Allah
Resulü’nün Harcamalarını Yüklenen Görevli
Devlet
Başkanının Malı Konulardaki Vekili
Allah
Resülü’nün Savaşta Mal Ve Esirleri Gözetmesini Birine Emretmesi
Elçilik
Heyetinin Allah Resulümün Ashabından Bazılarının Yanında Ağırlanması
Yolcuların
Konaklaması İçin Yapılan Hanlar (Oteller)
Hastane
(Mâristân) Ve Allah Resulü Zamanında Kadın Sahabileri Bunda Çalışmaları
Allah
Resulümün Yaraya Allah'ın Adını Okuyup Üflemesini Birine Emretmesi
Tıp
Bilgisi Olmayan Kimsenin İnsanları Tedavi Etmesinin Mubah Olmadığı
Hıfzıssıhhada
Bugün Karantina Diye Bilinen Uygulamanın Temeli
Ortaya
Çıkan Bir İşte İstişare Etmek Üzere Allah Resulü’nün Hz. Ebubekir’i Özellikle
Seçmesi
İbn Cemâa'nın
Muhtasaru's-siyer'inde şu bilgi verilin Müezzin Bilâl, Resulullah'ın (sav)
harcamalarını yapmakla görevliydi. Ebû Dâvud ve J3eyhaki*nin Sünen'lerinde
Abdullah el-Hevzenf den şöyle dediği rivayet edilir: "Halep'te Bilâl'Ie
karşılaştım ve 'ey Bilal, bana, Resulullah'ın (sav) nafakası nasıldı, anlat'
dedim. O şöyle dedi: Onun hiçbir şeyi yoktu. Allah'ın kendisini peygamber
olarak gönderişinden vefatına dek bu görevi ben üstlenmiştim. Hz. Peygamber
(sav), kendisine bir insan müslüman olarak gelip de onu çıplak görünce bana
emreder, ben gider borç alır ona elbise satın alır, giydirir ve
yedirirdim."[1] İbnü'l-Münzir el-İşrâf ta
"Kitâbu*n-Nefe-kâfda, Mesrûk'a ulaşan bir senedle şu rivayeti kaydeder:
Mesruk, Abdullah b. Mesud'dan, o da Resulullah'dan (sav) şöyle buyurduğunu
rivayet eder: "Ey Bilal, infakta bulun (harca), Arş sahibinin kısacağından
korkma!."[2]
Mervân b. Kays
ed-Devsî'nin biyografisinde, onun iki hizmetçiyle ilgili kusuru ve onların
Resulullah'a (sav) şikayette bulunmaları üzerine Resulullah'ın (sav) Bilal'e
(ra) onların nafakalarını temin etmesini emrettiği zikredilir.[3] İbn
Sa'd'ın Tabakât'ında Abbâs b. Mirdâs'ın biyografisinde şu bilgi verilir: Hz.
Peygamber (sav) ona "senin dilini keseceğim" dedi ve Bılâl'e de
"sana onun dilini kesmeni emrettiğim zaman kendisine bir elbise (hülle)
ver!" buyurdu. Sonra da "ey Bilal onu götürüp dilini kes!"
buyurunca, Bilal onu götürmek üzere elinden tuttu. O, "ey Allah'ın Resulü,
dilimi mi kesecek; ey muhacir topluluğu o dilimi mi kesecek; ey muhacir
topluluğu o dilimi mi kesecek!?" diyor, Bilâl, "Resulûllah (sav) sana
bir elbise giydirip onunla dilini kesmemi (susturmamı) emretti" dedi ve
onu götürerek kendisine bir elbise verdi.[4]
es-Sîretu'ş-Şâmiyye'de
şu bilgi kaydedilir: Hz. Peygamber'in (sav) ailesinin harcamalarını yapma
görevini Bilal üstlenmişti[5] ve
maldan ne varsa onun yanındaydı. Bu bilginin benzen Şebrâmellisi'nin el-Mevâhib
haşiyesinde de mevcuttur, el-tsâbe'de müellif, Necâşi'nin oğlu[6] Ebû
Nîzer'in biyografisini vererek şöyle der: O gelerek müslüman oldu. Geçimi
hususunda Hz. Peygamber'le (sav) birlikte idi. Sonra Hz. Fatıma'nın yanında,
sonra da onun oğlunun yanında kaldı.[7]
Ebû Davud'un
Sünen'inde Câbir b. Abdullah'tan şöyle dediği rivayet edilir: HHayber*e gitmek
isteyerek Resulullah'a (sav) geldim. Bana şöyle buyurdu: Vekilime vardığında
ondan 15 v e s k al, eğer senden bir işaret (alâmet) göstermeni isterse elini
onun köprücük kemiğinin üstüne koy."[8] İbn
Fethûn ez-Zeyl'de Mervân b. Ciz* el-Ensârî'nin biyografisini vererek şöyle der:
O, Resulullah'ın (sav) Hayber ganimetinden kalan payları üzerindeki “e m î n”
i idi.
el-tsabe'de müellif,
onun biyografisini verir ve bu bilgiyi İbnü'l-Kelbî’den naklen zikreder.[9]
el-tsâbe'de müellif,
Mesud el-Kârî'nin biyografisini vererek şöyle der: O, Huneyn[10] Gazvesi'nde
ganimetlerin korunmasıyla görevliydi. Resulullah (sav) ona, esirleri ve mallan
Ci'râne'de tutarak gözetmesini emretti. Ebû Ömer de özet olarak bu şekilde
zikreder.[11] İbnül-Kelbfnin
Cemhere'sin-deki[12] bilgi ise şöyledir:
Resulullah (sav)
Amr[13] b.
el-Kârî'yi Huneyn Gazvesi'nde ganimeti korumakla görevlendirdi.[14]
Devlet Başkanının
Başkent Dışında Emrettiği Konularda Harcamada Bulunması İçin Mal İle Gönderdiği
Kimse
İbn İshak'ın
Sîret'inde Resulullah'ın (sav) Mekke fethinden sonra Halid b. Velid'i Benî
Cezîme kabilesine göndermesi, onun orada kan dökmesi ve Resulullah'ın (sav)
bundan duyduğu üzüntü zikredilmekte olup Resulullah (sav) bunun üzerine Ali
b. Ebî Tâlib'i (ra) çağırarak şöyle buyurduğu kaydedilin "Ey Ali, şu
kavme git, durumlarına bak ve (onlara karşı yapılan) Câhiliyye devri
uygulamasını ayaklarının altına al." Hz. AH çıkarak yanında Resulullah'ın
(sav) gönderdiği malla birlikte onlara geldi. Ödenmemiş ne bir kan[15]
bedeli ve ne bir mal kalmayacak şekilde onlara kanlarının diyetini ve kendilerinden
alınan malları ödedi. Yanında biraz mal arta kaldı. Onlardan ayrılacağı sırada
şöyle dedi: "Size ödenmemiş bir kan bedeli veya mal kaldı mı?."
Onlar, "hayır" karşılığını verdiler. Bunun üzerine "Maldan bu
arta kalanı, ne bizim ne sizin bilmediğiniz şeyler için, Allah Resulü (sav)
adına ihtiyaten veriyorum" dedi ve öyle yaptı. Sonra Resulullah'a (sav)
gelerek kendisine durumu bildirdi. Resulullah (sav) da "güzel ve isabetli
yapmışsın" buyurdu.[16]
Ebû Davud'un
Sünen'inde Abdullah b. Amr el-Huzâî'den, onun da babasından yaptığı şu rivayet
zikredilir: "Resulullah (sav) beni çağırdı; fetihten sonra,[17] Kureyş'e
dağıtması için beni bir mal ile Mekke'ye Ebû Süfyân'a göndermek istiyordu.
Bana 'kendine bir arkadaş bul" buyurdu." Hadis.[18]
el-îsâbe'de müellif,
Sa'd b. Zeyd b. Mâlik el-Ensârî'nin biyografisini verir ve Hz. Peygamber'in
(sav) Necid'den kendileriyle at ve silah alması için Benî Kureyza'dan alınan
bazı esirlerle gönderdiği kimsenin o olduğunu zikreder.[19]
Elçilik Heyetlerini
Ağırlama
Bu bâb başlığı altında
bir mukaddime ile çeşitli fasıllar mevcuttur.
İbn Hişâm Sîret'inde
îbn İshak'ın şöyle dediğini söyler: Resulullah (sav) Mekke'yi fethedip
Tebük'ten dönünce ve Sakîf kabilesi İslâm'a girip biat edince Arap elçilik
heyetleri her taraftan kendisine gelmeye başladı. İbn Hişâm şöyle der: Ebû
Ubeyde bu yılın hicrî dokuzuncu yıl olduğu ve "Elçiler yılı" olarak
adlandırıldığını bana haber verdi. İbn Ishak şöyle der: Araplar islâm konusunda
Kureyş'ten şu oymağın durumunu gözleyip duruyorlardı. Çünkü Kureyş kabilesi insanların
önder ve kılavuzları idi; Beyt (Ka'be) ve Harem'in sakinleri, Hz. İbrahim'in
oğlu İsmail'in çocuklarının halisleri idiler. Arap liderleri de bunu inkâr
etmiyorlardı. Resulullah'a (sav) ve ona tabi olanlara savaş açan da Kureyş'tı.
Mekke fethedilip İslâm hakimiyeti altına girince, Kureyş Resulullah'a (sav)
boyun eğince, Araplar artık Resulullah'a (sav) karşı savaşa güç
yetinmeyeceklerini anlayıp dalga dalga Allah'ın dinine girdiler ve Resulullah'a
(sav) her taraftan gittiler.[20]
Allah Resulü Zamanında
Elçi Heyetinin Konaklaması İçin Ev Edinilmesi Ve Yapımında Resulullah'ın Bizzat
Çalışması
Seyyid Semhûdi'nin
el-Vefâ'sında (I, 555) şu bilgi verilir: İbn Şebbe, BenîZühre'nin evleriyle
ilgili olarak şunu zikreder:[21]
Abdurrahman b. Avf in evlerinden biri de "Büyük Ev" diye
adlandırılmıştı ki bu Humeyd b. Abdurrahman b. Avf in eviydi. Bu ev,
muhacirlerden birinin Medine'de yaptığı ilk ev olması sebebiyle "Büyük
Ev" diye adlandırılmıştı. Abdurrahman, Resulullah'ın (sav) misafirlerini
burada ağırlardı. Bu eve "Misafirler Evi" de deniliyordu.
Misafirlerden biri oradan birşey çaldı, Abdurrahman bunu Resulullah'a (sav)
şikayet etti. A'rec'in ilen sürdüğüne göre Hz. Peygamber (sav) bizzat kendisi
onun yapımında çalışmıştı.[22]
Semhûdi bu bilgiyi Hulâsatü'l-Vefâ'da (s. 187) özetle vermiş olup o esere
bakınız.[23]
Ebu'r-Rebî el-Kelâî
el-Iktifâ'da Vakıdi'den naklen şu bilgiyi zikreder: Habib b. Amr şunu
anlatıyordu: "Biz Selâmân[24]
kabilesi heyeti olarak Resulullah'a (sav) geldik, yedi kişiydik. Mescid'in
kapısına vardık, Resulullah (sav) çağrıldığı bir cenazeye gitmek üzere meşe i
d den çıkarken karşılaştık, kendisini görünce "Allah'ın selamı üzerine
olsun, ey Allah'ın Resulü" dedik. Resulullah (sav) da "Selam sizin
de üzerinize olsun, kimlersiniz?" dedi. Biz de "Selâmân'dan bir grup.
Müslüman olmak üzere sana biat için geldik. Kavmimizden ardımızda kalanları da
temsil ediyoruz" dedik. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) hizmetçisi
Sevbân'a dönerek "Şunları, elçi heyetinin konakladığı yerde ağırla"
buyurdu. Sevbân bizimle çıktı, ta ki Arap heyetlerinin bulunduğu hurmalık
geniş bir eve vardı. Bu ev Remle bint Haris en-Neccâriyye*nin eviydi." Ve
Hadisi zikretti.[25]
el-Isâbe'de müellif,
adı geçen Habîb b. Amr'ın biyografisini verir ve onun bu kıssasını zikrederek
Vâkıdi'nin bu kıssayla ilgili senedini sevkeder ve Habîb'in gelişinin hicretin
onuncu yılı ŞevvâFinde olduğunu belirtir.[26] İbn
İshak da Benî Kureyza ile ilgili haberde şu bilgiyi zikreder: Sa'd b. Muâz onlar
hakkında hüküm verince Remle bint Haris en-Neccâriyye'nin evine hapsedildiler.[27]
İbn Fethûn şu bilgiyi
zikreder: Temîm kabilesinin elçilik heyeti, Uyeyne b. Hisn ve onunla birlikte
olanlar Remle'nin evine indiler. Taberi, Rem-le'nin evine onüç kişiden oluşan
Benî Kilâb heyetinin de indiğim zikreder.[28]
el-lsâbe*de müellif,
Câhiiiyye devrinin meşhur cengâverlerinden Haris b. Avf in biyografisini verir
ve Vâkuii'den naklen, onun hocalarının şöyle dediklerini kaydeder: Onüç kişiden
oluşan Benî Mürre heyeti geldi. Reisleri Haris b. Avf ti. Bu vak'a
Resulullah'ın (sav) Tebük dönüşünde olmuş ve onlar Haris'in kızının (Remle)
evine inmişlerdi.[29]
İbn Sa'd Tabakât'ında
Benî Hanîfe heyetinden sözederken şöyle der: Remle bint Haris'in evinde
ağırlandılar. Kendilerine ziyafet verildi; sabah akşam bir defasında ekmek ve
et, bir defasında ekmek ve süt, bir defasında da ekmek ve yağ verilirdi.[30]
el-Mevâhibü'l-ledüniyye*de şu bilgi verilir: "Anılan Benî Hanîfe heyeti
geldi, aralarında Müseylemetü'l-Kezzâb da bulunuyordu. Ensardan Benî Neccâr'a
mensup bir kadının evinde konakladılar." Zurkâni el-Mevâhib şerhinde şöyle
der:[31]
Hafız İbn Hacer'in de kaydettiği üzere bu kadın Remle bint Hades[32] olup
İbn Sa'd ve başkalarının zikrettikleri gibi Remle bint Haris değildir. Hades
de Sa'lebe'nin oğlu olup Remle bint Hades b. Sa'lebe b. Hades b. Zeyd el-Ensâriyye'nin
evi elçi heyetlerinin eviydi. Remle sahabi olup Muâz b. Afrâ'nın hanımıdır.[33]
Fethu*l-Bârfye ve mukaddimesine, Süheyli'nin bunun aksini ileri sürüşünü[34]
reddedişine bakınız. Zurkâni'nin Remle bint Hades şeklindeki ifadesine
gelince, bu, o kadının Hâris'in kızı olduğuna dair mükerreren geçen bilgiye
aykırı olmaktadır, el-İsâbe’de bu kadının babası iki şekilde de (Haris, Hades)
zikredilir ki onun kadınlarla ilgili ciltteki (s. 84) biyografisine bakınız.[35]
Efendimiz Hz. Ömer
(ra) de bu yolu takip etti, halifeliği sırasında misafir evleri kurdu, yolda
kalanlara ait olmak üzere buralara erzak sağladı, un,; kavut, hurma ve ihtiyaç
duyulan şeyleri koydurttu. Mekke ve Medine arasında da yol boyunca, yolda
kalanların ihtiyaçlarım karşılayacak imkanlar sağladı. Şam ile Hicaz arasında
da aynısını yaptı. Hz. Ömer'in (ra) sîretiyle ilgili kaynaklara bakınız.[36]
Allah Resulü Zamanında
Elçilik Heyetim Kendileri İçin Kurulan' Çadırda Ağırlama
İbn İshak es-Sîre'de
şöyle der: Resulullah (sav) Ramazan ayında Tebükten Medine'ye geldi. Sakîf
kabilesi heyeti de bu ay kendisine vardı. îbnj tshak onların gelişiyle ilgili
hadisi zikretmekte olup hadiste şu bilgi geçmek-,; tedir: Resulullah'a (sav)
geldiklerinde, umdukları gibi mescidinin yanında onlara bir çadır kurdurttu.
Onlarla Resulullah (sav) arasında gidip gelen de Halid b. Said b. Âs idi.[37]
Sakiflilerin kıssasını
İbn Hacer el-tsâbe'de Said b. Rebia[38]
es-Sekafi’nin nin biyografisinde zikrederek îbn Mende'ye isnâd eder.[39] Yine
el-tsâbe'de. Alkame b. Süfyân'ın biyografisinde, Yunus b. Bükeyr'in
Ziyâdâtü'1-Meğâ-zî'de Alkame'den yaptığı şu tahricini verir: Sakîf ten gelen
heyetteydim. Bize bir çadır kuruldu. Hz. Peygamber'in (sav) yanından iftar
yemeğimizi bize Bilal getiriyordu, tbn Hacer, Beğavi ve Taberâni'nin bu hadisi
Yunus yoluyla tahric ettiklerini söyler.[40]
Zurkâni Şerhu*l-Mevâhib*de "Elçiler Bâbı"nda, "onlara bir kubbe
(çadır) kuruldu" sözüyle ilgili olarak şöyle der: Yani Kur*ân'ı
dinlemeleri ve namaz kılarken insanları görmeleri için Mescid'iû yanına bir hayme
(bir tür çadır) kuruldu.[41]
Kasım ed-DelâiPde Evs
b. Huzeyfe'den şöyle dediğini rivayet eder: Sakîf heyeti içinde Resulullah'a
(sav) geldik; Ahlâf boyu Muğîre b. Şu'be'ye indi, Re sulu İlah (sav) Benî
Mâlik kolunu da bir çadıra indirdi (ağırladı). Resu-lullah (sav) her gece
yanımıza geliyordu.[42] Bu
rivayetin benzeri Ebû Davud'un Sünen'in de de geçmektedir.[43]
Hafız Şâmi Sîret'inde
bu rivayeti İbn Ebî Hayseme'ye isnad eder ki o Yahya b, Abdullah b. Evs'ten, o
da dedesinden (Evs'ten) rivayet eder. îbn Sa'd'ın Tabakât'ında şu bilgi
verilir: Sakîf heyetinden, Ahlâf boyundan olanlar Muğîre b. Şu'be'ye indiler. O
kendilerine ikramda bulundu. Nebi (sav) onlar içinde Benî Mâlik'ten olanlara da
mescidde bir çadır kurdurttu. Resulullah (sav) her gece yatsıdan sonra onlara
gelerek yanlarında durur, onlarla konuşur, ta ki ayakta kâh bir ayağına kâh
diğer ayağına dayanırdı. Kureyş'ten yana yakınır, kendisiyle onlar arasındaki
savaşı anlatırdı.[44]
Yine Tabakât'da
müellif, Abdülkays'ın biyografisinde şu bilgiyi zikreder: Abdülkays heyeti
yüklerini Remle bint Hades'in kapısı Önüne indirdi. Heyetler böyle
yapıyorlardı. Resulullah'ın (sav) Abdülkays heyetini ağırlaması on gün
sürerdi.[45] el-lsftbe'de müellif,
Necrân heyetinin gelişi kıssasını zikreder ki onlar eşraftan hıristiyan ondört
kişiydiler. Resulullah (sav) onları Ebû Eyyûb el-Ensârî'nin evinde ağırlattı.[46] Yine
el-tsftbe'de Abdurrah-man b. Ebî Mâlik el-Hemezânf nin biyografisini vererek
onun Hz. Peygamber'e (sav) geldiğini ve Resulullah'ın onu Yezîd b. Ebî
Sufyân'ın evinde ağırlattığını zikreder.[47]
el-îsâbe'de, Arap dahilerinden biri olan Kays b. Âsım'ın biyografisini vererek
onun Hz. Peygambere (sav) gelişi ve müslüman oluşunu anlatır. Numan b. Mukarrin
onu isteyerek şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, bana müsaade buyur, o
annemin misafiri olsun." Resulullah (sav) da evet, dedi.[48]
el-tsâbe'de Yezid b. Ubeydes-Sülemî'nin
biyografisinde şu bilgi verilir: İbn Şahin onu sahabeden sayar ve şu tahricde
bulunur: Yezid b. Ubeyd şöyle dedi: "Resulullah (sav) Tebük Gazvesi'nden
döndüğünde Benî Fezâre heyeti kendisine geldi. Heyette Hârice b. Husayn ve
Haris b. Kays bulunuyordu. Haris onların en küçüğü idi. Onlar Remle bint
Hâris'in evine indiler." Bu hadis mürseldir.[49]
el-lsâbe'de Ebû Sufra el-Ezdî'nin biyografisinde, Hz. Ebubekir'in de halifeliği
sırasında heyetleri bu eve indirdiğine delâlet eden bilgiler mevcuttur.[50] Yine
el-lsâbe*de Ümmü Şüreyk'in biyografisini verir ve Sahîh-i Müslim'de[51]
"Ümmü Şüreyk'in, ensardan zengin ve Allah yolunda Çok infakta bulunan bir
kadın olduğu ve misafirlerin ona indiklerine" dair bir rivayet
kaydedildiğini belirtir.[52]
İbn Sa'd'ın
Tabakalında, Eyle hükümdarı Yuhanna b. Rü'be'nin Şam, Yemen ve Bahr ahalisiyle
birlikte Resulullah'a (sav) geldiğinde Hz. Peygam-ber'in (sav) onun Bilal'in
(ra) yanına inmesini emrettiği belirtilir.[53]
Dürrü's-sehâbe'de
Osman b. Kays b. Ebi'l-Âs es-Sehmî'nin[54]
biyografisini verirken ondan şöyle sözeder: O, Mısır'daki ilk kadı olup soylu
ve saygın bir kimseydi.[55]
Mir'âtu'z-zaman'da, onun Mısır'da insanları misafir etmek için bir ev yaptıran
ilk kişi olduğu belirtilir.[56]
Allah Resulü Zamanında
Elçilik Heyetlerinin İşlerini Görmekle Görevli Kimse
Daha önce geçtiği
üzere Halidb. Said b. Âs, Sakîf heyeti ile Resulullah (sav) arasında gidip
geliyordu.[57]
Onlar, Hz.
Peygamber'in (sav) yanından kendilerine getirilen hiçbir yemeği, Halid ondan
yemedikçe yemiyorlar di. Bu bilgiyi Zurkâni el-Mevâhib'e yaptığı şerhinde
nakleder. Yine bu eserde îbn İshak'tan naklen şu bilgi verilir: Ramazan'ın
Resulullah (sav) ile birlikte oruç tuttukları günlerinde, Bilal (ra) onlara
iftar ve sahur yemeklerini getiriyordu.[58]
Hz. Peygamber (sav)
hizmetçi çocuğu Sevbân'a, Beni Selâmân[59]
heyetini, heyetlerin ağırlandıkları eve indirmesini emretti.[60]
İbn Sa'd'm
Tabakât'ında Tücîb heyetinden sözedilirken şu bilgi verilir: Nebi (sav) onları
iltifatla karşıladı, mevkilerini'üstün tuttu ve kendilerine hediye verdi.
Bilâl'e onları güzel ağırlamasını ve güzel armağanlar vermesini emretti ve
onlara bir heyete verdiğinden daha çok hediye verdi.[61]
Yine İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında şu bilgi verilir: Yemen hükümdarlarından bin olan Vâıl b. Hucr
el-Kayl, Hz. Peygamber'e (sav) musluman olarak geldiğinde, Resulullah (sav) onu
ağırlamasını Muâvıye'ye (ra) emretti. O da Vâil'ı Harre'de[62] bir
eve indirdi. Muâvıye ile onun arasında ilginç bir olay geçmiş olup bu konuda
Tabakât'a bakınız.[63]
Allah Resulü’nün
Elçilik Heyetleri İçin Yol Azığı Hazırlanmasını Emretmesi
Beyhakı, Numan b.
Mukarrm el-Muzenî'den şöyle dediğim rivayet eder:[64] Biz
dortyuz kışı Resulullah'a (sav) geldik. Dönmek istediğimizde, şöyle buyurdu:
"Ey Ömer, topluluğa azık hazırla." O da "Bende biraz hurmadan
başka bir şey yok Bunun da kavmin bir işine yarayacağını sanmıyorum"
karşılığım verdi. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Git, onlara azık
hazırla." O da onları götürdü, evine soktu, sonra onları bir ust odaya
(çardak) çıkardı Oraya girdiğimizde kul rengi develer misali (siyaha yakın
beyaz deve, develerin en semizi) hurma gördük ve topluluk ondan ihtiyaçlarını
aldılar. En son çıkan bendim, baktım, nebevi bir mucize olarak, hiçbir hurma
yerinden oynamış değildi." Şerhu'l-Mevâhib'de heyetlerin yolculuğu kısmına
(s. 43) bakınız.[65]
Allah Resulü’nün
Elçilik Heyetlerine Hediyeleri
Buhâri
"Kıtâbu'l-Cıhâd" da "Heyetlerin hediyeleri babı" başlığını
açar ve Ibn Abbâs'tan (ra) şu tahricde bulunur- "Nebi (sav) vefatı
sırasında uç şey tavsiye etti ki bunlardan bin de şu idi. Benim kendilerine
hediye verdiğim şekilde sız de elçilik heyetine hediye verin."[66]
Ibn Sa'd'ın
Tabakalında (c. I, ikinci kısım, s. 18) şu bilgi verilir. Resulullah (sav),
Kayser'in Maân valisi Ferve b. Amr el-Cuzâmî'nın elçisine[67] onı-kiukiyye vebirneş
hediye verdi ki bu da 500 dirhem eder.[68] Yine
İbn Sa'd'ın Tabakât'ında şu bilgi kaydedilir: Temîm heyeti Resulullah'a (sav)
geldiğinde, heyetlere hediye vermekte olduğu gibi onlara da hediyeler
verilmesini emretti.[69] İbn
Sa'd, Benî Neccâr'dan bir kadının şöyle dediğini zikreder: O gün heyete
bakıyordum, hediyelerini on iki u k i y y e ve bir n e ş olarak Bilal'den (ra)alıyorlardı.Onlann
en küçüğü olan bir çocuğa,ki odaAmrb.Ethem'dir,ogünbeş u k i y y e
verdiğinigördüm.[70] îbnSa'd'ın Tabak ât'in da
şu bilgi de kaydedilir: Abdülkays heyeti Hz. Peygamberce (sav) geldiğinde,
kendilerine hediye verilmesini emretti ve Abdullah el-Eşec'i onlara üstün tutarak
kendisine on iki u k i y y e vebir n e ş hediye verdi.[71]
el-Mevâhibü'1-ledüniyye'de
şu bilgi verilir: Kudâa'mn kollarından bir kabile olan Behrâ[72] heyetionüç
kişiydi. Günlerce kaldılar. Sonra Resulullah'a (sav) veda edip ayrıldılar. Re
sulu Halı (sav) onlara hediye verilmesini emretti. Zurkâni, hediyelerin miktarının
belirlenmediğini söyler.[73] Yine
el-Mevâhib'de şu bilgi kaydedilir: Gassân heyeti onüç kişiydi, müslüman oldular.
Resulullah (sav) onlara hediyeler verdi, geri döndüler.[74] Yine
el-Me-vâhib'de müellif, Kudâa'dan bir boy olan Selâmân heyetini anarak şöyle
der: "Yedi kişiydiler. Hz. Peygamber (sav) onlara hediyeler verilmesini emretti."
Zurkâni şu bilgiyi zikreder: "Bizden her erkeğe beşer u k i y y e gü müş
verildi ve Bilal (ra) özür beyan ederek o gün yanında mal bulunmadığını
söyledi. Biz de şöyle dedik: Bu hediye ne kadar çok ve değerlidir!."[75] el-Mevâ-hib'de,
Yemen'de Ezd kabilesinin bir boyu olan Âmir heyetiyle ilgili şu bilgi verilir:
"On kişiydiler, İslâm'ı kabul ettiler. Hz. Peygamber (sav) kendileri* ne,
İslâm esaslarını kaydettiği bir belge yazdı ve Übey b. Ka*b'a onlara Kur'ân
öğretmesini emretti." Zurkâni şöyle der: "Heyetlere hediye verdiği
gibi (onlara da verdi)" sözü, hediye vermenin bizzat kendisine teşbihtir.
Çünkü verdiği belirli bir hediye yoktu. Mevcut olan ne ise onu verirdi ki bu
da az çok farklı olurdu. Şöyle ki beş, on, oniki veya daha fazla u k i y y e
hediye vermiştir.
İbn Sa'd Tabakalında
Benî Hanîfe heyetinden söz ederken şöyle der: Nebi(sav),memleketlerine dönmek istediklerinde
hererkeğebeş u k i y -y e olmak üzere onlara hediye verilmesini emretti. Onlar
şöyle dediler: Ey Allah'ın Resulü, biz develerimiz ve yüklerimizin yânında
onları gözlemek üzere bir arkadaşımızı bıraktık. Resulullah (sav), ona da
arkadaşlarına yerilen kadar hediye verilmesini emrederek şöyle buyurdu: ''Sizin
develeriniz ve yüklerinizi korumasından dolayı o sizin en kötünüz
değildir." Anılan adam Müseylemetül-Kezzâb idi-[76] İbn
Sa'd Tabakât*ında Eşec Abdülkays'ın biyografisini verirken şu bilgiyi
kaydeder: Hz. Peygamber (sav) Abdülkays heyetine hediyeler verilmesini emretti
ve Abdullah el-Eşec'i onlara üstün tutarak kendisine oniki u k i y y e ve bir n
e § verdi. Bu miktar, Resulullah'ın (sav) heyetlere hediye olarak verdiği en
çok miktardı.[77] Hafız Sami'nin
es-Sübül'üne bakınız.[78]
Allah Resulü’nün
Elçiler Geldiğinde Güzel Giyinmesi
Ebû Nuaym ve Vâkıdi,
Cündeb b. Mekîs'ten[79] şu
rivayeti tahric ederler: "Nebi (sav), kendisine elçilik heyeti geldiğinde
elbiselerinin en güzelini giyer ve ashabının ileri gelenlerine[80] de
böyle yapmalarını emrederdi. Kinde heye-tikendisine geldiğinde, üzerinde Yemeni
bir elbise (hülle)gördüm;Ebubekir ve Ömer de onun gibi giyinmişlerdi."
İbnü'l-Hindî bu hadisi Kenzü'l-u mm âl'de elçiler bahsinde vermiştir.[81] Bu
hadis İbn Sa'd'ın Tabakât'ında da Cündeb b. Mekîs'in biyografisinde geçer.[82]
İbn Sa'd'ın hocası
Muhammed b. Ömer el-Eslemî'nin Kitâbü'l-Vüfûd adlı bir eseri olup Hafız Şâmı
Sîret'inde şöyle der: "Bu eserde, îbn Sa'd'ın temas etmediği önemli
bilgiler vardır." el-İsâbe’de Alkame b. Süfyân'ın biyografisine bakınız.[83]
Bazı âlimler, hanlar
konusunu "Oturulmayan ve içinde eşyanız bulunan evlere (izinsiz)
girmenizden dolayı size bir günâh yoktur" (Nûr 24/29) âyetinden istidlal
ederler. Bunu zikreden birçok kişiden biri de Ravdi olup Şerhu'I-Unmûzec'te
bahseder.
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında (III, 203) şu bilgi verilir: Hz. Ömer (ra) köle (rakîk) evi
yaptırdı ki bazıları buna un (dakik) evi derler. Yolda kalanlara (yolculara) ve
kendisine inen yolculara ait olmak üzere oraya un, kavut, hurma, yağ ve
ihtiyaç duyulan şeyleri koydurttu. Hz. Ömer, Mekke ile Medine arasında Sebül
yoluna yolcuların ihtiyaç duydukları ve kendilerini bir sı dan (konakyeri)
diğer suya ulaştıracak şeyleri koydurttu.[84] Yine
İbn Sa'd'ı Tabakalında (III, 220) şu bilgi kaydedilir: Yol boyunca ikamet
edenler H Ömer'den Mekke ile Medine arasında yapı kurmak için izin istediler. O
d kendilerine izin vererek şöyle dedi: Yolcu su ve gölgeye daha layıktır.[85]
Cevheri es-Sıhâh'ta
şöyle der: Mâristân, "hastalar evi" demek olı Arapçalaştırılmış bir
kelimedir.[86] İbnü's-Sikkit'ten şöyle
dediği nakledili Âlimlerin zahidi Ebû Nasr b. İsa şöyle dedi: Hipokrat,
mâristân kuran i kimsedir. Şöyle ki o evine yakın bir yerde bir bahçe yapmıştı.
Ora hastalar[87] için ayrı bir yeri vardı
ve hastaların tedavisiyle ilgilenmek üze oraya hizmetçiler koymuştu.[88]
Sahîh-i Müslim'de Hz.
Âişe'den şu rivayet nakledilir: wHeı dek savaşında Sa'd yaralandı; Kureyş'ten
biri ona ok atmışt Resulullah (sav) mescidde ona bir çadır kurdurttu, kendisi]
yakından ziyaret ediyordu."[89] İbn
tshak es-Sîre'de şöyle de Resulullah (sav) Sa'd b. Muâz'ı, mescidinde, Eşlem
kabilesi] den Rufey de adlı bir kadının çadırına koydurttu. Ruf ey de y, rahlan
tedavi ediyor, müslümanlardan sıkıntıya düşmi olanların hizmetine kendisini
adamış bulunuyordu.[90]
Bu, Hz. Peygamber
(sav) zamanında hastanelerle ilgili olarak bildi] miz en geniş bilgidir.
Müslüman
hükümdarlardan hastane kuran ilk kişi VeL b. Abdülmelik'tir. 0,88 (707) yılında
hastane açarak oraya t bipler koymuş ve masraflarını karşılamıştı. Kaçmamala
için cüzzamh hastaların hapsedilmelerini emretmiş, onla ve körlere erzak tahsis
etmişti.[91]
Şüphesiz, bunun
manası, kendi zamanında imkân ve şartların uygunluğuna bağlı olarak Velid'in
hastaneyi genişleten, tezyin eden ve gerekli şeylerini sağlayan ilk kimse
olduğudur. Yoksa el-İsâbe’de şu bilgi kaydedilmiştir:[92] Ibn
İslı ak, Rufeyde el-Ensâriyye veya el-Eslemıyye'yı Sa'd b. Muâz'ın Hendek'te
kendisine ok isabet etmesiyle ilgili kıssasında zikreder ki Resulullah (sav) bu
vesileyle şöyle buyurmuştu: "Onu Rufeyde'nın mescıddekı çadırına koyun, ta
ki onu yakından ziyaret edeyim." Rufeyde yaralıları tedavi eden ve
muslumanlardan bir sıkıntıya düşenin hizmetine kendisini adayan bir kadındır.
Buhâri el-Edebü'1-müfred'de şöyle der: Ebû Nuaym bize haber verdi, ona
İbmı'l-Gasîl, Asım b. Ömer b. Katade'den, o da Mahmud b. Lebîd'den şöyle
dediğini nakletti: Hendek gunu Sa'd'ın kolundaki damar yaralanınca, onun
Rufeyde denilen kadının yanına götürülmesi söylendi. Rufeyde hastalan tedavi
ediyordu. Resulullah (sav) Sa'd'a her uğradığında ona "nasıl
sabahladın?," "nasıl geceledin?" diye sorar, o da kendisine
haber verirdi.[93] Buhâri bu hadisi
et-Târih*te[94] de Sa'd'ın vefatı
kıssasında vermekte olup senedi sahihtir. Mustağfiri bu hadisi Buhâri yoluyla,
Ebû Musa da Mustağfiri yoluyla verirler.[95]
el-tsâbe'de müellif,
"Kâf harfinde Kuaybe bınt Said el-Eslemiyye'yi buna benzer şekilde zikreder
ki o Rufeyde'nin kardeşidir.[96]
İbnü'l-Cevzî
Sıfatu's-safve'de Hişâm b. Urve*nin şöyle dediğini kaydeder: Urve Hz. Âişe*ye
(ra) şöyle dedi: "Ey anneciğim senin şiir bilgine pek şaşmıyorum. Çünkü
sen Ebubekir'in (ra) kızısın. O bu konuda insanların en bilgilisiydi. Fakat senin
tıp bilgine hayret ediyorum. Bunun üzerine Hz. Âişe (ra) onun omuzuna vurarak
şöyle dedi: Resulullah (sav) ömrünün son demlerinde hastalandı; her taraftan
kendisine Arap heyetleri geliyordu, ona tedavi şekilleri anlatıyorlar ve ben
de onları tedavide uyguluyordum. İşte (tıp bilgim) buradan geliyor.[97]
el-İsâbe’de Hz.
Âişe'nin (ra) biyografisinde, Hişâm b. Urve babasının şöyle dediğini nakleder:
Ben fıkıh, tıp ve şiirde Âişe'den daha bilgilisini görmedim.[98]
Ebü'l-Hasan İbn Tarhân
el-Hamevfnin el-Ahkâmu'n-Nebeviyye'sinde şu bilgi verilir: Nebi (sav), sağlık
ve hastalık hallerinde tıbbî ölçüleri uygulamaya devam ederdi. Şöyle ki,
sağlığında, az yemesi, beden eğitimi ve birinin sıcaklığının diğerinin
soğukluğunu, diğerinin soğukluğunun berikinin sıcaklığını giderdiğini
söyleyerek taze hurmayı hıyar ve kavunla yemesi gibi[99] sağhğını
koruyucu tedbirler almasıyla. Ayrıca, her gece uyurken gözlerini sürme taşı
(artimuan) ile sürmelemesi ve şiddetli sıcak zamanında öğle namazını tehir
etmesi gibi ki "öğle namazını serin vakitte kılın" buyururdu.
Hastalığı halinde tedaviye başvurduğu hususu ise rivayet edilen sahih haberlerle
sabittir. Bu haberlerden biri Urve'nin (ra) Hz. Âişe'den (ra) rivayet ettiği şu
hadistir: "Resuluüah'ın (sav) hastalığı arttı, Arap ve Acem doktorları
ona geliyorlar, tedavi yollarını tarif ediyorlar, biz de kendisini tedavi
ediyorduk." Hz. Âişe'nin (ra) şöyle dediği de rivayet edilmiştir:
"Resulullah (sav) Ömrünün son günlerinde hastalandı, her taraftan Arap
heyetleri kendisine geliyorlardı. Ona tedavi şekillerini anlatıyorlar, ben de
bunlarla onu tedavi ediyordum." Böylece, Resulullah'ın (sav) tedavide
bulunduğu ve sağlık ve hastalığında tıbbî ölçüleri uyguladığına dair
zikrettiğimiz husus sabit olup birçok sahih hadiste de tedavi olmayı
emretmiştir.[100]
el-Mevâhib'de şu bilgi
verilir: Resulullah (sav) yiyeceklerin özellik ve mahiyetlerini gözönüne alır
ve onları tıp ölçülerine göre kullanmaya itina gösterirdi. İki yemekten
birinde, sıcaklığını mutedil hale getirme ve güzelleştirmeye ihtiyaç
duyulduğunda, onun sıcaklığını (aksi bir yiyecekle) keser ve mutedil hale
getirirdi. Bu da ilaç ve karışımlarda büyük bir esastır. Buna imkan
bulamadığında ise israfa gitmeden ihtiyaç ve lüzum ölçüsünde onu yerdi.[101]
Ebû Abdullah
Ekensûs'un el-Ceyşü'1-aremremü'l-humâsî adlı eserinin sonunda şu bilgi
verilir: Tevekkül edenlerin efendisi, tedavi esaslarını belirleyip koydu.
Bizzat kendisine uygular, başkalanna da yapmalarını emrederdi. Hatta Hz.
Peygamber'in (sav) ilaçlarının piştiği çömleğin ateşten hemen hemen hiç
inmediği söylenir.
Ebû Davud'un Sünen'mde
Sa'db. Ebî Vakkâs'tan şu rivayetnakledilir:
"Hastalandım,
Nebi (sav) beni ziyarete geldi. Elini iki mememin arasına koydu, ta ki
soğukluğunu kalbimde duydum. Ve şöyle buyurdu: 'Sen kalbinden hastalanmışsın,
Benî Sakîften Haris b. Kelede'ye git, o tıp bilgisine sahip biridir...'"[102]
Yani o mutlak olarak veya bu hastalık türünde tıp bilgisine sahiptir. Bu
durumda sözkonusu hastalığın maharet ve ustalık gerektirdiği anlaşılmış olur.
Bunu Siinen'i şerhedenler söylemiştir.
Hafız Zehebi
et-Tecrîd'de Hâris'in biyografisini verirken şöyle der: Onun Veda Haccı'nda
Sa'd'ı tedavi ettiği söylenir. İbn Sa'd'ın senedsiz olarak zikrettiği üzere,
Nebi (sav) hastaların ona giderek hastalıklarını sormalarını emrederdi.[103] Bu
bilgi İbn Sa'd'ın Tabaka t'm da beşinci cilt 372. sayfadadır.
îbn Tarhân, Haris b.
Kelede'nin Hz. Ebûbekir (ra) ile birlikte yemek yemeleri ve onun "bir
yılın zehirini yedik" demesi ve her ikisinin aynı günde vefat etmeleriyle[104]
ilgili kıssayı zikrettikten sonra şöyle der: Haris b. Kelede, Arap tabiplerinin
en üstünlerinden biriydi. Tâifliydi. Câhiliyye devrinde Fars'a gitti. Orada ve
Cündişapur âlimlerinden tıp bilgisi öğrendi. Bu dalda maharet kazandı, Fars
memleketlerinde tabiplik yaptı ve çok mal elde etti. Fars'ta onu görenler
ilmine şehadette bulundular ve adı aralarında yayıldı. Sonra memleketine döndü,
Araplar arasında tabipliğiyle şöhret buldu, İslâm'ın zuhuruna ulaştı.
Resulullah (sav), kim hastalanırsa ona gidip danışmasını emrederdi.
İbn Kayyim,
el-Hedyü'n-Nebevf de, adı geçen Hâris'ten sözle şöyle der: O Arapların tabibi,
hatta en tabipleri idi. Hipokrat kendi toplumu için ne ise o da onlar için
öyleydi.[105] İbn Mende, İsmail b.
Muhammed b. Sa'd yoluyla, onun babasından şu rivayetini tahric eder: Sa'd
hastalandı. Nebi (sav) onu ziyaret etti ve "Allah'ın sana şifa vermesini
umarım" dedi ve Haris b. Kelede'ye "Sa'd'ı tedavi et" buyurdu.
îbn Sa'd, Hâris'in
İslâm'ı kabul ettiğine dair görüşün doğru olmadığını söyler. İbn Abdilber
el-lstîâb'da şöyle der: Bu, ehil (mütehassıs) oldukları takdirde, tedavi
konusunda kafirlere danışmanın caiz olduğuna delalet eder,[106]
Bunu Hafız Münziri thtisâru’s-Sünen'de, vezir Ebü'l-Hasan b. Yusuf el-Kıftî
Ahbâru'l-hukemâ'da,[107] îbn
Hallikân Vefeyâtti'l-a'yân'da,[108] İbn
Badis Şerhu'l-Muhtasar'da, Huzâi bu bahiste[109] ve
imamlardan bir grup naklederek tasdik ederler.
Hafız İbn Hacer
el-tsâbe'de şöyle der: Bu, tedavi konusunda ehl-i zim-me'den yardım istemenin
caiz olduğuna delâlet eder.[110]
Nureddin Ali eş-Şebrâmellisî, el-îsâbe*nin bu ibaresini el-Mevâhib haşiyesinde
hocası Şemsüddin eş-Şevberî eş-Şâfn vasıtasıyla naklederek ardından şu ilavede
bulunur: Derim ki, bu, ehl-i zimme tarafından tedavi edilmenin caiz olmadığına
dair imamların belirttikleri görüşe aykırıdır. Ancak şu denebilir: Neh-yedilen
husus, ilacın tesbiti ve buna göre uygulamada bulunmada onlara uymadır. Burada
ise teşhis Hz. Peygamber (sav) tarafından yapılmış, yardımın istenmesi ise
ilacın terkibi konusunda olmuştur.
Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'ınde bu konuda sarahat derecesinde bilgi mevcut olup bu da onun Urve b.
Zübeyr'den, onun da teyzesi Âişe es-Sıddı-kiyye'den (ra) şöyle dediğine dair
tahric ettiği rivayettir: "Hz. Peygamberin (sav) hastalığı arttı, Arap ve
Acem tabipleri kendisine geliyorlar ve ona teşhiste bulunuyorlardı, biz de
kendisini tedavi ediyorduk." Şemsüddin es-Seffârinî de Gıdâu'l-elbâb'da[111] (I,
392) bu rivayeti ona isnad eder.
İbn Sa'd'ın
Tabakalında Hz. Âişe'den (ra) şu rivayet nakledilir: "Re-sulullah (sav)
hasta idi; Araplar kendisine teşhiste bulunuyor, onların yaptığı teşhise göre
tedavi ediliyordu. Acemler teşhiste bulunuyor ve ona göre tedavi
ediliyordu" (ikinci kısım, I. cilt, s. 116). Daha önce, İbn Tarhân'ın
el-Ahkârau'n-Ne beviy ye'sinden naklen, Hz. Âişe'nin bu sözünün sahih
is-nadlarla rivayet edildiği belirtilmişti. İbn Tarhân bir başka yerde bu
bilgiyi tekrarladıktan sonra şöyle der: Bu, Hz. Peygamber'in (sav) tedaviye
başvurduğuna delâlet eder. Şüphe yok ki o sırada Acemler veya onların çoğu
küffârdı. Buna rağmen Hz. Peygamber (sav), o sırada içlerinde kendisine güvenilen
kimselerle onlara güven hasıl olduktan sonra, bu konuda onlara danışıyordu.
Mezkur hadisten, Acem tabiplerin Hz. Peygamber'e (sav) geldikleri
anlaşılmaktadır, Fakat kendi kendilerine mi ona geliyorlardı, istek üzerine
veya meselâ elçilik gibi bir maksatla mı geliyorlardı? Bu konuda ibare etraflı
olup o esere bakınız.
Kadı Iyâz
el-Medârik'te Şeyh Ebû Ishak el-Cebniyânî'yi[112] tanıtırken
şöyle der: Ebü'l-Hasan[113]
el-Kâbisî şöyle dedi: Onun yanından çıktığımız sırada, bir çocuğun bizim için
tutmakta olduğu hayvan elinden kaçtı. Ben de şöyle dedim: "Onu gücü
yetmeyen bir ^ uğa verdiniz, kayboldu." Ebû Ishak, bana, çocuğu gıybet
ettiğimi söyledi. Ben de ona, çocuğu durumuyla, gücünün azlığıyla tavsif
ettiğimi ve Sünnet'de de bunun mubah olduğunu gösteren delil bulunduğunu
söyledim. O da Hz, Peygamber'in (sav) evlenme konusunda kendisiyle istişare
eden kadına şu söyledikleridir: "Ebû Cehm'egelince, o asasını omuzundan
hiç indirmez.[114] Muaviye ise fakir bir
adamdır, hiç malı yoktur." Ebû Ishak bana şöyle dedi: Bunda, iddiau. delil
yoktur, çünkü kendisine danışılan kimse güvenilir sayılır. Hem ona, görüş u
.stikametinde evlenmek veya bundan vazgeçmek için danışıyordu. Bizim mesele ise
böyle değildir. Aksine sünnette seni bundan menedecek şu delil vardır: Hz. Peygamber'e
(sav) iki hıristiyan tabip geldi. Çıktıklarında, Resulu11ah (sav) şöyle
buyurdu: "Eğer gıybet olmasaydı, onlardan hangisinin daha tabip olduğunu
size söylerdim." Ebü'l-Hasan şöyle der: "O iki tabibin hıristiyan
olduklarını bundan önce bilmiyordum."[115]
İbn Arâfe Tefsîr'inde
"Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın (tecessüste bulunmayın)"
(Hucûrât 49/12) âyetini ele alırken bu kıssanın ardından şöyle der: İki
tabiple ilgili hadisin manasının şöyle olması da muhtemeldir: "Her iki
tabip de maksadın hasıl olması için kendilerinde bulunması gereken seviye
bakımından eşit olup birisi, terkedilmesi zarar vermeyen ve tedavi ve teşhise
nakısa getirmeyen tamamlayıcı bilgiler konusunda fazla bilgi sahibi olup
fizikî ilimler bakımından üstünlük sağlamıştır. Bu durumda birini diğerine
üstün tutmak gıybet sayılır. Fakat onlardan üstün tutulmayanın (mercûh) tedavi
konusunda yeterli olmaması halinde, bu durumun dile getirilmesinin gıybet
sayılmayacağı anlaşılmaktadır." Burada kıssadan kastedilen, Kadı Iyaz'ın
Kâbisi'den iki hıristiyan tabip ve Resulullah'ın (sav) onlarla birlikte
oluşuyla ilgili olarak zikrettiğidir.
İbn Sa'd Tabakât'da,
Muaykıb ed-Devsî'nin biyografisinde Mahmud b. Lebîd'den cüz zamlı kimseyle
birlikte yemek yeme kıssasını tahric etmiş olup bu kıssada şu bilgi verilir:
Hz. Ömer (ra), tedavi yaptığını duyduğu herkesten onu tedavi etmesini istedi.[116] Bu
hususla ilgili kıssa Kenzül-um-mâl'de (V, 191) etraflı bir şekilde verilmiştir.[117]
İmam Mâlik, îbn Ebî
Şeybe, İbn Cerîr, Harâiti Mekâriimı'l-ahlâk'ta ve Beyhaki, Amre bint
Abdurrahman'dan şu tahricde bulunur: "Hz. Ebube-kir (ra) Âişe'nin (ra)
yanına girdi, o rahatsızlıktan şikayette bulunuyor, ya-hudi bir kadın da
kendisini okuyup afsunlayarak tedavi ediyordu. Bunun üzerine Hz. Ebubekir
kadına 'onu Allah'ın Kitabı'yla okuyup tedavi et (afsunla)' dedi."[118] İbn
Cerir, Amre'den şu tahricde bulunur: "Yahudi bir kadın Hz. Âişe'yi okuyup
afsunlayarak tedavi ediyordu. Hz. Ebubekir onun yanına girdi, okuyup üflemeyi
hoş karşılamıyordu, o kadına "onu Allah'ın Kitabı ile okuyup tedavi
et" dedi.
İmam İbn Müflih
el-Hanbelî el-Âdabu'ş-şer'iyyetü'1-kübrâ adlı eserinde "Kâfir ve zimmfye
tedavi olmak"[119]
şeklinde bir fasıl başlığı açarak orada İmam Şeyhülislâm İbn Teymiyye'den şu
bilgiyi nakleder: Yahudi ve hıristiyan kimse tıp konusunda mahir ve insan
katında güvenilir olursa, kendisine mal emanet etmek ve muamelede bulunmak
nasıl caiz ise, tedavi için başvurmak da caizdir. Allah Teâlâ şöyle
buyurmuştur: "Ekl-i Kitap'tan öylesi var ki kendisine yüklerle emanet
bıraksan onu sana öder..." (Âl-i İmrân 3/75). Sahîh-i Buhâri'de şu rivayet
nakledilir: "Hz. Peygamber (sav) hicret ettiği sırada usta kılavuz bir
müşriki ücretle tuttu."[120]
Nefsi ve malı konusunda ona güvendi. Huzâahlar müslümanları ve kâfirleriyle Hz.
Pey-gamber'in (sav) sırdaşları (mutemetleri)[121]
idiler. Resulullah'ın (sav) kafir olan Haris b. Kelede'ye tedavi için
başvurulmasını emrettiği rivayet edilmiştir. Bir müslümanın yanında tedavi
görmesinin mümkün olması halinde ise ona emanet bırakma veya onunla muamelede
bulunma imkanına sahip olması gibidir. Binaenaleyh bu durumda müslümanı
bırakıp kâfire gitmesi uygun düşmez. Fakat kitâbî'ye (hıristiyan, yahudi)
güvenme veya ona tedavi için başvurma durumunda kaldığı zaman bunu yapabilir.
Böyle yapması, yahudi ve hıristiyanı veli edinme yasağı çerçevesine giren bir
davranış değildir. Ona güzel olan şekilde hitabetmesi, güzel bir davranış
olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "İçlerinden zulmedenleri hariç, ehl-i
kitapla ancak en güzel Şekilde mücadele edin..." (Ankebût 29/46). Hattâbi,[122]
Hudeybiyye antlaşması ve Resulullah'ın (sav) Huzâa'dan bir casus gönderip onun
verdiği haberi kabul etmesine dair hadisle ilgili olarak şöyle der: Bu
hadiste, teşhisi konusunda zan ve töhmet altında bulunmaması halinde kafir
tabibin hastalığı teşhis ve tedavi şekli konusunda sözünü kabul etmenin caiz
olduğuna delil vardır.[123]
Hafız İbn Kayyim'in
Bedâiu'i-fevâid adlı eserinde şu bilgi geçer: Hz. Peygamberin (sav) hicret
sırasında Abdullah b. Uraykıt ed-Düelî'yi[124]
kafir olduğu halde kılavuz olarak tutmasında, velâyet'i"adal et "i[125]
gerektirmedikçe kafir kimseye tedavi, sürme, ilaç, yazı, hesap, ayıplar vb.
konularda başvurmanın caiz olduğuna delil vardır. Kafir olma özelliği, hiçbir
konuda kendisine güvenilmemesini gerektirmez. Çünkü hiçbir şey yolda, hele
hicret yolu gibi bir yolda kılavuzluk yapmak kadar tehlikeli değildir.
İbn Muflih, bunun
misalini Mervezi'den naklen zikreder: Ebû Abdullah'ın, yani Ahmed b. Hanbel'in
yanına hıristiyan birini getirdim, onun hastalığını teşhise başladı, Ebû
Abdullah da onun açıklamalarını yazıyordu. Sonra bana emretti, ben de kendisine
(ilaçlan) satın aldım.[126] Bu
bilgi el-Âdâbü'l-kübrâ'dan nakledilmiş olup o ne geniş ve muhtevalı kitaptır!
İbn Ebi Usaybia[127]
Tabakâtü'l-etibbâ'da, Muaviye ve ondan sonraki îslâm hükümdarlarının
kendilerinde tedavi gördükleri hicrî birinci yüzyıl hıristiyan tabiplerinden
bir grubun biyografisini verir. Ebül-Hakem adlı bir tabibin biyografisinde
onunla ilgili olarak şöyle der: Hıristiyan bir tabipti, her türlü tedavi
yollarını biliyordu. Onun anılagelen operasyonları vardır. Muâviye b. Ebî
Süfyân, kendisinde aradığı özellikler sebebiyle ona tedavi olur ve ilaçların yapımında
ona güvenirdi.[128]
Yine Tabakâtü'l-etibbâ'da İbn Esâl'in biyografisini vererek şöyle der: Şam'da
(Dımaşk) önde gelen tabiplerden biriydi, hıristiyandı. Muâviye Şam'ı ele
geçirince onu özel tabibi yaptı ve kendisine iyi davrandı. Onun yokluğunu duyar
(sık sık arar), kendisine güven besler, gece gündüz onunla sohbet ederdi. İbn
Esâl, müfred ve mürekkeb ilaçlar ve güçlerini (tesirlerini), onlardan öldürücü
zehir olanları bilme konusunda mahirdi. Muâviye bundan dolayı onunla çok
yakınlık kurmuştu. Uyûnu'l-enbâ'ya bakınız.[129]
İmam Muhammed b.
Abdülkavi el-Merdâvî el-Hanbelî âdaba dair manzumesinde[130] bu
konuya işaretle şöyle der:
Ehl-i zimme'ye
güvenmemiz mekruhtur Bir mala sahip olmak veya paylaşmak için, bil Mekruhtur
zaruretsiz onlara tedavi olmak Yaptıkları ilaçlar da tuzaktır.
Seffârini, bu
manzumenin şerhinde "zaruretsiz" sözüyle ilgili olarak şöyle der:
"Zaruret sebebiyle ehl-i zimme'ye tedavi için başvurmak mekruh değildir.
Çünkü ihtiyaç bunu gerektirmiş ve onlara tedavi olmakla zarara uğranılacağı da
muhtemel bir düşünceden (vehim) ibarettir. Halbuki hastalık (ve ondan doğacak
zarar) bilinmektedir. Bu da, vehmedilen bir zarara uğramak korkusuyla, bilinen
bir zararı ortadan kaldıracak çareye başvurmaya mani değildir."
Seffârini, daha sonra, îbn Müflih vasıtasıyla Şeyhülislam îbn Teymiyye'den
nakledilen sözü zikreder. Arif en-Nâblusî'nin et-Tarî-katu'l-Muhammediyye'ye
yaptığı şerhe (I, 236) bakınız.
İbn Cülcül Tabakalında
Ebü Rimse Rifâa'yı anarak şöyle der: Resulullah (sav) zamanında tabipti, cerrahlıkta
mahirdi.[131] Ebû Davud'un Sünen'inde
Câbir'den (ra) şu rivayet nakledilir: "Nebi (sav) Übey'e bir tabip gönderdi,
ondan bir damar kesti."[132] tbn
İshak'ın Rufeyde el-Eslemiyye ile ilgili WO, yaralıları tedavi ediyor,
müslümanlardan sıkıntıya düşenlerin hizmetine kendini adamış bulunuyordu"
sözü daha önce geçmişti.[133]
el-lsâbe'de müellif,
Şemerdil b. Kabbâb el-Ka'bî en-Necrânî'nin biyografisini verir ve Hatib'in
el-Müttefik (ve'1-müfterik) adlı eserinden naklen şu bilgiyi zikreder: O
tabiplik yapıyordu. Hz. Peygamber (sav) tıbbî meselelerde onunla müzakerede
bulundu, sonunda Şemerdil Resulullâh'ın (sav) dizini öptü ve "Seni hak ile
gönderene andolsun ki tıbbı benden daha iyi biliyorsun" dedi. Hatib, bu
hadisin isnadının münakaşa götürdüğünü, İbnü'l-Cevzî de rivayet zincirinde
meçhul ravilerin bulunduğunu söyler.[134]
el-lsâbe'de Dımâd b. Sa'lebe el-Ezdfnin biyografisini vererek şöyle der:
Dı-mâd, Hz. Peygamberdin (sav) arkadaşıydı, akıllı biriydi, okuyup üfleyerek
(afsunla) tedavi
ederdi.[135] İbn Abdilber de
el-İstîâb'da onu böyle anar.[136]
İbn Ebî Usaybia
Tabakâtu'I-etibbâ'da bir bâb başlığı açarak şöyle der: "İslâm'ın zuhurunun
ilk zamanlarındaki Arap ve diğer tabiplerin taba-katına dair yedinci bâb."[137]
Burada Haris b. Kelede,[138]
oğlu Nadrb. Haris[139] ve
İbn Ebî Rimse et-Temîmî'nin biyografilerini verir ve bu sonuncusu ile ilgili
olarak şöyle der: Resulullah (sav) zamanında tabipti, cerrahlık yapıyordu.
Nuaym, İbn Ebî Uyeyne'den, o İbn Ebcer'den, o Ziyâd'dan, o Lakît'ten, o da İbn
Ebî Rimse'den şöyle dediğini rivayet eder: Hz. Peygamber'e (sav) geldim, iki
omuzu arasında mühürü gördüm. "Ben tabibim, bırak onu tedavi edeyim"
dedim, şöyle buyurdu: "Sen mahir ve latif bir kimsesin, tabip ise Allah'tır,"
Süleyman b. Hassan şöyle dedi: Resulullah (sav) onun el maharet ve hafifliğine
sahip (iyi bir cerrah) olduğunu fakat ilimde üstün olmadığını bilmiş olup bu da
onun "tabip Allah'tır" sözünden anlaşılmaktadır.[140]
Faydalı bir bilgi:
Hukne, ilk hicri asırda biliniyordu. Ebû Nuaym, Said b. Eymen'den şu tahricde
bulunur: Bir adam hastalıktan acı duyuyordu, insanlar ona hukne yapmasını
tavsiye ettiler, O da Ömer b. Hattâb'a sordu, Hz. Ömer onu bundan menetti.
Ağrısı baskın olunca hukne yapta ve hastalıktan şifa buldu. Hz. Ömer onu gördü
ve iyileşmesini sordu, o da hukne yaptığını söyledi. Hz. Ömer de "eğer
tekrar hasta olursan yine hukne yap" dedi. İbnü'l-Hindî bu rivayeti
el-Kenz'de "Kitâbu't-Tıb" da zikreder ve onu kaydettiği yere "hukne"
adıyla bir başlık açar. Bu da Arapların hukneyi (şırınga) bildiklerini
gösterir.
İbn[141] Ebî
Usaybia Tabakâtu'l-etibbâ'sında (1,111) şu bilgiyi verir: Kis-ra, Arapların
tabibi Haris b. Kelede'ye "Hukne yapmamı tavsiye eder misin?" diye
sordu. O da şöyle dedi: "Evet, hakimlerin (bilge) bazı kitaplarında
okudum; hukne karnı temizler ve ondan hastalıkları giderir. Hayret, hukne yaptığı
halde yaşlananlara!"[142]
Bununla, Hattâb'ın zikrettiği ve Şeyh Ulleyş'in Fetâvâ'sında (1,146) ondan
naklen Arapların hukneyi bilmedikleri, bunun Acemler'in uygulaması olduğuna
dair kaydettiği bilginin doğruluk değerini anlamış olursun. îbn Abdilhakem'in
Muhtasarında geçtiği üzere İmam Mâlik'e huknenin hükmü soruldu, o da hukne
yapmakta bir sakınca bulunmadığını söyledi. Ebheri şöyle der: "İmam Mâlik
böyle dedi. Çünkü hukne bir nevi ilaç olup onda insanların menfaati vardır.
Nebi (sav) onunla tedaviyi mubah kılmıştır." et-Tavdîh*e bakınız.
Diyârbekrf nin
Târîhu'l-hamîs'inde şu bilgi verilir: "Fıtık sebebiyle elbisesinin altına
ilk defa şal[143] giyen kimse Ammâr b.
Yâsir olup kendisine dayak atıldığında bunu yapmıştı." Bundan anlaşılıyor
ki fıtığın mahiyeti bugünkü duruma yakın bir seviyede ashap tarafından
biliniyordu. Ashabın tıp ve tedaviye verdikleri önemi gösteren bir delil de îbn
Cerîr*in Ümmü Cemi-le'den tahric ettiği şu rivayettir: Ümmü Cemile, Hz.
Âişe'nin yanına girdi ve şöyle dedi: Ben yüzdeki çillerden tedavi gören bir
kadınım, bunun günah olduğunu düşündüm ve vazgeçmek istiyorum, bana ne yapmamı
emredersiniz? Hz. Âişe (ra) şöyle dedi: "Biz, Nebi (sav) zamanında, eğer
birimizin gözlerinden biri diğerinden güzel olsa, ona "onu çıkar
diğerinin yerine koy, diğerini de çıkar onun yerine koy!" denirdi. Sonra
bunun mubah olduğunu sandım ve bunda bir beis görmedik. Binaenaleyh eğer devam
ederse sen de onları tedaviye devam et, onlar düzelmez." İbnü'l-Hindî bu
rivayeti de el-Kenz'de "Kitâbu't-Tıbb"ın başında kaydeder.[144]
Daha önce CâbirMen
(ra) şu rivayet nakledilmişti: "Nebi (sav) Übey b. Ka'b'a bir tabip
gönderdi, o da Übey'den bir damarı kesti."[145] tbn
CülcüFden de, Ebû Rimse'nin cerrahlıkta âlim olduğu nakledilmişti.[146]
en-Nihâye müellifi bu
hadisi, tabibin kendince ağır basan kanaate göre tedavide bulunacağına delil
göstermektedir.[147]
Sahîh-i Müslim'de,
Câbir*den (ra) şöyle dediği nakledilir: "Nebi (sav), Übey b. Ka'b'a bir
tabip gönderdi, o da Übey'den bir damarı kesti, sonra da onu dağladı."[148]
el-tsâbe'de müellif E
s'ad b. Zürâre'nin biyografisini verir ve Abdürrez-zak'tan naklen şu rivayeti
zikreder: Hz. Peygamber (sav) Es'ad b. Zürâre'nin yanına girdi, o Akabe
biatleri sırasında tayin edilen nakiplerden biriydi, şevke (vücutta kızartı
yapan) hastalığına yakalanmıştı, onu dağladı.[149]
Ebû Davud'un
Sünen'inde Câbir'den (ra) şu rivayet nakledilir: "Nebi (sav), Sa'd b.
Muâz'ın ok yarasını dağladı."[150]
bunun manası şudur: Düşmanın, onun kolundaki can damarına ok isabet
ettirmesinden dolayı meydan gelen yarayı dağladı. Sahîh-i Müslim'de şu rivayet
nakledilir: "Sa'd b. Muâz'ın kolundakican damarına ok isabet etti. Nebi
(sav) onu okun uçdemi-riyle dağladı. Orası sonra şişti, Hz. Peygamber (sav) onu
ikinci kez dağladı."[151] İbn
Mâce, Resulullah'ın (sav) Sa'd b. Muâz'ın can damarını iki kez dağladığına dair
rivayeti tahric eder.[152]
İbn Sa'd Tabakât'ta
Enes'ten (ra) şu rivayeti tahric eder: Ebû Talha, yüz felcinden dolayı dağlandı
ve Enes'i de dağladı.[153]
Tahâvi ve sahih olduğunu belirterek Hâkim de Enes'ten şu rivayeti tahric
ederler: "Ebû Talha, Hz. Peygamber (sav) zamanında beni dağladı."[154] Bu
hadisin ash Buhâri'de olup onun zâtü'1-cenb (satlıcan) hastalığından dolayı
dağlandığı belirtilir.[155]
Tirmizi de Hz.
Peygamber'in (sav) Es'ad b. Zürâre'yi şevke hastalığından dolayı dağladığını
rivayet eder.[156]
İbn Hacer şöyle der:
Hz. Peygamber'in (sav) dağlanmış olduğunu herhangi bir sahih eserde (rivayet)
görmedim.-Fakat Kurtubi, Taberi'nin Ede-bü'n-nüfûs adlı eserine atfen Hz.
Peygamber'in (sav) dağlandığını kaydeder. Halimi bunu şu lafızla rivayet eder:
"Hz. Peygamber (sav) Uhud'da isabet aldığı yaradan dolayı dağlandı."
Bu konuda Sahîh-i Buhâri'de sabit olan husus, Uhud Gazvesi'nde geçtiği üzere,
Hz. Fâtıma'nın (ra) bir hasır parçası yakıp onunla yarasını doldurduğudur ki1[157] bu
da bilinen dağlama değildir. İbnü't-Tîn, Hz. Peygamber'in (sav) dağlandığını
kesin olarak belirtirken îbn Kayyim el-Hedy*de[158]
bunun aksini söyler.[159]
Hattâbi de şöyle der:
Hz. Peygamber f sav), Sa'd b. Muâz'ı yarasında kan dinsin diye dağladı, kanı
çok akıp Ölmesinden korktu. Dağlama, bu gibi durumlarda kullanılmakta olup
elit tabaka ile halktan çoğu kimselerin bildiği tedavi yollarından biridir.
Araplar maruz kaldıkları hastalıklarda dağlamayı çok yaparlar
.Darbımesellerinde de "İlaçların sonuncusu dağlamadır" denir.
Dağlama, dinen müsaade edilen tedavi yollarından biridir.[160]
el-tsâbe'de müellif,
Küheyl el-Ezdî'nin biyografisini vererek şöyle der; O sahabi olup şöyle
demiştir: Uhud günü insanlar birçok yara aldılar. Bir adam Hz. Peygamber'e
(sav) gelerek durumu haber verdi. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Gidip
yolda dur, sana uğrayan her yaralıya lyismillah' de (oku) ve sonra yarasına
üfle..." (Hadis). Bu hadisi Hasan b. Süfyân Müsned'inde Alkame b.
Abdullah'ın Kasım b. Muhammed'den, onun da Küheyl'-aen rivayeti olarak tahric
eder.[161]
Ebû Dâvud, Nesâi ve
Dârekutni, Amr b. Şuayb'm[162] babasıûdan,
onun da kendi babasından merfû olarak rivayet ettiği şu hadisi tahric ederler:
"Kim tabiplik yapar da daha önce[163] tıpla
uğraştığı bilinmezse, (sebep olduğu zararı) tazmin eder."[164] Ebû
Nuaym'a ait bir rivayette ise şöyle geçer: "Kim tabiplik yapar da tabip
olarak tanınmış bulunmazsa, bir kimsenin ölümüne veya daha hafif bir zarara
sebep olduğunda onu tazmin eder." İbn Tarhân şöyle der: Bu hadiste, halkı
zarara uğratmaktan sakınma, bu konuda ihtiyatlı davranma ve şer'î hükümle
birlikte siyasete dayalı hüküm sözko-nusudur. Rivayette geçen "tabiplik
yapar" sözünden maksat şudur: Yani ehli olmadığı halde tıp ilmiyle meşgul
olursa. Bu durumda hadisin manası şöyle olur: Kim tıp ilmiyle meşgul olur da
daha önce bir uygulaması ve bilginler yanında eğitimi olmamışsa, tedavisiyle
birini öldürdüğünde tazminatı öder.[165]
Sahihayn ve diğer
kaynaklarda Abdurrahman b. Avf tan şöyle dediği rivayet edilir:
"Resulullah'ı (sav) duydum, şöyle diyordu: Bir yerde veba olur, siz de
orada bulunuyorsanız vebadan kaçarak çıkmayın. Bir yerde veba olduğunu duyduğunuzda
da o yere girmeyin."[166]
Hz. Ömer (ra) Şam'a
gittiği sırada Şam'da veba olduğu kendisine haber verilince bu hadis sebebiyle geri
dönmüştü. Hz. Ömer Allah'a hamdetti ve geri döndü. İbn Tarhân şöyle der: Hz.
Peygamber'in (sav) veba çıkan yere girmekten nehyetmesinde iki fayda vardır.
Birincisi: Bozulmuş havayı teneffüs edip hastalanmamaları. İkincisi: Vebalı
hastalara yakın olarak felaketin kendilerine kat kat artmaması için. Hz.
Peygamber'den (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Bulaşmada helak
vardır."[167] Bu, hastalığın bulaşması
ve hastaların birbirlerine yakın olmaları şeklinde yorumlanmıştır. Hâsılı,
"oraya girmeyin" sözü, kendini helake atmaktan sakınma ve bunun
yasaklanması esasını koymaktadır.
Ebû Davud'un anılan
hadisi Ferve b. Müseyk tarafından rivayet edilmiş olup o şöyle der:
"Dedim ki: Ey Allah'ın Resulü, bizde Ebyen[168] (Yemen
tarafında deniz kenarında bir köy) denilen bir yer vardır. Bu yer bizim ziraat
(ekin ve hurmalık her yer) ve zahiremizin yeri olup orada çok veba olur. Veya o
şöyle dedi: Vebası şiddetlidir. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: "Ondan
vazgeç (gitme); bulaşmada (hastalıkla ilişkili ve hastalara yakın olmak) helak
vardır."[169] Hattâbi ve İbnü'1-Esîr
şöyle derler: Bu, uğur veya uğursuzluk umma türünden bir düşünce olmayıp tıp
bakımından söylenmiştir. Çünkü tabipler nazarında havanın temiz olması
vücutların sıhhati konusunda en yardımcı, havanın bozulması da vücudu
hastalatma konusunda en zararlı ve süratli şeydir. Bütün bunlar da Allah'ın
izin ve dileme siyledir.[170] Ebû
Nu-aym'ın et-Tıbbu*n-Nebevfde tahric ettiği şu hadis de bu türdendir: "Hz.
Peygamber (sav), hanımlarından birinin gözü iltihaplandığında, iyileşme-diği
sürece yanına gitmezdi."[171]
Sultan Ebü'l-Abbâs
el-Mansûr'un, Merâkeş'te halifesi olan oğlu Ebû Fâris'e 1011 (1602) tarihinde,
o sırada Sus'ta meydana gelen bir veba ile ilgili olarak yazdığı mektupta
gördüğüm şey enteresandır. O mektupta şöyle diyor: "Sus'tan hâkim veya
dayınızın oğlu ve bunlardan başkasından gelen nâmeyi sen okuma ve eve de sokma;
katibinize ver o okuyup içindeki bilgileri size bildirsin. Katibinizin sizin
meclisinize girmesi ve makamınıza bulaşması sebebiyle, keskin bir sirkeye
batırıp kuruyuncaya kadar sermedikçe o da mektubu açmasın. İşte o zaman mektubu
okuyup muhtevasını size bildirsin.Çünkü size Sus'tan katibinizden saklanması
gereken bir şey geliyor değildir."[172] Bu
ise bugün Frenklerin vebadan korunmak için yaptıkları karantina denilen ve
sağlık ve hıfzıssıhha konusunda bilinen şeydir. Tunuslu iki filim Ebû Abdullah
Muhammed el-Mennâî el-Mâlikî[173] ve
Şeyh Ebû Abdullah Muhammet! Bayram el-Hanefî[174]
arasında karantinanın mubah veya haram olduğu konusunda tartışma oldu. tiki
bunun haram olduğuna, diğeri de caiz olduğuna dair eser kaleme aldılar, Kitab
ve Sun nefte n naslan delil getirerek. Bu konuda Şeyh Rifâa et-Tahtâvfnin Paris
seyahatnamesine[175]
bakınız. İrşâdu's-sârî'de müellif, Nisa sûresi tefsirinde "Sen içlerinde
olup da namazlarını kıldırdığın zaman, bir kısmı seninle beraber namaza dursun
ve silahlarını dayanlarına alsınlar..." (Nisa 4/102) âyeti ile ilgili
olarak şöyle der: Bu, bütün muhtemel zararlardan sakınmanın vacip olduğuna
delalet eder. Sonuç olarak da ilaçla tedavi, vebadan ve eğik duvarın dibinde
oturmaktan sakınmanın vacip olduğu anlaşılır.[176]
el-tstiksâ müellifinin vebadan sakınma konusuyla ilgili sözüne bakınız ki o,
bunu "şer'î bir mefsedet olmayacak tarz"la kayıtlamıştır.[177]
Allah en doğrusunu bilir.[178]
Dokuzuncu Bölüm'ün
sonlarına bakın, enteresan bilgiler göreceksiniz.[179]
el-İsâbe’de müellif,
Ebrehe b. Şurahbil b. Ebrehe b. Sabah el-Asbahî el-Himyerî'nin biyografisini
verir ve Ruşâtî'nin el-Ensâb'da şöyle dediğini nakleder: O, Hz. Peygamber'e
(sav) elçi olarak geldi. Resulullah (sav) ona ri-dasını serdi. O Şam'da
oturuyordu, hakimlerden sayılırdı. Bu bilgiyi en-Neseb'de nakleden Hemezâni
şöyle der: Resulullah'tan (sav) hadisler rivayet etmekteydi.[180]
Hafız Zehebi de et-Tecrîd'de onun biyografisini vererek şöyle der: Bu bilgiyi
Hafız Kutbuddin verir ve onun Hz. Ali (ra) ile birlikte katıldığı Sıffin'de
öldürüldüğünü ekler.
Hafız îbn Hacer yine el-lsflbe'de
meşhur hakîm Eksem[181] b.
Sayrı et-Temîmî'nin biyografisini verir ve İbn Abdilber'in eserinde onu
zikretmeyi kabul etmemesini reddederek "Evinden, Allah'a ve Resulü'ne
hicret ederek çıkan kimseye ölüm gelirse, onun ecrini vermek Allah'a
düşer." (Nişâ 4/100) âyetinin onun hakkında nazil olduğuna dair görüşü ve
Hz. Peygamberdin onunla mektuplaşmasını zikreder. Ayrıca onunla ilgili olarak
Hatîb'den "hikmet ve belagat ehli" olduğu hususunu nakleder.[182]
el-lsâbe'de Hakem b.
Said b. Âs'ın biyografisinde Serrâc'ın Müsned'-inden naklen şu bilgi verilir:
Hakem hikmeti bilirdi.[183] Yine
el-lsâbe'de Arapların hakîmi Gaylân b. Seleme es-Sekâfî'nin biyografisine de
bakınız.[184] İbnü't-Tilimsânî eş-Şifâ
şerhinde şu bilgiyi verir: O Kisra'ya gönderilen elçilerden olup onunla
aralarında geçen olaya dair haber enteresandır. Kisra birgün ona şöyle dedi:
"Hangi çocuğunu en çok seviyorsun?." Gaylân şu cevabı verdi:
"Büyüyünceye dek küçük olanı, iyileşinceye dek hasta olanı ve dönüp
gelinceye kadar da gaip olanı en çok seviyorum!" Bunun üzerine Kisra ona
şöyle dedi: "Sen nerede bu söz nerede! Bu, bilgelerin sözüdür, sen ise hikmetten
yana nasibi olmayan cahil bir kavimdensin. Senin yiyeceğin (gıdan)
nedir?".Gaylân "buğday ekmeği" dedi. Kisra da "bu akıl
(anlayış) buğdaydandır, süt ve hurmadan değil" dedi.[185]
Gaylân şairdi, Tâif savaşında müslüman oldu, Hz. Ömer'in (ra) hilafeti
sırasında vefat etti.
Hafız Burhanüddin
el-Halebî'nin Nûru*n-nibrâs adlı eserinde Ha-tîb'in tahric ettiği şu merfu
rivayet yeralır: "Bu gece size hakîm (bilge) bir adam gelecektir. Ve Amr
b. Âs geldi." Bu rivayet Ahmed b. Hanbel'in Müs-ned'in dedir.
Ebû Nuaym
Ma'rifetü's-sahâbe adlı eserinde ve Ebû Musael-Medînî, Ahmed b. Ebi'l-Havârfnin
rivayet ettiği şu hadisi zikrederler: Ebû Süleyman ed-Dârânfyi şöyle derken
duydum: Alkame b. Yezid b. Süveyd el-Ezdî bana anlattı: Babam bana, dedemden
naklen haber verdi: "Ben kavmimden yedi kişinin yedincisi olarak
Resulullah'a (sav) elçi olarak gittim. Huzuruna girip kendisiyle konuştuğumuzda
sükun ve vakarımızı, halimizi ilginç bulup "nesiniz?" (müslüman mı,
kâfir mi?) diye sordu. Biz "mü'minleriz" dedik. "Her sözün bir
hakikati vardır, sizin söz ve imanınızın hakikati nedir?" diye sordu, biz
de "onbeş özellik (haslet); beşi elçilerine inanmamızı emrettiğin, beşi
elçilerine yapmamızı emrettiğin, beşi de Câhiliyye devrinde ahlâk edindiğimiz
ve eğer bunlardan bir şeyi hoş karşılamıyor olmazsan benimsemeye devam
edeceğimiz özellikler" karşılığını verdik. Resulullah (sav) onlara şöyle
dedi: "Elçilerime, sizinle ilgili olarak emrettiğim beş husus nedir?"
Onlar da kendisine iman ve İslâm'ın esaslarını zikrettiler.[186] Hz.
Peygamber (sav) "Câhiliyye devrinde ahlâk edindiğiniz beş haslet
nedir?" diye sorunca şöyle dedik: "Genişlik zamanında şükür. Belaya
sabır. Kazaya rıza. Düşmanla karşılaşıldığında sebat. Düşmanın musibete
uğramasına sevinmemek." Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
"Bilgeler ve bilginler;anlayış ve bilgilerinden dolayı neredeyse
peygamber olacaklarmış!." Sonra şöyle buyurdu: "Eğer dediğiniz
gibiyseniz, ben size, beş haslet daha ilave edeyim yirmi hasletiniz olsun: Yemeyeceğinizi
biriktirmeyin, oturmayacağınız binalar yapmayın, yarın ayrı kalacağınız bir
şey için birbirinizle rekabet etmeyin, kendisine döneceğiniz ve ona
arzolunacağınız Allah'a karşı gelmekten sakının, varacağınız ve
ebediyyen-kalacağınız şeye rağbet edin." Bunun üzerine onlar geri
döndüler ve Hz. Peygamber'in (sav) tavsiyesini belleyip onunla amel ettiler.[187] Irâki
el-Muğnî'de şöyle der: Bu hadisi Ebû Nuaym el-Hil-ye'de,[188]
Beyhaki ez-Zühd'de[189] ve
Hatîb el-Bağdâdî Târihte Süveyd b. Hârîs'in rivayeti olarak zayıf bir isnadla
tahric etmiştir. Ensâri'nin Meşya-ha'sında şu rivayet vardır: Hz. Peygamber
(sav) şöyle buyurdu: "Edipler, bilgeler, bilginler; doğruluklarından
nerdeyse peygamber olacaklarmış!." Hafız İbn Hacer şöyle der: Bu hadis Ebû
Nuaym'ın el-Ma*rife adlı eserinde Ebû Süleyman ed-Dârâni'nin Şam'da bir
zâhidden —ki adını da veriyor—, onun babasından, onun da kendi babası
Süveyd'den naklettiği rivayet olarak zikredilir.[190]
Zehebi el-Mîzân'da şöyle der: Alkame b. Yezîd b. Süveyd babasından, o da kendi
babasından rivayette bulunmuştur; kendisi "maruf olmayıp, hüccet sayılmayacak
"münker" bir rivayette
bulunmuştur.[191]
Derim: el-thyâ şârihi
bunu tasdik etse de bunda ifrat sözkonusudur. Doğrusu, Irâki'nin el-Muğnf deki
sözüdür. Hadis Hilye'de Ebû Süleyman ed-Dârânî'nin biyografisinde olup ona
bakınız.[192]
Zurkâni
Şerhu'l-MevâhibMe Resulullah'ın (sav) "bilgeler, bilginler" sözüyle
ilgili olarak şöyle der: Hz. Peygamber (sav) hikmeti, ilimden Önce zikretti.
Çünkü hikmet (bilgelik) onların anlayışlarının kemaline delalet eder ve
kendileriyle kaim olan bir sıfattır, ilim ise güzeli (hasen) çirkinden (kabîh)
ayırmaya ulaştıran bir yoldur.[193]
Taberâni
el-Mu'cemü'1-evsat'ta Şureyh b. Ubeyd el-Hadremî'den mürsel - merfû olarak şu
rivayeti tahric eder: "Benim ümmetimin bilgesi Uveymir'dir."[194]
Uveymir, Ebu'd-Derdâ'dır. Onunla ilgili olarak "Her ümmetin bir bilgesi
vardır. Bu ümmetin bilgesi de Ebu'd-Derdâ'dır"[195] hadisi
de varid olmuştur. Bilgenin (hakîm) manası, hikmeti bilen demektir. Bunu,
Kâvukci ez-Zehebü'1-tbrîz'de söyler, el-tstibsâr fî ensâbi'l-ensârMa müellif,
Ebu'd-Derdâ'nm biyografisini verirken şöyle der: Onun meşhur hikmetli sözleri
var ki[196] biri de şudur:
"Dünya sıkıntı (ve meşakkatten) ibarettir, sakınanlardan başkası ondan
kurtulamaz. Allah'ın dünyada işaretleri vardır; cahiller onları izler, âlimler
onlardan ibret alırlar. Allah'ın dünyadaki işaretlerinden biri de onu
şüphelerle örtmesidir ki şehvet ehli onun bataklığına düşer, sonra da onu
afetler izler. Bundan ahlâk sahibi olanlar faydalanır. Dünyanın helali
utançla, haramı da yorgunlukla karışmıştır. Dünyada zengin olan yorgun, fakirse
bitkindir." İbn Kudâme (el-tstibsâr müellifi) şöyle der: Bize
Ebu'd-Derdâ'nın şöyle dediği haberi ulaştı: "Dünya ehlinin düşkünleri
yiyorlar, biz de yiyoruz. Onlar içiyorlar, biz de içiyoruz. Onların fazla
malları var onlara bakıyorlar, biz de onlara birlikte bakıyoruz. Kıyamet günü
olunca o malların hesabı onlara aittir, bizse bundan berî olacağız."[197]
el-Mevâhibü'1-fethiyye
fî ulûmi'l-luğati'l-Arabiyye[198]
adlı eserde şu bilgi verilir: Kim Arapların ahval ve ahlâkını düşünür
taşınırsa, peygamberlerin efendisinin onlardan başkasından gelmemesinde
şaşılacak bir taraf olmadığını kavrar. Nitekim onların Câhiliyye devrinde
felsefeden yana hiç nasipleri bulunmadığı yolundaki görüşün de geçersiz olduğu
onun için açıklık kazanır. Zira onların sözleri ve halleri üzerinde
düşünüldüğünde, hikmetin bütün dallarında bilgelerin akıllarını hayrete
düşürdüğü görülecektir (anılan eser, 1,192). Sadreddineş-Şîrâzî ve diğer
muhakkik âlimler şu hükme varmışlardır: Sahih felsefenin ortaya koyduğu aklî
veya siyasî ilimler, ister umrânî (beşerî ilimler) ister kevnî (kozmolojik)
olsun, Kitab ve Sün-net'in getirdiğiyle çelişmez. İlk asırda görülen çelişkinin
kaynağı, tercümede hata ve yanlışlıktan başka birşey değildir. Fakat doğru
tercüme yapıldığında uygunluk ortaya çıkmış oldu.[199]
el-tsâbe*de, Hasan-ı
Basrî'nin kendisine katiplik yaptığı Rebî b. Ziyâd el-Hârisî'nin biyografisini
vererek şöyle der: Onun çağında ne Araplardan ne Acemlerden nücum ilmini
(astroloji) ondan daha iyi bilen yoktu. Yargıda bulunmaktan sakınırdı,
yıldızların delalet ettiği hükümler konusunda görüş sahibiydi.[200]
Tunus'ta divânü'1-inşâ
reisi Şeyh Hüseyin Hoca, Beşâirü'1-imân fi fu-tuhâti Âl-i Osman adlı eserin
zeylinde,[201] Tunus'un allâmesi ve
Simtü'l-leâl müellifi Şeyh Kuveysim b. Ali'nin[202]
biyografisinde şöyle der: Onun lsâbetü'1 -garaz fiV-redd alâ men i'tarez adlı
bir risalesi var ki konusu vakit ve nücumla ilgili bir tartışma olup bunun
Sünnet'te bir temeli olduğunu açıklamış ve bu konuda varid olan âsân (hadis ve
haberleri) zikretmiştir (anılan zeyl, s. 103).[203]
el-lsâbe'de Mücezziz[204] eî-Müdlicî
el-Kinânî'nin biyografisini vererek onun Sahihayn'da Hz. Aişe'nin (ra)
rivayetiyle anıldığını belirtir: Hz. Âişe şöyle dedi: "Nebi (sav) yanıma
girdi, onu yüz çizgileri parıldar halde sevinçli gördüm. Şöyle buyurdu:
'Görmüyor musun, Mücezziz el-Müdlicî biraz önce Zeyd b. Harise ile Üsâme b.
Zeyd'e baktı ve 'bu ayakların bazısı bazısındandır' dedi.”[205] İbn
Kuteybe'ye ait bir rivayette de bu bilgi şöyledir: "O, Zeyd ile Üsâme'ye
uğradı, onlar başlarını örtmüşler, ayakları açıktaydı." Hafız İbn Hacer
şöyle der: Eğer o kâfir olsaydı, şer'î bir hükümde ona itimat etmezdi.[206]
Araplarda kryâfe (iz
sürme) ilmi iki kısma ayrılıyordu: Yürüyen kimsenin ayak izlerinden onun
kimliğini tesbit etmek ve vücut organlarıyla da nesebin sahih olup olmadığını
ortaya koymak. Araplar arasında bazı kabileler bununla şöhret kazanmışlardı.
Öyle ki onlardan birinin sözü, izler ve in-sandn kimliği) konusunda hüküm
sayılırdı. Biyografide kıssası zikredilen Mücezziz'in mensup olduğu Beni Müdlic
kabilesi gibi. Onlar ikinci kısım hüküm çıkarma konusunda, birinciden az
olmayan bir maharete sahiptiler ve mezkur kıssada geçtiği üzere adam ile çocuğu
getiriyorlar, ayakları dışında bütün vücutlarını parça parça ölçüyorlardı.
Şeriat, bunu düşünüp anlayanın da kabul edeceği gibi iz sürücülerin hükmünü
ilga etmemiş olup aksine görüldüğü üzere Nebi (sav) bu hükme razı olmuş ve ona
sevinmiştir.[207]
Zaviye kelimesi, ya
halktan elçekmelerinden dolayı "inzivamdan ya da halktan uzaklaşma ve
saklanmaya olan meyillerinden dolayı "evin zaviyesi (köşesi)"nden
alınmıştır. Zaviyeler III, (IX.) yüzyılda tasavvuf taifesinin ortaya çıkması
ve bu adla (sûfî) anılmalarıyla birlikte ortaya çıkmıştır. Tabiîn zamanında ise
" u b b â d ( âbidler)" adıyla anılıyorlardı. Onlar muhtemelen, Hz.
Peygamber (sav) zamanında kendilerini ibadete verip ne aile ne mala rağbet
etmeyen suffe ehline nisbet edilmişlerdir. Bunlar, söylendiği gibi, Allah ve
İslâm'ın misafirleri olup vakıflarıyla geçinmek için zaviyelerde barınıyorlardı.
Bunu Bezlü'l-kerâme li-kurrâi'1-mekâme müellifi söyler.
Takiyüddinel-Makrizî
el-Hıtat'da şöyle der: Ribât ve zaviyeler kurmanın mesnedi Sünnet'te vardır.
Şöyle ki Hz. Peygamber (sav) ashaptan ne malı ne ailesi olmayanlara
mescidinden bir yeri barınak yapmışta, orada ikamet ediyorlardı. Bunlar ehl-i
süffe diye tanınmışlardı.[208]
Sahîh-i Buhâri'de, Ebû
Hureyre'nin, müslüman olduğu ilk zamanlarda uğradığı sıkıntıyı ve Resulullah'ın
(sav) "Suffe ehline uğra ve onları bana çağır” sözünü dile getirdiği rivayette
o şöyle den "Ehl-i suffe İslâm'ın misafirleridirler; ne bir aile, ne bir
kimse ve ne de bir malları vardır. Hz. Peygambere (sav) bir sadaka (zekât)
geldiğinde onlara gönderir, ondan birşey yemezdi. Bir hediye geldiğinde ise
onlara gönderir, kendisi de ondan nasiplenir, onları da hediyeye ortak ederdi.[209]
Huzâi'nin bu konuya
fazla temas etmemesi sebebiyle burada Suffe ehlinden, sayılarından, onların
yiyecekleriyle kimin görevli olduğundan uzunca bahsetmek istiyorum. Derim:[210] Kadı
Iyâz şöyle der: "Suffe, Resulullah'ın (sav) mescidinin arka tarafında
yoksulların sığındığı bir gölgeliktir. En meşhur görüşe göre Suffe ehli buraya
nisbet edilmektedir." Hafız Ze-hebi şöyle der: "Kıble, değişmeden
önce mescidin kuzeyinde idi, değiştiğinde ise kıblenin yukarı duvarı suffe
ehlinin yeri olarak kaldı." Hafız İbn Hacer de şöyle der: "Suffe,
Mescid-i Nebevi'nin arka tarafında, barınacak bir yeri ve ailesi olmayanların
kalmaları için hazırlanmış gölgelik bir yerdir. Onlardan evlenen, ölen veya
yolculuğa çıkan kimselerin durumuna bağlı olarak sayıları artıyor veya
eksiliyordu." Mecd, Dârekutni'den naklen şöyle der: "Suffe, arka
tarafında mescidin bulunduğu bir gölgeliktir." Suyûti'nin et-Tevşih*inde
şu bilgi verilir: "Suffe, Hz. Peygamber'in (sav) hücresinin ötesinde ve
mescidin arka kısmında, sığınağı ve ailesi olmayanların barınmaları için
hazırlanmış gölgelik bir yerdir. Ancak şu var ki oranın bugün hücreyle aynı
hizada, mescid ve hücrenin arka tarafında olduğu kabul edilmekte ve hepsi de
zamanımızda mescide dahil bulunmaktadır." Mecd sonra İbn Cübeyr'in
Rihle'sinde Küba'yı anarken şöyle dediğini kaydeder: "Köyün sonunda Arafat
diye bilinen yüksekçe bir yer gelir ki oraya ehli suffe diye tanınan Ammâr,
Selmân ve arkadaşlarının kaldığı dârü's-süffe üzerinden girilir."[211]
Bu bilgi bir vehimden
(zandan) ibaret görünmektedir. Allah en doğrusunu bilir. Seyyid es-Semhûdî
Vefâ'da şöyle der: "Kadı Iyâz'ın daha önce en meşhur görüş olarak
kaydettiğimiz sözünden, bu konuda ihtilaf bulunduğunu anlamaktayım. Bu
durumda, İbn Cübeyr'in zikrettiği de görüşlerden biri olmuş olur. Fakat bu
görüş, tercihe şayan görünmeyen veya ehl-i suffe'den anılanların daha sonra
burayı ev edindikleri ve buranın da böyle anıldığı şeklinde tevil edilen bir
görüştür."[212]
İbnü'l-Cevzî'nin
Telbîsu tblîs'inde şu bilgi verilir: "Ehli suffe, Resu-lullah'a (sav)
gelen ve ne malı ne ailesi bulunmayan fakir kimselerdi. Onlar için Resulullah'm
(sav) mescidinde bir suffe yapıldı ve kendilerine ehl-i suffe denildi."[213]
Ebû Nuaym el-Hilye'de
Ebû Hureyre yoluyla şu rivayeti tahric eder: "Ben ehl-i suffe'den idim.
Akşam olunca Resulullah (sav) yanımıza gelir ve her kişiye emreder, o da bir
veya daha fazla kimseyi alıp götürürdü, geriye on veya daha fazla veya daha az
kimse kalırdı. Hz. Peygamber'e (sav) akşam yemeği gelirdi, onlarla birlikte
yemeğini yerdi. Biz yemeği bitirdikten sonra 'mescidde uyuyun' buyururdu."[214]
İbn Şebbe Talha b.
Amr'dan[215] şöyle dediğini rivayet
eder: "Medine'ye gelenlerden orada a r î f i (reisi) bulunanlar arifinin
yanına iniyordu. Medine'de a r î fi olmayanlar ise suffe'ye iniyorlardı. Ben de
s u f f e ' ye inenlerdendim. İki kişiye eşlik ettim, onlara hergün
Resulullah'm (sav) hurmasından iki m ü
d d veriliyordu."[216]
İbnü'n-Neccâr şöyle
der: Siyer müellifleri şu rivayeti kaydederler: Mu-hammed b. Mesleme, mescidde
Hz. Peygamber'in (sav) yanında misafirler gördü ve şöyle dedi: Bu misafirleri
ensarın evlerine dağıtsak ve bu kavimlerden sana gelenlere ait olmak üzere her
bahçeden sana bir hurma salkımı ayırsan? Resulullah (sav) da "evet"
dedi. Muhammed b, Mesleme mahsulünü kestiğinde bir hurma salkımı getirerek
mescidde iki sütunun arasına koydu. İnsanlar da böyle yapar oldular. Muâz b.
Cebel buna nezaretle görevli olup iki sütunun arasına bir ip bağlıyor ve hurma
salkımlarını ipe asıyordu. Yirmi veya daha fazla sayıda kimse toplanıp
yiyorlar, sonra ayrılıyorlardı. Sonra başkaları geliyor, onlara da böyle
yapıyordu. Akşam olunca bunun aynısını yapıyordu.[217]
Buhâri, "Kısme
(paylaştırma) ve hurma salkımlarını mescidde asmaya dair bâb" adıyla bir
başlık açar,[218] fakat bâb'dahurma
salkımı asmasıyla ilgili sarih bir rivayet zikretmeyip bununla Nesâi'nin Avf
b. Mâlik el-Eşcaî'den naklettiği şu rivayete işaret eder: "Resulullah
(sav) elinde bir asa olduğu halde (mescide) çıktı. Bir adam iyi olmayan bir hurma
salkımı asmıştı. Resulullah (sav) o salkıma asayla vurarak (kurcalayarak)
şöyle buyurdu: Bu sadakanın sahibi isteseydi bundan daha iyisini tasadduk
ederdi." [219]
Sabit ed-Delâil*de şu
tahricde bulunur: "Nebi (sav) her bahçeden bir hurma salkımı getirilip mescide
asılmasını emretti." Yani yoksullar için. Ona ait bir rivayette de şöyle
denir: "Hurma salkımlarıyla Muâz b. Cebel görevliydi." Yani onların
korunma ve paylaştırılması ile. el-Vefâ'ya (s. 3237 bakınız.[220]
el-tsâbe'de Vasile b.
Eska'nın babası[221]
Eska'nın biyografisinde şu bilgi verilir: Ebû Nuaym ed-DelâiPde şu tahricde
bulunur:[222] "Biz suffe'de idik,
onlar yirmi kişiydiler. Acıktık, ben arkadaşlarımın en genci idim; açlıklarını
şikayet edeyim diye beni Hz. Peygamber'e (sav) gönderdiler."[223]
el-Mevâhib'de şu bilgi
kaydedilir: Hz. Peygamber (sav) onları akşam çağırır ve ashabına dağıtırdı.
Kendisiyle de bir grup kalırdı. Zurkâni şöyle der: Bunu, örnek olsun diye ve
tekerrümen yapıyordu. Bir hadiste şöyle geçer: "Hz. Fatıma (ra)
Resulullah'tan (sav) istekte bulundu. O ise "sana vermem, (vereyim de)
suffe ehlini karınları burulmuş olarak (mı) bırakayım."[224]
Ukbâni'nin
Tuhfetü'n-nâzır'ında İzzüddin'in-şöyle dediği kaydedilir: "Mescidde
geceleme hususunda, mescidin saygınlığına halel getirmeyen düşkünlere ancak ruhsat
verilir. Ashab-ı suffe, mescidin saygınlığım koruyarak mescidde geceliyorlardı."
Suhreverdi el-Avârifte[225] ve
İbnü't-Tilimsânî de el-Keşşaf tan naklen Şerhu'ş-Şifâ'da şu bilgiyi
kaydederler: Ashab-ı suffe, Kureyş muhacirlerinden 400 kişi kadardı. Medine'de
ne evleri ne aşiretleri vardı. Mescidin sofasında idiler, gece Kur'ân
öğreniyorlar, gündüz de hurma çekirdeği kırıyorlardı. Resulullah'ın (sav)
gönderdiği her se-riyyeye katılıyorlardı. Kimin yanında bir fazla (yiyecek)
varsa, akşam olunca onlara getiriyordu.[226]
Hafız İbnü'l-Cevzî,
Telbîsu tblîs'te şöyle der: Bu topluluk mescidde zaruret gereği oturmuş,
sadakadan zaruret gereği yemişlerdi. Allah müslü-manlara zafer nasip edince bu
durumdan müstağni kalıp çıktılar.[227]
İmam Ahmed b. EbH-Kâsım[228]
es-Savmaî et-Tâdilî[229]
el-Lübâb fî rauâmeleti'l-Meliki'l-Vehhâb adlı kitabında suffe ehlinden
sözederken Katâde'den şu rivayeti nakleder: Onlar hep Resûlullah'la (sav)
birlikte idiler; ne bir ticarete, ne ziraate, ne de hayvan yetiştirmeye
yöneldiler.[230] Bir (vakit) namaz kılıyor
ve diğerini gözlüyorlardı.
İbn Sa'd'ın
Tabakalında (III, 71) şu bilgi verilir: Resulullah (sav) zamanında kurrâ
akşamları Kur'ân okuyup ders görüyorlardı. Gündüz su getirip mescide
koyuyorlar, odun toplayıp satıyorlar ve onunla suffe ehli ve fakirlere yiyecek
satın alıyorlardı.[231]
Salih üstad Ebû Osman
Said b. Ebî Cafer Ahmed b. ibrahim b. Luyûn et-Tücîbî, el-tnâletü'1-ilmiyye adh
risalesinde şöyle der: Tasavvuf ehlinden uzlete çekilenler, mescidlerde ve
ribatlarda oturma, tecerrüdde bulunma ve rızık peşinde az koşma konusunda
ehl-i suffe'yi izleyenlerdir. Halk ise "fakîr"lere bu sıfatı uygun
bulmamaktadır. Oysa bu sünnettir. Çünkü sünnet, şeriat terimi olarak Hz.
Peygamber'in (sav) ikrar ettiği, yaptığı veya bildirdiğidir. Hz. Peygamber onlara
güzel davranır, yadırgamaz ve mal kazanmalarını emretmezdi. Sahîh-i Müslim'de,
Enes'ten şöyle dediği rivayet edilir: "Bazı insanlar Hz. Peygamber'e
(sav) geldiler ve ondan kendilerine Kur'ân ve Sünnet'i öğretecek kimseler
göndermesini istediler. Hz. Peygamber de onlarla birlikte ensardan kendilerine
"kurrâ" denilen 70 kişi gönderdi. Dayım Haram da onlardandı. Bunlar
Kur'ân okuyup birbirlerine tekrar ediyorlardı. Gece ilim tahsil ediyorlar,
gündüz ise su getirip mescide koyuyorlar, odun toplayıp satıyorlar ve onunla
ehl-i suffe ve fakirlere yiyecek satın alıyorlardı. Hz. Peygamber (sav)
bunları onlara gönderdi. Gidecekleri yere varmadan onları öldürdüler."[232]
Allah Resulü (sav) ne ehl-i suffe'yi (yaşayışlarından) ne de kurr â'yı onlara hizmetten menetmedi. İbn
Luyûn sonra Buhâri'nin daha önce geçen hadisini zikrederek ardından şöyle der:
onların uzlete çekilmiş fakirler oldukları, mescidde Kur'ân okudukları ve
çalışıp mal kazanmadıkları hususu doğrudur. Bu özellik, bugün uzlete çekilen
fakirlerin özelliğidir. Ebû Talha şöyle der: Biz Medine'ye gelirdik, kimin
orada a r î f i varsa onun yanına
inerdi, a r î f i bulunmayan ise
suffe'ye inerdi. S u f f e * de devamlı kalanlar 400 kişi olup Ebû Hureyre, İbn
Ümmi Mektûm, Süheyb, Selman, Habbâb ve Bilal de bunlardandı. Hz. Peygamber'e
(sav) inananlardan bir kısmı cihâddâ bulunuyor, bazısı ziraat-le uğraşıyor,
bazıları ilimle meşgul oluyor, bazıları kıraatle uğraşıyor, bazıları da
ibadete yönelmişti ki bunlar ehl-i suffe idiler. Hepsi de ibadet ve sünnet
üzereydiler. Muhacir ve ensarın birbirine bağlanacakları (katılacakları) kabile
ve aşiretleri olduğundan, Resulu11ah (sav) berikileri hiçbir şeye sahip
olmadıkları ve oturacakları evleri, bağlanacakları kabileleri bulunmadığı için
suffe'ye koydu ve kendi himayesine aldı. Böylece bir tek kabile gibi oldular.
Bugünkü " f a k î r " ler de
öyledir. Bunlardan bazıları için Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Kendilerini (binek sağlayıp) bindirmen için sana geldikleri zaman, sen
'sizi bindirecek birşey bulamıyorum'deyince, harcayacak birşey
bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözlerinden yaş akarak dönen kimselerin
aleyhine de (yol yoktur, onlar kınanamazlar)" (Tevbe 9/92). Bunlar
imkânsızlıktan dolayı cihâddan geri kalmışlardı. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"Sabah akşam Hablerinin rızasını isteyerek ona yalvaranları (Ku~ reyş
büyüklerinin arzusuna uyarak) kovma. (O müşrikler ister inansın, ister
inanmasınlar) Onların hesabından sonra bir sorumluluk, senin hesabın dan da
onlara bir sorumluluk yok ki bu zavallıları kovup da zalimlerden olasın!"
(En'am 6/52). İbn Ümmi Mektûm hakkında da şu âyet nazil olmuştur:
"Kendisine a'mâgeldidiye surat astı ve döndü. Ne bilirsin, belki o arınacak
? Yahut Öğüt dinleyecek de öğüt kendisine yarayacak" (Abese 80/1-4).
Böylece uzlete çekilen
fakîr'lerin kendilerini izledikleri ehli suffe'nin özelliği ortaya çıkmış oldu.
Ey tanrıdan yakınlık
(rütbe) isteyen kimse Meyletme ehl-i suffe'den başkasına Onlara şefkatle
yumuşak söz söyle Onlar takva ve ülfet ehlidir zira.
Suyûti, Mahalli'nin
Tefsîr'ine yaptığı tekmüede "(sadakalarınızı) Şu fakirlere (verin ki),
Allah yolunda kapanıp kalmışlardır. Yeryüzünde gezip dolaşmazlar. Bilmeyen,
utangaçlıklarından dolayı onları zengin sanır. Onları simalarından tanırsın.
Yüzsüzlük edip insanlardan istemezler. Yaptığınız hayırları muhakkak ki Allah
bilir" (Bakara 2/273) âyeti ile ilgili olarak şöyle der: Bu âyet, ehl-i
suffe hakkında nazil olmuştur. Onlar muhacirlerden 400 kişiydiler, Kur'ân
öğrenme ve seriyyelere katılmaya amadeydiler. 'Ter-yüzünde gezip
dolaşmazlar" lafz-ı cehlinin manası da şudur: Cihâdla meşguliyetleri
sebebiyle ticaret ve geçimle uğraşmak için.[233]
Ibn Luyûn et-Tucîbî,
risalesinin bir başka yerinde şöyle der1 Sahîh-i Buhâri'de geçtiği üzere[234]
ehl-i suffe nzık temini için çalışmadılar, zikir, tefekkür ve mescidde oturma
dışında bırşeyle meşgul olmadılar. Kurrâ onlara hizmet ediyor, Hz Peygamber
(sav) ve ashabı da onları doyuruyordu. Hz. Peygamber (sav) onlara "M
ujdeleyın ey ehl-ı suffe..." buyurdu.[235] Rızıktemı-niyle
uğraşmayı terk, Hz. Peygamberin (sav) tasvib ettiği bir yol olup onlara nzık
temini için çalışmalarını emrettiği hususu gerçek değildir. Onlara yalnız
tevekkülü emretmiştir.
Ibn Hacer el-Heytemî
Şerhu'l-Hemziyye'de[236]
müellifin ashap hakkındaki
Dünyaya rağbet
etmediler, bilinmiyor meyilleri Onların dünyaya ve ne de iltifatları sözüyle
ilgili olarak şöyle der: "Ashap dünyaya rağbet etmeme (zuhd) konusunda
iki gruptur Bazıları dünyayı elde etmek için çalışmayı tamamen terkedip başka
bir şeye vakitleri kalmayacak şekilde bilgi (maârif) ve ilimlerle, bunları
yayma ve ibadetle meşgul oldular. Ashaptan birçoğu da dünyayı elde etti. Fakat
bunlar, daha önce geçtiği üzere, dünyada Allah için mal biriktirdiler "
Bu bilgiyi ondan Bennıs nakletmiştır. Bu bilginin benzerini Ebû Abdullah
Zuneybir es-Selevî el-Hemziyye'ye yaptığı şerhte, Sâvi de ona yaptığı
takrirlerinde verir Eğer bunların "Ashaptan çalışmayı terkedenler"
şeklindeki ifadelerinden maksatları ehl-ı suffe'ye münhasır olsaydı daha isabetli
olurdu. Çunku ehl-i suffe'nin dışında ashabın çoğu, ileride temas edileceği
üzere, çalışma ve nzık kazanmakla meşguldüler Doğrusunu en iyi Allah bilir.
Sonra Şeyh Süleyman
el-Cemel'i[237] el-Hemziyye haşiyesinde
latif bir ifadeyle bunu dile getiriyor gordum. O bu konuda şöyle der.
"Dünya konusunda ashap iki kısımdı Onların çoğu, ehl-i suffe gibi
çalışmayı ve dünyayı elde etmeyi tamamen terkettıler; ilim, bilgi ve
ibadetlerle meşgul oldular. Birçoğu da dünyayı elde etti." Şeyh Muhammed b
Abdurrahman es-Sevmeî et-Tâdilfyi el-Hemziyye'ye yaptığı şerhte daha uygun bir
tarzda bunu ifade ediyor gordum. O şöyle der: "Onlardan bazıları dünyadan
tamamen yuz çevirip ilim ve bilgiyle (marifetle) meşgul oldular Bazısı da,
kendisiyle başkalarına faydalı olacak olçude, dünyayı elde etmeye çalıştı ve
elde etti." Suffe ashabının nzık kazanmaktan sarfı nazar ettiklerine dair
nakilleri, onlara (ra) bu yüzden kızan birinin kendilerine hücum edip ayrıca
dünya peşinde gitmeyi de onlara nısbet etmesinden dolayı burada verdim Böyle
biri, hatalı ya da konuyla ilgili Kur'ân nassından gafil kimsedir. Bu nass da
Allah Teâlâ'nın onlar hakkındaki şu sözüdür: "Yeryüzünde gezip
dolaşmazlar" (Bakara 2/273).
Şemsüddin İbn Âbidîn
el-Hanefî ed-Dımaşkî'nin ed-Dürrü'1-muhtâr haşiyesinde el-Musaffâ'dan naklen şu
bilgi verilir: Konuşmak için mescid-de oturmak şer'an müsaade edilmiş bir
husustur. Çünkü ehl-i suffe devamlı mescidde kalıyor, uyuyor ve konuşuyorlardı.
Bu yüzden, böyle bir davranıştan kişiyi menetmek kimseye helal değildir.
el-Câmiu'1-Burhânî'de de bu bilgi verilmektedir. Bundan varılan sonuç şudur ki,
menedilen husus, camiye ibadet kastıyla girdikten sonra yapılan konuşmayı
kapsamamaktadır.[238]
Şeyh Ulvân b. Atiyye
el-Hamevî'nin Üssü'l-mekâsıd fî ta'zîmi'l-mesâcid adlı eserinde şu bilgi
verilir: Bazıları, mescidde konuşmaktan nehy konusunda, Hz. Peygamber (sav)
zamanında ehl-i suffe'nin ahvalini delil getirerek şöyle demiştir: Bak ey
kardeş ve bu seçkin ashaba şu şerli, adi kimseleri kıyas eden kimseye hayret
et. Sanıyor musun ehl-i suffenin bir araya gelmeleri nefsanî hazlar, şeytanî
alışkanlıklar, oyun, eğlence, gülme, mizah ve dünya sözü üzerine idi?
İbnü'l-A'râbî,[239]
Sülemi Târîhu ehliVsuffe[240] adlı
kitapta, Hâkim el-tklîFde,[241] Ebû
Nuaym Hilye'de[242]
ashab-ı suffe'nin adlarını, menakıb ve ahvalini toplamaya itina gösterdiler.
Ebû Nuaym'ın eserinde sayıları yüzün üstüne çıkmış olup bu kaynakların her
birinde, diğerlerinde olmayanlar mevcuttur. Hafız ibn Teymiyye şöyle der: Ayrı
ayrı olarak suffe'ye sığınanların toplam sayısının 400 veya daha fazla olduğu
söylenir.
Daha önce de
kaydedildiği gibi Suyûti onların sayısının 400 olduğunu söyler. Bu bilginin
aynısı onun Tefsir'inde geçer. Bunlardan dahaönce Süh-reverdi el-Avârif te,
İbnü't-Tilimsânî (Şerhu'ş-Şifâ'da), Zemahşerî el-Keşşâfta bu bilgiyi verir.
Şihâbüddin el-Hafâci Şerhu'ş-Şif â'dabu bilginin ardından şöyle der: Onun (Ebû
Hureyre) bunlardan 30 kadar kişinin Hz. Peygamber (sav) ile birlikte ridasız
olarak namaz kıldıklarını gördüğüne dair rivayeti bununla çelişmez.[243]
İmam Ebü'l-Abbâs Ahmed b. Ebi'l-Kasım es-Savmaî et-Tâdilî Lübbü'l-lübâb fî
muâmeleti'1-Melikfl-Vehhâb adlı eserinde ehl-i suffe'den bahsederken şöyle der:
"40 kişiydiler 400'e ulaştılar. Katâde 900 kişiye ulaştıklarını
söyler." Simtü'l-cevheri'l-fâhir adlı esere bakınız. Orada müellif, Ebû
Nuaym'ın Hilye'de verdikleri olarak onlardan yüzden fazlasını adlarını vererek
sayar ve buna üç kadar da ilavede bulunur. Hafâci, daha önce zikrettiklerinin
ardından şöyle der: Bunlar, yani suffe ehli, Allah'ın mahlukatının
seçkinleridirler, onlara afiyet olsun. Biz onları vesile kılarak Allah'tan
bizi onların bereketleri içre kılmasını dileriz.[244]
Eğer Allah Teâlâ eceli geniş tutarsa, ehl-i suffe'yi müstakil bir eserde ele
alacağım. Bu, Allah'a büyük gelmez.[245]
Nesâi ve Tirmizi,
Hafız İbn Hacer'in ravilerinin sika (güvenilir) olduğunu söylediği bir senedle
Hz. Ömer'den şu tahricde bulunurlar: "Uz. Peygamber (sav), müslümanlann
herhangi bir işinde, Ebubekir'le (gece sohbetinde) görüşürdü."[246]
[1] Ebû Dâvud, İmâre 35; Beyhaki, VI, 80. Huzâi tarafından
zikredilmeyen Beyhaki'de "müslüman insan" ifadesi vardır. Bilâl'Ie
ilgili olarak aynca bkz. Zurkâai, Ş«rhul Mevâhib, III, 303.
[2] Bu rivayet için bkz. el*MekAmdül-has«n«, s. 103-104;
Mecmau'z-z«vftid, XII, 126, X, 241; Hafâci, NesîmuV-riyâz, II, 40. Hz.
Peygamber (sav) bir defasında Bilal'ın yanına girer ve orada bir hurma yığını
görerek ne olduğunu sorar, o da Resulullah ve misafirleri için sakladığını
belirtince, "Cehennem ateşinde onun buharını görmekten korkmuyor
musun?" diyerek yukarıda geçen sözünü söyler.
[3] bkz. el-İsabe, III, 404.
[4] Ibn Sa'd, IV, 273.
[5] bkz. Zadül-meftd, 1,128.
[6] Metinde "babası" şeklinde geçmiştir.
[7] el-İsabe, IV, 199.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/199-200.
[8] Ebû Dâvud, Akdıye 30.
[9] el-İsâbe, III, 403. Huzâibu bilgiyi İbn Hazm'm
Cemhere'sinde de nakleder (s. 651).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/200.
[10] Metinde Hayber olarak geçmiştir.
[11] el-İütİâb, İÜ, 452,
[12] Kelbi, CemheretÜİ<«nsâb, s. 167.
[13] Metinde Ömer şeklinde geçmiştir.
[14] el-lsfibe, İÜ, 412; Üsdül-fcfibe, V, 164, Aynca bkz.
s. 139.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/200.
[15] Metinde "dem" (kan) kelimesi "dirhem
" şeklinde geçmiştir.
[16] îbn Hişâm, II, 428-431.
[17] Metinde "önce" şeklinde geçmiştir.
[18] Ebû Dâvud, Edeb 29; Müsned, V, 289. Metindeki hata ve
eksiklik aslından tamamlanmıştır, krş. s. 148.
[19] el-lsâbe, II, 28. Ayrıca bkz. s. 91.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/201.
[20] ibn Hişâm, İT, 559 560, İbn Kesir, es-Sîre, IV, 76
Metinde ve ibn Kesîr'de "Beyt ve Harem" peklinde geçen ifade ibn
Hışâm'da "el-Beytu'1-Harâm" şeklindedir.
Kettani, Hz.Peygamber’in
Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/201-202.
[21] ibn Şebbe, I, 235
[22] Veffiül-Vefâ, 1, 525.
[23] Hulâsatül-Vefâ, s 307.
[24] Metinde burada ve daha sonra "Selmân"
sekimde geçmiştir.
[25] bkz. İbn Sa'd, I, 332. Metinde bazı düşüklükler
mevcuttur.
[26] el-îsâbe, I, 307-308.
[27] İbn Hişâm, II,
240; Vâkıdi, II, 512,
518. Vâkıdi ayrıca Resulullah'ın
(sav) Temîmlilerden bir grubu o eve hapsettiğini (III, 975), Benî Tay kabilesi
esirlerini de oraya indirdiğini (III, 988) kaydeder.
[28] Bu bilgiyi Huzâi de (s. 657) İbn Fethûn'dan naklen
zikreder. Metinden, Uyeyne'nin Temîm'den olduğu anlaşılır ki bu yanlıştır. O,
Benî Fezâre'den olup Temîm heyetiyle birlikte gelmişlerdi (bkz. İbn Hişâm, II,
560-561; İbn Kesîr, İV, 79). İbn Sa'd da Temîmlilerin zekâtı vermemeleri
üzerine Uyeyne'nin kumandasında bir seriyye gönderildiğini, Benî Temîm'den
getirilenlerin Remle'nin evine hapsedildiklerini kaydederdi, 161).
[29] el-İsâbe, I, 286.
[30] îbn Sa'd, I, 316.
[31] Burada, metinde geçen "menzel-menzil-münzel
" kelimesinin okunuş ve manasıyla ilgili izahları tercümeye gerek
görülmemiştir.
[32] Metinde, burada ve devamında hep Hadet şeklinde
geçmiştir.
[33] Zurkâni, Şerhul-Mevâhib, IV, 19. Bu bilgi
Fethul-Bârî'den nakledilmiştir.
[34] Süheyli bu adın Keyyise bint Haris olduğunu kaydeder
(bkz. er-Ravdu*I-ünüf,VI 333). Bu bilgi Zurkâni tarafından da zikredilmiştir.
[35] el-lsabe, IV, 305.
[36] bkz. îbn Sa'd, III, 283; Maknzi, el-Hıtat, I, 460-461.
Burada, misafir eviyle ilgil olarak daha sonraki devirlerde meydana gelen
gelişmeler de kaydedilmiştir.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/202-204.
[37] İbn Hişâm, II, 540. Burada devamla, Sakîflüerin
Resulullah'tan (sav) gelei yemekten Halid (ra) yemedikçe yemedikleri
kaydedilir.
[38] Metinde Said b. Rifâa şeklinde geçmiştir.
[40] age, II, 502. Müslüman
olup Ramazan'dan kalan günlerde oruç tutmaları sözkt nusudur (bkz. ibn Hişâm,
II, 540-541).
[41] Zurkâni, IV, 8.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/204.
[42] bkz. Üsdül-ğâbe, I, 168.
[43] Ebû Dâvud, Ramazân 9 (Salât 326).
[44] îbn Sa'd, I, 313.
[45] İbn Sa'd, I, 315, V, 557-558. Hades adı, ilk verilen yerde Haris
şeklindedir.
[46] bkz. îbn Sa'd, I, 357-358.
[47] el-İsabe, II, 421.
[48] age, in, 254.
[49] age, III, 682.
[50] age, IV, 108.
[51] Müslim, Fiten 119.
[52] el-İsâbe.IV, 465.
[53] İbn Sa'd, I, 290.
[54] Metinde et-Temîmî şeklinde geçmiştir.
[55] bkz. Kindi, el-Vulât vel-kudât, s. 302, 305-306;
Üsdiil-fcâbe, İÜ, 597.
[56] bkz. Maknzi, el-HıtatJ, 461.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/205-206.
[57] İbn Hişâm, II, 540-541. Huzâi burada, Bilâl ve
Sevbân'ın da bu işle görevli olduklarına dair bilginin geçtiğini belirtir (s.
660). Bundan önce geçen başlıklara bakınız.
[58] Zurkâni, Şerhul-Mevâhib, IV, 8. Huzâi bu bilgileri de
daha önce kaydetmişti.
[59] Metinde .Selmân şeklinde geçmiştir.
[60] Zurkâni, IV, 61. Ayrıca bkz. s. 202.
[61] İbn Sa'd, I 323.
[62] Metinde Hîre şeklinde geçmiştir.
[63] Ibn Sa'd, I, 349, 351 Burada, Resulullah'ın (sav)
Muâvıye'ye onu Harre'de bir evde ağırlamasını istediği kaydedilir Aralarında
geçen ügmç olay da şudur Yolda giderken Hz Muâvıye'nın ayaklan kum
sıcaklığından yanınca ona kendisini terkisine almasını ister O "sen
hükümdarların terkisine binecek adanı değilsin'" der Hz Muâvıye, bu defa
giymek ıçm ayakkabılarım isteyince o, "Yemen halkı, tebaadan birinin
hükümdar ayakkabısı giydiğini duymadı'" veya "Hayır, sen giyersen,
onu ben giymem, ama istersen devemi sana gölgelik yapayım gölgesinde
yuru'" der Hz Muâvıye sonra Resulullah'a (sav) bunu anlatınca, Reaulullah
"Onda Cahıhyye gururundan bir gurur kalmıştır" buyurur.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/206-207.
[64] Bu rivayet için bkz Mecmau'z-zev&id, X, 304.
[65] Şerhu’l-Mevâhib, IV, 37.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/207.
[66] Buharı, Cihâd 175-176.
[67] Metinde "resul' kelimesinden önce
"Resulullah" kelimesi olacaktır.
[68] İbn Sa'd, I, 262, 281 Ferve musluman olunca Mesudb
Sa'd adlı bir elçiyle Resulullah'a (sav) mektup ve hediye göndermiş, Resulullah
(sav) da elçiye yukarıdan anılan hediyeleri vermişti. Maan (Muân) kelimesi
metinde Amman şeklinde geçmiştir (bkz. İbn Hişâm, II, 591).
[69] İbn Sa'd, I, 294.
[70] Aynı yer.
[71] İbn Sa'd, I, 315.
[72] Metinde Behrâm şeklinde geçmiştir.
[73] bkz. îbn Sa'd, I, 331.
[74] bkz. îbn Sa'd, I, 338-339. Burada, üç kişi oldukları
kaydedilmiştir.
[75] bkz. İbn Sa'd, I, 333.
[76] îbn Sa'd, 1,317; îbn Kesîr, IV, 96. Müseyleme Yemen'e
döndüğünde irtidat edip peygamberlik iddiasında bulundu.
[77] îbn Sa'd, V, 558. Eşec, metinde Üşeyc ve Eşbah
şekillerinde geçmiştir.
[78] Sübülül-hüdâ ve*r-ref âd, VI, 496. Son rivayet burada
geçmemektedir.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/207-209.
[79] Metinde Mekkiyye şeklinde geçmiştir.
[80] Bu anlamdaki "uliyye" kelimesi metinde
düşmüştür.
[81] Kenziil-ummâl, X, 612 (nr. 30315). Ayrıca bkz. VII, 122 (nr. 18287).
[82] İbn Sa'd, IV, 346. Mekîs, metinde Mekkiyye şeklinde
geçmiştir.
[83] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/209.
[84] age, III, 283. Ayrıca
bkz. s. 204. Un evi için bkz. İbnü'l-Cevzî, Menâkıbu emîı mü'minîn Ömer b.
el-Hattâb, s. 70.
[85] age, III, 306.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/209-210.
[86] Bu bilgi Huzâi tarafından verilmiş olup (s. 663)
metinde "hastalar" kelimesi "haslık" şeklinde geçmiştir.
[87] Metinde "hastalık" şeklinde geçmiştir.
[88] bkz. UyÛnul-enbâ, s. 47.
[89] Müslim, Cihâd 66.
[90] İbn Hişâm, II, 239. Ayrıca bkz. s. 335.
[91] islâm'ın ilk devirlerinde hastaneler için bkz. Ahmed
İsa Beg, Târihul-bİı rîstânat fil-îslâm, Beyrut, 1981; Aydın Sayılı, The
Emergence of the prototyp the Modern Hospital in Medieval islam," Studies
in History of Medicine, (1980), New Delhi, sy. 2, s. 112-118; A. R. Nowsheravi,
"Müslim Hospitals in the Medıeval Perıod," Islamic Studies, XXII (1983), sy 2, s 51-62, A HabıbKhan, "Early
Hospıtals m Müslim Worid,D Studies in History of Medİcine, VII (1983), sy 3-4, 3 196-208, D M Dunlop,
"Bımârıstân," El, II, 1222-1224.
[92] el-İsâbe, IV, 302-303 Bu paragrafla verilen bilginin hepsi
buradan alınmıştır.
[93] el-Edebül-müfred, s 240 (bâb 530, nr 1162).
[94] et-Târîhul-kebîr, VII, 402.
[95] el-İsâbe, IV,
302 303 Ayrıca bkz s 220.
[96] age, IV, 396.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/210-211.
[97] SıfsttuVsafve, II, 32-33 Bu bilginin baş tarafında
Urve'nm "senin fıkıh bilgine şaş-mıyorum, çunku, o Resulullah'ın (sav) eşi
ve Ebubekir'in (ra) kızıdır, diyorum" sözü vardır.
[98] el-îsâbe, IV, 360.
[99] bkz. el-Mekâsıdul-hasene, s. 270-271;
es-Sîretu'ş-Şâmiyye, VII, 323-324.
[100] bkz. Ibn Kayyım, Zâdül-meâd, IV, 13-17.
[101] Zurkâni, Şerhul-Mevâhib, IV, 335-336.
[102] Ebû Dâvud, Tıb 12.
[103] İbn Sa'd, V, 507.
[104] bkz.Huzai, s. 670-671.
[105] Zâdül-meâd, IV, 117.
[106] el-İstîâb, I, 289 (Haris b. Haris b. Kelede'nin
biyografisinde).
[107] Kıfti, thbârul-ulemâ bi-ahbâril-hukemâ, s. 112.
[108] İbn Hallikân, VI, 362-363.
[109] Tahrîcu'd-delâlât, s. 670.
[110] el-İsâbe, I, 288 (Haris b. Kelede'nin biyografisinde).
[111] Merdâvi'nin Manzûmetül-âdâb adlı eserinin şerhidir,
bkz. SuppL, I, 459.
[112] Metinde Cenbiyâni şeklinde geçmiştir.
[113] Metinde Ebu Yahya şeklinde geçmiştir.
[114] Tertîbul-medârik'te "omuzuna koymaz"
şeklinde yanlış geçer. Resulullah (sav) bu sözüyle Ebu Cehm'in sert mizaçlı bin
olduğunu kastetmiştir (bkz. el-İsâbe, IV, 35). Kendisine danışan Fatma bınt
Kays'a ise Usâme b Zeyd ile evlenmesini tavsiye etmiştir (bkz. Üsdü'l-fcâbe,
VII, 230).
[115] Kadı Iyâz, Tertîbül-medârik, II, 513.
[116] Ibn Sa'd, IV, 117.
[117] Kenzül-ummâl, X, 94-95 (nr. 28500).
[118] bkz. Beyhaki, «M-SÜnenül-kübra, IX, 349.
[119] îbn Müflih'in (II, 441) başlığı "Gayrimüslimlere
tedavi olmak, onlara güvenmek ve erkek ve kadın doktorların avret yerlerine
bakmaları" şeklindedir.
[120] Buhâri, İcâre, 3,4 Müşrik kelimesi metinde "yalı
udi" şeklinde geçmiş olup bu konuda ayrıca bkz. s. 109.
[121] "Aybe" kelimesi metinde "ayn"
(casus) şeklinde geçmiştir.
[122] Hattâbi, Mealim ü's-Sünen, III, 199.
el-Âdâbu'ş-çer'iyye'de Hattâbi kelimesi Ebu'I-Hattâb şeklinde yanlış geçmiştir.
[123] İbn Muflih, el-Adâbu'ş-şer'iyye, II, 441-442.
Metindeki hata ve düşüklükler için aslına bakılmalıdır.
[124] bkz.Ibn Sa'd, I, 229.
[125] Şer'an "adalet" sahibi olma özelliğini,
dolayısıyla müslüman olmasını.
[126] ibn Muflih, age, 441. Metinde "Ebû Abdullah da
yazıyordu" ifadesi "Abdullah'a yazmasını emretti" şeklindedir.
[127] Metinde Usayfa şeklinde geçmiştir.
[128] Uyûnul-enbâ fi tabakâtil-etibbâ, s. 175.
[129] age, s. 171. Metindeki hatalar için aslına bakınız.
[130] Merdâvi'nin(ö. 699/1299) Manzûmetül-âdâb'i Seffârinitö.
1114/1702) tarafından Gıdâul-elbâb (Kahire 1324-25,1, II) adıyla şerhedilmiştir
(Suppl,1,459;Kehhâle, X, 185).
[131] İbn Cülcül, Tabakâtul-etibbâ vel-hukemâ, s. 57.
[132] Ebû Dâvud, Tıb 6. Ayrıca bkz. s. 220.
[133] ibn Hişâm, II, 239. Ayrıca bkz. s. 210-211.
[134] el-İsâbe, II, 155-156.
[135] age, II, 210.
[136] el-İstîâb, 11,217.
[137] Uyûnul-enbâ, s. 161. Usaybia kelimesi metinde Udaybia
şeklinde geçmiştir.
[138] age, 161-167.
[139] age, 167-170.
[140] age, 170-171. Metindeki hata ve düşükler aslından
düzeltilerek tercüme edilmiştir.
[141] Kenzül-umroâl, X, 88 (nr. 28478).
[142] Uyûnul-enbâ, s. 164.
[143] Metinde geçen "teböb" kelimesinin anlamı
bulunmamış olup bu kelime muhtemelen "şal, yünden kalın giyecek"
anlamına gelen "betât" dır.
[144] Kenzül-ummâl, X, (nr. 28463).
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/211-219.
[145] Ebû Dâvud, Tıb 6. Ayrıca bkz. s. 217.
[146] îbn Cülcül, s. 57. bkz. s. 217.
[147] en-Nihâye fi garibil-hadis, III, 219; Avnul-Ma'bûd, X, 342.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/219.
[148] Müslim Selâm 73. Bu konuda ayrıca bkz. Fethul-Bârî, XXI,
272.
[149] el-İsâbe, 1,34. Ayrıca bkz. Zâdül-meâd, IV, 64. tbn
Hişâm'daised, 507)göğüs anjini veya boğmacaya yakalandığı belirtilir.
[150] Ebû Dâvud, Tıb 7.
[151] Müslim, Selâm 75.
[152] ibn Mâce, Tıb 24.
[153] İbn Sa'd, III, 507.
[154] Tahavı, Şerhu Meânil-âsâr, IV, 321; Hakim,
el-Müatedrek, IV, 417.
[155] Buhâri, Tıb 26. Aynca bkz. Zâdül-meâd, IV, 64.
[156] Tirmizi, Tıb 11.
[157] Buhâri, Tıb 27; Fethul-Bâri, XXI, 294-295.
[158] Zâdü'1-meâd, IV, 50, 64.
[159] Bu paragraftaki bilginin hepsi Fethul-Bârfden (XXI,
273) nakledilmiş olup metinde düşüklük mevcuttur.
[160] Hattâbİ, Meâlimü's-Sünen, IV, 198. Metinde düşüklük
mevcut olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/219-221.
[161] el-İsâbe, III, 308; Üedül-ğâbe, IV, 502-503.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/221.
[162] Metinde Ömer b. Şebbe şeklinde geçmiştir.
[163] Bazı rivayetlerde geçen "daha önce" ifadesi
metinde yoktur.
[164] Ebû Dâvud, Diyât 23; Nesâi, Kasâme 41; îbn Mâce, Tıb
16; Dârekutni, III, 195-196, IV, 216.
[165] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/221.
[166] Buharı, Tıb 30; Müslim, Selâm 98.
[167] Ebû Dâvud, Tıb 24.
[168] Metinde Ebyak şeklinde geçmiştir.
[169] Ebû Dâvud, Tıb 24. Metindeki hatalar için aslına
bakınız.
[170] Hattâbi, MeâlimüVSünen, IV, 238; Avnul-Malıûd, X, 421-422.
[171] Bu rivayet için bkz. Kenziil-ummâl, VII, 130 (nr.
18342).
[172] Bu mektup ve bilgi için bkz. el-tstiksâ, V, 180.
[173] Muhammed b. Süleyman el-Mennâî (ö. 1247/1831).
Risalesi de Tuhfetül-mâkinîn ve mürşidü'd-dâllin'dir (bkz. Terficimul-Müellifin
et-Tûnisiyyîn, IV, 393-394).
[174] Muhammed b. Muhammed et-Tûnisi(ö. 1247/1831) eseri de
HOsnttl-enbâ (nebe') fi cevaz
i't-tahaffuz minel-vebâ'dir (Kahire,
1302). bkz. Serkis,
I, 613;
Terâcimül-müellifine't-Tûnifiiyyin, I, 177-181. Bu eserde (s. 179) iki âlim arasında
geçen münakaşaya da temas edilmiştir.
[175] Tahlîsüt-ibrîz fî telhisi Bariz (veya
ed-Dîvânü'n-nefîs bi-ivâni Bfiris). bkz. SuppL, II, 731.
[176] İrşâdü's-sârî, VII, 96; el-lstiskâ. V, 185.
[177] el-İstiskâ, V, 185.
[178] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 2/222-223.
[179] Metinde "Sekizinci Bölümün Sonlan" şeklinde
geçer ki yanlıştır, bkz. s. 334-337.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/223.
[180] el-lsâbe, I, 16.
[181] Metinde Enceşe şeklinde geçmiştir.
[182] age, I, 110. Metinde hata olup aslına bakılmalıdır.
[183] age, 1,345.
[184] age, III, 189-192.
[185] Bu bilgi için bkz. age, III, 190. Metinde hata mevcuttur.
[186] Burada, Resulullah'ın (sav) onlara önce
"elçilerime, inanmanızı, emrettiğim beş husus nedir?,* sonra da
"elçilerime, yapmanızı emrettiğim beş husus nedir?" diye sorduğu ve
onların da ilkine iman esaslarını, sonuncusuna İslâm esaslarını sayarak
karşılık verdikleri hususu bir arada zikredilmiş fakat rakam beş olarak
bırakılmıştır!
[187] Bu bilgi Zurkâni tamundan (Şerhul-Mevâhib, IV, 63-65)
verilmiştir.
[188] Hilyetül-evliyâ, IX, 279-280.
[189] Kitâbu'z-Zühdi'l-kebîr, Beyrut 1408/1987, s. 353-354.
[190] el-İsâbe, II, 98 (Süveyd b. Hâris'in biyografisi).
[191] MîzânÜl-l'tidâl, III, 108.
[192] Hilyetül-evliyâ, IX, 279-280.
[193] Zurkâni, IV, 65.
[194] Taberâni'den naklen bkz. KenzÜl-ummâl, XI, 718 (nr.
33508).
[195] age, XI, 718 (nr. 33509). Burada EbûHureyre için de
aynı sözün söylendiğine dair rivayet vardır (nr. 33507).
[196] bkz. Hilyetül-evliyâ, I, 208-228, İbn Manzûr,
Muhtasara Târihi Dımaşk, XX, 20-43.
[197] Bu son söz için bkz. İbn Manzûr, age, XX, 33.
[198] HamzaPethullah'ın(ö. 1266/1850) eseridir (bkz. Suppl,
II, 725).
[199] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/223-226.
[200] el-İsâbe, I, 505. Rebî b. Ziyâd (ö. 53/673) çeşitli
yerlerde valilik yapmıştır (bkz el-Kâmil, IV, 128-129, 489, 495;
TehzîbüVTehzîb, III, 243-244).
[201] Hüseyin Hoca b. Ali'nin (o. 1145/1782) Beşâirül-imân
adlı esen, Muslıhuddın Lârfnin Osmanlı hükümdarlarına dair eserinin Arapça
tercümesi olup buna bir de
zeylyazmıştır(Terâcimül-müellifîne't-Tûnisiyyîn,II,250-256;SuppL,II,687).
[202] Muhammed Kuveysim b. Ali (o.
1114/1702) ve süzkonusu risalesi
için bkz. Terâcimül-müellifîne't-Tûnisiyyîn, IV, 127 130.
[203] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 2/227.
[204] Burada ve daha sonra Mucezzir şeklinde geçmiştir.
[205] Buhâri, Ferâız 31, Menâkıb, 23; Müslim, Radâ 38-39.
Metin hatalı olup aslına bakılmalıdır.
[206] el-İsâbe, III, 365.
[207] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 2/227-228.
[208] el-Hıtat,II, 427.
[209] Buhâri, Rikâk 17. Hadis çok özet biçimde verilmiştir.
[210] Buradan, ilende Telbîsu îblis'ten nakledilecek bilgiye
kadar kaydedilen malumat, et-Tevşîh'ten yapılan nakil dışında Vefâ'da (I, 321)
geçmektedir.
[211] îbn Cubeyr, Rihle, s 175.
[212] Semhûdi'nin Vefa (I, 321-322) adlı eserinden
nakledilen bilgi burada bitmiş olup metindeki hatalar için bu esere
bakılmalıdır.
[213] Telbîsu İblis, s. 162.
[214] Hilyetül-evliyâ, I, 341. Ayrıca bkz. Vefa, I,
323,Telbîsu İblîs, s 162.
[215] Bu isim metinde düştüğünden sozu söyleyenin ibn Şebbe
olduğu gibi bir anlam çıkmaktadır.
[216] bkz. Hilyetül-evliyâ, I, 339; Vefa, J, 323. Aynca bkz.
ibn Sa'd, VII, 51. Bu kaynaklarda gerek şahısların sayısı gerek erzakın miktarı
farklı geçmektedir.
[217] bkz. Vefa, 1,324; Fâsi.Şifâul-ğarâm, II, 369. Metinde
hata ve düşükler mevcuttur.
[218] Buhâri, Salât 42.
[219] Nesâi, Zekât 27; İbn Mâce, Zekât 9; Müsned, VI, 28.
"Salkıma vuruyordu" ifadesi metinde "ondan yiyordu" şeklinde
yanlış geçmiştir.
[220] Vefa, I, 325.
[221] Metinde oğlu şeklinde geçmiştir.
[222] Ebû Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, s. 360.
[223] el-İsâbe, 1,36.
[224] Bu rivayet için bkz. Mecmau'z-zevâid, VIII, 168.
[225] Avârifül-meârif, V, 92.
[226] Zemahşeri, el-Keçşâf, I, 398 (Bakara 273. âyetin
tefsirinde).
[227] Telbîsu İblîs, s. 162 163.
[228] Metinde Kasım şeklinde geçmiştir.
[229] bkz. Fihrisül-fehâris, II, 713-714; SuppLJI, 680
(olumu: 1013/1604).
[230] bkz. Avârifül-meârif, V, 92.
[231] Aynı mahiyetteki farklı bir rivayet için bkz. İbn
Sa'd, II, 53, 54.
[232] Müslim, Imâre 147. Ayrıca Buhâri, Meğâzı 28.
[233] Tefsîrül-Celâleyn, Kahire 1324,1, 43.
[234] Fakırhklerıyle ilgili olarak bkz Buhân, Menâkıb 25,
Salât 58, Rıkâk 17.
[235] bkz Kenzıil-iunmâl, VI, 467 (nr 16577) Hadisin devamı
şöyledir "Ümmetimden kim sızın üzerinde bulunduğunuz özellik üzere kain ve
içinde bulunduğu hale razı olursa, o kıyamet gunu benim arkadaşlarımdan olur
" Ayrıca bkz el-Kdççâf, 1,398.
[236] Busîn'nın el-Kasîdetül-Hemziyye'sıne Ibn Hacer,
Muhammed b Ahmed Bennıs, Ahmed b Ahmed es-Sâvî'nın şerhleri için bkz GAL, I,
313, Suppl, I, 471.
[237] Süleyman b Ömer el-Cemel (ö 1204/1790) bkz Kehhâle,
IV, 271.
[238] ibn Âbidîn, R«ddül-muhtâr, I, 662.
[239] Ibnu'l-A'râbî (o 340/952) için bkz Kehhâle, II, 103.
[240] bkz. Şulemi, Tabakâtu's-sûfıyye, Kahire 1389/1969, s.
34 (naşirin onsozu).
[241] bkz Keşfuzzu«ûn,l, 144; SuppL, I, 276.
[242] Hilyetül-evliyâ, I, 337 385, Iî, 3-39.
[243] Hafâcı, Nesîmü'r-riyâz, III, 34 Ebû Hureyre'den
nakledilen bir başka rivayette, suffe ehlinden hiçbirinin yeterli bir elbisesi
bulunmayan 70 kişiyi gorduğu ve bunların namaz kılarken avretleri görülmesin
diye elleriyle elbiselerini toparladıkları kaydedilir (bkz. Buharı, Salat 58;
Hilyetül-evliyâ, I, 339).
[244] Nesîmü'r-riyâz, III, 34.
[245] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/228-235.
[246] Tirmizi, Salât 12; Müsned. I, 26.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/235.