Allah
Resulü Zamanında Mevcut Olan Sanat Ve Meslekler İle Ashaptan Bunları Yapanlar
Ashabın
Ticarete Sabah Erken Çıkmayı Tercih Etmeleri
Hz.
Ömer’in Çalışmayı Emretmesi Ve Halkı Çalışıp Kazanmaya Teşviki
Hz.
Ömer'in Hoşuna Giden Bir Çocuk Gördüğünde Söylediği Söz
Allah
Resulü Zamanında Ve Kendisinden Sonra Ticaretle Uğraşan Ashap Büyükleri
Alışveriş
Yapmaya Ticaret Denmesinin Mesnedi
Allah
Resulü Zamanında Bezzazlık (Manifaturacılık) Yapanlar
Allah
Resulü Zamanında Medine'de Manifaturacılar Çarşısı
Çocukların
Alışveriş Yapmaları
Medine'ye
Tahıl Ve Sairenin Getirildiği Yerin Uzaklığı
Tabaklamada
Kullanılan Ağaç Satıcısı
Ashabın
Çok Sayıda Mevcut Olduğu Hz. Osman'ın Halifeliğinin Son Zamanlarında
Yeldeğirmeni Yapımı
Lambada
Yakmak Veya Gemi Kerestesine Sürmek İçin İçyağı Kullanılması
Liderlerin
Mîllî Ve Dinî Yapılara Temel Taşı Koymalarının Kaynağı
Devlet
Başkanının Mescid Yerini Tayini Ve Kıble Yönünü Öğretmesi
Devlet
Başkanının Bîr Yem Mescid Edinmesi Konusunda Kendisine Vekalet Edecek Kimseye
Emri
Medine
Mescidi (Mescid-İ Nebevi)
Allah
Resulünün Oturması İçin Seki
Allah
Resulü'nün, Binaların Sıhhî Esaslara Göre Yapılmasını Emretmesi
Allah
Resulü’nün Mescid-i Dırâr'ı Yıktırması
Bîr
Kimsenin Bina Yapımıyla İlgili Bir Hususu İyi Yapması Ve Bunu Yapma Görevinin
Ona Verilmesi
Yapı
Ustalarının Biyografileri İle İlgili Tamamlayıcı Bilgiler:
Ashaptan
Akdeniz'de Ticaret Yapanlar
Belli
Bir Yerde Avlanmanın Yasaklanması
Allah
Resulü'nün Hîç Avlanmadığı Ve Av Satın Almadığı
Ashaptan
Arazisini Mahsulün Üçte Biri Ve Dörtte Biri Karşılığında İşletmeye Verenler
Yer
Altında Su Kaynağının Tesbiti Ve Suyun Çıkarılması Konusunda Mütehassıs Kimse
Allah
Resulü’nün Nazarında Değersiz (Aşağılık) Meslekler
Allah
Resulünün Ekmeklerinin Küçük Olup Olmadıkları
Kadınlar
Arasında Koğuculuk Yapan Kadın.
Sözkonusu
Bir Kadınla Evlenmeye Arzulu Olup Olmadığı Konusunda Kişinin Nabzını Yoklamaya
Giden Kadın
Ticaretle
Uğraşan Kadın Sahabiler
Kadınları
Allah Resulü'nün Meclisinde Temsil Eden Kadın
Allah
Resulü Zamanında Deflerin Zilli Olup Olmadığı Ve Ashabın Ud Dinleyip
Dinlemediklerî
Allah
Resulü Zamanında Medine'deki Şarkıcı Kadınların Adları
Kimlerin
Düğün Yemeğinde Şarkı Okuduğu
Allah
Resulü’nün Gelişi Sırasında Karşılanışı
Seleften
Bazılarının Mustki İlmi İle İlgilenip İlgilenmedikleri
Gelini
Kocasının Evine Götürenlerin Söyledikleri
Allah
Resulü'nün Gelişinin Sevinciyle Habeşlilerin Mızraklarıyla Oynamaları
Kız
Çocukların Hz. Âişe'yle Birlikte Oynamaları
Hz.
Âişe'nin Kızlarla Birlikte Oyuncaklarla Oynaması
Habeşlilerin
Mescîd-i Nebevide Allah Resulü'nün Önünde Oynamaları
Allah
Resulü'nün “Genç Kızın Bu Husustaki Arzusunu Takdir Edin" Sözü
Bir
Şahabının Yolda Oynayan' Habeşlilere Rastlaması Ve Onlara Para Vermesi
Bazı
Ashap Büyükleri'nin Allah Resulü’nün Önünde Seksek Oynamaları
Çocukların
Oynaması İçin Kuş Tutulması
Düğünde
Badem Ve Şeker Saçılıp Kapışılması
Düğünde
Yedi Gün Yemek Verilmesi
Şam'dan
Medine'ye Halis Un, Yağ Ve Bal Getirilmesi Ve Allah Resulü’nün Bundan Yemesi
Bizans
Peyniri Getirilmesi Ve Allah Resulünün Onu Bıçakla Kesip Yemesi
Allah
Resulü’nün Pazar Yerini Belirlemesi
Câhiliyye
Devrindeki Pazarlar Ve İslâm Devrinde Halkın Buralarda Alışveriş Yapması
Ölen
Kadının Tabutu İçinde Örtülmesinin Habkşlilerden Öğrenilmesi Ve Bunu Uygun
Gören Kimse
Daha önce geçenlere ek
olarak bilgi verilen bu bölümde müteaddit bâb ve mukaddimeler mevcuttur.
Mukaddimeler dokuz,[1] bâblar ise altı tanedir.
İmam Huzâi bunlara temas etmemiş olup tarafımdan ikmal edilmiştir.[2]
Hafız İbn Kayyım
el-Hedyü'n-Nebevî'sinde şöyle der: Hz. Peygamber (sav) satış yaptı ve satın
aldı, alımı daha çoktu. Kiraya verdi ve kiraladı, kiralaması[3] daha
çoktu. Mudarebe ve ortaklık yaptı, vekil tayin etti, vekillik yaptı, vekil
tayini daha çoktu. Başkasına hediye verdi, hediye aldı, bağışta bulundu,
kendisine bağışta bulunulmasını istedi. Borç ve ödünç aldı. Hususî ve umumî
şekilde teminat verdi, vakıfta bulundu. Şefaatte (aracılık) bulundu, kimi defa
aracılığı kabul edildi kimi defa reddedildi, fakat ne kızdı ne azarladı. Yemin
etti, yemin ettirdi. Çoğu defa yemininde durdu, kimi zaman keffarette bulundu.
Şaka yaptı, tevriyeli konuştu, fakat her defasında gerçekten başkasını
söylemedi. Allah'ın selamı üzerine olsun, o uyulacak örnektir.[4]
Mevvâk
Sünenü'l-mühtedîn'de şöyle der: "Fıkıhtan anlaşılan şudur ki zanaatlar,
ticaret yolları ile tıp ve farz-ı ayın hususlara ilave ilimle uğraşmanın hepsi
şer'î sebeplerdir (vasıtalardır). Buna göre kim sevap niyeti olmaksızın
bunlardan biriyle uğraşırsa kendisine zulmetmiş olur; sorumluluk altında
kalmış olmasa bile sevabı kaçırır. Eğer bu yaptığıyla farz-ı kifâyeyi kastetmiş
olursa hayırda önde gelmiş olur. Eğer bununla, başkalarından birşey istemekten
sakınmayı kastetmişse, orta yolu tutmuş olur."
Mevvâk bir başka yerde
de şöyle der: "Orta yolu tutanlardan (muktesid)olah kimse odur ki muhtaç
olunan dünya geçimi için ilmi helâl yoldan bir kazanç vesilesi kılar. Kimi
şöyle der: İlim bu hususta sebeplerin (vasıtaların) en ha-yırlısıdır. Kimi de
şöyle der: Dünyayı def ve zurna ile elde etmeye çalışmak, ilim ve dinle elde
etmeye çalışmaktan daha sevimlidir bana." Bu bilgi, Rehûni'nin
Muhtasarında, Halil'in "Ezan" bahsinde "ondan (okumakarşı-lığmda
ücret) almak mekruhtur" sözü ile ilgili olarak kaydedilmiştir.
Umdetü't-tâlib'de
müellif şöyle der: "İlim tahsili nasıl farz ise geçimini sağlamak için
çalışmak da farzdır. Geçim için çalışıp kazanmak da türlü türlüdür. Farz olan
kazanç, kendisi ve ailesinin ihtiyacı ile borcunu ödemeye yetecek kadar olan
kazançtır. Diğeri ise müstehab kazanç olup bu da bir fakire veya yakınına
yardımda bulunması için en aşağı kifayet miktarını aşan kazançtır. Bu ise
kişinin kendisini naille ibadete vermesinden daha faziletlidir. Kazanç
yollarının en faziletlisi ise ticaret, sonra zanaat, sonra da ilim tahsilidir.
Eğer âlimler meslek edinselerdi, fakir düşüp halkın malına tamah
etmezlerdi." Bu bilgi, Hidâyetü'l-dâlli'l-müşteğil bi-kü u kâl adlı
eserden alınmıştır.
Zurkâni
Şerhu'l-Muvatta'da "Bir kimse rızkı tamamlanmadıkça ölmez. O halde rızık
talebi hususunda güzel davranın (temiz ve meşru yolla kazanın)" hadisi ile
ilgili olarak şöyle der: Bunda, talebin (rızık aramanın) tevekkülle
çelişmediğine delâlet vardır. Tirmizi ve Hâkim'in sahih olduğunu belirterek
Hz. Ömer'den (ra) merfu olarak rivayet ettikleri "Eğer Allah'a hakkıyla
tevekkül etseydiniz, kuşu rızıklandırdığı gibi sizi de mıhlandırır-di; kuş sabah
aç gider, akşam tok döner"[5]
hadisi ile ilgili orak da İmam Ahmed b. Hanbel şöyle der: Bu hadiste, oturmaya
değil rızık aramaya delâlet vardır. Yine Ahmed b. Hanbel'in "Rızkım bana
gelinceye kadar oturur hiçbir iş yapmam" diyen kimse hakkında şöyle dediği
rivayet edilir: Bu adam bilgi yoksunudur. Hz. Peygamber'in (sav) "Allah
benim rızkımı mızrağımın gölgesi altında kılmıştır"[6] ve
".. .sabah aç gider, akşam tok döner" sözlerini duymamış mıdır?
Ashap karada ve denizde ticaret yapıyorlar, hurma bağlarında çalışıyorlardı.
Örnek onlardır.[7] Adı geçen kitabın
"Cami" bölümünde "Ka-de/e dair varid olan hadisler" başlığına
bakınız.[8]
Adududdin el-îcî
el-MevâkıFın başında şöyle der: İmamların büyüklerinden ve ümmetin derin
âlimlerinden biri "ümmetimin ihtilafı rahmettir"[9]
meşhur haberi ve me'sûr hadisi ile ilgili olarak şöyle dedi: "Yani
ilimlerdeki meyillerinin farklılığı. Binaenaleyh birinin meyli (himmeti,
arzusu) fıkıhta, diğerinin kelamda olur. Her birinin bir meslekle uğraşması
için meslek sahiplerinin meyillerinin farklı oluşu gibi, ki düzen böylece sağlanmış
olur." Seyyid Şerif Şerhu'l-Mevâkıfta şu ilavede bulunur: Şüphesiz, bu
ihtilaf da rahmettir. Fakat burada dolaylı şekilde ve benzer olarak
zikredilmiştir.[10]
Buhâri Sahihinde
"Kitâbü'l-Buyû" da "Pazarlarla ilgili olarak zikredilen
hadisler babı" başlığını verir.[11]
Fethu*l-Bârî'de İbn Battâl'ın şöyle dediği kaydedilir: Buhâri, pazarları
anmakla, ticaretin mubahlığı, eşraf ve fazilet ehlinin pazarlara girmesinin
mubahlığını kasdetmiştir. Sanki o, kendi şartına göre sabit olmayan
"pazarların, yerlerin en kötüsü olduğu" hadisine işarette
bulunmuştur. Ahmet b. Hanbel, Bezzâr ve sahih olduğunu belirterek Hâkim'in[12]
tahric ettiği bu hadis Cübeyr b. Mut'im'den rivayet edilmiştir: "Hz.
Peygamber (sav) şöyle buyurdu: Yerlerin Allah'a en sevimli olanı mescidlerdir.
Allah'ın en hoşlanmadığı yer ise pazarlardır."[13] Bu
hadisin isnadı "hasen"dir. Bunu îbn Hibbân ile Hâkim, İbn Ömer'in
rivayeti olarak da tahric etmişlerdir. İbn Battal şöyle der: bu genel duruma
bağlı olarak yapılmış bir değerlendirmedir. Yoksa nice pazarlar var ki orada
Allah'ın adı çoğu mescidlerden daha çok anılır.[14]
Derim: Efendimiz Hafız
İbn Hacer, bu hadisin Sahîh-i Müslim'de Ebû Hureyre'nin rivayeti olarak
'Yerlerin Allah'a en sevimlisi mescidlerdir. Allah'ın en hoşlanmadığı yerler
ise çarşılardır"[15]
lafzıyla geçtiğinden haberdar olmamıştır. Bu hadis, Müslim'in Buhâri'den
teferrüd ettiği hadislerden olup aksini savunanlara rağmen Buhâri bunu tahric
etmemiştir. Buhâri bu başlık altında, Abdurrahman b. Avf in Medine'ye geldiği
sırada söylediği şu sözü tahric etmiştir: 'Ticaret yapılan bir pazar var mı?
Kaynuka pazarı var, denildi." Hz. Ömer de, "beni pazarlarda alışveriş
meşgul etti" demiştir.[16] İbn
Hacer şöyle der: Buhâri'nin hadisi burada zikretmesinden[17] maksat,
sadece pazarı anmak, onun Hz. Peygamber (sav) zamanında mevcut olduğunu ve
ashaptan önde gelenlerin kendilerine yetecek ve halktan istemekten sakınacak
kadar geçimlerini sağlamak için pazara gidip geldiklerini belirtmektir. Allah
Teâlâ şöyle buyurur: "Senden Önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de
yemek yerler, pazarlarda gezerlerdi" (Furkân 25/20).[18]
İbn Rüşd el-Beyân
ve't-Tahsîl adlı eserinde "Cami" bölümünde "Fazilet ehlinin
pazarlara girişi ve satım ve alımda kendilerine iyi muamelede bulunulması
(yakınlık gösterilmesi)" başlığını açar, sonra İmam Mâlik'ten nakledilen
şu bilgiyi zikreder: İmam Mâlik'e, fazilet ve salah ehli bir kimsenin pazara
gitmesi, kendisi için alışverişte bulunması ve fazileti veya iyi hali sebebiyle
kendisine iyi muamelede bulunulması soruldu, o şöyle cevap verdi: Bunda bir
beis yoktur. Hz. Ömer (ra) pazara giderdi. Salim b. Abdullah yanında kimseler
olarak gece pazarda oturduğunda, bekçiler onunla birlikte oturanlara rastlar
ve "Ey Ebû Ömer, bunlar senin sohbet arkadaşların mı?" derlerdi. Ona,
"bekçiler ne yapıyorlar böyle?" denince, "pazardan sefahat ve
abes ehlini atıyorlar" karşılığını verirdi. îbn Rüşd şöyle der: Pazarlara
girmek ve oralarda yürümenin caiz oluşuna gelince, bu konuda delil olarak Allah
Teâlâ'nın, "Bu peygambere de ne oluyor, yemek yiyor ve pazarlarda yürüyor"
(Furkân 25/7) diyen müşrikleri red için buyurduğu "Senden önce
gönderdiğimiz bütün peygamberler de yemek yerler, pazarlarda gezerlerdi"
(Furkân 25/20) sözü yeterlidir. Bazı kitaplarda, yukarıda geçen "senin sohbet
arkadaşların mı? (e min cülesâik?) " ifadesi "senin sohbet
arkadaşların emniyettedir (emine cülesâuk) " şeklinde okunmuş olup bunun
anlamı, berikileri kendisiyle birlikte oturduklarından dolayı koruduklarını,
onların emniyet içinde olduklarını bildirmektir. Sözkonusu ifadenin (e min ?)
bu kitaptaki anlamı ise, kendisini ve arkadaşlarını korudukları gibi bunu da
sefihlerden korumak için "senin sohbet arkadaşlarından mıdır?"
şeklinde adamla ilgili soru sormaktır.[19]
Buhâri daha sonra
"pazarlarda bağırmak babı" başlığını açar.[20]
Demâmini[21] bu bâbla ilgili olarak
İbnü'l-Müneyyir'den şu nakilde bulunur: "Buhâri pazarın mubahhğı konusunda
birçok başlıklar açtı, sonra burada pazarda bağırma ile ilgili bir başlığa yer
verdi. O ticaret ve ziraatle uğraşıyordu. Rivayet edildiğine göre onun bir
malına 5000 (dirhem) verildi, o bir-şey demeden kendi kendine düşündü. Bunun
ardından ilk fiyattan kat kat fazla binlerce dirhem verdiler. O ise lıayır, ben
ilk fiyatı kabul ediyorum' dedi ve kalbine gelen lüzumsuz düşüncelerden dolayı
nefsini muhasebe etti."
Derim: Bu, bundan önce
geçen ve daha sonra gelecek bilgilerle, Ebû Ali el-Yûsî'nin[22]
Kânûn'undaki şu sözünün manasını (isabetsizliğini) anlamış olursun:
"Resulullah (sav), hepsi de Allah'ın dininde bilgi sahibi (fakih) olup
hiçbiri ihtiyaç duyduğu birşeyi pazardan kıratla satın almayı beceremeyen
binlerce sahabi ardında bırakarak vefat etti." Bu genellemeli ve kapsamlı
mutlak ifade, onu mutlak olarak sarfeden kimseden vukuu tuhaf ve hele Yûsî gibi
bir âlime nisbetle zikredilen en garip şeydir. Elverir ki bununla, daha Önce
geçtiği üzere kendilerini ibadete, kulluk ve ilim tahsiline vakfetmiş bulunan
ehl-i suffe'yi kasdetmiş olsun. Üstelik bunların sayıları binleri bulmadığı
gibi dünya hayatından kopuşları da alışverişi bilmemelerinden değil, baki olanı
fani olana tercihlerinden ileri gelmekteydi. İbnü'1-Hâc el-Medhal'de şöyle der:
Resulullah'm (sav) ashabı pazarlarda ticaretle uğraşıyor ve kendi bahçelerinde
çalışıyorlardı.[23]
Buhâri ayrıca
"kişini kendi eliyle çalışması ve kazanması babı" diye bir başlık
açar ve bu bâbda Hz. Aîşe'den (ra) şu rivayeti nakleder: "Hz. Ebubekir
halife olunca şöyle dedi: Kavmim bilir ki benim mesleğim, ailemin geçimini
sağlamakta yetersiz değildir. Ben müslümanların işiyle uğraşıyorum, Ebubekir'in
ailesi de bu maldan yiyecektir. Bense buna harcadığım zamanda müslümanlar için
çalışıyorum."[24] Hâfız
İbn Hacer şöyle der: Hz. Ebubekir'in (ra)hadisi,her ne kûdar zâhirde
"mevkuf" olarak görülüyorsa daha-life seçilmeden önce ailesinin
geçimini temin için meslek icra etmiş olduğunu iktiza ettiğinden "merfû
" hadis olur. Çünkü bu durumda sahabinin "Biz, Nebi (sav) zamanında
şöyle şöyle yapıyorduk" sözüne benzer. İbn Mâce ve başkaları, Ümmü
Seleme'nin rivayet ettiği şu hadisi zikrederler: "Hz. Ebubekir (ra), Nebi
(sav) zamanında Basra'ya tacir olarak gitti."[25]
"Buyu (alışveriş)" kitabının başında nakledilen Ebû Hureyre
hadisinde, onun şöyle dediği geçti: "Muhacirlerden kardeşlerimi pazarlarda
saflta (pazarlık elsıkması) meşgul ediyordu."[26] Hz.
Âişe'nin rivayet ettiği "Sahabe, kendi kendilerinin işçileriydiler"[27]
hadisi de ileride gelecektir.[28]
Yine Buhâri "buğday
vesairede ticaret babı"[29]
başlığını açarak şu âyeti zikreder: "Kendilerini ne ticaretin ne de
alışverişin Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı
erkekler. (Onlar) yüreklerin ve gözlerin (dehşetten) ters döneceği günden
korkarlar" (Nûr 24/37). Sonra da Katâde'nin şu sözünü kaydeder: Kavim
(ashap) alışveriş ve ticaret yapıyorlardı. Fakat Allah'ın haklarından biri
sözkonusu olduğunda onu Allah'a ödeyinceye kadar ne bir ticaret ne bir
alışveriş onları Allah'ın zikrinden alıkoymuyordu.[30]
Aynî, Umdetül-kftrî'de şöyle der: Katâde "kavim" sözüyle ashabı
kasdetmiştir. Onlar alışverişleriyle meşgul olduklarında ezanı duyunca,
Allah'ın hakkını eda için hemen ona koşarlardı. Abdürrezzak tarafından tahric
edilen İbn Ömer'in şu sözü de bunu teyid eder: "İbn Ömer pazardaydı.
Sahabiîer ezam duyunca dükkanlarını kapatıp mescide girdiler. İbn Ömer (ra) bu
âyetin onlar hakkında nazil olduğunu söyleyerek âyeti zikreder." İbn
Battal da âyetin tefsirinde şu bilgiyi gördüğünü belirtir: Onlar demirci ve
ayakkabı dikicisi idiler. Biri çekicini kaldırdığında veya bizi deliğe
soktuğunda ezanı duyarsa, bizi delikten çıkarmaz ve çekici de vurmayıp atarak
namaza kalkardı.[31] Hafız İbn Hacer,
Katâde'nin anılan sözünün ardından "Bu sözün 'mevsul' olarak ondan
rivayetine vakıf olmadım. Bu söze inevsûl' şekilde îbn Ömer'in sözü ve
Abdürrezzak'ın ondan tahrici olarak vakıf olmuşumdur" der ve Aynfnin zikrettiği
İbn Ömer hadisini verir.[32]
Kastallâni, İrşâdu's-sârî'de şöyle der: îbn Kesîr'in Tefsirinde geçtiği üzere
bunu îbn Ebî Hatim ile İbn Cerîr de rivayet etmişlerdir.[33]
Hafız îbn Hacer sonra şöyle der: îbn Ebî'Hâtim, İbn Mesud'dan (raj bu rivayetin
benzerini tahric eder. Hilye'de de Süfyân es-Sevrfden şu rivayet nakledilir:
Onlar alışveriş yapıyorlar, farz namazlarını cemaatle kılmayı da
terketmiyorlardı.[34]
Yine Buhâri,
"ticâret yapmaya çıkış babı" adıyla bir başlık açar ve "Namaz
kılındıktan sonra yeryüzüne dağıtın ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın.
Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz" (Cum'a 62/10) âyeti ile Hz,
Ömer'in (ra) ticarete çıkmayı kastederek söylediği "pazarlarda safka beni
meşgul etti" sözünü zikreder.[35]
Kastallâni şöyle der: Hz. Ömer'in (ra) pazara ihtiyacı, ailesinin geçimi için
kazanma ve insanlardan istemekten sakınma içindi ki bundan da ticarette maharet
taslayıp da pazarlara gitmeyen ve bundan sakınan kimselerin tavrını red
sözkonusudur. Fakat bundan sakınanın, ilk asrın aksine şimdi pazarlarda
görülen münkeratın çokluğundan dolayı sakınmış olması da muhtemeldir.[36]
Buhâri,
"kazandıklarınızın temizlerinden infakta bulunun (Bakara 2/267) âyeti babı" başlığını
açar.[37]
Kastallâni şöyle der: Bundan kastedilenin ticaret olduğu Mücahid'den nakledilmiştir.[38]
Buhâri ayrıca "Kitâbu'l-Buyû" da "kuyumcuya dair bâb,"[39]
"demirciye dair bâb,"[40]
"terziye dair bâb,"[41] "dokumacıya
dair bâb,"[42] "marangoza dair
bâb,"[43] "kargaşa (fitne) zamanı
ve başka zamanlarda silah satımına dair bâb,"[44]
"attâra ve misk satımına dair bâb,"[45]
"hacamatçıya dair bâb,"[46]
"erkek ve kadına giymesi mekruh olan şeylerin ticaretine dair bâb"[47]
başlıklarına yer verir. İbnü'I-Müney-yir, İbn Hacer, Demâmini, Aynî, Kastallâni
ve diğerleri, bu zanaat türleri ile ilgili başlıklar açmanın faydasının, Hz.
Peygamber (sav) zamanında mevcut mesleklere dikkat çekmek olduğunu ve
Resulullah'ın (sav) bildiği halde ikrarda bulunmasının bu türlerin cevazı
konusunda nass teşkil edeceğini ve bunların dışındaki mesleklerin ise kıyas
yoluyla aynı hükme bağlanacağını söylerler (Bu konuda bkz. Fethu'1-Barî, IV,
267; Aynî, V, 441; Kastallâni, IV, 31).[48]
Buhâri, "kişinin
eliyle çalışıp kazanması babı" başlığını açar.[49]
Hafız İbn Hacer şöyle der: Temel kazanç yolları ziraat, ticaret ve sanattır.
Şafii mezhebinde, nassa dayalı hükme en çok benzeyen (eşbeh) görüşe göre bunların
da en temizi ticarettir. Benim nazarımda tercihe değen görüş ise bu yollardan
en temizinin ziraat olduğudur. Çünkü ziraat, tevekküle en yakın olanıdır.
Nevevi, Mikdâm'ın (ra) rivayet ettiği hadisle onu tenkit eder ki Buhâri bu
hadisi anılan başlık altında zikretmiştir. Bu hadiste şöyle buyrulur: "..
.Hiç kimse, elinin emeği ile kazandığından daha hayırlı bir yemek yememiştir."
Buhâri daha sonra da Ebû Hureyre'den şu hadisi tahric eder: "Davud (as)
kendi elinin emeğiyle kazandığından başkasını yemezdi." Nevevi şöyle der:
"Doğrusu, kazançların en temizi kişinin el emeğiyle elde ettiğidir. Eğer
ziraatçi ise, bu, el emeğini, tevekkülü, insanlar ve hayvanlar için umumî
faydayı içerdiğinden ve âdeten bundan karşılıksız yenilmesi sözkonusu
olduğundan kazanç yollarının en temizidir. Kim eliyle çalışamıyorsa,
zikrettiğimiz sebeplerden dolayı onun hakkında ziraat en faziletlisidir. Hafız
îbn Hacer şöyle der: Gerçek şudur ki bu husus şahıs ve şartların farklı oluşuna
göre farklılık arz eden değişik derecelere sahiptir." Hafız îbn Hacer
şöyle der: Elle çalışmanın bir fazileti de kişinin oyun ve tembellik yerine mubah
bir işle uğraşması, böylece nefsinin gururunu kırması, isteme ve başkasına
muhtaç olma zilletinden sakınmasıdır.[50]
eş-Şerhu'1-celî'de[51] şu
bilgi verilir: "Ticaretin daha faziletli olduğu, çünkü Hz. Mustafa'nın f
sav) ticaretle meşgul olup ziraat yapmadığı söylenmiştir." Gelecek
bilgilerden anlaşılacağı üzere bu görüş tartışma götürür. Râiî b. Hudeyc'den
şöyle dediği rivayet edilir: "Denildi: Ey Allah'ın Resulü, hangi kazanç
daha faziletlidir? Resulullah (sav) buyurdu: Kişinin kendi el emeğiyle
kazandığı ile makbul (meşru) olan her satış." Tebrîzi bu hadisi Mişkât'da
Ahmed b. Hanbel'e isnadla zikreder.[52] Kâri
de ayrıca Bezzâr'a is-nad eder ve "el emeğiyle" sözü ile ilgili
olarak şöyle der: Yani ziraat, ticaret, yazı veya zanaat.[53] Bir
başka yerde de şöyle der: Ticaret türlerinin en faziletlisi ise bez (kumaş
vs.), sonra güzel koku ticaretidir.[54]
Ticaret ve tüccarla
ilgili birçok hadis varid olmuştur. İbn Mâce ve Hâkim, İbn Ömer'den şu tahricde
bulunurlar ki Hâkim'in "sahih" şeklindeki değerlendirmesine itiraz
edilmiştir: "Emin, doğru ve müslim tacir, kıyamet günü şehidlerle birliktedir."[55]
Tirmizi ve Hâkim'in Ebû Sa-id'den tahric ettikleri "Emin ve doğru tacir,
nebiler, sıddıklar ve şehidlerle birliktedir. Bunlar ne güzel
arkadaştırlar" hadisi ile ilgili olarak Tirmizi "hasen-garîb"
değerlendirmesini yapar, Hâkim de Hasan-ı Basrî'nin mürsellerinden olduğunu
söyler.[56]
Isfahâni Tergîh'inde,
Deylemi de Firdevs'te Enes'ten (ra) m e r f û olarak rivayet ettiği şu tahricde
bulunurlar: "Doğru tacir, kıyamet günü Arş'ın gölgesi altındadır."[57] İbnü'n-Neccâr
da İbn Abbâs'tan şu merfû rivayeti tahric eder: "Doğru tacir, Cennet
kapılarında engellenmez."[58]
Münâvi et-Teysîr'de şöyle der: Bilakis, dilediği kapıdan girer; kendisine,
arkadaşına olan faydası ve faydasının bütün mahlukata dokunması sebebiyle.[59]
Kudâi, Enes'ten (ra) şu tahricde bulunur ki Münâvi hasen bir isnadla merfû
olarak rivayetedildiğini söyler: "Korkak tacir mahrumdur, cesur tacir ise
rızıklandırılmıştır."[60] Said
b. Mansur Sünen'inde, Nuaym b. Abdurrahman el-Ezdî ve Yahya b. Cabir et-Tâî*den
mürsel olararak şu tahricde bulunur ki Münâvi ravilerinin sika (güvenilir)
olduğunu söyler: "Rızkın onda dokuzu ticarette, onda biri ise sürüdedir,"
yani hayvan üretiminde.[61]
İmam Ebû Osman Amr b.
Bahr el-Câhız Risale fî medhi't-tüccâr ve zemmi ameli's-sultân adlı risalesinde
şöyle der: Müslümanlar bilmektedirler ki Allah'ın yaratıkları içinde en
seçkini, kulları içinde en iyisi ve vahyi konusunda güvendiği insan ticaretle
uğraşan bir ailedendir. Ticaret onların güvence ve dayanaklarıdır, seleflerinin
sanatı ve haleflerinin yoludur. Onlar ticaretle tanınmışlardı. Bu yüzdendir ki
Yemen kâhinesi şöyle demişti: "Ne iyi o memleketler ki tüccar
Kureyşlilerindir." Kurey ş sözü (herhangi bir ataya nisbet olmayıp) onlar
hakkında "ticaret ve rızık kazanmak"tan (tica-ret-takrîş) türetilmiştir.
Bu onların en yüce adlan ve en şerefli nesepleridir. Bu, Allah'ın Kitâb'ında
yücelttiği, onları kendisiyle özellikle andığı isimdir. Onların Ukâz panayırı
vardı. Ebû Züeyb onlar hakkında şöyle der:
Ukâz'a çadırları
kurduklarında Alışveriş başlayıp binler toplandığında.
Hz. PfivfTsmber (sav)
hayatının bir kısmını tüccar olarak geçirdi ve yolculuklar yaptı, hazarda da
sattı ve satın aldı. Allah kime peygamberlik vereceğini en iyi bilir. Allah,
razı olunmuş hiçbir yol, temiz ahlâk ve razı olunmuş amel taksim etmedi ki onu
bundan en çok nasipdar kılmasın, ona en büyük payı vermesin. Alışverişteki
şöhreti sebebiyledir ki müşrikler "Bu peygambere de ne oluyor, yemekyiyor
ve pazarlarda yürüyor" (Furkân 25/7) dediler. Allah da ona şu âyeti
vahyetti: "Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de yemek yerler,
pazarlarda gezerlerdi" (Furkân 25/20). Böylece kendisinden Önceki
peygamberlerin sanat ve ticaretle mesul olduklarını haber verdi.[62] Bu
bilginin devamı için, Câhız'm risalelerinden oluşan bir "mecmua"
içinde Mısır'da 1324 yılında basılan mezkur esere bakınız.
Deylemi ibn Abbâs'tan
şu rivayeti tahric eder ."Tacirler konuş unda size hayrı tavsiye ederim.
Onlar ufukların elçileri ve Allah'ın yeryüzündeki eminleridirler."[63] Bu,
ticaretin diğer kazanç yollarına üstünlüğü konusunda "sarih" nass
gibidir. Hafız İmam Ebû Bekr Ahmed b. Muhammed el-Hallâl'ın ticarete teşvike[64] dair
bir kitabı olup İbn Süleyman er-Rûdânî Sı-la'sında "ha" harfinde,
kendisine ulaşan isnadıyla zikreder.[65]
Birçokları Sahîh-i
Buhâri'deki "Hangi müslüman bir ağaç diker, bir şey eker de ondan bir kuş,
bir insan[66] veya bir hayvan yerse, onunla kendisine bir sadaka
(sevabı verilmiş) olur"[67] hadisinden,
ziraatin, başkasına dokunan faydası sebebiyle en faziletli kazanç yolu olduğu
hükmünü çıkarmışlardır. Faydası başkasına dokunan şey, faydası dokunmayandan
daha faziletlidir. Hafız îbn Hacer şöyle der: Doğrusu, bu, zaman ve şahıslara
göre farklılık arzeder.[68]
Tanınmış âlimlerden
biri şöyle dedi: Ticaret, ziraat ve sanat arasındaki üstünlük meselesinin
duruma göre farklılık arzetmesi gerekir. Eğer yiyeceklere ihtiyaç varsa ziraat
üstün, yolların kesilmesi sebebiyle ticarî mallara ihtiyaç varsa ticaret üstün
ve eğer sanata ihtiyaç duyulursa o üstün olur. Bu farklılık üstünlük
konusundadır, yoksa el-îhyâ, Cemu'l-cevâmi ve başka eserlerde geçtiği üzere
hepsi de farz-ı kifâyedir. Gazzâli'nin ifadesi şöyledir: Farz-ı kifâye'ye
gelince, tıp, hesap, sanat ve siyaset esasları gibi •dünya işinin yolunda
olması kendisine ihtiyaç gösteren her ilim farz-ı kifâye'dir.[69]
Ebû Ömer îbn Abdilber
el-Kâfî'de şöyle der: Haram olduğunda icma edilen kazanç türlerinden bazıları
şunlardır: Faiz, fahişelerin ücreti, haram kazanç, rüşvet, ölüye ağıt yakmak,
kahinlik, gayb ve semadan haber verme iddiası, çalgıcılık ve bütün batıl
oyunlar karşılığında ücret alınması.[70] Kurtubi,
bu bilgiyi Tefsîr'de nakleder.[71]
Şihâbüddin el-Berbîr
eş-Şerhu'1-celî adlı eserinde geçtiği üzere, bugün insanların ticarî
ilişkilerinde hakim olan hususlara şöyle işarette bulunur:
Tüccarları sarhoş
olmuş görüyorum Uyanmadılar sarhoşluklarından Gecemiz onlar yüzünden karanlık
Ve ufuklar kıpkızıl Zararı kâr saydılar Erkenden ona koşuşuyorlar Doğrulukta
kesat var Nifaka ise rağbet
Berbîr yine şöyle der:
Zamanımın insanları
ahireti boşadılar Buna da pişmanlık duymadılar Bir ticaret veya oyun
gördüklerinde Ona yöneldiler.
O yine şöyle der:
Tacir hep umar durur
Kârı, fakat zarara
uğrar
Allah'a kulluk her
zaman
Hayırlıdır oyundan,
ticaretten
Ona kulluk et
yaşadıkça ve kork ateşten
Ki yakacağı insan ve
taştır.
Şihâbüddin el-Berbîr
şöyle der: "Bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman kemen dağılıp ona
gittiler ve seni ayakta bıraktılar" (CunVa 62/11) âyetinin ifade ettiği
ticareti kötüleme hususu, "... ona gittiler ve seni ayakta bıraktılar"
ilahî kelâmının da işaret ettiği gibi kişiyi din ve ahiret işlerinden alıkoyup
dünyaya düşkünlük ve yönelişe sürükleyen ticaretle ilgilidir. Amma eğer bu
durum sözkonusu değilse ticaret övülmüştür, kötülenmesi arızîdir. Buhâri'nin
rivayet ettiği"... onlar facirlerdir"[72]
hadisi de bu zikrettiğimiz manada yorumlanır. Nitekim her ikisi de ziraatı
kötüleyen "Bu ümmet ziraatle uğraştığında zafer ondan kaldırılır" ve
"zillet sığırların kuyru-ğundadır"69'1 hadisleri de, kendisiyle
uğraşılması insanları büsbütün cihâddan alıkoyan ziraate hamledilir. Çünkü
böyle yaptıklarında düşman onlara kendi ülkelerinde hazırlıksız durumda
saldırır ve bununla zillete duçar olur ve düşmana karşı zaferden mahrum
kalırlar. Fakat ziraat ile düşmanı defetmek için kuvveti birleştirince sünnete
uymuş olur. Zira Allah Teâlâ'nın "Dünyadan nasibini de unutma" (Kas
as 28/77) buyurduğu gibi, müminlerin hayırlısı dünyayı ahiret ve ahireti de
dünya için terketmeyip her ikisini de elde etmeye çalışandır.
Şeyh Rifâa e t-T ah
tavı Menâhicü'l-elbâbi'l-Mısriyye fî mebâhici'l-âdâbi'l-asriyye (s. 51) adlı
eserinde şu şiiri söyler:
Bir yücelik elde
ettiğinde kendine bir meslek edin Yüzünün suyunu değişmekten korursun Görürsen
hakir görme bir isteyeni İlim ehlinin özelliğidir istemeleri!
Onun bu konudaki
dayanağı, İbnü'l-Hindî'nin Kitâbü'r-rahme fi't-tıb ve'I-hikme'de zikrettiği
üzere Ahnef b. Kays'ın şu sözüdür: "Akıllı kimseye, âhireti için
kendisine azık sağlayacak bir ilme, din ve dünya işinde faydalanacağı bir
sanata sahip olmaması yakışmaz. Tıp ilmi ile de kendi nefsi ve cesedinden
hastalık ve illeti giderir." İhtiva ettiği mübalağalara rağmen,
Keşfü'z-zûr ve'1-bühtân min sinâati Benî Sâsân[73] adlı
risaleye bakınız.[74]
Kimi zaman bazı âbid
cahiller çalışıp kazanmayı terk hususunda, haramın yaygınlığını bahane
ettiler. Kâri el-Mirkât'ta şöyle der: Bil ki bu zamanda çoğu durumda helal
(kazanç, yiyecek) bulunmaz. O halde sâlik, helal olmayan şeyden, açlıktan
ölmemek için hayatını sürdürecek kadarla yetinsin. Belagat sahibi kimselerden
biri şöyle der:
Bana cahil bilgisiz
kişi şöyle diyor
Haram malı bırak
kanaatkar ol
Helal malı bulamadığım
zaman
Ölürüm de açlıktan
yemem haram.
Fakat haram ve şüpheli
şeylerin derecelerini gözetmek gerekir. Helale yakın olan bulununca ona uzak
olan kullanılmamalıdır. Meşâyihten biri şöyle demiştir. Muztar durumda olan
kimse ölmüş bir koyun bulunca ölü eşeği yemesin, eşeği bulunca köpeğe, köpeği
bulunca da domuza yaklaşmasın. Fukahanın sefihleri gibi eşyayı birbirine eşit
saymamak gerekir. Bunlar şöyle derler: Helal elde ettiğimiz, haram da mahrum
kaldığımızdır.[75]
Kazanç yollarının
türleriyle ilgili geniş bilgi edinmek istiyorsanız el-Bereke fî fadli's-sa'y
ve*l-hareke[76] adh kitabı mütala ediniz.
Bu kitap bir cilt olup yedi bâbdan meydana gelmektedir. Birinci Bâb: Ekim,
ziraat ve meyve üretimi, ağaç dikimi ve nehir (su yolu) açmanın faziletine dair
olup birçok fasıldan oluşmaktadır, ikinci Bâb: İp eğirmeye dair olup muhtelif
fasılları vardır.[77]
Dördüncü Bâb: Tıp ve faydalarına dair varid olan âsâra (hadis, haber) dairdir.
Beşinci Bâb: "Bereket" lafzını içeren kırk hadise dair olup muhtelif
fasılları vardır. Altıncı Bâb: Zikir ve dualara dair. Yedinci Bâb: Durum ve
devirlere göre tekrar edilen dua ve zikirlere dair olup birçok fasıldan oluşmaktadır,
Bu eser değerli bir kitap olup müellifinin biyografisini, Mekke'de oranın
susu, muhaddisi, müsnidi ve bereketi olan hocamız Ebû Ali Hüseyin b. Muhammed b.
Hüseyin el-Hıbşî el-Bâalevî[78] bana
onun 712'de (1312) doğan ve 782'de (1380) ölen Muhammed b. Abdurrahman b. Ömer
el-Esâbî el-Hıbşî el-Yemenî olduğunu söyleyinceye ve bize onun birçok eserini
saymcaya dekhararetle aradım. Bu bilgi için bizim er-Rihletü*l-Hicâziyye adlı
eserimize bakınız.
Şihâbüddin el-Berbîr
de eş-Şerhu'1-celî adlı kitabında ticaret, meslekler ve sanatların türleri
konusunu iki yerde etraflıca incelemiş olup ziraat, ticaret, terzilik,
dokumacılık, çamaşırcılık, kasaplık, aşçılık, boyacılık vs. hakkında bilgi
vermiştir. Faydalı bir eser olan bu kitabı mütalaa ediniz.
Bu konuda Şeyh Rifâa
et-Tahtâvî de Menâhicü'l-elbâbi'l-Mısriyye fî mebâhici'l-âdâbi'l-asriyye adlı
eserinde etraflı bilgi vermiştir. Bu eser, bu konuda yazılmış en güzel ve bu
zaman insanları için en faydalı kitaptır. Bu konuda amcamız âlim, tarihçi Ebû
Muhammed Me'mun b. Ömer el-Kettânf nin, dilci İbn Fâris'in şu iki beytine
yaptığı, gerçekten faydalı Hidâ-yetü'd-dâl adlı şerhini de mütala ediniz:
Bir ihtiyaç için
gönderdiğinde
Bir elçi, muhtaç
durumda
Bırak bütün elçileri
bir tarafa
Dirhem denilen elçiden
başka.[79]
Müslümanların tanıdığı
ve kullandıkları sanat ve meslekler konusunda bir grup âlim eser kaleme
almışlardır. İleride İbn Ebi'l-Hadîd'den de nakledileceği üzere, sahabe
asrının sonlarında Halid b. Yezid b. Muâviye el-Ümevî bu konuda antik dilde
yazılmış bazı kitapları tercüme etti. Bu konuda kitap yazan en eski
müelliflerden biri 255 (869) yılında vefat eden İmam Ebû Osman Amr b. Bahr
el-Câhız'dır. Onun Kitâbu'l-Ahtâr ve'1-merâtib ve's-sınâât ve Kitâbu
Gışşi's-sınâât[80] adlı eserleri var ki bu
sonuncu suyla ilgili olarak bazı düşmanları Ravdatü'l-a'lâm'da nakledilen şu
sözü söylemişlerdir: "O eserle halkın malını fesada vermiş, onları
aldatma ve hıyanete teşvik etmiştir." Câhız'm Medhu't-tüccâr ve zemmu
ameli's-sultân adlı bir risalesi de mevcut olup ona ait bir mecmua içinde
Mısır'da basılmıştır.[81]
Bu konuda kitap
yazanlardan biri de Şeyh Ebü'1-Fadl Cafer b. AH ed-Dımaşkî olup el-tşâre ilâ
raehâsini't-ticâre ve maârifeti ceyyidi'l-a'râz mir redîihâ ve
gaşşi'l-mudellisîne fîhâ adlı eseri Mısır'da 27 sahife halinde basılmıştır.[82] Bu
müelliflerden biri de Şihâbüddin Muhammed b. Hasan b. Sâiğ ed-Dımaşkî (ö.
720/1320) olup sanat ve fenlere dair bin beyit-lik bir "kaside-i
mîmiyye" si vardır.[83] Bu
âlimlerden biri de Şeyh Ebû Abdullah Muhammed b. Ebi'1-Hayr el-Ürmeyûnî
el-Hasenî el-Mâliki olup Kitâ-bü'n-Nücûmi'ş-şârikât fî ba'di's-sanâifl-muhtâc
ileyha fî ba'di'l-evkât[84] adlı
eseri vardır. 25 bâbdan oluşan beş formalık bu esere Cezayir Sahrası'nda
Bûsaâde'de el-Hâmil zaviyesinde rastladım.
Bu konuda kitap
yazanlardan biri de Ebû Abdullah Muhammed b. Is-hak b. Said b. İsmail es-Sa'dî
el-Herevî olup Kitâbu's-Sannâ mine'1-fuka-hâ ve*l-muhaddisîn adlı eseri vardır.
İmam Hafız Ebû Said Abdülkerim es-Sem'ânî el-Mervezî bu kitabı ensâba dair eserinde
"sin" harfinde zikrederek şöyle der: Onun eserlerinden güzel ve
zannederim seviyesine ulaşılmamış bir kitap gördüm ki Kitâbu's-Sannâ
mine'l-fukahâ ve'1-muhad-di-sîn diye adlandırılmıştı.[85] Onun
el-Ensâb adlı kitabının fotoğrafla alınmış nüshasında 298. varaka bakınız.
İmam Îbnul-Hâc
el-Medhal'de mesleklerden birçoğunu ele alarak özetle bilgi vermiştir.[86]
Fakih Sufi Ebü'l-Abbâs Ahmed b. Acîbe et-Tetvânî özel bir te'lifte müslümanın
bu işlere teşebbüste taşıyacağı niyetleri etraflı ve geniş bir şekilde ele
almıştır.[87]
İmam Şafii
er-Risâle'deye Gazzâli el-îhyâ'da, mükellefin bir konuyla ilgili Allah'ın
hükmünü öğrenmedikçe o işe girişmesinin caiz olmadığı hususunda icma
bulunduğunu naklederler. Karâfi el-Furûk'ta şöyle der: Kim satış yaparsa,
Allah'ın satış konusunda koyduğu ve belirlediği hükümleri bilmesi vaciptir
(farz). Kim kiraya verirse, Allah'ın kira konusunda koyduğu hükümleri bilmesi
vaciptir. Kim kırâz (müdârebe) ortaklığı yaparsa, Allah'ın kırâzle ilgili
hükmünü bilmesi vaciptir. Kim namaz kılarsa, Allah'ın namazla ilgili hükmünü
bilmesi vaciptir. Kur'ân-ı Kerîm'de bu kaideye delâlet eden nass Hz. Nuh'tan
(as) sözeden şu âyettir: "(Nuh) dedi ki:Rabbim, bilmediğim bir şeyi senden
istemekten sana sığınırım" (Hûd 11/47). Bunun mânâsı şudur: Bunu
istemenin uygun (caiz) olup olmadığı hususunda bilgim yoktu. Şöyle ki, Hz. Nuh
(as), oğlunun durumunu ve istemesi uygun olup olmadığını bilmeden oğlunun
gemide kendisiyle birlikte olmasını Allah'tan istemesi üzerine kınanmıştı.
Gerek Allah'ın bu kınaması gerekonun verdiği cevap, insanın teşebbüs etmek
istediği konuda önce bilgi sahibi olması gerektiğine delalet eder. Bu hususun
gerçekliği sabit olunca Allah Teâlâ'nın şu sözünün de bu manada olduğu görülür:
"Bilmediğin bir şeyin ardına düşme" (Isrâ 17/36). Bununla, Allah
Teâlâ, peygamberini bilmediği şeylere tabi olmaktan nehyetmiştir. O halde,
bilmeden bir şeye girişmek caiz olmayıp her halde ilim talebi vacip olur. Hz.
Peygamber'in (sav) şu sözü de bunu göstermektedir: "İlim talebi (tahsili)
her müslümana farzdır."[88] İmam
Şafiî şöyle der: "îlim tahsili iki kısımdır: Farz-ı ayın olan, farz-ı
kifâye olan. Farz-ı ayın olan, içinde bulunduğun durumu bilinendir, farz-ı kifâye
olanı ise bunun dışında kalandır."
Ebü'l-Hasan Ali b.
Yusuf el-Hakîmü'1-Fâsfnin ed-Devhatü'1-müşte-beke fî davâbiti dari's-sikke adb
eserinde, Hz. Ömer'in (ra) şöyle dediği zikredilir: "Acemler (Arap
olmayanlar, yabancılar) dinde bilgi sahibi olmadan pazarımıza
girmesinler." O, bununla, kişinin kendisi ile ilgili lüzumlu fıkıh
bilgilerini öğrenmeyi kastetmiş olmalıdır. Derim: Yani alışveriş hükümlerini.
Bunun mesnedi de Hz. Peygamber'in (sav) uygulamasıdır. O, herhangi bir
faaliyette bulunan kimseye onun hüküm ve formalitelerini öğretirdi. Meccâci,
İbn Ebî Cemre'nin Muhtasarına yaptığı şerhte şöyle der: Âlimlerimiz şöyle
dediler: Bir kimsenin, alışverişle ilgili hükümleri bilmeden alışverişle meşgul
olması, çarşı ve pazarda oturması caiz değildir. Bunu yapmak isteyen kimsenin
bu hususları öğrenmesi ona farz-ı ayındır. Bu konuda icma olduğu
nakledilmiştir.
İmam Mâlik de
el-Müdevvene'de "Kitâbu'l-Kırâz" da şöyle der: Kişinin, haramı helal
sayan veya helali haramdan ayırmayan kimseyle, isterse bu kimse müslüman olsun,
mukârazada (müdârebe) bulunmasını hoş karşılamam. Hz. Ömer'in, bu konuda bilgi
sahibi olmayanları pazardan çıkarmak için adam gönderdiği rivayet edilir.[89] Bu
bilginin benzeri el-Mukaddi-mât'ta İbn Rüşd tarafından verilmiştir. Şebrahiti'nin
el-Muhtasar şerhinde Kabbâb'ın şöyle dediği kaydedilir: Kişinin, alışverişle
ilgili hükümleri öğrenmeden pazarda oturması caiz değildir. Hz. Ömer, bu
konuda bilgi sahibi olmayanları pazardan çıkarması için adam göndermiştir.
Ebû Abdullah
İbnü'l-Hâc'ın el-Medhal'inde şu bilgi verilir: Hz. Ömer, ilgili hükümleri
bilmeden pazarda oturanlara kırbaçla vurarak "faizi bilmeyen bizim
pazarımızda oturmasın" veya söylemiş olduğu şeyi söylerdi. İmam Mâlik,
ilgili hükümleri bilmeyen kimsenin, insanlara faiz yedirmeme sı için pazardan
çıkmasını emretti. Efendim Ebû Muhammed'in şöyle dediğini duydum: O Mağrib'de
muhtesibi gördü; pazarda yürüyor, her dükkanda durarak sahibine malı konusunda
onu ilgilendiren hükümleri, sözko-nusu malda faizin nasıl meydana geldiğini,
bundan nasıl sakınılacağım soruyordu. Eğer doğru cevap verirse onu dükkanda
bırakırdı. Bilmediği bir şey olursa dükkandan çıkararak şöyle derdi:
Müslümanların pazarında oturup halka faiz ve caiz olmayan şeyleri yedirmene
imkan vermeyiz.[90]
Nehcü'l-belâğa'da Hz.
Ali'nin şöyle dediği kaydedilmektedir: "Kim bilgi sahibi olmadan ticaretle
uğraşırsa faize bulaşır." İbn Ebi'l-Hadîd bunun şerhinde şöyle der: Çünkü
dînî konularla alışverişe dair hususlar birbirine karışıktır. İkisini
birbirinden ancak fakih (bilgili) kimse ayırabilir (IV, 479).
Ebû Tâlib el-Mekkî'nin
Kûtu'l-kulûb adlı eserinde şu bilgi verilir: Hz. Ömer pazarlarda dolaşır,
tüccarlardan bazılarına kamçıyla vurarak şöyle derdi: "Bizim pazarımızda
bilgi sahibi olmayan satış yapamaz. Aksi takdirde ister istemez faiz
yer."[91] Müteahhirin ulemadan
bazıları şu merfu hadisi Tirmizi'ye isnadla naklederler: "Dinde bilgi
sahibi olmayan kimse bizim pazarımızda satış yapmasın." Ben bu rivayeti
ne Tirmizi'nin el-Cami'inde "Kitâbu'l-Buyû"da ne Suyûti'nin iki Cânıi'inde
bulamadım.[92] Sonra Ken-zü'1-ummâl'da
(I, 218) Tirmizi'ye isnad edilmiş olarak gördüm.[93]
Tenbîhü'l-muğterrîn'de
şu bilgi verilir: İmam Mâlik yöneticilere emreder, tüccarları ve onların emri
altındakileri toplayarak huzuruna getirirlerdi. Onlardan muamelat hükümleriyle
ilgili bilgisi bulunmayan, helal ve haramı bilmeyen birini bulunca onu pazardan
çıkararak kendisine şöyle derdi: "Alışveriş hükümlerini öğrenip sonra
pazarda otur; eğer bilgi sahibi olmazsan faiz yersin." Zurkâni Şerhu'l-Muhtasar'da
"Düşman ülkesinde ticaret" başlığında şöyle der: îmam Mâlik'ten şöyle
dediği rivayet edilir: Alışveriş hükümlerini öğrenmedikçe tüccarların herhangi
bir konuda şahitliğinin kabul edilmesi caiz değildir.
Şeyh Ebû Said
el-Hâdimî el-Hanefî el-BerSkatü'1-mahmûdiyye fi şerhi't-Tarîkatfl-Muhammediyye
adlı eserinde şöyle der: Tüccarın alışverişle ilgili sıhhat, fesâd, butlan,
helal, haram, faiz ve sair hükümleri öğrenmesi gerekir. es-Sirâciyye'den
naklen et-Tâtârhâniyye*de şu bilgi verilir: "Alışveriş hükümlerini,
nelerin caiz olup nelerin olmadığını bilmedikçe kişi ticaretle
uğraşmamalıdır." el-Bezzâziyye’de de şu bilgi kaydedilir:
"Kitâbul-buyû'u (alışveriş kitabı) bellemeden kişinin ticaretle uğraşması
helâl (caiz) değildir. Eskiden tüccarlar sefere çıktıklarında, işleri lç onusunda
başvuracakları bir fıkıh âlimini yanlarında götürürlerdi. Harizm imamlarından
(ulema) da şu rivayet nakledilir: Tüccarın fakih bir arkadaşı olmalıdır.[94]
Şeyh Ebû Salim
el-Ayyâşî'nin, "Buyu" ile ilgili manzumesine yaptığı kendi şerhinde
konuyla ilgili şu sözüne bakınız:
Pazarda oturma,
öğrenmedikçe
Satışın helal ve haram
olanını
Alışta da böyle. Bu
vaciptir
Bütün çalışanlara
Kendisi veya başkası
için,
Yapmak istediğinin
hükmünü bilmedikçe
Malını kırâz
(mudârebe) olarak vermen
Haramdır,
alışverişlerin hükmünü bilmeyene
Ebû Zeyd
et-Tilimsânî'nin, İbn Cemâa et-Tûnisî'nin "Buyu" una yaptığı
manzumeye de bakınız:
Şeriate göre helal
değil oturması
Alışverişi bilmeden
Yani pazarlarda ki
Bu ittifakla bilinen
bir husustur.
Böyledir yine hüküm,
bilmediği her hususta
Yapacağı her işte
Özellikle şahitlerle
hakimin
Ve herkesin. Sakın
vaîd'den.
Mallan vermen caiz
değil
Helali bilmeyen
kimseye
Kırâz ve alışverişler
için.
Ve meşru bütün
hükümlerde böyledir bu.
Derim: Bu, çağdaş
medeniyette de defter tutma, ticaret okullarından mezuniyet ve gerekli
imtihanlardan sonra bu okulların diplomasını elde etme konularında da temel
esastır.[95]
el-Utbiyye*de İmam
Mâlik'in şöyle dediği kaydedilir: Ömer b. Hattâb (ra) şöyle dedi:
"Ticarete önem verin, şu kırmızılar (hamrâ: mevâli, Arap olmayanlar)
dünyanız konusunda sizi yanlış yola şevketmesinler." Eşheb şöyle der:
"Kureyş kabilesi ticaretle uğraşıyordu, Araplarsa ticareti hor görüyorlardı.
"Kırmızılar" (hamrâ) mevâli demektir." Bu bilgi el-Beyân ve't-tahsîl'den
nakledilmiştir.[96]
İbnü'l-Hâc'ın
el-MedhaPinde şu bilgi verilir: Ömer b. Hattâb (ra) halifeliği sırasında
pazara gitti ve oradakilerin çoğunun Nebatîlerden olduğunu görünce üzüldü; halk
(ashap) onun yanına toplanınca kendilerine bunu haber vererek pazarı
terketmelerinden dolayı onları kınadı. Onlar da kendisine şöyle dediler:
Allah, bize nasip ettiği zaferle bizi pazarlardan müstağni (muhtaç olmayan)
kılmıştır. Hz. Ömer (ra) ise şöyle dedi^Allah'a andolsun, eğer böyle
yaparsanız, muhakkak ki erkekleriniz onların erkeklerine, kadınlarınız da
kadınlarına muhtaç duruma düşecektir." Seleften biri, Nebatîlerin ilimle
uğraştığını görünce ağlardı. Bunun sebebi şudur ki ilim, ehli dışındakilerin
eline düşünce ona senin göremeyeceğin zararlara sokar.[97]
Nebatî kelimesi ile ilgili olarak el-Misbâh'ta şöyle denir: Nebatîler, Irak
Sevâdı'na gelip yerleşen bir topluluk olup bu tabir daha sonraları halkın avamı
ve ayak takımı için kullanılmıştır.[98]
Derim: Hz. Ömer'in
(ra) bu ümmet hakkındaki görüşü isabetli çıkmıştır. Ümmet meşru ve rağbet
gören yolları ve başarıya götüren usulleriyle ticareti terkedince, başkaları
onu kaptı ve ümmet başkalarına muhtaç duruma düştü; iğne ve iplikten en büyük
ve değerli şeylere kadar her şeyde erkeklerimiz onların erkeklerine,
kadınlarımız da kadınlarına muhtaç oldu. İb-nü'1-Hâc'ın seleften biri diye
zikredip adını vermediği kimse Süfyân'dır.[99]
Hatîb, Muhammedb. Abdülvehhabel-Biskerf den şöyle dediğini tahric eder: Süfyân,
bu Nebatîlerin uygunsuz bir şekilde hadis yazdıklarını görünce ağırına gitti.
Ona şöyle dedim: "Ey Ebû Abdullah, şunların ilim yazdıklarını görünce
ağırına gittiğini görüyoruz!." Şöyle dedi: "İlim Arap'ta ve halkın
önde gelenlerinde idi, onlardan çıkıp şunlara, yani Nebatîler ve ayak takımının
eline düşünce dini değiştirdiler." Hatîb, Süfyân b, Hüseyin'den de şu
tahric-de bulundu: Siyahilerden bir grup A'meş'in yanına gelip toplandılar, o
kendilerine hadis nakletmekten çekindi. Ona "ey Ebû Muhammed, onlara
hadis nakletsen" denilince, şu karşılığı verdi: "Kim incileri
domuzlara takarT Seyyid es-Semhûdî, Cevâhirtil-ikdeyn'de şöyle der: Bu sözde,
hikmetin, ehli dışındakilere verilmeyeceğine işaret vardır.[100]
Tirmizi Câmi'nide
"Ticarete erkenden çıkma ile ilgili hadisler babı" başlığında şu
rivayeti zikreder: Bize Yakub b. İbrahim ed-Devraki haber verdi; bize Hüseyin
haber verdi; bize Yala b. Atâ, Umâre b. Cedîd'den, o da Sahr el-Ğâmidî'den[101]
şöyle dediğini nakletti: "Resulullah (sav) şöyle buyurdu: 'Allah'ım,
ümmetime erken vaktini bereketli kıl,'Resulullah (sav) bir seriyye göndereceği
zaman, onu sabah erkenden gönderirdi." Sahr tüccar bir kimseydi,
tüccarlarını gönderdiğinde gündüzün erken vaktinde gönderirdi; çok kazandı,
malı çok oldu. Bu konuda Hz. AH, Büreyde, İbn Mesud, Enes, İbn Ömer, İbn Abbâs
ve Câbir'den de rivayetler nakledilmiş olup Sahr el-Ğâmidf nin hadisi hasen
hadistir. Sahr el-Ğâmidî'nin Hz. Peygamberden (sav) bundan başka hadis rivayet
ettiğini bilmiyoruz.[102]
Derim: "Ümmetime
erken vaktini bereketli kıl" hadisini Sünen müellifleri tahric etmiş ohıp[103] îbn
Hibbân, Sahr rivayetiyle bu hadisi sahih saymıştır. Hafız Munzirî, bu hadisin
bütün rivayet yollarını tesbitte itina göstermiş olup sahabeden bu hadisi
rivayet edenlerin sayısı yirmiye ulaşmıştır. Fethul-BArTde
"Kitâbu'l-Cihâd" da "Öğleden sonra çıkma bâbı"na bakınız.[104]
İleride, Hz. Ömer'in
Yemen halkına söylediği şu söz gelecektir: Mütevekkil kimse, tohumunu toprağa
atıp sonra Allah'a tevekkül edendir. îbnü'l-Cevzfnin Menâkıbu Ömer adlı
kitabında, Muhammed b. Sîrîn'in babasından şöyle dediğini rivayet ettiği
nakledilir: Ömer b. Hattâb'la (ra) birlikte akşam namazında bulundum. Hz. Ali
geldi, yanımda bir bohçacığım vardı. "Nedir bu?" dedi,
"bohçamdır, şu pazarda alışveriş yapıyorum" dedim. Bunun üzerine Hz.
Ömer şöyle dedi: Ey Kureyş topluluğu, bu ve benzerleri ticaret konusunda size
galebe çalmasın, ticaret imaret in (emirlik, yöneticilik) üçte biridir.[105]
Yine Menâkıbu Ömer'de Hasan'dan şöyle dediği rivayet edilir: Hz. Ömer şöyle
dedi: Kim bir şeyde üç defa ticaret yapıp da birşey elde edemezse başkasına
yÖnelsin.[106] Menâkıb' da Ükeydirel-Ârızf
den Hz. Ömer'in şöyle dediği nakledilir: Meslek öğrenin, muhtemeldir ki
birinizin bir mesleğe muhtaç olması sözkönusu olabilir.[107]
KenzÜ'l-ummâl'de Hz.
Ömer'e (ra) isnadla şu rivayet zikredilir: "Eğer şu alışverişler olmasaydı
halka muhtaç olurdunuz."[108]
Menâkıb'da Ebu-bekr b. Abdullah'ın şöyle dediği nakledilir: Hz. Ömer şöyle
dedi: "Biraz aşağılık bulunan bir kazanç yolu, halktan istemekten daha
hayırlıdır."[109]
Menâkıb'da Zekvân'dan naklen Hz. Ömer'in şöyle dediği kaydedilir: "Sizden
biriniz bir deve s atın alacağı zaman büyük, semiz ve uzun boylusunu satın
alsın, eğer aldan irs a değersizinde değil iyisinde aldanmış olur."[110]
İbnü'l-Cevzî Telbîsu
tblîs'te ve Menâkıbu Ömer'de Havvât "ît-Teymî'den[111]
şöyle dediğini tahric eder: Hz. Ömer şöyle dedi: Ey fakirler topluluğu,
başlarınızı kaldırın, yol açık seçiktir, birbirinizle hayırda yarışın, müslümanlara
yük (muhtaç) olmayın.[112] el-tkdü'I-ferîd'de,
Ömer b. Hattâb'ın (ra) şöyle dediği zikredilir: "Sizden biriniz rızık
aramaktan geri durup 'Allah'ım bana rızık ver! demesin. Biliniyor ki gök ne
altın ne de gümüş yağdırır. Allah insanlann bir kısmını diğerleri vasıtasıyla
rızıklan d ırmaktadır. Hz. Ömer bunu söyledi ve şu âyeti okudu: "Namaz
bitince yeryüzüne dağdın ve Allah'ın fazlından nasip arayın. Allah'ı çok anın,
umulur ki kurtuluşa erersiniz" (Cum'a62/10).[113] el4kdü'l-ferîd'de,Hz.
Ömer'in (ra) şöyle dediği de kaydedilir: "Kişinin hasebi (şerefi) malı,
keremi dini, mürüvveti de ahlâkıdır."[114]
İbn Mâce, Abdulmelik
b. Umeyr yoluyla, onun Amr b. Hurey s'ten, onun kardeşi Said b. Hureys'ten şu
rivayetini tahric eder: "Resulullah (sav) şöyle buyurdu: Kim bir akar veya
ev satıp da parasını onun benzeri bir şeyeyatır-mazsa, onun bereketini
görmemeye layıktır."[115]
İbnü'l-Cevzî yine
Telbîsu tblîs ve Menâkıbu Ömer'de Muhammed b. Asım'dan şöyle dediğini tahric
eder: Bana ulaşan habere göre Ömer b. Hattâb (ra) bir çocuk görüp de ondan
hoşlandığında, bir mesleği (sanatı) olup olmadığını sorar, "hayır"
cevabını aldığında "gözümden düştü" derdi.[116]
İbnü'l-Cevzî Telbîsu
İblîs adlı kitabında Hz. Ömer'in şöyle dediğini nakleder: "Yüzümün suyunu
muhafaza edecek yeterli rızık için ayaklarım üstünde çalışmaktan ölmem, Allah
yolunda gazi olarak ölmemden bana daha sevimlidir."[117]
Huzâi'ye ilave olarak
zikredilen mukaddimeler ve bâblar burada sona ermiş olup Huzâi'nin eserinde
"Dokuzuncu Bölüm"deki bâblara dönelim.[118]
Bunlardan biri,
Resulullah'ın (sav) halifesi Ebubekir es-Sıddık'tır (ra). tbn Abdilber
el-îstîâb'da, İbn Kuteybe de el-Meârif te Zühri yoluyla Ümmü Seleme'nin (ra)
şöyle dediğini kaydederler: Ebubekir, Hz. Peygamber'in (sav) vefatından bir yıl
önce ticaret maksadıyla Busra*y a gitti. Onunla birlikte Nuayman ve Süveybit b.
Sa'd b, Harmele de vardı. Her ikisi de Bedir savaşında bulunmuşlardı. Nuayman,
bu yolculuk sırasında yiyeceklere bakmakla görevliydi... (Kıssa).[119]
Hz. Ebubekir'in el-İsâbe'deki
biyografisinde şu bilgi verilir: Ebubekir ticaret yapmakla tanınmıştı.
Resulullah/a (sav) peygamberlik geldiğinde ottun kırk bin dirhemi vardı.
Bununla köle alıp azat ediyor, müslümanlara yardımda bulunuyordu; öyle ki
Medine'ye geldiğinde beşbin dirhemi kalmıştı. Vefat ettiğinde de ne bir dinar
ne bir dirhem bırakmıştı.[120]
İbn Asâkir, Ümmü
Seleme'den (ra) şöyle dediğini tahric eder: Ebubekir fra), Resululah (sav) zamanında
ticaret maksadıyla Busra'ya gitti. Resulullah'a (sav) olan düşkünlüğü ve ondan
yana nasibine olan hırsı, Ebubekir'i ticarete çıkmaktan alıkoymadı. Bunun
sebebi, onların ticarî kazanca rağbetleri ve ticarete olan sevgileridir.
Resulullah (sav) da, kendisine olan sevgi ve düşkünlüğüne rağmen onu ticarete
çıkmaktan alıkoymadı. Hz. Ebubekir, Re s ulu İlah'la (sav) olan arkadaşlığı
vesilesiyle, onun ticarete olan sevgi ve hoşnutluğuna hayranlık duymuştu.
îbn Sa'd şöyle der:
Hz. Ebubekir halife olduğunda, kendisiyle ticaret yaptığı elbiseler başında
olduğu halde sabah erken pazara gidiyordu. Ömer b. Hattâb ve Ebû Ubeyde b.
Cerrah ona rastlayıp şöyle dediler: "Nasıl böyle yaparsın, sen
müslümanlann işini yüklendin?." O da "ailemi nereden geçindireyim?"
karşılığını verdi. Onlar "sana maaş tahsis ederiz" dediler ve ona
hergün için yarım koyun tahsis ettiler.[121] İbn
Zekri Buhâri şerhinde şöyle der: Müslümanlann yararına olan işlerle meşgul olan
kadı, müftü ve müderris gibi kimselerin hepsi için de durum böyledir.
Allah Resulü (sav)
zamanında ticaretle uğraşanlardan biri de emîrü'l-mü'minîn Ömer b. Hattâb'dir
(ra). Sahîh-i Buhâri'de, Ebû Musa el-Eş'arî'nin, Hz. Ömer'in huzuruna girmek
için izin istemesi, sonra geri dönmesi ve bu davranışı için de Hz. Ömer'in haberi
olmayan bir hadisi delil getirmesi olayında Hz. Ömer şöyle den
"Resulullah'ın (sav) uygulaması bana gizli mi kaldı; pazarlarda safka
(alışveriş) beni meşgul etti." Hz. Ömer bununla ticarete çıkışı kastetti.[122]
Saidb.Mansur,Abdb.
Humeyd,İbnü'I-MünzirveŞuabu'I-tmân*dada Beyhaki, Hz. Ömer'den (ra) şu tahricde
bulundular: "Allah yolunda cihâd hariç, ecelimin bana Allah'ın fazlından
nasip ararken deve palanımın iki ucu arasında gelmesi kadar başka hiçbir yerde
gelmesinden hoşnutluk duymam." Hz. Ömer bunu söyledi ve "Allah,
içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah'ın lütfunu arayan başka kimseler ve
Allah yolunda savaşan daha başka insanlar bulunacağını bilmektedir" (Müzemmil
73/20) âyetini okudu.[123]
Derim: Resulullah
(sav) zamanında ticaretle uğraşanlardan biri de Osman b. AfEan (ra) olup onun
ticaretle uğraştığı hususu selefin eserlerinde bilinmektedir, tbn Sa'd
Tabakât'ta Abdullah'tan şöyle dediğini tahric eder: "Osman (ra), hem
Câhiliyye hem İslâm devirlerinde tacir bir kimseydi, malını k ı r â z a (müdârebe)
verirdi."[124] İbn
Sa'd,Alâb. Abdurrahman'dan, onun da babasından yaptığı şu rivayeti de tahric
eder: Osman (ra) ona bir malı yarı yarıya müdârebe ye verdi.[125]
îbn Rüşd'ün
Mukaddimât'mda şu bilgi verilir: İslâm'da yapılan ilk k ı r â z akdi,Hırka'nın mevlâ'sı
Yakub'un Osman b.Affân'la(ra) yaptığıdır. Şöyle ki, Ömer b. Hattâb (ra) bilgi
sahibi olmayanları pazardan çıkarmak üzere adam gönderdiğinde pazardan
çıkarılanlar arasında Yakub da vardı. Yakub Hz. Osman'a gelip durumu haber
verdi. O da kendisine yarı yarıya k ı r â z olmak üzere birsırt çantasıkülçe gümüş
verdi.Ona,sanaka-nşacakbiri olursa "mal Osman'ındır" söyle, dedi. O
da öyle dedi ve pazardan çıkarılmadı. Sonra Hz. Osman'a iki çantayla geldi;
biri sermaye diğeri de kâr olarak.
Derim: Hz. Peygamber(sav)zamamnda
ticaretle uğraşanlardan biri de Hatice bint Huveylid'dir (ra). Onun çok malı ve
ticari faaliyeti bulunduğu bilinmekte olup Şam'a (Suriye) kervan
göndermekteydi. Onun kervan kafilesi bütün Kureyş kafilesi kadar oluyordu.
Adamlar tutuyor ve müdârebe ile mal veriyordu. Hz. Peygamber (sav) onun
hizmetçisi Meysere ile birlikte onun adına ticarete çıkınca kendisine
"sana, kavminin verdiğinin iki mislini vereceğim" dedi. Resulullah
(sav) da kabul etti ve Busra pazarına gitti. Götürdüğü malı satarak başkasını
satın alıp geldi ve daha önce yapılanın iki mislini kâr etti. O da Resulullah'a
(sav) vereceği malın iki mislini verdi.[126] İbn
Sa'd'ın Tabakalında Hz. Hatice'nin biyografisine bakınız.
Resulullah (sav)
zamanında ticaretle uğraşanlardan biri de Zübeyr b. Avvâm idi. İbn Abdilber
şöyle der: Zübeyr ticarette naaipli bir tüccardı. Birgün kendisine şöyle
denildi: "Ticarette eriştiğin noktaya nasıl erdin?** O şöyle cevap verdi:
"Ayıplı mal hiç satın almadım, bir kâr da gözetmedim. Allah dilediğine bereket
nasip eder." İbn Abdilber şunu da zikreder: Zübeyr'in, kendisine haraç
ödeyen bin kölesi vardı.[127]
Ticaretle
uğraşanlardan biri de Abdurrahman b. Avf ti. Sahîh-i Buhâri'de geçtiği üzere o
şöyle der: Medine'ye geldiğimizde, Resulullah (sav) benimle Sa'd b. Rebî
arasında kardeşlik bağı ( m u â h â t)
kurdu. Sa'd b. Rebî (ra) şöyle dedi: "Ben ensarın malı en çok
olanıyım, malımın yarısını sana vereyim. Bak, hangi eşimden hoşlanıyorsan
senin için ondan ayrılayım, iddeti bitince kendisiyle evlenirsin."
Abdurrahman b. Avf (ra) da ona şöyle dedi: "Benim buna ihtiyacım yoktur.
Burada ticaret yapılan bir pazar var mı?." O da ona pazarı gösterdi.
Abdurrahman sabah erken pazara vardı, ertesi gün birşey getirip sattı ve
artırdı. Sonra erkenleri gitmeye devam etti, çok geçmeden geldi ve üzerinde
zifaf sırasında sürülen güzel koku eseri vardı. Resulullah (sav),
"evlendin mi?" dedi, o da "evet" karşılığım verdi.[128] İbn
Abdilber şöyle der: Abdurrahman b. Avf ticarette nasipli bir tüccardı, çok mal
kazandı. İbn Uyeyne'nin rivayet ettiğine göre, ölüm öncesi hastalığında
boşadığı karısıyla, miras hissesi olan sekizde birin üçte biri üzerinden
83.000 dirhem karşılığında müsâlaha yapıldı. İbn Uyeyne'den başkaları, bu
hanımın, Abdurrahman b. Avfın mirasının sekizde birinin dörtte biri üzerinden
müsâlaha yaptığını rivayet ederler.[129]
Resulullah (sav)
zamanında ticaretle uğraşanlardan biri de Sa'd[130] b.
Âiz olup Ammâr b. Yâsir'in (ra) mevlâsıydı. el-İsâbe'de müellif, onun biyografisini
vererek şöyle der: 0 karz (selem ağacı yaprağı) ticareti yapardı.
"Karz," palamut kabuğu gibi bir yaprak olup kendisiyle deri
tabaklanırdı. Bundan dolayı ona Sa'd el-Karz denildi. Beğavi'nin rivayetine
göre o elindeki varlığının azlığından dolayı Hz. Peygamber'e (sav) şikayette
bulundu. Hz. Peygamber (sav) de ticaret yapmasını emretti. Sa'd pazara çıktı,
biraz selem ağacı yaprağı satın aldı, onu satarak kâr etti. Bunu Hz.
Peygamber'e (sav) anlatınca, ticaretine devam etmesini emretti.[131]
Resulullah (sav)
zamanında ticaret yapanların biri de sahabi Munkiz b. Amr el-Ensârî
el-Medenfdir. ibn İshak, Muhammed b. Yahya b. Hibbân'dan şöyle dediğini rivayet
eder: Dedem Munkiz b. Amr'ın başına bir illet arız oldu, dili tutuldu ve aklî
dengesi bozuldu. Buna rağmen ticareti bırakmıyor ve hep de aldanıyordu. Bunu
Hz. Peygamber'e (sav) anlattı, o da kendisine satış yaptığı zaman "aldatma
yok" de, satın aldığın her malda da üç gece muhayyerlik hakkına sahipsin,
buyurdu. Munkiz, Hz. Osman zamanında insanlar çoğaldığında pazarda mal alıyor,
evine döndüğünde onu kınıyorlar, o da malı geri götürerek şöyle diyordu:
"Hz. Peygamber (sav) beni üç gün muhayyerlik hakkına sahip
kılmıştır."[132]
Nevevi'nin Tehzîb'indeki biyografisine bakınız.
Resulullah (sav)
zamanında ticaretle uğraşanlardan biri de Ebû Mi'lak el-EnsârîMir. Kendi malı
veya başkasının malıyla ticaret yapıyordu. Uzak yerlere ticarî seferler
yapardı, zâhid, takva sahibi ve duası kabul edilen bir insandı, el-îsâbe'deki
biyografisine bakınız.[133]
Ömer b. Hattâb'ın (ra)
iki oğlu Abdullah ile Ubeydullah da ticaret yapanlardandılar. Turtûşi'nin
Sirâcü'l-mülûk'unda şu bilgi verilir: Ebû Musa el-Eş'arî Basra'da Ömer b.
Hattâb'ın iki oğlu Abdullah ve Ubeydullah'a beytülmalden bir mal verince onunla
ticarî bir mal satın aldılar. Bu mal Medine'de kâr sağladı. Hz. Ömer kârın
hepsini almak istedi. Ubeydullah hakkını almada ısrar etti, aralarında kârın
yarı yarıya paylaştırılma s ma hükmedildi. Her ikisi kâzın yarısını, Hz. Ömer
de beytülmal için diğer yansını aldı.[134] İbn Rüşd Mukaddimât'ta şöyle der":
İslâm'daki ilk müdârebe akdinin bu ikisinin yaptığı akit olduğunu söylenmiştir.
Bunların olayı Muvatta'da zikredilmiş olup meşhurdur.[135]
Şebrahiti'nin
el-Muhtasar şerhinde "kiraz bâbı"nda şu bilgi verilir:
"Resulullah (sav), kendisine peygamberlik gelmeden önce Hz. Hatice (ra)
ile müdârebe ortaklığı yaptı. Ümmetin lider ve seçkinleri olan Hz. Ömer ve Osman
da müdârebe yaptılar. İslâm'da bunu ilk yapan ise Hz. Osman adına çalışan
(onunla müdârebe yapan) Hırka'm n mevlâsı Yakub'dur." Daha önce Hz.
Osman'la ilgili olarak verilen bilgiye bakınız (s. 258).
Ticaretle
uğraşanlardan biri de Ebû Hureyre'dir. Sirâcü'l-mülûk'ta şu bilgi verilir: İmam
Mâlik şöyle dedi: Ömer b. Hattâb (ra) âmillerinin mallarını bölerek yarısını
alırdı. Ebû Hureyre'nin (ra) de malını böldü ve ona "bu malı nereden elde
ettin?" dedi. Ebû Hureyre de "yavrulayan (çoğalan) hayvanlar ve
deveran eden ticaretler..." karşılığını verdi.[136]
Ticaret yapanlardan
biri de Resulullah'ın (sav) Mukavkıs'a gönderdiği elçisi Hâtib b. Ebî
Beltea'dır. İbn Sa'd'ın Tabakasındaki biyografisinde şu bilgi verilir: Öldüğü
gün dört bin dinar ve dirhem, bir ev ve başka mallar bırakmıştı. Yiyecek
vesaire satan bir tüccardı.[137]
Ticaretle
uğraşanlardan biri de Hayber Gazvesi'nde ticaret yapan kimseydi. Ebû Dâvud
Sünen'mde "gazada ticaret bâbı"nda onun hadisini zikrederek
Ubeydullah[138] b. Selman'dan şu
tahricde bulunur: Hz. Peygamberin (sav) ashabından biri kendisine haber vererek
şöyle dedi: Hayber'i fethettiğimizde onların mal ve esirlerden oluşan
ganimetlerini çıkardılar, insanlar onların ganimetlerini ahp satmaya başladılar.
Resulullah (sav) namaz kılarken bir adam gelip şöyle dedi: "Ey Allah'ın
Resulü, öyle bir kâr ettim ki bu vadi halkından hiç kimse bugün o kadar kâr
etmemiştir." Re s ulu İlah (sav) "Vah sana, ne kâr ettin?." Adam
"Durmadan sattım, aldım ve üçyüz û k i y y e kârettim" dedi.Bunun üzerine
Resulullah(sav)şöyle buyurdu: "Ben sana kâr eden en hayırlı adamı haber
vereyim." Adam "Ey Allah'ın Resulü, kimdir o?" dedi. Resulullah
(sav) da "Namazdan sonra iki rekat namaz (kılan)" buyurdu.[139]
Münziri bu hadis hakkında değerlendirmede bulunmamıştır. İbn Mâce de Hârice b.
Zeyd'in rivayet ettiği şu hadisi tahric eder: Hârice şöyle dedi: "Bir adam
gördüm, babama, pazara çıkıp da ahp satan, ticaret yapan kimsenin durumunu
sordu. Babam ona şöyle dedi: Biz Tebük'te Resulullah (sav) ile birlikteydik,
alıp satıyorduk. O da bizi gördüğü halde bizi menetmiyordu."[140] Bu
iki hadiste, gazada ticaret yapmanın caiz olduğuna, gazinin bununla birlikte
ganimetten nasibine hak kazandığına ve noksansız sevaba nail olduğuna delil
vardır. Eğer gazada ticaretle uğraşmak gazinin sevabının azalmasına yol
açsaydı Hz. Peygamber (sav) bunu açıklardı. Açıklamayıp durumu ikrar ettiğine
göre, bu durum, sevapta noksanlık olmayacağını gösterir. Sahih hadiste sabit
olduğu üzere hac esnasında ticaret yapmanın caiz oluşu da[141]
bunu teyid eder. Bir grup insan hac yolculuğunda ticaretle uğraşmaktan
sakınınca Allah Teâlâ "Rabbinizin lütuf ve kereminden nasih aramanızda
sizin için bir günah yoktur" (Bakara 2/193) âyetim indirdi. Bunu Şevkâni
söyler.[142]
Suyûti'nin Evâil'inde
"Kitâbu'l-Buyû"un baş tarafında, İbn Mâce ve Taberâni Kus b. Ebî
Garaze'den[143] şu tahricde bulunurlar:
Biz Resulullah (sav) zamanında "simsarlar" diye adlandırılıyorduk.
Resulullah (sav) bize uğradı ve bizi bundan daha güzel bir adla adlandırarak
"ey tüccar topluluğu, alışverişte yemin ve batıl söz mevcut olur, o halde
bunları sadakayla savm"[144]
buyurdu. Taberâni "Resulullah (sav) bizi tüccar diye adlandıran ilk kimseydi"
ilavesinde bulunur.[145]
Derim: Şâmi bu hadisi
Sübülü'r-reşâd'da Ahmed b. Hanbel ve dört Sünen müellifine isnad eder.[146]
Mişkâtü'l-mesâbîh'te ise müellif, Ahmed b. Hanbel olmaksızın dört Sünen'e isnad
eder.[147] Tirmizi bu hadisle
ilgili olarak Cami'inde "Tacirlerle ilgili hadisler ve Hz. Peygamberin
(sav) onları adlandırmasına dair bâb" başlğını açar ve sonra şöyle der:
"Bu bâbda Berâ[148] ve Rifâa'dan rivayet vardır." Sonra da
"Kays'ın[149] hadisi h a s e n - s a
-h i h tir, onun Resulullah'tan (sav) bundan başka rivayetini de
bilmiyoruz" der.[150] İbn
Mâce de Sünen'inde mezkur hadisle ilgili olarak "ticaret konusunda
(haramdan) sakınma babı" adıyla bir başlık açarak "Bize Muhammed b.
Abdullah b. Nümeyr haber verdi; bize Ebû Muâviye, A'meş'ten, o Şakîk'ten, o da
Kays b. Ebî Garaze'den[151]
haber verdi" der ve hadisi zikreder. Sonra şöyle der: Bize Yakub b. Humey
d b, Kâsib[152] haber verdi; bize Yahya
b. Süleym et-Tâifî, Abdullah b. Osman b. Hüseyin'den,[153] o
İsmail b. Ubeyd b. Rifâa'dan, obabaşından, okendi babası Rifâa'dan şöyle
dediğini haberverdi: Resulullah (sav) ile birlikte çıktık, derken sabah erken
vakti alışveriş yapan insanlara rastladık. Resulullah (sav) onlara "ey
tüccar topluluğu!" diye seslendi. Onlar gözlerini (başlarını) kaldırıp
boyunlarını uzatınca, şöyle buyurdu: 'Tüccarlar kıyamet günü tacirler' olarak
diriltüeceklerdir. Ancak M-lak'tan sakınan, iyilik yapan ve doğru olanlar
müstesnadır." [154]
el-LemeâtmüelHfişöyleder:
"Tüccar" adı "simsar" dan daha güzeldir. Çünkü ticaret
Rur'ân-ı Kerîm'de birçok yerde övgü makamında zikredilmiştir. Satıcı ile alıcı
arasında aracılık yapan kimse "tâbi" olup emanet ve diyanetten
sapabilir. Resulullah (sav) ticaretle uğraşan kimseleri alıcı-s atıcılarla
arkadaşlıkları ve "tüccar" sözünün 'tâbirlere (simsarlar) de şamil
olmasından dolayı "tüccar" diye adlandırmıştır.
Kâri Şerhu'l-Mişkâtta
"Biz Resulullah (sav) zamanında simsarlar diye adlandırılıyorduk"
sözüyle ilgili olarak şöyle der: Simsarlar şimdi, satışın yapılması için alıcı
ile satıcı arasında aracılık yapmaktadırlar. Semâsire kelimesi
"simsâr"ın çoğul şekli olup asıl manası birşeye bakan, ontl koruyan
demektir. Sonraları "aracı" manasında kullanılmış olup bazan da
"değer biçen (takdir eden) kimse" karşılığında kullanılır. Kâri,
"Resulullah (sav) bizi ilk adımızdan dahagüzeliyle adlandırdı"
sözüyle ilgili olarak da şöyle denilmiş olduğunu kaydeder: Çünkü
"tacir" adı genel örfte "simsar" dan daha saygındır. Yahut
tüccar adının güzelUk sebebi, simsar adının şimdi m e k k â s lara (gümrük
vergisi, ticaret vergisi tahsil eden) verilmesi veya Resulullah (sav)
zamanında kendisinde bir kusur bulunan kimse hakkında kullanılmış olması
olmalıdır. En güzeli Tîbi'nin dediğidir: K Bunun sebebi, ticaretin kâr amacıyla
sermayede tasarrufu ifade etmiş olmasıdır. Simsarlık da böyle olmakla birlikte
Allah Teâlâ Kur*ân-ı Kerîm'de "Ey inananlar sik, sizi acı azaptan
kurtaracak bir ticaret göstereyim mi?" (Saff 61/10), "Ey inananlar,
mallarınızı aranızda bâtılla (gayrı meşru yolla) yemeyin. Kendi rızanızla
yaptığınız ticaret olursa başka" (Nisa 4/29) ve "Allah'ın Kitabı'nı
okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızık-tan gizli ve açık
sarfedenler, asla zarara uğramayacak bir ticaret umarlar" (Fâtır 35/29)
âyetlerinde olduğu gibi ticaretten birçok defa övgüyle sözet-miştir."
Muhtemelen bu adlandırmada "Kendilerini ne ticaretin ne de alışverişin
Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı erkekler,
yüreklerin ve gözlerin (dehşetten) ters döneceği günden korkarlar" (NÛr
24/37) ayetini kastetmiş olmalı; bu isimle onların dikkatlerini özellikle bu
anılan vasıflarla muttasıf olmaya çekmek için. Bu isimde Allah Tealâ'nın
"Allah mü'minlerden mallarını ve canlarını, cennet kendilerinin olmak üzere
satın almıştır" (Tevbe 9/111) sözüne de ima vardır.[155] el-Medhal'de
müellifin kaydettiğine göre pazara Arapça'da "sûk" denmesinin
sebebi, orada malların bolca alınıp satılmasından dolayıdır.[156]
Bez, bir elbise
türüdür. Özellikle ev eşyasından olan giysi olduğu da söylenmiştir. Bu
el-Misbâh'ta söylenmiştir.[157]
Sahîh-i Buhâri'de "Bez ve-sairede ticaret babı"[158]
başlığına yer verilmiştir. Ebubekir İbnü'l Arabî şöyle der: Buhâri "bez
ticaretiyle ilgili bâb" başlığını, dünyada refah içinde geçimi hoş
görmeyip eskimiş bir elbise yeter diyenleri reddetmek için açmıştır.[159]
Hatîb, Ebû Hureyre'den şu merfû rivayeti tahric eder: "Beze önem verin,
muhakkak ki bez sahibi, (bezcilik yapan) insanların hayır ve refah içinde
bulunmasından hoşnut olur."[160]
Taberânî de el-Mu'cemM-kebîr'de tbn Ömer'den şu merfu rivayeti tahric eder:
"Allah eğer cennet ehline ticaret izni vermiş olsaydı bez ve güzel koku
ticareti yaparlardı."[161] Suyûti bu iki hadisi de Cem'u'l-cevâmi'de
zikreder.
Resulullah (sav)
zamanında bez ticaretiyle uğraşanlardan biri Emîrü'l-müminîn Osman b.
Affân'dır. İbn Kuteybe el-Meârif te "Eşrafın Sanatları (meslekleri)"
başlığı altında Hz. Osman'ın bez ticareti yaptığını (bezzaz) kaydeder.[162] İbn
Abdilber şöyle der: Hz. Osman (ra) Ceyşü*l-usre (Tebük Gazvesi ordusu) için 950
deve donattı ve bu sayıyı 50 atla lÜOO'e tamamladı. Katade'den şöyle dediği
rivayet edilir: Hz. Osman (ra) 1000 deve ve 70 ata yük vurdu.[163]
Bütün bunlar bezcilik mesleğinden elde ettiği maldandı, çünkü başka işle
uğraşmıyordu. Ashaptan bezcilik yapanlardan biri de Talha b. Ubeydullah'tı.
tbn Kuteybe el-Meârif te ve İbnül-Cevzî de
Telbîsu İblîs'te onun
bezci olduğunu zikrederler.[164]
Zübeyr b. Bekkâr,[165]
Süfyân b. Uyeyne'den şöyle dediğini duyduğunu zikreder: Talha b. Ubeydullah'ın
günlük geliri 1000 v â f î idi.[166] V â
f î ' nin ağırlığı dinar ağırlığıdır. Bağliyye di ye bilinen Fars dirheminin
ağırlığı da bu kadardır.
Ashaptan bezcilik
yapanlardan biri de Süveyd b. Kays el-Abdî'dir. el-Isâbe'de biyografisi
verilerek Simâk b. Harb'in ondan, Hz. Peygamber'in (sav) kendisinden pantolon
satın aldığım rivayet ettiği zikredilir. Bunu Ahmed b. Hanbel ve Sünen
müellifleri tahric etmişlerdir. Süveyd'den yapılan bir rivayette de şöyle der:
Ben ve Mahreme el-Abdî Hecer'den bez (elbise) getirdik. Mekke'ye geldik, biz
Mina'da iken Resuîullah (sav) yanımıza geldi, biz pantolonları pazarladık ve
Resulullah'a ondan sattık. Bedelini tartıp verdi ve tartıcıya "tart ve
fazla ver" buyurdu.[167]
Ashaptan bez
ticaretiyle uğraşanlardan biri de Abdurrahman b. Avftır. İbnül-Cevzî Telkîh'te
onu bezzazlardan sayar.[168]
Ebû Ya'lâ
el-Mevsılî'nin "cidden zayıf bir senedle Ebû Hureyre'den yaptığı rivayette
o şöyle der; "Resulullah (sav) ile birlikte pazara girdim, Resulullah
bezzazların yanına oturdu ve dört dirheme bir pantolon satın aldı. Pazar
halkının bir tartıcısı vardı. Hz. Peygamber (sav) ona "tart ve fazla
ver" buyurdu. Tartıcı şöyle dedi: Bu sözü hiç kimseden duymamıştım,"
Zurkâni Şerhu'l-Mevâhib'de "bezcinin yanına oturdu" sözüyle ilgili
olarak şöyle der: Bezzâzî, beze nisbet olup bez, elbise veya elbise ve benzeri
ev eşyasına denir. Bunu satan kimseye, el-Kâmûs*ta geçtiği üzere bezzaz denir.
Bu başlak altında verilen hadisi, Ebû Said en-Nisâbûrî Şerefii'l-Mustafâ[169]
adlı kitabında H*. Peygamber'in (sav) ticareti bahsinde tahric etmiştir.[170]
Buhâri
Sahîh'indewKitâbu'l-Buyû"da "Attâr ve misk satımına dair bâb"
başlığını açar ve Ebû Musa el-Esftrfden (ra) şu tahricde bulunun "Salih
arkadaş ile kötüsünün misali, misk sahibi (satıcı) ile demirci körüğü gibidir.
Misk satıcısının yanında bir kaybın olmaz, ya ondan satın alırsın veya kokusunu
duyarsın. Demirci körüğü ise ya vücudunu veya elbiseni yakar ya da ondan kötü
bir koku duyarsın."[171]
Seâlibi de KitâbuVTemsîl vel-muhâdaşa'da[172] Hz.
Ömer'den (ra) şöyle dediğini nakleder: Eğer tüccar olsaydım, güzel kokuya
hiçbir şeyi tercih etmezdim. Ondan kâr etmesem bile bana kokusu kalırdı.
Ayni şöyle der: Attâr,
ıtır, yani güzel koku satan kimsedir.[173] Hâfız
İbn Hacer de Fethu'l-Bârî'de şöyle der: Bu başlık altında verilen hadiste
"misk"in anılmasından başka bilgi yoktur. Buhâri, güzel kokuda ortak
oluşlarından dolayı attan da ona ilhak etmiştir.[174]
Ebû Yala el-Mevsılf
nin Müsned'inde naklen verilen Ebû Hureyre hadisinde, pazar halkının bir
tartıcısı olduğu ve Resulullah'm (sav) ona "tart ve fazla ver"
buyurduğu daha önce zikredilmişti. Bu hadis Taberâni'nin el-Mu'c e m
ü'l-evsafında da geçmektedir.[175]
Ahmed b. Hanbel bu hadisi Müsned'inde tahric eder.[176]
Hadisin senedinde İbn Ziyâd mevcut olup Suyûti Fetâvâ'sında o ve hocasının
"zayıf olduğunu söylemektedir. Hafaci Şer-hu'ş-Şifâ'da şöyle der:
"Hadisin zayıflığı mütâbaatıile giderilmiştir." Hz. Peygamber'in
(sav) tartıcıya söylediği "tart" sözünün manası da "hurmayı[177]
tart ve fazla koy, ta ki terazi fazla gelsin, yâni dirhemlerin olduğu kefedeki
fazlalıkla" demektedir.
Ebû Abdullah el-Ukbânî
et-Tilimsânî'nin Ğunyetü'z-zâkir fî hıfzi'ş-şeâir ve tağyîri*l-menâkîr adlı
eserinde Hz. Ali'den (ra) şu rivayet nakledilir: Hz. Ali zaferan tartan ve
fazla veren bir adama rastladı. Ona "tartıyı tam yap, ondan sonra
istediğin kadar fazla ver" dedi. Hz. Ali, o kimseye, alışması ve vacip
olanı yapması için önce denk tartmasını istemiş olmalıdır. İbn Abbâs'tan da
şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ey Acem topluluğu, sİ2den öncekilerin
helaklerine sebep olan iki işi yüklendiniz: Ölçek ve terazi." İbn Abbâs
Özellikle Acemleri söyledi, çünkü onlar ölçü ve tartıyı birlikte yapıyorlardı.
Oysa Haremeyn'de bu ikisi ayrıydı; Mekke halkı tartıyor, Medine halkı ise
ölçekle Ölçüyordu.
Bu konunun başında
verilen hadisten anlaşıldığına göre Hz. Peygamber (sav) her meslek erbabı ile
kendi mesleğiyle ilgili hususta konuşuyordu. Ona, mesleğine olan sevgisini
artıracak şeyleri, mesleğiyle ilgili adab ve ahkamı söylüyordu. Bu husus,
Yemen'in müsnidi ve müftüsü Vecîhüddin el-EhdeFin en-Nefesü'1-Yemânî[178]
adlı eserinde hocası Abdussamed el-Câvî'nin biyografisini verirken şu
söylediklerine de temel teşkil eder: O, kendisine bir talebe başvurduğunda
etraflı şekilde durumunu anlatmasını isterdi. Güzel bir haslete sahip olduğunu
anladığı zaman, ona daha da bağlanması ve işi konusunda basiretli olması için
bu hasleti övme hususunda sözü uzatır, onunla ilgili adab ve ahkamı etraflıca
açıklardı. Ben kendisine vardığımda bana fetva adabını, müftünün yalnızca
mücerret soruya bağlı kalmayıp olayla ilgili bilgisi varsa cevabında bunu da
gözönünde bulundurması gerektiğini ve bunda bu konuda eğitimi bulunan
kimselerin bilebileceği dinî maslahatlar bulunduğunu anlatıp durdu.
Tamamlayıcı bilgi:
Daha önce geçen hadisin tamamı Taberâni ve Ebû Ya'lâ tarafından verilmiştir:
Hz. Peygamber (sav), dört dirheme bir pantolon satın aldı. Pazarın bir
tartıcısı vardı. Resulullah (sav) ona "tart ve fazla ver" buyurdu.
Resulullah (sav) pantolonu aldı, ben kendisinden alıp taşımak için gittim,
şöyle dedi: "Bir şeyin sahibi onu taşımaya daha layıktır, elverir ki
zayıf olsun ve onu taşımaktan aciz bulunsun. O zaman miislüman kardeşi
kendisine yardım eder."[179] Ben
şöyle dedim: "Ey Allah'ın Resulü, sen pantolon giyeceksin!."
Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Evet; seferde, hazarda, gece ve gündüz.
Ben örtünmekle emrolundum, onda daha iyi örten birşey de görmüyorum." Bu
hadis, İbn Kayyim'in Zâdü'l-meâd'ında, Hz. Peygamber'in (sav) pantolon
giydiğini kesin olarak ileri sürmesinde de dayanağı olmuştur.[180]
Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ'da şöyle der: "Bundan da anlaşılacağı üzere İbn
Kayyim'i hatalı saymanın hiçbir dayanağı yoktur. Hz. Peygamber'in (sav)
pantolonu alıp da giymemiş olması gerçekten uzak bir ihtimaldir. Hz. Osman (ra)
da muhasara altındayken onu giymişti. Bedelinin dört dirhem olduğu rivayet
edilmekle birlikte el-thyâ'da üç dirhem olduğu zikredilmiştir." Efendimiz
dayımın bu konuda basılı eserine bakınız.[181]
Resulullah (sav)
zamanında sarraflık yapanlar: Sahîh-i Buharı' de, Ebû MinhâL'den şu rivayet
nakledilir: Ben sarraflık (para alım satımı) yapıyordum. Zeyd b. Erkam ile Berâ
b. Âzib'e para alım satımını sordum, şöyle dediler: Biz Resulullah (sav)
zamanında ticaretle uğraşıyorduk, Resulullah'a para alım satımını sorduk,
şöyle buyurdu: "Peşin olursa bir mahzur yoktur, vadeli olursa meşru
değildir."[182]
"Sarf," altını gümüşle satmak, "neşe" ise tehir demektir.
Efendimiz Osman (ra)
zamanında bu pazar büyüdü ve bir kontrolcüye ihtiyaç duyuldu. Diyarbekri
Târihu'l-Hamîs'inde, efendimiz Hz. Osman'ın itham edildiği hususları ele
alırken şöyle der: Hz. Osman'ın, satılan şeylerin öşürünü (onda bir) almak
üzere Haris b. Hakem'i Medine pazarında görevlendirdiği yolundaki iddialarına
gelince, bu iddia doğru değildir. O, Hâris'i ölçü aletlerini kontrol etmek
üzere Medine pazarında görevlendirmişti. Haris ise iki veya üç gün sonra hurma
çekirdeği satıcılarına musallat olarak çekirdekleri kendisi satın aldı. Durum
Hz. Osman'a bildirilince onun yaptığını onaylamadı ve görevinden aldı. Rivayet
edildiğine göre Hz. Osman onu Medine pazarında görevlendirip kendisine hergün
için iki dirhem maaş tahsis etti.[183]
Ebû Dâvud Sünen'inin
şerhiAvmı'l-Ma'bûd (III, 348) müellifi safran, anber, misk ve ud'un Hz.
Peygamber (sav) zamanında mevcut olduğunu ve kendi huzurunda, kendisinden sonra
ashap tarafından kullanıldığını zikreder. Sonra da Nesâi'nin Muhammed b.
Ali'den şöyle dediğini tahric eder: "Hz. Âişe'ye, Resulullah'ın (sav)
güzel koku kullanıp kullanmadığını sordum. Şöyle dedi: Evet, erkek kokularını;
misk ve anberi."[184]
Hadiste geçen " z i k â r e , "
erkeklerin kullanması uygun olan misk, anber ve ud gibi şeyler demektir.[185]
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında Muhammed b. Ali'den şu rivayet nakledilir: Hz. Âişe'ye "ey
anneciğim, Resulullah (sav) güzel koku sürünür müydü?" diye sordum.
"Evet, erkeklere mahsus kokularla" dedi. "Zikâretü't-tîb"
(erkeklere mahsus koku) nedir, diye sordum, "misk ve anber" dedi.m
Yine Ibn Sa'd'ın Tabakât'ında Ebû Said el-Hudrf den (ra) şöyle dediği
nakledilir: Re-sulullah'a (sav) miskten sözettiler, "güzel kokuların en
güzeli değil mi?" buyurdu.[186] İbn Sa'd'ın Tabakât'ında İbn Ömer'den (ra) de
şu rivayet nakledilir: İbn Ömer, güzel koku tütsüleyeceği zaman kâfuru ûd
üzerine koyar onunla tütsülenir ve şöyle derdi: Resulullah (sav) da böyle
tütsülenirdi.[187] İbn Sa'd'ın Tabakât'ında
Hz. Peygamber'in (sav) hanımı Ümmü Habîbe'nin biyografisinde şu bilgi verilir:
Necâşi onu Resulullah (sav) ile evlendirdiğinde, hanımlarına yanlarında bulunan
bütün güzel kokuları ona göndermelerini emretti. Ümmü Habîbe şöyle der: Ertesi
gün olunca bana bol miktarda ud, alaçehre (yemen Safranı), anber ve yaban
kedisi kokusu getirdiler. Bunların hepsini Resulullah'a (sav) getirdim Bu
kokuları yanımda ve üstümde görür hoşnutsuzluk göstermezdi.[188]
Hafâci'nin
Şifâü'l-ğalîl'inde "galiye" kokusunun hadiste zikredildiği
nakledilir; Hz. Âişe'den (ra) şöyle dediği rivayet edilir: "Resulullah'm
(sav) sakalına galiye sürerdim." Cahız şöyle der: Bütün koku macunlan Arap
kaynaklıdır: galiye, şâhiriye, halûk, lahlaha, yağmur udu olan kutr ve zarîre.[189]
el-tg&be'de
müellif, Amr b. Küreyb et-Tâfnin biyografisini vererek şu bilgiyi zikreder: O,
Hz. Peygambere (sav) ulaşmıştır. Oğlu, Haccac zamanında Kûfe'de tüccarların
anber, cıva vb. mallarını yüklü develere baskın yapan meşhur şairdir. Bu
bilgiyi İbntil-Kelbî zikreder.[190] İbn
Hacer sonra da Amr b. Kilâb'ın biyografisini vererek şöyle der O, Hz.
Peygambere («av) ulaşmış olup Hz.Ömer'e şîir okuyara konu kendi âmil lerine
karşı tahrik eden kimsedir:
Hintli tüccar
geldiğinde misk kokusuyla
Yayıldı koku onların
başlarındaki saç ayırımlarında
Bu bilgiyi İbrahim b.
Hasan (el-Harbî) Garîb'inde, İbn İshak yoluyla, onun Küveyr[191] b,
Züfer*den, onun Ebül-Muhtar ve onun da Amr'dan rivayetiyle zikreder.[192]
el-tsâbe'de müellif,
Ebû Husayn es-Selemfnin biyografisini vererek şöyle der: Beğavi onu anarak
Vâkıdfnin şu tahricde bulunduğunu zikreder: Abdullah b. Yahya, Ömer b.
Hakem'den, o da Câbir'den şu rivayette bulunur: "Ebû Husayn es-Selemî bir
madenden altın getirdi ve Hz. Peygamber'e (sav) takdim etti." Ve uzun bir
hadis zikretti.[193]
Derim: İbn Sa'd
Tabakât'ta (IV, 9) bunu uzunca vermiş olup bu konuda Ebû Husayn'm biyografisine
bakınız.[194] et-Tecrîd*de müellif
şöyle der: Ebü'l-Husayn es-Selemî, Resulullah'a (sav) bir madenden altın
getirdi. Bunu İbn Abdilber zikreder. İbn Sa'd ise onun adını Ebû Husayn olarak
kaydeder.[195]
el-İstîâb'da şu bilgi
verilir: Nevfel b. Haris b. Abdülmutta-lib mızrak ticareti yapardı. Bedir
Gazvesi'nde esir alındığında da fidye olarak mızrak verip kurtulmuştu.
Mızrakların sayısı bindi.[196]
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında şu bilgi verilir: Nevfel b. Haris Bedır'de esir alındığında Hz.
Peygamber (sav) ona şöyle buyurdu: "Kurtuluş fidyen olarak Cidde'deki
mızraklarını ver." O da "Senin Allah elçisi olduğuna şahitlik
ederim" dedi ve kurtuluş fidyesi olarak mızrakları verdi. Mızraklar bin taneydi.
Tabakât'da şu bilgi de kaydedilir: Nevfel, Huneyn savaşında Hz. Peygamber'e
(sav) üçbin mızrak yardımda bulundu. Re s ulu İlah (sav) şöyle buyurdu:
"Ey Ebû Haris, senin mızraklarının müşriklerin kaburgalarında
kırılışlarını görüyor gibiyim." Nevfel'in Tabakât'taki (IV, 31)
biyografisine bakınız.[197]
Sahîh-i Müslim'de,
Salim b. Abdullah'ın babasından yaptığı şu rivayet kaydedilin "Resulullab
(sav) zamanında insanlarrn, yiyecek maddelerini c ü z â f (götürü, Ölçüsüz
tartısız) olarak satın aldıklarında, yüklerinin yanına gelmeden o yerde
satınca kendilerine dayak atıldığını gördüm."[198]
Hâtab b. Ebî Beltaa'mn
îbn Sa'd'ın Tabakasındaki biyografisinde geçen bilgiye bakınız.[199]
el-îsâbe'de müellif,
Abdullah b. Cafer'in biyografisini verir ve Beğa-vi'nin Amr b. Hureys'ten şu
rivayette bulunduğunu nakleder: Resulullah (sav), Abdullah b. Cafer'e rastladı,
o çocuklarla birlikte satış yapıyordu. Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu:
"Allah'ım onun satışını —ya da pazarlığını—bereketlikü."[200]
Yineer-tsftbefdeLeclâc[201] el-Âmirî'nin
biyografisi verilerek şu bilgi zikredilir: Ebû Dâvud[202] ile
ea-Sünenü'1-kübrâ'da Nesâi ondan şu rivayeti tahric ettiler: "Biz çocuktuk,
pazarda çalışıyorduk.[203]
Dârekutni el-Efrâd'da,
Hişâm b. Hassan yoluyla, onun Muhammed b. Sîrîn'den şu rivayetini tahric eder:
Tüccarın biri Medine'ye şeker getirdi, müşteri bulamadı. Haber Abdullah b.
Cafer'e ulaşınca onu satın alıp halka dağıtmak üzere kâhyasını gönderdi. Bu
bilgi el-İsâbe’de zikredilir.[204]
İbn Rüşd, Ebû Musa
el-Eş'arî ile Abdullah b. Mesud arasında, büyüğün süt emmesi ile ilgili
duruşmayı ve îbn Mesud'un Ebû Musa'ya "sen ancak tedavicisin"
dediğini zikreder. Bunu İbn Ebî Zemenîn nakleder ve tbn Me sud'un sözünü şöyle
yorumlar: "Ebû Musa ilaç satardı; îbn Mesud, onun bu işle meşguliyeti
sebebiyle ilimle ilgisi bulunmadığını söylemek istemiştir." Bu bilgi için
Ebû AH îbn Rahhâl'ın el-Muhtasar'a yaptığı şerhte "radâ" (süt emme)
kısmına bakınız.[205]
el-tsâbe'de müellif,
Esma bint Muharribe'nin biyografisini vererek şu bilgiyi zikreder: Oğlu Ayyaş
b. Abdullah b. Ebî Rebîa ona Ye men'den güzel koku gönderiyor, o da satıyordu.[206] el4stibsâr
fi ensâbi'l-ensâr'da Rubey-yi' bint Muavviz[207] b.
Afrâ'nın şöyle dediği nakledilir: Esma bint Muharribe Medine'de güzel koku
satardı. O Ayyaş[208] ve
Abdullah b. EbîRebîa'mn annesi olup yanıma geldi, yanında da kokusu vardı.
Bana (kim olduğumu) sordu, ben de nesebimi ona söyledim. Esma şöyle dedi:
"Sen efendisini, yani Ebû Cehil'i öldüren kimsenin kazısın." Ben de
"Hayır, ben kölesini öldüren kimsenin kızıyım" dedim. Bunun üzerine
şöyle dedi: "Güzel kokularımdan sana birşey satmam bana haram olsun."
Ben de "Senden birşey almak da bana haram olsun, senin ıtırın gibi pis
kokulusunu görmedim" dedim. Onun ıtmyla (güzel koku) ilgili bu sözü, onu
kızdırmak için söylemiştim. Onun bu kıssasını, îbn Sa'd Tabakât'taki
biyografisinde verir. Tabakât'ta Rubeyyi'in şu sözü de kaydedilir: "Benim
için şişelerime koku koyup arkadaşlarıma tarttığım gibi kendime de
tarttığımda.. .."[209]
el-İsâbe’de de
müellif, kokucu Havlâ'nın biyografisini verir ve Ebû Musa'nın, Ebu'ş-Şeyh
yoluyla ve onun Enes'e varan senediyle şu rivayeti tahric ettiğini zikreder:
"Medine'de Havla bintTüveyt adlı kokucu (attâr) bir kadın vardı."[210]
Sâib b. Akra'nın annesi Müleyke'nin biyografisinde, onun koku sattığı kaydedilir.[211]
İslâm'ın ziraate
verdiği önem ve ashabın ona gösterdiği büyük itinaya rağmen Huzâi'nin bu
başlığa niçin yer vermediğine bakınız! Allah Teâlâ birçok âyette, ekin ve
bitkileri yetiştirmesi nimetini hatırlatmış ve kendi münezzeh zatını,
"bunları yerden çıkaran" olarak vasıflandırmışUr. Allah Teâlâ şöyle
buyurur: "Size gökten su indiren odur. Onunla her çeşit bitkiyi çıkardık,
o bitkiden bir yeşillik çıkardık, ondan da birbiri üzerine binmiş taneler;
hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar... çıkarıyoruz" (En'âm 6/99). Yani
herşey su ile yetişti. Biz sudan taze ekin ve ondan da üstüste binmiş taneler,
buğday, arpa, pirinç, mısır ve bazısı bazısına binmiş şekilde diğer taneleri
çıkarıyoruz. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Çardaklı ve çardaksız (üzüm)
bahçeleri ...yaratan hep odur" (En'âm 6/141). "Çardaklı," yani
üzüm, kabak, karpuz ve benzeri diğer ekin ve sair ağaçlar gibi bir gövde üzerinde
duran bitkilerdir. Sonra şöyle buyurdu: "... ürünleri (tadları) çeşit çeşit
hurmadan), ekin(ler)i... yaratan hep odur" (En'âm 6/141). Yani meyvesi,
tadı ekşi, acı ve tatlı.
Allah Teâlâ şöyle
buyurur: "Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar (toprak parçaları), üzüm
bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır" (Ra'd 13/4).
"Komşu," yani birbirine yakın ve bitişik, üstünlükte (verimde)
farkh, "Bağlar," yani üzüm bahçeleri. "Çatallı," yani aynı
köke bağlı hurma ağaçları olup ondan baş verir ve hurma olur. Allah Teâlâ
şöyle buyurur: "Onunla size ekin, zeytin, hurma, üzümler ve her çeşit
meyvalardan bitirmektedir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için (yaratıcının
varlık ve kudretine) işaret vardır" (Nahl 16/11). Yine şöyle buyurur:
"Görmüyorlar mı biz nasıl suyu, kuru, otsuz yere sürüyoruz da onunla ekin
bitiriyoruz" (Secde 32/27) Şöyle buyurur: "Ölü toprak onlar için bir
âyettir (ölüleri nasıl dirilteceğimize işarettir): Biz onu dirilttik, ondan
taneler çıkarttık" (Yâsîn 36/33). Şöyle buyurur: "Gökten bereketli
bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek taneCli ekin)ler bitirdik"
(Kaf 50/9). Şöyle buyurdu: 'Yer(e gelince), onu da bütün mahlukat için koydu
(tesbit etti). Onda meyvalar ve salkımlı hurmalar var. Yapraklı taneder),..
var" (Rahman 55/10-12). Şöyle buyurdu: "Sıkışan (bulut)lardan şarıl
şarıl su indirdik;onunla taneder), bitki(ler) çıkaralım diye ve birbirine
sarmaş dolaş bahçeler" (Nebe 78/14-16). Ve şöyle buyurdu: "însan (bir
kere) yiyeceğine baksın, (nasıl) biz suyu döktükçe döktük" (Abese
80/24-25). Şöyle buyurdu: "Onlara şu iki adamı misal olarak anlat: İkisinden
birine iki üzüm bağı vermiş, onların etrafını hurmalarla çevirmiş, ortalarında
da ekin bitirmiştik" (Kehf 18/32). Yani üzümlerin etrafına hurmaları,
üzümlerin ortasına da ekinleri koyduk. Seâlibi ve başkaları bu şekilde
zikrederler.
Hanefi âlim Cessâs'ın
Ahkâmü'l-Kur'ân'ında (III, 165) "O sizi topraktan meydana getirdi, sizi
orada ömür geçirmeye (veya imara) memur etti" (Hûd 11/61) âyetiyle ilgili
olarak şöyle denir: "Yani muhtaç olduğunuz hususlarla onu imar etmenizi
emretti. Bu âyette, yerin ziraat, ağaç dikme ve bina yapmak maksadıyla imarının
vaoip olduğuna delil vardır."[212]
Sahîh-i Müslim'de şu
rivayet zikredilir: "Allah Resulü (sav), Ümmü Mübeşşir[213]
el-Ensâriyye'ye ait bir hurmalıkta onun yanına gitti ve ona şöyle dedi:
"Bu hurmalığı kim dikti, müslüman mı kâfir mi?." Kadın,
"müslüman" dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Bir ağaç diken, bir ekin eken hiçbir müslümanyok ki bir insan, bir hayvan
veya birşey ondan yiyince kendisi için sadaka olmasın."[214] Bu
hadis, Sahîh-i Buhâri'de başka bir vecihle rivayet edilmiş olup Buhâri bu
hadisle ilgili olarak "Kendisinden yenildiğinde ağaç dikmek ve ekin
ekmenin fazileti babı" başlığını açar.[215]
MüfesBİr Kurtubi, mücerret ağaç dikme ve ekin ekmede de durumun böyle olduğunu
nakleder.
Bezzâr ve Hilye'de de
Ebû Nuaym, Enes b. Mâlikten şöyle dediğini rivayet ederler: "Resulullah
(sav) şöyle buyurdu: Yedi şey var ki, (onları yaptığında) kabirde olduğu halde
kul lehine sevapları devam eder: Bir ilim öğreten, bir nehir açan, bir kuyu
kazan, bir hurma ağacı diken, bir mescidyaptıran, bir Mushaf miras bırakan ve
ölümünden sonra kendisine af dileyecek bir çocuk yetiştiren kimse." Ebû
Nuaym, "bu hadis g a r î b dir"der.[216] Bu,
sahih hadise muhalif değildir; sahih hadiste "...üç şey hariç: sadaka-yı
câriye..." denir ki yukarıdaki hadiste rivayet edilen fazlalığı da kapsar.[217]
Münziri şöyle der: îbn Mâce ve İbn Huzeyme Sahîh'inde Ebû Hureyre'den naklen
bunun benzeri bir hadisi rivayet etmişlerdir.[218]
el-îsâbe'de Sa'd b.
Muâz el-'Ensârfnin biyografisinde şu bilgi verilir: Hatfb el-Müttefak*ta
Vahin" (zayıf) bir isnadla, Ebû Musa da ez-Zeyl'de "meçhul" bir
isnadla Hasan'dan şu rivayette bulunurlar: Enes'den: "Hz. Peygamber (sav)
Tebük'ten döndüğünde Sa'd b. Muâz el-Ensârî kendisini karşıladı. Resulullah
(sav) ona *bu elinde gördüğüm nedir?* diye sordu. O *kürek ve çapa izidir, çapa
yapıp ailemin nafakasını karşılıyorum" dedi. lîe-sulullah (sav) onun elini
öperek ini, ateş değmeyecek bir eldir1 buyurdu." Ebû Musa'nın rivayetinde,
isim Sa'd el-Ensârî şeklinde geçmektedir.[219]
Derim: Bu kıssada
enteresan bir husus var ki o da Hz. Peygamber'in (sav), yeri çapalaması
sebebiyle bir sahabinin elini öpmüş olmasıdır. Hâkim, et-Tevekkül'de İbn
Ebi'd-dünya. el-Emsâl'de Askeri ve el-Mücâle-se'de de Dineverî, Muâviye b.
Kurre'den şöyle dediğini tahric eder: Ömer b. Hattâb (ra) Yemen halkından bazı
insanlara rastladı ve "kimsiniz?" diye sordu. Onlar da
"mütevekkilleriz (tevekkül edenler)" dediler. Hz. Ömer de şöyle dedi:
"Yalan söylüyorsunuz, tevekkül ediciler değilsiniz. Tevekkül eden, tohumunu
toprağa atıp Allah'a güvenen kimsedir ancak."[220]
Ömer b. Abdülaziz'in
Müsned'inde, İbn Şihâb'ın şöyle dediği kaydedilir: Ömer b. Abdülaziz halife
iken bana haber göndererek şöyle dedi: Said[221] b.
Halid b, Amr b. Osman bana gelerek şöyle dedi: Ey mü'minlerin emîri, bana
Sedîr*i[222] i k t â olarak ver, Resulullah'ın (sav) şöyle dediği
hadisi bana ulaştı: "Bir ağaç diken hiçbir kimse yok ki Allah ona ağaç ve
meyveleri ade-dince sevap vermesin." Ömer b. Abdülaziz "Bunu duydun
mu?" diye beni sorguladı. Ben "evet" dedim. Atâ b. Yezîd de Ebû
Eyyub'dan bunu Resulullah'-tan (sav) rivayet ederken duyduğu hususunda bana
şahidlik etti.[223]
Ahmed b. Hanbel ve
Taberâni, Müslim b. Büdeyl yoluyla, onun İyâs b. Züheyr, onun da Süveyd b.
Hübeyre'den şu rivayetini tahric ederler: Resu-lullah'ı (sav) şöyle derken
duydum: "Malın hayırlısı çok yavrulayan kısrak veya ıslah edilmiş hurma
ağacı dizisidir."[224] Sahih-i Buhâri'de Ebû Hu-reyre'den şu rivayet
nakledilir: Hz. Peygamber (sav) birgün konuşuyordu, yanında bâdiye (çöl) halkından
bir adam vardı. Şöyle buyurdu: Cennet ehlinden biri, Rabbinden ekin ekmek için
izin istedi, Allah Teâlâ, "istediğin (arzuladığın) durumda değil
misin?" buyurdu. Adam "evet, fakat ekin ekmek istiyorum" dedi.
Ve ekti, göz açıp kapayıncaya kadar ekimi, yetişmesi ve hasadı gerçekleşti.
Dağlar misali idi. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: "Ey Ademoğlu onu al, seni
hiçbir şey doyurmaz." Bedevi adam şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim,
o olsa olsa Kureyşli veya ensardandır. Çünkü onlar ziraatçidir-ler. Biz ise
ziraat ehli değiliz." Bunun üzerine Resulullah (sav) güldü.[225]
Hıbşî Kitâbü'l-Bereke'de şöyle der: Bu hadiste faydalı bilgiler vardır. Bunlardan
biri, ziraatin faziletine delalet etmesidir. Bir diğeri, bedevinin
"An-dolsun, o olsa olsa ensar veya muhacirdendir" sözünden de
anlaşılacağı üzere muhacirler ve ensarın ziraatçı olduklarıdır. Bu da, ümmetin
en faziletlileri oldukları halde muhacirler ve ensann ziraatçilik yaptıklarına
dair en büyük delildir. Fakat Arif el-Fâsî Teşnîfü'l-mesâmi' de şöyle der: Ziraatçilikle
tanınanlar ensardır. Kureyş ise çiftçilik değil ticaretle uğraşırdı. Çünkü
Mekke ziraat memleketi değildir.
Derim: Bu, temelde
doğru olmakla birlikte hicretten sonra muhacirler de ziraatle meşgul oldular,
ticaret yaptılar. Hadis, açıkça anlaşıldığı gibidir. Ebû Dâvud el-Merâsîl*de
Ali b. Hüseyin'den mürsel olarak şu rivayeti nakleder: "Ekin ekin, çünkü
ekin mübarektir. Ekin'in içine çokça çubuk dikin." Bir başka lafızla da
hadis şöyledir: "Ey Kureyş topluluğu, siz hayvan sürülerini seviyorsunuz,
onları azaltın, yağmur yağan toprağınız azdır. Ekin ekin, çünkü ekin mübarektir.
Ona çokça çubuk dikin."[226] Bu
hadisi Ebû Dâvud ve Beyhaki[227]
tahric etmişlerdir. Deylemi de İbnMesud'dan "merfû" olarak şu
tahricde bulunur: "Allah geçim vasıtalarını yaratınca, bereketleri ekin ve
koyuna verdi."[228]
Sahîh-i Buhâri'de Ebû Hureyre'den şu rivayet nakledilir: "Ensardan
kardeşlerimi, mallarıyla ilgili işleri meşgul ediyordu."[229]
Kastallâni bununla ilgili olarak şöyle der: Zirâatte.[230]
Sahîh-i Buhâri'de İbn
Ömer'den de şu rivayet yer alır: "Hz. Peygamber (sav), Hayber halkı ile,
araziden elde edilecek tahıl ve meyvenin yarısı üzerinden ortakçılık
yaptı." Buhâri, bu hadisle ilgili olarak "Yahudilerle ziraî ortaklığa
dair bâb" başlığını açar.[231]
Sahîh-i Buhâri'de şu rivayet de kaydedilir: "Hz. Peygamber (sav)
hanımlarına, sekseni hurma ve yirmisi de arpa olmak üzere yüz v e s k
verirdi." Hz. Ömer Hayber'i taksim etti ve Resulullah'ın (sav)
hanımlarını, kendilerine toprak ve su iktâı ile eski durumu sürdürme konusunda
muhayyer bıraktı. Onlardan bazıları toprağı, bazılarıda v e sk üzerinden hisselerini
tercih ettiler.Hz.Âişe toprağı tercih edenlerdendi.[232]
Kastallâni şöyle der: Bu hadiste zirâi ortakçılığın[233] caiz
olduğuna delil vardır. Çünkü Hz. Peygamber (sav) bunu onaylamış, Hz. Ebu-bekir
zamanında ve Hz. Ömer'in yahudileri Hayber'den sürmesine dek bu uygulama devam
etmiştir. Ibn Huzeyme ile İbn Münzir de bu görüşü benimsemişlerdir. İbn
Huzeyme bu konuda bir "cüz" telif etmiş olup onda ziraî ortakçılıktan
meneden hadislerin illetlerini açıklamış ve konuyla ilgili hadisleri
birbiriyle telif etmiştir.[234]
Hıbşî şöyle der: Bu hadiste önemli noktalar mevcut olup bunlardan biri Hz.
Peygamber'in (sav) en faziletli hanımlarından Hz. Âişe ve Hafsa'nın toprağı
tercih edip onu ekmeleridir. Buhâri şöyle der: Hz. Ali, Sa'd ve îbn Mesud da
ziraatle uğraşmışlardır.[235]
Hıbşi şöyle der: Âlimler, eserlerin birçoğunda, ziraati farz-ı kifâye
saymışlardır. Çünkü din ve dünya işi onsuz yolunda olmaz. Eğer bütün insanlar
bunu terkedecek olursa hepsi günaha girmiş olurlar. Bu konuda
Kitâbü'l-Bereke'ye bakınız.
Kâri Şerhu'l-Mişkât'da
"Şu (yani saban) bir kavmin evine girmedi ki ona zillet girmiş
olmasın" hadisiyle ilgili olarak şöyle der: Bu hadis Sahîh-i Buhâri'de Ebû
Ümâme'den rivayetle kaydedilmiştir.[236]
Âlimlerimizden bazıları şöyle der: Bu hadisin dış anlamından anlaşılan,
ziraatin mezellet doğurduğudur. Oysa durum böyle değildir. Çünkü ziraat,
içerdiği faydalar ve "Hayrı (rızkı) yerin derinliklerinde arayın"[237]
hadisinden dolayı müstehab-dır. Tam aksine, bunu ashap imarla uğraşıp cihâdı
terketmesinler ve düşman onlara galip gelmesin diye söylemiştir. Hangi zillet
bu durumdan daha çetin olur? Bu durumun düşmana yakın olanlar için sözkonusu
olduğu da söylenmiştir. Eğer ziraatle uğraşıp cihâdı terkederlerse, bu durum,
düşmanların onlara galebe çalmasıyla zillete yolaçmış olur.[238]
İbnü'1-Esîr
en-Nihâye'sinde "Saban demiri bir kavmin evine girmedi ki onlar zelil
olmasınlar" hadisiyle ilgili olarak şöyle der: Yani müslümanlar ziraate
yönelince gazadan ayrı düşmüş olurlar ve hükümdar onlardan birtakım taleplerde
bulunur, vergiler alır. Resulullah'ın (sav) şu sözü de bu hadise yakın
anlamdadır: 'Yücelik (izzet) atların alınlarında, zilletse sığırların
kuyruklanndadır,"[239]
Fetteni Mecmau bihâri'l-envâr'da, anılan hadisle ilgili olarak Kirmâni'den şu
nakilde bulunur: Hâsılı, ziraatte dünyanın zilleti ve ahiretin izzeti vardır;
zahmetli olandan faydalanmanın içerdiği sevaptan dolayı. Bu, sahih görüşe göre
kazanç yollarının en faziletlisidir.[240]
Şerhu'l-Mişkât'de müellif, zilletin sebebini şöyle nakleder: Ziraatle uğraşanlar
bunu ya duydukları korku veya himmetlerinin azlığı sebebiyle tercih
etmişlerdir. Hem onların çoğu, haraç toprağında hükümdara ait hakları ifayla
yükümlüdürler. Eğer bunlar cihâdı tercih etselerdi rızık onlara akar ve bağışlar
onlara geniş olurdu.[241]
İbn Haldun da el-tber
mukaddimesinde çiftçiliğin bedevilerden güçsüz ve zayıf kimselerin (mustaz'af)
geçim vasıtası olduğunu belirterek bunu iki sebeple açıklar ve ikincisi olarak
da şunu söyler: Çiftçilikle uğraşanlar zillete duçardırlar. Hadiste geçtiği
üzere Resulullah (sav) ensardan bazılarının evinde saban görünce şöyle
buyurdu: "Şu bir kavmin evine girmedi ki ona zillet girmiş olmasın."
Fakat Buhâri bunu sabanların çok olmasına yorumladı. İbn Haldun şöyle der:
Bunun sebebi, Allah en doğrusunu bilir, çiftçiliğin sonuçta galip (üstün)
gücün tahakkümüyle mağlubun zillet ve kahrına yolaçmasıdır.[242]
Îbnü'l-Ezrak Bedâiu's-silk'te bunun ardından şöyle der: Buhâri'nin yorumundan
da anlaşılacığı üzere diğer bir sebep de sabanların çoğalmasının, izzet ve
himayenin kendisi sayesinde olduğu ülkenin savunmasını unutmanın bir
göstergesi sayılmasıdır. İmam Ahmed b. Han-bel'inİbnÖmer'denrivayetettiğişu m e
r f û hadis de bunu teyid etmektedir: "îne alışverişi yaptığınız,
sığırların kuyruklarından tuttuğunuz, ziraatle hoşnut olduğunuz ve cihâdı
terkettiğiniz zaman Allah size bir zillet musallat eder ki dininize dönmedikçe
de onu sizden çekip almaz."[243]
Kastallâni şöyle der:
İlk fetihler sırasında araziyle uğraşmak (ziraat) ehl-i zimme'nin yaptığı bir
işti. Ashab bununla meşguliyeti hoş karşılamıyordu. Fethu'l-Bârî'de müellif
şöyle der: Buhâri bu başlıkla, ağaç dikme ve ziraatin faziletine dair daha önce
geçen hadis ile Ebû Ümâme hadisi arasında uygunluğa fte'life) işarette
bulunmuştur. Bu da iki şekilde olur. Kınama, ya ziraatle uğraşıp yapılması
emredilen hususları bu sebeple yerine getirememe haline veya bu görevleri
yerine getirmeme sözkonusu olmasa bile makul sının aşma durumuna yorumlanır.[244]
Siyer kaynaklarında
geçtiği üzere Hz. Peygamber (sav) bahçelerde oturmak ve namaz kılmaktan çok
hoşlanırdı. İbn Sa'd ve İbnü'l-Münzir, Mesrûk'tan, onun da Hz. Âişe'den rivayet
ettiği ve Fethu'I-Bârî'de müellifin sahih isnadla olduğunu belirttiği şu
haberi naklederler: "Hz. Ebubekir (ra) vefatıyla sonuçlanan hastalığına
yakalandığı zaman şöyle dedi: 'Bakıverin, ben halife olduktan sonra malımda ne
artış olduysa onu benden sonraki halifeye gönderin'. Vefat ettiğinde baktık,
çocuklarını taşıyan Nûbe'li bir kölesi ve bahçesini sulayan bir hayvanı vardı."[245] Bu
rivayetten, Hz. Ebubekir'in bir bahçesi olduğu ve onu bakımlı tuttuğu
anlaşılmaktadır.
İmam Sehâvi şöyle der:
Hz. Peygamberin (sav) Enes için "Allah'ım, onun mal ve çocuklarını
artır"[246] diye yaptığı duadaki
sözkonusu artırma, hayvanlardaki çokluk ile Sahih-i Müslim'de geçen "Bir
ağaç diken, bir ekin eken hiçbir müslüman yok ki bir kuş, bir insan veya bir
hayvan ondan yiyince kendisi için sadaka olmasın"[247]
hadisinde sözü edilen ekin ve ağaç çokluğudur. Ensarın çoğunlukla durumu böyle
olup yılda iki defa mahsul veren ve misk kokulu reyhan bulunan bir bahçesi
olduğuna dair varid olan haberden de buna sempati duyduğu anlaşılmaktadır.
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında (IV, 44) Rebîab. Ka'b el-Eslemî'nin biyografisinde, ashabın önde
gelenlerinin toprağa, işletilmesine ve mahsûlüne gösterdikleri ihtimama
delâlet eden ilgi çekici bir kıssa vardır. İbn Sa'd şöyle der: Bize Müslim b.
İbrahim, Haris b. Ubeyd'den, o da Ebû İmran el-Cevnf-den haber verdi:
Resulullah (sav), Hz. Ebubekir ile Rebîa el-Eslemfye içinde eğik bir hurma
ağacının bulunduğu bir arazi iktâ etti. Hurma ağacının kökü Rebîa'nm, dalı da
Hz. Ebubekir'in toprağındaydı. Hz. Ebubekir ağacın kendisine, Rebîa da
kendisine ait olduğunu söyledi. Öyle ki Hz. Ebubekir süratle davranıp Resulullah'ın
(sav) yanına gitti. Rebîa da çabucak Resulullah'a (sav) vardı. Resulullah (sav)
da Rebîa'ya "peki, ona verme" dedi. Hz. Ebubekir yüzünü bahçeye doğru
çevirip ağladı. Hz. Peygamber (sav) kok kime aitse dalın da ona ait olduğuna
hüküm verdi. Rebîa b. Ka'b el-Eslemfnin biyografisine bakınız.[248]
Anlaşılan, Hz. Ebubekir zannında isabetli olmadığı ve Resulullah'a f sav) dava
açmaya ihtiyaç gösterecek şekilde haklı bulunmadığı bir hususta talepte acele
etmiş olmasından dolayı ağlamıştır.
Makrizi'nin el-Hıtat*ında
(1,154) şu bilgi verilir: Efendimiz Hz. Ömer şöyle dedi: "Kimin bir
toprağı olur, sonra onu imar etmeden üç yıl terkeder de başka birileri onu imar
ederse, bunlar o toprağa daha hak sahibi olurlar." Bu bilginin benzeri
Sennâcetü't-tarab fî tekaddümâti'1-Arab (s. 306) adlı eserde de verilmiştir.
Orada ilaveolarak şu bilgi de kaydedilir: Arap kafileleri, Ptolemaioslar ve
Firavunların yaptığı gibi Kulzum kanalı vasıtasıyla Nil'e ulaştılar. Mısır
gelirinin üçte biri, arazilerin sulanması için köprü ve kanal yapımına
ayrılmıştı.
Derim: Hz. Ömer'in
(ra) sulama ıslahı için köprü ve kanal yapımına Mısır gelirinin üçte birini
tahsis ettiği, Amr b. Âs'ın kendisine gönderdiği coğrafî rapordan da
anlaşılmaktadır. Bu raporun metnini ilmî konularla ilgili onuncu bölümde verdik.
Oraya mutlaka bakınız.[249]
Yine bundan anlaşıldığına göre ziraati güçlendirmek ve ziraatçileri
kalkındırmak Hz. Ömer'in pren-siplerindendi. Âmillerine müslüman askerlerinden
hiç kimseye fethedilen memleketlerde ekin ekme veya ortakçılık yapma müsaadesi
vermemeleri, onlardan hiçbirine kesinlikle toprak iktâ etmemeleri şeklinde İbn
Cerîr'in Târih'i ve diğer kaynaklardaki biyografisinde geçen talimatına
gelince, bunun çeşitli sebepleri vardır. Birinci sebep müslümanların e h 1 - i
z i m -m e ve ehl-i ahdi kendi topraklarında sıkıştırmamaları ve geçimleri konusunda
onları sıkıntıya düşürmemeleridir. İkincisi, fetihlerin başlangıcında askerin
arazide çalışmaya alışarak harp zahmetinden kaçıp rahata meyletmemeleri. Ümmet
savaş toplumu olup onu savaştan uzaklaştırıp kenara çekmek uygun değildir.
Üçüncüsü, arazinin kendi sahipleri elinde devletin askerî ve idarî
ihtiyaçlarını karşılayacağı bir kaynak olarak kalması ve askerden kendilerine
iktâ verilenlerin tekelinde bulunmaması.
el-Utbiyye'de İmam
Mâlik, Yahya b. Said'den naklen Ömer b. Hat-tâb'ın (ra) şöyle dediğini
kaydeder: "Kimin bir arazisi varsa onu imar etsin, kimin bir malı varsa
onu ıslah etsin (verimli kılsın). Olur ki yalnız sevdiğine veren biri
gelir!" İbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsîFde şöyle der: Hz. Ömer devlet
başkanının vereceklerine güvenip varlıklarım kaybetmelerinden endişe ederek,
müslümanlara mallarını gözetip korumalarını tavsiye etti. Resulul-lah (sav) da
malı zayi etmekten nehyetmiş olup bu da malı zayi etme kabilindendir.
el-Müdewene ve
el-Utbiyye'de şu bilgi verilir: Ashaptan iki kişi arasında, ortak arazileri
ile ilgili olarak husumet sözkonusu oldu. Hz. Osman halifeliği sırasında davayı
çözüme bağlamak üzere bineğine bindi, kendisiyle birlikte bazı kimseler de
bindiler, yürürken bir adam Hz Ömer'in bu konuda daha önce hukum vermiş
olduğunu söyleyince Hz Osman "ben Ömer'in karara bağladığı bir davaya
bakmam" deyip gen dondu.[250] Ibn
Ruşd el-Beyân ve*t-tahsîl'de şöyle der Dava, arazileri arasındaki sedle ilgili
olarak Alı b Ebî Tâlıb ile Talha b Ubeydullah arasındaydı Hz Alı kalmasını
istiyor, Talha ise kaldırılmasını Hz Alı, Abdullah b Cafer'i kendisine vekil
tayın etti, Hz Osman'a dava açtılar Odaertesı gun muhacır veensardan bir grupla
birlikte bineğine binip gitti Hz Ömer'in kendi zamanında bu davayı hükme
bağladığını öğrenince de geri dondu Abdullah b Cafer durumu Hz Ali'ye haber
verince, ona Talha'ya gidip "sed senindir, ona dilediğim yap"
demesini söyledi Abdullah şöyle der Ona gidip söyledim, buna sevindi ve rı-dası
ile ayakkabılarım isteyerek benimle kalkıp geldi Hz Ali'nin yanına girdik, Hz
Alı onunla merhabalaştı ve "sed senindir, dilediğim yap" dedi Talha
da şöyle dedi "Kabul ettim ve teşekkür etmek için geldim Fakat yerine
getirilmesi gereken bir ihtiyacım (isteğim) var " Hz Alı
"nedir?" deyince Talha fra) "Ben de araziyi içindeki
hizmetçiler, hayvan ve aletlerle birlikte kabul etmeni arzu ediyorum" dedi
Hz Ah de "kabul ettim" karşılığım verdi Talha sevindi ve kucaklaşıp
ayrıldılar Abdullah şöyle der Bilemiyorum onların hangisi daha cömert, seddı
ikram eden Alı mı, sulama kanalını önce vermezken sonra araziyi ikram eden
Talha mı?[251] Bu, çiftçiliğin yaygın
olduğu ve ona verilen önemin Hz Alı ve Talha gibi sahabılerın birbirleriyle
davalaşacakları, Hz Ali'nin amcası oğlunu vekil tayın edeceği ve halifenin
ensar ve muhacirlerle birlikte bununla ilgili davaya bakmaya çıkacağı dereceye
ulaştığım göstermektedir
Semhûdı'nın
el-Vefâ'sında(II, 152)şu bilgi verilir Medine ve çevresinde birçok kaynak
vardı ve bunlar Hz Peygamber'den (sav) sonra yenilendiler Muâvıye bu konuya önem
veriyordu Bundan dolayıdır ki onun zamanında Medine arazisinde mahsul arttı
Vâkıdı Kitâbu'l-Harre'de şu bilgiyi nakleder Muâvıye zamanında Medine'de
devlete ait birçok emlak (savâfi) vardı Muâvıye Medine ve yöresinde 150 bin
vesk ekim yapıyor ve 100 bin vesk buğday mahsul elde ediyordu.[252]
Cârullah ez-Zemahşerî
el-Keşşâf ında "O sızı topraktan meydana getirdi, sızı orada omur
geçirmeye (veya imara) memur etti"
(Hud 11/61) âyetıyle ilgili olarak şöyle der Size imarda bulunmanızı
emretmiştir imar vacip, mendup, mubah ve mekruh gibi türlere ayrılır Fars
hükümdarları, tebaaya yaptıkları zulme rağmen çok nehir açıp ağaç dikerek uzun
ömürler yaşadılar Onların zamanındaki
bir peygamber Allah Teâlâ'ya bunların uzun omurlu kılınmalarının sebebim sordu
Allah da ona şunu vahyettı "Memleketlerimi imar ettiler, orada kullarım
yaşadı " Rivayet edildiğine göre Muâviye b. Ebî Süfyân ömrünün sonlarında
toprak ihyasına koyuldu, kendisine sebebi sorulunca, beni buna ancak şu söz
şevketti, dedi:
Yiğit yiğit değildir
ondan aydınlık saçmıyor
Ve yeryüzünde ona ait
eserler bulunmuyorsa[253]
el-Keşşafta şairin adı
zikredilmemi ştir. Rebîü'l-ebrâr'da iki yerde anılır. Onikinci
"ravza" da müellif şöyle der: Muâviye, halifeliğinin son yıllarında
Mekke'de bir hurma ağacı dikerek şöyle dedi: Ben bunu, kendisine ulaşmak için
dikmiş değilim, fakat Esedi'nin "Yiğit..." sözünü hatırladım.
Onüçuncü "ravza" da ise şöyle der: Eşraftan biri oğluna şöyle dedi:
Dünyadaki eserlerini güzel yap ve şairin "Yiğit..." sözüne kulak
ver. et-Târîfe ve't-tâlide adlı esere bakınız.
Hüsnü's-sınâa adlı
kitapta ziraat ve kişinin toprağım ıslahıyla ilgili tavsiyelere dair bahiste
şu'rivayete yer verilir: Ebû Hureyre'ye (ra) mürüvvetin ne olduğu soruldu,
"Allah'tan sakınma (takva) ve toprağın ıslahı" diye karşılık verdi.
Kays b. Asım, oğullarına şöyle dedi: Malı ıslah edin (verimini artırın), çünkü
bu cömert için yüceltici birşey olup bununla cimri (aşağılık) kimseye de muhtaç
duruma düşülmemiş olur. Utbe b. Ebî Süfyân, mallarını kendisine teslim ettiği
sırada azatlısına şöyle dedi: "Malımın küçüğünü koru büyüsün, büyüğünü de
zayi etme küçülmesin." Hattâb ile Ebû Ali İbn Rahhâl'ın el-Muhtasar'a
yaptıkları şerhlerde şu bilgi geçer: Şeyh Yusuf b. Ömer şöyle dedi: Kimin bir
ağacı olur da gereğini yapmadığı için onu zayi ederse, ona bakması emrolunur,
eğer yapmazsa günaha girmiş olur Bunu Cezûli de söylemiş olup şu ilavede de
bulunmuştur: "Ona, ağacı bütün meyvesi karşılığında bakacak kimseye
ortakçılığa (musâkât) vermesi söylenir." Adı geçen eserlerin "nefekât
bâbı"na bakınız. İbn Hazm el-Endelüsî şöyle der: "Bilin ki rahat,
lezzet, selamet, izzet ve ecir çiftçiliktedir ve çiftçilik genelde en
meşakkatsiz kazanç yoludur." Keşfuzzunûn'da da bazı âlimlerden şu nakilde
bulunur: "Eğer Allah'ın kullan, Allah'ın, toprağını ihyadaki hoşnutluğunu
bilmiş olsalardı, yeryüzünde harap bir yer kalmazdı."
Bu başlık altında
uzunca bilgi vermem, İslâm'ı ziraatten menetmekle itham eden kimselere cevap
içindir. Hatta bir defasında Batılı bir âlim bana Kur'ân'da saban ve çiftçinin
lanetlendiğini söyledi. Ona, Kur'ân'ın kendisine isnad edilenin aksini
getirdiğini söyledim ve geçen bilgilerden bazısını kendisine aktardım, hayrette
kaldı. Müslümanlar f i 1 â h a (çiftçilik, tarım) ilmi ve suların çıkarılması
konusunda sayısız eser vermişlerdir. Bunlardan biri Kerhi'dir.[254] Ebû
Hanîfe ed-Dîneverî'nin Kitâbu'n-Nebât ve'ş-şecer adlı eseri vardır.[255] VI.
yüzyıl âlimlerinden Ebû Zekeriya Yahya b. Muhammed b. Avvâm el-Endelusî
el-Işbilî'nin çiftçiliğe dair eseri de Madrid'te iki cilt halinde basılmış olup
müellif bu eserde altmış küsur Yunan, Roma ve Arap kitabından faydalanmış ve
eserdeki bilgileri Işbiliye'ye (Se-villa) yakın bir yerde uygulamıştır.[256] Abdulğanien-Nâblusîed-Dımaşkî'nin
Alemü'l-milâha fî ilmi'l-fîlâha adlı Dımaşk'ta basılmış bir eseri vardır,[257] İbn
Vahşiyye el-Keldânfnin Kitâbu'l-filâhati'n-nabatiyye adlı bir eseri vardır.[258]
Abbasi halifesi Mûstainbillâh, Ba'lebekli tabip Kuşta b. Lûkâ'yı Bağdat'ta
Yunanca kitapları tercümeyle görevlendirdi. Onun Suryanice bir tercümeden
Arapça'ya çevirdiği el-Filâhatü'1-Yunâniyye adlı bir kitabı mevcut olup
Mısır'da basılmıştır.[259]
Endülüs âlimlerinin bu konuya dair birçok eseri mevcut olup kütüphanemizde de
bazıları vardır.[260]
İbn Sa'd Tabakât'ta,
İbn Hacer de el-İsâbe'de Zeyneb bint Cahş'ın (ra) biyografisini vererek onun
elişlerinde mahir bir kadın olduğunu, deri tabaklayıp (ayakkabı vs.) diktiğini
ve Allah yolunda tasadduk ettiğini zikrederler.[261] Bu
bilginin benzeri Hafız Suyûti'nin et-Tevşîh*inde de mevcut olup bu eserin
muhtasarına (s. 150) bakınız.[262]
İbn Fethûn, eserinde,
ashaptan Nebhân diye birinin adını verir ve onu "temmâr" (hurmacı)
şeklinde vasıflandırarak hurma sattığı bir kıssayı zikreder.[264]
el-İsâbeMe, Sîmâh el-Belkâvî
de denilen Semmûye'nin[265]
biyografisi verilerekşu bilgi zikredilir: Hıristiyandı, ticaret için Medine'ye
geldi ve müs-lüman oldu. ibn Hacer, ondan şu bilgiyi nakleder: O, Belkâ'dan
Medine'ye buğday getirdiğini belirterek şöyle der: Buğdayı satıp hurma almak
istedik, bize mani oldular. Resulullah'a (sav) geldik, bizi engelleyenlere
şöyle buyurdu: Yükledikleri şu hurmaların fiyatının artmasına mukabil şu
yiyeceğin (buğdayın) ucuzluğu size yetmiyor mu? Onları bırakın yüklesinler.[266]
Faydalı bir bilgi;
Fethu'l-Bârfde şöyle denir: Medine hurmalarının türleri gerçekten çoktur. Şeyh
Ebû Muhammed el-Cüveynî el-Furûkta, Medine'de bulunduğunu ve Medine emîri
yanında özellikle siyah hurma türlerinin sayıldığını ve sayısının 60'tan fazla
olduğu yolunda kendisine haber ulaştığını ve orada kırmızı hurmaların ise
siyahlardan daha fazla olduğunu zikreder.[267]
Suriye (Şam)
topraklarında bulunan Belkâ'dan Medine'ye tahıl getiriliyordu. Bu husus,
el-lsâbe'den naklen verilen kıssadan anlaşılmaktadır. Buhâri
"Kitâbu't'Buyû" da şu rivayeti tahric eder: Câbir b. Abdullah'tan:
Biz Hz. Peygamber (sav) ile birlikte namaz kılmaktayken Şam'dan yiyecek
(buğday) yüklü bir kafile geldi. Herkes ona yöneldi. Öyle ki Hz. Peygamber'in
(sav)yanındaoniki kişiden başka kimse kalmadı. Bununüzerine "Bir ticaret
ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona gittiler ve seni ayakta
bıraktılar" (Cuma 62/11) âyeti nazil oldu.[268]
İleride gelecek olan
Şam'dan Medine'ye halis un, yağ ve bal getirilmesiyle ilgili başlığa bakınız.
Bundan da anlaşılacağı üzere Medine, uzak yerlerden mal getirilen Arap pazarı
olmuştu, el-tsâbe'de Nebhân el-Ensârî'nin biyografisine bakınız.[269]
Suyûti'nin Târîhu'l-hulefâ'smda da, Hz. Ömer'in Mısır'dan Eyle denizi
(Kızıldeniz) yoluyla Medine'ye buğday götürten ilk kimse olduğu kaydedilir.[270]
Derim: Bu taşımacılık,
Mısır'ın fethinden sonra açılan kanaldan olmuştu. Fustat'tan Süveyş'e ulaşan
bu kanalı Hz. Ömer'in halifeliği sırasında Amr b. Âs açmıştı. Emîrü'l-mü'minîn
kanalı diye tanındı ve Mısır ile Kızıldeniz ve Hindistan arasında en büyük
bağlantı yeri oldu. Makrizi'nin el-Hıtat'ında geçtiği üzere bu kanalı açmanın
sebebi şuydu: Halk Medine'de kıtlığa maruz kaldı, Amr b. Âs onlara, başı
Medine'de sonu Mısır'da bir kervanla yardımda bulundu. Bunun üzerine Hz. Ömer,
hayvan sırtında nakil yerine denizden naklin daha kolay olması sebebiyle bu
kanalın açılmasını emretti. Bir yıl geçmeden orada gemiler çalışmaya başladı ve
Haremeyn-i Şerifeyn'e gönderilecek yükler oradan taşındı. Sonra oraya kum doldu
ve Emevi devletinin sonlarında irtibatı koptu. el-Hıtatü'1-Makriziyye[271] ile
el-Hıtatu*t-Tevfikiyye'de bu konuyla ilgili doyurucu bilgi mevcut olup bu
eserlere bakınız. Sonuncu eserde (XIX, 120) Kindi'nin el-Cündü'l-garbı[272]
adlı eserinden şu bilgi nakledilir: Amr b. Âs o kanalı 23 (644) yılında açmaya
başladı ve altı ay içinde bitirerek gemiler yüzmeye başlayıp yedinci ayda Hicaz'a
ulaştılar. Sonra da Îbnü't-Tuvayr'dan şu bilgiyi nakleder: Kanalın mesafesi
beş günlük yoldu. Nil gemileri boşalıp orada Mısır toprağında yüklenerek
Kulzüm'e varıyorlar, orada da Hicaz ve diğer yerlerden gelen mallan yükleyip
Mısır'a götürüyorlardı. Burası tüccarlar ve başkalarının yolu idi. Ali Paşa
el-Hıtat'da şu bilgiyi de verir: Bu kanal Ebû Cafer el-Mansur zamanına kadar
açık kaldı. Hicaz'da Muhammed en-Nefsü'z-Zekiyye ortaya Çıkınca, Mansur Hicaz
memleketlerine giden zahirenin kesilmesi için Mısır'daki âmiline Mısır
kanalını kapatmasını emretti, o da kapattı ve kanal da böylece unutulup gitti.
Ve son olarak kanal (Süveyş) açılıncaya kadar bin yıl öyle kaldı. el-Hıtat'da
müellif şu bilgiyi de zikreder: Hz. Ömer bu kanalın açılması konusunda, bu
irtibatın Bizans baskın ve saldırılarına yolaçacağı endişesiyle bir ara
tereddütte bulunmuştu. Bu sebeple Ali Paşa Mübarek (XX, 124) şöyle der:
"Geçen yüzyılın sonlarında Berzah kanalının açılması doğu ülkeleri için en
büyük âfetlerden biri olmuştur." Allah, Hz. Ömer'den razı olsun, duyduğu
endişe ne doğrudur!
Faydalı bir bilgi: Bu
başlık altında verilen bilgiler üzerinde düşündüğünde anlarsın ki Hz. Ömer,
müslümanların denizle ilgili ilimleri edinmelerinden sonra, onlara denize
açılmaları ve deniz yoluyla yük taşımalarına izin vermiştir. İnsanları denize
açılmak ve denizi kullanmaktan nehyettiği-ne dair nakledilen bilgi ise
müslümanların denizle ilgili bilgilerinin bulunmadığı zamanda idi. Denizle
ilgili ilimler Araplar katında gelişme gösterince, daha önce ilgili yerde
geçtiği üzere, Muâviye filo oluşturdu. Bu bilgi İbn Haldun ve Makrizi'den nakledilmiştir.
Kadı İbnü'l-Ezrak'ın Bedâiu's-silk adlı eserinde şu bilgi verilir:
İbnü'l-Münâsif, Hz. Ömer'in denize açılmayı engellemesiyle ilgili olarak şu
mazereti ileri sürer: "O sırada Araplar'ın deniz konusunda bilgileri
yoktu." Bu başlıkta geçtiği üzere deniz ilimlerinde derinleşmelerinden
sonra kanallar açarak kullandı. Sonra el-tsâbe'de Alka-me b. Mücezziz
el-Müdlicî'nin biyografisinde Taberi'den nakledilen şu bilgiyi buldum: Hz.
Ömer hicretin 20. (641) yılında Alkame'yi bir orduyla deniz yoluyla
Habeşistan'a gönderdi, denizde boğuldular. Hz. Ömer bunun üzerine hiç kimseyi
denize çıkarmamaya ahdetti.[273] Bu
bilgiden, Hz. Ömer'in denize açılmayı engellemesinin sebebinin, boğulanlarla
ilgili olarak kendisine karşı duyduğu öfke olduğu anlaşılmaktadır.
Hz. Ömer'den sonra
torunu ve onun eserinin ihyacısı emîrü'l-mü'minîn Ömer b. Abdülaziz, devletinin
anayasası mahiyetinde olan umumî fermanını çıkardı. Bu fermandaki hususlardan
biri de şudur: Denize gelince, biz onun yolunu da kara yolu gibi görmekteyiz.
Allah Teâlâ şöyle buyurdu: "Allah'tır ki denizi size boyun eğdirdi, ta ki
gemiler onun içinde buyruğuyla akıp gitsin ki siz onun kereminden (nasibinizi)
arayasınız da şükredesiniz" (Câsiye 45/12). Ben, dileyenin denizde
ticarette bulunmasına müsaade ediyor ve denizle insanlar arasına girilmesini
uygun bulmuyorum. Şüphesiz, deniz de kara da Allah'a ait olup kendi kereminden
nasip aramaları için onları kullarının tasarrufuna vermiştir. Allah'ın kullan
ile kazanç yolları araşma nasıl girilir? Bu bilgi, İbn Abdilhakem'in Fedâilu
Ömer b. Abdila-ziz adlı eserinden alınmıştır.[274]
İbn Abdilber, Ammâr[275] b.
Yâsir*in mevlası ve Sa'd el-Karz diye tanınan müezzin Sa*d b. Âiz*in
biyografisini vererek şöyle der: Ona Sa'd el-Karz denmesinin sebebi şudur: Her
ne ticareti yapsa kaybediyordu. Selem ağacı yaprağı (karz) ticareti yaptı ve
kâr etti, sonra da bu yaprağın ticaretini yapmaya devam etti.[276]
"Karz,°
kendisiyle tabaklama yapılan ağaçtır. Muhtâru's-Sıhâh'ta şöyle denir; Karz,
selem ağacının yaprağı oluponunla tabaklama yapılır. Palamut ağacının kabuğu
olduğu da söylenmiştir.[277]
Yine Muhtâru's-Sıhâh'ta "selem" maddesinde şöyle denir: Dikenli bir
ağaç olup tek ağaç için "seleme" denir.[278]
el-Meşârik'te de müellif şöyle der: Sa'd'ın böyle adlandırılması, onun
"karz" ticareti yapması sebebiyledir.[279]
Derim: el-tsâbe'de
müellif şu ilavede bulunur: Beğavi, Kasım b. Hasan b. Muhammed b. Ömer b. Hafs
b. Amr b. Sa'd el-Karz'dan, onun da dedelerinden yaptığı şu rivayeti nakleder:
Sa'd, Hz. Peygamber'e (sav) varlığının azlığından şikayette bulundu, o da
ticaret yapmasını emretti. Sa'd pazara çıktı, biraz selem ağacı yaprağı satın
alarak sattı ve kâr etti. Sa'd durumu Hz. Peygamber'e (sav) anlattı, o da buna
devam etmesini emretti.[280]
Şeyh Tayyib b. Kîrân, Irâki'nin siyere dair Elfiyye'sinin şerhinde şöyle der:
Bu hadiste, bir kapıdan rızıklanan kimsenin ona devam etmesi gerektiğine delil
vardır.
Daha önce geçtiği
üzere mü'minlerin annesi Zeyneb bint Cahş el işlerinde yetenekli bir kadındı,
deri tabaklar, (ayakkabı vs.) diker ve tasadduk ederdi. İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında Esma bint Umeys'in şöyle dediği nakledilir: Cafer ve
arkadaşlarının şehid düştükleri gün, sabah uyandım, Resulullah (sav) bana
geldi. Ben kırk deri tabaklamış ve hamurumu yoğurmuştum. Resulullah (sav)
yanıma girdi... (Kıssa).[281]
el-İsâbe'de,
mü'minlerin annesi Hafsa bint Ömer b. Hattâb'ın (ra) cariyesi Huleyse'nin
biyografisi verilerek orada, imVminlerin annelerinden Sev-de'nin Tâif derisi
işlediği kaydedilir.[282]
İbn Rüşd el-Beyân
ve't-tahsîl'de, aslı Tirmizi'nin Câmi'i ve Nesâi'nin Sünen'inde[283]
geçen bir kıssa zikreder: Ensar*dan biri Hz. Peygamber*e (sav) gelip
yoksulluktan şikayet etti. Sonra dönüp şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü, bir ev
halkından geldim ki yanlarına dönünceye kadar bazılarının ölmüş olacağını
sanıyorum. Resulullah (sav) "git bak birşey bulabilecek misin?"
buyurdu. Adam gitti ve bir yaygı (hasır, çul) ile bir kadeh getirerek "ey
Allah'ın Resulü» bu yaygının yarısını yere seriyor yarısını da bürünüyorlardı;
şu kadehle de içiyorlardı" dedi. Resulullah (sav) "bu ikisini benden
bir dirheme kim satın alır?" diye sordu. Bir adam "ben" dedi.
Resulullah (sav) "bir dirhemi kim artırır?" buyurdu, bir başka adam
"onları iki dirheme alırım" dedi. Resulullah "bunlar
senindir" dedi ve adamı çağırarak ona "bir dirhemle ailene yiyecek
satın al» bir dirhemle de bir balta satın alarak bana gel" buyurdu.
Adam da öyle yaptı ve
sonra geldi. Resulullah (sav) "şu vadiye git, orada ne bir diken ne bir
odun bırakma» bana da on günden önce gelme" buyurdu. Adam öyle yaptı ve
sonra Resu-lullah'a (sav) gelerek "bana emrettiğin şey bereketli
oldu" dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) şöyle buyurdu: **Bu, senin
için, kıyamet günü yüzünde dilenmekten dolayı lekeler veya tırmık izleri olarak
gelmenden daha iyidir."[284]
Sahîhayn'da,
Tâvûs'tan, onun da İbn Abbâs'tan şu rivayeti kaydedilir: "Resulullah (sav)
kafilelerin (pazara mal getiren) karşılanmasını ve şehirlinin bedevi (satmak
üzere mal getiren) adına satış yapmasını yasakladı."[285] Buhâri*deTâvûs*tan,
onun da babasından yaptığı şu rivayet yer alın İbn Ab bas'a "şehirlinin
bedevi adına satış yapması" sözünün manasını sordum, "onun simsarı
olmasın" demektir, cevabını verdi.[286]
Hocamız
el-Fecrü*s-sâti*de şöyle der; "Burada simsardan maksat, dükkanlarda oturan
simsarlar gibi alıcı ve satıcı arasında bir ücret karşılığında akdi yüklenen
kimsedir. Yoksa daha önce geçtiği üzere d e 11 â 1 değildir."Fethu*l-Bârî'deşubilgiverilir:
Simsar, esasolarakbirişe bakan, onu gözeten kimse demek olup sonra başkası için
alım satımı yüklenen kimse hakkında kullanılmıştır.[287] Kâmûs'ta
da "s i m s â r , alıcı ile satıcı arasında aracılık yapan kimsedir"
denir. İbnü'tvTayyib el-Fâsî de haşiyesinde şöyle der: Simsar, halkın deli âl
diye adlandırdığı kimseolupmüşteriyesatıcıyaulaşmadayolgösterir(delâleteder).
Simsar, Meâlimü's-SünenMeHattâbi'ninvebaşkalarınındabelirttiğigibi, Arapça
olmayan bir kelime olup müellifin bu bilgiden haberi olmamıştır.
Ebü'l-Abbas el-Ebyânî
et-Tûnisî, simsarlar ve onlarla ilgili hükümlere dair bir eser kaleme almıştır.[288]
Sahîh-i Buhâri'de
Sehlb. Sa'd'dan şu rivayet nakledilin Bir kadın bir hırka (bürde: çizgili bir
elbise, veya siyah küçük kareli bir elbise olduğu söylenmiştir.) getirdi.
(Râvi şöyle dedi: Biliyor musunuz bürde nedir? Kendisine şu cevap verildi:
Evet, o kenarı ince kadifeden kumaştır, denildi) ve "Ey Allah'ın Resulü,
bunu kendi elimle dokudum, sana giydirmeye geldim." Hz. Peygamber (sav) de
onu aldı...[289]
Buhâri bu hadisle
ilgili olarak "Kitâbu'l-Buyû" da "dokumacı babı" adıyla bir
başlık açarak anılan hadisi zikretmiştir. Ayni şöyle der: "Dokunmuştur"
ve "dokudum" sözleri, zorunlu olarak dokumaya delâlet eder.[290] Anılan
hadisi Buhâri "Kitâbu'l-Cenâiz" deki bablardan "Resulullah (sav)
zamanında kefen hazırlayan kimse ve Resulullah'ın bunu reddetmemesine dair
bâb" başlığında da vermiş olup hadise bu yerlerde bakınız.
el-İhyâ'da
"Rub'u'l-münceyâf'tan "Kitabü'1-fakr ve'z-zühdMün sonlarında Sinan
b. Sa'd'dan şöyle dediği nakledilir: Kadın, Hz. Peygamber'e (sav) yünden
siyah-beyaz benekli bir cübbe ördü ve kenarlarını da siyah yaptı. Resulullah
(sav) onu giyince "bakın ne kadar güzel ve ne kadar yumuşak!" dedi.
Bir bedevi ayağa kalkıp "Ey Allah'ın Resulü, onu bana hibe et" dedi.
Resulullah (sav), kendisinden birşey istendiğinde cimrilik etmezdi, cübbeyi
ona verdi ve kendisine de başka bir cübbe dokumasını emretti. Hz. Peygamber
(sav), cübbe tezgahta olduğu halde (daha bitmemişken) vefat etti.[291]
Irâki, el-thyâ'nın hadislerini tahricinde şöyle der; Bu hadisi Tayâlisi ve
Taberâni, Sehl b. Sa'd'ın rivayeti olarak tahric etmişlerdir. Hadis,
Taberâni'nin rivayetinde bu son şekliyledir, el-lhyâ'mn nüshalarının çoğunda
râvi Sinan b. Sa'd şeklinde geçer ki yanlıştır.[292]
Hafız İbn Hacer bu hadisi el-tsâbe'de Sinan b. Sa'd'dan naklederek onaylar.[293]
Derim; Bu hadisle,
Hafız İbn Kayyim'in et-Turuku'1-hükmiyye'de "Medine'de dokumacı yoktu,
onlara elbise Yemen, Şam ve diğer yerlerden geliyor, onlar da satın alıp
giyiyorlardı" sözünün[294]
isabetsizliğini anlamış olursun
Derim: Geçen kıssada,
Hz. Peygamber'in (sav) kadın tarafından kendisi için yapılan hırkayı çıkarıp
birinin de ondan hoşlanması üzerine ona giydirmesi ile ilgili olarak Hafız İbn
Hacer Fethu'l-Bârfde "Kitâbu'l-Cenâiz" de şöyle der: Taberâni, Zem'a
b. Salih'in rivayetinde, Hz. Peygamber'in (sav) kendisi için başka bir hırka
yapılmasını emrettiğini, kadının hırkayı daha bitirmeden Resulullah'ın (sav)
vefatettiğini belirtir.[295] Bu
esere bakınız. Ebû Dâvud et-Tayâlisi Sa'd b. Sehl'den şu rivayeti tahrie eder:
"Hz. Peygamber (sav) vefat etti, tezgahta kendisi için dokunan bir yün
cübbe vardı." Ebu'ş-Şeyh de Sehl b. Sa'd'dan şu rivayeti nakleder:
"Hz. Peygamber'e (sav) siyah-beyaz benekli yün bir cübbe dikildi ve onu
giydi..." (Hadis).[296]
İbnü'l-Cevzî'nin Telbîsu İblîs'inde şu bilgi geçer: Zübeyr b. Avvâm, Amr b. Âs
ve Âmir b. Küreyz yün ve ibrişimden kumaş imal ediyorlardı.[297]
Ayni Umdetü'l-kârî'de,
Arapça'da terzi manasına gelen "hayyât" kelimesinin, buğday satıcı
manasına "hannât" ve yaprak satıcı manasına "habbât" ile
karıştırıldığını söyler. Yaprak satıcılarından biri îsa b. Ebî İsa olup önce
terzi idi, sonra yaprak satıcılığı yaptı.[298] îbn
Sa'd'ın Tabakât'ında Hz. Âişe'den şöyle dediği rivayet edilir: Hz. Peygamber
(sav) ev işleri yapardı, çoğu zaman yaptığı da terzilikti.[299]
İbn Kuteybe'nin
el-Meârif inde şu bilgi verilir: Resulul-lah'ın (sav) Kabe anahtarını kendisine
verdiği Osman b. Tal-ha terzi idi.[300] İbn
Düreyd de bunu el-Vişâh'da zikreder.
Bu bilginin benzerini
İbnü'l-Cevzî Telbîsu İblîs'te verir.[301] İbn
Asâkir ve Hatîb, Sehl b. Sa'd'dan şu merfû rivayeti tahric ederler: "Salih
erkeklerin işi terzilik, saîih kadınların da yün eğirmektir."[302]
Sahîh-i Buhar i'de şu rivayet nakledilir: "Bir terzi, Resulullah'ı (sav)
kendisi için yaptığı yemeğe davet etti. Bu yemeğe ben de Resulullah'la (sav)
birlikte gittim." Buhâri bu hadisle ilgili olarak
"Kitâbu'UBuyû" da "terzi babı" adıyla bir başhk açar ve
anılan hadisi kaydeder.[303]
Ayni Umdetü'l-kârî'de Hattâbi'nin şöyle dediğini kaydeder: "Bu hadiste,
terzilik karşılığında ücret almanın caiz olduğuna delil vardır." O, bunu,
dikişlerin (terzieiliğin) görülür ay nlar ve malum vasıflar olmadığı
gerekçesiyle kabul etmeyenlere reddiye olarak belirtmiştir. Terzilik sanatında,
Buhâri'nin zikrettiği demircilik, kuyumculuk ve marangozluk gibi sanatlardan
farklı bir özellik vardır. Çünkü bu sanatkarlar demir, odun, gümüş ve altın
sahibinin siparişi çerçevesinde bir san at-1 mahz icra ederler ki bu da bir
sanatta sınır ve mahiyetine vakıf olunan işler olup başkası ile karışmaz. Terzi
ise çoğu zaman kendisine ait ipliklerle diker ve böylece sanata aleti de
eklemiş olur. Bunlardan biri ticaret, diğeri ise icâre manası taşır ve
herbirinin payı diğerinden ayırd edilemez. Sanatkarlar arasında mutad olduğu
üzere, kendi ipliğiyle diktiği ve kendi boyasıyla boyadığı zaman ayakkabıcı ve
boyacıda da durum böyledir. Bütün bunlar kıyasa göreîasid muameledir. Fakat
Hz. Peygamber (sav) Şeriat'ın ilk vazedildiği zamanlarda onları bu adet üzere
buldu ve bunu değiştirmedi. Zira bu durumu değiştirmeleri kendilerinden
istenseydi sıkıntıya düşmüş olurlardı. Bu sebeple böyle bir muamele, insanlara
kolaylık bulunmasından dolayı, kıyas dışı kalmış ve öteden beri amel buna göre
yapılmış olup sahihtir.[304]
Daha önce Hz.
Peygamberdin (sav) minberi konusunda, onu yapanın adı ile ilgili görüş
ayrılıkları zikredilmişti. Orada, bu sanatla uğraşan yedi kişinin
yardımlaşarak minberi yaptıkları hususunda delâlet mevcuttu. Nitekim Hz. Abbâs
marangoz hizmetçisi için "insanların işi en iyi yapanıdır" demişti.[305] Hz.
Peygamberdin (sav) Tâif halkı üzerine mancınık la atış yaptırdığı, ashaptan
bir grubun bir d e b b â b e altında, yıkmak üzere Tâif surlarına yaklaştıkları
bu d e b b â b e nin İslâm'da yapılan ilk debbâbe olduğu gibi hususlar,[306] bu
sanatın Resulullah (sav) zamanında yüksek bir seviyede olduğunu gösterir.[307]
el-İsâbe'de Hz.
Peygamber'in (sav) oğlu İbrahim'in biyografisinde, İsmail es-Süddîınin
Enes'ten naklettiği şu rivayeti buldum: "İbrahim, beşiği
dolduruyordu."[308] Bu
rivayet beşiğin ve beşik yapanın o zaman mevcut olduğunu göstermektedir. Siyer
ve mevlid kitaplarında Resulullah'ın (sav) beşiğinden sözedilir. Şihâbüddin
el-Halvâni büyük Mevlidinde şöyle der: Beşik, çocuğun büyütüldüğü ve uyuması
için sallandığı şeydir. Çocukluk zamanından mecaz-ı mürsel olarak yatak
manasında da kullanılır. er-Rekâ-ik'te şu bilgi geçer: İbnEbi'z-Zi'b,[309]
halife Mansur ile konuştu. Konuşmasında sert ve katı olup şöyle dedi:
"Vallahi, ey mü'minlerin emîri, ben sana oğlun Mehdi'den daha nasihatçıyım!"
Sonra Süfyân ile karşılaştı, Süfyân ona şöyle dedi: "Ey Ebû Haris, şu
zorbaya söylediklerinle sevindik, fakat ona dediğin 'oğlun Mehdi* sözünden
hoşlanmadım." İbn Ebî Zi'b ise ona şöyle karşılık verdi: "Allah seni
bağışlasın ey Ebû Abdullah, hepimiz 'mehdi'yiz, hepimiz mehd'de (beşik)
idik!."
Hafız Suyûti'nin
el-Hasâisu'1-kübrâ'sında İbnü't-Tarrâh'm şöyle dediği zikredilir: Ebû Abdullah
Muhammed b. Mualla el-Ezdî'nin Kitâbu't-Tarkîs'inde[310] Halimetnin
(ra) Resulullah'ı (sav) salladığı zaman söylediği şiirlerden şunu gördüm:
Ya Rab ona verdiğin
zaman öyle bırak
Onu yükselt yücelere
yücelt onu
Düşmanların onun
hakkındaki bâtıl
İddialarını geçersiz
kıl.[311]
el-İsâbe'de Abdullah
b. Zübeyr b. Abdülmuttalib'in biyografisinde, Zübeyr b. Abdülmuttalib'in Resulullah'ı
(sav) küçükken salladığı ve şöyle dediği kaydedilir:
Muhammed b. Abdullah
Yaşadın nimet dolu bir
hayat
İzzet ve yücelik
içinde.[312]
el-İsâbe'de Şeyma bint
Hâris'in biyografisinde de şu bilgi verilir: Muhammed b. Mualla el-Ezdî
et-Tarkîs adlı kitabında, Şeyma'nın (ra) Resulullah'ı (sav) sallarken şöyle
dediğini zikreder:
Ey Rabbimiz bize bırak
Muhammed'i
Göreyim ta kî onu
onbeşinde yirmisinde
Sonra da efendi ve
kadri yüce olarak
Düşman ve
hasetçilerini rezil rüsvay edeyim
Ona bir yücelik ver ki
sürsün sonsuz olarak
Muhammed b. Mualla
şöyle der: Ebû Urve el-Ezdî bu şiiri söylediği zaman şöyle derdi: Ne güzel,
Allah onun duasını ne güzel kabul etti.[313]
İbn İshak'ın
Sîret'inde Ebû Râfi ile ilgili kıssada onun şöyle dediği kaydedilir: Ben kadeh
(bardak) yapardım, onları zemzem hücresinde yontardım.[314]
Bu bilginin aynısı Ebû
Râfi'in İbn Sa'd'ın Tabakât'ındaki biyografisinde de geçmektedir.[315]
Buhâri "Kuyumcu
ile ilgili olarak söylenenler babı" başlığını açar ve Hz. Ali'nin Hz.
Fâtıma ile zifafa girmek istediği zamanla ilgili olarak şöyle dediğine dair
rivayeti tahric eder: "Benî Kaynuka'dan (Medine yahudilerinden bir grup)
kuyumcu biriyle, izhir[316]
getirmek için benimle gelmesi hususunda sözleştim. Onu kuyumculara satıp düğün
yemeğimde harcamak istedim"[317]
Yine Sahîh-ı Buhân'de, Mekke'nin bitkilerinin koparılmasını haram kılan
Resulullah'a (sav) Hz. Abbâs'ın söylediği şu söz kaydedilir:
"Kuyumcularımız ve evlerimizin tavanları için izhir (kesilmesi)
hariç."[318]
Hafız Ibn Hacer
Fethu'l-Bârî'de, bu başlık altında verilen hadisle ıl-gılı olarak şöyle der Bu
hadisten, gayrimüslim bile olsa kuyumcu ile muamelenin caiz olduğu, sözgelimi
insanların en rezillerinin uğraşmasında olduğu gibi bir sanata fesat
girmesinin, o sanat erbabı ile muameleyi terket-meyı gerektirmediği
anlaşılmaktadır Müellif bununla muhtemelen "insanların en yalancıları
boyacılar ve kuyumculardır"[319] hadısıne
işarette bulunmuş olup Ahmed b Hanbel ve başkaları tarafından tahrıc edilen bu
hadisin isnadı " m u z d a r ı b " tır Ibn Hacer sonra şöyle der Bu
başlığı açmaktan maksat, kuyumculuğu ve Resulullah'ın (sav) bunu onayladığını
zikretmektir.[320]
el-tsâbe'de müellif,
kuyumcu Ebû Râfî'ın biyografisini verir ve Ibra-hımel-HarbfnınGarîbü'l-hadîs'te
" c e y y ı d " (sahıh,makbul)bırse-nedle Ebû Râfi'den şu rivayeti
tahrıc ettiğini zikreder Hz Ömer bana şaka yaparak şöyle dedi "insanların
en yalancısı kuyumcudur, 'bugun-yarın' der"[321]
Bedruddın ed-Demâmînî
Sahih-i Buhâri şerhinde "Kuyumcu babanda Ibnu'l-Muneyyır'den şu nakilde
bulunur Kuyumcu ile muamele konusunda bir tembih vardır Şöyle ki kuyumculuk
güzel bir sanat olup onunla uğraşan kimseyle muamelede bulunmaktan ne din ne
mürüvvet bakımından kaçınmamalıdır Bazankışının
sanatındafesatçoğalırveonunlayahu-dıler gibi insanların en rezilleri uğraşırlar
Bu onunla meşgul olan kimsenin ne ayıplanmasını (şahitliğine engel oluşu)
gerektirir ne de "adalet" konusunda derecesini duşurur Anlaşılan
şudur ki Araplar nazarında, kendisiyle uğraşılması tabiatın aşağılığı ve
mürüvvetin düşüklüğüne işaret olan sanat, bu orfun geçerli olduğu zaman ve
yerde onunla uğraşan için ayıplayıcı-dır Mahkı imamlarından Ibn Muharrız şöyle
der "Çopçu, debbâg, hacamatçı ve dokumacı gibi aşağı meslek sahiplerinin
şahitlikleri, layık olmadığı halde bunu isteyerek yapan kimse dışında,
reddedilmez Böylesi kimsede reddedilmesi ise bu durumun onun aklında bir
eksikliğe delâlet etmesin-dendir." Bu bilgi Demâmîni'nin el-Mesâbîh adlı
eserinde nakledilmiştir.[322]
Ibn Ebî Hatim
el-tlel'de, Ukayli yoluyla, onun Abdullah b. Muhammed b. Akîl'den, onun da
annesinden şu rivayetini tahric eder: "Resulullah (sav) Akîl'in yanına
girdi ve Necâşi'nin kendisine hediye ettiği kıiremsi yüzüğü ona hibe etti.
Resulullah (sav) ona Ihlas ve Muavvizeteyn surelerini yazdırmıştı." Ibn
Ebî Hatim şöyle der: Babam, hadisin "münker" veUkay-li'nin Abdullah
b. Muhammed b. Akîl'in oğlu olduğunu, hadisinin de "leyse bi-şey"
olduğunu söyledi.[323]
Yine el-İlel'de müellif şöyle der: Babama, Kasım b. Muhammed b. Akîl'in
Abdullah b. Muhammed b. Akîl'den, onun daCâbir'den (ra) rivayet ettiği
"Necâşî Hz. Peygamber'e (sav) içinde resim olan bir gümüş yüzük hediye
etti. Hz. Peygamber onun etrafına İhlas ve Muavvizeteyn'i yazdı" hadisini
sordum, hadisin münker ve Ka-sım'ın da "metrûkü'l-hadîs" olduğunu söyledi.[324]
Derim:
"Münker" terimihadisotoritelerince.manasıbakımın-dan münkerlik
kastedilse bile, bazan " f e r d " hadis için kullanılır. Bu konuda,
Hz. Peygamber'in (sav) hükümdarlara yazdığı mektuplarla diğer belgeleri
mühürlemek için kerim adını yüzüğüne nakşettirdiğine dair hadisler, başka
hadislere ihtiyaç duyurmamaktadır. Nakısın Medine'de yapılmış olması, orada
nakış yapanların varlığım gerektirir. Kelâi'nin el-îktifâ adlı eserinde, Muğire
b. Şu'be'nin hizmetçisi Ebû Lü'lüe'nin nakışçı, demirci ve marangoz olduğu
zikredilir.[325]
el-İsâbe'de müellif,
Dahhâkb. Arfece es-Sa'dî'nin biyografisini verir ve Ibn Mende'nin ondan şu
rivayette bulunduğunu kaydeder: Kilâb savaşında onun burnu yaralandı,
Resulullah (sav) altından bir- burun takmasını ona emretti, Ibn Hacer,
müelliflerin hadisi bu şekilde zikrettiklerini, fakat meşhur rivayete göre
burnu yaralanan kimsenin Arfece olduğunu söyler.[326]
el-İsâbe'de (III, 284) Tarafe b. Arfece'nin de biyografisine bakınız.[327]
Arfe-ce'nin bu hadisi Tirmizi'nin Câmi'inde de mevcut olup Tirmizi şöyle der: İlim
ehlinin birçoklarından, dişlerini altınla tutturdukları rivayet edilmiştir.[328] Hz.
Peygamber (sav) altının özelliğinin, kokmaması olduğuna işaret etmiştir.
Derim: Ebû Dâvud
Sünen'inde Arfece hadisiyle ilgili olarak "Dişleri altınla tutturmaya
dair hadisler babı" başlığını açarak şu tahricde bulunur: "Kilâb
savaşında Arfece b. Esad'ın burnu kesildi. O gümüşten bir burun yaptırdı, burnu
koku yapınca Hz. Peygamber (sav) ona emretti, o da altından bir burun
taktı."[329]
Derim: Bu, sanat
incelik ve titizliği konusunda ileri seviyeyi gösteren en büyük delildir. Çünkü
altından burun yapıp onu yerine bağlamakher sanatkar veya ustanın yapabileceği
bir iş değildir. İbn Sa'd Tabakât'da şu tahricde bulunur: "Hz. Osman,
dişlerini altınla tutturmuştu."[330]
Bununla, Bustâni'nin Dâiretü'l-meârif te "sin" harfinde (X, 125)
belirttiği üzere bazılarının diş cerrahisi ve diş yapımını yeni buluşlardan
saymalanndaki isabetsizliği anlamış olursun. Bu görüş kabul edilebilir
değildir. Nitekim Yunan ve Latin şairlerinin şiirlerinde yapma dişlerin anıl
dığı da kaydedilmektedir.[331]
Şihâbüddin
el-Mercânî'nin Vefiyyetü'l-eslâf mda (s. 335) Arapların Hz. Osman'ın halifeliği
sırasında hicretin 29. (650) yılında, müteaddit kutularda gidip gelen
rüzgârlarla işleyen yeldeğirmenleri yaptıkları zikredilir.[332]
Buhâri, Sahih'te
"cansız resimleri satma ve resimlerden mekruh olanlara dair bâb"
başlığını açar ve Said b. Ebi'l-Hasan'dan şu rivayati tahric eder: Ben İbn
Abbâs'ın yanındaydım. Bir adam gelerek şöyle dedi: "Ey Ebû Abbâs,[333] ben
geçimi el sanatıyla olan bir insanım, şu resmileri yapıyorum." İbn Abbâs,
resim yasağına dair hadisi haber verdikten sonra şöyle dedi: "Vah sana,
bunu mutlaka yapmak zorundaysan şu ağacı ve benzeri ruh bulunmayan her şeyi
yap."[334]
İmam Melikü'l-ulemâ
Alaüddin b. Mesud el-Kâsânî el-Hanefî'nin Bedâiu's-senâi' fî tertîbi'ş-şerâi'
adlı eserinde (I, 117) İbn Abbâs'tan, onun bir ressamı resim yapmaktan
nehyettiği nakledilir. Ressam "nasıl yapayım, bu benim geçim
vasıtam?" deyince İbn Abbâs "Mutlaka yapman gerekiyorsa ağaç
resimleri yap" dedi. Kâsâni Bedâi*de şu bilgiyi de zikreder: Resim, uzaktan
bakan kimse tarafından görünmeyecek kadar küçük olması halinde bir mahzuru
yoktur. Çünkü putlara tapanlar, onlardan son derece küçük olanlara
tapmıyorlardı. Resim yaygıda ve kıblenin arka istikametinde veya namaz kılanın
ayağı altında olsa bu yaygı üzerinde namaz kılmak mekruh olmadığı gibi herhangi
bir mahzuru da yoktur. Rivayet edildiğine göre Ebû Musa'ya ait bir yüzükte iki
sinek şekli vardı. Hz. Ömer zamanında Hz. Danyal'a (as) ait yüzük bulunduğunda
kaşı üzerinde, aralarında bulunan bir adamı yalayan iki aslan vardı.[335]
Mevâkibu Rebî'de (s.
İ92) de şu bilgi verilir: Hz. Danyal'm (as) yüzüğünün nakşı, Rabbinin nimetini
unutmaması için, onu yalayan iki aslan şeklinde idi. Ebû Musa el-Eş'arî Basra
ve Fars arasında Ahvâz memleketlerinden biri olan Sus şehrindeki nehirde onun
kabrini bulduğunda yüzüğü elde etmişti. Ebû Musa Hz. DanyaVın naşını çıkarmış,
kefenlemiş, namazını kılmış ve sonra da Sus nehrine defnetmişti.[336] Bu
yüzük Ebû Musa'nın oğlu Ebû Bürde'nin elindeydi.
Arif en-Nâblusî'nin
ŞerhuVTarîkati'l-Muhammediyye'sinde (II, 308) el-Kâfî'den naklen şu bilgi
verilir: Ebû Hüreyre'nin yüzüğü üzerinde iki sinek şekli vardı. Danyal'ın (as)
yüzüğü üzerinde de bir erkek ve bir dişi aslan ile aralarında yaladıkları bir
çocuk şekli vardı. Hz. Ömer ona bakınca gözleri doldu. Şöyle ki, Danyal (as)
süt bebeği iken derin bir kuyuya atılmıştı. Allah Teâlâ ona, kendisini
koruyacak bir erkek ve emzirecek bir dişi aslan lütfetti, onlar da Danyal'ı
(as) yalıyo» lardı. Bu nakışla o, Allah'ın kendisine olan lütfunu yaşatmak
(unutmamak) istedi. İbn Abbâs'ın da küçük resimlerle çevrelenmiş bir ateş
ocağı vardı. Hz. Danyal'ın anılan yüzüğü Hz. Ömer zamanında bulundu, o da Ebû
Musa el-Eş'arfye verdi. Şöyle ki, Buhtunna-sır'a "bir çocuk doğacak ve
senin yokoluşun da onun eliyle olacak" dendi. O da doğan her çocuğu
öldürmeye başladı. Danyal'ın, annesi doğum yapınca, ölümden kurtulması ümidiyle
onu bir kuyuya attı. Allah da ona erkek ve dişi aslanı lütfetti.[337] Bu
bilgi en-Nihâye ve el-Feth'de de geçmektedir.[338]
Nab-lusi sonra da el-Bahr'dan şu bilgiyi nakleder: Resim dinar ve dirhemlerin
üzerinde olunca meleklerin eve girmekten çekinip çekinmeyecekleri konusunda
âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Kadı Iyâz'agöre ilgili hadisler
tahsis edilmiş olup bu şekiller meleklerin eve girmesine engel olmaz.
Nevevı[339] ise
lafzın umum ifade ettiği (ve dolayısıyla melekleri engelleyeceği)
görüşündedir.[340] Sayrafi'de,[341]
resimlerin ortulu olması halinde bir mahzur bulunmadığı belirtilmiş olup bu
bilginin aynısı el-Hulâsa ve Câmiu'l-fetâvâ'da da geçmektedir
Hazâinu'l-fetâva*da[342] da
geçtiği üzere, kışının elinde resimler olduğu halde imamlık yaparsa, imamlığı
mekruh olmaz.[343] et-Tefârîk'te
kaydedildiği üzere kışı boyayla resimlenmiş bir evi yıkarsa, evin kıymetini
tazmin eder, boya ve resimleri etmez [344]
Munâvı
Şerhu'ş-Şemâil'de "yuzuk bâbı"nda Ibn Cemâa'dan şu nakilde bulunur
"Hz Peygamber'ın (sav) yüzüğünde insan resmi bulunduğunu iddia eden kimse
hata etmiştir " Munâvı şöyle der Burada hatayı mutlak olarak anmak
gerekmez Zeynuddın el-Irâkî, m u r s e
1 veya m u ' -d e 1 hadisler ile mevkuf haberlerde (âsâr)
yuzuğe resim nakşedıldığının kaydedildiğim belirtir Mu'del
veya m u r s e 1 hadis,
Abdurrez-zâk'ınMa'mer'den yaptığı şu rivayettir "Abdullah b Muhammedb Akıl
bir yuzuk çıkardı ve Hz Peygamber'ın (sav) onu taktığını söyledi Yüzükte aslan
şekli vardı " Ma'mer şöyle der "Arkadaşlarımızdan bazılarının o
yuzuğu yıkayıp suyunu içtiklerini gordum " Bu hadis m u r s e 1
veya m u ' -d e 1 olup bununla
delil ortaya konulmaz Mevkuf haberlere gelince, Ibn Ebî Şeybe Musannef inde
"Huzeyfe'nın yüzüğünde, aralarında 'elhamdülillah' yazılı bulunan karşılıklı
ıkı turna, olduğu,[345]
Enes'ın yüzüğünde bir aslan[346] ve
Imrân b Husayn'ın yüzüğünde de kılıç kuşanmış bir insan şekli işlenmiş olduğuna[347] dair
haberler tahrıc eder Zeynuddın el-Irâkî şöyle der Bunlar mevkuf haber olup
delil sayılamazlar Bazıları da sahih değildir Enes'ın haberi dışında ılletsız
olmayanı da yoktur Onun haberi de resim yasağı ile ılgıh sahih hadislere
aykırıdır
Derim Imrân'ın yuzuğu
ve ona insan resmi nakşedıldığıne dair bu kıssayı Ibn Sa'd da Tabakât'da (VI,
5) onun biyografisinde verir.[348]
Enes'ın haberi de "Enes'ın yüzüğünde bir kurt veya tilki vardı"
lafzıyla orada geçer (VII, 11)[349]
Tabakât'da Kadı Şureyh'ın biyografisinde, onun yüzüğünde, aralarında bir ağaç
bulunan ıkı aslan olduğu,[350] Ebû
Ubeyde b Abdullah b Mesud'un biyografisinde, onun yüzüğünde, dağlar arasında
ıkı turna veya turna başı olduğu (VI, 146) zikredilir.[351]
Yine Tabakât'da (VI, 210) büyük imam Dahhâk b. Müzâhir'in biyografisinde, onun
gümüş bir yüzüğü, kupa (kadeh) benzeri bir kaşı ve nakşının da kuş şekli olduğu
zikredilir.[352]
Hamza Fethullah
el-Mısrî'nin el-Mevâhibü'1-fethiyye fî ulûmi'1-lu-ğati'l-Arabiyye fi, 235) adlı
eserinde, Muâviye b. Ebî Süfyân'ın, üzerinde kılıç kuşanmış halde resmi bulunan
dinarlar bastırdığı zikredilir. Fakat allâme Türk veziri Cevdet Paşa Tarih'inin
mukaddimesinde şöyle der: Bazı tarihçiler Muaviye ile Halid b. Velid'in kılıç
kuşanmış olarak resimlerinin sikkeye basıldığını nakletmişler ve Vâsıf Efendi
de onları izleyerek Muaviye b. Ebî Süfyân'ın kılıç kuşanmış resmini sikkeye
nakşettiğini kaydetmişse de mezkur rivayetin nakli sübut ve sıhhat derecesine
ulaşmamıştır (Cevdet Tarihi'nin Arapça tercümesi, s. 270).[353] Bu
hususta "Birinci Bölüm"de yastıkla ilgili olarak geçen bilgilere
bakınız.[354]
Ebü'l-Kasım et-Tücîbî
Rihle'sinde şöyle der: Uzun Ömürlü sadûk müs-nid Nâsirüddin Ebû Hafs b.
Abdülmun'im ed-Dımaşkî, kendisine "kıra-afımla bize faziletli ve fakih
imam Şeyh Muvaffakuddin Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme
el-Makdisfden şunu haber verdi: Bize rivayet edildiğine göre Ömer b. Hattâb
(ra) Şam'a gittiğinde, ehl-i kitab kendisi için yemek yapıp onu davet ettiler.
Yemeğin nerede olduğunu sorunca, kilisede olduğunu söylediler. Hz. Ömer oraya
gitmeyi hoş bulmadı ve Hz. Ali'ye halkla birlikte gitmesini söyledi. O da
müslümanlarla birlikte gitti, kiliseye girip yemek yediler. Hz. Ali resimlere
bakmaya koyuldu ve şöyle dedi: "Ne olurdu emîrü'l-mü'minîn (kiliseye)
girse ve yemekten yeseydi!." Ben bu olayı adı geçen İmam Muvaffakuddin İbn
Kudâme'nin Zemmü'l-müvesvisîn ve zemmü*l-vesvese[355]
adlı eserinde bizzat gördüm (Mısır baskısı, s. 19).
Hanbelilerin büyük
kitaplarından, Şeyh Mansur b. İdris el-Hanbe-lî'nin Keşşâfü'1-kınâ an metnfl-tknâ[356]
adlı şerhinde, asıl metinde geçen "velimeye (düğün yemeği) davet
edilenkimse,oradacanlılara ait resimler işlenmiş perdeler görse, eğer onları
indirmek"veya resimlerin başlarını kesmek imkânı varsa bunu yapar,
değilse bunlar izale olunmadıkça orada oturması mekruh olur" şeklindeki
bilgi verilirken müellif şöyle der: el-tnsâf adlı eserde, mezhepte kuvvetli
görüşün bunun haram olmadığı şeklinde olduğu kaydedilir.[357]
Yine Keşşâfü'l-kınâ'da "Hz. Peygamber (sav) Kabe'ye girip orada Ht.
İbrahim ile İsmail'i fal oklarıylakura çekerken gösteren resimleri görünce,
'Allah onlara lanet etsin, biliyorlar ki Hz. İbrahim'le İsmail fal oklanyla
asla kura çekmemişlerdi'. Bu hadisi EbûDâvud rivayet eder"[358]
şeklinde metinde geçen bilgiden sonra da müellif şöyle der: Kilise[359] ve havralara girmek haram olmayıp buralar da
resimlerden hali değildir, içinde resim olduğu için meleklerin bir eve
girmemesi, o evde köpek bulunmasında olduğu gibi, eve girmenin haram oluşunu
gerektirmez. Yanlarında çan bulunan kimselere eşlik etmek de meleklerin onlara
eşlik etmemelerine rağmen haram değildir. O halde davete icabette bulunmamak,
böyle yapanı (resim bulunduranı) cezalandırmak ve yaptığından vazgeçirmek
maksadıyla mubah olur.[360]
Mısırlı âlimlerden
biri şöyle der: Araplar Abbasiler devrinde duvarlara ve kitap sayfalarına
şematik harflerle son derece itinalı resimler yapmışlardır. Biz, hicri uçuncu
yüzyıla tarihlenen eski bir kitaba muttali olduk ki müellifi onda bir grup
seçkin şahsiyetin resmini yapmıştı Son olarak da IV., V. ve VI. yüzyıllara
tarihlenen birçok kitaba vakıf olduk. Kim Endülüs tarihini okursa, halife
Abdurrahman en-Nâsır'ın hakkında darb-ı mesel söylenen Kasru'z-Zehrâ'yı
yaptırdığını, onu cariyesi Zehra'ya mesken yapıp onun adıyla adlandırdığını ve
kapısı üzerine şematik resme sembol olarak onun resmini yaptırdığını görür.
Şerif Ebû Abdullah
el-Cevvânî en-Nukat alel-hitat adlı kitapta şöyle der: Halife Âmir-Biahkâmillâh[361]
ahşaptan büyük bir bina yaptırdı. Çeşitli renklerle boyanmış bu yapının üstüne
şairlerle memleketlerinin resimlerini yaptırdı. Onların her birinden de medhe
dair birer kıta şiir istedi ve bu şiirler her şairin başı yanına yazıldı. Her
birinin resminin yanıbaşına da suslu zarif bir raf yaptırdı. Âmir bu yapıya
girince şiirleri okudu ve sevinç duydu. Her rafa da her biri elli dinar ihtiva
eden kapalı (muhurhı) birer resim konulmasını ve her şairin girip kendi
resmini bizzat almasını emretti ki birçok şairdiler. Endülüs'te Gırnata'da
Elhamra sarayı harabeleri içinde hicrî VIII. yüzyıla ait olduğu anlaşılan ve
Arap üslubu üzere, kadıları gösteren bir resim bulundu.
Derim: Endülüslü
kadılara ait anılan resmin aslından çekilmiş fotoğrafını gordum. Paris'te
Millî Kutuphane'ye giden biri, VI-VII yüzyıllarda yaşamış bir astronomi
âlimine ait ve birçok tanınmış musluman şahsiyetlerin resimleri bulunan tarihe
dair bir kitap gördüğünü söyledi Bunlardan bin de Hz. Pegyamber'in (sav)
resmiydi. Anlaşılan bu resim hayalî olup gerçek değildir Makrızı'nin
el-Hıtat'daDav'u'n-nibrâs ve ünsü'l-cüllâs fî ahbâ-ri'1-muzavvikîn mine'n-nâs
adlı bir eserden nakilde bulunduğunu ve bunun ressamların biyografilerine dair
kaleme alınmış bir eser olduğunu söylediğini gordum.[362]
" Tabip ez-Zehrâvî'nin 584 (1188) yılına tarihlenen ve cerrahî aletlerin
son derece özenle yapılmış resimlerini ihtiva eden cerrahîye dair bir kitabı
vardır. Bu aletlerden bazılarının, yakın zamanlarda bulunmuş olduğu sanılan
cerrahî aletlerin benzerleri olduğu bu resimlerden anlaşılmaktadır, Ferid
Vecdi'nin Dâiretü'l-Meârif inde "Kitâb" maddesine bakınız.[363] Ben
Şam'da Şeyhü'l-Ekber Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve Veîiyüddin İbn Haldun'un elle
yapılmış birer resmini gördüm. İbn Haldun'un İspanya şehirlerinden Escurial'de
bulunmuş bir resminden çekilmiş fotoğrafı bende mevcuttur. Allah en doğrusunu
bilir.[364]
Sahîh-i Buhâri'de
Câbjr'den (ra), fetih yılı Mekke'de Hz. Peygamber'in (sav) şöyle dediğini
duyduğu nakledilir: "Allah ve Resulü şarap, ölmüş hayvan eti, domuz ve put
satımını haram kılmıştır. Şöyle denildi: 'Ey Allah'ın Resulü, ölmüş hayvanın
içyağı ile gemi cilalanması, deri yağlanması ve insanların aydınlanmada
kullanmasına ne dersiniz?' Resulullah (sav) bunun üzerine şöyle buyurdu: Hayır,
o haramdır. Allah yahudilere lanet etsin, Allah Ölü hayvanların içyağını haram
kılınca onu erittiler, sonra da satıp bedelini yediler."[365] Ali
el-Kârî Şerhu'l-Mişkât'te "onunla gemi cilalanması" sözü ile ilgili
olarak şöyle der: "gemilerin kerestelerini." Nevevi "o haramdır"
ifadesiyle ilgili olarak "o zamiri satışa râcidir, faydalanmaya
değil" der. Şafii ve talebelerine göre de doğru görüş budur. Ulemanın
çoğunluğuna göre ise ondan faydalanma kesin olarak haramdır. Bu, yasağın umum
ifade etmesinden dolayıdır. Ancak bundan tahsis edilen tabaklanmış deri bu hükmün
dışındadır. Bizim mezhebimizde (hanefiler) sahih görüş, hariçten pislenmiş
zeytin yağı, sade yağ vb. yağların aydınlatma vb. yerlerde kullanılmasının
caiz olduğudur; zeytin yağının sabun yapılması, pislenmiş balın arılara, ölü
hayvan etinin köpeklere ve yiyeceğin de hayvanlara yedirilmesi gibi. Ebû Hanife
ve talebeleri, satıcının açıkça söylemesi halinde pislenmiş zeytin yağının
satışını caiz görmüşlerdir.[366]
Ebubekir b. Ebî Meryem
şöyle der: Mikdâm b. Ma'dikerib'in bir cariyesi vardı, süt satıyor ve Mikdam da
parayı alıyordu. Kendisine "subhanallah, süt satıp parasını mı
alıyorsun?" dediler. O "evet, bunda bir mahzur yoktur, Resulullah'ı
(sav) duydum şöyle diyordu: Bir zaman gelecek, dinar ve dirhemden başka bir
şeyin faydası olmayacaktır" karşılığını verdi. Tebrîzi bu hadisi Mişkât*da
Ahmed b. Hanbel'e isnadla vermektedir.[367] Ali
el-Kârî, Mişkât şerhinde hadisle ilgili olarak Tîbf den naklen şöyle der: Bunun
manası şudur: İnsanlara kazançtan başka birşeyin faydası olmayacaktır. Zira onu
terkederlerse harama düşeceklerdir. Nitekim birine "kazanç seni dünyaya
yaklaştırıyor" denilince şu karşılığı vermişti: "Hayır, beni dünyaya
yaklaştırmıyor, beni ondan koruyor." Selef âlimleri şöyle derdi:
"Ticaret yapın ve kazanın, öyle bir zamandasınız ki biriniz muhtaç duruma
düşecek olursa yiyeceği ilk şey dini olacaktır!." Rivayet edildiğine göre
Süfyân'ın bir malı vardı, onu karıştırıp duruyor ve şöyle diyordu: "Eğer
bu olmasaydı, Abbasîler beni mendil gibi pisliklerini silmede
kullanırlardı."[368]
Sahîh-i Buhâri'de Enes
b. Mâlik'ten şu rivayet nakledilir: "Resulullah (sav) ile birlikte demirci
Ebû Seyf in yanına girdik. O, İbrahim'in süt babasıydı."[369]
Çünkü hanımı Ümmü Bürde ona sütünü emdirmişti. el-İstîâb'da, Hz. Peygamberdin
(sav) oğlu İbrahim'in vefatı olayı ile ilgili olarak Enes'in şöyle dediği
zikredilir: Hz. Peygamber (sav) gitti, ben de kendisiyle birlikte gittim. Ebû
Seyf i körüğünü üflerken bulduk. Ev dumanla dolmuştu. Hz. Peygamberdin (sav)
önünde süratle giderek Ebû Seyf e vardım ve ona "Ey Ebû Seyf, dur,
Resulullah geldi" dedim, o da durdu.[370]
Derim: Buhâri Sahîh'te
"demirci babı"[371]
başlığına yer verir. Hafız İbn Hacer şöyle der: Bu başlıktaki "kayn"
kelimesi "kâf harfinin fethasıyla okunur. İbn Düreyd şöyle der:
"Kayn, esas olarak demirci demektir. Sonra Araplar her sanatkâr için bunu
kullandılar." Zeccâc şöyle der: "Kayn, mızrak demirlerini yapana ve
demirciye denir." Buhâri (başlıkta kayn ve haddâd kelimelerini
kullanmakla) sanki iki kelimenin ayrı manalara geldiğini esas almıştır. Bu
başlık altında zikrettiği hadiste yalnız "kayn" kelimesi geçmekte
olup anlaşılan Buhâri, hükümde aynı olmaları sebebiyle demirciyi de ona ilhak
etmiştir.[372]
Buhâri'nin zikrettiği
hadis Habbâb'm rivayeti olup o şöyle der: "Câhiliyye devrinde kayn idim.
Âs b. Vâil'de alacağım vardı, almak için ona gittim. O 'Muhammed'i inkâr
etmedikçe sana vermem' dedi. Ben de 'Allah seni öldürüp tekrar sen dirilinceye
kadar inkârda bulunmam' dedim... (Kıssa). Aynî Umdetü'l-kârî'de Mukâtil'in
şöyle dediğini kaydeder: "Hattâb, Âs'a bazı mücevherler yapmıştı. Ücretini
isteyince o şöyle dedi: Siz cennette ipek, altın, gümüş ve genç hizmetçiler
olduğunu mu iddia ediyorsunuz? Habbâb, evet dedi. Âs da şöyle dedi: Sana,
alacağını cennette vereceğim." Vahidi şöyle der: Kelbi ve Mukâtil, Habbâb'ın
"kayn" olduğunu söylerler.[373]
Ayni sonra şöyle der: Hadisten, demircinin "âdil" (şahitlik
şartlarına sahip) olması halinde, sanatıyla uğraşmasının kendisine bir
zararının olmayacağı anlaşılmaktadır. Ebü'l-Atâhiyye şöyle der:
Dikkat edin, takva
yücelik ve ululuktur
Dünyaya olan sevginse
aşağılık ve yokluk
Hür ve takva sahibi
insana bir noksanlık yoktur
Muttaki olduktan sonra
işi ister dokumak ister kan almak olsun.[374]
el-îsâbe'de (s. 27)
Haris b. Kelede'nin azatlısı Ezrak b. Ukbe es-Sekafî'nin biyografisini vererek
şöyle der: O, Hz. Peygamber (sav) Tâif i kuşattığı sırada İslâmiyyet'i kabul
etmişti. O demirci (haddâd) ve kuyumcu (kayn) idi.[375] Şeyh
Künti'nin el-Ecvibctü'1-nıühimme'sinde şu bilgi verilir: İslâm devletinde
demir ve gümüş sanatkarlığının temeli şuna dayanır: Hz. Peygamber (sav)
Hayber'i fethettiği sırada esirler arasında 30 "kayn"ı esir almıştı.
Bunlar komisyoncu (simsar), sanatkar ve demirci (haddâd) idiler. Resulullah
(sav) şöyle buyurdu: "Onları müslümanların arasına bırakın; sanatlarından
faydalansınlar ve onunla düşmanlarına karşı cihâdda güç kazansınlar." Bu
sebeple bırakıhverdiler. Onlardan sanat öğrenenler sanatkar veya muallim diye
adlandırıldılar. Onlara ise "kayn" denildi ve bunlar o günden
başlayarak halkın büyüklerinin himayesine girdiler. Bu rivayeti Hatîb
el-Kastaîlânî tahric etmiştir.
el-îsâbe'de müellif,
Bişr b. Kays et-Temîmfnin biyografisini vererek İbn Şâhin'in Bişr b. Kays'tan
şu tahricde bulunduğunu zikreder: Bişr, oğlu Ruhaym'la birlikte Hz. Peygamber'e
(sav) geldi. Yaptığı bir yeminden dolayı, her ikisi bir zincirle bağlıydılar.
Resulullah (sav) "Ey Bişr, onu kopar, senin üzerinde yemin yoktur!"
buyurdu, o da zinciri kesti ve müslüman oldu.[376]
Derim: Hafız İbn Hacer
Fethu'1-Bârf de "Kitâbu'l-Cihâd"da "zincirlere vurulmuş esirler
bâbı"nda, el-îsâbe'de İbn Şâhin'e isnadla zikrettiği bu hadisten habersiz
olmuştur. Orada ise İbrahim el-Harbî'den, gerçek anlamda zincirlerin varlığını
nefyeden bir rivayet nakletmiştir.[377]
Buhâri
"Kitâbu't-Tefsîr"de Âl-i İmrân sûresinde "Siz insanlar arasından
çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz" (Âl-i İmrân 2/110) âyetiyle ilgili olarak
Ebû Hureyre'den fra) şu rivayeti tahric eder: "insanların insanlara en
hayırlı olanı, onları boyunlarında zincirlerle getirip İslâm'a sokanlardır...
"[378]
Hz. Peygamberin (sav)
yaptığı binalar: Hz. Peygamber (sav) Medine'ye ilk geldiği sırada Küba
mescidini inşa etti[379] ve
temelin atılmasına bizzat nezaret etti. Süheyli er-Ravdü'l-ünüf te şöyle der:
İbn Ebî Hayseme şunu zikreder: "Resulullah (sav) Küba mescidini inşa
ettiği zaman kıblesine taş koyan ilk kimse o oldu. Sonra Ebuoekir bir taş
getirip koydu, sonra Ömer bir taş getirip Ebubekir'in taşının yanına koydu,
sonra da insanlar binayı yapmaya koyuldular." Süheyli şöyle der: İslâm'da
yapılan ilk mescid budur.[380]
Bu husustaki temel
esas, bir önceki başlık altında verilen bilgilerden anlaşılmaktadır.[381]
el-tsâbe'de (I, 30J
müellif, Üsâme el-Haneffnin biyografisini verir ve Bâverdi'nin onu sahabeden
saydığını ve Muaz b. Abdullah b. Hubeyb yoluyla bir adamdan, onun da Üsâme
el-Hanefî'den şöyle dediğini tahric ettiğini zikreder: Resulullah'a (sav)
ashabı içinde pazarda rastladım, onlara "Resulullah nereye gitmek
istiyor?" diye sordum, "bir kavme mescid yerini tesbite gidiyor"
dediler.[382] Yine el-tsâbe'de d, 220)
müellif, Câbir b. Üsâme el-Cühenî'nin biyografisini verir ve Buhâri'nin
Târîh'inde,[383] İbn EbîÂsım'ın, Taberâni
ve başkalarının Üsâme b. Zeyd yoluyla, onun Muaz b. Abdullah b. Hubeyb'den,
onun Câbir b. Üsâme el-Cühenfden şu rivayetini tahric ettiklerini zikreder:
Resulullah'a (sav) ashabı içinde pazarda rastladım. Onlara nereye gitmek
istediğini sordum, "senin kavmin için bir mescid (yeri) belirledi"
dediler. Geri döndüm, kavmim, "Resulullah bize bir me scid yeri tesbit
etti ve kıbleye bir odun parçası dikti" dediler.[384]
eUtsâbe'de Abdullah b.
Umeyr es-Sedûsî'nin biyografisinde onun dedesinin, Resulullah'ın (sav)
yanından bir su matarası getirdiği ve Resulul-lah'ın ona şöyle buyurduğu
zikredilir: "Memleketine vardığın zaman bu suyu o yere serp ve orayı
mescid edin." Bu hadisi Taberâni el-Mu*cemü'l-ev-sat'da tahric etmiştir.[385]
Sahîh-i Buhâri ve
diğer kaynaklarda geçtiği üzere Hz. Peygamber (sav) mescidin yerine sahip olan
Benî Neccâr*a haber gönderip onlara şöyle buyurdu: "Şu bahçenize fiat
biçin." Onlar da "hayır, Allah'a an d ol sun onun bedelini, Allah'ın
lütfedeceği dışında istemeyiz" dediler. Bunun üzerine ashap hurma
ağaçlarını mescidin kıblesine dizdiler, mescidin iki yanına (temellerine) da
taş koydular. Kayayı naklederken "Alla-hım, yok ahiret bayırından başka
hayır/Yardım et ensar ve muhacirlere" şiirini okuyorlardı.[386] İbn
İshak şöyle der: Nebi (sav), müslümanları çalışmaya teşvik için mescidin
yapımında çalıştı.[387] İbn
Cemâa şöyle der: Hz. Peygamber (sav) mescidin yapımını emretti, mescid
kerpiçle yapıldı, temelleri taşla, direkleri hurma ağacı gövdesi, tavanı da
hurma dallarından yapıldı. Kıbleye gelen taraftan arkaya doğru uzunluğu 100 arşın,
diğer iki taraftan da bu kadardı. Böylece mescid kare şeklinde idi. Temel
yerden yaklaşık üç arşın yüksekliğinde taştandı, üstü de kerpiçle inşa edildi.[388]
el-Fecru's-sâti'de
"mescidin yapımı bâbı"nda Ibn Atiyye'nin Tefsirinden şu nakilde
bulunulur: Hz. Peygamber (sav) mescidini üç defa inşa etti. ilkinde
"semît" ile, yani bir kerpicin onune birini koymak suretiyle;
ikincisinde "dafra"[389]
ile, yani duvarın enine bir buçuk kerpiç koyarak; üçüncüsünde ise
dişili-erkekli, yani iki kerpiç üzerine enine iki kerpiç koymak suretiyle
yaptı.[390]
Allah Resulü, (sav)
mescidi yaptıktan sonra, mescidin yanına evlerini (hücrelerini) kerpiçle
yaptırdı. Evlerin tavanı hurma gövde ve dallarıyla, etrafı (duvarları)
kerpiçle, iç bölümler ise çamurla sıvanmış hurma dalları ve yünden çullarla
yapılmıştı. Bu hücrelere hava geçişini güzel sağlayacak, giriş ve çıkışı
kolaylıkla ve süratle temin edecek kapılar koydu. Hz. Âışe'nin evi, Hz.
Fatıma'nın evinin sırasında idi ve kıble tarafına açılan bir kapısı vardı. Ibn
Zebâle'nin şu sözleri de bunu teyid eder: Hz. Hafsa ile Hz. Âişe'nin evleri
arasında bir yol vardı, her ikisi evlerinde bulundukları halde, evlerinin
yakınlığından dolayı birbiriyle karşılıklı konuşuyorlardı. Hz. Hafsa'nın evi, Hz.
Âişe'nin güney-doğusunda bulunan Âl-i Ömer'in kulübesinin sağında idi. Bu
ikisinin evlerinin aşağısında Resulullah'ın (sav) diğer hanımlarının evleri
yer alıyordu. Hz. Fatıma'nın evinde, babasının evine bakan bir pencere kafesi
vardı. Hz Peygamber (sav) oradan onun durumuna muttali oluyordu.[391]
Suheylı
er-Ravdü'1-ünüf te şöyle der: Hz. Peygamber'in (sav) evleri dokuz taneydi,
bazıları çamurla sıvanmış hurma dallarından ve tavanları da hurma dallanndandı.
Bazıları ise ustuste konulmuş taşlarla yapılmış ve tavanları yine hurma
dallarındandı Herevm bir hücresi Vardı; Hz. Peygamber'in (sav) hücresi, Ar'ar
ağacıyla tutturulmuş kıl örgülüydü.[392]
Derim* Evlerin
sayısının dokuz olduğunu ve her evde zaruri olarak bir tuvalet, yıllık zahire
yeri ve mutfak, halkla görüşmek için bir yer, Resulul-lah'ın (sav) pâk
hanımlarıyla geceleyeceği bir yer bulunduğunu bildikten sonra bunlara silah ve
nakil aletlerini depolama yeri, koyun, sığır, at, deve, eşek ve Resulullah
(sav) ile beytulmale ait malların konulduğu yerleri, misafir evi, hapishane,
hasta yeri, Ehl-i Suffe'nin barınağı ile diğer ihtiyaçları için ayrılan yerleri
de ilave ettiğiniz zaman bu yapıların büyüklüğünü ve bu bölümlerin genişliğini
anlamış olursunuz Yapı için gerekli olan bu bolumleri çoğu kimse bilmez ve
zannederler ki Resulullah'ın (sav) evleri son derece dar ve az sayıda idi.
Andolsun, Hz. Peygamber (sav) başlangıçta bu kadarını yapmış olur da sonra
bundan daha genişini nasıl yapamaz. Eğer Medine'de hicretten sonra, on yıldan
fazla yaşayıp da savaşlardan, ordular çıkarmak ve etrafa seriyyeler
göndermekten başka işlerle uğraşabilseydi bakınız neler yapardı.[393]
Ebû Muhammed İbn
Hayyân Ahlâku'n-Nebî'de Ebû Hurey-re ile Ebû Zer*den nakledilen şu rivayeti
zikreder: Hz. Peygamber (sav) ashabının arasında otururdu; bir yabancı geldiğinde
hangisinin o olduğunu bilmez ve sorardı. Kendisine yabancı biri geldiğinde onu
tanıyabilmesi için oturacağı bir yer (seki, taraça) yapmayı Resulullah'tan
istedik ve kendisine çamurdan bir seki yaptık. Onun üzerinde oturuyor, biz de
iki yanında.oturuyorduk.[394]
Hadis bu şekliyle
Sahîh-i Müslim'de "Kitâbü'l-Imân" da Cebrail'in gelişi kıssasında
geçmektedir.[395] Huzâi'nin bu hadisi adı
geçene isnadla yetinmesi bir dikkatsizlik ve gaflettir. Bu sekinin yeri, şimdi
Mescid-i Nebevi'deki elçiler sütunudur. Mescid-i Nebevi ile ilgili tarihlerde,
bu yerin bu adla tanınmasının, Hz. Peygamber'in (sav) kendisine geldikleri
zaman Arap elçilik heyetlerini karşılamak için orada oturmasından dolayı olduğu
kaydedilir. Semhûdi el-Vefâ'da,[396] Seyyid
Cafer el-Berzencî de en-Nüzhe*de bu sütundan sözederler.[397]
Nefhâtü'l-hadâik
ve'1-hamâil fî zikri'l-ibtidâ* vel-ihtirâ li'1-evâil adlı eserde, İslâm'da ilk
bina (yapı) ustasının Ammâr b. Yâsir olduğu zikredilir.[398]
Beyhaki
Şuabü'l-imân'da şöyle der: Bize Ebû Abdullah el-Hâfız haber verdi, ona Ebû
Muhammed b. Cafer b. Dürüsteveyh el-Fârisî haber verdi, ona Utbe el-Hımsî
anlattı, ona ismail b Ayyaş, Ebubekr el-Huzelî'den, o da Behz b Hâkîm'den, o
babasından, o da kendi babasından şöyle dediğini rivayet etti "Ey
Allah'ın Resulü, komşumun benim üzerimdeki hakkı nedir?" dedim Şöyle
buyurdu "Hastalanırsa ziyaret etmek, olurse cenazesine katılman, senden
borç isterse vermen, çıplaksa örtmen (giyeceği yoksa giydirmen), bir hayra
nail olursa tebrik etmen, bir belaya uğrarsa teselli etmen, binanı onunkınden
yüksek yaparak rüzgâr almasını engellememen, kendisine biraz vermen hariç tencerenin
kokusuyla ona eziyet vermemen "[399]
Beyhakı bu hadisinin isnadının zayıf
olduğunu, şahıdlerı bulunduğunu söyler Ibn Adî el-Kamil'de Ömer b Şuayb
yoluyla, onun babasından, onun da kendi babasından m e r f û rivayeti olarak bunun benzerim tahrıç eder
Bu rivayette şu ifade yer alır "Onun müsaadesi olmadan binanı ondan yüksek
yapıp rüzgar almasını önleme " Hafız Suyûtı'nın Kevkebü'r-Ravda[400]
adlı kitabına bakınız Ayrıca Hz Peygamber'ın (sav) yapı mühendisliği ile ilgili
olarak geçen bilgilere bakınız, hayrette kalırsınız.[401]
Bunun Mescıd-ı Dırâr
diye adlandırılması, yapımıyla zarar meydana gelmesinin istenmesi sebebiyledir
Onu yapanlar münafıklardan onıkı kişiydiler Hz Peygamber (sav) orada
kendilerine namaz kıldırmak üzere onlara soz vermişti Müslümanlar arasına
ayrılık sokmak yolundaki gizli du-şııncelen ve bununla Resulullah'ı (sav)
tanederekgoruş ayrılığına yolaçma niyetlen konusunda vahiy nazil oldu Bu da şu
âyettir "(Savaştan gen kalanlar arasında) zarar vermek, (hakkı) tanımamak
ve mu'mmlenn arasını açmak ve önceden Allah ve Resulü ile savaşmış olan (adamın
gelmesınh gözetmek ıçm bir mescıd yapanlar da var" (Tevbe9/107) Bunun
üzerine Resu-lullah (sav), Mescıd-ı Dırâr'ın yakılmasını ve yerinin de leş ve
çöplerin atıldığı bir copluk yapılmasını emretti Mâlik b Duhşem ile Ma'n b Adî el-Aclânî'yı
çağırarak "ehli zalim olan şu mescide gıdın, onu yakıp yıkın" buyurdu
Bir rivayette de şöyle denir "Resulullah (sav) Mâlık'ı, Ma'n'ı ve kardeşini
çağırdı "[402] Beğavı,
Âmir b Seken ve Hz Hamza'nın katili Vahşı'yı de bunlara ekler Mescıd yakılarak
yerle bir edildi, mensupları da oradan ayrıldılar Hz Peygamber (sav) Medine'ye
varınca o yen ev yapması için Âsim b Adî'ye teklif etti O ise "Allah
orayla ilgili olarak indirdiğini indirmişken ben onu almam, fakat Sabit b
Akran'ın evi yok, ona ver" dedi Resulullah da Sabıt'e verdi Bu evde ne bir
çocuk, ne güvercin ve ne bir tavuk doğmadı Ibnu'l-Münzirî, İbn Cübeyr ile ibn
Cüreyc ve Katâde'den şöyle dediklerini tahric eder: "Mescidin yerinde bir
mekânın eşildiği ve oradan duman çıktığının görüldüğü bize anlatıldı."
Vâhıdi'nin Tefsîr'inde, İbn Abbas, Mücâhid, Katâde ve tefsir âlimlerinin
çoğunluğunun "Mescid-i Dırâr'ı yapanların" (Tevbe 9/107) oniki kişi
olduğunu söyledikleri kaydedilir.[403] İbn
îshak[404] ve onu izleyerek
Süheylî, Umeyrî ve başkaları bunların adlarını verirler. Şerhu*l-Me-vâhib'e[405] ve daha önce " h ad" lerle ilgili
olarak verilen bilgilere bakınız.[406]
İbn Huveyzmendâd'ın
Ahkâmu'l-Kur'ân*ında[407]
Mescid-i Dırâr âye-tiyle ilgili olarak şu bilgi verilir: Âyet, mescidler ve
binalarına zarar verme yasağını tazammun etmektedir. Bizim mezhep imamlarımız
da bunun gibi, ilk mescid mensuplarına zarar verilmemesi için, bir mescidin
diğer bir mescidin yanma yapılmasının caiz olmadığını, yıkılması ve yapımının
engellenmesi gerektiğini söylemişlerdir. Ancak mahalle büyük olur ve halkına
bir mescid yetmiyorsa ikincisi yapılabilir. Âlimlerimiz, bir şehirde iki cami
(Cuma camii) yapılmayacağını, ikincinin yapımının önlenmesi gerektiğini ve bu
ikincide cuma namazı kılanın namazının geçersiz olacağını da söylemişlerdir.
Kadı Ebü'l-Velîd İbn
Rüşd'ün el-Beyân ve*t-tahsîl adlı eserinde şu bilgi verilir: İmam Mâlik'e, bir
topluluğun bir mescidi olduğu ve bir kimsenin onun yanında bir mescid daha
yapmak istediği, bunun caiz olup olmadığı soruldu. O şöyle dedi: "Zarar
vermede, özellikle mescidler konusunda zarar vermede hayır yoktur. Hayır ve
salah için yapılan mescid için bir mahzur sözkonusu değildir, zarar vermek için
yapılanda ise hayır yoktur. Allah Teâlâ "zarar vermek için bir mescid
yapanlar..." (Tevbe 9/107) buyurmuştur. Herhangi bir şeyde zarar vermede
hayır yoktur. Burada kastedilen, iki mescidden sonuncu yapılandır." İbn
Rüşd şöyle der: Bu husus İmam Mâ-lik'in dediği gibi olup kim bir mescidin
mensuplarına zarar vermek, onların cemaatlerini parçalamak için yanında bir
başka mescid yaparsa bu, en büyük zararlardandır. Çünkü dinle ilgili bir
hususta zarar vermek, nefis ve malla ilgili konuda zarar vermekten daha
çetindir. Hele bu zarar dinin direği olan namaz için yapılan mescide olursa.
Allah Teâlâ bu konuda indirdiği sözünü indirmiştir: "(Savaştan geri
kalanlar arasında) zarar vermek, (Hakkı) tanımamak ve mü'minlerin arasını
açmak ve önceden Allah ve Resulü'yle savaşmış olan (adamın gelmesinH
gözetmekiçin bir mescidyapanlar da var, 'İyilikten başka bir niyetimiz yoktu'
diye de yemin edecekler. Halbuki Allah onların yalan söylediklerine şahitlik
eder. Orada asla namaza durma. Ta ilkgünden takva üzere kurulan mescid, elbette
içinde namaza durmana daha uygundur. Onda temizlenmeyi seven erkekler vardır.
Allah da temizlenenleri sever Yapısını, Allah 'tan korku ve rıza üzerine kuran
mı hayırlıdır, yapısını bir yarın kenarına kurup onunla birlikte cehennem
ateşine yuvar lanan mı? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez
Yaptıkları bina, yüreklerinde bir kuşku olup kalacaktır, ta kalpleri
parçalanıncaya dek Allah bilendir, hikmet sahibidir" (Tevbe 9/107-110)
imam Mâlık'ın "burada kastedilen, ıkı mescıdden sonuncu yapılandır"
sozu gerçektir Çunku dikkate alınması gereken odur Eğer onu yapanın, zarar
vermek ve cemaatı dağıtmak için yapmış olduğu ve herhangi bir iyiliği
gözetmediği anlaşılırsa, yakılıp yıkılması ve Re sulullah'ın f sav) Mescıd-ı
Dırâr'ayaptığı gibi çöplerin atılmasına terkedılmesı vacip olur Eğer
bırakılmasının ilk mescıd halkına zarar vereceği sabit olur da yapanın da bu
niyeti taşıyıp taşımadığı sabit olmazsa ve ilahî rıza için yaptığını iddia
ederse mescıd yıkılmayıp muattal halde bırakılır ve orada namaz kılınmaz Ancak
o yerin halkının çoğalması veya ilk mescidin yıkılması sebebiyle ona ihtiyaç
duyulursa namaz kılınır [408]
Derim Kettânî
fakirlerin (dervişlerin) birliğim bozmak için zararlı bir kimsenin Şâvıye'de
Mızâb kabilesinde yaptırdığı zaviyenin yakılmasını emretmem hususunda bu
hükümlere dayandım Bunun üzerine o da yakıldı Allah bizi salıh amel işlemeye
muvaffak kılsın.[409]
Ebubekr Ibn Fethûn
Zeylü'l-lstîâb adlı eserinde şöyle der Kays b Talk el-Hanefî elçi olarak Hz
Peygamber'e (sav) geldi Hz Peygamber mescidim yapıyordu, o da kendisiyle
birlikte buna katıldı Hz Peygamber çamur ışını ona verdi, çunku bunu ıyı
yaptığını görmüştü
Derim el-lsâbe'de
müellif, Talk b Alı es-Suhaymî'nın[410] biyografisini
vererek şöyle der Onun Sunen'lerdekı hadislerinden biri şöyledir O ashapla
birlikte mescidin yapımında bulundu Hz Peygamber "ona çamuru yaklaştırın,
çunku o onu en ıyı bilendir" buyurdu.[411] Ibn
Sa'd da Tabakât'ta onun biyografisini böyle vermiş olup Talk'tan yaptığı
rivayet şöyledir Hz Peygamber'e (sav) geldim, mescidini yapıyor ve muslımıanlar
da onunla birlikte mescidin yapımında çalışıyorlardı Ben çamur yapma ve
karıştırmada ustaydım, küreği alıp çamuru karıştırmaya koyuldum Resulullah
(sav) de bana bakıyordu, şöyle buyurdu "Şu Hanîflı çamur ustasıdır "[412]
Huzâı'nın Ibn Fethûn'a
ısnad ettiği hadisi ise Ibn Hıbban Sahîh'ınde Talk b. Ali el-Hanefî'den
rivayetle tahric eder: Resulullah (sav) ile birlikte mescidi yaptım; küreği
alıp çamur karıştırmaya koyuldum, çok hoşuna gitmiş olmalı ki "Hanifli
ile çamuru başbaşa bırakın, o çamur hususunda sizin en beceriklinizdir"
buyurdu.[413]
İbn Rüşd'ün el-Beyân
ve't-tahsîl adlı eserinde İmam Mâlik'ten şu rivayet nakledilir: Resulullah
(sav) bir mezarın yanında durdu, kerpiçte bir bozukluk görmüş olmalı ki
düzeltilmesini emrederek "Allah, kul bir iş yapınca onu iyi ve sağlam
yapmasından hoşnut olur" buyurdu.[414]
I.
Şeyh Ebû Muhammed
Abdülkâdir el-Fâsî'nin, Sahîh-i Buhâri ta'li-kinde râvinin "Hz.
Peygamber-(sav), kızartılmış körpe kuzu kebabı yemedi"[415]
sözü ile ilgili olarak kaydedilen sözünü zikredelim: Resulullah (sav) bunu ve
benzeri şeyleri, mevcut olduğu halde yememezlik etmezdi. Bulabildiğini yerdi,
eğer kendisine körpe kuzu kebabı ve başkası sunulsaydı yerdi. Râvi'nin
"sükkürece den" sözü yüksekçe kap, "hivân" da yemek masası
demek olup aynı durum sözkonusudur.[416]
Resulullah'ın (sav) yapıları ve evlerinin Özelliği için de aynı durum
sözkonusudur.
II.
Avâli'de Hz.
Mâriye'nin evinin planı. Hafız İbnü'l-Ebbâr, İbn Beşku-vâl'in Sıla'sına yaptığı
Tekmile'de, İbnü'l-Medînî diye bilinen Muhammed b. Hazm b. Bekr et-Tenûhî
et-Telemnekî'nin biyografisini vererek şöyle der: Eskiden Muhammed b. Meserre
el-Cebelî (ö. 319/931) ile arkadaşlık yaptı, onunla birlikte hac yolculuğunda
bu'undu ve hac dönüşünden sonra da onunla arkadaşlığını sürdürdü. O, İbn
Meserre ile ilgili olarak şunları anlatır: İbn Meserre Medine'de kaldığı
sırada Hz. Peygamber'le (sav) ilgisi bulunan eserleri araştırıyordu. Medine
halkından biri ona Hz. Peygamber'in cariyesi ve oğlu İbrahim'in annesi Hz.
Mâriye'nin evini gösterdi, o da oraya gitti. Medine'nin doğusunda bahçeler
arasında küçük zarif bir evdi. Eni boyu aynı idi, ortasından bir duvar ile
bölünmüştü. Duvarının üzeri kalın odunla döşenmişti ve bu döşemeye zarif bir
merdivenle çıkılıyordu. Bunun da yukarı tarafında iki oda ve bir sofa
bulunmaktaydı. Resulullah (sav) yazın bu sofada otururdu. İbnü'l-Medînî şöyle
der: Ebû Abdullah'ın iki odada ve sofada, bu evin her tarafında namaz kıldığını
ve odalardan birini karışla ölçtüğünü gördüm. Ben bu hususu, dönüşümden sonra o
Cebel'de ikamet ederken anladım. O şöyle dedi: Bu beni gördüğün evi, fazlalık
ve noksanlığı olmaksızın uzunluk ve genişlikte o evin durumuna göre inşa ettim.[417] Bu
bilgi, 630 (1233) küsur yıllarında istinsah edilmiş ve Paris neşrinin birinci
cildinin baskısının yapıldığı Tekmile nüshasından kopye ettiğim nüshamdan alınmıştır.
III.
Burada da Hz.
Peygamber'in (sav) malî durumunun genişliğini, hiçbir cömert hükümdarın
yapamayacağı ölçüde yaptığı cömertlik ve isteyene verişini zikredeceğim. Hafız
es-Sehâvî, Kadı Iyâz'ın eş-Şifâ'sından şu bilgiyi nakleder: Hz. Peygambere
(sav) yeryüzünün hazineleri, ülkelerin anahtarları verildi, kendisinden önce
hiçbir peygambere helal olmayan ganimetler ona helal kılındı. Daha hayatta iken
Hicaz, Yemen, bütün Arap yarımadası ve Şam ve Irak'tan buna komşu memleketlerin
fethine nail oldu. Bu memleketlerin, hükümdarlara ancak bir kısmı vergi olarak
toplanabilmiş humus, cizye ve zekâtları ona getirildi. Bazı ülke hükümdarları
ona hediyeler verdiler, bunlardan hiçbir şeyi kendisine ayırmadı ve bir
dirhemini tutmadı. Bu mallan yerlerine harcadı, onunla başkalarını zenginleştirdi
ve müslümanları güçlendirdi. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Uhud dağı
kadar altınım olsa, bir borç için saklayacağım bir dinar dışında ondan bir
dinarın gece yanımda kalmasından hoşnutluk duymam."[418] Hz.
Peygamber (sav), Allah'ın kendisine s a v â f î olarak ve diğer ganimetlerden lutfettiklerinden
kendisi ve ailesinin yıllık yiyeceğini ayırır, kalanı da Allah yolunda silah ve
hayvan alımına harcardı. Hz. Peygamber'in (sav), ashabından dört kişiye, Allah'ın
ganimet olarak kendisine verdiği bin deveyi paylaştırdığı, umresi sırasında
kurbanlık olarak yüz deve gönderip kestiği ve fakirlere yedirdiği, bir bedeviye
bir koyun sürüsü verdiği ve bunlardan birçok kişiye, Allah'ın kendisine
fetihle ihsan ettiği Hayber'den ve tamamen kendisine ait olan Fedek, Beni
Kureyza ve Beni Nadîr topraklarından verdiği bilinmektedir. Hz. Ebubekir, Ömer,
Osman, Ali, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr, Abdurrahman b. Avf ve Sa'd b. Ubâde
gibi mal sahibi bir grup da canları ve mallarıyla onun yanında idiler. Hz.
Peygamber (sav) sadaka verilmesini emretti; Hz. Ebubekir bütün malını, Hz.
Ömer de yansını getirdi. Ceyşü'1-usre' nin donatılması için teşvikte bulundu,
Hz. Osman bin deve ile orduyu donattı ve on-bin dirhem getirerek Hz.
Peygamber'in önüne koydu.
Ebu'ş-Şeyh ve îbn
Sa'd, Ali b. Zeyd yoluyla, onun İshak b. Abdullah b. Haris b. Nevfel'den
naklettiği şu rivayeti tahric ederler: Resulullah (sav) 27 deveye bir elbise
satın alarak giydi. İbn Sa'd'ın rivayetinde "deve" yerine " û k
i y y e " ifadesi geçer.[419] Bu
rivayetin senedindeki raviler sika olup ancak Ali ve İshakla ilgili söz
söylenmiştir. İbn Sa'd'ın Tabakalında (2. kısım, c. I, s. 155) İbn Şîrîn
yoluyla şu rivayet nakledilir: Hz. Peygamber bir elbiseyi (râvi hülle veya sevb
dedi) 29 deveye satın aldı.[420] îbn
Sa'd'ınTaba-kât'ında Üsâme b. Zeyd'in biyografisinde şu bilgi verilir: O sırada
müşrik olan Hakîm b. Hizam 50 dinara satın aldığı Zîyezen'e ait elbiseyi
Resulullah'a hediye etti. Resulullah "biz müşrikten hediye kabul etmeyiz,
fakat eğer onu gonderirsen ücretiyle alırız. Onu kaça aldın ?" buyurdu. O
"elli dinara" dedi. Resulullah (sav) elbiseyi aldı, sonra giydi ve
cuma için minbere çıkıp oturdu. Sonra indi ve elbiseyi Üsâme b. Zeyd'e
giydirdi.[421]
Arif en-Nâblusi
Şerhu'.t-Tarîkati'1-Muhammediyye'sinde babası Şeyh İsmail en-Nâblusî'nin
Şerhu'd-Dürer'inden naklen şu bilgiyi kaydeder: "Hz. Peygamber (sav) bir
gün üzerinde bin dirhem değerinde bir elbise ile dışarı çıktı. Hz, Peygamber
bazan namaz kılmaya kalkardı ve üzerinde dört bin dirhem değerinde bir elbise
olurdu" (II, 364). Hadimi de kendi şerhinde bu bilginin aynısını hanefî
fıkıh kitaplarından et-Tâtârhâniyye'den naklen verir (III, 36).
ibn Mende ve
Müstağfiri şu tahricde bulunurlar: Abdülaziz b. Seyf b. Zîyezen el-Himyerî,
Resulullah'a (sav) hediyeler getirerek ona elbiseler ver-di. Hz. Peygamber bu
elbiselerden birini Hz. Ömer'e verdi. Bu elbiseye yirmi deve değeri biçildi.
Abdülaziz'in el-İsâbe'deki biyografisine bakınız.[422]
el-İsâbe'üe Hâni b. Habîb ed-Dârî'nin biyografisinde Ruşâti'den[423]
naklen şu bilgi verilir: Hâni, Dârîlerin elçilik heyetinde Temîm ed-Dârî ile
birlikte geldi ve Resulullah'a (sav) altınla süslü bir kaftan hediye etti.
Resulullah onu Hz. Abbas'a verdi, o da bir yahudiye sekiz bin fdirheml'e sattı.[424]
İrşâdü's-sârî'de "Ebubekir'in menâkıbı bâbı"nda ibn Abbas'ın Hz.
Âişe'den şu rivayeti yer almaktadır: Hz. Ebubekir, Resulullah'a (sav) kırk bin
dirhem infak-ta bulundu.[425]
Hz. Peygamber (sav)
fakirlikten korkmayan insanın bağışıyla bağışta bulunuyordu. Birçok kişiye yüz
deve verdi. Bunların sayısı çok olup Ebû Süfyân, oğlu Muâviye ve Haris b. Hişâm
bunlardandır Burhanüddin el-Halebî bu kimseleri sayarak müellefe-i kulûb'dan
altmış kişi olduklarını söylemiştir. Şeyh Kasım b. Kutluboğa da Tahrîcu
ahâdîsi'ş-Şİfâ'da böyle kaydeder. Safvân b. Umeyye'ye de önce yuz, sonra yuz,
sonra yine yuz deve verdi.[426]
İbn Fârıs Esmâü'n-Nebî
adlı kitabında şu bilgiyi zikreder: Hayber[427]
günü bir kadın gelerek Hz. Peygamberin (sav) Hevâzin kabilesinde sut emdiği
günlerini hatırlatan bir şiir okudu. Resulullah (sav) onlardan aldıklarını
geri verdi ve kendilerine birçok ihsanda bulundu. O gun onlara verdiklerinin
değeri beşyûz milyon (dirhem) olarak takdir edilmiştir.[428] İbn
Dıhye şöyle der: Bu, dünyada eşi duyulmamış cömertliğin son sınırıdır, eş-Şifâ
ve Şihâbuddin el-Hafâcî'ye ait şerhinde şöyle denir: Hz. Peygamber (sav)
Hevâzin kabilesine esirlerini iade etti, kadın ve çocuk altı bin kişiydiler. Onlarla
savaşırken ganimet olarak elde ettiği mallar bunun dışında olup bu mallar da
şunlardır; 24 bin deve, 40 binden fazla koyun, 4 bin û k i y y e gümüş (bir
ûkiyye 40 dirhemdir). İbn Fâris, Hz. Peygamber'ın Hevâzin'e bağışladığı
malların 500 milyon olarak takdir edildiğini söylemiştir. 600 milyon olduğu da
söylenmiştir.[429] İbn Hacer el-Mekkî
el-Minehufl-Mekkiy-ye'de şöyle der: Kadın ve çocuklardan oluşan esirlerin
sayısı altı bin idi. Develerin sayısı 24 bin, koyunlar 40 binden fazla idi.
Dört bin ûkiyye de gumuş-tu.
el-Makâlâtü's-seniyye'de
şu şiir yer alır:
Hevâzin'den çok sayıda
esiri geri verdi
izzetle cömertliğine
cömertlik kattığında
Bakıyorlar, kulak ver
onlara ki diyor sözcüleri1
Bize lütfet ey
Allah'ın Resulü cömertlikle
Biz iyiliklere
şükrederiz, nankörlük yapılsa da
Bizde şükür var hiç
azalmadan artan
Ey kendisiyle cins
küheylanların coştuğu en hayırlı insan
Savaşta tandırın
alevler püskürttüğü sırada
Biz senden bir af
diliyoruz giydireceğin
Şu insanlara ki ey aç
insana konak sahibi olan
Affet, Allah da
affeder senin bağışladığım
Kıyamet günü insan
pişmanlık duyduğunda
Lütfet o kadınlara ki
süt emdin kendilerinden
Çocukken, süsler seni
en yüce ahlâk
Kaç kişi var onun
ihsan ve bağışta bulunduğu
Onun ihsan ve lutfuna
uğrayan
Beşyüz milyondur onun
atıyyesi
O gun onlara, en geniş
Cömertliğin son
sınırı, bu dünyada olacak
Ki bulunamaz bu
cömertlikte, cömertlikle özdeşleşenden başkası
Atıyyeler verir ki
veremez onu Kayser ile
Kisra, korkmadan hem
azalmasından
Veriyor genç kızlar,
güzel kadınlar ve at sürüleri
Keskin kılıçlar ve
binlerce deve
Sahîh-i Buhar i'de
Enes'ten fra) şu hadis rivayet edilir: "Bahreyn'den (Basra ve Uman arasında
bir memleket) Resulullah'a (sav) mal gönderildi. Resulullah ıonu mescide dökün'
buyurdu. Bu Hz. Peygamber'e gönderilmiş en çok maldı (yani dirhem olarak veya
dış ülkelerden. Bu da onun Hayber'de bundan daha çok mal ganimet aldığı ve
paylaştırdığı hususu ile çelişmez). Resulullah (sav) namaza çıktığında ona
dönüp bakmadı. Namazı bitirdikten sonra gelip onun yanında oturdu. Kimi
gördüyse ondan kendisine verdi. Derken Abbas çıkıp geldi ve (^y Allah'ın
Resulü, bana da ver. Ben hem kendim hem Akıl için fidye vermiştim' dedi.
Resulullah (sav) 'al' buyurdu. Abbas da avuç avuç elbisesine boşalttı. Sonra
kaldırmaya çalıştı, kaldıramadı. Bunun üzerine 'ey Allah'ın Resulü, birine
emret de (sırtıma) kaldırsın* dedi. Resulullah 'hayır, olmaz' buyurdu. O
'öyleyse sen üstüme kaldır' dedi. Resulullah yine 'olmaz' dedi. Bunun üzerine
birazını döktükten sonra yine kaldırmaya çalıştı, kaldıramadı. 'Ey Allah'ın
Resulü, birine emret de (sırtıma) kaldırsın' dedi. Resulullah 'olmaz' dedi. O
'öyleyse sen üstüme kaldır' dedi. Yine 'olmaz' buyurunca, Abbas birazını da
döküp sonra sırtına yüklenerek gitti. (İbn Kesîr şöyle der: Abbas güçlü, uzun
boylu ve asil bir kimseydi. Yaklaşık 40 bin dirhem yüklenmişti). Hz. Peygamber
(sav) onun hırsına olan hayretinden dolayı, o gözünden kaybolup gidinceye dek
hep arkasından bakıp durdu ve o maldan bir dirhem kalıncaya kadar oradan
kalkmadı."[430] İbn
Ebî Şeybe'nin rivayetinde şöyle denir: Bu mal yüzbin dirhem olup Alâ b.
Hadra-mi Resulullah'a (sav) Bahreyn haracından göndermişti. Bu, Allah Resulü'ne
gönderilen ilk maldı.[431]
Resulullah (sav) malı
bazan fakir veya muhtaçlara dağıtır, bazan Allah yolunda harcar, bazan da
İslâm'a gönül ısındırmak için verirdi. Öyle ihsanda bulunurdu ki Kisra ve
Kayser gibi hükümdarlar o kadarını vermekten aciz kalırlardı. Kendisi ise
fakirler gibi yaşardı. Bazan da açlıktan dolayı karnına taş bağlardı. Genişlik
ve darlık durumları ile bu konuda daha önce ve sonra anılanlar arasında bir
çelişki sözkonusu değildir. el-Feth*te geçtiği üzere Taberi şöyle der: Bu husus,
darlık ve bir özürden dolayı olmayıp bazan olur bazan olmazdı. Şuabü*l-imân'da
geçtiği üzere Halimi şöyle der: Hz. Peygamber'i (sav) insanlarda bulunan düşük
(aşağılık) vasıflarla nitelememek de onu tazimin cümlesindendir. Binaenaleyh
"o fakirdi" denilemez.[432]
Bazı âlimler, Resulullah'ın (sav) zâhid olduğunu söylemeyi de hoş
karşılamamışlardır. Kadı Iyâz eş-Şifâ'd a ve ondan naklen de Takiyyuddin
es-Sübkî şunu zikrederler: Endülüs fukahası, Hz. Peygamber'i "yetim"
diye adlandırması ve zühdünün isteyerek olmadığını, eğer güzel yemekleri
bulabilseydi yiyeceğini ileri sürmesinden dolayı Salih et-Tuleytulî'nin asılıp
öldürülmesine fetva verdiler.[433]
Şeyh Bedrüddin
ez-Zerkeşî Şeyh Takiyüddin es-Sübkî'den, oğlu da et-Tevşih'te yine kendisinden
şu bilgiyi naklederler: Hz. Peygamber (sav) asla mal bakımından fakir değildi
ve durumu da fakirin durumu değildi. Aksine insanların en zengini olup ancak
kendisi ve ailesinin dünya geçimi konusunda kifayet miktarıyla yetinmiştir.
Sübki, Hz. Peygamber'in (sav) "Allahım, beni miskin olarak yaşat"[434]
sözü ile ilgili olarak da şöyle der: Bundan maksat kalp sükunetini istemektir,
yoksa kendisine yetecek kadar birşey bulamaması manasına miskinlik (meskenet)
değil. Sübkî, bunun aksini ileri sürenlere karşı da son derece şiddetle karşı
çıkardı. Kastallâni bunu el-Mevâ-hib'de naklettiğinde, Zurkâni şerhinde şöyle
der: Bu güzel ve nefis bir ifadedir. "Fakirlik iftiharımdır, onunla
övünürüm" şeklindeki yaygın söze gelince, Hafız tbn Teymiyye, Irâki ve
İbn Hacer bunun bâtıl ve uydurma bir söz olduğunu söylemişlerdir.[435]
Çağdaş müelliflerden biri şöyle der: Bu sözün gerçekten söylenmiş olduğunun
farzedilmesi halinde manası şöyle olur: "Yani İslâm'ın doğuşu ve gelişmesi
sırasında fakirlikle övünme ve onu zenginliğe tercih. Çünkü Hicret-i
Nebeviyye'nin ardından servet oluşturma ve artırmanın imkanı yoktu. Bir gaye
uğrunda, din, devlet ve vatan yolunda fakirliğin şeref duymayı ve övünmeyi
gerektiren yüce bir meziyet olduğunda şüphe yoktur. Hayat ve geçim zorluğu
(devlet, toplum) kurucuların iftihar vesilesidir."
Daha sonra fetihler
genişleyince, özellikle Hz. Ömer zamanı başta olmak üzere Hulefa-yı Râşidîn'in
beytülmal gelirleri çoğaldı. Öyle ki Ebû Hu-reyre Bahreyn'den dönüşü sırasında
500 bin dirhem getirdiğini kendisine haber verdiğinde Hz. Ömer dehşete
kapılmıştı.[436] Sonraları bey tül-m a 1
gelirleri dahada çoğaldı ve îbn Sa'd'ın Tabakât'ında(IÎI,218) geçtiği üzere Hz.
Ömer her yıl Allah yolunda cihâd için 40 bin deve yükleyip sev-kediyordu.[437]
Alet ve edevatı, hizmetlileri ile 40 bin deve, şüphe yok ki büyük bir şey,
geniş bir varlık ve büyük bir zenginliktir. Yine İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (III,
227) Hz. Ömer'in sofrası için her gün yirmi deve kestirmekte olduğu
zikredilir.[438] Bu, büyük bir rızk
genişliği ve geniş bir sofra olup bugün yeryüzündeki hükümdarların en büyüğünün
sofrasında bu kadar et yenmesi mümkün değildir. Allah yegâne hükümran, kendi
zatıyla kâim, yardım edici ve zafere ulaştırıcıdır. Allah insanlara bir rahmet
kapısı açarsa, onu hiç kimse engelleyemez.
Hz. Peygamber (sav)
zamanında mevcut diğer sanatlarla (meslekler) ilgili sözü tamamlamağa dönüyor
ve diyoruz.[439]
İbn Mâce'nin
Sünen'inde "Kitâbu't-Ticârât" bâblarından "Sanatlar (zanaat)
bâbı"nda şu rivayet nakledilir: Bize Amr b. Râfi anlattı, ona Ömer b. Harun,
Hemmâm'dan, o Ferkad es-Sebâhî'den, o Yezîd b. Abdullah b. eş-Şihayr'dan, o Ebû
Hureyre'den şöyle dediğini haber verdi: Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
"İnsanların en yalancıları boyacılar ile kuyumculardır."[440]
en-Nihâye' de müellif şöyle der: Onlar elbise boyacıları ve mücevher yapıcılarıdırlar.
Çünkü onlar belirlenen süreleri uzatıp dururlar. Resulullah'ın (sav) bununla,
sözü allayıp pullayıp değiştirenleri kastettiği de söylenmiştir.[441]
îbn Mâce'nin
Sünen'inde "Karaborsacılık ve pazara mal getirme bâ-bı"nda şu rivayet
nakledilir: Nasr b. Ali el-Cehdamî bize anlattı, ona Ebû Ahmed, ona İsrail, Ali
b. Salim b. Sevbân'dan, o Ali b. Yezîd b. Ced'ân'dan, o Said b. Müseyyeb'den, o
da Ömer b. Hattâb'dan şu rivayeti haber verdi: Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Pazara mal getiren rızıklandırılmış, karaborsacı ise
lanetlenmiştir."[442] İbn
Kayyim el-Cevziyye'nin et-Turuku'l-hükmiyye adlı eserinde şu bilgi verilir: Hz.
Peygamber (sav) zamanında Medine'ye buğday getirenleri kimse karşılamaz, halk
onu bizzat getirenlerden satın alırdı. Bu sebepledir ki hadiste "pazara
mal getiren rızıklandırılmış, karaborsacı ise lanetlenmiştir"
buyurulmuştur.[443]
Buhâri
"Kitâbü'l-Buyû" da "denizde ticaret babı" başlığını vererek
şöyle der: Matar "bunda bir mahzur yoktur, Allah onu Kur'ân'da ancak
gerçek olarak zikretmiştir" dedi ve sonra şu âyeti okudu:"...
Görüyorsunuz kigemi-ler denizi yara yara akıp gitmektedir. (Bütün bunlar)
Allah'ın lütfunu aramanız ve ona şükretmeniz içindir" (Nahl 16/14). Âyette geçen "fülk"
ten maksat "süfün" dur (büyük gemi). Mücahid şöyle der: Gemiler
(denizi yararak) rüzgârla ses çıkarır, sesi de ancak büyük gemiler
çıkarabilir.[444]
İbnü'l-Cevzî Telbîsu
İbliste, Said b. Müseyyeb'den şu tahricde bulunur: Resulullah'ın (sav) ashabı
Akdeniz'de (Bahru'ş-Şâm) ticaret yapıyorlardı. Talha b. Ubeydullah ile Said b.
Zeyd bunlardandı.[445] Bu
bilginin benzerini İbn Kayyim BedâiuM-fevâid' de (IV, 74)İmamAhmedb. Hanbel'in
rivayeti olarak zikretmiştir. Bu konuda deniz gemileriyle ilgili olarak
verilen bilgilere bakınız.[446]
İbn Düreyd el-Vişâh
adlı kitabında sanatlar (zanaatlar)la ilgili bâbda " d e b b â ğ olanlara
dair bâb" başlığı altında Haris b. Subayre'yi zikreder ve onunla oğlunun
Mekke'nin fethi gününde müslüman olduklarını söyler.[447]
Selmân el-Fârisî bu
işle uğraşıyordu. Hatta Medâin'de e m î r iken, maaşına rağmen bununla geçinir
ve "elimin emeğiyle yaşamayı severim" derdi. Bu bilgiyi el-İstîâb
müellifi zikreder.[448]
el-İsâbe'deki
biyografisinde de şu bilgi verilir: Selmân'a maaşı (atâ) verilince onu sadaka
olarak dağıtır, hurma yaprağı dokuyarak (çeşitli eşyalar yaparak) elinin
emeğinden yerdi.[449]
el-tsâbe'de müellif,
Ümmü Seleme'nin fra) azatlısı Ahmer'in[450]
biyografisini vererek, şöyle der: İbn Mende, İmrân en-Nahlî yoluyla Ümmü Seleme'nin
azatlısı Ahmer'den şu rivayeti nakleder: Gazaya çıkmıştık, bir vadi veya
nehirden insanları karşıya ben geçiriverdim. Hz. Peygamber (sav) bana
"sen bugün bir gemiden başkası değilsin" (bugün yaptığın bir geminin
yaptığından başka birşey değildir) buyurdu. Bu hadisi Mâlîni el-Mü'te-lefte
Nahli'nin biyografisinde tahric eder.[451]
Şam'a yerleşen İmam
Hafız Ebû Mehdi İsa b. Süleyman er-Ruaynî el-Endelüs! eî-Mâhkî, el-Câmi limâ
fi'I-musannefâti'l-cevâmi min esmâi's-sahâbeti'l-a'lâm ûli'1-fadl ve'1-ikdâm
adlı eserinde, Hz. Pey-gamber'in (sav) azatlısı Sefine'ye ulaşan senediyle şu
rivayette bulunur: Ben bir gazada Resulullah (sav) ile birlikteydim. Bir vadi
veya nehire uğradık, insanları karşıya ben geçiriverdim. Nebi (sav) bana
"Sen bugün bir gemiden başkası değilsin" buyurdu.[452]
Yine el-t s âb e* de
müellif, Sa'd b. Ubâde el-Ensârf nin biyografisini vererek İbn Sa'd'dan şu
bilgiyi nakleder: O Cahiliyye devrinde Arapça yazar, iyi yüzme ve ok atmayı
bilirdi. Bu yüzden ona "kâmil" denilmekteydi.[453]
Yine el-tsâbe'de Abdullah b. Zübeyr'in biyografisi verilerek şu bilgi
zikredilir: Ka'be'ye bir sel geldi, Abdullah b. Zübeyr yüzerek tavafta bulundu.[454]
Faydalı bir bilgi: İbn
Abbas'ın Sîret*te nakledilen bir hadisinde şöyle denir: Hz. Peygamber (sav)
Medine'de "Benî Adî b. Neccâr'ın kuyusunda iyi yüzdüm" buyurdu.
Zurkâni Şerhu'l-Mevâhib'de şöyle der: Suyûti bunu, kendi çağdaşlarından
"anlaşılan Hz. Peygamber (sav) yüzmemiştir, çünkü onun denizde yolculuk
yaptığına dair bir bilgi bulunmadığı gibi Haremeyn'de deniz de yoktur"
diyen birini red hususunda delil olarak ileri sürmüştür. Suyûti şöyle der:
Ebü'l-Kâsım el-Beğavî, İbn Asâkir mürsel olarak ve İbn Şahin de mevsûl olarak
İbn Abbas'tan şu rivayette bulunurlar: Resulullah (sav) yüzdü ve "herkes
arkadaşına doğru yüzsün" buyurdu. Kendisi de Ebubekir'e doğru yüzdü, ta ki
varıp onu kucakladı ve "ben ve arkadaşım, ben ve arkadaşım" dedi.
Tücîbi'nin er-Rısâletü'I*ilmiyye*si ile birlikte basılan es-Sîretti'1-Halebiyye'ye
(1,192) bakınız.[455]
îbn Mende, İsmail b.
Ayyaş yoluyla Selman b. Amr el-Ensâri'den, onun Bekr b. Abdullah b. Rebî
el-Ensâri'den yaptığı şu rivayeti tahric eder: "Re-sulullah (sav) şöyle
buyurdu: Çocuklarınıza yüzme ve ok atmayı öğretin."[456] Hafız
İbn Hacer el-tsâbe'de (1,180) Bekr b. Abdullah'ın biyografisinde şöyle der:
İsmail, kendi memleketlileri dışındakiler tarafından zayıf sayılmıştır. Bu
hadis de ondan nakledilmiş olup hocası da bilinmemektedir.[457]
Anılan hadis el-Câmiu's-sağîr'de şu lafızla geçmektedir: "Çocuklarınıza
yüzme ve ok atmayı öğretin. Kadın için de evinde yün eğirmesi ne güzel oyundur
(uğraş, oyalanma). Annen ile baban seni çağırdıklarında (önce) annene cevap
ver." Suyûti bu hadisi İbn Mende'ninel-Ma'rife'de, Ebû Musa'nın ez-ZeyFde
ve Deylemî'nin de Mtisnedü'l-fîrdevs'te Bekr b. Abdullah b. Rebî el-Ensârî'den
rivayet ettiklerini belirtir. Miınâvi et-Teysîr'de şöyle der: Hadisin isnadı
zayıftır, fakat şâhidleri vardır.[458]
Suyûti hadisi el-Câmiu's-sağîr'de şu lafızla da verir:
"Çocuklarınızayüzmeyi ve ok atmayı, kadına da yün eğirmeyi öğretin."
Suyûti bunu da İbn Ömer'in rivayeti olarak Beyha-ki'ye isnad eder. Miınâvi
et-Teysîr*de "sibâha" kelimesi ile ilgili olarak şöyle der: Kelime
"kesre" ile okunmakta olup yüzme anlamındadır. Öğretilmesinin
emredilmesi, helâktan kurtardığı içindir.[459] Feyzul-Kadîr'de
şu ilavede bulunur: Ebû Hâşim es-Sûffye "ne ile meşguldün?" diye
soruldu, o şöyle cevap verdi: "Unutulmayan ve hiçbir canlının müstağni
olamayacağı şeyi öğretmekle!" Bunun ne olduğunu sordular,
"yüzme" karşılığını verdi. Abdül-melik, Şa'bi'ye şöyle dedi:
"Oğluma yüzmeyi öğret; onlar kendi yerlerine yazı yazacak kimseyi
bulurlar, fakat kendi yerlerine yüzecek kimseyi bulamazlar."[460]
Nesâi, Bezzâr, Beğavi,
Bârûdi, Taberâni, Fadlu*r-ramy adlı kitabında Ebû Yakup İshakb. İbrahim
el-Karrâb, Ebû Nuaym, Beyhaki ve Diyâ, Atâ b. Ebî Rebâh'tan şu rivayeti tahric
ederler; Câbir b. Abdullah ile Câbir b. Umeyr el-Ensârî'yi ok atışırken gördüm.
Biri usanıp oturdu, diğeri ona şöyle dedi: Resulullah'ı (sav) şöyle derken
duydum: "Allah'ın zikri (anılması, rızasını gözeten davranış) kabilinden
olmayan herşey eğlence veya lüzumsuz olup şu dört husus bundan istisnadır;
Kişinin iki nişan (hedef) arasındayü-rümesi (atıcılık), atını eğitmesi, eşiyle oynaması
ve yüzme öğretimi."[461]
Karrâb, Mekhûl yoluyla
şu rivayeti tahric eder: Ömer b. Hattâb, Şamlılara "çocuklarınıza yüzme
ve biniciIiğLöğretin" diye yazdı.[462]
Karrâb, Sel-man et-Teymî*den şu tahricde bulunur: Hesulullah (sav), kişinin
yüzücü ve ok atıcı olmasından hoşnutluk duyardı.[463] ed-Dürrti'l-mensur'
da "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın" (Enfâl
8/60) âyetiyle ilgili olarak yapılan açıklamalara bakınız.[464]
Hafız Suyûti'nin el-Bâha fî fadli's-sibâha[465] adlı
bir risalesi vardır. O el-İklîl adlı eserinde Yusuf (as) kıssasın-daki
"Dediler: Ey babamız, biz gittik, yarışıyorduk" (Yusuf 12/17)
âyetiyle ilgili olarak şöyle der; Bu âyette yarışmanın meşruluğu, tıbbî açıdan
insanın ve hayvanların beden eğitimi ve verimli şekilde uzuvların egzersizinin
lüzumuna delil vardır.[466]
el-tsâbe'de müellif,
Rûme kuyusunun sahibi Rûme el-Gıfârf nin biyografisini verir ve Abdullah b.
Ömer b. Ebân'm[467] şu
rivayette bulunduğunu zikreder: Muhacirler Medine'ye geldiklerinde sudan
hoşlanmadılar. Benî Gıfar kabilesinden bir adamın Rûme denilen bir su kaynağı
vardı, ondan bir kırba suyu bir müdde satıyordu. Hz. Peygamber (sav) ona,
"onu bize cennette bir su kaynağı karşılığında sat" buyurdu. O
"ey Allah'ın Resulü, benim ve ailemin bundan başka birşey i yoktur"
dedi. Bu haber Hz. Osman'a ulaşınca o kuyuyu 35 bin dirheme satın alarak
müslümanlara vakfetti.[468]
Köpeklerle avlananlar:
Sahîh-i Buhâri'de Adî*den şu rivayet nakledilir: Resulullah'a (sav) sorarak
"biz bu köpeklerle avlanan bir kavimiz" dedim. Şöyle buyurdu:
"Eğitilmiş köpeklerini gönderdiğin ve Allah'ın adını andığın zaman sana
tuttuklarını ye. Ancak eğer köpek ondan yemişse sen yeme. Bu durumda kendisi
için tutmuş olmasından endişe ederim. Başka bir köpek onlara karışmışsa (ortak
tutmuşlarsa) yeme."[470]
Doğanlarla avlananlar:
Tirmizi'nin el-Câmi'inde Adî b. Hâtim'den şu rivayet nakledilir: Resulullah'a
(sav) doğanın avını sordum, "sana tuttuğunu ye" buyurdu.[471]
Mızrakla avlananlar:
Sahîh-i Müslim'de Ebû Katâde'den şu rivayet nakledilir: Ebû Katâde, Resulullah
(sav) ile birlikteydi. Mekke yolunun bir yerinde ihramlı arkadaşlarından geri
kaldı, kendisi ihrama girmemişti. Bir vahşi merkep gördü, atına atladı ve
arkadaşlarından kendisine kırbacını vermelerini istedi. Onlar vermediler.
Mızrağını istedi, yine vermediler. Kendisi aldı ve sonra merkebe saldırarak
öldürdü. Hz. Peygamberin (sav) ashabından bazısı ondan yedi, bazısı yemekten
çekindiler. Resulullah'a (sav) ulaşıp ona sordular, şöyle buyurdu: "O
ancak Allah'ın sizi rızıklandırdığı bir yiyecektir."[472]
Müslim'de şu rivayet de geçmektedir: Resulullah (sav) "ondan yanınızda
birşey var mı?" diye sordu, "yanımızda ayağı var" dediler.
Resulullah (sav) onu alıp yedi.[473]
Oklarla avlanma:
Sahîh-i Müslim'de Adî b. Hatim'den şu rivayet nakledilir: Hz. Peygamber'e
(sav) avı sordum, şöyle buyurdu: Okunu attığın zaman Allah'ın adını an. Okun
onu öldürmüş olarak bulursan ye, ancak eğer bir suya düşmüş bulursan suyun
mu, okun mu onu öldürdüğünü bilemezsin.[474]
Mi'r&z'la avlanma:
Mi'râz ucu demirli sopadır. Ava atılan demir uçlu sopa olduğu söylendiği gibi
enine atılan teleksiz ok olduğu da söylenmiştir.[475]
Sahîh-i Müslim'de yine
Adî'den şu rivayet nakledilir: Hz. Peygamber'e (sav) mi'râzı sordum, şöyle
buyurdu: Eğer keskin yeriyle isabet ettiyse ye; enine değip öldürmüşse, o tezkiye (şer'î boğazlama) yapılmadan ölmüş hayvan
olup yeme."[476]
El ile avlanma:
Sahîh-i Müslim'de Enes'ten şu rivayet nakledilir: "Yürüdük ve
Merrüzzehrân'da bir tavşanı ürküttük, peşine düşüp yoruldular, ben peşine düştüm
ve onu yakaladım. Ebû Talha'ya getirdim, onu kesti, iki but ve kalçasını
Resulullah'a (sav) gönderdi. Resulullah'a getirdim, onu kabul etti."[477]
Aletlerle avlanma: İbn
Atıyye, Tefsir'inde "Ey inananlar, Allah sizi, ellerinizin ve
mızraklarınızın erişeceği bir avla deneyecektir..." (Mâide (5/94)
âyetiyle ilgili olarak şöyle der: Anlaşılan şudur ki Allah'ın elleri özellikle
zikretmesi, avlanmanın çoğu zaman onlarla yapılmasındandır. Av hayvanları, kement
ve elle yapılan ağ ve kapan da buna girer. Mızrakları özellikle anması da avın
çoğu zaman onunla vurulmasından olup ok vs. de buna girer.[478]
Ebü'1-Feth Küşâcim Kitâbül-Mesâyid ve't-tarâid[479]
adlı eserinde, kendisiyle ava ulaşılan tuzaklarla ilgili bâbda şöyle der: Bu
av için yapılan aletler türlü türlü tuzaklar ve çeşitli aletlerden
oluşmaktadır.[480]
Bugün yapıldığı gibi
belli bir bölge veya özel bir zamanda avlanma yasağı konulması:
el-tsâbe'de (III, 269)
müellif, Dırâr b. Ezver el-Esedfnin biyografisini vererek şöyle der:
Denildiğine göre Hz, Peygamber (sav) av yasağı koymak üzere onu Benî Esed'e
gönderdi.[482]
Allah Teâla şöyle
buyurur: "Hem kendinize hem yolculara bir geçimlik olmak üzere deniz avı
ve onu yemek, size helal kılındı" (Mâide 5/96). Bir başka âyette de şöyle
buyurulur: "İki deniz bir olmaz: şu tatlı, susuzluğu keser, içimi
(boğazdan) kayar; şu da tuzlu, (boğazı) yakar. Hepsinden de taze et yersiniz
ve taktığınız süs (eşyası) çıkarırsınız" (Fâtır 35/12).
Sahîh-i Müslim'de
Câbir*den şu rivayet nakledilir: Resulul-lah (sav), Kureyş'e ait bir kervanı
karşılamak üzere bizi gönderdi ve Ebû Ubeyde'yi başımıza kumandan tayin etti.
Bir deri torba (dağarcık) hurmayı da azık olarak bize verdi, bize bundan başka
azık da bulamamıştı. Deniz sahiline ulaştık, derken sahile büyük bir kum tepesi
gibi birşey yükseltildi, yanına vardık. Bir de baktık ki o Anber denilen bir
hayvandı. Ebû Ubeyde Mo ölmüştür (leş)" dedi. Sonra, "hayır, biz
Allah Resulü'nün elçileriyiz ve Allah yolundayız. Siz muhtaç ve mecbur
durumdasınız, yiyin" dedi. Orada bir ay kaldık, üç-yüz kişiydik,
semizlenmiştik. An dolsun ki bizi onun göz çukurundan testiyle yağ alıyor
gördüm. Ebû Ubeyde onüç kişi alıp onun göz çukuruna oturttu. Yine onun kaburga
kemiklerinden birini alıp dikti, sonra da yanımızda bulunan en büyük deveyi
semerledi ve deve böylece onun altından geçti. Biz de onun etinden kurutulmuş
azıklar yaptık. Medine'ye geldiğimizde» Resulullah'a (sav) varıp bunu
kendisine haber verdik. Şöyle buyurdu: "O, Allah'ın sizin için çıkardığı
bir rızıktır. Yanınızda onun etinden birşey var mı, bize de yedirseniz?."
Resulullah'a (sav) ondan gönderdik, yedi.[483]
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında şu bilgi verilir: Hz. Peygamber (sav) Maknâ yahudilerinden olan
Benî Cenbe ile Maknâ (Eyle'ye yakın bir yer) halkına bir mektup gönderdi.
Mektupta "hurma ağaçlarınızdan elde edilen ürünün dörtte biri ile
"ark" Cçoğ. uruk Harınız ile avladığınızın dörtte birini vermeniz
gerekir" buyuruyordu. "Uruk" denize atılan bir sal olup üzerine
binerek ağlarını denize atar ve balık avlarlar.[484]
Şa'râm Minehu'l-minne
fî't-telebbüs bi's-sünne adlı kitabında (s.33) şöyle der: Hz. Peygamber (sav)
avlanmış tavuk ve kuş eti yerdi. Fakat onu satın almaz, bizzat avlamaz ve
yemesi için kendisine av tutulup getirilmesini de sevmezdi.
Tenbih: Müteahhirîn
ulemanın avlanma ve hükümleriyle ilgili olarak telif ettikleri en kapsamlı
eser, Devhatü'n-nasır ve diğer eserlerde biyografisi verilen derin İmâm Ebû
İshak İbrahim b. Abdülcebbar b. Ahmed el-Fecîcî'nin[485] baş
tarafı şöyle olan manzumesidir:
Beni avlanmamdan
dolayı kınarlar, av ki kapsar
Birçok şeyi insana
faydası bulunan
îlki helal birşey
yemektir ki bununla
İlgili olarak Allah'ın
Kitabı'nda naslar var
Vücudun sıhhati, sonra
gözün sağlığı
Ve yarış düzenlemenin
hükümleri dördüncü olarak.
Rezillikten uzaklık,
himmetin doğruluğuyla ve
Dedikodu kapısını
kapamak yedincisi
Ve kişinin ırzı için
onda selamet vardır
Dini için koruma ki bu
da dokuzuncusu
Onda var fazilet ve
din ehli için ibret
Ve hatırlatıcı, onlar
katında Önemi olan
Ruh sağlığı doğurur ve
cömertlik, ikram
Sabırsız olan sabra
alışır onunla
İhtiyarlatan
tasalarını giderir gencin
Yaşlılık hiddetini
yokeder, koşuşturmasın diye
Savaş şiddetlenince
doğrusu cesaret aşılar
Ve onda gizli sırdan
güzellikler var
İntizamı gözetme,
otlakları kollama
Ve koruma çevreyi
savaşan düşmandan
Ordu düzenleme ve
düşmanı yoketme
Kişinin dimağını
arıtır ve vücudunu da
Kötü huylardan,
artıklardan
İhtiyaç duyurmaz tıbba
tedavisi zayıf olan
Ve giderir üzüntü ve
müzminliği
Buyruldu
"yolculuk edin, sıhhat bulursunuz; gazaya çıkın, ganimet
kazanırsınız"[486]
Bu Peygamber sözünden
yayılmıştır.
Ve artırır zekâyı ve
dehayı da
Bütün bunlar akılla
ilgilidir.
Avda nefsin nasipleri
var her türlü arzudan
Ve mubahla olan her
türlü sevinç boldur.
Bu nefis bir kaside
olup müellifi onu Ravdatü's-sülvân diye adlandırmıştır, XI. yüzyıl ulemasından
derin allâme Ebû Muhammed Kasım b. Mu-hammed b. Abdülcebbar el-Fecîcî[487]
tarafından orta hacimde bir ciltte faydalı bir şerhi yapılmıştır. Allah her
ikisine de rahmet etsin.[488]
Allah Resulü'nün (sav)
bâdiyede (sahra, vaha) Zahir adlı bir adamı vardı, bâdiyede bulunan güzel
meyve ve çiçeklerden getirip Resulullah'a (sav) hediye ederdi. Resulullah da
şehrin güzel ve hoş bulduğu şeylerinden ona hediye verirdi. eş-Şemâil ve diğer
eserlerde geçtiği üzere Hz. Peygamber (sav) şöyle buyururdu: "Zahir bizim
bâdiyemiz, biz de onun şehriyiz."[489] Yani,
o bâdiyenin sakinidir; bâdiyeyi hatırladığımızda onu görmekle kalbimiz ferahlar
ve kişinin .kendi bâdiyesinde faydalandığı türlü türlü meyve ve bitkilerden
faydalanırız. Böylece o sanki bizim bâdiyemiz olur. Badiyeye ait şeylere
ihtiyaç duyduğumuzda bize onu getirir ve badiyeye yolculuk zahmetinden bizi
kurtarır. "Biz de onun şehriyiz" sözünün manası da, bizden ona
şehirden ihtiyaç duyduğu şeyler ulaşır demektir. Bazı kimseler, ikramda bulunanın
ikramını anmasımnın uygun olmayacağını ileri sürerek bu hususta tevakkuf etmiş
olup bu, sözkonusu durumun nimetleri başa kakma türünden olmayıp hediyeye
benzeri veya daha iyisiyle karşılık vermeye irşad mahiyetinde olduğu ileri
sürülerek reddedilmiştir. Ibn Sultan (Ali el-Kârî) Şerhu'ş-Şemail'de şöyle der:
Hz. Peygamber'in (sav), nimet verenin nimetini anması intibaını vermesine
rağmen bunu zikretmesi, bunun iyi ilişkilere delâlet eden "karşılık
verme"nin bir gereği olmasındandır. Bunu da sözko-nusu iyi davranışta
bulunmayı ümmetine öğretmek için yapmıştır.
Ebû Ya'lâ, Zeyd b.
Eslem'den şu rivayeti tahric eder: Bir adam Hz. Pey-gamber'e (sav) yağ ve bal
dolu tulum hediye eder, sahibi gelip parasını istediğinde onu Resulullah'a
getirerek "buna parasını ver!" derdi. Resulullah (sav) da buna
gülerek bedelinin verilmesini emreder, bedeli verilirdi. Mu-hammed b. Amr b.
Hazm'ın rivayeti ise şöyledir: O adam, Medine'ye güzel birşey gelmezdi ki onu
almasın. Sonra gelerek "ey Allah'ın Resulü, bunu sana hediye
ediyorum" derdi. Aldığı şeyin sahibi parasını istemeye gelince de onu
getirir ve "parasını ver!" derdi. Hz. Peygamber (sav), "onu bana
hediye etmedin mi?" diye sorar, o da yanımda para yok" karşılığını
verirdi. Resulullah (sav) tebessüm eder ve sahibine parasının verilmesini
emrederdi. Ibn Sultân şöyle der: Bu sahabi, Resulullah'a olan son derece büyük
sevgisinden dolayı, hoşuna giden güzel bir şey gördüğü her defasında eline
geçtiği zaman parasını ödemek niyetiyle onu satın alarak Resulullah'a hediye
ederdi. Ödeyemeyince de " m ü k â t e b "[490]
gibi efendisine rücu edilirdi. M ü -k â t e b bir köle olup üzerinde bir dirhem
borç kalınca almak üzere efendisine başvurulur ki o da öyle yapmıştır. Bu,
doğru bir mizahla karışık bir hak alımıdır. Nuaymân'ın el-İsâbe ve Üsdü'l-ğâbe'deki
biyografisine bakınız.[491]
Sahîhayn ve diğer
kaynaklarda Ebû Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilir: "Muhacirlere ve
ensara ne oluyor da benim (Ebû Hureyre) kadar hadis rivayet etmiyorlar"
diyecekler. Size şunu haber vereceğim: Ensardan kardeşlerimi arazilerini
işlemek meşgul ediyordu, muhacirlerden kardeşlerimi de pazarlarda alışveriş
meşgul ediyordu.[492]
Seyyid es-Semhûdî
Cevâhirü'l-ikdeyn'de Dârekutni'ye isnadla, onun İbn Ebî Ömer'den şu rivayetini
nakleder: Abdurrahman b. İshak el-Mede-nî'den şunu anlattığım duydum: Ömer b.
Hattâb bir ara Hz. Ali'yi göremeyince "Ebü'l-Hasan nerededir?" diye
sordu. "Kendisine ait bir araziye gitti" dediler. O da "haydi
birlikte ona gidelim" dedi. Oraya varınca onu çalışıyor buldular, bir saat
onunla birlikte çalıştıktan sonra oturup sohbet ettiler. Hz. Ali, Hz. Ömer'e
şöyle dedi: Ey emîrü'l-mü'minîn, eğer İsrailoğulları'ndan bir grup sana gelse
ve onlardan biri sana "ben Musa'nın (as) amcası oğluyum" dese, senin
yanında onun arkadaşlarına nisbetle bir ayrıcalığı olur muydu? O da
"evet" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hz. Ali şöyle dedi:
"Andolsun, ben Resulullah'ın (sav)kardeşi ve amcasının oğluyum." Hz,
Ömer abasını çıkarıp serdi ve şöyle dedi: "Hayır, Allah'a yemin ederim ki
biz ayrılıncaya kadar senin bundan başka oturacak yerin olmaz."
Birbirlerinden ayrılıncaya kadar Hz. Ali onun üzerinde oturdu. Seyyid
es-Semhûdi şöyle der: Hz. Ali bunu söylemekle, Hz. Ömer'in kendisini bir ara
göremeyince yanına gelmesi ve devlet başkanı olduğu halde onunla birlikte
arazisinde çalışmasının, Peygamber efendimize yakınlığından dolayı olduğunu
belirtmek istemiştir. Bir de, çok uzak bile olsa geçmiş peygamberlerin amcası
oğullarından biri başkalarına tercihe layık olunca Peygamber efendimize aynı
yakınlığı bulunan kimsenin nasıl olamayacağını göstermek istemiştir.[493]
trşâdü's-sârî'de
Muhyissünne'den (Beğavi) şu rivayet nakledilir: Bir adam ceviz ağacı diken
Ebu'd-Derdâ'ya rastladı ve "sen yaşlı bir adamsın, şu kadar yıla ancak
meyvesi yenebilecek şunu dikiyorsun" dedi. Ebu'd-Derdâ şu karşılığı verdi:
"Bana düşen, başkasının ondan yemesi ve mükâfatının da bana
olmasıdır."[494] Hz.
Peygamber'in (sav), çapa yapıp ailesinin geçimini sağladığını haber verdiğinde
Sa'd'ın çapa izi bulunan elini Öptüğüne dair bilgi daha önce geçmişti.[495]
el-tsâbe'de müellif,
Cebrb. Atîkel-Ensarfnin biyografisini verir ve İbn Mende'nin onun
biyografisinde Haccâc b. Ertât yoluyla, onun İbrahim b. Muhammed'den, onun Musa
b. Talha'dan şöyle dediğini rivayet ettiğini zikreder: Cebr'in, Sa'd'ın ve İbn
Mesud'un arazilerini üçtebir ve dörttebir karşılığında işletmeye (ortaklığa)
verdiklerini gördüm.[496]
el-tsâbe'de müellif,
Abdullah b. Âmir b. Küreyz el-Kureşfnin biyografisini vererek şu bilgiyi
zikreder: Abdullah'ı Hz. Peygamber'e (sav) getirdiler, onu okuyup tükrükle
tedavi ediyor, o da Resulullah'ın tükürüğünü yutmaya çalışıyordu. Resulullah
(sav) şöyle buyurdu: "Osuvarıcı olacaktır." Abdullah b. Âmir bir
toprağı işlemezdi ki oradan su çıkmasın. Bunu İbn Ab-dilber anlatır. Hafız İbn
Hacer de onun Arafat'ta havuz yapıp onlara su akıtan ilk kimse olduğunu zikreder.[497]
Derim: Bu ilme
İlnıii'r-Riyâfe veya İ 1 m ü inbâ-t i' 1 - m i y â h (su çıkarma ilmi) denir ki
İbnü'l-Ekfânî İrşâdü'1-kâ-sidMe bunu son anılan isimle başlık yapmıştır. O
şöyle der: Bu, kendisiyle yer altında bulunan suların nasıl çıkarılacağı, bu
suların çıkarılması, Ölü toprakların ihya ve işlenmesi gibi hususların
öğrenildiği bir ilimdir. Ker-hi'nin bu konuyla ilgili muhtasar bir kitabı
mevcut olup[498] el-Füâhatü*n-nebâtiyye[499]
adlı kitapta da bu ilimle ilgili temel bilgiler verilmiştir.
Bunu İlmü'r-riyâfe
diye adlandıranlar da şöyle derler: Bu ilim, varlığına delâlet eden bazı
işaretler vasıtasıyla yerden su çıkarmayı bilmekten ibarettir. Suyun yüzeye
uzaklık ve yakınlığı da toprağın koklan-ması, orada yetişen bazı bitkilerin
kokusu veya belli bazı hayvanların hareketiyle bilinir ki bu ilim f i r â s e t ilminin bölümlerindendir.[500]
Ebû Ömer İbn Abdilber
el-İstîâb'da "Sâhibü'1-Sâ" diye bilinen Ebû Akîl*i böyle biri olarak
zikreder.[501]
Nesâi'nin Sünen'inde
İbn Mesud'dan şu rivayet nakledilin Resulullah (sav) sadaka vermemizi
emrederdi. Bizden biri ta-sadduk edecek birşey bulamayınca pazara gider,
sırtında yük taşır ve müdde birşey) getirir, Resulullah'a verirdi.[502]
Hz. Peygamberin (sav),
hakkında "Ebû Hind ensardan biridir, onu evlendirin" buyurduğu Ebû
Hind Resulullah'ın (sav) hacamatçısı idi.[503] İbn
İshak (II, 77) bunu, Resulullah'ın Bedir Gazvesinden dönüşü bahsinde zikreder.[504] Ebû
Taybe de Resulullah'ın (sav) hacamatçısı olup onun hadisi Muvat-ta'da
geçmektedir.[505]
Süheyli
er-Ravdü'1-ünüf te şöyle der: Hacamatçı Ebû Taybe'ye gelince, o Benî
Hârise'nin m e v 1 â sı olup adı Râfi'dir. Meysere olduğu da söylenmiştir.
Bedir savaşında bulunmamıştır.
el-tsâbe'de müellif,
Hirâş b. Ümeyye'nin biyografisini verir ve onun Hudeybiye ile ondan sonraki
umrede Resulullah'ı (sav) tıraş eden kimse olduğunu kaydeder.[506]
el-tsâbe'de sonra da Hirâş b. Mâlik'in biyografisini vererek Ali b. Said
el-Askerf nin şöyle dediğini zikreder: Hz. Peygamber (sav) kan aldırdı, bitince
de şöyle dedi: Bir demir parçası ile kalkıp Allah Resu-lû'nün boyun damarları
üzerinde duran kimse büyük güvenirliğe nail olmuştur.[507]
et-Tecrîd'de müellif şöyle der: O muhtemelen tâbiindendir. el-tsâbe'de müellif,
Salim el-Haccâm'ın biyografisini verir ve İbn Ömer'den, onun Hz. Peygamber'den
(sav) kan aldığını ve haoamat şişesindeki kanı içtiğini nakleder.[508]
Yine el-tsâbe*de
Ma'mer b. Nadle'nin biyografisini veren müellif onun şöyle dediğini nakleder:
Yanımda ustura olarak, başını tıraş etmek için Resulullah'ın (sav) başucunda
durdum. Şöyle buyurdu: "Ey Ma'mer, Allah Re-sulü'nün kulak yumuşaklarından
tutabilirsin." Ben "bu, Allah'ın bana lü-tuflarındandır" dedim,
"evet" dedi ve başını tıraş ettim.[509]
el-tsâbe'de Ebû
Rahîme'nin biyografisini vererek şöyle der: Ebû Nu-aym onu zikrederek Ravh b.
Cenah yoluyla Atâ b. Nâfi'den, onun Ebû Rahîme'den şu rivayetini tahric eder:
"Hz. Peygamber'e f sav) hacamat yaptım, bana bir dirhem verdi." Bu
hadisin senedinde zayıf ravi vardır.[510]
Buhâri "Kitâbu'l-Buyû"
da "haccâma dair bâb" başlığını açarak orada Ebû Taybe hadisini
zikreder.[511] Fethu'l-Bârî'de
İbnü'l-Müneyyir'in şöyle dediği kaydedilir: "Bu başlık, hacamat sanatını
("mesleğini) onaylama manası taşımaz Bu hususta tahsis edici bir hadis de
varıd olmuştur Her ne kadar hacamatçıya ücreti konusunda haksızlık yapılamasa
da yasaklama hacamatçı (kanı alan) hakkındadır, kam aldıran hakkında değil Bu
ıkısı arasındaki fark şudur Kan aldıranın hacamat yaptırmaya mecbur olmasına
karşılık, başka mesleklerin bulunması sebebiyle hacamatçı açısından bunu
yapmak için bir zaruret mevcut değildir " Ibn Hacer, bunun ardından şöyle
der Ibnu'l-Muneyyır "onaylama" ifadesinden "güzel sayma ve
özendirmeyi" kastetmışse, dediği doğrudur Ama bununla "caiz
saymayı" kastetmışse, söylendiği isabetli sayılmaz Çunku kan aldıranın
buna başvurması zaruret sebebiyle caiz olunca bunu yapan kimseye de aynı
şekilde caiz olur Benim işaret ettiğim husustan başka, ıkısı arasında bir fark
sozkonusu değildir Çunku hacamatçıhğın değersiz (aşağılık) kazanç yollarından
sayılması, meşru olmamasını gerektirmez Eğer butun insanlar hacamat yapma ışını
terkedecek olurlarsa, bu durum kendilerine zarar verir.[512]
Sahîh-ı Buhân'de İbn
Mesud'dan şu rivayet nakledilir: En-sardan künyesi £bû Şuayb olan bir adam
gelerek kasap olan hizmetçisine şöyle dedi: Bana beş kişiye yetecek yemek yap.
Ben beş kişinin beşincisi olarak Resulullah'ı (sav) davet etmek istiyorum.[513]
Tırmızı'nın
el-Câmi'ınde "kassâb" yerine "lahhâm" kelimesi geçmektedir.[514] Tırmızı'ye
haşiye yazan şöyle der Lahhâm, mübalağa kalıbı ile olup "et satıcısı"
demektir Sanatlarla ilgili kelimeler, bunlarla uğraşanların çok çalışmaları ve
çok iş yapmaları sebebiyle mübalağa kalıbıyla olurlar.[515]
el-Isâbe'de müellif,
Hahd b Esîd b Ebı'l-îs el-Umevî'nın biyografisini verir ve Ibn Dureyd'den onun
kasap olduğuna dair nakilde bulunur.[516]
Yine el-Isâbe'de müellif, Kırâm'ın biyografisini vererek şöyle der O kasap olup
Medine'de (kendi adıyla) tanınmış sokağın sahibidir Bunu Ömer b Şebbe zikreder.[517]
Hafız Ibnu'l-Cevzî'mnTelkîh'ınde şu bilgi verilir Zubeyr,Amr b Âs ve Âmir b
Kureyz kasaptılar.[518]
Sahîh-i Buhâri'de şu
hadis nakledilir Resulullah f sav), kurbanlık develerinin başında bulunmasını,
etleri, derileri ve semerlerıyle birlikte hepsini dağıtmasını, kasaba ücret
olarak kurbandan birşey vermemesini Hz. Ali'ye emretti.[519]
Taberâni, Abdurrahman
b. Osman el-Vakkâsî yoluyla, onun İbnü'l-Münkedir,[520]
onun da Câbir'den naklettiği şu rivayeti tahric eder: "Resulul-lah (sav)
şöyle buyurdu: Teyzem Fâhite bint Amr'a bir hizmetçi bağışladım ve onu kasap,
kuyumcu veya hacamatçı yapmamasını emrettim.[521]
Vakkâsi "zayıf" bir ravi olup bunu İbn Hacer Fâhite'nin
biyografisinde zikreder.[522]
Fakat Zehebi et-Tecrîd*de şöyle der: Hz. Peygamber'in (sav) Fâhite'ye bir
hizmetçi bağışladığı "vahin"
birhadiste[523] geçmektedir.
Ebû Davud'un
Sünen'inde bu rivayet şöyledir: "Teyzeme bir hizmetçi bağışladım, ona
bereketli olmasını umarım. Kendisine onu hacamatçı, kuyumcu veya kasap diye adlandırmamasını
söyledim."[524]
Ebü'l-Hasan es-Sindî, Ahmed b. HanbePin Müsned'inin haşiyesinde şöyle der:
"Hz. Peygamber'in (sav) hacamatçı ve kasaptan, sakınması güç olmakla
birlikte bulaştıkları pislik sebebiyle; kuyumcudan ise sanatına aldatma
sokması, altın ve gümüşü işleyip bazan bundan erkekler için süs eşyası ve kap
yapması —ki bu da haramdır— veya sözünde çok vaad ve yalan bulunmasından dolayı
hoşlanmadığı söylenmiştir." Kâvukci'nin ez-Zehebü*l-ibrîz'inde, hadiste
bu mesleklerin değersiz meslekler olduğuna işaret bulunduğu söylenir.[525]
eş-Şemâil'de Ebû
Ubeyd'den şu rivayet nakledilir: Hz. Peygamber'e (sav) bir çömlek yemek
pişirdim...[526] el-İstîâb'da da şu bilgi
verilir: Resulullah'ın (sav) azatlısı Ebû Ubeyd bir gün Resulullah'a bir yemek
pişirmişti...[527]
Derim: Ebû Ubeyd'in
hadisi bu şekilde Tirmizi'nin eş-Şemâil'i ve Dârimi'nin el-Câmi'mde
geçmektedir.[528] el-Isâbe'de (I, 151)
Büreyl'in biyografisinde şu bilgi verilir; İbn Şahin, Büreyl es-Sühâlî'den şu
rivayeti tah-ric etti: Resulullah'a (sav) Mekke'de bir adam getirildi, onun
ashabına yemek hazırlıyordu. Ateşin sıcaklığı ona eziyet verdi. Resulullah
(sav) şöyle buyurdu: "Bundan sonra artık cehennem ateşi sana
dokunmaz."[529]
el-İsâbe'de müellif,
Havle bint Kays el-Ensâriyye el-Hazreciyye'nin biyografisini verir ve İbn
Mende'nin Havle bint Kays'tan tahric ettiği şu rivayeti zikreder: Resulullah
(sav) benim yanıma geldi, kendisine bulamaç aşı yaptım. Önüne koyduğumda elini
değdirdi, onu sıcak bularak elini çekti ve şöyle buyurdu: "Ey Havle, biz
sıcağa da, soğuğa da sabredemeyiz (dayanamayız)."[530] Hz.
Âişe'den de şu rivayet nakledilir: "Kendisi için yaptığım bulamaç aşını
Resulullah'a (sav) getirdim. Resulullah benimle Şevde arasında oturuyordu.
Sevde'ye yemesini söyledim, o yemedi. Kendisine 'ya yersin, ya da onu yüzüne
bularım!' dedim. Yine yemedi. Bunun üzerine elimi aşa daldırıp onun yüzüne
buladım. Resulullah güldü ve bizzat eliyle koyarak Sevde'ye 'sen de onun
yüzünü bula' buyurdu. Şevde de onu yüzüme buladı. Resulullah (sav) güldü."
İbn Ğaylân bu hadisi Hâşimi'den rivayet eder.[531]
Molla bunu Sîret'inde tahric etmiştir.
el-Mevâhib'de müellif
şöyle der: Hazîre, küçük doğranmış et parçaları üzerine bolca su koyup iyice
piştiğinde üzerine un eklenerek yapılan yemektir. el-Kâmus'ta ise harîre
şeklinde geçer ki manası da "süt veya yağla pişirilen un bulamacadır.
el-Fâkihî el-Mekkî'nin Menâhicü'1-ahlâki's-se-niyye'sinde[532] şu
bilgi verilir: Resulullah (sav) hazîre yedi. Hazîre küçük kesilen et
parçalarının üzerine bolca su konulup iyice piştikten sonra üzerine un
eklenerek yapılan yemektir. Hazîre, yanında kendisiyle şakalaştığı bir hanımı
bulunduğu sırada, Hz. Âişe'nin kendisine yapıp sunduğu yemektir, Şöyle de
denilmiştir: Bu yemek bulamaç aşı (asîde) şeklinde olup daha incedir. Cevheretü'l-gavvâsta
da şöyle denir: Kepekle yapıldığında noktalı "ha" ile hazire, süt
ile yapıldığında ise noktasız *Tıa" ile harîre şeklindedir. Reddâd'ın
Mûcibâtü'r-rahme'sinde[533] ilk
şekil tercih edilmiştir.[534]
Nesâi'nin Sünen'inde
Ebû Râfi'den şu rivayet nakledilir: "Ben Resulullah'a (sav) kebap
yapardım."[535]
el-tsâbe'de müellif,
Mirdâs el-Muallim'in biyografisini vererek şöyle der: Ebû Zeyd ed-Debûsî
Kitâbu'l-Esrâr'da onu senedsiz bir rivayetle anarak şöyle der: Nebi (sav)
Mirdâs el-Muallim'e uğrayarak şöyle buyurdu: "ince ekmek (yapmaktan) ve
Allah'ın Kitabı'na şart koşmaktan sakın." Debûsi şöyle der: Bu rivayetle
ilgili olarak şimdiye dek bir senede vakıf olamadım.[536]
Derim: Eğer bu haber
sabit ise, bununla Hafız İbn Kayyim'in et-Turu-ku'1-hükmiyye'de (s. 233}
söylediği "Hz. Peygamber (sav) zamanında Medine'de narh yoktu. Çünkü
onların içinde ne un Öğütüp kârla ekmek pişiren, ne de un ve ekmek satan kimse
bulunmuyordu; buğdayı satın alıp öğütüyor ve evlerinde ekmek
pişiriyorlardı"[537]
sözü reddedilir.[538]
el-Mevâhib ve şerhinde
şu bilgi verilir: Hz. Peygamber'in (sav) ekmeklerinin küçük mü büyük mü olduğu
konusunu araştırdım, araştırma sonunda bu hususta birşey bulamadım.
AncakDeylemi'ninrivayetettiği bir hadiste Resulullalı'ın (sav) ekmekleri
küçültmeyi emrettiği kaydedilir; Hz. Âişe bu hadisi m e r f û olarak şu lafızla
rivayet eder: "Ekmeği küçültün, sayısını çoğaltın ki size bereketli
olsun." İbnü'l-Cevzî'nin el-Mevzûât'ta belirttiğine göre bu rivayet
"vahin " dir.[539] Oşöyleder:Bukonudaithamedi-len
râvi Câbir b. Selim olup İbn Ömer'den, onun merfu olarak rivayet ettiği şu
hadisi nakleder: "Bereket ekmeğin küçüklüğündedir." Nesâi'den de onun
"kezzâb" (yalancı) olduğunu nakleder.[540]
Fakat İbn Hacer'in de belirttiği üzere Bezzâr ve el-Mu'cemü'1-kebîr'de de
Taberâni bunu zayıf bir senedle rivayet etmişlerdir. Onun hocası Nureddin
el-Heysemî şöyle der: Bu rivayetin senedinde Ebubekr b. Meryem mevcut olup
kendisinde "ihtilât" (hafıza bozukluğu) meydana gelmiştir. Senedin
kalan ravileri ise "sika" (güvenilir)'dirler.Ebu'd-Derdâ'dandaşu m e
rf û rivayetnakledilir: 'Yiyeceğinizi
(ekmeğinizi) kifayet ölçüsünde yapın ki bereketli olsun."[541]
en-Nihâye'de müellif şöyle der: Evzâi'den bunun "ekmeği (somun, yufka)
küçültmek" demek olduğu nakledilir.[542]
Bezzâr da İbrahim b. Abdullah'tan, o da bazı âlimlerden bunun "ekmeği
küçültmek" demek olduğunu nakleder. Sehâvı el-Mekâsıd'da buna işaret eder.
Fethu'I-Bârî'de
"Ölçmenin müstehablığı bâbı"nda[543]
Allah Resulü'nün (sav) "yiyeceklerinizi ölçün (ölçekli harcayın) ki
bereketli olsun" sözüyle ilgili olara müellif şöyle der: Bezzâr'ın
Müsned'inde yiyeceği ölçmekten maksadın "ekmeği küçültmek" olduğu
söylenir ki, ne bunun, ne aksinin varid olup olmadığını kesin olarak
öğrenebilmiş değilim.[544] Ali
el-Kârfnin Mevzûât'ında Zerkeşi'den şu bilgi nakledilir: "Lokmanın
küçültülmesi ve çiğnemin inceltilme si" ni emreden hadisle ilgili olarak
Nevevi "sahîh değildir" demiştir.[545]
Ibnü'l-Imâd'ın yemek
ve yeme adabiyla ilgili Manzûme'sinde[546]
şöyle denir:
Dediler ki yiyen
kimsenin yiyeceği iyice çiğnemesi
Ve lokmasını
küçültmesiyle ilgili hiçbir rivayet değil sahîh
Şu husus bilinmektedir
ki sahîh bir rivayet olmadığım söylemek bundan başka (zayıf vs.) bir rivayetin
olmadığı anlamına gelmez. Muhtemelen bu, Şeyh Ebü'l-Abbas el-Bedevî ve Vefâiyye
önde gelenleri gibi Ebû İshak İbrahim el-Mebtûlî'nin de sofrasındaki ekmekleri
küçültme konusundaki dayanağıdır.
Hanbeli fıkıh
kitaplarından Şeyh Mansur el-Behûtî el-Hanbelî'nin Şerhu'l-Müntehe'l-irâdât
adlı eserinde şu bilgi kaydedilir: Ahmed b. Hanbel'den "büyük ekmekte
bereket yoktur" dediği nakledilir. Ma'mer'in zikrettiğine göre Ebû Üsâme
onlara yemek ikram etti ve ekmekleri parçaladı. Ahmed b. Hanbel "kaç tane
yediklerini bilmesinîer diye öyle yapmıştır" diyor.
el-Makâlâtü*s-seniyye
müellifi, Kastallâni'nin el-Mevâhib'deki sözüne işarette bulunur ki o
"Yiyeceğinizi (ekmeğiniz) küçültün ki bereketli olsun" hadisinden
sonra şöyle der:
Bu konuda hadis
rivayet edilmiştir zayıf senedli
Ki Evzâi'ye isnad
edilir, iz sahibi,
Bundan maksadım ekmeği
küçültmek olduğu rivayeti
Bezzâr da ibrahim'den
nimetler sahibi
Ki Ebu'n-Nedb diye
çağırılır, babası ise Abdullah
el-Cüneyd, bazı ilim
ve hikmet ehlinden naklen
Bundan maksadın ekmeği
küçültmek olduğunu.
Muhtemelen bu
dayanağıdır anlayışlı arif
Tarikat şeyhinin
ekmekleri küçültmesinde
Sofrasının;
Ebü'l-Abbas ve seçkinlik
Ve öncelik sahibi
Ahmed el-Bedevi gibi
Sonra mevhibe
sahipleri ve öncelik sahibi sâdat,
Vefa ve safî oğullan,
marifet ehli gibi ki
Efendilerin iksiri ve
perhizde efendiler.
Araştırdı hafızlardan
bazısı bilgi
Edinmek için nimet
sahibinin ekmeğiyle ilgili,
Seçkin insanın ekmeği
küçük mü
Büyük mü idi?
Bulunmadı kitaplarında
Birşey "Ekmeği
küçültün" hadisinden başka,
Ramte'den[547]
rivayet edilen, Mustafa'nın
Anlayışlı ve razı
olunmuş arkadaşı.
Deylemi etti rivayet
onu bazısından
Ve etti rivayet
yeryüzünde mahlukatın en doğrusunun hadisini.
îbn Sa'd'ın
Tabakât'ında (VIII, 362) Temlek et-Tâbiiyye el-Kûfiyye*-nin biyografisinde,
onun Ümmü Seleme'ye sorduğu ve onun da şöyle dediği kaydedilir: "Bıçağı
ekmeğe koyduğun zaman Allah'ın adını an ve ye."[548]
Bundan da onların ekmeği bıçakla kestikleri anlaşılmaktadır.[549]
İbn Fethûn şöyle der:
Hz. Peygamberin (sav) hanımı Hz. Hatice'nin kuaförü Ümmü Züfer, onun vefatından
sonra Resulullah'a (sav) gelirdi. O da kendisine ikramda bulunur ve “o Hatice
hayattayken bize gelirdi" derdi.[550] İbn
İshâk Sîret'inde şöyle der: Resulullah (sav) Hayber*de veya yolda Safiyye bint
Hay b. Ahtab'la gerdeğe girdiğinde onu süsleyen, saçlarını yapan ve işini
yoluna koyan Ümmü Süleym bint Milhân'dı.[551]
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında şu bilgi verilir: Hz. Peygamber (sav) Safiy-ye'yi Dıhye
el-Kelbî'den satın aldığında, yanında iddet beklemesi, eğitmesi ve hazırlaması
için onu Ümmü Süleym'e teslim etti.[552]
el-tsâbe'de emîrü'l-mü'minîn Hz. Osman'ın kızkardeşi Âmine bint Affân b.
Ebi'l-Âs'ın biyografisi verilir ve İbnü'1-Kelbî'den naklen onun Câhiliyye
devrinde kadın kuaförü olduğu zikredilir.[553]
Yine el-tsâbe'de
müellif, Şebbere bint SafVân el-Kureşiyye'nin biyografisini verir ve
İbnü'l-Kelbî'den jıaklen onun Mekke'de kadınların makyajını yapan bir kuaför
olduğunu kaydeder, el-tsâbe'de Ümmü Rile el-Kuşey-riyye'nin biyografisini veren
müellif Müstağfiri'den naklen şu bilgiyi kaydeder: O güzel ve fasih konuşan
bir kadın olup şöyle demişti: "Allah'ın selamı üzerine olsun, ey Allah'ın
Resulü. Bizler mahfeler ardında, kocaların iffet mahalli ve çocukların
yetiştiricileriyiz. Bize orduda (cihâdda) nasip yoktur. Bize birşey öğret ki
bizi Allah'a yaklaştırsın." Söyledikleri içinde şunlar da vardı: "Ben
kocaları için kadınların makyajını yapan ve süsleyen bir kadınım. Eğer bu
günah ise vazgeçeyim." Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Ey Ümmü
Ri'Ie, onlara makyaj yap ye süsle..." Bir başka rivayette de Resulul-lah'ın
(sav) ona hayranlık duyduğu belirtilir.[554] et-Tecrîd'de
şu bilgi verilir: Ümmü Ri'leel-Kuşeyriyye'nin elçilikte bulunduğu hususu
"vahi n "[555]
şeklinde değerlendirilen bir hadiste geçmektedir.
Fethul-Bâri'de
"demirci bâbı"nda[556] şöyle
denir: Ümmü Eymen'in "Hz. Âişe'ye makyaj yaptım" sözünden maksat
"onu süsledim" demektir. Halil şöyle der: t a k y î n (makyaj,
bezeme), tezyin'dir (süsleme). Bundan dolayı raukay yine (makyajcı kadın), k a
y n e (cariye, hanende) diye adlandırılmıştır. Çünkü süs onun özelliğidir.[557]
Tamamlayıcı bilgi: Ebû
Dâvud Sünen'inde Hz. Âişe'den şu rivayeti tahric eder: Annem Resulullah'la
(sav) zifafa girmem için beni semizletmek istedi. Benim için arzu ettiklerinden
hiçbir şeyi kabul etmedim, ta ki taze hurma ile acur yedim ve en güzel şekilde
semizlendim (dolgunlaşıp toparlandım)." Ebû Dâvud bununlailgili olarak
"semizlenme babı" diye bir başlık açmıştır.[558]
el-îsâbe'de müellif,
Eş'ab et-Tâmi'in annesi ve Esma bint Ebubekir es-Sıddık'ın azatlısı Humeyde'nin
biyografisini vererek şöyle der: Denildiğine göre o, Resulullah'ın (sav)
hanımlarının evlerine[559]
girer, onların arasını bozardı. Hz. Peygamber(sav)onunta'ziredilmesini emretti.
Hz. Peygamberin ona beddua ettiği ve bunun üzerine öldüğü de söylenir. Bu
rivayet sahîh değildir. Çünkü Eş'ab, Hz. Peygamber'in vefatından bir süre
sonra dünyaya gelmiştir. Resulullah'ın bedduasıyla, kendisinin vefatından bir
müddet sonra ölümüne yol açan bir hastalığa yakalanmış olması da muhtemeldir.[560]
el-tsâbe'de bir başka yerde de şu bilgi verilir; Onun oğlu Eş'ab bununla
övü-nürdü. Kendisine "Sanayazıklar olsun, bununla övünenkimse olur
mu?" denilince, "eğer onlar (Resulullah'ın hanımları) katında
güvenilir olmasaydı onu kabul etmezlerdi" diye karşılık verdi.[561]
el-İsâbe'de Hz.
Hatice'nin biyografisinde Ya'lâ'mn kız kardeşi Nefise bint Ümeyye'nin şöyle
dediği nakledilir: Hatice soylu ve zengin bir kadındı. Dul kaldığında Kureyşli
her soylu onunla evlenmeyi arzuluyordu. Hz. Peygamber (sav) kendisi adına
ticaret seyahatine çıkıp bol kârla dönünce Hz. Hatice ona rağbet duydu ve
durumu gizlice öğrenmek için beni ona gönderdi. Ona "niçin
evlenmiyorsun?" dedim, "elimde birşey yok" dedi. "Eğer
ihtiyacın giderilir, mal, güzellik ve denkliğe davet edilirsen?" dedim,
"kim?" diye sordu. Ben "Hatice" dedim, o da kabul etti.[562]
Onun İbn Sa'd'ın Tabakât'ındaki biyografisine bakınız.[563]
el-İsâbe'de müellif,
Rubeyyi bint Muavviz b. Afrâ'mn biyografisini verir ve Ebû Ömer'den şu bilgiyi
nakleder: O bazan Nebi (sav) ile birlikte gazveye çıkardı.[564]
Buhâri, Nesâi ve Ebû Müslim el-Keccî, Rubeyyi'den şöyle dediğini tahric
ederler: "Biz Nebi (sav) ile birlikte gazveye çıkar, askere su verir,
onlara hizmet eder, yaralı ve şehidleri Medine'ye götürürdük." [565]
el-İsâbe'de müellif,
Rufeyde el-Ensâriyye veya el-Eslemiyye'nin biyografisini verir ve Sa'd b.
Muaz'ın Hendek savaşında yaralanması kıssasıyla ilgili olarak Ibn Ishak'tan şu
bilgiyi nakleder Resulullah (sav) şöyle buyurdu "Onu yakından ziyaret
edebilmem için Rufeyde'nın mescıddekı çadırına koyun " Rufeyde yaralıları
tedavi eden, muslumanlardan zarara uğramış kimselerin hizmetine kendisini
adamış bir kadındı Bu bilginin benzen Buhârı'nın el-Edebu'1-müfred'ınde de
mevcuttur.[566]
el-İsâbe'de Kuaybe
bınt Sa'd el-Eslemıyye'nın biyografisinde Ibn Sa'd'dan naklen şu bilgi verilir
O, mescıdde bir çadırı olup hasta ve yarahla n tedavi eden bir kadındır Sa'db
Muâz Hendek savaşında yaralandığında onun yanında ıdı Vefat edinceye dek Sa'd'm
yarasını tedavi etmişti.[567] Kuaybe, Nebi (sav) ile birlikte Hayber
savaşına da katıldı ve kendisine ganimetten erkek payı verdi.[568]
Leyla el-Gıfârıyye'nın
biyografisinde şu bilgi verilir O, Nebi (sav) ile birlikte gazvelere çıkardı,
yaralıları tedavi eder, hastalara bakardı Ibn Merdûye de Tefsirinde Muâze
el-Gıfârıyye'den şu tahrıcde bulunur Ben Resulullah'a (sav) yakın arkadaştım
(enîs), onunla sefere çıkar, hastalara bakar ve yaralıları tedavi ederdim.[569]
Fakat et-Tecrîd'de şu bilgi verilir "Leyla el-Gıfârıyye'nın gazvelerde
yaralıları tedavi ettiği hususu "bâtıl" bir haberde geçmektedir
"Derim Bu b â 11 1 haber el-Isâbe'de etraflı bir şekilde verilmiştir
Yine el-İsâbe'de Hz
Peygamber'm (sav) azatlısı ve dadısı Umrau Ey-men'ın biyografisinde Vâkıdı'den
naklen şu bilgi verilir Ummu Eymen Uhud savaşında bulundu, su verir, yaralıları
tedavi ederdi Hayber savaşına da katıldı.[570]
el-Isâbe*de muelhf, Ummu Zıyâd el-Eşcaıyye'nın biyografisini vererek şu
bilgiyi zikreder O, Hz Peygamber'le (sav) birlikte Hayber savaşına katılan altı
kadının altıncısıydı Bunların savaşa katıldıkları haberi Resulullah'a ulaşınca
çağırıp şöyle buyurdu "Kimin müsaadesiyle savaşa katıldınız?"
Resulullah'm (sav) yüzünde kızgınlık esen gorduk ve şöyle dedik "Savaşa
çıktık, yanımızda ilaç var, onunla yaralıları tedavi ediyor, okları veriyor ve
un çorbası ıçırıyoruz "(Hadis) Buhadıste, Resulullah'm onlara hurmadan
pay (ganimet) verdiği geçmektedir Bunu Ebû Dâvud,[571]
Nesâı ve Ibn Ebî Âsim tahrıc etmişlerdir.[572]
Ibn Sa'd'ın
Tabakât'ında Ummu Sınan eî-Eslemıyye'mn biyografisinde, onun şöyle dediğini
kaydedilir Resulullah (sav) Hayber savaşına çıkmak istediğinde kendisine gelip
şöyle dedim "Ey Allah'ın Resulü, seninle birlikte çıkayım; su tulumlarım
diker, hasta ve varsa yaralıları tedavi eder, yükleri gözetlerim." Allah
Resulü de şöyle buyurdu: "Allah'ın bereketiyle çık, senin kavminden ve
başkalarından arkadaşların da var. Benimle konuştular, kendilerine izin verdim.
Dilersen kendi kavminle, dilersen bizimle birlikte çık." Ben
"seninle" dedim, "o halde eşim Ümmü Seleme ile birlikte ol"
buyurdu. Ben de onunla oldum.[573] el-lsâbe'deÜtnmüKebşeel-Kudâiyye[574] ve
Üm-mü Varaka el-Ensâriyye'nin[575]
biyografilerine bakınız.
Şâmi Siret'inde, Hz.
Peygamber'in yaralı ve hastaları tedavi için bazı kadınları yanma alması ve
bazı durumlarda ise buna engel olmasıyla ilgili bir başlığa yer verir ve orada
Leyla el-Gıfâriyye'nin kıssasını zikrederek Taberâni'ye isnad eder. Sonra
Taberâni'nin Sahîh'in şartlarına sahip ravi-ler yoluyla Ümmü Seleme'den şu
tahricde bulunduğunu kaydeder: "Resulullah, ensar kadınları olarak bizi de
gazaya çıkarırdı; su verir, yaralıları tedavi ederdik." Sonra Tâberâni'nin
el-Mu'cemül-kebîr ile el-Mu'ce-mül-evsatfda Sahîh'in şartlarına sahip raviler
yoluyla Kudâa kabilesinin Benî Uzre koluna mensup bir kadın olan Ümmü Kebşe'den
şu tahricde bulunduğunu zikreder: "Ey Allah'ın Resulü, bana müsaade et de
şu ve şu orduyla birlikte savaşa çıkayım" dedim, "hayır" dedi.
"Ey Allah'ın Resulü, ben savaşmak istiyor değilim, yaralı ve hastaları
tedavi etmeyi istiyorum" deyince de şöyle buyurdu: "Eğer falan kadın
savaşa katılmış denmeseydi sana müsaade ederdim, fakat sen yerinde otur."[576] Taberâni
bu anılanı zikretmekle kalmış olup bizim zikrettiklerimizi elde edememiştir.
Allah'a hamde-derim.
Buhâri,
"Kitâbu'l-Cihâd"da[577]
kadınların cihâdı, kadının denizde savaşa çıkması, kişinin hanımlarından
yalnız birini savaşa götürmesi, kadınların savaşa çıkıp erkeklerle birlikte
savaşmaları, kadınların savaşta askere su kırbalarını taşımaları, kadınların
savaşta yaralıları tedavi etmeleri, kadınların hasta ve yaralıları geri
götürmeleri şeklinde bâb başlıklarına yer verir.[578]
Buhâri burada Enes'ten
şu tahricde bulunur: "Uhud savaşında insanlar Resulullah'ın (sav)
etrafından kopup dağılınca, Âişe ve Ümmü Süleym'i gördüm; paçalarını
sıvamışlardı, ayaklarına takılı hamalların halkalarını görüyordum, sırtlarında
su kırbalarını taşıyıp askerlerin ağzına boşaltıyorlar, sonra dönüp onları
dolduruyor, sonra gelip askerlerin ağzına boşaltıyorlardı."[579]
AbdurrezzakMa'mer'den, o daZühri'den şöyle dediğini tahric eder: "Kadınlar
Hz. Peygamber (sav) ile birlikte savaşlara katılır, savaşçılara su verir ve
yaralıları tedavi ederlerdi." Ebû Dâvud da Haşrec b. Ziyâd yoluyla, onun
ninesinden şu rivayetini tahric eder: "Onlar Nebi (sav) ile birlikte
Hu-neyn savaşına katıldılar." Bu hadiste şu ifade geçer: Hz. Peygamber
(sav)on-lara bu çıkışlarını sordu, onlar da şöyle dediler: "Biz yün
eğirir, Allah yolunda yardımda bulunur, yaralıları tedavi eder, okları verir
ve un çorbası içiririz."[580]
Müslim de Enes'ten şu rivayeti nakleder: "Ümmü Süleym Huneyn savaşında
bir hançer edinmiş ve şöyle demişti: bunu edindim ki müşriklerden biri bana
yaklaşırsa onunla karnını yarayım."[581]
Ümmü Amâre
el-Ensâriyye'nin biyografisinde Hz. Ömer'den şöyle dediği nakledilir:
Resulullah'ı f sav) şöyle derken duydum: "Uhud günü sağa ve sola dönmedim
ki onu berimde savaşıyor görmeyeyim."[582]
el-Utbiyye'de İmam
Mâlik'in şöyle dediği nakledilir: "Kadınlar Resu-lullah (sav) ile birlikte
onun gazvelerine çıkarlar, askere su verirler ve yaralıları tedavi
ederlerdi." îbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsîl'de şöyle der: Askere hizmet
maksadıyla, güvenilir (güçlü) bir orduyla birlikte kadınların savaşa
çıkmalarının caiz olduğu hususunda âlimler arasında görüş ayrılığı mevcut
değildir.[583]
Hocamız Şebîhi
el-Fecrü's-sâti'de bu konuyla ilgili başlıkta geçen "yaralıları tedavi
etme" sözüyle ilgili olarak Kurtubi'nin şöyle dediğini kaydeder:
"Bunun manası şudur: Onlar yaralar için ilaç hazırlar, düzenlerlerdi;
erkeklerde (dokunulması) haram olan yerlere dokunmazlardı. Bu kadınlar yaşlı
olunca yüzlerini açmaları caizdir, genç iseler örtünürlerdi. Bütün bunlar Arap
kadınlarının ve özellikle ashap kadınlarının savaş, kahramanlık, cesaret ve
iffet konusunda görülen adetleri çerçevesinde cereyan ediyordu. Eğer bizzat
tedavi yapmalarına zaruret duyulursa bu caiz olur, çünkü zaruretler haramları
mubah kılar." İbn Zekri şöyle der: Bunda, yabancı bir kadının, zaruret
bulunması halinde bir erkeği tedavi edebileceğine delil vardır.
Şeyh Abdülğani
en-Nâblusî Şerhu't-Tarîkati*l-Muhammediyye*de babasından şu bilgiyi nakleder:
İbnü'z-Zübeyr Mekke'de hastalandığında kendisine bakması için yaşlı bir kadın
tuttu. Kadın onun ayaklarını ovar ve başında bit arardı.[584]
Burada, daha önce
geçenlere ilave bir grup tüccar hanımdan sözedile-cektir. el-tsâbe'de Kayle
el-Enmâriyye'nin biyografisinde, İbn Mâce'nin tahriri olarak Kayle'den şöyle
dediği rivayeti nakledilir: "Ey Allah'ın Resulü, ben alıp satan bir
kadınım.. ."[585]
Onun İbn Sa'd'ın Tabakât'ındaki (VIII, 238) biyografisinde şu rivayet verilir;
Kayle Ümmü Benî Enmâr'dan şöyle dediği nakledilir: Hz. Peygamber (sav)
umrelerinden birinde, ihramdan çıkmak üzere Merve'ye geldi. Bir asaya dayanmış
olarak gelip yanına oturdum ve şöyle dedim: "Ey Allah'ın Resulü, ben
alışveriş yapan bir kadınım. Bazan bir mal satın almak istiyor, ona satın almak
istediğim fiyatın daha azını veriyorum. Sonra onu almak istediğim fiyatla
alıncaya kadar artırıyor artırıyorum. Bazan da bir mal satmak istiyor, ona
satmak istediğimden çok fiyat biçiyorum. Sonra satmak istediğim fiyatla onu satmcayakadar
indiriyor indiriyorum." Resulullah (sav) bana şöyle buyurdu: "Böyle
yapma ey Kayle. Satın almak istediğin zaman, sana ister verilsin ister
verilmesin, satın almak istediğin fiyatı ver. Birşey satmak istediğinde de,
sana ister verilsin ister verilmesin, ona satmak istediğin fiyatı biç."[586]
Kadı Ukbâni'nin
Tuhfetü'n-nâzir[587] adlı
eserinde şöyle denir: "Mezhebimize göre kadının ticaretle uğraşmasının
mubah olduğu, kocanın bu iş için kadını dışarı çıkmaktan mene demeyeceği;
istediği herhangi bir erkekten kâr sağlama hakkına sahip olduğundan, ticaret ve
sebeplerine başvurmanın yalnız güvenli kadınlarla sınırlandırılmış olmadığı,
aksi halde ticarete girişemeyeceği hususları ile fitneye düşme korkusundan
dolayı kadınlarla simsarları birbirinden uzak tutmak gerektiği hususunu
bağdaştırmak belirsizlik arzetmektedir." Müellif sonra bunu şöyle
cevaplandırır: Kadının ticaretle uğraşmasının mubahlığı, onu bizzat yapmasını
gerektirmez; ister mahrem ister namahrem olsun, güvenilir bir kimseyi kendi
adına bu işe vekil kılabilir. Erkeğin kadını ticaretten mene demeyeceği ne
dair söylediklerimiz el-Mecmûa'dan naklen el-Hâdî'de verilmiştir. Âlimlerden
biri şöyle dedi: "Koca kadını ticaretten menedemez" sözünden
anlaşılan, onun üzerine kapıyı kapayamayacağıdır. Bu husus
el-Vesâiku'1-mecmûa'da "Kitâbu'l-Vesâyâ"da nass olarak
kaydedilmiştir.
Ebû Yahya et-Tâzî'nin
er-Risâle'ye yaptığı şerhte şu bilgi geçer: Alışverişe gelince, erkek
pazarlarda bununla meşgul olmaktan kadını menede-bilir. Kadının evde ticaretle
uğraşması ve erkeklerin onun yanma girmeleri ise caizdir. Fakat alışverişleri
bir perde arkasından yaparlar. Bu hususta kocasından müsaade alması gerekmez.[588]
el-İstîâb'da müellif,
Hz. Peygamberin (sav) oğlu ibrahim'i anarken şöyle der: Onun ebesi, Hz. Peygamberin
(sav) azatlısı ve Ebû Râfi'in hanımı Selma idi. Ebû Raf i, İbrahim'i
Resu-lullah'a müjdeledi, o da kendisine bir köle bağışladı.[589] O,
Hz. Peygamberdin (sav) kızı Fâtıma'nın çocuklarının da ebesiydi. Hz. Fâtıma'nın
cenazesini de kocası Hz. Ali ve Esma bin t Umeys'le birlikte o yıkamıştı.[590]
el-tsâbe*de Hz.
Hatice'nin biyografisinde şu bilgi verilir: Onun ebesi, Safiyye'nin azatlısı
Selma idi; onun çocuğu için sütanne arar, doğum yapmadan önce bunu hazırlardı.[591]
Sevâde'nin el-tsâbe'deki biyografisinde de şu bilgi verilir: Meçhul bir râvinin
bulunduğu bir isnadla nakledilen bir rivayette geçtiği üzere Hz. Hasan'ı
doğurduğunda Hz. Fâtıma'nın ebesi o idi.[592]
Hz. Peygamber (sav),
kadınları sünnet eden Ümmü Atıy-ye'ye şöyle buyurdu: Biraz kes, mübalağa edip
tamamen kesme, çünkü bu, yüze kan ve tazelik gelmesi ve erkeğin cinsî münasebette
daha haz duyması için daha iyidir.[593]
el-İstîâb'da müellif,
Ümmü Bürde bint Münzir b. Zeyd'i anarak şöyle der: Hz. Peygamberin (sav) oğlu
İbrahim'i emziren odur. Hz. Peygamber İbrahim'i annesi doğurur doğurmaz ona
vermişti ve yanında vefat edinceye kadar da hep o emzir-di.[594]
Bu bilginin aynısı
el-İsâbe*de mevcut olup müellif bunun hemen ardından Ebû Musa'nın şöyle
dediğini kaydeder: Meşhur olan, ibrahim'i emzirenin Ümmü Seyf olduğudur.
Muhtemelen her ikisi de onu emzirmişler-dir.[595]
el-İstibsâr'da Esma
bint Yezîd b. Seken el-Ensâriyye'nin biyografisinde, Hz. Peygamber'e (sav) gelerek
şöyle dediği kendisinden nakledilir; "Ben ardımdaki müslüman kadınlar
topluluğunun elçisiyim (temsilcisi); onlar benim söylediğimi söylüyor ve
görüşümü paylaşıyorlar. Allah seni hem erkeklere hem de kadınlara gönderdi.
Sana inandık ve itaat ettik. Biz kadınlar topluluğu (evlerde) kapanmış ve
kuşatılmış, evlerin temel direkleri, erkeklerin şehvetlerini giderme mahalli
ve çocuklarınızın anneleriyiz. Erkekler cemaatlere katılmak ve cenazelere
katılmakla (sevapta bize karşı) üstünlük sağladılar. Cihâda çıktıklarında da
mallarını biz koruyor ve çocuklarını biz yetiştiriyoruz; onların sevaplarına
biz de ortak oluyor muyuz ey Allah'ın Resulü?" Resulullah (sav) yüzünü
ashabına çevirerek şöyle buyurdu: "Dinini öğrenmek konusunda soru sormada
bu kadının söylediklerinden daha güzelini duydunuz mu?" Onlar
"hayır, ey Allah'ın Resulü" dediler. Resulullah (sav) bunun üzerine
şöyle buyurdu: "Dön ey Esma ve ardındaki hanımlara bildir ki sizden
birinizin kocasına güzel zevcelik yapması, onun hoşnutluğunu araması ve
görüşüne uygun hareket etmesi, sevap bakımından, saydıklarınızın hepsine
denktir." Bunun üzerine Esma, Resulullah'ın kendisine söylediklerinden
duyduğu sevinçten dolayı tekbir ve tehlil getirerek geri döndü.[596]
Ebû Nuaym
el-Ma*rife*de Abdullah b. Rebî el-Ensârî'den, onun merfû olarak rivayet ettiği
şu hadisi tahric eder: "Çocuklarınıza yüzme ve ok atmayı öğretin. Mü'min
kadın için de evinde yün eğirmesi ne güzel oyundur (eğlence, uğraş)."[597] İbn
Adî de İbn Abbas'tan şu merfû rivayeti tahric eder: "Kadınlara yazıyı
öğretmeyin, onları odalarda (ilim meclislerinde) bulundurmayın. Mü'min erkeğin
en güzel eğlencesi yüzme, mü'min kadının da yün eğirmedir."[598]
Deylemi Enes'ten (ra) şu merfû rivayeti tahric eder: "Kadının yün eğirmesi
ne güzel eğlencedir."[599]
"Salih lebrâr)
erkeklerin ışı terzilik, salih kadınların ışı de yün eğirmektir" mealindeki
hadis daha önce geçmişti.”[600]
Hatîb Târih'inde, İbn Ab-bas'tan şu merfû rivayeti tahric eder:
"Kadınlarınızın meclislerini yun eğirmeyle süsleyin."[601] ibn
Asâkir, Muhammedb. Bekkâres-Seksekî yoluyla şu tahricde bulunur: Musa b. Avf
bize haber verdi, ona Nufeyli, ona da Ziyâd b. Seken haber verdi: Umnru
Seleme'nin yanına girdim, elinde bir kirmen yun eğiriyordu. Ona "ne zaman
sana gelsem, elinde bir kirmen buluyorum'' dedim, şu karşılığı verdi: "O
şeytanı kovar ve kendi kendine konuşmayı önler. Bana Resulullah'ın (sav) şöyle
buyurduğu haberi ulaştı: Sizin (kadınlar) sevabı en büyük olanınız, gücü
(enerjisi) en sürekli olanınızdır." ibn Asâkir, Muhammed b. Yezid b. Mervân
yoluyla Ziyâd b. Abdullah el-Kureşî'den şu tahricde bulunur: Haccâc b. Yusuf un
hanımı Hind bint Muhelleb b, Ebî Suf-ra'nın yanına girdim, elinde bir kirmen
gordum, yun eğiriyordu. Ona "bir e m î r (yönetici) kızı olduğun halde
yunmûeğiriyorsun?" dedim, şukarşı-lığı verdi: Babamdan şöyle dediğini
duydum: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Sizin (kadınlar) gücü en sürekli
olanınız, sevabı en büyük olanınızdır."[602] Bu
şeytanı kovar ve kendi kendine konuşmayı önler,
Hâkim el-Müstedrek'te
Hz. Âişe'den şöyle dediğini tahric eder: Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Kadınları odalarda (ilim meclislerinde) bulundurmayın, onlara yazıyı
öğretmeyin, yün eğirmeyi öğretin." Hâkim bu hadisin isnadının sahîh
olduğunu söyler.[603]
Beyhaki de bu rivayeti Şuabu'l-imân'da Hâkim yoluyla tahric eder,
ibn Sa'd, Ümmü Subeyye
Havle'den şöyle dediğini tahric eder: "Resulullah (sav) ve Ebubekir
zamanı ile Ömer'in halifeliğinin başında da bir süre, biz kadınlar mescidde
bulunur, birbirimizle dostluk kurar, bazan yün eğirir ve bazan da bazılarımız
orada hurma yaprağı işlerdi. Ömer bizi mes-cidden çıkardı."[604]
Hafız Suyûti bu konuyu el-Ecrü'1-cezel fi'l-ğaze[605]
adıyla bir cüz halinde kaleme almıştır. Bu eser bende mevcut olup burada
verdiğim bilgileri ondan özetledim.[606]
Bayramlarda şarkı
söyleyenler: Sahîhayn'da Hz. Âişe'den şu rivayet nakledilir: "Bir bayram
günü, Habeşliler mescide gelip oynadılar. Resulullah (sav) beni çağırdı,
başımı onun omu-zuna koyup onların oyunlarına bakmaya başladım ve onlara
bakmaktan vazgeçen bizzat ben oluncaya kadar baktım."[607]
Yine Sahîhayn'da şu rivayet zikredilin "Hz. Ebubekir (ra) Hz. Âişe*nin
yanına girdi, Mina günlerinde (kurban bayramı) iki cariye onun yanında şarkı
söyleyip def çalıyorlardı. Resulullah (sav) da elbisesiyle örtünmüştü. Hz. Ebubekir
o cariyeleri azarladı. Resulullah (sav) başını açarak şöyle buyurdu: Onları
bırak ey Ebubekir, bayram günleridir."[608]
İmam Ahmed ve İbn
Mâce, Kays b. Sa'db. Ubâde'den şu tahricde bulundular: "Resulullah (sav)
zamanında olup da biri dışında görmediğim hiçbir şey yoktur; o da Resulullah'a
(sav) Ramazan bayramı günü şarkı söylenip oynanmasıdır (kals). " Câbir,-
"kals" in oyun (la'b) olduğunu söyler.[609]
İbn Mâce, Iyâz
el-Eş'arî'den şu rivayette bulunur: Iyâz Enbâr*da bir bayramda bulundu ve şöyle
dedi: Bana ne oluyor ki sizi Resulullah'ın (sav) yanında oyun (kals)
düzenlendiği gibi oyun düzenliyor görmüyorum?"[610]
Taberâni, Ümmü Seleme'den şöyle dediğini rivayet eder: Bir Ramazan bayramı
günü Hassan b. Sâbit'in bir cariyesinin yanına girdim, saçlarını çözmüş ve
yanında (çaldığı) bir def vardı. Onu azarladım, Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
Onu bırak ey Ümmü Seleme, her toplumun bir bayramı var, bu da bizim
bayramımızdır."[611]
Müslim, Hz. Âişe'den
şöyle dediğini tahric eder: Hz. Ebubekir yanıma geldi, ensann cariyelerinden
ikisi ensarın Buas günü söyledikleri şarkıları söylüyorlardı.
Buas günü, Evs ve
Hazrec kabileleri arasında geçen malum savaştır.
Hz. Âişe (devamla)
şöyle der: O ikisi şarkıcı değillerdi. Hz. Ebubekir şöyle dedi:
"Resulullah'ın evinde şeytan mizmârı (sesi, düdüğü) mı?" Bu bir
bayram günüydü. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Ey Ebubekir, her toplumun
bir bayramı var, bu da bizim bayramımızdır."[612]
Buhârî de bu hadisi tahric eder ve (Hz. Ebubekir*in sözü olarak) şu ifadeyi
kullanır: "Resulullah'ın yanında şeytan mizmâresi mi?"[613]
Derim: Hafız Ebû Bekr
Muhammed b. Abdullah b. Aİımed b. Habîb el-Âmiri el-Bağdâdî[614]
semâ (musiki) ile ilgili eserinde şöyle der: Kim Hz. Ebubekir'in "şeytan
mizmârı" şeklindeki adlandırmasına dayanarak hüküm verirse, çeşitli yönlerden
meseleyi yanlış anlamış ve hata etmiş olur. Hata ettiği hususlardan biri
şudur: Hz. Peygamber'in (sav) onun sözünü reddetmesi, şarkı söyleyenlere sert
davranmasından dolayı onu azarlaması ve Hz. Ebubekir'in Resulullah'ın
söylediğine dönmüş olmasına rağmen, bu kimsenin Hz. Ebubekir'in o sözüne
tutunması. Bir diğer husus da şudur: Bu görüşte olan kimsenin, Hz. Peygamber'in
(sav) dinlemesi ve helal oluşu gerektirdiğinde şüphe bulunmayan onayından yüz
çevirip Hz. Ebubekir'in sözünün mutlak ifadesine bağlanması. Resulullah'ın
(sav) batıl üzere olmayacağını bilmesine rağmen Hz. Ebubekir'in, Resulullah'ın
hazır bulunup onayladığı bir hususun haram olduğuna inanması muhaldir. Sahîh
olan, Hz. Ebubekir'in sözünden ona uygun mananın anlaşılması olup o da şudur:
Hz. Ebube-kir def çalmayı ve şiir söylemeyi ibadet sayılmayan mubahlar
cümlesinden kabul etmekle birlikte nübüvvet huzuruna olan tazimi, risâlet
makamına ihtiramı ve bu makamın ihtişamının yüceliğinden dolayı kerim vicdanı
onu Hz. Peygamber'in (sav) huzurunu oyun (eğlence) görüntüsünden tenzihe yöneltti
ve bu yüce mevkide zikir ve ibadetle meşgul olmanın daha uygun olacağını
düşündü. Bu sebeple de haram olduğu için değil, saygısı dolayısıyla bundan
menetti. Hz. Peygamber de onun bu davranışı hoş karşılamamasını iki husustan
dolayı reddetti. Birincisi şudur: Ümmetine genişlik, yumuşaklık ve bazı
durumlarda ferahlık olarak şeriatinde meşru kılınmış bir şeyin haram olduğunun
sanılmaması için. İkincisi: kalplerinin bazı mubah davranışlarla yatışması ve
ibadet vazifelerine daha canlılık duymaları için şâriin (kanun koyucu) ailesi
ve ümmetine karşı güzel ahlâk ve gönül genişliği izhar etmesi. Nitekim Hz.
Ebubekir "Kur'ân mı, şiir mi?" diye sorduğunda, Resulullah (sav)
"bir süre bundan, bir süre ondan" buyurmuştu.[615]
Huzâi burada şöyle
der: Araştırdığım kitaplarda, Resulullah'ın (sav) evinde cariyelerin
çaldıkları deflerde zil bulunup bulunmadığına delâlet edecek bir bilgiye
rastlamadım. Fakat Ebû Hâmid'in zilli deflerin çalınmasını cazi görmesi, bu
deflerin Hz. Peygamber (sav) zamanında kullanılmış olabileceğini
göstermektedir. O, bu sebeple onları kullanmayı mubah saymıştır.
Derim: Tilimsâni'nin
eş-Şifâ şerhi el-Menhelüi-asfâ'da şöyle dediğini gördüm: Araplar deflerinde
zil kullanırlardı. Onun "cariyeler defle oyna-, dılar" hadisiyle[616]
ilgili olarak söylediği "def yuvarlak mı, zilli miydi?" sözüne
bakınız.
AUâme Kemalüddin
el-Udfuvî el-lmtâ'da şöyle der: Bazı kimselerin Hz. Peygamber (sav) zamanındaki
deflerde zil bulunmadığı yolundaki iddiaları, ispata ihtiyaç gösteren bir
iddiadır, Bu iddia gerçek bile olsa yasak bulunduğu konusunda hüccet sayılmaz.
Hüccet ancak zilli defolup da menedil-miş bulunması halinde sözkonusudur,
Şeyh Ebü'l-Mevâhib
et-Tûnİsî musiki aletlerini dinlemenin mubah olduğuna dair eserinde şöyle der:
"Sahabe ve tabiinden büyük bir grup ud dinlediler. Ashaptan dinleyenler
şunlardır: İbn Amr, Abdullah b. Cafer, Abdullah b. Zübeyr, Muâviye, Amr b. Âs
ve başkaları." Bu bilgiyi İbnü'1-Hâc Şerhu'l-Mürşid'in haşiyesinde ondan
naklen kaydeder.
Hafız Şevkâni'nin
tbtâlu da'va'1-icmâ alâ tahrîmi mutlaki's-semâ[617]
adlı risalesinde, Üstad Ebû Mansur el-Bağdâdî eş-Şâfiî'nin musiki dinlemeye
dair eserinde şöyle, dediğini kaydeder: Abdullah b. Cafer şarkı dinlemede bir
mahzur görmezdi. Cariyelerinin şarkı söylemelerini meşru görür, telli çalgıyla
onlardan şarkı dinlerdi. Bu husus emîrü'l-mü'minîn Hz. Ali (Allah yüzünü
keremlendirsin) zamanında olmuştu. İmâmü'1-Hare-meyn en-Nihâye'de[618] ve
İbn Ebi'd-Dem, güvenilir tarihçilerin şunu naklettiklerini söylerler: Abdullah
b. Zübeyr'in ud çalan cariyeleri vardı. İbn Ömer onun yanına girdi, yambaşında
bir ud bulunuyordu. "Bu nedir, ey Allah Resulü'nün arkadaşı?" dedi,
o da udu kendisine verdi, İbn Ömer udu inceleyerek şöyle dedi: "Bu bir
Şam terazisidir." Îbnü'z-Zübeyr de "onunla akıllar tartılır"
dedi.[619]
Bundan Önceki konu
başlığı altında ensarın cariyelerinden iki cariyenin şarkı söyledikleri
kaydedilmişti. el-Fecrü's-sâti'de müellif şöyle der: Bu iki cariye daha buluğa
(ergenliğe) ermemiş olup Abdullah b. Übey'indiler ve birisinin adı Hamâme idi.
Derim: Onlardan biri,
İbn Ebi'd-Dünyâ'nm İbn Fuleyh'ten, onun Hi-şâm'dan, onun babasından ve onun da
Hz. Âişe'den naklettiği rivayette de Hamâme adıyla anılmıştır. Hamâme'nin
el-İsâbe'deki biyografisine bakınız.[620]
el-tsâbe'de müellif,
Erneb el-Muğanniye el-Medeniyye'nin biyografisini vererek şöyle der1
Emâlİ'l-Mehâmiirnin üçüncü cildinde İbn Cüreyc yoluyla şu rivayeti naklettik:
İbn Cüreyc şöyle der: Ebu'1-İsba', Cemile el-Muğanniye'ninkendisine şunuhaber
verdiğini bize söyledi: Cemile, Câbirb. Abdullah'a şarkının (musiki) hükmünü
sordu, o şöyle dedi: Ensardan biri, Hz Âışe'mn yakınlarından (himayesinde
buyumuş) biriyle evlendi Resu-lullah (sav) Hz Âışe'ye "gelini gönderdin
mı?" diye sordu, o "evet" dedi "Onu şarkı eşliğinde mı
gönderdin, emar bundan hoşlanırdı?"
dedi, Hz Âışe "hayır"
karşılığını verdi Bunun üzerine
Resulullah (sav) "Erneb'ı -—Medine'de şarkı söyleyen bir kadın— ona
ulaştır" buyurdu.[621]
Yine el-Isâbe'de müellif, Zeyneb el-Ensânyye'nın biyografisini vererek şöyle
der Onun Medine'de şarkı söylediğine dair rivayet nakledilmiştir Hafız Muhammed
b Tâhır el-Makdısî Kitâbu's-Safve'de Mehâmılı yoluyla şu tah-rıcde bulunur
Cemile ona (Ebu'1-Isba) şunu haber verdi Cemile, Câbır b Abdullah'a şarkının
hukmunu sordu, Câbır "Ensardan bin, Hz Âışe'nın yakınlarından biriyle
evlendi" dedi ve bundan önce geçen kıssanın aynısını zikretti ki bu
kıssada Hz Peygamber'm (sav) "Zeyneb'ı—Medine'de şarkı söyle yen bir
kadın— ona ulaştır" sozu geçmektedir.[622]
el-İsâbe'de Furay'a bınt Muavvız b Afrâ'nın biyografisine de bakınız.[623]
Hafız Ibn Hacer,
Fethu'l-Bârî'de 'Kıtâbu'n-Nıkâh" ta "ensarın eğlenceden
hoşlandığı" ifadesinin geçtiği kadını kocasına tevdi eden kadınlar ve
bereket duası yapmalarına dair hadisle ilgili olarak şöyle der Ibn Abbas ve
Câbır'ın rivayet ettiği hadiste "ensar, aşk şıın söyleyen bir
topluluktur"[624]
ifadesi vardır Câbır'ın Mehâmılı tarafından nakledilen hadisinde ise "Zeyneb'ı
—Medine'de şarkı söyleyen bir kadın— ona ulaştır" ifadesi geçmektedir
Bundan, Hz Âışe'mn "Kıtabu'l lydeyn" de geçen ve "Ebubekır onun
yanına girdi, yanında şarkı söyleyen ıkı cariye vardı" ifadesinin yer
aldığı hadiste sozu edilen ikinci şarkıcının adı anlaşılmaktadır Ben orada,
bunlardan birinin adının Hamâme olduğunu belirtmiştim Nitekim Ibn Ebı'd-Dunyâ
da "Kıtâbu'l-Iydeyn" de h a s e n bir ısnadîa bunu zikreder Diğerinin
adına ise muttali olmamıştım Şimdi onun bu Zeyneb olduğu kanaatindeyim.[625]
Derim Bunu, Huzâı'nın
burada "ıkı cariye şarkı söylüyorlardı" ve "onlar şarkıcı
değillerdi" sözleriyle ilgili olarak el-Meşârik'ten naklettiği şu bilgiyle
birlikte mütalaa ediniz Kadı Iyâz şöyle der birinci cümlede geçen
"şarkı" sozu, şiir söylemek (ınşâd) anlamındadır ikincisi ise
"lazım sıfat" (söyleyenlerin özelliği) kabıhndendır, yanı o ıkı
cariye bununla (şarkıcılık) nitelenen, şarkı söylemeyi sanat edinenler değil,
cariye ve erkeklerin halvetleri sırasında ınşadda bulunmaları ve işleri
sırasında şiir terennüm etmeleri anlamınadır şarkıcılıkları "Onlar
şarkıcı değillerdi" sözüyle, Arap şıın dışında, Acem (Arap olmayanlar)
eseri şarkılar söylemediklerinin kastedilmiş olması da muhtemeldir "[626]
Hafız Ibnu'l-Cevzî
Telbîsu Iblîs'te (s 240) şöyle der Anlaşılan, bu ıkı cariyenin küçük yaşta
olduklarıdır. Çünkü Hz. Âişe de küçüktü, Hz. Peygamber (sav) ona kız çocukları
gönderir, onunla oynarlardı. İbnü'l-Cevzî sonra bu kıssanın bazı rivayet yollarını
zikreder ki, bu rivayetlerde, söyledikleri şarka sözleri mevcut olup
İbnü'l-Cevzî şöyle der: Bu zikrettiklerimizden onların şarkı sözleri de
anlaşılmış olup bunlar musiki yapılan türden olmayıp defleri de bugün bilinen
türden değildi.[627]
Nevevî Şerhu Müslim'de
şöyle der: "Onlar şarkıcı değillerdi" sözünün manası şudur: Şarkı
söylemek onların adeti değildi ve şarkıcılıkla da tanınmış değillerdi. Kâdî
şöyle der: Onların şarkı söylemesi, savaş, kahramanlık ve zaferle övünmeye dair
şiirlerleydi. Bu da genç kızları şerre yöneltmez ve bunu söylemeleri de hükmü
konusunda ihtilaf edilen şarkı türünden değildir. O sadece şiiri yüksek sesle
okumaktan ibarettir. Onlar bunu sanat ve meslek de edinmiş değillerdi.[628] Bu
bilginin aynısını Kastallâni el-tr-şâd'da[629] ve
başkaları da verir.[630]
Daha önce geçtiği
üzere ensar cariyeleri, ensarın Buâs günü söyledikleriyle şarkı söylüyorlardı.
Buâs bir kale adı olup onun yanında Evs ve Hazrec kabileleri arasında savaş
meydana gelmişti. Tunuslu hocalarımızdan Önde gelen bir zat olan uzun ömürlü
üstad Ebü'n-Necât Salim Bu-Hâcib el-Mâliki[631]
Sahîh-i Buhâri'ye yaptığı ta'likatta şöyle der: Aferin Buhâri'ye ki bayram günü
oynanan oyunu anmış olup bundan da bayram sevincini izhar için oynanan oyunun,
boş eğlence ve batıl davranış çerçevesi dışına çıkmış olması için şer'î bir
maslahattan hali olmaması gerektiği anlaşılmaktadır. Bunda da ümmetin
ilerlemesinin dayandığı temel esaslardan birine işaret vardır. O da oyunların
kalplere din ve vatan sevgisini yerleştiren, güzel ahlâkla güçlenmesini
sağlayan eğitimlerle dolu olmasıdır ki bu suretle insan bu oyunları oynamak
veya seyretmeye meşhur "Gizler bir yudumu köpük içiminde. . ."[632]
darbımeselinde belirtilen durumagelir. Buhâri'ninburada işaret ettiği husus,
Hz. Peygamberin (sav) "At terbiyesi, ok atma ve kişinin hanımıyla
oynaması dışında âdemoğlunun bütün oyunları bâtıldır" sözünden
anlaşılmaktadır. Aferin Sıddıkiyye'ye (Hz. Âişe) ki iki cariye hadisi ile
Habeşliler hadisini bir araya getirdi. Çünkü Buâs şarkısı kalbî cesareti tahrik
eder, Habeşlilerin oyunu ise bedenî hareketlerin süratini öğretir. Bu her iki
husus da savaşta ileri gitmenin dayanaklarıdır. "Savaş eğitimi ilimleri
Öğretmektir, öğretim de oyun değil ciddiyettir, binaenaleyh Buhâri bunu nasıl
oyun diye adlandırır?" diye sorulursa şöyle cevap verilir: İbn Ha-cer'in
de işaret ettiği gibi bu, görünüşte oyuna benzer; görüyorsun ki yarışçıların
herbiri arkadaşına vurmak istiyor gibi yapıyor fakat vurmuyor, isterse babası
veya oğlu olsun onu korkutmak istiyor.[633]
Sahîh-i Buhâri'de Hz.
Âişe'den şu rivayet nakledilir: "Hz. Âişe bir kadını ensardan bir erkeğin
evine gelin götürdü. Re-sulullah (sav) şöyle buyurdu: Ey Âişe, eğlenceniz var
mıydı, ensar eğlenceden hoşlanır?"[634]
Ahmed b. Hanbel'in
rivayet ettiği, Hâkim ve İbn Hibbân'ın sahîh olduğunu kaydettikleri Abdullah
b. Zübeyr hadisinde "nikahı ilan edin"[635]
ifadesi mevcuttur. Tirmizi ve İbn Mâce ise Hz. Âişe hadisini "ona def
çalın" ilavesiyle zikrederler. İbn Hacer Fethu'l-Bârî'de şöyle der:
"Çalın (erkekler)" sözüyle, def çalmanın kadınlara mahsus olmadığı
hususu istidlal edilmiştir. Fakat bu hadisin isnadı zayıf olup kuvvetli
hadislerde def çalmak izni kadınlar içindir, kadınlara benzeme konusundaki
umumî nehiyden dolayı erkekler kadınlara ilhak edilemezler (hükümde onlarla
bir tutulamazlar).[636]
İbn Hâtim'in anılan
hadisiyle[637] ilgili olarak Abdülhak
el-Ahkâm'da şöyle der: Tirmizi'den başkaları bu hadisin sahîh olduğunu
söylemişlerdir. Nesâi, Âmir b. Sa'd'dan[638] şu
tahric-de bulunur: Bir düğünde Karaza b. Ka'b[639] ve
Ebû Mesud el-Ensârî'nin yanına girdim, bir de gördüm ki cariyeler şarkı
söylüyorlar. Şöyle dedim: "Siz Resulullah'ın ashabı ve Bedir ehlisiniz,
yanınızda böyle (hareketler) yapılıyor?** Bana şöyle dediler: "Otur, dilersen
bizi dinle, dilersen git. Bize düğünde eğlenme ruhsatı verilmiştir.”[640]
el-İsâbe'de (s. 217)
müellif, Sabit b. Yezîd el-Ensârî'nin biyografisini verir ve Bârûdi ile Ebû
Nuaym'ın, Şerîk yoluyla Ebû İshak'tan,[641]
onun da Âmir b. Sa'd'dan şu rivayetini tahric ettiklerini kaydeder: Karaza b.
Ka'b,[642] Sabit b, Yezîd ve Ebû
Mesud'un yanına girdim. Yanlarında cariyeler ve birtakım şeyler vardı Şöyle
dedim: "Ashaptan olduğunuz halde böyle (şeyler) yapıyorsunuz?" Şöyle
dediler: "Bize düğünde eğlenme ruhsatı verilmiştir."[643]
el-İsâbe'de Ali b. Hebbâr el-Esedî'nin biyografisine de bakınız.[644]
Yine el-İsâbe'de
müellif, Ma'bed b. Kays'ın biyografisini verir ve İb-nü's-Seken'in şu tahricde
bulunduğunu zikreder: Ben evlenmiştim. Resu-lullah (sav) yanımıza girip şöyle buyurdu:
"Bir eğlence var mı?"[645]
Buhâri Sahîh'te
"Nikah ve velimede def çalma babı" başlığına yer verir, sonra Rubeyyi
bint Muavviz b. Afrâ'dan şöyle dediğini tahric eder: "Zifafa gireceğim
zaman Resulullah (sav) gelip içeri girdi ve senin şimdi oturduğun (râvi kastediliyor)
gibi yatağımın üstüne oturdu. Genç kızlar def çalıp Bedir'de öldürülen
atalarımın iyiliklerini dile getiren şeyler söylemeye başladılar. Birisi şöyle
dedi: "içimizde, yarın ne olacağını bilen bir peygamber var." Bunun
üzerine Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Şunu bırak, söylemekte olduğunu
söyle."[646] İbn Hacer
Fethu*l-Bârî'de "genç kızlar (cariyeler)" sözüyle ilgili olarak
şöyle der: "Bunların adlarım bulamadım. Hammâd b. Seleme'nin rivayetinde
"İki cariye şarkı söylüyordu" ifadesi vardır. Muhtemelen bu ikisi
şarkıcı idi ve yanlarında da kendilerine eşlik eden veya şarkı soylemeksizin
def çalmada onlara yardım edenler vardı." İbn Hacer "iyiliklerini
dile getiriyorlardı" sözüyle ilgili olarak da şöyle der: "Bu kelime
"nübde" den gelmekte olup ölüyü överek özelliklerini anlamak,
cömertlik, kahramanlık vb güzel yönlerini saymak anlamındadır."
Resululîah'ın (sav) "söylemekte olduğunu söyle" sözüyle ilgili olarak
da şöyle der: Bunda, aşırılığa (gulüv) yol açacak şekilde abartma bulunmadıkça
mersiye ve medih dinlemenin caiz olduğuna delil vardır. Taberâni
el-Mu'cemü'1-evsat'da hasen bir isnadla Hz. Âişe'den şu hadisi tahric eder: Hz.
Peygamber (sav), bir düğünleri sırasında bazı ensar kadınlarına uğradı. Onlar
şu şarkıyı okuyorlardı:
Ona (gelin) bir koç
hediye etti, ağılda meleyen
Ve kocan vahada, bilir
yarın ne olacağı[647]
Bunun üzerine
Resulullah (sav) "yarın ne olacağını Allah'tan başkası bilmez"
buyurdu. Muhelleb şöyle der: "Buhadiste,nikahı def ve mubah şarkı ile
ilan etmenin, mubah sınırını aşmadıkça eğlence bile olsa devlet başkanının
duğune gitmesinin, ve kendisinde bulunmayan özellikleri dile getirmedikçe
yuzune karşı kişiyi övmenin caiz olduğuna delil vardır " Ibnu't-Tîn bunu
tuhaf bularak şöyle der: "Resululîah'ın onu söylemekten menetmesi
eğlenceye ciddiyeti sokmasından dolayıdır; çunku onun övülmesi haktır, nıkahta
arzulanan ise eğlencedir." Oysa işarette bulunduğum haberin butunu onu
reddedecek mahiyettedir. Olayın gelişi (siyak), eğer söyleyen mersiyeye devam
etseydi, Resulullah'ın onu menetmeyeceğinı göstermektedir. Onun dile getirdiği
aşırı ovguyu hoş bulmaması, gaybı bilmeyi kendisine izafe etmesinden dolayı
idi. Çunku bu sıfat Allah'a mahsus olup Allah Teâlâ şöyle buyurur: "De ki:
Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez" (Nemi 27/65).
"De ki: Ben kendime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir fayda, ne bir
zarar verme gucune sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır (mal)
elde ederdim ve bana kötülük dokunmazdı" (Araf 7/188). Hz, Peygamber'in
(sav) gaybtan haber verdiği butun şeyler, onun bilgisine bağımsız olarak sahip
bulunmasından değil, Allah Teâlâ'nın kendisine bıldir-mesıyledir. Nitekim Allah
Teâlâ şöyle buyurmuştur- "O gaybı bilendir. Kendi gaybına kimseyi muttali
kılmaz. Ancak razı olduğu elçilere gösterir" (Cin 72/27).[648]
Resulullah'ın (sav)
gelişi sırasında ensar çocuklarının def çalıp şarkı söylediklerine dair haber
meşhurdur:
Dolunay doğdu üstümüze
Seniyyâtü'l-Vedâ'dan
Vacip oldu şükür bize
O davetçi Allah'a
davet ettikçe.
Bu şiir Hz.
Peygamber'in (sav) Medine'ye gelişi sırasında söylenmiş olup Beyhaki ed-DelâiPde[650] ve
Ebubekır el-Mukrî Kitâbu'ş-Şemâ-iTinde[651] Ibn
Âişe'den rivayet ederler Taberi er-Riyâz'da Ebu'1-Fadl el-Cumahî'den şöyle
dediğini nakleder: "Ibn Âışe'yı —sanıyorum babasından naklen— şöyle derken
duydum..." Ve rivayeti zikreder. Taberi şöyle der: Hulvâni bunu Şeyhayn'ın
şartına uygun olarak tahrıc etmiştir.[652] Bu
bilgi için el-Mevâhib ve şerhine (I, 417) bakınız.
el-Mevâhib'de Tebuk
Gazvesi'nden soz edilirken şu bilgi verilir Resu-lullah (sav) Medine'ye
yaklaştığında halk onu karşılamaya çıktı; kadınlar, çocuklar ve köle
hizmetçiler "Ay doğdu üstümüze" şiirini söylüyorlardı. Bazı ravıler
vehimde bulunarak bunun Resulullah (sav) Medine'ye geldiği sırada olduğunu
söylemişlerdir. Bu açık bir vehimdir
Çunku Senıyyâtu'1-Vedâ Şam yönünde olup Mekke'den Medine'ye gelen onu
görmez. Daha önce de belirttiğim gibi, bu kimse ancak Şam'a yönelince onu
görür. Zurkâni şöyle der: Daha Önce geçtiği üzere Veliyyüddin el-Irâkî şöyle
der: Karşılamada bulunanların her yönden vardıkları yokuşlara
"seniyyetü'l-vedâ" (veda yokuşu) denmiş olması da muhtemeldir. Daha
önce geçtiği üzere yokuşların "seniyyât" şeklinde çoğul halde
zikredilmesi de bunu teyid eder. Çünkü kastedilen Şam yönündeki olsaydı çoğul
halde verilmezdi. Hem bir defasında hicret sırasında bir defasında Tebük'ten
gelişinde olmak üzere bu şiirin birden çok kez söylenmiş olmasına da bir engel
yoktur. Dolayısıyla İbn Âişe'nin hata etmiş olduğuna hükmedilemez, çünkü o s i
k a (güvenilir) bir râvidir. Bu bilgi için Fethu'l-Bârî'de hicret,
Zâdü'l-meâd'da Tebük gazvesi ile ilgili yerlere de bakınız.[653]
Muttariz el-Yevâkît'de
İbn Abbas'tan şu rivayeti nakleder: Hz. Peygamber (sav) Medine'ye geldiğinde
onu ellerindeki defleri çalan ve şunları söyleyen ensar kızları karşıladı:
Biz Benî Neccâr*ın
genç kızlarıyız
Ne güzel komşudur
Muhammed[654]
Tirmizi de Abdullah b.
Büreyde'den şu tahricde bulunur: Büreyde'yi şöyle derken duydum: Resulullah
(sav) gazvelerinden birine çıkmıştı. Dönüşünde siyahı bir genç kız (câriye)
gelip şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, eğer Allah seni sağ salim geri
getirirse önünde def çalıp oynamayı adadım." Resulullah şöyle buyurdu:
"Eğer adakta bulunduysan çal, yoksa yok." Kız da başının üstünde çalmaya
başladı. Tirmizi bu hadis için "hasen-sahîh" değerlendirmesinde bulunmuştur.[655]
Kûtu'l-muğtezî alâ
Câmii't-Tirmizf de geçtiği üzere Tûrbeştî şöyle der: Resulullah'ın (sav),
adakta bulunduğu için cariyenin kendi Önünde def çalmasına müsaade etmesi, bu
adağıyla Hz, Peygamber'in selamet üzere dönmesini Allah'ın kendisine bir nimeti
saydığını gösterir ki, böylece durum eğlence özelliğinden hak özelliğine,
mekruhtan müstehaba dönüşmüş olur.[656]
Ebü'l-Ferec
el-Isfahânî Âdâbu's-semâ' adh kitabında şu rivayeti nakleden Bize Abdullahh b.
Şebîb[657] haber verdi; ona İsmail
b. Üveys, ona babası, Hüseyin b. Abdullah'tan, o İkrime'den, o da İbn Abbas'tan
şu rivayette bulundu: "Resulullah (sav), köşkü yanında Hassan b. Sâbit'e
uğradı. Yanında iki sıra halinde arkadaşları vardı ve cariyesi de onlara şarkı
söylüyordu. Resulullah (sav) yanına vardığı sırada cariye şöyle diyordu:
Vah size, ne dersiniz
Oynarsam bir mahzur var mı?
Resulullah (sav)
gülümseyerek "bir mahzur yok" buyurdu. Bu olayı tbn Abdirabbih de
el-İkdü'1-ferîd'de zikreder.[658]
el-tsâbe'de Hassân'ın
biyografisinde şu bilgi verilir: Ebû Nuaym, Bişr b. Muhammed el-Müeddib yoluyla
şu tahricde bulunur: Bişr b. Muhammed Ebû Üveys'ten, o Hüseyin b. Abdullah'tan,
o İkrime'den, o da İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet eder: "Resulullah
(sav) Hassân'a uğradı; yanında iki sıra halinde arkadaşları vardı, Şîrîn adlı
bir cariyesi de onlara şarkı söylüyordu. Resulullah onlara ne bunu yapmalarını
emretti ne de kendilerine engel oldu." İbn Vehb de Ebû Üveys'ten bu
haberin aynısını rivayet eder, fakat "Terütaze bir cariye onlara şarkı söylüyordu"
ifadesini kullanır.[659]
Şarkı ve musiki
konusunda bir grup âlim eser kaleme almışlardır:[660]
1. İbn
Kuteybe, Kitâbu'r-Ruhsa fi's-semâ.
2. Ebû
Mansûr et-Temîmî el-Bağdâdî.
3. Hafız Ebû
Muhammed İbn Hazm el-Endelüsî.[661]
4. Hafız Ebû
Bekr Muhammed b. Abdullah b. Muhammed b. Ahmed b. Habîb el-Âmirî el-Bağdâdî.
5. Şa'râni'nin
el-Mîzânül-kübrâ'sında[662] şu
bilgiyi gördüm: İmam Hafız Ebü'1-Fadl Muhammed b. Tahir b. Ali el-Makdisî[663] bir
eser yazdı. Bu eserde, musikiyi haram sayanların görüşlerini çürüttü, musikinin
haram olduğunu vehmettiren hadisi nakleden ravileri cerhetti ve onları cerheden
hafızları zikretti. Sahih hadisleri delil getirerek nefesli çalgı, def ve telli
çalgının mubah olduğunu gösterdi, def çalmayı sünnet saydı. Şeyh ibn
Abdulğafîâr el-Kavsî şöyle der: Bu eseri Hafız Şerefüddin ed-Dimyâtî'ye okudum,
müellifinden "semâ" yoluyla almış bulunan Hafız Ebû Tahir es-Selefî
el-Isfahanî yoluyla bana bunun icazetini verdi. Telli çalgı dinleme ile bülbül
ve güzel sesli her kuşun sesini dinleme arasında fark yoktur. Kuş sesini
dinlemek nasıl mubahsa telli çalgı dinlemek de öyle mubahtır.
Makdisi'nin anılan
kitabı, eşi az bulunur, geniş kapsamlı enteresan bir eserdir. Onun bir
nüshasını Cezayir'de Bûsaâde'de el-Hâmil zaviyesinde gördüm.
6. Derrâc
diye tanınan Muhammed b. Ömer b. Muhammed es-Sebtî'nin[664]
el-Kifâye ve'1-ğanâ fî ahkâmi'l-ğinâ adlı eseri vardır.[665]
7. Geniş
bilgi sahibi tarihçi Ebu'1-Fadl Kemalüddin Cafer el-Udfuvî eş-Şâfiî'nin
el-İmtâ' bi-ahkâmi's-semâ adlı eseri.[666] Bu
konuda eşi bulunmayan bu kitap bir ciltten ibaret olup bende mevcuttur.
Udfuvi'nin bu eseriyle ilgili olarak İsnevi Tabakâtu'ş-Şâfiiyye'de şöyle der:
"Bu nefis bir
kitap olup müellif onda büyük bir vukuf ortay a koymuştur."[667]
Hafız Şevkâni de "bu konuda eşi yazılmamıştır" der. Derim; Bu konuda
yazılanlar içinde bu eserin bir benzerini, nakil bakımından ondan üstününü ve
araştırma bakımından daha güzelini görmedim.
8. Ebü'l-Kasım
el-Kuşeyrî.
9. Tâcuddin
el-Fezârî.
10. İzzüddin
îbn Abdisselâm.
11. Takiyyüddm
İbn Dakîkilîd'in, musikinin cevazına dair İktinâus-sevânih adlı eseri mevcut
olup bu esere bakınız.
12. Üstad
Ebü'l-Mevâhib et-Tûnisî'nın Ferahu'1-esmâ bi-ruhsi's-
13. İmam
Ebü'l-Fütûh Ahmed el-Gazzâlî'nin Bevâriku'1-ilmâ fî tekfiri men yuharrimu
mutlaka's-semâ.[668]
14. Hafız
Ebû Abdullah Muhammed b. Ali eş-Şevkânî'nin tbtâlu da'va'1-icmâ alâ tahrîmi
mutlaki's-semâ.a.[669]
15. el-Kâmus'un
"hutbe"sini (giriş) şerhe de nler den biri olan Kadı Ebû İsa
Abdurrahim el-Gucerâtî'nin[670] bir
başka risalesi olup bu dört risale birlikte Hindistan'da basılmıştır.
16. Üstad
Abdülğani en-Nâblusî'nin birçok defa basılan îzâhu'd-delâlât fî semâi'l-âlât'ı.[671]
17. Allâme
Arif Ebû Zeyd Abdurrahman b. Mustafa el-Ayderûs el-Yemenî el-Mısrî'nin
Teşnîfü*l-esmâ'bi-ba'zi esrâri's-semâ.[672]
18. Hafız
İbn Receb el-Hanbelî'nin Nüzhetü'1-esmâ fî mes'eleti's-semâ.
19. Dayım
Ebü'l-Mevâhib Cafer b. İdris el-Kettânî'nin Mevâhibü'l-erebi'l-mübree
mine'l-cereb fi's-semâ ve âlâti't-tarab*ı. Bu eser bir cilttir.
20. Bu
kitabın Ebü'l-Abbas Ahmed b. Hayyât ez-Zekkârî el-Fâsî'ye ait ihtisarı mevcut
olup Fas'ta basılmıştır.[673]
Hafız eş-Şevkânî
Butlânü'1-icmâ alâ tahrîmi mutlaki's-semâ[674] adlı
risalesinde şöyle der: Ashaptan bir grubun şarkı dinledikleri hususu rivayet
edilmiştir. İbn Abdilber ve başkalarının rivayet ettiğine göre Hz. Ömer,
Mâverdi ile el-Beyân müellifinin rivayet ettiği ve Râfîi'nin naklettiğine göre
Hz. Osman, İbn Ebî Şeybe'nin rivayet ettiğine göre Abdurrahman b. Avf,
Beyhaki'nin tahric ettiğine göre Ebû Ubeyde b. Cerrah, İbn Kuteybe'nin tah-ric
ettiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs, Beyhaki'nin tahric ettiğine göre Ebû Mesud
el-Ensârî, Beyhaki'nin tahric ettiğine göre Bilâl, Abdullah b. Erkam ve Üsâme
b. Zeyd, Sahîh-i Buhâri'de geçtiğine göre Damre, İbn Tâhir'in tahric ettiğine
göre İbn Ömer, Ebû Nuaym'ın tahric ettiğine göre Berâ b. Mâlik, İbn Abdilber
ve başkalarının rivayetlerine göre Abdullah b. Cafer, Ebû Tâlib el-Mekkî'nin
naklettiğine göre Abdullah b. Zübeyr, Ebü'l-Ferec el-Isfahânî'nin rivayetine
göre Hassan, Zübeyr b. Bekkâr'ın rivayetine göre Abdullah b. Amr, İbn
Kuteybe'nin rivayetine göre Karza b. Ka'b,[675]
el-Eğânî müellifinin tahric ettiğine göre Havvât b. Cübeyr, Ebû Tâlib
eî-Mekkî'nin naklettiğine göre Muğire b. Şu'be, Mâverdi'nin naklettiğine göre
Amr b. Âs, Sahih-i Buhâri'de geçtiğine göre Hz, Âişe ve Rubeyyi.[676]
el-Enisü'1-mutrib fi-m
en lekaytuhu min udebâi'l-Mağrib[677] müellifi,
edip Ebû Abdullah Muhammed el-Bûisâmfnin biyografisinde onun kendilerine şunu
haber verdiğini nakleder: Musiki ilmi, ilk müslüman kuşakta değerini bilenler
katında ilimlerin en önemlilerindendi. Âlimlerin en önde gelenleri ve en
ulularından başkası onunla meşgul olamazdı. İshak b. İbrahim el-Mevsılî[678]
birçok ilimde vukuf sahibi idi, fakat daha çok musiki ile şöhret bulmuştu.
Harun er-Reşîd bir gün âlimlere ihsanda bulundu; huzura çağrılmalarını ve her
branşa mensup olanların ayrı olarak girmelerini emretti. Âlimler gruplar
halinde girmeye başladılar. Her grup huzura girdiğinde İshak b. İbrahim
el-Mevsılî de onunla birlikte girdi, her grupla beraber nasibini aldı. Öyle ki
ihsan sofrasına yirmidört defa gidip geldi (bkz. s. 163).
Derim: Bunun benzeri
el-îsâbe'de Ebü'l-Esved ed-Düelî'nin biyografisinde geçmektedir. İbn Hacer
şöyle der: O tabiin, şairler, fakihler, muhad-disler, eşraf, cengaverler,
ümera, nahivciler, hazırcevaplar, dazlaklar, şiîler, nefesi kötü kokanlar ve
cimrilerden sayılırdı.[679]
Nesâi, Sâib b.
Yezîd'den şu rivayette bulunur: Bir kadın Allah Resulü'nün (sav) yanına geldi.
Resulullah "ey Âişe, bu kadını tanıyor musun?" buyurdu. O
"hayır, ey Allah'ın Resulü" dedi. Resulullah (sav) "bu, falan
oğullarının (falan kabilenin) şarkıcıyıdır, ister misin sana şarkı
söylesin?" buyurdu, o da şarkı söyledi.[680]
Nesâi bu hadisin
bulunduğu konu başlığım "Şarkı dinlemek ve def çalmak hususunda erkeğin
hanımını serbest bırakması babı" şeklinde vermiştir. Udfuvi el-lmtâ'da bu
hadisin senedinin sahih olduğunu söyler. Hafız Şevkâni de bunu belirtir. Udfuvi
şöyle der: Biz bu hadisi Taberâni'nin el-Mu'cemü'l-kebîr'inden naklettik. Bu
hadis, kadın ve erkeklerden şarkı dinlemenin mubahlığı konusunda delaleti
kuvvetli bir hadistir. Hadiste geçen "şarkıcı" ifadesi, o kadının
sanatının şarkı söylemek olduğunu gösterir. Çünkü "kayne" (şarkıcı)
sözü bu konuda meşhurdur. Hz. Âişe'nin bizzat istemeyip önce Resulullah'ın
(sav) Hz. Âişe'den kadının şarkı söylemesini arzu-layıp arzulamadığını sorması,
şarkıcının Hz. Peygamber'in huzurunda Hz. Âişe'ye şarkı söylemesi, bütün bunlar
bu hususun mubah olduğu konusunda sarahat ifade eder.
Derim: Fakat Nesâi'de
hadisin devamı şu şekildedir: "...kadın Hz. Âişe'ye şarkı söyleyince, Hz.
Peygamber şöyle buyurdu; Onun iki burun deliğine şeytan üflüyor." Bakın
ki Huzâi burada hadisin devamını niçin vermemiş? Allah en doğrusunu bilir.[681]
Ebû Ömer İbn Abdilber
el-lstîâb'da ve İbn Kudâme el-tstibsâr'da meşhur sahabi Havvât b. Cübeyr'in
biyografisinde, onun şöyle dediğini zikrederler: Ömer'le birlikte hac
yolculuğuna çıktık; Ebû Ubeyde b. Cerrah ve Abdurrahman b. Avf in da bulunduğu
bir kafilede yürüyorduk. Topluluk "bize Dırâr'ın şiirlerinden şarkı
söyle" dediler. Hz. Ömer ise "Ebû Abdullah'ı bırakın, kendi gönlünün
patikalarından —yani şiirinden— okusun" dedi. Havvat diyor: Seher vaktine
dek onlara şiir okudum, Hz. Ömer şöyle dedi: "Ey Havvât, sesini kes, seher
vaktine vardık." Bu kıssayı İbn Hacer el-tsâbe'de Serrâc'ın Târîh'inde
nakleder.[682]
Sahîb-i Buhâri'de
Bilâl'den, sesini yükselterek bir şiir okuduğu hususu nakledilir.[683] İbn
Gâzi'nin el-İrşâd'ında geçtiği üzere İbn Battal şöyle der: Bu tür şarkı,
Arapların yüksek sesle şiir okumalarından ibarettir. Tabe-ri şöyle der: Bu tür
şarkıyı söylemek icmaen mutlak olarak mubahtır. Bu, Resulullah'ın (sav) evinde
iki cariyenin söylediği ve onun nehyetmediği şarkıdır. Urve b. Zübeyr şöyle
der: "Yolcunun azığı olarak "nasb" ( bir nevi duygusal şarkı)
türü şarkı ve ne güzel azıktır." Hz. Ömer şöyle der: "Şarkı, yolcunun
azığı cümlesindendir." Üsâme b. Zeyd, ayak ayak üstüne atıp nasb şarkı
söyler halde görüldü. Taberi "bu, yüksek sesle şiir okumaktır" der.
Bugün yapılana semâ, söyleyene ise musmi' denir. Eskiden ona muganni denirdi.
İbn Gazi, bunun el-kavvâlü'l-müsmi' olduğunu söyler.
el-Kâmus'ta şu bilgi
verilir: Muğabbire, zikiri yüksek sesle, kıraat ve saireyi sesli yapan bir
gruptur. Bu şekilde adlandırılmaları, insanları baki olana
yönlendirmelerindendir. Hanbelilerin büyük kitaplarından Keşşâ-fü'1-kınâ an
metni'l-İknâ'da,[684] bu
anılan sözlerin ardından şu bilgi verilir: el-Müstev'ab'da bunun bidat diye
nitelendirilmesi ve haram sayılması menedilmiştir. Çünkü bu, deve ve saireyi
şarkıyla coşturma gibi nağmeli şiirdir. İbrahim b. Abdullah el-Kalânisî, Ahmed
b. Hanbel'in sufilerle ilgili olarak şöyle dediğini nakleder: "Onlardan
daha faziletli bir topluluk bilmiyorum." Kendisine "onlar musiki
dinler vecde gelirler" denilince şu karşılığı verdi: "Onları bırakın,
Allah'la bir an neşve bulsunlar." Kendisine "Onlardan bazıları
bayılıyor, bazısı da ölüyor" denilince de şu karşılığı verdi:
"...(çünkü) hiç hesap etmedikleri şeyler, Allah'tan karşılarına
çıkmıştır" (Zümer 39/47).[685]
el-İsâbe'de müellif,
Fâria[686] bint Ümâme
el-Ensâriyye'nin biyografisini vererek şu bilgiyi zikreder: Fâria zifafa
girdiği (kocasının evine götürüldüğü) gece, Resulullah (sav) onlara şöyle
demelerini buyurdu:
Size geldik size
geldik
Selamlayın bizi
selamlayalım sizi
İbnü'1-Esîr, Muâfâ b.
İmrân yoluyla, onun Târîh'inde Hz. Âişe'den şu rivayette bulunduğunu tahric
eder: Ensardan Öksüz bir kızı kocasının evine götürdük, geri döndüğümüzde
Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Ne söylediniz?" Biz de "teslim
edip geri döndük" karşılığını verdik, o şöyle buyurdu: "Ensar
şarkıdan hoşlanan bir topluluktur; ey Âişe şöyle demeli değil miydin?:
"Size geldik size
geldik
Selamlayın bizi
selamlayalım sizi."[687]
İbn Hacer el-İsâbe'de
Ümmü Nübeyt'in biyografisini verir ve güzel bir kıssa ile ilgili kendi isnadını
merfû olarak kaydeder ki ben kendi senedimi
onunlairtibatlandınpsonraondannaklenkıssayı m o v s û 1 olarakver-mek
istiyorum: Suriye müsnidi Abdullah b. Derviş es-Sükkerî ed-DımaşkS 1324 (1906)
yılında şifahen bize haber verdi, o dünyanın müsnidi Abdurrah-man b. Muhammed
b. Abdurrahman el-Küzberfden, o Mustafa er-Rahmetî'-den, o Şeyh Abdülğani b.
İsmail en-Nâblusf den, o Necmüddin Muhammed b. Bedrüddin el-Gazzî el-Âmirî'den,
o babasından, o Şeyhülislâm Zekeriyya el-Ensârî'den, o da hafızların hoea&ı
Ibn Hacer'den şöyle dediğini haber verdi FâtımabıntMııneceâ'dan okudum o
Süleyman b Hamza,EbûNasrb eş-Şîrâzî ve ismail b Yusui b Mektûm'dan ^oyle
dediklerini haber verdi Bize Ebû Ya'mer Hamza b Alı b Hasan haber verdi, ona
Kasım b Ebı'1-Ala, ona Abdurrahman b Ebu'n-Nasr,onalbıalumb EbûSâbıt,[688] ona
Yezîdb Mu-hammedb Abdussamed.ona Ka'bb MâlıkogullarındanUtbeb Zubeyr haber
verdi, ona Nu'man b Beşîr ogullaımdan[689] Muhammed
b. Abdulhâlık, ona Abdurrahman b Nubeyt kendi babası Nubeyt b Câbır'den, o da
annesi Ummu Nubeyt'ten şöyle dediğini haber\ erdi' Beni Neecâr'dan bir genç
kızımızı kocasının evine teslim ettik, yanımda bir def vardı, çalıyor ve şöyle
diyordum
Size geldik size
geldik
Selamlayın bizi
selamlavılım bızı
Kırmızı altın
olmasavdı
Suslenmezdı
vahalarınız ıu'v ı bâdıyehlermız)
Resulullah(sav)bizıgordu
ve"nv>d r du ey ümmu Nubeyt9" diye sordu, ben de şöyle dedim
"Anam babarr s<ınt. feda olsun ey Allah'ın Resulü, biz Benî Neecâr'dan
genç bir kızı kocalma u-shm ediyoruz " Bunun üzerine Re-sulullah
"söylediklerim söyle" buyurdu, ben de söylediklerimi kendisine tekrarladım.
Resulullah (sav) da '"şöyle de
buyurdu
Esmer buğday olmasaydı
Semızlenmezdı bekâr kızlarınız
Ibn Hacer şöyle der:
Bu hadis " g a r î b " olup Ibn Mende tarafından tahric edilmiştir.
Ibnu'1-Esîr de Ebu'l-Berekât Ibn Asâkır'den onu tahrıc etmiş, Ibn Asâkir ise
Muhammed b Celıl b Fârıs'ten, o Ebu'l-Kasımb. Ebu'l-Alâ'dan rivayet etmiş olup
hocamız ondan hadis dinlemiştir. Ebû Nuaym şöyle der: O daha önce, yanı kendi
biyografisinde anıldı Ebû Nuaym, o saha-bi kadının adının Naile bint Hashâs
olduğunu zikreder Ben onu "nûn" harfinde zikrettim, fakat Ebû Nuaym
onu vermemişti Oysa bu sahabiyye onun şartına uygundur.[690]
Ebû Dâvud, Enes'ten
(ra) şu rivayeti tahrıc eder. Nebi (sav) Medine'ye geldiğinde, onun gelişinin
sevinciyle Habeşlıler mızraklarıyla oynadılar.[691]
el-Mevâhib'de şu bilgi
verilir: Hz. Peygamber (sav), kendisiyle birlikte oynamaları için ensar
kızlarını Hz. Âişe'ye gönderirdi. Bunu Şeyhayn rivayet etmiştir.[692]
Sahîh-i Buhâri'de Hz.
Âişe'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ben Hz. Peygamberin (sav) yanında
kızlarla (oyuncak kızlar) oynardım, arkadaşlarım da benimle birlikte
oynuyorlardı. Hz. Peygamber içeri girdiğinde ondan kaçıp saklanırlar, o dapnlan
yanıma gönderir, benimle oynarlardı.[693] el-Meşârîk'te
müellif şöyle der: Hadiste geçen "kızlar," çocukların kendileriyle
oynadıkları kız çocuklarına benzer şekil ve oyuncaklardır.[694]
Hafız İbn Hacer
Fethu'l-Bârfde şöyle der: Kız çocukların oynaması için kız suretinde oyuncak
yapılmasının caizolduğu konusunda bu hadis delil kabul edilmiştir. Bu hadis,
resim yapmayla ilgili yasağın umumîliğini tahsis etmiştir. Kadı Iyâz da bunu
kesin şekilde belirtir ve.cumhur-u ulemanın görüşü olarak nakleder ki onlar,
çocukları ve ev işleri konusunda küçüklüklerinde eğitilmeleri maksadıyla kız
çocukları için oyuncak satımına cevaz vermişlerdir. Bazı âlimler de bunun
mensuh (hükmünün kaldırılmış) olduğu görüşünü savunmuşlardır.[695]
Ahmed b. Hanbel, Hz.
Âişe'den şu rivayeti nakleder: "Hz. Peygamber (sav) Hz. Âişe'nin yanına
girdi, o kız oyuncaklarla oynuyordu, kendisiyle birlikte genç kızlar vardı.
Resulullah fsav) 'bu nedir ey Âişe?' buyurdu, o 'Hz. Süleyman'ın atı' dedi.
Resulullah, onun bu sözüne tebessüm etti." Ahmed b. Hanbel bu hadisin
"garîb" olduğunu söyıer.[696] Sahîh-iBuhâri*de,Hz.
Âişe Resulullah (sav) iîe evlendiğinde bu oyuncağın eşyası içinde olduğu kaydedilir.
Seffârîni'nin
naklettiğine göre İbn Hazm şöyle der: Suretlerle (resim, şekil) oynamak
münhasıran çocuklar için caiz olup'başkalarına caiz değildir. Suretler, bu
durum ve bir elbiseye nakşedilmesi dışında haramdır.
el-Ahkâmu's-sultâniyye'de
" h i s b e görevlisi" faslında şu bilgi nakledilir: Oyuna'gelince,
bununla masiyet (haram, günah) kastedilmiyor. Bununla kastedilen, kızları çocuk
terbiyesine alıştırmaktır. Dolayısıyla bunda, canlıların resmini yapmak ve
putlara benzemekle bir arada bir nevi tedbir sözkonusu olup bir yönden
yapılabileceği (cevaz) bir yönden de yasak sözkonusudur. Böyle bir işi onaylama
veya redde, durumun gösterdiği karinelere göre karar verilir.[697]
Merdâvi'nin şu sözlerinin açıklamasına bakınız:
Öksüz kız çocuğuna
oyuncak almak caizdir Başsız, eğer dilersen. Başlı ise menet Satın alma bundan
bir suret Al velinin malından, öksüzün değil
Bizim bu konudaki
görüşümüz ise müsamahadan ibarettir. el-Fec-rü's-sâti'de "ruhu olmayan
(cansız) resimleri satma ve bunlardan mekruh olanlara dair bâb"[698]
başlığında şu bilgi verilir: Ulema bundan kız çocukların oyuncaklarını istisna
edip oyuncak edinmeyi ve satmayı caiz saymış, bunun için bacaklarını bozmaya
lüzum görmemişlerdir. Çünkü Hz. Peygamber (sav), çocuk terbiyesi konusunda
çocukları eğitme sözkonusu olduğundan Hz. Âişe'nin oyuncak edinmesini uygun
görmüştü. Fakat İmam Mâlik kişinin, oğlan çocuğu için bu tür oyuncak satın
almasını mekruh saymıştır. Yani bununla oynamayı mekruh gördüğünden değil de
bunun erkeklik ahlâkından sayılmamasından dolayı. Bunun manası budur. Kadı
Iyâz böyle söyler, Ubbi de onaylar.
Ubbi'nin eserinde, Hz.
Âişe'nin "ben kız oyuncaklarla oynardım" sözü ile ilgili olarak Kadı
Iyâz'ın şöyle dediği nakledilir: Bu hadiste, bu oyuncaklarla oynamanın caiz
olduğuna delil ve resim edinme yasağını tahsis vardır. Çünkü bunda kız
çocukları, evleri ve çocukları konusunda küçüklüklerinde eğitmek sözkonusu oîup
ulema bu oyuncakları alıp satmayı caiz görmüşlerdir.[699]
Habeşliler
mızraklarıyla mescide gelip oynadılar, Hz. Peygamber (sav) Hz. Âişe onun omuzuna
dayanmış olduğu halde onları kendisine seyrettiriyordu- Buhâri bu hadisi çeşitli
yerlerde tahric eder.[700]
Bunlardan biri "Kitâbu'n-Nikâh" ta "kadının Habeşlilere ve
benzerlerine, zan (töhmet) sözkonusu olmaksızın bakması bâbı"dır.[701]
Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde (III, 152) Enes'in tercemesinde şu rivayet nakledilir: Habeşliler
Hz. Peygamber'in (sav) önünde oynuyor, raksediyor ve (kendi dillerinde)
"Muhammed salih bir kuldur" diyorlardı. Resulullah ne söylediklerini
sorunca "Muhammed sahh bir kuldur" dediklerini söylediler.[702]
Hadis,
Tırmızı'ninCâmi'ınde şu lafızla geçer. Hz Peygamber kalktı bir de baktı ki
Haberliler raksedıyorlar, etraflarında da çocuklar var. "Ey Âişe bak"
buyurdu, geldim göğsümün ust tarafını Resulullah'ın omuzuna dayadım ve omuzu
ile başı arasından Habeşlileri seyre koyuldum. Bana "doydun mu, doydun
mu" diyor, ben de "hayır, hayır" diyordum. Tirmizi, bu hadis
için "hasen-sahıh-garîb" değerlendirmesini yapar.[703]
Zurkâni
Şerhu'l-Mevâhib'de (IV, 311) şöyle der: "Hz. Peygamber (sav) muhtemelen,
bellemesi, öğrenmesi ve sonra insanlara nakletmesi için Hz. Âışe'ye onların
oyunlarını gösterdi " Bu bilginin aslı Ibn Battâl'a ait olup o şöyle
der:"Hz Peygamber'in(sav)Hz, Âışe'yi mızrak oyununu seyre bırakmasının,
bu husustaki sünneti bellemesi ve gelecek bazı musluman çocuklarına sağlam
hareketlen nakletmesi ve onlara bunu öğretmesi maksadıyla olması mümkündür
" Bunu ondan el-thyâ şârihi nakleder. Kadı Iyâz da şöyle der- Bu hadiste,
raksın mubah olduğuna dair en güçlü delil mevcuttur. Çunku Resulullah (sav)
onlan onaylamaya ilave olarak kendilerini teşvikte bulunmuştur.
Mevvâk
Sünenü'l-mühtedîn'de ve Venşerîsi de el-Mi'yâr'da bunu nakledip
onaylamışlardır.[704]
Daha önce Ahmed b Hanbel'ın Müsned'inde nakledildiği gibi, onların dansedip
"Muhammed salih bir kuldur" dediklerini öğrendikten sonra Hz.
Peygamber'in (sav) adını oyun çerçevesinde anmanın caiz olduğunu sanırsın.
Oysa Resulullah'ı anmak oyunla birlikte olmaz, ciddiyetle olur. Gazzâli'nin
el-thyâ'da "Kitâbu's-Semâ" daki şu sözlerine bakınız: Kur'ân-ı
Kerim'i def çalmak ve benzeri davranışlardan korumak vaciptir. Çunku bu tur
davranışlar çoğunluğun nazarında oyun ve eğlenceden ibarettir. Kur'ân ise
herkes nazarında ciddiyettir tamamen. Binaenaleyh çoğunluk katında eğlence
olan ve eğlence olarak bakmasalar bile havas nazarında şeklen eğlence sayılan
bir şeyin mahz-ı hak olan bir şeyle karıştırılması caiz değildir. Aksine
Kur'ân'a s aygı göstermek gerekir ve bundan dolayı yol kenarlarında değil
sakin bir yerde okumak icap eder. Bu sebepledir ki düğün gecesi Kur'ân
kıraatıyla birlikte def çalmak caiz değildir. Resulullah (sav), Rubeyyi bınt
Muavviz b. Afrâ'nın evine gidip yanında şarkı söyleyen genç kızlardan birinin
şarkı şeklinde "içimizde bir peygamber var, yarın olacakları bilen"
dediğini duyunca şöyle buyurdu1 "Bırak onu, söylemekte olduğunu
söyle." Genç kızın söylediği, peygamberliğe şehadet mahiyetinde olup
Resulullah onu bundan menetmiş ve eğlence olan şarkıya yöneltmiştir. Çunku
beriki mahz-ı ciddiyet olup eğlence ile birlikte olmaz O halde saygı gösterme
çerçevesinde, o cariyenin peygamberliğe şehadetten şarkıya dönmesi gibi Kur'ân
okumadan da şarkıya dönmek vaciptir.[705]
Bu bilginin aynısı
Ibmı't-Tîn es-Sefâkustî tarafından Sahîh-i Buhâ-rî*ye yaptığı şerhte
verilmiştir Bunun benzen şarkı sözleriyle ilgili bahiste geçmiş olup oraya
bakınız Kastallânı'nın el-Irşâd'ında, Rubeyyı'ın bu kıssasında geçen
"bunu bırak söyle" sözüyle ilgili olarak şöyle denir Gaybın
anahtarları Allah'ın katında olup onları kendisinden başkası bilemez Bu ikazla,
Hz Peygamber'ın oyun ve eğlence sırasında vasfedılmesının yasaklanması da
muhtemeldir Çunku onun makamının şeref ve yüceliği ancak ciddiyet meclislerinde
anılmasını gerektirir.[706]
Biz de burada böyle
diyoruz Eğer Habeşhlerın davranışı mücerret oyun olsaydı, oynadıkları sırada
"Muhammed salıh bir kuldur" demekten onları menederdı Onları
menetmeyıp üstelik onaylayarak teşvik ettiğine göre yaptıkları, kendisiyle
taabbud ve taat, Allah ve Resulü ile neşve izharı kastedilen bir zikirdir Bundan
dolayı Resulullah (sav) onların yaptığını onayladı, hayranlık duydu ve
kendilerinden son derece hoşnut oldu eş-Şifâ'da, selef-ı sâhhm Allah Resulu'nu
mücerret olarak zikrettiklerinde kendilerinde şiddetli haller meydana geldiği
belirtilir.[707]
Şeyh Ebu's-Suûd
el-Fâsfnın, kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplardan bin şöyledir Allah
Resulu'nun, sevap kasdı ve dileğinden başka bir şekilde anılması helal değildir
Sokak ve çarşılarda, yanı uluorta yerlerde zikredilerek değerinin düşürülmesi
caiz değildir Onun zikri butun bunlardan yücedir
Hafız Ibn Hacer'ın
Fethu'l-Bârî'dekı "Sufilerden bir grup, bu başlıkta zikredilen hadisle,
raks ve eğlence aletlerini dinlemenin cevazına hükmetmişlerdir Ulemanın
çoğunluğu, maksatların ayrı olması sebebiyle burada itirazda bulunmuşlardır
Şöyle ki, Habeşhlerın mızraklarıyla oynamaları savaş eğitimi mahiyetinde ıdı ve
eğlence için raks konusunda hüccet kabul edilmez" şeklindeki sozu[708] ise
su goturur Çunku tasavvuf ehlinin raksı oyun ve eğlence kabilinden değildir
Hocam Ebû Abdullah Muhammed el-Fudayl eş-Şebîhî el-Fecrü*s-sâti'de, bu sozun
ardından şöyle der Bu soz su goturur Çunku sufîlenn raksında kasıtları oyun
olmayıp bu kasıttan onları tenzih ederiz Onların bundan maksatları zikir için
toplanmak, kalp ve vücut ile zikre yönelmek ve butun uzuvların zikre mustağrak
olmasını sağlamaktır Bu da, zikreden kimse hangi durumda olursa olsun çok
zikretme konusundaki teşvikten dolayı sahih (meşru) bir kasıttır Yine sahih
bir maksatla meydana gelmiş bir rakstan buna delil çıkarmada bir ta'n sozkonusu
olamaz
Derim Tasavvuf ehli
katında rakstan maksat, ayakta zikir olup bu da Kur'ân nassı ile meşrudur
"Namazı bitirdiğiniz zaman ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerinde
(uzanarak) Allah'ı anın" (Nisa 4/103) Yine bundan maksatları sağa sola
meyletme ve titremedir ki bu da sahabeden nakledılmistir. Ebû Nuaym Hilye'de
Fudayl b. Iyâz'dan şu tahricde bulunur: "Allah Resulü'nün ashabı Allah'ı
zikrettiklerinde, şiddetli rüzgârda ağacın önce öne sonra da arkaya sallanması
gibi sağa-sola eğilirlerdi." Hocamız babamın raks ile ilgili basılmış
eserine, Ebü'l-Abbas İbnü'l-Hayyât ez-Zekkâ-rî'nin[709]
buna yaptığı ihtisara ve benim de zeylime bakınız. Hafız Ebü'l-Ab-bas Ahmed b.
Yusuf el-Fâsî'nin bu konuda yazdığı ve Fas'ta basılmış olan risalesine de
bakınız. Meşhur hafız Ebubekir İbn Ebi'd-Dünyâ'nın Kitâbü'l-Vecd adlı bir eseri
olup Ebû Süleyman er-Rûdânî onu Sıla'sında "vâv" harfinde
zikretmiştir.[710] İleride gelecek olan
seksek oynama başlığına bakınız.[711]
Ahmed b. Hanbel
Müsned'in de Hz. Âişe'den şöyle dediğini tahric eder: "Resulullah'ı (sav)
hücremin kapısı önünde duruyor gördüm. Habeşliler mızraklanyla oynuyorlar,
Resulullah da boynu ve kulağı arasından onları seyretmem için ridası ile beni
örtüyordu. Sonra vazgeçen ben oluncaya kadar benim için Öyle duruyordu. Siz
varın oyuna hevesli genç kızın durumunu takdir edin!"[713]
Yine Müsned'de Hz. Âişe'den şu rivayet nakledilir: "Ben oyuncaklarla
oynardım, arkadaşlarım gelirdi. Resulullah (sav) içeri girince ondan kaçarlar,
Resulullah onları tutar bana getirirdi."[714]
İmam Ebû Hamid
el-Gazzâlî çl-İhyâ'da "Kitabu's-Semâ"da bu hadislerden bazılarını
zikrettikten sonra şöyle der: Bu, şarkı ve oyunun haram olmadığı konusunda
sarih nas olup bunlarda çeşitli ruhsatlara delâlet vardır. (1) Oyun:
Habeşlilerin oyun ve raks adetleri açıkça bilinmektedir. (2) Bunun mescidde
yapılması (3) Allah Resulü'nün (sav) onlara "oyuna devam edin ey Erfide
oğulları" demesi ki bu oyun için bir emir ve kendisinden bir istektir. Bunun
haram olduğuna nasıl hükmedilebilir? (4) Resulullah'ın Hz. Ebubekir ve Ömer'i
oyunu red ve inkârdan menetmesi ve bunu bayram günü, yani sevinç vakti
şeklinde bir gerekçeye dayandırması. (5) Hz. Peygam-ber'in bunu uzun süre seyre
devam ederek Hz. Âişe'nin arzusunu yerine getirmesi. Bunda» oyunu seyretmekle
kadın ve çocukların kalbini hoşnut kılmadaki ahlâk güzelliğinin, nimet içinde
yaşamaktan uzak durma ve zühdün bundan sakınma konusundaki katılığından daha
iyi olduğuna delil vardır. (6) Hz. Peygamber'in (sav) kendiliğinden Hz.
Âişe'ye "bakmak ister misin?" demesi, bunun, kızgınlık veya küskünlük
doğuracağı korkusuyla aileye müsaade zaruretinden kaynaklanmadığını
göstermektedir. (7) Şeytan mizmârına benzetmesine rağmen iki genç kızın def
çalıp şarkı söylemelerine müsaade etmesi. Bunda, haram olan mizmarın bundan
başkası olduğuna delil vardır. (8) Resulullah'ın yanı üstü yatmış olduğu halde
iki cariyenin sesine kulak vermesi, kadın sesinin mizmârların sesi gibi haram
olmayıp ancak fitneye düşme korkusu bulunduğunda haram olduğuna delalet eder.
Bütün bu naslar ve kıyaslar, bayram gününe mukayeseyle bütün neşe zamanlarında
şarkı, raks, def çalma, mızrak ve kalkanlarla oynamanın, Ha-beşliler ve
zencilerin rakslarını seyretmenin mubah olduğuna delalet etmektedir.[715]
Buhâri
el-Edebü'I-müfred*de "Çocukların oynaması babı" başlığına yer vererek
şu hadisi zikreder: Bize Musa haber verdi, ona da Abdulaziz haber vererek
şöyle dedi; Bana hayır ehlinden Ebû Ukbe künyeli bir şeyh (hoca) haber verdi:
"Bir defasında İbn Ömer'le birlikte yürüyordum. Habeşlile-re rastladı ve
onları oynuyor gördü. İki dirhem çıkarıp kendilerine verdi."[716]
Ebû Abdullah İbn
Sûde'nin el-Husâmü'1-mesnûn fî nusreti ehli*s-sırri'I-meknûn'unda İkrime'den şu
rivayet nakledilir: İbn Abbas çocuklarını sünnet ettirdiğinde oyuncular da
davet edildi, oynadılar, İbn Abbas onlara dört dirhem verdi.[717]
At yarışı konusu daha
önce geçmişti.[718]
el-Mevâhib'de şu bilgi verilir: Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) bir
yolculuk sırasında hanımı Hz. Âişe ile yarıştı, vücudunun hafifliğinden dolayı
Hz. Âişe kendisini geçti. Daha sonra bir başka yolculukta Resulullah onunla
tekrar yarıştı; Hz. Âişe bu kez şişmanlamıştı, Resulullah onu geçti ve hatırını
hoş tutmak için ona "bu yarış diğerine karşılıktır (onun
rövanşıdır)!" buyurdu. Ahmed b. Hanbel de Hz. Âişe'den şu tahricde
bulunur: Yolculuklarından birinde Resulullah (sav) ile birlikte çıkmıştım, genç
bir kızdım, fazla kilolu ve semiz değildim. Resulullah (sav) beraberindekilere
"Önde gidin" buyurdu, onlar da gittiler. Sonra bana "gel,
seninle yarışayım" buyurdu. Kendisiyle yarıştım ve onu geçtim, sesini
etmedi. Ben kilo alıp semizlendiğim sırada yolculuklarından birinde kendisiyle
birlikte çıktım. Beraberindekilere "önde gidin" buyurdu ve bana
"gel, seninle yarışayım" dedi. Kendisiyle yarıştım, beni geçti ve
gülerek "bu, diğerine karşılıktır!" buyurdu.[719] Ebû
Dâvud, Nesâi ve İbn Mâce bu hadisi Hz. Âişe'den rivayet etmişlerdir.[720]
Bunu müellif el-Muğnî'de haber verir.
İbnü'l-Cevzî Telbîsu
İblîs'te şöyle der; "Görüyor musun, Resulullah (sav) hanımlarıyla eğlenip
neşelenince, Hz. Âişe ile yarışınca Allah'la ünsi-yetten ayrılmış mıydı?'[721]
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında Vâkıd b. Abdullah b. Ömer b. Hattâb'ın biyografisinde, Nâfî'den
şu rivayet nakledilir; Vâkıd b. Abdullah Sukyâ'da vefat etti. İbn Ömer onun
namazını kıldı, defnetti, sonra bedevileri çağırdı ve onları yarıştırmaya
başladı. Kendisine şöyle dedim: "Şimdi Vâkıd'ı defnettin ve bedevileri
yarıştırıyorsun?" İbn Ömer şöyle dedi: "Vah sana ey Nâfi, Allah'ın
bir işte galebe çaldığını gördüğünde, onu unut."[722]
İbn İshak Sîret'inde
ve başka müellifler şu bilgiyi zikrederler: Mekke'de çok güçlü ve iyi güreşen
biri vardı. İnsanlar onunla güreşmek için çeşitli memleketlerden geliyorlar,
onları yeniyordu. Bir gün Mekke'nin vadilerinden birinde giderken Resulullah
(sav) onunla karşılaştı ve kendisine şöyle dedi: "Allah'tan korkmaz,
benim seni davet ettiğim şeyi kabul etmez misin?" O, "ey Muhammed,
doğruluğuna şahidin var mıdır?" diye sordu. Resulullah (sav) "evet,
seni güreşte yensem Allah ve Resulü'ne inanır mısın?" dedi, o da
"evet, ey Muhammed" karşılığını verdi. Resulullah, "güreşe hazırlan"
buyurdu, o "hazırım" dedi. Resulullah ona yaklaştı ve güreşip yendi.
Rükâne hayrete düştü ve yeniden güreşmek istedi. İkinci ve derken üçüncü defa
da onu yendi. Rükâne hayretler içinde kalarak şöyle dedi: "Senin halin
enteresandır!"[723] Bu
hadisi Ebû Nuaym ve Beyhaki Ebû Ümâme'den iki yolla, merfû
ve mür sel olarak rivayet
ederler.
Adı geçen Rükâne,
sahabi Rükâne b. Abdi Yezîd b. Hâşim b. Muttalib b. Abdimenâf el-Kureşî
el-Mekkî olup Mekke'nin fethi yılında müslüman oldu, Muâviye'nin halifeliği
zamanında 24 (645) yılında Medine'de vefat etti. Çok güçlü kuvvetli ve güreş
kabiliyetiyle tanınmıştı, onu asla yenen olmamış, mağlup olarak vücudu yere
değmemişti. Resulullah'ın (sav) onunla güreşip yendiği hususu sahihtir. Bunu Hafâci
NesîmüV-riyâz'da söyler.[724]
İbnü't-Tayyib el-Fâsî'nin el-Kâmûs'a yaptığı haşiyede Rukâne ile ilgili olarak
şu bilgi verilir: Onun kıssası meşhur olup Resulullah'ın (sav) onu yenmesi en
büyük mucizelerinden biridir. Rukâne kendi zamanındaki insanların güreşte en
güçlüsü idi. Gücünden dolayı, yeni kestiği bir devenin sağlam ve yumuşak
derisi üzerinde durur, on kişi onun altından deriyi çekmeğe çalışır, deri
parçalanır, fakat o yerinden kıpırdamazdı. Bu bilgi eş-Şifâ ve el-Mevâ-hib'in
şerhleri ile diğer kaynaklarda geçer.[725]
Derim: Rükâne'nin
mezkur kıssasını Hâkim el-Müstedrek"te Ebû Cafer b. Muhammed b. Rukâne
el-Musâri'den, onun da babası Muhamed'den rivayeti olarak verir.[726]
Fakat Ibn Haceret-Takrîb'de şöyle der: Ebû Cafer b. Muhammed b. Rukâne
meçhuldür.[727] Muhammed b. Rukâne ile
ilgili olarak da şöyle der: O meçhuldür, kendisini sahabe arasında zikreden
kimse vehmetmiştir.[728]
Bu güreşi Ebû Dâvud ve
Tirmîzi, Ebu'l-Hasan el-Askalâni yoluyla Ebû Cafer b. Muhammed b. Rükâne'den, o
da babasından rivayet eder: "Rukâne, Resuluîlah (sav) ile güreşti."[729]
Tirmizi, hadisin "hasen-garîb" olduğunu,isnadınınise" kâim"
olmadığımbelirtir.[730] İbnHibbânşöyle
der: Onun güreşle ilgili haberinin isnadı su götürür, onun haberinin isnadına
itimat etmem. Bunu el-İsâbe müellifi kaydeder.[731]
el-Mevâhib'de geçtiği
üzere Hz. Peygamber (sav) Rükâne'den başka kimselerle de güreşmişti. Onun oğlu
Yezîd b. Rukâne bunlardandır.[732]
Sü-heyli'nin söylediği ve Beyhaki'nin rivayet ettiğine göre Ebü'l-Esved
el-Cumahî de bunlardandır. Çok kuvvetliydi. Öyle ki sığırın derisiüzerinde durur,
çevresinde on kişi deriyionun ayaklan altından ayırmak için çekerlerdi, deri
parçalanıp dağılır o yerinden oynamazdı. Hz. Peygamber'i güreşe davet ederek
şöyle dedi: "Eğer beni yenersen sana inanırım." Hz. Peygamber de onu
yendi.[733]
Hıfni, İbn Hacer'in
el-Hemziyye'ye yaptığı şerhin haşiyesinde şöyle der: Hz. Peygamber'in (sav) Ebû
Cehil ile güreştiği söyleniyorsa da bu doğru değildir. Bunun doğru olmadığına
dair bilginin aslı Burhanüddin el-Halebî tarafından el-Muktefâ*da verilmiştir.
Nitekim Hafâci Nesîmü'r-riyâz'da bir yerde ondan,[734] bir
başka yerde de Makdîsi'den nakleder.
Bende Hafız Suyûti'nin
el-Müsâraa ile'l-musâraa[735]
adlı güzel bir risalesi vardır. Orada Hz. Peygamber'in (sav) Ebû Rükâne ile
güreşini çeşitli rivayet yollarıyla zikreder ve gazaya çıkma konusunda izin alabilmek
için küçük sahabilerin birbirleriyle yaptıkları güreşleri, Mekkelilerin zemzem
suyu içtikleri sürece güreştikleri herkesi yendiklerini ve Hz, Peygamber'in
huzurunda Hz. Hasan ile Hüseyin'in güreşlerini çeşitli rivayet yollarıyla
zikreder. Nesîmü'r-riyâz'da Rükâne hadisiyle ilgili olarak müellif şöyle der:
Bu hadis, güreşin caiz olduğunu gerektirir. Ancak âlimler, mal ile yarışta
olduğu gibi mal koyarak güreş tutulmasını haram saymışlardır. Mal karşılığında
güreşmesi ise Resulullah'a has özelliklerdendir.[736]
Adı geçen Rükâne'nin
Yezid adlı oğlu ve onun da Ali adlı oğlu vardır. Her ikisi de babalan gibi
güçlü idiler. Bir gün Yezîd b. Muâviye bu Ali ile güreşti, Ali onu eşi
duyulmamış bir şekilde yendi. Yezîd Arapların en güçlüle-rindendi. Sonra Muâviye
Ali'yi güç yetirilmeyen serkeş bir ata bindirdi. Ali bununla ne yapılmak
istendiğini anladı; at serkeşlik edince, Ali bacaklarıyla onu öyle sıkıştırdı
ki at yarıldı ve öldü. Anlattığına göre o iki adamı elleriyle tutup
koltuklarının altına alarak yürüdü. Adamlar "öldük öldük" diye bağırmaya
başlayınca onları bıraktı. Bu bilgiyi İbnü't-Tilimsâni Şerhu'ş-Şifâ'da söyler.[737]
Sahîh-i Buhâri'de şu
rivayet zikredilir: Resulullah (sav), Hz. Ali'ye "sen bendensin, ben de
sendenim," Ca'fer'e "yaratılış ve ahlâkta bana benze-missin,"
Zeyd'e de "sen kardeşimiz ve mevlâmızsın" buyurdu.[738]
et-Tev-şîh'te, İbn Sa'd'ın, Bâkır'ın mürsellerinden olan rivayette şu ilavede
bulunduğu kaydedilir: Bunun üzerine Cafer kalktı ve Hz. Peygamber'in (sav)
etrafında seksek[739]
oynadı.
Resulullah (sav) ona
"bu nedir?" dedi, o da "Habeşlilerin kendi hükümdarlarına
yaptıklarını gördüğüm birşey" karşılığını verdi. Bir başka rivayette her
üçünün de böyle yaptıkları belirtilir.[740]
"Hacel" belli bir şekilde raksetmektir.
Hafız Irâkî
el-lhyâ'nın hadislerini tahririne dair eserinde şöyle der Hz. Ali, Cafer ve
Zeydb. Harise, Hz. Hamza'nın kızı konusunda davalaştılar.Resulullah (sav) Hz.
Ali'ye "sen bendensin, ben de sendenim" dedi, o seksek oynadı;
Cafer'e "yaratılış ve ahlâkta bana benzemişsin" dedi, o da seksek oynadı;
Zeyd'e "sen kardeşimiz ve mevlâmızstn" dedi, o da seksek oymadı.[741] Ebû
Dâvud bu dava konusunu Hz. Ali'den rivayetle h a s e n birisnadla tahric
etmiştir.[742] Bu hadis Buhâri'de de
seksek oynama anılmadan geçmektedir.[743]
Hafız Suyûti
el-Hâvî'de raks konusunda konuşup Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde naklen adı
geçenlerin seksek oynamalarını andıktan sonra şöyle der: Böyle yapmaları,
kendilerine söylenen sözün lezzetinden dolayı olup Hz, Peygamber de
yaptıklarını olumsuz karşılamadı. Bu, ulaştıkları vecd lezzetiyle sûfilerin
raksetmelerinin meşruiyetine de temel teşkil eder.[744]
Enes (ra) şöyle dedi:
Hz. Peygamber (sav) insanların ahlâkı en güzel olanı idi. Benim Ebû Umeyr adlı
bir kardeşim vardı. Onun da kendisiyle oynadığı bir serçesi (veyakanarya:
nuğar ) vardı, kuş öldü. Bir gün Resulullah (sav) onun yanına girdi, kendisini
üzgün görünce, durumunun ne olduğunu sordu, "serçesi öldü" dediler.
Bunun üzerine Resulullah 'YaEbâ Umeyr, mâ faale nuğayr?" (ey Ebû Umeyr,
serçeciğin ne yaptı?) buyurdu. Bu hadisi Buhâri, Müslim ve Tirmizi tahric
etmiştir.[745]
Cevheri şöyle der:
"Nuğayr," "nuğar"m küçültme ismidir. Serçe gibi küçük bir
kuştur, serçe yavrusu olduğu da söylenmiştir. Kadı Iyâz şöyle der: Tercih
edilen görüşe göre o kırmızı gagalı bir kuş olup Medineliler ona bülbül
derler.[746]
Âlimler bu hadisten
birçok hüküm çıkarmışlardır. Şâfıi âlimlerden Ebü'l-Abbas İbnü'1-Kâs yüzden
fazla hüküm kaydetmiş olunp bunları müstakil bir ciltte toplamıştır. İbn Gazi
şöyle der: Ebü'l-Hasan İbn Menûn, İb-nü's-Sabbâğ'm Miknâse'de ders sırasında
"ey Ebû Umeyr, serçeciğin ne yaptı?" hadisiyle ilgili olarak dörtyüz
fâide (hüküm, bilgi) imla ettirdiği haberinin kendisine ulaştığını bana haber
verdi. İbn Menûn, Miknâse'de kendisinden okuduğum son kimsedir. Ben bu hadis
üzerinde düşündüm ve ikiyüz elli kadar fâide hatırıma geldi, onların asıllarını
kaydettim, fakat ele almaya vakit bulamadım: "Allah, insanlara bir rahmet
'kapısı/ açtı mı onu tutan olamaz..." (Fâtır35/2) Bu bilgi için
Nefhu't-tîb'in dorduııcıı cildine ve Ebu'l-Abbâs es-Sûdânî'nın
Kifâyetü'l-muhtâc'ında Ebû Abdullah IbnuVSab-bağ el-Mıknâsî'nin biyografisine
bakınız.[747] Yine Ibn Gazı Sahîh-i
Buharı haşiyesinde şöyle der Bazı âlimlerin bu hadisten uçyuz fâıde
çıkardıkları haberi bana ulaştı. Hemşehrimiz Ebu'1-Fazl Ibnu's-Sabbâğ
el-Miknâsî'den bundan daha çok nakledeni duydum Ben de bu hadis üzerinde fıkır
yurut-tum, ikiyuzden fazla fâideyi temize çektim, ancak bunlardan bazılarının
mükerrer olması mümkündür Allah en doğrusunu bilir
Ibnu'ş-Şât'm Sahîh-i
Müslim'e yaptığı haşiyede sozkonusu hadimle ilgili olarak şu bilgi verilir1
Kadı fyâz şöyle dedi Bu hadiste, kuçuk çocuğun kuş ile oynamasının caiz
olduğuna delil vardır Ulemaya göre bu oyundan kastedilen, çocuğun kuşu tutması
ve onu tutmakla eğlenmesıdir, ona azap vererek ve sıkarak değil.-Şeyh Ebû Alı
Ibn Rahhâl, kuşu kafese hapsetmenin caiz olduğunu Müdevvene'den öğrendiğim
belirttikten sonra şöyle der. Kuşu hapsetmeye gelince, bu, azap ve acı verme
veya susuz bırakma sozkonusu olmadığında olabilir; bu söylenenler ister ondan
gafil kalmakla, ister kafeslerde horozların birbirini gagalayıp olumune yol
açmalarında olduğu gibi başını gagalayacak başka bir kuşla birlikte aynı kafese
koymakla olsun. Bütün bunlar icmaen haramdır. Çtınku hayvanı boş yere azaba
maruz bı-rakmamnharam olduğunda ihtilaf yoktur. Menfaat ise azap vermeden meydana
gelir. Bu da onu yalnız başına veya kendisini gagalamayan bir kuş ile veyahut
aralarına birbirlerine ulaşamayacakları bir engel bırakarak kafese koyması,
çocuklarını gözettiği gibi onu yeme ve içmede gözetmesi, bir ağaç parçası gibi
üstüne çıkacağı birşey koymasıyla olur. Eğer onu doğrudan yere koyarsa, bu ona
soğukta son derece zarar verir. Bu anılan hususlar, açıklıkları sebebiyle,
kendileriyle ilgili bir nas bulunmasına ihtiyaç göstermezler. Nice insanlar
görmüşüzdür ki tavukları kafeslerde çeşitli azap şekillerine maruz bırakırlar.
Koçu aç susuz hapsetmek veya katırı nerdeyse açlıktan ölünceye kadar bir yere
bağlayıp üstüne kapıyı kapamak da böyledir. Kendilerinde merhamet bulunmayan
kimseler, hayvanları ancak onları öldürecek veya vücudunu zayıflatacak şeylere
karşı korumaya önem verirler, fakat bunlarda selamette olup nefsinde duyduğu
azaba ise kulak asmazlar. Oysa bunların hepsi haram olup Allah'ın affetmemesi
halinde dünya ve ahi-rette azabı gerektirir. Çünkü insandan gayrı bu canlılar
konuşmazlar ve eğer sahibinin merhameti olmazsa herhangi bir ihtiyaçları olduğu
bilinemez. Kim insanlara karışır, kalbiyle düşünür taşınırsa, hayvanları bu
şekilde azaba duçar kılanlara, yuz merhamete sahip olandan başkasının müsamaha
göstermeyeceğini gorur. O sonra şöyle der: Hasılı bu, bir tür cezalandırma
olup çoğu kimseler ondan uzak durmayı terketmışlerdir. Merhamet sahibi
kimsenin, bunu bilmeyen herkesin bu konuda dikkatim çekmesi gerekir,
insanların çoğu, sözgelimi kuşu hapsetmenin ve serçe ile oynamanın caiz
olduğunu duyar ve "ey Ebû Unıeyr, serçeciğin ne yaptı?" hadisi delil
gosterir, fakat ona azap vermeme şartını gözetmeden buna dayanır. Bu, sevabı da
cezası da büyük bir husustur. Hayvanlara normal olarak taşıyabileceklerinden
fazla yük yüklemek vb. hususlar da böyledir. Bütün bunlar, merhametin
kalplerden kazınmasının eseridir. Fakat Allah yalnızca merhamet eden kullarına
merhamet eder.
Ibn Sa'd'ın
Tabakât'ında Müseyyeb b. Dârim'den şöyle dediği rivayet edilir: Ömer b.
Hattâb'ı gordum, bir deve çobanını "devene gücü yetmeyen şeyi niçin
yüklüyorsun?" diyerek dövüyordu.[748] İbn
Abdilhakem'in Fedâilu Ömer b. Abdilaziz adlı eserinde şu bilgiyi gördüm: Ömer,
posta istasyon görevlisine (sâhibu's-sikek; bkz. I, 268), hiç bir hayvana ağır
gem takımı vurulmaması[749] ve
ucuna demir takılı değnekle dürtulmemesi hususunda talimat yazdı. Ömer,
Mısır'da Hayyân'a şunu yazdı: Duyduğuma göre Mısır'da nakil develeri varmış ve
bunlardan bir deveye bin ntıl yükleniyormuş. Sana bu yazım ulaştığında,deveye
altı yüz rıtıldan fazla yük yüklendiğini duymayayım.[750]
Ebû Davud'un
Sünen'inin şerhi Avnü'l-Vedûd'da "Merhamet edenlere Allah da merhamet
eder;yerde olanlara merhamet edin ki goktekiler de size merhamet etsin"[751]
hadisiyle ilgili olarak şöyle denir: "Merhamet edenlere...", yani
yeryüzünde insan ve öldürülmesi emredilmemiş hayvanlara, kendilerine şefkat ve
iyilikte bulunarak merhamet gösterenlere.[752]
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında şu bilgi verilir: Hz. Peygamber (sav) Nukâde b. Abdullah b. Halef
el-Esedî'ye şöyle dedi: "Ey Nukâde, bana sağmal ve binek bir deve al, onu
herhangi bir çocuğa teslim etme."[753]
Yine İbn Sa'd, Taba-kât'ta Sevâde b. Rebîel-Cermî'nin biyografisinde, ondan şu
rivayeti nakleder: Annemi Resulullah'ın (sav) yanma getirdim, bana koyunlar
verilmesini emretti ve anneme de şöyle buyurdu: "Çocuklarına emret,
koyunların memelerini incitmemeleri ve çizmemeleri için tırnaklarını
kessinler. Çocuklarına emret, evlerinin gıdasına iyi davransınlar."[754] Ibn
Sa'd'ın Tabakât'ında şu bilgi de verilir: Hz Ömer, devenin palan sürtmesinden
meydana gelen yağırına elini sokarak şöyle diyordu: "Sana olandan da sorguya
çekilmekten korkarım."[755]
Ibn Rüşd "efendi,
kölesinin yiyecek ve giyeceğinde âdeten (maruf üzere) kendisine vacip olan
miktardan kısarsa kölesi lehine hükmedilerek hakkı ondan alınır. Bu, sahip
olduğu hayvanların durumundan farklı olup, hayvana eziyet verme konusunda
Allah'tan korkması ona emredilir, yemi konusunda aleyhine hükmedilemez"
dediğinde, Mağrib'in Hattâb'ı[756]
Şeyh Ebû Ali İbn Rahhâl, Şerhu'l-Muhtasar'da "nefekât bâbı"nda, İbn
Abdilber'in el-Kâfî'deki şu sözleriyle, ona saygı tavrıyla bu görüşünü
reddetti: Hayvanlara binme ve yük yükleme konusunda merhametli davranmak
sünnete istinaden vaciptir. Çünkü hayvanlar dilsiz olup şikayet edemezler.
"Her can taşıyan varlığı sulamada sevap vardır"[757]
sözü, Allah Resulü'nündür. Hayvanlara iyi davranmada sevap varsa onlara kötü
davranmada da günah vardır. Hayvanlara güçleri üstünde yük yüklenemez,
yüzlerine vurulamaz, sırtları kürsü edinilmez, boyunlarına zil takılmaz ve
gündüz dinlendirilme -leri durumu hariç gece kullanılamazlar. Bir hayvanı
yemsiz şekilde bağlayıp kendi kendisine otlama ve yayılmadan alıkoymak haramdır.[758] İbn
Rahhâl şöyle der: İbn Rüşd'ün "hayvan konusunda... hükmedilemez"
sözü, sahibi hayvana gücü üstünde yük yüklediği veya ona büyük bir işkencede
bulunduğunda, bunu terketmesi hususunda sahibi aleyhine hükmedilme-yip her
ikisinin kendi hallerine bırakılacağı, sadece hayvanı konusunda sahibine
Allah'tan korkmasının emredileceği anlamına gelir ki bu, asla helal olmayıp
insanların sözlerine de aykırıdır. Ebû Ömer (İbn Abdilber) "Her can taşıyan
varlığı sulamada sevap vardır" hadisinin, hayvana kötülük yapmanın günahı
mucip olduğunu, günahın münker ve münkerin değiştirilmesinin de vacip olduğunu
ifade ettiğini söyler. Nitekim İbn Arefe de buna işaret etmiş olup eğer
insanlar, devlet başkanının kendilerine "şu konuda Allah'tan korkun"
demesiyle menedilebilselerdi cezalar, öldürme, hapis ve tazirler teşri
kılınmazdı. Bunlar Ebû Ali îbn RahhâTın, Halil'in "kişiye kölesi ve
otlakta olmadıkça hayvanının nafakasını sağlamak vaciptir, aksi halde gücünün
yetmediği işe mecbur tutmada olduğu gibi satılır. Yavrularına zarar gelmedikçe
sahibinin, hayvanın sütünden alması caizdir"[759]
sözü münasebetiyle söylemiş olduğu sözleri olup oyere bakınız. Ebû Ali, örnek
almaları için hayvanları koruma derneklerinin önüne koymamız uygun olan konuyla
ilgili bütün nakilleri toplamıştır. Burada sözü uzatmamın sebebi, şimdilerde
Avrupa'da hayvanları koruma derneklerinin ortaya koydukları şeylerin
müslümanlar tarafından asırlarca önce bilindiğinin anlaşılma sidir. Bunu
şükranla belle.
Latife; İmam Mâlik
zamanında Medine'de "Kudâme'nin evi" diye tanınan bir ev vardı.
İnsanlar orada güvercinlerle oynarlardı. Bu ev İmam Mâ-lik'in, apaçık bir
meseleyle ilgli soru sorması üzerine talebesi İbn Mâcişûn'u ayıplayarak
"Kudâme'nin evini biliyor musun?" dediğinde işaret ettiği evdir. İbn
Harise şöyle der: İbn Mâcişûn onurlu biriydi, Mâlik bir gün ona sert bir söz
söyledi, o da kendisini tam bir yıl terketti. O iki mesele arasındaki farkfı
anlama) konusunda İmam Mâlik'e çok üsteleyince, Mâlik kendisine
"Kudâme'nin evini biliyor musun?" dedi. Orası gençlerin güvercinlerle
oynadıkları bir evdi.[760]
Bürzüli şöyle der: Denildi ki İmâm Mâlik, Abdülmelik'i (tbn Mâcişûn}
"Kudâme'nin evi" sözüyle ayıpladı. Çünkü onu küçüklük ve oyuna nisbet
etmiş oldu. Bu hususta Hattâb'ın Tahrîrü'l-kelâm fî mesâ-ili'l-iltizâm ve Şeyh
Uleyş'in Fetâvâ'sma (I, 267) bakınız.[761]
Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde, Hz. Âişe'den şöyle dediği rivayet edilir: "Peygamber
ailesinin vahşi bir hayvanı vardı. Resulullah (sav) dışarı çıkınca oynar,
huysuzlanır, ileri geri gider gelirdi. Resulullah'ın içeri girdiğini
hissedince de çöker ve Resulullah'a sıkıntı vermemek için o evde olduğu sürece
ağzını açmazdı."[762] İbn
Adî, Câbir'den merfû olarak naklettiği şu hadisi tahric eder: "sizden
biriniz evinde yalnız başına kaldığında bir güvercini arkadaş edinsin."[763] Taberâni
de "ceyyid"bir senedle Ubâde b. Sâmit'ten şöyle dediğini rivayet
eder: Bir adam Kesulullah'a (sav) yalnızlıktan şikâyette bulundu, Resululîah
ona "bir güvercini arkadaş edin" buyurdu.[764]
İbnü's-Sünnî ve İbn
Asâkir, Muâz b. Cebel'den şu rivayeti nakleder: Ali, Hz. Peygamber'e
yalnızlıktan şikayette bulundu. Resulullah ona bir güvercini arkadaş
edinmesini ve öttüğünde Allah'ı anmasını emretti. Vekî el-Ğu-rer'de ve İbn Adî,
Hz. Ali'den şu rivayeti naklederler: O, Hz. Peygamber'e (sav) yalnızlıktan
şikayette bulundu, Resulullah ona şöyle buyurdu: Bir güvercini arkadaş
edinseydin ya, seni avuturdu, yavrularını yerdin. Ya da bir horoz edinseydin,
seni avutur ve namaza kaldırırdı.[765]
Önemli bir bilgi: İbn
Sa'd'ın Tabakât'ında (IV, 153) Câbir b. Abdullah'tan şu rivayet zikredilir:
Allah Resulü (sav) Medine köpeklerinin öldürülmesini emretti. İbn Ümmi Mektûm
kendisine gelerek şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, benim evim uzak,
gözlerim de görmüyor, bir köpeğim var." Resulullah ona bir süre ruhsat
tanıdı, sonra köpeğini öldürmesini emretti.[766] Bu
önemli bilginin hisbe veya sağlıkla ilgili bâblarda verilmesi daha uygundu,
fakat burada yazıp kaydettim.[767]
Ebû C afer et-Tahâvî[768] ve
es-Sünen' inde de Beyhaki[769] şu
hadisi tahric ederler: Lümâze b. Muğîre, Teymûr b. Yezîd'den, o Halid b.
Ma'dan'dan, o da Muâz b. Cebel'den nakleder: Hz. Peygamber (sav) ensardan
birinin —adı anılmamıştır— evlenmesinde hazır bulundu. Ukayli'nin rivayetinde
şu fazlalık vardır: Resulullah (sav) hutbe okuyup ensar sahabiriin nikahını
kıydı ve "ülfet, hayır, bereket ve uğur üzere, arkadaşınızın başı üstünde
def çalın" buyurdu. Onun üzerinde def çalındı, genç kızlar içinde badem ve
şeker bulunan kaplarla gelip onların üzerine saçtılar. Oradakiler geri durup
ellerini tabaklara uzatmadılar. Resulullah (sav) "yağmalamıyor musunuz?
(kapışmıyor musunuz?)" buyurdu. Onlar "biziyağmadan
nehyetmiştiniz" karşılığını verdiler. Resulullah şöyle buyurdu: "Ben
askerlerin yağmalamasını yasakladım. Düğüne katılanlara gelince, onları bundan
nehyetmiyorum." UkaylÜnin rivayeti şöyledir: Oradakiler geri durup
kapışmaya girişmediler. Resulullah şöyle buyurdu: "Hilim ne güzel süstür,
yağmalamıyor musunuz?" O nlar "şu ve şu günlerde bizi yağmadan nehy
ettin" deyince Resulullah "ben sizi askerlerin yağmasından nehyettim,
düğün yağmasından değil" karşılığını verdi. Muâz sonra şöyle dedi:
"Kapışma sırasında Resulullah'ı onları çekiştiriyor, onları da kendisini
çekiştiriyorlar gördüm."
Tahâvi bu hadisi,
düğünde badem ve şeker benzeri şeyleri saçmanın mekruh olmadığı konusunda delil
kabul etmiştir. Nitekim Ebû Hanife de bu görüşte olup bu hadisi esas alarak
yasakla ilgili sahih hadisleri terketmiştir.[770]
Beyhaki ise bu hadisin ardından şöyle der: "Bu rivayet sabit
değildir." Sonra şöyle der: Hz. Âişe'nin rivayeti olarak bunun benzeri
Resulullah'tan nakledilir ki bu manada hiçbir rivayet sabit değildir. Beyhaki
Kitâbü'l-Ma*rife'de bu konuda Tahâvi'yi son derece ayıplayarak şöyle der: O,
Avn b. Amâre ve isme b. Süleyman'dan rivayet eder ki her ikisi ile de
"ihticacda bulunulamaz," hocaları Lümâze b.- Muğîre de meçhuldür. Bu
her iki "illet" ayrı ayrı hadisin zayıf olmasını gerektirirken her
ikisi bir araya geldiğinde nasıl olur dahadis zayıf olmaz? Halid b.Ma'dân da
"munkati" olupmun-katide hüccet yoktur. Ukayli'nin Hz. Âişe yoluyla
yaptığı rivayette ise Hz. Âişî, Muaz b. CebeVin şöyle dediğini nakleder:
"O (Muaz), Resulullah (sav) ile birlikte ensardan bir adamın evlenmesinde
bulundu." Fakat Abdülhak şöyle der: Bunun isnadında Bişr b. İbrahim
el-Ensârî el-Basrî mevcut olup o da zayıftır.[771]
İbn Arâfe bu hadisi
Muhtasar'mda zikrederek şöyle der: "Bunu Utbi zikretmiştir." Sonra
Abdülhak'tan anılanları naklederek şu tenkidde bulunur: İbn Abdisselâm'ın
hadisi Abdülhak'ın sözlerini anmadan zikretmesinde, sahih olduğunu
zannettirecek bir durum sözkonusudur. İbnü'l-Kattan da onu hiç tenkit
etmemiştir.
Mevvâk'ın
el-Muhtasar'a yaptığı şerhte de şu bilgi verilir: Bu, kapışmanın caiz olduğuna
dair Ebû Ömer'den bir görüştür. Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştu: "Sizi
düğün kapışmasından nehyetmedim."
Bu konuyla ilgili
olarak İbn Hacer[772] ve
Münâvi'nin eş-Şemâü şerhlerine, el-Mevâhîb ve şerhine, Rehûni'nin el-Muhtasar
şerhine ve İbn Luyûn et-Tücîbî'nin Risâle'sinde "meyve kapmak ve
yağmalamak" başlığına bakınız.[773]
Beyhaki, Muttalib b.
Abdullah'tan şu tahricde bulunur: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Eğlenin
ve oynayın; dininizde katılık görmekten hoşlanmıyorum. "[774]
Hâkim, Hz. Âişe'den şu merfû rivayeti tahric-eder: "Eğlence yaptınız mı,
ensar eğlenceden hoşlanır?"[775]
Ahmed b. Hanbel, Ravh bint Ebû Leheb'den şu tahricde bulunur: Resulullah (sav)
yanımıza gelerek "eğlence var mı?" buyurdu.[776]
Ahmed b. Hacer el-Heytemî Keffü'r-riâ adlı eserinde şöyle der: "Allah
Resulü'nün 'eğlenin ve oynayın' sözü, nefis sıkıldığında mubah oyun ve
eğlenceyle onu ferahlatmaya, paslanınca cilalamaya çalışmağa delildir."
Şeyh Abdülğani en-Nâblusî eş-Şâmî'nin îzâhu'd-deîâlât fî semâi'I-âlât*ına
bakınız.
Meşru eğlence
türlerinden biri de salıncakla (veya tahterevalli: urcûha ) oynamaktır. Bu,
asılan bir ip olup üstüne çocuklar binerler. Bunu İbn Dürüsteveyh söyler,
Firûzâbâdi de el-Kâmûs'ta onu izler. Çoğunluk da bu görüştedir. el-Ayn ve
el-Misbâh[777] müellifleri ise şöyle
derler: "O bir odun parçası olup ortasından bir tümseğin üzerine konur ve
iki tarafına da iki çocuk ilişerek bir o tarafa bir bu tarafa sallanırlar."
Sa'leb'in îbnü'l-A'râbî'den naklen söylediği ve " g a r î b " üzerine
eser yazanların Hz. Âişe'nin "Ben bir urcûha üzerindeydim" hadisiyle
ilgili olarak söyledikleri budur.[778]
İbnü't-Tayyib el-Kâmûs'un haşiyesinde şu ilavede bulunur: Urcûha dikip onunla oynamakta
bir mahzur yoktur. Nitekim el-Bereke müellifi bunu söylemiş, ei-Muhtasar
sarihleri bunu nakletmişler ve Zurkâni de Karâfi'nin başkalarından "sırt
ağrısı için faydalıdır" şeklinde yaptığı nakille bunu teyid etmiştir.
Ebû Dâvud Sünen'inde
"Urcûha babı" başlığına yer verir ve Hz. Âişe'den nakledilen şu
hadisi zikreder: "Resulullah (sav), ben altı veya yedi yaşındayken benimle
evlendi. Medine'ye geldiğinde, kadınlar yanıma geldiler. .." Bişr
(hadisin ravisi) şöyle der:".. .Ümmü Rûmân yanıma geldi, ben bir
salıncağın (tahterevallinin) üzerindeydim, beni götürüp hazırladı ve eğitti.
Resulullah geldi ve ben dokuz yaşındayken benimle zifafa girdi."[779]
Buhâri Sahîh*te
"Kitâbü'n-Nikâh" ta "Velime (düğün yemeği) ve davete icabethakkı,
yedi veya benzeri gün velime hazırlayan kimse, Hz. Peygam-ber'in bir veya iki
gün belirlemediğine dair bâb" başlığına yer verir.[780] îbn
Hacer. şöyle der: Buhâri bununla İbn Ebî Şeybe'nin Hafsa bint Şîrîn yoluyla
tahric ettiği şu rivayete işaret etmiştir: Hafsa şöyle dedi: Babam evlendiğinde
ashabı yedi gün davet etti. Ensarın günü olduğunda Übey b. Ka'b, Zeydb. Sabit
ve başkalarını çağırdı. Übey oruçluydu, yemek yediklerinde dua edip senada
bulundu. Beyhaki bunu ifade bakımından daha tamam bir yolla tahric etmiştir.
Abdürrezzak da Hafsa'dan başka bir yolla tahric etmiştir ki bunda "sekiz
gün" ifadesi geçer. Buhâri de "veya benzeri" sözüyle buna işaret
etmiştir. Çünkü olay tektir. Buhâri belirtmemekle birlikte, davete icabetin
emredilme sini kayıtlamadan anmasından bunu tercih ettiği anlaşılmaktadır.
İbnü'l-Müneyyir buna dikkat çekmiştir. Buhâri Târîh'inde,[781]
maksadını daha açık bir şekilde dile getirmiş olup Züheyr b. O sman'ın biyografisinde,
Ebû Dâvud ve Nesâi'nin Katâde yoluyla tahric ettikleri hadisi kaydetmiştir.
Katâde, Resulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu söyler: "Velime ilk gün
haktır, ikinci gün maruf (iyilik, lütuf), üçüncü gün ise riya ve gösteriştir."[782]
Buhâri şöyle der: Bunun isnadı sahih değildir. İbn Ömer ve başkaları Hz.
Peygamber'den şu rivayette bulunmuşlardır: "Biriniz velimeye davet
edildiğinde, icabet ets in."[783]
Burada belli günler veya başka bir hususla tahsiste bulunulmuş olmayıp bu
hadis daha sahihtir. İbn Şîrîn babasından şu nakilde bulunur: "Babası
eşiyle zifafa girince yedi gün yemek verdi, yemeğe Übey b.Ka'b'ı davet etti,oda
icabette bulundu."EbûYa'lada h a-s e n birisnadla Enes'tenşu rivayetitah
riceder:'Hz.PeygamberfsauJStt-fiyye (ra) ile evlendi vp onun azad edilmesini
kendisine mefıiı- yaptı. Velimeyi de üç gün verdi."[784]
Buhâri'nin tercih ettiği görüşü Mâlikiler de benimsemişlerdir. Kadı Iyâz şöyle
der: "Bizim mezhep imamlarımız, zengin kimselerin bir hafta yemek
vermelerinin müstehab olduğunu belirtmişlerdir." Başkası da şöyle der:
"Bu durumda her gün, daha önce davet etmediğini davet eder, tekrar
çağırmaz. Bunu, riya ve gösterişten emin olunması halinde yapar." Bu bilgi
Fethu'l-Bârfden özetle verilmiştir.[785]
Leys b. Ebî Sâlim'den şu
rivayet nakledilir: İslâm'da ilk defa un helvası yapan kimse Osman b.
Affân'dır. Ona un ve bal yüklü bir kervan geldi, un ve balı karıştırarak
Resulullah'a (sav) gönderdi. Resulullah yedi ve ondan hoşlandı. Muhibbüddin
et-Taberî er-Riyâzü'n-nadire'de şöyle der: Bunu Hayseme Fedâilu Osman'da tahric
etmiştir. Abdullah b. Selâm'dan şu rivayet nakledilir: Yiyecek yüklü bir
kervan geldi, içinde Hz. Osman'ın un, bal ve yağ yüklü bir devesi vardı. Onları
ResuluUah'a getirdi.[786]
Hâkim ve başkalarının İbn Selâm'dan rivayetleri şöyledir:[787] Hz.
Peygamber deve ağılma Çıktı, Osman'ıhalis un, yağ ve bal yüklü bir deveyi
güdüyor gördü. Ona deveyi çökertmesini söyledi, o da çökertti. Resululîah
bereket duası etti, sonra da bir çömlek istedi, çömlek ateşe bırakıldı ve içine
un, yağ ve bal konuldu. İyice pişinceye veya pişmeye yakın karıştırıldı, sonra
indirildi. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Yiyin, bu Farsların habise
(bir nevi un helvası) dedikleri şeydir." Taberi şöyle der: Bu rivayeti
Temmâm Fevâid'inde ve Taberâni de Mu'cem'inde tahric etmişlerdir.[788]
Hafız İbn Hacer ve onu izleyerek de Hafız Şâmi şöyle der: el-Mu'cemü'1-evsat
ve eI-Mu'cemü's-sağîr*deki rivayetin ravileri güvenilir (sika) ravilerdir.
Hâkim bunu tahric etmiş olup Bakî b. Mahled de sahih olduğunu belirtmiştir.
Zurkâni Şerhu'l-Mevâhib'de şöyle der: Bunun muktezası İslâm'da ilk defa un
helvası yapanın Hz. Peygamber olduğudur. BudaLeysb. Saîim'in İslâm'da ilk defa
un helvası yapan kimsenin Hz. Osman olduğuna dair başta söylediği sözüne
aykırıdır. Bunun Hz. Osman'a nisbetinin, helvanın yapımına ve Resulullah'a
hediye etmeye sebep olmasından kaynaklanması da muhtemeldir. Fakat Haris m u n
-kati bir senedle şu rivayette bulunur: "Osman bal, yağ ve buğday unundan
bir helva yapıp onu bir çanakta Resulullah'a getirdi. Resulullah 'bu nedir?'
buyurdu. O 'bu, Acemlerin yaptıkları ve habis diye adlandırdıkları bir şeydir'
dedi. Resulullah ondan yedi." İki rivayet arasında şöyle bir uygunluk
bulma da mümkündür: Bu olay tekerrür etmiştir; Hz. Osman bizzathelvayı yapıp
Resulullah'a sunmuş, Resulullah da kendisi için yapılmasını emretmiş ve
yapılmıştır.[789]
Hocamız üstad babam
Tahdîdü'l-esinne'de Hz. Peygamber'in (sav) halis undan {yapılan helva) yediğine
dair mezkur hadisin ardından şöyle der: Eğer Tirmizi'nin eş-ŞemâiPde Sehl b.
Sa'd'dan naklen "Resulullah'm (sav) halis un yiyip yemediği soruldu, Sehl
şöyle dedi: Resulullah, Allah'a (azze ve celle) ulaşıncaya kadar halis un
görmedi" rivayetini tahric ettiğini[790]
söylersen, ben de şöyle derim: Allah kendisinden razı olsun, Sehl bunu kendi
bilgisi çerçevesinde haber vermiştir. Yoksa, mü s b i t rivayet n â f i
rivayete tercih edilir. Kim bir hücceti tesbit ederse, bu onu nefyedene tercih
edilir. Hiç kimse Allah Resulü'nün ahvalini tamamen bilemez.
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında şu bilgi verilir: İbn Ömer azığının güzel olmasını isterdi.
Nâfî'e "İbn Ömer şu ekmeğin (buğdayın) halisinden yedi mi?" diye
sorulduğunda şöyle-dedi: "İbn Ömer tavuk, yavru kuş ve çanakta un helvası
yerdi."[791]
Suyûti'nin Evâil'inde
şu bilgi verilir: İlk defa un helvası yapan kimse Hz. Osman olup halis un ve
bal karıştırdı, sonra Ümmü Seleme'nin evinde bulunan Hz. Peygamber'e (sav)
gönderdi.[792] Yine Evâil'de
kaydedildiğine göre Arap memleketlerine palûze'yi (fâlûzec) ilk defa sokan
kimse Ümeyye b. Ebî Salt idi. Bazıları bunu ona Necrân'da yedirmişlerdi. Bunu
duyan Abdullah b. Cüd'ân kendisine balla paluze yapacak birini getirmek üzere
Ye-men'e adam gönderdi.[793]
Fâkihi'nin
Menâbicü'l-ahlâki's-seniyye'sinde şu bilgi verilir: Hâkim'in sahih olduğunu
belirttiği ve Şeyh Muhammed eş-Şâmî'nin de Sîret'inde buna dikkat çektiği
Cem'in rivayetinde şöyle denir: Hindistan hükümdarı Allah Resulü'ne hediyeler
gönderdi. Bunlardan biri de içinde zencebil bulunan bir küptü. Resulullah (sav)
herkese birer parça yedirdi. Ebû Said el-Hudrî "Resulullah (sav) bana iki
parça yedirdi" der.[794]
Hafız Ebü'î-Ferec
İbnül-Cevzî Saydü'l-havâtır adlı eserinde şöyle der: Bana ulaşan habere göre
zamanımız zâhidlerinden birine bir yemek sunulmuş ve o da "yemem"
demiş. Kendisine "niçin?" diye sorulunca "çünkü nefsim onu
arzuluyor, ben ise yıllardan beri nefsime arzuladığını vermedim"
karşılığını vermiş. Ben şöyle dedim; Hakikatin yolları bu kimseye iki yönden
kapalı kalmıştır. Bunun da sebebi bilgisizliktir. Birinci yöne gelince, ne
Allah Resulü, ne ashabı böyle değillerdi. Resulullah tavuk eti yer, helva ve
balı severdi. Ferkad es-Sincî Hasan'm yanına girdi, o paluze yiyordu. Ona
"ey Ferkad bu konuda ne diyorsun?" diye sordu. Ferkad "yemem,
yiyeni de sevmem" karşılığını verdi. Hasan şöyle dedi: "Arının
salyası, buğdayın özü ve ineğin yağı; bunu ayıplayan bir müslüman var mı?"
Bir adam Hasan'a gelip şöyle dedi: "benim bir komşum var, paluze
yemez." Hasan sebebini sorunca adam, şükrünü eda edemeyeceği gerekçesiyle
böyle yaptığını söyledi. Bunun üzerine Hasan şöyle dedi "Senin komşun
cahildir Soğuk suyun şukru-nu eda edebiliyor mu?" Sufyân es-Sevrî
yolculuğu sırasında paluze ve kızarmış et goturur ve şöyle derdi "Hayvana
ıyı davrandığın zaman çalışır'" Hz Ali'ye paluze getirildi, ondan yedi ve
ne olduğunu sordu "Nevruz gunu (hediyesi)" dediler O da "Bizim
nevruzumuz her gun'" dedi insanın delile tabı olması gerekir, bir yola
tabı olup sonra da onun delilim araması değil Rabîa şöyle der Eğer kalbinin
salahı paluzede ise, ondan ye, zuhd şekillerini uygun görenlerden olma, nice
doygunlar var ki doygunluğu arzulamaz, maslahatı ister Her vücut katılık üzere
kuvvet kazanmaz, özellikle herşeye kavuşup kendisinde fikir aşikâr olursa.[795]
Ebû Davud'un Ibn
Ömer'den rivayet ettiği hadiste o şöyle der "Tebuk'te Allah Resulu'ne bir
(parça) peynir getirildi.”[796]
Zurkânı Şerhu'1-Me-vâhib'de şöyle der "hırıstıyanların yapımı"
"Bu Mecusılerın yaptığı bir yiyecektir" denildi, Resuluîlah (sav)
bir bıçak istedi, besmele çekti ve kesti Şebrâmellısı'nın bununla ilgili
açıklaması ise şöyledir "Besmele çekti ve kesti," yanı
hırıstıyanların yapımı olup olmadığına bakmadı
Tayâlısı Ibn Abbas'tan
şu rivayeti nakleder "Nebi (sav) Mekke'yi fethettiğinde bir (parça)
peynir gordu, 'bu nedir?' diye sordu, 'Acem memleketinde yapılan bir
yiyecektir' dediler Şöyle buyurdu Ona bıçağı vurun, Allah'ın adını anın ve
yiyin "[797] Ahmed b Hanbel ile
Beyhakı de Ibn Abbas'tan şu rivayette bulunurlar Tebuk Gazvesı'nde Resulullah'a
(sav) bir peynir getirildi, "nerede yapılmış9" diye sordu,
"Fars'ta, onun içme olu bir mahluk koyduklarını sanıyoruz" dediler
Resuluîlah da "yiyin" buyurdu Bir rivayette de "bıçağı vurun,
Allah Teâlâ'nın adını anın ve yiyin" ifadesi vardır.[798]
Hattâbı şöyle der
"Resuluîlah (sav) peyniri zâhır-ı hale göre mubah kıldı, onun yapımında
gayrimüslimlerin muslumanlara katılmaları sebebiyle yemekten kaçınmadı.”[799]
Makrızı, bir nakle dayanmasından dolayı Hattâbı'yı tenkit etmiştir Çunku o
sırada ne Fars'ta ne Suriye'de mushı-manlardan kimse yoktu Hafız Şâmı şöyle der
Bu apaçık olup bunda hiçbir şüphe yoktur .[800]
Taberâni, Hasan b. Ali
b. Hasan b. Ebi'l-Hasan yoluyla şu rivayette bulunur: Bir adam Resulullah'a
(sav) gelerek "Ben pazar için bir yer buldum, ona bakmaz mısınız?"
dedi, Resulullah "evet" buyurdu ve onunla birlikte kalkıp pazar
yerine geldi, orayı görünce hoşuna gitti ve ayağıyla yere vurarak şöyle
buyurdu: "Bu pazarınız ne güzeldir! Burada bir eksiltme (pazarın yerinde
veya tartı vs.'de) yapılmasın ve vergi (haraç) konulmasın."[801] İbn
Mâce bunu şu lafızla rivayet eder; "Resulullah (sav) Nebît pazarına gidip
oraya baktı ve bu sizin için pazar olmaz dedi; sonra bir pazara gidip baktı, bu
sizin için pazar olmaz dedi; sonra bu pazara döndü, orada dolaştı ve bu sizin
pazarınızdır, burada bir eksiltme yapılmasın ve vergi konulmasın buyurdu."[802]
Buhâri Sahîh'te
"Kitâbü'l-Buyû" da bu şekilde bir başlık koyup sonra bu başlık
altında İbn Abbas'tan şu rivayeti tahric etmiştir: "Ukâz, Mecenne ve
Zülmecâz, Câhiliyye devrinde pazar (panayır) idiler. İslâm geldiğinde
müslümanlar orada ticaret yapmaktan geri durdular. Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Rabbinizin
lütuf ve kereminden (hac mevsiminde) nasip aramanızda sizin için bir günah
yoktur' (Bakara 2/198) âyetini inzal buyurdu." İbn Ab-bas bu âyeti
"hac mevsiminde" ilavesiyle okumuştur. el-îrşâd*da, İbn Kesîr'in
şöyle dediği nakledilir: Mücahid, Said b. Cübeyr, İkrime, Mansur b. Mu'temir\
Katâde, İbrahim en-Nehaî, Rebî b. Enes ve başkaları da âyeti bu şekilde
yorumlamışlardır.[803]
Buhâri buhadisi
"Kitâbu'l-Hac" da da tahric eder. Burada ise konu başlığım "Hac
mevsiminde ticaret ve Câhiliyye pazarlarında alışveriş" şeklinde koyar.[804]
Bedrüddin ed-Demâmînî el-Mesâbîh'te şöyle der: Semûd'un Hicr'i ile Câhiliyye
pazarları arasındaki farkın ne olduğu soruldu; şöyle ki Allah Resulü Hicr'e
girdiğinde oradan süratle geçti ve ashaba da oradaki hiçbir şeyden
faydalanmamalarını, hatta oradaki su ile yapılan ekmeği bile yememelerini
emretti. Câhiliyye pazarlarında ise uzun süre kaldı ve onlardan faydalandı? Bu
sorunun cevabı şudur: Bu pazarların halkı orada mutad alışverişten başka birşey
yapmıyorlardı. Semûd kavmine gelince, onlar deveyi kestiler, Allah'ı ve
peygamberini inkâr ettiler. Ve kendilerine ceza burada indi. Aralarındaki fark
işte budur.
Hafız İbn Hacer
"Kitâbü'l-Hac" da bu pazarlardan bahseder ve Hicaz'daki yerlerini
tesbit eder. Hicaz dışında başka pazarları da zikreder ve sonra Fâkihi'den şu
nakilde bulunur: "Bu pazarlar îslâmî dönemde faal kaldılar. Bunlardan ilk
terkedileni, Hâriciler zamanında 129 (747) yılında Sûk-ı Ukâz oldu. Son
terkedileni ise Dâvud b. İsa b. Musa el-Abbâsî zamanında 197 (813) yılında Sûk-ı
Câme idi." Fâkihi sonra İbnü'l-Kelbfden şu bilgiyi nakleder: Her asilzade
Ukaz panayırı hariç kendi memleketinin pazarında hazır bulunurdu. Ukaz ise
pazarların en büyüğü olup ona her taraftan gelirlerdi.
Ukaz panayırı başka
bazı hadislerde de anılmış olup bunlardan birisi İbn Abbas'ın rivayet ettiği şu
hadistir: "Resulullah (sav) ashabından bir grupla birlikte Sûk-ı Ukâz'a
gitmek üzere hareket etti." Zübeyr b. Bekkâr Kitâbu'n-Neseb'de Hakîm b.
Hizam yoluyla şu rivayette bulunur: "Ukâz panayırı Zilkade hilalinin
doğduğu sabah açılır ve yirmi gün devam ederdi. Sonra Mecenne panayırı açılır
ve Zilhicce hilaline kadar on gün devam ederdi. Sonra Zülmecâz panayırı sekiz
gün açık kalır ve ardından hacca yöneli-nirdi." îbnü'z-Zübeyr'İn Câbir'den
rivayet ettiği hadiste de şu bilgi geçer: "Hz. Peygamber (sav) on yıl
boyunca hac mevsiminde Mecenne ve Ukaz'daki konak yerlerinde insanları izledi
ve Rabbinin risaletini tebliğ etti." Bunu Ahmed b. Hanbel ve başkaları da
tahric etmişlerdir.[805]
el-îsâbe'de müellif,
Habbâb b. Eret'in biyografisini verir ve onun Câhi-liyye devrinde kılıç
yaptığını zikreder.[806]
Îbnü'l-Cevzfnin
Telbîsu tblîs adlı eserinde Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın taş yonttuğu kaydedilir.[808]
İbn İshak'ın Sîret'inde
Resulullah'ın (sav) kabrinin kazılması kıssasında şu bilgi verilir: Ebû Ubeyde
b. Cerrah Mekkelilerin kabirleri gibi kabir açar, Ebû Talha Zeyd b. Sehl de
Me-dineliler için kabir kazardı. Zeyd lahit de yapardı.[809]
İbnü'l-Cevzî'nin
Saydü'l-havâtır'ında şu bilgi verilir: Ebû Ubeyde b. Cerrah ve Ebû Talha kabir
kazardı, el-lsâbe'de müellif, adı Keysân olan Ebû Said el-Makburî'nin
biyografisini vererek onun Resulullah (sav) zamanına yetiştiğini ve Hz. Ömer
zamanında halifenin onu kabir kazma görevinin başına getirdiğini zikreder.[810]
Muvaffakuddin İbn
Kudâme el-îstibsâr'da Evs b. Havlî el-Ensârfnin biyografisini vererek şöyle
der: Resulullah(sav)vefatedip onu yıkamakiste-diklerinde, ensar gelip kapının
önünde "Allah Allah, biz onun dayılarıyız, bizden bazılarını yanında
bulundurun" diye seslendiler. Kendilerine "sizden biri üzerinde
birleşin" denildi. Onlar da Evs b. Havlî'nin üzerinde birleştiler. Evs,
Allah Resulü'nün yıkanmasında ve defninde Ehî-i Beyt'le birlikte hazır bulundu.
Bu bilgi İbn Sa'd'ın
Tabakât'mda (III, 61) Evs'in biyografisinde mevcuttur.[811]
İbn Sa'd Tabakât'mda
İbn Abbas'tan şu tahricde bulunur: Hz. Fatıma, kendisi için tabut yapılan ilk
kadındır. Tabutu onun için Esma bint Umeys yapmıştı. Esma Habeşistan'da onun
yapıldığını görmüştü.[812]
Vezirlerin en kâtibi
Ebû Abdullah İbn Ebi'l-Hisâl el-Gâfıkî Zillu'l-ğamâme adlı eserinde Fatıma
ez-Zehra ve ölümüyle ilgili olarak şöyle der: O, peygamberlerin sonuncusunun
kendisine verdiği haberle kesin olarak ölümünü hissetmişti, vaktini bekleyip
duruyordu. Bir kadının erkekler gibi tabutuna konulup kefenlerin örttükleri
kadınların vücutlarını göstermesinden ürküntü duyuyor, hayasının çokluğundan
dolayı bundan son derece utanıyordu. Bu hususta duyduğu endişeleri Esma bint
Umeys'e açtı. Esma, zihne gelen vesveseleri kaldırma konusunda Habeşistan'da
gördüğü güzel uygulamayla onu zihnini kurcalayan üzüntüden kurtardı. Koydu
Allah'ın kendisine ilham ettiği en sağlam şekli; istedi yaş hurma çubuklarını
ve ördü onları kayıp arayanın yaptığı gibi. Ona giydirdi elbiseleri uzun
etekli; oldu zayıfa örtü ve Örtülmüş hür kadına da perde. Razı oldu Allah'ın
razı olduğu Fatıma, bu güzel durumdan ve halden. O oldu Allah'ın ilk olarak bu
kerameti tahsis ettiği kimse ve bu korumayla ebediyet yurduna gönderilen.
Allah'ın kıyamet günü kendi katında ona ayırdığı hüccet-i bâliğa ve bol nimet
ise daha seçkin ve pâk olacak. İşte o zaman yüce nefsi istekten vazgeçecek.[813]
el-tsâbe'de müellif,
Resulullah'ın (sav) kızı Fatıma'nın azatlısı Rukiy-ye'nin biyografisini vererek
şöyle der: Uzun yıllar yaşadı; ta ki Hüseyin b. Ali onu seyyidesi Fatıma'nın
kabri yanında ikamet ettirdi. Çünkü kabri tanıyan ondan başka kimse
kalmamıştı. Bunu Ömer b. Şebbe Ahbâru'l-Medîne'de söyler.[814]
Enteresan bir olay:
îbn Sa'd'ın Tabakalında (VI, 150) Hz. Osman, Übeyb. Ka'b,Muâzb. Cebel ve
bunların tabakasında bulunanlardan rivayet edenlerden biri olan Şebes b. Rib'î
et-Temîmî'nin biyografisinde şu bilgi geçer: Fadl b. Dükeyn bize haber verdi,
ona Hafs b. Gıyâs haber verdi: A'meş'i şöyle derken duydum: "Şebes'in
cenazesinde bulundum, erkek köleleri bir tarafta, cariyeleri bir tarafta,
atları bir tarafta, Horasan develeri bir tarafta ve diğer develeri bir tarafta
durmuşlardı." A'meş bu türleri saydı ve şöyle dedi: Bunları Evs için ağlıyor
ve çırpınıyor gördüm.[815]
Tuhaf bir olay: İbn Sa'd
Tabakât*ta Medineli tâbiinleri anarken Abdullah b. Zübeyr zamanında onun Basra
valisi olan Haris b. Abdullah b. Ebî Rebîa'nın biyografisini vererek şöyle der:
Haya sahibi ve hatip bir kimseydi. Annesi Habeşistanlı bir hıristiyan
olduğundan o da esmerimsiydi. Annesi öldü, Haris b. Abdullah onun cenazesinde
bulundu, kendisiyle birlikte halk da katılıp bir tarafta durdular. Kadının
kendi din mensupları gelip onun işiyle ilgilendiler. Onlardan büyük bir
topluluk gelmiş ve ayrı olarak durmuşlardı.[816]
el-tsâbe'de müellif,
Haccârb. Ebcerel-İclî'nin biyografisini vererek "o, Resulullah zamanına
yetişmişti" der ve Merzubâni'nin Mu'cemu'ş-şua-râ*da şu bilgiyi
kaydettiğini belirtir: Ebcer'in babası Hz. Ali zamanında hıristiyan olarak
öldü. Taberâni, İsmail b. Raşid yoluyla şu rivayette bulunur: Ebcer b. Câbir'in
cenazesi Abdurrahman b. Mülcem'in yanından geçti, Haccâr b. Ebcer
müshimanlardan bir grupla birlikte bir tarafta yürüyordu. Cenaze ile birlikte
onu teşyi eden hıristiyahlar da vardı.[817]
Derim: Bu ve ondan
önceki olay, Şeyh Uleyş'in Fetâvâ*sında "cenaze bâbı"nın kenarında,
onun "nevazilleri (ortaya çıkan yeni olaylar) bahsinde (1,133) eserin
kenarına yazılmalıdır. Ahnıed b. Hanbel gibi selef âlimlerinin
biyografilerinden anlaşıldığı üzere, ayrı din ve mezheplerden oldukları halde
insanlar onların cenazelerine katılıyorlardı.[818]
[1] Metinde "sekiz" olarak geçmekle birlikte
verilen mukaddimeler dokuz tanedir.
[2] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/237.
[3] Metinde "kiraya vermesi" şeklinde geçmiştir.
[4] IbnKayyim, Zâdül-meâd, I, 160-164.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/237.
[5] Tirmizi, Zühd33; Müsned, 1,30,52;îbn Mâce,Zühd 14;
el-Müstedrek,IV, 318(İbn Mâce, Zurkâni tarafından zikredildiği halde metinde
geçmemektedir).
[6] bkz. Buhâri, Cihâd 88; Müsned, II, 50.
[7] Zurkâni, Şerhul-Muvatta, IV, 250. Ayrıca bkz. Telbîsu
İblis, s. 283-284.
[8] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/237-238.
[9] bkz. Feyzül-Kadîr, I, 209-212; Kenzül-umm&l, X,
136 (nr. 28686).
[10] Seyyid Şerif, Şerhul-Mevâkıf, I, 10.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/238-239.
[11] Buhâri, Buyu 49.
[12] el-Müstedrek, II, 7-8. Burada "sevimli"
yerine "hayırlı" ifadesi geçmektedir.
[13] bkz. İbn Huzeyme, Sahih, II, 267 (nr. 1293);
MecmauVzevâid, IV, 76.
[14] îbn Hacer, Fethul-Bârî, IX, 194.
[15] Müslim, Mesâcid 288 (bâb: 52).
[16] Buhâri, Buyu 49. Bu rivayetlerden ilki ayrıca tam
olarak Buyu 1. bâb, diğeri de 9. bâbda geçmiştir.
[17] Çunkü Buhâri daha önce bunlan
zikretmiştir(bkz.Fethu'l-Bârî, IX, 133-134,145). ilk hadiste Abdurrahman b. Avf
ile Sa'd b. Rebî arasında Resul ull ah'in (sav) kardeşlik bağı (muâhât)
kurduğu, Sa'd'ın ona malının yarısını vermek ve hanımlarından arzu ettiğini de
kendisiyle evlenmesi için boşamak istediği, Abdurrahman b. Avf m ise bunu kabul
etmeyip pazar yerini sorduğu... kaydedilir Diğerinde ise Hz. Onıer, bir hadisi
duymayışına gerekçe olarak anılan sozunu söylüyor, bkz. s. 257, 259.
[18] Fethul-Barî, IX, 194, 197.
[19] el-Beyân ve't-tahsil, XVII, 383, 153. Metindeki
hatalar için aslına bakılmalıdır.
[20] Buhâri, Büyü 50.
[21] Demâmini'nin ö. 827/1424) eseri
Mesâbîhul-Câmii's-sahîh'tir (GAS, I, 120).
[22] bkz. Fihrisül-fehârİs, II, 1154-1161.
[23] el-Medhal, IV, 4.
[24] Buhâri, Buyu 15. Aynca bkz. I, 83.
[25] bkz. Müsned, VI, 316.
[26] Buhâri, Buyu 1; Fothul-Bâri, IX, 133.
[27] Buhâri, Buyu 15; Fethul-BÂrî, IX, 153.
[28] age, IX, 152-153.
[29] Bu başlıktaki "bur" (buğday) kelimesi,
"ber" (kara) ve "bez" şeklinde de okunmuştur.
[30] Buhâri, Buyu 8.
[31] Umdetül-kârî, IX, 255.
[32] Fethul-Bârî, IX, 144.
[33] İrşâdu's-sârî, IV, 13; İbn Kesîr, Tefsir, III, 295.
[34] Fethul-Bârî, IX, 144.
[35] Buhâri, Buyu 9.
[36] İrşâdu's-sârî, ÎV, 14.
[37] Buhâri, Buyu 12.
[38] İrşâdu's-sârî, IV, 16.
[39] Buhâri, Buyû 28.
[40] Buharı, Buyu 29.
[41] Buhâri, Buyû 30.
[42] Buhâri, Buyû 31.
[43] Buhâri, Buyu 32.
[44] Buhâri, Buyû 37.
[45] Buhâri, Buyû 38.
[46] Buhâri, Buyû 39.
[47] Buharı, Buyû 40.
[48] Umdetül-kârî, IX, 292; Fethul-Bârl, IX, 167;
İrşâdü's-sfirî, IV, 31.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/239-243.
[49] Buhâri, Buyû 15.
[50] Fethul-Bârî, IX, 150-151.
[51] eş-Şerhul-celî alâ beyteyil-Mevsılî, Ahmed b.
Abdüllatif el-Berbîr*in (ö. 1226/181 ]) eseridir (Serkîs, I, 545-546; Suppl,
II, 750).
[52] Mişkâtül-mesâbîh, II, 78 (nr. 2783).
[53] MirkâtÜl-mefâtîh, m, 298.
[54] age, III, 302.
[55]
Ibn-Mâce.Ticârâtlîel-MüatedrekjII.e.Zehebi.EbûHâtim'inbuhadisinravilerin-den
birini zayıf saydığını belirtir.
[56] Tirmizi, Buyu 4; el-Müstedrek, II, 6.
[57] bkz. Kenzül-ıunmâl, TV, 7 (nr. 9218).
[58] bkz. age,IV, 8(nr.9219).
[59] et-Teysîr, I, 459; Feyzül-Kadîr, III, 278-279.
Yukarıda anılan diğer hadisler için de buraya bakınız.
[60] et-Teysîr, I, 459; FeyztH-Kadîr, III, 278-279.
[61] Feyzul-Kadîr, III, 244-245;
et-Teysîr, 1,448.
[62] Câhız, Risale fî medhi't-tüccâr ve zemmi ameli's-sultân
(Mecmuatu Resâil içinde), Kahire 1324, s. 156-157. Metindeki hatalar için bu
kaynağa bakılmalıdır.
[63] bkz. Kenzül-ummâl, IV, 11 (nr. 9244).
[64] Metinde "hass" (teşvik) kelimesi
"bahs" (araştırma) şeklinde geçmiştir.
[65] Rûdâni, Sılatul-halef, s. 217. Eserin adı Kitâbul-Hass
ale't-ticâre'dir. Ebubekr el-Hallâl <ö. 311/923) için bkz. El, IV, 989-990.
[66] Metinde insan kelimesi "etân" (merkep)
şeklinde geçmiştir.
[67] Buhâri, Hars 1; Fethul-Bârî, X, 67-68. Ayrıca bkz. s. 273.
[68] Fethul-Bârî, IX, 151 (Buharı, Buyu 15).
[69] İhyâu ulûmi'd-dîn, I, 27.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/243-246.
[70] el-Kâfî, 1,444.
[71] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/246.
[72] İbn Mâce, Ticârât 3; el-Müstedrek, II, 6-7 (Hâkim,
hadisin sahih olduğunu fakat Buhâri ve Müslim'in tahric etmediklerini
belirtir); KenzÜl-ummâl, IV, 49 (nr. 9451), 60 (nr. 9508). Ayrıca bkz. s. 262.
69/1. bkz. Mirkâtül-mefâtih, III, 362.
[73] bkz. Serkis, II, 2017.
[74] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/246-247.
[75] Mirkâtül-mefâtîh, III, 288. Metindeki bazı hatalar
için aslına bakınız.
[76] el-Bereke fî medhi (fadli)'s-sa'y vel-hareke (ve mâ
yüncî biiznülâh minel-heleke) Kahıre'de (1354) basılmıştır tbkz. Suppl, II,
251).
[77] Burada Uçuncu Bâb zikredilmemiştir.
[78] bkz. Fihrisül-fehâris, 1, 320-321.
[79] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/248-249.
[80] Bu eserler için bkz. SuppL, I, 245.
[81] bkz. dipnot 60.
[82] Kahire'de 1318 yılında basılmıştır (bkz. SuppL, I,
907).
[83] bkz. ed-Dürerül-kâmine, III, 419-420. Burada kasidenin iki bin beyittik olduğu
kaydedilmiştir.
[84] bkz. Suppl, II, 485.1928 yılında Halep'te basılan
eserin son kısmı burada ".../î il-mi'l-mtkât" şeklînde geçmiştir. Müellif
X. yüzyılda yaşamıştır.
[85] el-Enafib, VII, 83. Ebû Abdullah el-Herevfnin (ö.
285/898lerde) bu eseri Hediyye-tül-ârîfin (II, 21)'de ve ondan naklen Kehhâle
(IX, 40) tarafından Kit&bu'd-Diyâ'... şeklinde kaydedilmiştir.
[86] el-Medhal dördüncü ciltte muhtelif sayfalar.
[87] İbn Acîbe'nin (ö. 1224/1809) Teshîlül-medhal
li-tenmiyetil-a'mâl bi'n-niyye-ti's'sâliha indel-ikbftl adlı eseri abdest,
namaz, hac, evlenme, pazara gidiş, ilim tahsili, yeme, içme gibi salih amellere
başlarken taşınacak niyetlere dair olup bu konuda bkz. Muhammed Davud, Tarîhu
Tetvân, VI, 223-224. Ayrıca bkz. Fihrisül-fehâris, II, 854-855.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/249-250.
[88] İbn Mâce, Mukaddime 17.
[89] el-Müdewene, IV, 107. Hz. Ömer'e dair bilgi için bkz.
el-Beyân ve't-tahsîl, IX, 311.
[90] el-Medhal, I, 157. Metindeki hata ve düşüklükler için
ashna bakılmalıdır.
[91] Kütul-kulûb, I, 129.
[92] Hadis Tırmızı'de "Kitâbul-Vıtr"de 21. bâbda
mevcuttur.
[93] Kenzül-ummâl, IV, 125 (nr. 9864).
[94] el-Fetâval-Bezzâziyye, IV, 525-526.
[95] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/250-253.
[96] Ibn Rüşd, el-Beyân ve't-tahsîl, XVIII, 418.
[97] el-Medhal, II, 83. Metindeki hatalar için aslına
bakınız.
[98] Feyyûmi, el-Misbâhul-münîr, "nbt" mad.
[99] Bu zat Ebû Abdullah Süfyân b. Said es-Sevrfdir.
[100] Cevfihirül-ikdeyn, 1,312-313. Biakeri'nin rivayetinden
itibaren verilen bilgilerin hepsi buradan alınmıştır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/253-254.
[101] Metinde, burada ve aşağıda el-Kâmıdî şeklinde
geçmiştir.
[102] Tirmizi, Buyû 6.
[103] bkz. Ebû Dâvud, Cıhâd 78; tbn Mâce, Ticârât 41;
Dârimı, Siyer 1; Mu.ned, 1,154-156, İÜ, 416-417; el-Mekâaidül-hasene, s. 89-90.
[104] Fethul-Bârî, XII, 75 (Buhâri, Cihâd 104).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/254.
[105] Menâkıbu emîril-mü'minîn Ömer b. Hattâb, s. 193.
Metinde hata vardır.
[106] age, s. 193.
[107] age, s. 194.
[108] KenzÜl-ummâl, IV, 122 (nr.
9852).
[109] Menakıb, s. 194. Ebubekr, metinde Bekr şeklinde geçmiştir.
[110] age, s. 194. Metinde "uzun boylu* ifadesi
düşmüştür.
[111] Metinde et-Temîmî şeklinde geçmiştir.
[112] Telbisu İblîs, s. 283; Menâkıb, s. 193. Son eserde
"fakirler" yerine "kurrâ" ifadesi vardır ki bu hususta
ayrıca bkz. el-tkdün-ferid, III, 27.
[113] el-tkdül-ferîd, III, 26-27.
[114] age, III, 28.
[115] îbn Mâce, Ruhun 24. Said kelimesi metinde Sa'd
şeklinde geçtiği gibi, hadisin sonunda "kâne kaminen en" ifadesi
düşmüştür Aynca bkz. Müsned, III, 462;
el-Mekâsidül-hasene, s. 404.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/255-256.
[116] Telbîsu tblîs, s. 283, Menâkıb, s 206.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/256.
[117] TelbÎ6uİblîs,s.295.tbnü'l-Hâc'mel-MedhaPmde(II,
133)şunvayetvardır:".. Allah'ın fazlından nasip ararken deve palanımın
ıkı ucu arasında ölmem, yatağımda ölmemden bana daha sevimlidir." Ayrıca
bkz. s. 257.
[118] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/256.
[119] el-İstîâb, II, 126 (Suveybit'm biyografisi); el-Meârif,
s. 328; es-Sîretül-Halebiyye, III, 443. Metindeki düşüklükler ve kıssanın
devamında Süveybit'in Nuay-man'ı köle diye satışı, Resulullah (sav) ve ashabın
bunu duyunca gülmeleri için anılan kaynaklara ve ayrıca X. bölümde I.
Maksad'ın sonuna bakınız.
[120] eMsâbe, II, 348; Muhtasara Târihi Dımtujk, XIII,
49-50.
[121] îbn Sa'd,III,184;MuhtasaruTârîhiDimaBk,XIII, 102-103.
Ayrıca bkz.s.241 ve I, 83.
[122] Buhâri, Buyu 9. Ayrıca bkz. I, 104.
[123] Şuabul-imân, II, 93-94 (ıır. 1256); Kenzül-ummâl, IV,
123 (nr. 9857). "Rahli” kelimesi metinde "ric/î" şeklinde
geçmiştir. Ayrıca bkz. s. 256.
[124] İbn Sa'd, III, 60. Aynca bkz. Muvatta, Kiraz 1.
[125] İbn Sa'd, III, 60.
[126] ibn Sa'd, VIII, 16.
[127] el-İstîab, I, 583. Burada, Hz. Zübeyr'in bu haraç
gelirinden bir dirhem bile evine sokmayıp tasadduk ettiği kaydedilir.
[128] Buhâri, Buyu 1. Ayrıca bkz s 239.
[129] el-İstîâb, II, 396 Metmde ilk rivayetin kime ait
olduğu söylenmediği gibi son rivayet îbn Uyeyne'ye ısnad edilmiş ki yanlıştır
el-tstîâb*da Abdurrahman b. Avfınbın deve, uçbm koyun ve yuz at miras bıraktığı
kaydedilir.
[130] Metinde Saıd şeklinde geçmiştir.
[131] el-İsâbe, II, 29 Ayrıca bkz s 284.
[132] Nevevı.Tehzîbül-esmâvel-luğât, 1/2,115 Burada Munkızb
Amr'ın 130yılyaşadığı kaydedilir Ayrıca bkz. el-İsâbe, II, 303 (Hıbbân b
Munkiz'm biyografisi).
[133] el-İsabe, IV, 182; Üsdül-gabe, VI, 295.
[134] Sirftcüll-nülûk, s. 244. Metindeki hatalar için aslına
bakılmalıdır.
[135] Muvatta, Kiraz 1. Ebû Musa el-Eş'arî (ra), Hz. Ömer'e
göndereceği beytülmale ait bir malı, ticaret yapmak ve gittiklerinde de ana
malı Hz Ömer'e teslim etmek üzere oğullarına yermiştir.
[136] Siracül-mülûk, s. 243.
[137] ibn Sa'd, III, 114-115.
[138] Metinde Abdul'ah şeklinde geçmiştir.
[139] Ebû Dâvud, Cihâd 168.
[140] İbn Mâce, Cihâd 24.
[141] Buhâri, Tefsiru Sûre 2; Ebû Dâvud, Menâsik 4.
[142] Şevkâni, Fethul-Kadîr, I, 203.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/256-261.
[143] Metinde Arâze şeklinde geçmiştir.
[144] İbn Mâce, Ticârât 3; Ebû Dâvud, Buyu 1; Tirmizi, BuyÛ
4; Nesâi, Buyu 7; Müsned, IV, 6.
[145] Suyûtı, el-Evâil, s. 44 (nr. 282).
[146] bkz. dipnot 137.
[147] Migkâtül-mesâbîh, II, 82 (ur. 2798).
[148] Metinde Yemân şeklinde geçmiştir.
[149] Metinde Kureyza şeklinde geçmiştir.
[150] Tirmizi, Buyu 4.
[151] Metinde Azre şeklinde geçmiştir.
[152] Metinde Kâtib şeklinde geçmiştir.
[153] Metinde Haysem şeklinde geçmiştir.
[154] İbn Mâce, Ticarât 3. Metinde "bukra* kelimesi
"bi-kesre" şeklinde geçmiştir.
[155] Kâri, MirkfitÜİ-mefâtîh,m, 302.
[156] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/261-263.
[157] el-Misbahnl-mÜnîr, s. 47 (bez m ad).
[158] Buhâri, Buyu 8. bkz. dipnot 27.
[159] Îbnü'l-Arabî, Ârizatül-ahvezî, VI, 41 (Tirmizi, BuyÛ
64 hadisi).
[160] Suyûti, Câmiu1-ahâdÎ8,IV, 533 (ar. 14207);
Kenzül-ummâl, IV, 31 (nr. 9346).
[161] CAmiul-ahâdlt, V, 378 (nr. 17564); Kenzül-ummAl, IV,
31 (nr. 9349).
[162] el-Meftrif, s. 575; Telkîhu fuhûmi ehlil-eaer, s. 454.
Bu iki eserde ayrıca Hz. Ebubekir, Osman, Talha ve Abdurrahman b. Avfın da bez
ticareti yaptıkları kaydedilmiştir.
[163] el-İrtiab, III, 72-73. Ayrıca bkz. el-Meârif, s. 193.
[164] Telbîsu tblîs, s 282; el-Meârif, s. 575; Telkîhu
fuhûmi ehlil-eser, s. 454.
[165] Metinde Îbnu'z-Zübeyr şeklinde geçmiştir.
[166] bkz. el-Meârif, s. 231.
[167] el-İsâbe, II, 32. Sözkonusu rivayet için bkz. Ebû
Dâvud, Buyu 7; Nesâi, Buyu 54; Tirmizî, Buyu 64; İbn Mâce, Ticârât 34; Müraıed
IV, 352.
[168] Telkih, s. 454; Telbîsu tblîs, s. 282.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/263-264.
[169] Ebû Said en-Nisâbûrî el-Harkûşî'nin(ö. 406/105) bu
eseri için bkz. Keçfazzunûn, II, 1045; SuppL, 1.361.
[170] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 2/264-265.
[171] Buhâri, Buyu 38; el-Mekâsidül-hasene, s. 375 Metinde
"vücudunu" kelimesi düşmüş olup Huzâi'de ise (s. 693)
"beden" kelimesi "beyt" (ev) şeklinde yanlış geçmiştir.
[172] bkz. Keşfuzzunûn, I, 483.
[173] UmdetÜl-kârî, IX, 307.
[174] Fethul-Bârî, IX, 175.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/265.
[175] bkz. Renzül-ummâl, IV, 154 (nr. 9961). Ayrıca bkz. dipnot 159.
[176] Müsned, IV, 352.
[177] Metinde geçen "temr" (hurma) kelimesi
"semen" (değer, kıymet) olmalıdır.
[178] en-Nefesül-Yemânî ve'r-ravhu*r-reyhânî fî
icâzeti1-kudâtiWelfiseti Be-ni'ş-Şevk&nî, Vecîhüddin Abdurrahman b.
Süleyman el-Ehdel'ın (ö. 1250/1835) eseridir, (bkz. Fihrisül-fehâris, II,
695-700).
[179] bkz. es-Sîretül-Halebîyye, III, 453; Kenzül-ummâl,
III, 111, (nr, 5726); el-Mekâsidül-hasene, s. 258-259.
[180] Zâdül-meâd, I, 139.
[181] Bu eserin adı Muntahabul-akâvîl fîmâ yeteallak
bi's-serâvü'dir. (bkz. I, XIV).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/265-267.
[182] Buhâri, Buyu 8.
[183] Târîhul-Hamîs, II, 268. Bu bilginin ilk cümlesi
metinde düşmüş olup mana yanlış hale gelmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/267.
[184] Nesâi, Ziyne 31. Tîb, misk ve anber kelimeleri metinde
olmadığı gibi "zikâre* de "dikâre" şeklînde geçmiştir.
[185] Avnul-Ma'bûd, X, 149-150 (Ebû Dâvud, Eşribe 4).
[186] age, I, 399.
[187] age, I, 400.
[188] age. VIII, 98.
[189] Şiffiül-galîl firoâ R kelAmil-Arab mİne'd-dahîl, s 165
(ğâliye road.).
[190] el-İsabe, III, 116.
[191] Metinde Kevter şeklinde geçmiştir.
[192] el-İsabe, İÜ, 116. Şiirde "raket" kelimesi
"racet" şeklinde geçmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/267-268.
[193] age, IV, 44;
Üsdül-ğâbe, VII, 75. Burada "kendi
madeninden" ifadesi mevcuttur.
[194] İbn Sa'd, IV, 277. Buradakendi madenlerinden altın
getirdiği veResulullah(sav)ta-rafindan taahhüt edilen borcunu ödediği
zikredilir. Ayrıca bkz. Telbîeu tbHm, s. 182.
[195] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/269.
[196] el-İstîâb, III, 537-538.
[197] İbn Sa'd, IV, 44-45; el-tstîâb, III, 537-538;
Üsdü'l-fcftbe, V, 396; el-lsabe, III, 577. Son iki eserde Nevfel'in şöyle
dediği kaydedilir: "Cidde'de mızraklarım olduğunu benim dışımda Allah'tan
başka bilen yoktu! Senin peygamberliğine şehâdet ederim.”
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/269.
[198] Müslim, Buyu 38; Buhari, Buyu 54, 56.
[199] îbn Sa'd, III, 114-115. Burada Hfttıb'm tüccar olduğu,
buğday ve başka şeyler sattığı belirtilerek vefat ettiğinde dört bin dinar ve
dirhem, bir ev ile başka mallar bıraktığı kaydedilir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/269-270.
[200] el'İsfibe, II, 289. Metinde "maa' kelimesi
"bey" şeklinde geçmiştir.
[201] Metinde Eclâc şeklinde geçmiştir.
[202] Ebû Dâvud, Hudûd 23; Müsned, in, 479.
[203] el-İsâbe, in, 328.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/270.
[204] age, II, 190 (Abdullah
b. Cafer'in biyografisi).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/270.
[205] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/270.
[206] age, IV, 232. Metinde Ayyaş adı Abbâs, Ebû Rebîa da
Rabîa olarak geçer.
[207] Metinde Muavvid şeklinde geçmiştir.
[208] Metinde Abbâs şeklinde geçmiştir.
[209] Îbn Sa'd, VIII, 301.
[210] el-lsabe, IV, 278; ÜsdÜl-ğâbe, VII, 75-76.
[211] el-lsâbe, IV, 411; Üsdül-ğâbe, VII, 75.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/271.
[212] Ahkamu1-Kur*âa, III, 165. "Emereküm"
kelimesi metinde "emedekum" şeklinde geçmiştir.
[213] Metinde Feşer şeklinde geçmiştir.
[214]
Müslim,Mu8âkât8.Metirideek8İklikvefarklılıkoluptercümedeMüslim'deki metin esas
alınmıştır. Ayrıca bkz. s. 277.
[215] Buhâri, Hars 1. Ayrıca bkz. s. 245.
[216] Hilyetü1-evliyâ, II, 344.
[217] bkz. Müslim, Vasiyye 14; İbn Huzeyme, Sahih, IV, 122
(ar. 2494). Bu hadiste, kişi Ölünce üç şey dışında amelinin kesileceği
belirtilerek bu üç şeyin sadaka-yı câriye, faydalanılan ilim ve dua eden salih
bir çocuk olduğu kaydedilir.
[218] İbn Mâce, Mukaddime 20; ibn Huzeyme, IV, 121 (nr.
2490).
[219] el-İsâbe, II, 38. Metinde Tebük ve kürek kelimeleri
düşmüştür.
[220] bkz. el-Mekasıdul-hAsene, s. 342.
[221] Metinde Sa'd şeklinde geçmiştir.
[222] Metinde Şedîd şeklinde geçmiştir. Sedîr'in Yemen'de
bir yer, Hîre'de bir yer veya nehir, Mısır'da da bir su kaynağının adı olduğu
kaydedilmiştir (bkz. Mu'ce-mül-büldân, III, 201-202).
[223] Müsnedü Ömer b. Abdilaziz, s. 127-128.
[224] Müsned, III, 468.
[225] Buhâri, Hars 20; Fethul-Bârî, X, 94-95.
[226] el-Merâsü, s. 363-364 (nr. 540). Metinde geçen
"cemâcim" kelimesi, burada kaydedilen bir rivayette "bunu göz
(değmemesi) için emretmişti" ifadesinden dolayı "çubuk"
şeklinde tercüme edilmiş olup kelime ayrıca kuyu ve başına saban demiri takılan
ağaç manalarına da gelmektedir.
[227] es-Sünenül-kübrâ, VI, 138.
[228] bkz. Kenztil-ummâl, IV, 32 (nr 9354).
[229] Buhâri, Buyu 1.
[230] İrşâdü's-sârî, IV, 4. Metinde kaydedilen "ağaç
dikimi" ifadesi burada geçmemektedir.
[231] Buhâri, Hars 11.
[232] Buhâri, Hars 8 Hadiste olmadığı halde metinde Hz.
Hafsa da zikredilmiştir.
[233] İrşÂdti's-sârî'de "el-muzâraa ve'l-muhâbere"
(ilki tohum mülk sahibine, diğeri de ortakçıya ait olmak üzere yapılan ziraî
ortakçılıktır, bkz. Fethul-Bârî, X, 77) olarak geçen kelimeler metinde
"zirâat ve ticaret" şeklinde yanlış geçmiştir.
[234] İrşâdü's-sârî, IV, 4 Metinde hata ve düşüklükler
mevcuttur.
[235] Buharı, Hars 8.
[236] Buharı, Hars 2.
[237] bkz. Mecmau'z-zevâid, IV, 63.
[238] Kâri, MirkâtÜl-mefâtîhJII, 362.
[239] en-Nihâye, II, 384.
[240] bkz. Kirmanı, Şerhul-Buhâri, X, 148.
[241] Mirkâtül-mefâtîh, III, 362. Metinde, Ali el-Kârî'nin
bu sözü Tîbi'den naklettiği kaydedilir ki yanlıştır. Kâri bunu Nurbeştfnin
(Nurbahşi olmalıdır) söylediğini zikreder. Kirmâni, yukarıda anılan sözünden
sonra Tîbi'den bir nakilde bulunur ki karışıklık buradan kaynaklanmış
olmalıdır.
[242] ibn Haldun, Mukaddime,s. 55.ve 128. Metindeki hatalar
için aslına bakılmalıdır.
[243] Müsned, II, 84; Ebû Dâvud, Buyu 54. Metinde verilen
hadis Ebû Davud'un rivayeti olup Müsnedln rivayeti biraz farklıdır.
[244] İrşadü's-sârî, IV, 172. Bu bilginin hepsi
Fethul-Bârî'de (X, 69) mevcuttur.
[245] bkz. İbn Sa'd, III, 192; Kenzül-ummâl, XII, 535 (nr.
35720).
[246] Kenzül-ummâl, XIII, 287 (nr. 36834).
[247] Müslim, Musâkât 12. Metinde "kuş" kelimesi
düşmüştür. Ayrıca bkz. s. 273.
[248] Ibn Sa'd,ÎV, 312.
[249] et-Terâtîb, II, 266-267.
[250] el-Müdewene, I J05 el-Beyân ve't-tahsıl, IX, 167 168.
[251] el-Beyân ve't-tahsîl, IX, 168 169 Bu olay için ayrıca
bkz. İbn Şı bbe III 1042 1043.
[252] Vefâul-Vefâ, II, 152.
[253] el-Keşşâf, II, 278.
[254] Ebû Bekrel-Kerhî (o 400/1019'dan sonra), Kercî diye de
anılır. İnbâtul-miyâhil-hafiyye (Haydarabad 1359) adlı eseri vardır bkz J
Vernet, "al-Karadjı," El, IV, 600).
[255] Muhammed Hamidullah tarafından bir kısmı
neçredılmıs;tir (Kahire 1973).
[256] Kitâbul-Filâha (Madrid 1878) adlı bu eser ve çeşitli
dillere tcrcumelen için bkz. "Filâha," El, III, 902.
[257] Serkis, II, 1834; "Filâna," El, II, 900 Eser
1291 yılında basılmıştır.
[258] T. Fahd, "ibn Wahshıyya," El, III, 963-965.
[259] Serkis, I, 1510. Eser Kahıre'de 1293'te basılmıştır.
[260] Bu konuyla ilgili diğer eserler için bkz.
"Filâna," El, II, 899-910.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/271-281.
[261] İbn Sa'd, VIII, 108; el-İsâbe, IV, 314.
[262] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/281.
[263] Bu başlıkta ve verüen diğer bilgilerde
"fcror" (hurma)kelimesi "semer" (meyve) şeklinde yanlış
geçmiştir.
[264] bkz el-lsâbe, III, 550.
[265] Metinde Sîmûne şeklinde, Sîmâh da Sîmâ şeklinde
geçmiştir.
[266] el-İsâbe, II, 104; el-İstîâb, II, 133; Üsdül-ğâbe, II,
498. ilk kaynakta Semmûye (veya Simûye), ikincisinde Sîmûne, sonuncusunda da
Sîmeveyh şeklinde geçmiştir.
[267] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/281-282.
[268] Buhâri, Cuma 38.
[269] el-İsâbe, III, 549. Burada konuyla ilgili hiçbir bilgi
yoktur.
[270] Târîhul-hulefâ, s 152.
[271] el-Hıtat,I, 71.
[272] bkz.F.Rosenthal/al-Kındî", El, V, 121.Metinde
"el-ğârbî" kelime$i"el-Arabî" şeklinde geçmiştir.
[273] el-İsâbe, II, 506. Ayrıca bkz. s. 129.
[274] ibn Abdilhakem, Sîretü Ömer b. Abdilaziz.s 99.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/282-284.
[275] Metinde Âmir şeklinde geçmiştir.
[276] el-İstîâb, II, 54. Aynca bkz. s. 259.
[277] Muhtâru's-Sıhâh, "kare" mad.
[278] age, "seleme" mad. "tdâh" kelimesi
metinde "ğadât" şeklinde geçmiştir.
[279] Meşârikul-envâr, II, 179.
[280] el-İsâbe, II, 29. Metindeki Ömer b. Hafs ismi burada
Amr b. Hafs şeklindedir.
[281] İbn Sa'd, VIII, 282.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/284-285.
[282] el-İsâbe, IV, 286; Üsdül-gâbe, VII, 87.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/285.
[283] Tirmızi, Buyu 10; Nesâi, Buyu 22. Burada kısaca
geçmektedir. Ayrıca bkz. ibn Mâce, Ticârât 25; Müsned, III, 100,114. Metindeki
hata ve düşüklükler için bu kaynaklara bakınız.
[284] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/285.
[285] Buhâri, Buyu 68, 71, Icâre 14; Müslim, Buyu 11, 19.
[286] Buhâri, Icâre 14.
[287] Fethul-Bârî, IX, 234.
[288] Ebü'l-Abbas Abdullah b. Ahmed el-Ebyânî'nm (o.
352/964) eserinin adı Tertîbü's-semâsire olup Tunus Milli Kutuphanesi'nde
yazması mevcuttur (bkz. Tertîbül-medârik, II, 347-353;
Terâcimül-müellifıne't-Tûnisiyyîn, I, 44 45).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/286.
[289] Buhâri, Buyu 31, Cenâiz 29, tbn Sa'd, I, 454.
[290] Umdetül-kârî, IX, 298. "Eder" kelimesi
metinde "etmez" şeklindedir.
[291] İhyâu ulûmi'd-dîn, IV, 290. Metindeki düşüklük ve
farklılıklar için bu esere bakınız.
[292] age, IV, 290, dipnot 2. Metindeki ifade el-tsâbe'den
nakledilmiş olup burada "kendisi için başka bir cubbe dokunmasını
emretti" ifadesinin yalnız Taberâni'nin rivayetinde olduğu ve râvinin de
birçok İhya nüshalarında Seyyar b. Sa'd şeklinde yanlış geçtiği
kaydedilmiştir.
[293] el-tsâbe, II, 131. Metindeki "kaziyye"
kelimesi burada "kıssa" şeklinde geçer.
[294] el-Turukul-hükmiyye, s. 254.
[295] Fethul-Bârî, VI, 174.
[296] Ahlâku'n-Nebî, s. 105.
[297] Telbîsu İblîs, s. 282.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/286-287.
[298] Umdetül-kârî, IX, 296. Burada cümle "önce yaprak
satıcısı idi, sonra buğday satıcılığı yaptı" şeklindedir.
[299] İbn Sa'd, I, 366.
[300] el-Meârif, s. 575.
[301] Telbîsu tblîs, s. 282.
[302] bkz. Kenzül-ummal, IV, 31 <nr. 9347).
[303] Buhâri, Buyu 30.
[304] Umdetül-kârî, IX, 297.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/288.
[305] Bu konu için bkz. 1, 148-151 (Arapça metin, I, 67-69).
[306] bkz. s . 134. Bu başlık altındaki bilgiler esasen
Huzâi tarafından (s. 711} verilmiş olup metinde özet olarak ve Kettâni'ye ait
gibi zikredilmiştir. Metindeki hatalar için de Huzâi'ye bakınız.
[307] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/289.
[308] eUsâbe, I, 94.
[309] İbn Ebî Zi'b (ö. 158/775) için bkz. Zirikli, VII, 61.
[310] bkz. SuppL, I, 174.
[311] el-Hasâisul-kübrâ, I, 147.
[312] el-lsâbe, II, 308.
[313] el-tsâbe, IV, 344.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/289-290.
[314] İbn Hişâm, I, 646-647. Bu bilgiler metinde Kettâni'ye
ait gibi görünmekle birlikte gerçekte Huzâi'ye (s. 712) aittir. Hücre kelimesi
metinde "hufre" (çukur) şeklinde geçmiştir.
[315] ibn Sa'd, IV, 73.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/290.
[316] Kuyumcular tarafindan ve ayrıca tavan kaplamasında
kullanılan güzel kokulu bir ağaç.
[317] Buharı, Buyu 28.
[318] Baharı, Buyu 28.
[319] bkz el-Mekâsidul-hasene, s 76 Ayrıca bkz s 314 (dipnot
417).
[320] Fethul-Bârî, IX, 167 168 Metinde hataveduşukluk
mevcuttur "Muzdarıb" hadis, senedi birbirine aykırı şekilde rivayet
edilen ve aralarında tercih imkânı bulunma yan hadistir (Aydınlı, s 123).
[321] el-lsâbe, IV, 74 Ayrıca bkz en-Nihâye, III, 10 (Burada
'yeım' ile "ğad" kelımele rı arasmda "vâv" harfi vardır).
[322] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/290-292.
[323] el-İlel, I, 489-490, "Leyse bi-şey" ifadesi,
hadisin hiçbir şekilde alınmayacağını gösterir (Aydınlı, ^. 89).
[324] age, I, 491
"Metrâku'l-hadîs" ifadesi, muhtelif cerh sebeplerinden biriyle
tenkıd edilen ravının rivayetim gösterir ki bu hadis hiçbir şekilde alınmaz
(Aydınlı, s. 99).
[325] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/292.
[326] el-İsâbe, 11,207.
[327] age, II, 223 Burada Tarafe için de aynı şey söylenmiş,
sonrada bu konudaki görüşler zikredilmiştir.
[328] Tirmizi, Libâs 31. Buradaki ifade, İlim ehlinden
birçoğunıin, 0:1ların (ashap) dişlerini altınla tutturduklannı rivayet
ettikleri şeklindedir.
[329] Ebû Dâvud, Hâtem 7. Ayrıca bkz. ibn Sa'd, VII, 45.
[330] İbn Sa'd, III, 58.
[331] Dâiretü'l-meârif, X, 135.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/292-293.
[332] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/293.
[333] Metinde İbn Abbâs şeklinde geçmiştir.
[334] Buhâri, BuyÛ 104. Ayrıca bkz. Fethul-Bfirî, IX, 288;
el-Bahru'r-rftik, II, 31.
[335] Bedâiu's-senâi,' I, 1X6.
[336] bkz. Mu'cemül-büldânMH, 280.
[337] İbn Abbâs'ın ocağıyla ilgili bilgiden sonra verilen
malumat için bkz. el-Bahru'r-râik, II, 30.
[338] İbnü'l-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 363.
[339] Metinde Sevrı şeklinde geçmiştir.
[340] bkz el-Bahru'r-râik, II, 30, Ibn Abıdîn,
Reddul-muhtâr, 1,644.
[341] Metinde geçen Samırebı kelimesi doğru şekilde Sayrafi
olmalıdır (bkz A Ozt4, Hanefî Fıkıh Âlimleri, s 134).
[342] Bu eser Hizânetul-fetâvâ olmalıdır (krş A Özel, age, s
50).
[343] bkz el-Bahru'r-râik, II, 29.
[344] age, II, 31, Ibn
Abıdîn, 1, 650 Metindeki ibarede hata vardır.
[345] Ibn Ebî Şeybe, el-Musannef, V, 190 {nr 25100).
[346] age, V, 190 (nr
25102).
[347] age, V, 191 (nr
25104).
[348] îbn Sa'd, VII, 10.
[349] Ibn Sa'd, VII, 18.
[350] Ibn Sa'd, VI, 139.
[351] Ibn Sa'd, VI, 210. Metinde hata olup aslına
bakılmalıdır.
[352] Ibn Sa'd, VI, 301.
[353] Cevdet Paşa, Tarih,!, 241-252.
[354] bkz. I, 114. Ayıca bkz. s. 179.
[355] bkz. Suppl., I, 689.
[356] Metinde "keşşâr kelimesi "keşf,"
"an" harfi de "alâ" şeklinde geçer.
[357] Keşşâfül-kınâ, V, 170.
[358] Ebû Dâvud, Menâsık 92, Buharı, Meğâzî 48.
[359] Metinde "kenâıs" kelimesi "kıtâbıyyîn"
peklinde geçmiştir.
[360] Keşşâfü'1-kınâ, V, 170.
[361] bkz. N. A.
Koenmg, "Âmir," IA, I, 407 Olum tarihi miladi 1130 dur.
[362] el-Hıtat, 11, 318.
[363] Dâiretül-meârif, VIII, 76.
[364] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/293-298.
[365] Buhâri, Buyu 112.
[366] Mirkâtül-mefâtîh, III, 292. Metinde birçok hata olup
aslına bakılmalıdır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/298.
[367] Mişkâtül-Mesâbîh, II, 78. (nr. 2784).
[368] Mirkâtül-mefâtîh, III, 299. Metindeki hata için aslına
bakılmalıdır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/298-299.
[369] Buhâri, Cenâiz 44.
[370] el-lstîâb, I, 42. Ebû Seyf, burada Ebû Yusuf şeklinde
geçmiştir.
[371] Buhâri, Buyu 29.
[372] Pethul-Bârî, IX, 168; Umdetül-kâri, IX, 294. Ayrıca
bkz. El, IV, 819.
[373] Umdetül-kârî, IX, 295.
[374] age, IX, 296.
[375] el-tsâbe, I, 29.
[376] el-İsâbe, I, 154-155; age, Ali M. el-Bicâvî neşri, I,
304. Metinde Ruhaym kelimesi Rucayh şeklinde geçmiş, iki "yemin"
kelimesi de düşmüştür. Halife'nin babası Bişr'in biyografisinde (I, 307-308)
bunun benzeri bir bilgi verilmiş olup Bişr'ın malına ve oğluna kavuşması
halinde zincirli olarak hacyapmayayemin ettiği kaydedilir.
[377] Buhâri.Cihâd 144; Fethul-Bârî,XII,
112.BuradaResulullah'ın"Ümmetimden bazı insanların zincirlere vurulmuş
olarak zorla cennete sevkedildıklerini gördüm" buyurduğu, kim oldukları
sorulunca da "Muhacirlerin esir alıp zorla islâm'a soktukfarı Acemlerden
bir Kavım" cevabını verdiği kaydedilerek ibrahim el-Harbf nın gerçek zincirin
söz konusu olmadığı, zorla islâm'a sokulup bundan dolayı cennete girmelerinden
dolayı böyle denildiğim söylediği belirtilir.
[378] Fethul-Bârî, XII, 111.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/299-301.
[379] bkz Ibn Hışâm, I, 494.
[380] Suheylı, IV, 254 Metinde er-Ravdül-ünüf kelimesi
er-Ravda, Ibn Ebî Haysı-me de Ibn Kuteybe şeklinde geçmiştir Suheylı'nın sun sozu de şöyledir
"Bundan, islâm'da ilk mescid yapanın Resulullah olduğu anlaşılmaktadır."
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/301.
[381] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/301.
[382] el-İsâbe, I, 32. Metinde Bâverdı ismi Bârûdı, Hubeyb
de Cuneybe şeklinde el-İsâbe, I, 32. Metinde Bâverdı ismi Bârûdı, Hubeyb de
Cuneybe şeklinde geçmiş olup ayrıca düşüklük de mevcuttur.
[383] el-Târîhul-kebîr, II, 202.
[384] el-İsâbe, I, 211. Ayrıca bkz. İbn Şebbe, I, 79; Umerî,
el-Hiref ve's-sınâât, s. 209.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık:
2/301-302.
[385] el-İsâbe, II, 355.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/302.
[386] Buhâri, Salât 48, Buyu 41. Metinde hata ve düşüklük
mevcuttur.
[387] İbn Hişâm, I, 496.
[388] Metinde "cerîd" kelimesi "cedîd"
şeklinde geçmiştir. Ayrıca bkz. el-Hiref ve's-sı-nâfit, s. 210-215.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/302.
[389] Metinde bu şekilde geçen kelime asıl kaynakta
"saîde" şeklinde geçer.
[390] Ibn Atıyye, el-Muharrerül-vecîz, VIII, 274-275.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/303.
[391] Bu konuda bkz Semhûdı, Vefâul-Vefâ, I, 326,el-Hiref
ve's-sınâât, s 200-205.
[392] Suheylı, IV, 267,
Vefâul-Vefâ, I, 329.
[393] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/303-304.
[394] Ahlâku'n-Nebî, s. 60. Metindeki hatalar için aslına
bakınız.
[395] Bu hadis Ebû Davud'un Sünen'inde (Sünne 16) geçmekte
olup anılan yerde bulunmamıştır.
[396] VefâÜl-Vefâ, I, 318-319.
[397] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 2/304.
[398] bkz. Ibn Hişâm, I, 498; Vefâül-Vefâ, I, 236.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/304.
[399] Şuabul-imân,VII,84(nr 9561) Mecmau'z-zevâid, VIII, 165
Hadisteki"tu'zıhı" kelimesi metinde tudıhı' peklinde geçmiştir.
[400] bkz Suppl., II, 176.
[401] bkz b 41-43.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/304-305.
[402] Buradaki "Ma n'ı ve kardeşini" ifadesi
"Ma'n'ı veya kardeşini" şeklinde olmalıdır.
[403] Vâkıdİ, Esbâbu'n-nÜzûl, Kahire 1316, s. 195.
[404] bkz. Ibn Hişâm, II, 530.
[405] Şerhul-Mevâhib, III, 80.
[406] bkz. s. 67.
[407] bkz. Tertîbül-medârik, II, 600; ed-Dîbâcül-müzheb, s
268.
[408] el-Beyân ve't-tahsîl, I, 410 411 Metinde birçok hata
ve düşüklük mevcut olup ah Uy la karşılaştırılmalıdır.
[409] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/305-307.
[410] Metinde et Temîmı şeklinde geçmiştir.
[411] eI-Isâbe,II,232,Tehzîbuıt-tehzîb,V,33 Kenzul-ummâl,
III, 108(nr 57 U>) 702 (nr 8511).
[412] Ibn Sa'd, V 552.
[413] Farklı bir rivayet için bkz. el-thsân fî tertibi
Sahihi tbn Hibbân, II, 224 (nr. 1119). Krş. Kenzül-ummâl, III, 108 (nr. 5716).
Bu hususla ilgili rivayetler için bkz. es-Sîretül-Halebiyye, II, 273.
[414] Hadis için bkz. Mecmau'z-zevâid, IV, 98; Kenzül-ummâl,
III, 97 (nr. 9128); el-Mekâsidül-hasene, s. 122-123.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/307-308.
[415] Buhâri, Et'ıme 8. Bu hadisin tam metni şöyledir:
"Nebi (sav), Allah'a kavuşuncaya kadar ne halis buğday unundan yapılmış
ince yufka ekmek, ne de kızartılmış körpe kuzu kebabı yedi."
[416] Bu ifadelerin geçtiği hadis de şudur: Enes'den:
"BenNebi'nin (sav) ne aükküreceden (küçük sofra gibi yemek teknesi) yemek
yediğini, ne kendisi için halis buğday unun-danyufka ekmek yapıldığını, ve ne
de yüksek masa üstünde yemek yediğini bilmiyorum (Buhâri, Et'ıme 8).
[417] Aynı bilgi ve metindeki hatalar için bkz. Makkafi,
Netfut-tîb, II, 150-151.
[418] eş-Şifâ, 1,122-123; Hafâci, Nesîmu*r-riyâz, 1,483-484.
Metindeki hatalar için aslına bakınız. Hadis için bkz. Buhâri, istizan 30;
Müslim, Zekât 31, 32.
[419] Ebu'ş-Şeyh, Ahlâku'n-Nebî, s. 99; İbn Stt'd, 1,461.
Soz konusu rakam da İbn Sa'd'da 29 olarak geçer.
[420] İbn Sa’d, I, 461.
[421] İbn Sa’d, IV, 65.
[422] el-Isâbe, 11,428.
[423] Metinde Şurati şeklinde geçmiştir.
[424] age, III, 595.
[425] Irşâdü's-sârî, VI, 84.
[426] Bu bilgi Nesîmü'r-riyâz'(lan (II, 37) nakledilmiştir
KendiMneyu/. deve verilenlerin adlan için bkz ibn Hışfim, II, 492 493.
[427] Bu Huneyn olmalıdır (bkz ibn Hışâm, II, 488 490.
[428] bkz Nesîmü'r-riyâz, II, 118.
[429] eş-Şifâ, I, 146,Nesîmü'r-riyâz, 11,38 Bu bilgiler
UçunouBolum'de de(I, 288-291) geçmiş olup oraya bakınız.
[430] Buhâri, Salât 42. Parantez içindeki ifadeler hadiste
mevcut olmayıp metinde izah kabilinden zikredilmiştir. Metindeki hata ve
düşüklükler İçin aslına bakılmalıdır.
[431] Bu bilgi için bkz. Fethul-Bârî, III, 77 (Buhâri, Salât
42).
[432] bkz. Hafâci, NesimüV-riyâz, I, 478.
[433] eş-Şifâ, II, 940; Hafâci, IV, 344-345. Metinde geçen
Salih et-Tuleytulî adı bu kaynaklarda îbn Hatim et-Tuleylulî şeklindedir.
[434] bkz. Mecmau'z-zevâid, X, 262-263; Kenzül-ummâl, VI,
470 (nr. 16522, 16523).
[435] bkz. Ali el-Kârî, el-Esrârül-merfÛa, s. 255;
el-Mekâsidül-hasene, s. 300.
[436] İbn Sa'd,III, 300. AyncaÜçüncüBölüm'de divan
teşkilatının kurulmasıyla ilgili bilgilere {I, 299) bakınız.
[437] İbn Sa'd, III, 302.
Aynca bkz. age, III, 305, 306.
[438] İbn Sa'd, III, 315. Bu, kıtlık yılında Amrb. Âs'ın
Mısır'dan gönderdiği ve kesilerek muhtaçlara dağıtılan develerle ilgili olup
Hz. Ömer'in şahsî sofrasının son derece mütevazi olduğu bilinmektedir.
[439] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/308-314.
[440] İbn Mâce, Ticârât 5. Burada ez-Zevâid'den naklen,
ravilerden Perkad'm zayıf, Ömer b. Harun'un da "yalancı" olduğu
kaydedilmiştir. Metinde bazı isim ve nisbeler yanlış geçmiştir. Aynca bkz.
Kenzül-ummâl, III, 619 (nr. 8204). Burada sözü edilen boyacı ve kuyumcunun
gerçek anlamda boyacı ve kuyumcu değil sözü allayıp pullayıp değiştiren
kimseler olduğu, bunların kastedildiği de söylenmiştir. Bu konuda
el-Mekâsidül-hasene'ye (s. 76) ve daha önce geçen Kuyumcu bahsine bakınız.
[441] en-Nihâye fî garîbil-hadîs, III, 10.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/314.
[442] İbn Mâce, Ticârât 6.
[443] et-Turukul-hükmiyye, s. 253.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/314.
[444] Buhâri, Buyu
10; Fethul-Bârî, IX, 146. Burada sozu edilen Matar, tabiin
âlimlerinden Matar el-Verrâk'tır.
[445] Telbîsu tblîs, s. 283.
[446] bkz. s. 127-132.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/315.
[447] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/315.
[448] el-tstîâb, II, 58.
[449] eMsâbe, II, 63.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/315.
[450] Metinde, burada ve aşağıda Ahraed şeklinde geçmiştir.
[451] el-İsâbe, I, 23, II, 58. Ahmer'ın adının Sefine olduğu
da söylenmiştir.
[452] bkz. el-tsâbe, II, 58.
[453] age, II, 30. Useyd b. Hudayr ve Râfî b. Hudeyc'in de
böyle olduğu kaydedilir (bkz. Peyzül-Kadîr, IV, 327).
[454] el-tsâbe, 11,311.
[455] es-Sîretül-Halebiyye, 1,82. Ayrıca bkz Feyzül-Kadîr,
IV, 328. Ebu'l-Kasım metinde Îbnu'l-Kasım şeklinde geçmiştir.
[456] bkz. el-Mekâsidül-hasene, s. 289; Kenzül-ummâl, XVI,
443 (nr. 45342, 45343).
[457] el-tsâbe, I, 164.
[458] et-Teysîr, II, 136; el-Mekâsıdül-haaene, s. 289.
Ayrıca bkz. s. 340.
[459] et-Teysîr, II, 136.
[460] Feyzül-Kadîr, IV, 327. Metinde hata ve düşüklükler
olup aslına bakılmalıdır.
[461] Mecmau'z-zevâid, V, 269; Kenzül-ummâl, XV, 211 (nr.
40612).
[462] Suyûti, ed-Dürrül-mensûr, IV, 86; Munâvi,
Feyzül-Kadîr, IV, 327.
[463] ed-Dürrül-mensûr, IV, 86.
[464] age, IV, 83-98. Burada, "kuvveften maksadın ne
olduğu, atıcılık, yüzme, binicilik gibi sporların faziletine dair hadis ve
haberler nakledilmiştir.
[465] bkz. Mektebetül-Celâl es-Suyûtî, s. 97 (risalenin
yazmaları mevcuttur).
[466] el-tklîl, s. 153-154. Metindeki duşukiuk için aslına
bakınız.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/316-318.
[467] Metinde Abdullah b, Amr b. Ebân şeklinde geçmiştir.
[468] el-İsâbe, 1, 540; Üsdü'l-ğâbe.II, 239.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/318.
[469] Metinde "Av" şeklinde geçmekle birlikte
Huzâi'nin verdiği başlık ile "içindekiler"de kaydedilen başlık
tercümede esas alınmıştır.
[470] Buhâri, Zebâih 10.
[471] Tirmizi, Sayd 3.
[472] Müslim, Hac 2. Ayrıca bkz. Buharı, Cihâd 46.
[473] Muslini, Hac 63
[474] Müslim, Sayd 7.
[475] Huzâi bu bilgiyi Kadı lyâz'dan nakletmiş olup (s.
729)cümlenin son bolümü metinde düşmüştür.
[476] Müslim, Say d 3 Metinde son kelime (vekîz) yanlış
yazıldığı gibi "yeme "kelimesi de düşmüştür.
[477] Müslim, Sayd 53. Metindi' hata ve düşüklükler mevcut
olup tercümede asıl kaynak esas alınmıştır.
[478] İbn Atıyye, el-Muharrerül-vecîz,V, 188. Tercümede asıl
kaynak esas alınmıştır.
[479] Kuşâcim (IV A. yüzyıl) ve eseri için bkz. Ch.Pellat,
"Kushadjim," El, V, 525.
[480] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/318-320.
[481] Bir sonraki dipnotta açıklanacağı üzere Kettânı bu
başlığı tamamen bir hata esen olarak vermiştir.
[482] el-tsâbe, II, 208. Burada ve metinde verilen bilgi
yanlış olup doğrusu Üsdü'l-ğâbe'de (III, 52) geçtiği üzere "...onu Benî
Eaed'ın Beni's-Saydâ koluna gönderdi" şeklindedir. Doğrusu "erselehu
ilâ Bem's-Sayda "olan ibare el-tsâbe'de "ilâ men'ı's-sayd"
şeklinde kaydedildiğinden, Kettânı ifadenin bozukluğunu da farkedemeyıp
yanılmıştır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/320.
[483] Müslim, Sayd 17. Metinde özetle verildiği gibi birçok
hata ve düşüklük mevcuttur.
[484] İbn Sa'd, I, 276-277.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/320-321.
[485] bkz. Ibnü'1-Kâdî, Cezvetül-iktibâs, I, 99-100.
[486] bkz. Müsned, II, 380.
[487] bkz. Neşrül-mesânî, I, 175.
[488] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/321-322.
[489]Tirmızi, eş-Şemâil, s 120.
[490] Bir bedel karşılığında hürriyetine kavuşmak üzere
efendısiyle anlaşan köle.
[491] el-tsâbe, 111,569-570; Üsdül-ğâbe, V, 351-352. Ayrıca
bkz I, 118.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/322-323.
[492] Buharı, Buyu 1, Hars 1; Müslim, FedâiluVsahâbe
159-160.
[493] Cevahirül-ikdeyn, II, 326-327. Metin çok hatalı olup
aslına bakılmalıdır.
[494] İrşâdü's-sSrî, IV, 171 (Buhâri, Hars 1).
[495] Ziraat ve Ağaç Dikimi başlığına bakınız (s. 273).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/323-324.
[496] el-lsâbe, 1,221.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/324.
[497] age, III, 61,
Üsdü'1-ğâbe, III, 288-289.
[498] Eserin adı tnbâtül-miyâhil-hafiyye (Haydarabad
1359/1945) olup bu konuda bkz. J. Vernet, "al-Karadji," El, IV, 600.
[499] Bu eser ibn Vahşiyye'nm olup (bk. El, III, 964)
metinde Kerhî'ye ait gibi anılmış olması hatadır.
[500] bkz. T. Fahd, "Fırâsa," El, II, 916.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/324-325.
[501] el-lstîâb,IV, 130; el-İsâbe,IV, 136;Üsdü'l-#âbe, I,
438, VI, 220 Resulullah (sav) ashabı infaka teşvik edince Abdurrahman b. Avf
malının yansını getirdi. Münafıklar "gösteriş yapıyor!" dediler. Ebû
Akil ise sırtında su taşıyarak kazandığı ıkı sâ'ın binni ailesine bırakıp
diğerini getirince, onunla alay ettiler Bunun uzenne Tevbe sûresi 79 âyeti
nazil oldu- Aynca bkz Müslim, Zekât 72.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/325.
[502] Nesâı, Zekât 49 Metindeki eksiklik aslından
tamamlanmıştır, tbn Mesud devamla şöyle der- Bugün yuzbın serveti olan
öylelerini biliyorum ki o gun bir dirhemi yoktu.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/325.
[503] bkz. el-tsabe, IV, 221.
[504] îbn Hışâm, I, 644. Bedir kelimesi metinde düşmüştür.
[505] Muvatta, îstı'zân 26; el-îsâbe,IV, 114-115.
[506] el-İsâbe, 1,421;ÜsdÜ'l-ğâbe, II, 125-126. Hudeybiye
kelimesi metinde Medine şek tinde geçmiştir.
[507] el-tsâbe. I, 422; Üsdül-ğâbe, II, 127. "Hadîde" kelimesi metinde "hadîs"
şeklinde geçmiştir.
[508] el-tsâbe, II, 6.
[509] age, III, 449.
[510] age, IV, 68-69,
ÜsdÜl-gâbe,VI, 108.
[511] Buhâri, Buyu 39.
[512] Fethul-Bârî, IX 176 177 Ayrıca bk X 25 26 (Buharı,
Icare 20 hadisi) Metindeki düşüklükler için aslına bakınız.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/326-327.
[513] Buharı, Buyu 21.
[514] Tırmızı, Nikâh 12.
[515] bkz Tıüıfetul-ahvezî, IV, 224 (bilginin bir kısmı
vardır).
[516] el-Isâbe, I, 401 Usdu'I-ğâbe, II 89.
[517] el-tsâbe, IV, 289 Ömer,
metinde Amr şeklinde gelmiştir.
[518] Telkîhu fuhûmı ehlı-1-eser, s 454.
[519] Buhâri, Hac 12. Hadisin son kısmı metinde düşmüş olup
bu sebeple konuyla ilgisini kurmak da zorlaşmıştır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/327-328.
[520] Metinde İbnü'l-Menkûr şeklinde geçmiştir.
[521] bkz. Kenzül-ummâl, IV, 42-43 (nr. 9417).
[522] el-tsâbe, IV, 374.
[523] Zayıf bir hadis türü olup Zehebi'ye göre bu tabir
cerhin 4. derecesinde bulunan ravî için kullanılır (bkz. Aydınlı, s. 159).
[524] Ebû Dâvud, Buyu 41; Müsned, I, 17.
[525] Görüldüğü gibi bu konuyla ilgili rivayetler zayıftır.
Sahih olduğunun kabul edilmesi halinde bile bu mesleklerin hoş karşılanmam
asının mutlak anlamda değil de belli bazı özelliklerden dolayı olduğu veya o
zamanki umumî telakkiyi yansıttığı anlaşılmaktadır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/328.
[526] Tirmizi, eş-Şemâil, s. 88 (nr.170).
[527] el-lstîâb, IV, 129.
[528] eç-Şemâil, s. 88; Dârimi, Mukaddime 7.
[529] el-İsfibe, I, 146.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/328-329.
[530] ajje, IV, 293. Hadis için bkz. el-Mekâsıdül-hasene, s.
469; Kenzül-ummâl, XVI, 121 (nr. 44139-44140). Aynca Beşinci Bölüm'de s. 114'e
bakınız.
[531] Mecmau'z-zevâid. IV, 315-316; Şerhul-Mevâhib, IV, 271;
Kenzül-ummâl, XII, 59.3 (nr. 35843). İlk kaynaktaki "biyedihi lehâ"
(ona eliyle koydu) ifadesi metinde ve son iki kaynakta "fahizehu
lehâ" şeklinde geçmektedir.
[532] bkz. SuppL, II, 529.
[533] Ibnü'r-Reddâd (ö. 821/1418), Mücibâtü'r-rahme ve
azâimül-mağfîre (bkz. Kehhâle, I, 178).
[534] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/329.
[535] Metinde Kettânf ye ait gibi görünen bu bilgi de Huyâi
(k. 74fi) tarafından verilmiştir. Huzâı'de "Sünen" kelimesi
geçmemektedir.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/330.
[536] el-İsâbe, 111,401.
[537] et-Turukul-hükmiyye, s. 253.
[538] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/330.
[539] Suyûtı, el-Leâlil-masnûa, II, 216; Ali el-Kârî,
el-Esrârul-merfûa, s. 232 (nr. 261); Sehâvı, el-Mekâsıdül-hasene, s. 262.
[540] Suyûtı, II, 217; Alı ei-Kâri, s 150-151 (nr
121); Sehâvı, b 262.
[541] Suyûtı, II, 216.
[542] en-Nihâye, IV, 119; Sehâvı, s
263.
[543] Buhân, Buyu 52.
[544] Fethul-Bârî, IX, 204.
[545] Alı el-Kârî, s 232. "Mudğa" kelimesi metinde
"lukma' şeklinde geçmiştir.
[546] bkz Suppl., II. 403. Ibnu'1-Imâd, metinde Ebu'1-Imâd
şeklinde geçmiştir.
[547] Böyle bir isme rastlanmamış olup muhtemelen doğrusu
Rimse veya Ebû Rimse'dir (bkz. el-İsfibe, IV, 70).
[548] îbn Sa'd, VIII, 493.
[549] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/330-332.
[550] bkz. el-tsfibe, IV, 453; ÜadÜl-f Abe,VII, 333. Ümmü
Zufer, metinde Zıifer şeklinde geçmiştir, "Hz. Peygamber'tn hanımı
Hatice'nin" ifadesi de düşmüştür.
[551] îbn Hişâra, II, 339-340.
[552] îbn Sa'd, VIII, 122.
[553] el-tsâbe, IV, 225.
[554] el-îsâbe, IV, 449-450; Üsdül-ğâbe, VI, 331. Ümmü
Ri'le'nİn elçi olarak Hz. Pey-gamber'e gelip anılan konuşmayı yaptığı
kaydedilir. Metinde ve el-tsâbe'de hata mevcut olup tercüme diğer kaynaktan
yapılmıştır.
[555] bkz. dipnot 497.
[556] Buhâri, Buyu 29.
[557] Fethul-Bârî, IX, 169.
[558] Ebû Dâvud, Tıb 29; Avnul-Ma'bÛd, X, 396-397. Aynca
bkz. İbn Mace, Et'ıme 37.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/332-333.
[559] Metinde "aralarına " şeklinde geçmiştir.
[560] el-İsâbe, XV, 275.
[561] bkz. L is ân ul-Mİzân. 1,454.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/333-334.
[562] eMsâbe, IV, 282.
[563] ibn Sa'd, VIII, 16 (Hz Hatice'nin biyografisi), 244
(Nefîse'nin biyografisi).
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/334.
[564] el-İsâbe, TV, 300, el-İstîâb, IV, 308; Üsdü'1-ğâbe,
VII, 107. Bu hanım şahabı Beyaturrıdvân'da da bulunmuştur.
[565] Buharı, Oihâd 68.
[566] el-Isâbe, IV, 302 Ayrıca bkz İbn Hışâm, II, 239.
[567] el-Isâbe, IV, 396.
[568] Ibn Sa'd, VIII, 291, Usdul-ğâbe, VII, 252 Cümlenin son
kısmı Ibn Sa'd'da yoktur.
[569] el-lsâbe, IV, 402-403, Usdü'1-ğâbe, VII, 259, 268.
[570] el-îsâbe, IV, 433 Üsdü'l-ğâbe'de (VII, 303) Ummu
Eymen'm Resulullah'm babası tarafından azadedildiği söylendikten sonra onunuz
Hatice'nin kızkardeşı tarafın dan Resulullah'a hibe edildiği, Resulullah'm
annesinin kölesi olduğu şeklinde go ruşler bulunduğu da kaydedilir.
[571] Ebû Dâvud, Cıhâd 141, Müsned,V, 271.
[572] el-tsâbe, IV, 453 454.
[573] İbn Sa'd, VIII, 292.
[574] el-İsâbe, IV, 486-487.
[575] age, IV, 505. Varaka, metinde Ravka şeklinde
geçmiştir.
[576] bkz. ÜsdÜl-gâbe, VII, 381. Ibn Sa'd'da (VIII, 308)
"Otur, insanlar, Muhammed bir kadınla savaşıyor demesinler" ifadesi
geçmekte olup bu iki rivayet ve değerlendirilmesi için bkz el-lsâbe, IV,
486-487.
[577] Metinde "Kıtâbu'l-Meğâzî" şeklinde
geçmiştir.
[578] Bu başlıklar için bkz. Buhâri, Cihâd 62-68.
[579] Buhâri, Cihâd 65.
[580] Ebû Dâvud, Cihâd 141.
[581] Müslim, Cihâd 134. Bu paragrafta verilen bütün
bilgiler Fethul-Bârî'de (XII, 31-32) geçmektedir.
[582] el-İsâbe, IV, 479.
[583] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 560.
[584] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/334-337.
[585] el-İsâbe, IV, 393.
[586] IbnSa'd, VIII, 311-312.
[587] bkz. Suppl.. II, 346.
[588] Hanefi âlimlerde kadının istermüslüman ister
gayrimüslim olsun yatalak babasına hizmet etmek, ebeUk ve ölü yıkamak, birisine
borcunu ödemek veya alacağını almak için kocasından izin almasına gerek
olmadığını; mehrini almadıkça ihtiyaçları ve akraba ziyareti içinde izninşart
olmadığını belirtmiş lerdir.IbnÂbidin erkeğin, kendi haklarına halel
getirmeyen bir hususta kadını menedemeyeceğini belirtir. (lb-nü'1-Hümâm,
Pethul-Kadîr, III, 248; Şelebi, Hâşiyetu Tebyînil-hakâik, III, 58 İbn Âbidin,
Reddül-muhtâr, III, 145-146, 576-577, 602-604; Seyyid Sabık, Pik hu's-Sünne,
II, 206-207). Ayrıca bkz. Abdurrahman el-Cezîri, "Hükmü hurûci'n-nisâ min
buyûtıhinne vemâ yeteallak zalike," Mecelletül-Ezher, IX, 442-446,515-522.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/337-338.
[589] e1-tetîâb, 1,41.
[590] age, IV, 328. Metnin son kısmında hata ve düşüklük
olup aslına bakılmalıdır Ayrıca bkz. Üsdül-gâbe, VII, 147.
[591] el-lsâbe, IV, 282.
[592] age, IV, 338. Sevâde, metinde Sevda şeklinde
geçmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/339.
[593] Huzâi (s 751) bu bilgiyi Bâcı'nin el-Müntekâ'sından
nakletmıştır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/339.
[594] el-îstîâb, IV, 436.
[595] el-İsâbe, IV, 434-435,464 Ummu Seyf, metinde Ümnıu
Sufyân şeklinde geçmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/339.
[596] Bu bilgi Üedü'l-ğâbe'de (VII, 19) geçmekte olup
el-tsâbe'de de {IV, 234) Esma'ya "kadınların hatibi" denildiği
belirtilir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/340.
[597] bkz. dipnot 434.
[598] Biraz ileride tekrar edilecek bu rivayetin uydurma
(mevzu) olduğu daha önce belirtilmişti (1,133-134, dipnot 76). Orada sehven
kaydedilmemekle birlikte Hz. Ömer'e isnad edilen aynı mealdeki söz ile (bkz.
1,134) yine aynı yerde Hz. Ali'ye isnad edilen senedsiz sözün de mevsuk
olmadığına işaret etmek gerekir. İslâm'da kadın haklan ve kadının eğitilmesiyle
ilgili olarak daha önce kaydedilenlere ilaveten şu eserlere bakılabilir: Mübeşşir
et-Tirâzî, el-Mer'e ve hukûkuhâ fıl-İslâm, Kahire 1976; S. M. Hafeez Zaidi,
Position of women under islam, Lahore, 1978; Tevfik Vehbe, Devrül-mer'e
fîl-müctemail-tslâmî, Riyâd, 1400/1980;
el-Behî el-Hûlî, el-tslâm ve kadâyal-mer*etn-muâsire, Kuveyt, 1980; Muhammed
Mazhar al-Din Sıddıqi, Women in islam, Lahore 1982; Anis Ahmad.Muslim women and
higher educatİon, Islamabad, 1982; Âyetullah Murtaza Mutahhari, Nizâmu
hukûkil-mer'e fil-İs lam. Tahran, 1405.
[599] Deylemi, el-Pirdevs, IV, 267 (nr. 6786).
[600] bkz dipnot 289.
[601] Hatîb, Târîhu Rağdâd, V, 280 "Meclislenm"
kelimesi metinde düşmüştür.
[602] bkz. Mecmau'z-zevâid, IV, 93. Burada devamla,
Taberânİ'nın el-Mu'cemül-ev-sat'da naklettiği bu rivayetin senedindeki Yezid b.
Mervân'm ibn Maîn tarafından "kezzâb" (yalancı) olarak
vasıflandırıldığı belirtilir.
[603] bkz. Mecmau'z-zevâid, IV, 93 Burada da devamla,
rivayetin senedindeki Muhammed b ibrahim eş Şâmı hakkında Dârekutnı'nin
"kezzâb" değerlendirmesinde bulunduğu kaydedilir Ayrıca bkz. dipnot
568.
[604] ibn Sa'd, VIII, 296 Metinde hata ve düşüklük vardır.
[605] bkz. Suppl., II, 186.
[606] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/340-341.
[607] Müslim, Iydeyn 20. Huzâi yalnız Müslim'den
nakletmiştir. (s. 756).
[608] Müslim, Iydeyn 17. Bu hadisi de Huzâi yalnız
Müslim'den nakletmiştir.
[609] Müened, III, 422; îbn Mâce, îkame 163. Metinde
"yukalles" kelimesi "yugatles" şeklinde geçmiştir.
[610] îbn Mâce, îkâme 163.
[611] bkz. Kenıül-ummâl, XV, 214 (nr. 40629).
[612] Müslim, Iydeyn 16.
[613] Buhâri, Iydeyn 2.
[614] İbnü'l-Habbâz (o. 530/1136) diye bilinir (bkz.
Kehhâle, X, 195).
[615] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/341-343.
[616] bkz. Buhâri, Nikâh 48.
[617] hkz. Suppl., 11,819.
[618] Nihâyetül-matlab fi dirâyetil-mezheb (bkz. Suppl., I,
672).
[619] Şevkâni'nin verdiği bu bilgi için bkz. Neylül-evtâr,
VIII, 114-115.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/343-344.
[620] el-İsâbe, IV, 274-275; Fethul-Bârî, V, 113.
[621] el-Esâbe, IV, 226.
[622] age, IV, J20 Son cumkdt ki Zeyneb kelimesi metindi
Ernt b şeklinde.
[623] age, IV, 38b
Usdu'1-ğâbe, VII, 236.
[624] bkz Musned, 111, WI Ibn Mâce, Nikâh 21.
[625] Fethul-Bârî, XIX, 271.
[626] Meşârikul-envâr, II 137.
[627] Telbîsu tblîs, s. 224-226.
[628] Nevevi,VI, 182-183.
[629] trşâduVsârî, II, 204.
[630] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/344-346.
[631] bkz. Fihrisül-fehâris, indeks.
[632] bkz. Meydâni, Meomau'l-fmsâl. III, 525.
[633] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/346-347.
[634] Buhâri, Nikâh 63.
[635] Tirmizi, Nikâh 6; tbn Mâce, Nikâh 20; Müsned, IV, 5.
[636] Bu paragraftaki bilginin hepsi Fethul-Bârî'den (XIX,
271) alınmıştır.
[637] Huzâi bununla daha önce Nesâi'den naklen verdiği
"Helal ile haram (münasebet) arasındaki sınır nikahta (çalınan)
deftir" hadisine işaret etmiştir. Tirmizi buna "ha-sen
hadis"der.
[638] Metinde Âmir b. Said şeklinde geçmiştir.
[639] Metinde Karta bint Ka'b şeklinde geçmiştir.
[640] bkz. Tirmizi, Nikâh 6; Nesâi, Nikâh 72; İbn Mâce,
Nikâh 20; Müsned, III, 417; Fet-hul-Bârî, XIX, 271. Metinde başka hatalar da
vardır. Huzâi'ye ait bu paragraftaki bilgi (s. 760) metinde Kettâni'ye ait
görünmektedir.
[641] Metinde İbn İshak şeklinde geçmiştir.
[642] Metinde Karta bint Ka'b şeklinde geçmiştir.
[643] el-İsâbe, I, 209, Üsdü'1-ğâbe, I, 281.
[644] el-Isâbe, II, 510.
[645] age, 111,440.
[646] BuhAn, Nikâh 48.
[647] Bu garkının farklı şrkılU'rı için bk? es-Sünenül-kübrâ, Vll, 289, Mecmau'z-zevâid,
IV, 289-290.
[648] Bu bilginin hepsi Fethul-Bârî'den (XIX, 243-244)
nakledilmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık:
2/347-349.
[649] Huzâı bu başlığı "Resulullah'ın sefer donuşu
karşılanışı sıracında kınım şarkı söyle dığı" şeklinde verir {s 763).
[650] Delâilü'n-nübuvve, II, 506-507.
[651] Bu zatlbnu'l Mukrî (o 557/1162) olmalıdır eş-Şemâil
bi'n-nûri's-sâtiil-kâmil adlı esen vardır (Keşfuzzunûn, II, 1059, Kehhâle, VII,
177).
[652] Muhıbbuddın et Taberî, er-Riyâzu'n-nadire, I, 122.
[653] Zurkâni, Şerhul-Mevâhib, IH,82;Zâdüa-meâd, III, 551;
Fethu1-Bârî,XV, 120.
[654] bkz. Fethul-Bârî, XV, 120. Bu bilgi ile ardından
nakledilen Tirmizi rivayeti de Huzâi tarafından verilmiş olup (s. 761) metinde
Kettâni'ye ait şekilde geçmiştir.
[655] Tirmizi, Menâkıb 17. Ayrıca bkz. Ebû Dâvud, Eymân 22.
[656] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/349-350.
[657] Metinde Şeybe şeklinde geçmiştir.
[658] el-tkdül-ferîd, VI, 8.
[659] Bu bilgi Hassân'ın değil, cariyesi Sîrîn'in
biyografisinde geçmektedir (el-tsâbe, IV, 339).
[660] Bu konuda yazılmış eserler için bkz. Henry.George
Farmer, "Arabic Musical Ma-nuscripts in the Bodleian Library," The
Journal of the Royal Asiatic Society, 1925 (London), sy. 4, s. 639-654; Üsâme
Nasır en-Nakşibendî, Mahtûtâtul-mûsîka ve'1-ğinâ ve's-semâfî
Mektebetn-MethafH-Irâkî bi-Bağdâd, Bağdat, 1979 (64 s.); Adil Kamil el-Âlûsî,
"el-Mahtûtâtu'1-mûsikiyyetül-Arabiyye ft mektebeti
Dâire-ti'1-funûnı'l-mûsikiyye bi-Bağdâd," el-Mevrid, IX (1980), Bağdat, s.
325-334 (kırk-bir yazma hakkında bilgi verilmiştir); Amnon Shtloah, "Musıc
in the pre-Islamic pe-riod as reflected in Arabic writings of the first islam
ic centuries," Jerusalem Studi-es in Arabic and islam, VII (1986),
Jerusalem, s. 109-119; Perıd Cuhâ, "Mesâdi-ru'1-mûsîka'l-Arabiyye,"
el-Hay&tu's-sekâfiyye, 1987 (Tunus), ay. 45, s. 64-77 (Doğrudan doğruya
veya dolaylı şekilde konuyla ilgili 295 eser adı verilmiştir). Ayrıca Süleyman
Uludağ'ın İslâm Açısından Musiki ve Semâ (istanbul, 1976) adlı eserinin
bibliyografyasına bakınız.
[661] Risale fi ğinail-nıülhie, Şehid Ali Paşa Ktp. nr.
2704. (bkz. S. Uludağ, s. 396).
[662] Metinde el-Minenül-kübrâ şeklinde geçmiştir.
[663] Ibnu'l-Kaysarânî (ö. 507/1113) diye meşhurdur. Risale
fi cevâzi's-semâ*ı vardır (Suppl., 1,603; J. Schacht, "İbn al
Kaysarânî," El, III, 821). Koprulu Kutup-hanesı'nde <nr. 391)
Kitâbu's-Semâ adlı bir yazması mevcuttur (bkz. Uludağ, s. 397).
[664]Metinde el-Bustî şeklinde geçmiştir.
[665] Ibnu'd-Derâc es-Sebtî'nın el-tmtâ vel-intifâ
bi-mes'eleti simâi's-semâ (Kunaytıra 1982) adlı eseri basılmış olup tavsifi
için bkz. el-Kitâbül-Mağribî, ay. 1, Mart 1983 (Rabat), s 82-88.
[666] Suppl., II, 27.
[667] Isnevı, T, 170-171 Metinde hata mevcut olup aslına
bakılmalıdır. 633 Eser Leknev'de 1317
yılında basılmıştır. (SuppL, II, 152).
[668] Üstteki eserle birlikte basılmıştır (SuppL, I, 756).
[669] Üstteki eserle birlikte basılmıştır (SuppL, II, 819).
[670] Keşfuzzunûn, II, 1308; SuppL,II, 234. Bu kaynaklarda
İsa b. Abdurrahim şeklinde geçmiştir.
[671] SuppL, II, 474.
[672] SuppL, II, 478.
[673] Her iki eser de basılmıştır (bkz. Serkis, I, 40, 100).
[674] Bu eser biraz yukarıda İbtâlu da'val-icmâ... şeklinde
geçmişti.
[675] Metinde Garda b. Ka'b şeklinde geçmiştir.
[676] Şevkâni'nin verdiği bu bilgi için bkz. Neylül-evtâr,
VIII, 115.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/350-354.
[677] bkz. GAL, II, 608, SuppL,II, 684.
[678] bkz. J. W. Fück, "îshak b. İbrahim
al-Mawsıli," El, IV, 110-111.
[679] el-İsâbe, II, 242; Üsdttt-ğâbe, III, 103.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/354.
[680] bkz. Müsned, III, 449. Hadisin devamı şöyledir: Hz.
Âişe "evet" dedi. Resulullah "ona bir tabak ver" buyurdu, o
da şarkı söyledi. Allah Resulü şöyle dedi: "onun iki burun deliğine
şeytan üflüyor." Bu hadis Concordance'ta hadisin hemen bütün kelimelerinde
yalnız Müsned'de gösterilmekte olup hiçbir yerde Nesâi zikredilmem iştir.
Nesâi'nin Sünen'inde iydeyn ve nikâh kitaplarında ilgili bâblarda da bu hadist
rastlanmamıştır. Mecmau'z-zevâid'de (VIII, 130) hadisin Ahmed b. Hanbel ve
Taberâni tarafından rivayet edildiği kaydedilmiştir.
[681] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/354-355.
[682] el-îstîâb, J, 447-448; el-İsâbe, 1,457. Metindeki hata
için hu kaynaklara bakılmalıdır.
[683] Buhâri, Menâkıbu'l-ensâr 46.
[684] Kitabın adı metinde yanlış yazılmıştır.
[685] Keşşâfül-kmâ, V, 184.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/355-356.
[686] Metinde Fâriğa şeklinde geçmiştir.
[687] el-İsâbe, VJ, 374; Üsdü'1-ğâbe, VII, 214;
es-SünenÜl-kübrâ, VII, 289; Telbîsu tblîs, s. 225.
[688] Son ıkı ısını metinde durmuştur.
[689] Bu ısım metinde durmuştur.
[690] el-tsâbe, IV, 501 fiO2, Üsdü'I-ğâbe, \ 11, 401 402
Ayrıca bkz Fethul-Bârî, XIX,
271.TelbîsuIblîs, s 225, Mecmau'z-zevâid, JV, 289.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/356-357.
[691] Ebû Dâvud, Edeb 51.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/357.
[692] Buhâri, Edeb 81; Müslim, Fedâılu'l-ashâb 81.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/358.
[693] Üstteki dipnotta verilen kaynaklara ilaveten bkz.
Müsned, 166,233; İbn Sa'd, VIII, 59, 61, 66.
[694] Meçârıkul-envâr, I, 91.
[695] Fethul-Bârî, XXII, 329 Bu konudaki diğer hadisler ve
görüşler için buraya bakınız.
[696] Ebû Dâvud, Edeb 54; ibn Sa'd, VIII, 62, Fethul-Bârî,
XXII, 330.
[697] el-Ahkâmu's-sultâniyye, s. 313 Metinde hatalar olup
aslına bakılmalıdır.
[698] Buhâri, Buyu 104.
[699] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/358-359.
[700] Buharı, Salât 69, îydeyn 25.
[701] Buhâri, Nikâh 114.
[702] Müsned, III, 152.
[703] Tırmızı, Menakıb 17.
[704] el-Mi'yârul-mu'rib, XI, 80.
[705] thyâu ulûmi'd-dîn, 11, 383 Buradan yapılan iktibas
özetle verilmiştir.
[706] İrşâdu's-sârî, VIII, 59 (Buharı, Nikâh 48).
[707] eş-Şrfâ, II 595 vd
Nesîmu'r-riyâz, III, 396 vd.
[708] Bu sözün bir kısmı için bk7 Fethul-Bârî, V, 115.
[709] bkz. Fihrisül-fehâris, I, 387-389.
[710] Silatül-halef, s. 445.
[711] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/359-362.
[712] Konu başlığında Resulullah'a (sav) atfedilen bu söz
gerçekte Hz. Âişe tarafindan söylenmiştir.
[713] Müsned, VI, 84, 85,116,270;Buharı, Nikâh 82,114;
Müslim Iydeyn 17, 18;Nevevi, Şerhu Müslim, VI, 185; Umdetül-kârî, XVI, 377,
420-421; Fethul-Bârî, XIX, 332,401.
[714] Müsned, VI, 166.
[715] İhyâu ulûmi'd-dîn, II, 355.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/362-363.
[716] el-Edebül-müfred, s. 427 (bâb: 627, nr. 1303).
[717] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/363.
[718] bkz, Beşinci Bölümde s. 92 vd., 95-96.
[719] Müsned, VI, 264. Metinde düşükler olup aslına
bakılmalıdır.
[720] Ebû Dâvud, Cihâd 61; İbn Mâce, Nikâh 50.
[721] Telbîsu tblîs, s. 295.
[722] İbn Sa'd, V, 204.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 2/363-364.
[723] ibn Hişâm, I, 390-391.
[724] Nesîmü'r-riyâz, I, 382-383.
[725] Alı el-Kârî, Şerhu'ş-Şifâ, I, 383.
[726] el-Müstedrek, III, 452.
[727] et-Takrîb, s. 628.
[728] age, s 478.
[729] Ebû Dâvud, Lıbfts-21; Tırmızı, Libâs 42.
[730] Metinde "hasen" kelimesi düşmüştür.
[731] el-İsâbe, I, 520.
[732] bkz. el-İsâbe, III, 655.
[733] Nesîmü'r-riyâz, I, 382, Alı el-Kârî, Şerhu'ş-Şifâ, I,
383.
[734] NesîmüV-riyâz, I, 382.
[735] bkz. GAL, II, 192.
[736] Nesîmü'r-riyâz, II, 383.
[737] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/364-366.
[738] Buhâri, Sulh 6. Zeyd'le ilgili bilgi metinde
düşmüştür.
[739] Arapça "hacel" kelimesi, tek ayak üstüne
yürümek, hoplamak, zıplamak gibi mana lara gelmekte olup Türkçe'deki seksek oyununun
tam karşılığı olmamakla birlikti bu şekilde tercüme edilmiştir.
[740] bkz. Müsned, 1,108.
[741] age, 1,108; es-Sünenül'kübrâ, VIII, 6, Telbîsu İblîs,
s. 258. Adı geçen üç sahabi, Hz. Hamza'mn kuçuk kızına bakmanın kendi hakları
olduğunu ileri sunmuş ve Re-sulullah'a başvurmuşlardı.
[742] Ebû Dâvud, Talâk 35.
[743] Irâki, el-Muğnî, II, 388. Ebû Dâvud'da da oynama ve
Resulullah'm sözleri yoktur.
[744] el-Hâvî fîl-fetâvâ, 11,446.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/366-367.
[745] Buharı, Edeb 81,112, Müslim, Edeb 30; Ebû Dâvud, Edeb
69, Tırmızı, Birr 57; ibn Mâce, Edeb 24.
[746] Meşârikul-envâr, II, 19. Medınelilerle ilgili soz
burada geçmemektedir.
[747] Aynı bilgi ıçm bu eserin muhtasarı olan
Neylü*l-ibtihâc'<ı (-> 244-245) bakınız.
[748] Ibn Sa'd, VII, 127.
[749] Burada geçen "Keşte nıyye" kelimesinin ne
anlama geldiği bulunamamış; oiup eserin naşiri de bulamadığını belirtmiştir.
[750] Ibn Abdılhakfm, Sîretu Ömer b. Abdilaziz, s 181182.
[751] EbûDâvud, Kdeb 58.
[752] Aynı bilgi ıçm bkz Avnul-MaTmd, XIII, 285.
[753] Ibn Sa'd, 1, 293.
[754] age, VII, 48.
[755] age, III, 286.
[756] Bununla Muharamed b. Muhammed el-Hattâb (ö. 954/1547)
kastedilmiş olmalıdır. Bazıları matbu birçok eseri yanında Şeyh Halil'in
Muhtasarına da şerhi vardır (Zi-rikli, VII, 286; Kehhâle, XI, 230).
[757] Buhâri,Musâkât9,Mezâlim23;Müslim, Selâm 153;EbûDâvud,
Cihâd44;Fethul-Bârî, X, 112.
[758] İbn Abdilber, el-KâfîJI, 1143.
[759] bkz. Flaraşi, Şerhu Muhtasari Halîl, IV, 202.
[760] bkz. Tertîbül-medârik, î, 362. ibn Harise burada ibn
Haris şeklindi* geçmiştir.
[761] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/367-371.
[762] Müsned,VI, 112.
[763] İbn Adî, el-Kâmîl,V, 1878.
[764] bkz. Mecmau'z-zevâid, JV, 67. Burada, rivayet, zincirindeki Salt b. Haccâc'ın "zayıf" olduğunu kaydedilmiştir.
[765] el-Kâmil, VI, 2410. ibn Adî, hadisin bu isnadl-<ı"muiıfiet" olduğunu kaydeder.
[766] ibn Sa'd, IV, 208.
[767] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/371.
[768] Tahâvi, Şerhu Meânîl-âsâr, III, 50-51.
[769] es-Sünenül-kübrâ, VII, 288. Beyhaki hadisin isnadında "meçhul" ravüerve kesintiler olduğunu, bu konuda herhangi bir rivayet sabit bulunmadığını belirtir.
[770] Şerhu Meânil-âsâr, III, 51.
[771] Konunun başından buraya kadarverilen bilginin hepsi Zurkâni'den nakledilmiştir (Şerhul-Mevâhib, IV, 325-326).
[772] Burada kastedilen İbn Hacer el-Heytemî olup eserinin adı Eşrefül-vesâililâ feh-OTİ'ş-ŞemâiI'dir (Keşfuzzunûn, II, J059; SuppL, I, 268).
[773] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/372-373.
[774] bkz. Kenzül-uinmâl, XV, 212 (nr. 40616).
[775] el-Müstedrek, II, 184. Aynca bkz. s. 347.
[776] Müsned, IV, 67, V, 379.
[777] el-Misbâhul-münîr, I, 219 ("ren" mad.).
[778] en-NÜıâye fî garîbil-hadîs'te (II, 198) "urcûha"nın salıncak olduğu söylenmiştir.
[779] Ebû Dâvud, Edeb 55. Ayrıca bkz. Buhâri,
Menâkıbu'l-ensâr 44; Müslim, Nikâh 69.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/373-374.
[780] Buhâri, Nikâh 71.
[781] et-Târfhul-kebîr, İÜ, 425.
[782] Ebû Dâvud, Et'ıme 3; İbn Mâce, Nikâh 25.
[783] Buhâri, Nikâh 71; Müslim, Nikâh 96-98; Ebû Dâvud, Et'ıme 1; İbn Mâce, Nikâh 25.
[784] Konu başından buraya kadar verilen bilgi çin bkz. Fethul-Bârî, XIX, 290-291.
[785] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/374-375.
[786] Burada devamla Resulullah'm bereket duası yaptığı ve müteakip rivayette geçtiği üzere çömlek isteyip helva yaptırdığı kaydedilmiştir.
[787] el-Müstedrek, IV, 109-110 (Metnin baş tarafinda biraz farklılık vardır).
[788] er-Riyâzu'n-nadire, II, 29-30.
[789] Konu başından buraya kadar verilen bilgi için bkz. Şerhul-Mevâhib, IV, 326-327.
[790] eş-Şemâil, s. 79 (bâb: 25, nr. 148).
[791] ibn Sa'd, IV, 149. "Dikit" kelimesi metinde "min" şeklinde geçmiştir.
[792] eSvâil, s. 92.
[793] age, s. 92-93. Necrân kelimesi metinde Şam şeklinde geçmiştir. Paluze, nişasta ve şekerle yapılan ve soğuk olarak yenilen bir çeşit pelte tathsıdır.
[794] el-Müstedrek, IV, 135.
[795] Saydul-havâtır, 27,63 64,445,472 Atıfta bulunulan bu
sayfalarda, metinde veri len bilgilerden bir kısmı yoktur.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/375-377.
[796] Ebû Dâvud, Et'ıme 38.
[797] Tayâlısı, Musnect, s 350 Metinde "Allah'ın adını anın" ifadesi düşmüştür.
[798] Ahmed b Hanbel, Musned, I, 234, 302.
[799] Hattâbı, Meâlimu's-Sünen, TV, Ifa9 Metinde "kuffar" kelimesi düşmüştür.
[800] Bu başlık altında verilen bilginin hepsi ıçm bkz
Şerhul-Mevâhib, IV, 3.35.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/377.
[801] Mecmau'z-zevâid, IV, 76; Kenzii1-ummâLXn, 244 (nr. 34877).
[802] îbn Mâce, Ticârât 40. Bu ve üstteki rivayetlerdeki
hata ve düşüklükler için asıl kaynaklara bakılmalıdır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/378.
[803] İrşâdü's-sârî, IV, 37.
[804] Buhâri, Hac 150.
[805] Bu paragrafta verilen bilginin hepsi İçin bkz.
Fethu'1-Bârî, VIII, 77.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/378-379.
[806] el-İsâbe, 1,416.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/379.
[807] Bu başlık "Ok yontucusu" anlamına da gelmektedir.
[808] Telbîsu İblis, s. 282.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/379.
[809] îbn Hişâm,II, 663.
[810] el-İsâbe, III, 319; Ibnü'1-Esîr, el-Lübâb,III,
245-246.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/379-380.
[811] İbn Sa'd, III, 542-543;
el-İsâbe, I, 84.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/380.
[812] ibn Sa'd, VIII, 28; İbn Şebbe, I, 108.
[813] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/380-381.
[814] el-lsâbe, IV, 305; İbn Şebbe, I, 106.
[815] İbn Sa'd, VI, 216.
[816] İbn Sa'd, V, 29, Metinde "fe-velevhâ" kelimesi "bi-veledihâ" şeklinde geçmiştir.
[817] el-İsâbe, I, 374.
[818] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/381-382.