Ahkâm
(Yönetim, Yargı) Ve Buna Bağlı Konularla İlgili Görevler
Allah
Resulü'nün Bölgelere Vali Tayin Ettiği Kimseler
Allah
Resulü’nün Gönderdiği Âmillerde De Bu Özellikleri Araması
Allah
Resulünün Görevlendirdiği Valiler İçin Yazdırdığı Ahidnâmenin Nasıl Olduğu
Allah
Resulü'nün Hüküm Ve Fetva Verdiği Konular
Allah
Resulü’nün Hakim Olarak Görevlendirdiği Kimselerde Büyük Yaşta Olmayı Şart
Koşup Koşmadığı
Vali
Ve Hakimlerin Maaş Alıp Almadıkları
Hâkimin
Davaya Bakmak İçin Nerede Oturduğu
Şahitlik
Ve Sicil Katipliği (Noterlik)
Çocukların
Şahitliği Ve Nebevi Belge Ve Sözleşmelerde Adlarının Yazılması
Allah
Resulü Zamanında Kabile Ve Suları Dolaşarak. Halk Arasında Akitleri Yazanlar
Geçenlere
Ek Olarak Akitleri Ve Muameleleri Yazanlar
Resulullah
(Sav) Devrinim Mirasları Kimin Paylaştırdığı:
Yapı
İşlerinde Mütehassıs Kimse
Şehirde
Sâhibül-Ases (Gece Asayiş Ve Emniyet Görevlisi)
Allah
Resulü Zamanında Bu Görevi Yürütenler
Mahpuslara
Yiyecek Verilip Verilmediği
İlgîyî
Eestp Yalnız Bırakmakla Tedipte Bulunulması
Allah
Resulümün Müstehak Olan Kimseye Yüz Asma Ve Benzeri Şekilde Muamelede Bulunması
Allah
Resulü’nün Bizzat Kendi Eliyle Öldürmesi
Allah
Resulü'nün Yakıp Yıkma Suretiyle Cezalandırması Ve Bunun İçin Kimi Gönderdiği
Esirleri
Gözetmekle Görevlendirilen Kimse
Had
Cezalarını Uygulayanlar Ve Allah Resulü Zamanında Kimin Bununla
Görevlendirildiği
Savaşta
Ağaçları Kesmekle Görevlendirilen Kimse
Zurkâni
Şerhu'l-Mevâhib'de şöyle der: Resulullah'ın (sav) yöneticileri (emirler),
memleketlere yönetim, yargı ve vergi tahsili için tayin ettiği valileridir.[1]
Resulullah'ın (sav) taşra bölgelerine gönderdiği emirlerin sayısı çoktur.
Bunlardan biri Mekke £
m îr i (valisi) Attâb b. Esîd'dir. İbn Cemâa şöyle den Allah Resulü (sav) Attâb
b. Esîd'i hicretin 8. yılında Mekke yönetimi ve müslümanlara haccı eda ettirmek
üzere emir tayin etti.[2]
İbn Kayyım el-Hedy'de
Attâb'in yirmi yaşından küçük olduğunu söyler.[3]
Sa'lebî[4]
Tefsîr'inde "Bana katından yardım edici bir hüccet (sulta, kuvvet)
ver" (İsrâ 17/80) âyetiyle ilgili
olarak Kelbî'den "yardım edici hüccet Attâb b. Esîd'dir" dediğini
nakleder ve Resulullah'ın (sav) Attâb'ı Mekke'ye tayin edişini zikreder.
el-tsÂbe'de şu bilgi
verilir: Ukayli, Hişâm b. Muhammed b. Sâib el-Kelbî'nin biyografisinde, ona
ulaşan senediyle, onun babasından, onun Ebû Salih'ten, onun da İbn Abbâs'tan
"Bana katından yardım edici bir hüccet ver" âyetiyle ilgili olarak
"bu yardımcı Attâb b. Esîd'dir" dediği rivayetini kaydeder.[5]
Belensi diye meşhur Hafız Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Evsî*nin
Sılatu'1-cem ve âidi't-tezyîl li-mevsûli kitâbey el-t'lâra ve et-Tekmü[6] adlı
eserinde anılan âyetle ilgili olarak İbn Asker'in şöyle dediği[7]
zikredilir: Ebubekr ez-Zehebî Târihinde îbn Abbâs'a ulaşan senediyle onun
"âyette kastedilen Attâb b. Esîd'dir" dediği rivayetini tahric eder.
Resulullah'ın (sav)
valilerinden biri de Yemen hükümdarı Bâzân'dır ki ona Bazâm[8] da
denir.
Subhu'1-a'şâ da şu
bilgi verilir :Kisra'nın naibi Bâzân müslüman olunca Nebi (sav) onu Yemen'in
bütün vilayetlerine vali tayin etti. Onun konağı Yemen hükümdarlarının (Tebâbia
, tekili: Tubbe ) memleketi Sa-na'da idi. Bâzân, Veda Haccından sonra vefatına
dek bu görevde kaldı. Allah Resulü (sav) de onun vefatı üzerine oğlu Şehr b.
Bâzân'ı Sana'ya, her bölgeye de ashabından birini tayin etti.[9]
Sa'lebî, Bâzân'la
ilgili olarak şunu zikreder: O, Acem hükümdarlarının ilk müslüman olanı ve
Yemen'e tayin edilen ilk İslâm emîridir.[10]
Bu bilginin benzerini
Zurkâni Şerhu'l-Mevâhib'de Sa'lebfden naklederek doğrular.[11] Bu
eserdeki bilgi ile İslâm'da ilk e m î r in Hz. Ebubekir olduğu ve onun Attâb b.
Esîd olduğunun da söylendiğine dair daha Önce Hac Emirliği bahsinde geçen
bilgiye bakınız, el-İsâbe'de de Abdullah b. Cahş'ın biyografisinde Beğavi'den naklen
onun îslâm'dailk e m î r olduğu kaydedilir.[12]
Bunun, zikredilen bölgeler bakımından söz konusu olması da muhtemeldir. Bâzân
vefat ettiğinde Nebi (sav) Sana'ya onun oğlu Şehr'i vali ( âmil) tayin etti.Bunu
Vâkıdi.îbn İshak ve Taberî zikreder.İbnHacer el-tsâbe'de Amir b, Şehr
el-Hemdânî'nin[13] biyografisinde, onun
Allah Resulünün (sav) Yemen âmil lerinden biri olduğunu kaydeder.[14] Yine
el-tsftbe'de müellif, Abdullah b. Amr b. Sebî es-Sa'lebî'nin biyografisini
verir ve Şa'bi'den naklen Resulullah'm (sav) onu Benî Sa'leb'e,[15] Abs
ve Benî Abdullah b.Gatafân kabilelerine âmil
tayin ettiğini zikreder.[16] Ebû
Musa eî-Eş'arî'nin biyografisinde de Resulullah'ın (sav) onu Zebîd, Aden ve
bunlara bağlı bölgeler gibi Yemen'in bir kısmına âmil tayin ettiğini belirtir.[17]
İbn Hacer el-lsâbe'de
Haris b. Bilâl el-Müzenf nin[18] biyografisini
verir ve Seyf in el-Fütûh[19] adlı
eserinden, onun Resulullah'ın (sav) Cedîletü Benî Tayın[20]
yarısına görevlendirdiği âmil i olduğunu nakleder.[21] îbn
Hacer, Haris b. Nevfel el-Hâşimî'nin biyografisini vererek şöyle der: İbn
Hibban[22] onu
ashab arasında sayar ve Hz. Peygamber'in (sav) onu Mekke'nin bazı yörelerine
âmil tayin ettiğini söyler. İbn Hacer daha sonra Zübeyr b. Bekkâr'ın da
dediğini kaydederek îbn Sa'd'dan şu bilgiyi nakleder: Haris, Allah Resulü'nün
sohbetinde bulundu, Resulullah (sav) onu Mekke'nin bazı yörelerine âmil tayin
etti. Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman da onu bu görevde bıraktılar.[23]
ibn Hacer, Husayn b.
Niyâr'ın biyografisini vererek şöyle der: O, Allah Resulü'nün (sav) âmil
lerinden biriydi. Bunu Seyf ve Taberî zikreder, İbn Fethûn da ona i stidrâkte
bulunur.[24] Yine el-İsâbe’de müellif,
Haris b. Abdülmuttalib’in biyografisini verir ve İbn Ebî Hâtim'den nakille onun
Hz. Peygamber'in sohbetinde bulunduğunu, Resulullah'ın (sav) onu Mekke'nin bazı
yörelerine âmil tayin ettiğini, Hz. Ebubekir ve Osman'ın da onu
görevlendirdiklerini zikreder. Sonra biyografisinin, onun daha önce anılan
torunu Haris b. Nevfel'e ait olduğunu kaydeder.[25]
Ayrıca Râfi b. Amr et-Tâfnin biyografisini vererek Taberî'nin[26] şu
rivayeti tahric ettiğini zikreder: Zâtu's-Selâsil[27]
Gazvesi olduğunda Resulullah (sav) Amr b. As'ı içinde Hz. Ebubekir ve Ömer'in
de bulunduğu bir orduya kumandan tayin etti.[28]
el-îsâbe'de müellif, Hirmâs'ın babası Ziyâd el-Bâhilî'nin biyografisini verir
ve Dârekutni'nin Hirmâs'tan yaptığı şu rivayeti zikreder: Babamla birlikte
Resulullah'a (sav) geldim. Resulullah onu Bâhile'den kendi aşiretine yönetici
tayin etti.[29]
Ibn Hacer, Sâıbb
Osman'ın biyografisini verir ve Ibn Ishak'tan naklen Resulullah'ın (sav) onu
Buvât Gazvesı'nde Medine'ye âmil tayın ettiğini kaydeder.[30] Sa'd
ed-Devsî'nın biyografisini venr ve Ahmed[31] ile
Ibn Ebî Şey-be'nın ondan şu hadisi tahrıc ettiklerim zikreder Resulullah'a
(sav) gelerek müslüman oldum, beni kavmime âmil tayın etti ve musluman olduklarında
sahip bulundukları malları onlara bıraktı.[32]
Yine el-tsâbe'de Suayr
b Hufâf et-Temîmî'nın[33]
biyografisini vererek şöyle der Seyf onu el-Fütûh'ta zikreder O, Allah
Resulu'nun (sav) Temîm'ın boylana tayın ettığı âmil ıdı Hz Ebubekır de onu
görevinde bıraktı.[34]
Sufyân b Abdullah b Ebî Rebıa'nın[35]
biyografisini verir ve tbn Ebî Şeybe'den nakille Resulullah'ın (sav) onu Tâıf e
âmil tayın ettiğim zikreder.[36]
Seleme b Yezîd el-Cufî'nın biyografisini verir ve ana bir kardeş* Kays b Seleme
ile birlikte Resulullah'a (sav) gelerek müslüman olduklarını, Resulullah'ın da
Kays'ı Beaî Mervân'a âmil tayın ettiğini ve kendisine bir belge yazdığını
zikreder.[37] Benî Sa'lebe'den Sayfî b
Âmır'ın biyografisini vererek şöyle der Nebi (sav) onu kendi kavmine e m î r
tayın etti.[38] Dahhâk b Kays'ın
biyografisini verir ve onun Resulullah'ın (sav) âmili olduğunu söyler.[39]
Imrıu'1-Kays b Asbağ el-Kelbf nm biyografisini vererek şoyleder O,kavmının reisiydi
veNebı(sav) âmillerini Kudâa'ya gönderdiğinde onu da Kelb kabilesine âmil
olarak gönderdi Ibn Hacer Seyf in el-Fütûh*undan da şu bilgiyi nakleder
Resulullah (sav) vefat ettiği sırada Kelb kabilesinden Kudâa kabilesine tayın
ettiği âmili Benî Abdullah'tan Imnu'1-Kays b Asbağ el-Kelbî ıdı.[40]
Ibn Hacer, Hârıs b
Bilal el-Muzenî'nın biyografisini vererek onun Resulullah'ın (sav) âmili
olduğunu söyler.[41] Abdurrahman b Ebzâ
el-Huzâî'nın biyografisini verir ve Ibnu's-Seken'm şöyle dediğim nakleder
Ne-bı(sav)onu Horasan'a âmil tayın etti.[42]
Osman b Ebfl-Âs'ın biyografisini vererek şöyle der Resulullah (sav)onu Tâıfeâmıl
tayın etti,Hz Ebubekir ve Omer de kendisini bu görevde bıraktılar.[43] Ukâşe
b Sevr'in biyografisinde de onun Hz. Peygamber'in (sav) Sekâsik ve Sekûn âmili
olduğunu söyler.[44] Alâ
b. Hadramî'nin biyografisinde Resulullah'm (sav) onu Bahreyn'e âmil tayin
ettiği,[45] Amr
b. Hazin el-Ensârî'nin biyografisinde de onu Necrân'a âmil tayin ettiği
zikredilir.[46] Amr b. Hazm'dan
Resulullah'ın (sav) farzlar, zekât ve diyetlere vs. dair kendisi için yazdığı
bir belge rivayet edilir ki Ebû Dâvud, Nesâi, İbn Hibbân, Dârimî ve başkaları
bu belgeyi rivayet etmişlerdir.[47]
Üsdü'l-ğâbe'de şu bilgi verilir: Resulullah (sav) kendilerine Halid b. Velid'i
gönderip de müslüman olmalarından sonra Amr'ı onyedi yaşındayken Necran halkına
âmil tayin etti.[48] Nevevî de bu bilginin
benzerini onun et-Tehzîb'deki biyografisinde verir.[49]
Amr b. Hakem
el-Kudâi'nin biyografisinde Resulullah'ın (sav) onu Be-ni'1-Kayn'a âmil olarak
gönderdiği kaydedilir.[50] Amr
b. Saîd b. Âs'ın biyografisinde de Hz. Peygamber'in (sav) onu Vâdi'1-kurâ ve
başka yerlere âmil tayin ettiği, orada âmil iken vefat ettiği zikredilir.[51] İbn
Hacer Amr b. Maheûb el-Âmirfnin biyografisinde onun Allah Resulünün (sav) âmili
olduğunu,[52] Avf el-Verkânî'nin
biyografisinde de onun Resulullah'ın (sav) âmil i olduğunu zikreder.[53]
Abdullah b. Zeyd el-Kindfnin biyografisinde, onun Allah Resulü'min Yemen âmil
i,[54] Abdullahb.Sivâr'ın
biyografisin-de de onun Allah Resulü'nün Bahreyn âmil lerinden olduğunu kaydeder.[55]
Ferve b. Müseyk'in biyografisinde, Hz. Peygamber'in (sav) onu Murad, Müzhic[56] ve
Zebîd'in tümüne âmil tayin ettiğini zikreder,[57]
Karade b. Nüfâse es-Selûlf nin biyografisinde, onun Benî Selûl'den bir
toplulukla birlikte Resuîullah'a gelip müslüman olduklarını ve Resulullah'ın
(sav) onu kendilerine e m î r tayin ettiğini zikreder.[58]
Süyûti Dürrü's-sehâbe'de
Ebû Cude/ el-Murâdî'nin biyografisini vererek şöyle der: İbn Vezir ve
Abdülaziz b. Meysere onun Hz. Peygamber'in (sav) âmili ve Mısırlı olduğunu zikrederler.[59] Kudâî
b. Âmir ed-Düelf-nin (ed-Dîlî) biyografisinde de onun Resulullah'ın (sav) Benî
Esed'e gönderdiği âmil i olduğunu söyler.[60]
Ondan sonraki biyografide Sinan b.Ebî Sinan'ı da Benî Esed'e âmil olarak tayin
ettiğini belirtir.Kays b.Mâlik el-Erhabfnin biyografisinde şu bilgiyi verir:
Kays ve kavmi İslâmiyeti kabul ettiklerinde Hz.Peygamber(sav)Arabı, mevali si
ve karışık gruplarıyla kavmi Hemdân'ın onu dinlemesi ve itaat etmesi, namaz
kıldıkları ve zekât verdikleri sûrece Allah'ın zimmet inde (koruma, teminat)
bulunacaklarına dair kendisine bir ahidname yazdı. Yine bu biyografide Hz. Peygamberin
(sav) Kays b. Mâlik'e şunları yazdığını kaydeder: "Sana selâm olsun. Ben seni
kavmine âmil tayin ettim."[61]
Mâlik b. Avf en-Nasrî'nin biyografisinde şu bilgiyi verir: Resulullah (sav) onu
kendi kavmi ile Sümâle, Selime ve Fehm kabilelerinden müslüman olanlara âmil
tayin etti. Mâlik bunlarla birlikte Sakîf kabilesine karşı savaştı; onların otlağa
çıkan hiçbir sürüsü yoktu ki ona baskın düzenleyip elde etmesin.[62]
İbn Hacer, Münzir b.
Sâvâ ed-Dârimî'nin biyografisinde İbn Mende'nin şöyle dediğini nakleder:
Münzir, Allah Resulü'nün (sav) Hecer â m i 1 i y-di.[63] Ebû
Heydam el-Müzenî'nin biyografisinde Zübeyr b. Bekkâr*dan şu rivayeti nakleder:
Muhammed b. Heydam babasından rivayet etti: Resulullah (sav) babamı çağırdı ve
"Seni şu vadiye âmil tayin edeceğim, kim şuradan buradan sanagelirse ona
engel ol," buyurdu. O şöyle dedi: "Ben kızlardan başka çocuğu olmayan
bir adamım, bana yardım edecek kimsem yoktur." Allah Resulü (sav)
"Allah seni bir erkek çocukla mıhlandıracak ve sana yardımcılar
kılacaktır" buyurdu ve onu oraya âmil yaptı.[64] Sevâdb.Gaziy
ye el-Belevî el-Ensârî'nin, İbn Kudâme'nin el-lstibsâr'ındaki biyografisin de
şu bilgi zikredilir: O, Resulullah'ın (sav) Hayber âmil iydi. Resulul lah'a
(sav), karışık bir tür hurmadan iki s â verip bir s â satın aldığ C e n î
b (iyi bir cins hurma) hurması
getirdi.[65]
Şair Ömer b. Ebî
Rebîa'mn Nevevî'nin Tehzîb'indeki biyografisinde şı bilgi verilir: Resulullah
(sav) onun babası Abdullah b. Ebî Rebîa el Mahzûmî'yi Cened (Yemen'de bir yer)
ve havalisine vali tayin etti. Hz. Öme şehid edilinceye kadar bu görevde kaldı,
sonra Hz. Osman onu oraya tayin etti. O, insanların en güzel yüzlülerinden
olup, Kureyş'in Amr b. Âs ile birlikte Necâşi'ye gönderdiği kimsedir.[66]
es-Sîretü'ş-ŞâmiyyeMe Allah Resulünün (sav) Halid b. Velid'i Sana ve ona bağlı
yerlere, Muhâcir[67] b. Ebî Ümeyye el-Mahzûmî'yi
Kinde'ye, Ziyâd b. Lebîd'i[68] Hadramevte,
Ebû Musa el-Eş'arfyi Zebîd, Aden ve RîuVSâhü'e, Muaz b. Cebel'i Cened'e, Ebû
Süfyân'ı Necran'a, ve Yezîd[69] b.
EbîSüfyân'ı başka bir yere e m î r (yönetici) tayin ettiğine dair bilgiler
ihtiva eden biyografiler mevcuttur.[70]
Hafız el-Irâkî'nin
Elfîyye'sinde Allah Resulü'nün (sav) emir leri zikredilmiş olup îbn Kîrân
bundan maksadın Hz. Peygamber (sav) tarafından yönetim, kaza (yargı), vergi
toplama ve hac için tayin edilen e m î r ler olduğunu söyler:
Bâzân'ı Yemen'e e m î
r tayin etti
Sonra oğlu Şehr'i
Yemen'in Sana'sına
fbn Ebî Ümeyye
Muhâcir'i
Kinde'ye ve Sadife,[71] daha
gitmeden
Görevine, Nebi (sav)
vefat etti.
Ziyâd b. Lebîd'i
Hadramevt'e ve
Ebû Musa'yı Zebîd'e,
Aden'e ve
Nâfiu's-sâhil'e[72]
Yemen toprağından.
Bunun gibi, Muâz'ı
Cened'e görevlendirdi.
Attâb'ı da beldelerin
en hayırlısına (Mekke).
Keza Ebû Süfyân Sahr
b. Harb'ı görevlendirdi.
Bundan sonra Necran'a,
Oğlu Yezid'i de evet
Teymâ'ya
Halid b. Said'i de
Sana'ya
Keza Amr b- Saîd'i
Vâdi'l-kurâ'ya
Ve onların kardeşi
Hakem'i köylerine
Ureyne'nin[73] Keza
verdi
Kardeşleri Ebân'a
ondan nasip.[74]
Keza Amr[75] b.
Âs'ı Umân'a
ve Taife de Osman b.
Ebi'1-îs'i görevlendirdi.
Keza görevlendirdi
Mahmiyye'yi[76]
Humus lara bakmaya,
sonra da
Yargı görevi ve h u m
u s lara
Yemen'de ki orada
reisdi o.
Adî b. Hâtim'i e m î
r tayin etti
Tay ve Eeed kabileleri
zekâtlarına,
Ve ondan başkalarını
da, zekât e m î r terinden,
Ayrı ayrı kabilelerden
toplanan zekâtların.
Sıddık'ı görevlendirdi
hac e m î r ligine
Hicrî dokuzuncu yılda
ve Ali'yi ültimatomu bildirmeye
Haccedemeyeceğini o
yıldan sonra hiçbir müşrikin.
Okudu sûreyi,[77]
müşrik hüsrana uğradı
Ama orduların başında
görevlendirdiklerine gelince
Onlar da zikredildiler
gönderildikleri her orduda.[78]
Süheyli'nin
er-Ravdu'1-ünüf te açıkça belirttiği ve İbn Bâdis'in de ondan naklettiğine
göre Kesulullah (sav) emirlerine "bana bir postacı (haberci, elçi)
göndereceğiniz zaman yüzü ve adı güzel olanını gönderin" diye yazardı.
İbn Badis şöyle der: Bezzâr bunu Büreyde'nin merfu rivayeti olarak zikreder.[79]
Mezkur hadis el-Câmiu's-sağîr'de de Bezzâr'ın Bürey-de'den rivayeti olarak
verilmiştir.[80] Münâvî et-Teysîr'de şöyle
der: Heyse-mi'nin de dediği gibi[81]
Bezzâr'ın hadisle ilgili bütün rivayet yolları zayıftır, fakatkuvvetli ş â h i
d leri vardır.[82] Alkaimel-Kevkebül-mÜnîr*de
şöyle der: Bu hadisin kenarında "hasen" işareti vardır. el-KebîrMe
(el-Câmiu'l-kebîr) ise "sahih olduğuna hükmedilmiştir" ifadesi var ki
muhtemelen müellif katında hadis "hasen" olup "sahih"
olduğu hususunu başkası nakletmiştir.
Münâvî büyük şerhinde
şöyle der: "Bana bir postacı (b erî d) göndereceğiniz zaman," yani
bana bir elçi (haberci) gönderdiğiniz zaman, demek olup Zemahşeri şöyle der: B
e r î d , acele elçi (haberci) demektir. O, bir başka yerde de şöyle der: B e
rîd kelimesi Farsça olup
"katır" anlamına gelir ki aslı "büreydeh düm"[83] yani
"kuyruğu kesik"tir. Çünkü posta katırları böyleydi. Kelime
Arapçalaştınlıp hafifletilmiş, sonra da ona binen haberci" b e r î d
" diye adlandırılmıştır.[84]
İbn Badis şöyle der:
Allah Rasulü (sav) bir âmil gönderdiğinde adını sorardı; eğer adı hoşuna
giderse sevinir ve bunun neşesi yüzünde görülürdü. Eğer adından hoşlanmazsa,
hoşnutsuzluğu yüzünde görülürdü. Bir köye geldiğinde adını sorardı; adı hoşuna
gitse sevinir ve sevinci yüzünde görülürdü. Eğer adından hoşlanmazsa,
hoşnutsuzluğu yüzünde görülürdü.
İbn Sa'd Tabakât'mda
şu bilgiyi kaydeder: Resulullah (sav) Him-yer'den Haris, Mesrûh ve Nuaym b.
Abdikülâl'e mektup yazdı ve Ayyaş b. Ebû Rebîa el-Mahzûmî ile gönderdi. Şöyle
buyurdu: "Onların toprağına vardığında, gecegirmeyip sabahı bekle.
Sonragüzelce temizlen, iki rekat namaz kıl, Allah'tan başarı ve kabul dileyip
Allah'a sığın ve benim mektubumu sağ eline al, onları karşına almış olarak sağ
elinle onların sağ ellerine ver."[85]
Kalkaşandi,
halifelerin hükümdarlara[86]
verdikleri a h i d n a m e -lerin meşruiyetinin esasına dair bir başlık açarak
(IX, 398) şöyle der: Bu hususta esas (dayanak, delil), İbn İs hak ve başkalarının
rivayet ettikleri şu haberdir: Benî Haris b. Ka'b kabilesinin elçiler heyeti[87]
Resulullah'a (sav) geldikten sonra Yemen'e kavimlerinin yanına döndüklerinde,
Resulullah (sav) elçilik heyetleri gönderdikten sonra[88]
onlara din konusunda bilgi vermek, Sünnet'i ve dinin temel esaslarını öğretmek,
onlardan zekâtlarını almak üzere kendilerine Amr b. Hazm'ı gönderdi, ona bir
belge (ahidname ) yazdı ve bu eserin Vârid olan ahidnamelerin nüshaları" konusunun
baş tarafında zikredileceği üzere bu belgede a h d ini belirtti ve emrini buyurdu.
Allah Resulü (sav) kendi sağlığında Yemen'ih yönetimini Amr b. Hazm'a tevdi
etmişti. Bu da ele almakta olduğumuz konuda en açık delil ve en güçlü şahittir.[89]
Kalkaşandi'nin atıfta
bulunduğu yerdeki (ki bu aa c. X, s. 8'dir) Allah Resulü'nün (sav) yazdırdığı
belgenin metni şudur: İbn Hişâm'm kaydettiğine göre,[90]
besmeleden sonra: "Bu, Allah ve Resulünden bir açıklamadır: 'Ey inananlar,
ahidleri yerine getirin' (Mâide 5 i 1). Bu Allah'ın elçisi Nebi Mu-hammed'den,
Yemen'e gönderdiği sırada Amr b. Hazm'a verilmiş bir ahidname dir. Ona, bütün
işlerinde Allah'tan sakınmasını (takva) emretti. 'Şüphesiz Allah, takva
sahipleri ve ihsanda bulunanlarla beraberdir/ (Nahl 161128) Ona, Allah'ın
kendisine emrettiği gibi hakka göre davranmasını, halka hayrı müjdelemesini,
hayrı emretmesini, halka Kur'ân Öğretmesini, kendilerine Kur'ân'ın hükümlerini
Öğretmesini ve onları (kötülüklerden) nehyetmesini, temiz (abdestli)
olanlardan başka hiçbir insanın Kur'ân'a dokunmamasını, halka leh ve
aleyhlerine olanı (hak ve sorumluluklarını) bildirmesini, hak konusunda
insanlara yumuşak davranmasını, zulüm konusunda ise sert-davranmasını emretti.
Çünkü Allah zulümden hoşlanmamış ve ondan nehyetmiştir. Allah şöyle
buyurmuştur: 'îyi bilin ki Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir' (Hûd 11/18).
İnsanları cennetle ve onun (içingerekli olan) ameli ile müjdelemesini,
cehennemden ve onun amelinden sakındırmasını emretti. Dinde bilgi sahibi
olmalarına kadar insanlarla ülfette bulunmasını, halka haccın temel
esaslarını, sünnetlerini, farzi-yetini ve Allah'ın bu konudaki emrini, h a c c
- ı e k b e r ' in(büyükhac) büyük hac (normal hac), h a c c - ı a s g a r ' in
(küçük hac) da umre olduğunu öğretmesini emretti. Halkı, iki tarafını omuzlan
üzerine kıvırdığı bir elbise olması hariç, bir kimsenin küçük bir tek elbisede
namaz kılmaktan nehyetmesini, bir tek elbise içinde, tenasül uzvu göğe doğru
gelecek şekilde i h t i b a da bulunmaktan (dizlerini dikip baldırlarını
karnına yapıştırarak oturma), kişinin saçını ensesinde örmekten nehyetmesini
emretti. İnsanlar arasında savaş (karışıklık) çıktığında kabile ve aşiretlere
çağrıda bulunmaktan nehyedip çağrılarının tek olan ve ortağı bulunmayan
Allah'a (Azze ve celle) olmasını sağlamasını: kim Allah'a değil de kabile ve
aşiretlere çağırırsa, çağrıları tek ve ortağı bulunmayan Allah'a oluncaya dek
kılıçla haklanmalarını emretti. İnsanların abdesti tam olarak, Allah'ın onlara
emrettiği gibi yüzlerini, dirseklere kadar kollarını, inciklerine kadar
ayaklarını tam olarak ve gereği kadar yıkayarak ve başlarını meshederek
almalarını emretmesini buyurdu. Namazı vaktinde kılmasını, rüku, secde ve huşuu
tamyapmayı, sabah namazını gecenin son karanlığında, Öğle namazını güneşin
meyletmeye başladığı sırada, ikindi namazını güneş yeryüzünü arkasına
almışken, akşam namazını gece başladığı zaman kılıp gökyüzünde yıldızlar görününceye
kadar tehir etmemesini, yatsı namazını da gecenin evvelinde kılmasını emretti.
Cuma ezanı okunduğunda ona koşmasın^ Cumaya giderken gusletmesini emretti.
Ganimetlerden Allah'a ait olan beşte bir payı ( h u m s ) , Allah'ın
gayrimenkulde müslümanlara farz kıldığı zekât olarak kaynak ve yağmur suyu ile
sulanan toprakların mahsulünden onda bir, taşıma su ile sulanandan yirmide bir,
her on devede iki koyun, her yirmi devede dört koyun, kırk sığırda bir dişi
sığır,[91] her
otuz sığırda iki yaşında erkek veya dişi bir dana, yaylak olanlardan her kırk
koyunda bir koyun almasını emretti. Bu, Allah'ın zekâtta inananlara farz
kıldığı paydır. Kim de fazla olarak birşey verirse bu kendi lehinedir. Yahudi
ve hıristiyanlardan herhangi biri kendi arzusuyla samimi olarak müslüman olur
ve İslâmiyeti din kabul ederse o mü'minlerdendir; onların lehine olan (haklar)
onun da lehine, onların üzerine olan (vazifeler) da onun üzerine olacaktır.
Kim Yahudilik ve Hıristiyanlığı üzere kalırsa ondan döndürülmez; ergin her
erkek veya kadın, hür veya köleye tam bir dinar veya bunun karşılığı elbise
Ödemesi gerekir. Kim bunu öderse, Allah'ın ve Resulünün zimmet inde (korumasında,
a h d inde) olur. Kim de bunu engellerse, Allah, Resulü ve müminlerin hepsinin
düşmanıdır. Allah'ın salât ve selamı, rahmet ve bereketi Muhammed'in üzerine
olsun."[92]
Tenbih: Bu belge ve
benzerleri, görevli (yönetici) için düzenlenen ve kendisine itaat etmeleri
için, görevlendirildiği kimseler katında otorite mesnedi olan z a h î r [93] belgelerinin
aslıdır.Eskiden bu şekilde yazılan belgeleri zehâir vesukûk diye
adlandırırlardı. Z e h â i r , "yara*ını eden" anlamında z a h î r '
in çoğuludur. Halife veya sultanın fermana, onunla kendisi için yazılan kimseye
destek gerçekleştiği için z- a h îr diye adlandırılmıştır. S u k û k da belge
(yazı, mektup) anlamına gelen sakk'ın çoğuludur. Cevheri bunun Farsça'dan
Arapçalaştmldığını ve Çoğulunun esuk, sikâk ve sukûk olduğunu söyler. Sonra
müteahhirîn ulemâ bunlardan sakk sözünü, ortak olduğu mânâlardan birinin, ki
bu da."tokat"tır, galebesi şeklinde umumî örf oluşmasından dolayı
kullanmaktan sakınarak yalnız zahîr lafzını kullana geldiler(bkz. Subhu'l-i, X,
229).[94]
Allah Resulünün
insanlar arasında hükmetmesi (yargıda bulunması): el-Muvatta'da Hz.
Peygamber'in (sav) zevcesi Ümmü Seleme'den şu rivayet zikredilir:
"Allah Resulü
(sav) buyurdu: 'Şüphesiz ben (de sizin gibi) bir insanım. Siz bana anlaşmazlıklarınızı
getiriyorsunuz; olur ki bazılarınız delilini bazılarınızdan daha güzel (düzgün,
ustalıkla) dile getirir ve ben de onun lehine hükmederim. Binaenaleyh kimin
lehine, kardeşinin hakkından bir şeye hükmedersem sakın ondan bir şey almasın,
ben (bununla) ona ancak ateşten bir parça kesip vermiş olurum."[95]
Hadiste geçen "elhane bi-huccetihi" sözünden maksat "eftane
lehâ" (delilini daha ustalıkla, anlaşılır şekilde ifade etmek) demektir.[96]
Faydalı bir bilgi:
Şihâb, eş-Şifâ şerhinde (IV, 301) Suyûti'den şu bilgiyi nakleder:
İbnü's-Sübkî'nin el-Kavâid'inde etraflıca açıkladığı gibi "Allah
Resulü(sav) zahire göre hüküm vermede olduğu gibi bâtına (kendi şahsî bilgisi)
göre de hüküm verme yetkisine sahipti. Zahirle hükmü bazan yargı, bazan siyaset
ve saltanat (hükümranlık), yani imâmet-i u z m â (büyük imamlık, devlet
başkanlığı), bazan da fetva yolu ile olurdu."[97] Bu
bilgi el-Fevâkihü*l-ceniyye'den alınmıştır. el-Enmûzec'de şu bilgi verilir:Allah
Resulü(sav)için şeriat ve hakikat biraraya getirilmiş olup Hz. Musa'nın Hz.
Hızır'la olan kıssası ve onun "Ben bir ilme sahibim ki senin onu bilmen,
sen de bir ilme sahipsin ki benim onu bilmem gerekmez" sözünden
anlaşıldığı üzere diğer peygamberler için bunlardan ancak biri söz konusudur.[98] Ravdiel-Enmûzec*inşerhinde
şöyle der: Şeriat ve hakikatten maksat, zahir ve bâtına göre hükmetmektir.
Allâme Kastallâni, müellifin "onda şeriat ve hakikat bir araya
getirilmiştir (toplanmıştır.)." sözüne şu şekilde itirazda bulunur: Bu,
peygamberler hakkında büyük birgaflet ve cürettir.Çünkü bu sözden, ulü-1 a z m
bazı peygamberlerin h a k i k a t ilmine sahip olmadıkları sonucu çıkar ki
Hızır'ın ve hatta diğer herhangi bir peygamberin hakikat ilmine sahip
bulunmamaları caiz değildir. Bundan da tuhafı, kendi sine bu sözdeki hata açıklandığı
halde "maksadım, hüküm ve yargının biraraya gelmesidir" şeklinde
cevap vermesidir. Müellif Celâlüddin es-Suyûtı bu itiraza el-Bahir fî hükrai'n-nebî
b i'1-batin ve'z-zâhir[99] adlı
bir eseri* cevap verd sonrada eseri özetle ResululIah'ın fsav) zahir vebâtın a
göre ve bunlardan yanız birine göre verdiği hükümlere dair misaller: kaydetti.[100]
Resulullah'm (sav)
hayatında vuku bulan ve kendisinin hüküm verdiği olaylara dair, imamlardan bir
grup müstakil eserler kaleme almışlardır Bunların en meşhuru, çağında fukahanın
şeyhi olan İmam Muhammed b Ferec Mevlâ İbnüVTallâ el-Endelüsî'dir. (ö.
497/1104) O, insanların her ki tadan ilim tahsili için kendisine geldikleri
kimselerdendir. Hafız Ebû Ali es-Sadefî, Ebu'r-Rebî el-Kelâî ondan icazet
istemişlerdir. İbn Ferhûn ed-Dibâc'da (s. 275) onun biyografisini verir.[101]
İbnü't-Tallâ'm konuyla ilgili eseri, Kitâbu Akdiyeti*r-Resûl[102]
adıyla bilinmekte olup büyük öneme sahip ve nadir bulunan bir kitaptır.
Tunus'ta, son derece hatalı yazılmış bir nüshasını elde ettim. Sonra Fas'ta
eski ve sağlam bir nüshasını buldum, ancak orta büyüklükte bir cilt halinde
olan bu nüsha yırtıktı. Başında hemen giriş cümlesinden sonra şöyle der:
"Bu eser, Resulullah'ın (sav) hüküm verdiği veyahükmedilmesi için
emrettiği davalardan bana ulaşanları zikrettiğim bir kitaptır. Çünkü insanlar
arasında hüküm verme (yargı) görevini yüklenen kimseye, Allah'ın (Azze ve
Celle) Kitabında emrettiğinden veya Resulullah'ın (sav) kendisiyle hükmettiği
sabit olan veya ulemânın üzerinde birleştiği ( i c m a ) ya da bu üç esastan
birine dayanan bir delilden başka bir şeyle hükmetmesi helal değildir,
ilh."[103] Benim bu kitap hakkındaki
görüşüm, bu eseri mütalaa etmenin her müslümana gerekli olduğudur. Maalesef,
onu mütalaa edebilecek kimselerin çoğu, onu bugün kendisinde bulunanla
hükmetmek için değil de, eskiden olagelmiş diğer şeylerde (olaylarda) olduğu
gibi ders (ibret) almak için mütalaa eder. İbnü't-Tallâ, eserin sonunda, bu
eseri derlemeye kendisini sevkeden şeyin, el-Mü s ne d müellifi Ebû Bekir b.
Ebî Şeybe'ye ait Kitâbu Akdiyeti Resûlillâh(sav) adlı bir eseri bulması ve
bunun küçük bir kitap olup müellifin ancak az sayıda yargıyı bu eserde
zikretmesi olduğunu belirtir. Sonra İbn Ebî Şeybe'nin şu sözünü nakleder:
"Resulullah'ın (sav) hüküm verdiği veya hüküm verilmesini emrettiği
olaylara baktım, ancak yüz kadar hadis buldum. Resulullah'ın (sav) yargılarını,
teberrüken ve onlara muhabbet ve kendilerine uyma hususunda bir arzu (rağbet)
duyarak, Allah Resulü'nün (sav) emîr ve yasaklarına bağlı kalmak gayesiyle
araştırmayı düşündüm."[104]
Müellif sonra da faydalandığı eserleri sayar ki sayısı otuz dörttür.
Görüyorsunuz ki,
onunla İbn Ebî Şeybe arasında, et-Tahrîc adlı eseriyle ilgili olarak benimle
Huzâi arasında geçen şey olmuştur. Bu konuda yaptığımız gibi, inşallah,
Îbnü't-Tallâ'nın bu yazısına (çalışmasına) yönelmek ve onunla ilgili sözü
kaleme aldıktan, ona ilavesi doğru olanları derledikten sonra İslâm dünyasına
hediye olarak takdim niyetindeyiz. Allah'tan kolaylık lütfetmesini dileriz.
Bu konuda eser
verenlerden biri de hanefı âlimi Zahîrüddin Ali b. Ab-dülaziz b.
Abdürrezzakel-Merğinanî (ö. 506/1112) olup Kitâbu Akdiyeti'r-Resûl (sav) adlı
eseri vardır.[105] Keşfuzzunûn'da müellif
bu eseri zikrederek şerhleri bulunduğunu belirtir. Bu konuda eser yazanlardan
biri de îbn Ebî Mervân el-İşbilî diye tanınan İmam Ebû Cafer Ahmed b.
Abdülmelik b. Muhammed b. İbrahim el-Ensârfdir.[106] 549
(1154) yılında Leble'de şehid olmuştur. Îbnül-Ebbâr Tekmiletü's-Sıla'da onun
biyografisini vererek şöyle der: "Eseri güzel bir kitap olup
el-Muntahabu'1-müntekâ adını vermiştir. Ana MüsnecHerde dağınık şekilde geçen
şer^ hükme komıolaylanonda toplamıştır. Ebû Muhammet! Abdülhak b. Abdurrahman
el-İşbilî[107] de ahkâma dair kitabını
bu esere dayandırmış ve ondan faydalanmıştır. O, bu Ebû Cafer'in yakın bir
arkadaşı idi." (s. 72)
Bu konudaeser veren
bir başkası da Ebû Ali Hüseyin b. Mübarek b. Yusuf el-Mevsılfdir. Cö. 742/1341).
Onun el-Fetâva'n-Nebeviyye fi'1-mesaili'd-dini y ye ve'd-dtinyeviyye[108]
adlı eseri vardır. Bu eserde Nebevi fetvalardan, Re sulul1ah "a (sav)
sorulan ve onun kesin şekilde cevapladığı meseleleri seçmiştir. Fıkıh
kitaplarının tertibine göre düzenlediği eser bir cilt halinde olup Mısır'da
Hidiviyye Kütüphanesinde yazma bir nüshası bulunmaktadır. Bu konuda eser
verenlerden biri de İbn Kayyım el-Hanbelî ed-Dımaşkî olarak tanınan İmam Hafız
Şemsüddin Muhammed b, Ebubekir ez-Zer'î dir. (Ö. 751/1350). İbn Kayyım,
Resulullah'ın (sav) vermiş olduğu fetvaları, cevapları, verdiği hükümlerin
hepsini ele alarak flâmü'l-muvakkiîn an Rabbi'l-âlemîn adlı eserini bununla
sona erdirmiştir.[109]
Hindistan'da Bhopal hükümdarı Emir Ebu't-Tayyib[110]
Seyyid Sıddık Han (ö. 1307/1890) bu hüküm ve fetvaları adı geçen eserden
ayırarak müstakil bir kitapta toplamış ve Bülûğu's-sûl fî akdiyeti'r-Resûl[111]
diye adlandırmıştır. Bu eser ile adı geçen Emîr'e ait Neylü'l-Merâm
bi-âyâtfl-ah-kâm[112]
adlı ahkâm âyetleri tefsiri bir cilt halinde Hindistan'da basılmıştır. Eğer
Hind toplumu bu mukaddes mecmuadan başka eser neşretmemiş olsaydı, bu onlara
yeterdi. Ben bu mecmuayı koltuğu altına almayı (el kitabı yapmayı) her
müslümana gerekli görürüm.[113]
Hafız Şâmi bu faslı
(alt bölümü) Sîret'inde ayrı başlık halinde ele alarak[114]
"Resulullah'm (sav) hüküm ve yargılarında takip ettiği hareket tarzı ile
ilgili bâbların (bölüm) yekûnu" diye adlandırır.ve şöyle der: "Bundan
maksat, her ne kadar Resulullah'ın (sav) hususî yargılan umumî bir kanun ise
de, umumî teşrii zikretmek değildir. Asıl maksat, yalnız Resulullah'ın (sav) hısımlar arasında verdiği cüzi
hükümlerde izlediği yolu ve halk ara-sındahüküm vermede hareket tarzının nasıl
olduğunu zikretmektir." O halde bu konuyla ilgili onun kaydettiği bölüm
ve alt bölümlerin açıklamasını zikredelim. Şâmi önce Resulullah'ın (sav)
hükümlerinde, yargılarında ve fetvalarında izlediği hareket tarzına dair
bâbların bütününü ele aldıktan sonra şunları kaydeder:
Bîrîncî Bâb: Resulullah'ın(sav)
talimatlardaki (mektup ve a hidnâmeler) hüküm ve yargılan ile buna bağlı
konular. Bu bölüm altında da başlıklar vardır.
I. Resulullah'ın
(sav) insanlar arasında hüküm (yargı) vermekten sakındırması.
II. Yargryı
(kaza) üç kısma ayırması.
III. Öfke
halinde ve açken hüküm vermekten nehyetmesi.
IV. Hasımlara
öğütte bulunması.
V. Töhmet
durumunda hapsetmesi.
VI. Bir
adama, borçlusunu takip etmesini emretmesi.
VII. Töhmet
altında bulunan kimseleri sürgün etmesi.
VIII. Meczup
ve günah ehlinin sözünden (şahitliğinden) imtina etmesi.
IX. Tahkim
(hakemlik) konusunda izlediği hareket tarzı.
X. Müflis
kimseyi hacretmesi.
XI. Muamelâtta
izlediği hareket tarzı.
İkînci Bâb:Vasıyyetler
ve f e r a i z e (miras hukuku) dair verdiği hükümler ve yargılar.
Üçüncü Bâb: Nikâh,
talak, hal', ricat, îlâ,
çocuğu ilhak ve sair konularla ilgili hükümleri.
Dördüncü Bâb:
H u d Û d a dair hüküm ve yargılan. Bunda da çeşitli konular vardır.
I. H a
d cezalarında af.
II. Had cezalarını (şüphe vs. durumlarında) savmak
ve gizlemek.
III. T a ' z
î r e dair hükmü.
IV. Mescidde
had cezası uygulamaktan nehyetmesi.
V. Resulullah'ın
(sav) kendisine had uygulanmayacağını
zikrettiği kimseler.
VI. Zayıf kimselere nasıl had
uyguladığı.
VII. Had
gerektiren bir suç işleyen kimseye, ikrardan dönmesini veya inkarda
bulunmasını işaret buyurması. VIII. Kendisine
had gerektiğini itiraf edip sebebini zikretmeyen kimseye had cezası
uygulanmaması.
IX. Mürtedler
(dinden dönenler) ve yol kesenlerle ilgili hükmü. X. Zina eden kimseye dair hükmü.
XI. Mükrehe
(baskı altında kimse) dair hükmü. XII.
Sefihe iyi davranmaya dair hükmü.
XIII. Babasının
hanımıyla evlenen kimseyle ilgili hükmü.
XIV. Resulullah'ın
(sav) had cezası uyguladığı kimseler.
XV. Lût (as)
kavminin yaptığını (livata) yapan kimseyle ilgili hükmü.
XVI. K a z
f haddine dair hükmü.
XVII. Hırsızlık
haddiyle ilgili hükmü.
XVIII. Sarhoşla
ilgili hükmü.
Beşinci Bâb:
Cinayetler, kısaslar, diyetler ve yaralamalarla ilgili hüküm ve yargıları.
Altıncı Bâb:
Davalar, beyyineler ve husumetlerde (anlaşmazlık) izlediği hareket tarzı.
Yedinci Bâb:
Geçenlerin dışında kalan muhtelif yargıları.
Sekizinci Bâb:
Resulullah'm (sav) fetvaları. Bu başlık altında çeşitli konular anılmış olup
on iki bâb dinî işlerle ilgilidir.
XXI. Kazanç
ve maişetle ilgili bazı fetvaları.
XXII. Alışveriş,
muamelât ve bunlarla ilgili bazı fetvaları.
XXIII. Lakit, luk-ata,
hibe, hediye ve vasiyetle ilgili bazı fetvaları.
XXIV. F e r
â i z ve miraslara dair bazı fetvaları.
XXV. I t
k (köle azadı) ve bununla ilgili
konulara dair bazı fetvaları.
XXVI. Nikah
ve bununla ilgili konulara dair bazı fetvaları.
XXVII. Talâk,
hul', îlâ, zihâr,
liân, çocuğun ilhakı ve bunlarla
ilgili konulara dair bazı fetvaları.
XXVIII. Cinayetler
ve had lerle ilgili bazı fetvalan.
XXIX. Yeminler
ve adaklarla ilgili bazı fetvaları.
XXX. Av ve
kesimlik hayvanlarla ilgili bazı fetvaları.
XXXI. İçecekler
ve bunlardan helal ve haram olanlarla ilgili bazı fetvaları.
XXXII. E m î
r lik (yöneticilik) ve bununla ilgili hususlara dair bazı fetvaları.
XXXIII. Cihâd,
gaza ve bununla ilgili hususlara dair bazı fetvaları.
XXXIV. Allah
için sevmek, sohbet ve insanları gözetmekle ilgili bazı fetvaları.
XXXV. Hastalık,
tedavi ve bunlarla ilgili hususlara dair bazı fetvaları.
XXXVI. Kölelerle
ilgili bazı fetvalan.
XXXVII. Tefsirle
ilgili bazı fetvaları.[115]
Allah Resulü'nün (sav)
kadılarından biri Ömer b. Hattâb'dır. Tirmizi'nün Sünen'inde şu rivayet
zikredilir: "Hz. Osman, Abdullah b. Ömer'e şöyle dedi: 'Git insanlar
arasında hüküm ver (hakimlik yap).* tbn Ömer 'Beni (bu görevden) affetmez
misin ey müzminlerin emîri?' diye karşılık verince, Hz. Osman şöyle dedi:
'Bundan niçin hoşlanmıyorsun, baban da kadı idi.[116]
Şâmi bu rivayeti
Sîret'inde Resulullah'm (sav) kadıları babında Tirmi-zi, Ahmed b. Hanbel, Abd
b. Humeyd, Ebû Ya'lâ ve İbn Hibbân'a isnad ederek verir.
İbnü*l-Arabi
el-Âriza'da şöyle der: Hz. Osman'ın Abdullah'a "baban da kadı idi"
sözünden maksat, Resulullah'ın (sav) kadısı idi demektir. Nitekim bu husus İbn
Ömer'den de rivayet edilmiştir. Hz. Osman, bu sözüyle, Hz. Ömer'in kendi
halifeliği sırasındaki kadılığını kasdetmediği gibi Abdullah b. Ömer[117] de
o sözden bunu anlamamıştır.[118]
Resulullah'ın (sav)
kadılarından biri de Ali b. Ebî Tâlib'dir. el-İstiâb'da şu bilgi verilir:
Resulullah (sav) onu daha gençken, aralarında hüküm vermek (hakimlik yapmak)
üzere Yemen'e gönderdi. Hz. Ali, "Ey Allah in Resulü, ben kaza (yargı)
nedir bilmem" dedi. Resulullah (sav) onun göğsüne vurarak şöyle buyurdu:
"Allahım, onun kalbini hidayete (doğruya, hakka) erdir ve dilini gerçeğe
yönelt." Hz. Ali şöyle der: "Allah'a andolsun, ondan sonra iki kişi
arasında hüküm verirken hiç tereddüt etmedim."[119] Ebû
Dâvud, Hz. Ali'den şu rivayeti nakleder: Resulullah (sav) beni Yemen'e kadı
olarak gönderdi. Şöyle dedim: "Ey Allah'ın Resulü, beni gönderiyorsun,
oysa ben genç yaştayım ve kaza konusunda da bilgim yoktur." Resulullah
(sav) şöyle buyurdu: "Muhakkak Allah senin kalbini hidayete (doğruya,
hakka) erdirecek, dilini (hak üzere) sabit kılacak. Huzuruna iki hasım
oturduğunda, ilkini dinlediğin gibi diğerini de dinlemedikçe hüküm verme.
Şüphesiz bu, yargının senin için açıklık kazanması konusunda daha
uygundur." Hz. Ali şöyle der: "Bundan sonra kadı olarak hiç sürçmedim
veya[120]
hiçbir yargıda tereddüde düşmedim."[121]
Muğîre b. Şu'be'nin, Hz. Ali'nin hiçbir yargıda hata etmediğine dair Allah'a
yemin ettiği rivayet edilir.[122]
Hâkim el-Müstedrek'te
"Kitâbü'l-Ahkâm" in başlarında İbn Abbâs'-tan şu rivayeti zikreder:
Nebi (sav) Ali'yi Yemen'e göndererek şöyle buyurdu: "Onlara şer'i
hükümleri öğret ve aralarında yargıda bulun." O, "yargı konusunda bir
bilgim yok, "dedi. Resulullah (sav) onun göğsüne (elini) basarak
"Allah'ım onu yargı konusunda hidayete (hakka, başarıya) ulaştır" dedi.
Hâkim bu hadisin,Şeyhayn'ın (BuhâriveMüslim) şartlarına göre s ah i h
olduğunu,ancak onlar tarafindan tahric edilmediğini söyler.[123] Resu-lullah'ın
(sav) Hz. Ali'yi Yemen'e kadı olarak göndermesi hadisesini Ebû Dâvud
Sünen'inde,[124] Ahmed b. Hanbel,[125]
İshak b. Râhûye, Ebû Dâvud et-Tayâlisî müsnedlerinde ve başkaları tahric
etmişlerdir. Nasbu'r-râye[126] ve
Telhîsu'l-habîr'e bakınız. Hafız Muhibbüddin et-Taberî, Zahâirü'l-ukbâ fî
menâkıbi zevi*l-kurbâ adlı kitabında "Resulullah'ın (sav) onu Yemen
kadılığına tayin ettiğinde kendisine dua etmesinin zikrine dair bâb"
adıyla bir başlık açar ve sonra Hz. Ali'den şu rivayeti nakleder: "Allah
Resulü (sav) genç yaşta olduğum halde beni Yemen'e kadı olarak gönderdiğinde,
'ey Allah'ın Resulü, beni aralarında yeni olayların (ahdâs) meydana geldiği bir
kavme gönderiyorsunuz, benimse yargı konusunda bir bilgim yoktur' dedim. Allah
Resulü şöyle buyurdu: 'Allah senin dilini hidayete (gerçeğe, hakka) erdirecek
ve kalbini (hak üzere) sabit kılacak.' Ben iki kişi arasında hüküm verirken
hiç tereddüt etmedim." Bu rivayeti Ahmed b. Hanbel[127]
tahric etmiştir. Taberî şöyle der: ahdâs'tan maksat, yeni meydana gelen olaylar
demektir.[128]
İbnü'l-Arabi'nin
Ahkâmu'l-Kur'ân'ında şu bilgi verilir: Allah Resulünün (sav) yargıyı düzenlemesine
gelince, sağlığında bu göreve, Yemen'e gon-derdiğisırada Ali b. Ebî Tâlib'i
tayin etmişti. Nebi (sav) ondan başka valilerini de bu konuda
görevlendirmişti.[129]
Karafi el-Furûk*ta şöyle der: Resu-lullah (sav) yargı görevine, şer*î hükümleri
en iyi bilen, hasımların delillerini ve hilelerini en güçlü şekilde kavrayan
kimseleri tayin ederdi. Bu, Resulullah'ın (sav) "Sizinyargıda en üstün
olanınız Ali'dir" sözünün de mânâsıdır. Yani o, hasımların delillerini ve
tarafların hilelerini en güçlü şekilde anlayandır. Bununla da, anılan söz ile
Resulullah'ın (sav) "Sizin helal ve haramı en iyi bileniniz
Muâz'dır" sözü arasında uygunluk açığa çıkmış olur. Muâz helal ve haramı
en iyi bilen olunca, insanların yargıda en üstünü de olmuş olur. Ancak şu var
ki yargı, delilleri bilme ve onları kavramaya dayandığından, helal ve haramı
bilmeye ilave bir özellik taşır, insan bazan helal ve haramı son derece iyi
bilir, fakat en basit şüphelerle aldatılır. Yargı ise bu kavrayıştan ibarettir.
ResuluUah'ın (sav)
kadılarından biri de Muâz b. Ce-bel'dir. el-İstîâb'da belirtildiği üzere Allah
Resulü (sav) halka Kur*ân ve İslâm esaslarını Öğretmek, onlar arasında yargı görevini
yürütmek üzere onu Yemen'de[130]
Cened'e gönderdi. Ye-men'deki âmillerin topladıkları zekâtları kendilerinden
teslim almayı da ona tevdi etti. Bu husus Mekke fethi yılında olmuştur.[131]
Şâmı, Sahih'ın
şartlarına sahip râvılerın oluşturduğu bir senedle Taberânı'nın Mesrûk'tan şu
rivayeti tahrıc ettiğim kaydeder [132]
Allah Resulü (sav) zamanında kadılık yapanlar altı kişi ıdı Hz Ömer, Alı,
Abdullah b Mesud.Ubeyb Ka'b,Zeydb SâbıtveEbûMusael-Eş'arî Ahmedb Hanbel
veHâkım,Ma'kılb Yesar'danşurıvayetıtahricederler Resulullah(sav)kadılık
yapmamı bana emrederek şöyle dedi "Kasıtlı olarak haksızlık yapmadıkça,
Allak kadı ile beraberdir "[133] Hz
Peygamber'e (sav) ıkı hasım geldi, Hz Ömer'e "aralarında hukum ver"
buyurdu Kendisine gelen ıkıhasimla ilgili olarak Ukbe'ye de "aralarında
hukum ver" buyurmuştu Bu hadisi Ah-med b Hanbel ve başkaları rivayet
etmışjerdır.[134]
Ibn Kudâme el-Makdısî'nm
el-İstibsâr'ında Muâz b Cebel'm biyografisinde şu bilgi verilir Resulullah
(sav) onu Yemen'e kadı, e m î r (yönetici) ve zekâtları toplamakla görevli
olarak gönderdi.[135] Ibn
ibrahim el-Vezîr el-Yetnenf nın ez-Zehrü'I-bâsim fi'z-zabb an sünneti Ebi'l-Kâsım[136] adlı
eserinde şöyle der Nebi (sav) Ebû Musa el-Eş'arî'yı Yemen'e m u s a d -dik,
yanı zekâtları toplayan ve kadı olarak tayın etti O, Resulullah'ın (sav)
sağlığında, onun zamanı ve Hulefa-ı Râşıdîn devrinde kadılık yapıyor ve fetva
veriyordu
Dürrü's-sehâbe'de
Muğıre b Şu'be'nın biyografisinde şu bilgi verilir. Şa'bî şöyle dedi
"Kadılar dörttür Ebubekır, Ömer, Ibn Mesud ve Ebû Musa Zâhıdler de dörttür
Muâvıye, Ömer,[137]
Muğıre ve Zıyâd " Butun bunlarla, Hafız Sami'nin sözünde anılan ve
el-Mevâhib sarihinin de kendisini izlediği şu hususun anlamını bilmiş olursun
Resulullah (sav) halk arasında yargıda bulunmak üzere devamlı şekilde bir
şahsı gorevlendırmeyıp özel durumlarda birçok kimseyi görevlendirmiştir.[138]
Subhu'l-a'şâ'da şu
bilgi verilir Kadı, şer'î hükümlerde, davacı-davah taraflar arasında hukum
verme görevini yüklenen kimse demektir Bu, Nebi (sav) zamanında mevcut olan
eski bir görevdir Kudâı, Resulullah'ın (sav) Yemen'deAlıb EbîTâhb,Muazb Cebel ve
EbûMusael-Eş'arî'yıkaza görevine tayın ettiğim, Hz Ebubekır'ın de kaza görevine
Hz Ömer'i atadığını zikreder.[139]
Vefiyyetü'l-eslaf ta (s. 366) şu bilgi verilir: "İlk defa kadı tayin eden
kimse Resulullah (sav) olup Yemen'e Hz. Ali ve Muâz'ı göndermişti. Halifelerden
kadılığı başkasına tevdi eden ilk kimse de Hz. Ömer'dir. O, hilafet ve
siyasetle ilgili çalışmalarında yükünü hafifletmek için Ebu'd-Derdâ'yı
Medine'ye, Ebû Musa el-Eş'arfyi Kûfe'ye ve Şureyh'i de Basra'ya tayin etmişti.
İbn Sa'd'ın Tabakalında şehirlere kadı tayin eden ilk kimsenin Hz. Ömer olduğu
kaydedilir.[140]
Ebû Ömer İbn Abdilber
el-tstîâb'da Zeyd b. Hattâb'm biyografisinde İmam Mâlik'in "ilk kadı tayin
eden Muâviye'dir" sözünü ve onun ilk kadı tayin eden kimsenin dört
halifeden biri olduğu hususunu kabul etmediğini kaydederken şöyle der: Bu görüş
bize göre söz konusu kadıların halifelerin bulundukları yerde (başşehir)
olmaları durumuyla yorumlanmalıdır, yoksa kendilerinden uzakta olanları
görevlendirmeleri ve başkalarına kendi işlerini tevdi etmiş olmaları mânâsına
değil, Çünkü Hz. Ömer'in Şureyh'i Kûfe'ye kadı tayin etmiş olduğu hususu Küfe
ulemâsı katında her şöhret ve sıhhatten daha meşhurdur.[141]
el-Utbiyye'de İmam Mâlik'ten ne Hz. Ebube-kir ne Ömer ve ne Osman'ın kadı tayin
etmedikleri ve halkın işlerine kendilerinden başka kimsenin bakmadığına dair
nakledilen görüşle ilgili olarak îbn Rüşd şunları yazar: "Bu, daha önce
geçen ve ilk kadı tayin edenin Muâviye olduğuna dair görüşün mesnedidir. İmam
Mâlik'in bununla kastettiği, orduların gönderilmesi, sınırları tahkim, a t â
(maaş)ları verme gibi müslümanların yargı dışındaki -işleriyle meşguliyeti
sebebiyle, Muâviye'nin kendi bulunduğu yerde kadı tayin eden ilk kimse
olduğudur. Ömer b. Hattâb (ra) Basra kadılığına Ebû Şureyh el-Haneffyi ve Ka'b
b. Sûr el-Lakîtfyi tayin etti. Ka'b, Hz. Ömer'in öldürülüşüne dek kadı olarak
kaldı. Hz. Ömer Şureyh'i de Küfe kadılığına tayin etmişti. Bu da bizim ele
aldığımız hususun doğruluğuna delalet eder. Çünkü halifelerin başka yerlerde
değil yalnız kendi bulundukları yerde kaza işlerine bakmış oldukları hususu
gerçektir.
Fethu'l-Bârî'de şu
bilgi verilir: Beyhaki kuvvetli bir senedle şu rivayeti tahric eder:
Ebubekir(ra) halife olunca Ömer'i (ra) yargı (kaza) göre vine getirdi. Bir
başka kuvvetli senedle de şunu tahric eder: Ömer de Abdullah b.Mesud'u yargı
görevine tayin etti. Hz, Ömer, âmillerine şöyle yazdı: Salihlerinizi kaza
görevine getirin ve kendilerine yetecek rızık sağlayın. Diğer zayıf ( 1 e y y i
n ) bir senedle de şu rivayeti nakleder: Muâviye, Şam'da kadılık yapan
Ebu'd-Derdâ'yet sordu: Senden sonra bu iş kimin olacak? O da, Fudale b. Ubeyd,
karşılığını verdi.[142] İbn
Hacer (bu rivayetleri kaydettikten sonra) şöyle der: "İşte bunlar ashabın
en büyükleri ve en faziletlileridirler." 'Kitâbu'l-Ahkâm' da hikmet ile
yargıda bulunanın (hakimlik yapanın) ecri bâbı"na bakınız.[143]
İmam Mâlik el-Müdevvene'de şöyle der: Kaza ilmi diğer ilimler gibi değildir. Bu
memlekette Ebubekir b. Abdurrahman'dan daha iyi kazayı bilen kimse yoktur. O,
kaza ilminden bir nebze Ebân b. Osman'dan, Ebân da babası Osman'dan öğrenmişti.[144]
Ebû Dâvud, Ali b. Ebî
Tâlib'den şu tahricde bulunur: Resulullah (sav) beni Yemen'e kadı olarak
gönderdi. Şöyle dedim: "Ey Allah'ın Resulü, beni gönderiyorsun, oysa ben
genç yaştayım ve kaza konusunda da bilgim yoktur." Resulullah (sav) şöyle
buyurdu: "Muhakkak Allah senin kalbini hidayete (doğruya, hakka)
erdirecek, dilini (hak üzere) sabit kılacak. Huzuruna iki hasım oturduğunda,
ilkini dinlediğin gibi diğerini de dinlemedikçe hüküm verme. Şüphesiz bu,
yargının senin için açıklık kazanması konusunda daha uygundur." Hz. Ali
şöyle der: "Bundan sonra kadı olarak hiç sürçmedim" veya[145]
"hiçbiryargıda tereddüde düşmedim."[146] Bu
rivayetin benzerini Alime d b. Hanbel,[147] sahih
olduğunu belirterek Hakim,[148]
Tirmizi, İbn Mâce ve başkaları tahric ederler.
Rivayet edildiğine
göre Yahya b. Eksem kadılığa tayin edildiğinde 21 yaşındaydı. Ona "kadının
(hakimin) yaşı kaç?" diye sorulduğunda şu cevabı verir: "Allah Resulü
(sav) Mekke'nin fethi günü Mekke valiliği ve kadılığına tayin ettiğinde Attâb
b. Esîd'in yaşı gibi. Ben, Resulullah (sav) Yemen'e kadı olarak gönderdiği
sırada Muâz b. Cebel'in olduğundan büyüğüm." Hafız Irâkî el-Muğnî'de şöyle
der: Hatîb, bu rivayeti et-Târihte[149] söz
götüren[150] bir isnadla tahric
etmiştir. İbn Eksem'in zikrettiği husus, Attâb b. Esîd'e nis-betle doğrudur.
Çünkü o tayin edildiği sırada 20 yaşındaydı.
Minhetü'l-Vâhibi'l-hibâti'l-behiyye'de
şöyle denir:
Yirmi idi Üsâme'nin
yaşı Hâtemü'l-enbiyâ vefat ettiğinde İbnüİ-Cevzî'nin Safve'sinde[151] bu
şekilde Eder rivayet, tarih ilminde âlim olan Vâkıdi de.
Fakat Muâz b. Cebel'e
nisbetle, Yahya b. Sa'd el-Ensârî, Mâlik ve İbn Ebî Hâtim'in görüşlerine göre o
daha bu yaşa gelmiş değildi. Çünkü Muâz hicrî 18. yılda veba salgınında vefat
ettiğinde yaşı 33'tü.[152]
Doğrusunu en iyi Allah bilir. Fethu'l-Bârî'de "zekâtı zenginlerden alıp
fakirlere vermeye dair bâb" da şu bilgi verilir: Muâz'ın vali mi kadı mı
olduğu hususunda görüş ayrılığı mevcut olup İbn Abdilber kesin bir ifadeyle
kadı olduğunu, Gassâni ise vali olduğunu söyler.[153]
Üsdül-ğ&be'de
Üsâme b. Zeyd'in biyografisinde şu bilgi verilir: Nebi (sav) onu 18 yaşındayken
âmil tayin etti.[154]
Kastallâni el-trşâd'da Üsâ-me'nin içinde büyük sahabilerden bir grubun
bulunduğu ordunun başında gönderilmesi olayıyla ilgili olarak şöyle der: Bu
hadiste, m e v 1 â' nın (azatlı) yönetici tayini ile, küçüğün büyüğe ve mefdû
l'unfâdıl'a (üstün olmayanın daha üstün olana) yönetici tayin olunabileceğine
cevaz vardır.[155]
Fas'ta itina sahibi
arkadaşlarımızdan birinin, normal olarak ehliyetin mevcut bulunmayacağı
dönemden önce şer'î işlerde öne geçirilmiş (görevlendirilmiş) kimselere dair
bir risalesini gördüm. Risalede müellif şunların biyografilerinde geçen
bilgileri zikreder: Allah Resulünün (sav) oğlu İbrahim, Hz. Ali, İbn Abbâs,
Zeyd b. Harise ve oğlu Üsâme, Attâb b. Esîd, Muâz b. Cebel, Ka'b b Sûr, Bâzân
b. Sâsân ve oğlu Şehr, Amr b. Hazm, Abdullah b. Âmir b. Küreyz, Zeyd b. Sabit,
Kays b. Sa'd b. Ubâde, Zeyd b. Kunfuz b. Zeyd b. Ced'ân. Bu zevatın
biyografilerinde genel olarak Üsdü'1-ğâbe ve el-îsâbe'ye dayanmış olup bu
risaleyi inceleyiniz.
İbn İyâs[156]
el-Mısrî el-Hanefî'nin Mısır tarihinde (II, 306) şu olay kaydedilir: Halife
Mütevekkil-alellah Abdülaziz, Şeyh Celalüddin es-Suyûti'ye hiç duyulmamış bir
görev tevdi etti. Şöyle ki onu diğer bütün İslâm memleketlerinde mutlak
şekilde kadılardan dilediğini tayin edip dilediğini görevden alacak şekilde
diğer kadılar üzerinde büyük kadı yaptı. Bu göreve, Ey-yubiler devletinde
Tâcüddin İbn binti'l-Eazz'dan başkası getirilmemişti. Bu durum kadılara
ulaşınca kendilerine ağır geldi ve bu husustahalifenin anlayışını küçümseyerek
şöyle dediler: "Sultan varken halifenin yetki ve otoritesi, atama ve
görevden alma yetkisi yoktur. Fakat halife, yaşının küçük olması'sebebiyle
Sultanı hafife almış ve yetkinin sultana değil kendisine ait olmasını
amaçlamıştır."[157]
Durum halifenin aleyhine gelişme gösterince yaptığından döndü ve Celalüddin
es-Suyûti'ye yazmış olduğu a h i d n â -m e ' yi geri aldı. Bundan dolayı
neredeyse büyük bir kargaşa çıkıyordu. Açıklaması uzun sürecek olaylar meydana
geldi ve bir süre sonra durum sakinleşti.[158]
Onun "hiç duyulmamış (bir) görev" sözü tartışma götürür. Şöyle ki
Suyûti'nin Târîhu'l-hulefa'sında şu bilgi verilir: Halifeler kendi memleketlerinde
oturan kadıyı, hakimiyetleri altındaki bütün belde ve bölgelerin yargısı (kaza)
ile görevlendirirlerdi. Sonra o kadı da emri altındakilerden dilediğini her
bölge ve memlekette kendi yerine naib (vekil) tayin ederdi. Bu sebeplede k â di
1 ku d â t (kadılarınkadısı)lakabmıalırdı.Bulakap-la yalnız bu vasfa sahip
olanlar anılır. Ondan başkaları ise sadece "kadı" veya "şu
memleketin kadısı" şeklinde anılır.[159] Bu
bilgiyi İbnü't-Tayyib el-Kâdirfnin yazısından naklettim.
Hafız Kasım b.
Kutluboğa'nın Tabakâtu'l-Hanefiyye'sınde (s. 65),
Ebû Hanife'nin
talebesi Ebû Yusuf un biyografisinde şu bilgi verilir: O üç halifenin, Mehdi,
Hadi ve Harun Reşid'in zamanında yargı görevine getirildi, doğuda ve batıda
yargı görevine atamalar onun yetkisindeydi. O "kâdilkudât" diye hitap
edilen ilk kişidir. Bütün bunlar Harun Reşid'in hilafeti sırasında olmuştur.[160] İbn
Kutluboğa'dan başkalarının Ebû Yusuf hakkındaki ifadeleri de şöyledir: O,
İslâm'da" kâdilkudât" diye anılan ilk kimsedir. Ona ayrıca "kâdî
kudâti'd-dünya" (dünya kadılarının kadısı) da denirdi. Çünkü o, halifenin
hakimiyeti altındaki diğer bütün bölgelerde de kendisine nâib tayin ederdi.
Abdülganî en-Nablusfnin satrançla ilgili risalesinde
Satranç oynamada beis
yoktur, bu bir rivayettir,
Âlim ve doğu ve
batının kadısından nakledilen
şeklinde bir beyit
mevcut olup şerhinde şöyle der: "Burada kastedilen Ebû Yusuf tur. Çünkü
onun yetkisi doğu ve batıları kapsardı. Zira o Halife Reşid'in
kadısıydı." Nablusi'nin el-Hadîkatü'n-nediyye (II, 296) adlı eserine
bakınız.
Yine İbn Kutluboğa'nm
Tabakalında, İmâm en-Nâsır-lidinillâh el-Mehdf nin azatlısı olup 650'den (1252)
sonra vefat etmiş bulunan Ebû Şucâ Necmüddin et-Türkfnin biyografisinde şu
bilgi verilir: Halife Mustansır kendisine kâdilkudatlığı teklif etti, o kabul
etmedi.[161] Kâzân'ın alimi
Şiha-büddinel-MercânîVefiyyetü'l-eslâfvetahiyyetü'l-ahlâf (s. 277) adlı eserinde
kadilku dat tan bahsederken şöyle der: Bu terim, kadıların ileri gelenlerinden
birçokları hakkında kullanılmıştır. Ancak, doğusundan batısına bütün İslâm
ülkelerinin kadılığını yüklenen ve zamanlarında bütün dünyanın (İslâm dünyası)
kadılarının kendilerine niyabeten hüküm verdikleri iki kişide olduğu kadar,
bunun mânâsının hakikati başkasında varolmamıştır. Bunlann ilki Harun Reşid'in
halifeliği sırasında Ebû Yusuf, ikincisi de Mu'tasım zamanında Ebû Abdullah b.
Ahmed b. Ebî Dâvud b. Mâlik el-İyâdrdir.[162]
el-Hidâye'de,
Resulullah'ın (sav) Attâb b. Esîd'i Mekke'ye gönderdiği ve kendisine maaş
bağladığı rivayeti kaydedilir.[163]
Hafız Zeylai Nasbu'r-râye'de şöyle der: Bu hadis "gari b"
dir.îbnSa'dTabakât'taAttâb'ın şöyle dediğini nakleder: "Ben görevime
geldikten beri, azatlım Keysân'a giydirdiğim şu düğümlü iki elbiseden
başkasına nail olmadım.[164]
Bizim ashabımızın (Hanefî imamlar) zikrettiklerine göre, Resulullah (sav) ona
her yıl 40 u k i y y e maaş bağladı ki bir ukiyye kırk dirhemdir. Ebu'r-Rebî b.
Salim, Hz. Peygamber'in ona hergün için bir dirhem tahsis ettiğini zikreder.[165] İbn
Sa'd'ın Tabakalında şu bilgi verilir: Hz, Ömer, Iyâz b. Ganm'ı Humus ordusuna
tayin ettiğinde kendisine hergün için bir dinar, bir koyun ve bir m ü d[166]
maaş bağladı.[167] Sahîh-i Buhâri'de
"hakim ve âmillerin maaşlarına dair bâb" da şu rivayet zikredilir:
"Şureyh, kadılık görevine karşılık bir ücret alıyordu. Hz. Âişe (ra)
şöyle dedi: "Vasi, ücreti mik-tarınca yer, Ebubekir ve Ömer de
yediler."[168]
Abdürrezzak'ın Musannef inde şu rivayet kaydedilir: Bize Hasan b. Amâre,
Hakem'den nakletti: Ömer b. Hattâb Şureyh'e ve Selman b. Rebîa[169]
el-Bâhilî'ye hakimlik görevi karşılığında maaş bağladı.[170] İbn
Sa'd Tabak&t'da şu bilgiyi kaydeder. Bana ulaşan habere göre Hz. Ali Şureyh'e
500 dirhem maaş bağladı,[171]
Ömer b. Hattâb da Zeyd b. Sâbit'i kadılığa tayin etti ve kendisine maaş bağladı.[172]
Hz. Ebubekir halife
olunca sabah erkenden çarşıya gitti, Hz. Ömer'le Ebû Ubeyde kendisiyle
karşılaşarak ona şöyle dediler: "Haydi gidip sana birşey tahsis
edelim." Bir başka rivayette: Hz. Ebubekir halife olunca kendisine 2000
dirhem maaş bağladılar. O "bana artırın" deyince 500 (dirhem) artırdılar.[173]
Derim: Öyle görülüyor ki Hafız Zeylai ve Hafız İbn Hacer, bu noktada Ebû Dâvud
ve Hâkim'in Büreyde'den m e r f u olarak
naklettikleri şu hadisi hatırlamamı şiardır: "Kendisini görevlendirip maaş (rızk) bağladığımız hangi âm i I maaşından Öte bir şey elde ederse bu haksız
elde edilmiş birşeydir (galûl)."[174]
Hafız îbn Hacer bu hadisi Talhîsu'l-habîr'de Ebû Dâvud ve Hâkim'e isnadla
nakleder.[175] Ebû Davud'un bu hadisle
ilgili olarak "el-Harac vel-imare" kitabında "âmillerin
maaşlarına dair bâb" başlığa açtığını ve sonra hadisi şu lafızla tahric
ettiğini gördüm: "Kimi bir işe görevlendirip kendisine bir maaş
bağladıysak, bundan sonra alacağı şey haksız elde edilmiş birşeydir
(galûl)."[176] Ebû
Dâvud sonra da Müs-tevrid[177] b.
ŞeddâtT dan merfu olarak şu hadisi
tahric eder: "Kim bize âmil olmuşsa bir zevce edinsin, hizmetçisi yoksa
bir hizmetçi edinsin, evi yoksa bir ev edinsin." Ebubekir şöyle dedi:
Allah Resulü'nün şöyle dediğini haber aldım: "Kim bundan gayrisini elde
ederse o haksız elde eden veya hırsızdır."[178]
AvnÜ'l-Vedûd'da müellif ilk hadisle ilgili olarak şöyle der: Ebû Dâvud ve
Münziri bu hadis konusunda "sükut" ettiler, oysa râvileri sika
(güvenilir) kimselerdir. Bu hadiste, âmil in elinde bulunan maldan hakkını
alması ve kendi adına kendisinden bunu kabzetme sinin caiz olduğuna delil
vardır. Avnü'l-Vedûd müellifi daha sonra ikinci hadisle ilgili olarak Tîbi'den
şu nakilde bulunur: Hadiste, âmile
tasarrufunda bulunan beytülmal (hazine)
malından zevcesinin mehri, nafakası, giyimi ve keza israf etmeden ve lükse
kaçmadan kendisine gerekli olacak kadar almasının helal olduğuna delil vardır.
Ebû Dâvud sonra
İbnü's-Sâidî'den şu rivayeti tahric eder: "Ömer beni zekât toplamakla
görevlendirdi. İşimi bitirdiğimde bana bir ücret ödenmesini emretti. Ben
"Allah için çalıştım" deyince şöyle karşılık verdi: "Sana verileni
al, ben Resulullah (sav) zamanında âmil lik yaptım, bana ücretimi verdi."[179]
Gankohi, et-Ta'Iîku'1-mahmûd ala Süneni Ebî Dâvud'da[180] bu
hadisle ilgili olarak şöyle der: "Bu hadiste, öğretim, yargı vb. amme
işleri için beytülmal den karşıhk almanın caiz olduğuna delil mevcut olup hatta
bu ve benzeri durumdaki kimselerin ihtiyaçlarını beytülmal den karşılamak
devlet başkanına vaciptir. Bu ve diğer hadislerin zahiri, istemeden ve kendine
acındırmadan insana verilen şeyin kabulünün vacip olduğunu ifade eder. Ahmed
b. Hanbel ve başkaları bu görüştedir. Âlimlerin çoğunluğu ise bunun mubah ve
müstehab olduğu şeklinde yorumda bulunmuşlardır." Siracti'l-mtilûk'ta 49.
ve 50. bâblara bakınız.[181]
Mercânî
Vefiyyetü*l-eslâf ta (s. 366) şöyle der: Mezâlim dava larma bakmak, açık bir
yücelik ve büyük bir üstünlük taşıyan, hükümranlık safveti ve kadılann
adaletiyle karışık, hakimin vazifesinden daha geniş bir vazifedir. Hasımlardan
haksız olanı zelil kılar, haddini aşanı engeller, kadılar ve onlardan daha
aşağı seviyede olanların infazdan aciz kaldıkları kararları infaz eder.
Mezâlim görevi beyyineleri değerlendirme, gerçeği itirafa (ikrar) zorlama,
karine ve emarelere dayanma, hakkın ortaya çıkmasına dek hükmü tehir, hasmı
sulhe yöneltme ve şahitlere yemin verdirmekten ibarettir. Halifeler,
Mühtedi-billah'ın zamanına gelinceye kadar m e -zâlim davalarına bizzat bakar, bazan da kadılarına
tevdi ederlerdi.
Derim: Bu görevi Hz.
Peygamber (sav) bizzat kendisi yürütürdü. Çünkü o kadı ve âmil lerinin
verdikleri hükümleri tenkit eder, kendileriyle tartışırdı. Şihâbüddin Ahmed
en-Nüveyrî Nihâyetü'l-ereb'de (VI, 268) mezâlim yetkisinden bahsederken şöyle
der: Resulullah (sav) Zübeyr b. Avvâm ile ensârdan birinin anlaşmazlığa
düştükleri taşlıktan ovaya akan su yolundaki su hakkıyla ilgili mezâlime
bakmış, bizzat kendisi hazır bulunmuştu.[183]
Mercâni'nin de zikrettiği üzere, ondan sonra halifeler de böyle yaptılar. Bu
hususta daha önce anılan bilgiler sana yeter. Hz. Ömer'in uygulamasında (sîret)
bu türden birçok örnek vardır. Onun her yıl hac sırasında, valilerinin
yaptıklarını araştırma, âmil ve kadılarının durumunu halka sorma tarzında yaptığı
uygulama sana yeter, et-Terâtîb'in "Muhasebe bâbı"nda geçen bilgilere
bakınız.[184] Bu husus, istinaf ve
adliye meclislerinin meşruluğuna
mesnet teşkil etmektedir.
îbn EbH-Hadîd
el-Medâinî, Şerhu Nehci'l-belâğa'sında (II, 109) şu bilgiyi verir: Hz. Ömer,
halifeliği sırasında şöyle dedi: "Allah diler de yaşarsam tebaa arasında
bir yıl[185] dolaşacağım. Çünkü
biliyorum ki halkın bazı ihtiyaçları var ki bana ulaşmıyor. Onların âmilleri
(yöneticileri) bu ihtiyaçları bana getirmiyorlar, kendileriyse bana ulaşamıyorlar.
Şam'a gider orada iki ay kalırım, sonra Cezîre'ye gider iki ay orada kalırım,
sonra Mısır'a gider iki ay orada kalırım, Sonra Bahreyn'e gider iki ay orada
kahrım, sonra Kûfe'ye gider iki ay orada kalırım ve sonra Basra'ya gider iki ay
orada kalırım. Allah'a andolsun ne güzel yıl olur bu yıl." Hz. Ömer halka
şöyle hitap etti: "Hz. Muhammed'i (sav) hidayetle gönderen Allah'a yemin
ederim ki Fırat'ın kıyısında bir deve kaybolsa korkarım Allah onjı Âl-i
Hattab'dan sorar." Abdurrahman b. Zeyd b. Eşlem şöyle der: "O, Âl-i
Hattâb sözüyle başkasını değil kendisini kastetmiştir."[186]
Yine Hz. Ömerlin
uygulamaları cümlesinden şu husus zikredilir: O, âmil leriyle ilgili haberleri
bildirmek ve âmil leriyle ilgili olarak halifeye ulaşan şikayetleri araştırmak
için özel bir şahıs, ki o da Muhammed b. Mesleme idi, tayin eden ilk kimsedir.[187]
Turtûşf nin Sirâcü*l-mülûk*unda şu bilgi verilir: Hz. Ömer, bir işin, kendi
gözetimindeymiş gibi yapılmasını istediği zaman onu gönderirdi.[188] İbn
Râheveyh, Haris b. Üsâme ve Müsed-ded, Suyûti'nin Cemu*l-cevâmi'de sahih
olduğunu belirttiği şu rivayeti Abdullah b. Büreyde'den tahric ederler: Rebi
b. Ziyâd'ın elçi heyetleri huzurunda Hz. Ömer'in önünde yaptığı konuşma ve
onun kendisini vali olarak seçmesi münasebetiyle geçtiği üzere, Hz. Ömer
topluluğa şöyle dedi: "Size hiçbir vah gelmez ki işi konusunda
kendisinden taahhüt almayayım. O, kendisini çalıştıran benmişim gibi işlerinde
takibettiği hareket tarzını bana yazar." (bkz, Kenzü'l-ummâl, VII, 36).
Turtûşî'nin Sirâcü'l-mülûk'unda şu bilgi verilir: İbrahim en-Nehai şöyle dedi:
Hz. Ömer'e birelçiheyeti geldiğinde, onlara durumlarını, piyasa fiyatlarını, o
belde halkından tanıdığı kimseleri, yöneticilerinin yanına (makamına)
zayıfların girip giremediklerini, hastalan ziyaret edip etmediğini sorardı.
Eğer buna evet derlerse, Allah'a hamdeder; eğer hayır derle,rse, ona gelmesini
yazardı.[189] Yine Sirâcü'l-mülûk'ta
şu bilgi kaydedilir. Ömer b. Hattâb, âmiller kendisine gelecekleri zaman,
mallardan birşey saklamamaları için gece değil gündüz girmelerini emrederdi.[190]
Ukbâni
Tuhfetü'n-nâzırMa Muvatta'nın "el-Câmi" bölümüne isnad-la şu rivayeti
nakleder: Ömer b. Hattâb her cumartesi günü Medine'nin dışında el-Âliye
yöresine giderdi. Eğer bir köleyi güç yetiremeyeceği ağır bir işte bulsa,
uygun gördüğü ölçüde yükünü hafifletirdi,[191]
el-Utbiyye*de İmam Mâlik'in şöyle dediği kaydedilir: Ömer b. Hattâb, tuğla
yüklü bir merkebe rastladı ve ondan iki tuğlayı indirdi. Sahibesi Hz, Ömer'e
gelerek "benim merkebimden sana ne, onun üzerinde bir hükümranlığın var
mı?" deyince ona şu karşılığı verdi: "Beni bu yerde (makamda) oturtan
nedir?" İmam Mâlik daha sonra Hz. Ömer'in el-Âliye yöresindeki bahçelere
gidişiyle ilgili kıssayı zikretti. İbn Rüşd şöyle der: Bundaki maksat gayet
açıktır. Çünkü Hz. Peygamber (sav) "Hepiniz çobansınız ve hepiniz
güttüklerinizden sorumlusunuz" buyurmuştur. Devlet başkanı da bir
çobandır ve tebaasından sorumludur. Hz. Ömer bu hususta şöyle demiştir:
"Fırat kenarında bir deve kaybolup ölürse, korkarım ki Allah onu benden sorar."
Bu bilgiler el-Beyân ve't-tahsîl'den nakledilmiştir.[192]
Buraya kadar verilen
bütün bilgilerle, Makrizi'nin el-Hıtat'ında verilen şu bilginin isabetsizliği anlaşılmış
olur:Halifelerden mezâlim da valanna bakan ilk kimse emîrü'l-mü'minîn Ali b.
Ebî Tâlib'tir. Doğrudan davalara bakmamakla birlikte mazlumların haklarını
almak için zulme uğrayanların başına gelenleri ele alıp incelediği bir gün
ayıran ilk kimse ise Ab-dülmelik b. Mervân'dır. Daha sonra zulüm çoğaldı, Ömer
b. Abdülaziz mezâlim davalarına bizzat bakan ve onları karara bağlayan ilk
kimse oldu. Sonra Abbasî halifeleri mezâlim davalarına bizzat baktılar.[193]
Yine bu bilgilerle, Nuveyri'nin Nihâyetü'l-ereb'deki "dört halifeden
hiçbiri bizzat mezâlim le ilgilenmedi, anlaşmazlıklar halk arasında oluyor, onları
hakimlerin hükmü sonuca bağlıyordu"[194]
sözünün isabetsizliği de anlaşılmış oldu. Evet onların hepsinin de Allah
Resulü (sav) ve Hz. Ömer'in (ra) hareket tarzından habersiz kaldıkları
anlaşılmaktadır. Huzâi'nin bu başlık altında İbnü'l-Arabî'nin Ahkâmu'l-Kur'ân'ından
naklen, bu görevin enteresan ve sonradan (yeni) olduğuna dair verdiği bilgi,
bizzat kendisinin "Ebu-bekir'in âmillerini hesaba çekmesi babı"
başlığı altında Kelâi'nin el-tktifâ adlı eserinden naklen verdiği bilgiden[195] de
habersiz olduğunu göstermektedir. Nuveyri'nin Nihâyetü'l-ereb'deki, dört
halifeden hiçbirinin m e -zâlim le bizzat ilgilenmedikleri, anlaşmazlıkların
halk arasında meydana geldiği ve kadıların hükmüyle sonuca bağlandığına dair
sözü de isabetsizlik bakımından böyledir.
Tenbih: Zerkeşi'nin
Târîhu'd-devleteyn el-Muvahhidiyye ve'I-Hafsiyyeadheserinde şu bilgi verilir:
Hz. Ömer ah d ini (vasıyyet) yazdığında, â m i 1 in iki yıldan fazla
görevlendirilmemesini tavsiye etti. Şeyh Ebû Muhammed Abdülvâhid el-öaryânfnin
güvenilir kimselerden yaptığı şu nakil anılırken bu vasıyyet dayanak olarak
gösterilmiştir: Eskiden Tunus'ta kaza görevine iki yıldan fazla süreyle tayin
yapmamak Muvahhidle-rin âdetiydi. Çünkü görüyorlardı ki kadı, görev süresi
uzadıkça çok dost ve arkadaş ediniyor, görevden alınması sözkonusu olduğunda
kale almıyordu. Bu uygulama üzerine akranlar arasında bilgi ve maharet kazanma
yarışı başladı ve olaylara dayalı tecrübeleriyle kadıların sayısı arttı.
Böylece bir tek ki sinin bir işi tekeline almasında olduğunun aksine mevcut
durum koruna geldi (azledilenin yerine başkası kolayca bulundu). Tek kişinin
egemen olması halinde ise adalete uygun muamele olamayacağı gibi ondan sonra göreve
gelen kimse de kendisine tevdi edilen göreve ancak bir süre geçtikten sonra nüfuz
edebilirdi. Göreve talip kimselerin de meşakkatsiz göreve gelmekten ümit
kestikleri için arzuları sönüyordu. (Zerkeşi, s. 44).[196]
İbn Sa'd'm
Tabakât'ında şu bilgi verilir: Hz. Ömer bir şehire âmil (vali) gönderdiğinde
malını yazardı. Onlardan birçoklarını görevden aldığında mallarını bölüp bir
kısmını almıştı. Sa'd b. Ebî Vakkâs ve Ebû Hureyre bunlardandır. Allah
Resulü'nün (sav) ashabından Amr b. Âs, Muâviye b. Ebî Süfyân ve Muğîre b. Şu'be
gibilerini âmil tayin ediyor, Hz. Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman b.
Avfve emsalleri gibi onlardan daha üstünlerini bırakıyordu. Bunun sebebi,
berikilerin iş konusundaki güç ve becerileri, Hz. Ömer'in onlar üzerindeki
kontrolü ve kendisinden çekinmeleridir.[197]
Hanefi fıkıh
kitaplarından el-H id ay e'de şu bilgi kaydedilir. Resulullah (sav)
anlaşmazlıkları (davaları) i t i k â f ta bulunduğu yerde karara bağlıyordu.[198]
Hafız İbn Hacer Nasbu**-râye*nin ihtisarında şöyle der: el-Hidâye müellifi
bununla Ka'b b. Mâlik hadisine işaret etmiş olmalı. Ka'b mescidde İbn Ebî
Hadred'den alacağını istedi. Hadiste geçtiği üzere Nebi (sav) hücresinin
perdesini açarak ona "Ey Ka'b, (alacağının) yarısını bırak (vazgeç)"
diye seslendi.[199] Bu
konuda İbn Abbâs'ın rivayet ettiği şu hadis de vardır: "Resulullah (sav)
cuma günü hutbe okuduğu sırada bir adam geldi ve'bana had uygula'dedi." L
i a n münasebetiyle karşılıklı lanette
bulunan iki kişinin kassasıyla ilgili Sehl b. Sa'd hadisinde de Sehl söyle
der: "O ikisi mescidde lanetleştiler, ben de şahittim." Bu hadis
müttefakun aleyhtir.[200]
Yine el-Hidâye'de şu
bilgi verilir: Hulefâ-yı Râşidîn'in davaları karara bağlamak için mescidde
oturdukları rivayet edilir.[201]
Hafız Zeylai, el-Hidâye'nin hadislerini tahric ettiği eserinde şöyle der: Bu
konuda haberler mevcut olup bunlardan biri Buhâri'nin zikrettiği şu haberdir:
"Ömer Allah Resulünün (sav) minberi yanında mülâanede bulundu. Mervân da,
yeminde bulunmak üzere Zeyd b. Sabit hakkında minberin yanında hüküm verdi.[202]
Cemaleddin ez-Zeylaî Nasbu*r-râye'de İbn Teymiyye'nin el-Müntekâ'da Ka*b
hadisiyle ilgili olarak "hadiste, mescidde hüküm vermenin cevazına delil
vardır" dediğini nakleder.[203]
Sahih-i Buhâri'de "Mescidde hüküm veren, mülâanede bulunan kimseye dair
bâb"da şu rivayet zikredilir: "Ömer, Resulullah'ın (sav) minberi
yanında mülâanede bulundu. Şu-reyh, Şa'bî ve Yahya b. Ya'mer de mescidde hüküm
verdiler. Mervân, yeminde bulunmak üzere Zeydb. Sabit hakkında minber yanında
hüküm verdi."[204]
Yine el-Hidâye'de Resulullah'ın (sav) "Mescidler ancak Allah'ın anılması
ve hüküm vermek için bina edilmiştir" buyurduğu kaydedilir.[205]
Zeylaî, hadisin bu lafızla "garîb" olduğunu söyler.[206]
Hafız İbn Hacer de Nasbu'r-râye'nin ihtisarında hadisi bu şekilde bulamadığını
belirtir.[207]
Kadı İbn Said
el-Müceylidî et-Teysîr fi ahkâmit-tes'îr[208]
adlı eserinde şöyle der: "Şafiî'nin ashabından biri, Bağdat'ta kendisine
h i s b e göre vi verildiğinde, mescidde hüküm verirken bulduğu bir kadıyı
kaldırarak ona şöyle dedi: Allah Teâlâ'nın ". (Bu kandil)
Allah'ınyüceltümesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği
evlerdedir" (Nûr 24/36) sözünü duymadın mı? Fakat bu, İmam Mâlik'in
kendisine güçlünün ve zayıfın, büyüğün ve küçüğün ulaşabilmesi için hakimin
mescidde oturmasını müstehab gördüğüne dair rivayete aykırıdır."
el-Müdewene*de müellif
şöyle der: "Mescidde hüküm vermek öteden-beri uygulanan bir husus olup hak
ve gerçektir. Mâlik şöyle der: Çünkü mescidde meclisin aşağısına oturmaya razı
olunur ki bu da mecliste hazır bulunmaları konusunda halk için en uygun
olandır. Böylece kadın ve zayıf kimseler hakime kolayca ulaşır."[209] Bu
bilgiyi İbn Ferhûn Tebsira'smda nakleder.[210]
Yine Tebsira'da İbn Hâbîb'den şöyle dediği nakledilir: Başka yerde oturup
sıkıntı doğurmadan mescidin bitişik revaklarında oturması bana daha uygun
geliyor. Geçmişler yalnızca mescidin dışındaki revaklarında otururlardı; ya
cenazelerin konulduğu yerde —Medine-i Münevvere'yi kastediyor ki bu yer bugün
Cibril kapısının (bâbu Cibril) dışında "cenaze musallası" olarak
bilinmektedir— veya Mervan'ın evinin revakında ki bu da "kaza revaki"
diye adlandırılmıştır. Selam kapısı (bâbü's-selâm) tarafında bulunan bu yer
bugün abdest alma mekanı yapılmıştır.
İbn Ebî Zeyd şöyle
der: Bizim mezhep imamlarımızdan (Mâlikîler) bazıları kadının mescidde hüküm
vermesi konusunda şu âyeti delil gösterdiler: "Sana o davacıların haberi
geldi mi ? Hani onlar duvardan mescide tırmanmışlardı" f Sad 38/21). Bu
da göstermektedir ki o (Hz. Dâvud) mescidinde hüküm vermişti. Rivayet
edildiğine göre Allah Resulü (sav) de mescidde hüküm vermişti.[211]
Yine Tebsira'da İbnü'l-Münâsifin Tenbîhü'1-hük-kâm'ından[212]
naklen şu bilgi verilir: Hakimin kendi evinde oturup davalara bakması
mekruhtur. Hz. Ömer, Ebû Musa el-Eş'arf nin böyle yapmasını doğru bulmayıp
evinin ateşe verilmesini emretmiş, o da yakarıp affını dilemiş ve bir daha
öyle yapmamıştır.[213]
İbn Asâkirtn
Târih'inde Abbâs'ın azatlısı Ebû Salih'ten şu rivayet nakledilir:
"Kendisini çağırmak üzere Hz. Abbâs beni Hz. Osman'a gönderdi. Ona
dâru'l-kazâ'da (yargı evi, mahkeme) vardım." Bazıları, eğerbuhaberdoğruysa,İslâmdailkdefa
daru'1-kaza edinen kimse Hz. Osman'dır, derler.
İbn Rüşd'ün el-Beyân
ve't-tahsîl adlı eserinin "Cami" bölümünde şöyle denir: Camiler
ancak Allah'ın anılması için yapılmış olup Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
"(Bu kandil) Allah'ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin
verdiği evlerdedir. Onların içinde sabah akşam onu teşbih ederler. Kendilerini
ne ticaretin ne alışverişin Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten
alıkoymadığı erkekler, onlar, yüreklerin ve gözlerin (dehşetten) ters döneceği
günden korkarlar" (Nûr 24/36-37). Bu sebeple yüce ve münezzeh tutulması,
tahsis edildiği maksattan başka hizmette kullanılmaması gerekir. Hz. Ömer
mescidin yanıbaşında "Batîha" denilen bir revakedinmiş ve şöyle demişti:
"Kim laflamak, şiir okumak veya yüksek sesle konuşmak istiyorsa o revaka
çıkıp gitsin."[214]
Allah Teâlâ, vadeli
satışlarda şahit tutma ve borcu yazmayı emretmiştir: "Ey inananlar,
belirli bir süreye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu yazın"
(Bakara 2/282). Allah Teâlâ sonra şöyle buyurur: "Erkeklerinizden iki
kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erkek yoksa razı olduğunuz şahitlerden bir
erkek, iki kadın (şahitlik etsin). Tâ ki kadınlardan biri unuttuğunda diğeri
ona hatırlatsın" (Bakara 2/282). Bunun gibi Allah Teâlâ talak (boşama), r
i c * a t (boşanmış eşe dönme) ve zina konusunda da şahit tutulmasını
emretmiştir.[215]
Derim: Bununla
birlikte Lisânüddin Îbnü'l-Hatîb Müsla*t-tarîka fi zemmi'l-vesîka adlı risalesinde
şöyle der: Bir şahidin bir dükkan edinip şahitlik için ücret talep ettiği
hususu sahabeden nakledilmiş değildir. İnsanlar o zamanlar, Allah Tefilâ'nın
"Eğer iki erkek yoksa razı olduğunuz şahitlerden bir erkek, iki
kadın" (Bakara2/282) buyruğu gereği seçkinlerini vefa-ziletlilerini
güvence kılıyorlardı. Borç ve yazılmasıyla ilgili âyette, kadın hakkında güçlük
veya imkansızlık sözkonusu olması sebebiyle, şahitlerden maksadın dükkân
(işyeri) edinmeyenler olduğuna dair delil vardır.[216]
Tirmizi, Abdülhamîd b.
Vehb'ten şu tahricde bulunur: Adâ b. Halid b. Hevze "bana
"Resulullah'ın (sav) benim için yazdırdığı bir belgeyi sana okuyayım
mı?" dedi» ben de evet dedim. Bana şu belgeyi çıkardı: "Bu, Adâ b.
Hali d'in Allah Resulü Muhammed'den (sav) satın aldığı (şeylere dair belge)
dir. Ondan bir erkek veya kadın köle satın almıştır; ayıp (hastalık), kötü
özellik (huy) ve hile olmaksızın. Müslümanın müs-lümana satışı olarak."
Tirmizi bu hadisin " h a s e n -g a r î b w olduğunu söyler.[217]
Sahîh-i Buhâri'de ise şu şekilde geçen "Bu, Allah Resulü Muhammed'in (sav)
Adâ b. Haîid*den satın aldığı (şeylere dair belge)dir. Müslümanın müslümana
satışı olarak; ayıp, hile ve kötü özellik olmaksızın." Katâde, kötü
özellikten (gaile) kastın zina, hırsızlık ve efendiden kaçma olduğunu söyler.[218]
Kadı Iyaz el-Meşârik'te şöyle der: Bu hadis " m a k 1 û b " dur.
(Metinde takdim-tehir vardır). Çünkü satın alan Adâ'dır. Hem şerâ (aldı,
sattı) ve işterâ (satın aldı) kelimeleri ile bâa (sattı, satın aldı) ve i b t â
a (satın aldı) kelimelerinin aynı şekilde her iki mânâya kullanılmaları da
bunu muhtemel kılmaktadır.[219]
Bu bilginin benzerini
Mutarrizi ve başkalarından naklen zikreden Zer-keşi şöyle der: "Durum,
Buhâri'nin burada zikrettiğinin aksinedir. Demâ-mini ise şu ilavede bulunur:
Yahut bu rivayetler olayın ayrı zamanlarda meydana geldiği şeklinde yorumlanır
ki bu durumda çelişki sözkonusu değildir."
İbnZekrî şöyle der:
"Hadisin zahirinden anlaşılan, bunun satılan şey ve bedelini belirtmeyi
içeren yazılı belgenin metni olduğudur."
İbnü'l-Arabî,
Tirmizi'deki hadisi açıklama sadedinde şöyle der: Hadisten, belgelerde,
müşteri olması halinde "mefdul"un (daha aşağı durumda olan) adıyla
başlanacağı anlaşılmaktadır. Ahdini bozması caiz olmayan Resulullah'ın (sav)
bu belgeyi yazması, insanlara Öğretmek gayesiyle-dir. Hem bu zorunlu olmayıp
yapılması müstehab bir davranıştır. Çünkü o belgesiz birçok alışveriş yapmıştı.
Yine hadiste, şahsın adı, baba adı ve dede adının yazılacağı anlaşılmaktadır.
Ancak kendine özgü bir sıfatla meşhursa bunlara gerek yoktur. Bu sebepledir ki
Hz. Peygamber (sav) "Allah Resulü Muhammed" şeklinde yazdırdı ve bu
sıfatıyla kendi nesebini ve Adâ b. Ha-lid'in nesebini anmaya ihtiyaç duymadı.[220]
Huzâi'nin burada geçen
ifadesi şudur: Bu husus sabit olunca, ister satıcı ister alıcı olsun daha
üstün olanın diğerinden önce yazılacağı görüşünde olan noterler lehine bir
hüccet teşkil eder.
Îbnü'l-Fahhâr bu
hususu Huzâi'den önce dile getirmiş olup İbnü't-Tilimsânî eş-Şifâ şerhinde
(el-Menhelü'I-asfâ) şöyle der: "İbnü'l-Attâr el-Vesâife'inde[221] şöyle
der: Belge yazanın (noter), üstünlüğü sebebiyle, daha şerefli olanı (eşref)
ondan daha aşağı durumda bulunan kimseden (meşrûf) Önce yazması gerekir.
İbnü'l-Fahhâr ise anılan hadisin nassı ile onun bu görüşünü reddeder. Çünkü hadiste
daha aşağı durumda bulunanın adı daha üstün durumda olanın adından önce
zikredilmiştir. Bunu düşün." Bu bilgi el-Menhelü'1-asfâ'dan
nakledilmiştir.[222]
Süheyli, Hz.
Peygamber'in (sav) Sakîf kabilesine gönderdiği mektubu anarak Ebû Ubeyd'in bu
mektubun metnini el-Emvâl'de verdiğini ve mektupta Hz. Ali ve oğullan Hasan ve
Hüseyin'in şahitliklerini kaydederek "bu hadiste bulûğdan önce çocukların
şahitliği ve adlarının yazılmasına dair delil vardır" dediğini[223]
zikreder. Süheyl şöyle der: Ancak çocukların şahitliği, bulûğdan (ergenliğe
erdikten) sonra eda edildiğinde kabul edilir. Yine bu hadiste, aynı sözleşmede
babasıyla birlikte çocuğunun da şahitliğinin olabileceği anlaşılmaktadır.[224] Bu
bilgi Nûru'n-nibrâs'ta nakledilmiştir.[225]
Kadı İbn Badis, İbn
Fâris'in Muhtasar1 in a yaptığı şerhte Ebû Abdullah et-Tilimsânî'nin el-Umde
adlı eserinden naklen şöyle der: Azadına dair sözleşmeden de anlaşıldığı üzere
onun adı konusunda doğru rivayet adının Eşlem olduğudur. Onun azat edilmesiyle
ilgili sözleşmenin metni, el-Hakem el-Muntasır Billâh Emîrü'l-mü'minîn b. Abdurrahman
en-Nâsır el-Mervâ-nî'nin el yazısıyla olup şöyledir: "Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla. Bu, Allah Resulü Muhammed tarafından kölesi Eşlem hakkında
düzenlenen sözleşmedir. Ben seni Allah için kesin bir azatla azat ediyorum.
Allah da seni azat etsin. Onun benim de, senin de üzerinde ihsanı vardır. Sen
hürsün; îslâmın hükümranlığı ve imanın himayesi dışında senin üzerinde hiç kimseye
yol (hükümranlık) yoktur. Buna Ebubekir, Osman ve Ali şahit oldu, Muâviye b.
Ebû Süfyân da yazdı."[226]
Şeyh Ebû Abdullah şöyle der: "Bunu el-Hakem'in elyazısından nakleden bir
kopyadan yazdım."
Bu, Allah Rcsulü'nün
(sav) azat etmesiyle ilgili bir sözleşme metni olup gizli hazinelerden ve
değerli definelerdendir. Bu belgeyi şükürle ve Mağriblileri şükranla anarak al.
Çünkü hem el-Hakem el-Muntasır, hem de el-Umde ve Fevâidü'd-dürer müellifleri
Mağriblidirler.
Doğulu âlimlerden
hiçbirinin bu belgeye vakıf olmadıkları anlaşılmakta olup onların hadisle
ilgili eserlerinde bunu bulamazsınız. İleride "Vakıf Bâbı"nda,
ashabın vakıflarını yazdıklarına dair malumat ve bununla ilgili belgelerden
bazılarının metinleri verilecektir. Bu bilgiyi yerinde bekleyin.[227]
İbn Abdi Rabbih'in
el-tkdü*l-ferîd'inde (II, 144) şu bilgi verilir: Abdullah b. Erkam ve Alâ b.
Ukbe halk arasında kabilelerinde, sularında (kuyularında), ensârın evlerinde,
kadınlar ve erkekler arasında akitleri yazıyorlardı."[228]
Kadı el-Kudâi
Kitâbu'l-Enbâ'da şöyle der: "Muğîre b. Şu'be ve Husayn b. Nümeyr —İbn
Beşîr[229] olduğu da söylenmişti]
muameleleri ve borçları yazarlardı." Bunu İbn Hazin da Cevâmiu's-sîre'de
söyler.
Hafız İbn Hacer de bu
bilgiyi Husayn'ın biyografisinde vermiş olup orada nakledilen bilgiye bakınız.[230]
Yine el-lsâbe'de (III, 25) Alâ b. Ukbe'nin biyografisinde şu bilgi verilir:
"Mu'tasım b. Sumâdih[231]
için telif edilen tarihte, Alâ b. Ukbe ve Erkam'ın halk arasında borçları,
sözleşme ve muameleleri yazdıklarını okudum."[232]
İlginç bir
rastlantıdır ki Huzâi'nin derleme ve tedvine çalıştığı konuda, XIII. yüzyılın
başlarında Ebû Zeyd el-Irakî el-Fâsî de ona muvafakat etmiş olup el-lsâbe'ye
yaptığı ihtisarda bu tür biyografiler üzerinde durmanın gereğine işarette
bulunmuştur. O, adı geçen Alâ'nın biyografisinde "halk arasında borçlan,
muameleleri ve akitleri yazan" ifadesini kalın bir kalemle belirtir. Şeyh
Tayyib b. Kiran'ın Elfiyyetü'l-Irâkî'ye yaptığı şerhte 39. kâtip Husayn b.
Nümeyr'in biyografisinde şu bilgi verilir: "O ve Muğire muameleleri ve
borçları yazıyorlardı. Bunu Kudai ve Kurtubi zikreder."[233] O,
Kurtu-bi'ye atıfla şu ilavede bulunur: "Zamanlarında Hârice b. Zeyd ve
Talha b. Abdullah'a fetva sorulur, insanlar onların görüşlerine göre hareket
ederlerdi. Onlar ev, hurma ağaçlan ve mal türünden mirasları hak sahipleri
arasında paylaştırıyorlar ve halk için belgeleri yazıyorlardı."[234]
Derim: Bütün bunlar ve
daha önce biyografilerde geçen bilgilerden, İmâm Râfii'nin Şerhu*l-Vecîz'deki
"Nebi (sav) ve ondan sonraki imamlar (devlet başkanları) hüküm
veriyorlardı, mahkeme sicil ve belgelerini yazmıyorlardı" sözünün
mânâsını anlarsın. Tuhaftır ki Hafız İbn Hacer Şerhu*l-Vecîz'in hadislerini
tahric ettiği Telhisü*l-habîr adlı eserinde onun söylediklerine şu sözünden
fazla ilavede bulunmamıştır: "Bu husus, bu kitapta daha önce geçen
hadislerden anlaşılmaktadır. Fakat Allah Resulü (sav) bazı kimseler için iktâda
bulunmuş ve onlar için belge yazdırmıştır. Sahîh-i Buhâri'de Enes'in rivayet
ettiği hadiste[235]
Resulullahın (sav) kendilerine i kt â vermek üzere ensârı çağırdığı ve onlariçin
birbelgeyazmak istediği belirtilmektedir.[236]
Lisânüddin
İbnü'l-Hatîb Müsla't-tarîka fi zemmi'l-vesîka adlı kitabını[237]
telif etti, belge düzenleyenleri (noterler) kötüleme konusunda kalem oynattı ve
mübalağadan uzak olmayan bir tarzda onların kusurlarım zikretti. el-Müfîd
müellifi, mezhebin hafızı İmam Ebü'l-Abbas el-Venşerîsî bu eserin baş tarafına
kendi elyazısıyla şunları yazmıştır: "Bu sözleri derleyen kimse, fazilet
sahibi insanları ilgilendirmeyen, dünya ve ahirette kendisine fayda
sağlamayacak bir işle kendisini yordu; ömrünün en değerli bir kısmını, bir
grubun kendisiyle ırzların mubah kılındığı ve heybetli yapılar ve saraylara
sahip olunan ayıplarını (kusurlarını) araştırmakla tüketti, onları arsız ve
laubali kimselerin maskarası kıldı, diyanet ve doğruluk örtüsünü onlardan çekip
aldı. Allah Teâlâ ona müsamaha buyursun, onu bağışlasın." Rabbinin küçük
kulu Ahmed b. Yahya b. Muhammed b. Ali el-Venşerîsî bunu dedi ve sağ eliyle
yazdı. Allah ona hayır ihsan etsin.[238] Bu
bilgi Ezhâru'r-riyâz'dan alınmıştır.
tbnü'l-Hatîb'in
risalesinin Allâme Ebû Abdullah Muhammed b. Tayyib el-Kâdirî el-Fâsî'nin
elyazısıyla istinsah edilmiş bir nüshasını elde ettim, iki forma halindeydi.
Adı geçen kâtip bir kez tenkit bir defa da eş ve benzerlerini anarak onu
tetabbuda bulunur. Ve Venşerîsf nin elyazısmdan naklettiğini belirtir. Şureyh
b. Tunus'un KitâbuU-Kadâ'sı[239] Ebû
Ubeyd'in Kitâbul-Kadft ve âdâbü'l-hukkâm'ı, Ebubekir en-Nakkaş'ın
Kitâbu'l-Kudât ve'ş-şuhûd adlı eserleri olup Şeyh Âbid es-Sindî bu kitapları
isnadlanyla birlikte Hasru'ş-şârid'de[240]
zikreder. Bu eserde "kaT harfine ve Rûdâni'nin Sıla'sına bakınız.[241]
Tirmizi'nin
el-Câmrinde, Resulullah'tan (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Sizin
ferâizi en iyi bileniniz Zeyd'dir." Tirmizi bu hadisin "hasen-sahih"
olduğunu söyler.[242]
el-İstiâb'da şu bilgi verilir: Zeyd, ashabın ferâizi en iyi bilen büyük
fakihlerinden biri idi. Resulullah (sav), "Ümmetimin ferâizi en iyi bileni
Zeyd b. Sâbit'tir." buyurmuştur.[243]
el-tsâbe'de
kaydedildiğine göre İbn Sa'd, Kabîse'den şöyle dediğini
ri-vayeteder:wZeydkaza(yargı),fetva,kırâatve f e r â i z konularında Medine'de
başta gelirdi."[244]
Dârimi'nin Müsned'inde İbn Şihâb'dan şu rivayet nakledilir: "Eğer bir
zaman gelir de Osman ve Zeyd vefat ederlerse ferâiz ilmi de yok olur. Çünkü
bir gün geldi ki ferâiz ilmini ikisinden başkası bilemez oldu."[245]
Yine Dârimi, Müslim'den şu tahricde bulunur: Mesrûk'a, Hz. Âişe'nin f e r â i z
i iyi bilip bilmediğini sordum. Şöyle dedi: Kendisinden başka ilah olmayan
Allah'a yemin ederim ki Hz. Muhammed'in (sav) ashabından en büyükleri gördüm
ona f e r â İ z den soruyorlardı (bkz. I. Hindistan baskısı, s. 38Ö).[246]
Ebû Yusuf es-Sinânî
Şerhu't-Tilimsâniyye'de şöyle der: "Tercih edilen görüş, f e r â i z de
Zeyd b. Sâbit'in görüşünün esas alınmasıdır. Çünkü o, Resulullah'ın (sav) da
şahitliğiyle bu ümmetin ferâiz i en iyi bilenidir." Süheyl şöyle der:
"Hz. Ömer Şam'da olduğu sıralarda Medine'de bulunan Zeyd b. Sâbit'e
yazar, mektuba kendi adından önce onun adıyla başlardı. Dedenin mirası
konusunda güçlükle karşılaştığında, bu meseleyi kendisine sormak üzere bizzat
Zeyd'in evine gitmişti." Asım el-Ahvel, Şa'bfden şöyle dediğini rivayet
eder: "Zeyd iki hususta, ferâiz ve Kur'ân konusunda insanlara üstünlük
sağladı." Zehebi bunu et-Tezkire'de zikreder.[247] Zehebi
yine et-Tezkire'de Süleyman b. Yesar'dan şöyle dediğini nakleder: Ömerve Osman,
fetva, ferâiz ve kıraat konusunda kimseyi Zeyd'e takdim etmiyorlardı.[248]
"Onuncu Bölüm"de ilgili fasıllarda gelecek bilgilere de bakınız.
Ebû Ubeyd Kasım b.
Sellâm'ın Kitâbii'l-Emvâl'ında şu bilgi verilir: Ömer b. Hattâb Câbiye'de halka
hitab ediyordu: Kim maldan sormak istiyorsa bana gelsin, muhakkak ki Allah beni
mala koruyucu ve dağıtıcı kılmıştır. İlk Önce Allah Resu-lü'nün (sav)
zevcelerinden başlayıp onlara vereceğim.[249]
İbn Hacer el-îsâbe'de
üçüncü kısımda (Elif harfinin) Ekder[250] b.
Humâm el-Lahmfnin biyografisini verir ve onun Hz. Peygamber (sav) zamanına
yetiştiğini zikreder, sonra Ebû Ömer el-Kindî'nin Kitâbü'1-Hen-dek*te[251]
şöyle dediğini nakleder: O takva, fazilet ve dinde bilgi (fıkıh) sahibi idi.
Ashabın sohbetinde bulunmuş, onlardan hadis rivayet etmişti. O " E k d e r
i y y e "[252]
diye adlandırılan miras hissesinin sahibi idi. İbn Hacer daha sonra İbn Ebî
Şeybe'den şu bilgiyi nakleder: Bu hissenin niçin "Ekderiyye" diye
adlandırıldığıA'meş'e soruldu. O şöyle dedi:
Ab-dülmelikb.Mervânbumeseleyihalletmesiiçin f e r â i z leilgilikonulara bakan
Ekder isimli birine gönderdi, o da bu meselede hata etti. Vehb şöyle dedi: Biz
daha önce Zeyd b. Sâbit'in bu konuda net bir görüş belirtemediğini (görüşünün
bulanık olduğunu) duymuştuk.
İbn Hacer şöyle der:
Eğer A'meş'in sözü "mahfuz"[253] ise
muhtemelen Abdülmelik daha önce Medine'de ilim tahsilinde bulunduğu sırada
Ekder'e sormuş olmalıdır. Çünkü bu Ekder, Abdülmelik halife olmadan önce öldürülmüştü.[254]
İbn Hacer yine
el-tsâbe'de Abdurrahman b. Ebzâ el-Huzâf nin şu tah-ricde bulunduğunu kaydeder:
Nâfî b. Abdülhâris Usfân'da Ömer'e ulaştı. Ömer onu Mekke'ye âmil tayin etmişti. Ona "Vadi (Mekke)
halkına kimi halef bıraktın?" diye sordu, Nâfî de "İbn Ebza'yı"
diye karşılık verdi. Ömer, "İbn Ebzâ kimdir?" diye sorunca Nâfi bizim
azatlılardan biri, dedi. Ömer: "Kendiyerine onlara bir azatlıyı mı
halefbıraktın ?" deyince o, "O, Allah'ın Kitabı'nı okuyan ve ferâizi
bilen biridir" dedi. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: "Peygamberimiz
(sav) şöyle buyurmamış mıydı: 'Allah bu kitapla bazı kavimleri yükseltir, diğer
bazılarını da alçaltır'"[255]
Yine el-tsâbe'de Ukbe b. Âmir el-Cûhenî'nin biyografisini vererek İbn Yunus'tan
şu rivayeti nakleder: O, Kur'ân'ı okuyan, ferâiz ve fıkhı bilen, fasih lisanlı,
şair ve katip biriydi.[256]
Yine el-tsâbe'de Hz. Âişe'nin biyografisinde, Ebû'd-Duhâ'nm Mesrûk'tan şunu
naklettiği kaydedilir: Resulullah'ın (sav) ashabının önde gelenlerinin ondan
ferâiz konusunda sorduklarını gördüm.[257]
Allah Resulü'nün (sav)
bu hususta vekil tay iaettiği kimse: İbnü'l-Arabî Ahkâmü'l-Kur'ân'ında şu
bilgiyi zikreder: Nebi (sav), Amr b. Ümeyye ed-Damrî'yi, Ummü Habîbe bintı Ebî
Süfyân'ın nikahı akdinde Necaşi nezdinde kendisine vekil tayin etti.
Meymûne'nin nikahında da, konuyla ilgili iki rivayetten birine göre, Ebû Râfî'i
vekil tayin etti.[258] Hz.
Ali'nin (ra), anlaşmazlıklarını Hz. Osman'a (ra) götürdükleri arazileri
arasındaki sed fbend) ile ilgili olarak Talha b. Ubeydullah'a karşı Abdullah b.
Cafer'i kendisine vekil tayin edişi olayı enteresan olup Ibn Ruşd el-Beyân
ve't-tahsîl adlı eserinde zikretmiştir.[259]
Ben bu olayı îbn
Rüşd'ün el-Beyân ve't-tahsîl adlı eserinin "Cami" bo-lumünde
"Dördüncü Câmi"de şu başlık altında buldum: "Devlet başkam,
kendisinden önce adil devlet başkanlarından birinin hüküm verdiği bir davaya
(yeniden) bakmaz."[260] Ben
de ondan nakille bu eserin "Dokuzuncu BöIüm"ünde ziraatla ilgili
babda verdim. Çünkü olayı orada kaydetmeyi daha uygun gördüm. Olayla ilgili
olarak oraya bulunuz.[261]
Bu, yapı (bina)
konusunda görüş sahibi olup kendi görüşüyle amel edilmek üzere munazaalı iki
kişi arasında hüküm vermesi için devlet başkanının gönderdiği kimsedir.
Allah Resulü (sav)
zamanında bu özelliğe sahip kimseler: Ebû Ömer el-İstîâb'da d, 97) Câriye b.
Zafer el-Yemânî'den naklen şu bilgiyi zikreder: İki kardeşin ortak bir evi
vardı, ortasına bir duvar yapmışlardı. Sonra her biri ardından çocuklar
bırakarak vefat ettiler. Her birinin çocukları duvarın diğerine değil
kendisine ait olduğunu iddia edip Allah Resulüne (sav) dava açtılar.
Resulullah (sav) aralarında hüküm vermesi için Huzeyfe b. Yemân'ı gönderdi. O
da lif düğümlerinin (kamışların vs. bağlandığı) bulunduğu taraftakinin lehine
hükmetti, sonra dönüp Resulullah'a (sav) durumu bildirdi. Resulullah (sav) da
"isabet ettin" ve "güzel yaptın" buyurdu.[262] Bu
bilginin aslı Buhâri'nin Tarihindedir.[263]
Bu olay Ibn Sa'd'ın
Tabakalında, (V, 403) adı geçen-Câriye'nin biyografisinde du şu şekilde
geçmektedir. Bir topluluk, bir çardak (çatma ev) konusunda anlaşmazlığa
düştüler ve Allah Resulüne (sav) dava açtılar. Resulullah (sav) kendilerine
Huzeyfe'yi gönderdi, o da kamış liflerinin bulunduğu taraftakilerin lehine
hüküm verdi ve Hz. Peygamber'e (sav) geri dönerek bunu kendisine anlattı.
Resulullah (sav) da yaptığını onayladı.[264] Bu
rivayette geçen " h u s s " kelimesi el-Kâmûs'ta da geçtiği üzere
kamıştan yapılmış veya "eze" (tavanı kavisli yapı) gibi üstü odunla
Örtülü ev mânâsına gelir. Çoğulu "hisâs*
ve "husus"
şeklindedir.
el-tsâbe'de Alâ b.
Ukbe'nin biyografisinde şu bilgi verilir: Merzubâni'-nin zikrettiğine göre Nebi
(sav) Âlâ ve Erkam'ı ensârın evlerine gönderirdi.[265] Ebû
Zeyd el-Irakî, el-tsâbe'den bu bilgiyi özetlerken köklü bir hata yapmış olup
verdiği metin şöyledir: Alâ b. Ukbe, Amr b. Hazm'ın zamanındaki kimselerden
olup onu ErkanVla birhkte ensârın evlerine gönderirdi. Asıl kaynağın metni,
özetin ifade etmediği hususu ifade etmekte olup buna dikkat ediniz.
îbn Sa'd'in
Tahak&t'ında TemSm b. Esed el-Huzâi'nin biyografisinde şu bilgi verilir:
Nebi (sav) Mekke'nin fethedildiği yıl onu gönderdi, o da Ha-rem'in alem lerini
(sınır taşları) yeniledi.[266]
NevevfninTehzîb'indesa-habi Mahreme b. Nevfel'in biyografisinde de şu bilgi
verilir: O çok yaşamış ve tarih, özellikle de Kureyş tarihi (önemli günleri,
eyyam) konusunda bilgi sahibiydi. Ömer b. Hattâb'ın hilâfeti sırasında Harem'in
alem lerini dikenlerden biri de odur; Ömer onu, Ezher b. Abdi Avf ı, Said b.
Yerbû'u ve Hu-veytibb.Abdi'l-Uzzâ'yı göndermiş, onlar da Harem'in alem
leriniyenile-mişlerdi.[267] Bu
bilginin benzeri Müsevvir b, Mahreme'nin yine Tehzîb'deki biyografisinde
geçmektedir.[268]
Makrizi'nin
el-Hıtat'ında Kudâi'nin şöyle dediği kaydedilir: Amr b. Âs
İskenderiyye'dendönüpçadınnın ( f u s t â t ) kurulduğu yere inince kabileler
birbirlerine ulanıp yer konusunda didiştiler. Bunun üzerine Amr, kabilelerin
karargâhlarını düzenlemek için Muâviye b. Hudeyc et-Tücîbî, Şerik b. Semî
el-Gutayfî,[269] Amr b. Kahzem el-Havlânî[270] ve
Hayvîl b. Naşire el-Meâfîrfyi[271] görevlendirdi.
İnsanları konaklatıp kabilelerin arasını birbirinden ayıran onlardı. Bu olay hicretin
21. yılında olmuştu.[272]
Bütün bunlara rağmen, İslâm tarihiyle ilgilenen Batılılardan biri olan
Butler'in[273] şu sözlerine şaş malı:
"Anlaşılmaktadır ki, Arapların bilgi sahibi olmadıkları mimari
sanatındaki dirayetleri sebebiyle, bu işi uygulayanlar Kıptîlerdi." Bu,
Araplara karşı duyulan taassuptan, onlan malumatları yokmuş gibi göstermek
isteği ve onların eserlerini yok etme arzusundan ileri gelmektedir. Bu işle
ilgilenenlerin adlarını ve neseplerini Makrizi'nin açıkça belirtmesinden sonra
artık akıl yürütmeye ne gerekçe kaldı? İleride gelecek olan "Yapılar
Babanda;[274] sıhhî ve mimari Ölçülere
uygun yapılar ve tarzları konusunda Arapların bilgi sahibi olduklarını
gösterecek yeterli malumat vardır.[275]
îbn Sa'd'ın
Tabakât'mda şu bilgi verilir: Resulullah (sav) Medine'de evleri i k t â verdiği
zaman Osman b.Affân'a bugünkü evini(nyerini,pla-nını) çizdi. Denir ki bugün
Osman'ın evinde, Allah Resulü'nün (sav) Osman'ın evine girdiği zaman çıktığı
kapının karşısına düşen aralık yerdir burası.[276]
Abbâs el-Makkarfnin
Ezhâru'r-riyazin da, Kadı Iyâz'm Hz. Peygamberin (sav) bir yerde "Bu ne
güzel hamam yeridir" dediğini anması sırasında eş-Şifâ'nın kenarına Ebû Zeyd
Abdurrahman el-Gırnatfnin elyazısıyla düştüğü şu not nakledilir: Bu, Hz.
Peygamberin (sav) mühendislik ve yapı bilgisi çerçevesinde olan bir husustur.
Ebû Nuaym bunu Riyâzü'l-mtiteallimîn'de[277]
anarak Ebû Râfi'den rivayet eder. Ebû Râfi şöyle dedi: Resulullah (sav) bir
yere uğradı ve "ne güzel..." buyurdu (Hadis) ve oraya hamamı bina
etti.[278] HafâciNesîmu'r-riyâzMa
bu hadisle ilgili olarak şöyle der: Hadiste, binaların yerleri ve rüzgârın estiği
yerler haber verilmiştir.[279]
"Münâdî
Bâbı"nda[280] Sünen-i Ebî Dâvud'dan şu
rivayet nakledilecektir: Nebi (sav) ordugâhta şu duyuruda bulunmak üzere
münâdi gönderdi: "Kim bir evi daraltır ve bir yolu keserse ona cihâd
yoktur."[281] Bu, insanların
(lüzumundan fazla yer kapıp başkaları aleyhine) evleri daraltmaları ve yolları
kesmeleri münasebetiyle vaki olmuştu. Bundan da anlaşılıyor ki Allah Resulü
(sav) seferde çadırların kurulmasına varıncaya dek düzenli olmayı severdi.
Nerede kaldı ki iskân mevkii ve sağlam yapı konusunda bunu sevmeşin. Sünen'in
sarihi bununla ilgili olarak şöyle der: Hadisten anlaşıldığı üzere insanların
yürüdüğü yolu (geçişi engelleyecek, sıkıntı doğuracak şekilde) daraltmak
kimseye caiz değildir. Böyle yapan kimseden cihadın nef-yedilmiş olması, bu
fiili yapmaktan uzaklaştırma ve azarlamada mübalağa kabilindendir. Yine bunun
gibi, zarara sebep olduğu için (ihtiyacı dışında yer alıp başkaları aleyhine)
evleri daraltmak da caiz değildir.[282]
Hz. Ömer'in uygulaması
olarak bilindiğine göre o, Basra ve Kûfe'nin kurulmasına izin verdiğinde
caddeleri 20 arşın (zira) eninde ve 40 arşın uzunluğunda, sokakları 9 arşın,
malikâneleri ise 60 arşın olarak planladılar. Merkez camii (cuma camii) ise
caddelerin ayrıldığı orta yere yaptılar. Bu, Hz. Ömer'in (ra) emriyle
yapılmıştı. Bu da mühendisliğin ilk dönemde seferde, hazarda ve imar konusunda
olmak üzere yapı işlerinde kullanıldığını göstermektedir. Yine Hz. Ömer'in bir
uygulaması olarak o, hicretin 17. yılında Şam'a gittiğinde, gazaya-kışın çıkan
( ş e v â t î ) ve yazın çıkan ( s a v â i f ) ordular düzenledi. Şam'ın
müdafaa hatları ve askerî noktaları olan gedik ve gözetleme yerlerini
sağlamlaştırdı.
Fütûhu'l-büldânMa
kaydedildiğine göre Muâviye, kardeşi Yezîd'in Ölümünden sonra Hz. Ömer'e
yazarak ona sahilin durumunu vasfetti. O da kendisine sahil kalelerini onarmasını
ve savaşçıları yerleştirmesini, gözetleme kulelerine (karakol) muhafız
koymasını ve bu yerlere ateş ocakları yaptırmasını yazdı.[283] Bu
yazıda geçen gözetleme kuleleri, her belde ile diğeri arasında yüksek dağların
tepelerine birbirlerine yakın olacak ve biri diğerini görecek şekilde kurulmuş
kulelerdir. Şöyle ki, birbirini izleyen gözetleme kulelerinin muhafızları
ardarda ateş yakarlar ve böylece haber şehire, şerhada veya ordugâha kısa
zamanda ulaşır. Onlar da düşmanın geldiği tarafın imdadına süratle koşarlar.
Bu da savaşla ilgili yapılar ve askerî merkezlerde de mühendisliğin
uygulanmasına çalışıldığını göstermektedir. Yine Fütûhu'l-büldân'da geçtiğine
göre Hz. Ömer, ehl-i zimme'ye (gayrimüslim İslâm tebaası) yollan ve köprüleri
ıslah etmelerini (onarım, yenileme) şart koşardı.
İbn Gâzi'nin
el-Elfiyye*ye yaptığı haşiyede "mef ulun fîh bâbı"nda bir
"latife" zikredilir. Ebû Hayyân Süheyli'den, o da Kasım b. Sâbit'ten
şöyle dediğini nakleder: Mile bu adın verilmesi, yollara miller (işaret
taşları) dikmelerinden dolayıdır. Bu millerle yürüdükleri mesafeleri
biliyorlardı. Her üç-bin arşın (zira) mesafede mil şeklinde bir yapı yapıyor,
ona yürüdükleri sayıyı yazıyorlardı. Hişâm, kendisiyle birlikte yürüyen
bedeviye "mile bak ne kadar yürüdük" dedi. Bedevi ümmi idi, okuması
yoktu. Mile baktıktan sonra gelip şöyle dedi: "Orağa (çengel) benzer
birşey, bir halka, sırım (kayış) kıvrımları gibi üç kıvrım veya kaya kuşunun
tacı gibi bir tac!" Hişâm güldü ve milde beş rakamının olduğunu anladı. Bu
da onların yolları ölçtüklerini ve gidip gelenler için mesafeleri tesbit
ettiklerini göstermektedir. Onların hataya düşme korkusuyla, rakamları yazıp
şeklini çızmedıkçe mil ve fersahla olçup belirlememelerı gayet makuldür
Feyyûmi'mnel-Misbâhu'l-münîr'-ıne bakınız.[284]
Makrızı'nın
el-Hıtat'mda (1,339) şu bilgi verilir Abdulazız b Mervân Mısır valisi iken her
gun evinin etrafına konulan bin çanağı (yemek sahanı) vardı Yuz çanağı da
vardı, arabalara yüklenip kabileler dolaşılıyordu.[285] Bu
da, arabaların yürümesi için yolların kurunup döşendiğini göstermektedir.[286]
İbn İshak şöyle der:
Hayber mallarının (ganimetinin) pay sahipleri vardı. Resulullah'ın (sav)
ashabından kendilerine Hayber malları dağıtılanların sayısı, adamlar ve
atlarıyla birlikte 1800 pay idi. Adamlar (asker) 1400, atlar ise 200 idi. Her
ata iki pay ve süvarisine bir pay verildi. Her biri yüz kişiden oluşan ve
başlarında bir reis bulunan 18 ana pay grubu oluşturuldu.[287]
el-Muhkem'de
şöyledenir.Falanfalana i h t i s â b da bulundu demek, onun kötü işini
reddetti, hoş karşılamadı demektir. O, işte güzel hisbe sahibidir demek de,
onda iyi tedbir ve görüş sahibidir anlamındadır.[288]
Hisbe konusunda Allah
Resulü'nden (sav) gelen rivayetler: Tirmizi, Ebû Hureyre'den şu rivayeti
tahric eder: "Re-sulullah (sav) bir buğday yığınına rastladı ve ona elini
daldırdı, parmakları bir ıslaklığa temas etti. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Ey
buğday sahibi, nedir bu? Adam: Yağmura tutuldu ey Allah'ın Resulü. Resulullah
(sav) şöyle buyurdu: Bunu, insanların görmesi için buğdayın üstüne çıkarmalı
değil miydin? Sonra da şöyle buyurdu: Aldatan bizden değildir." Tirmizi
bu hadis için " h a s e n - s a h i h " tir der.[289]
Sahîh-i Buhâri'de İbn Ömer'den
şu rivayet nakledilir: “Resulullah (sav) zamanında ashab, köyden pazara mal
getirenlerden yolda yiyecek maddesi satın alıyorlardı. Bunun üzerine Allah
Resulü (sav) onlara, yiyeceklerin satıldığı yere nakletmedikçe, aldıkları
yerde onu satmaktan kendilerini menedecek kimse gönderdi.[291] Yine
Sahîh-i Buhâri'de Sâlim'in babasından naklettiği şu rivayet zikredilir:
"Yiyecekleri mü-c â z e f e yoluyla (ölçüsüz, tartısız, saymadan götürü
olarak) satın alanların, yüklerinin yanına götürmeden bunu sattıklarından
dolayı Resulullah (sav) zamanında dayağa çekildiklerini gördük."[292] İbn
Abdilber el-îstîâb'da şöyle der: Resu-lullah (sav) Said b. Said b. Âs'ı
fetihten sonra Mekke pazarında görevlendirdi.[293]
İbn Hacer el-lsftbe'de
Said'in biyografisini verir ve İbn Şâhin'in bazı hocalarından şu nakilde
bulunduğunu zikreder: Said'inîslâma girişi Mekke fethinden kısa bir zaman önce
olup Resulullah (sav) onu Mekke pazarına görevlendirdi.[294]
el-lstîâb'da da şu bilgi verilir: Semra bint Nehîk el-Esediyye, Allah Resulüne
(sav) ulaşttve uzun süre yaşadı. Pazarlarda dolaşır, iyiliği emreder,
kötülükten sakındırırdı. Bunu temin için de yanında taşıdığı bir kamçı ile
insanlara vuruyordu.[295]
Kadı Ebü'l-Abbas Ahmed
b. Said'in et-Teysîr fî ahkâmi't-tes'îr adh eserinde şöyle denir:
"Muhtesibde bulunması gereken şartlardan biri de erkek olmasıdır. Çünkü bu
hususta erkek oluşu gerektiren sayılama-yacak kadar sebep ve gerekçevardır. Bu
hususta, Hz, Ömer'in pazarlardan birinde Şifâ el-Ensâriyye —ki o da Süleyman b.
Ebî Hasme'nin[296] annesi-dir— adh bir
kadını h i s b e görevine getirdiği de karşı delil olarak ileri sürülemez. Zira
hüküm genel duruma (galib) göre olup nadir duruma hüküm dayandırılamaz. Bu
olay ise bir yerde olmuş nadir olaylardan sayılır ve muhtemelen kadınların
işleriyle ilgili özel bir konuda olmuştur."
Derim: İbn Abdilber'in
"O, pazarlarda dolaşır, münkerden nehyeder (kötülükten sakındırır) ve insanlara
vururdu..."[297]
şeklindeki ibaresi, Kadı Ahmed b. Said'in yorumunun aksini ifade hususunda
apaçıktır. Evet, onun ibaresi, Ümmü Şifâ'nın bu görevi Resulullah (sav)
zamanında yürütmediği hususunda da açık (sarih) gibidir, İbn Hazm'ın
cemhere'sinde geçen "Hz. Ömer, onu pazarda görevlendirdi."[298]
ifadesi de bunu teyid etmektedir. İb-nül-Arabfnin Ahkâmü'l-Kur'ân'ında
"Ben onlara hükümdarlık eden bir kadın buldum" (Nemi 27/23) ayeti ile
ilgili olarak şöyle denir: Hz. Ömer'in bir kadını pazarda h i s b e ile
görevlendirdiği rivayet edilir ki sahih olmayan bu rivayete iltifat etmeyiniz.
Bu rivayet, bidat ehlinin hadislerde yaptıkları desiselerdendir.[299]
Ancak daha önce geçtiği üzere Semra'nın biyografisinde anılan bu husus, İbn
Abdilber tarafından kesin olarak belirtilmişti. Kadı İbn Sa'id'in "o
kadının görevi kadınlarla ilgili özel bir konudaydı" şeklindeki yorumu,
bununla İbnü'l-Arabî'nin ileri sürdüğü husus çözülmüş olmasa da (iddiası
bertaraf edilmese de) uygun ve güzel bir yorumdur. Çünkü Îbnü'l-Arabfnin de
el-Ahk&m'da söylediği gibi kadının durumu şu çerçevededir: Onun
tesettürsüz olarak topluluk içine çıkması, erkeklere karışması, dengin denkle
görüşmesi gibi onlarla görüşmesi kendisi için kolay ve rahat değildir. Zira o
eğer gençse kendisine bakmak ve onunla konuşmak haramdır. Eğer örtüsüz olarak
dolaşıyorsa, erkeklerle izdiham içinde bulunacağı ve onların bakışlarına hedef
olacağı bir mecliste bir araya gelemezler; bunu tasavvur eden kimse de, bunun
(meşruluğuna) inanan kimse de felah bulamaz.[300]
Yine İbn Said'in
et-Teysîr*inde şu bilgi verilir: Bil ki hisbe görevi, dinî fonksiyonların en
büyüklerinden biridir. Maslahatının umumî oluşu ve menfaatinin büyüklüğü
sebebiyle, Hulefâ-yı Raşîdin, düşmana karşı koymak ve savaşmak için orduları
teçhiz ve cihadla meşguliyetlerine rağmen, bu görevi başkalarına tevdi etmeyip
bizzat kendileri yerine getirdiler.
es-Sîretü'1-Halebiyye'de
(III, 354), Hz. Peygamber (sav) zamanında pazar görevini
kimin üstlendiğine dair bahiste şu bilgi verilir: Bu görev h i s b e ,
görevlisi de muhtesib diye bilinmektedir. Resulullah (sav) fetihten sonra Mekke
pazarına Said b. Said b. Âs'ı[301] Medine
pazarına da Hz. Ömer'i görevlendirdi.[302] Bu
bilgiyle, Kalkaşandi'nin Subhu'l-a'şâ'da (V, 452) "bu işi, yani hisbe
(çarşı-pazar kontrolü) ve kamçı ihdas işini ilk uygulayan kimse, kendi halifeliği
zamanında Ömer b. Hattâb'dır."[303] sözünün
gerçeği ne ölçüde yansıttığını anlarsınız. Eğer bununla kasdettiği, adı geçen
her iki işte, Hz, Ömer'in halifeliği sırasında olmaları kaydıyla birlikte
öncelik ise, bunun kusur olduğunda şüphe yoktur. Çünkü Hz. Ömer kamçıyı
Resulullah (sav) zamanında taşıdığı gibi, onun pazarda görevlendi-rilişi de Hz.
Peygamber zamanındaydı. Nitekim Resulullah (sav) başkalarını da o sırada bu
işle görevlendirmişti.
Keşfuzzunûn'da şu
bilgi verilir: İhtisâb fhisbe) ilmi, ülke halkı arasında geçen ve kendileri
olmadan uygarlığın sözkonusu olamayacağı muameleleri, taraflar arasında
karşılıklı rızayı sağlayacak şekilde adil kanun gereği icra olunmaları
bakımından konu alan bir ilimdir. Bu çerçevede, halifenin (devlet başkanı) öngöreceği
caydırma ve engelleme yoluyla ve insanlar arasında böbürlenme ve çekişmelere
yol açmayacak şekilde "emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker" le
(iyiliği emir, kötülükten sakındırma) kulların yönetilmesini konu alır.
Dayandığı esasların bir kısmı fıkhîdir, bir kısmı da halifenin görüşünden
kaynaklanan istihsanî (şer'î ölçüler çerçevesinde uygun gördüğü) işlerdir. Bu
ilmin gayesi sözkonusu işlerde meleke kazanmak, faydası ise şehirlerin
işlerini tam bir şekilde yolunda yürütmektir. İ h t i s ab ilmi, ilimlerin en
incelerinden biri olup isabetli bir anlayış ve sezgisi olmayan kimse onu
anlayamaz. Çünkü şahıslar, zamanlar ve durumlar bir tek süreç üzere olmayıp
her zaman ve durum özel bir siyaset gerektirir ki bu da işlerin en zorlarından
biridir. Bu yüzden ihtisab makamına Ömer b. Hattâb gibi hevâ ve hevesten
arınmış kutsal bir kuvvete sahip olandan başkasının tayini uygun olmayıp o bu
konuda bir alem {yıldız, bayrak, olağanüstü şahsiyet) idi. Bu bilgi Lütfullah
Efendi'nin Mevzuatında[304] da
geçmektedir.[305] Bu ilimle ilgili birçok
eser mevcut olup Keşfuzzunûn'da ilgili harflerde zikredilmiştir. Ona bakınız.
önemli bir husus:
Âlimlerden birçoğu efendimiz Hz. Ömer'in hisbe ve hilafet görevleri süresince
taşıdığı ve hakedenlere kendisiyle vurduğu kırbaç[306]
konusunda da eser yazmak istediler. Bu hususta hocamız babamın et-Tevfîk
mine'r-Rabbi'l-karîb fi adedi şeybi ve hidâbi'n-Nebiyyfl-habîb adlı eserindeki
gibi yazan kimseyi görmedim, işte onun eserinde zikrettiği bilginin Özeti:
Efendimiz Hz. Ömer'in bir kırbacı olduğuna dair yaygın bilgi doğrudur. Bu
husus Sahih-i Buhâri'nin "Kitâbü'l-Itk"[307] ve
"Kitâbü'd-Diyât"[308]
bölümlerinde geçmektedir. Bu son bölümde (Kitâbü'd-diyât) Hz. Ömer'in kırbaç
ile vuran kimseye kısas uyguladığı belirtilir.
Ne Kadı Iyâz el-Meşârik'te,
İbnü'I-Esîren-Nihâye'de ve ne de İbn Hacer, Zerkeşi, Suyûti ve başkaları Buhâri
şerhlerinde bu kırbacın mahiyeti hakkında açıklamada bulunmamışlardır.
el-Kâmûs, es-Sıhâh, el-Mis-bâh, Lisânü'1-Arab ve Ibn Sîde'nin el-Mu has s as'm
d a fazla bir şey ifade etmeyen bir açıklama ile yetinilmiştir. es-Sıhâh'ın
ibaresi şudur: "Dirre (kırbaç), kendisi ile vurulan şeydir." el-Kâm
us'ta ise müellifin kırbaç ile ilgili sözü, şerhiyle karışık tarzda verilmiş
olup şöyledir: "Sultanın kırbacı, kendisiyle vurduğu şey." Hafâci
Şerhu'ş-Şifâ'da şöyle der: "Kırbaç, kendisiyle dayak atılan bir
kamçıdır." Ebû Abdullah Cessûs, Ibn Aşir'in tasavvufla ilgili eserine yaptığı şerhte[309]
şöyle der: "er-Risâle[310]
sarihlerinden biri, Hz. Ömer'in karanlık bastığında kendisini hesaba çektiğini
(nefis muhasebesi yaptığım) ve kimi zaman kırbaçla kendisine vurur olduğunu
zikrederek şöyle der: "Muhtemelen o başına kamçı takılı bir sopaydı."
Fukahanın, eserlerinde içki içmekle ilgili bölümde söyledikleri de dirre
(kırbaç) ile savt (kamçı) arasında fark bulunduğu konusunda sarihtir.
Mevvâk'da,[311] Halil'in "had
cezalan kamçı ile yerine getirilir" sözü yanında el-Müdevve-ne*den şu
bilgi nakledilir: "Hadîerde vuruş, dal, nalin bağı, kırbaç ile olmaz,
ancak kamçı ile olur. Hz. Ömer'in kırbacı ise te'dip içindi."[312]
Hattâb ve başkaları da buna benzer açıklamalarda bulunmuşlardır.
el-Fethu'r-rabbânî
müellifi,[313] Anfi'l-mu'tar iz
ala'l-Kutbi'l-Ceylâ-ni'de şöyle diyerek garip bir açıklamada bulunur: "Hz.
Ömer çoğu zaman insanları 'dirre' diye meşhur kamçısıyla te'dip ederdi. Bu,
bir kısmı diğerine bindirilmiş (örülmüş) bir deridir." Bu tuhaflıkta bir
bilgi de Şeyh Mustafa b. Muhammed el-Bennânî el-Mısrî'nin Ravdatu't-tâlibîn li-esmâi'I-Bed-riyyîn[314]
adlı eserinin kenarında elyazısıyla bulduğum şu bilgidir: "Dirre,
Resulullah'ın (sav) nalininden yapılmıştı. Denildiğine göre o, bir günah işlemesinden
dolayı bir kimseye kendisiyle vurulan ve vuran kimsenin ölçüsünü ayarladığı
şeydir." Desûki, Derdîr'in el-Muhtasar şerhine yaptığı haşiyede şöyle
der: "Dirre, deriden yapılmış ince düz kamçıdır." Bu ifadenin benzeri,
Sâvfnin Akrebü'l-mesâlik'e yaptığı haşiyede[315]
vardır. Yine bu haşiyede "dirre, birbirine bindirilmiş (örülmüş)
deridendir" denir. Bu, bana göre, gerçeği ifade etmekten uzaktır. Çünkü
bu durumda dirre, Sahîh-i Müslim[316] ve
Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde[317] Ebû Hureyre'nin "merfû" olarak
rivayet ettiği şu hadisin kapsamına girer: "iki grup insan varki ateş
(cehennem) ehlidirler, onları (şimdi) görmüyorum. Bir grubu, yanlarında sığır
kuyrukları gibi kamçılar olup onlarla insanlara vururlar. " Müslim'in
rivayet ettiği diğer bir hadiste de şöyle bu vurulur: "Eğer bir süre
dahakalırsan (yaşarsan), Allah'ın hoşnutsuzluğuna uğrayan ve lanetine duçar
kalan bir topluluk goreyazarsın ki bunların ellerinde sığır kuyrukları gibi
(kamçılar) vardır."[318]
Münâvi şöyle der:
"Hadisteki 'sığır kuyruğu gibi' sözünün ifade ettiğine Arap
memleketlerinde mekârî (tekili: mikra'a =kamçı) derler ki, ucu bağlı (düğümlü)
olup eni parmak kahnlığındadır, onunla insanları döverler." Bu bilgini
benzeri Rûhu'l-beyân'da geçmektedir.
Derim: Hz. Ömer'in
kırbaç edinmiş olması, onu taşıma ve Şâri'in (kanun koyucu) sakındırdığı
sınıra varmadan kendisi için belirlenen ölçüde onunla vurma konusunda müsaade
içindir. Hz. Ömer'in kırbacı olduğu gibi Hz, Osman'ın da vardı. Ancak onunki
Hz. Ömer'inkinden daha sertti. Nitekim Suyûti'nin el-Evâil'inde[319] ve
başka eserlerde de bu husus belirtilmiştir. Turtûşfnin Sirâcü'l-mülûk'unda Hz.
Hasan'ın şöyle dediği kaydedilir: "Resulullah'ın (sav) mescidinde Osman b.
Affân'ı gördüm, çakıl taşlarını başının yanına (altına) toplamış ve
elbisesinin (ridâ) bir tarafinı da onların üstüne koymuştu. O sırada
emîrü'l-mü'minîn (halife) idi, yanında hiç kimse yoktu ve kırbacı da
önündeydi."[320]
Efendimiz Hz. Ali'nin de bir kırbacı vardı. Abd b. Humeyd Müsned'inde Mutarrif
ten şu rivayeti nakleder: "Mescid-den çıktığım sırada arkamdan bir adam
'izâr ını kaldır, zira bu, elbisenin temizliği ve bekası (yıpranmaması) için
daha iyidir" diye seslendi. O önümde, ben de arkasından yürüdüm, bir izâr
giymiş ve bir ridâ Örtünmüştü. Yanında bir de kırbaç taşıyordu. Bedevi bir
Arab'a benziyordu. Kim olduğunu sordum, bir adam bana 'bu, emîrü'l-mü'minîn
Ali b. Ebî Tâlib'dir' dedi. Develerin yanına gelince şöyle dedi: 'Satın, fakat
yemin etmeyin. Çünkü yemin malı azaltır ve bereketiyokeder.' Hz. Ali sonra
hurma satanların yanına geldi, o sırada bir hizmetçi ağlıyordu. 'Niçin
ağlıyorsun?1 diye sordu, o da *bu adam bana bir hurmayı bir dirheme sattı,
efendim de onu bana iade etti' dedi. Hz. Ali de adama Tmrmanı al, ona dirhemini
ver, onun bu hususta hiçbir sorumluluğu yoktur* defli. Adam da ona
verdi." Bu hadis üzün şekliyle (bütünüyle) Abd b. Humeyd'in
Müsned'indedir.
Buna göre üç halifenin
de kırbacı olduğu anlaşılmaktadır. Kırbacı "sultanın kırbacı, onunla
vurur" şeklinde (hükümdara izafetle) ifade edenleri de gördüm. el-Kâmus ve
şerhlerinden naklen daha önce geçen bilgilere bakınız. Daha sonra İbn
Sultan'ın, Ebû Hanîfe'nin Müsned'me yaptığı şerhte, Hz. Ömer'in had cezası uygularken
kendisiyle vurduğu kamçının Özelliğini buldum. Şöyle ki ona sert bir kamçı
getirildi, "bundan daha yumuşağını isterim" dedi. Biraz yumuşak bir
kamçı getirildi "bundan sertini isterim" dedi ve bu iki kamçı arası
bir tane getirdiler.[321] Bir
başka rivayet de şöyledir: "Bir kamçı istedi, sonra emretti kamçının uç
düğümü iki taş arasında ezilerek kırbaç haline getirildi.' Sonra Ali el-Kârî,
el-Kâmûstan naklen daha önce geçen tarifi kaydederek ardından şöyle dedi:
Bunun eksik bir tarif olduğu apaçıktır.[322]
Münâdi, sözüne
"berîh" (yüksek sesli) demlen kimsedir. Sahîh-i Buhâri'de Abdullah
b. Ömer'in şöyle dediği rivayet edilir: "Resulullah (sav) zamanında güneş
tutulduğunda "namaz toplayıcıdır" (cemaatle namaza hazır olun)
şeklinde nidada (ilanda) bulunuldu.”[323]
Yine Sahîh-i Buhâri'de Enes'ten şöyle dediği rivayet edilir: "Ebû Talha'mn
evinde topluluğun sakisi ben idim. İçkileri o gün ' f a d i h’[324] idi. Resulullah (sav) bir münâdinin 'şarap
artık haram kılınmıştır' diye ilanda bulunmasını emretti. Ebû Talha bana 'çık
onu dök* dedi, ben de çıkıp döktüm. Medine sokaklarında aktı."[325]
Yine Sahîh-i Buhâri'de Zahir el-Eslemî'den şöyle dediği rivayet edilir:
"Ben, içinde eşek etleri bulunan çömleklerin altına ateş yakıyordum, o
sırada Allah Resulünün münâdisi 'Resulullah (sav) sizi eşek etlerini yemekten
menetti* diye ilanda bulundu."[326] Ebû
Davud'un Sünen'inde de Muâz el-Cühenî'den şöyle dediği rivayet edilir:
"Nebi (sav) ile gazaya çıktım, insanlar evleri (başkaları aleyhine)
daraltıp yolları (geçişi zorlaştıracak şekilde) kestiler. Bunun üzerine Hz.
Peygamber (sav) "kim bir evi daraltır veya bir yolu keserse ona cihâd
yoktur" diye halka ilanda bulunmak üzere bir münâdi yolladı.[327]
el-tsâbe'de İbn Mende,
Vâzi b. Nâfi yoluyla, o Ebû Sel eme'den, o da Rifâa'dan şöyle dediğini rivayet
eder: "Resulullah (sav) insanlar arasında dolaşıp "hiçbir kimse artık
naktr' de (ağaçtan yontularak yapılmış kap) ne-biz yapmasın" diye ilanda
bulunmamı emretti.[328]
Yine el-İsâbe'de Evs b. Hadesân'ın biyografisini vererek şu rivayete yer verir:
Müslim, Ebu'z-Zü-beyr yoluyla, onun Ka'b b. Mâlik'ten[329]
onun da babasından şu rivayetini tahriceder:"Nebi(sav)onunlaEvsb.Hadesân'ı
teşrik günlerinde şöyle ilanda bulunmaları için gönderdi: Minagünleri (Hacda
Mina'da bulunulan bayram günleri) yeme içme günleridir." İbn Mende şöyle
der: Bu hadis "sahih-garîb" olup onu butarikten başkasıyla
bilmiyoruz.[330] Yine el-lsâbe'de müellif
Büdeyl b. Verkâ el-Huzâî'nin biyografisini verir ve Ebû Nuaym'ın Ümmü'l-Hâris
bint Ayyaş b. Ebî Rebîa'dan[331] şu
rivayeti tah-ric ettiğini kaydeder: "O (Ümmü'l-Hâris) Büdeyl b. Verkâ'yı
boz bir deve üzerinde Mina'da şöyle diyerek dolaşırken gördü: Resulullah (sav)
sizi bu günlerde oruç tutmaktan nehyediyor. Bu günler yeme içme
günleridir." Beğavi de bunu rivayet eder. İbnü's-Seken'e ait bir rivayette
de "Nebi (sav) Büdeyl'e emretti...." denilerek aynı hadis zikredilir.[332]
Yine el-lsâbe'de
dördüncü kısımda[333]
Rebîa b. Ümeyye b. Halef el-Kureşî'nin biyografisini verir ve İbn Şâhîn'den
naklen Rebîa'dan şöyle dedi-ğinizikreder:"Resulullah(sav)Arafat'ta m e vk
ı f te vakfeye durmuş bulunduğu halde, bana bineğinin göğsü altında durmamı
emretti. —Rebîa yüksek sesli bir adamdı.—Resulullah (sav) "Ey
Rebîa'Resulullah (sav) size, bu hangi beldedir biliyor musunuz? diye soruyor
de' buyurdu..." (Hadis). Başkaları ise ilgili hadiste Hz. Peygamber'in
(sav) Ümeyye'ye emrettiğini belirtirlerki doğrusu da budur.[334]
Derim: el-Ferâid'deVedaHaccı'ndan söz edilirken bunun gibi bir ifadede
bulunulur. Müellif şöyle der: "Hz. Peygamber'in (sav) Arafat'ta bulunduğu
sırada sözünü halka yüksek sesle aktaran Rebîa b. Ümeyye b. Halefti. Fakat daha
sonra ise şöyle der: "Resulullah'ın (sav) hutbesini yüksek sesle aktaranın
Rebîa b. Ümeyye b. Halef olduğu zikredilir ki ben Ebû Ömer'in sahabe ilgili
kitabında[335] onun biyografisine rastlamadım."
Yine el-lsâbe'de müellif Suhaym'ın biyografisini verir ve İbn Şâhîn'den naklen
şu rivayeti zikreder: "Hz. Peygamber (sav) Ali, Muâz b. Cebel, Büdeyl b.
Verkâ ve Suhaym'a şöyle buyurdu: İnsanlar arasında nidada bulunun ve onları
teşrik günlerinde oruç tutmaktan nehyedin, bu günler yeme içme
günleridir."[336]
Sâhibü'1-ases eskiden
Mağrib'de hâkim, Endülüs'te sâhibü'l-medîne, Tunus ve Kayra-van'da ise a r î f diye adlandırılıyordu.[337]
Derim: Bugün ise mukaddemî'l-hârât diye bilinir. Makrizi'mn el-Hıtat'ında şu
bilgi verilir: Selef bu görevliyi ş urta
diye adlandırırdı, bazıları da
sâhibu'1-ases derlerdi.
"Ases", şüphelileri araştırmak (izlemek) için gece dolaşmaca denir.
Fiil olarak asse, yeussu, assen ve asesen şeklinde söylenir.[338]
Tirmizi, Hz. Âişe'den
(ra) şöyle dediğini tahric eder: "Re-sulullah (sav) Medine'ye yeni geldiği
sırada bir gece uyuya-madı ve şöyle buyurdu: Kçşke salih bir adam olsa da gece
beni korusa!" Derken o sırada silah sesi duyduk. Resulullah (sav)
"kim o?" dedi. Adam, "Sa'd b. Ebû Vakkas" dedi. Resulullah
ona "niçin geldin?" deyince o şu karşılığı verdi: "Resulullah
(sav) hakkında içime bir korku düştü, onu korumaya geldim." Bunun üzerine
Resulullah ona dua etti ve uyudu. Tirmizi bu hadis " h a s e 9 - s a h i h
" tir der.[339] Hz.
Ebubekir zamanında bu görevi Ömer b. Hattâb ve İbn Mesud, Hz. Ömer zamanında
ise ases görevini bizzat kendisi yürütüyor, azatlısı Eşlem de ona arkadaşlık
(eşlik) ediyordu. Bazan da kendisine Abdurrahman b. Avf eşlik ediyordu.
Burada Huzâi,
Resulullah (sav) zamanında kargaşa (karışıklık) vukuunda Medine kapılarını
kimlerin koruduğuna dair bir nas bulamadığını belirterek şöyle der: Fakat
Sa'd'ın Hz. Peygamber'i (sav) koruması olayını buna mesned görmekteyiz. Huzâi
sonra İbnü'l-Cevzî'nin Keşfu muşkili's-Sahi-hayn adlı eserinden, Tuleyha b.
Huveylid'in nübüvvet iddiası ve halkın itişip kakışması[340]
olayıyla ilgili olarak şu nakilde bulunur: Hz. Ebubekir Hz. Ali'ye gece
Medine'nin geçitlerinden (kapılarından) birinde durmasını, Zübeyr'e diğer bir
geçitte, Talha'ya da başka bir geçitte durmasını emretti. Abdullah b. Mesud'a
da bunun gerisini gözetmesini (ases) emretti.
Huzâi daha sonra
onbeşinci bâbda (Dördüncü Bölüm'de) kargaşa zamanında kavme yüksek bir yerden
gözcülük yapan kimseyi konu edinerek şöyle den Bu görev de Hz. Peygamber
(sav) zamanında varlığı konusunda nas bulunmaması bakımından bir önceki görev
gibidir. Fakat Huzâi buna da Sa'd'ın daha önce geçen hadisini mesnet saymakta
ve şu bilgiyi nakletmektedir: Hz. Ebubekir İbn Mesud'u gece bekçilik (ases),
gündüz de yüksek bir yerde gözcülük yapmakla görevlendirdi.
fluzâi'nin (Allah ona
rahmet etsin) el-İsâbe'de İbn Fethûn'un zeylinden nakledilen şu bilgiden
haberi olmamıştır: Resulullah (sav) Büdeyl b. Verkâ, Evs b. Sabit, Evs b. Arâbe
ve Râfi' b. Hudeyc'i Medine bekçiliğinde (hars) görevlendirdi.[341]
Beşinci Bölüm'de "muhafız" ile ilgili bilgiye bakınız.[342]
Şemsüddin Muhammed b.
Abdülkadir el-Ensârî el-Hanbelî'nin Düre-rü'1-ferâidi'l-munazzama fî ahbâri'1-hac
ve tarîki Mekketf 1-muazzama[343] adlıeserinde
mahmil-i serî[344] âmirinin görevlerinden
söz ederken bu görevler cümlesinden şunu zikreder: "Gece hacılarla birlikte
dolaşıp haberleri Öğrenen ve vukuu muhtemel kavgaları önleyen bekçiler (ases)
edinmek." Müellif sonra da şöyle der: "Gece bekçilik yapan ilk kimse
Abdullah b. Mesud olup onu bu göreve getiren ise Ebubekir es-Sıd-dik'ür."[345]
Makrizi'nin
el-Hıtat'ında şu bilgi verilir: Gece bekçilik (ases) ya pan ilkkimse Abdullah b. Mesudolup onu
Medine bekçiliğinde Hz. Ebubekir görevlendirmiştir. Ebû Dâvud, A'meş'in Zeyd b.
Vehb'den şu rivayetini tah-ric eder: "Abdullah b. Mesud'a gelip 'şu falan
kimsedir, sakalından şarap damlıyor'/dediler. Abdullah şöyle dedi: 'Biz
tecessüste bulunmaktan nehye-dildik, fakat bir şey bize açıkça görünürse onu
(yapanı) tutup yakalarız.'"[346] Hz.
Ömer halifeliği sırasında bekçilik görevini bizzat kendisi yürütüyor, azatlısı
Eşlem de yanında bulunuyordu. Bazan da ona Abdurrahman b. Avf eşlik ediyordu.[347] İbn
Sa'd'ın Tabakât'ında (111/1,202) da şu bilgi veriliyor: Hz. Ömer, şüpheli ve
zanlı kimselere karşı sert davranan ilk kimsedir; o Rüveyşid es SekafFnin bir
dükkân olan evini yakmış, şarapçı olan Rebîa b. Ümeyye b. Halefi de Hayber'e
sürgün göndermişti. O görevi sırasında Medine'de bekçilik yapan, kırbaç
(dirre) taşıyan ve onunla te'dip eden ilk kişidir. Öyle ki kendisinden sonra
"Ömer'in kırbacı, sizin kılıcınızdan daha heybetlidir" denmiştir.[348]
Ebû Dâvud, Behz b.
Hakîm'in babasından, onun da kendi babasından naklettiği şu rivayeti tahric
eder: "Hz. Peygamber (sav) bir töhmetten dolayı bir adamı hapsetti."[349]
Tirmi-zi'nin Camiinde de bu hadisin aynısı mevcut olup Tirmizi bu rivayet için
"hasen-hadistir" der.[350]
Buhâri'nin Sahîh'inde de Ebû Hureyre'den şu rivayet nakledilir: **Resu-lullah
(sav) Necd tarafına süvariler gönderdi, Benî Hani-fe'den Sümâme b. Üsâl denen
bir adamı getirdiler ve mescidin direklerinden birine bağladılar....
(Hadis)"[351] İbn İshak, Benî
Kureyza'nın Allah Resulü'nün (sav) hükmüne razı olarak (kalelerinden çıkıp)
gelişleriyle ilgili haberde şu hususu zikreder: Resulullah (sav) onları
Medine'de Bintü'l-Hâris adlı bir kadının evine hapsettirdi, sonra Medine pazarına
—ki bugün de Medine pazarıdır— çıktı ve orada hendekler kazdırdı. Sonra onları
getirterek bu hendeklerde boyunlarını vurdurdu. Onlar Resulullah'ın yanına
gruplar halinde götürülüyorlardı.[352]
Maverdi
el-Ahkâmu's-Sultâniyye'de[353]
şöyle der: Şer'î hapis, dar bir yerde hapsetmek olmayıp şahsı bizzat tasarrufta
bulunmaktan men ve alıkoymaktan ibarettir; bu ister bir evde ister bir
mescidde olsun veya hasmın bizzat kendisi veya vekili hapsedilen kimseyi takip
ve gözetime memur edilsin. Bu yüzdendir ki Resulullah (sav) o kimseyi
"esir" diye adlandırmıştır. Nitekim Ebû Dâvud ve İbn Mâce, Hirmâs b.
Habîb'in babasından, onun da kendi babasından[354] yaptığı
şu rivayeti naklederler: "Bir borçlumu Resulul-lah'a (sav)getirdim, bana
'onu(nyakasını tutup) bırakma'dedi. Sonra bana 'Ey Benî Temîm'lerin kardeşi,
esirine ne yapmak istiyorsun?' buyurdu."[355]
İbn Mâce'nin
rivayetinde şu şekilde geçer: "...sonra Resulullah (sav) günün sonunda
(akşama doğru) bana[356]
uğrayarak şöyle buyurdu: Ey Temimoğullannın kardeşi, esirin ne yaptı?."
İşte Allah Resulü (sav) ve Ebube-kir es-Sıddık (ra) zamanında hapis bu olup
onun hasımları hapsetmek için ayrılmış bir hapishanesi yoktu. Devlet başkanının
hapishane edinip edinmeyeceği konusunda âlimler görüş ayrılığına düşmüş olup
iki görüş belirtmişlerdir. Hapishane edinemeyeceğini ileri sürenler, ne
Resulullah (sav) ne de kendisinden sonraki halifesinin bir hapishanesinin
bulunmadığını, ancak herhangi bir yere koyduğunu veya başına "Ter
sîm" diye tabir olunan bir muhafız koyduğunu veyahut alacaklısına onunla
kalmasını emretmiş olduğunu delil getirirler. Devlet başkanının hapishane
edinebileceğini savunanlar ise Hz. Ömer'in (ra) uygulamasını delil
göstermektedirler.[357]
Bugün mevcut
hapishanelere gelince, bu hiçbir müslümanın nazarında caiz sayılmaz. Çünkü
büyük bir topluluk kendilerine dar gelen bir yerde toplanıyor, abdest almaya ve
namaz kılmaya imkanları bulunmuyor, bazısı diğerinin avret yerini görüyor, yaz
ve sıcaktan sıkıntı duyuyorlar.
Ebû Abdullah Muhanımed
b. Ferec Mevlâ Ibnü't-Tallâ[358] ,
Kitâbü'l-Akdiye'de şöyle der: Resulullah (sav) ve Hz. Ebubekir'in bir kimseyi
hapsedip hapsetmedikleri konusunda âlimler görüş ayrılığına düştüler. Onlardan
bazıları Resulullah (sav) ve Hz. Ebubekir'in ne hapishaneleri olduğu ne de
kimseyi hapsettiklerini belirtirler. Bazıları da Allah Resulü'nün (sav) bir
töhmet münasebetiyle Medine'de (bir şahsı) hapsettiğini zikrederler. Bu rivayeti
Abdürrezzâk ve Nesâi eserlerinde Behz b. Hakîm yoluyla rivayet ederler ki o
babasından, o da kendi babasından nakleder.[359] Ebû
Dâvud da eserinde bu rivayeti Behz'den naklen verir: "Resulullah (sav)
benim kavmimden bazı kimseleri kanla ilgili bir töhmetten dolayı
hapsetti."[360]
Behz b. Hakimi bazı ilim ehli katında "meçhul" biridir. Buhâri onu
"Kitâbü'l-Vudû" da almış olup bu da onun "maruf" olduğuna
delalet eder.[361] Abdürrezzâk Musannef i
dışında bu senedle şu rivayeti nakleder: "Nebi (sav) bir töhmet sebebiyle
bir attamı gündüz bir vakit hapsetti sonra da bıraktı.”[362]
İbn Ziyâd'ın
Ahkâm'ında fakih Ebû Salih Eyyub b. Süleyman'dan naklen şu bilgi verilir:
"Resulullah (sav) bir köledeki bir payını azat eden bir adamı hapsedip
azadını tamamlamasını ona zorunlu kıldı." O hadîste "... tâ ki küçük
bir koyununu sattı" ifadesi bulunduğunu söyler. İbn Şaban da kitabında
şöyle der: Allah Resulünden (sav) hapis ve dayağa hükmettiği hususu rivayet
edilmiştir. Hapsin meşruluğunu savunan ulemâdan bazıları "Kadınlarınızdan
fuhuş yapanlara karşı içinizden dört şahit getirin;eğeronlar Şahitlik
ederlerse, o kadınları ölüm (alıp) götürünceyeya da Allah onlara bir
yolgösterinceye kadar evlerde tutun" (Nisa 4/15) âyeti ile Hz.
Peygamber'in (sav) birinin öldürmesi için bir adamı tutan kimse hakkında
söylediği "katili öldürün, tutanı da hapsedin" sözünü delil
gösterirler. Ebû Ubeyd[363]
"tutanı tutun" sözünün "onu Ölüm için tutanı (hapsedeni) siz de
ölünceye kadar hapsedin" mânâsına geldiğini söyler.[364]
Kadı İbnü'l-Ezrak'ın
(ö. 896/1491) Bedâiu*s-silk[365]
adlı eserinde, İbn Ferhun'un İbn Kayyim el-Cevziyye'den naklettiği şu bilgi
zikredilir: Şerl hapis dar bir yerde hapsetmek olmayıp şahsı tasarruftan men ve
alıkoymaktan ibarettir; bu ister bir evde ister bir mescidde olsun, isterse
alacaklının onu takip ve gözetimiyle olsun. Bu yüzdendir ki Hz. Peygamber (sav)
onu "esir" diye adlandırmıştır. Ebû Davud'un Sünen'inde Hirmâs b.
Habîb'in babasından, onun da kendi babasından yaptığı şu rivayet zikredilir:
"Bir borçlumu Resulullah'a (sav)getirdim, bana onufnyakasını tutup)
bırakma" buyurdu, sonra da "Ey Temimoğullannın kardeşi, esirine ne
yapmak istiyorsun ?" dedi. İşte Resulullah (sav) ve Ebubekir (ra)
zamanında hapis buydu.[366]
İmam Ahmed eş-Şelebî
el-Hanefî'nin tthâfuV-rüvât bi-müselself 1-kudât[367]
adlı eserinde Hz. Ali'nin önceliklerini (ilk kez onun tarafından yapılmış
şeyler) zikrederken şöyle der: "O, İslâm'da ilk defa hapishane yapandır.
Kendisinden önceki halifeler kuyularda hapis ederlerdi."
Hafâci Şifâ'ul-galîPde
"sicn" (hapishane) kelimesiyle ilgili olarak şunları söyler:
Resulullah (sav), Hz. Ebubekir, Ömer ve Osman zamanlarında (özel olarak
yapılmış) hapishane yoktu, kişi elverdiği ölçüde mescid ve dehlizlerde
hapsediliyordu. Hz, Ah zamanı gelince o hapishane ihdas etti. İslâm'da
hapishaneyi ilk ihdas eden o olup "Nâfi" diye adlandırmıştı. Bu hapishane
sağlam olmadığından insanlar ondan kaçıp gidiyorlardı. Bu yüzden başka bir
hapishane inşa ettirdi ve "Muhayyis" diye adlandırdı. Burada bunu
zikretmemin sebebi, bu isimlerin ilk asırdan sonra ortaya çıkmış olmalarıdır.[368]
Derim: Buraya kadar
kendilerinden nakilde bulunulan kimselerin söylediklerinin özü şudur:
Sözgelimi alacaklının borçlusunu hapsetmesi mânâsına hapis (baştan beri)
mevcuttu. Fakat Özel olarak bunun için bir yer edinilmesi ancak Hz. Ömer
zamanında oldu. Huzâi burada Ebû Ömer İbn Abdilber'in Behcetü'l-mecâlis adlı
eserinden nakille Hz. Ömer'in Hu-tayVyı hapsetmesini ve ayrıca Hz. Ali'nin
Kûfe'de bir hapishane yaptırdığını zikreder ki[369]
bunlar bu konuda söylenmesi gerekeni tam olarak kapsamamaktadır. Hz. Ömer'in
HutayVyı hapsetme olayını Zübeyr b. Befckâr el-Muvaffakiyyât'da,[370]
Ebü'l-Ferec el-Isfahânî de el-Eğânfde[371]
zikrederler. Üdfüvi'nin el-tmtâ*ına[372]
bakınız. Bedreddin Mahmud el-Aynî'nin Şer-hu'ş-Şevâhidi*I-kübrâ'smda şu bilgi
geçer: Zibrikân b. Bedr, HutayVya karşı Hz. Ömer'den yardım diledi ve onun
kendisini hicrettiğini ileri sürdü. Hz. Ömer, Hutay a'nın
"Cömertlikleri bırak,
onlara ulaşmağa yeltenme[373]
Otur oturduğun yerde,
sen ancak kendin giyinik ve toksun!"
şiirini okuyunca ona
"Hutay'a'nın senin için kötü birşey söylediğini görmüyorum" dedi.
Bunun üzerine Zibrikân şöyle dedi: tİrnü'l-Fura/a'ya, yani Hassan b. Sâbit'e
sor, ef "er beni hicvetmemişse onun aleyhine birşey yapmağa lüzum yok.
Hz, Ömer Hassân'a haber göndererek Hutay'a'nın "otur oturduğun yerde, sen
ancak kendin giyinik ve toksun!" sözüyle Zibrikân'ı hicvedip etmediğini
sordu. Hassan, onu hicvetmiş olduğunu söyleyince, Hu-tayVyı hapsetti.
Hutay*a hapiste şu
şiiri söyledi:
Ne dersin Zû Merah'ta
yumurtadan yeni çıkmış kuş yavrularına
Tüyleri daha bitmemiş
ne su ne ağaç var
Onlara bakanı attm bir
karanlığın dibine (kuyuya)
Affet ey Ömer,
Allah'ın selamı olsun üzerine
Onun (Resuhıllah'ın)
arkadaşından sonra gelen emîrsin ki
İnsanlar seni yönetime
getirdiler
Seni o makama
getirmekle sana ikramda bulunmadılar
Fakat kendileri için
seçip tercih ettiler seni.
Aynî şöyle der:
Hapishaneler kuyulardı. İlk defa hapishane inşa eden Ah b. Ebî Tâlib'tir: Sonra
da şiirde geçen "bir karanlığın dibi" sözüyle ilgili olarak şöyle
der: yani karanlık bir kuyu. Biz hapishanelerin kuyular olduğunu söylemiştik.
(Hizânetü'l-edeb'in kenarında bulunan b'askısı, IV, 525).[374]
Derim: Hz. Ömer,
muhtemelen, hapishane olarak tahsis ettiği evi satın almadan önce kuyularda
hapsediyordu. Beyhaki, Nâfî b. Abdülhâris'ten şu hadisi tahric eder: "O
(Nâfi) Safvân b. Ümeyye'den hapis evini Hz. Ömer adına 4000 dirheme satın aldı."[375]
Buhâri bu hadisi "muallak" olarak rivayet eder. Hafız İbn Hacer'in
Telhîsü'l-habîr'ine bakınız.[376] Bu
bilginin benzeri Nevevi'nin Tehzîb'inde Nâfi b. Abdülhâris el-Huzâi'nin
biyografisinde el-Mühezzeb'den naklen verilmektedir.[377] Bu
bilgi Makrizi'nin el-Hıtat'ında da geçmektedir. Bedâiu's-silk'te geçtiği üzere
İbn Ferhûn, İbn Kayyım'dan "Hz. Ömer zamanında ahali çoğalınca[378]
Mekke'de bir ev satın alarak hapishane yaptı"[379]
şeklinde nakilde bulunduktan sonra şöyle der: Bunda, hapishane edinmenin
meşruluğuna delil vardır.[380]
Miknâs'ta medfun
bulunan Sultan Ebü'l-Emlâk Mevlây İsmail b. eş-Şerîf el-Alevî,[381]
Kadı Berdele, Münâvi, İbn Rahhâl ve diğer Fas âlimlerine şunu sordu:
Hapishaneyi ilk ihdas eden kimdir, insanlar kuyulara nasıl hapsediliyorlardı,
Suyûti'nin "hapishaneyi ilk ihdas eden kimse Hz. Ali'dir" sözü ile
İbn Ferhûn'un "ülkesi genişlediğinde, ilk kez hapishane ihdas eden Hz.
Ömer'dir" sözünü uzlaştırmak nasıl mümkündür? Şeyh Münavi şöyle cevap
verdi: İbn Ferhûn ve Suyûti'nin söyledikleri arasındaki çelişki, Suyûti'nin
sözünü "Hz. Ali hapishane için özel bir yer ihdas edip başlangıçtan
itibaren onu hapishane maksadıyla kullanan ilk kimsedir" şeklinde, Hz.
Ömer'in uygulamasını da "önceleri ev ve benzeri bir maksatla kullanılan yeri
duruma göre ve ârizî olarak hapishane olarak kullanmak" şeklinde yorumlamak
suretiyle uzlaştırıhr. Kuyularda hapsetmenin mahiyetine gelince, bundan maksat
yeraltında yapılan tünel, (dehliz) tahıl anbarı ve zindan gibi yerlerdir,
Bunlar, özellik! geçmiş milletlerin hükümdarlarınca yaptırılanlar, genellikle
yüzlerce kişiyi alacak genişlikte olurdu. Bu yerler, onların, kendilerinden
sonra gelenlerinki ile oranlanmayacak güçleri çapında idi. Bunların kuyu diye
adlandırılması, yer altında bulunmaları, kapı ve girişlerinin dar olması gibi
şeklî benzerliklerinden ileri gelmektedir. Ayrıca bu yerler duyulan İhtiyaç
ölçüsünde çok ve fazla miktarda idi. Şeyh Münâvi'nin Nevazil'ine bakınız.
Kadı İbn Said
et-Teysîr fî ahkâmi't-tes'îr adlı eserinde şöyle der: Katip ve şairlerden, bir
kimseyi kötü söz ve hicivle hedef edinen olursa haps ve te'dip olunur. Hz. Ömer
HutayVya bunu yaptı. O, Zibrikân b. Bedr et-Te-mimVyi "otur oturduğun
yerde, sen ancak kendin giyinik ve toksun!" sözüyle hicvedince Hz. Ömer
onu hapse attı.[382]
Siyer kitaplarında Adî
b. Hâtim'in İslama girişi ve Resu-lullah'ın (sav) ordusunun kendi memleketini
ele geçirdiğini duyduğunda Şam'a kaçışından söz ederken, Resulullah'ın süvarilerinin
onu izlemek için çıktıkları ve yakalananlar arasında Hâtim'in kızının da
bulunup Tay kabilesi esirleri ile birlikte Medine'ye getirildiği Ijelirtilir.
Resulullah'a (sav) Adî'nin Şam'a kaçtığı bildirilince, Hâtim'in kızını mescidin
kapısı yanında hurma dal ve saplamyla çevrili yere koydurdu. Kadınlar buraya
hapsediliyorlardı.[383]
îmam Ebû Yusuf
Kitâbu'l-Harâc'da şöyle der: Halifeler mahpuslara geçinmelerini sağlayacak
yiyecek, katık, yaz ve kış elbiselerini temin ede-gelmişlerdir. Bunu ilk kez
Irak'ta Hz. Ali, ondan sonra Şam'da (Suriye'de) Muâviye, sonra da kendisinden
sonra gelen halifeler yapmışlardır.[384]
Ömer b. Abdülaziz'in İbn Sa'd'ın Tabakât'ındaki biyografisine bakınız -[385]
Makri-zi'nin el-Hıtat'ında da şu bilgi verilir: İlk defa hapishane ve muhafız
uygulamasını getirenin Muâviye olduğu söylenmiştir.[386]
İbnü't-Tallâ'ın
Kitâbü*l-Akdiye'sinde İbn Şaban'ın kitabından şu bilgi nakledilir: Evzâî Amr
b. Şuayb'dan, o da babasından şu rivayeti nakleder: "Bir adam kölesini
kasıtlı olarak (amden) Öldürdü. Allah Resulü (sav) ona yüz sopa ( c e 1 d e )
vurdurdu ve bir yıl sürgüne gönderdi. Bir köle azad etmesini de emretti. İbn
Şaban kitabında şöyle der: Hz. Peygamber'den (sav), hapis ve dayağa
hükmettiğine dair rivayet nakledilmiştir.[387]
Nûru'n-nibrâs'ta ifk
hadisesi ile ilgili olarak şöyle denir: Hz. Âişe'ye iftira atanların sopa
dayağı ile cezalandırılıp cezalandırılmadıkları konusunda iki farklı görüş
ileri sürülmüştür. Kuvvetli görüş, Resulullah'ın (sav) onları sopa ile
cezalandırdığıdır. Nitekim Buhâri de Târîh'inin sonunda "Onların işleri,
aralarında şûra (danışma) iledir" (Şûra 42/38) âyeti bâ-bı'nda bu görüşü
kesin olarak benimsemiştir. Dört Sünen müellifi, Am-re'nin Hz. Âişe'den
naklettiği şu hadisi rivayet ederler: "Hz. Âişe hakkında âyet nazil
olduğunda iki erkek ve bir İcadına had cezası uygulanması emro-lundu ve onlara
dayakla cezalan verildi."[388]
Tirmizi bu hadisle ilgili olarak şöyle der: Bu hadis "hasen-garîb"
tir, bunu ancak İbn İshak yoluyla bilmekteyiz.[389] İbn
Abdilber el-îstîâb'da Mistah'ın biyografisinde, ona sopa ( c e 1 d e ) cezası
uygulandığını kesin olarak belirtir.[390]
Ham-ne'nin[391] biyografisinde de,
iftiracılara sopa atılmış olduğunu sahih kabul edenlere göre onlarla birlikte
Hamne'nin de sopa ile cezalandırıldığını kaydeder.[392] Tâberâni'de
Hz. Âişe'den §u rivayet nakledilir: "Abdullah b. Übey'e 160 sopa
vuruldu." Abdullah b. Ömer şöyle der: Hz. Peygamber'in hanımına iftira
eden herkes bu şekilde cezalandırıldı.[393]
Hz. Peygamber (sav)
yürüyüşünü ve bazı hareketlerini taklit etmesi sebebiyle Hakem b. Ebi'1-Âs'ı[394]
Taife sürdü. Ona bedduada bulunarak sürgün etti ve kendisine "öyle
olasın!" dedi. Hakem de sağa sola yalpalayarak yürür oldu. Abdurrahman b.
Hassan b. Sabit,[395]
Mervân b. Hakem'i bununla ayıplayarak onu şöyle hicvetti:
Mel'un onun[396]
babasıdır, at kemiklerini onun
Atarsan eğer, atmış olursun
mefluç bir mecnunu.
Olur[397]
karnı zayıf, takva üzere olan;
Habis iş işleyen de
olur büyük karınlı.[398]
İbn İbrahim el-Vezir
er-Ravdü*l-bâsim'de[399]
şöyle der: "Hz. Peygamber (sav) Tâiflilere Hakem'le birlikte
bulunmalarının kendilerine haram olduğunu haber vermemiştir. Onların müslüman
olarak Hz. Peygamber'in emirlerine imtisalle ondan uzak durmaları kendilerine
vaciptir." Efendimiz Hz. Osman kendi halifeliği sırasında onu Medine'ye
geri getirdi. Hz. Osman'ın bunu, bu hususta kendisince bilinen bir nassa[400]
dayanarak yaptığı söylendiği gibi, sadece akrabalığı ve cezanın tamamlanması
sebebiyle yaptığı da söylenmiştir.[401]
Sahîh-i Buhar i'de
geçtiği üzere,[402]
Ka'b b. Mâlik, Merâre b. Rebî ve Hilâl b. Ümeyye, dinî inançlarında hiçbir
şüphe ve zan bulunmaksızın, Te-bük Gazvesinde Kesulullahia (sav) birlikte
olmadılar. Bunlar İslama bağlılıkları hususunda töhmet altında değildiler.
Sonra Hz. Peygamber'e (sav) ulaşarak özür dileyip yemin ettiler, Resulullah
(sav) onlardan yüz çevirerek özürlerini kabul etmedi. Ashaba da "şu üç
kişiden —yani Ka'b ve iki arkadaşı— hiçbiriyle konuşmayın" buyurdu. Siyer
kitapları ve Sahihay n'da[403] tamamıyla
verilen Ka'b hadisinde etraflı şekilde anlatıldığı üzere Allah onların
tevbelerini kabul edinceye kadar elli gün böyle kaldılar. Hz. Peygamber (sav)
ve ashabının kendilerini terk etmelerinden, Kur'ân-ı Kerîm'in şu âyette haber
verdiği derecede bir sıkıntı duymuşlardı:
"Bütün genişliğiyle
beraber yeryüzü başlarına dar gelmiş ve canları kendilerini sıktıkça sıkmış ve
Allah'tan yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı."
(Tevbe 9/118). Âyette geçen "bütün genişliğiyle birlikte" yani bütün
genişliğine rağmen acı ve üzüntüden dolayı mutmain olacakları bir yer
bulamadılar ifadesi, onların şaşkınlıklarım belirtmek için bir temsildir.
Tevbelerinin kabul edilmesinin gecikmesi sebebiyle hiçbir sevinç ve ünsiyetin
kâr etmeyeceği üzüntü ve yalnızlıktan gönülleri daraldıkça daralmıştı. Ka'b
hadisinde şu ifade geçer: 'Yeryüzü gözümde öyle bilinmez bir hal almıştı ki, o
bildiğim yeryüzü değildi sanki." Bir başka rivayette de şöyle geçer:
"Bahçeler gözümüzde öyle bilinmez bir hal almıştı ki sanki bildiğimiz
bahçeler değildiler." Bu, üzüntülü ve kederli kimsenin herşeyde ve hatta
kendi nefsinde bulduğu bir haldir. İbn Âid onların durumunu şöyle dile getirir:
"Öyle derin bir korku (endişe) duydular ki ruhbanlar gibi oldular."
Beyhâki ed-Delâil'de
şöyle der: Onlar on kişiydiler. Tebük Gazvesi'nde Resulullahla (sav) birlikte
olmamışlardı. Resulullah (sav) gazveden dönünce, onlardan yedi tanesi
kendilerini mescidin direklerine bağladılar. Mescidden döndüğünde yolu onların
yanından geçiyordu. Onları görünce, "kendilerini direklere bağlayan
şunlar-kimdir?" buyurdu. Şöyle dediler: "Bu, Ebû Lübâbe ve
arkadaşlarıdır. Senden geri kalmış, savaşa katılmamışlardı, ey Allah'ın
Resulü. Kendilerini affedip sahveresin diye böyle yapmışlar." Resulullah
şöyle buyurdu: "Allah'ayemin ederim, onları salıveren bizzat Allah
olmadıkça, kendilerini ne salıverir, ne affederim. Onlar benden yüz çevirip,
müslümanlarla birlikte savaşa katılmadılar." Bu haber onlara ulaşınca
şöyle dediler: "Bizi bizzat Allah salıvermedikçe, biz de kendimizi salıvermeyeceğiz."
Bunun üzerine Allah Teâlâ "bir kısmı da günahlarını itiraf ettiler, iyi
bir ameli kötüsü ile karıştırdılar. Belki Allah bunların tev-besini kabul eder.
Çünkü Allah bağışlayan, esirgeyendir"
(Tevbe 9/102) âyetini inzal buyurdu. Âyet nâzi] olunca Resulullah (sav)
onlara adam göndererek kendilerini salıverdi ve affetti. Yalnız Ebû Lübâbe,
kendisi bizzat Resulullah'dan (sav) başkasının çözmesine razı olmadı. Bunun
üzerine Hz. Peygamber bizzat gelip onu salıverdi. Onların tevbelerinin kabul
edildiğine dair âyet nazil olunca müjdeci, Ka'b b. Mâlik'e haber verdi. Ka'b da
Allah'a secdeye kapandı. Talha b. Ubeydullah[404]
onun yanına geldi, onu kutladı ve yürümesine yardım etti. Resulullah'ın (sav)
meclisinde bulunanlardan ondan başkası Ka*b'ın yanına kalkıp gitmedi.
Resulullah (say) Ka'b'a şöyle dedi: "Annenin seni doğurduğundan beri
geçirdiğin en hayırlı günün kutlu olsun"[405]
Nevevi şöyle der: "Yani müslüman olduğun günün dışında en hayırlı gün.
Buna işaret edilmedi, çünkü bu kesin olarak bilinen bir husustur." İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında Hamza b. Amr[406]
el-E slemî'nin biyografisinde şu bilgi verilir: Ka' b. Mâlik'e hakkında
Kur'ân'dan inen âyeti ve tevbesinin kabul edildiğini müjdeleyen Hamza b.
Amr'dı. Ka'b bunun üzerine, üstünde bulunan iki elbiseyi çıkararak ona giydirdi
ve şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki bu iki elbiseden başka elbisem
yok. Ebû Katâde'den iki elbise emanet aldım."[407]
Derim: Bu kıssadan,
bir insana haber verdiğinde müjdeciye ve kayıp bildiren kimseye elbisenin
çıkarılıp verilebileceği anlaşılmaktadır. Kadı îbn Badis şöyle der: Ben 775
(1374) yılı hac mevsiminde Mekke'de idim. Mısır kâdilkudâtı (baş kadısı)
İzzüddin b. Abdülaziz b. Kadı Bedrüddin Ebû Abdullah Muhammed b. Cemâa ve
Kudüs-ü Şerif Şeyhi Hafız Salahüddin el-Alâî ile fuzâlâdan bir grup da
oradaydı. Harem'de İkamet eden mutasavvıflardan biriyle ilgili bir mesele vuku
buldu. Ondan, içinde şöyle dediği bir kaside nakledildi:
Ey içinde arzular ve
mutluluğun bulunduğu gece,
Yanında küçük kalır
Kadir Gecesi!
Bu şahitlikle onun
yargılanmasına hükmettiler. Orada bulunan taşradan gelmiş bazı kimseler, ona
karşı şiddetle davranılması için fetva verdiler. Hatta bazıları daha da ileri
gitti ve kâdilkudât o sözü söyleyene saldırıp vurmak istedi. Şeyh Salâhüddin
el-Alâî bana şöyle dedi: Ben ona kanat germeye ve selamet yollarını aramaya
devam edeceğim, kadilkudata "ne tasavvuf ehline taarruzda bulunmanı, ne
de hüküm gerçekleşmemiş bir hususta acele etmeni hoş karşılamıyorum"
diyeceğim. O,Hz. Peygamber'in(sav)"...geçir-diğin en hayırlı günün kutlu
olsun" sözünü de delil getirdi. Malumdur ki Ka'b Kadir Gecesi de
geçirmişti. Nebi (sav) o geceyi onun geçirdiği en hayırlı gece saydı. Çünkü
Allah o gece onu bağışlamıştı. Şüphesiz bu,her şahsagöre ayrı anlamı bulunan
bir husus olup o sözü söyleyen mutasavvıfın maksadı da buydu.
Derim: Burada bu
faydalı bilgiyi, muhaddisler ve hafızların geçmişte tasavvuf ehline
gösterdikleri müsamahanın derecesi ve onların u ş a t a -hât" ve
mübalağalarım sünnetle desteklemeye yönelişleri bilinsin diye verdim. İbn Badis
şöyle der: Allah Resulünün (sav) ashabı Ka'b ve iki
arka-daşıylakonuşmaktannehyetmesi,masiyetve bidat ı açık olan kimseleri,
cezalandırmak ve tahkir için, vazgeçmeleri ve tevbelerinin gerçekleşmesine
kadar yalnızlığa terketmenin, kendileriyle alâkayı kesmenin ve onlara selam
vermemenin vacip oluşuna delildir,
Taberâni şöyle der:
Ka'b hadisi, masiyet,fısk ve bidat ehlini yalnızlığa terketmek konusunda
delildir. Çünkü gazadan geri kalışları sebebiyle Resulullah (sav) onlarla
konuşmaktan ashabı menetmiştir. Bu davranışları ne küfür, ne i r t i d â t
idi; sadece işledikleri bir günahtı. Allah tevbelerini kabul edinceye kadar
ashap onları yalnızlığa terketti, tevbeden sonra ise Resulullah kendileriyle
ilişki kurulmasını emretti. Tevili olmayacak şekilde Allah ve Resulü'nün (sav)
emrine muhalefette bulunduğu bir günahı işleyen, masiyet olduğu bilinen bir
şeyi irtikab eden her kişiyi, Allah ve Resulü adına bir dargınlık ifadesi
olarak bunun gibi yalnız bırakmak ve malum ve açık bir şekilde tevbe edinceye
kadar kendisiyle konuşmamak gerekir. Bu tutum müşrikler konusunda söz konusu
değildir. Çünkü onlarla alışveriş ve muamelede bulunmak konusunda icma vaki
olup kendileriyle ilişki kesilemez. Bu ise, berikilerle ilgili olarak, her ne
kadar tevhid ve risaleti ikrar etmiş olsalar da, bir günah işlemiş
olmalarından dolayı bizzat Resulullah (sav) tarafından uygulanmıştı.
Teşnifii'I-mesâmi'de
"Kişinin müslüman kardeşini üç günden fazla terketmesi (dargın kalması)
helal değildir"[408]
hadisi ile ilgili olarak İbn Zerkûn'un Şerhu'l-Muvatta'da şöyle dediği
kaydedilir: Bu hadis, Ka'b b. Mâlik hadisiyle tahsis olunmuştur. Ka'b hadisi,
bidat ehli, dinde rıza gösterilmeyecek birşey ihdas eden, kendisiyle oturmada
din ve dünya konusunda zarar meydana gelmesinden, nefret ve düşmanlığın
artmasından korkulan kimseyi terketme (alakayı kesme) konusunda delildir. Böyle
birini terketmek ve kendisinden uzaklaşmak ona yakın olmaktan daha hayırlıdır.
Çünkü o senin hatalarını aleyhinde kullanır ve doğruların konusunda sana muhalefet
eder. Bazan güzel bir ayrılış, eza verici bir birlikte oluştan daha hayırlıdır,
el-thyâ'da "Kitabü'l-uzle"ye bakınız. Orada Gazzâli "Kişinin,
şerlerinden emin olunmayan kimse dışında müslüman kardeşini üç günden fazla
terketmesi ona helal değildir" hadisini zikrederek şöyle der: Bu hadis,
tahsis konusunda sarih olup Hasanı Basrfnin şu sözü de buna işaret etmnektedir:
"Ahmakla ilişkiyi kesmek Allah Teâlâ'ya yakınlıktır (ibadettir), çünkü bu
durum ölüme sürükler. Zira ahmaklığın iyileşmesi beklenmez,"[409]
İbn Ferhûn et-Tebsire*de
şöyle der: Nebi (sav) terketmek suretiyle ta-zir cezası verdi. Bu ceza gazadan
geri kalan üç kişi hakkında uygulanmıştı. Ömer b. Hattâb (ra) da Kur'ân'ın
"müşkil" lafızlarını sorup duran Sabîğ'in[410]
yalnız bırakılmasını emretti. Bunun üzerine kimse onunla konuşmuyordu.[411] Ebû
Dâvud "Cennet kapıları her pazartesi ve perşembe günleri açılır ve Allah
Teâlâ bu iki günde, kardeşiyle arasında düşmanlık bulunan kimse hariç, Allah'a
hiçbir şeyi ortak koşmamış her kulu affeder; Şöyle denir:Barışıncaya dek şu
ikisini (bekletin) geciktirin" hadisini zikrettiğinde şöyle der: Ancak
terketmek Allah rızası için olursa bu durum sözkonusu değildir. Resulullah
(sav) hanımlarından bazılanm kırk gün terketti. İbn Ömer de bir oğlunu ölünceye
dek terketti.[412] Nevevi şöyle der:
"Bidat ve fısk ehli kimselerle sünnete uymayanları terketmek konusunda
hadisler varid olmuştur. Zurkâni Muvatta şerhinde şöyle der: Bu sözün aslı
Suyûti'ye aittir: "Ashab, tabiîn ve onlardan sonra gelenler, sünnete
muhalefet eden veya konuştuklarında kendilerine zararı dokunan kimseyi terk
edegelmişler-dir."[413]
Hattâb'da[414] da Tâdeli'den şöyle
dediği nakledilir: "Sevgi ve ülfeti umulmayan kimseyle, o münasebet kurmak
istese bile, münasebet kurmamak gerekir. Çünkü münasebet kurmanın faydası,
kalplerin temizlenmesinden (güzelleşmesinden) başka birşey değildir. Sevgiyi
açığa vurup kinini gizleyen kimsenin ise terkedilmesi gerekir. "İbn
Ferhîin'un Elğâz'ında, Ebubekir el-Verrâk'ın büyük Muhtasarının
"Cami" bölümünden naklen şu bilgi verilir: "Kişi, bir insanın
kendi selamından yüz çevireceğini (selamı almayacağını) bilse,onaselam
vermemesi caiz olup bu davranış yasaklanan terkin şümulüne girmez."
Dürretü'l-gavvâs'ın "Kitâbü'1-Câmi" bölümüne bakınız.
Derim: Bendeki bir
mecmuada Hafız Suyûti'ye ait ve bir forma kadar hacmi bulunan ez-Zecr fi*l-hecr[415]
adlı bir risale mevcuttur. Suyûti risaleyi, Allah rızası için terk (ilgiyi
kesme), ameller, sözler ve inançta bida-ta sapan kimseleri terkle ilgili olarak
ashap, tabiîn ve onlardan sonra gelenlerden nakil ve isnadlarla doldurmuştur.
Risaleye Ka'b ve arkadaşlarının kıssasıyla başlayarak şöyle der: Bazı alimler,
ashaptan "terk" ile cezalandırılanların adlarını bir araya
topladılar. Suyûti sonra şu isimleri sayar: Hz. Âişe, Hafsa, Sa'd b. Ebî
Vakkâs, Ammâr b. Yasîr, Osman b. Affân, Abdurrah-man b. Avf ve başkaları. Bu
risaleye bakınız. Seyyid es-Semhudî'nin Cevâhirü'l-ikdeyn fîfazli'ş-şerefeyn
adlı eserinin baş tarafına bakarsan enteresan bilgiler bulursun.[416]
Fakat Şeyh Cessûs bidat sahibini terkten bahsederken şöyle der: Kişi onu
cezalandırmaya imkân ve öğüt vermeye güç bulamaz da onunla münasebeti kesip
terketmeden korkarsa kendisiyle münasebet kurabilir.[417]
Muvatta[418] ve
diğer eserlerde Hişâmb. Urve'nin babasından mevkuf olarak; Tirmizi'nin Said b.
Yahya el-Ûmevî[419]
yoluyla, onun babasından, onun Hişâm'dan, onun babasından ve onun da Hz.
Âişe'den nakliyle m e v s û 1 olarak rivayet ettiği hadiste Hz. Âişe şöyle der:
"Abese sûresi Abdullah b. Ümmi Mektûm[420]
hakkında nazil oldu. O, Resulullah'a gelerek "Ey Muhammed, beni irşad
et"[421] dedi. Resulullah'ın
yanında müşriklerin ileri gelenlerinden bir adam vardı.[422]
Nebi (sav) om^n yüz çevirip diğerine yöneldi ve "ey falanın babası,
söylediğimde bir beis görüyor musun?" dedi. O da "hayır, kanlar (in
masumiyet ve haramlığın)a andolsun, senin dediğinde bir beis görmüyorum"
dedi ve bunun üzerine "Ona a'ma geldi diye surat astı ve döndü..."
(Abese Sûresi) nazil oldu."[423]
Fahreddin er-Râzî, Tefsîr'inde Abese sûresinde şöyle der: Açık olan şudur ki
Allah Resulü (sav) gördüğü maslahat çerçevesinde ashabına muamelede bulunmaya
mezun idi ve çoğu zaman ashabını tedip eder ve bazı şeylerden men ederdi. Nasıl
böyle olmasın ki, o ancak onları eğitmek ve ahlâkın güzelliklerini kendilerine
öğretmek için gönderilmiştir. Durum böyle olunca bu "yüz buruşturma"
da ashabını tedip konusunda Allah'ın kendisine verdiği iznin şümulüne girer. Bu
hususta müsaadeye sahip olunca da "Ona a'ma geldi diye surat astı ve
döndü" âyetiyle niçin kınama vaki oldu? Bunun cevabı şudur: Hz. Peygamber
(sav) ashabını eğitmek konusunda müsaadeye sahipti, fakat burada zenginlerin
fakirlere tercihi ve bu da dünyanın dine tercih edildiği zannını uyandırdığından
bu kınama sözkonusu olmuştur.[424]
Bir latife (incelik):
Salâhuddin es-Safedî Nektü'l-himyân'da bunun hemen arkasından şöyle der: Bunda
dünyayı dine tercih zannını uyandıracak birşey yoktur. Çünkü o kafirler
müslüman olsalardı, onların İslama girişiyle birlikte taraftarları, eşleri ve
onların sözünden çıkmayan büyük bir kitle de müslüman olacaktı. Bu maksatladır
ki Allah Resulü (sav) onların müslüman olmalarına alâka ve arzu duydu. Bu da
dinin gayesidir.[425] Ebû
Ya'lâ, Enes'ten şu rivayeti tahric eder: "Nebi (sav) bu olay ve âyetin
nüzulünden sonra İbn Ümmi Mektûm'a ikramda bulunurdu."[426] Salâhuddin
es-Safedfnin Nektü'l-himyân'ında olduğu gibi başkaları şu ilavede bulunurlar:
Resulullah (sav) onu gördüğünde kendisine "Merhabaey Rabbiminken-disi
hakkında beni uyardığı kişi" der ve bir ihtiyacı olup olmadığını sorardı.
Resulullah (sav) onu iki defa Medine'de kendi yerine yönetici olarak bırakmıştır.[427]
Derim: Hatta
Seffârîni'nin Şerhu Manzumeti'1-âdâb'mda, Hattâbînin "Kitabu'l-îmâre"
de "körün görevlendirilmesi bâbı"nda[428]
şöyle dediği nakledilir: İbn Ümmi Mektûm ne zaman gelse Resulullah onun için
kalkar ve "merhaba ey Rabbimin kendisi hakkında beni uyardığı kişi"
derdi.[429] Seffârîni, Hattâbî'den
başka bazı alimlerin bu hadisi "kalkardı" lafzı olmaksızın
zikrettiklerini söyler, (bkz. I, 279)
Bir nükte: İbn Cerîr,
İbnZeyd'den şöyle dediğini tahric eder: "Denildiki eğer Resulullah (sav)
vahyden birşey gizlemiş olsaydı bunu kendisinden saklardı." Bir başka
nükte: İhyâ'da "Kitabü's-simâ" da, "İnsanlardan kimi var ki
bilgisizce Allah'ın yolundan (insanları) saptırmak ve onunla alay etmek için
eğlence (türünden boş) sözleri satın alırlar." (Lokman 31/6) âyeti ile
ilgili olarak şöyle denir: Eğer insanları Allah'ın yolundan saptırmak için
Kur'ân okunursa, bu da haram olur. Nitekim münafıklardan birinin halka imamlık
yaptığı ve Resulullah'ı (sav) "uyarma" bulunduğu için Abese sûresinden
başkasını okumadığı, Hz. Ömer'in de onu öldürmeye yeltendiği ve onun bu
davranışını, insanları saptırma söz konusu olduğu için haram gördüğü haber
verilmektedir (Şerhu*l-lhyâ, Mısır baskısı, VI, 517).[430]
Meccâ-ci'nin, îbn Ebî Cemre'nin Muhtasarına yaptığı şerhte İbn Ferhûn'dan şu
nakilde bulunulur: "İmamın insanları saptırmak maksadıyla Abese sûresi,
cihad (savaş) âyeti vs. gibi belli bir sûreyi devamlı olarak okumaya devam etmesi
caiz değildir." İbn Ferhûn'un Elgaz'ma bakınız.
Bir Nükte: Şeyh babam
bir defasında müridlerinden birini yüzüne karşı azarlamıştı. Kendisine şöyle
itirazda bulunuldu: Hz. Peygamber (sav) hiç kimseye hoşlanmadığı şeyi yüzüne
karşı söylemez; fakat "ne oluyor bazılarına ki..." derdi. Ben de o
kimseye Hz, Peygamber'in (sav), Sahîh-i Buhâ-ri*de geçtiği üzere "Sende
Cahiliye hasletlerinden bir haslet var"[431] sözü
ve İbn Ümmi Mektûm'akarşı yüzünü buruşturmasını belirterek cevap verdim. Evet,
bu konuda sözün özü şudur ki Hz. Peygamber'in davranışı, derin sevgiyle dolu
sağlam inançlı kimse ile diğer müzebzebin (mütereddit, ortada) kimseler
arasında, insanların farklı durumlarına göre değişiyordu. Onların her birine,
seviye (durum) ve imanına göre hitap ediyordu. Allah en iyisini bilir.[432]
Allah Resulü (sav)
Uhud Gazvesi'nde kerîm eliyle Übey b. Halefi öldürdü. Şöyle ki Resulullah
(sav) kısa mızrağı (harbe) Haris b. Simme'nin elinden aldı ve onunla öyle bir
titredi ki oradakiler, silkindiğihde devenin sırtında sivrisineklerin
dağılması gibi dağıldılar. Sonra Hz. Peygamber (sav) Übeyle karşı karşıya geldi
ve boynuna, onu atından indiren bir mızrak darbesi indirdi. Düşünce kaburga
kemiklerinden biri kırıldı ve Şerifte öldü.[433]
Hafız Bâbili Sîret'inde Hz. Peygamber'in (sav) bundan başka bizzat kimseyi
öldürmediğini zikreder. Zurkâni'nin Şerhu*l-Mevâhib*de çeşitli yerlerde (bkz.
1,56, II, 54, IV, 304) naklettiği üzere bu bilginin aslı İbn Teymiyye'ye
aittir.[434] İmam Ebû Abdullah
Muhammed b. Ahmed b. Yusuf el-Kâtib el-HârizmîMefâtihu'l-ulûmMaNecâşi'nin Allah
Resulüne (sav) hediye ettiği harbe'den söz ederken şöyle der: Resulullah bayram
günü musallaya çıktığında önüne dikiliyordu. Bu harbe Resulullah'ın (sav)
Uhud'da Übey b. Halefi Öldürdüğü harbe ohıp anze diye anılıyordu.[435]
Bununla, Hz. Peygamber'in (sav) kendisiyle öldürdüğü harbenin Habeşistan'dan
gönderilen harbe olduğunu belirtmiş oluyor.[436]
İbn Hişâm, Abdullah b.
Hâris'ten,[437] o babasından, o da kendi
babasından[438] şu rivayeti nakleder:
Münafıklardan bazı kimselerin Yahudi Süvey-lim'inevindetoplanarakhalkıHz.
Peygamber'le (sav) birlikteTebük Gazve-si'ne katılmaktan alıkoydukları haberi
kendisine ulaştı. Resulullah (sav) Talha b. Ubeydullah'ı[439] bir
grup ashapla onlara gönderdi ve Süveylim'in evini onların üzerine yakmasını
emretti, o da öyle yaptı. Dahhak b. Halife evin arkasından atladı ve ayağı
kırıldı, adamları da atlayıp kurtuldular.[440]
Tebük Gazvesi'nde Hz.
Peygamber'e (sav) Mescid-i Dırâr'ın haberi vahiyle bildirildi. Resulullah
(sav) Mâlik b. Duhşem ve Ma'n b. Adî el-Aclânî'yi çağırarak "ehli zalim
olan şu mescide gidin, onu yakıp yıkın" buyurdu. Onlar da Mescid-i
Dırâr'ı yakıp yıktılar. Bir rivayette de Resulullah'ın (sav) Mâlik'i, Ma'n ve
onun kardeşini çağırttığı belirtilir.[441]
Beğavi, Âmir b. Seken ve Hz. Hamza'nın katili Vahşi'yi bunlara ilave eder.
et-Tecrîd*de ise Sü-veyd b. Ayyaş el-Ensârî[442]
ilave olarak zikredilir ve Resulullah'ın (sav) "ehli zalim olan şu mescide
gidin ve onu yakıp yıkın" buyurduğu kaydedilir. Zurkâni Şerhu'l-Mevâhib'de
şöyle der:[443] Muhtemelen Resulullah
(sav) önce o ikisini gönderdi ve kendilerine ikil (tesniye) lafzıyla; bunları
dört kişiyle daha takviye ederek kendilerine çoğul (cemi) lafzıyla hitabetti.[444]
Ravilerin bir kısmı, diğerlerinin hıfzetmediği rivayeti bellemiştir. Ibn İshak
şöyle der: Mâlik ile Ma'n çıkıp süratle gittiler ve Mâlik b. Duhşem'in
kabilesi Benî Salim b. Avf a vardılar. Mâlik, Ma'n'a "ailemin yanından
ateş alıp gelinceye kadar beni bekle" dedi ve ailesinin yanına (evine)
girdi, bir hurma dalı alıp yaktı, sonra çıkıp süratle gittiler. Mescid-i
Dırâr'a girdiler, mensupları içindeydi, mescidi yakıp yıktılar. Bir başka
rivayet de şöyledir: Süratle çıkıp gittiler. Benî Sâlim'e vardıklarında Mâlik
bir hurma dalı alıp yaktı ve sonra süratle hareket ederek akşam ile yatsı vakti
arasında Mescid-i Dırâr'a geldiler. Ehli içindeydi, mescidi yakıp yıkıp yerle
bir ettiler ve mensupları (orada toplananlar) dağılıp gittiler.[445]
Dokuzuncu Bölüm'de "Bina ustası ve sanatı"nın ele alındığı yere
bakınız.[446]
Sahîh-i Buhar i'de,
Hz. Peygamber'in (sav) Benî Nadîr'in hurmalıkla-rının kesilmesini emrettiği
nakledilir.[447] el-MüdeweneMe şu bilgi
nakledilir: Nebi (sav) Benî Nadîr'in hurma bağlarını kestirdi ve köylerini
yaktırdı. İbn Vehb şu nakilde bulunur: Nebi (sav) Benî Nadîr'in hurma bağını
kestirdi. Burası Büveyre denilen yer olup Hassan b. Sabit (ra) bununla ilgili
olarak şöyle der:
Benî Lüey reislerine
hafif geldi
Büveyre'de yayılıp
dağılan yangın.[448]
İbn Gazi
Tekmîlü't-Takyîd'de bununla ilgili olarak şöyle der:
Mezhebin temel
kitaplarında bu beyitten başka şiir mevcut değildir. Bundan dolayı Şeyh
Ebü'1-Fazl İbnü'n-Nahvî şöyle der:
Arkadaşlık yaptım dini
olup edebi olmayanlarla
Ve edebi olup dini
olmayanlarla
Kaldım onlar arasında
garip olarak tek başıma
Hassân'ın beyti gibi
Sahnûn'un kitabında.[449]
Urenîlerle ilgili
kıssa meşhur olup Buhâri çeşitli yerlerde onu tahric etmiştir. Biz bu kıssayı
Buhâri'nin "Deve, davar ve koyunun bevilleri ve ağılları bâbı"ndan
naklen vereceğiz. Enes (ra) şöyle dedi: "Ukl veya Ureyne kabilesinde bazı
insanlar geldiler. Medine'nin havası onlara iyi gelmedi. Nebi (sav) sağmal
develerin bevl ve sütlerini içmelerini emretti. Onlar da gittiler, sıhhat
bulduklarında Resulullah'ın (sav) çobanını öldürdüler ve develeri alıp
götürdüler. Sabah erken haber geldi, peşlerine dştük, gün yükseldiğinde
getirildiler. Hz. Peygamber (sav) el ve ayaklarının kesilmesini emretti,
gözlerine mil çekildi, Harre'ye (Medine'de kara taşlık bir yer) atıldılar. Su
istiyorlardı, kendilerine su verilmiyordu."[450]
Evzâi "tâ ki öldüler" ilâvesinde bulunur. İbn Ebî Avâne'nin
naklettiği, Akîl'in Enes'ten yaptığı rivayette şöyle denir: "iki tanesi
asıldı, ikisinin (el ve ayağı) kesildi, ikisinin de gözlerine mil çekildi."
Bu rivayet eğer "mahfuz"[451]
ise, cezalan aralarında dağıtılmış demektir. Ibnü'l-Cevzî'nin de aralarında
bulunduğu bir grup alim şöyle der: Bu ceza onlara kısas olarak uygulanmıştır.[452]
Sahîh-i Buhâri'de Ebû Kalâbe'nin şöyle dediği nakledilir: "onlar hırsızlık
yaptılar, adam öldürdüler, imandan sonra küfre saptılar ve Allah ve Resulüne
harb açtılar."[453] Müslim,
Enes'ten şu tahricde bulunur: "Nebi (sav) Urenîlerin gözlerine mil çekti.
Çünkü onlar da çobanların gözlerine mil çekmişlerdi."[454]
Buhâri
"Kitâbü'l-Cihâd" da "Müşrik, müslümanı yaktığında o da yakılır
mı babı" adıyla bir bâb başlığı açarak bu rivayete işarette bulunur.[455] Şöyle
de denilmiştir: "Susuzluğa mahkûm edilmelerinin sebebi, kendisiyle rahatsızlık
ve açlıktan şifa buldukları deve sütlerini içme nimetine nankörlükle karşılık
vermeleridir. Zira Hz. Peygamber (sav) Nesâi'nin[456] rivayet
ettiği bir kıssada, Âl-i Beyt'ini susuz bırakanlara susuzluk çekmeleri bedduasında
bulunmuştu. Muhtemeldir ki onlar o gece, âdet olduğu üzere her gece sağmal
develerinden Allah Resulüne (sav) ikram ettikleri sütün gönderilmesini
engellemişlerdi.[457] Hafız
İbn Hacer'in Fethu'l-Bârfde kaydettiğine göre îbn Sa'd da bunu söylemiştir.[458]
Taberâni, Bârûdi, îbn
Adî vebaşkalan Zeyd b. Harîş yoluyla Ubeydul-lah b. Ömer'in Eyyüb'den, onun
Nâfi'den, onun da İbn Ömer'den yaptığı şu rivayeti naklederler: "Hz. Peygamber'e
(sav) bir hırsız getirildi. Ren ulu Hah onun elini kestirdi. Adam soğuğun
şiddetinde kendi haline yalnız kalmıştı. Fâtikdenüen birikalkıp ona bir çadır
kurdu ve atef yaktı. Allah Resulü (sav) dışarı çıktı, kendisine bu durum haber
verilince, "Allah'ım, şu yaralı (musibete uğrayan) kulunu koruduğu gibi
sen de Fâtik'e mağfiret buyur" diye dua etti.
Tenbih: Hafâci ve İbn
Abdisselâm Benâni el-Fâsf nin eş-Şifâ şerhlerinde şu bilgi verilir:
"Gerçekten Tevrat'ı biz indirdik; onda hidayet ve nur vardır" (Mâide
5/44) ve "Ve kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlara birçok faydalar
bulunan demiri indirdik..." (Hadîd 57/25) ilahî kelâmları ile ilgili
olarak Utbi'ye, beriki ile "demir" arasında balık ile büyük keleri
bir araya getirmeye benzer bir münasebetten öte nasıl bir münasebet bulunduğu
soruldu.[459] Utbi şöyle cevap verdi:
Hükümdarların hükümdarı olan Allah Teâlâ, Resulü'nü kulları arasında emir ve
yasaklarım icra için göndermiştir. Kullan iki gruptur; bir kısmı akıllı,
anlayış sahibi kimseler olup irşadları ilahi kitaplar ve bunların içerdikleri
kesin deliller yoluyladır. Bir kısmı da cahillerdir, onları boyun eğdirmek ise
kılıç ve mızrakla galebe ve korkutma yoluyladır. Böylece âyetin mânâsı şöyle
olur: "Onları avam ve havas sı zaptetmek için gönderdik." Hangi
münasebet bundan daha mükemmel olabilir?[460]
İbn Hacer el-tsâbe'de
Eşlem b. Becre el-Ensârî'nin biyografisinde, Taberâni'nin el-Mu'cemü's-sağîr'de
Zübeyr b. Bekkâr yoluyla, onun Abdullah b. Amr el-Fihrfden, onun Muhammed b.
İbrahim b. Muhammed b. Eslem'den, onun babasından ve onun da dedesi Eşlem
el-Ensârfden şu rivayetini tahric ettiğini belirtir: "Nebi (sav)-beni
Benî Kureyza esirlerine muhafız kıldı." (Hadis).[461]
Yine el-tsâbe'de Büdeyl b. Verkâ'mn biyografisinde, Buhâri'nin Târihinde[462] İbn
Büdeyl b. Verkâ'dan, onun da babasından şu rivayetini tahric ettiğini ve bunun
hasen bir hadis olduğunu zikreder: "Nebi (sav) ona esirleri ve mallan,
kendisine ulaşılıncaya kadar, Ci'râne'de alıkoymasını emretti o da öyle yaptı
(I, 146).[463]
Yine el-tsâbe'de
Müslim b. Eşlem b. Becre[464]
el-Ensârî el-Hazrecî'nin biyografisini verir ve İbn Ebî Âsım'ın ondan şu
tahriri yaptığını zikreder: "Nebî (sav) onu, çocukların tenasül uzuvlarına
bakmak ve eğer kıl bitmişse boyunlarını vurmak üzere Benî Kureyza esirleri
üzerine görevlendirdi. Taberâni bunu Alime d b. Mualla'dan, onun da Hişâm'dan
rivayeti olarak tahric etmiştir.[465] îbn
Sa'd'ın Tabakât'ında şu bilgi verilir: Hz. Peygamber (sav) Mürey si esirlerinin
ellerinin bağlanarak bir yana konulmasını emretti ve Büreyde b. Husayb'ı onları
gözetmekle görevlendirdi.[466]
Yine el-tsâbe'de Resulullah'ın (sav) azatlısı Şükrân'ın biyografisinde,
Resulullah'ın onu Mü-reysi erkeklerinde bulunan değersiz eşya ve silahlar ile
develer, koyunlarve çocukları bir tarafla muhafaza etmekle görevlendirdiği
belirtilir.[467]
İbnü'l-Arabî
Ahkâmü'l-Kur'ân'da şöyle der: Had cezalarını uygulama yetkisi iki kısımdır.
Birincisi, cezanın hükme bağlanması olup bu kadılara (hakimlere) aittir.
Diğeri ise cezanın yerine getirilmesi işidir. Allah Resulü (sav) bu görevi
bazı kimselere tevdi etmiş olup Ali b. Ebî Talib ve Muhammed b. Mesleme
bunlardandır.[468]
el-îsâbe'de
Abdurrahman b. Ka'b el-Müzenî'nin biyografisinde, Hz. Peygamberin (sav) Ebû
Leyla el-Müzenî ile Abdullah b. Selâm'ı Benî Nadîr'in hurmalıklarını kesmekle
görevlendirdiği belirtilir.[469]
[1] Zurkâni, Şerhul-Mevahib, III, 363.
[2] Bu bilgiyi Muhtasaru’s-siyer’de zikreden İbn Cemâa,
ardından da Attâb'ın o sırada yirmi yağından küçük olduğunu belirtir (bkz.
Huzâi, s. 267).
[3] İbn Kayyım, Zadü’l-meâd, 1,126.
[4] Huzâi'nin metninde (bkz. t. Abbas, s. 269) bu isim her
ne kadar Seâlibî şeklinde geçiyorsa da, kaynaklarını zikrettiği yerde (s. 789)
de geçtiği üzere doğrusu Sa'lebî olmalıdır. Bu zât Ebû Ishâk es-Sa'lebî (ö.
427/1035) olup söz konusu eseri de el-Koff vel-beyân an tefefri'l-Kur'ftn'dır.
(bkz. İA, X, 125; SuppL, 1.592; Zirikli, I, 205-206. Tefsir sahibi Seâlibî ise
Huzâi'den bir asır sonra yaşamış bulunan Ebû Zeyd es-Seâlibî (Ö. 873/1468) olup
eserinin adı el-Cevahirul-hJsıuı fl teftiril-Kur'An'dır (bk*. 1A,X, 266; SuppL,
II, 351; Zirikli, IV, 107).
[5] el-İsabe, II, 451.
[6] Belensi'nin(ö.782/138Û)bue8eriKur'ân-ıKerîm'deki
rnübhemât'a dairdir(Neylül. ibtiha, s- 270; Suppl, II, 377, 393). Bu eserin
dayandığı el-flAm, Süheylî'nin (ö. 581/1285) et-TaVif vel-îlâm lima übbime
minel-Kur'âjı min esmâil-alâm adlı eaeri (SuppL, I, 734), et-Tekmü de îbn Asker
el-Gassânî'nin (ö. 636/1238) et-Tekmîl vel-ikm&l adlı eseridir (Suppl, I,
734).
[7] Metinde "kale" (söyledi) kelimesi düşmüştür.
[8] Metinde V harfleri
"d" şeklinde geçmiştir.
[9] Subhu’l-a’şâ, V, 26.
[10] Bu bilgi için bkz. el-İsabe I, 170. Hz. Peygamberin
Muâz b. Cebel ile birlikte Bâzân'a gönderdiği mektup için bkz. Hamidullah,
el-Vesâik, s. 212 (nr. 106/C).
[11] Zurkâni, III, 363.
[12] el-İsabe, II, 286-287.
[13] Metinde Hemezâni şeklinde geçmiştir.
[14] el-İsâbeII,251;Üsdül-ğâbe,III, 126.
[15] Metinde Tağlebe seklinde geçmiştir.
[16] el-İsâbe, II, 351.
[17] age, II, 359.
[18] Metinde el-Mârinî şeklinde geçmiştir.
[19] Seyf b. Ömer et-Temîmî (ö. 200/815) olup
el-Fütuhûl-kebîradlı eseri vardır (bkz. KehJıâle, IV, 288).
[20] bkz.
Mu'cemul-büldân, II. 115.
[21] el-İsâbe I, 274.
[22] Ibn Hibbân, Meşâhiraulemâîl-enısâr,Kahirel959,s.35.İbn
Hibbân burada yalnızca onun ashaptan olduğunu kaydetmiştir.
[23] İbn Sa'd, IV, 56-57;
el-İsâbe, I, 292. Metinde ve el-İsâbe'de geçen "amelihi bi-Mekke"
ifadesi İbn Sa'd'da"a'mâli Mekke" şeklindedir ki doğrusu da budur.
Ayrıca son cümle de İbn Sa'd'da adı geçen halifelerin onu Mekke'ye tayin
ettikleri şeklindedir.
[24] el-İsâbe, I, 339.
[25] el-îsâbe, I, 387.
[26] Metinde Hâkim diye geçer ki yanlıştır.
[27] Metinde Selâsil şeklinde geçmiştir.
[28] el-İsâbe, I, 497. Burada Hz. Ömer geçmemektedir
(Ayrıca bkz. İbn Sa'd, VI, 68; Üsdül-ğâbe, II, 196). İbn Hişâm'da (II, 123)
Amr'ın yardım istemesi üzerine Ebû Ubeyde b. Cerrâh'ın kumandasında asker
gönderildiği, Hz. Ebubekir ve Osman'ın da bunlar içinde bulunduğu kaydedilir.
[29] el-İsâbe, I, 559; Üsdü'1-gâbe, II, 275.
[30] el-îsâbe, II, 11 îbn
Hışam, I, 598.
[31] Ahmed b Hanbel, Müsned, IV, 79.
[32] el-İsâbe, II, 26.
[33] Metinde Said b Hufâf şeklinde yanlış geçmiştir.
[34] el-İsâbe, II, 53.
[35] Metinde Sa'd b Abdullah b Rebîa şeklinde geçmiştir.
[36] age, II, 54 55.
[37] age, II, 69 Metinde fahiş hatalar olup Kays'la ilgili
bilgi hiç verilmemiştir Dolayı sıyla metinden amil tayın edilenin Seleme olduğu
anlaşılmaktadır Aynca Benî Mervân da Mervan peklinde geçmiştir.
[38] age, II, 196.
[39] age, II, 218.
[40] age, I, 63 Üsdul-ğâbe, I, 137.
[41] el-lsâbe, I, 274.
[42] age, II, 388 389.
[43] age, II, 460 Ayrıca
bkz Müsned, IV, 217.
[44] el-İsâbe, II, 494; Üsdül-ğâbe, IV, 67.
[45] el-İsâbe, II, 497-498.
[46] age, II, 532.
[47] bkz. Nesâi, Kasâme 45-46; Dârimî, Dıyât 12;
Haraidullah, el-Vesâik, s. 206-211. Kettâni bu belgeyi daha önce "Allah
Resulünün Ahkama dair Mektuplarından Tarihin Metnini Bize Ulaştırdığı En Uzun
ve Kapsamlı Mektup başlığı altında
zikretmişti (bkz. I, 245-249).
[48] Üsdül-ğâbe, IV, 214.
[49] Tehzîbül-esmâ vel-Iugât, I/l, 26.
[50] el-İsâbe, II, 532. Kayn, metinde Kays şeklinde
geçmiştir.
[51] age, II, 539.
[52] age, III, 14.
[53] age, III, 44.
[54] age, III, 90.
[55] age, III, 92.
[56] Metinde Mudhıc şeklinde geçmiştir.
[57] age, III, 205.
[58] el-İsâbe, III, 230-231; Üsdü'1-ğâbe, IV, 398. Karade
b. Nuf^se adı metinde Mürde b. Nüfâte şeklinde geçmiştir.
[59] Aynı bilgi için bkz Suyûti, Hüsnül-muhâdara, I, 252.
[60] el-İsâbe, III, 236, Üsdül-ğâbe, IV, 405. Metinde Kudâı
kelimesi Kudâa, Duelî d Devsî şeklinde geçmiştir.
[61] el-İsâbe, III, 258-259. Bu ahidname için bkz.
Hamidullah, el-Vesâik, s. 232-23 (nr. 112). Metinde"... zekât verdikleri
surece" ifadesi duşmuş, Hemdân da Hemezâ şeklinde geçmiştir.
[62] el-İsâbe, III, 352. Metinde hatalar olup asıl kaynağa
bakılmalıdır. Ayrıca bkz it Hışam, 11,491.
[63] el-İsâbe, III, 460.
[64] age, IV, 214. Metinde eksiklik ve hatalar mevcut olup
tercümede el-tsâbe'deki taı metin esas alınmıştır.
[65] Üsdül-ğâbe, II, 484; el-lsâbe, II, 95-96. Metinde
Gaziyye kelimesi Azıyye şeklim geçmiştir. Ayrıca
"aheze" (aldı) fiili "işterâ" (satın aldı) şeklinde
olacaktır.
[66] Nevevî, Tehzîbul-esmâ, 1/2,15; Üadül-gâbe, III,
232-233.
[67] Metinde Muğâfir şeklinde geçmiştir.
[68] Metinde Lebîb şeklinde geçmiştir, bkz. Üsdü'1-ğâbe,
II, 273-274.
[69] Metinde Ebû Zeyd şeklinde geçmiştir. Yezîd Teymâ'ya
gönderilmiştir.
[70] Kettânî bu başlık altında yönetici, yargı ve vergi
tahsili gibi görevlerle tayin edilen 46 kişiyi saymaktadır. Ibn Kayyim'in
(Zâdül-meâd, I, 125-126) Resulullah'm emîr leri olarak saydığı 11 kişi
arasında, burada anılmayan Halİd b. Said b. As ve Amr b. As; Süheyli'nin
(er-Ravdül-ünüf, VTI, 426-427) âmil olarak saydığı 9 kişi arasında, burada
anılmayan Adî b. Hâtîm, Mâlik b. Nüveyre, Zibrikan b. Bedr, Kays b. Asım ve Hz.
Ali bulunmaktadır. Muhammed Yasin Mazhar Sıddıkî ise vali olarak 32 kişi,
merkezî âmil (vergi toplayan anlamında) olarak 39 ve mahalli âmil olarak da 28
isim ve görev yerlerini saymaktadır (bkz. Organisation of Government un-der the
Prophet, s. 480-48*, 498-512).
[71] bkz. Üsdül-gâbe, V, 277;Mu'cemü1-buldfin, III, 397.
Sadif kelimesi metinde Sadak şeklinde geçmiştir.
[72] bkz. Mu'cemü*l-buldân,V, 253.
[73] Bu kardeşlerin görev yerleri için bkz. Üsdül-ğâbe, I,
46-47, II,
97-98, IV, 230-231.
[74] Metinde "haz' (nasip) kelimesi "hat"
şeklinde geçmiştir.
[75] Metinde Ömer şeklinde geçmiştir.
[76] Mahmiyye b. Cez (bkz. Üsdül-fcâbe, V, 119).
[77] Berâe (Tevbe) sûresi kastedilmiştir.
[78] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/1-8.
[79] Bu rivayet için bkz. Kenzül-ummâl, VI, 45 (nr. 14776).
[80] Suyûti, el-Câmiu's-»ağir, I, 13,
[81] Heysemi, Mecmau'z-zevaid, VIII, 47.
[82] bkz. Münâvî, Feyzül-Kadîr, I, 237.
[83] Metinde yalnız "büreyde* şeklinde geçmiştir.
[84] Münâvî, age,I,237;Zemahşerî,el-Fâik,Kahire 1971,1,92.
Kelimenin menşei ile ilgili bu görüşün tenkidi için bkz. Fuad Köprülü,
"Berîd," tA, 541.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/8-9.
[85] ibn Sa'd, I, 282. Metinde "isteiz billûk"
(Allah'a sığın) ifadesi "isteid li-zâlik" (buna hazırlan) şeklinde
geçmiştir. Aynı bilgi için bkz. tbn Hudeyde, el-Misb&hul-mudî, II, 263.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/9.
[86] "Hükümdarlara" kelimesi metinde düşmüştür.
[87] "Resulullah'ın vefatından dört ay önce"
ifadesi burada zikredilmemiştir.
[88] "Vellâ
vefdehüm" ifadesi metinde "vellâ aleyhim" şeklinde geçmiştir.
[89] Kalkaşandi, Subhul-a'şa, IX, 398. Ayrıca bkz. îbn
Hışâm, II, 594.
[90] îbn Hişâm, II, 594-596.
[91] Üç yaşında bir sığır söz konusudur.
[92] Subhul-a'gâ, X, 9. Aynca bkz. Hamidullah, el-Vesâik,
s. 206-211 (nr. 105-106).
[93] Bu belgenin mahiyeti ve çeşitli örnekleri için bkz.
Subhul-a'şâ, XI, 6 vd.
[94] Subhul-a'şâ, X, 299. (Metinde geçen 229 rakamı 299
olacaktır).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/9-11.
[95] Muvatta, Akdiyye 1. Geniş bilgi için bkz. Hafaci,
Nesîmü'r-riyâz, IV, 261 vd.
[96] Huzâi bu bilgiyi el-İkmâl ve el-Garîbeyn'den
nakletmiştir. (s. 271).
[97] Hafaci, age, IV, 264. Metinde hatalar olduğu gibi
bâtına göre hükümle ilgili olaral Nesîmü'r-riyâz'dan geçen "töhmetten
korkmadığı zaman" kaydı burada zikredilmemiştir.
[98] bkz. Suyûti, el-Hasâisül-kübrâ, Beyrut 1405/1985, II,
327.
[99] Bu eser basılmıştır. (Kahire, 1351) bkz. Suppl, II,
187.
[100] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/11-12.
[101] ed-DibâcÜl-müzheb, II, 242-243.
[102] İbnü't-Tallâ el-Kurtubî, Akdiyetü Resûlillâh (Haleb
1396,1402).
[103] age, s. 9.
[104] age, s.161-162.
[105] bkz. Koçfuzzunûn. I, 137; Leknevi, s. 121-122.
[106] bkz. Zirikli, el-Alâm, Beyrut 1984,1,164.
[107] tbnü'l-Harrât el-Ezdî el-lşbilî (ö. 581/1185) diye
bilinir. el-Ahkâm adlı eseri büyük, orta ve küçük olmak üzere üç tane olup
yazmaları mevcuttur. (Nevevi, Tehzîbül-esmâ, J/l, 292; SuppL, I, 634.)
[108] bkz. GAL, II, 208.
[109] ibn Kayyira el-Cevziyye, Plâmül-muvakkiîn, Kahire
1374/1955, IV, 266-414.
[110] Metinde et-Tayyib şeklinde geçmiştir.
[111] Eser Leknev'de (1292) basılmıştır. (Serkîs, I, 223;
SuppL, II,
126).
[112] bkz. SuppL, II, 860.
[113] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/12-14.
[114] Aynı konu için bkz. İbn Kayyım, Zâdül-meâd, V, 5 vd.
[115] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/14-16.
[116] Tirmizi, Ahkâm 1.
[117] Metinde Ömer şeklinde geçmiştir.
[118] İbnu'l-Arabî'den yapılan bu nakil, metinde Kettânı'nm
ilavesi gibi görünüyorsa da Huzâi'ye aittir. Bu ve Ibnu'l-Arabi'den yapılan diğer
nakiller için bkz. Huzâı, 271-272. Ayrıca bkz. Ibnü'l-Arabî, Ârîzatiil-ahvezî,
VI, 65, Mubârekfuri, Tuhfetül-ahvezî, IV, 553.
[119] el-İstiab, III, 36.
[120] Bu râvinin tereddüdü olmalıdır.
[121] Ebû Dâvud, Akdıye 6.
[122] Metinde el-İstiab ve Ebû Davud'un Sünen'inden
nakledilen bilgiler eksik verildiği gibi birbirine de karıştırılmış, ayrıca Ebû
Dâvud hiç anılmamıştır. iktibaslar asıl kaynaklardan tam olarak tercüme
edilmiştir, (ayrıca bak. Huzâi, s. 272) Hz. Ali'nin karışık bir konuda verdiği
hukum için bkz. Karafı, el-Furûk, II, 222.
[123] el-Müstedrek, IV, 88. Ayrıca bkz. el-Mekâsidül-hasene,
a. 72-73.
[124] Ebû Dâvud, Akdiye 6.
[125] el-Müsned, I, 149-150.
[126] Zeylai, NasbuV-râye, IV, 63.
[127] el-Müsned, I, 149.
[128] Muhibbüddin et-Taberî, Zahâirül-ukbâ, Beyrut 1974, s.
83-84.
[129] Ahkâmul-Kur'ân, IV, 1643.
[130] Yemen kelimesi metinde düşmüştür.
[131] el-tstiâb, III, 256 257.
[132] Aynı rivayet için bkz Mecmau'z-zevaîd, IX, 312.
[133] el-Müsned, V, 26, el-Müstedrek, III, 577 Resulullah
(sav) Ma'kıl'ın kendi kavmi ne kadılık yapmasını ister, o bunu beceremeyeceğini
belirtince yukarıda geçen sözleri söyler.
[134] Bu rivayet için bkz Mecmau'z-zevâid, IV, 195
[135] Aynı bilgi için bkz el-Misbâhul-mudî, I, 250.
[136] Kettânı {Fihrisul-fehâris, II, 637) ve Brockelmann
(SuppL, II, 249) bu zatın el-Avâsım vel-kavâsım fi'z-zabb an sünneti Ebil-Kâsım
ve er-Ravdül-bâsim fî'z-zabb an sünneti Ebil-Kasım adlı ıkt eserini
zikrederler.
[137] Bu ısım îbn Ömer olmalıdır.
[138] Zurkanı, Şerhul-Mevâhib, III, 364.
[139] Sııbhul-a'şâ, V, 451.
[140] îbn Sa'd, III, 282; Suyûtı, el-Hâvî M-fetâvâ, II,
212-213; îbn Ebi'l-Hadîd, Şerhu Nehcil-belâğa, XII, 75. Hz Ömer'in Zeyd b.
Sâbit'i de kadı tayın ettiğine dair bkz. îbn Şebbe, II, 693-694.
[141] el-İstîâb, I, 543-544.
[142] Beyhaki, es-Sünenül-kübrâ, X, 87 Hz. Ömer'in âmillere
yazdığı talimat burada geçmemektedir.
[143] Fethul-bârî, XXVII, 141.
[144] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/16-21.
[145] Metinde "ve" şeklinde geçer ki doğrusu
"veya" olup bu da râvinin tereddüdü olmalıdır.
[146] Ebû Dâvud, Akdıye 6. Ayrıca bkz. el-Mekâsıdül-hasene, s.
72.
[147] el-Müsned, I, 149.
[148] el-Müstedrek, IV, 88.
[149] Târîhu Bağdâd, XIV, 199. Ayrıca bkz. Turtûşi,
Sirâeül-mülûk, s. 237-238.
[150] "Fihi nazar," çeşitli hadîs otoritelerine
göre cerhin 2. veya 3. derecesinde bulunan râvi için kullanılır ve rivayeti
hiçbir şekilde alınmaz (bkz. Aydınlı, s. 58).
[151] Sıfatu's-Safve, I, 521-522.
[152] Daha önce kaydedildiği üzere Hz. Muâz'ın hicrî 8.
yılda Yemen'e gönderildiği gözö-nüne alınırsa o sırada 23 yaşında olduğu
anlaşılır.
[153] Fethul-Bân, VII, 124.
[154] Üsdü'l-ğâbe, I, 80.
[155] trşâdü's-sârî, VI, 127.
[156] Metinde tbn Ebî İyâs şeklinde geçmiştir.
[157] Cümlenin son kısmı metinde düşmüştür.
[158] İbn îyâs, Bedfiiu'z-zuhûr, Kahire 1404/1984, III, 339.
Bu konuda ayrıca bkz. "SuyÛti", M, XI, 259.
[159] Târfluıl-hulefa, s. 435.
[160] İbn Kutluboğa, T&cü't-terâcim fi
tabakâtil-Hanefiyye, s. 81.
[161] age, s. 19. Metinde hata ve düşüklük mevcut olup 650
rakamı 605, Mustansır da Muntasir peklinde geçmiştir, Bu hususta ayrıca bkz.
Kureşi, el-Cevâhirül-mudiy-ye, I, 462.
[162] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 2/21-24.
[163] Merğinâni, el-Hidâye, IV, 97. Burada Resulullah'ın Hz.
Ali'yi de Yemen'e gönderdiği ve kendisine maaş bağladığı da kaydedilmiştir.
[164] bkz. Üsdül-ğâbe, III, 556, IV, 507; TurtÛşî,
SirâcÜl-mülûk,s. 244.
[165] Attâb, Üsdül-ğâbe'deki (III, 556) biyografisinde
Resulullah'ın (sav) kendisine her gün için iki dirhem tahsis ettiğini söyler.
[166] Çeşitli Ülkelerde 18 veya 46.6 litre gibi farklı
değerleri bulunan bir hacim ölçüsü.
[167] İbn Sa'd, VII, 398.
[168] Buhâri, Ahkâm 17; Ayni, Umdettil-kârî, XX, 131-132.
[169] Metinde Rebî şeklinde geçmiştir, (bkz. Üsdül-ğâbe, II,
415).
[170] el-Musannef, VIII, 297 (nr. 15282).
[171] İbn Sa'd, VI, 138 (Şureyh'in biyografisinde).
[172] age, II, 359 (Zeyd'in biyografisinde); İbn Şebbe, II,
693.
[173] İbn Sa'd, III, 184. Bu bahsin başından buraya kadar
verilen bilgilerin hepsi NasbuV-râye'dentfV, 285-287) alınmıştır. Hz.
Ebubekir'le ilgili olarak burada çok kısa verilen bilgi için NasbuV-râye (IV,
287) veet-Terâtîbül- îdâriyye'nin baş tarafına (I, 83) bakmız.
[174] ebû Dâvud, Imâre 10; Hâkim, el-Müatedrek, I, 406.
[175] Telhîsul-habîr, IV, 207.
[176] Ebû Dâvud, îmâre 10.
[177] Metinde Müsevvir şeklinde geçmiştir.
[178] EbûDâvud, îmâre lO.Metiode büyük hatalar mevcut olup
aslına bakılmalıdır. Ayrıca bkz. Avnul-Ma'bÛd, VIII, 160-161.
[179] Ebû Dâvud, Imâre 10.
[180] Kanpur'da (Cavmpore 1905) basılmıştır (GAS, I, 151;
Suppl.. I, 276).
[181] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/24-25.
[182] Huzâi de bu başlığa yer vermiş olup (s. 283)
Îbnü'l-Arabî'den naklenbu görevi ilk kez yapanın Abdülmelik b. Mervan olduğunu
kaydeder. Bu görevi Resulullah (sav) ve Hulefâ-yı Râşidin dönemine kadar
götüren Kettâni, bu sebeple olmalı, onun verdiği bilgilere hiç iltifat
etmemiştir.
[183] Nihâyetül-ereb VI, 268. Metinde "şirb"
kelimesi "serb," "harre"de "ekre" şeklinde
geçmiştir.
[184] bkz.J, 308-309.Hz.Ömer'inbukonudaki siyaseti ve
muhtelif uygulamalarıiçinbkz. tbn Ebİ'l-Hadîd, 1,174-178, XII, 22-23, 25,
42-43, 63; îbn Şebbe, İÜ, 805-821.
[185] "Havlen* kelimesi metinde "düvelen"
şeklinde geçmiştir.
[186] tbn Ebı't-Hadîd, Şerhu Nehctt-belâga, XII, 61-62. Hz.
Ömer'den nakledilen ük söz için bkz. tbnu'l-Cevzt, MenJUnbu emîril-mii'minîn
Ömer b. el-Hattâb, Beyrut 1407/1987, s. 121.
[187] bkz. Üsdüa-ğâbe, V, 112.
[188] Turtûşî,SirftcÜl-mülûİ£,lskenderiyye 1289, s. 241.
Ayrıca bkz. Kenzül-ummâl, V, 768 (nr. 14331).
[189] Turtûşî, SirâcÜl-mülûk, s. 242. Ayrıca bkz.
Kenzül-ummal, V, 770 (nr. 14336), 772 (nr. 14341).
[190] Turtûşî, s. 244.
[191] Muvatta, tstızân 41; Kenzül-ummâl, IX, 198 (nr.
25654).
[192] îbn Rüşd, el-Beyân ve't-tahsîl, XVH, 424,586. Hz.
Örneğin sözü için bkz-. Ibn Sa'd, III, 305.
[193] el-Hıtat, II, 207. Metinde düşüldük mevcut olup aslına
bakılmalıdır.
[194] Nihâyetül-ereb, VI, 269. Metinde "dört"
kelimesi düşmüştür.
[195] Kelâi'den nakledilen bilgi, anılan bâbda değil Hz.
Ömer'in âmillerini hesaba çekmesiyle ilgili bâbda (Huzâi, a. 263) geçmektedir.
Anılan bâbda ise (s. 262) Ibn Kutey-be'den naklen Hz. Ebubekir'in Muâz'ı hesaba
çektiği zikredilir.
[196] Zerkechı,
ChroniquedesAlmohadesetdesHafçides{terc.E.Fagnan),Constan-tine 1895, s. 79-80
Kadılarla ilgili sözkonusu uygulama için ayrıca bkz. Robert Brunschvıg, Târihu
Hrikiyye fîl-ahdil-Hafsî, II, 117.
[197] İbn Sa'd, III, 282-283. Hz. Ömer'in valilerinin
mallarım yazdığı ve onları azlettiğinde mallarının bir kısmına el koyduğuna
dair bkz. Turtûşî, Sirâcül-mülûk, s. 243; Ibnu'l-Cevzî, Menâkıbu
emîril-mü'minîn Ömer b. el-Hattâb, s. 62,120. Sa'd b. Ebî Vakkâs için ayrıca
bkz. îbn Sa'd, III, 149. Hz. Ömer ile Ebû Hureyre arasında geçen tartışma ve
Hz. Ömer'in bu konudaki siyaseti için bkz. Muhammed Accâc el-Hatîb, Ebû Hureyre
râviyetü'l-tslâm, Kahire 1985, s. 222-226; Abdülmun'ım Salih el-Alî, Difâ an
Ebî Hureyre, Beyrut 1393/1973, s. 140-142. Hz. Ömer'in mallarına el koyduğu
iki valisi de Ebû Musa el-Eş'arî ve Haris b. KaVdır. (bkz. el-tkdül-ferîd. I,
45-46).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/26-29.
[198] el-Hidâye, III, 103.
[199] Metinde "şatr (yarı)" kelimesi
"şezr" şeklinde geçmiştir.
[200] İbn Hacer, ed-Dirâye fî tahricî ahâdîsil-Hidâye, II,
168; Zeylai, Nasbu'r-râye, IV, 71. Metinde "muttefak" kelimesi
düşmüştür. Son hadîs için bkz. Buharı, Salât 44, Ahkâm 18; Müslim, Liân 1,3.
[201] el-Hidâye, III, 103.
[202] Zeylai, Naabu*r-râye, IV, 72; İbn Hacer, ed-Dirâye,
II, 168.
[203] Zeylai, IV, 71.
[204] Buharı, Ahkâm 18.
[205] el-Hidaye, m, 103.
[206] Nasbu'r-râye, IV, 70.
[207] ed-Dirâye, II, 168.
[208] Ahroed b. Said el-Müceylidî (Ö. 1094/1683). Kehhâle,
1,234; SuppLJI, 696. "Tea'îr" kelimesi metinde "tesfîr"
şeklinde geçmiştir.
[209] el-Müdewene,V, 144.
[210] Tebeiratül-hÜkkâm, 1,26. Ayrıca bkz. îbn Rüşd, el-Beyân
vet-tahaîl, XVII, 386; Îbnü'l-Arabî, Ahkâmül-Kur'an, IV, 1638.
[211] Tebsiratül-hükkâm, I, 27. Metindeki bazı hatalar için
aslına bakınız.
[212] Ibnu'l-Münâsif el-Ezdî (Ö. 620/1233) bkz. SuppL, I,
910.
[213] Tebsiratül-hükkâm, I, 26.
[214] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 401,388. Ayrıca bu konuyla
ilgili olarak bkz. îbn Şebbe, I,34;Ibnü'l-Hâc,el-Medhal,I,30;F. Atar, İslâm
Adliye Teşkilatı, Ankara 1979, s. 152-157.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/29-31.
[215] bkz. Talak 65/2, Nisa 4/15.
[216] Îbnu'l-Hatîb'in anılan risalesi, Abdülmecid Turkî
tarafından Kadâya sekâfiyye mintârihil-Garbi'l-lslâmî (Beyrutl409/1988) adlı esem
çmde(s.251-387)etraflı indeksler ve güzel bir lügatçeyle birlikte
neşredilmiştir (risale metni s. 314-343). Sözkonusu bilgi s. 339. Bu risale
için ayrıca bkz. Abdel Magid Turkî, Theologiens en juristes de l*Espagne
musulmane, aspects polemiques, Paris 1982, s. 295-331.
[217]
Tirmizi,Buyû8;Tuhfetül-ahvezîtIV,407,Hamıdullah,el-Vesâkrs.317 RâvıAb-dulhamid
değil, Abdûlmecid b. Vehb'dir (ayrıca bkz TehzîbüVTehzîb, VI, 383). Hadiste
geçen "veya" sözü, râvinin tereddüdüdür. Hadisteki bazı kelimeleri
izah için Kettâni'nin araya sokuşturduğu izahlar el-Meşârik'ten nakil olup
Huzâi'nin metninde ayrı verildiğinden (Huzâı, s, 289) burada ayrıca tercümeye
lüzum görülmemiştir.
[218] Buhâri, Buyu 19; Umdetül-kârî, IX, 276; Hamıdullah, s.
317
[219] bkz. Huzâi, s. 289. Ayrıca bkz Umdetül-kârî, IX, 276. el-Meşârik'U (1,107,
142) bu bilgi değil, Huzâi'nin anıp Kettâni'nin vermediği bilgi bulunabilmiştir.
Tir-mizi, Buhâri ve el-Meç&rik'ten burada nakledilen bilgiler Huzâi'ye ait
olup metinde altı çizili olmadığından Kettâni'ye aitmiş gibi görülmektedir.
[220] İbnü'l-Arabî, Ârizatül-ahvezî, V, 221. (Kettâni özetle
vermiştir).
[221] İbnü'l-Attâr Ali b. İbrahim (o. 724/1324).
el-Vesâikul-mecmûa adlı eseri vardır (SuppL, I, 100).
[222] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/31-33.
[223] el-Emvâl, s. 251.
[224] Sûheyh, er-Ravdul-ünüf, VII, 372.
[225] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 2/33-34.
[226] M. Hamidullah da el-Vesâik'te (s. 316) bu belgeyi
Kettâni'den naklen vermiştir. Metinde belgenin sonundaki üç kelimeye bir anlam
verilmemiş olup muhtemelen matbaa hatasıdır Nitekim Hamidullah da bunu
zikretmem iştir.
[227] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/34.
[228] el-İkdül-ferîd, IV, 161; Cehşiyârî, el-Vüzerâ
ve1-küttâb,s. 12; M. A'zamî, Küttâbü*n-Nebî' s 78 Abdullah b. Erkanı, metinde
Zeyd b Erkanı şeklinde geçmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/34.
[229] Metinde Bışr şeklinde geçmiştir.
[230] el-İsâbe, I, 339.
[231] Endülüs'te Tücîbî hanedanının ikinci hükümdarıdır
(1051-1091) bkz.E. Lövı-Pro-vençal, "Mu'tasım" İA, VIII, 749.
[232] el-İsâbe, II, 498, Mes'udî, et-Tenbih vel-işrâf,
Leıden 1967, s. 282, M A'zamî, s.78.
[233] bkz el-Misbâhul-mudî, I, 85, M A'zamî, s. 54.
[234] Şırâzî, Tabakâtul-fukahâ, Beyrut ts s. 43.
[235] Buharı, Menâkıbu'l-ensâr 8, Musâkât 14, 15.
[236] Telhîsu'l-habîr, IV, 208.
[237] Dipnot 208'e bakınız.
[238] Makkari, Ezhâru'r-riyâz fî ahbâri lyâz, Rabat
1398/1978, II, 297.
[239] bkz. SuppL, II, 978.
[240] bkz. Fihrisül-fehâris, 1,363-371.
[241] Rûdâni, Sılatül-halef, Beyrut 1408/1988, s. 277.
(Şureyhb. Yunus ve Ebû Said Mu-hammedb. AH en-Nakkâş'ın eseri zikredilmiş).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/35-36.
[242] Tirmizi, Menâkıb 33; el-Müsned, İÜ, 281. Kettâni,
Huzâi'nin bu başlık altında ferfiiz öğrenmeye teşvikle ilgili olarak zikrettiği
rivayetleri (s. 293) vermemiştir. Tir-mizi'deki hadisin metni de şöyledir:
"Ümmetimin ümmetime en merhametlisi Ebubekir, Allah'ın emri hususunda en
çetini (titizi) Ömer, en hayâlısı Osman, Allah'ın Kitabını en iyi okuyanı Übey
b. Ka!b, ferâizi en iyi bileni Zeyd b. Sabit, helâl ve haramı en iyi bileni
Muâz b. CebePdir. Dikkat edin, her ümmetin bir emîni var, bu ümmetin emîni de
Ebû Ubeyde b. Cerrâh'tır."
[243] el-tstîfib, I, 553. Metinde Resulullah'ın (sav) sözü
anılmamıştır.
[244] el-İsfibe, I, 562.
[245] Dârimi, Ferâiz 1.
[246] Dârimi, Ferâiz 1.
[247] Tezkiretül-hufffiz, 1,31.
[248] Aynı bilgi için bkz. ibn Sa'd, II, 359. Süleyman,
metinde Selman şeklinde geçmiştir.
[249] el-Emvâl, s. 285. Metinde altı çizili olmadığı içi»
Kettâni'ye ait gibi görünen bu bügi Huzai (s. 294) tarafından verilmiş olup Hz.
Ömer Kur'ân konusunda Ubey b. KaVa, ferâiz konusunda Zeyd b. Sâbit'e, fikıh
konusunda Muâz b. Cebel'e, malî konularda ise kendisine başvurulmasını
istemiştir. Ayrıca bkz. el-Müstedrek, III, 271, 272-273. Konu gereği bu sözde
delil olan kısım Zeyd b. Sâbit'le ilgili kısım olup Kettâni'nin yaptığı alıntı
anlamsızdır.
[250] Metinde Ükeydir şeklinde geçmiştir.
[251] bkz. GAS, 358 (el-Isâbe'y^ atfen adı geçmektedir).
[252] Bu konuda bkz Remli, Nihâyetül-muhtâc, VI, 26,Th. W
Juynboll,"Akdanyya," El, I, 320.
[253] Başka rivayetlere nısbetle râvılerı daha güvenilir
veya bununla birlikte daha çok olan, makbul ve sahih rivayet (bkz. Aydınlı, a
91).
[254] el-İsâbe, 1, 112-113. Metinde düşüklük olup aslına
bakılmalıdır.
[255] Müslim, Musâfırîıı 269; el-Isâbe, II, 388 389,
Üsdü'1-ğâbe, IV, 423. Metin tamamen eksik ve hatalı oiup burada anılan
kaynaklara bakılmalıdır.
[256] el-tsâbe, II, 489.
[257] age, IV, 360.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/36-38.
[258] Ahkâmül-Kur'ân, III, 1229 Anırb Umevye'nuı bu vrkâlrtı
iç m â,ih<i nnıt* elçilik bahbine bakını/
(1,272).
[259] Olayın ayrıntıları için bkz. El-Beyan ve’t-tahsil,
XVII, 382-383; Huzai, s. 297-298.
[260] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 381 DuhannceH7 Ömer'in bu davaya baktığı hatırla
tılınca Hz Osman yeniden bakmayacağını söylemiştir.
[261] bkz s 279.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/38-39.
[262] el-tstîâb, 1, 246, Üsdü'1-ğâbe, 1,313 Metinde hatalar
mevcut olup aslına bakılmalıdır.
[263] et-Târîhul-kebîr, II, 237.
[264] lbn Sa'd.V.553.
[265] el-lsâbe, II, 498. Daha önce de geçtiği üzere bu iki
sahabi Resulullah'ın katipleri idiler ve ensânn evlerini dolaşarak akit ve
muameleleri yazıyorlardı. Bunun da bura-dakj konuyla alakası yoktur.
[266] îbn Sa'd, V, 459.
[267] TehzîbÜl-esmâ vel-lugât, 1/2, 85-86.
[268] age, 1/2,94.
[269] Bu isim metinde yanlış geçmiştir (bkz. el*İsfibe, II,
150).
[270] Kahzem, metinde Mahzem şeklinde geçmiştir, (bkz. îbn
Mâkûlâ, el-tkmâl, VII, 102).
[271] Meafirî, metinde Meğâfırî şeklinde geçmiştir, (bkz.
age, II, 35).
[272] Makrizi, el-Hıtat, I, 297. Metinde Amr yerine Ömer b.
Hattâb denilmiş olup tamamen yanlıştır.
[273] A. J. Butler, The Arab Conquest of Egypt (Oxford 1902)
adlı eseri vardır (bkz. Franz Rosenthal, A History of Müslim Historiography,
Leiden 1968, s. 76. Ayrıca bkz. Necib el-Akîkî, el-Müstesrikûn, Kahire 1964,
II, 75).
[274] bkz. s. 301-309.
[275] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/39-41.
[276] îbn Sa'd, ni, 56.
[277] bkz. Keşfuzzunûn, I, 938; SuppL, II, 1014.
[278] Ezhâru'r-riyâz, IV, 326. Anılan hadis için bkz.
eş-Şifâ, 1,506; Mecmâu'z-zevâid, I, 279 (Hadisin senedinde zayıf bir râvi
olduğu kaydedilmiştir.)
[279] Nesîmu'r-riyâz, III, 235. Ali el-Kârî de bu eserin
kenarında basılan Şerhu'f-Şifâ'da (III, 235) bu hadisin mühendislik ilmi ile
alâkalı olduğunu belirtir.
[280] bkz. s. 49.
[281] Ebû Dâvud, Cihâd 97.
[282] bkz. Avnu1-Matbud,VII,293.
[283] Bela7,ürı,Fütûhul-büldân,s. 134. Metinde esaslı
hatalar mevcut olup aslına bakılmalıdır.
[284] el-Misbâhul-munîr, Beyrutts s 588 ("mil"
maddesinde, mil ve fersahla ilgili bilgiler verilmiştir).
[285] el-Hıtat, I, 210.
[286] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/41-43.
[287] İbn Hışâm,11,349 350 Bubıl gıozetle verılmış olup
geniş malumat için lbn Hışâmve Huzâı'ye (s 301 303) bakınız.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/43.
[288] Aynı bilgi için bkz Lısânül-Arab, I, 317
("hsb"mad).
[289] Tirmizi, Buyu 74 Huzâı Müslim'in de aynı rivayeti
naklettiğini kaydetmiş olup (s 304) Kettânı bundan soz etmemiştir bkz Müslim,
imân 164.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/43.
[290] Huzâi bu başlıktan Önce, pazarda fiyat belirleme
(narh) ile ilgili olarak Tİrnrizi'den bir badis ve ibn Rüşd'ün el-Beyftn
ve't-tahsfladh eserinden konuyla ilgili fikhî görüşleri naklettiği iki ayn
başlığa da yer vermiştir.
[291] Buhâri, Buyu 49.
[292] Buhari, Buyu 54.
[293] el-îstîfib, II, 8.
[294] el-İsabe, II, 46.
[295] el-tatîâb, IV, 335. Metindeki hata ve düşüklük için
aslına bakınız.
[296] Metinde yanlış olarak Hayseme şeklinde geçmiştir.
Annesinin adı da aşağıdaki dipnotta da belirtildiği gibi Şifi olup metinde
yanlış olarak Ümmu Şifa şeklinde geçmiştir.
[297] Yukarıda geçtiği gibi burada da metinde hata
mevcuttur.
[298] Cemheretü ensâbil-Arab, s. 150, 156. Burada
zikredilen, Süleyman b. Ebî Has-me'nin annesi Şifâ binti Abdullah b. Abdişems'tir.
Nitekim Huzâi de (s. 308) İbn Hazm'dan aynı bilgiyi nakletmiştir. Bu hanım
sahabi ile İlgili olarak daha önce "Kadın öğretmen" bahsinde de
bilgi verilmişti (bkz. s. 131).
[299] Ahkâmül-Kur'ân, m, 1457.
[300] age, III, 1458. Metindeki hata ve düşüklük için aslına
bakınız.
[301] Metinde Said b. Âs şeklinde geçmiştir.
[302] es-Sîretül-Halebiyye, III, 424.
[303] Subhul-a'şâ, V, 452.
[304] Lütfullah et-Tokâdi'nin (Ö. 900/1495)
Hmevzûatu'l-ulûm"a dair yazdığı risaledir Metinde Mevzu şeklinde yanlış
geçmiştir. Bazı yazmaları: Suleymaniye Ktp Esad Ef. nr. 3634/20, 3782/31; Hacı
Mahmud Ef nr. 6539
[305] Keşfuzzunûn, I, 15-16. Metinde hata ve düşüklük
mevcuttur.
[306] Aralarındaki fark fazla net olmamakla birlikte, bu
bolümde sık sık kullanılan "dırre"
kelimesi karşılığında "kırbaç," "savt" karşılığında da "kamçı" kelimesi
kullanılacaktır.
[307] bkz. Buhâri, Mukâteb 1.
[308] Buhâri, Dıyât 21 Bırme kırbaçla vuran kimseye kısas
olarak kırbaç vurdurm ustur.
[309] Ibn Aşir'in (o. 1040/1631} eserme Muhammed b. Kasım
Cessûs'un (o. 1182/1768) yaptığı bu şerh için bkz. Suppl.,II, 700.
[310] Meşhur Mâliki fıkıh kitabı olup Ibn Ebî Zeyd
el-Kayravânî'nindır.
[311] Muhammed b. Yusuf el-Mevvâk'ın (o. 897/1492) et-Tâc
vel-iklîl (Kahire 1328) adıyla Halil'in Muhtasar'ma yaptığı şerhtir, (bkz
Suppl., II, 97, 375-376).
[312] el-Müdewene, VI, 249-250.
[313] Ahmed b Abdurrahman el-Bennâ es-Sââtî (ö 1371/1951'den sonra), bkz. Zirikli, (Beyrut
1984 neşri), I, 148.
[314]
Ravdatu't-tâlibînli-esmâi's-sahâbetil-Bedriyyîntbkz SuppL, III, 1281).
[315] Sâvî'nin Bulğâtü's-sâlik adıyla Derdîr'in Akrebü'l-mesâlik'ıne
yaptığı bu haşiye birçok defa basılmıştır. (Suppl, II, 480).
[316] Müslim, Libâs 125, Cenne 52.
[317] el-Müsned, II, 356, 440.
[318] Müslim, Cenne 53, 54.
[319] el-Evâil, s. 56.
[320] Turtûşî, s. 90.
[321] Ali el-Kflrî, Şerha Müenedi EM Hsnİfe, Beyrut
1405/1985, s. 456-457.
[322] age, 6.461.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/44-49.
[323] Buhâri, Küaûf 3. Çu konuda bkz. Sahîh-i Buhâri
Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemeai, III, 334-335.
[324] Hurmadan yapılan bir »evi şarap olup metinde
"bıitth" şeklinde geçmiştir.
[325] Buhâri, Mezâlim 21. Metinde ekBİk olan hadis tam
olarak verilmiştir.
[326] Buhâri, Megâzi 35; Şâmî es-SSretü'ş-ŞAmiyye, V, 203.
[327] Ebû Dâvud, Cihâd 89. Hadiste "şu şu gafcaya"
ifadesi vardır.
[328] el-lsâbe, I, 520; Mecmftu'z-zevâid, V, 62-66.
"Nakîr" kelimesi metinde "makîr" şeklinde geçmiştir.
[329] el-İsâbe'de "Ka'b b. Mâlik'in oğlundan"
şeklindedir.
[330] el-İsabe. I, 326.
[331] Metinde Haris b. Abbâs b. Ebî Rebîa şeklinde yanlış
geçmiştir.
[332] el-İsâbe, 1,141, IV, 439.
[333] "R"
harfinin dördüncü kısmı kastedilmiştir.
[334] age, I, 530; Üsdü'1-ğâbe, II, 209.
[335] Bundan el-İstîâb kastedilmiş olup Rebîa b. Ümeyye'nin
biyografisi bu eserde bulunamamıştır.
[336] el-İsâbe, II, 16. Suhayrn, metinde Sücayh şeklinde
geçmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/49-50.
[337] Metinde altı çizili olmayan bu bilgi aslında Huzâı'ye
ait olup (s 311) orada Tunus ve Kayravan yerine Ifrıkıye denmiştir.
[338] el-Hitat, II, 223.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/50-51.
[339] Tirmizi, Menâkıb 27 Ayrıca bkz Buharı, Cihâd 70,
Müslim, Fedâılu's-sahâbe 40.
[340] Huveyhd'ı destekleyen Arapların gönderdiği elçilik
heyetinin namaz kılacaklarını fakat zekât vermeyeceklerini söylemesi üzerine
Hz Ebubekir bunu asla kabul etmeyeceğini
ve bu gruptan Medine'de bir gun bir geceden sonra kalacaklardan zimmetin
kalkacağını belirtince elçilik heyeti birbirini ezercesıne mescıdden çıkar
Burada itişip kakışmaktan kasıt budur (bkz Huzâi, s 317).
[341] el-Isâbe, I, 80. Burada Budeyl b. Vei .â yerme ibn
Ömer geçmekte ve Evs b. Arâbe'nın de doğrusunun Arâbe b. Evs olduğu
zikredilmektedir, (bkz. el-İsâbe, I, 134, Üsdü'1-ğâbe, I, 174).
[342] bkz II, 117-118.
[343] Bu zatın vefatı 977/1570'ten-sonra olup
"ferâıd" metinde "fevâid" şeklinde geçmekte,
"tarîk" ise duşmuş bulunmaktadır, (bkz. Zırıklı, IV, 168; Suppl.,11,
447).
[344] XIII. yüzyıldan itibaren musluman hükümdarların
istiklallerim kabul ettirmek ve h£c merasiminde kendilerine bir şeref mevkii
sağlamak gayesiyle Mekke'ye gönderdikleri ıçı boş ve suslu mahfe (bkzr F Buhl,
"Mahmel," İA, VII, 151-152).
[345] Huzâi Ibnu'l-Esîr'ın gece bekçilik yapan ilk kimsenin
Hz Ömer olduğuna dair sozunü naklederek
onun bu sözüyle halifeleri kastetmiş olduğunu, ilk bekçilik yapanın aslında
Sa'd b. Ebî Vakkas olduğunu belirtir (s. 313).
[346] Ebû Dâvud, Edeb 37 Ayrıca bkz. Huzâı,"s. 312.
[347] el-Hıtat,II, 223.
[348] İbn Sa'd, III, 281-282.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/51-53.
[349] Ebû Dâvud, Akdiye 29.
[350] Tirmizi, Diyât 21.
[351] Buhâri, Meğâzî 70.
[352] İbn Hİşâm, II, 240-241.
[353] Bu bilgi Mâverdi'ye ait olmayıp eserinde de
geçmemektedir. Sözkonuau bilgi ibn Kayyim'e ait olup onun et-Turukul-hükmiyye
adlı eserinde geçmekte (s. 102-103), ondan naklen îbn Ferhûn
(Tebsiretül-hükkâm, II, 215) ve Abdülaziz Âmir tarafından (et-Ta'zîr
fTş-şerîatil-îslâmiyye, s. 261) zikredilmektedir.
[354] Metinde "babasının babası (dedesi)" ifadesi
düşmüştür.
[355] Ebû Dâvud, Akdiye 29; İbn Mâce, Sadakat 18.
[356]
"Bana" kelimesi metinde düşmüştür.
[357] Maverdi'ye. atfen verilen bilgiden buraya kadar geçen
malumat için bkz. et-Turukul-hükmiyye, s. 102-103; Tebsiretül-hükkâm, II, II,
2Î5-216; et-Ta'zîr fî'ş-şerîatil-İslâmiyye, s. 361.
[358] bkz. s. 12-13.
[359] Abdurrezzak, el-Musannef, VIII, 306 (nr. 15313),
Ni'sâı, Sarık 2.
[360] Ebû Dâvud, Akdiye 29; el-Müsned, V, 2.
[361] bkz. Buhari, et-Târîhul-kebîr, İT, 142.
[362] bkz.Tirmizi, Diyât21.
[363] Ebû Ubeyd, Garîbut-hadîs, I, 254-255.
[364] Ibnu't-Tallâ'dan nakledilen bilgi burada sona erer.
bkz. Akdiyetu Resûlfllâh, s. 11-12; Tebsiretül-hükkâm, II, 216.
[365] Bedâiu's-silk fî tabâiil-muk (bkz. SuppL, I, 962;
Zirikli, VII, 181).
[366] Bu bilgi için bkz. et-Turukul-hükmiyye, s. 102 103;
Tebsiretül-hükk&m, II, 215.
[367] Ahmed b. Muhamraed eş-Şelebî'nm (o. 1021/1612) eseri
olup bu zatın adı metinde Ahmed b. es-Subülî şeklinde geçmiştir.
[368] Şifaul-gidîl fîmâ fi kelâmil-Arab mine'd-dahil. Kahire
1282, s. 125. Ayrıca bkz. Îbnü't-Tallâ, age, s. 12; Ebû Ubeyd el-Bekrî, Mu'cemu
ma'ata'oem, II, 1290.
[369] Behcetttl-mecftlİB ve ütMül-mücâlis, II, 106. Bu
eaerde yalnız Hz. öraerle İlgili bilgi mevcut olup Huzâi (s. 323-324) Hz. Ali
ile ilgili bilgiyi Bekrfden naklen vermiştir. Bekri ayrıca "Nâfi"
adlı hapishaneye "Yân" de denildiğini kaydeder, (bkz. Mu'cemu
ma'sta'cem, II, 1290).
[370] bkz. GAS,I,318.
[371] el-Efcânî, Beyrut 1407/1987, II, 177-181.
[372] Cafer b. Sa'leb el-Üdfüvî (ö, 748/1347) el-lmtâ fî
ahkâmi's-semâ(bkz. SuppL, II, 27; Kehhâle, İÜ, 136).
[373] Beytin bu ilk mısraı Kettâni tarafından
zikredilmemiştir.
[374] Aynî, ŞerhuVŞevâhidil-kübrâ, IV, 524-525. Ayrıca bkz.
BehcetÜl-mecâlis,II,106;İbnŞebbe,III,785-787;Ebû Hilâlel-A8kerî,el-Evâil,Riyad
1400/1980,1, 235-236. Zû Mevah, Fedek ve Yemâme taraflarında iki vadi olup
burada sonuncusu kastedilmiştir (Ayni, IV, 525).
[375] Beyhaki, es-Sünenül-kübrâ, VI, 34. Beyhaki, bizzat Hz Ömer'in
Safvân'dan aksıyla ilgili rivayette 4000, Nâfi'in alışıyla ilgili rivayette ise
400 rakamını zikretmektedir.
[376] Telhisül-haMr, IV.216.
[377] Tehzîbül-esmâ vel-luğât, 1/2, 122-123.
[378] Metinde "inteşeret" (yayılma, çoğalma)
kelimesi "işteddet" (şiddetlendi) seklinde geçmiştir.
[379] ibn Kayyım, age, 103.
[380] îbn Ferhûn, age, 216.
[381] Fas Alevî sultanıdır. (1646-1727). bkz. Cl. Huart,
"ismail," İA, V, 1112-1114.
[382] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/53-58.
[383] bkz. Ibn Hişâm.11,579.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/58.
[384] Kitâbul-Harâc, s. 161.
[385] îbn Sa'd, V, 348, 377.
[386] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/58.
[387] Akdiyetü Resûliliah, s, 11. Burada Amr b. Şuayb'ın
babasından, onun da kendi babasından rivayette bulunduğu kaydedilmiştir.
[388] bkz. Ebû Dâvud, Hudud 34; îbn Mâce, Hudûd 15; Tirmizi,
Tefaîr 25. Ebû Dâvud ve Tirmizi bu iki erkeğin Hassan b. Sabit ile Mistâh b.
Üsâse, kadının da Hamne bint Cahş olduğunu belirtirler.
[389] Tirmizi, Tefsîr 25.
[390] e1-fotiftb, III, 495.
[391] Metinde Hasne şeklinde geçmiştir.
[392] age, IV, 270-271.
[393] bkz. Mecmau'z-zevâid, IX, 239. İftira (kazf) cezası 80
sopa olup münaftk Abdullah b. Übey'e 160
sopa vurulması, Hz. Peygamber'in hanımlarına iftira etmenin cezasının iki kat
olmasındandır.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/58-59.
[394] Hakem, Hz. Osman'ın amcası ve Emevi halifesi Mervân'ın
babasıdır (bkz. Üedül-gfibe, II, 37-38).
[395] Metinde Abdurrahman b. Sabit şeklinde geçmiştir.
[396] Üsdül-ğfibe'de "senin" şeklinde geçer.
[397] "Yümsi" (olur) kelimesi metinde
"yemşî" (yürür) şeklinde geçmiştir.
[398] Bu bilgiler için bkz. Üadülgâbe, II, 87-38.
[399] Tam adı er-Ravdül-bâsim fi'z-zabb an sünneti
Ebil-Kâsım olup Îbnü'l-Vezîr'in (o. 840/1436) eseridir (bkz. SuppL, II, 249).
[400] Hz. Osman, buna Resulullah'ın müsaade ettiğini
belirtmiştir, (bkz. Üsdül-ğâbe, II, 38).
[401] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/59-60.
[402] Buhâri, Meğâzî 79. Ayrıca bkz. Zâdül-meâd, III, 552
vd.
[403] Buhâri, Meğâzî 79; Müslim, Tevbe 53.
[404] Metinde Talha b. Abdullah şeklinde geçmiştir.
[405] Beyhaki, Delâilü'n-nübüvve, Beyrut 1405/1985, IV, 17,
V, 277-278, 371-372. Metinde düşüklük mevcut olup asıl kaynaktan
tamamlanmıştır.
[406] Metinde Hamza b. Ömer şeklinde geçmiştir.
[407] îbn Sa'd,IV, 315.
[408] Buhâri, Edeb 57; Muratta, Hüsnül-hulk 14.
[409] el-lhyâ, II, 285. Metinde mubhemlık ve düşüklük mevcut
olup tercüme el-fhyâfya göre yapılmıştır. Nâşır, dipnotta bu hadisin ibn Adî
tarafından tahnc edildiğini ve onun metin ve sened bakımından hadisin garib
olduğunu söylediğini kaydeder. îs-tısna yapılmamış şekliyle ise hadis sahihtir.
[410] Subeyğ şeklinde okunduğu da söylenmiştir, (bkz.
el-İsâbe, II, 198).
[411] Tebsiretül-hükkâm, II, 202. Kettanı bu eserden özet
olarak iktibasta bulunmuştur.
[412] Ebû Dâvud, Edeb 47. Metinde farklılık olup tercümede
Ebû Dâvud esas alınmıştır.
[413] Zurkâni, Şerhul-Muvatta, IV, 261. Nevevi ve Suyûti'nın
sözleri için bkz. Suyûti, Tenvîrül-hevâlik, III, 99.
[414] Muhammed b. Muhammed el-Hattâb'ın (ö. 953/1546), Halil'in
Muhtasarına Mevâhibül-Celîl (I, IV, Kahire 1329) adıyla yaptığı şerh
kastedilmiş olmalıdır.
[415] Yazmaları için bkz. SuppL, II, 192.
[416] Cevâhirül-ikdeyn, Bağdat 1405/1985, I/l, 211-223. Bu
konuyla ilgili geniş bilgi ve misaller verilmiştir.
[417] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/60-64.
[418] Muvatta, Kur"ân 8.
[419] Metinde Sa'd b. Yahya şeklinde geçmiştir.
[420] Metinde Abdullah b. Ümmi Gülsüm şeklinde geçmiştir.
[421] "Erşidnî" (beni irşad et) kelimesi metinde
Muvatta'nın ifadesi olarak "istedninV (bana yaklaş) şeklinde geçmiştir.
[422] Kettâni hadisin bu kısmında şu ara bilgiyi vermiştir:
"Ebû Ya'lâ'nın Müsned*inde onun Übey b. Halef olduğu, İbn Cerîr'in
Tefsîr'inde ise (bkz. Câmiul-beyân, XXX, 33) Resulullah'm (sav) Utbe b. Rebîa,
Ebû Cehil ve Abbas b. Abdülmuttalib ile fısıl-daşarak konuştuğu
belirtilir." Râzî de (XXXI, 54) Utbe b. Rebîa, Şeybe b. Rebîa, Ebû Cehil,
Abbas b. Abdülmuttalib ve Ümeyye b. Halefi sayar.
[423] Tirmizi, Tefsir 73.
[424] Râzî, et-Tefsîrül-kebîr, XXXI, 55. Kettâni iktibası
özetle vermiş olup tercümede ası] metin esas alınmıştır.
[425] Nektül-biırfyân fî nüketH-umyân, Kahire 1329/1911, s.
27.
[426] Ebû Ya'lâ, Müsned, V, 432 (hadis nr. 3123).
[427] Nektül-bimyân, s. 24. İbn Abdilber el-İstîâb,II, 502,
îbn Hacer,el-lsâbe, II, 523) ve Zurkâni, Reaulullah'ın onu 13 kez halef
bıraktığını kaydederler. (Şerhul-Mevâhib, III, 370).
[428] Ebû Dâvud, İmare 3.
[429] Hattâbî, Meâlimü's-sünen, III, 345.
[430] İhyau ulumi’d-din, II, 363.
[431] bkz. Buhâri, Edeb 44 (Hadis metninde farklılık
vardır).
[432] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/64-66.
[433] Geniş bilgi için bkz. Vâkıdi, el-MeğâzîJ, 250-252;
Hafâci, II, 53-55. Übey b. Halef yaralı olarak kaçtığı Râbiğ veya Mekke'ye altı
mil mesafedeki Şerifte Ölmüştür.
[434] Zurkâni, II, 45.
[435] Mefâtihul-ulûm, Kahire 1342, s. 72-73.
[436] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/66.
[437] Metinde Hâtım şeklinde geçmiştir.
[438] Metinde düşmüştür.
[439] Metinde Abdullah sekimde geçmiştir.
[440] Ibn Hİşâm, II, 517; Ibn Kesîr, es-Sîre, IV, 5-6.
[441] îbn Hişâm, II, 530; Ibn Kesîr, IV, 40 Metindeki
"Ma'n'ı ve kardeşini" ifadesi "veya kardeşini" olmalıdır.
Çunku bu kaynaklarda böyle geçmektedir. Vâkıdı de (III, 1046) Mâlik ile Ma'n'ın
kardeşi Âsım'ın gönderildiğim kaydeder. Ayrıca bkz s. 305.
[442] Ayyaş, metinde Abbas şeklinde geçmiştir, (bkz.
el-İsâbe, 11, 99.).
[443] Buraya kadar Mescid-i Dırâr'la ilgili olarak verilen
bılgıler-de Zurkâni tarafından zikredilmiştir.
[444] Rivayetlerde geçen "intalikâ" (ikiniz gidin)
ve "ıntalikû" (siz gıdın) ifadelerine işaret edilmiştir.
[445] Zurkâni, Şerhul-Mevâhib, III, 80.
[446] bkz. s. 305-307.
[447] Buhâri, Hars 6.
[448] el-Müdevvene, II, 8. Büveyre ve anılan beyit için
ayrıca bkz. Müslim, Cihad 30; Buharı, Meğâzi 14; Fethul-Bârî, XV, 205-206.
Mu'cemül-büldân, I, 517.
[449] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/67-68.
[450] Buhâri, Vudû 66. Ayrıca bkz. Müslim, Kasâme 9, 11.
[451] Aralarında zıtlık bulunan hadislerden, diğerine oranla
ravıleri daha güvenilir veya bununla birlikte daha çok olan hadis, sahih ve
haseni de şümulüne alan makbul hadis (bkz. Aydınlı, s. 91).
[452] Bu bilgiler Buhâri hadisinin şerhinde verilmiştir
(bkz. Fethul-Bârî, II, 135).
[453] Buhâri, Vudû 66.
[454] Müslim, Kasâme 14.
[455] Buhâri, Cihâd 152.
[456] Nesâi, Tahrîm 9.
[457] bkz. Fethul-Bârî, II, 136.
[458] Aynı yer.
[459] Burada iLk âyet yerine, ikinci âyetin baş tarafı
zikredilmiş olmalı ki, meali şöyledir: "Andolsun biz elçilerimizi açık
delillerle gönderdik ve onlarla beraber Kitabı ve (adalet) ölçü(sün)u indirdik
ki, insanlar adaleti yerine getirsinler. Ve kendisinde büyük bir kuvvet ve
insanlara birçok faydalar bulunan demiri indirdik." Burada âyetin başı
ile sonu arasındaki münasebet söz konusu edilmiş olmalıdır.
[460] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/68-69.
[461] el-tsâbe, 1,37;üsdü1-jfcâbe, 1,91. Becre kelimesi
burada ve aşağıdaBahre şeklinde geçmekte, anılan iki kaynakta ise Becre
şeklinde olup el-tsâbe'de bu husus ayrıca tasrih edilmiş bulunmaktadır.
[462] et-Târfhul-kebîr, II, 141.
[463] el-tsâbe, I, 141.
[464] Metinde Bahre şeklinde geçmiştir.
[465] el-tsâbe, III, 414;Üsdü'l-ğâbe, V, 166. Bu iki eserde
de Becre kelimesi metinde olduğu gibi Bahre şeklinde geçmiştir. Bu olay için
ayrıca bkz. îbn Kesîr, es-Sîre, III, 241.
[466] İbn Sa'd II, 64.
[467] el-tsâbe, I, 153; İbn Sa'd, II, 64.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/70.
[468] Ahkâmul-Kur'ân, IV, 1645. Metinde düşüklükler
mevcuttur.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/70.
[469] el-tsâbe, II, 420. Metinde Abdülğani b. Ka'b şeklinde
geçmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/71.