer adından hoşlanmazsa, hoşnutsuzluğu yüzünde görülürdü. Bir köye geldiğinde adını sorardı; adı hoşuna gitse sevinir ve sevinci yüzünde görü­lürdü. Eğer adından hoşlanmazsa, hoşnutsuzluğu yüzünde görülürdü.

İbn Sa'd Tabakât'mda şu bilgiyi kaydeder: Resulullah (sav) Him-yer'den Haris, Mesrûh ve Nuaym b. Abdikülâl'e mektup yazdı ve Ayyaş b. Ebû Rebîa el-Mahzûmî ile gönderdi. Şöyle buyurdu: "Onların toprağına vardığında, gecegirmeyip sabahı bekle. Sonragüzelce temizlen, iki rekat na­maz kıl, Allah'tan başarı ve kabul dileyip Allah'a sığın ve benim mektubumu sağ eline al, onları karşına almış olarak sağ elinle onların sağ ellerine ver."[85]

 

Allah Resulünün Görevlendirdiği Valiler İçin Yazdırdığı Ahidnâmenin Nasıl Olduğu

 

Kalkaşandi, halifelerin hükümdarlara[86] verdikleri a h i d n a m e -lerin meşruiyetinin esasına dair bir başlık açarak (IX, 398) şöyle der: Bu hu­susta esas (dayanak, delil), İbn İs hak ve başkalarının rivayet ettikleri şu ha­berdir: Benî Haris b. Ka'b kabilesinin elçiler heyeti[87] Resulullah'a (sav) gel­dikten sonra Yemen'e kavimlerinin yanına döndüklerinde, Resulullah (sav) elçilik heyetleri gönderdikten sonra[88] onlara din konusunda bilgi vermek, Sünnet'i ve dinin temel esaslarını öğretmek, onlardan zekâtlarını almak üzere kendilerine Amr b. Hazm'ı gönderdi, ona bir belge (ahidname ) yazdı ve bu eserin Vârid olan ahidnamelerin nüshaları" konusunun baş tarafında zikredileceği üzere bu belgede a h d ini belirtti ve emrini bu­yurdu. Allah Resulü (sav) kendi sağlığında Yemen'ih yönetimini Amr b. Hazm'a tevdi etmişti. Bu da ele almakta olduğumuz konuda en açık delil ve en güçlü şahittir.[89]

Kalkaşandi'nin atıfta bulunduğu yerdeki (ki bu aa c. X, s. 8'dir) Allah Resulü'nün (sav) yazdırdığı belgenin metni şudur: İbn Hişâm'm kaydettiği­ne göre,[90] besmeleden sonra: "Bu, Allah ve Resulünden bir açıklamadır: 'Ey inananlar, ahidleri yerine getirin' (Mâide 5 i 1). Bu Allah'ın elçisi Nebi Mu-hammed'den, Yemen'e gönderdiği sırada Amr b. Hazm'a verilmiş bir ahidname dir. Ona, bütün işlerinde Allah'tan sakınmasını (takva) emretti. 'Şüphesiz Allah, takva sahipleri ve ihsanda bulunanlarla beraber­dir/ (Nahl 161128) Ona, Allah'ın kendisine emrettiği gibi hakka göre dav­ranmasını, halka hayrı müjdelemesini, hayrı emretmesini, halka Kur'ân Öğretmesini, kendilerine Kur'ân'ın hükümlerini Öğretmesini ve onları (kötü­lüklerden) nehyetmesini, temiz (abdestli) olanlardan başka hiçbir insanın Kur'ân'a dokunmamasını, halka leh ve aleyhlerine olanı (hak ve sorumlu­luklarını) bildirmesini, hak konusunda insanlara yumuşak davranmasını, zulüm konusunda ise sert-davranmasını emretti. Çünkü Allah zulümden hoşlanmamış ve ondan nehyetmiştir. Allah şöyle buyurmuştur: 'îyi bilin ki Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir' (Hûd 11/18). İnsanları cennetle ve onun (içingerekli olan) ameli ile müjdelemesini, cehennemden ve onun ame­linden sakındırmasını emretti. Dinde bilgi sahibi olmalarına kadar insan­larla ülfette bulunmasını, halka haccın temel esaslarını, sünnetlerini, farzi-yetini ve Allah'ın bu konudaki emrini, h a c c - ı e k b e r ' in(büyükhac) büyük hac (normal hac), h a c c - ı a s g a r ' in (küçük hac) da umre ol­duğunu öğretmesini emretti. Halkı, iki tarafını omuzlan üzerine kıvırdığı bir elbise olması hariç, bir kimsenin küçük bir tek elbisede namaz kılmaktan nehyetmesini, bir tek elbise içinde, tenasül uzvu göğe doğru gelecek şekilde i h t i b a da bulunmaktan (dizlerini dikip baldırlarını karnına yapıştıra­rak oturma), kişinin saçını ensesinde örmekten nehyetmesini emretti. İnsan­lar arasında savaş (karışıklık) çıktığında kabile ve aşiretlere çağrıda bulun­maktan nehyedip çağrılarının tek olan ve ortağı bulunmayan Allah'a (Azze ve celle) olmasını sağlamasını: kim Allah'a değil de kabile ve aşiretlere çağı­rırsa, çağrıları tek ve ortağı bulunmayan Allah'a oluncaya dek kılıçla haklanmalarını emretti. İnsanların abdesti tam olarak, Allah'ın onlara emret­tiği gibi yüzlerini, dirseklere kadar kollarını, inciklerine kadar ayaklarını tam olarak ve gereği kadar yıkayarak ve başlarını meshederek almalarını emretmesini buyurdu. Namazı vaktinde kılmasını, rüku, secde ve huşuu tamyapmayı, sabah namazını gecenin son karanlığında, Öğle namazını güneşin meyletmeye başladığı sırada, ikindi namazını güneş yeryüzünü arka­sına almışken, akşam namazını gece başladığı zaman kılıp gökyüzünde yıl­dızlar görününceye kadar tehir etmemesini, yatsı namazını da gecenin evve­linde kılmasını emretti. Cuma ezanı okunduğunda ona koşmasın^ Cumaya giderken gusletmesini emretti. Ganimetlerden Allah'a ait olan beşte bir payı ( h u m s ) , Allah'ın gayrimenkulde müslümanlara farz kıldığı zekât ola­rak kaynak ve yağmur suyu ile sulanan toprakların mahsulünden onda bir, taşıma su ile sulanandan yirmide bir, her on devede iki koyun, her yirmi devede dört koyun, kırk sığırda bir dişi sığır,[91] her otuz sığırda iki yaşında er­kek veya dişi bir dana, yaylak olanlardan her kırk koyunda bir koyun alma­sını emretti. Bu, Allah'ın zekâtta inananlara farz kıldığı paydır. Kim de faz­la olarak birşey verirse bu kendi lehinedir. Yahudi ve hıristiyanlardan her­hangi biri kendi arzusuyla samimi olarak müslüman olur ve İslâmiyeti din kabul ederse o mü'minlerdendir; onların lehine olan (haklar) onun da lehi­ne, onların üzerine olan (vazifeler) da onun üzerine olacaktır. Kim Yahudi­lik ve Hıristiyanlığı üzere kalırsa ondan döndürülmez; ergin her erkek veya kadın, hür veya köleye tam bir dinar veya bunun karşılığı elbise Ödemesi ge­rekir. Kim bunu öderse, Allah'ın ve Resulünün zimmet inde (koruma­sında, a h d inde) olur. Kim de bunu engellerse, Allah, Resulü ve müminle­rin hepsinin düşmanıdır. Allah'ın salât ve selamı, rahmet ve bereketi Muhammed'in üzerine olsun."[92]

Tenbih: Bu belge ve benzerleri, görevli (yönetici) için düzenlenen ve kendisine itaat etmeleri için, görevlendirildiği kimseler katında otorite mesnedi olan z a h î r [93] belgelerinin aslıdır.Eskiden bu şekilde yazılan belgeleri zehâir vesukûk diye adlandırırlardı. Z e h â i r , "yara*ını eden" anlamında z a h î r ' in çoğuludur. Halife veya sultanın fermana, onunla kendisi için yazılan kimseye destek gerçekleştiği için z- a h îr diye adlandırılmıştır. S u k û k da belge (yazı, mektup) anlamına gelen sakk'ın çoğuludur. Cevheri bunun Farsça'dan Arapçalaştmldığını ve Çoğulunun esuk, sikâk ve sukûk olduğunu söyler. Sonra müteahhirîn ulemâ bunlardan sakk sözünü, ortak olduğu mânâlardan biri­nin, ki bu da."tokat"tır, galebesi şeklinde umumî örf oluşmasından dolayı kullanmaktan sakınarak yalnız zahîr lafzını kullana geldiler(bkz. Subhu'l-i, X, 229).[94]

 

Kadı (Hâkim)

 

Allah Resulünün insanlar arasında hükmetmesi (yargıda bulunması): el-Muvatta'da Hz. Peygamber'in (sav) zevcesi Ümmü Seleme'den şu riva­yet zikredilir:

"Allah Resulü (sav) buyurdu: 'Şüphesiz ben (de sizin gibi) bir insanım. Siz bana anlaşmazlıklarınızı getiriyorsunuz; olur ki bazılarınız delilini bazılarınızdan daha güzel (düzgün, ustalıkla) dile getirir ve ben de onun lehine hükmederim. Bi­naenaleyh kimin lehine, kardeşinin hakkından bir şeye hük­medersem sakın ondan bir şey almasın, ben (bununla) ona ancak ateşten bir parça kesip vermiş olurum."[95] Hadiste geçen "elhane bi-huccetihi" sözünden maksat "eftane lehâ" (delilini daha ustalıkla, anlaşılır şekilde ifade etmek) demektir.[96]

Faydalı bir bilgi: Şihâb, eş-Şifâ şerhinde (IV, 301) Suyûti'den şu bilgiyi nakleder: İbnü's-Sübkî'nin el-Kavâid'inde etraflıca açıkladığı gibi "Allah Resulü(sav) zahire göre hüküm vermede olduğu gibi bâtına (kendi şahsî bilgisi) göre de hüküm verme yetkisine sahipti. Zahirle hükmü bazan yargı, bazan siyaset ve saltanat (hükümranlık), yani imâmet-i u z m â (büyük imamlık, devlet başkanlığı), bazan da fetva yolu ile olur­du."[97] Bu bilgi el-Fevâkihü*l-ceniyye'den alınmıştır. el-Enmûzec'de şu bilgi verilir:Allah Resulü(sav)için şeriat ve hakikat biraraya getirilmiş olup Hz. Musa'nın Hz. Hızır'la olan kıssası ve onun "Ben bir ilme sahibim ki senin onu bilmen, sen de bir ilme sahipsin ki benim onu bilmem gerekmez" sözünden anlaşıldığı üzere diğer peygamberler için bunlardan ancak biri söz konusudur.[98] Ravdiel-Enmûzec*inşerhinde şöyle der: Şeriat ve hakikatten maksat, zahir ve bâtına göre hükmetmektir. Allâme Kastallâni, müellifin "onda şeriat ve hakikat bir araya getirilmiştir (toplanmıştır.)." sözüne şu şekilde itirazda bulunur: Bu, peygamberler hakkında büyük birgaflet ve cürettir.Çünkü bu sözden, ulü-1 a z m bazı peygamberlerin h a k i k a t ilmine sahip olmadıkları so­nucu çıkar ki Hızır'ın ve hatta diğer herhangi bir peygamberin haki­kat ilmine sahip bulunmamaları caiz değildir. Bundan da tuhafı, kendi sine bu sözdeki hata açıklandığı halde "maksadım, hüküm ve yargının bira­raya gelmesidir" şeklinde cevap vermesidir. Müellif Celâlüddin es-Suyûtı bu itiraza el-Bahir fî hükrai'n-nebî b i'1-batin ve'z-zâhir[99] adlı bir eseri* cevap verd sonrada eseri özetle ResululIah'ın fsav) zahir vebâtın a göre ve bunlardan yanız birine göre verdiği hükümlere dair misaller: kaydetti.[100]

 

Allah Resulü’nün Sağlığında Vuku Bulup Hakkında Bizzat Hüküm Verdiği Olaylarla İlgili Kimlerin Eser Kaleme Aldığı

 

Resulullah'm (sav) hayatında vuku bulan ve kendisinin hüküm verdiği olaylara dair, imamlardan bir grup müstakil eserler kaleme almışlardır Bunların en meşhuru, çağında fukahanın şeyhi olan İmam Muhammed b Ferec Mevlâ İbnüVTallâ el-Endelüsî'dir. (ö. 497/1104) O, insanların her ki tadan ilim tahsili için kendisine geldikleri kimselerdendir. Hafız Ebû Ali es-Sadefî, Ebu'r-Rebî el-Kelâî ondan icazet istemişlerdir. İbn Ferhûn ed-Dibâc'da (s. 275) onun biyografisini verir.[101] İbnü't-Tallâ'm konuyla ilgili eseri, Kitâbu Akdiyeti*r-Resûl[102] adıyla bilinmekte olup büyük öneme sa­hip ve nadir bulunan bir kitaptır. Tunus'ta, son derece hatalı yazılmış bir nüshasını elde ettim. Sonra Fas'ta eski ve sağlam bir nüshasını buldum, an­cak orta büyüklükte bir cilt halinde olan bu nüsha yırtıktı. Başında hemen giriş cümlesinden sonra şöyle der: "Bu eser, Resulullah'ın (sav) hüküm ver­diği veyahükmedilmesi için emrettiği davalardan bana ulaşanları zikretti­ğim bir kitaptır. Çünkü insanlar arasında hüküm verme (yargı) görevini yüklenen kimseye, Allah'ın (Azze ve Celle) Kitabında emrettiğinden veya Resulullah'ın (sav) kendisiyle hükmettiği sabit olan veya ulemânın üzerin­de birleştiği ( i c m a ) ya da bu üç esastan birine dayanan bir delilden başka bir şeyle hükmetmesi helal değildir, ilh."[103] Benim bu kitap hakkında­ki görüşüm, bu eseri mütalaa etmenin her müslümana gerekli olduğudur. Maalesef, onu mütalaa edebilecek kimselerin çoğu, onu bugün kendisinde bulunanla hükmetmek için değil de, eskiden olagelmiş diğer şeylerde (olay­larda) olduğu gibi ders (ibret) almak için mütalaa eder. İbnü't-Tallâ, eserin sonunda, bu eseri derlemeye kendisini sevkeden şeyin, el-Mü s ne d müellifi Ebû Bekir b. Ebî Şeybe'ye ait Kitâbu Akdiyeti Resûlillâh(sav) adlı bir ese­ri bulması ve bunun küçük bir kitap olup müellifin ancak az sayıda yargıyı bu eserde zikretmesi olduğunu belirtir. Sonra İbn Ebî Şeybe'nin şu sözünü nakleder: "Resulullah'ın (sav) hüküm verdiği veya hüküm verilmesini em­rettiği olaylara baktım, ancak yüz kadar hadis buldum. Resulullah'ın (sav) yargılarını, teberrüken ve onlara muhabbet ve kendilerine uyma hususun­da bir arzu (rağbet) duyarak, Allah Resulü'nün (sav) emîr ve yasaklarına bağlı kalmak gayesiyle araştırmayı düşündüm."[104] Müellif sonra da fayda­landığı eserleri sayar ki sayısı otuz dörttür.

Görüyorsunuz ki, onunla İbn Ebî Şeybe arasında, et-Tahrîc adlı ese­riyle ilgili olarak benimle Huzâi arasında geçen şey olmuştur. Bu konuda yaptığımız gibi, inşallah, Îbnü't-Tallâ'nın bu yazısına (çalışmasına) yönel­mek ve onunla ilgili sözü kaleme aldıktan, ona ilavesi doğru olanları derle­dikten sonra İslâm dünyasına hediye olarak takdim niyetindeyiz. Allah'tan kolaylık lütfetmesini dileriz.

Bu konuda eser verenlerden biri de hanefı âlimi Zahîrüddin Ali b. Ab-dülaziz b. Abdürrezzakel-Merğinanî (ö. 506/1112) olup Kitâbu Akdiyeti'r-Resûl (sav) adlı eseri vardır.[105] Keşfuzzunûn'da müellif bu eseri zikrede­rek şerhleri bulunduğunu belirtir. Bu konuda eser yazanlardan biri de îbn Ebî Mervân el-İşbilî diye tanınan İmam Ebû Cafer Ahmed b. Abdülmelik b. Muhammed b. İbrahim el-Ensârfdir.[106] 549 (1154) yılında Leble'de şehid ol­muştur. Îbnül-Ebbâr Tekmiletü's-Sıla'da onun biyografisini vererek şöy­le der: "Eseri güzel bir kitap olup el-Muntahabu'1-müntekâ adını vermiş­tir. Ana MüsnecHerde dağınık şekilde geçen şer^ hükme komıolaylanonda toplamıştır. Ebû Muhammet! Abdülhak b. Abdurrahman el-İşbilî[107] de ahkâma dair kitabını bu esere dayandırmış ve ondan faydalanmıştır. O, bu Ebû Cafer'in yakın bir arkadaşı idi." (s. 72)

Bu konudaeser veren bir başkası da Ebû Ali Hüseyin b. Mübarek b. Yu­suf el-Mevsılfdir. Cö. 742/1341). Onun el-Fetâva'n-Nebeviyye fi'1-mesa­ili'd-dini y ye ve'd-dtinyeviyye[108] adlı eseri vardır. Bu eserde Nebevi fetva­lardan, Re sulul1ah "a (sav) sorulan ve onun kesin şekilde cevapladığı mesele­leri seçmiştir. Fıkıh kitaplarının tertibine göre düzenlediği eser bir cilt ha­linde olup Mısır'da Hidiviyye Kütüphanesinde yazma bir nüshası bulun­maktadır. Bu konuda eser verenlerden biri de İbn Kayyım el-Hanbelî ed-Dımaşkî olarak tanınan İmam Hafız Şemsüddin Muhammed b, Ebubekir ez-Zer'î dir. (Ö. 751/1350). İbn Kayyım, Resulullah'ın (sav) vermiş olduğu fet­vaları, cevapları, verdiği hükümlerin hepsini ele alarak flâmü'l-muvakkiîn an Rabbi'l-âlemîn adlı eserini bununla sona erdirmiştir.[109] Hindistan'da Bhopal hükümdarı Emir Ebu't-Tayyib[110] Seyyid Sıddık Han (ö. 1307/1890) bu hüküm ve fetvaları adı geçen eserden ayırarak müstakil bir kitapta toplamış ve Bülûğu's-sûl fî akdiyeti'r-Resûl[111] diye adlandır­mıştır. Bu eser ile adı geçen Emîr'e ait Neylü'l-Merâm bi-âyâtfl-ah-kâm[112] adlı ahkâm âyetleri tefsiri bir cilt halinde Hindistan'da basılmıştır. Eğer Hind toplumu bu mukaddes mecmuadan başka eser neşretmemiş ol­saydı, bu onlara yeterdi. Ben bu mecmuayı koltuğu altına almayı (el kitabı yapmayı) her müslümana gerekli görürüm.[113]

 

Allah Resulü'nün Hüküm Ve Fetva Verdiği Konular

 

Hafız Şâmi bu faslı (alt bölümü) Sîret'inde ayrı başlık halinde ele alarak[114] "Resulullah'm (sav) hüküm ve yargılarında takip ettiği hareket tarzı ile ilgili bâbların (bölüm) yekûnu" diye adlandırır.ve şöyle der: "Bundan maksat, her ne kadar Resulullah'ın (sav) hususî yargılan umumî bir kanun ise de, umumî teşrii zikretmek değildir. Asıl maksat, yalnız Resulullah'ın  (sav) hısımlar arasında verdiği cüzi hükümlerde izlediği yolu ve halk ara-sındahüküm vermede hareket tarzının nasıl olduğunu zikretmektir." O hal­de bu konuyla ilgili onun kaydettiği bölüm ve alt bölümlerin açıklamasını zikredelim. Şâmi önce Resulullah'ın (sav) hükümlerinde, yargılarında ve fetvalarında izlediği hareket tarzına dair bâbların bütününü ele aldıktan sonra şunları kaydeder:

Bîrîncî Bâb: Resulullah'ın(sav) talimatlardaki (mektup ve a hidnâmeler) hüküm ve yargılan ile buna bağlı konular. Bu bölüm altında da baş­lıklar vardır.

I. Resulullah'ın (sav) insanlar arasında hüküm (yargı) vermekten sa­kındırması.

II. Yargryı (kaza) üç kısma ayırması.

III. Öfke halinde ve açken hüküm vermekten nehyetmesi.

IV. Hasımlara öğütte bulunması.

V. Töhmet durumunda hapsetmesi.

VI. Bir adama, borçlusunu takip etmesini emretmesi.

VII. Töhmet altında bulunan kimseleri sürgün etmesi.

VIII. Meczup ve günah ehlinin sözünden (şahitliğinden) imtina etmesi.

IX. Tahkim (hakemlik) konusunda izlediği hareket tarzı.

X. Müflis kimseyi hacretmesi.

XI. Muamelâtta izlediği hareket tarzı.

İkînci Bâb:Vasıyyetler ve f e r a i z e (miras hukuku) dair verdiği hüküm­ler ve yargılar.

Üçüncü Bâb: Nikâh, talak, hal',   ricat,   îlâ,   çocuğu ilhak ve sair konularla ilgili hükümleri.

Dördüncü Bâb: H u d Û d a dair hüküm ve yargılan. Bunda da çeşitli ko­nular vardır.

I. H a d    cezalarında af.

II. Had    cezalarını (şüphe vs. durumlarında) savmak ve gizlemek.

III. T a ' z î r e    dair hükmü.

IV. Mescidde had cezası uygulamaktan nehyetmesi.

V. Resulullah'ın (sav) kendisine had   uygulanmayacağını zikrettiği kimseler.

VI. Zayıf kimselere nasıl  had    uyguladığı.

VII. Had gerektiren bir suç işleyen kimseye, ikrardan dönmesini veya in­karda bulunmasını işaret buyurması. VIII. Kendisine had gerektiğini itiraf edip sebebini zikretmeyen kimseye had cezası uygulanmaması.

IX. Mürtedler (dinden dönenler) ve yol kesenlerle ilgili hükmü. X.  Zina eden kimseye dair hükmü.

XI. Mükrehe (baskı altında kimse) dair hükmü. XII.  Sefihe iyi davranmaya dair hükmü.

XIII. Babasının hanımıyla evlenen kimseyle ilgili hükmü.

XIV. Resulullah'ın (sav)   had    cezası uyguladığı kimseler.

XV. Lût (as) kavminin yaptığını (livata) yapan kimseyle ilgili hükmü.

XVI. K a z f   haddine dair hükmü.

XVII. Hırsızlık haddiyle ilgili hükmü.

XVIII. Sarhoşla ilgili hükmü.

Beşinci Bâb: Cinayetler, kısaslar, diyetler ve yaralamalarla ilgili hüküm ve yargıları.

Altıncı Bâb: Davalar, beyyineler ve husumetlerde (anlaşmazlık) izlediği hareket tarzı.

Yedinci Bâb: Geçenlerin dışında kalan muhtelif yargıları.

Sekizinci Bâb: Resulullah'm (sav) fetvaları. Bu başlık altında çeşitli konu­lar anılmış olup on iki bâb dinî işlerle ilgilidir.

XXI. Kazanç ve maişetle ilgili bazı fetvaları.

XXII. Alışveriş, muamelât ve bunlarla ilgili bazı fetvaları.

XXIII. Lakit,   luk-ata,   hibe, hediye ve vasiyetle ilgili bazı fetva­ları.

XXIV. F e r â i z ve miraslara dair bazı fetvaları.

XXV. I t k   (köle azadı) ve bununla ilgili konulara dair bazı fetvaları.

XXVI. Nikah ve bununla ilgili konulara dair bazı fetvaları.

XXVII. Talâk, hul',    îlâ,    zihâr,    liân,    çocuğun ilhakı ve bunlarla ilgili konulara dair bazı fetvaları.

XXVIII. Cinayetler ve  had lerle ilgili bazı fetvalan.

XXIX. Yeminler ve adaklarla ilgili bazı fetvaları.

XXX. Av ve kesimlik hayvanlarla ilgili bazı fetvaları.

XXXI. İçecekler ve bunlardan helal ve haram olanlarla ilgili bazı fetvaları.

XXXII. E m î r lik (yöneticilik) ve bununla ilgili hususlara dair bazı fetvala­rı.

XXXIII. Cihâd, gaza ve bununla ilgili hususlara dair bazı fetvaları.

XXXIV. Allah için sevmek, sohbet ve insanları gözetmekle ilgili bazı fetvaları.

XXXV. Hastalık, tedavi ve bunlarla ilgili hususlara dair bazı fetvaları.

XXXVI. Kölelerle ilgili bazı fetvalan.

XXXVII. Tefsirle ilgili bazı fetvaları.[115]

 

Allah Resulü’nün Kadıları

 

Allah Resulü'nün (sav) kadılarından biri Ömer b. Hattâb'dır. Tirmizi'nün Sünen'inde şu rivayet zikredilir: "Hz. Osman, Abdullah b. Ömer'e şöyle dedi: 'Git insanlar arasında hüküm ver (hakimlik yap).* tbn Ömer 'Beni (bu görevden) af­fetmez misin ey müzminlerin emîri?' diye karşılık verince, Hz. Osman şöyle dedi: 'Bundan niçin hoşlanmıyorsun, baban da kadı idi.[116]

Şâmi bu rivayeti Sîret'inde Resulullah'm (sav) kadıları babında Tirmi-zi, Ahmed b. Hanbel, Abd b. Humeyd, Ebû Ya'lâ ve İbn Hibbân'a isnad ede­rek verir.

İbnü*l-Arabi el-Âriza'da şöyle der: Hz. Osman'ın Abdul­lah'a "baban da kadı idi" sözünden maksat, Resulullah'ın (sav) kadısı idi demektir. Nitekim bu husus İbn Ömer'den de rivayet edilmiştir. Hz. Osman, bu sözüyle, Hz. Ömer'in kendi halifeliği sırasındaki kadılığını kasdetmediği gibi Abdullah b. Ömer[117] de o sözden bunu anlamamıştır.[118]

Resulullah'ın (sav) kadılarından biri de Ali b. Ebî Tâlib'dir. el-İstiâb'da şu bilgi verilir: Resulullah (sav) onu da­ha gençken, aralarında hüküm vermek (hakimlik yapmak) üzere Yemen'e gönderdi. Hz. Ali, "Ey Allah in Resulü, ben kaza (yargı) nedir bilmem" dedi. Resulullah (sav) onun göğsüne vurarak şöyle buyurdu: "Allahım, onun kalbini hidayete (doğ­ruya, hakka) erdir ve dilini gerçeğe yönelt." Hz. Ali şöyle der: "Allah'a andolsun, ondan sonra iki kişi arasında hüküm ve­rirken hiç tereddüt etmedim."[119] Ebû Dâvud, Hz. Ali'den şu ri­vayeti nakleder: Resulullah (sav) beni Yemen'e kadı olarak gönderdi. Şöyle dedim: "Ey Allah'ın Resulü, beni gönderiyor­sun, oysa ben genç yaştayım ve kaza konusunda da bilgim yoktur." Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Muhakkak Allah senin kalbini hidayete (doğruya, hakka) erdirecek, dilini (hak üzere) sabit kılacak. Huzuruna iki hasım oturduğunda, ilkini dinlediğin gibi diğerini de dinlemedikçe hüküm verme. Şüphesiz bu, yargının senin için açıklık kazanması konusun­da daha uygundur." Hz. Ali şöyle der: "Bundan sonra kadı ola­rak hiç sürçmedim veya[120] hiçbir yargıda tereddüde düşme­dim."[121] Muğîre b. Şu'be'nin, Hz. Ali'nin hiçbir yargıda hata et­mediğine dair Allah'a yemin ettiği rivayet edilir.[122]

Hâkim el-Müstedrek'te "Kitâbü'l-Ahkâm" in başlarında İbn Abbâs'-tan şu rivayeti zikreder: Nebi (sav) Ali'yi Yemen'e göndererek şöyle buyur­du: "Onlara şer'i hükümleri öğret ve aralarında yargıda bulun." O, "yargı konusunda bir bilgim yok, "dedi. Resulullah (sav) onun göğsüne (elini) basa­rak "Allah'ım onu yargı konusunda hidayete (hakka, başarıya) ulaştır" de­di. Hâkim bu hadisin,Şeyhayn'ın (BuhâriveMüslim) şartlarına göre s ah i h olduğunu,ancak onlar tarafindan tahric edilmediğini söyler.[123] Resu-lullah'ın (sav) Hz. Ali'yi Yemen'e kadı olarak göndermesi hadisesini Ebû Dâvud Sünen'inde,[124] Ahmed b. Hanbel,[125] İshak b. Râhûye, Ebû Dâvud et-Tayâlisî müsnedlerinde ve başkaları tahric etmişlerdir. Nasbu'r-râye[126] ve Telhîsu'l-habîr'e bakınız. Hafız Muhibbüddin et-Taberî, Zahâirü'l-ukbâ fî menâkıbi zevi*l-kurbâ adlı kitabında "Resulullah'ın (sav) onu Ye­men kadılığına tayin ettiğinde kendisine dua etmesinin zikrine dair bâb" adıyla bir başlık açar ve sonra Hz. Ali'den şu rivayeti nakleder: "Allah Resu­lü (sav) genç yaşta olduğum halde beni Yemen'e kadı olarak gönderdiğinde, 'ey Allah'ın Resulü, beni aralarında yeni olayların (ahdâs) meydana geldiği bir kavme gönderiyorsunuz, benimse yargı konusunda bir bilgim yoktur' de­dim. Allah Resulü şöyle buyurdu: 'Allah senin dilini hidayete (gerçeğe, hak­ka) erdirecek ve kalbini (hak üzere) sabit kılacak.' Ben iki kişi arasında hü­küm verirken hiç tereddüt etmedim." Bu rivayeti Ahmed b. Hanbel[127] tahric etmiştir. Taberî şöyle der: ahdâs'tan maksat, yeni meydana gelen olaylar de­mektir.[128]

İbnü'l-Arabi'nin Ahkâmu'l-Kur'ân'ında şu bilgi verilir: Allah Resulü­nün (sav) yargıyı düzenlemesine gelince, sağlığında bu göreve, Yemen'e gon-derdiğisırada Ali b. Ebî Tâlib'i tayin etmişti. Nebi (sav) ondan başka valile­rini de bu konuda görevlendirmişti.[129] Karafi el-Furûk*ta şöyle der: Resu-lullah (sav) yargı görevine, şer*î hükümleri en iyi bilen, hasımların delilleri­ni ve hilelerini en güçlü şekilde kavrayan kimseleri tayin ederdi. Bu, Resulullah'ın (sav) "Sizinyargıda en üstün olanınız Ali'dir" sözünün de mânâsı­dır. Yani o, hasımların delillerini ve tarafların hilelerini en güçlü şekilde an­layandır. Bununla da, anılan söz ile Resulullah'ın (sav) "Sizin helal ve hara­mı en iyi bileniniz Muâz'dır" sözü arasında uygunluk açığa çıkmış olur. Muâz helal ve haramı en iyi bilen olunca, insanların yargıda en üstünü de ol­muş olur. Ancak şu var ki yargı, delilleri bilme ve onları kavramaya dayan­dığından, helal ve haramı bilmeye ilave bir özellik taşır, insan bazan helal ve haramı son derece iyi bilir, fakat en basit şüphelerle aldatılır. Yargı ise bu kavrayıştan ibarettir.

ResuluUah'ın (sav) kadılarından biri de Muâz b. Ce-bel'dir. el-İstîâb'da belirtildiği üzere Allah Resulü (sav) halka Kur*ân ve İslâm esaslarını Öğretmek, onlar arasında yargı gö­revini yürütmek üzere onu Yemen'de[130] Cened'e gönderdi. Ye-men'deki âmillerin topladıkları zekâtları kendilerinden teslim almayı da ona tevdi etti. Bu husus Mekke fethi yılında ol­muştur.[131]

Şâmı, Sahih'ın şartlarına sahip râvılerın oluşturduğu bir senedle Taberânı'nın Mesrûk'tan şu rivayeti tahrıc ettiğim kaydeder [132] Allah Resu­lü (sav) zamanında kadılık yapanlar altı kişi ıdı Hz Ömer, Alı, Abdullah b Mesud.Ubeyb Ka'b,Zeydb SâbıtveEbûMusael-Eş'arî Ahmedb Hanbel veHâkım,Ma'kılb Yesar'danşurıvayetıtahricederler Resulullah(sav)ka­dılık yapmamı bana emrederek şöyle dedi "Kasıtlı olarak haksızlık yapma­dıkça, Allak kadı ile beraberdir "[133] Hz Peygamber'e (sav) ıkı hasım geldi, Hz Ömer'e "aralarında hukum ver" buyurdu Kendisine gelen ıkıhasimla ilgili olarak Ukbe'ye de "aralarında hukum ver" buyurmuştu Bu hadisi Ah-med b Hanbel ve başkaları rivayet etmışjerdır.[134]

Ibn Kudâme el-Makdısî'nm el-İstibsâr'ında Muâz b Cebel'm biyogra­fisinde şu bilgi verilir Resulullah (sav) onu Yemen'e kadı, e m î r (yönetici) ve zekâtları toplamakla görevli olarak gönderdi.[135] Ibn ibrahim el-Vezîr el-Yetnenf nın ez-Zehrü'I-bâsim fi'z-zabb an sünneti Ebi'l-Kâsım[136] ad­lı eserinde şöyle der Nebi (sav) Ebû Musa el-Eş'arî'yı Yemen'e m u s a d -dik, yanı zekâtları toplayan ve kadı olarak tayın etti O, Resulullah'ın (sav) sağlığında, onun zamanı ve Hulefa-ı Râşıdîn devrinde kadılık yapıyor ve fetva veriyordu

Dürrü's-sehâbe'de Muğıre b Şu'be'nın biyografisinde şu bilgi verilir. Şa'bî şöyle dedi "Kadılar dörttür Ebubekır, Ömer, Ibn Mesud ve Ebû Musa Zâhıdler de dörttür Muâvıye, Ömer,[137] Muğıre ve Zıyâd " Butun bunlarla, Hafız Sami'nin sözünde anılan ve el-Mevâhib sarihinin de kendisini izledi­ği şu hususun anlamını bilmiş olursun Resulullah (sav) halk arasında yar­gıda bulunmak üzere devamlı şekilde bir şahsı gorevlendırmeyıp özel du­rumlarda birçok kimseyi görevlendirmiştir.[138]

Subhu'l-a'şâ'da şu bilgi verilir Kadı, şer'î hükümlerde, davacı-davah taraflar arasında hukum verme görevini yüklenen kimse demektir Bu, Ne­bi (sav) zamanında mevcut olan eski bir görevdir Kudâı, Resulullah'ın (sav) Yemen'deAlıb EbîTâhb,Muazb Cebel ve EbûMusael-Eş'arî'yıkaza görevine tayın ettiğim, Hz Ebubekır'ın de kaza görevine Hz Ömer'i atadığını zikreder.[139] Vefiyyetü'l-eslaf ta (s. 366) şu bilgi verilir: "İlk defa kadı tayin eden kimse Resulullah (sav) olup Yemen'e Hz. Ali ve Muâz'ı göndermişti. Halifelerden kadılığı başkasına tevdi eden ilk kimse de Hz. Ömer'dir. O, hi­lafet ve siyasetle ilgili çalışmalarında yükünü hafifletmek için Ebu'd-Derdâ'yı Medine'ye, Ebû Musa el-Eş'arfyi Kûfe'ye ve Şureyh'i de Basra'ya tayin etmişti. İbn Sa'd'ın Tabakalında şehirlere kadı tayin eden ilk kimse­nin Hz. Ömer olduğu kaydedilir.[140]

Ebû Ömer İbn Abdilber el-tstîâb'da Zeyd b. Hattâb'm biyografisinde İmam Mâlik'in "ilk kadı tayin eden Muâviye'dir" sözünü ve onun ilk kadı ta­yin eden kimsenin dört halifeden biri olduğu hususunu kabul etmediğini kaydederken şöyle der: Bu görüş bize göre söz konusu kadıların halifelerin bulundukları yerde (başşehir) olmaları durumuyla yorumlanmalıdır, yoksa kendilerinden uzakta olanları görevlendirmeleri ve başkalarına kendi işle­rini tevdi etmiş olmaları mânâsına değil, Çünkü Hz. Ömer'in Şureyh'i Kûfe'ye kadı tayin etmiş olduğu hususu Küfe ulemâsı katında her şöhret ve sıhhatten daha meşhurdur.[141] el-Utbiyye'de İmam Mâlik'ten ne Hz. Ebube-kir ne Ömer ve ne Osman'ın kadı tayin etmedikleri ve halkın işlerine kendi­lerinden başka kimsenin bakmadığına dair nakledilen görüşle ilgili olarak îbn Rüşd şunları yazar: "Bu, daha önce geçen ve ilk kadı tayin edenin Muâviye olduğuna dair görüşün mesnedidir. İmam Mâlik'in bununla kas­tettiği, orduların gönderilmesi, sınırları tahkim, a t â (maaş)ları verme gibi müslümanların yargı dışındaki -işleriyle meşguliyeti sebebiyle, Muâviye'nin kendi bulunduğu yerde kadı tayin eden ilk kimse olduğudur. Ömer b. Hattâb (ra) Basra kadılığına Ebû Şureyh el-Haneffyi ve Ka'b b. Sûr el-Lakîtfyi tayin etti. Ka'b, Hz. Ömer'in öldürülüşüne dek kadı olarak kaldı. Hz. Ömer Şureyh'i de Küfe kadılığına tayin etmişti. Bu da bizim ele aldığı­mız hususun doğruluğuna delalet eder. Çünkü halifelerin başka yerlerde değil yalnız kendi bulundukları yerde kaza işlerine bakmış oldukları husu­su gerçektir.

Fethu'l-Bârî'de şu bilgi verilir: Beyhaki kuvvetli bir senedle şu rivaye­ti tahric eder: Ebubekir(ra) halife olunca Ömer'i (ra) yargı (kaza) göre vine getirdi. Bir başka kuvvetli senedle de şunu tahric eder: Ömer de Abdul­lah b.Mesud'u yargı görevine tayin etti. Hz, Ömer, âmillerine şöyle yaz­dı: Salihlerinizi kaza görevine getirin ve kendilerine yetecek rızık sağlayın. Diğer zayıf ( 1 e y y i n ) bir senedle de şu rivayeti nakleder: Muâviye, Şam'da kadılık yapan Ebu'd-Derdâ'yet sordu: Senden sonra bu iş kimin ola­cak? O da, Fudale b. Ubeyd, karşılığını verdi.[142] İbn Hacer (bu rivayetleri kaydettikten sonra) şöyle der: "İşte bunlar ashabın en büyükleri ve en faziletlileridirler." 'Kitâbu'l-Ahkâm' da hikmet ile yargıda bulunanın (hakimlik yapanın) ecri bâbı"na bakınız.[143] İmam Mâlik el-Müdevvene'de şöyle der: Kaza ilmi diğer ilimler gibi değildir. Bu memlekette Ebubekir b. Abdurrahman'dan daha iyi kazayı bilen kimse yoktur. O, kaza ilminden bir nebze Ebân b. Osman'dan, Ebân da babası Osman'dan öğrenmişti.[144]

 

Allah Resulü’nün Hakim Olarak Görevlendirdiği Kimselerde Büyük Yaşta Olmayı Şart Koşup Koşmadığı

 

Ebû Dâvud, Ali b. Ebî Tâlib'den şu tahricde bulunur: Resulullah (sav) beni Yemen'e kadı olarak gönderdi. Şöyle dedim: "Ey Allah'ın Resulü, beni gönderiyorsun, oysa ben genç yaştayım ve kaza konusunda da bilgim yok­tur." Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Muhakkak Allah senin kalbini hida­yete (doğruya, hakka) erdirecek, dilini (hak üzere) sabit kılacak. Huzuruna iki hasım oturduğunda, ilkini dinlediğin gibi diğerini de dinlemedikçe hü­küm verme. Şüphesiz bu, yargının senin için açıklık kazanması konusunda daha uygundur." Hz. Ali şöyle der: "Bundan sonra kadı olarak hiç sürçme­dim" veya[145] "hiçbiryargıda tereddüde düşmedim."[146] Bu rivayetin benzeri­ni Alime d b. Hanbel,[147] sahih olduğunu belirterek Hakim,[148] Tirmizi, İbn Mâce ve başkaları tahric ederler.

Rivayet edildiğine göre Yahya b. Eksem kadılığa tayin edildiğinde 21 yaşındaydı. Ona "kadının (hakimin) yaşı kaç?" diye sorulduğunda şu cevabı verir: "Allah Resulü (sav) Mekke'nin fethi günü Mekke valiliği ve kadılığına tayin ettiğinde Attâb b. Esîd'in yaşı gibi. Ben, Resulullah (sav) Yemen'e kadı olarak gönderdiği sırada Muâz b. Cebel'in olduğundan büyüğüm." Hafız Irâkî el-Muğnî'de şöyle der: Hatîb, bu rivayeti et-Târihte[149] söz götüren[150] bir isnadla tahric etmiştir. İbn Eksem'in zikrettiği husus, Attâb b. Esîd'e nis-betle doğrudur. Çünkü o tayin edildiği sırada 20 yaşındaydı.

Minhetü'l-Vâhibi'l-hibâti'l-behiyye'de şöyle denir:

Yirmi idi Üsâme'nin yaşı Hâtemü'l-enbiyâ vefat ettiğinde İbnüİ-Cevzî'nin Safve'sinde[151] bu şekilde Eder rivayet, tarih ilminde âlim olan Vâkıdi de.

Fakat Muâz b. Cebel'e nisbetle, Yahya b. Sa'd el-Ensârî, Mâlik ve İbn Ebî Hâtim'in görüşlerine göre o daha bu yaşa gelmiş değildi. Çünkü Muâz hicrî 18. yılda veba salgınında vefat ettiğinde yaşı 33'tü.[152] Doğrusunu en iyi Allah bilir. Fethu'l-Bârî'de "zekâtı zenginlerden alıp fakirlere vermeye da­ir bâb" da şu bilgi verilir: Muâz'ın vali mi kadı mı olduğu hususunda görüş ayrılığı mevcut olup İbn Abdilber kesin bir ifadeyle kadı olduğunu, Gassâni ise vali olduğunu söyler.[153]

Üsdül-ğ&be'de Üsâme b. Zeyd'in biyografisinde şu bilgi verilir: Nebi (sav) onu 18 yaşındayken âmil tayin etti.[154] Kastallâni el-trşâd'da Üsâ-me'nin içinde büyük sahabilerden bir grubun bulunduğu ordunun başında gönderilmesi olayıyla ilgili olarak şöyle der: Bu hadiste, m e v 1 â' nın (azatlı) yönetici tayini ile, küçüğün büyüğe ve mefdû l'unfâdıl'a (üstün olmayanın daha üstün olana) yönetici tayin olunabileceğine cevaz vardır.[155]

Fas'ta itina sahibi arkadaşlarımızdan birinin, normal olarak ehliyetin mevcut bulunmayacağı dönemden önce şer'î işlerde öne geçirilmiş (görev­lendirilmiş) kimselere dair bir risalesini gördüm. Risalede müellif şunların biyografilerinde geçen bilgileri zikreder: Allah Resulünün (sav) oğlu İbra­him, Hz. Ali, İbn Abbâs, Zeyd b. Harise ve oğlu Üsâme, Attâb b. Esîd, Muâz b. Cebel, Ka'b b Sûr, Bâzân b. Sâsân ve oğlu Şehr, Amr b. Hazm, Abdullah b. Âmir b. Küreyz, Zeyd b. Sabit, Kays b. Sa'd b. Ubâde, Zeyd b. Kunfuz b. Zeyd b. Ced'ân. Bu zevatın biyografilerinde genel olarak Üsdü'1-ğâbe ve el-îsâbe'ye dayanmış olup bu risaleyi inceleyiniz.

İbn İyâs[156] el-Mısrî el-Hanefî'nin Mısır tarihinde (II, 306) şu olay kayde­dilir: Halife Mütevekkil-alellah Abdülaziz, Şeyh Celalüddin es-Suyûti'ye hiç duyulmamış bir görev tevdi etti. Şöyle ki onu diğer bütün İslâm memle­ketlerinde mutlak şekilde kadılardan dilediğini tayin edip dilediğini görev­den alacak şekilde diğer kadılar üzerinde büyük kadı yaptı. Bu göreve, Ey-yubiler devletinde Tâcüddin İbn binti'l-Eazz'dan başkası getirilmemişti. Bu durum kadılara ulaşınca kendilerine ağır geldi ve bu husustahalifenin anla­yışını küçümseyerek şöyle dediler: "Sultan varken halifenin yetki ve otorite­si, atama ve görevden alma yetkisi yoktur. Fakat halife, yaşının küçük olma­sı'sebebiyle Sultanı hafife almış ve yetkinin sultana değil kendisine ait ol­masını amaçlamıştır."[157] Durum halifenin aleyhine gelişme gösterince yap­tığından döndü ve Celalüddin es-Suyûti'ye yazmış olduğu a h i d n â -m e ' yi geri aldı. Bundan dolayı neredeyse büyük bir kargaşa çıkıyordu. Açıklaması uzun sürecek olaylar meydana geldi ve bir süre sonra durum sakinleşti.[158] Onun "hiç duyulmamış (bir) görev" sözü tartışma götürür. Şöyle ki Suyûti'nin Târîhu'l-hulefa'sında şu bilgi verilir: Halifeler kendi memle­ketlerinde oturan kadıyı, hakimiyetleri altındaki bütün belde ve bölgelerin yargısı (kaza) ile görevlendirirlerdi. Sonra o kadı da emri altındakilerden di­lediğini her bölge ve memlekette kendi yerine naib (vekil) tayin ederdi. Bu sebeplede k â di 1 ku d â t (kadılarınkadısı)lakabmıalırdı.Bulakap-la yalnız bu vasfa sahip olanlar anılır. Ondan başkaları ise sadece "kadı" ve­ya "şu memleketin kadısı" şeklinde anılır.[159] Bu bilgiyi İbnü't-Tayyib el-Kâdirfnin yazısından naklettim.

Hafız Kasım b. Kutluboğa'nın Tabakâtu'l-Hanefiyye'sınde (s. 65),

Ebû Hanife'nin talebesi Ebû Yusuf un biyografisinde şu bilgi verilir: O üç ha­lifenin, Mehdi, Hadi ve Harun Reşid'in zamanında yargı görevine getirildi, doğuda ve batıda yargı görevine atamalar onun yetkisindeydi. O "kâdilkudât" diye hitap edilen ilk kişidir. Bütün bunlar Harun Reşid'in hilafeti sırasında olmuştur.[160] İbn Kutluboğa'dan başkalarının Ebû Yusuf hakkındaki ifadeleri de şöyledir: O, İslâm'da" kâdilkudât" diye anılan ilk kimsedir. Ona ayrıca "kâdî kudâti'd-dünya" (dünya kadıları­nın kadısı) da denirdi. Çünkü o, halifenin hakimiyeti altındaki diğer bütün bölgelerde de kendisine nâib tayin ederdi. Abdülganî en-Nablusfnin sat­rançla ilgili risalesinde

Satranç oynamada beis yoktur, bu bir rivayettir,

Âlim ve doğu ve batının kadısından nakledilen

şeklinde bir beyit mevcut olup şerhinde şöyle der: "Burada kastedilen Ebû Yusuf tur. Çünkü onun yetkisi doğu ve batıları kapsardı. Zira o Halife Re­şid'in kadısıydı." Nablusi'nin el-Hadîkatü'n-nediyye (II, 296) adlı eserine bakınız.

Yine İbn Kutluboğa'nm Tabakalında, İmâm en-Nâsır-lidinillâh el-Mehdf nin azatlısı olup 650'den (1252) sonra vefat etmiş bulunan Ebû Şucâ Necmüddin et-Türkfnin biyografisinde şu bilgi verilir: Halife Mustansır kendisine kâdilkudatlığı teklif etti, o kabul etmedi.[161] Kâzân'ın alimi Şiha-büddinel-MercânîVefiyyetü'l-eslâfvetahiyyetü'l-ahlâf (s. 277) adlı ese­rinde kadilku dat tan bahsederken şöyle der: Bu terim, kadıların ileri gelenlerinden birçokları hakkında kullanılmıştır. Ancak, doğusundan batısına bütün İslâm ülkelerinin kadılığını yüklenen ve zamanlarında bü­tün dünyanın (İslâm dünyası) kadılarının kendilerine niyabeten hüküm verdikleri iki kişide olduğu kadar, bunun mânâsının hakikati başkasında varolmamıştır. Bunlann ilki Harun Reşid'in halifeliği sırasında Ebû Yusuf, ikincisi de Mu'tasım zamanında Ebû Abdullah b. Ahmed b. Ebî Dâvud b. Mâlik el-İyâdrdir.[162]

 

Vali Ve Hakimlerin Maaş Alıp Almadıkları

 

el-Hidâye'de, Resulullah'ın (sav) Attâb b. Esîd'i Mekke'ye gönderdiği ve kendisine maaş bağladığı rivayeti kaydedilir.[163] Hafız Zeylai Nasbu'r-râye'de şöyle der: Bu hadis "gari b" dir.îbnSa'dTabakât'taAttâb'ın şöyle dediğini nakleder: "Ben görevime geldikten beri, azatlım Keysân'a giy­dirdiğim şu düğümlü iki elbiseden başkasına nail olmadım.[164] Bizim asha­bımızın (Hanefî imamlar) zikrettiklerine göre, Resulullah (sav) ona her yıl 40 u k i y y e maaş bağladı ki bir ukiyye kırk dirhemdir. Ebu'r-Rebî b. Salim, Hz. Peygamber'in ona hergün için bir dirhem tahsis ettiğini zikreder.[165] İbn Sa'd'ın Tabakalında şu bilgi verilir: Hz, Ömer, Iyâz b. Ganm'ı Humus ordusuna tayin ettiğinde kendisine hergün için bir dinar, bir koyun ve bir m ü d[166] maaş bağladı.[167] Sahîh-i Buhâri'de "hakim ve âmillerin maaşlarına dair bâb" da şu rivayet zikredilir: "Şureyh, kadılık gö­revine karşılık bir ücret alıyordu. Hz. Âişe (ra) şöyle dedi: "Vasi, ücreti mik-tarınca yer, Ebubekir ve Ömer de yediler."[168] Abdürrezzak'ın Musannef in­de şu rivayet kaydedilir: Bize Hasan b. Amâre, Hakem'den nakletti: Ömer b. Hattâb Şureyh'e ve Selman b. Rebîa[169] el-Bâhilî'ye hakimlik görevi karşılı­ğında maaş bağladı.[170] İbn Sa'd Tabak&t'da şu bilgiyi kaydeder. Bana ula­şan habere göre Hz. Ali Şureyh'e 500 dirhem maaş bağladı,[171] Ömer b. Hattâb da Zeyd b. Sâbit'i kadılığa tayin etti ve kendisine maaş bağladı.[172]

Hz. Ebubekir halife olunca sabah erkenden çarşıya gitti, Hz. Ömer'le Ebû Ubeyde kendisiyle karşılaşarak ona şöyle dediler: "Haydi gidip sana birşey tahsis edelim." Bir başka rivayette: Hz. Ebubekir halife olunca kendi­sine 2000 dirhem maaş bağladılar. O "bana artırın" deyince 500 (dirhem) ar­tırdılar.[173] Derim: Öyle görülüyor ki Hafız Zeylai ve Hafız İbn Hacer, bu noktada Ebû Dâvud ve Hâkim'in Büreyde'den m e r f u  olarak naklettikleri şu hadisi hatırlamamı şiardır: "Kendisini görevlendirip maaş  (rızk) bağladığımız hangi âm i I   maaşından Öte bir şey elde ederse bu haksız el­de edilmiş birşeydir (galûl)."[174] Hafız îbn Hacer bu hadisi Talhîsu'l-habîr'de Ebû Dâvud ve Hâkim'e isnadla nakleder.[175] Ebû Davud'un bu ha­disle ilgili olarak "el-Harac vel-imare" kitabında "âmillerin maaşlarına da­ir bâb" başlığa açtığını ve sonra hadisi şu lafızla tahric ettiğini gördüm: "Ki­mi bir işe görevlendirip kendisine bir maaş bağladıysak, bundan sonra ala­cağı şey haksız elde edilmiş birşeydir (galûl)."[176] Ebû Dâvud sonra da Müs-tevrid[177] b. ŞeddâtT dan merfu   olarak şu hadisi tahric eder: "Kim bize âmil olmuşsa bir zevce edinsin, hizmetçisi yoksa bir hizmetçi edinsin, evi yoksa bir ev edinsin." Ebubekir şöyle dedi: Allah Resulü'nün şöyle dediğini haber aldım: "Kim bundan gayrisini elde ederse o haksız elde eden veya hır­sızdır."[178] AvnÜ'l-Vedûd'da müellif ilk hadisle ilgili olarak şöyle der: Ebû Dâvud ve Münziri bu hadis konusunda "sükut" ettiler, oysa râvileri sika (güvenilir) kimselerdir. Bu hadiste, âmil in elinde bulunan maldan hak­kını alması ve kendi adına kendisinden bunu kabzetme sinin caiz olduğuna delil vardır. Avnü'l-Vedûd müellifi daha sonra ikinci hadisle ilgili olarak Tîbi'den şu nakilde bulunur: Hadiste,   âmile tasarrufunda bulunan beytülmal   (hazine) malından zevcesinin mehri, nafakası, giyimi ve keza israf etmeden ve lükse kaçmadan kendisine gerekli olacak kadar alma­sının helal olduğuna delil vardır.

Ebû Dâvud sonra İbnü's-Sâidî'den şu rivayeti tahric eder: "Ömer beni zekât toplamakla görevlendirdi. İşimi bitirdiğimde bana bir ücret ödenmesi­ni emretti. Ben "Allah için çalıştım" deyince şöyle karşılık verdi: "Sana veri­leni al, ben Resulullah (sav) zamanında âmil lik yaptım, bana ücretimi verdi."[179] Gankohi, et-Ta'Iîku'1-mahmûd ala Süneni Ebî Dâvud'da[180] bu hadisle ilgili olarak şöyle der: "Bu hadiste, öğretim, yargı vb. amme işleri için beytülmal den karşıhk almanın caiz olduğuna delil mevcut olup hat­ta bu ve benzeri durumdaki kimselerin ihtiyaçlarını beytülmal den karşılamak devlet başkanına vaciptir. Bu ve diğer hadislerin zahiri, isteme­den ve kendine acındırmadan insana verilen şeyin kabulünün vacip olduğu­nu ifade eder. Ahmed b. Hanbel ve başkaları bu görüştedir. Âlimlerin çoğun­luğu ise bunun mubah ve müstehab olduğu şeklinde yorumda bulunmuşlar­dır." Siracti'l-mtilûk'ta 49. ve 50. bâblara bakınız.[181]

 

Mezâlim (Adliye) Görevi[182]

 

Mercânî Vefiyyetü*l-eslâf ta (s. 366) şöyle der: Mezâlim dava larma bakmak, açık bir yücelik ve büyük bir üstünlük taşıyan, hükümranlık safveti ve kadılann adaletiyle karışık, hakimin vazifesinden daha geniş bir vazifedir. Hasımlardan haksız olanı zelil kılar, haddini aşanı engeller, kadı­lar ve onlardan daha aşağı seviyede olanların infazdan aciz kaldıkları karar­ları infaz eder. Mezâlim görevi beyyineleri değerlendirme, gerçeği itirafa (ikrar) zorlama, karine ve emarelere dayanma, hakkın ortaya çıkma­sına dek hükmü tehir, hasmı sulhe yöneltme ve şahitlere yemin verdirmek­ten ibarettir. Halifeler, Mühtedi-billah'ın zamanına gelinceye kadar m e -zâlim   davalarına bizzat bakar, bazan da kadılarına tevdi ederlerdi.

Derim: Bu görevi Hz. Peygamber (sav) bizzat kendisi yürütürdü. Çün­kü o kadı ve âmil lerinin verdikleri hükümleri tenkit eder, kendileriyle tartışırdı. Şihâbüddin Ahmed en-Nüveyrî Nihâyetü'l-ereb'de (VI, 268) mezâlim yetkisinden bahsederken şöyle der: Resulullah (sav) Zübeyr b. Avvâm ile ensârdan birinin anlaşmazlığa düştükleri taşlıktan ovaya akan su yolundaki su hakkıyla ilgili mezâlime bakmış, bizzat kendisi ha­zır bulunmuştu.[183] Mercâni'nin de zikrettiği üzere, ondan sonra halifeler de böyle yaptılar. Bu hususta daha önce anılan bilgiler sana yeter. Hz. Ömer'in uygulamasında (sîret) bu türden birçok örnek vardır. Onun her yıl hac sıra­sında, valilerinin yaptıklarını araştırma, âmil ve kadılarının durumu­nu halka sorma tarzında yaptığı uygulama sana yeter, et-Terâtîb'in "Muhasebe bâbı"nda geçen bilgilere bakınız.[184] Bu husus, istinaf ve adliye    meclislerinin meşruluğuna mesnet teşkil etmektedir.

îbn EbH-Hadîd el-Medâinî, Şerhu Nehci'l-belâğa'sında (II, 109) şu bilgiyi verir: Hz. Ömer, halifeliği sırasında şöyle dedi: "Allah diler de yaşar­sam tebaa arasında bir yıl[185] dolaşacağım. Çünkü biliyorum ki halkın bazı ihtiyaçları var ki bana ulaşmıyor. Onların âmilleri (yöneticileri) bu ihtiyaç­ları bana getirmiyorlar, kendileriyse bana ulaşamıyorlar. Şam'a gider orada iki ay kalırım, sonra Cezîre'ye gider iki ay orada kalırım, sonra Mısır'a gider iki ay orada kalırım, Sonra Bahreyn'e gider iki ay orada kahrım, sonra Kûfe'ye gider iki ay orada kalırım ve sonra Basra'ya gider iki ay orada kalı­rım. Allah'a andolsun ne güzel yıl olur bu yıl." Hz. Ömer halka şöyle hitap et­ti: "Hz. Muhammed'i (sav) hidayetle gönderen Allah'a yemin ederim ki Fı­rat'ın kıyısında bir deve kaybolsa korkarım Allah onjı Âl-i Hattab'dan sorar." Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem şöyle der: "O, Âl-i Hattâb sözüyle baş­kasını değil kendisini kastetmiştir."[186]

Yine Hz. Ömerlin uygulamaları cümlesinden şu husus zikredilir: O, âmil leriyle ilgili haberleri bildirmek ve âmil leriyle ilgili olarak hali­feye ulaşan şikayetleri araştırmak için özel bir şahıs, ki o da Muhammed b. Mesleme idi, tayin eden ilk kimsedir.[187] Turtûşf nin Sirâcü*l-mülûk*unda şu bilgi verilir: Hz. Ömer, bir işin, kendi gözetimindeymiş gibi yapılmasını istediği zaman onu gönderirdi.[188] İbn Râheveyh, Haris b. Üsâme ve Müsed-ded, Suyûti'nin Cemu*l-cevâmi'de sahih olduğunu belirttiği şu rivayeti Ab­dullah b. Büreyde'den tahric ederler: Rebi b. Ziyâd'ın elçi heyetleri huzurun­da Hz. Ömer'in önünde yaptığı konuşma ve onun kendisini vali olarak seç­mesi münasebetiyle geçtiği üzere, Hz. Ömer topluluğa şöyle dedi: "Size hiç­bir vah gelmez ki işi konusunda kendisinden taahhüt almayayım. O, kendi­sini çalıştıran benmişim gibi işlerinde takibettiği hareket tarzını bana ya­zar." (bkz, Kenzü'l-ummâl, VII, 36). Turtûşî'nin Sirâcü'l-mülûk'unda şu bilgi verilir: İbrahim en-Nehai şöyle dedi: Hz. Ömer'e birelçiheyeti geldiğin­de, onlara durumlarını, piyasa fiyatlarını, o belde halkından tanıdığı kimse­leri, yöneticilerinin yanına (makamına) zayıfların girip giremediklerini, hastalan ziyaret edip etmediğini sorardı. Eğer buna evet derlerse, Allah'a hamdeder; eğer hayır derle,rse, ona gelmesini yazardı.[189] Yine Sirâcü'l-mülûk'ta şu bilgi kaydedilir. Ömer b. Hattâb, âmiller kendisine gelecekleri zaman, mallardan birşey saklamamaları için gece değil gündüz girmelerini emrederdi.[190]

Ukbâni Tuhfetü'n-nâzırMa Muvatta'nın "el-Câmi" bölümüne isnad-la şu rivayeti nakleder: Ömer b. Hattâb her cumartesi günü Medine'nin dı­şında el-Âliye yöresine giderdi. Eğer bir köleyi güç yetiremeyeceği ağır bir iş­te bulsa, uygun gördüğü ölçüde yükünü hafifletirdi,[191] el-Utbiyye*de İmam Mâlik'in şöyle dediği kaydedilir: Ömer b. Hattâb, tuğla yüklü bir merkebe rastladı ve ondan iki tuğlayı indirdi. Sahibesi Hz, Ömer'e gelerek "benim merkebimden sana ne, onun üzerinde bir hükümranlığın var mı?" deyince ona şu karşılığı verdi: "Beni bu yerde (makamda) oturtan nedir?" İmam Mâlik daha sonra Hz. Ömer'in el-Âliye yöresindeki bahçelere gidişiyle ilgili kıssayı zikretti. İbn Rüşd şöyle der: Bundaki maksat gayet açıktır. Çünkü Hz. Peygamber (sav) "Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden so­rumlusunuz" buyurmuştur. Devlet başkanı da bir çobandır ve tebaasından sorumludur. Hz. Ömer bu hususta şöyle demiştir: "Fırat kenarında bir deve kaybolup ölürse, korkarım ki Allah onu benden sorar." Bu bilgiler el-Beyân ve't-tahsîl'den nakledilmiştir.[192]

Buraya kadar verilen bütün bilgilerle, Makrizi'nin el-Hıtat'ında verilen şu bilginin isabetsizliği anlaşılmış olur:Halifelerden mezâlim da valanna bakan ilk kimse emîrü'l-mü'minîn Ali b. Ebî Tâlib'tir. Doğrudan da­valara bakmamakla birlikte mazlumların haklarını almak için zulme uğra­yanların başına gelenleri ele alıp incelediği bir gün ayıran ilk kimse ise Ab-dülmelik b. Mervân'dır. Daha sonra zulüm çoğaldı, Ömer b. Abdülaziz mezâlim davalarına bizzat bakan ve onları karara bağlayan ilk kimse oldu. Sonra Abbasî halifeleri mezâlim davalarına bizzat baktılar.[193] Yine bu bilgilerle, Nuveyri'nin Nihâyetü'l-ereb'deki "dört halifeden hiçbiri biz­zat mezâlim le ilgilenmedi, anlaşmazlıklar halk arasında oluyor, on­ları hakimlerin hükmü sonuca bağlıyordu"[194] sözünün isabetsizliği de anla­şılmış oldu. Evet onların hepsinin de Allah Resulü (sav) ve Hz. Ömer'in (ra) hareket tarzından habersiz kaldıkları anlaşılmaktadır. Huzâi'nin bu başlık altında İbnü'l-Arabî'nin Ahkâmu'l-Kur'ân'ından naklen, bu görevin ente­resan ve sonradan (yeni) olduğuna dair verdiği bilgi, bizzat kendisinin "Ebu-bekir'in âmillerini hesaba çekmesi babı" başlığı altında Kelâi'nin el-tktifâ adlı eserinden naklen verdiği bilgiden[195] de habersiz olduğunu göstermekte­dir. Nuveyri'nin Nihâyetü'l-ereb'deki, dört halifeden hiçbirinin m e -zâlim le bizzat ilgilenmedikleri, anlaşmazlıkların halk arasında meyda­na geldiği ve kadıların hükmüyle sonuca bağlandığına dair sözü de isabet­sizlik bakımından böyledir.

Tenbih: Zerkeşi'nin Târîhu'd-devleteyn el-Muvahhidiyye ve'I-Hafsiyyeadheserinde şu bilgi verilir: Hz. Ömer ah d ini (vasıyyet) yazdı­ğında, â m i 1 in iki yıldan fazla görevlendirilmemesini tavsiye etti. Şeyh Ebû Muhammed Abdülvâhid el-öaryânfnin güvenilir kimselerden yaptığı şu nakil anılırken bu vasıyyet dayanak olarak gösterilmiştir: Eskiden Tu­nus'ta kaza görevine iki yıldan fazla süreyle tayin yapmamak Muvahhidle-rin âdetiydi. Çünkü görüyorlardı ki kadı, görev süresi uzadıkça çok dost ve arkadaş ediniyor, görevden alınması sözkonusu olduğunda kale almıyordu. Bu uygulama üzerine akranlar arasında bilgi ve maharet kazanma yarışı başladı ve olaylara dayalı tecrübeleriyle kadıların sayısı arttı. Böylece bir tek ki sinin bir işi tekeline almasında olduğunun aksine mevcut durum koruna geldi (azledilenin yerine başkası kolayca bulundu). Tek kişinin egemen olması halinde ise adalete uygun muamele olamayacağı gibi ondan sonra gö­reve gelen kimse de kendisine tevdi edilen göreve ancak bir süre geçtikten sonra nüfuz edebilirdi. Göreve talip kimselerin de meşakkatsiz göreve gel­mekten ümit kestikleri için arzuları sönüyordu. (Zerkeşi, s. 44).[196]

İbn Sa'd'm Tabakât'ında şu bilgi verilir: Hz. Ömer bir şehire âmil (vali) gönderdiğinde malını yazardı. Onlardan birçoklarını görevden aldığında mallarını bölüp bir kısmını almıştı. Sa'd b. Ebî Vakkâs ve Ebû Hureyre bun­lardandır. Allah Resulü'nün (sav) ashabından Amr b. Âs, Muâviye b. Ebî Süfyân ve Muğîre b. Şu'be gibilerini âmil tayin ediyor, Hz. Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman b. Avfve emsalleri gibi onlardan daha üstünlerini bırakıyordu. Bunun sebebi, berikilerin iş konusundaki güç ve becerileri, Hz. Ömer'in onlar üzerindeki kontrolü ve kendisinden çekinmeleridir.[197]

 

Hâkimin Davaya Bakmak İçin Nerede Oturduğu

 

Hanefi fıkıh kitaplarından el-H id ay e'de şu bilgi kaydedilir. Resulullah (sav) anlaşmazlıkları (davaları) i t i k â f ta bulunduğu yerde karara bağlıyordu.[198] Hafız İbn Hacer Nasbu**-râye*nin ihtisarında şöyle der: el-Hidâye müellifi bununla Ka'b b. Mâlik hadisine işaret etmiş olmalı. Ka'b mescidde İbn Ebî Hadred'den alacağını istedi. Hadiste geçtiği üzere Nebi (sav) hücresinin perdesini açarak ona "Ey Ka'b, (alacağının) yarısını bırak (vazgeç)" diye seslendi.[199] Bu konuda İbn Abbâs'ın rivayet ettiği şu hadis de vardır: "Resulullah (sav) cuma günü hutbe okuduğu sırada bir adam geldi ve'bana had uygula'dedi." L i a n   münasebetiyle karşılıklı lanette bulu­nan iki kişinin kassasıyla ilgili Sehl b. Sa'd hadisinde de Sehl söyle der: "O ikisi mescidde lanetleştiler, ben de şahittim." Bu hadis müttefakun aleyh­tir.[200]

Yine el-Hidâye'de şu bilgi verilir: Hulefâ-yı Râşidîn'in davaları karara bağlamak için mescidde oturdukları rivayet edilir.[201] Hafız Zeylai, el-Hidâye'nin hadislerini tahric ettiği eserinde şöyle der: Bu konuda haberler mevcut olup bunlardan biri Buhâri'nin zikrettiği şu haberdir: "Ömer Allah Resulünün (sav) minberi yanında mülâanede bulundu. Mervân da, yeminde bulunmak üzere Zeyd b. Sabit hakkında minberin yanında hüküm verdi.[202] Cemaleddin ez-Zeylaî Nasbu*r-râye'de İbn Teymiyye'nin el-Müntekâ'da Ka*b hadisiyle ilgili olarak "hadiste, mescidde hüküm verme­nin cevazına delil vardır" dediğini nakleder.[203] Sahih-i Buhâri'de "Mescid­de hüküm veren, mülâanede bulunan kimseye dair bâb"da şu rivayet zikre­dilir: "Ömer, Resulullah'ın (sav) minberi yanında mülâanede bulundu. Şu-reyh, Şa'bî ve Yahya b. Ya'mer de mescidde hüküm verdiler. Mervân, yemin­de bulunmak üzere Zeydb. Sabit hakkında minber yanında hüküm verdi."[204] Yine el-Hidâye'de Resulullah'ın (sav) "Mescidler ancak Allah'ın anılması ve hüküm vermek için bina edilmiştir" buyurduğu kaydedilir.[205] Zeylaî, ha­disin bu lafızla "garîb" olduğunu söyler.[206] Hafız İbn Hacer de Nasbu'r-râye'nin ihtisarında hadisi bu şekilde bulamadığını belirtir.[207]

Kadı İbn Said el-Müceylidî et-Teysîr fi ahkâmit-tes'îr[208] adlı eserin­de şöyle der: "Şafiî'nin ashabından biri, Bağdat'ta kendisine h i s b e göre vi verildiğinde, mescidde hüküm verirken bulduğu bir kadıyı kaldırarak ona şöyle dedi: Allah Teâlâ'nın ". (Bu kandil) Allah'ınyüceltümesine ve içlerin­de adının anılmasına izin verdiği evlerdedir" (Nûr 24/36) sözünü duymadın mı? Fakat bu, İmam Mâlik'in kendisine güçlünün ve zayıfın, büyüğün ve kü­çüğün ulaşabilmesi için hakimin mescidde oturmasını müstehab gördüğüne dair rivayete aykırıdır."

el-Müdewene*de müellif şöyle der: "Mescidde hüküm vermek öteden-beri uygulanan bir husus olup hak ve gerçektir. Mâlik şöyle der: Çünkü mes­cidde meclisin aşağısına oturmaya razı olunur ki bu da mecliste hazır bulun­maları konusunda halk için en uygun olandır. Böylece kadın ve zayıf kimse­ler hakime kolayca ulaşır."[209] Bu bilgiyi İbn Ferhûn Tebsira'smda nakle­der.[210] Yine Tebsira'da İbn Hâbîb'den şöyle dediği nakledilir: Başka yerde oturup sıkıntı doğurmadan mescidin bitişik revaklarında oturması bana da­ha uygun geliyor. Geçmişler yalnızca mescidin dışındaki revaklarında otu­rurlardı; ya cenazelerin konulduğu yerde —Medine-i Münevvere'yi kastedi­yor ki bu yer bugün Cibril kapısının (bâbu Cibril) dışında "cenaze musallası" olarak bilinmektedir— veya Mervan'ın evinin revakında ki bu da "kaza revaki" diye adlandırılmıştır. Selam kapısı (bâbü's-selâm) tarafında bulunan bu yer bugün abdest alma mekanı yapılmıştır.

İbn Ebî Zeyd şöyle der: Bizim mezhep imamlarımızdan (Mâlikîler) ba­zıları kadının mescidde hüküm vermesi konusunda şu âyeti delil gösterdi­ler: "Sana o davacıların haberi geldi mi ? Hani onlar duvardan mescide tır­manmışlardı" f Sad 38/21). Bu da göstermektedir ki o (Hz. Dâvud) mescidin­de hüküm vermişti. Rivayet edildiğine göre Allah Resulü (sav) de mescidde hüküm vermişti.[211] Yine Tebsira'da İbnü'l-Münâsifin Tenbîhü'1-hük-kâm'ından[212] naklen şu bilgi verilir: Hakimin kendi evinde oturup davalara bakması mekruhtur. Hz. Ömer, Ebû Musa el-Eş'arf nin böyle yapmasını doğru bulmayıp evinin ateşe verilmesini emretmiş, o da yakarıp affını dile­miş ve bir daha öyle yapmamıştır.[213]

İbn Asâkirtn Târih'inde Abbâs'ın azatlısı Ebû Salih'ten şu rivayet nakledilir: "Kendisini çağırmak üzere Hz. Abbâs beni Hz. Osman'a gönder­di. Ona dâru'l-kazâ'da (yargı evi, mahkeme) vardım." Bazıları, eğerbuhaberdoğruysa,İslâmdailkdefa daru'1-kaza edinen kimse Hz. Osman'dır, derler.

İbn Rüşd'ün el-Beyân ve't-tahsîl adlı eserinin "Cami" bölümünde şöy­le denir: Camiler ancak Allah'ın anılması için yapılmış olup Allah Teâlâ şöy­le buyurmaktadır: "(Bu kandil) Allah'ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerdedir. Onların içinde sabah akşam onu teşbih ederler. Kendilerini ne ticaretin ne alışverişin Allah'ı anmaktan, namaz kıl­maktan, zekât vermekten alıkoymadığı erkekler, onlar, yüreklerin ve gözle­rin (dehşetten) ters döneceği günden korkarlar" (Nûr 24/36-37). Bu sebeple yüce ve münezzeh tutulması, tahsis edildiği maksattan başka hizmette kul­lanılmaması gerekir. Hz. Ömer mescidin yanıbaşında "Batîha" denilen bir revakedinmiş ve şöyle demişti: "Kim laflamak, şiir okumak veya yüksek ses­le konuşmak istiyorsa o revaka çıkıp gitsin."[214]

 

Şahitlik Ve Sicil Katipliği (Noterlik)

 

Allah Teâlâ, vadeli satışlarda şahit tutma ve borcu yaz­mayı emretmiştir: "Ey inananlar, belirli bir süreye kadar bir­birinize borç verdiğiniz zaman onu yazın" (Bakara 2/282). Al­lah Teâlâ sonra şöyle buyurur: "Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erkek yoksa razı olduğunuz şahitlerden bir erkek, iki kadın (şahitlik etsin). Tâ ki kadınlardan biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatsın" (Bakara 2/282). Bunun gibi Allah Teâlâ talak (boşama), r i c * a t (boşanmış eşe dön­me) ve zina konusunda da şahit tutulmasını emretmiştir.[215]

Derim: Bununla birlikte Lisânüddin Îbnü'l-Hatîb Müsla*t-tarîka fi zemmi'l-vesîka adlı risalesinde şöyle der: Bir şahidin bir dükkan edinip şa­hitlik için ücret talep ettiği hususu sahabeden nakledilmiş değildir. İnsan­lar o zamanlar, Allah Tefilâ'nın "Eğer iki erkek yoksa razı olduğunuz şahit­lerden bir erkek, iki kadın" (Bakara2/282) buyruğu gereği seçkinlerini vefa-ziletlilerini güvence kılıyorlardı. Borç ve yazılmasıyla ilgili âyette, kadın hakkında güçlük veya imkansızlık sözkonusu olması sebebiyle, şahitlerden maksadın dükkân (işyeri) edinmeyenler olduğuna dair delil vardır.[216]

Tirmizi, Abdülhamîd b. Vehb'ten şu tahricde bulunur: Adâ b. Halid b. Hevze "bana "Resulullah'ın (sav) benim için yazdırdığı bir belgeyi sana okuyayım mı?" dedi» ben de evet dedim. Bana şu belgeyi çıkardı: "Bu, Adâ b. Hali d'in Allah Re­sulü Muhammed'den (sav) satın aldığı (şeylere dair belge) dir. Ondan bir erkek veya kadın köle satın almıştır; ayıp (hasta­lık), kötü özellik (huy) ve hile olmaksızın. Müslümanın müs-lümana satışı olarak." Tirmizi bu hadisin " h a s e n -g a r î b w olduğunu söyler.[217] Sahîh-i Buhâri'de ise şu şekilde geçen "Bu, Allah Resulü Muhammed'in (sav) Adâ b. Haîid*den satın aldığı (şeylere dair belge)dir. Müslümanın müslümana satışı olarak; ayıp, hile ve kötü özellik olmaksızın." Katâde, kötü özellikten (gaile) kastın zina, hırsızlık ve efendiden kaç­ma olduğunu söyler.[218] Kadı Iyaz el-Meşârik'te şöyle der: Bu ha­dis " m a k 1 û b " dur. (Metinde takdim-tehir vardır). Çün­kü satın alan Adâ'dır. Hem şerâ (aldı, sattı) ve işterâ (satın aldı) kelimeleri ile bâa (sattı, satın aldı) ve i b t â a (satın al­dı) kelimelerinin aynı şekilde her iki mânâya kullanılmaları da bunu muhtemel kılmaktadır.[219]

Bu bilginin benzerini Mutarrizi ve başkalarından naklen zikreden Zer-keşi şöyle der: "Durum, Buhâri'nin burada zikrettiğinin aksinedir. Demâ-mini ise şu ilavede bulunur: Yahut bu rivayetler olayın ayrı zamanlarda meydana geldiği şeklinde yorumlanır ki bu durumda çelişki sözkonusu de­ğildir."

İbnZekrî şöyle der: "Hadisin zahirinden anlaşılan, bunun satılan şey ve bedelini belirtmeyi içeren yazılı belgenin metni olduğudur."

İbnü'l-Arabî, Tirmizi'deki hadisi açıklama sadedinde şöyle der: Hadis­ten, belgelerde, müşteri olması halinde "mefdul"un (daha aşağı du­rumda olan) adıyla başlanacağı anlaşılmaktadır. Ahdini bozması caiz olma­yan Resulullah'ın (sav) bu belgeyi yazması, insanlara Öğretmek gayesiyle-dir. Hem bu zorunlu olmayıp yapılması müstehab bir davranıştır. Çünkü o belgesiz birçok alışveriş yapmıştı. Yine hadiste, şahsın adı, baba adı ve dede adının yazılacağı anlaşılmaktadır. Ancak kendine özgü bir sıfatla meşhursa bunlara gerek yoktur. Bu sebepledir ki Hz. Peygamber (sav) "Allah Resulü Muhammed" şeklinde yazdırdı ve bu sıfatıyla kendi nesebini ve Adâ b. Ha-lid'in nesebini anmaya ihtiyaç duymadı.[220]

Huzâi'nin burada geçen ifadesi şudur: Bu husus sabit olunca, is­ter satıcı ister alıcı olsun daha üstün olanın diğerinden önce yazılacağı görüşünde olan noterler lehine bir hüccet teşkil eder.

Îbnü'l-Fahhâr bu hususu Huzâi'den önce dile getirmiş olup İbnü't-Tilimsânî eş-Şifâ şerhinde (el-Menhelü'I-asfâ) şöyle der: "İbnü'l-Attâr el-Vesâife'inde[221] şöyle der: Belge yazanın (noter), üstünlüğü sebebiyle, daha şerefli olanı (eşref) ondan daha aşağı durumda bulunan kimseden (meşrûf) Önce yazması gerekir. İbnü'l-Fahhâr ise anılan hadisin nassı ile onun bu gö­rüşünü reddeder. Çünkü hadiste daha aşağı durumda bulunanın adı daha üstün durumda olanın adından önce zikredilmiştir. Bunu düşün." Bu bilgi el-Menhelü'1-asfâ'dan nakledilmiştir.[222]

 

Çocukların Şahitliği Ve Nebevi Belge Ve Sözleşmelerde Adlarının Yazılması

 

Süheyli, Hz. Peygamber'in (sav) Sakîf kabilesine gönderdiği mektubu anarak Ebû Ubeyd'in bu mektubun metnini el-Emvâl'de verdiğini ve mek­tupta Hz. Ali ve oğullan Hasan ve Hüseyin'in şahitliklerini kaydederek "bu hadiste bulûğdan önce çocukların şahitliği ve adlarının yazılmasına dair delil vardır" dediğini[223] zikreder. Süheyl şöyle der: Ancak çocukların şahitliği, bulûğdan (ergenliğe erdikten) sonra eda edildiğinde kabul edilir. Yine bu ha­diste, aynı sözleşmede babasıyla birlikte çocuğunun da şahitliğinin olabile­ceği anlaşılmaktadır.[224] Bu bilgi Nûru'n-nibrâs'ta nakledilmiştir.[225]

 

Asr-I Saadette Yapılmış Sözleşmelerden Bîri Olarak Allah Resulümün Azatlısı Ebû Râfi’nn Azat Edilmesine Dair Sözleşmenin Metni

 

Kadı İbn Badis, İbn Fâris'in Muhtasar1 in a yaptığı şerhte Ebû Abdul­lah et-Tilimsânî'nin el-Umde adlı eserinden naklen şöyle der: Azadına dair sözleşmeden de anlaşıldığı üzere onun adı konusunda doğru rivayet adının Eşlem olduğudur. Onun azat edilmesiyle ilgili sözleşmenin metni, el-Hakem el-Muntasır Billâh Emîrü'l-mü'minîn b. Abdurrahman en-Nâsır el-Mervâ-nî'nin el yazısıyla olup şöyledir: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu, Allah Resulü Muhammed tarafından kölesi Eşlem hakkında düzenle­nen sözleşmedir. Ben seni Allah için kesin bir azatla azat ediyorum. Allah da seni azat etsin. Onun benim de, senin de üzerinde ihsanı vardır. Sen hürsün; îslâmın hükümranlığı ve imanın himayesi dışında senin üzerinde hiç kim­seye yol (hükümranlık) yoktur. Buna Ebubekir, Osman ve Ali şahit oldu, Muâviye b. Ebû Süfyân da yazdı."[226] Şeyh Ebû Abdullah şöyle der: "Bunu el-Hakem'in elyazısından nakleden bir kopyadan yazdım."

Bu, Allah Rcsulü'nün (sav) azat etmesiyle ilgili bir sözleşme metni olup gizli hazinelerden ve değerli definelerdendir. Bu belgeyi şükürle ve Mağriblileri şükranla anarak al. Çünkü hem el-Hakem el-Muntasır, hem de el-Um­de ve Fevâidü'd-dürer müellifleri Mağriblidirler.

Doğulu âlimlerden hiçbirinin bu belgeye vakıf olmadıkları anlaşılmak­ta olup onların hadisle ilgili eserlerinde bunu bulamazsınız. İleride "Vakıf Bâbı"nda, ashabın vakıflarını yazdıklarına dair malumat ve bununla ilgili belgelerden bazılarının metinleri verilecektir. Bu bilgiyi yerinde bekleyin.[227]

 

Allah Resulü Zamanında Kabile Ve Suları Dolaşarak. Halk Arasında Akitleri Yazanlar

 

İbn Abdi Rabbih'in el-tkdü*l-ferîd'inde (II, 144) şu bilgi verilir: Abdul­lah b. Erkam ve Alâ b. Ukbe halk arasında kabilelerinde, sularında (kuyula­rında), ensârın evlerinde, kadınlar ve erkekler arasında akitleri yazıyorlar­dı."[228]

 

Geçenlere Ek Olarak Akitleri Ve Muameleleri Yazanlar

 

Kadı el-Kudâi Kitâbu'l-Enbâ'da şöyle der: "Muğîre b. Şu'be ve Husayn b. Nümeyr —İbn Beşîr[229] olduğu da söylenmişti] muameleleri ve borçları yazarlardı." Bunu İbn Hazin da Cevâmiu's-sîre'de söyler.

Hafız İbn Hacer de bu bilgiyi Husayn'ın biyografisinde vermiş olup ora­da nakledilen bilgiye bakınız.[230] Yine el-lsâbe'de (III, 25) Alâ b. Ukbe'nin bi­yografisinde şu bilgi verilir: "Mu'tasım b. Sumâdih[231] için telif edilen tarih­te, Alâ b. Ukbe ve Erkam'ın halk arasında borçları, sözleşme ve muameleleri yazdıklarını okudum."[232]

İlginç bir rastlantıdır ki Huzâi'nin derleme ve tedvine çalıştığı konuda, XIII. yüzyılın başlarında Ebû Zeyd el-Irakî el-Fâsî de ona muvafakat etmiş olup el-lsâbe'ye yaptığı ihtisarda bu tür biyografiler üzerinde durmanın ge­reğine işarette bulunmuştur. O, adı geçen Alâ'nın biyografisinde "halk ara­sında borçlan, muameleleri ve akitleri yazan" ifadesini kalın bir kalemle be­lirtir. Şeyh Tayyib b. Kiran'ın Elfiyyetü'l-Irâkî'ye yaptığı şerhte 39. kâtip Husayn b. Nümeyr'in biyografisinde şu bilgi verilir: "O ve Muğire muamele­leri ve borçları yazıyorlardı. Bunu Kudai ve Kurtubi zikreder."[233] O, Kurtu-bi'ye atıfla şu ilavede bulunur: "Zamanlarında Hârice b. Zeyd ve Talha b. Ab­dullah'a fetva sorulur, insanlar onların görüşlerine göre hareket ederlerdi. Onlar ev, hurma ağaçlan ve mal türünden mirasları hak sahipleri arasında paylaştırıyorlar ve halk için belgeleri yazıyorlardı."[234]

Derim: Bütün bunlar ve daha önce biyografilerde geçen bilgilerden, İmâm Râfii'nin Şerhu*l-Vecîz'deki "Nebi (sav) ve ondan sonraki imamlar (devlet başkanları) hüküm veriyorlardı, mahkeme sicil ve belgelerini yazmı­yorlardı" sözünün mânâsını anlarsın. Tuhaftır ki Hafız İbn Hacer Şerhu*l-Vecîz'in hadislerini tahric ettiği Telhisü*l-habîr adlı eserinde onun söyle­diklerine şu sözünden fazla ilavede bulunmamıştır: "Bu husus, bu kitapta daha önce geçen hadislerden anlaşılmaktadır. Fakat Allah Resulü (sav) bazı kimseler için iktâda bulunmuş ve onlar için belge yazdırmıştır. Sahîh-i Buhâri'de Enes'in rivayet ettiği hadiste[235] Resulullahın (sav) kendilerine i kt â vermek üzere ensârı çağırdığı ve onlariçin birbelgeyazmak istediği belirtilmektedir.[236]

Lisânüddin İbnü'l-Hatîb Müsla't-tarîka fi zemmi'l-vesîka adlı kita­bını[237] telif etti, belge düzenleyenleri (noterler) kötüleme konusunda kalem oynattı ve mübalağadan uzak olmayan bir tarzda onların kusurlarım zikret­ti. el-Müfîd müellifi, mezhebin hafızı İmam Ebü'l-Abbas el-Venşerîsî bu eserin baş tarafına kendi elyazısıyla şunları yazmıştır: "Bu sözleri derleyen kimse, fazilet sahibi insanları ilgilendirmeyen, dünya ve ahirette kendisine fayda sağlamayacak bir işle kendisini yordu; ömrünün en değerli bir kısmı­nı, bir grubun kendisiyle ırzların mubah kılındığı ve heybetli yapılar ve sa­raylara sahip olunan ayıplarını (kusurlarını) araştırmakla tüketti, onları arsız ve laubali kimselerin maskarası kıldı, diyanet ve doğruluk örtüsünü onlardan çekip aldı. Allah Teâlâ ona müsamaha buyursun, onu bağışlasın." Rabbinin küçük kulu Ahmed b. Yahya b. Muhammed b. Ali el-Venşerîsî bu­nu dedi ve sağ eliyle yazdı. Allah ona hayır ihsan etsin.[238] Bu bilgi Ezhâru'r-riyâz'dan alınmıştır.

tbnü'l-Hatîb'in risalesinin Allâme Ebû Abdullah Muhammed b. Tayyib el-Kâdirî el-Fâsî'nin elyazısıyla istinsah edilmiş bir nüshasını elde ettim, iki forma halindeydi. Adı geçen kâtip bir kez tenkit bir defa da eş ve benzerlerini anarak onu tetabbuda bulunur. Ve Venşerîsf nin elyazısmdan naklettiğini belirtir. Şureyh b. Tunus'un KitâbuU-Kadâ'sı[239] Ebû Ubeyd'in Kitâbul-Kadft ve âdâbü'l-hukkâm'ı, Ebubekir en-Nakkaş'ın Kitâbu'l-Kudât ve'ş-şuhûd adlı eserleri olup Şeyh Âbid es-Sindî bu kitapları isnadlanyla birlikte Hasru'ş-şârid'de[240] zikreder. Bu eserde "kaT harfine ve Rûdâni'nin Sıla'sına bakınız.[241]

 

Mirasları Paylaştıran

 

Resulullah (Sav) Devrinim Mirasları Kimin Paylaştırdığı:

 

Tirmizi'nin el-Câmrinde, Resulullah'tan (sav) şöyle bu­yurduğu rivayet edilir: "Sizin ferâizi en iyi bileniniz Zeyd'dir." Tirmizi bu hadisin "hasen-sahih" oldu­ğunu söyler.[242] el-İstiâb'da şu bilgi verilir: Zeyd, ashabın ferâizi en iyi bilen büyük fakihlerinden biri idi. Resulullah (sav), "Ümmetimin ferâizi en iyi bileni Zeyd b. Sâbit'tir." buyurmuş­tur.[243]

el-tsâbe'de kaydedildiğine göre İbn Sa'd, Kabîse'den şöyle dediğini ri-vayeteder:wZeydkaza(yargı),fetva,kırâatve f e r â i z konularında Me­dine'de başta gelirdi."[244] Dârimi'nin Müsned'inde İbn Şihâb'dan şu rivayet nakledilir: "Eğer bir zaman gelir de Osman ve Zeyd vefat ederlerse ferâiz il­mi de yok olur. Çünkü bir gün geldi ki ferâiz ilmini ikisinden başkası bilemez oldu."[245] Yine Dârimi, Müslim'den şu tahricde bulunur: Mesrûk'a, Hz. Âişe'nin f e r â i z i iyi bilip bilmediğini sordum. Şöyle dedi: Kendisinden başka ilah olmayan Allah'a yemin ederim ki Hz. Muhammed'in (sav) asha­bından en büyükleri gördüm ona f e r â İ z den soruyorlardı (bkz. I. Hin­distan baskısı, s. 38Ö).[246]

Ebû Yusuf es-Sinânî Şerhu't-Tilimsâniyye'de şöyle der: "Tercih edi­len görüş, f e r â i z de Zeyd b. Sâbit'in görüşünün esas alınmasıdır. Çün­kü o, Resulullah'ın (sav) da şahitliğiyle bu ümmetin ferâiz i en iyi bile­nidir." Süheyl şöyle der: "Hz. Ömer Şam'da olduğu sıralarda Medine'de bulu­nan Zeyd b. Sâbit'e yazar, mektuba kendi adından önce onun adıyla başlar­dı. Dedenin mirası konusunda güçlükle karşılaştığında, bu meseleyi kendi­sine sormak üzere bizzat Zeyd'in evine gitmişti." Asım el-Ahvel, Şa'bfden şöyle dediğini rivayet eder: "Zeyd iki hususta, ferâiz ve Kur'ân konusunda insanlara üstünlük sağladı." Zehebi bunu et-Tezkire'de zikreder.[247] Zehebi yine et-Tezkire'de Süleyman b. Yesar'dan şöyle dediğini nakleder: Ömerve Osman, fetva, ferâiz ve kıraat konusunda kimseyi Zeyd'e takdim et­miyorlardı.[248] "Onuncu Bölüm"de ilgili fasıllarda gelecek bilgilere de bakı­nız.

Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm'ın Kitâbii'l-Emvâl'ında şu bilgi verilir: Ömer b. Hattâb Câbiye'de halka hitab ediyordu: Kim maldan sormak istiyorsa bana gelsin, muhakkak ki Allah be­ni mala koruyucu ve dağıtıcı kılmıştır. İlk Önce Allah Resu-lü'nün (sav) zevcelerinden başlayıp onlara vereceğim.[249]

İbn Hacer el-îsâbe'de üçüncü kısımda (Elif harfinin) Ekder[250] b. Humâm el-Lahmfnin biyografisini verir ve onun Hz. Peygamber (sav) zamanına yetiştiğini zikreder, sonra Ebû Ömer el-Kindî'nin Kitâbü'1-Hen-dek*te[251] şöyle dediğini nakleder: O takva, fazilet ve dinde bilgi (fıkıh) sahibi idi. Ashabın sohbetinde bulunmuş, onlardan hadis rivayet etmişti. O " E k d e r i y y e "[252] diye adlandırılan miras hissesinin sahibi idi. İbn Hacer daha sonra İbn Ebî Şeybe'den şu bilgiyi nakleder: Bu hissenin niçin "Ekderiyye" diye adlandırıldığıA'meş'e soruldu. O şöyle dedi: Ab-dülmelikb.Mervânbumeseleyihalletmesiiçin f e r â i z leilgilikonulara bakan Ekder isimli birine gönderdi, o da bu meselede hata etti. Vehb şöyle dedi: Biz daha önce Zeyd b. Sâbit'in bu konuda net bir görüş belirtemediğini (görüşünün bulanık olduğunu) duymuştuk.

İbn Hacer şöyle der: Eğer A'meş'in sözü "mahfuz"[253] ise muhtemelen Abdülmelik daha önce Medine'de ilim tahsilinde bulunduğu sırada Ekder'e sormuş olmalıdır. Çünkü bu Ekder, Abdülmelik halife olmadan önce öldü­rülmüştü.[254]

İbn Hacer yine el-tsâbe'de Abdurrahman b. Ebzâ el-Huzâf nin şu tah-ricde bulunduğunu kaydeder: Nâfî b. Abdülhâris Usfân'da Ömer'e ulaştı. Ömer onu Mekke'ye âmil   tayin etmişti. Ona "Vadi (Mekke) halkına ki­mi halef bıraktın?" diye sordu, Nâfî de "İbn Ebza'yı" diye karşılık verdi. Ömer, "İbn Ebzâ kimdir?" diye sorunca Nâfi bizim azatlılardan biri, dedi. Ömer: "Kendiyerine onlara bir azatlıyı mı halefbıraktın ?" deyince o, "O, Al­lah'ın Kitabı'nı okuyan ve ferâizi bilen biridir" dedi. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: "Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmamış mıydı: 'Allah bu kitapla bazı kavimleri yükseltir, diğer bazılarını da alçaltır'"[255] Yine el-tsâbe'de Ukbe b. Âmir el-Cûhenî'nin biyografisini vererek İbn Yunus'tan şu rivayeti nakleder: O, Kur'ân'ı okuyan, ferâiz ve fıkhı bilen, fasih lisanlı, şair ve katip biriydi.[256] Yine el-tsâbe'de Hz. Âişe'nin biyografisinde, Ebû'd-Duhâ'nm Mesrûk'tan şunu naklettiği kaydedilir: Resulullah'ın (sav) ashabının önde gelenlerinin ondan ferâiz konusunda sorduklarını gördüm.[257]

 

Mali Konular Dışında Vekil

 

Allah Resulü'nün (sav) bu hususta vekil tay iaettiği kimse: İbnü'l-Arabî Ahkâmü'l-Kur'ân'ında şu bilgiyi zikreder: Nebi (sav), Amr b. Ümeyye ed-Damrî'yi, Ummü Habîbe bintı Ebî Süfyân'ın nikahı akdinde Necaşi nezdinde kendisine vekil tayin etti. Meymûne'nin nikahında da, konuyla ilgili iki rivayetten birine göre, Ebû Râfî'i vekil tayin etti.[258] Hz. Ali'nin (ra), anlaş­mazlıklarını Hz. Osman'a (ra) götürdükleri arazileri arasındaki sed fbend) ile ilgili olarak Talha b. Ubeydullah'a karşı Abdullah b. Cafer'i kendisine ve­kil tayin edişi olayı enteresan olup Ibn Ruşd el-Beyân ve't-tahsîl adlı ese­rinde zikretmiştir.[259]

Ben bu olayı îbn Rüşd'ün el-Beyân ve't-tahsîl adlı eserinin "Cami" bo-lumünde "Dördüncü Câmi"de şu başlık altında buldum: "Devlet başkam, kendisinden önce adil devlet başkanlarından birinin hüküm verdiği bir da­vaya (yeniden) bakmaz."[260] Ben de ondan nakille bu eserin "Dokuzuncu BöIüm"ünde ziraatla ilgili babda verdim. Çünkü olayı orada kaydetmeyi daha uygun gördüm. Olayla ilgili olarak oraya bulunuz.[261]

Yapı İşlerinde Mütehassıs Kimse

 

Bu, yapı (bina) konusunda görüş sahibi olup kendi görüşüyle amel edil­mek üzere munazaalı iki kişi arasında hüküm vermesi için devlet başkanı­nın gönderdiği kimsedir.

Allah Resulü (sav) zamanında bu özelliğe sahip kimseler: Ebû Ömer el-İstîâb'da d, 97) Câriye b. Zafer el-Yemânî'den naklen şu bilgiyi zikreder: İki kardeşin ortak bir evi vardı, or­tasına bir duvar yapmışlardı. Sonra her biri ardından çocuk­lar bırakarak vefat ettiler. Her birinin çocukları duvarın di­ğerine değil kendisine ait olduğunu iddia edip Allah Resulü­ne (sav) dava açtılar. Resulullah (sav) aralarında hüküm ver­mesi için Huzeyfe b. Yemân'ı gönderdi. O da lif düğümlerinin (kamışların vs. bağlandığı) bulunduğu taraftakinin lehine hükmetti, sonra dönüp Resulullah'a (sav) durumu bildirdi. Resulullah (sav) da "isabet ettin" ve "güzel yaptın" buyur­du.[262] Bu bilginin aslı Buhâri'nin Tarihindedir.[263]

Bu olay Ibn Sa'd'ın Tabakalında, (V, 403) adı geçen-Câriye'nin biyog­rafisinde du şu şekilde geçmektedir. Bir topluluk, bir çardak (çatma ev) ko­nusunda anlaşmazlığa düştüler ve Allah Resulüne (sav) dava açtılar. Resu­lullah (sav) kendilerine Huzeyfe'yi gönderdi, o da kamış liflerinin bulunduğu taraftakilerin lehine hüküm verdi ve Hz. Peygamber'e (sav) geri dönerek bunu kendisine anlattı. Resulullah (sav) da yaptığını onayladı.[264] Bu riva­yette geçen " h u s s " kelimesi el-Kâmûs'ta da geçtiği üzere kamıştan yapılmış veya "eze" (tavanı kavisli yapı) gibi üstü odunla Örtülü ev mânâsına gelir. Çoğulu "hisâs*   ve "husus"    şeklindedir.

el-tsâbe'de Alâ b. Ukbe'nin biyografisinde şu bilgi verilir: Merzubâni'-nin zikrettiğine göre Nebi (sav) Âlâ ve Erkam'ı ensârın evlerine gönderir­di.[265] Ebû Zeyd el-Irakî, el-tsâbe'den bu bilgiyi özetlerken köklü bir hata yapmış olup verdiği metin şöyledir: Alâ b. Ukbe, Amr b. Hazm'ın zamanın­daki kimselerden olup onu ErkanVla birhkte ensârın evlerine gönderirdi. Asıl kaynağın metni, özetin ifade etmediği hususu ifade etmekte olup buna dikkat ediniz.

îbn Sa'd'in Tahak&t'ında TemSm b. Esed el-Huzâi'nin biyografisinde şu bilgi verilir: Nebi (sav) Mekke'nin fethedildiği yıl onu gönderdi, o da Ha-rem'in alem lerini (sınır taşları) yeniledi.[266] NevevfninTehzîb'indesa-habi Mahreme b. Nevfel'in biyografisinde de şu bilgi verilir: O çok yaşamış ve tarih, özellikle de Kureyş tarihi (önemli günleri, eyyam) konusunda bilgi sahibiydi. Ömer b. Hattâb'ın hilâfeti sırasında Harem'in alem lerini di­kenlerden biri de odur; Ömer onu, Ezher b. Abdi Avf ı, Said b. Yerbû'u ve Hu-veytibb.Abdi'l-Uzzâ'yı göndermiş, onlar da Harem'in alem leriniyenile-mişlerdi.[267] Bu bilginin benzeri Müsevvir b, Mahreme'nin yine Tehzîb'deki biyografisinde geçmektedir.[268]

Makrizi'nin el-Hıtat'ında Kudâi'nin şöyle dediği kaydedilir: Amr b. Âs İskenderiyye'dendönüpçadınnın ( f u s t â t ) kurulduğu yere inince kabileler birbirlerine ulanıp yer konusunda didiştiler. Bunun üzerine Amr, ka­bilelerin karargâhlarını düzenlemek için Muâviye b. Hudeyc et-Tücîbî, Şe­rik b. Semî el-Gutayfî,[269] Amr b. Kahzem el-Havlânî[270] ve Hayvîl b. Naşire el-Meâfîrfyi[271] görevlendirdi. İnsanları konaklatıp kabilelerin arasını birbirin­den ayıran onlardı. Bu olay hicretin 21. yılında olmuştu.[272] Bütün bunlara rağmen, İslâm tarihiyle ilgilenen Batılılardan biri olan Butler'in[273] şu sözlerine şaş malı: "Anlaşılmaktadır ki, Arapların bilgi sahibi olmadıkları mima­ri sanatındaki dirayetleri sebebiyle, bu işi uygulayanlar Kıptîlerdi." Bu, Araplara karşı duyulan taassuptan, onlan malumatları yokmuş gibi göster­mek isteği ve onların eserlerini yok etme arzusundan ileri gelmektedir. Bu işle ilgilenenlerin adlarını ve neseplerini Makrizi'nin açıkça belirtmesinden sonra artık akıl yürütmeye ne gerekçe kaldı? İleride gelecek olan "Yapılar Babanda;[274] sıhhî ve mimari Ölçülere uygun yapılar ve tarzları konusunda Arapların bilgi sahibi olduklarını gösterecek yeterli malumat vardır.[275]

 

Allah Resulü Ve İlk Asır İnsanlarının Mühendislik, Yapı Ve Yolların Düzenlenmesi İşlerinden Anladıkları

 

îbn Sa'd'ın Tabakât'mda şu bilgi verilir: Resulullah (sav) Medine'de evleri i k t â verdiği zaman Osman b.Affân'a bugünkü evini(nyerini,pla-nını) çizdi. Denir ki bugün Osman'ın evinde, Allah Resulü'nün (sav) Os­man'ın evine girdiği zaman çıktığı kapının karşısına düşen aralık yerdir bu­rası.[276]

Abbâs el-Makkarfnin Ezhâru'r-riyazin da, Kadı Iyâz'm Hz. Peygam­berin (sav) bir yerde "Bu ne güzel hamam yeridir" dediğini anması sırasın­da eş-Şifâ'nın kenarına Ebû Zeyd Abdurrahman el-Gırnatfnin elyazısıyla düştüğü şu not nakledilir: Bu, Hz. Peygamberin (sav) mühendislik ve yapı bilgisi çerçevesinde olan bir husustur. Ebû Nuaym bunu Riyâzü'l-mtiteallimîn'de[277] anarak Ebû Râfi'den rivayet eder. Ebû Râfi şöyle dedi: Resulullah (sav) bir yere uğradı ve "ne güzel..." buyurdu (Hadis) ve oraya hamamı bina etti.[278] HafâciNesîmu'r-riyâzMa bu hadisle ilgili olarak şöyle der: Hadiste, binaların yerleri ve rüzgârın estiği yerler haber verilmiştir.[279]

"Münâdî Bâbı"nda[280] Sünen-i Ebî Dâvud'dan şu rivayet nakledilecek­tir: Nebi (sav) ordugâhta şu duyuruda bulunmak üzere münâdi gönderdi: "Kim bir evi daraltır ve bir yolu keserse ona cihâd yoktur."[281] Bu, insanların (lüzumundan fazla yer kapıp başkaları aleyhine) evleri daraltmaları ve yol­ları kesmeleri münasebetiyle vaki olmuştu. Bundan da anlaşılıyor ki Allah Resulü (sav) seferde çadırların kurulmasına varıncaya dek düzenli olmayı severdi. Nerede kaldı ki iskân mevkii ve sağlam yapı konusunda bunu sevmeşin. Sünen'in sarihi bununla ilgili olarak şöyle der: Hadisten anlaşıldığı üzere insanların yürüdüğü yolu (geçişi engelleyecek, sıkıntı doğuracak şe­kilde) daraltmak kimseye caiz değildir. Böyle yapan kimseden cihadın nef-yedilmiş olması, bu fiili yapmaktan uzaklaştırma ve azarlamada mübalağa kabilindendir. Yine bunun gibi, zarara sebep olduğu için (ihtiyacı dışında yer alıp başkaları aleyhine) evleri daraltmak da caiz değildir.[282]

Hz. Ömer'in uygulaması olarak bilindiğine göre o, Basra ve Kûfe'nin kurulmasına izin verdiğinde caddeleri 20 arşın (zira) eninde ve 40 ar­şın uzunluğunda, sokakları 9 arşın, malikâneleri ise 60 arşın olarak planla­dılar. Merkez camii (cuma camii) ise caddelerin ayrıldığı orta yere yaptılar. Bu, Hz. Ömer'in (ra) emriyle yapılmıştı. Bu da mühendisliğin ilk dönemde seferde, hazarda ve imar konusunda olmak üzere yapı işlerinde kullanıldığı­nı göstermektedir. Yine Hz. Ömer'in bir uygulaması olarak o, hicretin 17. yı­lında Şam'a gittiğinde, gazaya-kışın çıkan ( ş e v â t î ) ve yazın çıkan ( s a v â i f ) ordular düzenledi. Şam'ın müdafaa hatları ve askerî nokta­ları olan gedik ve gözetleme yerlerini sağlamlaştırdı.

Fütûhu'l-büldânMa kaydedildiğine göre Muâviye, kardeşi Yezîd'in Ölümünden sonra Hz. Ömer'e yazarak ona sahilin durumunu vasfetti. O da kendisine sahil kalelerini onarmasını ve savaşçıları yerleştirmesini, gözet­leme kulelerine (karakol) muhafız koymasını ve bu yerlere ateş ocakları yaptırmasını yazdı.[283] Bu yazıda geçen gözetleme kuleleri, her belde ile diğe­ri arasında yüksek dağların tepelerine birbirlerine yakın olacak ve biri diğe­rini görecek şekilde kurulmuş kulelerdir. Şöyle ki, birbirini izleyen gözetle­me kulelerinin muhafızları ardarda ateş yakarlar ve böylece haber şehire, şerhada veya ordugâha kısa zamanda ulaşır. Onlar da düşmanın geldiği ta­rafın imdadına süratle koşarlar. Bu da savaşla ilgili yapılar ve askerî mer­kezlerde de mühendisliğin uygulanmasına çalışıldığını göstermektedir. Yi­ne Fütûhu'l-büldân'da geçtiğine göre Hz. Ömer, ehl-i zimme'ye (gayrimüslim İslâm tebaası) yollan ve köprüleri ıslah etmelerini (onarım, yenileme) şart koşardı.

İbn Gâzi'nin el-Elfiyye*ye yaptığı haşiyede "mef ulun fîh bâbı"nda bir "latife" zikredilir. Ebû Hayyân Süheyli'den, o da Kasım b. Sâbit'ten şöyle de­diğini nakleder: Mile bu adın verilmesi, yollara miller (işaret taşları) dikme­lerinden dolayıdır. Bu millerle yürüdükleri mesafeleri biliyorlardı. Her üç-bin arşın (zira) mesafede mil şeklinde bir yapı yapıyor, ona yürüdükleri sayı­yı yazıyorlardı. Hişâm, kendisiyle birlikte yürüyen bedeviye "mile bak ne ka­dar yürüdük" dedi. Bedevi ümmi idi, okuması yoktu. Mile baktıktan sonra gelip şöyle dedi: "Orağa (çengel) benzer birşey, bir halka, sırım (kayış) kıv­rımları gibi üç kıvrım veya kaya kuşunun tacı gibi bir tac!" Hişâm güldü ve milde beş rakamının olduğunu anladı. Bu da onların yolları ölçtüklerini ve gidip gelenler için mesafeleri tesbit ettiklerini göstermektedir. Onların hataya düşme korkusuyla, rakamları yazıp şeklini çızmedıkçe mil ve fersahla olçup belirlememelerı gayet makuldür Feyyûmi'mnel-Misbâhu'l-münîr'-ıne bakınız.[284]

Makrızı'nın el-Hıtat'mda (1,339) şu bilgi verilir Abdulazız b Mervân Mısır valisi iken her gun evinin etrafına konulan bin çanağı (yemek sahanı) vardı Yuz çanağı da vardı, arabalara yüklenip kabileler dolaşılıyordu.[285] Bu da, arabaların yürümesi için yolların kurunup döşendiğini göstermektedir.[286]

 

Kassam

 

İbn İshak şöyle der: Hayber mallarının (ganimetinin) pay sahipleri vardı. Resulullah'ın (sav) ashabından kendilerine Hayber malları dağıtılanların sayısı, adamlar ve atlarıyla bir­likte 1800 pay idi. Adamlar (asker) 1400, atlar ise 200 idi. Her ata iki pay ve süvarisine bir pay verildi. Her biri yüz kişiden oluşan ve başlarında bir reis bulunan 18 ana pay grubu oluş­turuldu.[287]

 

Muhtesîb

 

el-Muhkem'de şöyledenir.Falanfalana i h t i s â b da bu­lundu demek, onun kötü işini reddetti, hoş karşılamadı de­mektir. O, işte güzel hisbe sahibidir demek de, onda iyi tedbir ve görüş sahibidir anlamındadır.[288]

Hisbe konusunda Allah Resulü'nden (sav) gelen riva­yetler: Tirmizi, Ebû Hureyre'den şu rivayeti tahric eder: "Re-sulullah (sav) bir buğday yığınına rastladı ve ona elini daldır­dı, parmakları bir ıslaklığa temas etti. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Ey buğday sahibi, nedir bu? Adam: Yağmura tutul­du ey Allah'ın Resulü. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: Bunu, insanların görmesi için buğdayın üstüne çıkarmalı değil miy­din? Sonra da şöyle buyurdu: Aldatan bizden değildir." Tirmizi bu hadis için " h a s e n - s a h i h " tir der.[289]

 

Allah Resulü’nün Pazar İçin Görevlendirdiği Kimse Ve Resulullah Zamanında Rîba İle Muamelede Bulunanlara Nasıl Dayak Atıldığı[290]

 

Sahîh-i Buhâri'de İbn Ömer'den şu rivayet nakledilir: “Resulullah (sav) zamanında ashab, köyden pazara mal getiren­lerden yolda yiyecek maddesi satın alıyorlardı. Bunun üzeri­ne Allah Resulü (sav) onlara, yiyeceklerin satıldığı yere nak­letmedikçe, aldıkları yerde onu satmaktan kendilerini menedecek kimse gönderdi.[291] Yine Sahîh-i Buhâri'de Sâlim'in baba­sından naklettiği şu rivayet zikredilir: "Yiyecekleri mü-c â z e f e yoluyla (ölçüsüz, tartısız, saymadan götürü ola­rak) satın alanların, yüklerinin yanına götürmeden bunu sat­tıklarından dolayı Resulullah (sav) zamanında dayağa çekil­diklerini gördük."[292] İbn Abdilber el-îstîâb'da şöyle der: Resu-lullah (sav) Said b. Said b. Âs'ı fetihten sonra Mekke pazarın­da görevlendirdi.[293]

İbn Hacer el-lsftbe'de Said'in biyografisini verir ve İbn Şâhin'in bazı hocalarından şu nakilde bulunduğunu zikreder: Said'inîslâma girişi Mekke fethinden kısa bir zaman önce olup Resulullah (sav) onu Mekke pazarına gö­revlendirdi.[294] el-lstîâb'da da şu bilgi verilir: Semra bint Nehîk el-Esediyye, Allah Resulüne (sav) ulaşttve uzun süre yaşadı. Pazarlarda dolaşır, iyiliği emreder, kötülükten sakındırırdı. Bunu temin için de yanında taşıdığı bir kamçı ile insanlara vuruyordu.[295]

Kadı Ebü'l-Abbas Ahmed b. Said'in et-Teysîr fî ahkâmi't-tes'îr adh eserinde şöyle denir: "Muhtesibde bulunması gereken şartlardan biri de erkek olmasıdır. Çünkü bu hususta erkek oluşu gerektiren sayılama-yacak kadar sebep ve gerekçevardır. Bu hususta, Hz, Ömer'in pazarlardan birinde Şifâ el-Ensâriyye —ki o da Süleyman b. Ebî Hasme'nin[296] annesi-dir— adh bir kadını h i s b e görevine getirdiği de karşı delil olarak ileri sürülemez. Zira hüküm genel duruma (galib) göre olup nadir duruma hü­küm dayandırılamaz. Bu olay ise bir yerde olmuş nadir olaylardan sayılır ve muhtemelen kadınların işleriyle ilgili özel bir konuda olmuştur."

Derim: İbn Abdilber'in "O, pazarlarda dolaşır, münkerden nehyeder  (kötülükten sakındırır) ve insanlara vururdu..."[297] şeklindeki ibaresi, Kadı Ahmed b. Said'in yorumunun aksini ifade hususunda apaçıktır. Evet, onun ibaresi, Ümmü Şifâ'nın bu görevi Resulullah (sav) zamanında yürütmediği hususunda da açık (sarih) gibidir, İbn Hazm'ın cemhere'sinde geçen "Hz. Ömer, onu pazarda görevlendirdi."[298] ifadesi de bunu teyid etmektedir. İb-nül-Arabfnin Ahkâmü'l-Kur'ân'ında "Ben onlara hükümdarlık eden bir kadın buldum" (Nemi 27/23) ayeti ile ilgili olarak şöyle denir: Hz. Ömer'in bir kadını pazarda h i s b e ile görevlendirdiği rivayet edilir ki sahih ol­mayan bu rivayete iltifat etmeyiniz. Bu rivayet, bidat ehlinin hadislerde yaptıkları desiselerdendir.[299] Ancak daha önce geçtiği üzere Semra'nın bi­yografisinde anılan bu husus, İbn Abdilber tarafından kesin olarak belirtil­mişti. Kadı İbn Sa'id'in "o kadının görevi kadınlarla ilgili özel bir konudaydı" şeklindeki yorumu, bununla İbnü'l-Arabî'nin ileri sürdüğü husus çözülmüş olmasa da (iddiası bertaraf edilmese de) uygun ve güzel bir yorumdur. Çün­kü Îbnü'l-Arabfnin de el-Ahk&m'da söylediği gibi kadının durumu şu çerçe­vededir: Onun tesettürsüz olarak topluluk içine çıkması, erkeklere karışma­sı, dengin denkle görüşmesi gibi onlarla görüşmesi kendisi için kolay ve ra­hat değildir. Zira o eğer gençse kendisine bakmak ve onunla konuşmak ha­ramdır. Eğer örtüsüz olarak dolaşıyorsa, erkeklerle izdiham içinde buluna­cağı ve onların bakışlarına hedef olacağı bir mecliste bir araya gelemezler; bunu tasavvur eden kimse de, bunun (meşruluğuna) inanan kimse de felah bulamaz.[300]

Yine İbn Said'in et-Teysîr*inde şu bilgi verilir: Bil ki hisbe görevi, dinî fonksiyonların en büyüklerinden biridir. Maslahatının umumî oluşu ve menfaatinin büyüklüğü sebebiyle, Hulefâ-yı Raşîdin, düşmana karşı koy­mak ve savaşmak için orduları teçhiz ve cihadla meşguliyetlerine rağmen, bu görevi başkalarına tevdi etmeyip bizzat kendileri yerine getirdiler.

es-Sîretü'1-Halebiyye'de (III, 354), Hz. Peygamber (sav) zamanında pazar görevini kimin üstlendiğine dair bahiste şu bilgi verilir: Bu görev h i s b e , görevlisi de muhtesib diye bilinmektedir. Resulullah (sav) fetihten sonra Mekke pazarına Said b. Said b. Âs'ı[301] Medine pazarına da Hz. Ömer'i görevlendirdi.[302] Bu bilgiyle, Kalkaşandi'nin Subhu'l-a'şâ'da (V, 452) "bu işi, yani hisbe (çarşı-pazar kontrolü) ve kamçı ihdas işini ilk uygulayan kimse, kendi halifeliği zamanında Ömer b. Hattâb'dır."[303] sö­zünün gerçeği ne ölçüde yansıttığını anlarsınız. Eğer bununla kasdettiği, adı geçen her iki işte, Hz, Ömer'in halifeliği sırasında olmaları kaydıyla bir­likte öncelik ise, bunun kusur olduğunda şüphe yoktur. Çünkü Hz. Ömer kamçıyı Resulullah (sav) zamanında taşıdığı gibi, onun pazarda görevlendi-rilişi de Hz. Peygamber zamanındaydı. Nitekim Resulullah (sav) başkaları­nı da o sırada bu işle görevlendirmişti.

Keşfuzzunûn'da şu bilgi verilir: İhtisâb fhisbe) ilmi, ül­ke halkı arasında geçen ve kendileri olmadan uygarlığın sözkonusu olama­yacağı muameleleri, taraflar arasında karşılıklı rızayı sağlayacak şekilde adil kanun gereği icra olunmaları bakımından konu alan bir ilimdir. Bu çer­çevede, halifenin (devlet başkanı) öngöreceği caydırma ve engelleme yoluyla ve insanlar arasında böbürlenme ve çekişmelere yol açmayacak şekilde "emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker" le (iyiliği emir, kötülükten sakın­dırma) kulların yönetilmesini konu alır. Dayandığı esasların bir kısmı fıkhîdir, bir kısmı da halifenin görüşünden kaynaklanan istihsanî (şer'î öl­çüler çerçevesinde uygun gördüğü) işlerdir. Bu ilmin gayesi sözkonusu işler­de meleke kazanmak, faydası ise şehirlerin işlerini tam bir şekilde yolunda yürütmektir. İ h t i s ab ilmi, ilimlerin en incelerinden biri olup isabetli bir anlayış ve sezgisi olmayan kimse onu anlayamaz. Çünkü şahıslar, za­manlar ve durumlar bir tek süreç üzere olmayıp her zaman ve durum özel bir siyaset gerektirir ki bu da işlerin en zorlarından biridir. Bu yüzden ihtisab makamına Ömer b. Hattâb gibi hevâ ve hevesten arınmış kutsal bir kuvvete sahip olandan başkasının tayini uygun olmayıp o bu konuda bir alem {yıldız, bayrak, olağanüstü şahsiyet) idi. Bu bilgi Lütfullah Efendi'nin Mevzuatında[304] da geçmektedir.[305] Bu ilimle ilgili birçok eser mevcut olup Keşfuz­zunûn'da ilgili harflerde zikredilmiştir. Ona bakınız.

önemli bir husus: Âlimlerden birçoğu efendimiz Hz. Ömer'in hisbe ve hilafet görevleri süresince taşıdığı ve hakedenlere kendisiyle vurduğu kırbaç[306] konusunda da eser yazmak istediler. Bu hususta hocamız babamın et-Tevfîk mine'r-Rabbi'l-karîb fi adedi şeybi ve hidâbi'n-Nebiyyfl-habîb adlı eserindeki gibi yazan kimseyi görmedim, işte onun eserinde zik­rettiği bilginin Özeti: Efendimiz Hz. Ömer'in bir kırbacı olduğuna dair yay­gın bilgi doğrudur. Bu husus Sahih-i Buhâri'nin "Kitâbü'l-Itk"[307] ve "Kitâbü'd-Diyât"[308] bölümlerinde geçmektedir. Bu son bölümde (Kitâbü'd-diyât) Hz. Ömer'in kırbaç ile vuran kimseye kısas uyguladığı belirtilir.

Ne Kadı Iyâz el-Meşârik'te, İbnü'I-Esîren-Nihâye'de ve ne de İbn Hacer, Zerkeşi, Suyûti ve başkaları Buhâri şerhlerinde bu kırbacın mahiyeti hakkında açıklamada bulunmamışlardır. el-Kâmûs, es-Sıhâh, el-Mis-bâh, Lisânü'1-Arab ve Ibn Sîde'nin el-Mu has s as'm d a fazla bir şey ifade etmeyen bir açıklama ile yetinilmiştir. es-Sıhâh'ın ibaresi şudur: "Dirre (kırbaç), kendisi ile vurulan şeydir." el-Kâm us'ta ise müellifin kırbaç ile il­gili sözü, şerhiyle karışık tarzda verilmiş olup şöyledir: "Sultanın kırbacı, kendisiyle vurduğu şey." Hafâci Şerhu'ş-Şifâ'da şöyle der: "Kırbaç, kendi­siyle dayak atılan bir kamçıdır." Ebû Abdullah Cessûs, Ibn Aşir'in tasavvuf­la  ilgili eserine yaptığı şerhte[309] şöyle der: "er-Risâle[310] sarihlerinden biri, Hz. Ömer'in karanlık bastığında kendisini hesaba çektiğini (nefis muhase­besi yaptığım) ve kimi zaman kırbaçla kendisine vurur olduğunu zikrederek şöyle der: "Muhtemelen o başına kamçı takılı bir sopaydı." Fukahanın, eser­lerinde içki içmekle ilgili bölümde söyledikleri de dirre (kırbaç) ile savt (kamçı) arasında fark bulunduğu konusunda sarihtir. Mevvâk'da,[311] Ha­lil'in "had cezalan kamçı ile yerine getirilir" sözü yanında el-Müdevve-ne*den şu bilgi nakledilir: "Hadîerde vuruş, dal, nalin bağı, kırbaç ile olmaz, ancak kamçı ile olur. Hz. Ömer'in kırbacı ise te'dip içindi."[312] Hattâb ve baş­kaları da buna benzer açıklamalarda bulunmuşlardır.

el-Fethu'r-rabbânî müellifi,[313] Anfi'l-mu'tar iz ala'l-Kutbi'l-Ceylâ-ni'de şöyle diyerek garip bir açıklamada bulunur: "Hz. Ömer çoğu zaman in­sanları 'dirre' diye meşhur kamçısıyla te'dip ederdi. Bu, bir kısmı diğerine bindirilmiş (örülmüş) bir deridir." Bu tuhaflıkta bir bilgi de Şeyh Mustafa b. Muhammed el-Bennânî el-Mısrî'nin Ravdatu't-tâlibîn li-esmâi'I-Bed-riyyîn[314] adlı eserinin kenarında elyazısıyla bulduğum şu bilgidir: "Dirre, Resulullah'ın (sav) nalininden yapılmıştı. Denildiğine göre o, bir günah işle­mesinden dolayı bir kimseye kendisiyle vurulan ve vuran kimsenin ölçüsü­nü ayarladığı şeydir." Desûki, Derdîr'in el-Muhtasar şerhine yaptığı haşi­yede şöyle der: "Dirre, deriden yapılmış ince düz kamçıdır." Bu ifadenin ben­zeri, Sâvfnin Akrebü'l-mesâlik'e yaptığı haşiyede[315] vardır. Yine bu haşi­yede "dirre, birbirine bindirilmiş (örülmüş) deridendir" denir. Bu, bana gö­re, gerçeği ifade etmekten uzaktır. Çünkü bu durumda dirre, Sahîh-i Müslim[316] ve Ahmed  b.   Hanbel'in  Müsned'inde[317]  Ebû Hureyre'nin "merfû" olarak rivayet ettiği şu hadisin kapsamına girer: "iki grup insan varki ateş (cehennem) ehlidirler, onları (şimdi) görmüyorum. Bir gru­bu, yanlarında sığır kuyrukları gibi kamçılar olup onlarla insanlara vurur­lar. " Müslim'in rivayet ettiği diğer bir hadiste de şöyle bu vurulur: "Eğer bir süre dahakalırsan (yaşarsan), Allah'ın hoşnutsuzluğuna uğrayan ve laneti­ne duçar kalan bir topluluk goreyazarsın ki bunların ellerinde sığır kuyruk­ları gibi (kamçılar) vardır."[318]

Münâvi şöyle der: "Hadisteki 'sığır kuyruğu gibi' sözünün ifade ettiğine Arap memleketlerinde mekârî (tekili: mikra'a =kamçı) derler ki, ucu bağlı (düğümlü) olup eni parmak kahnlığındadır, onunla insanları döverler." Bu bilgini benzeri Rûhu'l-beyân'da geçmektedir.

Derim: Hz. Ömer'in kırbaç edinmiş olması, onu taşıma ve Şâri'in (ka­nun koyucu) sakındırdığı sınıra varmadan kendisi için belirlenen ölçüde onunla vurma konusunda müsaade içindir. Hz. Ömer'in kırbacı olduğu gibi Hz, Osman'ın da vardı. Ancak onunki Hz. Ömer'inkinden daha sertti. Nite­kim Suyûti'nin el-Evâil'inde[319] ve başka eserlerde de bu husus belirtilmiş­tir. Turtûşfnin Sirâcü'l-mülûk'unda Hz. Hasan'ın şöyle dediği kaydedilir: "Resulullah'ın (sav) mescidinde Osman b. Affân'ı gördüm, çakıl taşlarını ba­şının yanına (altına) toplamış ve elbisesinin (ridâ) bir tarafinı da onların üs­tüne koymuştu. O sırada emîrü'l-mü'minîn (halife) idi, yanında hiç kimse yoktu ve kırbacı da önündeydi."[320] Efendimiz Hz. Ali'nin de bir kırbacı vardı. Abd b. Humeyd Müsned'inde Mutarrif ten şu rivayeti nakleder: "Mescid-den çıktığım sırada arkamdan bir adam 'izâr ını kaldır, zira bu, elbisenin te­mizliği ve bekası (yıpranmaması) için daha iyidir" diye seslendi. O önümde, ben de arkasından yürüdüm, bir izâr giymiş ve bir ridâ Örtünmüştü. Yanın­da bir de kırbaç taşıyordu. Bedevi bir Arab'a benziyordu. Kim olduğunu sor­dum, bir adam bana 'bu, emîrü'l-mü'minîn Ali b. Ebî Tâlib'dir' dedi. Devele­rin yanına gelince şöyle dedi: 'Satın, fakat yemin etmeyin. Çünkü yemin ma­lı azaltır ve bereketiyokeder.' Hz. Ali sonra hurma satanların yanına geldi, o sırada bir hizmetçi ağlıyordu. 'Niçin ağlıyorsun?1 diye sordu, o da *bu adam bana bir hurmayı bir dirheme sattı, efendim de onu bana iade etti' dedi. Hz. Ali de adama Tmrmanı al, ona dirhemini ver, onun bu hususta hiçbir sorum­luluğu yoktur* defli. Adam da ona verdi." Bu hadis üzün şekliyle (bütünüyle) Abd b. Humeyd'in Müsned'indedir.

Buna göre üç halifenin de kırbacı olduğu anlaşılmaktadır. Kırbacı "sul­tanın kırbacı, onunla vurur" şeklinde (hükümdara izafetle) ifade edenleri de gördüm. el-Kâmus ve şerhlerinden naklen daha önce geçen bilgilere bakı­nız. Daha sonra İbn Sultan'ın, Ebû Hanîfe'nin Müsned'me yaptığı şerhte, Hz. Ömer'in had cezası uygularken kendisiyle vurduğu kamçının Özelli­ğini buldum. Şöyle ki ona sert bir kamçı getirildi, "bundan daha yumuşağını isterim" dedi. Biraz yumuşak bir kamçı getirildi "bundan sertini isterim" de­di ve bu iki kamçı arası bir tane getirdiler.[321] Bir başka rivayet de şöyledir: "Bir kamçı istedi, sonra emretti kamçının uç düğümü iki taş arasında ezile­rek kırbaç haline getirildi.' Sonra Ali el-Kârî, el-Kâmûstan naklen daha ön­ce geçen tarifi kaydederek ardından şöyle dedi: Bunun eksik bir tarif olduğu apaçıktır.[322]

 

 

 

Münâdî

 

Münâdi, sözüne "berîh" (yüksek sesli) demlen kim­sedir. Sahîh-i Buhâri'de Abdullah b. Ömer'in şöyle dediği riva­yet edilir: "Resulullah (sav) zamanında güneş tutulduğunda "namaz toplayıcıdır" (cemaatle namaza hazır olun) şeklinde nidada (ilanda) bulunuldu.”[323] Yine Sahîh-i Buhâri'de Enes'ten şöyle dediği rivayet edilir: "Ebû Talha'mn evinde topluluğun sakisi ben idim. İçkileri o gün ' f a d i h’[324]  idi. Resulullah (sav) bir münâdinin 'şarap artık haram kılınmıştır' diye ilan­da bulunmasını emretti. Ebû Talha bana 'çık onu dök* dedi, ben de çıkıp döktüm. Medine sokaklarında aktı."[325] Yine Sahîh-i Buhâri'de Zahir el-Eslemî'den şöyle dediği rivayet edi­lir: "Ben, içinde eşek etleri bulunan çömleklerin altına ateş yakıyordum, o sırada Allah Resulünün münâdisi 'Resulullah (sav) sizi eşek etlerini yemekten menetti* diye ilanda bulun­du."[326] Ebû Davud'un Sünen'inde de Muâz el-Cühenî'den şöyle dediği rivayet edilir: "Nebi (sav) ile gazaya çıktım, insanlar evleri (başkaları aleyhine) daraltıp yolları (geçişi zorlaştıra­cak şekilde) kestiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) "kim bir evi daraltır veya bir yolu keserse ona cihâd yoktur" diye halka ilanda bulunmak üzere bir münâdi yolladı.[327]

el-tsâbe'de İbn Mende, Vâzi b. Nâfi yoluyla, o Ebû Sel eme'den, o da Rifâa'dan şöyle dediğini rivayet eder: "Resulullah (sav) insanlar arasında dolaşıp "hiçbir kimse artık naktr' de (ağaçtan yontularak yapılmış kap) ne-biz yapmasın" diye ilanda bulunmamı emretti.[328] Yine el-İsâbe'de Evs b. Hadesân'ın biyografisini vererek şu rivayete yer verir: Müslim, Ebu'z-Zü-beyr yoluyla, onun Ka'b b. Mâlik'ten[329] onun da babasından şu rivayetini tahriceder:"Nebi(sav)onunlaEvsb.Hadesân'ı teşrik günlerinde şöy­le ilanda bulunmaları için gönderdi: Minagünleri (Hacda Mina'da bulunu­lan bayram günleri) yeme içme günleridir." İbn Mende şöyle der: Bu hadis "sahih-garîb" olup onu butarikten başkasıyla bilmiyoruz.[330] Yine el-lsâbe'de müellif Büdeyl b. Verkâ el-Huzâî'nin biyografisini verir ve Ebû Nuaym'ın Ümmü'l-Hâris bint Ayyaş b. Ebî Rebîa'dan[331] şu rivayeti tah-ric ettiğini kaydeder: "O (Ümmü'l-Hâris) Büdeyl b. Verkâ'yı boz bir deve üze­rinde Mina'da şöyle diyerek dolaşırken gördü: Resulullah (sav) sizi bu gün­lerde oruç tutmaktan nehyediyor. Bu günler yeme içme günleridir." Beğavi de bunu rivayet eder. İbnü's-Seken'e ait bir rivayette de "Nebi (sav) Büdeyl'e emretti...." denilerek aynı hadis zikredilir.[332]

Yine el-lsâbe'de dördüncü kısımda[333] Rebîa b. Ümeyye b. Halef el-Kureşî'nin biyografisini verir ve İbn Şâhîn'den naklen Rebîa'dan şöyle dedi-ğinizikreder:"Resulullah(sav)Arafat'ta m e vk ı f te vakfeye durmuş bu­lunduğu halde, bana bineğinin göğsü altında durmamı emretti. —Rebîa yüksek sesli bir adamdı.—Resulullah (sav) "Ey Rebîa'Resulullah (sav) size, bu hangi beldedir biliyor musunuz? diye soruyor de' buyurdu..." (Hadis). Başkaları ise ilgili hadiste Hz. Peygamber'in (sav) Ümeyye'ye emrettiğini belirtirlerki doğrusu da budur.[334] Derim: el-Ferâid'deVedaHaccı'ndan söz edilirken bunun gibi bir ifadede bulunulur. Müellif şöyle der: "Hz. Peygam­ber'in (sav) Arafat'ta bulunduğu sırada sözünü halka yüksek sesle aktaran Rebîa b. Ümeyye b. Halefti. Fakat daha sonra ise şöyle der: "Resulullah'ın (sav) hutbesini yüksek sesle aktaranın Rebîa b. Ümeyye b. Halef olduğu zik­redilir ki ben Ebû Ömer'in sahabe ilgili kitabında[335] onun biyografisine rast­lamadım." Yine el-lsâbe'de müellif Suhaym'ın biyografisini verir ve İbn Şâhîn'den naklen şu rivayeti zikreder: "Hz. Peygamber (sav) Ali, Muâz b. Ce­bel, Büdeyl b. Verkâ ve Suhaym'a şöyle buyurdu: İnsanlar arasında nidada bulunun ve onları teşrik günlerinde oruç tutmaktan nehyedin, bu günler ye­me içme günleridir."[336]

 

Şehirde Sâhibül-Ases (Gece Asayiş Ve Emniyet Görevlisi)

 

Sâhibü'1-ases    eskiden   Mağrib'de    hâkim, Endülüs'te   sâhibü'l-medîne,    Tunus ve Kayra-van'da ise a r î f   diye adlandırılıyordu.[337]

Derim: Bugün ise   mukaddemî'l-hârât    diye bilinir. Makrizi'mn el-Hıtat'ında şu bilgi verilir: Selef bu görevliyi ş urta   diye adlandırırdı, bazıları da   sâhibu'1-ases    derlerdi. "Ases", şüphelileri araştırmak (izlemek) için gece dolaşmaca denir. Fiil olarak asse, yeussu, assen ve asesen şeklinde söylenir.[338]

Allah Resulü Zamanında Bu Görevi Yürütenler

 

Tirmizi, Hz. Âişe'den (ra) şöyle dediğini tahric eder: "Re-sulullah (sav) Medine'ye yeni geldiği sırada bir gece uyuya-madı ve şöyle buyurdu: Kçşke salih bir adam olsa da gece beni korusa!" Derken o sırada silah sesi duyduk. Resulullah (sav) "kim o?" dedi. Adam, "Sa'd b. Ebû Vakkas" dedi. Resulullah ona "niçin geldin?" deyince o şu karşılığı verdi: "Resulullah (sav) hakkında içime bir korku düştü, onu korumaya geldim." Bunun üzerine Resulullah ona dua etti ve uyudu. Tirmizi bu hadis " h a s e 9 - s a h i h " tir der.[339] Hz. Ebubekir zama­nında bu görevi Ömer b. Hattâb ve İbn Mesud, Hz. Ömer zama­nında ise ases görevini bizzat kendisi yürütüyor, azatlısı Eş­lem de ona arkadaşlık (eşlik) ediyordu. Bazan da kendisine Abdurrahman b. Avf eşlik ediyordu.

Burada Huzâi, Resulullah (sav) zamanında kargaşa (karı­şıklık) vukuunda Medine kapılarını kimlerin koruduğuna dair bir nas bulamadığını belirterek şöyle der: Fakat Sa'd'ın Hz. Peygamber'i (sav) koruması olayını buna mesned gör­mekteyiz. Huzâi sonra İbnü'l-Cevzî'nin Keşfu muşkili's-Sahi-hayn adlı eserinden, Tuleyha b. Huveylid'in nübüvvet iddiası ve halkın itişip kakışması[340] olayıyla ilgili olarak şu nakilde bulunur: Hz. Ebubekir Hz. Ali'ye gece Medine'nin geçitlerin­den (kapılarından) birinde durmasını, Zübeyr'e diğer bir ge­çitte, Talha'ya da başka bir geçitte durmasını emretti. Abdul­lah b. Mesud'a da bunun gerisini gözetmesini (ases) em­retti.

Huzâi daha sonra onbeşinci bâbda (Dördüncü Bölüm'de) kargaşa zamanında kavme yüksek bir yerden gözcülük ya­pan kimseyi konu edinerek şöyle den Bu görev de Hz. Pey­gamber (sav) zamanında varlığı konusunda nas bulunmama­sı bakımından bir önceki görev gibidir. Fakat Huzâi buna da Sa'd'ın daha önce geçen hadisini mesnet saymakta ve şu bilgi­yi nakletmektedir: Hz. Ebubekir İbn Mesud'u gece bekçilik (ases), gündüz de yüksek bir yerde gözcülük yapmakla görevlendirdi.

fluzâi'nin (Allah ona rahmet etsin) el-İsâbe'de İbn Fethûn'un zeylin­den nakledilen şu bilgiden haberi olmamıştır: Resulullah (sav) Büdeyl b. Verkâ, Evs b. Sabit, Evs b. Arâbe ve Râfi' b. Hudeyc'i Medine bekçiliğinde (hars) görevlendirdi.[341] Beşinci Bölüm'de "muhafız" ile ilgili bilgiye bakı­nız.[342]

Şemsüddin Muhammed b. Abdülkadir el-Ensârî el-Hanbelî'nin Düre-rü'1-ferâidi'l-munazzama fî ahbâri'1-hac ve tarîki Mekketf 1-muazzama[343] adlıeserinde mahmil-i serî[344] âmirinin görevlerinden söz ederken bu görevler cümlesinden şunu zikreder: "Gece hacılarla birlikte do­laşıp haberleri Öğrenen ve vukuu muhtemel kavgaları önleyen bekçiler (ases) edinmek." Müellif sonra da şöyle der: "Gece bekçilik yapan ilk kimse Abdullah b. Mesud olup onu bu göreve getiren ise Ebubekir es-Sıd-dik'ür."[345]

Makrizi'nin el-Hıtat'ında şu bilgi verilir: Gece bekçilik (ases)   ya pan ilkkimse Abdullah b. Mesudolup onu Medine bekçiliğinde Hz. Ebubekir görevlendirmiştir. Ebû Dâvud, A'meş'in Zeyd b. Vehb'den şu rivayetini tah-ric eder: "Abdullah b. Mesud'a gelip 'şu falan kimsedir, sakalından şarap damlıyor'/dediler. Abdullah şöyle dedi: 'Biz tecessüste bulunmaktan nehye-dildik, fakat bir şey bize açıkça görünürse onu (yapanı) tutup yakalarız.'"[346] Hz. Ömer halifeliği sırasında bekçilik görevini bizzat kendisi yürütüyor, azatlısı Eşlem de yanında bulunuyordu. Bazan da ona Abdurrahman b. Avf eşlik ediyordu.[347] İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (111/1,202) da şu bilgi veriliyor: Hz. Ömer, şüpheli ve zanlı kimselere karşı sert davranan ilk kimsedir; o Rüveyşid es SekafFnin bir dükkân olan evini yakmış, şarapçı olan Rebîa b. Ümeyye b. Halefi de Hayber'e sürgün göndermişti. O görevi sırasında Medi­ne'de bekçilik yapan, kırbaç (dirre) taşıyan ve onunla te'dip eden ilk kişidir. Öyle ki kendisinden sonra "Ömer'in kırbacı, sizin kılıcınızdan daha heybet­lidir" denmiştir.[348]

 

Erkek Hapishanesi

 

Ebû Dâvud, Behz b. Hakîm'in babasından, onun da kendi babasından naklettiği şu rivayeti tahric eder: "Hz. Peygam­ber (sav) bir töhmetten dolayı bir adamı hapsetti."[349] Tirmi-zi'nin Camiinde de bu hadisin aynısı mevcut olup Tirmizi bu rivayet için "hasen-hadistir" der.[350] Buhâri'nin Sahîh'inde de Ebû Hureyre'den şu rivayet nakledilir: **Resu-lullah (sav) Necd tarafına süvariler gönderdi, Benî Hani-fe'den Sümâme b. Üsâl denen bir adamı getirdiler ve mescidin direklerinden birine bağladılar.... (Hadis)"[351] İbn İshak, Benî Kureyza'nın Allah Resulü'nün (sav) hükmüne razı olarak (ka­lelerinden çıkıp) gelişleriyle ilgili haberde şu hususu zikre­der: Resulullah (sav) onları Medine'de Bintü'l-Hâris adlı bir kadının evine hapsettirdi, sonra Medine pazarına —ki bugün de Medine pazarıdır— çıktı ve orada hendekler kazdırdı. Sonra onları getirterek bu hendeklerde boyunlarını vurdur­du. Onlar Resulullah'ın yanına gruplar halinde götürülüyorlardı.[352]

Maverdi el-Ahkâmu's-Sultâniyye'de[353] şöyle der: Şer'î hapis, dar bir yerde hapsetmek olmayıp şahsı bizzat tasarrufta bulunmaktan men ve alı­koymaktan ibarettir; bu ister bir evde ister bir mescidde olsun veya hasmın bizzat kendisi veya vekili hapsedilen kimseyi takip ve gözetime memur edil­sin. Bu yüzdendir ki Resulullah (sav) o kimseyi "esir" diye adlandırmıştır. Nitekim Ebû Dâvud ve İbn Mâce, Hirmâs b. Habîb'in babasından, onun da kendi babasından[354] yaptığı şu rivayeti naklederler: "Bir borçlumu Resulul-lah'a (sav)getirdim, bana 'onu(nyakasını tutup) bırakma'dedi. Sonra bana 'Ey Benî Temîm'lerin kardeşi, esirine ne yapmak istiyorsun?' buyurdu."[355]

İbn Mâce'nin rivayetinde şu şekilde geçer: "...sonra Resulullah (sav) günün sonunda (akşama doğru) bana[356] uğrayarak şöyle buyurdu: Ey Temimoğullannın kardeşi, esirin ne yaptı?." İşte Allah Resulü (sav) ve Ebube-kir es-Sıddık (ra) zamanında hapis bu olup onun hasımları hapsetmek için ayrılmış bir hapishanesi yoktu. Devlet başkanının hapishane edinip edin­meyeceği konusunda âlimler görüş ayrılığına düşmüş olup iki görüş belirt­mişlerdir. Hapishane edinemeyeceğini ileri sürenler, ne Resulullah (sav) ne de kendisinden sonraki halifesinin bir hapishanesinin bulunmadığını, an­cak herhangi bir yere koyduğunu veya başına "Ter sîm" diye tabir olunan bir muhafız koyduğunu veyahut alacaklısına onunla kalmasını em­retmiş olduğunu delil getirirler. Devlet başkanının hapishane edinebilece­ğini savunanlar ise Hz. Ömer'in (ra) uygulamasını delil göstermektedir­ler.[357]

Bugün mevcut hapishanelere gelince, bu hiçbir müslümanın nazarın­da caiz sayılmaz. Çünkü büyük bir topluluk kendilerine dar gelen bir yerde toplanıyor, abdest almaya ve namaz kılmaya imkanları bulunmuyor, bazısı diğerinin avret yerini görüyor, yaz ve sıcaktan sıkıntı duyuyorlar.

Ebû Abdullah Muhanımed b. Ferec Mevlâ Ibnü't-Tallâ[358] , Kitâbü'l-Akdiye'de şöyle der: Resulullah (sav) ve Hz. Ebubekir'in bir kimseyi hapse­dip hapsetmedikleri konusunda âlimler görüş ayrılığına düştüler. Onlar­dan bazıları Resulullah (sav) ve Hz. Ebubekir'in ne hapishaneleri olduğu ne de kimseyi hapsettiklerini belirtirler. Bazıları da Allah Resulü'nün (sav) bir töhmet münasebetiyle Medine'de (bir şahsı) hapsettiğini zikrederler. Bu ri­vayeti Abdürrezzâk ve Nesâi eserlerinde Behz b. Hakîm yoluyla rivayet ederler ki o babasından, o da kendi babasından nakleder.[359] Ebû Dâvud da eserinde bu rivayeti Behz'den naklen verir: "Resulullah (sav) benim kav­mimden bazı kimseleri kanla ilgili bir töhmetten dolayı hapsetti."[360] Behz b. Hakimi bazı ilim ehli katında "meçhul" biridir. Buhâri onu "Kitâbü'l-Vudû" da almış olup bu da onun "maruf" olduğuna delalet eder.[361] Abdürrezzâk Musannef i dışında bu senedle şu rivayeti nakleder: "Nebi (sav) bir töhmet sebebiyle bir attamı gündüz bir vakit hapsetti sonra da bıraktı.”[362]

İbn Ziyâd'ın Ahkâm'ında fakih Ebû Salih Eyyub b. Süleyman'dan nak­len şu bilgi verilir: "Resulullah (sav) bir köledeki bir payını azat eden bir ada­mı hapsedip azadını tamamlamasını ona zorunlu kıldı." O hadîste "... tâ ki küçük bir koyununu sattı" ifadesi bulunduğunu söyler. İbn Şaban da kitabında şöyle der: Allah Resulünden (sav) hapis ve dayağa hükmettiği hususu rivayet edilmiştir. Hapsin meşruluğunu savunan ulemâdan bazıları "Ka­dınlarınızdan fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin;eğeronlar Şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm (alıp) götürünceyeya da Allah onlara bir yolgösterinceye kadar evlerde tutun" (Nisa 4/15) âyeti ile Hz. Peygamber'in (sav) birinin öldürmesi için bir adamı tutan kimse hakkında söylediği "kati­li öldürün, tutanı da hapsedin" sözünü delil gösterirler. Ebû Ubeyd[363] "tu­tanı tutun" sözünün "onu Ölüm için tutanı (hapsedeni) siz de ölünceye kadar hapsedin" mânâsına geldiğini söyler.[364]

Kadı İbnü'l-Ezrak'ın (ö. 896/1491) Bedâiu*s-silk[365] adlı eserinde, İbn Ferhun'un İbn Kayyim el-Cevziyye'den naklettiği şu bilgi zikredilir: Şerl hapis dar bir yerde hapsetmek olmayıp şahsı tasarruftan men ve alıkoymak­tan ibarettir; bu ister bir evde ister bir mescidde olsun, isterse alacaklının onu takip ve gözetimiyle olsun. Bu yüzdendir ki Hz. Peygamber (sav) onu "esir" diye adlandırmıştır. Ebû Davud'un Sünen'inde Hirmâs b. Habîb'in babasından, onun da kendi babasından yaptığı şu rivayet zikredilir: "Bir borçlumu Resulullah'a (sav)getirdim, bana onufnyakasını tutup) bırakma" buyurdu, sonra da "Ey Temimoğullannın kardeşi, esirine ne yapmak isti­yorsun ?" dedi. İşte Resulullah (sav) ve Ebubekir (ra) zamanında hapis buy­du.[366]

İmam Ahmed eş-Şelebî el-Hanefî'nin tthâfuV-rüvât bi-müselself 1-kudât[367] adlı eserinde Hz. Ali'nin önceliklerini (ilk kez onun tarafından ya­pılmış şeyler) zikrederken şöyle der: "O, İslâm'da ilk defa hapishane yapan­dır. Kendisinden önceki halifeler kuyularda hapis ederlerdi."

Hafâci Şifâ'ul-galîPde "sicn" (hapishane) kelimesiyle ilgili olarak şunları söyler: Resulullah (sav), Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman zamanların­da (özel olarak yapılmış) hapishane yoktu, kişi elverdiği ölçüde mescid ve dehlizlerde hapsediliyordu. Hz, Ah zamanı gelince o hapishane ihdas etti. İslâm'da hapishaneyi ilk ihdas eden o olup "Nâfi" diye adlandırmıştı. Bu ha­pishane sağlam olmadığından insanlar ondan kaçıp gidiyorlardı. Bu yüzden başka bir hapishane inşa ettirdi ve "Muhayyis" diye adlandırdı. Burada bu­nu zikretmemin sebebi, bu isimlerin ilk asırdan sonra ortaya çıkmış olmala­rıdır.[368]

Derim: Buraya kadar kendilerinden nakilde bulunulan kimselerin söy­lediklerinin özü  şudur:  Sözgelimi alacaklının borçlusunu hapsetmesi mânâsına hapis (baştan beri) mevcuttu. Fakat Özel olarak bunun için bir yer edinilmesi ancak Hz. Ömer zamanında oldu. Huzâi burada Ebû Ömer İbn Abdilber'in Behcetü'l-mecâlis adlı eserinden nakille Hz. Ömer'in Hu-tayVyı hapsetmesini ve ayrıca Hz. Ali'nin Kûfe'de bir hapishane yaptırdığı­nı zikreder ki[369] bunlar bu konuda söylenmesi gerekeni tam olarak kapsa­mamaktadır. Hz. Ömer'in HutayVyı hapsetme olayını Zübeyr b. Befckâr el-Muvaffakiyyât'da,[370] Ebü'l-Ferec el-Isfahânî de el-Eğânfde[371] zikreder­ler. Üdfüvi'nin el-tmtâ*ına[372] bakınız. Bedreddin Mahmud el-Aynî'nin Şer-hu'ş-Şevâhidi*I-kübrâ'smda şu bilgi geçer: Zibrikân b. Bedr, HutayVya karşı Hz. Ömer'den yardım diledi ve onun kendisini hicrettiğini ileri sürdü. Hz. Ömer, Hutay a'nın

"Cömertlikleri bırak, onlara ulaşmağa yeltenme[373]

Otur oturduğun yerde, sen ancak kendin giyinik ve toksun!"

şiirini okuyunca ona "Hutay'a'nın senin için kötü birşey söylediğini görmü­yorum" dedi. Bunun üzerine Zibrikân şöyle dedi: tİrnü'l-Fura/a'ya, yani Hassan b. Sâbit'e sor, ef "er beni hicvetmemişse onun aleyhine birşey yapma­ğa lüzum yok. Hz, Ömer Hassân'a haber göndererek Hutay'a'nın "otur otur­duğun yerde, sen ancak kendin giyinik ve toksun!" sözüyle Zibrikân'ı hicve­dip etmediğini sordu. Hassan, onu hicvetmiş olduğunu söyleyince, Hu-tayVyı hapsetti.

Hutay*a hapiste şu şiiri söyledi:

Ne dersin Zû Merah'ta yumurtadan yeni çıkmış kuş yavrularına

Tüyleri daha bitmemiş ne su ne ağaç var

Onlara bakanı attm bir karanlığın dibine (kuyuya)

Affet ey Ömer, Allah'ın selamı olsun üzerine

Onun (Resuhıllah'ın) arkadaşından sonra gelen emîrsin ki

İnsanlar seni yönetime getirdiler

Seni o makama getirmekle sana ikramda bulunmadılar

Fakat kendileri için seçip tercih ettiler seni.

Aynî şöyle der: Hapishaneler kuyulardı. İlk defa hapishane inşa eden Ah b. Ebî Tâlib'tir: Sonra da şiirde geçen "bir karanlığın dibi" sözüyle ilgili olarak şöyle der: yani karanlık bir kuyu. Biz hapishanelerin kuyular olduğu­nu söylemiştik. (Hizânetü'l-edeb'in kenarında bulunan b'askısı, IV, 525).[374]

Derim: Hz. Ömer, muhtemelen, hapishane olarak tahsis ettiği evi satın almadan önce kuyularda hapsediyordu. Beyhaki, Nâfî b. Abdülhâris'ten şu hadisi tahric eder: "O (Nâfi) Safvân b. Ümeyye'den hapis evini Hz. Ömer adı­na 4000 dirheme satın aldı."[375] Buhâri bu hadisi "muallak" olarak rivayet eder. Hafız İbn Hacer'in Telhîsü'l-habîr'ine bakınız.[376] Bu bilginin benzeri Nevevi'nin Tehzîb'inde Nâfi b. Abdülhâris el-Huzâi'nin biyografi­sinde el-Mühezzeb'den naklen verilmektedir.[377] Bu bilgi Makrizi'nin el-Hıtat'ında da geçmektedir. Bedâiu's-silk'te geçtiği üzere İbn Ferhûn, İbn Kayyım'dan "Hz. Ömer zamanında ahali çoğalınca[378] Mekke'de bir ev satın alarak hapishane yaptı"[379] şeklinde nakilde bulunduktan sonra şöyle der: Bunda, hapishane edinmenin meşruluğuna delil vardır.[380]

Miknâs'ta medfun bulunan Sultan Ebü'l-Emlâk Mevlây İsmail b. eş-Şerîf el-Alevî,[381] Kadı Berdele, Münâvi, İbn Rahhâl ve diğer Fas âlimlerine şunu sordu: Hapishaneyi ilk ihdas eden kimdir, insanlar kuyulara nasıl hapsediliyorlardı, Suyûti'nin "hapishaneyi ilk ihdas eden kimse Hz. Ali'dir" sözü ile İbn Ferhûn'un "ülkesi genişlediğinde, ilk kez hapishane ihdas eden Hz. Ömer'dir" sözünü uzlaştırmak nasıl mümkündür? Şeyh Münavi şöyle cevap verdi: İbn Ferhûn ve Suyûti'nin söyledikleri arasındaki çelişki, Suyûti'nin sözünü "Hz. Ali hapishane için özel bir yer ihdas edip başlangıç­tan itibaren onu hapishane maksadıyla kullanan ilk kimsedir" şeklinde, Hz. Ömer'in uygulamasını da "önceleri ev ve benzeri bir maksatla kullanılan ye­ri duruma göre ve ârizî olarak hapishane olarak kullanmak" şeklinde yo­rumlamak suretiyle uzlaştırıhr. Kuyularda hapsetmenin mahiyetine gelin­ce, bundan maksat yeraltında yapılan tünel, (dehliz) tahıl anbarı ve zindan gibi yerlerdir, Bunlar, özellik! geçmiş milletlerin hükümdarlarınca yaptırı­lanlar, genellikle yüzlerce kişiyi alacak genişlikte olurdu. Bu yerler, onların, kendilerinden sonra gelenlerinki ile oranlanmayacak güçleri çapında idi. Bunların kuyu diye adlandırılması, yer altında bulunmaları, kapı ve girişle­rinin dar olması gibi şeklî benzerliklerinden ileri gelmektedir. Ayrıca bu yer­ler duyulan İhtiyaç ölçüsünde çok ve fazla miktarda idi. Şeyh Münâvi'nin Nevazil'ine bakınız.

Kadı İbn Said et-Teysîr fî ahkâmi't-tes'îr adlı eserinde şöyle der: Katip ve şairlerden, bir kimseyi kötü söz ve hicivle hedef edinen olursa haps ve te'dip olunur. Hz. Ömer HutayVya bunu yaptı. O, Zibrikân b. Bedr et-Te-mimVyi "otur oturduğun yerde, sen ancak kendin giyinik ve toksun!" sözüyle hicvedince Hz. Ömer onu hapse attı.[382]

 

Kadın Hapishanesi

 

Siyer kitaplarında Adî b. Hâtim'in İslama girişi ve Resu-lullah'ın (sav) ordusunun kendi memleketini ele geçirdiğini duyduğunda Şam'a kaçışından söz ederken, Resulullah'ın sü­varilerinin onu izlemek için çıktıkları ve yakalananlar ara­sında Hâtim'in kızının da bulunup Tay kabilesi esirleri ile birlikte Medine'ye getirildiği Ijelirtilir. Resulullah'a (sav) Adî'nin Şam'a kaçtığı bildirilince, Hâtim'in kızını mescidin kapısı yanında hurma dal ve saplamyla çevrili yere koydur­du. Kadınlar buraya hapsediliyorlardı.[383]

 

Mahpuslara Yiyecek Verilip Verilmediği

 

îmam Ebû Yusuf Kitâbu'l-Harâc'da şöyle der: Halifeler mahpuslara geçinmelerini sağlayacak yiyecek, katık, yaz ve kış elbiselerini temin ede-gelmişlerdir. Bunu ilk kez Irak'ta Hz. Ali, ondan sonra Şam'da (Suriye'de) Muâviye, sonra da kendisinden sonra gelen halifeler yapmışlardır.[384] Ömer b. Abdülaziz'in İbn Sa'd'ın Tabakât'ındaki biyografisine bakınız -[385] Makri-zi'nin el-Hıtat'ında da şu bilgi verilir: İlk defa hapishane ve muhafız uygula­masını getirenin Muâviye olduğu söylenmiştir.[386]

 

Dayakla Te’dip (Cezalandırma)

 

İbnü't-Tallâ'ın Kitâbü*l-Akdiye'sinde İbn Şaban'ın kitabından şu bil­gi nakledilir: Evzâî Amr b. Şuayb'dan, o da babasından şu rivayeti nakleder: "Bir adam kölesini kasıtlı olarak (amden) Öldürdü. Allah Resulü (sav) ona yüz sopa ( c e 1 d e ) vurdurdu ve bir yıl sürgüne gönderdi. Bir köle azad etmesini de emretti. İbn Şaban kitabında şöyle der: Hz. Peygamber'den (sav), hapis ve dayağa hükmettiğine dair rivayet nakledilmiştir.[387]

Nûru'n-nibrâs'ta ifk hadisesi ile ilgili olarak şöyle denir: Hz. Âişe'ye iftira atanların sopa dayağı ile cezalandırılıp cezalandırılmadıkları konu­sunda iki farklı görüş ileri sürülmüştür. Kuvvetli görüş, Resulullah'ın (sav) onları sopa ile cezalandırdığıdır. Nitekim Buhâri de Târîh'inin sonunda "Onların işleri, aralarında şûra (danışma) iledir" (Şûra 42/38) âyeti bâ-bı'nda bu görüşü kesin olarak benimsemiştir. Dört Sünen müellifi, Am-re'nin Hz. Âişe'den naklettiği şu hadisi rivayet ederler: "Hz. Âişe hakkında âyet nazil olduğunda iki erkek ve bir İcadına had cezası uygulanması emro-lundu ve onlara dayakla cezalan verildi."[388] Tirmizi bu hadisle ilgili olarak şöyle der: Bu hadis "hasen-garîb" tir, bunu ancak İbn İshak yo­luyla bilmekteyiz.[389] İbn Abdilber el-îstîâb'da Mistah'ın biyografisinde, ona sopa ( c e 1 d e ) cezası uygulandığını kesin olarak belirtir.[390] Ham-ne'nin[391] biyografisinde de, iftiracılara sopa atılmış olduğunu sahih kabul edenlere göre onlarla birlikte Hamne'nin de sopa ile cezalandırıldığını kay­deder.[392] Tâberâni'de Hz. Âişe'den §u rivayet nakledilir: "Abdullah b. Übey'e 160 sopa vuruldu." Abdullah b. Ömer şöyle der: Hz. Peygamber'in hanımına iftira eden herkes bu şekilde cezalandırıldı.[393]

 

Sürgünle Te'dîp

 

Hz. Peygamber (sav) yürüyüşünü ve bazı hareketlerini taklit etmesi se­bebiyle Hakem b. Ebi'1-Âs'ı[394] Taife sürdü. Ona bedduada bulunarak sürgün etti ve kendisine "öyle olasın!" dedi. Hakem de sağa sola yalpalayarak yürür oldu. Abdurrahman b. Hassan b. Sabit,[395] Mervân b. Hakem'i bununla ayıp­layarak onu şöyle hicvetti:

Mel'un onun[396] babasıdır, at kemiklerini onun

Atarsan eğer, atmış olursun mefluç bir mecnunu.

Olur[397] karnı zayıf, takva üzere olan;

Habis iş işleyen de olur büyük karınlı.[398]

İbn İbrahim el-Vezir er-Ravdü*l-bâsim'de[399] şöyle der: "Hz. Peygam­ber (sav) Tâiflilere Hakem'le birlikte bulunmalarının kendilerine haram ol­duğunu haber vermemiştir. Onların müslüman olarak Hz. Peygamber'in emirlerine imtisalle ondan uzak durmaları kendilerine vaciptir." Efendimiz Hz. Osman kendi halifeliği sırasında onu Medine'ye geri getirdi. Hz. Os­man'ın bunu, bu hususta kendisince bilinen bir nassa[400] dayanarak yaptığı söylendiği gibi, sadece akrabalığı ve cezanın tamamlanması sebebiyle yaptı­ğı da söylenmiştir.[401]

 

İlgîyî Eestp Yalnız Bırakmakla Tedipte Bulunulması

 

Sahîh-i Buhar i'de geçtiği üzere,[402] Ka'b b. Mâlik, Merâre b. Rebî ve Hilâl b. Ümeyye, dinî inançlarında hiçbir şüphe ve zan bulunmaksızın, Te-bük Gazvesinde Kesulullahia (sav) birlikte olmadılar. Bunlar İslama bağlı­lıkları hususunda töhmet altında değildiler. Sonra Hz. Peygamber'e (sav) ulaşarak özür dileyip yemin ettiler, Resulullah (sav) onlardan yüz çevirerek özürlerini kabul etmedi. Ashaba da "şu üç kişiden —yani Ka'b ve iki arkada­şı— hiçbiriyle konuşmayın" buyurdu. Siyer kitapları ve Sahihay n'da[403] ta­mamıyla verilen Ka'b hadisinde etraflı şekilde anlatıldığı üzere Allah onla­rın tevbelerini kabul edinceye kadar elli gün böyle kaldılar. Hz. Peygamber (sav) ve ashabının kendilerini terk etmelerinden, Kur'ân-ı Kerîm'in şu âyette haber verdiği derecede bir sıkıntı duymuşlardı:

"Bütün genişliğiyle beraber yeryüzü başlarına dar gelmiş ve canları kendilerini sıktıkça sıkmış ve Allah'tan yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı." (Tevbe 9/118). Âyette geçen "bütün genişliğiyle birlikte" yani bütün genişliğine rağmen acı ve üzüntüden dolayı mutmain olacakları bir yer bulamadılar ifadesi, onların şaşkınlıklarım belirtmek için bir temsildir. Tevbelerinin kabul edilmesinin gecikmesi sebebiyle hiçbir se­vinç ve ünsiyetin kâr etmeyeceği üzüntü ve yalnızlıktan gönülleri daraldık­ça daralmıştı. Ka'b hadisinde şu ifade geçer: 'Yeryüzü gözümde öyle bilin­mez bir hal almıştı ki, o bildiğim yeryüzü değildi sanki." Bir başka rivayette de şöyle geçer: "Bahçeler gözümüzde öyle bilinmez bir hal almıştı ki sanki bildiğimiz bahçeler değildiler." Bu, üzüntülü ve kederli kimsenin herşeyde ve hatta kendi nefsinde bulduğu bir haldir. İbn Âid onların durumunu şöyle dile getirir: "Öyle derin bir korku (endişe) duydular ki ruhbanlar gibi oldu­lar."

Beyhâki ed-Delâil'de şöyle der: Onlar on kişiydiler. Tebük Gazvesi'nde Resulullahla (sav) birlikte olmamışlardı. Resulullah (sav) gazveden dönünce, onlardan yedi tanesi kendilerini mescidin direklerine bağladılar. Mescidden döndüğünde yolu onların yanından geçiyordu. Onları görünce, "kendilerini direklere bağlayan şunlar-kimdir?" buyurdu. Şöyle dediler: "Bu, Ebû Lübâbe ve arkadaşlarıdır. Senden geri kalmış, savaşa katılma­mışlardı, ey Allah'ın Resulü. Kendilerini affedip sahveresin diye böyle yap­mışlar." Resulullah şöyle buyurdu: "Allah'ayemin ederim, onları salıveren bizzat Allah olmadıkça, kendilerini ne salıverir, ne affederim. Onlar benden yüz çevirip, müslümanlarla birlikte savaşa katılmadılar." Bu haber onlara ulaşınca şöyle dediler: "Bizi bizzat Allah salıvermedikçe, biz de kendimizi salıvermeyeceğiz." Bunun üzerine Allah Teâlâ "bir kısmı da günahlarını itiraf ettiler, iyi bir ameli kötüsü ile karıştırdılar. Belki Allah bunların tev-besini kabul eder. Çünkü Allah bağışlayan, esirgeyendir"  (Tevbe 9/102) âyetini inzal buyurdu. Âyet nâzi] olunca Resulullah (sav) onlara adam gön­dererek kendilerini salıverdi ve affetti. Yalnız Ebû Lübâbe, kendisi bizzat Resulullah'dan (sav) başkasının çözmesine razı olmadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber bizzat gelip onu salıverdi. Onların tevbelerinin kabul edildiğine dair âyet nazil olunca müjdeci, Ka'b b. Mâlik'e haber verdi. Ka'b da Allah'a secdeye kapandı. Talha b. Ubeydullah[404] onun yanına geldi, onu kutladı ve yürümesine yardım etti. Resulullah'ın (sav) meclisinde bulunanlardan on­dan başkası Ka*b'ın yanına kalkıp gitmedi. Resulullah (say) Ka'b'a şöyle de­di: "Annenin seni doğurduğundan beri geçirdiğin en hayırlı günün kutlu ol­sun"[405] Nevevi şöyle der: "Yani müslüman olduğun günün dışında en hayırlı gün. Buna işaret edilmedi, çünkü bu kesin olarak bilinen bir husustur." İbn Sa'd'ın Tabakât'ında Hamza b. Amr[406] el-E slemî'nin biyografisinde şu bilgi verilir: Ka' b. Mâlik'e hakkında Kur'ân'dan inen âyeti ve tevbesinin kabul edildiğini müjdeleyen Hamza b. Amr'dı. Ka'b bunun üzerine, üstünde bulu­nan iki elbiseyi çıkararak ona giydirdi ve şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki bu iki elbiseden başka elbisem yok. Ebû Katâde'den iki elbise emanet al­dım."[407]

Derim: Bu kıssadan, bir insana haber verdiğinde müjdeciye ve kayıp bildiren kimseye elbisenin çıkarılıp verilebileceği anlaşılmaktadır. Kadı îbn Badis şöyle der: Ben 775 (1374) yılı hac mevsiminde Mekke'de idim. Mısır kâdilkudâtı (baş kadısı) İzzüddin b. Abdülaziz b. Kadı Bedrüddin Ebû Ab­dullah Muhammed b. Cemâa ve Kudüs-ü Şerif Şeyhi Hafız Salahüddin el-Alâî ile fuzâlâdan bir grup da oradaydı. Harem'de İkamet eden mutasavvıf­lardan biriyle ilgili bir mesele vuku buldu. Ondan, içinde şöyle dediği bir ka­side nakledildi:

Ey içinde arzular ve mutluluğun bulunduğu gece,

Yanında küçük kalır Kadir Gecesi!

Bu şahitlikle onun yargılanmasına hükmettiler. Orada bulunan taşra­dan gelmiş bazı kimseler, ona karşı şiddetle davranılması için fetva verdiler. Hatta bazıları daha da ileri gitti ve kâdilkudât o sözü söyleyene saldırıp vur­mak istedi. Şeyh Salâhüddin el-Alâî bana şöyle dedi: Ben ona kanat germeye ve selamet yollarını aramaya devam edeceğim, kadilkudata "ne tasavvuf eh­line taarruzda bulunmanı, ne de hüküm gerçekleşmemiş bir hususta acele etmeni hoş karşılamıyorum" diyeceğim. O,Hz. Peygamber'in(sav)"...geçir-diğin en hayırlı günün kutlu olsun" sözünü de delil getirdi. Malumdur ki Ka'b Kadir Gecesi de geçirmişti. Nebi (sav) o geceyi onun geçirdiği en hayırlı gece saydı. Çünkü Allah o gece onu bağışlamıştı. Şüphesiz bu,her şahsagöre ayrı anlamı bulunan bir husus olup o sözü söyleyen mutasavvıfın maksadı da buydu.

Derim: Burada bu faydalı bilgiyi, muhaddisler ve hafızların geçmişte tasavvuf ehline gösterdikleri müsamahanın derecesi ve onların u ş a t a -hât" ve mübalağalarım sünnetle desteklemeye yönelişleri bilinsin diye verdim. İbn Badis şöyle der: Allah Resulünün (sav) ashabı Ka'b ve iki arka-daşıylakonuşmaktannehyetmesi,masiyetve bidat ı açık olan kimsele­ri, cezalandırmak ve tahkir için, vazgeçmeleri ve tevbelerinin gerçekleşme­sine kadar yalnızlığa terketmenin, kendileriyle alâkayı kesmenin ve onlara selam vermemenin vacip oluşuna delildir,

Taberâni şöyle der: Ka'b hadisi, masiyet,fısk ve bidat ehlini yal­nızlığa terketmek konusunda delildir. Çünkü gazadan geri kalışları sebe­biyle Resulullah (sav) onlarla konuşmaktan ashabı menetmiştir. Bu davra­nışları ne küfür, ne i r t i d â t idi; sadece işledikleri bir günahtı. Allah tevbelerini kabul edinceye kadar ashap onları yalnızlığa terketti, tevbeden sonra ise Resulullah kendileriyle ilişki kurulmasını emretti. Tevili olmaya­cak şekilde Allah ve Resulü'nün (sav) emrine muhalefette bulunduğu bir gü­nahı işleyen, masiyet olduğu bilinen bir şeyi irtikab eden her kişiyi, Allah ve Resulü adına bir dargınlık ifadesi olarak bunun gibi yalnız bırakmak ve ma­lum ve açık bir şekilde tevbe edinceye kadar kendisiyle konuşmamak gere­kir. Bu tutum müşrikler konusunda söz konusu değildir. Çünkü onlarla alış­veriş ve muamelede bulunmak konusunda icma vaki olup kendileriyle ilişki kesilemez. Bu ise, berikilerle ilgili olarak, her ne kadar tevhid ve risaleti ik­rar etmiş olsalar da, bir günah işlemiş olmalarından dolayı bizzat Resulul­lah (sav) tarafından uygulanmıştı.

Teşnifii'I-mesâmi'de "Kişinin müslüman kardeşini üç günden fazla terketmesi (dargın kalması) helal değildir"[408] hadisi ile ilgili olarak İbn Zerkûn'un Şerhu'l-Muvatta'da şöyle dediği kaydedilir: Bu hadis, Ka'b b. Mâlik hadisiyle tahsis olunmuştur. Ka'b hadisi, bidat ehli, dinde rıza göste­rilmeyecek birşey ihdas eden, kendisiyle oturmada din ve dünya konusunda zarar meydana gelmesinden, nefret ve düşmanlığın artmasından korkulan kimseyi terketme (alakayı kesme) konusunda delildir. Böyle birini terket­mek ve kendisinden uzaklaşmak ona yakın olmaktan daha hayırlıdır. Çünkü o senin hatalarını aleyhinde kullanır ve doğruların konusunda sana mu­halefet eder. Bazan güzel bir ayrılış, eza verici bir birlikte oluştan daha ha­yırlıdır, el-thyâ'da "Kitabü'l-uzle"ye bakınız. Orada Gazzâli "Kişinin, şer­lerinden emin olunmayan kimse dışında müslüman kardeşini üç günden fazla terketmesi ona helal değildir" hadisini zikrederek şöyle der: Bu hadis, tahsis konusunda sarih olup Hasanı Basrfnin şu sözü de buna işaret etmnektedir: "Ahmakla ilişkiyi kesmek Allah Teâlâ'ya yakınlıktır (ibadettir), çünkü bu durum ölüme sürükler. Zira ahmaklığın iyileşmesi beklenmez,"[409]

İbn Ferhûn et-Tebsire*de şöyle der: Nebi (sav) terketmek suretiyle ta-zir cezası verdi. Bu ceza gazadan geri kalan üç kişi hakkında uygulanmıştı. Ömer b. Hattâb (ra) da Kur'ân'ın "müşkil" lafızlarını sorup duran Sabîğ'in[410] yalnız bırakılmasını emretti. Bunun üzerine kimse onunla ko­nuşmuyordu.[411] Ebû Dâvud "Cennet kapıları her pazartesi ve perşembe gün­leri açılır ve Allah Teâlâ bu iki günde, kardeşiyle arasında düşmanlık bulu­nan kimse hariç, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamış her kulu affeder; Şöyle denir:Barışıncaya dek şu ikisini (bekletin) geciktirin" hadisini zikrettiğinde şöyle der: Ancak terketmek Allah rızası için olursa bu durum sözkonusu de­ğildir. Resulullah (sav) hanımlarından bazılanm kırk gün terketti. İbn Ömer de bir oğlunu ölünceye dek terketti.[412] Nevevi şöyle der: "Bidat ve fısk ehli kimselerle sünnete uymayanları terketmek konusunda hadisler varid olmuştur. Zurkâni Muvatta şerhinde şöyle der: Bu sözün aslı Suyûti'ye ait­tir: "Ashab, tabiîn ve onlardan sonra gelenler, sünnete muhalefet eden veya konuştuklarında kendilerine zararı dokunan kimseyi terk edegelmişler-dir."[413] Hattâb'da[414] da Tâdeli'den şöyle dediği nakledilir: "Sevgi ve ülfeti umulmayan kimseyle, o münasebet kurmak istese bile, münasebet kurma­mak gerekir. Çünkü münasebet kurmanın faydası, kalplerin temizlenme­sinden (güzelleşmesinden) başka birşey değildir. Sevgiyi açığa vurup kinini gizleyen kimsenin ise terkedilmesi gerekir. "İbn Ferhîin'un Elğâz'ında, Ebubekir el-Verrâk'ın büyük Muhtasarının "Cami" bölümünden naklen şu bilgi verilir: "Kişi, bir insanın kendi selamından yüz çevireceğini (selamı almayacağını) bilse,onaselam vermemesi caiz olup bu davranış yasaklanan terkin şümulüne girmez." Dürretü'l-gavvâs'ın "Kitâbü'1-Câmi" bölümüne bakınız.

Derim: Bendeki bir mecmuada Hafız Suyûti'ye ait ve bir forma kadar hacmi bulunan ez-Zecr fi*l-hecr[415] adlı bir risale mevcuttur. Suyûti risaleyi, Allah rızası için terk (ilgiyi kesme), ameller, sözler ve inançta bida-ta sapan kimseleri terkle ilgili olarak ashap, tabiîn ve onlardan sonra gelen­lerden nakil ve isnadlarla doldurmuştur. Risaleye Ka'b ve arkadaşlarının kıssasıyla başlayarak şöyle der: Bazı alimler, ashaptan "terk" ile cezalandı­rılanların adlarını bir araya topladılar. Suyûti sonra şu isimleri sayar: Hz. Âişe, Hafsa, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Ammâr b. Yasîr, Osman b. Affân, Abdurrah-man b. Avf ve başkaları. Bu risaleye bakınız. Seyyid es-Semhudî'nin Cevâhirü'l-ikdeyn fîfazli'ş-şerefeyn adlı eserinin baş tarafına bakarsan enteresan bilgiler bulursun.[416] Fakat Şeyh Cessûs bidat sahibini terk­ten bahsederken şöyle der: Kişi onu cezalandırmaya imkân ve öğüt vermeye güç bulamaz da onunla münasebeti kesip terketmeden korkarsa kendisiyle münasebet kurabilir.[417]

 

Allah Resulümün Müstehak Olan Kimseye Yüz Asma Ve Benzeri Şekilde Muamelede Bulunması

 

Muvatta[418] ve diğer eserlerde Hişâmb. Urve'nin babasından mev­kuf olarak; Tirmizi'nin Said b. Yahya el-Ûmevî[419] yoluyla, onun babasın­dan, onun Hişâm'dan, onun babasından ve onun da Hz. Âişe'den nakliyle m e v s û 1 olarak rivayet ettiği hadiste Hz. Âişe şöyle der: "Abese sûresi Abdullah b. Ümmi Mektûm[420] hakkında nazil oldu. O, Resulullah'a gelerek "Ey Muhammed, beni irşad et"[421] dedi. Resulullah'ın yanında müşriklerin ileri gelenlerinden bir adam vardı.[422] Nebi (sav) om^n yüz çevirip diğerine yöneldi ve "ey falanın babası, söylediğimde bir beis görüyor musun?" dedi. O da "hayır, kanlar (in masumiyet ve haramlığın)a andolsun, senin dediğinde bir beis görmüyorum" dedi ve bunun üzerine "Ona a'ma geldi diye surat astı ve döndü..." (Abese Sûresi) nazil oldu."[423] Fahreddin er-Râzî, Tefsîr'inde Abese sûresinde şöyle der: Açık olan şudur ki Allah Resulü (sav) gördüğü maslahat çerçevesinde ashabına muamelede bulunmaya mezun idi ve çoğu zaman ashabını tedip eder ve bazı şeylerden men ederdi. Nasıl böyle olmasın ki, o ancak onları eğitmek ve ahlâkın güzelliklerini kendilerine öğretmek için gönderilmiştir. Durum böyle olunca bu "yüz buruşturma" da ashabını tedip konusunda Allah'ın kendisine verdiği iznin şümulüne girer. Bu husus­ta müsaadeye sahip olunca da "Ona a'ma geldi diye surat astı ve döndü" âyetiyle niçin kınama vaki oldu? Bunun cevabı şudur: Hz. Peygamber (sav) ashabını eğitmek konusunda müsaadeye sahipti, fakat burada zenginlerin fakirlere tercihi ve bu da dünyanın dine tercih edildiği zannını uyandırdığın­dan bu kınama sözkonusu olmuştur.[424]

Bir latife (incelik): Salâhuddin es-Safedî Nektü'l-himyân'da bunun hemen arkasından şöyle der: Bunda dünyayı dine tercih zannını uyandıra­cak birşey yoktur. Çünkü o kafirler müslüman olsalardı, onların İslama giri­şiyle birlikte taraftarları, eşleri ve onların sözünden çıkmayan büyük bir kit­le de müslüman olacaktı. Bu maksatladır ki Allah Resulü (sav) onların müs­lüman olmalarına alâka ve arzu duydu. Bu da dinin gayesidir.[425] Ebû Ya'lâ, Enes'ten şu rivayeti tahric eder: "Nebi (sav) bu olay ve âyetin nüzulünden sonra İbn Ümmi Mektûm'a ikramda bulunurdu."[426] Salâhuddin es-Safedfnin Nektü'l-himyân'ında olduğu gibi başkaları şu ilavede bulunur­lar: Resulullah (sav) onu gördüğünde kendisine "Merhabaey Rabbiminken-disi hakkında beni uyardığı kişi" der ve bir ihtiyacı olup olmadığını sorardı. Resulullah (sav) onu iki defa Medine'de kendi yerine yönetici olarak bırak­mıştır.[427]

Derim: Hatta Seffârîni'nin Şerhu Manzumeti'1-âdâb'mda, Hattâbînin "Kitabu'l-îmâre" de "körün görevlendirilmesi bâbı"nda[428] şöyle dediği nakledilir: İbn Ümmi Mektûm ne zaman gelse Resulullah onun için kalkar ve "merhaba ey Rabbimin kendisi hakkında beni uyardığı kişi" derdi.[429] Seffârîni, Hattâbî'den başka bazı alimlerin bu hadisi "kalkardı" lafzı olmak­sızın zikrettiklerini söyler, (bkz. I, 279)

Bir nükte: İbn Cerîr, İbnZeyd'den şöyle dediğini tahric eder: "Denildiki eğer Resulullah (sav) vahyden birşey gizlemiş olsaydı bunu kendisinden saklardı." Bir başka nükte: İhyâ'da "Kitabü's-simâ" da, "İnsanlardan kimi var ki bilgisizce Allah'ın yolundan (insanları) saptırmak ve onunla alay et­mek için eğlence (türünden boş) sözleri satın alırlar." (Lokman 31/6) âyeti ile ilgili olarak şöyle denir: Eğer insanları Allah'ın yolundan saptırmak için Kur'ân okunursa, bu da haram olur. Nitekim münafıklardan birinin halka imamlık yaptığı ve Resulullah'ı (sav) "uyarma" bulunduğu için Abese sûresinden başkasını okumadığı, Hz. Ömer'in de onu öldürmeye yeltendiği ve onun bu davranışını, insanları saptırma söz konusu olduğu için haram gör­düğü haber verilmektedir (Şerhu*l-lhyâ, Mısır baskısı, VI, 517).[430] Meccâ-ci'nin, îbn Ebî Cemre'nin Muhtasarına yaptığı şerhte İbn Ferhûn'dan şu nakilde bulunulur: "İmamın insanları saptırmak maksadıyla Abese sûresi, cihad (savaş) âyeti vs. gibi belli bir sûreyi devamlı olarak okumaya devam et­mesi caiz değildir." İbn Ferhûn'un Elgaz'ma bakınız.

Bir Nükte: Şeyh babam bir defasında müridlerinden birini yüzüne kar­şı azarlamıştı. Kendisine şöyle itirazda bulunuldu: Hz. Peygamber (sav) hiç kimseye hoşlanmadığı şeyi yüzüne karşı söylemez; fakat "ne oluyor bazıla­rına ki..." derdi. Ben de o kimseye Hz, Peygamber'in (sav), Sahîh-i Buhâ-ri*de geçtiği üzere "Sende Cahiliye hasletlerinden bir haslet var"[431] sözü ve İbn Ümmi Mektûm'akarşı yüzünü buruşturmasını belirterek cevap verdim. Evet, bu konuda sözün özü şudur ki Hz. Peygamber'in davranışı, derin sev­giyle dolu sağlam inançlı kimse ile diğer müzebzebin (mütereddit, ortada) kimseler arasında, insanların farklı durumlarına göre değişiyordu. Onların her birine, seviye (durum) ve imanına göre hitap ediyordu. Allah en iyisini bilir.[432]

 

Allah Resulü’nün Bizzat Kendi Eliyle Öldürmesi

 

Allah Resulü (sav) Uhud Gazvesi'nde kerîm eliyle Übey b. Halefi öldür­dü. Şöyle ki Resulullah (sav) kısa mızrağı (harbe) Haris b. Simme'nin elin­den aldı ve onunla öyle bir titredi ki oradakiler, silkindiğihde devenin sırtın­da sivrisineklerin dağılması gibi dağıldılar. Sonra Hz. Peygamber (sav) Übeyle karşı karşıya geldi ve boynuna, onu atından indiren bir mızrak dar­besi indirdi. Düşünce kaburga kemiklerinden biri kırıldı ve Şerifte öldü.[433] Hafız Bâbili Sîret'inde Hz. Peygamber'in (sav) bundan başka bizzat kimse­yi öldürmediğini zikreder. Zurkâni'nin Şerhu*l-Mevâhib*de çeşitli yerler­de (bkz. 1,56, II, 54, IV, 304) naklettiği üzere bu bilginin aslı İbn Teymiyye'ye aittir.[434] İmam Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Yusuf el-Kâtib el-HârizmîMefâtihu'l-ulûmMaNecâşi'nin Allah Resulüne (sav) hediye ettiği harbe'den söz ederken şöyle der: Resulullah bayram günü musallaya çıktı­ğında önüne dikiliyordu. Bu harbe Resulullah'ın (sav) Uhud'da Übey b. Ha­lefi Öldürdüğü harbe ohıp anze diye anılıyordu.[435] Bununla, Hz. Peygam­ber'in (sav) kendisiyle öldürdüğü harbenin Habeşistan'dan gönderilen har­be olduğunu belirtmiş oluyor.[436]

 

Allah Resulü'nün Yakıp Yıkma Suretiyle Cezalandırması Ve Bunun İçin Kimi Gönderdiği

 

İbn Hişâm, Abdullah b. Hâris'ten,[437] o babasından, o da kendi babasın­dan[438] şu rivayeti nakleder: Münafıklardan bazı kimselerin Yahudi Süvey-lim'inevindetoplanarakhalkıHz. Peygamber'le (sav) birlikteTebük Gazve-si'ne katılmaktan alıkoydukları haberi kendisine ulaştı. Resulullah (sav) Talha b. Ubeydullah'ı[439] bir grup ashapla onlara gönderdi ve Süveylim'in evini onların üzerine yakmasını emretti, o da öyle yaptı. Dahhak b. Halife evin arkasından atladı ve ayağı kırıldı, adamları da atlayıp kurtuldular.[440]

Tebük Gazvesi'nde Hz. Peygamber'e (sav) Mescid-i Dırâr'ın haberi va­hiyle bildirildi. Resulullah (sav) Mâlik b. Duhşem ve Ma'n b. Adî el-Aclânî'yi çağırarak "ehli zalim olan şu mescide gidin, onu yakıp yıkın" buyurdu. On­lar da Mescid-i Dırâr'ı yakıp yıktılar. Bir rivayette de Resulullah'ın (sav) Mâlik'i, Ma'n ve onun kardeşini çağırttığı belirtilir.[441] Beğavi, Âmir b. Seken ve Hz. Hamza'nın katili Vahşi'yi bunlara ilave eder. et-Tecrîd*de ise Sü-veyd b. Ayyaş el-Ensârî[442] ilave olarak zikredilir ve Resulullah'ın (sav) "ehli zalim olan şu mescide gidin ve onu yakıp yıkın" buyurduğu kaydedilir. Zurkâni Şerhu'l-Mevâhib'de şöyle der:[443] Muhtemelen Resulullah (sav) önce o ikisini gönderdi ve kendilerine ikil (tesniye) lafzıyla; bunları dört ki­şiyle daha takviye ederek kendilerine çoğul (cemi) lafzıyla hitabetti.[444] Ravilerin bir kısmı, diğerlerinin hıfzetmediği rivayeti bellemiştir. Ibn İshak şöy­le der: Mâlik ile Ma'n çıkıp süratle gittiler ve Mâlik b. Duhşem'in kabilesi Benî Salim b. Avf a vardılar. Mâlik, Ma'n'a "ailemin yanından ateş alıp ge­linceye kadar beni bekle" dedi ve ailesinin yanına (evine) girdi, bir hurma dalı alıp yaktı, sonra çıkıp süratle gittiler. Mescid-i Dırâr'a girdiler, mensup­ları içindeydi, mescidi yakıp yıktılar. Bir başka rivayet de şöyledir: Süratle çıkıp gittiler. Benî Sâlim'e vardıklarında Mâlik bir hurma dalı alıp yaktı ve sonra süratle hareket ederek akşam ile yatsı vakti arasında Mescid-i Dırâr'a geldiler. Ehli içindeydi, mescidi yakıp yıkıp yerle bir ettiler ve mensupları (orada toplananlar) dağılıp gittiler.[445] Dokuzuncu Bölüm'de "Bina ustası ve sanatı"nın ele alındığı yere bakınız.[446]

Sahîh-i Buhar i'de, Hz. Peygamber'in (sav) Benî Nadîr'in hurmalıkla-rının kesilmesini emrettiği nakledilir.[447] el-MüdeweneMe şu bilgi nakle­dilir: Nebi (sav) Benî Nadîr'in hurma bağlarını kestirdi ve köylerini yaktırdı. İbn Vehb şu nakilde bulunur: Nebi (sav) Benî Nadîr'in hurma bağını kestir­di. Burası Büveyre denilen yer olup Hassan b. Sabit (ra) bununla ilgili olarak şöyle der:

Benî Lüey reislerine hafif geldi

Büveyre'de yayılıp dağılan yangın.[448]

İbn Gazi Tekmîlü't-Takyîd'de bununla ilgili olarak şöyle der:

Mezhebin temel kitaplarında bu beyitten başka şiir mevcut değildir. Bundan dolayı Şeyh Ebü'1-Fazl İbnü'n-Nahvî şöyle der:

Arkadaşlık yaptım dini olup edebi olmayanlarla

Ve edebi olup dini olmayanlarla

Kaldım onlar arasında garip olarak tek başıma

Hassân'ın beyti gibi Sahnûn'un kitabında.[449]

 

Allah Resulttnün Haketmiş Kimseye, Gözlerine Mil Çekme, Susuz Yere Atma, El Ve Ayakları Kesme Vb. Bir Şekilde Muamelede Bulunması

 

Urenîlerle ilgili kıssa meşhur olup Buhâri çeşitli yerlerde onu tahric et­miştir. Biz bu kıssayı Buhâri'nin "Deve, davar ve koyunun bevilleri ve ağılla­rı bâbı"ndan naklen vereceğiz. Enes (ra) şöyle dedi: "Ukl veya Ureyne kabile­sinde bazı insanlar geldiler. Medine'nin havası onlara iyi gelmedi. Nebi (sav) sağmal develerin bevl ve sütlerini içmelerini emretti. Onlar da gittiler, sıhhat bulduklarında Resulullah'ın (sav) çobanını öldürdüler ve develeri alıp götürdüler. Sabah erken haber geldi, peşlerine dştük, gün yükseldi­ğinde getirildiler. Hz. Peygamber (sav) el ve ayaklarının kesilmesini emretti, gözlerine mil çekildi, Harre'ye (Medine'de kara taşlık bir yer) atıldılar. Su is­tiyorlardı, kendilerine su verilmiyordu."[450] Evzâi "tâ ki öldüler" ilâvesinde bulunur. İbn Ebî Avâne'nin naklettiği, Akîl'in Enes'ten yaptığı rivayette şöyle denir: "iki tanesi asıldı, ikisinin (el ve ayağı) kesildi, ikisinin de gözleri­ne mil çekildi." Bu rivayet eğer "mahfuz"[451] ise, cezalan aralarında dağıtıl­mış demektir. Ibnü'l-Cevzî'nin de aralarında bulunduğu bir grup alim şöyle der: Bu ceza onlara kısas olarak uygulanmıştır.[452] Sahîh-i Buhâri'de Ebû Kalâbe'nin şöyle dediği nakledilir: "onlar hırsızlık yaptılar, adam öldürdüler, imandan sonra küfre saptılar ve Allah ve Resulüne harb açtılar."[453] Müs­lim, Enes'ten şu tahricde bulunur: "Nebi (sav) Urenîlerin gözlerine mil çekti. Çünkü onlar da çobanların gözlerine mil çekmişlerdi."[454]

Buhâri "Kitâbü'l-Cihâd" da "Müşrik, müslümanı yaktığında o da yakı­lır mı babı" adıyla bir bâb başlığı açarak bu rivayete işarette bulunur.[455] Şöy­le de denilmiştir: "Susuzluğa mahkûm edilmelerinin sebebi, kendisiyle ra­hatsızlık ve açlıktan şifa buldukları deve sütlerini içme nimetine nankör­lükle karşılık vermeleridir. Zira Hz. Peygamber (sav) Nesâi'nin[456] rivayet et­tiği bir kıssada, Âl-i Beyt'ini susuz bırakanlara susuzluk çekmeleri beddua­sında bulunmuştu. Muhtemeldir ki onlar o gece, âdet olduğu üzere her gece sağmal develerinden Allah Resulüne (sav) ikram ettikleri sütün gönderil­mesini engellemişlerdi.[457] Hafız İbn Hacer'in Fethu'l-Bârfde kaydettiğine göre îbn Sa'd da bunu söylemiştir.[458]

Taberâni, Bârûdi, îbn Adî vebaşkalan Zeyd b. Harîş yoluyla Ubeydul-lah b. Ömer'in Eyyüb'den, onun Nâfi'den, onun da İbn Ömer'den yaptığı şu rivayeti naklederler: "Hz. Peygamber'e (sav) bir hırsız getirildi. Ren ulu Hah onun elini kestirdi. Adam soğuğun şiddetinde kendi haline yalnız kalmıştı. Fâtikdenüen birikalkıp ona bir çadır kurdu ve atef yaktı. Allah Resulü (sav) dışarı çıktı, kendisine bu durum haber verilince, "Allah'ım, şu yaralı (musi­bete uğrayan) kulunu koruduğu gibi sen de Fâtik'e mağfiret buyur" diye dua etti.

Tenbih: Hafâci ve İbn Abdisselâm Benâni el-Fâsf nin eş-Şifâ şerhlerin­de şu bilgi verilir: "Gerçekten Tevrat'ı biz indirdik; onda hidayet ve nur var­dır" (Mâide 5/44) ve "Ve kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlara birçok faydalar bulunan demiri indirdik..." (Hadîd 57/25) ilahî kelâmları ile ilgili olarak Utbi'ye, beriki ile "demir" arasında balık ile büyük keleri bir araya ge­tirmeye benzer bir münasebetten öte nasıl bir münasebet bulunduğu sorul­du.[459] Utbi şöyle cevap verdi: Hükümdarların hükümdarı olan Allah Teâlâ, Resulü'nü kulları arasında emir ve yasaklarım icra için göndermiştir. Kul­lan iki gruptur; bir kısmı akıllı, anlayış sahibi kimseler olup irşadları ilahi kitaplar ve bunların içerdikleri kesin deliller yoluyladır. Bir kısmı da cahil­lerdir, onları boyun eğdirmek ise kılıç ve mızrakla galebe ve korkutma yo­luyladır. Böylece âyetin mânâsı şöyle olur: "Onları avam ve havas sı zaptet­mek için gönderdik." Hangi münasebet bundan daha mükemmel olabilir?[460]

 

Esirleri Gözetmekle Görevlendirilen Kimse

 

İbn Hacer el-tsâbe'de Eşlem b. Becre el-Ensârî'nin biyografisinde, Taberâni'nin el-Mu'cemü's-sağîr'de Zübeyr b. Bekkâr yoluyla, onun Ab­dullah b. Amr el-Fihrfden, onun Muhammed b. İbrahim b. Muhammed b. Eslem'den, onun babasından ve onun da dedesi Eşlem el-Ensârfden şu riva­yetini tahric ettiğini belirtir: "Nebi (sav)-beni Benî Kureyza esirlerine muha­fız kıldı." (Hadis).[461] Yine el-tsâbe'de Büdeyl b. Verkâ'mn biyografisinde, Buhâri'nin Târihinde[462] İbn Büdeyl b. Verkâ'dan, onun da babasından şu rivayetini tahric ettiğini ve bunun hasen bir hadis olduğunu zikreder: "Nebi (sav) ona esirleri ve mallan, kendisine ulaşılıncaya kadar, Ci'râne'de alıkoy­masını emretti o da öyle yaptı (I, 146).[463]

Yine el-tsâbe'de Müslim b. Eşlem b. Becre[464] el-Ensârî el-Hazrecî'nin biyografisini verir ve İbn Ebî Âsım'ın ondan şu tahriri yaptığını zikreder: "Nebî (sav) onu, çocukların tenasül uzuvlarına bakmak ve eğer kıl bitmişse boyunlarını vurmak üzere Benî Kureyza esirleri üzerine görevlendirdi. Taberâni bunu Alime d b. Mualla'dan, onun da Hişâm'dan rivayeti olarak tahric etmiştir.[465] îbn Sa'd'ın Tabakât'ında şu bilgi verilir: Hz. Peygamber (sav) Mürey si esirlerinin ellerinin bağlanarak bir yana konulmasını emretti ve Büreyde b. Husayb'ı onları gözetmekle görevlendirdi.[466] Yine el-tsâbe'de Resulullah'ın (sav) azatlısı Şükrân'ın biyografisinde, Resulullah'ın onu Mü-reysi erkeklerinde bulunan değersiz eşya ve silahlar ile develer, koyunlarve çocukları bir tarafla muhafaza etmekle görevlendirdiği belirtilir.[467]

 

Had Cezalarını Uygulayanlar Ve Allah Resulü Zamanında Kimin Bununla Görevlendirildiği

 

İbnü'l-Arabî Ahkâmü'l-Kur'ân'da şöyle der: Had cezalarını uygulama yetkisi iki kısımdır. Birincisi, cezanın hükme bağ­lanması olup bu kadılara (hakimlere) aittir. Diğeri ise ceza­nın yerine getirilmesi işidir. Allah Resulü (sav) bu görevi bazı kimselere tevdi etmiş olup Ali b. Ebî Talib ve Muhammed b. Mesleme bunlardandır.[468]

 

Savaşta Ağaçları Kesmekle Görevlendirilen Kimse

 

el-îsâbe'de Abdurrahman b. Ka'b el-Müzenî'nin biyografisinde, Hz. Peygamberin (sav) Ebû Leyla el-Müzenî ile Abdullah b. Selâm'ı Benî Nadîr'in hurmalıklarını kesmekle görevlendirdiği belirtilir.[469]

 

 



[1] Zurkâni, Şerhul-Mevahib, III, 363.

[2] Bu bilgiyi Muhtasaru’s-siyer’de zikreden İbn Cemâa, ardından da Attâb'ın o sıra­da yirmi yağından küçük olduğunu belirtir (bkz. Huzâi, s. 267).

[3] İbn Kayyım, Zadü’l-meâd, 1,126.

[4] Huzâi'nin metninde (bkz. t. Abbas, s. 269) bu isim her ne kadar Seâlibî şeklinde geçi­yorsa da, kaynaklarını zikrettiği yerde (s. 789) de geçtiği üzere doğrusu Sa'lebî olma­lıdır. Bu zât Ebû Ishâk es-Sa'lebî (ö. 427/1035) olup söz konusu eseri de el-Koff vel-beyân an tefefri'l-Kur'ftn'dır. (bkz. İA, X, 125; SuppL, 1.592; Zirikli, I, 205-206. Tefsir sahibi Seâlibî ise Huzâi'den bir asır sonra yaşamış bulunan Ebû Zeyd es-Seâlibî (Ö. 873/1468) olup eserinin adı el-Cevahirul-hJsıuı fl teftiril-Kur'An'dır (bk*. 1A,X, 266; SuppL, II, 351; Zirikli, IV, 107).

[5] el-İsabe, II, 451.

[6] Belensi'nin(ö.782/138Û)bue8eriKur'ân-ıKerîm'deki rnübhemât'a dairdir(Neylül. ibtiha, s- 270; Suppl, II, 377, 393). Bu eserin dayandığı el-flAm, Süheylî'nin (ö. 581/1285) et-TaVif vel-îlâm lima übbime minel-Kur'âjı min esmâil-alâm adlı eaeri (SuppL, I, 734), et-Tekmü de îbn Asker el-Gassânî'nin (ö. 636/1238) et-Tekmîl vel-ikm&l adlı eseridir (Suppl, I, 734).

[7] Metinde "kale" (söyledi) kelimesi düşmüştür.

[8] Metinde V harfleri "d" şeklinde geçmiştir.

[9] Subhu’l-a’şâ, V, 26.

[10] Bu bilgi için bkz. el-İsabe I, 170. Hz. Peygamberin Muâz b. Cebel ile birlikte Bâzân'a gönderdiği mektup için bkz. Hamidullah, el-Vesâik, s. 212 (nr. 106/C).

[11] Zurkâni, III, 363.

[12] el-İsabe, II, 286-287.

[13] Metinde Hemezâni şeklinde geçmiştir.

[14] el-İsâbeII,251;Üsdül-ğâbe,III, 126.

[15] Metinde Tağlebe seklinde geçmiştir.

[16] el-İsâbe, II, 351.

[17] age, II, 359.

[18] Metinde el-Mârinî şeklinde geçmiştir.

[19] Seyf b. Ömer et-Temîmî (ö. 200/815) olup el-Fütuhûl-kebîradlı eseri vardır (bkz. KehJıâle, IV, 288).

[20]  bkz. Mu'cemul-büldân, II. 115.

[21] el-İsâbe I, 274.

[22] Ibn Hibbân, Meşâhiraulemâîl-enısâr,Kahirel959,s.35.İbn Hibbân burada yalnızca onun ashaptan olduğunu kaydetmiştir.

[23] İbn Sa'd, IV, 56-57; el-İsâbe, I, 292. Metinde ve el-İsâbe'de geçen "amelihi bi-Mekke" ifadesi İbn Sa'd'da"a'mâli Mekke" şeklindedir ki doğrusu da budur. Ayrıca son cümle de İbn Sa'd'da adı geçen halifelerin onu Mekke'ye tayin ettikleri şeklindedir.

[24] el-İsâbe, I, 339.

[25] el-îsâbe, I, 387.

[26] Metinde Hâkim diye geçer ki yanlıştır.

[27] Metinde Selâsil şeklinde geçmiştir.

[28] el-İsâbe, I, 497. Burada Hz. Ömer geçmemektedir (Ayrıca bkz. İbn Sa'd, VI, 68; Üsdül-ğâbe, II, 196). İbn Hişâm'da (II, 123) Amr'ın yardım istemesi üzerine Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ın kumandasında asker gönderildiği, Hz. Ebubekir ve Osman'ın da bunlar içinde bulunduğu kaydedilir.

[29] el-İsâbe, I, 559; Üsdü'1-gâbe, II, 275.

[30] el-îsâbe, II, 11 îbn Hışam, I, 598.

[31] Ahmed b Hanbel, Müsned, IV, 79.

[32] el-İsâbe, II, 26.

[33] Metinde Said b Hufâf şeklinde yanlış geçmiştir.

[34] el-İsâbe, II, 53.

[35] Metinde Sa'd b Abdullah b Rebîa şeklinde geçmiştir.

[36] age, II, 54 55.

[37] age, II, 69 Metinde fahiş hatalar olup Kays'la ilgili bilgi hiç verilmemiştir Dolayı sıyla metinden amil tayın edilenin Seleme olduğu anlaşılmaktadır Aynca Benî Mervân da Mervan peklinde geçmiştir.

[38] age, II, 196.

[39] age, II, 218.

[40] age, I, 63 Üsdul-ğâbe, I, 137.

[41] el-lsâbe, I, 274.

[42] age, II, 388 389.

[43] age, II, 460 Ayrıca bkz Müsned, IV, 217.

[44] el-İsâbe, II, 494; Üsdül-ğâbe, IV, 67.

[45] el-İsâbe, II, 497-498.

[46] age, II, 532.

[47] bkz. Nesâi, Kasâme 45-46; Dârimî, Dıyât 12; Haraidullah, el-Vesâik, s. 206-211. Kettâni bu belgeyi daha önce "Allah Resulünün Ahkama dair Mektuplarından Tari­hin Metnini Bize Ulaştırdığı En Uzun ve Kapsamlı Mektup  başlığı altında zikret­mişti (bkz. I, 245-249).

[48] Üsdül-ğâbe, IV, 214.

[49] Tehzîbül-esmâ vel-Iugât, I/l, 26.

[50] el-İsâbe, II, 532. Kayn, metinde Kays şeklinde geçmiştir.

[51] age, II, 539.

[52] age, III, 14.

[53] age, III, 44.

[54] age, III, 90.

[55] age, III, 92.

[56] Metinde Mudhıc şeklinde geçmiştir.

[57] age, III, 205.

[58] el-İsâbe, III, 230-231; Üsdü'1-ğâbe, IV, 398. Karade b. Nuf^se adı metinde Mürde b. Nüfâte şeklinde geçmiştir.

[59] Aynı bilgi için bkz Suyûti, Hüsnül-muhâdara, I, 252.

[60] el-İsâbe, III, 236, Üsdül-ğâbe, IV, 405. Metinde Kudâı kelimesi Kudâa, Duelî d Devsî şeklinde geçmiştir.

[61] el-İsâbe, III, 258-259. Bu ahidname için bkz. Hamidullah, el-Vesâik, s. 232-23 (nr. 112). Metinde"... zekât verdikleri surece" ifadesi duşmuş, Hemdân da Hemezâ şeklinde geçmiştir.

[62] el-İsâbe, III, 352. Metinde hatalar olup asıl kaynağa bakılmalıdır. Ayrıca bkz it Hışam, 11,491.

[63] el-İsâbe, III, 460.

[64] age, IV, 214. Metinde eksiklik ve hatalar mevcut olup tercümede el-tsâbe'deki taı metin esas alınmıştır.

[65] Üsdül-ğâbe, II, 484; el-lsâbe, II, 95-96. Metinde Gaziyye kelimesi Azıyye şeklim geçmiştir. Ayrıca "aheze" (aldı) fiili "işterâ" (satın aldı) şeklinde olacaktır.

[66] Nevevî, Tehzîbul-esmâ, 1/2,15; Üadül-gâbe, III, 232-233.

[67] Metinde Muğâfir şeklinde geçmiştir.

[68] Metinde Lebîb şeklinde geçmiştir, bkz. Üsdü'1-ğâbe, II, 273-274.

[69] Metinde Ebû Zeyd şeklinde geçmiştir. Yezîd Teymâ'ya gönderilmiştir.

[70] Kettânî bu başlık altında yönetici, yargı ve vergi tahsili gibi görevlerle tayin edilen 46 kişiyi saymaktadır. Ibn Kayyim'in (Zâdül-meâd, I, 125-126) Resulullah'm emîr leri olarak saydığı 11 kişi arasında, burada anılmayan Halİd b. Said b. As ve Amr b. As; Süheyli'nin (er-Ravdül-ünüf, VTI, 426-427) âmil olarak saydığı 9 kişi arasında, burada anılmayan Adî b. Hâtîm, Mâlik b. Nüveyre, Zibrikan b. Bedr, Kays b. Asım ve Hz. Ali bulunmaktadır. Muhammed Yasin Mazhar Sıddıkî ise vali olarak 32 kişi, merkezî âmil (vergi toplayan anlamında) olarak 39 ve mahalli âmil olarak da 28 isim ve görev yerlerini saymaktadır (bkz. Organisation of Government un-der the Prophet, s. 480-48*, 498-512).

[71] bkz. Üsdül-gâbe, V, 277;Mu'cemü1-buldfin, III, 397. Sadif kelimesi metinde Sa­dak şeklinde geçmiştir.

[72] bkz. Mu'cemü*l-buldân,V, 253.

[73] Bu kardeşlerin görev yerleri için bkz. Üsdül-ğâbe, I, 46-47, II, 97-98, IV, 230-231.

[74] Metinde "haz' (nasip) kelimesi "hat" şeklinde geçmiştir.

[75] Metinde Ömer şeklinde geçmiştir.

[76] Mahmiyye b. Cez (bkz. Üsdül-fcâbe, V, 119).

[77] Berâe (Tevbe) sûresi kastedilmiştir.

[78] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/1-8.

[79] Bu rivayet için bkz. Kenzül-ummâl, VI, 45 (nr. 14776).

[80] Suyûti, el-Câmiu's-»ağir, I, 13,

[81] Heysemi, Mecmau'z-zevaid, VIII, 47.

[82] bkz. Münâvî, Feyzül-Kadîr, I, 237.

[83] Metinde yalnız "büreyde* şeklinde geçmiştir.

[84] Münâvî, age,I,237;Zemahşerî,el-Fâik,Kahire 1971,1,92. Kelimenin menşei ile il­gili bu görüşün tenkidi için bkz. Fuad Köprülü, "Berîd," tA, 541.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/8-9.

[85] ibn Sa'd, I, 282. Metinde "isteiz billûk" (Allah'a sığın) ifadesi "isteid li-zâlik" (buna hazırlan) şeklinde geçmiştir. Aynı bilgi için bkz. tbn Hudeyde, el-Misb&hul-mudî, II, 263.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/9.

[86] "Hükümdarlara" kelimesi metinde düşmüştür.

[87] "Resulullah'ın vefatından dört ay önce" ifadesi burada zikredilmemiştir.

[88]  "Vellâ vefdehüm" ifadesi metinde "vellâ aleyhim" şeklinde geçmiştir.

[89] Kalkaşandi, Subhul-a'şa, IX, 398. Ayrıca bkz. îbn Hışâm, II, 594.

[90] îbn Hişâm, II, 594-596.

[91] Üç yaşında bir sığır söz konusudur.

[92] Subhul-a'gâ, X, 9. Aynca bkz. Hamidullah, el-Vesâik, s. 206-211 (nr. 105-106).

[93] Bu belgenin mahiyeti ve çeşitli örnekleri için bkz. Subhul-a'şâ, XI, 6 vd.

[94] Subhul-a'şâ, X, 299. (Metinde geçen 229 rakamı 299 olacaktır).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/9-11.

[95] Muvatta, Akdiyye 1. Geniş bilgi için bkz. Hafaci, Nesîmü'r-riyâz, IV, 261 vd.

[96] Huzâi bu bilgiyi el-İkmâl ve el-Garîbeyn'den nakletmiştir. (s. 271).

[97] Hafaci, age, IV, 264. Metinde hatalar olduğu gibi bâtına göre hükümle ilgili olaral Nesîmü'r-riyâz'dan geçen "töhmetten korkmadığı zaman" kaydı burada zikredilmemiştir.

[98] bkz. Suyûti, el-Hasâisül-kübrâ, Beyrut 1405/1985, II, 327.

[99] Bu eser basılmıştır. (Kahire, 1351) bkz. Suppl, II, 187.

[100] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/11-12.

[101] ed-DibâcÜl-müzheb, II, 242-243.

[102] İbnü't-Tallâ el-Kurtubî, Akdiyetü Resûlillâh (Haleb 1396,1402).

[103] age, s. 9.

[104] age, s.161-162.

[105] bkz. Koçfuzzunûn. I, 137; Leknevi, s. 121-122.

[106] bkz. Zirikli, el-Alâm, Beyrut 1984,1,164.

[107] tbnü'l-Harrât el-Ezdî el-lşbilî (ö. 581/1185) diye bilinir. el-Ahkâm adlı eseri büyük, orta ve küçük olmak üzere üç tane olup yazmaları mevcuttur. (Nevevi, Tehzîbül-esmâ, J/l, 292; SuppL, I, 634.)

[108] bkz. GAL, II, 208.

[109] ibn Kayyira el-Cevziyye, Plâmül-muvakkiîn, Kahire 1374/1955, IV, 266-414.

[110] Metinde et-Tayyib şeklinde geçmiştir.

[111] Eser Leknev'de (1292) basılmıştır. (Serkîs, I, 223; SuppL, II, 126).

[112] bkz. SuppL, II, 860.

[113] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/12-14.

[114] Aynı konu için bkz. İbn Kayyım, Zâdül-meâd, V, 5 vd.

[115] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/14-16.

[116] Tirmizi, Ahkâm 1.

[117] Metinde Ömer şeklinde geçmiştir.

[118] İbnu'l-Arabî'den yapılan bu nakil, metinde Kettânı'nm ilavesi gibi görünüyorsa da Huzâi'ye aittir. Bu ve Ibnu'l-Arabi'den yapılan diğer nakiller için bkz. Huzâı, 271-272. Ayrıca bkz. Ibnü'l-Arabî, Ârîzatiil-ahvezî, VI, 65, Mubârekfuri, Tuhfetül-ahvezî, IV, 553.

[119] el-İstiab, III, 36.

[120] Bu râvinin tereddüdü olmalıdır.

[121] Ebû Dâvud, Akdıye 6.

[122] Metinde el-İstiab ve Ebû Davud'un Sünen'inden nakledilen bilgiler eksik verildiği gibi birbirine de karıştırılmış, ayrıca Ebû Dâvud hiç anılmamıştır. iktibaslar asıl kaynaklardan tam olarak tercüme edilmiştir, (ayrıca bak. Huzâi, s. 272) Hz. Ali'nin karışık bir konuda verdiği hukum için bkz. Karafı, el-Furûk, II, 222.

[123] el-Müstedrek, IV, 88. Ayrıca bkz. el-Mekâsidül-hasene, a. 72-73.

[124] Ebû Dâvud, Akdiye 6.

[125] el-Müsned, I, 149-150.

[126] Zeylai, NasbuV-râye, IV, 63.

[127] el-Müsned, I, 149.

[128] Muhibbüddin et-Taberî, Zahâirül-ukbâ, Beyrut 1974, s. 83-84.

[129] Ahkâmul-Kur'ân, IV, 1643.

[130] Yemen kelimesi metinde düşmüştür.

[131] el-tstiâb, III, 256 257.

[132] Aynı rivayet için bkz Mecmau'z-zevaîd, IX, 312.

[133] el-Müsned, V, 26, el-Müstedrek, III, 577 Resulullah (sav) Ma'kıl'ın kendi kavmi ne kadılık yapmasını ister, o bunu beceremeyeceğini belirtince yukarıda geçen sözle­ri söyler.

[134] Bu rivayet için bkz Mecmau'z-zevâid, IV, 195

[135] Aynı bilgi için bkz el-Misbâhul-mudî, I, 250.

[136] Kettânı {Fihrisul-fehâris, II, 637) ve Brockelmann (SuppL, II, 249) bu zatın el-Avâsım vel-kavâsım fi'z-zabb an sünneti Ebil-Kâsım ve er-Ravdül-bâsim fî'z-zabb an sünneti Ebil-Kasım adlı ıkt eserini zikrederler.

[137] Bu ısım îbn Ömer olmalıdır.

[138] Zurkanı, Şerhul-Mevâhib, III, 364.

[139] Sııbhul-a'şâ, V, 451.

[140] îbn Sa'd, III, 282; Suyûtı, el-Hâvî M-fetâvâ, II, 212-213; îbn Ebi'l-Hadîd, Şerhu Nehcil-belâğa, XII, 75. Hz Ömer'in Zeyd b. Sâbit'i de kadı tayın ettiğine dair bkz. îbn Şebbe, II, 693-694.

[141] el-İstîâb, I, 543-544.

[142] Beyhaki, es-Sünenül-kübrâ, X, 87 Hz. Ömer'in âmillere yazdığı talimat burada geçmemektedir.

[143] Fethul-bârî, XXVII, 141.

[144] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/16-21.

[145] Metinde "ve" şeklinde geçer ki doğrusu "veya" olup bu da râvinin tereddüdü olmalı­dır.

[146] Ebû Dâvud, Akdıye 6. Ayrıca bkz. el-Mekâsıdül-hasene, s. 72.

[147] el-Müsned, I, 149.

[148] el-Müstedrek, IV, 88.

[149] Târîhu Bağdâd, XIV, 199. Ayrıca bkz. Turtûşi, Sirâeül-mülûk, s. 237-238.

[150] "Fihi nazar," çeşitli hadîs otoritelerine göre cerhin 2. veya 3. derecesinde bulunan râvi için kullanılır ve rivayeti hiçbir şekilde alınmaz (bkz. Aydınlı, s. 58).

[151] Sıfatu's-Safve, I, 521-522.

[152] Daha önce kaydedildiği üzere Hz. Muâz'ın hicrî 8. yılda Yemen'e gönderildiği gözö-nüne alınırsa o sırada 23 yaşında olduğu anlaşılır.

[153] Fethul-Bân, VII, 124.

[154] Üsdü'l-ğâbe, I, 80.

[155] trşâdü's-sârî, VI, 127.

[156] Metinde tbn Ebî İyâs şeklinde geçmiştir.

[157] Cümlenin son kısmı metinde düşmüştür.

[158] İbn îyâs, Bedfiiu'z-zuhûr, Kahire 1404/1984, III, 339. Bu konuda ayrıca bkz. "SuyÛti", M, XI, 259.

[159] Târfluıl-hulefa, s. 435.

[160] İbn Kutluboğa, T&cü't-terâcim fi tabakâtil-Hanefiyye, s. 81.

[161] age, s. 19. Metinde hata ve düşüklük mevcut olup 650 rakamı 605, Mustansır da Muntasir peklinde geçmiştir, Bu hususta ayrıca bkz. Kureşi, el-Cevâhirül-mudiy-ye, I, 462.

[162] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/21-24.

[163] Merğinâni, el-Hidâye, IV, 97. Burada Resulullah'ın Hz. Ali'yi de Yemen'e gönderdi­ği ve kendisine maaş bağladığı da kaydedilmiştir.

[164] bkz. Üsdül-ğâbe, III, 556, IV, 507; TurtÛşî, SirâcÜl-mülûk,s. 244.

[165] Attâb, Üsdül-ğâbe'deki (III, 556) biyografisinde Resulullah'ın (sav) kendisine her gün için iki dirhem tahsis ettiğini söyler.

[166] Çeşitli Ülkelerde 18 veya 46.6 litre gibi farklı değerleri bulunan bir hacim ölçüsü.

[167] İbn Sa'd, VII, 398.

[168] Buhâri, Ahkâm 17; Ayni, Umdettil-kârî, XX, 131-132.

[169] Metinde Rebî şeklinde geçmiştir, (bkz. Üsdül-ğâbe, II, 415).

[170] el-Musannef, VIII, 297 (nr. 15282).

[171] İbn Sa'd, VI, 138 (Şureyh'in biyografisinde).

[172] age, II, 359 (Zeyd'in biyografisinde); İbn Şebbe, II, 693.

[173] İbn Sa'd, III, 184. Bu bahsin başından buraya kadar verilen bilgilerin hepsi NasbuV-râye'dentfV, 285-287) alınmıştır. Hz. Ebubekir'le ilgili olarak burada çok kısa veri­len bilgi için NasbuV-râye (IV, 287) veet-Terâtîbül- îdâriyye'nin baş tarafına (I, 83) bakmız.

[174] ebû Dâvud, Imâre 10; Hâkim, el-Müatedrek, I, 406.

[175] Telhîsul-habîr, IV, 207.

[176] Ebû Dâvud, îmâre 10.

[177] Metinde Müsevvir şeklinde geçmiştir.

[178] EbûDâvud, îmâre lO.Metiode büyük hatalar mevcut olup aslına bakılmalıdır. Ayrı­ca bkz. Avnul-Ma'bÛd, VIII, 160-161.

[179] Ebû Dâvud, Imâre 10.

[180] Kanpur'da (Cavmpore 1905) basılmıştır (GAS, I, 151; Suppl.. I, 276).

[181] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/24-25.

[182] Huzâi de bu başlığa yer vermiş olup (s. 283) Îbnü'l-Arabî'den naklenbu görevi ilk kez yapanın Abdülmelik b. Mervan olduğunu kaydeder. Bu görevi Resulullah (sav) ve Hulefâ-yı Râşidin dönemine kadar götüren Kettâni, bu sebeple olmalı, onun verdiği bilgilere hiç iltifat etmemiştir.

[183] Nihâyetül-ereb VI, 268. Metinde "şirb" kelimesi "serb," "harre"de "ekre" şeklinde geçmiştir.

[184] bkz.J, 308-309.Hz.Ömer'inbukonudaki siyaseti ve muhtelif uygulamalarıiçinbkz. tbn Ebİ'l-Hadîd, 1,174-178, XII, 22-23, 25, 42-43, 63; îbn Şebbe, İÜ, 805-821.

[185] "Havlen* kelimesi metinde "düvelen" şeklinde geçmiştir.

[186] tbn Ebı't-Hadîd, Şerhu Nehctt-belâga, XII, 61-62. Hz. Ömer'den nakledilen ük söz için bkz. tbnu'l-Cevzt, MenJUnbu emîril-mii'minîn Ömer b. el-Hattâb, Beyrut 1407/1987, s. 121.

[187] bkz. Üsdüa-ğâbe, V, 112.

[188] Turtûşî,SirftcÜl-mülûİ£,lskenderiyye 1289, s. 241. Ayrıca bkz. Kenzül-ummâl, V, 768 (nr. 14331).

[189] Turtûşî, SirâcÜl-mülûk, s. 242. Ayrıca bkz. Kenzül-ummal, V, 770 (nr. 14336), 772 (nr. 14341).

[190] Turtûşî, s. 244.

[191] Muvatta, tstızân 41; Kenzül-ummâl, IX, 198 (nr. 25654).

[192] îbn Rüşd, el-Beyân ve't-tahsîl, XVH, 424,586. Hz. Örneğin sözü için bkz-. Ibn Sa'd, III, 305.

[193] el-Hıtat, II, 207. Metinde düşüldük mevcut olup aslına bakılmalıdır.

[194] Nihâyetül-ereb, VI, 269. Metinde "dört" kelimesi düşmüştür.

[195] Kelâi'den nakledilen bilgi, anılan bâbda değil Hz. Ömer'in âmillerini hesaba çekme­siyle ilgili bâbda (Huzâi, a. 263) geçmektedir. Anılan bâbda ise (s. 262) Ibn Kutey-be'den naklen Hz. Ebubekir'in Muâz'ı hesaba çektiği zikredilir.

[196] Zerkechı, ChroniquedesAlmohadesetdesHafçides{terc.E.Fagnan),Constan-tine 1895, s. 79-80 Kadılarla ilgili sözkonusu uygulama için ayrıca bkz. Robert Brunschvıg, Târihu Hrikiyye fîl-ahdil-Hafsî, II, 117.

[197] İbn Sa'd, III, 282-283. Hz. Ömer'in valilerinin mallarım yazdığı ve onları azlettiğin­de mallarının bir kısmına el koyduğuna dair bkz. Turtûşî, Sirâcül-mülûk, s. 243; Ibnu'l-Cevzî, Menâkıbu emîril-mü'minîn Ömer b. el-Hattâb, s. 62,120. Sa'd b. Ebî Vakkâs için ayrıca bkz. îbn Sa'd, III, 149. Hz. Ömer ile Ebû Hureyre arasında ge­çen tartışma ve Hz. Ömer'in bu konudaki siyaseti için bkz. Muhammed Accâc el-Hatîb, Ebû Hureyre râviyetü'l-tslâm, Kahire 1985, s. 222-226; Abdülmun'ım Sa­lih el-Alî, Difâ an Ebî Hureyre, Beyrut 1393/1973, s. 140-142. Hz. Ömer'in malları­na el koyduğu iki valisi de Ebû Musa el-Eş'arî ve Haris b. KaVdır. (bkz. el-tkdül-ferîd. I, 45-46).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/26-29.

[198] el-Hidâye, III, 103.

[199] Metinde "şatr (yarı)" kelimesi "şezr" şeklinde geçmiştir.

[200] İbn Hacer, ed-Dirâye fî tahricî ahâdîsil-Hidâye, II, 168; Zeylai, Nasbu'r-râye, IV, 71. Metinde "muttefak" kelimesi düşmüştür. Son hadîs için bkz. Buharı, Salât 44, Ahkâm 18; Müslim, Liân 1,3.

[201] el-Hidâye, III, 103.

[202] Zeylai, Naabu*r-râye, IV, 72; İbn Hacer, ed-Dirâye, II, 168.

[203] Zeylai, IV, 71.

[204] Buharı, Ahkâm 18.

[205] el-Hidaye, m, 103.

[206] Nasbu'r-râye, IV, 70.

[207] ed-Dirâye, II, 168.

[208] Ahroed b. Said el-Müceylidî (Ö. 1094/1683). Kehhâle, 1,234; SuppLJI, 696. "Tea'îr" kelimesi metinde "tesfîr" şeklinde geçmiştir.

[209] el-Müdewene,V, 144.

[210] Tebeiratül-hÜkkâm, 1,26. Ayrıca bkz. îbn Rüşd, el-Beyân vet-tahaîl, XVII, 386; Îbnü'l-Arabî, Ahkâmül-Kur'an, IV, 1638.

[211] Tebsiratül-hükkâm, I, 27. Metindeki bazı hatalar için aslına bakınız.

[212] Ibnu'l-Münâsif el-Ezdî (Ö. 620/1233) bkz. SuppL, I, 910.

[213] Tebsiratül-hükkâm, I, 26.

[214] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 401,388. Ayrıca bu konuyla ilgili olarak bkz. îbn Şebbe, I,34;Ibnü'l-Hâc,el-Medhal,I,30;F. Atar, İslâm Adliye Teşkilatı, Ankara 1979, s. 152-157.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/29-31.

[215] bkz. Talak 65/2, Nisa 4/15.

[216] Îbnu'l-Hatîb'in anılan risalesi, Abdülmecid Turkî tarafından Kadâya sekâfiyye mintârihil-Garbi'l-lslâmî (Beyrutl409/1988) adlı esem çmde(s.251-387)etraflı indeksler ve güzel bir lügatçeyle birlikte neşredilmiştir (risale metni s. 314-343). Sözkonusu bilgi s. 339. Bu risale için ayrıca bkz. Abdel Magid Turkî, Theologiens en juristes de l*Espagne musulmane, aspects polemiques, Paris 1982, s. 295-331.

[217] Tirmizi,Buyû8;Tuhfetül-ahvezîtIV,407,Hamıdullah,el-Vesâkrs.317 RâvıAb-dulhamid değil, Abdûlmecid b. Vehb'dir (ayrıca bkz TehzîbüVTehzîb, VI, 383). Hadiste geçen "veya" sözü, râvinin tereddüdüdür. Hadisteki bazı kelimeleri izah için Kettâni'nin araya sokuşturduğu izahlar el-Meşârik'ten nakil olup Huzâi'nin met­ninde ayrı verildiğinden (Huzâı, s, 289) burada ayrıca tercümeye lüzum görülme­miştir.

[218] Buhâri, Buyu 19; Umdetül-kârî, IX, 276; Hamıdullah, s. 317

[219] bkz. Huzâi, s. 289. Ayrıca bkz  Umdetül-kârî, IX, 276. el-Meşârik'U (1,107, 142) bu bilgi değil, Huzâi'nin anıp Kettâni'nin vermediği bilgi bulunabilmiştir. Tir-mizi, Buhâri ve el-Meç&rik'ten burada nakledilen bilgiler Huzâi'ye ait olup metinde altı çizili olmadığından Kettâni'ye aitmiş gibi görülmektedir.

[220] İbnü'l-Arabî, Ârizatül-ahvezî, V, 221. (Kettâni özetle vermiştir).

[221] İbnü'l-Attâr Ali b. İbrahim (o. 724/1324). el-Vesâikul-mecmûa adlı eseri vardır (SuppL, I, 100).

[222] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/31-33.

[223] el-Emvâl, s. 251.

[224] Sûheyh, er-Ravdul-ünüf, VII, 372.

[225] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/33-34.

[226] M. Hamidullah da el-Vesâik'te (s. 316) bu belgeyi Kettâni'den naklen vermiştir. Metinde belgenin sonundaki üç kelimeye bir anlam verilmemiş olup muhtemelen matbaa hatasıdır Nitekim Hamidullah da bunu zikretmem iştir.

[227] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/34.

[228] el-İkdül-ferîd, IV, 161; Cehşiyârî, el-Vüzerâ ve1-küttâb,s. 12; M. A'zamî, Küttâbü*n-Nebî' s 78 Abdullah b. Erkanı, metinde Zeyd b Erkanı şeklinde geçmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/34.

[229] Metinde Bışr şeklinde geçmiştir.

[230] el-İsâbe, I, 339.

[231] Endülüs'te Tücîbî hanedanının ikinci hükümdarıdır (1051-1091) bkz.E. Lövı-Pro-vençal, "Mu'tasım" İA, VIII, 749.

[232] el-İsâbe, II, 498, Mes'udî, et-Tenbih vel-işrâf, Leıden 1967, s. 282, M A'zamî, s.78.

[233] bkz el-Misbâhul-mudî, I, 85, M A'zamî, s. 54.

[234] Şırâzî, Tabakâtul-fukahâ, Beyrut ts s. 43.

[235] Buharı, Menâkıbu'l-ensâr 8, Musâkât 14, 15.

[236] Telhîsu'l-habîr, IV, 208.

[237] Dipnot 208'e bakınız.

[238] Makkari, Ezhâru'r-riyâz fî ahbâri lyâz, Rabat 1398/1978, II, 297.

[239] bkz. SuppL, II, 978.

[240] bkz. Fihrisül-fehâris, 1,363-371.

[241] Rûdâni, Sılatül-halef, Beyrut 1408/1988, s. 277. (Şureyhb. Yunus ve Ebû Said Mu-hammedb. AH en-Nakkâş'ın eseri zikredilmiş).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/35-36.

[242] Tirmizi, Menâkıb 33; el-Müsned, İÜ, 281. Kettâni, Huzâi'nin bu başlık altında ferfiiz öğrenmeye teşvikle ilgili olarak zikrettiği rivayetleri (s. 293) vermemiştir. Tir-mizi'deki hadisin metni de şöyledir: "Ümmetimin ümmetime en merhametlisi Ebu­bekir, Allah'ın emri hususunda en çetini (titizi) Ömer, en hayâlısı Osman, Allah'ın Kitabını en iyi okuyanı Übey b. Ka!b, ferâizi en iyi bileni Zeyd b. Sabit, helâl ve hara­mı en iyi bileni Muâz b. CebePdir. Dikkat edin, her ümmetin bir emîni var, bu ümme­tin emîni de Ebû Ubeyde b. Cerrâh'tır."

[243] el-tstîfib, I, 553. Metinde Resulullah'ın (sav) sözü anılmamıştır.

[244] el-İsfibe, I, 562.

[245] Dârimi, Ferâiz 1.

[246] Dârimi, Ferâiz 1.

[247] Tezkiretül-hufffiz, 1,31.

[248] Aynı bilgi için bkz. ibn Sa'd, II, 359. Süleyman, metinde Selman şeklinde geçmiştir.

[249] el-Emvâl, s. 285. Metinde altı çizili olmadığı içi» Kettâni'ye ait gibi görünen bu bügi Huzai (s. 294) tarafından verilmiş olup Hz. Ömer Kur'ân konusunda Ubey b. KaVa, ferâiz konusunda Zeyd b. Sâbit'e, fikıh konusunda Muâz b. Cebel'e, malî konularda ise kendisine başvurulmasını istemiştir. Ayrıca bkz. el-Müstedrek, III, 271, 272-273. Konu gereği bu sözde delil olan kısım Zeyd b. Sâbit'le ilgili kısım olup Kettâni'nin yaptığı alıntı anlamsızdır.

[250] Metinde Ükeydir şeklinde geçmiştir.

[251] bkz. GAS, 358 (el-Isâbe'y^ atfen adı geçmektedir).

[252] Bu konuda bkz Remli, Nihâyetül-muhtâc, VI, 26,Th. W Juynboll,"Akdanyya," El, I, 320.

[253] Başka rivayetlere nısbetle râvılerı daha güvenilir veya bununla birlikte daha çok olan, makbul ve sahih rivayet (bkz. Aydınlı, a 91).

[254] el-İsâbe, 1, 112-113. Metinde düşüklük olup aslına bakılmalıdır.

[255] Müslim, Musâfırîıı 269; el-Isâbe, II, 388 389, Üsdü'1-ğâbe, IV, 423. Metin tama­men eksik ve hatalı oiup burada anılan kaynaklara bakılmalıdır.

[256] el-tsâbe, II, 489.

[257] age, IV, 360.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/36-38.

[258] Ahkâmül-Kur'ân, III, 1229 Anırb Umevye'nuı bu vrkâlrtı iç m â,ih<i nnıt* elçilik bahbine bakını/  (1,272).

[259] Olayın ayrıntıları için bkz. El-Beyan ve’t-tahsil, XVII, 382-383; Huzai, s. 297-298.

[260] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 381  DuhannceH7 Ömer'in bu davaya baktığı hatırla tılınca Hz Osman yeniden bakmayacağını söylemiştir.

[261] bkz s 279.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/38-39.

[262] el-tstîâb, 1, 246, Üsdü'1-ğâbe, 1,313 Metinde hatalar mevcut olup aslına bakılma­lıdır.

[263] et-Târîhul-kebîr, II, 237.

[264] lbn Sa'd.V.553.

[265] el-lsâbe, II, 498. Daha önce de geçtiği üzere bu iki sahabi Resulullah'ın katipleri idi­ler ve ensânn evlerini dolaşarak akit ve muameleleri yazıyorlardı. Bunun da bura-dakj konuyla alakası yoktur.

[266] îbn Sa'd, V, 459.

[267] TehzîbÜl-esmâ vel-lugât, 1/2, 85-86.

[268] age, 1/2,94.

[269] Bu isim metinde yanlış geçmiştir (bkz. el*İsfibe, II, 150).

[270] Kahzem, metinde Mahzem şeklinde geçmiştir, (bkz. îbn Mâkûlâ, el-tkmâl, VII, 102).

[271] Meafirî, metinde Meğâfırî şeklinde geçmiştir, (bkz. age, II, 35).

[272] Makrizi, el-Hıtat, I, 297. Metinde Amr yerine Ömer b. Hattâb denilmiş olup tama­men yanlıştır.

[273] A. J. Butler, The Arab Conquest of Egypt (Oxford 1902) adlı eseri vardır (bkz. Franz Rosenthal, A History of Müslim Historiography, Leiden 1968, s. 76. Ayrı­ca bkz. Necib el-Akîkî, el-Müstesrikûn, Kahire 1964, II, 75).

[274] bkz. s. 301-309.

[275] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/39-41.

[276] îbn Sa'd, ni, 56.

[277] bkz. Keşfuzzunûn, I, 938; SuppL, II, 1014.

[278] Ezhâru'r-riyâz, IV, 326. Anılan hadis için bkz. eş-Şifâ, 1,506; Mecmâu'z-zevâid, I, 279 (Hadisin senedinde zayıf bir râvi olduğu kaydedilmiştir.)

[279] Nesîmu'r-riyâz, III, 235. Ali el-Kârî de bu eserin kenarında basılan Şerhu'f-Şifâ'da (III, 235) bu hadisin mühendislik ilmi ile alâkalı olduğunu belirtir.

[280] bkz. s. 49.

[281] Ebû Dâvud, Cihâd 97.

[282] bkz. Avnu1-Matbud,VII,293.

[283] Bela7,ürı,Fütûhul-büldân,s. 134. Metinde esaslı hatalar mevcut olup aslına bakıl­malıdır.

[284] el-Misbâhul-munîr, Beyrutts s 588 ("mil" maddesinde, mil ve fersahla ilgili bilgiler verilmiştir).

[285] el-Hıtat, I, 210.

[286] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/41-43.

[287] İbn Hışâm,11,349 350 Bubıl gıozetle verılmış olup geniş malumat için lbn Hışâmve Huzâı'ye (s 301 303) bakınız.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/43.

[288] Aynı bilgi için bkz Lısânül-Arab, I, 317 ("hsb"mad).

[289] Tirmizi, Buyu 74 Huzâı Müslim'in de aynı rivayeti naklettiğini kaydetmiş olup (s 304) Kettânı bundan soz etmemiştir bkz Müslim, imân 164.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/43.

[290] Huzâi bu başlıktan Önce, pazarda fiyat belirleme (narh) ile ilgili olarak Tİrnrizi'den bir badis ve ibn Rüşd'ün el-Beyftn ve't-tahsfladh eserinden konuyla ilgili fikhî gö­rüşleri naklettiği iki ayn başlığa da yer vermiştir.

[291] Buhâri, Buyu 49.

[292] Buhari, Buyu 54.

[293] el-îstîfib, II, 8.

[294] el-İsabe, II, 46.

[295] el-tatîâb, IV, 335. Metindeki hata ve düşüklük için aslına bakınız.

[296] Metinde yanlış olarak Hayseme şeklinde geçmiştir. Annesinin adı da aşağıdaki dip­notta da belirtildiği gibi Şifi olup metinde yanlış olarak Ümmu Şifa şeklinde geçmiş­tir.

[297] Yukarıda geçtiği gibi burada da metinde hata mevcuttur.

[298] Cemheretü ensâbil-Arab, s. 150, 156. Burada zikredilen, Süleyman b. Ebî Has-me'nin annesi Şifâ binti Abdullah b. Abdişems'tir. Nitekim Huzâi de (s. 308) İbn Hazm'dan aynı bilgiyi nakletmiştir. Bu hanım sahabi ile İlgili olarak daha önce "Ka­dın öğretmen" bahsinde de bilgi verilmişti (bkz. s. 131).

[299] Ahkâmül-Kur'ân, m, 1457.

[300] age, III, 1458. Metindeki hata ve düşüklük için aslına bakınız.

[301] Metinde Said b. Âs şeklinde geçmiştir.

[302] es-Sîretül-Halebiyye, III, 424.

[303] Subhul-a'şâ, V, 452.

[304] Lütfullah et-Tokâdi'nin (Ö. 900/1495) Hmevzûatu'l-ulûm"a dair yazdığı risaledir Metinde Mevzu şeklinde yanlış geçmiştir. Bazı yazmaları: Suleymaniye Ktp Esad Ef. nr. 3634/20, 3782/31; Hacı Mahmud Ef nr. 6539

[305] Keşfuzzunûn, I, 15-16. Metinde hata ve düşüklük mevcuttur.

[306] Aralarındaki fark fazla net olmamakla birlikte, bu bolümde sık sık kullanılan "dırre"  kelimesi karşılığında "kırbaç," "savt"  karşılığında da "kamçı" kelimesi kullanılacaktır.

[307] bkz. Buhâri, Mukâteb 1.

[308] Buhâri, Dıyât 21 Bırme kırbaçla vuran kimseye kısas olarak kırbaç vurdurm ustur.

[309] Ibn Aşir'in (o. 1040/1631} eserme Muhammed b. Kasım Cessûs'un (o. 1182/1768) yaptığı bu şerh için bkz. Suppl.,II, 700.

[310] Meşhur Mâliki fıkıh kitabı olup Ibn Ebî Zeyd el-Kayravânî'nindır.

[311] Muhammed b. Yusuf el-Mevvâk'ın (o. 897/1492) et-Tâc vel-iklîl (Kahire 1328) adıyla Halil'in Muhtasar'ma yaptığı şerhtir, (bkz Suppl., II, 97, 375-376).

[312] el-Müdewene, VI, 249-250.

[313] Ahmed b Abdurrahman el-Bennâ es-Sââtî (ö   1371/1951'den sonra), bkz. Zirikli, (Beyrut 1984 neşri), I, 148.

[314] Ravdatu't-tâlibînli-esmâi's-sahâbetil-Bedriyyîntbkz  SuppL, III, 1281).

[315] Sâvî'nin Bulğâtü's-sâlik adıyla Derdîr'in Akrebü'l-mesâlik'ıne yaptığı bu haşiye birçok defa basılmıştır. (Suppl, II, 480).

[316] Müslim, Libâs 125, Cenne 52.

[317] el-Müsned, II, 356, 440.

[318] Müslim, Cenne 53, 54.

[319] el-Evâil, s. 56.

[320] Turtûşî, s. 90.

[321] Ali el-Kflrî, Şerha Müenedi EM Hsnİfe, Beyrut 1405/1985, s. 456-457.

[322] age, 6.461.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/44-49.

[323] Buhâri, Küaûf 3. Çu konuda bkz. Sahîh-i Buhâri Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemeai, III, 334-335.

[324] Hurmadan yapılan bir »evi şarap olup metinde "bıitth" şeklinde geçmiştir.

[325] Buhâri, Mezâlim 21. Metinde ekBİk olan hadis tam olarak verilmiştir.

[326] Buhâri, Megâzi 35; Şâmî es-SSretü'ş-ŞAmiyye, V, 203.

[327] Ebû Dâvud, Cihâd 89. Hadiste "şu şu gafcaya" ifadesi vardır.

[328] el-lsâbe, I, 520; Mecmftu'z-zevâid, V, 62-66. "Nakîr" kelimesi metinde "makîr" şeklinde geçmiştir.

[329] el-İsâbe'de "Ka'b b. Mâlik'in oğlundan" şeklindedir.

[330] el-İsabe. I, 326.

[331] Metinde Haris b. Abbâs b. Ebî Rebîa şeklinde yanlış geçmiştir.

[332] el-İsâbe, 1,141, IV, 439.

[333]  "R" harfinin dördüncü kısmı kastedilmiştir.

[334] age, I, 530; Üsdü'1-ğâbe, II, 209.

[335] Bundan el-İstîâb kastedilmiş olup Rebîa b. Ümeyye'nin biyografisi bu eserde bulunamamıştır.

[336] el-İsâbe, II, 16. Suhayrn, metinde Sücayh şeklinde geçmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/49-50.

[337] Metinde altı çizili olmayan bu bilgi aslında Huzâı'ye ait olup (s 311) orada Tunus ve Kayravan yerine Ifrıkıye denmiştir.

[338] el-Hitat, II, 223.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/50-51.

[339] Tirmizi, Menâkıb 27 Ayrıca bkz Buharı, Cihâd 70, Müslim, Fedâılu's-sahâbe 40.

[340] Huveyhd'ı destekleyen Arapların gönderdiği elçilik heyetinin namaz kılacaklarını fakat zekât vermeyeceklerini söylemesi üzerine Hz  Ebubekir bunu asla kabul etmeyeceğini ve bu gruptan Medine'de bir gun bir geceden sonra kalacaklardan zimmetin kalkacağını belirtince elçilik heyeti birbirini ezercesıne mescıdden çıkar Burada itişip kakışmaktan kasıt budur (bkz Huzâi, s 317).

[341] el-Isâbe, I, 80. Burada Budeyl b. Vei .â yerme ibn Ömer geçmekte ve Evs b. Arâbe'nın de doğrusunun Arâbe b. Evs olduğu zikredilmektedir, (bkz. el-İsâbe, I, 134, Üsdü'1-ğâbe, I, 174).

[342] bkz II, 117-118.

[343] Bu zatın vefatı 977/1570'ten-sonra olup "ferâıd" metinde "fevâid" şeklinde geçmekte, "tarîk" ise duşmuş bulunmaktadır, (bkz. Zırıklı, IV, 168; Suppl.,11, 447).

[344] XIII. yüzyıldan itibaren musluman hükümdarların istiklallerim kabul ettirmek ve h£c merasiminde kendilerine bir şeref mevkii sağlamak gayesiyle Mekke'ye gönderdikleri ıçı boş ve suslu mahfe (bkzr F Buhl, "Mahmel," İA, VII, 151-152).

[345] Huzâi Ibnu'l-Esîr'ın gece bekçilik yapan ilk kimsenin Hz   Ömer olduğuna dair sozunü naklederek onun bu sözüyle halifeleri kastetmiş olduğunu, ilk bekçilik yapanın aslında Sa'd b. Ebî Vakkas olduğunu belirtir (s. 313).

[346] Ebû Dâvud, Edeb 37 Ayrıca bkz. Huzâı,"s. 312.

[347] el-Hıtat,II, 223.

[348] İbn Sa'd, III, 281-282.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/51-53.

[349] Ebû Dâvud, Akdiye 29.

[350] Tirmizi, Diyât 21.

[351] Buhâri, Meğâzî 70.

[352] İbn Hİşâm, II, 240-241.

[353] Bu bilgi Mâverdi'ye ait olmayıp eserinde de geçmemektedir. Sözkonuau bilgi ibn Kayyim'e ait olup onun et-Turukul-hükmiyye adlı eserinde geçmekte (s. 102-103), ondan naklen îbn Ferhûn (Tebsiretül-hükkâm, II, 215) ve Abdülaziz Âmir tarafından (et-Ta'zîr fTş-şerîatil-îslâmiyye, s. 261) zikredilmektedir.

[354] Metinde "babasının babası (dedesi)" ifadesi düşmüştür.

[355] Ebû Dâvud, Akdiye 29; İbn Mâce, Sadakat 18.

[356]  "Bana" kelimesi metinde düşmüştür.

[357] Maverdi'ye. atfen verilen bilgiden buraya kadar geçen malumat için bkz. et-Turukul-hükmiyye, s. 102-103; Tebsiretül-hükkâm, II, II, 2Î5-216; et-Ta'zîr fî'ş-şerîatil-İslâmiyye, s. 361.

[358] bkz. s. 12-13.

[359] Abdurrezzak, el-Musannef, VIII, 306 (nr. 15313), Ni'sâı, Sarık 2.

[360] Ebû Dâvud, Akdiye 29; el-Müsned, V, 2.

[361] bkz. Buhari, et-Târîhul-kebîr, İT, 142.

[362] bkz.Tirmizi, Diyât21.

[363] Ebû Ubeyd, Garîbut-hadîs, I, 254-255.

[364] Ibnu't-Tallâ'dan nakledilen bilgi burada sona erer. bkz. Akdiyetu Resûlfllâh, s. 11-12; Tebsiretül-hükkâm, II, 216.

[365] Bedâiu's-silk fî tabâiil-muk (bkz. SuppL, I, 962; Zirikli, VII, 181).

[366] Bu bilgi için bkz. et-Turukul-hükmiyye, s. 102 103; Tebsiretül-hükk&m, II, 215.

[367] Ahmed b. Muhamraed eş-Şelebî'nm (o. 1021/1612) eseri olup bu zatın adı metinde Ahmed b. es-Subülî şeklinde geçmiştir.

[368] Şifaul-gidîl fîmâ fi kelâmil-Arab mine'd-dahil. Kahire 1282, s. 125. Ayrıca bkz. Îbnü't-Tallâ, age, s. 12; Ebû Ubeyd el-Bekrî, Mu'cemu ma'ata'oem, II, 1290.

[369] Behcetttl-mecftlİB ve ütMül-mücâlis, II, 106. Bu eaerde yalnız Hz. öraerle İlgili bilgi mevcut olup Huzâi (s. 323-324) Hz. Ali ile ilgili bilgiyi Bekrfden naklen vermiştir. Bekri ayrıca "Nâfi" adlı hapishaneye "Yân" de denildiğini kaydeder, (bkz. Mu'cemu ma'sta'cem, II, 1290).

[370] bkz. GAS,I,318.

[371] el-Efcânî, Beyrut 1407/1987, II, 177-181.

[372] Cafer b. Sa'leb el-Üdfüvî (ö, 748/1347) el-lmtâ fî ahkâmi's-semâ(bkz. SuppL, II, 27; Kehhâle, İÜ, 136).

[373] Beytin bu ilk mısraı Kettâni tarafından zikredilmemiştir.

[374] Aynî, ŞerhuVŞevâhidil-kübrâ, IV, 524-525. Ayrıca bkz. BehcetÜl-mecâlis,II,106;İbnŞebbe,III,785-787;Ebû Hilâlel-A8kerî,el-Evâil,Riyad 1400/1980,1, 235-236. Zû Mevah, Fedek ve Yemâme taraflarında iki vadi olup burada sonuncusu kastedilmiştir (Ayni, IV, 525).

[375] Beyhaki, es-Sünenül-kübrâ, VI, 34. Beyhaki, bizzat Hz  Ömer'in Safvân'dan aksıyla ilgili rivayette 4000, Nâfi'in alışıyla ilgili rivayette ise 400 rakamını zikret­mektedir.

[376] Telhisül-haMr, IV.216.

[377] Tehzîbül-esmâ vel-luğât, 1/2, 122-123.

[378] Metinde "inteşeret" (yayılma, çoğalma) kelimesi "işteddet" (şiddetlendi) seklinde geçmiştir.

[379] ibn Kayyım, age, 103.

[380] îbn Ferhûn, age, 216.

[381] Fas Alevî sultanıdır. (1646-1727). bkz. Cl. Huart, "ismail," İA, V, 1112-1114.

[382] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/53-58.

[383] bkz. Ibn Hişâm.11,579.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/58.

[384] Kitâbul-Harâc, s. 161.

[385] îbn Sa'd, V, 348, 377.

[386] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/58.

[387] Akdiyetü Resûliliah, s, 11. Burada Amr b. Şuayb'ın babasından, onun da kendi babasından rivayette bulunduğu kaydedilmiştir.  

[388] bkz. Ebû Dâvud, Hudud 34; îbn Mâce, Hudûd 15; Tirmizi, Tefaîr 25. Ebû Dâvud ve Tirmizi bu iki erkeğin Hassan b. Sabit ile Mistâh b. Üsâse, kadının da Hamne bint Cahş olduğunu belirtirler.

[389] Tirmizi, Tefsîr 25.

[390] e1-fotiftb, III, 495.

[391] Metinde Hasne şeklinde geçmiştir.

[392] age, IV, 270-271.

[393] bkz. Mecmau'z-zevâid, IX, 239. İftira (kazf) cezası 80 sopa olup münaftk Abdullah b. Übey'e  160 sopa vurulması, Hz. Peygamber'in hanımlarına iftira etmenin cezasının iki kat olmasındandır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/58-59.

[394] Hakem, Hz. Osman'ın amcası ve Emevi halifesi Mervân'ın babasıdır (bkz. Üedül-gfibe, II, 37-38).

[395] Metinde Abdurrahman b. Sabit şeklinde geçmiştir.

[396] Üsdül-ğfibe'de "senin" şeklinde geçer.

[397] "Yümsi" (olur) kelimesi metinde "yemşî" (yürür) şeklinde geçmiştir.

[398] Bu bilgiler için bkz. Üadülgâbe, II, 87-38.

[399] Tam adı er-Ravdül-bâsim fi'z-zabb an sünneti Ebil-Kâsım olup Îbnü'l-Vezîr'in (o. 840/1436) eseridir (bkz. SuppL, II, 249).

[400] Hz. Osman, buna Resulullah'ın müsaade ettiğini belirtmiştir, (bkz. Üsdül-ğâbe, II, 38).

[401] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/59-60.

[402] Buhâri, Meğâzî 79. Ayrıca bkz. Zâdül-meâd, III, 552 vd.

[403] Buhâri, Meğâzî 79; Müslim, Tevbe 53.

[404] Metinde Talha b. Abdullah şeklinde geçmiştir.

[405] Beyhaki, Delâilü'n-nübüvve, Beyrut 1405/1985, IV, 17, V, 277-278, 371-372. Me­tinde düşüklük mevcut olup asıl kaynaktan tamamlanmıştır.

[406] Metinde Hamza b. Ömer şeklinde geçmiştir.

[407] îbn Sa'd,IV, 315.

[408] Buhâri, Edeb 57; Muratta, Hüsnül-hulk 14.

[409] el-lhyâ, II, 285. Metinde mubhemlık ve düşüklük mevcut olup tercüme el-fhyâfya göre yapılmıştır. Nâşır, dipnotta bu hadisin ibn Adî tarafından tahnc edildiğini ve onun metin ve sened bakımından hadisin garib olduğunu söylediğini kaydeder. îs-tısna yapılmamış şekliyle ise hadis sahihtir.

[410] Subeyğ şeklinde okunduğu da söylenmiştir, (bkz. el-İsâbe, II, 198).

[411] Tebsiretül-hükkâm, II, 202. Kettanı bu eserden özet olarak iktibasta bulunmuş­tur.

[412] Ebû Dâvud, Edeb 47. Metinde farklılık olup tercümede Ebû Dâvud esas alınmıştır.

[413] Zurkâni, Şerhul-Muvatta, IV, 261. Nevevi ve Suyûti'nın sözleri için bkz. Suyûti, Tenvîrül-hevâlik, III, 99.

[414] Muhammed b. Muhammed el-Hattâb'ın (ö. 953/1546), Halil'in Muhtasarına Mevâhibül-Celîl (I, IV, Kahire 1329) adıyla yaptığı şerh kastedilmiş olmalıdır.

[415] Yazmaları için bkz. SuppL, II, 192.

[416] Cevâhirül-ikdeyn, Bağdat 1405/1985, I/l, 211-223. Bu konuyla ilgili geniş bilgi ve misaller verilmiştir.

[417] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/60-64.

[418] Muvatta, Kur"ân 8.

[419] Metinde Sa'd b. Yahya şeklinde geçmiştir.

[420] Metinde Abdullah b. Ümmi Gülsüm şeklinde geçmiştir.

[421] "Erşidnî" (beni irşad et) kelimesi metinde Muvatta'nın ifadesi olarak "istedninV (bana yaklaş) şeklinde geçmiştir.

[422] Kettâni hadisin bu kısmında şu ara bilgiyi vermiştir: "Ebû Ya'lâ'nın Müsned*inde onun Übey b. Halef olduğu, İbn Cerîr'in Tefsîr'inde ise (bkz. Câmiul-beyân, XXX, 33) Resulullah'm (sav) Utbe b. Rebîa, Ebû Cehil ve Abbas b. Abdülmuttalib ile fısıl-daşarak konuştuğu belirtilir." Râzî de (XXXI, 54) Utbe b. Rebîa, Şeybe b. Rebîa, Ebû Cehil, Abbas b. Abdülmuttalib ve Ümeyye b. Halefi sayar.

[423] Tirmizi, Tefsir 73.

[424] Râzî, et-Tefsîrül-kebîr, XXXI, 55. Kettâni iktibası özetle vermiş olup tercümede ası] metin esas alınmıştır.

[425] Nektül-biırfyân fî nüketH-umyân, Kahire 1329/1911, s. 27.

[426] Ebû Ya'lâ, Müsned, V, 432 (hadis nr. 3123).

[427] Nektül-bimyân, s. 24. İbn Abdilber el-İstîâb,II, 502, îbn Hacer,el-lsâbe, II, 523) ve Zurkâni, Reaulullah'ın onu 13 kez halef bıraktığını kaydederler. (Şerhul-Mevâhib, III, 370).

[428] Ebû Dâvud, İmare 3.

[429] Hattâbî, Meâlimü's-sünen, III, 345.

[430] İhyau ulumi’d-din, II, 363.

[431] bkz. Buhâri, Edeb 44 (Hadis metninde farklılık vardır).

[432] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/64-66.

[433] Geniş bilgi için bkz. Vâkıdi, el-MeğâzîJ, 250-252; Hafâci, II, 53-55. Übey b. Halef yaralı olarak kaçtığı Râbiğ veya Mekke'ye altı mil mesafedeki Şerifte Ölmüştür.

[434] Zurkâni, II, 45.

[435] Mefâtihul-ulûm, Kahire 1342, s. 72-73.

[436] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/66.

[437] Metinde Hâtım şeklinde geçmiştir.

[438] Metinde düşmüştür.

[439] Metinde Abdullah sekimde geçmiştir.

[440] Ibn Hİşâm, II, 517; Ibn Kesîr, es-Sîre, IV, 5-6.

[441] îbn Hişâm, II, 530; Ibn Kesîr, IV, 40 Metindeki "Ma'n'ı ve kardeşini" ifadesi "veya kardeşini" olmalıdır. Çunku bu kaynaklarda böyle geçmektedir. Vâkıdı de (III, 1046) Mâlik ile Ma'n'ın kardeşi Âsım'ın gönderildiğim kaydeder. Ayrıca bkz s. 305.

[442] Ayyaş, metinde Abbas şeklinde geçmiştir, (bkz. el-İsâbe, 11, 99.).

[443] Buraya kadar Mescid-i Dırâr'la ilgili olarak verilen bılgıler-de Zurkâni tarafından zikredilmiştir.

[444] Rivayetlerde geçen "intalikâ" (ikiniz gidin) ve "ıntalikû" (siz gıdın) ifadelerine işa­ret edilmiştir.

[445] Zurkâni, Şerhul-Mevâhib, III, 80.

[446] bkz. s. 305-307.

[447] Buhâri, Hars 6.

[448] el-Müdevvene, II, 8. Büveyre ve anılan beyit için ayrıca bkz. Müslim, Cihad 30; Buharı, Meğâzi 14; Fethul-Bârî, XV, 205-206. Mu'cemül-büldân, I, 517.

[449] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/67-68.

[450] Buhâri, Vudû 66. Ayrıca bkz. Müslim, Kasâme 9, 11.

[451] Aralarında zıtlık bulunan hadislerden, diğerine oranla ravıleri daha güvenilir veya bununla birlikte daha çok olan hadis, sahih ve haseni de şümulüne alan makbul ha­dis (bkz. Aydınlı, s. 91).

[452] Bu bilgiler Buhâri hadisinin şerhinde verilmiştir (bkz. Fethul-Bârî, II, 135).

[453] Buhâri, Vudû 66.

[454] Müslim, Kasâme 14.

[455] Buhâri, Cihâd 152.

[456] Nesâi, Tahrîm 9.

[457] bkz. Fethul-Bârî, II, 136.

[458] Aynı yer.

[459] Burada iLk âyet yerine, ikinci âyetin baş tarafı zikredilmiş olmalı ki, meali şöyledir: "Andolsun biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve onlarla beraber Kitabı ve (ada­let) ölçü(sün)u indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Ve kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlara birçok faydalar bulunan demiri indirdik." Burada âyetin ba­şı ile sonu arasındaki münasebet söz konusu edilmiş olmalıdır.

[460] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/68-69.

[461] el-tsâbe, 1,37;üsdü1-jfcâbe, 1,91. Becre kelimesi burada ve aşağıdaBahre şeklinde geçmekte, anılan iki kaynakta ise Becre şeklinde olup el-tsâbe'de bu husus ayrıca tasrih edilmiş bulunmaktadır.

[462] et-Târfhul-kebîr, II, 141.

[463] el-tsâbe, I, 141.

[464] Metinde Bahre şeklinde geçmiştir.

[465] el-tsâbe, III, 414;Üsdü'l-ğâbe, V, 166. Bu iki eserde de Becre kelimesi metinde ol­duğu gibi Bahre şeklinde geçmiştir. Bu olay için ayrıca bkz. îbn Kesîr, es-Sîre, III, 241.

[466] İbn Sa'd II, 64.

[467] el-tsâbe, I, 153; İbn Sa'd, II, 64.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/70.

[468] Ahkâmul-Kur'ân, IV, 1645. Metinde düşüklükler mevcuttur.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/70.

[469] el-tsâbe, II, 420. Metinde Abdülğani b. Ka'b şeklinde geçmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/71.