DOKUZUNCU BÖLÜM... 5

Allah Resulü Zamanında Mevcut Olan Sanat Ve Meslekler İle Ashaptan Bunları Yapanlar  5

Birinci Mukaddime: 5

İkinci Mukaddime: 5

Üçüncü Mukaddime: 5

Dördüncü Mukaddime: 6

Beşinci Mukaddime: 8

Altıncı Mukaddime: 9

Yedinci Mukaddime: 10

Sekizinci Mukaddime: 10

Dokuzuncu Mukaddime: 11

İslâm'ın Îlk Zamanlarında İnsanların Îlgili Hüküm Ve Kuralları Öğrenmedikçe Alışverişte Bulunmadıkları 12

Ticaretle Uğraşmayı Avam Ve Sıradan Kimselere Bırakmaların. Dan Dolayı Hz. Ömer'in Ashaba Sert Davranması 13

Ashabın Ticarete Sabah Erken Çıkmayı Tercih Etmeleri 14

Hz. Ömer’in Çalışmayı Emretmesi Ve Halkı Çalışıp Kazanmaya Teşviki 14

Hz. Ömer'in Hoşuna Giden Bir Çocuk Gördüğünde Söylediği Söz. 15

Kazançla İştigal Ve Gazveye Katılma İle İlgili Olarak Hz. Ömerin Sözü Ve Kendisine Nisbetle Bu İkisi Arasındaki Tercihe Dair Görüşü. 15

Allah Resulü Zamanında Ve Kendisinden Sonra Ticaretle Uğraşan Ashap Büyükleri 15

Alışveriş Yapmaya Ticaret Denmesinin Mesnedi 18

Allah Resulü Zamanında Bezzazlık (Manifaturacılık) Yapanlar. 18

Allah Resulü Zamanında Medine'de Manifaturacılar Çarşısı 19

İtriyatçı (Attâr ) 19

Tartıcı 20

Sarraf 20

Anber Ve Cıva Ticareti 21

Altın Madeni Kazılması 21

Mızrak Satıcısı 22

Yiyecek (Buğday) Satıcısı 22

Çocukların Alışveriş Yapmaları 22

Şeker Satışı 22

Tıbbî İlaçlar (Akakîr) Satışı 22

Güzel Koku Satan Kadın. 23

Ziraat Ve Ağaç Dikimi 23

Kadın Ayakkabıcı 28

Hurma Satıcısı 28

Medine'ye Tahıl Ve Sairenin Getirildiği Yerin Uzaklığı 28

Tabaklamada Kullanılan Ağaç Satıcısı 29

Tâif Derisi 30

Oduncu. 30

Dellâl (Simsar) 30

Dokumacı 30

Terzi 31

Marangoz. 32

Çocuk Beşiği 32

Ahşaptan Kadeh Yapan. 33

Kuyumcu. 33

Nakkaş. 33

Altından Burun Yapımı 34

Ashabın Çok Sayıda Mevcut Olduğu Hz. Osman'ın Halifeliğinin Son Zamanlarında Yeldeğirmeni Yapımı 34

Ressam (Musavvır) 34

Lambada Yakmak Veya Gemi Kerestesine Sürmek İçin İçyağı Kullanılması 36

Süt Satışı 37

Demirci 37

Bina Ustası 38

Liderlerin Mîllî Ve Dinî Yapılara Temel Taşı Koymalarının Kaynağı 38

Devlet Başkanının Mescid Yerini Tayini Ve Kıble Yönünü Öğretmesi 38

Devlet Başkanının Bîr Yem Mescid Edinmesi Konusunda Kendisine Vekalet Edecek Kimseye Emri 39

Medine Mescidi (Mescid-İ Nebevi) 39

Allah Resulü’nün Mescid-İ Nebevi’yi Üç Kez İnşası Ve Bunlardan Birinin Dişili-Erkekli Kerpiçle Olduğu  39

Allah Resulü’nün Evleri 39

Allah Resulünün Oturması İçin Seki 40

İslâm'da Îlk Bina Ustası 40

Allah Resulü'nün, Binaların Sıhhî Esaslara Göre Yapılmasını Emretmesi 40

Allah Resulü’nün Mescid-i Dırâr'ı Yıktırması 40

Bîr Kimsenin Bina Yapımıyla İlgili Bir Hususu İyi Yapması Ve Bunu Yapma Görevinin Ona Verilmesi 41

Yapı Ustalarının Biyografileri İle İlgili Tamamlayıcı Bilgiler: 42

Boyacı 45

Pazara Mal Getiren. 45

Ashaptan Akdeniz'de Ticaret Yapanlar. 45

Taraklayıcı (Debbâğ) 46

Hurma Yaprağından Eşya Yapan. 46

Usta Yüzücü. 46

Su Satışı 47

Kara Avcısı 47

Belli Bir Yerde Avlanmanın Yasaklanması 48

Deniz Avcısı 48

Allah Resulü'nün Hîç Avlanmadığı Ve Av Satın Almadığı 49

Bedevinin Kendi Memleketinin Güzel Şeylerini Allah Resulttne, Onun Da Şehrin Güzel Şeylerini Bedeviye Hediye Etmesi 49

Bahçelerde Çalışanlar. 50

Ashaptan Arazisini Mahsulün Üçte Biri Ve Dörtte Biri Karşılığında İşletmeye Verenler. 50

Yer Altında Su Kaynağının Tesbiti Ve Suyun Çıkarılması Konusunda Mütehassıs Kimse  51

Sırtında Su Taşıyan Saka. 51

Sırtta Yük Taşıyan Hamal 51

Hacamatçı Ve Berber. 51

Kasap. 52

Allah Resulü’nün Nazarında Değersiz (Aşağılık) Meslekler. 52

Aşçı 53

Bulamaç Aşı Yapan. 53

Kepapçı 53

Fırıncı 53

Allah Resulünün Ekmeklerinin Küçük Olup Olmadıkları 54

Kadın Kuaför. 55

Kadınlar Arasında Koğuculuk Yapan Kadın. 55

Sözkonusu Bir Kadınla Evlenmeye Arzulu Olup Olmadığı Konusunda Kişinin Nabzını Yoklamaya Giden Kadın. 56

Savaşta Allah Resulü’ne Eşlik Eden Hastabakıcı Sahabi Kadınlar Ve Bunların Gösterdikleri Kahramanlık, Çeviklik Ve Savaşanlara Yardımları 56

Ticaretle Uğraşan Kadın Sahabiler. 57

Ebe. 58

Sünnetçi Kadın. 58

Emzirici Kadın (Sütanne) 58

Kadınları Allah Resulü'nün Meclisinde Temsil Eden Kadın. 59

Yün Eğirme. 59

Şarkıcılar. 60

Allah Resulü Zamanında Deflerin Zilli Olup Olmadığı Ve Ashabın Ud Dinleyip Dinlemediklerî 60

Allah Resulü Zamanında Medine'deki Şarkıcı Kadınların Adları 61

Şarkı Sözleri 62

Kimlerin Düğün Yemeğinde Şarkı Okuduğu. 62

Allah Resulü’nün Gelişi Sırasında Karşılanışı 63

Arkadaşlarından Birinin Yaninda Toplanan Bir Gruba Şarkı Söyleyen Ve Resulullahtn Bunu Duyup Onları Engellememesi 64

Seleften Bazılarının Mustki İlmi İle İlgilenip İlgilenmedikleri 66

Hz. Âişe'nin Dinlemesi İçin Allah Resulü’nün İzniyle Hanende Bir Cariyenin Allah Resulünün Huzurunda Şarkı Söylemesi 66

Şarkı Ve Şiir Okumak. 66

Gelini Kocasının Evine Götürenlerin Söyledikleri 67

Allah Resulü'nün Gelişinin Sevinciyle Habeşlilerin Mızraklarıyla Oynamaları 68

Kız Çocukların Hz. Âişe'yle Birlikte Oynamaları 68

Hz. Âişe'nin Kızlarla Birlikte Oyuncaklarla Oynaması 68

Habeşlilerin Mescîd-i Nebevide Allah Resulü'nün Önünde Oynamaları 69

Allah Resulü'nün “Genç Kızın Bu Husustaki Arzusunu Takdir Edin" Sözü. 70

Bir Şahabının Yolda Oynayan' Habeşlilere Rastlaması Ve Onlara Para Vermesi 71

Müsabaka (Yarış) 71

Güreş. 71

Bazı Ashap Büyükleri'nin Allah Resulü’nün Önünde Seksek Oynamaları 72

Çocukların Oynaması İçin Kuş Tutulması 73

Evde Vahşî Hayvan Bakılması 75

Düğünde Badem Ve Şeker Saçılıp Kapışılması 75

Meşru Oyun Ve Eğlence. 76

Düğünde Yedi Gün Yemek Verilmesi 76

Şam'dan Medine'ye Halis Un, Yağ Ve Bal Getirilmesi Ve Allah Resulü’nün Bundan Yemesi 77

Bizans Peyniri Getirilmesi Ve Allah Resulünün Onu Bıçakla Kesip Yemesi 78

Allah Resulü’nün Pazar Yerini Belirlemesi 78

Câhiliyye Devrindeki Pazarlar Ve İslâm Devrinde Halkın Buralarda Alışveriş Yapması 78

Kılıç Yapımcısı 79

Taş Yontucusu. 79

Kabir Kazıcıları 79

Resmî-Dînî Bir Toplantıda Kendilerini Resmen Temsil Etmek Üzere Topluluğun Bir Kimse Üzerinde Birleşmesi 79

Ölen Kadının Tabutu İçinde Örtülmesinin Habkşlilerden Öğrenilmesi Ve Bunu Uygun Gören Kimse  80

Mezarı Bekleyen Yaşlı Kadın. 80


DOKUZUNCU BÖLÜM

 

Allah Resulü Zamanında Mevcut Olan Sanat Ve Meslekler İle Ashaptan Bunları Yapanlar

 

Daha önce geçenlere ek olarak bilgi verilen bu bölümde müteaddit bâb ve mukaddimeler mevcuttur. Mukaddimeler dokuz,[1] bâblar ise altı tanedir. İmam Huzâi bunlara temas etmemiş olup tarafımdan ikmal edilmiştir.[2]

 

Birinci Mukaddime:

 

Hafız İbn Kayyım el-Hedyü'n-Nebevî'sinde şöyle der: Hz. Peygamber (sav) satış yaptı ve satın aldı, alımı daha çoktu. Kiraya verdi ve kiraladı, kiralaması[3] daha çoktu. Mudarebe ve ortaklık yaptı, vekil tayin etti, vekillik yaptı, vekil tayini daha çoktu. Başkasına hediye verdi, hediye aldı, bağışta bulundu, kendisine bağışta bulunulmasını istedi. Borç ve ödünç aldı. Hususî ve umumî şekilde teminat verdi, vakıfta bulundu. Şefaatte (aracılık) bulun­du, kimi defa aracılığı kabul edildi kimi defa reddedildi, fakat ne kızdı ne azarladı. Yemin etti, yemin ettirdi. Çoğu defa yemininde durdu, kimi zaman keffarette bulundu. Şaka yaptı, tevriyeli konuştu, fakat her defasında ger­çekten başkasını söylemedi. Allah'ın selamı üzerine olsun, o uyulacak ör­nektir.[4]

 

İkinci Mukaddime:

 

Mevvâk Sünenü'l-mühtedîn'de şöyle der: "Fıkıhtan anlaşılan şudur ki zanaatlar, ticaret yolları ile tıp ve farz-ı ayın hususlara ilave ilimle uğraş­manın hepsi şer'î sebeplerdir (vasıtalardır). Buna göre kim sevap niyeti ol­maksızın bunlardan biriyle uğraşırsa kendisine zulmetmiş olur; sorumlu­luk altında kalmış olmasa bile sevabı kaçırır. Eğer bu yaptığıyla farz-ı kifâyeyi kastetmiş olursa hayırda önde gelmiş olur. Eğer bununla, başkala­rından birşey istemekten sakınmayı kastetmişse, orta yolu tutmuş olur."

Mevvâk bir başka yerde de şöyle der: "Orta yolu tutanlardan (muktesid)olah kimse odur ki muhtaç olunan dünya geçimi için ilmi helâl yoldan bir kazanç vesilesi kılar. Kimi şöyle der: İlim bu hususta sebeplerin (vasıtaların) en ha-yırlısıdır. Kimi de şöyle der: Dünyayı def ve zurna ile elde etmeye çalışmak, ilim ve dinle elde etmeye çalışmaktan daha sevimlidir bana." Bu bilgi, Rehûni'nin Muhtasarında, Halil'in "Ezan" bahsinde "ondan (okumakarşı-lığmda ücret) almak mekruhtur" sözü ile ilgili olarak kaydedilmiştir.

Umdetü't-tâlib'de müellif şöyle der: "İlim tahsili nasıl farz ise geçimi­ni sağlamak için çalışmak da farzdır. Geçim için çalışıp kazanmak da türlü türlüdür. Farz olan kazanç, kendisi ve ailesinin ihtiyacı ile borcunu ödemeye yetecek kadar olan kazançtır. Diğeri ise müstehab kazanç olup bu da bir fa­kire veya yakınına yardımda bulunması için en aşağı kifayet miktarını aşan kazançtır. Bu ise kişinin kendisini naille ibadete vermesinden daha fazilet­lidir. Kazanç yollarının en faziletlisi ise ticaret, sonra zanaat, sonra da ilim tahsilidir. Eğer âlimler meslek edinselerdi, fakir düşüp halkın malına ta­mah etmezlerdi." Bu bilgi, Hidâyetü'l-dâlli'l-müşteğil bi-kü u kâl adlı eserden alınmıştır.

Zurkâni Şerhu'l-Muvatta'da "Bir kimse rızkı tamamlanmadıkça öl­mez. O halde rızık talebi hususunda güzel davranın (temiz ve meşru yolla kazanın)" hadisi ile ilgili olarak şöyle der: Bunda, talebin (rızık aramanın) tevekkülle çelişmediğine delâlet vardır. Tirmizi ve Hâkim'in sahih olduğu­nu belirterek Hz. Ömer'den (ra) merfu olarak rivayet ettikleri "Eğer Allah'a hakkıyla tevekkül etseydiniz, kuşu rızıklandırdığı gibi sizi de mıhlandırır-di; kuş sabah aç gider, akşam tok döner"[5] hadisi ile ilgili orak da İmam Ahmed b. Hanbel şöyle der: Bu hadiste, oturmaya değil rızık aramaya delâlet vardır. Yine Ahmed b. Hanbel'in "Rızkım bana gelinceye kadar oturur hiçbir iş yapmam" diyen kimse hakkında şöyle dediği rivayet edilir: Bu adam bilgi yoksunudur. Hz. Peygamber'in (sav) "Allah benim rızkımı mızrağımın göl­gesi altında kılmıştır"[6] ve ".. .sabah aç gider, akşam tok döner" sözlerini duy­mamış mıdır? Ashap karada ve denizde ticaret yapıyorlar, hurma bağların­da çalışıyorlardı. Örnek onlardır.[7] Adı geçen kitabın "Cami" bölümünde "Ka-de/e dair varid olan hadisler" başlığına bakınız.[8]

 

Üçüncü Mukaddime:

 

Adududdin el-îcî el-MevâkıFın başında şöyle der: İmamların büyükle­rinden ve ümmetin derin âlimlerinden biri "ümmetimin ihtilafı rahmettir"[9] meşhur haberi ve me'sûr hadisi ile ilgili olarak şöyle dedi: "Yani ilimlerdeki meyillerinin farklılığı. Binaenaleyh birinin meyli (himmeti, arzusu) fıkıhta, diğerinin kelamda olur. Her birinin bir meslekle uğraşması için meslek sa­hiplerinin meyillerinin farklı oluşu gibi, ki düzen böylece sağlanmış olur." Seyyid Şerif Şerhu'l-Mevâkıfta şu ilavede bulunur: Şüphesiz, bu ihtilaf da rahmettir. Fakat burada dolaylı şekilde ve benzer olarak zikredilmiştir.[10]

 

Dördüncü Mukaddime:

 

Buhâri Sahihinde "Kitâbü'l-Buyû" da "Pazarlarla ilgili olarak zikre­dilen hadisler babı" başlığını verir.[11] Fethu*l-Bârî'de İbn Battâl'ın şöyle de­diği kaydedilir: Buhâri, pazarları anmakla, ticaretin mubahlığı, eşraf ve fa­zilet ehlinin pazarlara girmesinin mubahlığını kasdetmiştir. Sanki o, kendi şartına göre sabit olmayan "pazarların, yerlerin en kötüsü olduğu" hadisine işarette bulunmuştur. Ahmet b. Hanbel, Bezzâr ve sahih olduğunu belirte­rek Hâkim'in[12] tahric ettiği bu hadis Cübeyr b. Mut'im'den rivayet edilmiş­tir: "Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: Yerlerin Allah'a en sevimli olanı mescidlerdir. Allah'ın en hoşlanmadığı yer ise pazarlardır."[13] Bu hadisin is­nadı "hasen"dir. Bunu îbn Hibbân ile Hâkim, İbn Ömer'in rivayeti olarak da tahric etmişlerdir. İbn Battal şöyle der: bu genel duruma bağlı olarak yapıl­mış bir değerlendirmedir. Yoksa nice pazarlar var ki orada Allah'ın adı çoğu mescidlerden daha çok anılır.[14]

Derim: Efendimiz Hafız İbn Hacer, bu hadisin Sahîh-i Müslim'de Ebû Hureyre'nin rivayeti olarak 'Yerlerin Allah'a en sevimlisi mescidlerdir. Al­lah'ın en hoşlanmadığı yerler ise çarşılardır"[15] lafzıyla geçtiğinden haber­dar olmamıştır. Bu hadis, Müslim'in Buhâri'den teferrüd ettiği hadislerden olup aksini savunanlara rağmen Buhâri bunu tahric etmemiştir. Buhâri bu başlık altında, Abdurrahman b. Avf in Medine'ye geldiği sırada söylediği şu sözü tahric etmiştir: 'Ticaret yapılan bir pazar var mı? Kaynuka pazarı var, denildi." Hz. Ömer de, "beni pazarlarda alışveriş meşgul etti" demiştir.[16] İbn Hacer şöyle der: Buhâri'nin hadisi burada zikretmesinden[17] maksat, sadece pazarı anmak, onun Hz. Peygamber (sav) zamanında mevcut olduğunu ve ashaptan önde gelenlerin kendilerine yetecek ve halktan istemekten sakı­nacak kadar geçimlerini sağlamak için pazara gidip geldiklerini belirtmek­tir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Senden Önce gönderdiğimiz bütün peygam­berler de yemek yerler, pazarlarda gezerlerdi" (Furkân 25/20).[18]

İbn Rüşd el-Beyân ve't-Tahsîl adlı eserinde "Cami" bölümünde "Fazi­let ehlinin pazarlara girişi ve satım ve alımda kendilerine iyi muamelede bu­lunulması (yakınlık gösterilmesi)" başlığını açar, sonra İmam Mâlik'ten nakledilen şu bilgiyi zikreder: İmam Mâlik'e, fazilet ve salah ehli bir kimse­nin pazara gitmesi, kendisi için alışverişte bulunması ve fazileti veya iyi hali sebebiyle kendisine iyi muamelede bulunulması soruldu, o şöyle cevap ver­di: Bunda bir beis yoktur. Hz. Ömer (ra) pazara giderdi. Salim b. Abdullah yanında kimseler olarak gece pazarda oturduğunda, bekçiler onunla birlik­te oturanlara rastlar ve "Ey Ebû Ömer, bunlar senin sohbet arkadaşların mı?" derlerdi. Ona, "bekçiler ne yapıyorlar böyle?" denince, "pazardan sefa­hat ve abes ehlini atıyorlar" karşılığını verirdi. îbn Rüşd şöyle der: Pazarlara girmek ve oralarda yürümenin caiz oluşuna gelince, bu konuda delil olarak Allah Teâlâ'nın, "Bu peygambere de ne oluyor, yemek yiyor ve pazarlarda yü­rüyor" (Furkân 25/7) diyen müşrikleri red için buyurduğu "Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de yemek yerler, pazarlarda gezerlerdi" (Furkân 25/20) sözü yeterlidir. Bazı kitaplarda, yukarıda geçen "senin soh­bet arkadaşların mı? (e min cülesâik?) " ifadesi "senin sohbet arkadaşların emniyettedir (emine cülesâuk) " şeklinde okunmuş olup bunun anlamı, beri­kileri kendisiyle birlikte oturduklarından dolayı koruduklarını, onların em­niyet içinde olduklarını bildirmektir. Sözkonusu ifadenin (e min ?) bu kitap­taki anlamı ise, kendisini ve arkadaşlarını korudukları gibi bunu da sefih­lerden korumak için "senin sohbet arkadaşlarından mıdır?" şeklinde adam­la ilgili soru sormaktır.[19]

Buhâri daha sonra "pazarlarda bağırmak babı" başlığını açar.[20] Demâmini[21] bu bâbla ilgili olarak İbnü'l-Müneyyir'den şu nakilde bulunur: "Buhâri pazarın mubahhğı konusunda birçok başlıklar açtı, sonra burada pazarda bağırma ile ilgili bir başlığa yer verdi. O ticaret ve ziraatle uğraşı­yordu. Rivayet edildiğine göre onun bir malına 5000 (dirhem) verildi, o bir-şey demeden kendi kendine düşündü. Bunun ardından ilk fiyattan kat kat fazla binlerce dirhem verdiler. O ise lıayır, ben ilk fiyatı kabul ediyorum' de­di ve kalbine gelen lüzumsuz düşüncelerden dolayı nefsini muhasebe etti."

Derim: Bu, bundan önce geçen ve daha sonra gelecek bilgilerle, Ebû Ali el-Yûsî'nin[22] Kânûn'undaki şu sözünün manasını (isabetsizliğini) anlamış olursun: "Resulullah (sav), hepsi de Allah'ın dininde bilgi sahibi (fakih) olup hiçbiri ihtiyaç duyduğu birşeyi pazardan kıratla satın almayı beceremeyen binlerce sahabi ardında bırakarak vefat etti." Bu genellemeli ve kapsamlı mutlak ifade, onu mutlak olarak sarfeden kimseden vukuu tuhaf ve hele Yûsî gibi bir âlime nisbetle zikredilen en garip şeydir. Elverir ki bununla, daha Önce geçtiği üzere kendilerini ibadete, kulluk ve ilim tahsiline vakfet­miş bulunan ehl-i suffe'yi kasdetmiş olsun. Üstelik bunların sayıları binleri bulmadığı gibi dünya hayatından kopuşları da alışverişi bilmemelerinden değil, baki olanı fani olana tercihlerinden ileri gelmekteydi. İbnü'1-Hâc el-Medhal'de şöyle der: Resulullah'm (sav) ashabı pazarlarda ticaretle uğraşı­yor ve kendi bahçelerinde çalışıyorlardı.[23]

Buhâri ayrıca "kişini kendi eliyle çalışması ve kazanması babı" diye bir başlık açar ve bu bâbda Hz. Aîşe'den (ra) şu rivayeti nakleder: "Hz. Ebubekir halife olunca şöyle dedi: Kavmim bilir ki benim mesleğim, ailemin geçimini sağlamakta yetersiz değildir. Ben müslümanların işiyle uğraşıyorum, Ebubekir'in ailesi de bu maldan yiyecektir. Bense buna harcadığım zamanda müslümanlar için çalışıyorum."[24] Hâfız İbn Hacer şöyle der: Hz. Ebubekir'in (ra)hadisi,her ne kûdar zâhirde "mevkuf" olarak görülüyorsa daha-life seçilmeden önce ailesinin geçimini temin için meslek icra etmiş olduğu­nu iktiza ettiğinden "merfû " hadis olur. Çünkü bu durumda sahabinin "Biz, Nebi (sav) zamanında şöyle şöyle yapıyorduk" sözüne benzer. İbn Mâce ve başkaları, Ümmü Seleme'nin rivayet ettiği şu hadisi zikrederler: "Hz. Ebubekir (ra), Nebi (sav) zamanında Basra'ya tacir olarak gitti."[25] "Buyu (alışveriş)" kitabının başında nakledilen Ebû Hureyre hadisinde, onun şöyle dediği geçti: "Muhacirlerden kardeşlerimi pazarlarda saflta (pa­zarlık elsıkması) meşgul ediyordu."[26] Hz. Âişe'nin rivayet ettiği "Sahabe, kendi kendilerinin işçileriydiler"[27] hadisi de ileride gelecektir.[28]

Yine Buhâri "buğday vesairede ticaret babı"[29] başlığını açarak şu âyeti zikreder: "Kendilerini ne ticaretin ne de alışverişin Allah'ı anmaktan, na­maz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı erkekler. (Onlar) yüreklerin ve gözlerin (dehşetten) ters döneceği günden korkarlar" (Nûr 24/37). Sonra da Katâde'nin şu sözünü kaydeder: Kavim (ashap) alışveriş ve ticaret yapı­yorlardı. Fakat Allah'ın haklarından biri sözkonusu olduğunda onu Allah'a ödeyinceye kadar ne bir ticaret ne bir alışveriş onları Allah'ın zikrinden alı­koymuyordu.[30] Aynî, Umdetül-kftrî'de şöyle der: Katâde "kavim" sözüyle ashabı kasdetmiştir. Onlar alışverişleriyle meşgul olduklarında ezanı du­yunca, Allah'ın hakkını eda için hemen ona koşarlardı. Abdürrezzak tara­fından tahric edilen İbn Ömer'in şu sözü de bunu teyid eder: "İbn Ömer pa­zardaydı. Sahabiîer ezam duyunca dükkanlarını kapatıp mescide girdiler. İbn Ömer (ra) bu âyetin onlar hakkında nazil olduğunu söyleyerek âyeti zik­reder." İbn Battal da âyetin tefsirinde şu bilgiyi gördüğünü belirtir: Onlar demirci ve ayakkabı dikicisi idiler. Biri çekicini kaldırdığında veya bizi deli­ğe soktuğunda ezanı duyarsa, bizi delikten çıkarmaz ve çekici de vurmayıp atarak namaza kalkardı.[31] Hafız İbn Hacer, Katâde'nin anılan sözünün ar­dından "Bu sözün 'mevsul' olarak ondan rivayetine vakıf olmadım. Bu söze inevsûl' şekilde îbn Ömer'in sözü ve Abdürrezzak'ın ondan tahrici olarak vakıf olmuşumdur" der ve Aynfnin zikrettiği İbn Ömer hadisini verir.[32] Kastallâni, İrşâdu's-sârî'de şöyle der: îbn Kesîr'in Tefsirinde geçtiği üze­re bunu îbn Ebî Hatim ile İbn Cerîr de rivayet etmişlerdir.[33] Hafız îbn Hacer sonra şöyle der: îbn Ebî'Hâtim, İbn Mesud'dan (raj bu rivayetin benzerini tahric eder. Hilye'de de Süfyân es-Sevrfden şu rivayet nakledilir: Onlar alışveriş yapıyorlar, farz namazlarını cemaatle kılmayı da terketmiyorlardı.[34]

Yine Buhâri, "ticâret yapmaya çıkış babı" adıyla bir başlık açar ve "Na­maz kılındıktan sonra yeryüzüne dağıtın ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz" (Cum'a 62/10) âyeti ile Hz, Ömer'in (ra) ticarete çıkmayı kastederek söylediği "pazarlarda safka beni meşgul etti" sözünü zikreder.[35] Kastallâni şöyle der: Hz. Ömer'in (ra) pazara ihtiyacı, ailesinin geçimi için kazanma ve insanlardan istemekten sakınma içindi ki bundan da ticarette maharet taslayıp da pazarlara gitmeyen ve bundan sakınan kimselerin tavrını red sözkonusudur. Fakat bundan sakı­nanın, ilk asrın aksine şimdi pazarlarda görülen münkeratın çokluğundan dolayı sakınmış olması da muhtemeldir.[36]

Buhâri, "kazandıklarınızın temizlerinden infakta bulunun  (Bakara 2/267) âyeti babı" başlığını açar.[37] Kastallâni şöyle der: Bundan kastedilenin ticaret olduğu Mücahid'den nakledilmiştir.[38] Buhâri ayrıca "Kitâbu'l-Buyû" da "kuyumcuya dair bâb,"[39] "demirciye dair bâb,"[40] "terziye dair bâb,"[41] "dokumacıya dair bâb,"[42] "marangoza dair bâb,"[43] "kargaşa (fitne) za­manı ve başka zamanlarda silah satımına dair bâb,"[44] "attâra ve misk satı­mına dair bâb,"[45] "hacamatçıya dair bâb,"[46] "erkek ve kadına giymesi mek­ruh olan şeylerin ticaretine dair bâb"[47] başlıklarına yer verir. İbnü'I-Müney-yir, İbn Hacer, Demâmini, Aynî, Kastallâni ve diğerleri, bu zanaat türleri ile ilgili başlıklar açmanın faydasının, Hz. Peygamber (sav) zamanında mevcut mesleklere dikkat çekmek olduğunu ve Resulullah'ın (sav) bildiği halde ik­rarda bulunmasının bu türlerin cevazı konusunda nass teşkil edeceğini ve bunların dışındaki mesleklerin ise kıyas yoluyla aynı hükme bağlanacağını söylerler (Bu konuda bkz. Fethu'1-Barî, IV, 267; Aynî, V, 441; Kastallâni, IV, 31).[48]

 

Beşinci Mukaddime:

 

Buhâri, "kişinin eliyle çalışıp kazanması babı" başlığını açar.[49] Hafız İbn Hacer şöyle der: Temel kazanç yolları ziraat, ticaret ve sanattır. Şafii mezhebinde, nassa dayalı hükme en çok benzeyen (eşbeh) görüşe göre bun­ların da en temizi ticarettir. Benim nazarımda tercihe değen görüş ise bu yollardan en temizinin ziraat olduğudur. Çünkü ziraat, tevekküle en yakın olanıdır. Nevevi, Mikdâm'ın (ra) rivayet ettiği hadisle onu tenkit eder ki Buhâri bu hadisi anılan başlık altında zikretmiştir. Bu hadiste şöyle buyrulur: ".. .Hiç kimse, elinin emeği ile kazandığından daha hayırlı bir yemek yememiştir." Buhâri daha sonra da Ebû Hureyre'den şu hadisi tahric eder: "Davud (as) kendi elinin emeğiyle kazandığından başkasını yemezdi." Ne­vevi şöyle der: "Doğrusu, kazançların en temizi kişinin el emeğiyle elde etti­ğidir. Eğer ziraatçi ise, bu, el emeğini, tevekkülü, insanlar ve hayvanlar için umumî faydayı içerdiğinden ve âdeten bundan karşılıksız yenilmesi sözkonusu olduğundan kazanç yollarının en temizidir. Kim eliyle çalışamıyorsa, zikrettiğimiz sebeplerden dolayı onun hakkında ziraat en faziletlisidir. Ha­fız îbn Hacer şöyle der: Gerçek şudur ki bu husus şahıs ve şartların farklı oluşuna göre farklılık arz eden değişik derecelere sahiptir." Hafız îbn Hacer şöyle der: Elle çalışmanın bir fazileti de kişinin oyun ve tembellik yerine mu­bah bir işle uğraşması, böylece nefsinin gururunu kırması, isteme ve başka­sına muhtaç olma zilletinden sakınmasıdır.[50]

eş-Şerhu'1-celî'de[51] şu bilgi verilir: "Ticaretin daha faziletli olduğu, çünkü Hz. Mustafa'nın f sav) ticaretle meşgul olup ziraat yapmadığı söylen­miştir." Gelecek bilgilerden anlaşılacağı üzere bu görüş tartışma götürür. Râiî b. Hudeyc'den şöyle dediği rivayet edilir: "Denildi: Ey Allah'ın Resulü, hangi kazanç daha faziletlidir? Resulullah (sav) buyurdu: Kişinin kendi el emeğiyle kazandığı ile makbul (meşru) olan her satış." Tebrîzi bu hadisi Mişkât'da Ahmed b. Hanbel'e isnadla zikreder.[52] Kâri de ayrıca Bezzâr'a is-nad eder ve "el emeğiyle" sözü ile ilgili olarak şöyle der: Yani ziraat, ticaret, yazı veya zanaat.[53] Bir başka yerde de şöyle der: Ticaret türlerinin en fazilet­lisi ise bez (kumaş vs.), sonra güzel koku ticaretidir.[54]

Ticaret ve tüccarla ilgili birçok hadis varid olmuştur. İbn Mâce ve Hâkim, İbn Ömer'den şu tahricde bulunurlar ki Hâkim'in "sahih" şeklindeki değerlendirmesine itiraz edilmiştir: "Emin, doğru ve müslim ta­cir, kıyamet günü şehidlerle birliktedir."[55] Tirmizi ve Hâkim'in Ebû Sa-id'den tahric ettikleri "Emin ve doğru tacir, nebiler, sıddıklar ve şehidlerle birliktedir. Bunlar ne güzel arkadaştırlar" hadisi ile ilgili olarak Tirmizi "hasen-garîb" değerlendirmesini yapar, Hâkim de Hasan-ı Basrî'nin mürsellerinden olduğunu söyler.[56]

Isfahâni Tergîh'inde, Deylemi de Firdevs'te Enes'ten (ra) m e r f û olarak rivayet ettiği şu tahricde bulunurlar: "Doğru tacir, kıyamet günü Arş'ın gölgesi altındadır."[57] İbnü'n-Neccâr da İbn Abbâs'tan şu merfû riva­yeti tahric eder: "Doğru tacir, Cennet kapılarında engellenmez."[58] Münâvi et-Teysîr'de şöyle der: Bilakis, dilediği kapıdan girer; kendisine, arkadaşı­na olan faydası ve faydasının bütün mahlukata dokunması sebebiyle.[59] Kudâi, Enes'ten (ra) şu tahricde bulunur ki Münâvi hasen bir isnadla merfû olarak rivayetedildiğini söyler: "Korkak tacir mahrumdur, cesur tacir ise rızıklandırılmıştır."[60] Said b. Mansur Sünen'inde, Nuaym b. Abdurrahman el-Ezdî ve Yahya b. Cabir et-Tâî*den mürsel olararak şu tahricde bulunur ki Münâvi ravilerinin sika (güvenilir) olduğunu söyler: "Rızkın onda dokuzu ticarette, onda biri ise sürüdedir," yani hayvan üretiminde.[61]

İmam Ebû Osman Amr b. Bahr el-Câhız Risale fî medhi't-tüccâr ve zemmi ameli's-sultân adlı risalesinde şöyle der: Müslümanlar bilmekte­dirler ki Allah'ın yaratıkları içinde en seçkini, kulları içinde en iyisi ve vahyi konusunda güvendiği insan ticaretle uğraşan bir ailedendir. Ticaret onların güvence ve dayanaklarıdır, seleflerinin sanatı ve haleflerinin yoludur. On­lar ticaretle tanınmışlardı. Bu yüzdendir ki Yemen kâhinesi şöyle demişti: "Ne iyi o memleketler ki tüccar Kureyşlilerindir." Kurey ş sözü (herhangi bir ataya nisbet olmayıp) onlar hakkında "ticaret ve rızık kazanmak"tan (tica-ret-takrîş) türetilmiştir. Bu onların en yüce adlan ve en şerefli nesepleridir. Bu, Allah'ın Kitâb'ında yücelttiği, onları kendisiyle özellikle andığı isimdir. Onların Ukâz panayırı vardı. Ebû Züeyb onlar hakkında şöyle der:

Ukâz'a çadırları kurduklarında Alışveriş başlayıp binler toplandığında.

Hz. PfivfTsmber (sav) hayatının bir kısmını tüccar olarak geçirdi ve yol­culuklar yaptı, hazarda da sattı ve satın aldı. Allah kime peygamberlik vere­ceğini en iyi bilir. Allah, razı olunmuş hiçbir yol, temiz ahlâk ve razı olunmuş amel taksim etmedi ki onu bundan en çok nasipdar kılmasın, ona en büyük payı vermesin. Alışverişteki şöhreti sebebiyledir ki müşrikler "Bu peygam­bere de ne oluyor, yemekyiyor ve pazarlarda yürüyor" (Furkân 25/7) dediler. Allah da ona şu âyeti vahyetti: "Senden önce gönderdiğimiz bütün peygam­berler de yemek yerler, pazarlarda gezerlerdi" (Furkân 25/20). Böylece ken­disinden Önceki peygamberlerin sanat ve ticaretle mesul olduklarını haber verdi.[62] Bu bilginin devamı için, Câhız'm risalelerinden oluşan bir "mec­mua" içinde Mısır'da 1324 yılında basılan mezkur esere bakınız.

Deylemi ibn Abbâs'tan şu rivayeti tahric eder ."Tacirler konuş unda si­ze hayrı tavsiye ederim. Onlar ufukların elçileri ve Allah'ın yeryüzündeki eminleridirler."[63] Bu, ticaretin diğer kazanç yollarına üstünlüğü konusun­da "sarih" nass gibidir. Hafız İmam Ebû Bekr Ahmed b. Muhammed el-Hallâl'ın ticarete teşvike[64] dair bir kitabı olup İbn Süleyman er-Rûdânî Sı-la'sında "ha" harfinde, kendisine ulaşan isnadıyla zikreder.[65]

Birçokları Sahîh-i Buhâri'deki "Hangi müslüman bir ağaç diker, bir şey eker de ondan bir kuş, bir insan[66]  veya bir hayvan yerse, onunla kendisi­ne bir sadaka (sevabı verilmiş) olur"[67] hadisinden, ziraatin, başkasına doku­nan faydası sebebiyle en faziletli kazanç yolu olduğu hükmünü çıkarmışlar­dır. Faydası başkasına dokunan şey, faydası dokunmayandan daha faziletlidir. Hafız îbn Hacer şöyle der: Doğrusu, bu, zaman ve şahıslara göre farklı­lık arzeder.[68]

Tanınmış âlimlerden biri şöyle dedi: Ticaret, ziraat ve sanat arasındaki üstünlük meselesinin duruma göre farklılık arzetmesi gerekir. Eğer yiye­ceklere ihtiyaç varsa ziraat üstün, yolların kesilmesi sebebiyle ticarî malla­ra ihtiyaç varsa ticaret üstün ve eğer sanata ihtiyaç duyulursa o üstün olur. Bu farklılık üstünlük konusundadır, yoksa el-îhyâ, Cemu'l-cevâmi ve başka eserlerde geçtiği üzere hepsi de farz-ı kifâyedir. Gazzâli'nin ifadesi şöyledir: Farz-ı kifâye'ye gelince, tıp, hesap, sanat ve siyaset esasları gibi •dünya işinin yolunda olması kendisine ihtiyaç gösteren her ilim farz-ı kifâye'dir.[69]

 

Altıncı Mukaddime:

 

Ebû Ömer îbn Abdilber el-Kâfî'de şöyle der: Haram olduğunda icma edilen kazanç türlerinden bazıları şunlardır: Faiz, fahişelerin ücreti, haram kazanç, rüşvet, ölüye ağıt yakmak, kahinlik, gayb ve semadan haber verme iddiası, çalgıcılık ve bütün batıl oyunlar karşılığında ücret alınması.[70] Kurtubi, bu bilgiyi Tefsîr'de nakleder.[71]

 

 

Yedinci Mukaddime:

 

Şihâbüddin el-Berbîr eş-Şerhu'1-celî adlı eserinde geçtiği üzere, bu­gün insanların ticarî ilişkilerinde hakim olan hususlara şöyle işarette bulu­nur:

Tüccarları sarhoş olmuş görüyorum Uyanmadılar sarhoşluklarından Gecemiz onlar yüzünden karanlık Ve ufuklar kıpkızıl Zararı kâr saydılar Erkenden ona koşuşuyorlar Doğrulukta kesat var Nifaka ise rağbet

Berbîr yine şöyle der:

Zamanımın insanları ahireti boşadılar Buna da pişmanlık duymadılar Bir ticaret veya oyun gördüklerinde Ona yöneldiler.

O yine şöyle der:

Tacir hep umar durur

Kârı, fakat zarara uğrar

Allah'a kulluk her zaman

Hayırlıdır oyundan, ticaretten

Ona kulluk et yaşadıkça ve kork ateşten

Ki yakacağı insan ve taştır.

Şihâbüddin el-Berbîr şöyle der: "Bir ticaret ve eğlence gördükleri za­man kemen dağılıp ona gittiler ve seni ayakta bıraktılar" (CunVa 62/11) âyetinin ifade ettiği ticareti kötüleme hususu, "... ona gittiler ve seni ayakta bıraktılar" ilahî kelâmının da işaret ettiği gibi kişiyi din ve ahiret işlerinden alıkoyup dünyaya düşkünlük ve yönelişe sürükleyen ticaretle ilgilidir. Am­ma eğer bu durum sözkonusu değilse ticaret övülmüştür, kötülenmesi arızîdir. Buhâri'nin rivayet ettiği"... onlar facirlerdir"[72] hadisi de bu zikret­tiğimiz manada yorumlanır. Nitekim her ikisi de ziraatı kötüleyen "Bu üm­met ziraatle uğraştığında zafer ondan kaldırılır" ve "zillet sığırların kuyru-ğundadır"69'1 hadisleri de, kendisiyle uğraşılması insanları büsbütün cihâddan alıkoyan ziraate hamledilir. Çünkü böyle yaptıklarında düşman onlara kendi ülkelerinde hazırlıksız durumda saldırır ve bununla zillete du­çar olur ve düşmana karşı zaferden mahrum kalırlar. Fakat ziraat ile düş­manı defetmek için kuvveti birleştirince sünnete uymuş olur. Zira Allah Teâlâ'nın "Dünyadan nasibini de unutma" (Kas as 28/77) buyurduğu gibi, müminlerin hayırlısı dünyayı ahiret ve ahireti de dünya için terketmeyip her ikisini de elde etmeye çalışandır.

Şeyh Rifâa e t-T ah tavı Menâhicü'l-elbâbi'l-Mısriyye fî mebâhici'l-âdâbi'l-asriyye (s. 51) adlı eserinde şu şiiri söyler:

Bir yücelik elde ettiğinde kendine bir meslek edin Yüzünün suyunu değişmekten korursun Görürsen hakir görme bir isteyeni İlim ehlinin özelliğidir istemeleri!

Onun bu konudaki dayanağı, İbnü'l-Hindî'nin Kitâbü'r-rahme fi't-tıb ve'I-hikme'de zikrettiği üzere Ahnef b. Kays'ın şu sözüdür: "Akıllı kim­seye, âhireti için kendisine azık sağlayacak bir ilme, din ve dünya işinde fay­dalanacağı bir sanata sahip olmaması yakışmaz. Tıp ilmi ile de kendi nefsi ve cesedinden hastalık ve illeti giderir." İhtiva ettiği mübalağalara rağmen, Keşfü'z-zûr ve'1-bühtân min sinâati Benî Sâsân[73] adlı risaleye bakınız.[74]

 

Sekizinci Mukaddime:

 

Kimi zaman bazı âbid cahiller çalışıp kazanmayı terk hususunda, ha­ramın yaygınlığını bahane ettiler. Kâri el-Mirkât'ta şöyle der: Bil ki bu za­manda çoğu durumda helal (kazanç, yiyecek) bulunmaz. O halde sâlik, helal olmayan şeyden, açlıktan ölmemek için hayatını sürdürecek kadarla yetinsin. Belagat sahibi kimselerden biri şöyle der:

Bana cahil bilgisiz kişi şöyle diyor

Haram malı bırak kanaatkar ol

Helal malı bulamadığım zaman

Ölürüm de açlıktan yemem haram.

Fakat haram ve şüpheli şeylerin derecelerini gözetmek gerekir. Helale yakın olan bulununca ona uzak olan kullanılmamalıdır. Meşâyihten biri şöyle demiştir. Muztar durumda olan kimse ölmüş bir koyun bulunca ölü eşeği yemesin, eşeği bulunca köpeğe, köpeği bulunca da domuza yaklaşma­sın. Fukahanın sefihleri gibi eşyayı birbirine eşit saymamak gerekir. Bun­lar şöyle derler: Helal elde ettiğimiz, haram da mahrum kaldığımızdır.[75]

Kazanç yollarının türleriyle ilgili geniş bilgi edinmek istiyorsanız el-Bereke fî fadli's-sa'y ve*l-hareke[76] adh kitabı mütala ediniz. Bu kitap bir cilt olup yedi bâbdan meydana gelmektedir. Birinci Bâb: Ekim, ziraat ve meyve üretimi, ağaç dikimi ve nehir (su yolu) açmanın faziletine dair olup birçok fasıldan oluşmaktadır, ikinci Bâb: İp eğirmeye dair olup muhtelif fa­sılları vardır.[77] Dördüncü Bâb: Tıp ve faydalarına dair varid olan âsâra (ha­dis, haber) dairdir. Beşinci Bâb: "Bereket" lafzını içeren kırk hadise dair olup muhtelif fasılları vardır. Altıncı Bâb: Zikir ve dualara dair. Yedinci Bâb: Durum ve devirlere göre tekrar edilen dua ve zikirlere dair olup birçok fasıldan oluşmaktadır, Bu eser değerli bir kitap olup müellifinin biyografisi­ni, Mekke'de oranın susu, muhaddisi, müsnidi ve bereketi olan hocamız Ebû Ali Hüseyin b. Muhammed b. Hüseyin el-Hıbşî el-Bâalevî[78] bana onun 712'de (1312) doğan ve 782'de (1380) ölen Muhammed b. Abdurrahman b. Ömer el-Esâbî el-Hıbşî el-Yemenî olduğunu söyleyinceye ve bize onun bir­çok eserini saymcaya dekhararetle aradım. Bu bilgi için bizim er-Rihletü*l-Hicâziyye adlı eserimize bakınız.

Şihâbüddin el-Berbîr de eş-Şerhu'1-celî adlı kitabında ticaret, mes­lekler ve sanatların türleri konusunu iki yerde etraflıca incelemiş olup zira­at, ticaret, terzilik, dokumacılık, çamaşırcılık, kasaplık, aşçılık, boyacılık vs. hakkında bilgi vermiştir. Faydalı bir eser olan bu kitabı mütalaa ediniz.

Bu konuda Şeyh Rifâa et-Tahtâvî de Menâhicü'l-elbâbi'l-Mısriyye fî mebâhici'l-âdâbi'l-asriyye adlı eserinde etraflı bilgi vermiştir. Bu eser, bu konuda yazılmış en güzel ve bu zaman insanları için en faydalı kitaptır. Bu konuda amcamız âlim, tarihçi Ebû Muhammed Me'mun b. Ömer el-Kettânf nin, dilci İbn Fâris'in şu iki beytine yaptığı, gerçekten faydalı Hidâ-yetü'd-dâl adlı şerhini de mütala ediniz:

Bir ihtiyaç için gönderdiğinde

Bir elçi, muhtaç durumda

Bırak bütün elçileri bir tarafa

Dirhem denilen elçiden başka.[79]

 

Dokuzuncu Mukaddime:

 

Müslümanların tanıdığı ve kullandıkları sanat ve meslekler konusun­da bir grup âlim eser kaleme almışlardır. İleride İbn Ebi'l-Hadîd'den de nak­ledileceği üzere, sahabe asrının sonlarında Halid b. Yezid b. Muâviye el-Ümevî bu konuda antik dilde yazılmış bazı kitapları tercüme etti. Bu konu­da kitap yazan en eski müelliflerden biri 255 (869) yılında vefat eden İmam Ebû Osman Amr b. Bahr el-Câhız'dır. Onun Kitâbu'l-Ahtâr ve'1-merâtib ve's-sınâât ve Kitâbu Gışşi's-sınâât[80] adlı eserleri var ki bu sonuncu suy­la ilgili olarak bazı düşmanları Ravdatü'l-a'lâm'da nakledilen şu sözü söy­lemişlerdir: "O eserle halkın malını fesada vermiş, onları aldatma ve hıyane­te teşvik etmiştir." Câhız'm Medhu't-tüccâr ve zemmu ameli's-sultân adlı bir risalesi de mevcut olup ona ait bir mecmua içinde Mısır'da basılmış­tır.[81]

Bu konuda kitap yazanlardan biri de Şeyh Ebü'1-Fadl Cafer b. AH ed-Dımaşkî olup el-tşâre ilâ raehâsini't-ticâre ve maârifeti ceyyidi'l-a'râz mir redîihâ ve gaşşi'l-mudellisîne fîhâ adlı eseri Mısır'da 27 sahife halinde basılmıştır.[82] Bu müelliflerden biri de Şihâbüddin Muhammed b. Hasan b. Sâiğ ed-Dımaşkî (ö. 720/1320) olup sanat ve fenlere dair bin beyit-lik bir "kaside-i mîmiyye" si vardır.[83] Bu âlimlerden biri de Şeyh Ebû Abdul­lah Muhammed b. Ebi'1-Hayr el-Ürmeyûnî el-Hasenî el-Mâliki olup Kitâ-bü'n-Nücûmi'ş-şârikât fî ba'di's-sanâifl-muhtâc ileyha fî ba'di'l-evkât[84] adlı eseri vardır. 25 bâbdan oluşan beş formalık bu esere Cezayir Sahrası'nda Bûsaâde'de el-Hâmil zaviyesinde rastladım.

Bu konuda kitap yazanlardan biri de Ebû Abdullah Muhammed b. Is-hak b. Said b. İsmail es-Sa'dî el-Herevî olup Kitâbu's-Sannâ mine'1-fuka-hâ ve*l-muhaddisîn adlı eseri vardır. İmam Hafız Ebû Said Abdülkerim es-Sem'ânî el-Mervezî bu kitabı ensâba dair eserinde "sin" harfinde zikrederek şöyle der: Onun eserlerinden güzel ve zannederim seviyesine ulaşıl­mamış bir kitap gördüm ki Kitâbu's-Sannâ mine'l-fukahâ ve'1-muhad-di-sîn diye adlandırılmıştı.[85] Onun el-Ensâb adlı kitabının fotoğrafla alın­mış nüshasında 298. varaka bakınız.

İmam Îbnul-Hâc el-Medhal'de mesleklerden birçoğunu ele alarak özetle bilgi vermiştir.[86] Fakih Sufi Ebü'l-Abbâs Ahmed b. Acîbe et-Tetvânî özel bir te'lifte müslümanın bu işlere teşebbüste taşıyacağı niyetleri etraflı ve geniş bir şekilde ele almıştır.[87]

 

İslâm'ın Îlk Zamanlarında İnsanların Îlgili Hüküm Ve Kuralları Öğrenmedikçe Alışverişte Bulunmadıkları

 

İmam Şafii er-Risâle'deye Gazzâli el-îhyâ'da, mükellefin bir konuyla ilgili Allah'ın hükmünü öğrenmedikçe o işe girişmesinin caiz olmadığı husu­sunda icma bulunduğunu naklederler. Karâfi el-Furûk'ta şöyle der: Kim satış yaparsa, Allah'ın satış konusunda koyduğu ve belirlediği hükümleri bilmesi vaciptir (farz). Kim kiraya verirse, Allah'ın kira konusunda koyduğu hükümleri bilmesi vaciptir. Kim kırâz (müdârebe) ortaklığı yaparsa, Al­lah'ın kırâzle ilgili hükmünü bilmesi vaciptir. Kim namaz kılarsa, Allah'ın namazla ilgili hükmünü bilmesi vaciptir. Kur'ân-ı Kerîm'de bu kaideye delâlet eden nass Hz. Nuh'tan (as) sözeden şu âyettir: "(Nuh) dedi ki:Rabbim, bilmediğim bir şeyi senden istemekten sana sığınırım" (Hûd 11/47). Bu­nun mânâsı şudur: Bunu istemenin uygun (caiz) olup olmadığı hususunda bilgim yoktu. Şöyle ki, Hz. Nuh (as), oğlunun durumunu ve istemesi uygun olup olmadığını bilmeden oğlunun gemide kendisiyle birlikte olmasını Al­lah'tan istemesi üzerine kınanmıştı. Gerek Allah'ın bu kınaması gerekonun verdiği cevap, insanın teşebbüs etmek istediği konuda önce bilgi sahibi ol­ması gerektiğine delalet eder. Bu hususun gerçekliği sabit olunca Allah Teâlâ'nın şu sözünün de bu manada olduğu görülür: "Bilmediğin bir şeyin ardına düşme" (Isrâ 17/36). Bununla, Allah Teâlâ, peygamberini bilmediği şeylere tabi olmaktan nehyetmiştir. O halde, bilmeden bir şeye girişmek caiz olmayıp her halde ilim talebi vacip olur. Hz. Peygamber'in (sav) şu sözü de bunu göstermektedir: "İlim talebi (tahsili) her müslümana farzdır."[88] İmam Şafiî şöyle der: "îlim tahsili iki kısımdır: Farz-ı ayın olan, farz-ı kifâye olan. Farz-ı ayın olan, içinde bulunduğun durumu bilinendir, farz-ı kifâye olanı ise bunun dışında kalandır."

Ebü'l-Hasan Ali b. Yusuf el-Hakîmü'1-Fâsfnin ed-Devhatü'1-müşte-beke fî davâbiti dari's-sikke adb eserinde, Hz. Ömer'in (ra) şöyle dediği zikredilir: "Acemler (Arap olmayanlar, yabancılar) dinde bilgi sahibi olma­dan pazarımıza girmesinler." O, bununla, kişinin kendisi ile ilgili lüzumlu fı­kıh bilgilerini öğrenmeyi kastetmiş olmalıdır. Derim: Yani alışveriş hüküm­lerini. Bunun mesnedi de Hz. Peygamber'in (sav) uygulamasıdır. O, herhan­gi bir faaliyette bulunan kimseye onun hüküm ve formalitelerini öğretirdi. Meccâci, İbn Ebî Cemre'nin Muhtasarına yaptığı şerhte şöyle der: Âlim­lerimiz şöyle dediler: Bir kimsenin, alışverişle ilgili hükümleri bilmeden alışverişle meşgul olması, çarşı ve pazarda oturması caiz değildir. Bunu yap­mak isteyen kimsenin bu hususları öğrenmesi ona farz-ı ayındır. Bu konuda icma olduğu nakledilmiştir.

İmam Mâlik de el-Müdevvene'de "Kitâbu'l-Kırâz" da şöyle der: Kişi­nin, haramı helal sayan veya helali haramdan ayırmayan kimseyle, isterse bu kimse müslüman olsun, mukârazada (müdârebe) bulunmasını hoş karşı­lamam. Hz. Ömer'in, bu konuda bilgi sahibi olmayanları pazardan çıkar­mak için adam gönderdiği rivayet edilir.[89] Bu bilginin benzeri el-Mukaddi-mât'ta İbn Rüşd tarafından verilmiştir. Şebrahiti'nin el-Muhtasar şerhin­de Kabbâb'ın şöyle dediği kaydedilir: Kişinin, alışverişle ilgili hükümleri öğ­renmeden pazarda oturması caiz değildir. Hz. Ömer, bu konuda bilgi sahibi olmayanları pazardan çıkarması için adam göndermiştir.

Ebû Abdullah İbnü'l-Hâc'ın el-Medhal'inde şu bilgi verilir: Hz. Ömer, ilgili hükümleri bilmeden pazarda oturanlara kırbaçla vurarak "faizi bil­meyen bizim pazarımızda oturmasın" veya söylemiş olduğu şeyi söylerdi. İmam Mâlik, ilgili hükümleri bilmeyen kimsenin, insanlara faiz yedirme­me sı için pazardan çıkmasını emretti. Efendim Ebû Muhammed'in şöyle de­diğini duydum: O Mağrib'de muhtesibi gördü; pazarda yürüyor, her dük­kanda durarak sahibine malı konusunda onu ilgilendiren hükümleri, sözko-nusu malda faizin nasıl meydana geldiğini, bundan nasıl sakınılacağım so­ruyordu. Eğer doğru cevap verirse onu dükkanda bırakırdı. Bilmediği bir şey olursa dükkandan çıkararak şöyle derdi: Müslümanların pazarında oturup halka faiz ve caiz olmayan şeyleri yedirmene imkan vermeyiz.[90]

Nehcü'l-belâğa'da Hz. Ali'nin şöyle dediği kaydedilmektedir: "Kim bilgi sahibi olmadan ticaretle uğraşırsa faize bulaşır." İbn Ebi'l-Hadîd bu­nun şerhinde şöyle der: Çünkü dînî konularla alışverişe dair hususlar birbi­rine karışıktır. İkisini birbirinden ancak fakih (bilgili) kimse ayırabilir (IV, 479).

Ebû Tâlib el-Mekkî'nin Kûtu'l-kulûb adlı eserinde şu bilgi verilir: Hz. Ömer pazarlarda dolaşır, tüccarlardan bazılarına kamçıyla vurarak şöyle derdi: "Bizim pazarımızda bilgi sahibi olmayan satış yapamaz. Aksi takdir­de ister istemez faiz yer."[91] Müteahhirin ulemadan bazıları şu merfu hadisi Tirmizi'ye isnadla naklederler: "Dinde bilgi sahibi olmayan kimse bizim pa­zarımızda satış yapmasın." Ben bu rivayeti ne Tirmizi'nin el-Cami'inde "Kitâbu'l-Buyû"da ne Suyûti'nin iki Cânıi'inde bulamadım.[92] Sonra Ken-zü'1-ummâl'da (I, 218) Tirmizi'ye isnad edilmiş olarak gördüm.[93]

Tenbîhü'l-muğterrîn'de şu bilgi verilir: İmam Mâlik yöneticilere em­reder, tüccarları ve onların emri altındakileri toplayarak huzuruna getirir­lerdi. Onlardan muamelat hükümleriyle ilgili bilgisi bulunmayan, helal ve haramı bilmeyen birini bulunca onu pazardan çıkararak kendisine şöyle derdi: "Alışveriş hükümlerini öğrenip sonra pazarda otur; eğer bilgi sahibi olmazsan faiz yersin." Zurkâni Şerhu'l-Muhtasar'da "Düşman ülkesinde ticaret" başlığında şöyle der: îmam Mâlik'ten şöyle dediği rivayet edilir: Alışveriş hükümlerini öğrenmedikçe tüccarların herhangi bir konuda şahit­liğinin kabul edilmesi caiz değildir.

Şeyh Ebû Said el-Hâdimî el-Hanefî el-BerSkatü'1-mahmûdiyye fi şerhi't-Tarîkatfl-Muhammediyye adlı eserinde şöyle der: Tüccarın alış­verişle ilgili sıhhat, fesâd, butlan, helal, haram, faiz ve sair hükümleri öğ­renmesi gerekir. es-Sirâciyye'den naklen et-Tâtârhâniyye*de şu bilgi ve­rilir: "Alışveriş hükümlerini, nelerin caiz olup nelerin olmadığını bilmedikçe kişi ticaretle uğraşmamalıdır." el-Bezzâziyye’de de şu bilgi kaydedilir: "Kitâbul-buyû'u (alışveriş kitabı) bellemeden kişinin ticaretle uğraşması helâl (caiz) değildir. Eskiden tüccarlar sefere çıktıklarında, işleri lç onusunda başvuracakları bir fıkıh âlimini yanlarında götürürlerdi. Harizm imam­larından (ulema) da şu rivayet nakledilir: Tüccarın fakih bir arkadaşı olma­lıdır.[94]

Şeyh Ebû Salim el-Ayyâşî'nin, "Buyu" ile ilgili manzumesine yaptığı kendi şerhinde konuyla ilgili şu sözüne bakınız:

Pazarda oturma, öğrenmedikçe

Satışın helal ve haram olanını

Alışta da böyle. Bu vaciptir

Bütün çalışanlara

Kendisi veya başkası için,

Yapmak istediğinin hükmünü bilmedikçe

Malını kırâz (mudârebe) olarak vermen

Haramdır, alışverişlerin hükmünü bilmeyene

Ebû Zeyd et-Tilimsânî'nin, İbn Cemâa et-Tûnisî'nin "Buyu" una yaptı­ğı manzumeye de bakınız:

Şeriate göre helal değil oturması

Alışverişi bilmeden

Yani pazarlarda ki

Bu ittifakla bilinen bir husustur.

Böyledir yine hüküm, bilmediği her hususta

Yapacağı her işte

Özellikle şahitlerle hakimin

Ve herkesin. Sakın vaîd'den.

Mallan vermen caiz değil

Helali bilmeyen kimseye

Kırâz ve alışverişler için.

Ve meşru bütün hükümlerde böyledir bu.

Derim: Bu, çağdaş medeniyette de defter tutma, ticaret okullarından mezuniyet ve gerekli imtihanlardan sonra bu okulların diplomasını elde et­me konularında da temel esastır.[95]

 

Ticaretle Uğraşmayı Avam Ve Sıradan Kimselere Bırakmaların. Dan Dolayı Hz. Ömer'in Ashaba Sert Davranması

 

el-Utbiyye*de İmam Mâlik'in şöyle dediği kaydedilir: Ömer b. Hattâb (ra) şöyle dedi: "Ticarete önem verin, şu kırmızılar (hamrâ: mevâli, Arap ol­mayanlar) dünyanız konusunda sizi yanlış yola şevketmesinler." Eşheb şöy­le der: "Kureyş kabilesi ticaretle uğraşıyordu, Araplarsa ticareti hor görü­yorlardı. "Kırmızılar" (hamrâ) mevâli demektir." Bu bilgi el-Beyân ve't-tahsîl'den nakledilmiştir.[96]

İbnü'l-Hâc'ın el-MedhaPinde şu bilgi verilir: Ömer b. Hattâb (ra) hali­feliği sırasında pazara gitti ve oradakilerin çoğunun Nebatîlerden olduğunu görünce üzüldü; halk (ashap) onun yanına toplanınca kendilerine bunu ha­ber vererek pazarı terketmelerinden dolayı onları kınadı. Onlar da kendisi­ne şöyle dediler: Allah, bize nasip ettiği zaferle bizi pazarlardan müstağni (muhtaç olmayan) kılmıştır. Hz. Ömer (ra) ise şöyle dedi^Allah'a andolsun, eğer böyle yaparsanız, muhakkak ki erkekleriniz onların erkeklerine, ka­dınlarınız da kadınlarına muhtaç duruma düşecektir." Seleften biri, Nebatî­lerin ilimle uğraştığını görünce ağlardı. Bunun sebebi şudur ki ilim, ehli dı­şındakilerin eline düşünce ona senin göremeyeceğin zararlara sokar.[97] Nebatî kelimesi ile ilgili olarak el-Misbâh'ta şöyle denir: Nebatîler, Irak Sevâdı'na gelip yerleşen bir topluluk olup bu tabir daha sonraları halkın avamı ve ayak takımı için kullanılmıştır.[98]

Derim: Hz. Ömer'in (ra) bu ümmet hakkındaki görüşü isabetli çıkmış­tır. Ümmet meşru ve rağbet gören yolları ve başarıya götüren usulleriyle ti­careti terkedince, başkaları onu kaptı ve ümmet başkalarına muhtaç duru­ma düştü; iğne ve iplikten en büyük ve değerli şeylere kadar her şeyde erkek­lerimiz onların erkeklerine, kadınlarımız da kadınlarına muhtaç oldu. İb-nü'1-Hâc'ın seleften biri diye zikredip adını vermediği kimse Süfyân'dır.[99] Hatîb, Muhammedb. Abdülvehhabel-Biskerf den şöyle dediğini tahric eder: Süfyân, bu Nebatîlerin uygunsuz bir şekilde hadis yazdıklarını görünce ağı­rına gitti. Ona şöyle dedim: "Ey Ebû Abdullah, şunların ilim yazdıklarını gö­rünce ağırına gittiğini görüyoruz!." Şöyle dedi: "İlim Arap'ta ve halkın önde gelenlerinde idi, onlardan çıkıp şunlara, yani Nebatîler ve ayak takımının eline düşünce dini değiştirdiler." Hatîb, Süfyân b, Hüseyin'den de şu tahric-de bulundu: Siyahilerden bir grup A'meş'in yanına gelip toplandılar, o ken­dilerine hadis nakletmekten çekindi. Ona "ey Ebû Muhammed, onlara hadis nakletsen" denilince, şu karşılığı verdi: "Kim incileri domuzlara takarT Seyyid es-Semhûdî, Cevâhirtil-ikdeyn'de şöyle der: Bu sözde, hikmetin, ehli dışındakilere verilmeyeceğine işaret vardır.[100]

 

Ashabın Ticarete Sabah Erken Çıkmayı Tercih Etmeleri

 

Tirmizi Câmi'nide "Ticarete erkenden çıkma ile ilgili hadisler babı" başlığında şu rivayeti zikreder: Bize Yakub b. İbrahim ed-Devraki haber verdi; bize Hüseyin haber verdi; bize Yala b. Atâ, Umâre b. Cedîd'den, o da Sahr el-Ğâmidî'den[101] şöyle dediğini nakletti: "Resulullah (sav) şöyle buyur­du: 'Allah'ım, ümmetime erken vaktini bereketli kıl,'Resulullah (sav) bir seriyye göndereceği zaman, onu sabah erkenden gönderirdi." Sahr tüccar bir kimseydi, tüccarlarını gönderdiğinde gündüzün erken vaktinde gönderirdi; çok kazandı, malı çok oldu. Bu konuda Hz. AH, Büreyde, İbn Mesud, Enes, İbn Ömer, İbn Abbâs ve Câbir'den de rivayetler nakledilmiş olup Sahr el-Ğâmidf nin hadisi hasen hadistir. Sahr el-Ğâmidî'nin Hz. Peygamberden (sav) bundan başka hadis rivayet ettiğini bilmiyoruz.[102]

Derim: "Ümmetime erken vaktini bereketli kıl" hadisini Sünen müel­lifleri tahric etmiş ohıp[103] îbn Hibbân, Sahr rivayetiyle bu hadisi sahih say­mıştır. Hafız Munzirî, bu hadisin bütün rivayet yollarını tesbitte itina gös­termiş olup sahabeden bu hadisi rivayet edenlerin sayısı yirmiye ulaşmıştır. Fethul-BArTde "Kitâbu'l-Cihâd" da "Öğleden sonra çıkma bâbı"na bakı­nız.[104]

 

Hz. Ömer’in Çalışmayı Emretmesi Ve Halkı Çalışıp Kazanmaya Teşviki

 

İleride, Hz. Ömer'in Yemen halkına söylediği şu söz gelecektir: Müte­vekkil kimse, tohumunu toprağa atıp sonra Allah'a tevekkül edendir. îbnü'l-Cevzfnin Menâkıbu Ömer adlı kitabında, Muhammed b. Sîrîn'in babasın­dan şöyle dediğini rivayet ettiği nakledilir: Ömer b. Hattâb'la (ra) birlikte akşam namazında bulundum. Hz. Ali geldi, yanımda bir bohçacığım vardı. "Nedir bu?" dedi, "bohçamdır, şu pazarda alışveriş yapıyorum" dedim. Bu­nun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: Ey Kureyş topluluğu, bu ve benzerleri ticaret konusunda size galebe çalmasın, ticaret imaret in (emirlik, yöneti­cilik) üçte biridir.[105] Yine Menâkıbu Ömer'de Hasan'dan şöyle dediği riva­yet edilir: Hz. Ömer şöyle dedi: Kim bir şeyde üç defa ticaret yapıp da birşey elde edemezse başkasına yÖnelsin.[106] Menâkıb' da Ükeydirel-Ârızf den Hz. Ömer'in şöyle dediği nakledilir: Meslek öğrenin, muhtemeldir ki birinizin bir mesleğe muhtaç olması sözkönusu olabilir.[107]

KenzÜ'l-ummâl'de Hz. Ömer'e (ra) isnadla şu rivayet zikredilir: "Eğer şu alışverişler olmasaydı halka muhtaç olurdunuz."[108] Menâkıb'da Ebu-bekr b. Abdullah'ın şöyle dediği nakledilir: Hz. Ömer şöyle dedi: "Biraz aşa­ğılık bulunan bir kazanç yolu, halktan istemekten daha hayırlıdır."[109] Menâkıb'da Zekvân'dan naklen Hz. Ömer'in şöyle dediği kaydedilir: "Siz­den biriniz bir deve s atın alacağı zaman büyük, semiz ve uzun boylusunu sa­tın alsın, eğer aldan irs a değersizinde değil iyisinde aldanmış olur."[110]

İbnü'l-Cevzî Telbîsu tblîs'te ve Menâkıbu Ömer'de Havvât "ît-Teymî'den[111] şöyle dediğini tahric eder: Hz. Ömer şöyle dedi: Ey fakirler top­luluğu, başlarınızı kaldırın, yol açık seçiktir, birbirinizle hayırda yarışın, müslümanlara yük (muhtaç) olmayın.[112] el-tkdü'I-ferîd'de, Ömer b. Hattâb'ın (ra) şöyle dediği zikredilir: "Sizden biriniz rızık aramaktan geri durup 'Allah'ım bana rızık ver! demesin. Biliniyor ki gök ne altın ne de gümüş yağ­dırır. Allah insanlann bir kısmını diğerleri vasıtasıyla rızıklan d ırmaktadır. Hz. Ömer bunu söyledi ve şu âyeti okudu: "Namaz bitince yeryüzüne dağdın ve Allah'ın fazlından nasip arayın. Allah'ı çok anın, umulur ki kurtuluşa erersiniz" (Cum'a62/10).[113] el4kdü'l-ferîd'de,Hz. Ömer'in (ra) şöyle dediği de kaydedilir: "Kişinin hasebi (şerefi) malı, keremi dini, mürüvveti de ahlâkıdır."[114]

İbn Mâce, Abdulmelik b. Umeyr yoluyla, onun Amr b. Hurey s'ten, onun kardeşi Said b. Hureys'ten şu rivayetini tahric eder: "Resulullah (sav) şöyle buyurdu: Kim bir akar veya ev satıp da parasını onun benzeri bir şeyeyatır-mazsa, onun bereketini görmemeye layıktır."[115]

 

Hz. Ömer'in Hoşuna Giden Bir Çocuk Gördüğünde Söylediği Söz

 

İbnü'l-Cevzî yine Telbîsu tblîs ve Menâkıbu Ömer'de Muhammed b. Asım'dan şöyle dediğini tahric eder: Bana ulaşan habere göre Ömer b. Hattâb (ra) bir çocuk görüp de ondan hoşlandığında, bir mesleği (sanatı) olup olmadığını sorar, "hayır" cevabını aldığında "gözümden düştü" derdi.[116]

 

 

 

Kazançla İştigal Ve Gazveye Katılma İle İlgili Olarak Hz. Ömerin Sözü Ve Kendisine Nisbetle Bu İkisi Arasındaki Tercihe Dair Görüşü

 

İbnü'l-Cevzî Telbîsu İblîs adlı kitabında Hz. Ömer'in şöyle dediğini nakleder: "Yüzümün suyunu muhafaza edecek yeterli rızık için ayaklarım üstünde çalışmaktan ölmem, Allah yolunda gazi olarak ölmemden bana da­ha sevimlidir."[117]

Huzâi'ye ilave olarak zikredilen mukaddimeler ve bâblar burada sona ermiş olup Huzâi'nin eserinde "Dokuzuncu Bölüm"deki bâblara dönelim.[118]

 

Allah Resulü Zamanında Ve Kendisinden Sonra Ticaretle Uğra­şan Ashap Büyükleri

 

Bunlardan biri, Resulullah'ın (sav) halifesi Ebubekir es-Sıddık'tır (ra). tbn Abdilber el-îstîâb'da, İbn Kuteybe de el-Meârif te Zühri yoluyla Ümmü Seleme'nin (ra) şöyle dediğini kaydederler: Ebubekir, Hz. Peygamber'in (sav) vefatından bir yıl önce ticaret maksadıyla Busra*y a gitti. Onunla birlikte Nuayman ve Süveybit b. Sa'd b, Harmele de vardı. Her ikisi de Bedir savaşında bulunmuşlardı. Nuayman, bu yolculuk sıra­sında yiyeceklere bakmakla görevliydi... (Kıssa).[119]

Hz. Ebubekir'in el-İsâbe'deki biyografisinde şu bilgi verilir: Ebubekir ticaret yapmakla tanınmıştı. Resulullah/a (sav) peygamberlik geldiğinde ottun kırk bin dirhemi vardı. Bununla köle alıp azat ediyor, müslümanlara yardımda bulunuyordu; öyle ki Medine'ye geldiğinde beşbin dirhemi kal­mıştı. Vefat ettiğinde de ne bir dinar ne bir dirhem bırakmıştı.[120]

İbn Asâkir, Ümmü Seleme'den (ra) şöyle dediğini tahric eder: Ebubekir fra), Resululah (sav) zamanında ticaret maksadıyla Busra'ya gitti. Resulullah'a (sav) olan düşkünlüğü ve ondan yana nasibine olan hırsı, Ebubekir'i ti­carete çıkmaktan alıkoymadı. Bunun sebebi, onların ticarî kazanca rağbet­leri ve ticarete olan sevgileridir. Resulullah (sav) da, kendisine olan sevgi ve düşkünlüğüne rağmen onu ticarete çıkmaktan alıkoymadı. Hz. Ebubekir, Re s ulu İlah'la (sav) olan arkadaşlığı vesilesiyle, onun ticarete olan sevgi ve hoşnutluğuna hayranlık duymuştu.

îbn Sa'd şöyle der: Hz. Ebubekir halife olduğunda, kendisiyle ticaret yaptığı elbiseler başında olduğu halde sabah erken pazara gidiyordu. Ömer b. Hattâb ve Ebû Ubeyde b. Cerrah ona rastlayıp şöyle dediler: "Nasıl böyle yaparsın, sen müslümanlann işini yüklendin?." O da "ailemi nereden geçin­direyim?" karşılığını verdi. Onlar "sana maaş tahsis ederiz" dediler ve ona hergün için yarım koyun tahsis ettiler.[121] İbn Zekri Buhâri şerhinde şöyle der: Müslümanlann yararına olan işlerle meşgul olan kadı, müftü ve mü­derris gibi kimselerin hepsi için de durum böyledir.

Allah Resulü (sav) zamanında ticaretle uğraşanlardan bi­ri de emîrü'l-mü'minîn Ömer b. Hattâb'dir (ra). Sahîh-i Buhâ­ri'de, Ebû Musa el-Eş'arî'nin, Hz. Ömer'in huzuruna girmek için izin istemesi, sonra geri dönmesi ve bu davranışı için de Hz. Ömer'in haberi olmayan bir hadisi delil getirmesi olayın­da Hz. Ömer şöyle den "Resulullah'ın (sav) uygulaması bana gizli mi kaldı; pazarlarda safka (alışveriş) beni meşgul etti." Hz. Ömer bununla ticarete çıkışı kastetti.[122]

Saidb.Mansur,Abdb. Humeyd,İbnü'I-MünzirveŞuabu'I-tmân*dada Beyhaki, Hz. Ömer'den (ra) şu tahricde bulundular: "Allah yolunda cihâd hariç, ecelimin bana Allah'ın fazlından nasip ararken deve palanımın iki ucu arasında gelmesi kadar başka hiçbir yerde gelmesinden hoşnutluk duy­mam." Hz. Ömer bunu söyledi ve "Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde ge­zip Allah'ın lütfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan daha başka insanlar bulunacağını bilmektedir" (Müzemmil 73/20) âyetini oku­du.[123]

Derim: Resulullah (sav) zamanında ticaretle uğraşanlardan biri de Os­man b. AfEan (ra) olup onun ticaretle uğraştığı hususu selefin eserlerinde bi­linmektedir, tbn Sa'd Tabakât'ta Abdullah'tan şöyle dediğini tahric eder: "Osman (ra), hem Câhiliyye hem İslâm devirlerinde tacir bir kimseydi, malı­nı k ı r â z a (müdârebe) verirdi."[124] İbn Sa'd,Alâb. Abdurrahman'dan, onun da babasından yaptığı şu rivayeti de tahric eder: Osman (ra) ona bir malı yarı yarıya müdârebe ye verdi.[125]

îbn Rüşd'ün Mukaddimât'mda şu bilgi verilir: İslâm'da yapılan ilk k ı r â z akdi,Hırka'nın mevlâ'sı Yakub'un Osman b.Affân'la(ra) yaptığıdır. Şöyle ki, Ömer b. Hattâb (ra) bilgi sahibi olmayanları pazardan çıkar­mak üzere adam gönderdiğinde pazardan çıkarılanlar arasında Yakub da vardı. Yakub Hz. Osman'a gelip durumu haber verdi. O da kendisine yarı ya­rıya k ı r â z olmak üzere birsırt çantasıkülçe gümüş verdi.Ona,sanaka-nşacakbiri olursa "mal Osman'ındır" söyle, dedi. O da öyle dedi ve pazardan çıkarılmadı. Sonra Hz. Osman'a iki çantayla geldi; biri sermaye diğeri de kâr olarak.

Derim: Hz. Peygamber(sav)zamamnda ticaretle uğraşanlardan biri de Hatice bint Huveylid'dir (ra). Onun çok malı ve ticari faaliyeti bulunduğu bi­linmekte olup Şam'a (Suriye) kervan göndermekteydi. Onun kervan kafilesi bütün Kureyş kafilesi kadar oluyordu. Adamlar tutuyor ve müdârebe ile mal veriyordu. Hz. Peygamber (sav) onun hizmetçisi Meysere ile birlikte onun adına ticarete çıkınca kendisine "sana, kavminin verdiğinin iki mislini vere­ceğim" dedi. Resulullah (sav) da kabul etti ve Busra pazarına gitti. Götürdü­ğü malı satarak başkasını satın alıp geldi ve daha önce yapılanın iki mislini kâr etti. O da Resulullah'a (sav) vereceği malın iki mislini verdi.[126] İbn Sa'd'ın Tabakalında Hz. Hatice'nin biyografisine bakınız.

Resulullah (sav) zamanında ticaretle uğraşanlardan biri de Zübeyr b. Avvâm idi. İbn Abdilber şöyle der: Zübeyr tica­rette naaipli bir tüccardı. Birgün kendisine şöyle denildi: "Ti­carette eriştiğin noktaya nasıl erdin?** O şöyle cevap verdi: "Ayıplı mal hiç satın almadım, bir kâr da gözetmedim. Allah dilediğine bereket nasip eder." İbn Abdilber şunu da zikre­der: Zübeyr'in, kendisine haraç ödeyen bin kölesi vardı.[127]

Ticaretle uğraşanlardan biri de Abdurrahman b. Avf ti. Sahîh-i Buhâri'de geçtiği üzere o şöyle der: Medine'ye geldiği­mizde, Resulullah (sav) benimle Sa'd b. Rebî arasında kardeş­lik bağı ( m u â h â t)   kurdu. Sa'd b. Rebî (ra) şöyle dedi: "Ben ensarın malı en çok olanıyım, malımın yarısını sana ve­reyim. Bak, hangi eşimden hoşlanıyorsan senin için ondan ayrılayım, iddeti bitince kendisiyle evlenirsin." Abdurrahman b. Avf (ra) da ona şöyle dedi: "Benim buna ihtiyacım yok­tur. Burada ticaret yapılan bir pazar var mı?." O da ona pazarı gösterdi. Abdurrahman sabah erken pazara vardı, ertesi gün birşey getirip sattı ve artırdı. Sonra erkenleri gitmeye devam etti, çok geçmeden geldi ve üzerinde zifaf sırasında sürülen güzel koku eseri vardı. Resulullah (sav), "evlendin mi?" dedi, o da "evet" karşılığım verdi.[128] İbn Abdilber şöyle der: Abdur­rahman b. Avf ticarette nasipli bir tüccardı, çok mal kazandı. İbn Uyeyne'nin rivayet ettiğine göre, ölüm öncesi hastalığın­da boşadığı karısıyla, miras hissesi olan sekizde birin üçte bi­ri üzerinden 83.000 dirhem karşılığında müsâlaha ya­pıldı. İbn Uyeyne'den başkaları, bu hanımın, Abdurrahman b. Avfın mirasının sekizde birinin dörtte biri üzerinden müsâlaha   yaptığını rivayet ederler.[129]

Resulullah (sav) zamanında ticaretle uğraşanlardan biri de Sa'd[130] b. Âiz olup Ammâr b. Yâsir'in (ra) mevlâsıydı. el-İsâbe'de müellif, onun biyog­rafisini vererek şöyle der: 0 karz (selem ağacı yaprağı) ticareti yapardı. "Karz," palamut kabuğu gibi bir yaprak olup kendisiyle deri tabaklanırdı. Bundan dolayı ona Sa'd el-Karz denildi. Beğavi'nin rivayetine göre o elinde­ki varlığının azlığından dolayı Hz. Peygamber'e (sav) şikayette bulundu. Hz. Peygamber (sav) de ticaret yapmasını emretti. Sa'd pazara çıktı, biraz selem ağacı yaprağı satın aldı, onu satarak kâr etti. Bunu Hz. Peygamber'e (sav) anlatınca, ticaretine devam etmesini emretti.[131]

Resulullah (sav) zamanında ticaret yapanların biri de sahabi Munkiz b. Amr el-Ensârî el-Medenfdir. ibn İshak, Muhammed b. Yahya b. Hibbân'dan şöyle dediğini rivayet eder: Dedem Munkiz b. Amr'ın başına bir illet arız ol­du, dili tutuldu ve aklî dengesi bozuldu. Buna rağmen ticareti bırakmıyor ve hep de aldanıyordu. Bunu Hz. Peygamber'e (sav) anlattı, o da kendisine satış yaptığı zaman "aldatma yok" de, satın aldığın her malda da üç gece muhay­yerlik hakkına sahipsin, buyurdu. Munkiz, Hz. Osman zamanında insanlar çoğaldığında pazarda mal alıyor, evine döndüğünde onu kınıyorlar, o da ma­lı geri götürerek şöyle diyordu: "Hz. Peygamber (sav) beni üç gün muhayyer­lik hakkına sahip kılmıştır."[132] Nevevi'nin Tehzîb'indeki biyografisine ba­kınız.

Resulullah (sav) zamanında ticaretle uğraşanlardan biri de Ebû Mi'lak el-EnsârîMir. Kendi malı veya başkasının malıyla ticaret yapıyordu. Uzak yerlere ticarî seferler yapardı, zâhid, takva sahibi ve duası kabul edilen bir insandı, el-îsâbe'deki biyografisine bakınız.[133]

Ömer b. Hattâb'ın (ra) iki oğlu Abdullah ile Ubeydullah da ticaret ya­panlardandılar. Turtûşi'nin Sirâcü'l-mülûk'unda şu bilgi verilir: Ebû Mu­sa el-Eş'arî Basra'da Ömer b. Hattâb'ın iki oğlu Abdullah ve Ubeydullah'a beytülmalden bir mal verince onunla ticarî bir mal satın aldılar. Bu mal Me­dine'de kâr sağladı. Hz. Ömer kârın hepsini almak istedi. Ubeydullah hakkı­nı almada ısrar etti, aralarında kârın yarı yarıya paylaştırılma s ma hükme­dildi. Her ikisi kâzın yarısını, Hz. Ömer de beytülmal için diğer yansını al­dı.[134]  İbn Rüşd Mukaddimât'ta şöyle der": İslâm'daki ilk müdârebe akdinin bu ikisinin yaptığı akit olduğunu söylenmiştir. Bunların olayı Muvatta'da zikredilmiş olup meşhurdur.[135]

Şebrahiti'nin el-Muhtasar şerhinde "kiraz bâbı"nda şu bilgi verilir: "Resulullah (sav), kendisine peygamberlik gelmeden önce Hz. Hatice (ra) ile müdârebe ortaklığı yaptı. Ümmetin lider ve seçkinleri olan Hz. Ömer ve Os­man da müdârebe yaptılar. İslâm'da bunu ilk yapan ise Hz. Osman adına çalışan (onunla müdârebe yapan) Hırka'm n mevlâsı Yakub'dur." Da­ha önce Hz. Osman'la ilgili olarak verilen bilgiye bakınız (s. 258).

Ticaretle uğraşanlardan biri de Ebû Hureyre'dir. Sirâcü'l-mülûk'ta şu bilgi verilir: İmam Mâlik şöyle dedi: Ömer b. Hattâb (ra) âmillerinin mal­larını bölerek yarısını alırdı. Ebû Hureyre'nin (ra) de malını böldü ve ona "bu malı nereden elde ettin?" dedi. Ebû Hureyre de "yavrulayan (çoğalan) hay­vanlar ve deveran eden ticaretler..." karşılığını verdi.[136]

Ticaret yapanlardan biri de Resulullah'ın (sav) Mukavkıs'a gönderdiği elçisi Hâtib b. Ebî Beltea'dır. İbn Sa'd'ın Tabakasındaki biyografisinde şu bilgi verilir: Öldüğü gün dört bin dinar ve dirhem, bir ev ve başka mallar bı­rakmıştı. Yiyecek vesaire satan bir tüccardı.[137]

Ticaretle uğraşanlardan biri de Hayber Gazvesi'nde ticaret yapan kim­seydi. Ebû Dâvud Sünen'mde "gazada ticaret bâbı"nda onun hadisini zikre­derek Ubeydullah[138] b. Selman'dan şu tahricde bulunur: Hz. Peygamberin (sav) ashabından biri kendisine haber vererek şöyle dedi: Hayber'i fethetti­ğimizde onların mal ve esirlerden oluşan ganimetlerini çıkardılar, insanlar onların ganimetlerini ahp satmaya başladılar. Resulullah (sav) namaz kılarken bir adam gelip şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, öyle bir kâr ettim ki bu vadi halkından hiç kimse bugün o kadar kâr etmemiştir." Re s ulu İlah (sav) "Vah sana, ne kâr ettin?." Adam "Durmadan sattım, aldım ve üçyüz û k i y y e kârettim" dedi.Bunun üzerine Resulullah(sav)şöyle buyurdu: "Ben sana kâr eden en hayırlı adamı haber vereyim." Adam "Ey Allah'ın Re­sulü, kimdir o?" dedi. Resulullah (sav) da "Namazdan sonra iki rekat namaz (kılan)" buyurdu.[139] Münziri bu hadis hakkında değerlendirmede bulunma­mıştır. İbn Mâce de Hârice b. Zeyd'in rivayet ettiği şu hadisi tahric eder: Hârice şöyle dedi: "Bir adam gördüm, babama, pazara çıkıp da ahp satan, ti­caret yapan kimsenin durumunu sordu. Babam ona şöyle dedi: Biz Tebük'te Resulullah (sav) ile birlikteydik, alıp satıyorduk. O da bizi gördüğü halde bi­zi menetmiyordu."[140] Bu iki hadiste, gazada ticaret yapmanın caiz olduğuna, gazinin bununla birlikte ganimetten nasibine hak kazandığına ve noksan­sız sevaba nail olduğuna delil vardır. Eğer gazada ticaretle uğraşmak gazi­nin sevabının azalmasına yol açsaydı Hz. Peygamber (sav) bunu açıklardı. Açıklamayıp durumu ikrar ettiğine göre, bu durum, sevapta noksanlık ol­mayacağını gösterir. Sahih hadiste sabit olduğu üzere hac esnasında ticaret yapmanın caiz oluşu da[141] bunu teyid eder. Bir grup insan hac yolculuğunda ticaretle uğraşmaktan sakınınca Allah Teâlâ "Rabbinizin lütuf ve keremin­den nasih aramanızda sizin için bir günah yoktur" (Bakara 2/193) âyetim indirdi. Bunu Şevkâni söyler.[142]

 

Alışveriş Yapmaya Ticaret Denmesinin Mesnedi

 

Suyûti'nin Evâil'inde "Kitâbu'l-Buyû"un baş tarafında, İbn Mâce ve Taberâni Kus b. Ebî Garaze'den[143] şu tahricde bulunurlar: Biz Resulullah (sav) zamanında "simsarlar" diye adlandırılıyorduk. Resulullah (sav) bize uğradı ve bizi bundan daha güzel bir adla adlandırarak "ey tüccar topluluğu, alışverişte yemin ve batıl söz mevcut olur, o halde bunları sadakayla savm"[144] buyurdu. Taberâni "Resulullah (sav) bizi tüccar diye adlandıran ilk kimseydi" ilavesinde bulunur.[145]

Derim: Şâmi bu hadisi Sübülü'r-reşâd'da Ahmed b. Hanbel ve dört Sünen müellifine isnad eder.[146] Mişkâtü'l-mesâbîh'te ise müellif, Ahmed b. Hanbel olmaksızın dört Sünen'e isnad eder.[147] Tirmizi bu hadisle ilgili ola­rak Cami'inde "Tacirlerle ilgili hadisler ve Hz. Peygamberin (sav) onları adlandırmasına dair bâb" başlğını açar ve sonra şöyle der: "Bu bâbda Berâ[148]  ve Rifâa'dan rivayet vardır." Sonra da "Kays'ın[149] hadisi h a s e n - s a -h i h tir, onun Resulullah'tan (sav) bundan başka rivayetini de bilmiyoruz" der.[150] İbn Mâce de Sünen'inde mezkur hadisle ilgili olarak "ticaret konu­sunda (haramdan) sakınma babı" adıyla bir başlık açarak "Bize Muhammed b. Abdullah b. Nümeyr haber verdi; bize Ebû Muâviye, A'meş'ten, o Şakîk'ten, o da Kays b. Ebî Garaze'den[151] haber verdi" der ve hadisi zikreder. Sonra şöyle der: Bize Yakub b. Humey d b, Kâsib[152] haber verdi; bize Yahya b. Süleym et-Tâifî, Abdullah b. Osman b. Hüseyin'den,[153] o İsmail b. Ubeyd b. Rifâa'dan, obabaşından, okendi babası Rifâa'dan şöyle dediğini haberverdi: Resulullah (sav) ile birlikte çıktık, derken sabah erken vakti alışveriş yapan insanlara rastladık. Resulullah (sav) onlara "ey tüccar topluluğu!" diye ses­lendi. Onlar gözlerini (başlarını) kaldırıp boyunlarını uzatınca, şöyle buyur­du: 'Tüccarlar kıyamet günü tacirler' olarak diriltüeceklerdir. Ancak M-lak'tan sakınan, iyilik yapan ve doğru olanlar müstesnadır." [154]

el-LemeâtmüelHfişöyleder: "Tüccar" adı "simsar" dan daha güzeldir. Çünkü ticaret Rur'ân-ı Kerîm'de birçok yerde övgü maka­mında zikredilmiştir. Satıcı ile alıcı arasında aracılık yapan kimse "tâbi" olup emanet ve diyanetten sapabilir. Resulullah (sav) ticaretle uğraşan kim­seleri alıcı-s atıcılarla arkadaşlıkları ve "tüccar" sözünün 'tâbirlere (simsar­lar) de şamil olmasından dolayı "tüccar" diye adlandırmıştır.

Kâri Şerhu'l-Mişkâtta "Biz Resulullah (sav) zamanında simsarlar di­ye adlandırılıyorduk" sözüyle ilgili olarak şöyle der: Simsarlar şimdi, satışın yapılması için alıcı ile satıcı arasında aracılık yapmaktadırlar. Semâsire kelimesi "simsâr"ın çoğul şekli olup asıl manası birşeye bakan, ontl koruyan demektir. Sonraları "aracı" manasında kullanılmış olup bazan da "değer bi­çen (takdir eden) kimse" karşılığında kullanılır. Kâri, "Resulullah (sav) bizi ilk adımızdan dahagüzeliyle adlandırdı" sözüyle ilgili olarak da şöyle denil­miş olduğunu kaydeder: Çünkü "tacir" adı genel örfte "sim­sar" dan daha saygındır. Yahut tüccar adının güzelUk sebebi, simsar adı­nın şimdi m e k k â s lara (gümrük vergisi, ticaret vergisi tahsil eden) ve­rilmesi veya Resulullah (sav) zamanında kendisinde bir kusur bulunan kim­se hakkında kullanılmış olması olmalıdır. En güzeli Tîbi'nin dediğidir: K Bunun sebebi, ticaretin kâr amacıyla sermayede tasarrufu ifade etmiş olması­dır. Simsarlık da böyle olmakla birlikte Allah Teâlâ Kur*ân-ı Kerîm'de "Ey inananlar sik, sizi acı azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi?" (Saff 61/10), "Ey inananlar, mallarınızı aranızda bâtılla (gayrı meşru yolla) ye­meyin. Kendi rızanızla yaptığınız ticaret olursa başka" (Nisa 4/29) ve "Al­lah'ın Kitabı'nı okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızık-tan gizli ve açık sarfedenler, asla zarara uğramayacak bir ticaret umarlar" (Fâtır 35/29) âyetlerinde olduğu gibi ticaretten birçok defa övgüyle sözet-miştir." Muhtemelen bu adlandırmada "Kendilerini ne ticaretin ne de alış­verişin Allah'ı anmaktan, namaz kılmaktan, zekât vermekten alıkoymadığı erkekler, yüreklerin ve gözlerin (dehşetten) ters döneceği günden korkarlar" (NÛr 24/37) ayetini kastetmiş olmalı; bu isimle onların dikkatlerini özellikle bu anılan vasıflarla muttasıf olmaya çekmek için. Bu isimde Allah Tealâ'nın "Allah mü'minlerden mallarını ve canlarını, cennet kendilerinin olmak üze­re satın almıştır" (Tevbe 9/111) sözüne de ima vardır.[155] el-Medhal'de müel­lifin kaydettiğine göre pazara Arapça'da "sûk" denmesinin sebebi, orada malların bolca alınıp satılmasından dolayıdır.[156]

 

Allah Resulü Zamanında Bezzazlık (Manifaturacılık) Yapanlar

 

Bez, bir elbise türüdür. Özellikle ev eşyasından olan giysi olduğu da söylenmiştir. Bu el-Misbâh'ta söylenmiştir.[157] Sahîh-i Buhâri'de "Bez ve-sairede ticaret babı"[158] başlığına yer verilmiştir. Ebubekir İbnü'l Arabî şöyle der: Buhâri "bez ticaretiyle ilgili bâb" başlığını, dünyada refah içinde geçimi hoş görmeyip eskimiş bir elbise yeter diyenleri reddetmek için açmıştır.[159] Hatîb, Ebû Hureyre'den şu merfû rivayeti tahric eder: "Beze önem verin, muhakkak ki bez sahibi, (bezcilik yapan) insanların hayır ve refah içinde bulunmasından hoşnut olur."[160] Taberânî de el-Mu'cemM-kebîr'de tbn Ömer'den şu merfu rivayeti tahric eder: "Allah eğer cennet ehline ticaret izni vermiş olsaydı bez ve güzel koku ticareti yaparlardı."[161]  Suyûti bu iki hadi­si de Cem'u'l-cevâmi'de zikreder.

Resulullah (sav) zamanında bez ticaretiyle uğraşanlar­dan biri Emîrü'l-müminîn Osman b. Affân'dır. İbn Kuteybe el-Meârif te "Eşrafın Sanatları (meslekleri)" başlığı altında Hz. Osman'ın bez ticareti yaptığını (bezzaz) kaydeder.[162] İbn Abdilber şöyle der: Hz. Osman (ra) Ceyşü*l-usre (Tebük Gazvesi ordusu) için 950 deve donattı ve bu sayıyı 50 atla lÜOO'e ta­mamladı. Katade'den şöyle dediği rivayet edilir: Hz. Osman (ra) 1000 deve ve 70 ata yük vurdu.[163] Bütün bunlar bezcilik mesleğinden elde ettiği maldandı, çünkü başka işle uğraşmı­yordu. Ashaptan bezcilik yapanlardan biri de Talha b. Ubeydullah'tı. tbn Kuteybe el-Meârif te ve İbnül-Cevzî de

 

Telbîsu İblîs'te onun bezci olduğunu zikrederler.[164] Zübeyr b. Bekkâr,[165] Süfyân b. Uyeyne'den şöyle dediğini duyduğunu zikreder: Talha b. Ubeydullah'ın günlük geliri 1000 v â f î idi.[166] V â f î ' nin ağırlığı dinar ağırlığıdır. Bağliyye di ye bilinen Fars dirheminin ağırlığı da bu kadardır.

Ashaptan bezcilik yapanlardan biri de Süveyd b. Kays el-Abdî'dir. el-Isâbe'de biyografisi verilerek Simâk b. Harb'in ondan, Hz. Peygamber'in (sav) kendisinden pantolon satın aldığım rivayet ettiği zikredilir. Bunu Ahmed b. Hanbel ve Sünen müellifleri tahric etmişlerdir. Süveyd'den yapılan bir rivayette de şöyle der: Ben ve Mahreme el-Abdî Hecer'den bez (elbise) ge­tirdik. Mekke'ye geldik, biz Mina'da iken Resuîullah (sav) yanımıza geldi, biz pantolonları pazarladık ve Resulullah'a ondan sattık. Bedelini tartıp verdi ve tartıcıya "tart ve fazla ver" buyurdu.[167]

Ashaptan bez ticaretiyle uğraşanlardan biri de Abdurrahman b. Avftır. İbnül-Cevzî Telkîh'te onu bezzazlardan sayar.[168]

 

Allah Resulü Zamanında Medine'de Manifaturacılar Çarşısı

 

Ebû Ya'lâ el-Mevsılî'nin "cidden zayıf bir senedle Ebû Hureyre'den yaptığı rivayette o şöyle der; "Resulullah (sav) ile birlikte pazara girdim, Re­sulullah bezzazların yanına oturdu ve dört dirheme bir pantolon satın aldı. Pazar halkının bir tartıcısı vardı. Hz. Peygamber (sav) ona "tart ve fazla ver" buyurdu. Tartıcı şöyle dedi: Bu sözü hiç kimseden duymamıştım," Zurkâni Şerhu'l-Mevâhib'de "bezcinin yanına oturdu" sözüyle ilgili olarak şöyle der: Bezzâzî, beze nisbet olup bez, elbise veya elbise ve benzeri ev eşyasına denir. Bunu satan kimseye, el-Kâmûs*ta geçtiği üzere bezzaz denir. Bu başlak altında verilen hadisi, Ebû Said en-Nisâbûrî Şerefii'l-Mustafâ[169] adlı kitabında H*. Peygamber'in (sav) ticareti bahsinde tahric etmiştir.[170]

 

İtriyatçı (Attâr )

 

Buhâri Sahîh'indewKitâbu'l-Buyû"da "Attâr ve misk satımına dair bâb" başlığını açar ve Ebû Musa el-Esftrfden (ra) şu tahricde bulunun "Salih arkadaş ile kötüsünün misali, misk sahibi (satıcı) ile demirci körüğü gibidir. Misk satıcısı­nın yanında bir kaybın olmaz, ya ondan satın alırsın veya ko­kusunu duyarsın. Demirci körüğü ise ya vücudunu veya elbi­seni yakar ya da ondan kötü bir koku duyarsın."[171] Seâlibi de KitâbuVTemsîl vel-muhâdaşa'da[172] Hz. Ömer'den (ra) şöyle de­diğini nakleder: Eğer tüccar olsaydım, güzel kokuya hiçbir şeyi tercih etmezdim. Ondan kâr etmesem bile bana kokusu kalırdı.

Ayni şöyle der: Attâr, ıtır, yani güzel koku satan kimsedir.[173] Hâfız İbn Hacer de Fethu'l-Bârî'de şöyle der: Bu başlık altında verilen hadiste "misk"in anılmasından başka bilgi yoktur. Buhâri, güzel kokuda ortak oluş­larından dolayı attan da ona ilhak etmiştir.[174]

 

Tartıcı

 

Ebû Yala el-Mevsılf nin Müsned'inde naklen verilen Ebû Hureyre ha­disinde, pazar halkının bir tartıcısı olduğu ve Resulullah'm (sav) ona "tart ve fazla ver" buyurduğu daha önce zikredilmişti. Bu hadis Taberâni'nin el-Mu'c e m ü'l-evsafında da geçmektedir.[175] Ahmed b. Hanbel bu hadisi Müs­ned'inde tahric eder.[176] Hadisin senedinde İbn Ziyâd mevcut olup Suyûti Fetâvâ'sında o ve hocasının "zayıf olduğunu söylemektedir. Hafaci Şer-hu'ş-Şifâ'da şöyle der: "Hadisin zayıflığı mütâbaatıile giderilmiş­tir." Hz. Peygamber'in (sav) tartıcıya söylediği "tart" sözünün manası da "hurmayı[177] tart ve fazla koy, ta ki terazi fazla gelsin, yâni dirhemlerin ol­duğu kefedeki fazlalıkla" demektedir.

Ebû Abdullah el-Ukbânî et-Tilimsânî'nin Ğunyetü'z-zâkir fî hıfzi'ş-şeâir ve tağyîri*l-menâkîr adlı eserinde Hz. Ali'den (ra) şu rivayet nakle­dilir: Hz. Ali zaferan tartan ve fazla veren bir adama rastladı. Ona "tartıyı tam yap, ondan sonra istediğin kadar fazla ver" dedi. Hz. Ali, o kimseye, alış­ması ve vacip olanı yapması için önce denk tartmasını istemiş olmalıdır. İbn Abbâs'tan da şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Ey Acem topluluğu, sİ2den ön­cekilerin helaklerine sebep olan iki işi yüklendiniz: Ölçek ve terazi." İbn Abbâs Özellikle Acemleri söyledi, çünkü onlar ölçü ve tartıyı birlikte yapıyor­lardı. Oysa Haremeyn'de bu ikisi ayrıydı; Mekke halkı tartıyor, Medine hal­kı ise ölçekle Ölçüyordu.

Bu konunun başında verilen hadisten anlaşıldığına göre Hz. Peygam­ber (sav) her meslek erbabı ile kendi mesleğiyle ilgili hususta konuşuyordu. Ona, mesleğine olan sevgisini artıracak şeyleri, mesleğiyle ilgili adab ve ah­kamı söylüyordu. Bu husus, Yemen'in müsnidi ve müftüsü Vecîhüddin el-EhdeFin en-Nefesü'1-Yemânî[178] adlı eserinde hocası Abdussamed el-Câvî'nin biyografisini verirken şu söylediklerine de temel teşkil eder: O, kendi­sine bir talebe başvurduğunda etraflı şekilde durumunu anlatmasını ister­di. Güzel bir haslete sahip olduğunu anladığı zaman, ona daha da bağlanma­sı ve işi konusunda basiretli olması için bu hasleti övme hususunda sözü uzatır, onunla ilgili adab ve ahkamı etraflıca açıklardı. Ben kendisine vardı­ğımda bana fetva adabını, müftünün yalnızca mücerret soruya bağlı kalma­yıp olayla ilgili bilgisi varsa cevabında bunu da gözönünde bulundurması ge­rektiğini ve bunda bu konuda eğitimi bulunan kimselerin bilebileceği dinî maslahatlar bulunduğunu anlatıp durdu.

Tamamlayıcı bilgi: Daha önce geçen hadisin tamamı Taberâni ve Ebû Ya'lâ tarafından verilmiştir: Hz. Peygamber (sav), dört dirheme bir panto­lon satın aldı. Pazarın bir tartıcısı vardı. Resulullah (sav) ona "tart ve fazla ver" buyurdu. Resulullah (sav) pantolonu aldı, ben kendisinden alıp taşı­mak için gittim, şöyle dedi: "Bir şeyin sahibi onu taşımaya daha layıktır, el­verir ki zayıf olsun ve onu taşımaktan aciz bulunsun. O zaman miislüman kardeşi kendisine yardım eder."[179] Ben şöyle dedim: "Ey Allah'ın Resulü, sen pantolon giyeceksin!." Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Evet; seferde, ha­zarda, gece ve gündüz. Ben örtünmekle emrolundum, onda daha iyi örten birşey de görmüyorum." Bu hadis, İbn Kayyim'in Zâdü'l-meâd'ında, Hz. Peygamber'in (sav) pantolon giydiğini kesin olarak ileri sürmesinde de da­yanağı olmuştur.[180] Hafâci, Şerhu'ş-Şifâ'da şöyle der: "Bundan da anlaşıla­cağı üzere İbn Kayyim'i hatalı saymanın hiçbir dayanağı yoktur. Hz. Pey­gamber'in (sav) pantolonu alıp da giymemiş olması gerçekten uzak bir ihtimaldir. Hz. Osman (ra) da muhasara altındayken onu giymişti. Bedelinin dört dirhem olduğu rivayet edilmekle birlikte el-thyâ'da üç dirhem olduğu zikredilmiştir." Efendimiz dayımın bu konuda basılı eserine bakınız.[181]

 

Sarraf

 

Resulullah (sav) zamanında sarraflık yapanlar: Sahîh-i Buharı' de, Ebû MinhâL'den şu rivayet nakledilir: Ben sarraflık (para alım satımı) yapıyordum. Zeyd b. Erkam ile Berâ b. Âzib'e para alım satımını sordum, şöyle dediler: Biz Resulul­lah (sav) zamanında ticaretle uğraşıyorduk, Resulullah'a pa­ra alım satımını sorduk, şöyle buyurdu: "Peşin olursa bir mahzur yoktur, vadeli olursa meşru değildir."[182] "Sarf," altını gümüşle satmak, "neşe"   ise tehir demektir.

Efendimiz Osman (ra) zamanında bu pazar büyüdü ve bir kontrolcüye ihtiyaç duyuldu. Diyarbekri Târihu'l-Hamîs'inde, efendimiz Hz. Osman'ın itham edildiği hususları ele alırken şöyle der: Hz. Osman'ın, satılan şeylerin öşürünü (onda bir) almak üzere Haris b. Hakem'i Medine pazarında gö­revlendirdiği yolundaki iddialarına gelince, bu iddia doğru değildir. O, Hâris'i ölçü aletlerini kontrol etmek üzere Medine pazarında görevlendir­mişti. Haris ise iki veya üç gün sonra hurma çekirdeği satıcılarına musallat olarak çekirdekleri kendisi satın aldı. Durum Hz. Osman'a bildirilince onun yaptığını onaylamadı ve görevinden aldı. Rivayet edildiğine göre Hz. Osman onu Medine pazarında görevlendirip kendisine hergün için iki dirhem maaş tahsis etti.[183]

 

Anber Ve Cıva Ticareti

 

Ebû Dâvud Sünen'inin şerhiAvmı'l-Ma'bûd (III, 348) müellifi safran, anber, misk ve ud'un Hz. Peygamber (sav) zamanında mevcut olduğunu ve kendi huzurunda, kendisinden sonra ashap tarafından kullanıldığını zikre­der. Sonra da Nesâi'nin Muhammed b. Ali'den şöyle dediğini tahric eder: "Hz. Âişe'ye, Resulullah'ın (sav) güzel koku kullanıp kullanmadığını sor­dum. Şöyle dedi: Evet, erkek kokularını; misk ve anberi."[184] Hadiste geçen " z i k â r e ,  " erkeklerin kullanması uygun olan misk, anber ve ud gibi şeyler demektir.[185]

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında Muhammed b. Ali'den şu rivayet nakledilir: Hz. Âişe'ye "ey anneciğim, Resulullah (sav) güzel koku sürünür müydü?" di­ye sordum. "Evet, erkeklere mahsus kokularla" dedi. "Zikâretü't-tîb" (er­keklere mahsus koku) nedir, diye sordum, "misk ve anber" dedi.m Yine Ibn Sa'd'ın Tabakât'ında Ebû Said el-Hudrf den (ra) şöyle dediği nakledilir: Re-sulullah'a (sav) miskten sözettiler, "güzel kokuların en güzeli değil mi?" bu­yurdu.[186]  İbn Sa'd'ın Tabakât'ında İbn Ömer'den (ra) de şu rivayet nakledi­lir: İbn Ömer, güzel koku tütsüleyeceği zaman kâfuru ûd üzerine koyar onunla tütsülenir ve şöyle derdi: Resulullah (sav) da böyle tütsülenirdi.[187] İbn Sa'd'ın Tabakât'ında Hz. Peygamber'in (sav) hanımı Ümmü Habîbe'nin biyografisinde şu bilgi verilir: Necâşi onu Resulullah (sav) ile evlendirdiğin­de, hanımlarına yanlarında bulunan bütün güzel kokuları ona göndermele­rini emretti. Ümmü Habîbe şöyle der: Ertesi gün olunca bana bol miktarda ud, alaçehre (yemen Safranı), anber ve yaban kedisi kokusu getirdiler. Bun­ların hepsini Resulullah'a (sav) getirdim Bu kokuları yanımda ve üstümde görür hoşnutsuzluk göstermezdi.[188]

Hafâci'nin Şifâü'l-ğalîl'inde "galiye" kokusunun hadiste zikredildiği nakledilir; Hz. Âişe'den (ra) şöyle dediği rivayet edilir: "Resulullah'm (sav) sakalına galiye sürerdim." Cahız şöyle der: Bütün koku macunlan Arap kay­naklıdır: galiye, şâhiriye, halûk, lahlaha, yağmur udu olan kutr ve zarîre.[189]

el-tg&be'de müellif, Amr b. Küreyb et-Tâfnin biyografisini vererek şu bilgiyi zikreder: O, Hz. Peygambere (sav) ulaşmıştır. Oğlu, Haccac zama­nında Kûfe'de tüccarların anber, cıva vb. mallarını yüklü develere baskın yapan meşhur şairdir. Bu bilgiyi İbntil-Kelbî zikreder.[190] İbn Hacer sonra da Amr b. Kilâb'ın biyografisini vererek şöyle der O, Hz. Peygambere («av) ulaşmış olup Hz.Ömer'e şîir okuyara konu kendi âmil lerine karşı tahrik eden kimsedir:

Hintli tüccar geldiğinde misk kokusuyla

Yayıldı koku onların başlarındaki saç ayırımlarında

Bu bilgiyi İbrahim b. Hasan (el-Harbî) Garîb'inde, İbn İshak yoluyla, onun Küveyr[191] b, Züfer*den, onun Ebül-Muhtar ve onun da Amr'dan rivayetiyle zikreder.[192]

 

Altın Madeni Kazılması

 

el-tsâbe'de müellif, Ebû Husayn es-Selemfnin biyografisini vererek şöyle der: Beğavi onu anarak Vâkıdfnin şu tahricde bulunduğunu zikreder: Abdullah b. Yahya, Ömer b. Hakem'den, o da Câbir'den şu rivayette bulu­nur: "Ebû Husayn es-Selemî bir madenden altın getirdi ve Hz. Peygamber'e (sav) takdim etti." Ve uzun bir hadis zikretti.[193]

Derim: İbn Sa'd Tabakât'ta (IV, 9) bunu uzunca vermiş olup bu konuda Ebû Husayn'm biyografisine bakınız.[194] et-Tecrîd*de müellif şöyle der: Ebü'l-Husayn es-Selemî, Resulullah'a (sav) bir madenden altın getirdi. Bunu İbn Abdilber zikreder. İbn Sa'd ise onun adını Ebû Husayn olarak kaydeder.[195]

 

Mızrak Satıcısı

 

el-İstîâb'da şu bilgi verilir: Nevfel b. Haris b. Abdülmutta-lib mızrak ticareti yapardı. Bedir Gazvesi'nde esir alındığın­da da fidye olarak mızrak verip kurtulmuştu. Mızrakların sa­yısı bindi.[196]

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında şu bilgi verilir: Nevfel b. Haris Bedır'de esir alındığında Hz. Peygamber (sav) ona şöyle buyurdu: "Kurtuluş fidyen ola­rak Cidde'deki mızraklarını ver." O da "Senin Allah elçisi olduğuna şahitlik ederim" dedi ve kurtuluş fidyesi olarak mızrakları verdi. Mızraklar bin ta­neydi. Tabakât'da şu bilgi de kaydedilir: Nevfel, Huneyn savaşında Hz. Peygamber'e (sav) üçbin mızrak yardımda bulundu. Re s ulu İlah (sav) şöyle buyurdu: "Ey Ebû Haris, senin mızraklarının müşriklerin kaburgalarında kırılışlarını görüyor gibiyim." Nevfel'in Tabakât'taki (IV, 31) biyografisine bakınız.[197]

 

 

Yiyecek (Buğday) Satıcısı

 

Sahîh-i Müslim'de, Salim b. Abdullah'ın babasından yaptı­ğı şu rivayet kaydedilin "Resulullab (sav) zamanında insanlarrn, yiyecek maddelerini c ü z â f (götürü, Ölçüsüz tartı­sız) olarak satın aldıklarında, yüklerinin yanına gelmeden o yerde satınca kendilerine dayak atıldığını gördüm."[198]

Hâtab b. Ebî Beltaa'mn îbn Sa'd'ın Tabakasındaki biyografisinde ge­çen bilgiye bakınız.[199]

 

Çocukların Alışveriş Yapmaları

 

el-îsâbe'de müellif, Abdullah b. Cafer'in biyografisini verir ve Beğa-vi'nin Amr b. Hureys'ten şu rivayette bulunduğunu nakleder: Resulullah (sav), Abdullah b. Cafer'e rastladı, o çocuklarla birlikte satış yapıyordu. Al­lah Resulü (sav) şöyle buyurdu: "Allah'ım onun satışını —ya da pazarlığı­nı—bereketlikü."[200] Yineer-tsftbefdeLeclâc[201] el-Âmirî'nin biyografisi veri­lerek şu bilgi zikredilir: Ebû Dâvud[202] ile ea-Sünenü'1-kübrâ'da Nesâi on­dan şu rivayeti tahric ettiler: "Biz çocuktuk, pazarda çalışıyorduk.[203]

 

Şeker Satışı

 

Dârekutni el-Efrâd'da, Hişâm b. Hassan yoluyla, onun Muhammed b. Sîrîn'den şu rivayetini tahric eder: Tüccarın biri Medine'ye şeker getirdi, müşteri bulamadı. Haber Abdullah b. Cafer'e ulaşınca onu satın alıp halka dağıtmak üzere kâhyasını gönderdi. Bu bilgi el-İsâbe’de zikredilir.[204]

 

Tıbbî İlaçlar (Akakîr) Satışı

 

İbn Rüşd, Ebû Musa el-Eş'arî ile Abdullah b. Mesud arasında, büyüğün süt emmesi ile ilgili duruşmayı ve îbn Mesud'un Ebû Musa'ya "sen ancak tedavicisin" dediğini zikreder. Bunu İbn Ebî Zemenîn nakleder ve tbn Me sud'un sözünü şöyle yorumlar: "Ebû Musa ilaç satardı; îbn Mesud, onun bu işle meşguliyeti sebebiyle ilimle ilgisi bulunmadığını söylemek istemiştir." Bu bilgi için Ebû AH îbn Rahhâl'ın el-Muhtasar'a yaptığı şerhte "radâ" (süt emme) kısmına bakınız.[205]

 

Güzel Koku Satan Kadın

 

el-tsâbe'de müellif, Esma bint Muharribe'nin biyografisini vererek şu bilgiyi zikreder: Oğlu Ayyaş b. Abdullah b. Ebî Rebîa ona Ye men'den güzel koku gönderiyor, o da satıyordu.[206] el4stibsâr fi ensâbi'l-ensâr'da Rubey-yi' bint Muavviz[207] b. Afrâ'nın şöyle dediği nakledilir: Esma bint Muharribe Medine'de güzel koku satardı. O Ayyaş[208] ve Abdullah b. EbîRebîa'mn anne­si olup yanıma geldi, yanında da kokusu vardı. Bana (kim olduğumu) sordu, ben de nesebimi ona söyledim. Esma şöyle dedi: "Sen efendisini, yani Ebû Cehil'i öldüren kimsenin kazısın." Ben de "Hayır, ben kölesini öldüren kim­senin kızıyım" dedim. Bunun üzerine şöyle dedi: "Güzel kokularımdan sana birşey satmam bana haram olsun." Ben de "Senden birşey almak da bana ha­ram olsun, senin ıtırın gibi pis kokulusunu görmedim" dedim. Onun ıtmyla (güzel koku) ilgili bu sözü, onu kızdırmak için söylemiştim. Onun bu kıssası­nı, îbn Sa'd Tabakât'taki biyografisinde verir. Tabakât'ta Rubeyyi'in şu sözü de kaydedilir: "Benim için şişelerime koku koyup arkadaşlarıma tarttı­ğım gibi kendime de tarttığımda.. .."[209]

el-İsâbe’de de müellif, kokucu Havlâ'nın biyografisini verir ve Ebû Musa'nın, Ebu'ş-Şeyh yoluyla ve onun Enes'e varan senediyle şu rivayeti tahric ettiğini zikreder: "Medine'de Havla bintTüveyt adlı kokucu (attâr) bir kadın vardı."[210] Sâib b. Akra'nın annesi Müleyke'nin biyografisinde, onun koku sattığı kaydedilir.[211]

Ziraat Ve Ağaç Dikimi

 

İslâm'ın ziraate verdiği önem ve ashabın ona gösterdiği büyük itinaya rağmen Huzâi'nin bu başlığa niçin yer vermediğine bakınız! Allah Teâlâ bir­çok âyette, ekin ve bitkileri yetiştirmesi nimetini hatırlatmış ve kendi mü­nezzeh zatını, "bunları yerden çıkaran" olarak vasıflandırmışUr. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Size gökten su indiren odur. Onunla her çeşit bitkiyi çıkardık, o bitkiden bir yeşillik çıkardık, ondan da birbiri üzerine binmiş ta­neler; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar... çıkarıyoruz" (En'âm 6/99). Yani herşey su ile yetişti. Biz sudan taze ekin ve ondan da üstüste bin­miş taneler, buğday, arpa, pirinç, mısır ve bazısı bazısına binmiş şekilde di­ğer taneleri çıkarıyoruz. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri ...yaratan hep odur" (En'âm 6/141). "Çardaklı," yani üzüm, kabak, karpuz ve benzeri diğer ekin ve sair ağaçlar gibi bir gövde üzerinde duran bitkilerdir. Sonra şöyle buyurdu: "... ürünleri (tadları) çeşit çe­şit hurmadan), ekin(ler)i... yaratan hep odur" (En'âm 6/141). Yani meyvesi, tadı ekşi, acı ve tatlı.

Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar (top­rak parçaları), üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar var­dır" (Ra'd 13/4). "Komşu," yani birbirine yakın ve bitişik, üstünlükte (verim­de) farkh, "Bağlar," yani üzüm bahçeleri. "Çatallı," yani aynı köke bağlı hur­ma ağaçları olup ondan baş verir ve hurma olur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Onunla size ekin, zeytin, hurma, üzümler ve her çeşit meyvalardan bitir­mektedir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için (yaratıcının varlık ve kudretine) işaret vardır" (Nahl 16/11). Yine şöyle buyurur: "Görmüyorlar mı biz nasıl suyu, kuru, otsuz yere sürüyoruz da onunla ekin bitiriyoruz" (Secde 32/27) Şöyle buyurur: "Ölü toprak onlar için bir âyettir (ölüleri nasıl dirilteceğimize işarettir): Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık" (Yâsîn 36/33). Şöyle buyurur: "Gökten bereketli bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek taneCli ekin)ler bitirdik" (Kaf 50/9). Şöyle buyurdu: 'Yer(e gelince), onu da bütün mahlukat için koydu (tesbit etti). Onda meyvalar ve salkımlı hurmalar var. Yapraklı taneder),.. var" (Rahman 55/10-12). Şöyle buyurdu: "Sıkışan (bulut)lardan şarıl şarıl su indirdik;onunla taneder), bitki(ler) çı­karalım diye ve birbirine sarmaş dolaş bahçeler" (Nebe 78/14-16). Ve şöyle buyurdu: "însan (bir kere) yiyeceğine baksın, (nasıl) biz suyu döktükçe dök­tük" (Abese 80/24-25). Şöyle buyurdu: "Onlara şu iki adamı misal olarak anlat: İkisinden birine iki üzüm bağı vermiş, onların etrafını hurmalarla çe­virmiş, ortalarında da ekin bitirmiştik" (Kehf 18/32). Yani üzümlerin etrafı­na hurmaları, üzümlerin ortasına da ekinleri koyduk. Seâlibi ve başkaları bu şekilde zikrederler.

Hanefi âlim Cessâs'ın Ahkâmü'l-Kur'ân'ında (III, 165) "O sizi top­raktan meydana getirdi, sizi orada ömür geçirmeye (veya imara) memur et­ti" (Hûd 11/61) âyetiyle ilgili olarak şöyle denir: "Yani muhtaç olduğunuz hususlarla onu imar etmenizi emretti. Bu âyette, yerin ziraat, ağaç dikme ve bina yapmak maksadıyla imarının vaoip olduğuna delil vardır."[212]

Sahîh-i Müslim'de şu rivayet zikredilir: "Allah Resulü (sav), Ümmü Mübeşşir[213] el-Ensâriyye'ye ait bir hurmalıkta onun yanına gitti ve ona şöyle dedi: "Bu hurmalığı kim dikti, müslüman mı kâfir mi?." Kadın, "müslüman" dedi. Bunun üzerine Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Bir ağaç diken, bir ekin eken hiçbir müslümanyok ki bir insan, bir hayvan veya birşey ondan yiyince kendisi için sadaka olmasın."[214] Bu hadis, Sahîh-i Buhâri'de başka bir vecihle rivayet edilmiş olup Buhâri bu hadisle ilgili olarak "Kendisinden yenildiğinde ağaç dikmek ve ekin ekmenin fazileti babı" başlığını açar.[215] MüfesBİr Kurtubi, mücerret ağaç dikme ve ekin ekmede de durumun böyle olduğunu nakleder.

Bezzâr ve Hilye'de de Ebû Nuaym, Enes b. Mâlikten şöyle dediğini rivayet ederler: "Resulullah (sav) şöyle buyurdu: Yedi şey var ki, (onları yap­tığında) kabirde olduğu halde kul lehine sevapları devam eder: Bir ilim öğ­reten, bir nehir açan, bir kuyu kazan, bir hurma ağacı diken, bir mescidyap­tıran, bir Mushaf miras bırakan ve ölümünden sonra kendisine af dileyecek bir çocuk yetiştiren kimse." Ebû Nuaym, "bu hadis g a r î b dir"der.[216] Bu, sahih hadise muhalif değildir; sahih hadiste "...üç şey hariç: sadaka-yı câriye..." denir ki yukarıdaki hadiste rivayet edilen fazlalığı da kapsar.[217] Münziri şöyle der: îbn Mâce ve İbn Huzeyme Sahîh'inde Ebû Hureyre'den naklen bunun benzeri bir hadisi rivayet etmişlerdir.[218]

el-îsâbe'de Sa'd b. Muâz el-'Ensârfnin biyografisinde şu bilgi verilir: Hatfb el-Müttefak*ta Vahin" (zayıf) bir isnadla, Ebû Musa da ez-Zeyl'de "meçhul" bir isnadla Hasan'dan şu rivayette bulunurlar: Enes'den: "Hz. Peygamber (sav) Tebük'ten döndüğünde Sa'd b. Muâz el-Ensârî kendisini karşıladı. Resulullah (sav) ona *bu elinde gördüğüm nedir?* diye sordu. O *kürek ve çapa izidir, çapa yapıp ailemin nafakasını karşılıyorum" dedi. lîe-sulullah (sav) onun elini öperek ini, ateş değmeyecek bir eldir1 buyurdu." Ebû Musa'nın rivayetinde, isim Sa'd el-Ensârî şeklinde geçmektedir.[219]

Derim: Bu kıssada enteresan bir husus var ki o da Hz. Peygamber'in (sav), yeri çapalaması sebebiyle bir sahabinin elini öpmüş olmasıdır. Hâ­kim, et-Tevekkül'de İbn Ebi'd-dünya. el-Emsâl'de Askeri ve el-Mücâle-se'de de Dineverî, Muâviye b. Kurre'den şöyle dediğini tahric eder: Ömer b. Hattâb (ra) Yemen halkından bazı insanlara rastladı ve "kimsiniz?" diye sor­du. Onlar da "mütevekkilleriz (tevekkül edenler)" dediler. Hz. Ömer de şöyle dedi: "Yalan söylüyorsunuz, tevekkül ediciler değilsiniz. Tevekkül eden, to­humunu toprağa atıp Allah'a güvenen kimsedir ancak."[220]

Ömer b. Abdülaziz'in Müsned'inde, İbn Şihâb'ın şöyle dediği kaydedi­lir: Ömer b. Abdülaziz halife iken bana haber göndererek şöyle dedi: Said[221] b. Halid b, Amr b. Osman bana gelerek şöyle dedi: Ey mü'minlerin emîri, ba­na Sedîr*i[222] i k t â   olarak ver, Resulullah'ın (sav) şöyle dediği hadisi bana ulaştı: "Bir ağaç diken hiçbir kimse yok ki Allah ona ağaç ve meyveleri ade-dince sevap vermesin." Ömer b. Abdülaziz "Bunu duydun mu?" diye beni sor­guladı. Ben "evet" dedim. Atâ b. Yezîd de Ebû Eyyub'dan bunu Resulullah'-tan (sav) rivayet ederken duyduğu hususunda bana şahidlik etti.[223]

Ahmed b. Hanbel ve Taberâni, Müslim b. Büdeyl yoluyla, onun İyâs b. Züheyr, onun da Süveyd b. Hübeyre'den şu rivayetini tahric ederler: Resu-lullah'ı (sav) şöyle derken duydum: "Malın hayırlısı çok yavrulayan kısrak veya ıslah edilmiş hurma ağacı dizisidir."[224]  Sahih-i Buhâri'de Ebû Hu-reyre'den şu rivayet nakledilir: Hz. Peygamber (sav) birgün konuşuyordu, yanında bâdiye (çöl) halkından bir adam vardı. Şöyle buyurdu: Cennet eh­linden biri, Rabbinden ekin ekmek için izin istedi, Allah Teâlâ, "istediğin (arzuladığın) durumda değil misin?" buyurdu. Adam "evet, fakat ekin ek­mek istiyorum" dedi. Ve ekti, göz açıp kapayıncaya kadar ekimi, yetişmesi ve hasadı gerçekleşti. Dağlar misali idi. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: "Ey Ade­moğlu onu al, seni hiçbir şey doyurmaz." Bedevi adam şöyle dedi: "Allah'a ye­min ederim, o olsa olsa Kureyşli veya ensardandır. Çünkü onlar ziraatçidir-ler. Biz ise ziraat ehli değiliz." Bunun üzerine Resulullah (sav) güldü.[225] Hıbşî Kitâbü'l-Bereke'de şöyle der: Bu hadiste faydalı bilgiler vardır. Bun­lardan biri, ziraatin faziletine delalet etmesidir. Bir diğeri, bedevinin "An-dolsun, o olsa olsa ensar veya muhacirdendir" sözünden de anlaşılacağı üze­re muhacirler ve ensarın ziraatçı olduklarıdır. Bu da, ümmetin en faziletlile­ri oldukları halde muhacirler ve ensann ziraatçilik yaptıklarına dair en bü­yük delildir. Fakat Arif el-Fâsî Teşnîfü'l-mesâmi' de şöyle der: Ziraatçilikle tanınanlar ensardır. Kureyş ise çiftçilik değil ticaretle uğraşırdı. Çünkü Mekke ziraat memleketi değildir.

Derim: Bu, temelde doğru olmakla birlikte hicretten sonra muhacirler de ziraatle meşgul oldular, ticaret yaptılar. Hadis, açıkça anlaşıldığı gibidir. Ebû Dâvud el-Merâsîl*de Ali b. Hüseyin'den mürsel olarak şu rivayeti nak­leder: "Ekin ekin, çünkü ekin mübarektir. Ekin'in içine çokça çubuk dikin." Bir başka lafızla da hadis şöyledir: "Ey Kureyş topluluğu, siz hayvan sürüle­rini seviyorsunuz, onları azaltın, yağmur yağan toprağınız azdır. Ekin ekin, çünkü ekin mübarektir. Ona çokça çubuk dikin."[226] Bu hadisi Ebû Dâvud ve Beyhaki[227] tahric etmişlerdir. Deylemi de İbnMesud'dan "merfû" ola­rak şu tahricde bulunur: "Allah geçim vasıtalarını yaratınca, bereketleri ekin ve koyuna verdi."[228] Sahîh-i Buhâri'de Ebû Hureyre'den şu rivayet nakledilir: "Ensardan kardeşlerimi, mallarıyla ilgili işleri meşgul ediyor­du."[229] Kastallâni bununla ilgili olarak şöyle der: Zirâatte.[230]

Sahîh-i Buhâri'de İbn Ömer'den de şu rivayet yer alır: "Hz. Peygam­ber (sav), Hayber halkı ile, araziden elde edilecek tahıl ve meyvenin yarısı üzerinden ortakçılık yaptı." Buhâri, bu hadisle ilgili olarak "Yahudilerle ziraî ortaklığa dair bâb" başlığını açar.[231] Sahîh-i Buhâri'de şu rivayet de kaydedilir: "Hz. Peygamber (sav) hanımlarına, sekseni hurma ve yirmisi de arpa olmak üzere yüz v e s k verirdi." Hz. Ömer Hayber'i taksim etti ve Resulullah'ın (sav) hanımlarını, kendilerine toprak ve su iktâı ile eski duru­mu sürdürme konusunda muhayyer bıraktı. Onlardan bazıları toprağı, bazılarıda v e sk üzerinden hisselerini tercih ettiler.Hz.Âişe toprağı tercih edenlerdendi.[232] Kastallâni şöyle der: Bu hadiste zirâi ortakçılığın[233] caiz ol­duğuna delil vardır. Çünkü Hz. Peygamber (sav) bunu onaylamış, Hz. Ebu-bekir zamanında ve Hz. Ömer'in yahudileri Hayber'den sürmesine dek bu uygulama devam etmiştir. Ibn Huzeyme ile İbn Münzir de bu görüşü benim­semişlerdir. İbn Huzeyme bu konuda bir "cüz" telif etmiş olup onda ziraî or­takçılıktan meneden hadislerin illetlerini açıklamış ve konuyla ilgili hadis­leri birbiriyle telif etmiştir.[234] Hıbşî şöyle der: Bu hadiste önemli noktalar mevcut olup bunlardan biri Hz. Peygamber'in (sav) en faziletli hanımların­dan Hz. Âişe ve Hafsa'nın toprağı tercih edip onu ekmeleridir. Buhâri şöyle der: Hz. Ali, Sa'd ve îbn Mesud da ziraatle uğraşmışlardır.[235] Hıbşi şöyle der: Âlimler, eserlerin birçoğunda, ziraati farz-ı kifâye saymışlardır. Çünkü din ve dünya işi onsuz yolunda olmaz. Eğer bütün insanlar bunu terkedecek olursa hepsi günaha girmiş olurlar. Bu konuda Kitâbü'l-Bereke'ye bakı­nız.

Kâri Şerhu'l-Mişkât'da "Şu (yani saban) bir kavmin evine girmedi ki ona zillet girmiş olmasın" hadisiyle ilgili olarak şöyle der: Bu hadis Sahîh-i Buhâri'de Ebû Ümâme'den rivayetle kaydedilmiştir.[236] Âlimlerimizden ba­zıları şöyle der: Bu hadisin dış anlamından anlaşılan, ziraatin mezellet do­ğurduğudur. Oysa durum böyle değildir. Çünkü ziraat, içerdiği faydalar ve "Hayrı (rızkı) yerin derinliklerinde arayın"[237] hadisinden dolayı müstehab-dır. Tam aksine, bunu ashap imarla uğraşıp cihâdı terketmesinler ve düş­man onlara galip gelmesin diye söylemiştir. Hangi zillet bu durumdan daha çetin olur? Bu durumun düşmana yakın olanlar için sözkonusu olduğu da söylenmiştir. Eğer ziraatle uğraşıp cihâdı terkederlerse, bu durum, düş­manların onlara galebe çalmasıyla zillete yolaçmış olur.[238]

İbnü'1-Esîr en-Nihâye'sinde "Saban demiri bir kavmin evine girmedi ki onlar zelil olmasınlar" hadisiyle ilgili olarak şöyle der: Yani müslümanlar ziraate yönelince gazadan ayrı düşmüş olurlar ve hükümdar onlardan bir­takım taleplerde bulunur, vergiler alır. Resulullah'ın (sav) şu sözü de bu ha­dise yakın anlamdadır: 'Yücelik (izzet) atların alınlarında, zilletse sığırla­rın kuyruklanndadır,"[239] Fetteni Mecmau bihâri'l-envâr'da, anılan ha­disle ilgili olarak Kirmâni'den şu nakilde bulunur: Hâsılı, ziraatte dünyanın zilleti ve ahiretin izzeti vardır; zahmetli olandan faydalanmanın içerdiği se­vaptan dolayı. Bu, sahih görüşe göre kazanç yollarının en faziletlisidir.[240] Şerhu'l-Mişkât'de müellif, zilletin sebebini şöyle nakleder: Ziraatle uğra­şanlar bunu ya duydukları korku veya himmetlerinin azlığı sebebiyle tercih etmişlerdir. Hem onların çoğu, haraç toprağında hükümdara ait hakları ifayla yükümlüdürler. Eğer bunlar cihâdı tercih etselerdi rızık onlara akar ve bağışlar onlara geniş olurdu.[241]

İbn Haldun da el-tber mukaddimesinde çiftçiliğin bedevilerden güç­süz ve zayıf kimselerin (mustaz'af) geçim vasıtası olduğunu belirterek bunu iki sebeple açıklar ve ikincisi olarak da şunu söyler: Çiftçilikle uğraşanlar zillete duçardırlar. Hadiste geçtiği üzere Resulullah (sav) ensardan bazıları­nın evinde saban görünce şöyle buyurdu: "Şu bir kavmin evine girmedi ki ona zillet girmiş olmasın." Fakat Buhâri bunu sabanların çok olmasına yo­rumladı. İbn Haldun şöyle der: Bunun sebebi, Allah en doğrusunu bilir, çift­çiliğin sonuçta galip (üstün) gücün tahakkümüyle mağlubun zillet ve kahrı­na yolaçmasıdır.[242] Îbnü'l-Ezrak Bedâiu's-silk'te bunun ardından şöyle der: Buhâri'nin yorumundan da anlaşılacığı üzere diğer bir sebep de saban­ların çoğalmasının, izzet ve himayenin kendisi sayesinde olduğu ülkenin sa­vunmasını unutmanın bir göstergesi sayılmasıdır. İmam Ahmed b. Han-bel'inİbnÖmer'denrivayetettiğişu m e r f û hadis de bunu teyid etmek­tedir: "îne alışverişi yaptığınız, sığırların kuyruklarından tuttuğunuz, ziraatle hoşnut olduğunuz ve cihâdı terkettiğiniz zaman Allah size bir zillet musallat eder ki dininize dönmedikçe de onu sizden çekip almaz."[243]

Kastallâni şöyle der: İlk fetihler sırasında araziyle uğraşmak (ziraat) ehl-i zimme'nin yaptığı bir işti. Ashab bununla meşguliyeti hoş karşılamı­yordu. Fethu'l-Bârî'de müellif şöyle der: Buhâri bu başlıkla, ağaç dikme ve ziraatin faziletine dair daha önce geçen hadis ile Ebû Ümâme hadisi arasın­da uygunluğa fte'life) işarette bulunmuştur. Bu da iki şekilde olur. Kınama, ya ziraatle uğraşıp yapılması emredilen hususları bu sebeple yerine getire­meme haline veya bu görevleri yerine getirmeme sözkonusu olmasa bile ma­kul sının aşma durumuna yorumlanır.[244]

Siyer kaynaklarında geçtiği üzere Hz. Peygamber (sav) bahçelerde oturmak ve namaz kılmaktan çok hoşlanırdı. İbn Sa'd ve İbnü'l-Münzir, Mesrûk'tan, onun da Hz. Âişe'den rivayet ettiği ve Fethu'I-Bârî'de müelli­fin sahih isnadla olduğunu belirttiği şu haberi naklederler: "Hz. Ebubekir (ra) vefatıyla sonuçlanan hastalığına yakalandığı zaman şöyle dedi: 'Bakı­verin, ben halife olduktan sonra malımda ne artış olduysa onu benden son­raki halifeye gönderin'. Vefat ettiğinde baktık, çocuklarını taşıyan Nûbe'li bir kölesi ve bahçesini sulayan bir hayvanı vardı."[245] Bu rivayetten, Hz. Ebubekir'in bir bahçesi olduğu ve onu bakımlı tuttuğu anlaşılmaktadır.

İmam Sehâvi şöyle der: Hz. Peygamberin (sav) Enes için "Allah'ım, onun mal ve çocuklarını artır"[246] diye yaptığı duadaki sözkonusu artırma, hayvanlardaki çokluk ile Sahih-i Müslim'de geçen "Bir ağaç diken, bir ekin eken hiçbir müslüman yok ki bir kuş, bir insan veya bir hayvan ondan yiyince kendisi için sadaka olmasın"[247] hadisinde sözü edilen ekin ve ağaç çokluğudur. Ensarın çoğunlukla durumu böyle olup yılda iki defa mahsul veren ve misk kokulu reyhan bulunan bir bahçesi olduğuna dair varid olan haberden de buna sempati duyduğu anlaşılmaktadır.

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (IV, 44) Rebîab. Ka'b el-Eslemî'nin biyografi­sinde, ashabın önde gelenlerinin toprağa, işletilmesine ve mahsûlüne gös­terdikleri ihtimama delâlet eden ilgi çekici bir kıssa vardır. İbn Sa'd şöyle der: Bize Müslim b. İbrahim, Haris b. Ubeyd'den, o da Ebû İmran el-Cevnf-den haber verdi: Resulullah (sav), Hz. Ebubekir ile Rebîa el-Eslemfye içinde eğik bir hurma ağacının bulunduğu bir arazi iktâ etti. Hurma ağacının kökü Rebîa'nm, dalı da Hz. Ebubekir'in toprağındaydı. Hz. Ebubekir ağacın ken­disine, Rebîa da kendisine ait olduğunu söyledi. Öyle ki Hz. Ebubekir sürat­le davranıp Resulullah'ın (sav) yanına gitti. Rebîa da çabucak Resulullah'a (sav) vardı. Resulullah (sav) da Rebîa'ya "peki, ona verme" dedi. Hz. Ebubekir yüzünü bahçeye doğru çevirip ağladı. Hz. Peygamber (sav) kok kime ait­se dalın da ona ait olduğuna hüküm verdi. Rebîa b. Ka'b el-Eslemfnin biyog­rafisine bakınız.[248] Anlaşılan, Hz. Ebubekir zannında isabetli olmadığı ve Resulullah'a f sav) dava açmaya ihtiyaç gösterecek şekilde haklı bulunmadı­ğı bir hususta talepte acele etmiş olmasından dolayı ağlamıştır.

Makrizi'nin el-Hıtat*ında (1,154) şu bilgi verilir: Efendimiz Hz. Ömer şöyle dedi: "Kimin bir toprağı olur, sonra onu imar etmeden üç yıl terkeder de başka birileri onu imar ederse, bunlar o toprağa daha hak sahibi olurlar." Bu bilginin benzeri Sennâcetü't-tarab fî tekaddümâti'1-Arab (s. 306) adlı eserde de verilmiştir. Orada ilaveolarak şu bilgi de kaydedilir: Arap kafilele­ri, Ptolemaioslar ve Firavunların yaptığı gibi Kulzum kanalı vasıtasıyla Nil'e ulaştılar. Mısır gelirinin üçte biri, arazilerin sulanması için köprü ve kanal yapımına ayrılmıştı.

Derim: Hz. Ömer'in (ra) sulama ıslahı için köprü ve kanal yapımına Mı­sır gelirinin üçte birini tahsis ettiği, Amr b. Âs'ın kendisine gönderdiği coğ­rafî rapordan da anlaşılmaktadır. Bu raporun metnini ilmî konularla ilgili onuncu bölümde verdik. Oraya mutlaka bakınız.[249] Yine bundan anlaşıldığı­na göre ziraati güçlendirmek ve ziraatçileri kalkındırmak Hz. Ömer'in pren-siplerindendi. Âmillerine müslüman askerlerinden hiç kimseye fethedilen memleketlerde ekin ekme veya ortakçılık yapma müsaadesi vermemeleri, onlardan hiçbirine kesinlikle toprak iktâ etmemeleri şeklinde İbn Cerîr'in Târih'i ve diğer kaynaklardaki biyografisinde geçen talimatına gelince, bu­nun çeşitli sebepleri vardır. Birinci sebep müslümanların e h 1 - i z i m -m e ve ehl-i ahdi kendi topraklarında sıkıştırmamaları ve geçimleri konu­sunda onları sıkıntıya düşürmemeleridir. İkincisi, fetihlerin başlangıcında askerin arazide çalışmaya alışarak harp zahmetinden kaçıp rahata meylet­memeleri. Ümmet savaş toplumu olup onu savaştan uzaklaştırıp kenara çekmek uygun değildir. Üçüncüsü, arazinin kendi sahipleri elinde devletin askerî ve idarî ihtiyaçlarını karşılayacağı bir kaynak olarak kalması ve as­kerden kendilerine iktâ verilenlerin tekelinde bulunmaması.

el-Utbiyye'de İmam Mâlik, Yahya b. Said'den naklen Ömer b. Hat-tâb'ın (ra) şöyle dediğini kaydeder: "Kimin bir arazisi varsa onu imar etsin, kimin bir malı varsa onu ıslah etsin (verimli kılsın). Olur ki yalnız sevdiğine veren biri gelir!" İbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsîFde şöyle der: Hz. Ömer dev­let başkanının vereceklerine güvenip varlıklarım kaybetmelerinden endişe ederek, müslümanlara mallarını gözetip korumalarını tavsiye etti. Resulul-lah (sav) da malı zayi etmekten nehyetmiş olup bu da malı zayi etme kabilindendir.

el-Müdewene ve el-Utbiyye'de şu bilgi verilir: Ashaptan iki kişi ara­sında, ortak arazileri ile ilgili olarak husumet sözkonusu oldu. Hz. Osman halifeliği sırasında davayı çözüme bağlamak üzere bineğine bindi, kendisiyle birlikte bazı kimseler de bindiler, yürürken bir adam Hz Ömer'in bu ko­nuda daha önce hukum vermiş olduğunu söyleyince Hz Osman "ben Ömer'in karara bağladığı bir davaya bakmam" deyip gen dondu.[250] Ibn Ruşd el-Beyân ve*t-tahsîl'de şöyle der Dava, arazileri arasındaki sedle ilgili olarak Alı b Ebî Tâlıb ile Talha b Ubeydullah arasındaydı Hz Alı kalması­nı istiyor, Talha ise kaldırılmasını Hz Alı, Abdullah b Cafer'i kendisine ve­kil tayın etti, Hz Osman'a dava açtılar Odaertesı gun muhacır veensardan bir grupla birlikte bineğine binip gitti Hz Ömer'in kendi zamanında bu da­vayı hükme bağladığını öğrenince de geri dondu Abdullah b Cafer durumu Hz Ali'ye haber verince, ona Talha'ya gidip "sed senindir, ona dilediğim yap" demesini söyledi Abdullah şöyle der Ona gidip söyledim, buna sevindi ve rı-dası ile ayakkabılarım isteyerek benimle kalkıp geldi Hz Ali'nin yanına girdik, Hz Alı onunla merhabalaştı ve "sed senindir, dilediğim yap" dedi Talha da şöyle dedi "Kabul ettim ve teşekkür etmek için geldim Fakat yeri­ne getirilmesi gereken bir ihtiyacım (isteğim) var " Hz Alı "nedir?" deyince Talha fra) "Ben de araziyi içindeki hizmetçiler, hayvan ve aletlerle birlikte kabul etmeni arzu ediyorum" dedi Hz Ah de "kabul ettim" karşılığım verdi Talha sevindi ve kucaklaşıp ayrıldılar Abdullah şöyle der Bilemiyorum on­ların hangisi daha cömert, seddı ikram eden Alı mı, sulama kanalını önce vermezken sonra araziyi ikram eden Talha mı?[251] Bu, çiftçiliğin yaygın oldu­ğu ve ona verilen önemin Hz Alı ve Talha gibi sahabılerın birbirleriyle davalaşacakları, Hz Ali'nin amcası oğlunu vekil tayın edeceği ve halifenin ensar ve muhacirlerle birlikte bununla ilgili davaya bakmaya çıkacağı dereceye ulaştığım göstermektedir

Semhûdı'nın el-Vefâ'sında(II, 152)şu bilgi verilir Medine ve çevresin­de birçok kaynak vardı ve bunlar Hz Peygamber'den (sav) sonra yenilendi­ler Muâvıye bu konuya önem veriyordu Bundan dolayıdır ki onun zamanın­da Medine arazisinde mahsul arttı Vâkıdı Kitâbu'l-Harre'de şu bilgiyi nakleder Muâvıye zamanında Medine'de devlete ait birçok emlak (savâfi) vardı Muâvıye Medine ve yöresinde 150 bin vesk ekim yapıyor ve 100 bin vesk buğday mahsul elde ediyordu.[252]

Cârullah ez-Zemahşerî el-Keşşâf ında "O sızı topraktan meydana ge­tirdi, sızı orada omur geçirmeye (veya imara) memur etti"   (Hud 11/61) âyetıyle ilgili olarak şöyle der Size imarda bulunmanızı emretmiştir imar vacip, mendup, mubah ve mekruh gibi türlere ayrılır Fars hükümdarları, tebaaya yaptıkları zulme rağmen çok nehir açıp ağaç dikerek uzun ömürler yaşadılar  Onların zamanındaki bir peygamber Allah Teâlâ'ya bunların uzun omurlu kılınmalarının sebebim sordu Allah da ona şunu vahyettı "Memleketlerimi imar ettiler, orada kullarım yaşadı " Rivayet edildiğine göre Muâviye b. Ebî Süfyân ömrünün sonlarında toprak ihyasına koyuldu, kendisine sebebi sorulunca, beni buna ancak şu söz şevketti, dedi:

Yiğit yiğit değildir ondan aydınlık saçmıyor

Ve yeryüzünde ona ait eserler bulunmuyorsa[253]

el-Keşşafta şairin adı zikredilmemi ştir. Rebîü'l-ebrâr'da iki yerde anılır. Onikinci "ravza" da müellif şöyle der: Muâviye, halifeliğinin son yıl­larında Mekke'de bir hurma ağacı dikerek şöyle dedi: Ben bunu, kendisine ulaşmak için dikmiş değilim, fakat Esedi'nin "Yiğit..." sözünü hatırladım. Onüçuncü "ravza" da ise şöyle der: Eşraftan biri oğluna şöyle dedi: Dünya­daki eserlerini güzel yap ve şairin "Yiğit..." sözüne kulak ver. et-Târîfe ve't-tâlide adlı esere bakınız.

Hüsnü's-sınâa adlı kitapta ziraat ve kişinin toprağım ıslahıyla ilgili tavsiyelere dair bahiste şu'rivayete yer verilir: Ebû Hureyre'ye (ra) mürüv­vetin ne olduğu soruldu, "Allah'tan sakınma (takva) ve toprağın ıslahı" diye karşılık verdi. Kays b. Asım, oğullarına şöyle dedi: Malı ıslah edin (verimini artırın), çünkü bu cömert için yüceltici birşey olup bununla cimri (aşağılık) kimseye de muhtaç duruma düşülmemiş olur. Utbe b. Ebî Süfyân, mallarını kendisine teslim ettiği sırada azatlısına şöyle dedi: "Malımın küçüğünü ko­ru büyüsün, büyüğünü de zayi etme küçülmesin." Hattâb ile Ebû Ali İbn Rahhâl'ın el-Muhtasar'a yaptıkları şerhlerde şu bilgi geçer: Şeyh Yusuf b. Ömer şöyle dedi: Kimin bir ağacı olur da gereğini yapmadığı için onu zayi ederse, ona bakması emrolunur, eğer yapmazsa günaha girmiş olur Bunu Cezûli de söylemiş olup şu ilavede de bulunmuştur: "Ona, ağacı bütün mey­vesi karşılığında bakacak kimseye ortakçılığa (musâkât) vermesi söylenir." Adı geçen eserlerin "nefekât bâbı"na bakınız. İbn Hazm el-Endelüsî şöyle der: "Bilin ki rahat, lezzet, selamet, izzet ve ecir çiftçiliktedir ve çiftçilik ge­nelde en meşakkatsiz kazanç yoludur." Keşfuzzunûn'da da bazı âlimler­den şu nakilde bulunur: "Eğer Allah'ın kullan, Allah'ın, toprağını ihyadaki hoşnutluğunu bilmiş olsalardı, yeryüzünde harap bir yer kalmazdı."

Bu başlık altında uzunca bilgi vermem, İslâm'ı ziraatten menetmekle itham eden kimselere cevap içindir. Hatta bir defasında Batılı bir âlim bana Kur'ân'da saban ve çiftçinin lanetlendiğini söyledi. Ona, Kur'ân'ın kendisi­ne isnad edilenin aksini getirdiğini söyledim ve geçen bilgilerden bazısını kendisine aktardım, hayrette kaldı. Müslümanlar f i 1 â h a (çiftçilik, ta­rım) ilmi ve suların çıkarılması konusunda sayısız eser vermişlerdir. Bun­lardan biri Kerhi'dir.[254] Ebû Hanîfe ed-Dîneverî'nin Kitâbu'n-Nebât ve'ş-şecer adlı eseri vardır.[255] VI. yüzyıl âlimlerinden Ebû Zekeriya Yahya b. Muhammed b. Avvâm el-Endelusî el-Işbilî'nin çiftçiliğe dair eseri de Madrid'te iki cilt halinde basılmış olup müellif bu eserde altmış küsur Yunan, Roma ve Arap kitabından faydalanmış ve eserdeki bilgileri Işbiliye'ye (Se-villa) yakın bir yerde uygulamıştır.[256] Abdulğanien-Nâblusîed-Dımaşkî'nin Alemü'l-milâha fî ilmi'l-fîlâha adlı Dımaşk'ta basılmış bir eseri vardır,[257] İbn Vahşiyye el-Keldânfnin Kitâbu'l-filâhati'n-nabatiyye adlı bir eseri vardır.[258] Abbasi halifesi Mûstainbillâh, Ba'lebekli tabip Kuşta b. Lûkâ'yı Bağdat'ta Yunanca kitapları tercümeyle görevlendirdi. Onun Suryanice bir tercümeden Arapça'ya çevirdiği el-Filâhatü'1-Yunâniyye adlı bir kitabı mevcut olup Mısır'da basılmıştır.[259] Endülüs âlimlerinin bu konuya dair bir­çok eseri mevcut olup kütüphanemizde de bazıları vardır.[260]

 

Kadın Ayakkabıcı

 

İbn Sa'd Tabakât'ta, İbn Hacer de el-İsâbe'de Zeyneb bint Cahş'ın (ra) biyografisini vererek onun elişlerinde mahir bir kadın olduğunu, deri tabak­layıp (ayakkabı vs.) diktiğini ve Allah yolunda tasadduk ettiğini zikreder­ler.[261] Bu bilginin benzeri Hafız Suyûti'nin et-Tevşîh*inde de mevcut olup bu eserin muhtasarına (s. 150) bakınız.[262]

Hurma Satıcısı[263]

 

İbn Fethûn, eserinde, ashaptan Nebhân diye birinin adını verir ve onu "temmâr" (hurmacı) şeklinde vasıflandırarak hurma sattığı bir kıssayı zikreder.[264]

el-İsâbeMe, Sîmâh el-Belkâvî de denilen Semmûye'nin[265] biyografisi verilerekşu bilgi zikredilir: Hıristiyandı, ticaret için Medine'ye geldi ve müs-lüman oldu. ibn Hacer, ondan şu bilgiyi nakleder: O, Belkâ'dan Medine'ye buğday getirdiğini belirterek şöyle der: Buğdayı satıp hurma almak istedik, bize mani oldular. Resulullah'a (sav) geldik, bizi engelleyenlere şöyle buyurdu: Yükledikleri şu hurmaların fiyatının artmasına mukabil şu yiyeceğin (buğdayın) ucuzluğu size yetmiyor mu? Onları bırakın yüklesinler.[266]

Faydalı bir bilgi; Fethu'l-Bârfde şöyle denir: Medine hurmalarının türleri gerçekten çoktur. Şeyh Ebû Muhammed el-Cüveynî el-Furûkta, Medine'de bulunduğunu ve Medine emîri yanında özellikle siyah hurma türlerinin sayıldığını ve sayısının 60'tan fazla olduğu yolunda kendisine ha­ber ulaştığını ve orada kırmızı hurmaların ise siyahlardan daha fazla oldu­ğunu zikreder.[267]

 

Medine'ye Tahıl Ve Sairenin Getirildiği Yerin Uzaklığı

 

Suriye (Şam) topraklarında bulunan Belkâ'dan Medine'ye tahıl getiri­liyordu. Bu husus, el-lsâbe'den naklen verilen kıssadan anlaşılmaktadır. Buhâri "Kitâbu't'Buyû" da şu rivayeti tahric eder: Câbir b. Abdullah'tan: Biz Hz. Peygamber (sav) ile birlikte namaz kılmaktayken Şam'dan yiyecek (buğday) yüklü bir kafile geldi. Herkes ona yöneldi. Öyle ki Hz. Peygamber'in (sav)yanındaoniki kişiden başka kimse kalmadı. Bununüzerine "Bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona gittiler ve seni ayakta bıraktılar" (Cuma 62/11) âyeti nazil oldu.[268]

İleride gelecek olan Şam'dan Medine'ye halis un, yağ ve bal getirilme­siyle ilgili başlığa bakınız. Bundan da anlaşılacağı üzere Medine, uzak yer­lerden mal getirilen Arap pazarı olmuştu, el-tsâbe'de Nebhân el-Ensârî'nin biyografisine bakınız.[269] Suyûti'nin Târîhu'l-hulefâ'smda da, Hz. Ömer'in Mısır'dan Eyle denizi (Kızıldeniz) yoluyla Medine'ye buğday götürten ilk kimse olduğu kaydedilir.[270]

Derim: Bu taşımacılık, Mısır'ın fethinden sonra açılan kanaldan ol­muştu. Fustat'tan Süveyş'e ulaşan bu kanalı Hz. Ömer'in halifeliği sırasın­da Amr b. Âs açmıştı. Emîrü'l-mü'minîn kanalı diye tanındı ve Mısır ile Kı­zıldeniz ve Hindistan arasında en büyük bağlantı yeri oldu. Makrizi'nin el-Hıtat'ında geçtiği üzere bu kanalı açmanın sebebi şuydu: Halk Medine'de kıtlığa maruz kaldı, Amr b. Âs onlara, başı Medine'de sonu Mısır'da bir ker­vanla yardımda bulundu. Bunun üzerine Hz. Ömer, hayvan sırtında nakil yerine denizden naklin daha kolay olması sebebiyle bu kanalın açılmasını emretti. Bir yıl geçmeden orada gemiler çalışmaya başladı ve Haremeyn-i Şerifeyn'e gönderilecek yükler oradan taşındı. Sonra oraya kum doldu ve Emevi devletinin sonlarında irtibatı koptu. el-Hıtatü'1-Makriziyye[271] ile el-Hıtatu*t-Tevfikiyye'de bu konuyla ilgili doyurucu bilgi mevcut olup bu eserlere bakınız. Sonuncu eserde (XIX, 120) Kindi'nin el-Cündü'l-garbı[272] adlı eserinden şu bilgi nakledilir: Amr b. Âs o kanalı 23 (644) yılında açmaya başladı ve altı ay içinde bitirerek gemiler yüzmeye başlayıp yedinci ayda Hi­caz'a ulaştılar. Sonra da Îbnü't-Tuvayr'dan şu bilgiyi nakleder: Kanalın me­safesi beş günlük yoldu. Nil gemileri boşalıp orada Mısır toprağında yükle­nerek Kulzüm'e varıyorlar, orada da Hicaz ve diğer yerlerden gelen mallan yükleyip Mısır'a götürüyorlardı. Burası tüccarlar ve başkalarının yolu idi. Ali Paşa el-Hıtat'da şu bilgiyi de verir: Bu kanal Ebû Cafer el-Mansur za­manına kadar açık kaldı. Hicaz'da Muhammed en-Nefsü'z-Zekiyye ortaya Çıkınca, Mansur Hicaz memleketlerine giden zahirenin kesilmesi için Mı­sır'daki âmiline Mısır kanalını kapatmasını emretti, o da kapattı ve kanal da böylece unutulup gitti. Ve son olarak kanal (Süveyş) açılıncaya kadar bin yıl öyle kaldı. el-Hıtat'da müellif şu bilgiyi de zikreder: Hz. Ömer bu kanalın açılması konusunda, bu irtibatın Bizans baskın ve saldırılarına yolaçacağı endişesiyle bir ara tereddütte bulunmuştu. Bu sebeple Ali Paşa Mübarek (XX, 124) şöyle der: "Geçen yüzyılın sonlarında Berzah kanalının açılması doğu ülkeleri için en büyük âfetlerden biri olmuştur." Allah, Hz. Ömer'den razı olsun, duyduğu endişe ne doğrudur!

Faydalı bir bilgi: Bu başlık altında verilen bilgiler üzerinde düşündü­ğünde anlarsın ki Hz. Ömer, müslümanların denizle ilgili ilimleri edinmele­rinden sonra, onlara denize açılmaları ve deniz yoluyla yük taşımalarına izin vermiştir. İnsanları denize açılmak ve denizi kullanmaktan nehyettiği-ne dair nakledilen bilgi ise müslümanların denizle ilgili bilgilerinin bulun­madığı zamanda idi. Denizle ilgili ilimler Araplar katında gelişme gösterin­ce, daha önce ilgili yerde geçtiği üzere, Muâviye filo oluşturdu. Bu bilgi İbn Haldun ve Makrizi'den nakledilmiştir. Kadı İbnü'l-Ezrak'ın Bedâiu's-silk adlı eserinde şu bilgi verilir: İbnü'l-Münâsif, Hz. Ömer'in denize açılmayı en­gellemesiyle ilgili olarak şu mazereti ileri sürer: "O sırada Araplar'ın deniz konusunda bilgileri yoktu." Bu başlıkta geçtiği üzere deniz ilimlerinde de­rinleşmelerinden sonra kanallar açarak kullandı. Sonra el-tsâbe'de Alka-me b. Mücezziz el-Müdlicî'nin biyografisinde Taberi'den nakledilen şu bilgi­yi buldum: Hz. Ömer hicretin 20. (641) yılında Alkame'yi bir orduyla deniz yoluyla Habeşistan'a gönderdi, denizde boğuldular. Hz. Ömer bunun üzeri­ne hiç kimseyi denize çıkarmamaya ahdetti.[273] Bu bilgiden, Hz. Ömer'in de­nize açılmayı engellemesinin sebebinin, boğulanlarla ilgili olarak kendisine karşı duyduğu öfke olduğu anlaşılmaktadır.

Hz. Ömer'den sonra torunu ve onun eserinin ihyacısı emîrü'l-mü'minîn Ömer b. Abdülaziz, devletinin anayasası mahiyetinde olan umumî fermanı­nı çıkardı. Bu fermandaki hususlardan biri de şudur: Denize gelince, biz onun yolunu da kara yolu gibi görmekteyiz. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: "Allah'tır ki denizi size boyun eğdirdi, ta ki gemiler onun içinde buyruğuyla akıp gitsin ki siz onun kereminden (nasibinizi) arayasınız da şükredesiniz" (Câsiye 45/12). Ben, dileyenin denizde ticarette bulunmasına müsaade edi­yor ve denizle insanlar arasına girilmesini uygun bulmuyorum. Şüphesiz, deniz de kara da Allah'a ait olup kendi kereminden nasip aramaları için on­ları kullarının tasarrufuna vermiştir. Allah'ın kullan ile kazanç yolları araşma nasıl girilir? Bu bilgi, İbn Abdilhakem'in Fedâilu Ömer b. Abdila-ziz adlı eserinden alınmıştır.[274]

 

Tabaklamada Kullanılan Ağaç Satıcısı

 

İbn Abdilber, Ammâr[275] b. Yâsir*in mevlası ve Sa'd el-Karz diye tanınan müezzin Sa*d b. Âiz*in biyografisini vererek şöy­le der: Ona Sa'd el-Karz denmesinin sebebi şudur: Her ne tica­reti yapsa kaybediyordu. Selem ağacı yaprağı (karz) ticareti yaptı ve kâr etti, sonra da bu yaprağın ticaretini yapmaya de­vam etti.[276]

"Karz,° kendisiyle tabaklama yapılan ağaçtır. Muhtâru's-Sıhâh'ta şöyle denir; Karz, selem ağacının yaprağı oluponunla tabaklama yapılır. Pa­lamut ağacının kabuğu olduğu da söylenmiştir.[277] Yine Muhtâru's-Sıhâh'ta "selem" maddesinde şöyle denir: Dikenli bir ağaç olup tek ağaç için "seleme" denir.[278] el-Meşârik'te de müellif şöyle der: Sa'd'ın böyle adlandı­rılması, onun "karz" ticareti yapması sebebiyledir.[279]

Derim: el-tsâbe'de müellif şu ilavede bulunur: Beğavi, Kasım b. Hasan b. Muhammed b. Ömer b. Hafs b. Amr b. Sa'd el-Karz'dan, onun da dedelerin­den yaptığı şu rivayeti nakleder: Sa'd, Hz. Peygamber'e (sav) varlığının azlı­ğından şikayette bulundu, o da ticaret yapmasını emretti. Sa'd pazara çıktı, biraz selem ağacı yaprağı satın alarak sattı ve kâr etti. Sa'd durumu Hz. Pey­gamber'e (sav) anlattı, o da buna devam etmesini emretti.[280] Şeyh Tayyib b. Kîrân, Irâki'nin siyere dair Elfiyye'sinin şerhinde şöyle der: Bu hadiste, bir kapıdan rızıklanan kimsenin ona devam etmesi gerektiğine delil vardır.

Daha önce geçtiği üzere mü'minlerin annesi Zeyneb bint Cahş el işlerin­de yetenekli bir kadındı, deri tabaklar, (ayakkabı vs.) diker ve tasadduk ederdi. İbn Sa'd'ın Tabakât'ında Esma bint Umeys'in şöyle dediği nakledi­lir: Cafer ve arkadaşlarının şehid düştükleri gün, sabah uyandım, Resulullah (sav) bana geldi. Ben kırk deri tabaklamış ve hamurumu yoğurmuştum. Resulullah (sav) yanıma girdi... (Kıssa).[281]

 

Tâif Derisi

 

el-İsâbe'de, mü'minlerin annesi Hafsa bint Ömer b. Hattâb'ın (ra) cari­yesi Huleyse'nin biyografisi verilerek orada, imVminlerin annelerinden Sev-de'nin Tâif derisi işlediği kaydedilir.[282]

 

Oduncu

 

İbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsîl'de, aslı Tirmizi'nin Câmi'i ve Nesâi'nin Sünen'inde[283] geçen bir kıssa zikreder: Ensar*dan bi­ri Hz. Peygamber*e (sav) gelip yoksulluktan şikayet etti. Son­ra dönüp şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü, bir ev halkından gel­dim ki yanlarına dönünceye kadar bazılarının ölmüş olacağı­nı sanıyorum. Resulullah (sav) "git bak birşey bulabilecek misin?" buyurdu. Adam gitti ve bir yaygı (hasır, çul) ile bir ka­deh getirerek "ey Allah'ın Resulü» bu yaygının yarısını yere seriyor yarısını da bürünüyorlardı; şu kadehle de içiyorlar­dı" dedi. Resulullah (sav) "bu ikisini benden bir dirheme kim satın alır?" diye sordu. Bir adam "ben" dedi. Resulullah (sav) "bir dirhemi kim artırır?" buyurdu, bir başka adam "onları iki dirheme alırım" dedi. Resulullah "bunlar senindir" dedi ve adamı çağırarak ona "bir dirhemle ailene yiyecek satın al» bir dirhemle de bir balta satın alarak bana gel" buyurdu.

Adam da öyle yaptı ve sonra geldi. Resulullah (sav) "şu va­diye git, orada ne bir diken ne bir odun bırakma» bana da on günden önce gelme" buyurdu. Adam öyle yaptı ve sonra Resu-lullah'a (sav) gelerek "bana emrettiğin şey bereketli oldu" de­di. Bunun üzerine Resulullah (sav) şöyle buyurdu: **Bu, senin için, kıyamet günü yüzünde dilenmekten dolayı lekeler veya tırmık izleri olarak gelmenden daha iyidir."[284]

 

Dellâl (Simsar)

 

Sahîhayn'da, Tâvûs'tan, onun da İbn Abbâs'tan şu rivayeti kaydedilir: "Resulullah (sav) kafilelerin (pazara mal getiren) karşılanmasını ve şehirlinin bedevi (satmak üzere mal geti­ren) adına satış yapmasını yasakladı."[285] Buhâri*deTâvûs*tan, onun da babasından yaptığı şu rivayet yer alın İbn Ab bas'a "şehirlinin bedevi adına satış yapması" sözünün manasını sordum, "onun simsarı olmasın" demektir, cevabını verdi.[286]

Hocamız el-Fecrü*s-sâti*de şöyle der; "Burada simsardan maksat, dükkanlarda oturan simsarlar gibi alıcı ve satıcı arasında bir ücret karşılı­ğında akdi yüklenen kimsedir. Yoksa daha önce geçtiği üzere d e 11 â 1 değildir."Fethu*l-Bârî'deşubilgiverilir: Simsar, esasolarakbirişe bakan, onu gözeten kimse demek olup sonra başkası için alım satımı yükle­nen kimse hakkında kullanılmıştır.[287] Kâmûs'ta da "s i m s â r , alıcı ile satıcı arasında aracılık yapan kimsedir" denir. İbnü'tvTayyib el-Fâsî de haşiyesinde şöyle der: Simsar, halkın deli âl diye adlandırdığı kimseolupmüşteriyesatıcıyaulaşmadayolgösterir(delâleteder). Sim­sar, Meâlimü's-SünenMeHattâbi'ninvebaşkalarınındabelirttiğigibi, Arapça olmayan bir kelime olup müellifin bu bilgiden haberi olmamıştır.

Ebü'l-Abbas el-Ebyânî et-Tûnisî, simsarlar ve onlarla ilgili hükümlere dair bir eser kaleme almıştır.[288]

 

Dokumacı

 

Sahîh-i Buhâri'de Sehlb. Sa'd'dan şu rivayet nakledilin Bir kadın bir hırka (bürde: çizgili bir elbise, veya siyah küçük ka­reli bir elbise olduğu söylenmiştir.) getirdi. (Râvi şöyle dedi: Biliyor musunuz bürde nedir? Kendisine şu cevap verildi: Evet, o kenarı ince kadifeden kumaştır, denildi) ve "Ey Al­lah'ın Resulü, bunu kendi elimle dokudum, sana giydirmeye geldim." Hz. Peygamber (sav) de onu aldı...[289]

Buhâri bu hadisle ilgili olarak "Kitâbu'l-Buyû" da "dokumacı babı" adıyla bir başlık açarak anılan hadisi zikretmiştir. Ayni şöyle der: "Dokun­muştur" ve "dokudum" sözleri, zorunlu olarak dokumaya delâlet eder.[290] Anılan hadisi Buhâri "Kitâbu'l-Cenâiz" deki bablardan "Resulullah (sav) zamanında kefen hazırlayan kimse ve Resulullah'ın bunu reddetmemesine dair bâb" başlığında da vermiş olup hadise bu yerlerde bakınız.

el-İhyâ'da "Rub'u'l-münceyâf'tan "Kitabü'1-fakr ve'z-zühdMün sonla­rında Sinan b. Sa'd'dan şöyle dediği nakledilir: Kadın, Hz. Peygamber'e (sav) yünden siyah-beyaz benekli bir cübbe ördü ve kenarlarını da siyah yaptı. Re­sulullah (sav) onu giyince "bakın ne kadar güzel ve ne kadar yumuşak!" dedi. Bir bedevi ayağa kalkıp "Ey Allah'ın Resulü, onu bana hibe et" dedi. Resulul­lah (sav), kendisinden birşey istendiğinde cimrilik etmezdi, cübbeyi ona ver­di ve kendisine de başka bir cübbe dokumasını emretti. Hz. Peygamber (sav), cübbe tezgahta olduğu halde (daha bitmemişken) vefat etti.[291] Irâki, el-thyâ'nın hadislerini tahricinde şöyle der; Bu hadisi Tayâlisi ve Taberâni, Sehl b. Sa'd'ın rivayeti olarak tahric etmişlerdir. Hadis, Taberâni'nin riva­yetinde bu son şekliyledir, el-lhyâ'mn nüshalarının çoğunda râvi Sinan b. Sa'd şeklinde geçer ki yanlıştır.[292] Hafız İbn Hacer bu hadisi el-tsâbe'de Si­nan b. Sa'd'dan naklederek onaylar.[293]

Derim; Bu hadisle, Hafız İbn Kayyim'in et-Turuku'1-hükmiyye'de "Medine'de dokumacı yoktu, onlara elbise Yemen, Şam ve diğer yerlerden geliyor, onlar da satın alıp giyiyorlardı" sözünün[294] isabetsizliğini anlamış olursun

Derim: Geçen kıssada, Hz. Peygamber'in (sav) kadın tarafından kendi­si için yapılan hırkayı çıkarıp birinin de ondan hoşlanması üzerine ona giy­dirmesi ile ilgili olarak Hafız İbn Hacer Fethu'l-Bârfde "Kitâbu'l-Cenâ­iz" de şöyle der: Taberâni, Zem'a b. Salih'in rivayetinde, Hz. Peygamber'in (sav) kendisi için başka bir hırka yapılmasını emrettiğini, kadının hırkayı daha bitirmeden Resulullah'ın (sav) vefatettiğini belirtir.[295] Bu esere bakınız. Ebû Dâvud et-Tayâlisi Sa'd b. Sehl'den şu rivayeti tahrie eder: "Hz. Peygamber (sav) vefat etti, tezgahta kendisi için dokunan bir yün cübbe var­dı." Ebu'ş-Şeyh de Sehl b. Sa'd'dan şu rivayeti nakleder: "Hz. Peygamber'e (sav) siyah-beyaz benekli yün bir cübbe dikildi ve onu giydi..." (Hadis).[296] İbnü'l-Cevzî'nin Telbîsu İblîs'inde şu bilgi geçer: Zübeyr b. Avvâm, Amr b. Âs ve Âmir b. Küreyz yün ve ibrişimden kumaş imal ediyorlardı.[297]

 

Terzi

 

Ayni Umdetü'l-kârî'de, Arapça'da terzi manasına gelen "hayyât" ke­limesinin, buğday satıcı manasına "hannât" ve yaprak satıcı manasına "habbât" ile karıştırıldığını söyler. Yaprak satıcılarından biri îsa b. Ebî İsa olup önce terzi idi, sonra yaprak satıcılığı yaptı.[298] îbn Sa'd'ın Tabakât'ında Hz. Âişe'den şöyle dediği rivayet edilir: Hz. Peygamber (sav) ev işleri yapar­dı, çoğu zaman yaptığı da terzilikti.[299]

İbn Kuteybe'nin el-Meârif inde şu bilgi verilir: Resulul-lah'ın (sav) Kabe anahtarını kendisine verdiği Osman b. Tal-ha terzi idi.[300] İbn Düreyd de bunu el-Vişâh'da zikreder.

Bu bilginin benzerini İbnü'l-Cevzî Telbîsu İblîs'te verir.[301] İbn Asâkir ve Hatîb, Sehl b. Sa'd'dan şu merfû rivayeti tahric ederler: "Salih erkeklerin işi terzilik, saîih kadınların da yün eğirmektir."[302] Sahîh-i Buhar i'de şu ri­vayet nakledilir: "Bir terzi, Resulullah'ı (sav) kendisi için yaptığı yemeğe da­vet etti. Bu yemeğe ben de Resulullah'la (sav) birlikte gittim." Buhâri bu ha­disle ilgili olarak "Kitâbu'UBuyû" da "terzi babı" adıyla bir başhk açar ve anılan hadisi kaydeder.[303] Ayni Umdetü'l-kârî'de Hattâbi'nin şöyle dediği­ni kaydeder: "Bu hadiste, terzilik karşılığında ücret almanın caiz olduğuna delil vardır." O, bunu, dikişlerin (terzieiliğin) görülür ay nlar ve malum vasıf­lar olmadığı gerekçesiyle kabul etmeyenlere reddiye olarak belirtmiştir. Terzilik sanatında, Buhâri'nin zikrettiği demircilik, kuyumculuk ve maran­gozluk gibi sanatlardan farklı bir özellik vardır. Çünkü bu sanatkarlar de­mir, odun, gümüş ve altın sahibinin siparişi çerçevesinde bir san at-1 mahz icra ederler ki bu da bir sanatta sınır ve mahiyetine vakıf olunan işler olup başkası ile karışmaz. Terzi ise çoğu zaman kendisine ait ipliklerle diker ve böylece sanata aleti de eklemiş olur. Bunlardan biri ticaret, diğeri ise icâre manası taşır ve herbirinin payı diğerinden ayırd edilemez. Sanatkarlar arasında mutad olduğu üzere, kendi ipliğiyle diktiği ve kendi boyasıyla bo­yadığı zaman ayakkabıcı ve boyacıda da durum böyledir. Bütün bunlar kıya­sa göreîasid muameledir. Fakat Hz. Peygamber (sav) Şeriat'ın ilk vazedildi­ği zamanlarda onları bu adet üzere buldu ve bunu değiştirmedi. Zira bu du­rumu değiştirmeleri kendilerinden istenseydi sıkıntıya düşmüş olurlardı. Bu sebeple böyle bir muamele, insanlara kolaylık bulunmasından dolayı, kı­yas dışı kalmış ve öteden beri amel buna göre yapılmış olup sahihtir.[304]

 

Marangoz

 

Daha önce Hz. Peygamberdin (sav) minberi konusunda, onu yapanın adı ile ilgili görüş ayrılıkları zikredilmişti. Ora­da, bu sanatla uğraşan yedi kişinin yardımlaşarak minberi yaptıkları hususunda delâlet mevcuttu. Nitekim Hz. Abbâs marangoz hizmetçisi için "insanların işi en iyi yapanıdır" de­mişti.[305] Hz. Peygamberdin (sav) Tâif halkı üzerine mancı­nık la atış yaptırdığı, ashaptan bir grubun bir d e b b â b e altında, yıkmak üzere Tâif surlarına yaklaştıkları bu d e b b â b e nin İslâm'da yapılan ilk debbâbe olduğu gibi hususlar,[306] bu sanatın Resulullah (sav) zamanında yük­sek bir seviyede olduğunu gösterir.[307]

 

Çocuk Beşiği

 

el-İsâbe'de Hz. Peygamber'in (sav) oğlu İbrahim'in biyografisinde, İs­mail es-Süddîınin Enes'ten naklettiği şu rivayeti buldum: "İbrahim, beşiği dolduruyordu."[308] Bu rivayet beşiğin ve beşik yapanın o zaman mevcut oldu­ğunu göstermektedir. Siyer ve mevlid kitaplarında Resulullah'ın (sav) beşi­ğinden sözedilir. Şihâbüddin el-Halvâni büyük Mevlidinde şöyle der: Be­şik, çocuğun büyütüldüğü ve uyuması için sallandığı şeydir. Çocukluk za­manından mecaz-ı mürsel olarak yatak manasında da kullanılır. er-Rekâ-ik'te şu bilgi geçer: İbnEbi'z-Zi'b,[309] halife Mansur ile konuştu. Konuşmasın­da sert ve katı olup şöyle dedi: "Vallahi, ey mü'minlerin emîri, ben sana oğlun Mehdi'den daha nasihatçıyım!" Sonra Süfyân ile karşılaştı, Süfyân ona şöy­le dedi: "Ey Ebû Haris, şu zorbaya söylediklerinle sevindik, fakat ona dedi­ğin 'oğlun Mehdi* sözünden hoşlanmadım." İbn Ebî Zi'b ise ona şöyle karşılık verdi: "Allah seni bağışlasın ey Ebû Abdullah, hepimiz 'mehdi'yiz, hepimiz mehd'de (beşik) idik!."

Hafız Suyûti'nin el-Hasâisu'1-kübrâ'sında İbnü't-Tarrâh'm şöyle de­diği zikredilir: Ebû Abdullah Muhammed b. Mualla el-Ezdî'nin Kitâbu't-Tarkîs'inde[310] Halimetnin (ra) Resulullah'ı (sav) salladığı zaman söylediği şiirlerden şunu gördüm:

Ya Rab ona verdiğin zaman öyle bırak

Onu yükselt yücelere yücelt onu

Düşmanların onun hakkındaki bâtıl

İddialarını geçersiz kıl.[311]

el-İsâbe'de Abdullah b. Zübeyr b. Abdülmuttalib'in biyografisinde, Zübeyr b. Abdülmuttalib'in Resulullah'ı (sav) küçükken salladığı ve şöyle dedi­ği kaydedilir:

Muhammed b. Abdullah

Yaşadın nimet dolu bir hayat

İzzet ve yücelik içinde.[312]

el-İsâbe'de Şeyma bint Hâris'in biyografisinde de şu bilgi verilir: Mu­hammed b. Mualla el-Ezdî et-Tarkîs adlı kitabında, Şeyma'nın (ra) Resu­lullah'ı (sav) sallarken şöyle dediğini zikreder:

Ey Rabbimiz bize bırak Muhammed'i

Göreyim ta kî onu onbeşinde yirmisinde

Sonra da efendi ve kadri yüce olarak

Düşman ve hasetçilerini rezil rüsvay edeyim

Ona bir yücelik ver ki sürsün sonsuz olarak

Muhammed b. Mualla şöyle der: Ebû Urve el-Ezdî bu şiiri söylediği za­man şöyle derdi: Ne güzel, Allah onun duasını ne güzel kabul etti.[313]

 

Ahşaptan Kadeh Yapan

 

İbn İshak'ın Sîret'inde Ebû Râfi ile ilgili kıssada onun şöy­le dediği kaydedilir: Ben kadeh (bardak) yapardım, onları zemzem hücresinde yontardım.[314]

Bu bilginin aynısı Ebû Râfi'in İbn Sa'd'ın Tabakât'ındaki biyografisin­de de geçmektedir.[315]

 

Kuyumcu

 

Buhâri "Kuyumcu ile ilgili olarak söylenenler babı" başlı­ğını açar ve Hz. Ali'nin Hz. Fâtıma ile zifafa girmek istediği za­manla ilgili olarak şöyle dediğine dair rivayeti tahric eder: "Benî Kaynuka'dan (Medine yahudilerinden bir grup) kuyumcu biriyle, izhir[316] getirmek için benimle gelmesi husu­sunda sözleştim. Onu kuyumculara satıp düğün yemeğimde harcamak istedim"[317] Yine Sahîh-ı Buhân'de, Mekke'nin bitki­lerinin koparılmasını haram kılan Resulullah'a (sav) Hz. Abbâs'ın söylediği şu söz kaydedilir: "Kuyumcularımız ve ev­lerimizin tavanları için izhir (kesilmesi) hariç."[318]

Hafız Ibn Hacer Fethu'l-Bârî'de, bu başlık altında verilen hadisle ıl-gılı olarak şöyle der Bu hadisten, gayrimüslim bile olsa kuyumcu ile mua­melenin caiz olduğu, sözgelimi insanların en rezillerinin uğraşmasında ol­duğu gibi bir sanata fesat girmesinin, o sanat erbabı ile muameleyi terket-meyı gerektirmediği anlaşılmaktadır Müellif bununla muhtemelen "insan­ların en yalancıları boyacılar ve kuyumculardır"[319] hadısıne işarette bulun­muş olup Ahmed b Hanbel ve başkaları tarafından tahrıc edilen bu hadisin isnadı " m u z d a r ı b " tır Ibn Hacer sonra şöyle der Bu başlığı açmak­tan maksat, kuyumculuğu ve Resulullah'ın (sav) bunu onayladığını zikret­mektir.[320]

el-tsâbe'de müellif, kuyumcu Ebû Râfî'ın biyografisini verir ve Ibra-hımel-HarbfnınGarîbü'l-hadîs'te " c e y y ı d " (sahıh,makbul)bırse-nedle Ebû Râfi'den şu rivayeti tahrıc ettiğini zikreder Hz Ömer bana şaka yaparak şöyle dedi "insanların en yalancısı kuyumcudur, 'bugun-yarın' der"[321]

Bedruddın ed-Demâmînî Sahih-i Buhâri şerhinde "Kuyumcu baban­da Ibnu'l-Muneyyır'den şu nakilde bulunur Kuyumcu ile muamele konu­sunda bir tembih vardır Şöyle ki kuyumculuk güzel bir sanat olup onunla uğraşan kimseyle muamelede bulunmaktan ne din ne mürüvvet bakımın­dan kaçınmamalıdır Bazankışının sanatındafesatçoğalırveonunlayahu-dıler gibi insanların en rezilleri uğraşırlar Bu onunla meşgul olan kimsenin ne ayıplanmasını (şahitliğine engel oluşu) gerektirir ne de "adalet" konu­sunda derecesini duşurur Anlaşılan şudur ki Araplar nazarında, kendisiyle uğraşılması tabiatın aşağılığı ve mürüvvetin düşüklüğüne işaret olan sa­nat, bu orfun geçerli olduğu zaman ve yerde onunla uğraşan için ayıplayıcı-dır Mahkı imamlarından Ibn Muharrız şöyle der "Çopçu, debbâg, hacamat­çı ve dokumacı gibi aşağı meslek sahiplerinin şahitlikleri, layık olmadığı halde bunu isteyerek yapan kimse dışında, reddedilmez Böylesi kimsede reddedilmesi ise bu durumun onun aklında bir eksikliğe delâlet etmesin-dendir." Bu bilgi Demâmîni'nin el-Mesâbîh adlı eserinde nakledilmiştir.[322]

 

Nakkaş

 

Ibn Ebî Hatim el-tlel'de, Ukayli yoluyla, onun Abdullah b. Muhammed b. Akîl'den, onun da annesinden şu rivayetini tahric eder: "Resulullah (sav) Akîl'in yanına girdi ve Necâşi'nin kendisine hediye ettiği kıiremsi yüzüğü ona hibe etti. Resulullah (sav) ona Ihlas ve Muavvizeteyn surelerini yazdır­mıştı." Ibn Ebî Hatim şöyle der: Babam, hadisin "münker" veUkay-li'nin Abdullah b. Muhammed b. Akîl'in oğlu olduğunu, hadisinin de "leyse bi-şey" olduğunu söyledi.[323] Yine el-İlel'de müellif şöyle der: Babama, Kasım b. Muhammed b. Akîl'in Abdullah b. Muhammed b. Akîl'den, onun daCâbir'den (ra) rivayet ettiği "Necâşî Hz. Peygamber'e (sav) içinde resim olan bir gümüş yüzük hediye etti. Hz. Peygamber onun etrafına İhlas ve Muavvizeteyn'i yazdı" hadisini sordum, hadisin münker ve Ka-sım'ın da "metrûkü'l-hadîs"    olduğunu söyledi.[324]

Derim: "Münker" terimihadisotoritelerince.manasıbakımın-dan münkerlik kastedilse bile, bazan " f e r d " hadis için kullanılır. Bu konuda, Hz. Peygamber'in (sav) hükümdarlara yazdığı mektuplarla diğer belgeleri mühürlemek için kerim adını yüzüğüne nakşettirdiğine dair ha­disler, başka hadislere ihtiyaç duyurmamaktadır. Nakısın Medine'de yapıl­mış olması, orada nakış yapanların varlığım gerektirir. Kelâi'nin el-îktifâ adlı eserinde, Muğire b. Şu'be'nin hizmetçisi Ebû Lü'lüe'nin nakışçı, demirci ve marangoz olduğu zikredilir.[325]

 

Altından Burun Yapımı

 

el-İsâbe'de müellif, Dahhâkb. Arfece es-Sa'dî'nin biyografisini verir ve Ibn Mende'nin ondan şu rivayette bulunduğunu kaydeder: Kilâb savaşında onun burnu yaralandı, Resulullah (sav) altından bir- burun takmasını ona emretti, Ibn Hacer, müelliflerin hadisi bu şekilde zikrettiklerini, fakat meş­hur rivayete göre burnu yaralanan kimsenin Arfece olduğunu söyler.[326] el-İsâbe'de (III, 284) Tarafe b. Arfece'nin de biyografisine bakınız.[327] Arfe-ce'nin bu hadisi Tirmizi'nin Câmi'inde de mevcut olup Tirmizi şöyle der: İlim ehlinin birçoklarından, dişlerini altınla tutturdukları rivayet edilmiş­tir.[328] Hz. Peygamber (sav) altının özelliğinin, kokmaması olduğuna işaret etmiştir.

Derim: Ebû Dâvud Sünen'inde Arfece hadisiyle ilgili olarak "Dişleri al­tınla tutturmaya dair hadisler babı" başlığını açarak şu tahricde bulunur: "Kilâb savaşında Arfece b. Esad'ın burnu kesildi. O gümüşten bir burun yaptırdı, burnu koku yapınca Hz. Peygamber (sav) ona emretti, o da altın­dan bir burun taktı."[329]

Derim: Bu, sanat incelik ve titizliği konusunda ileri seviyeyi gösteren en büyük delildir. Çünkü altından burun yapıp onu yerine bağlamakher sa­natkar veya ustanın yapabileceği bir iş değildir. İbn Sa'd Tabakât'da şu tahricde bulunur: "Hz. Osman, dişlerini altınla tutturmuştu."[330] Bununla, Bustâni'nin Dâiretü'l-meârif te "sin" harfinde (X, 125) belirttiği üzere ba­zılarının diş cerrahisi ve diş yapımını yeni buluşlardan saymalanndaki isa­betsizliği anlamış olursun. Bu görüş kabul edilebilir değildir. Nitekim Yu­nan ve Latin şairlerinin şiirlerinde yapma dişlerin anıl dığı da kaydedilmek­tedir.[331]

 

Ashabın Çok Sayıda Mevcut Olduğu Hz. Osman'ın Halifeliğinin Son Zamanlarında Yeldeğirmeni Yapımı

 

Şihâbüddin el-Mercânî'nin Vefiyyetü'l-eslâf mda (s. 335) Arapların Hz. Osman'ın halifeliği sırasında hicretin 29. (650) yılında, müteaddit kutu­larda gidip gelen rüzgârlarla işleyen yeldeğirmenleri yaptıkları zikredilir.[332]

 

Ressam (Musavvır)

 

Buhâri, Sahih'te "cansız resimleri satma ve resimlerden mekruh olan­lara dair bâb" başlığını açar ve Said b. Ebi'l-Hasan'dan şu rivayati tahric eder: Ben İbn Abbâs'ın yanındaydım. Bir adam gelerek şöyle dedi: "Ey Ebû Abbâs,[333] ben geçimi el sanatıyla olan bir insanım, şu resmileri yapıyorum." İbn Abbâs, resim yasağına dair hadisi haber verdikten sonra şöyle dedi: "Vah sana, bunu mutlaka yapmak zorundaysan şu ağacı ve benzeri ruh bu­lunmayan her şeyi yap."[334]

İmam Melikü'l-ulemâ Alaüddin b. Mesud el-Kâsânî el-Hanefî'nin Bedâiu's-senâi' fî tertîbi'ş-şerâi' adlı eserinde (I, 117) İbn Abbâs'tan, onun bir ressamı resim yapmaktan nehyettiği nakledilir. Ressam "nasıl ya­payım, bu benim geçim vasıtam?" deyince İbn Abbâs "Mutlaka yapman gere­kiyorsa ağaç resimleri yap" dedi. Kâsâni Bedâi*de şu bilgiyi de zikreder: Re­sim, uzaktan bakan kimse tarafından görünmeyecek kadar küçük olması halinde bir mahzuru yoktur. Çünkü putlara tapanlar, onlardan son derece küçük olanlara tapmıyorlardı. Resim yaygıda ve kıblenin arka istikametin­de veya namaz kılanın ayağı altında olsa bu yaygı üzerinde namaz kılmak mekruh olmadığı gibi herhangi bir mahzuru da yoktur. Rivayet edildiğine göre Ebû Musa'ya ait bir yüzükte iki sinek şekli vardı. Hz. Ömer zamanında Hz. Danyal'a (as) ait yüzük bulunduğunda kaşı üzerinde, aralarında bulu­nan bir adamı yalayan iki aslan vardı.[335]

Mevâkibu Rebî'de (s. İ92) de şu bilgi verilir: Hz. Danyal'm (as) yüzü­ğünün nakşı, Rabbinin nimetini unutmaması için, onu yalayan iki aslan şeklinde idi. Ebû Musa el-Eş'arî Basra ve Fars arasında Ahvâz memleketle­rinden biri olan Sus şehrindeki nehirde onun kabrini bulduğunda yüzüğü el­de etmişti. Ebû Musa Hz. DanyaVın naşını çıkarmış, kefenlemiş, namazını kılmış ve sonra da Sus nehrine defnetmişti.[336] Bu yüzük Ebû Musa'nın oğlu Ebû Bürde'nin elindeydi.

Arif en-Nâblusî'nin ŞerhuVTarîkati'l-Muhammediyye'sinde (II, 308) el-Kâfî'den naklen şu bilgi verilir: Ebû Hüreyre'nin yüzüğü üzerinde iki sinek şekli vardı. Danyal'ın (as) yüzüğü üzerinde de bir erkek ve bir dişi aslan ile aralarında yaladıkları bir çocuk şekli vardı. Hz. Ömer ona bakınca gözleri doldu. Şöyle ki, Danyal (as) süt bebeği iken derin bir kuyuya atılmış­tı. Allah Teâlâ ona, kendisini koruyacak bir erkek ve emzirecek bir dişi aslan lütfetti, onlar da Danyal'ı (as) yalıyo» lardı. Bu nakışla o, Allah'ın kendisine olan lütfunu yaşatmak (unutmamak) istedi. İbn Abbâs'ın da küçük resim­lerle çevrelenmiş bir ateş ocağı vardı. Hz. Danyal'ın anılan yüzüğü Hz. Ömer zamanında bulundu, o da Ebû Musa el-Eş'arfye verdi. Şöyle ki, Buhtunna-sır'a "bir çocuk doğacak ve senin yokoluşun da onun eliyle olacak" dendi. O da doğan her çocuğu öldürmeye başladı. Danyal'ın, annesi doğum yapınca, ölümden kurtulması ümidiyle onu bir kuyuya attı. Allah da ona erkek ve dişi aslanı lütfetti.[337] Bu bilgi en-Nihâye ve el-Feth'de de geçmektedir.[338] Nab-lusi sonra da el-Bahr'dan şu bilgiyi nakleder: Resim dinar ve dirhemlerin üzerinde olunca meleklerin eve girmekten çekinip çekinmeyecekleri konu­sunda âlimler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Kadı Iyâz'agöre ilgili hadis­ler tahsis edilmiş olup bu şekiller meleklerin eve girmesine engel olmaz.

Nevevı[339] ise lafzın umum ifade ettiği (ve dolayısıyla melekleri engelleyece­ği) görüşündedir.[340] Sayrafi'de,[341] resimlerin ortulu olması halinde bir mah­zur bulunmadığı belirtilmiş olup bu bilginin aynısı el-Hulâsa ve Câmiu'l-fetâvâ'da da geçmektedir Hazâinu'l-fetâva*da[342] da geçtiği üzere, kışının elinde resimler olduğu halde imamlık yaparsa, imamlığı mekruh olmaz.[343] et-Tefârîk'te kaydedildiği üzere kışı boyayla resimlenmiş bir evi yıkarsa, evin kıymetini tazmin eder, boya ve resimleri etmez [344]

Munâvı Şerhu'ş-Şemâil'de "yuzuk bâbı"nda Ibn Cemâa'dan şu nakil­de bulunur "Hz Peygamber'ın (sav) yüzüğünde insan resmi bulunduğunu iddia eden kimse hata etmiştir " Munâvı şöyle der Burada hatayı mutlak olarak anmak gerekmez Zeynuddın el-Irâkî,  m u r s e 1    veya m u ' -d e 1    hadisler ile mevkuf haberlerde (âsâr) yuzuğe resim nakşedıldığının kaydedildiğim belirtir   Mu'del   veya m u r s e 1   hadis, Abdurrez-zâk'ınMa'mer'den yaptığı şu rivayettir "Abdullah b Muhammedb Akıl bir yuzuk çıkardı ve Hz Peygamber'ın (sav) onu taktığını söyledi Yüzükte as­lan şekli vardı " Ma'mer şöyle der "Arkadaşlarımızdan bazılarının o yuzuğu yıkayıp suyunu içtiklerini gordum " Bu hadis  m u r s e 1   veya m u ' -d e 1    olup bununla delil ortaya konulmaz Mevkuf haberlere gelince, Ibn Ebî Şeybe Musannef inde "Huzeyfe'nın yüzüğünde, aralarında 'elhamdü­lillah' yazılı bulunan karşılıklı ıkı turna, olduğu,[345] Enes'ın yüzüğünde bir aslan[346] ve Imrân b Husayn'ın yüzüğünde de kılıç kuşanmış bir insan şekli işlenmiş olduğuna[347] dair haberler tahrıc eder Zeynuddın el-Irâkî şöyle der Bunlar mevkuf haber olup delil sayılamazlar Bazıları da sahih değildir Enes'ın haberi dışında ılletsız olmayanı da yoktur Onun haberi de resim ya­sağı ile ılgıh sahih hadislere aykırıdır

Derim Imrân'ın yuzuğu ve ona insan resmi nakşedıldığıne dair bu kıs­sayı Ibn Sa'd da Tabakât'da (VI, 5) onun biyografisinde verir.[348] Enes'ın ha­beri de "Enes'ın yüzüğünde bir kurt veya tilki vardı" lafzıyla orada geçer (VII, 11)[349] Tabakât'da Kadı Şureyh'ın biyografisinde, onun yüzüğünde, aralarında bir ağaç bulunan ıkı aslan olduğu,[350] Ebû Ubeyde b Abdullah b Mesud'un biyografisinde, onun yüzüğünde, dağlar arasında ıkı turna veya turna başı olduğu (VI, 146) zikredilir.[351] Yine Tabakât'da (VI, 210) büyük imam Dahhâk b. Müzâhir'in biyografisinde, onun gümüş bir yüzüğü, kupa (kadeh) benzeri bir kaşı ve nakşının da kuş şekli olduğu zikredilir.[352]

Hamza Fethullah el-Mısrî'nin el-Mevâhibü'1-fethiyye fî ulûmi'1-lu-ğati'l-Arabiyye fi, 235) adlı eserinde, Muâviye b. Ebî Süfyân'ın, üzerinde kılıç kuşanmış halde resmi bulunan dinarlar bastırdığı zikredilir. Fakat allâme Türk veziri Cevdet Paşa Tarih'inin mukaddimesinde şöyle der: Bazı tarihçiler Muaviye ile Halid b. Velid'in kılıç kuşanmış olarak resimlerinin sikkeye basıldığını nakletmişler ve Vâsıf Efendi de onları izleyerek Muaviye b. Ebî Süfyân'ın kılıç kuşanmış resmini sikkeye nakşettiğini kaydetmişse de mezkur rivayetin nakli sübut ve sıhhat derecesine ulaşmamıştır (Cevdet Tarihi'nin Arapça tercümesi, s. 270).[353] Bu hususta "Birinci Bölüm"de yas­tıkla ilgili olarak geçen bilgilere bakınız.[354]

Ebü'l-Kasım et-Tücîbî Rihle'sinde şöyle der: Uzun Ömürlü sadûk müs-nid Nâsirüddin Ebû Hafs b. Abdülmun'im ed-Dımaşkî, kendisine "kıra-afımla bize faziletli ve fakih imam Şeyh Muvaffakuddin Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el-Makdisfden şunu haber verdi: Bize rivayet edildiğine göre Ömer b. Hattâb (ra) Şam'a gittiğinde, ehl-i kitab kendisi için yemek yapıp onu davet ettiler. Yemeğin nerede olduğunu sorunca, kilisede olduğunu söylediler. Hz. Ömer oraya gitmeyi hoş bulmadı ve Hz. Ali'ye halkla birlikte gitmesini söyledi. O da müslümanlarla birlikte gitti, kiliseye girip yemek yediler. Hz. Ali resimlere bakmaya koyuldu ve şöy­le dedi: "Ne olurdu emîrü'l-mü'minîn (kiliseye) girse ve yemekten yeseydi!." Ben bu olayı adı geçen İmam Muvaffakuddin İbn Kudâme'nin Zemmü'l-müvesvisîn ve zemmü*l-vesvese[355] adlı eserinde bizzat gördüm (Mısır baskısı, s. 19).

Hanbelilerin büyük kitaplarından, Şeyh Mansur b. İdris el-Hanbe-lî'nin Keşşâfü'1-kınâ an metnfl-tknâ[356] adlı şerhinde, asıl metinde geçen "velimeye (düğün yemeği) davet edilenkimse,oradacanlılara ait resimler iş­lenmiş perdeler görse, eğer onları indirmek"veya resimlerin başlarını kes­mek imkânı varsa bunu yapar, değilse bunlar izale olunmadıkça orada otur­ması mekruh olur" şeklindeki bilgi verilirken müellif şöyle der: el-tnsâf adlı eserde, mezhepte kuvvetli görüşün bunun haram olmadığı şeklinde olduğu kaydedilir.[357] Yine Keşşâfü'l-kınâ'da "Hz. Peygamber (sav) Kabe'ye girip orada Ht. İbrahim ile İsmail'i fal oklarıylakura çekerken gösteren resimleri görünce, 'Allah onlara lanet etsin, biliyorlar ki Hz. İbrahim'le İsmail fal oklanyla asla kura çekmemişlerdi'. Bu hadisi EbûDâvud rivayet eder"[358] şeklin­de metinde geçen bilgiden sonra da müellif şöyle der: Kilise[359]  ve havralara girmek haram olmayıp buralar da resimlerden hali değildir, içinde resim ol­duğu için meleklerin bir eve girmemesi, o evde köpek bulunmasında olduğu gibi, eve girmenin haram oluşunu gerektirmez. Yanlarında çan bulunan kimselere eşlik etmek de meleklerin onlara eşlik etmemelerine rağmen ha­ram değildir. O halde davete icabette bulunmamak, böyle yapanı (resim bu­lunduranı) cezalandırmak ve yaptığından vazgeçirmek maksadıyla mubah olur.[360]

Mısırlı âlimlerden biri şöyle der: Araplar Abbasiler devrinde duvarlara ve kitap sayfalarına şematik harflerle son derece itinalı resimler yapmışlar­dır. Biz, hicri uçuncu yüzyıla tarihlenen eski bir kitaba muttali olduk ki mü­ellifi onda bir grup seçkin şahsiyetin resmini yapmıştı Son olarak da IV., V. ve VI. yüzyıllara tarihlenen birçok kitaba vakıf olduk. Kim Endülüs tarihini okursa, halife Abdurrahman en-Nâsır'ın hakkında darb-ı mesel söylenen Kasru'z-Zehrâ'yı yaptırdığını, onu cariyesi Zehra'ya mesken yapıp onun adıyla adlandırdığını ve kapısı üzerine şematik resme sembol olarak onun resmini yaptırdığını görür.

Şerif Ebû Abdullah el-Cevvânî en-Nukat alel-hitat adlı kitapta şöyle der: Halife Âmir-Biahkâmillâh[361] ahşaptan büyük bir bina yaptırdı. Çeşitli renklerle boyanmış bu yapının üstüne şairlerle memleketlerinin resimleri­ni yaptırdı. Onların her birinden de medhe dair birer kıta şiir istedi ve bu şiirler her şairin başı yanına yazıldı. Her birinin resminin yanıbaşına da suslu zarif bir raf yaptırdı. Âmir bu yapıya girince şiirleri okudu ve sevinç duydu. Her rafa da her biri elli dinar ihtiva eden kapalı (muhurhı) birer re­sim konulmasını ve her şairin girip kendi resmini bizzat almasını emretti ki birçok şairdiler. Endülüs'te Gırnata'da Elhamra sarayı harabeleri içinde hicrî VIII. yüzyıla ait olduğu anlaşılan ve Arap üslubu üzere, kadıları göste­ren bir resim bulundu.

Derim: Endülüslü kadılara ait anılan resmin aslından çekilmiş fotoğra­fını gordum. Paris'te Millî Kutuphane'ye giden biri, VI-VII yüzyıllarda ya­şamış bir astronomi âlimine ait ve birçok tanınmış musluman şahsiyetlerin resimleri bulunan tarihe dair bir kitap gördüğünü söyledi Bunlardan bin de Hz. Pegyamber'in (sav) resmiydi. Anlaşılan bu resim hayalî olup gerçek de­ğildir Makrızı'nin el-Hıtat'daDav'u'n-nibrâs ve ünsü'l-cüllâs fî ahbâ-ri'1-muzavvikîn mine'n-nâs adlı bir eserden nakilde bulunduğunu ve bu­nun ressamların biyografilerine dair kaleme alınmış bir eser olduğunu söy­lediğini gordum.[362] " Tabip ez-Zehrâvî'nin 584 (1188) yılına tarihlenen ve cerrahî aletlerin son derece özenle yapılmış resimlerini ihtiva eden cerrahî­ye dair bir kitabı vardır. Bu aletlerden bazılarının, yakın zamanlarda bulun­muş olduğu sanılan cerrahî aletlerin benzerleri olduğu bu resimlerden anla­şılmaktadır, Ferid Vecdi'nin Dâiretü'l-Meârif inde "Kitâb" maddesine ba­kınız.[363] Ben Şam'da Şeyhü'l-Ekber Muhyiddin İbnü'l-Arabî ve Veîiyüddin İbn Haldun'un elle yapılmış birer resmini gördüm. İbn Haldun'un İspanya şehirlerinden Escurial'de bulunmuş bir resminden çekilmiş fotoğrafı bende mevcuttur. Allah en doğrusunu bilir.[364]

 

Lambada Yakmak Veya Gemi Kerestesine Sürmek İçin İçyağı Kullanılması

 

Sahîh-i Buhâri'de Câbjr'den (ra), fetih yılı Mekke'de Hz. Peygamber'in (sav) şöyle dediğini duyduğu nakledilir: "Allah ve Resulü şarap, ölmüş hayvan eti, domuz ve put satımını haram kılmıştır. Şöyle denildi: 'Ey Al­lah'ın Resulü, ölmüş hayvanın içyağı ile gemi cilalanması, deri yağlanması ve insanların aydınlanmada kullanmasına ne dersiniz?' Resulullah (sav) bunun üzerine şöyle buyurdu: Hayır, o haramdır. Allah yahudilere lanet et­sin, Allah Ölü hayvanların içyağını haram kılınca onu erittiler, sonra da sa­tıp bedelini yediler."[365] Ali el-Kârî Şerhu'l-Mişkât'te "onunla gemi cilalan­ması" sözü ile ilgili olarak şöyle der: "gemilerin kerestelerini." Nevevi "o ha­ramdır" ifadesiyle ilgili olarak "o zamiri satışa râcidir, faydalanmaya değil" der. Şafii ve talebelerine göre de doğru görüş budur. Ulemanın çoğunluğuna göre ise ondan faydalanma kesin olarak haramdır. Bu, yasağın umum ifade etmesinden dolayıdır. Ancak bundan tahsis edilen tabaklanmış deri bu hük­mün dışındadır. Bizim mezhebimizde (hanefiler) sahih görüş, hariçten pis­lenmiş zeytin yağı, sade yağ vb. yağların aydınlatma vb. yerlerde kullanıl­masının caiz olduğudur; zeytin yağının sabun yapılması, pislenmiş balın arılara, ölü hayvan etinin köpeklere ve yiyeceğin de hayvanlara yedirilmesi gibi. Ebû Hanife ve talebeleri, satıcının açıkça söylemesi halinde pislenmiş zeytin yağının satışını caiz görmüşlerdir.[366]

 

Süt Satışı

 

Ebubekir b. Ebî Meryem şöyle der: Mikdâm b. Ma'dikerib'in bir cariyesi vardı, süt satıyor ve Mikdam da parayı alıyordu. Kendisine "subhanallah, süt satıp parasını mı alıyorsun?" dediler. O "evet, bunda bir mahzur yoktur, Resulullah'ı (sav) duydum şöyle diyordu: Bir zaman gelecek, dinar ve dir­hemden başka bir şeyin faydası olmayacaktır" karşılığını verdi. Tebrîzi bu hadisi Mişkât*da Ahmed b. Hanbel'e isnadla vermektedir.[367] Ali el-Kârî, Mişkât şerhinde hadisle ilgili olarak Tîbf den naklen şöyle der: Bunun ma­nası şudur: İnsanlara kazançtan başka birşeyin faydası olmayacaktır. Zira onu terkederlerse harama düşeceklerdir. Nitekim birine "kazanç seni dün­yaya yaklaştırıyor" denilince şu karşılığı vermişti: "Hayır, beni dünyaya yaklaştırmıyor, beni ondan koruyor." Selef âlimleri şöyle derdi: "Ticaret ya­pın ve kazanın, öyle bir zamandasınız ki biriniz muhtaç duruma düşecek olursa yiyeceği ilk şey dini olacaktır!." Rivayet edildiğine göre Süfyân'ın bir malı vardı, onu karıştırıp duruyor ve şöyle diyordu: "Eğer bu olmasaydı, Abbasîler beni mendil gibi pisliklerini silmede kullanırlardı."[368]

 

Demirci

 

Sahîh-i Buhâri'de Enes b. Mâlik'ten şu rivayet nakledilir: "Resulullah (sav) ile birlikte demirci Ebû Seyf in yanına gir­dik. O, İbrahim'in süt babasıydı."[369] Çünkü hanımı Ümmü Bürde ona sütünü emdirmişti. el-İstîâb'da, Hz. Peygamberdin (sav) oğlu İbrahim'in vefatı olayı ile ilgili olarak Enes'in şöyle dediği zikredilir: Hz. Peygamber (sav) gitti, ben de kendisiyle birlikte gittim. Ebû Seyf i körüğünü üflerken bulduk. Ev du­manla dolmuştu. Hz. Peygamberdin (sav) önünde süratle gide­rek Ebû Seyf e vardım ve ona "Ey Ebû Seyf, dur, Resulullah geldi" dedim, o da durdu.[370]

Derim: Buhâri Sahîh'te "demirci babı"[371] başlığına yer verir. Hafız İbn Hacer şöyle der: Bu başlıktaki "kayn" kelimesi "kâf harfinin fethasıyla okunur. İbn Düreyd şöyle der: "Kayn, esas olarak demirci demektir. Sonra Araplar her sanatkâr için bunu kullandılar." Zeccâc şöyle der: "Kayn, mız­rak demirlerini yapana ve demirciye denir." Buhâri (başlıkta kayn ve haddâd kelimelerini kullanmakla) sanki iki kelimenin ayrı manalara gel­diğini esas almıştır. Bu başlık altında zikrettiği hadiste yalnız "kayn" keli­mesi geçmekte olup anlaşılan Buhâri, hükümde aynı olmaları sebebiyle de­mirciyi de ona ilhak etmiştir.[372]

Buhâri'nin zikrettiği hadis Habbâb'm rivayeti olup o şöyle der: "Câhiliyye devrinde kayn idim. Âs b. Vâil'de alacağım vardı, almak için ona gittim. O 'Muhammed'i inkâr etmedikçe sana vermem' dedi. Ben de 'Allah seni öldürüp tekrar sen dirilinceye kadar inkârda bulunmam' dedim... (Kıssa). Aynî Umdetü'l-kârî'de Mukâtil'in şöyle dediğini kaydeder: "Hattâb, Âs'a bazı mücevherler yapmıştı. Ücretini isteyince o şöyle dedi: Siz cennette ipek, altın, gümüş ve genç hizmetçiler olduğunu mu iddia ediyorsunuz? Habbâb, evet dedi. Âs da şöyle dedi: Sana, alacağını cennette vereceğim." Vahidi şöyle der: Kelbi ve Mukâtil, Habbâb'ın "kayn" olduğunu söylerler.[373] Ayni sonra şöyle der: Hadisten, demircinin "âdil" (şahitlik şartlarına sahip) olması halinde, sanatıyla uğraşmasının kendisine bir zararının olmayacağı anlaşılmaktadır. Ebü'l-Atâhiyye şöyle der:

Dikkat edin, takva yücelik ve ululuktur

Dünyaya olan sevginse aşağılık ve yokluk

Hür ve takva sahibi insana bir noksanlık yoktur

Muttaki olduktan sonra işi ister dokumak ister kan almak olsun.[374]

el-îsâbe'de (s. 27) Haris b. Kelede'nin azatlısı Ezrak b. Ukbe es-Sekafî'nin biyografisini vererek şöyle der: O, Hz. Peygamber (sav) Tâif i ku­şattığı sırada İslâmiyyet'i kabul etmişti. O demirci (haddâd) ve kuyumcu (kayn) idi.[375] Şeyh Künti'nin el-Ecvibctü'1-nıühimme'sinde şu bilgi veri­lir: İslâm devletinde demir ve gümüş sanatkarlığının temeli şuna dayanır: Hz. Peygamber (sav) Hayber'i fethettiği sırada esirler arasında 30 "kayn"ı esir almıştı. Bunlar komisyoncu (simsar), sanatkar ve demirci (haddâd) idi­ler. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Onları müslümanların arasına bıra­kın; sanatlarından faydalansınlar ve onunla düşmanlarına karşı cihâdda güç kazansınlar." Bu sebeple bırakıhverdiler. Onlardan sanat öğrenenler sanatkar veya muallim diye adlandırıldılar. Onlara ise "kayn" denildi ve bunlar o günden başlayarak halkın büyüklerinin himayesine girdiler. Bu rivayeti Hatîb el-Kastaîlânî tahric etmiştir.

el-îsâbe'de müellif, Bişr b. Kays et-Temîmfnin biyografisini vererek İbn Şâhin'in Bişr b. Kays'tan şu tahricde bulunduğunu zikreder: Bişr, oğlu Ruhaym'la birlikte Hz. Peygamber'e (sav) geldi. Yaptığı bir yeminden dola­yı, her ikisi bir zincirle bağlıydılar. Resulullah (sav) "Ey Bişr, onu kopar, se­nin üzerinde yemin yoktur!" buyurdu, o da zinciri kesti ve müslüman oldu.[376]

Derim: Hafız İbn Hacer Fethu'1-Bârf de "Kitâbu'l-Cihâd"da "zincirle­re vurulmuş esirler bâbı"nda, el-îsâbe'de İbn Şâhin'e isnadla zikrettiği bu hadisten habersiz olmuştur. Orada ise İbrahim el-Harbî'den, gerçek anlam­da zincirlerin varlığını nefyeden bir rivayet nakletmiştir.[377]

Buhâri "Kitâbu't-Tefsîr"de Âl-i İmrân sûresinde "Siz insanlar arasın­dan çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz" (Âl-i İmrân 2/110) âyetiyle ilgili ola­rak Ebû Hureyre'den fra) şu rivayeti tahric eder: "insanların insanlara en hayırlı olanı, onları boyunlarında zincirlerle getirip İslâm'a sokanlar­dır... "[378]

 

Bina Ustası

 

Hz. Peygamberin (sav) yaptığı binalar: Hz. Peygamber (sav) Medine'ye ilk geldiği sırada Küba mescidini inşa etti[379] ve temelin atılmasına bizzat nezaret etti. Süheyli er-Ravdü'l-ünüf te şöyle der: İbn Ebî Hayseme şunu zikreder: "Resulullah (sav) Küba mescidini inşa ettiği zaman kıblesine taş koyan ilk kimse o oldu. Sonra Ebuoekir bir taş getirip koydu, sonra Ömer bir taş getirip Ebubekir'in taşının yanına koydu, sonra da insanlar binayı yapmaya koyuldular." Süheyli şöyle der: İslâm'da yapılan ilk mescid budur.[380]

 

Liderlerin Mîllî Ve Dinî Yapılara Temel Taşı Koymalarının Kaynağı

 

Bu husustaki temel esas, bir önceki başlık altında verilen bilgilerden anlaşılmaktadır.[381]

 

Devlet Başkanının Mescid Yerini Tayini Ve Kıble Yönünü Öğretmesi

 

el-tsâbe'de (I, 30J müellif, Üsâme el-Haneffnin biyografisini verir ve Bâverdi'nin onu sahabeden saydığını ve Muaz b. Abdullah b. Hubeyb yoluy­la bir adamdan, onun da Üsâme el-Hanefî'den şöyle dediğini tahric ettiğini zikreder: Resulullah'a (sav) ashabı içinde pazarda rastladım, onlara "Resu­lullah nereye gitmek istiyor?" diye sordum, "bir kavme mescid yerini tesbite gidiyor" dediler.[382] Yine el-tsâbe'de d, 220) müellif, Câbir b. Üsâme el-Cühenî'nin biyografisini verir ve Buhâri'nin Târîh'inde,[383] İbn EbîÂsım'ın, Taberâni ve başkalarının Üsâme b. Zeyd yoluyla, onun Muaz b. Abdullah b. Hubeyb'den, onun Câbir b. Üsâme el-Cühenfden şu rivayetini tahric ettikle­rini zikreder: Resulullah'a (sav) ashabı içinde pazarda rastladım. Onlara ne­reye gitmek istediğini sordum, "senin kavmin için bir mescid (yeri) belirledi" dediler. Geri döndüm, kavmim, "Resulullah bize bir me scid yeri tesbit etti ve kıbleye bir odun parçası dikti" dediler.[384]

 

Devlet Başkanının Bîr Yem Mescid Edinmesi Konusunda Kendisine Vekalet Edecek Kimseye Emri

 

eUtsâbe'de Abdullah b. Umeyr es-Sedûsî'nin biyografisinde onun de­desinin, Resulullah'ın (sav) yanından bir su matarası getirdiği ve Resulul-lah'ın ona şöyle buyurduğu zikredilir: "Memleketine vardığın zaman bu su­yu o yere serp ve orayı mescid edin." Bu hadisi Taberâni el-Mu*cemü'l-ev-sat'da tahric etmiştir.[385]

 

Medine Mescidi (Mescid-İ Nebevi)

 

Sahîh-i Buhâri ve diğer kaynaklarda geçtiği üzere Hz. Pey­gamber (sav) mescidin yerine sahip olan Benî Neccâr*a haber gönderip onlara şöyle buyurdu: "Şu bahçenize fiat biçin." On­lar da "hayır, Allah'a an d ol sun onun bedelini, Allah'ın lütfe­deceği dışında istemeyiz" dediler. Bunun üzerine ashap hur­ma ağaçlarını mescidin kıblesine dizdiler, mescidin iki yanı­na (temellerine) da taş koydular. Kayayı naklederken "Alla-hım, yok ahiret bayırından başka hayır/Yardım et ensar ve muhacirlere" şiirini okuyorlardı.[386] İbn İshak şöyle der: Nebi (sav), müslümanları çalışmaya teşvik için mescidin yapımın­da çalıştı.[387] İbn Cemâa şöyle der: Hz. Peygamber (sav) mesci­din yapımını emretti, mescid kerpiçle yapıldı, temelleri taşla, direkleri hurma ağacı gövdesi, tavanı da hurma dallarından yapıldı. Kıbleye gelen taraftan arkaya doğru uzunluğu 100 ar­şın, diğer iki taraftan da bu kadardı. Böylece mescid kare şek­linde idi. Temel yerden yaklaşık üç arşın yüksekliğinde taş­tandı, üstü de kerpiçle inşa edildi.[388]

 

Allah Resulü’nün Mescid-İ Nebevi’yi Üç Kez İnşası Ve Bunlardan Birinin Dişili-Erkekli Kerpiçle Olduğu

 

el-Fecru's-sâti'de "mescidin yapımı bâbı"nda Ibn Atiyye'nin Tef­sirinden şu nakilde bulunulur: Hz. Peygamber (sav) mescidini üç defa inşa etti. ilkinde "semît" ile, yani bir kerpicin onune birini koymak suretiyle; ikincisinde "dafra"[389] ile, yani duvarın enine bir buçuk kerpiç koyarak; üçüncüsünde ise dişili-erkekli, yani iki kerpiç üzerine enine iki kerpiç koy­mak suretiyle yaptı.[390]

 

Allah Resulü’nün Evleri

 

Allah Resulü, (sav) mescidi yaptıktan sonra, mescidin yanına evlerini (hücrelerini) kerpiçle yaptırdı. Evlerin tavanı hurma gövde ve dallarıyla, et­rafı (duvarları) kerpiçle, iç bölümler ise çamurla sıvanmış hurma dalları ve yünden çullarla yapılmıştı. Bu hücrelere hava geçişini güzel sağlayacak, gi­riş ve çıkışı kolaylıkla ve süratle temin edecek kapılar koydu. Hz. Âışe'nin evi, Hz. Fatıma'nın evinin sırasında idi ve kıble tarafına açılan bir kapısı vardı. Ibn Zebâle'nin şu sözleri de bunu teyid eder: Hz. Hafsa ile Hz. Âişe'nin evleri arasında bir yol vardı, her ikisi evlerinde bulundukları halde, evleri­nin yakınlığından dolayı birbiriyle karşılıklı konuşuyorlardı. Hz. Hafsa'nın evi, Hz. Âişe'nin güney-doğusunda bulunan Âl-i Ömer'in kulübesinin sağın­da idi. Bu ikisinin evlerinin aşağısında Resulullah'ın (sav) diğer hanımları­nın evleri yer alıyordu. Hz. Fatıma'nın evinde, babasının evine bakan bir pencere kafesi vardı. Hz Peygamber (sav) oradan onun durumuna muttali oluyordu.[391]

Suheylı er-Ravdü'1-ünüf te şöyle der: Hz. Peygamber'in (sav) evleri dokuz taneydi, bazıları çamurla sıvanmış hurma dallarından ve tavanları da hurma dallanndandı. Bazıları ise ustuste konulmuş taşlarla yapılmış ve tavanları yine hurma dallarındandı Herevm bir hücresi Vardı; Hz. Peygam­ber'in (sav) hücresi, Ar'ar ağacıyla tutturulmuş kıl örgülüydü.[392]

Derim* Evlerin sayısının dokuz olduğunu ve her evde zaruri olarak bir tuvalet, yıllık zahire yeri ve mutfak, halkla görüşmek için bir yer, Resulul-lah'ın (sav) pâk hanımlarıyla geceleyeceği bir yer bulunduğunu bildikten sonra bunlara silah ve nakil aletlerini depolama yeri, koyun, sığır, at, deve, eşek ve Resulullah (sav) ile beytulmale ait malların konulduğu yerleri, misa­fir evi, hapishane, hasta yeri, Ehl-i Suffe'nin barınağı ile diğer ihtiyaçları için ayrılan yerleri de ilave ettiğiniz zaman bu yapıların büyüklüğünü ve bu bölümlerin genişliğini anlamış olursunuz Yapı için gerekli olan bu bolumleri çoğu kimse bilmez ve zannederler ki Resulullah'ın (sav) evleri son derece dar ve az sayıda idi. Andolsun, Hz. Peygamber (sav) başlangıçta bu kadarını yapmış olur da sonra bundan daha genişini nasıl yapamaz. Eğer Medine'de hicretten sonra, on yıldan fazla yaşayıp da savaşlardan, ordular çıkarmak ve etrafa seriyyeler göndermekten başka işlerle uğraşabilseydi bakınız neler yapardı.[393]

 

Allah Resulünün Oturması İçin Seki

 

Ebû Muhammed İbn Hayyân Ahlâku'n-Nebî'de Ebû Hurey-re ile Ebû Zer*den nakledilen şu rivayeti zikreder: Hz. Pey­gamber (sav) ashabının arasında otururdu; bir yabancı geldi­ğinde hangisinin o olduğunu bilmez ve sorardı. Kendisine ya­bancı biri geldiğinde onu tanıyabilmesi için oturacağı bir yer (seki, taraça) yapmayı Resulullah'tan istedik ve kendisine ça­murdan bir seki yaptık. Onun üzerinde oturuyor, biz de iki yanında.oturuyorduk.[394]

Hadis bu şekliyle Sahîh-i Müslim'de "Kitâbü'l-Imân" da Cebrail'in ge­lişi kıssasında geçmektedir.[395] Huzâi'nin bu hadisi adı geçene isnadla yetin­mesi bir dikkatsizlik ve gaflettir. Bu sekinin yeri, şimdi Mescid-i Nebevi'deki elçiler sütunudur. Mescid-i Nebevi ile ilgili tarihlerde, bu yerin bu adla ta­nınmasının, Hz. Peygamber'in (sav) kendisine geldikleri zaman Arap elçilik heyetlerini karşılamak için orada oturmasından dolayı olduğu kaydedilir. Semhûdi el-Vefâ'da,[396] Seyyid Cafer el-Berzencî de en-Nüzhe*de bu sütun­dan sözederler.[397]

 

 

İslâm'da Îlk Bina Ustası

 

Nefhâtü'l-hadâik ve'1-hamâil fî zikri'l-ibtidâ* vel-ihtirâ li'1-evâil adlı eserde, İslâm'da ilk bina (yapı) ustasının Ammâr b. Yâsir olduğu zikredilir.[398]

 

Allah Resulü'nün, Binaların Sıhhî Esaslara Göre Yapılmasını Em­retmesi

 

Beyhaki Şuabü'l-imân'da şöyle der: Bize Ebû Abdullah el-Hâfız haber verdi, ona Ebû Muhammed b. Cafer b. Dürüsteveyh el-Fârisî haber verdi, ona Utbe el-Hımsî anlattı, ona ismail b Ayyaş, Ebubekr el-Huzelî'den, o da Behz b Hâkîm'den, o babasından, o da kendi babasından şöyle dediğini riva­yet etti "Ey Allah'ın Resulü, komşumun benim üzerimdeki hakkı nedir?" de­dim Şöyle buyurdu "Hastalanırsa ziyaret etmek, olurse cenazesine katıl­man, senden borç isterse vermen, çıplaksa örtmen (giyeceği yoksa giydir­men), bir hayra nail olursa tebrik etmen, bir belaya uğrarsa teselli etmen, bi­nanı onunkınden yüksek yaparak rüzgâr almasını engellememen, kendisine biraz vermen hariç tencerenin kokusuyla ona eziyet vermemen "[399] Beyhakı bu hadisinin isnadının zayıf   olduğunu, şahıdlerı bulunduğunu söyler Ibn Adî el-Kamil'de Ömer b Şuayb yoluyla, onun babasından, onun da ken­di babasından m e r f û   rivayeti olarak bunun benzerim tahrıç eder Bu rivayette şu ifade yer alır "Onun müsaadesi olmadan binanı ondan yüksek yapıp rüzgar almasını önleme " Hafız Suyûtı'nın Kevkebü'r-Ravda[400] adlı kitabına bakınız Ayrıca Hz Peygamber'ın (sav) yapı mühendisliği ile ilgili olarak geçen bilgilere bakınız, hayrette kalırsınız.[401]

 

Allah Resulü’nün Mescid-i Dırâr'ı Yıktırması

 

Bunun Mescıd-ı Dırâr diye adlandırılması, yapımıyla zarar meydana gelmesinin istenmesi sebebiyledir Onu yapanlar münafıklardan onıkı ki­şiydiler Hz Peygamber (sav) orada kendilerine namaz kıldırmak üzere on­lara soz vermişti Müslümanlar arasına ayrılık sokmak yolundaki gizli du-şııncelen ve bununla Resulullah'ı (sav) tanederekgoruş ayrılığına yolaçma niyetlen konusunda vahiy nazil oldu Bu da şu âyettir "(Savaştan gen ka­lanlar arasında) zarar vermek, (hakkı) tanımamak ve mu'mmlenn arasını açmak ve önceden Allah ve Resulü ile savaşmış olan (adamın gelmesınh gö­zetmek ıçm bir mescıd yapanlar da var" (Tevbe9/107) Bunun üzerine Resu-lullah (sav), Mescıd-ı Dırâr'ın yakılmasını ve yerinin de leş ve çöplerin atıldı­ğı bir copluk yapılmasını emretti  Mâlik b Duhşem ile Ma'n b Adî el-Aclânî'yı çağırarak "ehli zalim olan şu mescide gıdın, onu yakıp yıkın" bu­yurdu Bir rivayette de şöyle denir "Resulullah (sav) Mâlık'ı, Ma'n'ı ve kar­deşini çağırdı "[402] Beğavı, Âmir b Seken ve Hz Hamza'nın katili Vahşı'yı de bunlara ekler Mescıd yakılarak yerle bir edildi, mensupları da oradan ayrıl­dılar Hz Peygamber (sav) Medine'ye varınca o yen ev yapması için Âsim b Adî'ye teklif etti O ise "Allah orayla ilgili olarak indirdiğini indirmişken ben onu almam, fakat Sabit b Akran'ın evi yok, ona ver" dedi Resulullah da Sabıt'e verdi Bu evde ne bir çocuk, ne güvercin ve ne bir tavuk doğmadı Ibnu'l-Münzirî, İbn Cübeyr ile ibn Cüreyc ve Katâde'den şöyle dediklerini tahric eder: "Mescidin yerinde bir mekânın eşildiği ve oradan duman çıktığının gö­rüldüğü bize anlatıldı." Vâhıdi'nin Tefsîr'inde, İbn Abbas, Mücâhid, Katâde ve tefsir âlimlerinin çoğunluğunun "Mescid-i Dırâr'ı yapanların" (Tevbe 9/107) oniki kişi olduğunu söyledikleri kaydedilir.[403] İbn îshak[404] ve onu izle­yerek Süheylî, Umeyrî ve başkaları bunların adlarını verirler. Şerhu*l-Me-vâhib'e[405]  ve daha önce " h ad" lerle ilgili olarak verilen bilgilere bakı­nız.[406]

İbn Huveyzmendâd'ın Ahkâmu'l-Kur'ân*ında[407] Mescid-i Dırâr âye-tiyle ilgili olarak şu bilgi verilir: Âyet, mescidler ve binalarına zarar verme yasağını tazammun etmektedir. Bizim mezhep imamlarımız da bunun gibi, ilk mescid mensuplarına zarar verilmemesi için, bir mescidin diğer bir mes­cidin yanma yapılmasının caiz olmadığını, yıkılması ve yapımının engellen­mesi gerektiğini söylemişlerdir. Ancak mahalle büyük olur ve halkına bir mescid yetmiyorsa ikincisi yapılabilir. Âlimlerimiz, bir şehirde iki cami (Cu­ma camii) yapılmayacağını, ikincinin yapımının önlenmesi gerektiğini ve bu ikincide cuma namazı kılanın namazının geçersiz olacağını da söylemişler­dir.

Kadı Ebü'l-Velîd İbn Rüşd'ün el-Beyân ve*t-tahsîl adlı eserinde şu bilgi verilir: İmam Mâlik'e, bir topluluğun bir mescidi olduğu ve bir kimse­nin onun yanında bir mescid daha yapmak istediği, bunun caiz olup olmadı­ğı soruldu. O şöyle dedi: "Zarar vermede, özellikle mescidler konusunda za­rar vermede hayır yoktur. Hayır ve salah için yapılan mescid için bir mahzur sözkonusu değildir, zarar vermek için yapılanda ise hayır yoktur. Allah Teâlâ "zarar vermek için bir mescid yapanlar..." (Tevbe 9/107) buyurmuş­tur. Herhangi bir şeyde zarar vermede hayır yoktur. Burada kastedilen, iki mescidden sonuncu yapılandır." İbn Rüşd şöyle der: Bu husus İmam Mâ-lik'in dediği gibi olup kim bir mescidin mensuplarına zarar vermek, onların cemaatlerini parçalamak için yanında bir başka mescid yaparsa bu, en bü­yük zararlardandır. Çünkü dinle ilgili bir hususta zarar vermek, nefis ve malla ilgili konuda zarar vermekten daha çetindir. Hele bu zarar dinin dire­ği olan namaz için yapılan mescide olursa. Allah Teâlâ bu konuda indirdiği sözünü indirmiştir: "(Savaştan geri kalanlar arasında) zarar vermek, (Hak­kı) tanımamak ve mü'minlerin arasını açmak ve önceden Allah ve Resulü'yle savaşmış olan (adamın gelmesinH gözetmekiçin bir mescidyapanlar da var, 'İyilikten başka bir niyetimiz yoktu' diye de yemin edecekler. Halbuki Allah onların yalan söylediklerine şahitlik eder. Orada asla namaza durma. Ta ilkgünden takva üzere kurulan mescid, elbette içinde namaza durmana da­ha uygundur. Onda temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever Yapısını, Allah 'tan korku ve rıza üzerine kuran mı hayırlıdır, yapısını bir yarın kenarına kurup onunla birlikte cehennem ateşine yuvar lanan mı? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez Yaptıkları bina, yüreklerinde bir kuşku olup kalacaktır, ta kalpleri parçalanıncaya dek Al­lah bilendir, hikmet sahibidir" (Tevbe 9/107-110) imam Mâlık'ın "burada kastedilen, ıkı mescıdden sonuncu yapılandır" sozu gerçektir Çunku dikka­te alınması gereken odur Eğer onu yapanın, zarar vermek ve cemaatı dağıt­mak için yapmış olduğu ve herhangi bir iyiliği gözetmediği anlaşılırsa, yakı­lıp yıkılması ve Re sulullah'ın f sav) Mescıd-ı Dırâr'ayaptığı gibi çöplerin atıl­masına terkedılmesı vacip olur Eğer bırakılmasının ilk mescıd halkına za­rar vereceği sabit olur da yapanın da bu niyeti taşıyıp taşımadığı sabit ol­mazsa ve ilahî rıza için yaptığını iddia ederse mescıd yıkılmayıp muattal halde bırakılır ve orada namaz kılınmaz Ancak o yerin halkının çoğalması veya ilk mescidin yıkılması sebebiyle ona ihtiyaç duyulursa namaz kılınır [408]

Derim Kettânî fakirlerin (dervişlerin) birliğim bozmak için zararlı bir kimsenin Şâvıye'de Mızâb kabilesinde yaptırdığı zaviyenin yakılmasını em­retmem hususunda bu hükümlere dayandım Bunun üzerine o da yakıldı Allah bizi salıh amel işlemeye muvaffak kılsın.[409]

 

Bîr Kimsenin Bina Yapımıyla İlgili Bir Hususu İyi Yapması Ve Bunu Yapma Görevinin Ona Verilmesi

 

Ebubekr Ibn Fethûn Zeylü'l-lstîâb adlı eserinde şöyle der Kays b Talk el-Hanefî elçi olarak Hz Peygamber'e (sav) geldi Hz Peygamber mes­cidim yapıyordu, o da kendisiyle birlikte buna katıldı Hz Peygamber çamur ışını ona verdi, çunku bunu ıyı yaptığını görmüştü

Derim el-lsâbe'de müellif, Talk b Alı es-Suhaymî'nın[410] biyografisini vererek şöyle der Onun Sunen'lerdekı hadislerinden biri şöyledir O ashap­la birlikte mescidin yapımında bulundu Hz Peygamber "ona çamuru yak­laştırın, çunku o onu en ıyı bilendir" buyurdu.[411] Ibn Sa'd da Tabakât'ta onun biyografisini böyle vermiş olup Talk'tan yaptığı rivayet şöyledir Hz Peygamber'e (sav) geldim, mescidini yapıyor ve muslımıanlar da onunla bir­likte mescidin yapımında çalışıyorlardı Ben çamur yapma ve karıştırmada ustaydım, küreği alıp çamuru karıştırmaya koyuldum Resulullah (sav) de bana bakıyordu, şöyle buyurdu "Şu Hanîflı çamur ustasıdır "[412]

Huzâı'nın Ibn Fethûn'a ısnad ettiği hadisi ise Ibn Hıbban Sahîh'ınde Talk b. Ali el-Hanefî'den rivayetle tahric eder: Resulullah (sav) ile birlikte mescidi yaptım; küreği alıp çamur karıştırmaya koyuldum, çok hoşuna git­miş olmalı ki "Hanifli ile çamuru başbaşa bırakın, o çamur hususunda sizin en beceriklinizdir" buyurdu.[413]

İbn Rüşd'ün el-Beyân ve't-tahsîl adlı eserinde İmam Mâlik'ten şu ri­vayet nakledilir: Resulullah (sav) bir mezarın yanında durdu, kerpiçte bir bozukluk görmüş olmalı ki düzeltilmesini emrederek "Allah, kul bir iş ya­pınca onu iyi ve sağlam yapmasından hoşnut olur" buyurdu.[414]

 

Yapı Ustalarının Biyografileri İle İlgili Tamamlayıcı Bilgiler:

 

I.

Şeyh Ebû Muhammed Abdülkâdir el-Fâsî'nin, Sahîh-i Buhâri ta'li-kinde râvinin "Hz. Peygamber-(sav), kızartılmış körpe kuzu kebabı yeme­di"[415] sözü ile ilgili olarak kaydedilen sözünü zikredelim: Resulullah (sav) bunu ve benzeri şeyleri, mevcut olduğu halde yememezlik etmezdi. Bulabil­diğini yerdi, eğer kendisine körpe kuzu kebabı ve başkası sunulsaydı yerdi. Râvi'nin "sükkürece den" sözü yüksekçe kap, "hivân" da yemek masası de­mek olup aynı durum sözkonusudur.[416] Resulullah'ın (sav) yapıları ve evleri­nin Özelliği için de aynı durum sözkonusudur.

 

II.

Avâli'de Hz. Mâriye'nin evinin planı. Hafız İbnü'l-Ebbâr, İbn Beşku-vâl'in Sıla'sına yaptığı Tekmile'de, İbnü'l-Medînî diye bilinen Muhammed b. Hazm b. Bekr et-Tenûhî et-Telemnekî'nin biyografisini vererek şöyle der: Eskiden Muhammed b. Meserre el-Cebelî (ö. 319/931) ile arkadaşlık yaptı, onunla birlikte hac yolculuğunda bu'undu ve hac dönüşünden sonra da onunla arkadaşlığını sürdürdü. O, İbn Meserre ile ilgili olarak şunları anla­tır: İbn Meserre Medine'de kaldığı sırada Hz. Peygamber'le (sav) ilgisi bulu­nan eserleri araştırıyordu. Medine halkından biri ona Hz. Peygamber'in ca­riyesi ve oğlu İbrahim'in annesi Hz. Mâriye'nin evini gösterdi, o da oraya git­ti. Medine'nin doğusunda bahçeler arasında küçük zarif bir evdi. Eni boyu aynı idi, ortasından bir duvar ile bölünmüştü. Duvarının üzeri kalın odunla döşenmişti ve bu döşemeye zarif bir merdivenle çıkılıyordu. Bunun da yuka­rı tarafında iki oda ve bir sofa bulunmaktaydı. Resulullah (sav) yazın bu so­fada otururdu. İbnü'l-Medînî şöyle der: Ebû Abdullah'ın iki odada ve sofada, bu evin her tarafında namaz kıldığını ve odalardan birini karışla ölçtüğünü gördüm. Ben bu hususu, dönüşümden sonra o Cebel'de ikamet ederken anla­dım. O şöyle dedi: Bu beni gördüğün evi, fazlalık ve noksanlığı olmaksızın uzunluk ve genişlikte o evin durumuna göre inşa ettim.[417] Bu bilgi, 630 (1233) küsur yıllarında istinsah edilmiş ve Paris neşrinin birinci cildinin baskısının yapıldığı Tekmile nüshasından kopye ettiğim nüshamdan alın­mıştır.

 

III.

Burada da Hz. Peygamber'in (sav) malî durumunun genişliğini, hiçbir cömert hükümdarın yapamayacağı ölçüde yaptığı cömertlik ve isteyene ve­rişini zikredeceğim. Hafız es-Sehâvî, Kadı Iyâz'ın eş-Şifâ'sından şu bilgiyi nakleder: Hz. Peygambere (sav) yeryüzünün hazineleri, ülkelerin anahtar­ları verildi, kendisinden önce hiçbir peygambere helal olmayan ganimetler ona helal kılındı. Daha hayatta iken Hicaz, Yemen, bütün Arap yarımadası ve Şam ve Irak'tan buna komşu memleketlerin fethine nail oldu. Bu memle­ketlerin, hükümdarlara ancak bir kısmı vergi olarak toplanabilmiş humus, cizye ve zekâtları ona getirildi. Bazı ülke hükümdarları ona hediyeler verdi­ler, bunlardan hiçbir şeyi kendisine ayırmadı ve bir dirhemini tutmadı. Bu mallan yerlerine harcadı, onunla başkalarını zenginleştirdi ve müslümanları güçlendirdi. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Uhud dağı kadar altınım olsa, bir borç için saklayacağım bir dinar dışında ondan bir dinarın gece ya­nımda kalmasından hoşnutluk duymam."[418] Hz. Peygamber (sav), Allah'ın kendisine s a v â f î olarak ve diğer ganimetlerden lutfettiklerinden kendisi ve ailesinin yıllık yiyeceğini ayırır, kalanı da Allah yolunda silah ve hay­van alımına harcardı. Hz. Peygamber'in (sav), ashabından dört kişiye, Al­lah'ın ganimet olarak kendisine verdiği bin deveyi paylaştırdığı, umresi sı­rasında kurbanlık olarak yüz deve gönderip kestiği ve fakirlere yedirdiği, bir bedeviye bir koyun sürüsü verdiği ve bunlardan birçok kişiye, Allah'ın ken­disine fetihle ihsan ettiği Hayber'den ve tamamen kendisine ait olan Fedek, Beni Kureyza ve Beni Nadîr topraklarından verdiği bilinmektedir. Hz. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Talha b. Ubeydullah, Zübeyr, Abdurrahman b. Avf ve Sa'd b. Ubâde gibi mal sahibi bir grup da canları ve mallarıyla onun yanın­da idiler. Hz. Peygamber (sav) sadaka verilmesini emretti; Hz. Ebubekir bü­tün malını, Hz. Ömer de yansını getirdi. Ceyşü'1-usre' nin dona­tılması için teşvikte bulundu, Hz. Osman bin deve ile orduyu donattı ve on-bin dirhem getirerek Hz. Peygamber'in önüne koydu.

Ebu'ş-Şeyh ve îbn Sa'd, Ali b. Zeyd yoluyla, onun İshak b. Abdullah b. Haris b. Nevfel'den naklettiği şu rivayeti tahric ederler: Resulullah (sav) 27 deveye bir elbise satın alarak giydi. İbn Sa'd'ın rivayetinde "deve" yerine " û k i y y e " ifadesi geçer.[419] Bu rivayetin senedindeki raviler sika olup ancak Ali ve İshakla ilgili söz söylenmiştir. İbn Sa'd'ın Tabakalında (2. kı­sım, c. I, s. 155) İbn Şîrîn yoluyla şu rivayet nakledilir: Hz. Peygamber bir el­biseyi (râvi hülle veya sevb dedi) 29 deveye satın aldı.[420] îbn Sa'd'ınTaba-kât'ında Üsâme b. Zeyd'in biyografisinde şu bilgi verilir: O sırada müşrik olan Hakîm b. Hizam 50 dinara satın aldığı Zîyezen'e ait elbiseyi Resulullah'a hediye etti. Resulullah "biz müşrikten hediye kabul etmeyiz, fakat eğer onu gonderirsen ücretiyle alırız. Onu kaça aldın ?" buyurdu. O "elli dinara" dedi. Resulullah (sav) elbiseyi aldı, sonra giydi ve cuma için minbere çıkıp oturdu. Sonra indi ve elbiseyi Üsâme b. Zeyd'e giydirdi.[421]

Arif en-Nâblusi Şerhu'.t-Tarîkati'1-Muhammediyye'sinde babası Şeyh İsmail en-Nâblusî'nin Şerhu'd-Dürer'inden naklen şu bilgiyi kayde­der: "Hz. Peygamber (sav) bir gün üzerinde bin dirhem değerinde bir elbise ile dışarı çıktı. Hz, Peygamber bazan namaz kılmaya kalkardı ve üzerinde dört bin dirhem değerinde bir elbise olurdu" (II, 364). Hadimi de kendi şer­hinde bu bilginin aynısını hanefî fıkıh kitaplarından et-Tâtârhâniyye'den naklen verir (III, 36).

ibn Mende ve Müstağfiri şu tahricde bulunurlar: Abdülaziz b. Seyf b. Zîyezen el-Himyerî, Resulullah'a (sav) hediyeler getirerek ona elbiseler ver-di. Hz. Peygamber bu elbiselerden birini Hz. Ömer'e verdi. Bu elbiseye yirmi deve değeri biçildi. Abdülaziz'in el-İsâbe'deki biyografisine bakınız.[422] el-İsâbe'üe Hâni b. Habîb ed-Dârî'nin biyografisinde Ruşâti'den[423] naklen şu bilgi verilir: Hâni, Dârîlerin elçilik heyetinde Temîm ed-Dârî ile birlikte gel­di ve Resulullah'a (sav) altınla süslü bir kaftan hediye etti. Resulullah onu Hz. Abbas'a verdi, o da bir yahudiye sekiz bin fdirheml'e sattı.[424] İrşâdü's-sârî'de "Ebubekir'in menâkıbı bâbı"nda ibn Abbas'ın Hz. Âişe'den şu riva­yeti yer almaktadır: Hz. Ebubekir, Resulullah'a (sav) kırk bin dirhem infak-ta bulundu.[425]

Hz. Peygamber (sav) fakirlikten korkmayan insanın bağışıyla bağışta bulunuyordu. Birçok kişiye yüz deve verdi. Bunların sayısı çok olup Ebû Süfyân, oğlu Muâviye ve Haris b. Hişâm bunlardandır Burhanüddin el-Halebî bu kimseleri sayarak müellefe-i kulûb'dan altmış kişi olduklarını söylemiştir. Şeyh Kasım b. Kutluboğa da Tahrîcu ahâdîsi'ş-Şİfâ'da böyle kaydeder. Safvân b. Umeyye'ye de önce yuz, sonra yuz, sonra yine yuz deve verdi.[426]

İbn Fârıs Esmâü'n-Nebî adlı kitabında şu bilgiyi zikreder: Hayber[427] günü bir kadın gelerek Hz. Peygamberin (sav) Hevâzin kabilesinde sut em­diği günlerini hatırlatan bir şiir okudu. Resulullah (sav) onlardan aldıkları­nı geri verdi ve kendilerine birçok ihsanda bulundu. O gun onlara verdikleri­nin değeri beşyûz milyon (dirhem) olarak takdir edilmiştir.[428] İbn Dıhye şöy­le der: Bu, dünyada eşi duyulmamış cömertliğin son sınırıdır, eş-Şifâ ve Şihâbuddin el-Hafâcî'ye ait şerhinde şöyle denir: Hz. Peygamber (sav) Hevâzin kabilesine esirlerini iade etti, kadın ve çocuk altı bin kişiydiler. On­larla savaşırken ganimet olarak elde ettiği mallar bunun dışında olup bu mallar da şunlardır; 24 bin deve, 40 binden fazla koyun, 4 bin û k i y y e gümüş (bir ûkiyye 40 dirhemdir). İbn Fâris, Hz. Peygamber'ın Hevâzin'e ba­ğışladığı malların 500 milyon olarak takdir edildiğini söylemiştir. 600 mil­yon olduğu da söylenmiştir.[429] İbn Hacer el-Mekkî el-Minehufl-Mekkiy-ye'de şöyle der: Kadın ve çocuklardan oluşan esirlerin sayısı altı bin idi. De­velerin sayısı 24 bin, koyunlar 40 binden fazla idi. Dört bin ûkiyye de gumuş-tu.

el-Makâlâtü's-seniyye'de şu şiir yer alır:

Hevâzin'den çok sayıda esiri geri verdi

izzetle cömertliğine cömertlik kattığında

Bakıyorlar, kulak ver onlara ki diyor sözcüleri1

Bize lütfet ey Allah'ın Resulü cömertlikle

Biz iyiliklere şükrederiz, nankörlük yapılsa da

Bizde şükür var hiç azalmadan artan

Ey kendisiyle cins küheylanların coştuğu en hayırlı insan

Savaşta tandırın alevler püskürttüğü sırada

Biz senden bir af diliyoruz giydireceğin

Şu insanlara ki ey aç insana konak sahibi olan

Affet, Allah da affeder senin bağışladığım

Kıyamet günü insan pişmanlık duyduğunda

Lütfet o kadınlara ki süt emdin kendilerinden

Çocukken, süsler seni en yüce ahlâk

Kaç kişi var onun ihsan ve bağışta bulunduğu

Onun ihsan ve lutfuna uğrayan

Beşyüz milyondur onun atıyyesi

O gun onlara, en geniş

Cömertliğin son sınırı, bu dünyada olacak

Ki bulunamaz bu cömertlikte, cömertlikle özdeşleşenden başkası

Atıyyeler verir ki veremez onu Kayser ile

Kisra, korkmadan hem azalmasından

Veriyor genç kızlar, güzel kadınlar ve at sürüleri

Keskin kılıçlar ve binlerce deve

Sahîh-i Buhar i'de Enes'ten fra) şu hadis rivayet edilir: "Bahreyn'den (Basra ve Uman arasında bir memleket) Resulullah'a (sav) mal gönderildi. Resulullah ıonu mescide dökün' buyurdu. Bu Hz. Peygamber'e gönderilmiş en çok maldı (yani dirhem olarak veya dış ülkelerden. Bu da onun Hayber'de bundan daha çok mal ganimet aldığı ve paylaştırdığı hususu ile çelişmez). Resulullah (sav) namaza çıktığında ona dönüp bakmadı. Namazı bitirdikten sonra gelip onun yanında oturdu. Kimi gördüyse ondan kendisine verdi. Derken Abbas çıkıp geldi ve (^y Allah'ın Resulü, bana da ver. Ben hem ken­dim hem Akıl için fidye vermiştim' dedi. Resulullah (sav) 'al' buyurdu. Abbas da avuç avuç elbisesine boşalttı. Sonra kaldırmaya çalıştı, kaldıramadı. Bu­nun üzerine 'ey Allah'ın Resulü, birine emret de (sırtıma) kaldırsın* dedi. Re­sulullah 'hayır, olmaz' buyurdu. O 'öyleyse sen üstüme kaldır' dedi. Resulul­lah yine 'olmaz' dedi. Bunun üzerine birazını döktükten sonra yine kaldır­maya çalıştı, kaldıramadı. 'Ey Allah'ın Resulü, birine emret de (sırtıma) kal­dırsın' dedi. Resulullah 'olmaz' dedi. O 'öyleyse sen üstüme kaldır' dedi. Yine 'olmaz' buyurunca, Abbas birazını da döküp sonra sırtına yüklenerek gitti. (İbn Kesîr şöyle der: Abbas güçlü, uzun boylu ve asil bir kimseydi. Yaklaşık 40 bin dirhem yüklenmişti). Hz. Peygamber (sav) onun hırsına olan hayre­tinden dolayı, o gözünden kaybolup gidinceye dek hep arkasından bakıp dur­du ve o maldan bir dirhem kalıncaya kadar oradan kalkmadı."[430] İbn Ebî Şeybe'nin rivayetinde şöyle denir: Bu mal yüzbin dirhem olup Alâ b. Hadra-mi Resulullah'a (sav) Bahreyn haracından göndermişti. Bu, Allah Resulü'ne gönderilen ilk maldı.[431]

Resulullah (sav) malı bazan fakir veya muhtaçlara dağıtır, bazan Allah yolunda harcar, bazan da İslâm'a gönül ısındırmak için verirdi. Öyle ihsan­da bulunurdu ki Kisra ve Kayser gibi hükümdarlar o kadarını vermekten aciz kalırlardı. Kendisi ise fakirler gibi yaşardı. Bazan da açlıktan dolayı karnına taş bağlardı. Genişlik ve darlık durumları ile bu konuda daha önce ve sonra anılanlar arasında bir çelişki sözkonusu değildir. el-Feth*te geçtiği üzere Taberi şöyle der: Bu husus, darlık ve bir özürden dolayı olmayıp bazan olur bazan olmazdı. Şuabü*l-imân'da geçtiği üzere Halimi şöyle der: Hz. Peygamber'i (sav) insanlarda bulunan düşük (aşağılık) vasıflarla niteleme­mek de onu tazimin cümlesindendir. Binaenaleyh "o fakirdi" denilemez.[432] Bazı âlimler, Resulullah'ın (sav) zâhid olduğunu söylemeyi de hoş karşılamamışlardır. Kadı Iyâz eş-Şifâ'd a ve ondan naklen de Takiyyuddin es-Sübkî şunu zikrederler: Endülüs fukahası, Hz. Peygamber'i "yetim" diye ad­landırması ve zühdünün isteyerek olmadığını, eğer güzel yemekleri bulabil­seydi yiyeceğini ileri sürmesinden dolayı Salih et-Tuleytulî'nin asılıp öldü­rülmesine fetva verdiler.[433]

Şeyh Bedrüddin ez-Zerkeşî Şeyh Takiyüddin es-Sübkî'den, oğlu da et-Tevşih'te yine kendisinden şu bilgiyi naklederler: Hz. Peygamber (sav) asla mal bakımından fakir değildi ve durumu da fakirin durumu değildi. Aksine insanların en zengini olup ancak kendisi ve ailesinin dünya geçimi konusun­da kifayet miktarıyla yetinmiştir. Sübki, Hz. Peygamber'in (sav) "Allahım, beni miskin olarak yaşat"[434] sözü ile ilgili olarak da şöyle der: Bundan mak­sat kalp sükunetini istemektir, yoksa kendisine yetecek kadar birşey bula­maması manasına miskinlik (meskenet) değil. Sübkî, bunun aksini ileri sü­renlere karşı da son derece şiddetle karşı çıkardı. Kastallâni bunu el-Mevâ-hib'de naklettiğinde, Zurkâni şerhinde şöyle der: Bu güzel ve nefis bir ifade­dir. "Fakirlik iftiharımdır, onunla övünürüm" şeklindeki yaygın söze gelin­ce, Hafız tbn Teymiyye, Irâki ve İbn Hacer bunun bâtıl ve uydurma bir söz ol­duğunu söylemişlerdir.[435] Çağdaş müelliflerden biri şöyle der: Bu sözün ger­çekten söylenmiş olduğunun farzedilmesi halinde manası şöyle olur: "Yani İslâm'ın doğuşu ve gelişmesi sırasında fakirlikle övünme ve onu zenginliğe tercih. Çünkü Hicret-i Nebeviyye'nin ardından servet oluşturma ve artır­manın imkanı yoktu. Bir gaye uğrunda, din, devlet ve vatan yolunda fakirli­ğin şeref duymayı ve övünmeyi gerektiren yüce bir meziyet olduğunda şüphe yoktur. Hayat ve geçim zorluğu (devlet, toplum) kurucuların iftihar vesilesi­dir."

Daha sonra fetihler genişleyince, özellikle Hz. Ömer zamanı başta ol­mak üzere Hulefa-yı Râşidîn'in beytülmal gelirleri çoğaldı. Öyle ki Ebû Hu-reyre Bahreyn'den dönüşü sırasında 500 bin dirhem getirdiğini kendisine haber verdiğinde Hz. Ömer dehşete kapılmıştı.[436] Sonraları bey tül-m a 1 gelirleri dahada çoğaldı ve îbn Sa'd'ın Tabakât'ında(IÎI,218) geçtiği üzere Hz. Ömer her yıl Allah yolunda cihâd için 40 bin deve yükleyip sev-kediyordu.[437] Alet ve edevatı, hizmetlileri ile 40 bin deve, şüphe yok ki büyük bir şey, geniş bir varlık ve büyük bir zenginliktir. Yine İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (III, 227) Hz. Ömer'in sofrası için her gün yirmi deve kestir­mekte olduğu zikredilir.[438] Bu, büyük bir rızk genişliği ve geniş bir sofra olup bugün yeryüzündeki hükümdarların en büyüğünün sofrasında bu kadar et yenmesi mümkün değildir. Allah yegâne hükümran, kendi zatıyla kâim, yardım edici ve zafere ulaştırıcıdır. Allah insanlara bir rahmet kapısı açar­sa, onu hiç kimse engelleyemez.

Hz. Peygamber (sav) zamanında mevcut diğer sanatlarla (meslekler) il­gili sözü tamamlamağa dönüyor ve diyoruz.[439]

 

Boyacı

 

İbn Mâce'nin Sünen'inde "Kitâbu't-Ticârât" bâblarından "Sanatlar (zanaat) bâbı"nda şu rivayet nakledilir: Bize Amr b. Râfi anlattı, ona Ömer b. Harun, Hemmâm'dan, o Ferkad es-Sebâhî'den, o Yezîd b. Abdullah b. eş-Şihayr'dan, o Ebû Hureyre'den şöyle dediğini haber verdi: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "İnsanların en yalancıları boyacılar ile kuyumculardır."[440] en-Nihâye' de müellif şöyle der: Onlar elbise boyacıları ve mücevher yapıcı­larıdırlar. Çünkü onlar belirlenen süreleri uzatıp dururlar. Resulullah'ın (sav) bununla, sözü allayıp pullayıp değiştirenleri kastettiği de söylenmiş­tir.[441]

 

Pazara Mal Getiren

 

îbn Mâce'nin Sünen'inde "Karaborsacılık ve pazara mal getirme bâ-bı"nda şu rivayet nakledilir: Nasr b. Ali el-Cehdamî bize anlattı, ona Ebû Ahmed, ona İsrail, Ali b. Salim b. Sevbân'dan, o Ali b. Yezîd b. Ced'ân'dan, o Said b. Müseyyeb'den, o da Ömer b. Hattâb'dan şu rivayeti haber verdi: Re­sulullah (sav) şöyle buyurdu: "Pazara mal getiren rızıklandırılmış, kara­borsacı ise lanetlenmiştir."[442] İbn Kayyim el-Cevziyye'nin et-Turuku'l-hükmiyye adlı eserinde şu bilgi verilir: Hz. Peygamber (sav) zamanında Medine'ye buğday getirenleri kimse karşılamaz, halk onu bizzat getirenler­den satın alırdı. Bu sebepledir ki hadiste "pazara mal getiren rızıklandırıl­mış, karaborsacı ise lanetlenmiştir" buyurulmuştur.[443]

 

Ashaptan Akdeniz'de Ticaret Yapanlar

 

Buhâri "Kitâbü'l-Buyû" da "denizde ticaret babı" başlığını vererek şöy­le der: Matar "bunda bir mahzur yoktur, Allah onu Kur'ân'da ancak gerçek olarak zikretmiştir" dedi ve sonra şu âyeti okudu:"... Görüyorsunuz kigemi-ler denizi yara yara akıp gitmektedir. (Bütün bunlar) Allah'ın lütfunu ara­manız ve ona şükretmeniz içindir"  (Nahl 16/14). Âyette geçen "fülk" ten maksat "süfün" dur (büyük gemi). Mücahid şöyle der: Gemiler (denizi yara­rak) rüzgârla ses çıkarır, sesi de ancak büyük gemiler çıkarabilir.[444]

İbnü'l-Cevzî Telbîsu İbliste, Said b. Müseyyeb'den şu tahricde bulu­nur: Resulullah'ın (sav) ashabı Akdeniz'de (Bahru'ş-Şâm) ticaret yapıyor­lardı. Talha b. Ubeydullah ile Said b. Zeyd bunlardandı.[445] Bu bilginin benze­rini İbn Kayyim BedâiuM-fevâid' de (IV, 74)İmamAhmedb. Hanbel'in riva­yeti olarak zikretmiştir. Bu konuda deniz gemileriyle ilgili olarak verilen bil­gilere bakınız.[446]

 

Taraklayıcı (Debbâğ)

 

İbn Düreyd el-Vişâh adlı kitabında sanatlar (zanaatlar)la ilgili bâbda " d e b b â ğ olanlara dair bâb" başlığı altında Haris b. Subayre'yi zikreder ve onunla oğlunun Mekke'nin fethi gününde müslüman olduklarını söyler.[447]

 

Hurma Yaprağından Eşya Yapan

 

Selmân el-Fârisî bu işle uğraşıyordu. Hatta Medâin'de e m î r iken, maaşına rağmen bununla geçinir ve "elimin emeğiyle yaşamayı severim" derdi. Bu bilgiyi el-İstîâb müellifi zikreder.[448]

el-İsâbe'deki biyografisinde de şu bilgi verilir: Selmân'a maaşı (atâ) verilince onu sadaka olarak dağıtır, hurma yaprağı dokuyarak (çeşitli eşya­lar yaparak) elinin emeğinden yerdi.[449]

 

Usta Yüzücü

 

el-tsâbe'de müellif, Ümmü Seleme'nin fra) azatlısı Ahmer'in[450] biyog­rafisini vererek, şöyle der: İbn Mende, İmrân en-Nahlî yoluyla Ümmü Sele­me'nin azatlısı Ahmer'den şu rivayeti nakleder: Gazaya çıkmıştık, bir vadi veya nehirden insanları karşıya ben geçiriverdim. Hz. Peygamber (sav) ba­na "sen bugün bir gemiden başkası değilsin" (bugün yaptığın bir geminin yaptığından başka birşey değildir) buyurdu. Bu hadisi Mâlîni el-Mü'te-lefte Nahli'nin biyografisinde tahric eder.[451]

Şam'a yerleşen İmam Hafız Ebû Mehdi İsa b. Süleyman er-Ruaynî el-Endelüs! eî-Mâhkî, el-Câmi limâ fi'I-musannefâti'l-cevâmi min esmâi's-sahâbeti'l-a'lâm ûli'1-fadl ve'1-ikdâm adlı eserinde, Hz. Pey-gamber'in (sav) azatlısı Sefine'ye ulaşan senediyle şu rivayette bulunur: Ben bir gazada Resulullah (sav) ile birlikteydim. Bir vadi veya nehire uğra­dık, insanları karşıya ben geçiriverdim. Nebi (sav) bana "Sen bugün bir ge­miden başkası değilsin" buyurdu.[452]

Yine el-t s âb e* de müellif, Sa'd b. Ubâde el-Ensârf nin biyografisini ve­rerek İbn Sa'd'dan şu bilgiyi nakleder: O Cahiliyye devrinde Arapça yazar, iyi yüzme ve ok atmayı bilirdi. Bu yüzden ona "kâmil" denilmekteydi.[453] Yine el-tsâbe'de Abdullah b. Zübeyr'in biyografisi verilerek şu bilgi zikredilir: Ka'be'ye bir sel geldi, Abdullah b. Zübeyr yüzerek tavafta bulundu.[454]

Faydalı bir bilgi: İbn Abbas'ın Sîret*te nakledilen bir hadisinde şöyle denir: Hz. Peygamber (sav) Medine'de "Benî Adî b. Neccâr'ın kuyusunda iyi yüzdüm" buyurdu. Zurkâni Şerhu'l-Mevâhib'de şöyle der: Suyûti bunu, kendi çağdaşlarından "anlaşılan Hz. Peygamber (sav) yüzmemiştir, çünkü onun denizde yolculuk yaptığına dair bir bilgi bulunmadığı gibi Hare­meyn'de deniz de yoktur" diyen birini red hususunda delil olarak ileri sür­müştür. Suyûti şöyle der: Ebü'l-Kâsım el-Beğavî, İbn Asâkir mürsel olarak ve İbn Şahin de mevsûl olarak İbn Abbas'tan şu rivayette bulunurlar: Resu­lullah (sav) yüzdü ve "herkes arkadaşına doğru yüzsün" buyurdu. Kendisi de Ebubekir'e doğru yüzdü, ta ki varıp onu kucakladı ve "ben ve arkadaşım, ben ve arkadaşım" dedi. Tücîbi'nin er-Rısâletü'I*ilmiyye*si ile birlikte basılan es-Sîretti'1-Halebiyye'ye (1,192) bakınız.[455]

îbn Mende, İsmail b. Ayyaş yoluyla Selman b. Amr el-Ensâri'den, onun Bekr b. Abdullah b. Rebî el-Ensâri'den yaptığı şu rivayeti tahric eder: "Re-sulullah (sav) şöyle buyurdu: Çocuklarınıza yüzme ve ok atmayı öğretin."[456] Hafız İbn Hacer el-tsâbe'de (1,180) Bekr b. Abdullah'ın biyografisinde şöyle der: İsmail, kendi memleketlileri dışındakiler tarafından zayıf sayıl­mıştır. Bu hadis de ondan nakledilmiş olup hocası da bilinmemektedir.[457] Anılan hadis el-Câmiu's-sağîr'de şu lafızla geçmektedir: "Çocuklarınıza yüzme ve ok atmayı öğretin. Kadın için de evinde yün eğirmesi ne güzel oyun­dur (uğraş, oyalanma). Annen ile baban seni çağırdıklarında (önce) annene cevap ver." Suyûti bu hadisi İbn Mende'ninel-Ma'rife'de, Ebû Musa'nın ez-ZeyFde ve Deylemî'nin de Mtisnedü'l-fîrdevs'te Bekr b. Abdullah b. Rebî el-Ensârî'den rivayet ettiklerini belirtir. Miınâvi et-Teysîr'de şöyle der: Ha­disin isnadı zayıftır, fakat şâhidleri vardır.[458] Suyûti hadisi el-Câmiu's-sağîr'de şu lafızla da verir: "Çocuklarınızayüzmeyi ve ok atmayı, kadına da yün eğirmeyi öğretin." Suyûti bunu da İbn Ömer'in rivayeti olarak Beyha-ki'ye isnad eder. Miınâvi et-Teysîr*de "sibâha" kelimesi ile ilgili olarak şöy­le der: Kelime "kesre" ile okunmakta olup yüzme anlamındadır. Öğretilme­sinin emredilmesi, helâktan kurtardığı içindir.[459] Feyzul-Kadîr'de şu ila­vede bulunur: Ebû Hâşim es-Sûffye "ne ile meşguldün?" diye soruldu, o şöy­le cevap verdi: "Unutulmayan ve hiçbir canlının müstağni olamayacağı şeyi öğretmekle!" Bunun ne olduğunu sordular, "yüzme" karşılığını verdi. Abdül-melik, Şa'bi'ye şöyle dedi: "Oğluma yüzmeyi öğret; onlar kendi yerlerine yazı yazacak kimseyi bulurlar, fakat kendi yerlerine yüzecek kimseyi bulamaz­lar."[460]

Nesâi, Bezzâr, Beğavi, Bârûdi, Taberâni, Fadlu*r-ramy adlı kitabında Ebû Yakup İshakb. İbrahim el-Karrâb, Ebû Nuaym, Beyhaki ve Diyâ, Atâ b. Ebî Rebâh'tan şu rivayeti tahric ederler; Câbir b. Abdullah ile Câbir b. Umeyr el-Ensârî'yi ok atışırken gördüm. Biri usanıp oturdu, diğeri ona şöyle dedi: Resulullah'ı (sav) şöyle derken duydum: "Allah'ın zikri (anılması, rı­zasını gözeten davranış) kabilinden olmayan herşey eğlence veya lüzumsuz olup şu dört husus bundan istisnadır; Kişinin iki nişan (hedef) arasındayü-rümesi (atıcılık), atını eğitmesi, eşiyle oynaması ve yüzme öğretimi."[461]

Karrâb, Mekhûl yoluyla şu rivayeti tahric eder: Ömer b. Hattâb, Şamlı­lara "çocuklarınıza yüzme ve biniciIiğLöğretin" diye yazdı.[462] Karrâb, Sel-man et-Teymî*den şu tahricde bulunur: Hesulullah (sav), kişinin yüzücü ve ok atıcı olmasından hoşnutluk duyardı.[463] ed-Dürrti'l-mensur' da "Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın" (Enfâl 8/60) âyetiyle ilgili olarak yapılan açıklamalara bakınız.[464] Hafız Suyûti'nin el-Bâha fî fadli's-sibâha[465] adlı bir risalesi vardır. O el-İklîl adlı eserinde Yusuf (as) kıssasın-daki "Dediler: Ey babamız, biz gittik, yarışıyorduk" (Yusuf 12/17) âyetiyle il­gili olarak şöyle der; Bu âyette yarışmanın meşruluğu, tıbbî açıdan insanın ve hayvanların beden eğitimi ve verimli şekilde uzuvların egzersizinin lüzu­muna delil vardır.[466]

 

Su Satışı

 

el-tsâbe'de müellif, Rûme kuyusunun sahibi Rûme el-Gıfârf nin biyog­rafisini verir ve Abdullah b. Ömer b. Ebân'm[467] şu rivayette bulunduğunu zikreder: Muhacirler Medine'ye geldiklerinde sudan hoşlanmadılar. Benî Gıfar kabilesinden bir adamın Rûme denilen bir su kaynağı vardı, ondan bir kırba suyu bir müdde satıyordu. Hz. Peygamber (sav) ona, "onu bize cennet­te bir su kaynağı karşılığında sat" buyurdu. O "ey Allah'ın Resulü, benim ve ailemin bundan başka birşey i yoktur" dedi. Bu haber Hz. Osman'a ulaşınca o kuyuyu 35 bin dirheme satın alarak müslümanlara vakfetti.[468]

 

Kara Avcısı[469]

 

Köpeklerle avlananlar: Sahîh-i Buhâri'de Adî*den şu rivayet nakledilir: Resulullah'a (sav) sorarak "biz bu köpeklerle avla­nan bir kavimiz" dedim. Şöyle buyurdu: "Eğitilmiş köpekleri­ni gönderdiğin ve Allah'ın adını andığın zaman sana tuttukla­rını ye. Ancak eğer köpek ondan yemişse sen yeme. Bu durum­da kendisi için tutmuş olmasından endişe ederim. Başka bir köpek onlara karışmışsa (ortak tutmuşlarsa) yeme."[470]

Doğanlarla avlananlar: Tirmizi'nin el-Câmi'inde Adî b. Hâtim'den şu rivayet nakledilir: Resulullah'a (sav) doğanın avını sordum, "sana tuttuğunu ye" buyurdu.[471]

Mızrakla avlananlar: Sahîh-i Müslim'de Ebû Katâde'den şu rivayet nakledilir: Ebû Katâde, Resulullah (sav) ile birliktey­di. Mekke yolunun bir yerinde ihramlı arkadaşlarından geri kaldı, kendisi ihrama girmemişti. Bir vahşi merkep gördü, atına atladı ve arkadaşlarından kendisine kırbacını vermele­rini istedi. Onlar vermediler. Mızrağını istedi, yine vermedi­ler. Kendisi aldı ve sonra merkebe saldırarak öldürdü. Hz. Peygamberin (sav) ashabından bazısı ondan yedi, bazısı ye­mekten çekindiler. Resulullah'a (sav) ulaşıp ona sordular, şöyle buyurdu: "O ancak Allah'ın sizi rızıklandırdığı bir yiye­cektir."[472] Müslim'de şu rivayet de geçmektedir: Resulullah (sav) "ondan yanınızda birşey var mı?" diye sordu, "yanımız­da ayağı var" dediler. Resulullah (sav) onu alıp yedi.[473]

Oklarla avlanma: Sahîh-i Müslim'de Adî b. Hatim'den şu ri­vayet nakledilir: Hz. Peygamber'e (sav) avı sordum, şöyle bu­yurdu: Okunu attığın zaman Allah'ın adını an. Okun onu öl­dürmüş olarak bulursan ye, ancak eğer bir suya düşmüş bu­lursan suyun mu, okun mu onu öldürdüğünü bilemezsin.[474]

Mi'r&z'la avlanma: Mi'râz ucu demirli sopadır. Ava atılan demir uçlu sopa olduğu söylendiği gibi enine atılan teleksiz ok olduğu da söylenmiştir.[475]

Sahîh-i Müslim'de yine Adî'den şu rivayet nakledilir: Hz. Peygamber'e (sav) mi'râzı sordum, şöyle buyurdu: Eğer kes­kin yeriyle isabet ettiyse ye; enine değip öldürmüşse, o tez­kiye   (şer'î boğazlama) yapılmadan ölmüş hayvan olup ye­me."[476]

El ile avlanma: Sahîh-i Müslim'de Enes'ten şu rivayet nakle­dilir: "Yürüdük ve Merrüzzehrân'da bir tavşanı ürküttük, peşine düşüp yoruldular, ben peşine düştüm ve onu yakala­dım. Ebû Talha'ya getirdim, onu kesti, iki but ve kalçasını Resulullah'a (sav) gönderdi. Resulullah'a getirdim, onu ka­bul etti."[477]

Aletlerle avlanma: İbn Atıyye, Tefsir'inde "Ey inananlar, Al­lah sizi, ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avla dene­yecektir..." (Mâide (5/94) âyetiyle ilgili olarak şöyle der: Anlaşı­lan şudur ki Allah'ın elleri özellikle zikretmesi, avlanmanın çoğu zaman onlarla yapılmasındandır. Av hayvanları, ke­ment ve elle yapılan ağ ve kapan da buna girer. Mızrakları özellikle anması da avın çoğu zaman onunla vurulmasından olup ok vs. de buna girer.[478] Ebü'1-Feth Küşâcim Kitâbül-Mesâyid ve't-tarâid[479] adlı eserinde, kendisiyle ava ulaşılan tu­zaklarla ilgili bâbda şöyle der: Bu av için yapılan aletler türlü türlü tuzaklar ve çeşitli aletlerden oluşmaktadır.[480]

 

 

Belli Bir Yerde Avlanmanın Yasaklanması[481]

 

Bugün yapıldığı gibi belli bir bölge veya özel bir zamanda avlanma ya­sağı konulması:

el-tsâbe'de (III, 269) müellif, Dırâr b. Ezver el-Esedfnin biyografisini vererek şöyle der: Denildiğine göre Hz, Peygamber (sav) av yasağı koymak üzere onu Benî Esed'e gönderdi.[482]

 

Deniz Avcısı

 

Allah Teâla şöyle buyurur: "Hem kendinize hem yolcula­ra bir geçimlik olmak üzere deniz avı ve onu yemek, size helal kılındı" (Mâide 5/96). Bir başka âyette de şöyle buyurulur: "İki deniz bir olmaz: şu tatlı, susuzluğu keser, içimi (boğazdan) kayar; şu da tuzlu, (boğazı) yakar. Hepsinden de taze et yersi­niz ve taktığınız süs (eşyası) çıkarırsınız" (Fâtır 35/12).

Sahîh-i Müslim'de Câbir*den şu rivayet nakledilir: Resulul-lah (sav), Kureyş'e ait bir kervanı karşılamak üzere bizi gön­derdi ve Ebû Ubeyde'yi başımıza kumandan tayin etti. Bir de­ri torba (dağarcık) hurmayı da azık olarak bize verdi, bize bundan başka azık da bulamamıştı. Deniz sahiline ulaştık, derken sahile büyük bir kum tepesi gibi birşey yükseltildi, ya­nına vardık. Bir de baktık ki o Anber denilen bir hayvandı. Ebû Ubeyde Mo ölmüştür (leş)" dedi. Sonra, "hayır, biz Allah Resulü'nün elçileriyiz ve Allah yolundayız. Siz muhtaç ve mecbur durumdasınız, yiyin" dedi. Orada bir ay kaldık, üç-yüz kişiydik, semizlenmiştik. An dolsun ki bizi onun göz çuku­rundan testiyle yağ alıyor gördüm. Ebû Ubeyde onüç kişi alıp onun göz çukuruna oturttu. Yine onun kaburga kemiklerin­den birini alıp dikti, sonra da yanımızda bulunan en büyük deveyi semerledi ve deve böylece onun altından geçti. Biz de onun etinden kurutulmuş azıklar yaptık. Medine'ye geldiği­mizde» Resulullah'a (sav) varıp bunu kendisine haber verdik. Şöyle buyurdu: "O, Allah'ın sizin için çıkardığı bir rızıktır. Ya­nınızda onun etinden birşey var mı, bize de yedirseniz?." Re­sulullah'a (sav) ondan gönderdik, yedi.[483]

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında şu bilgi verilir: Hz. Peygamber (sav) Maknâ yahudilerinden olan Benî Cenbe ile Maknâ (Eyle'ye yakın bir yer) halkına bir mektup gönderdi. Mektupta "hurma ağaçlarınızdan elde edilen ürünün dörtte biri ile "ark" Cçoğ. uruk Harınız ile avladığınızın dörtte birini verme­niz gerekir" buyuruyordu. "Uruk" denize atılan bir sal olup üzerine binerek ağlarını denize atar ve balık avlarlar.[484]

 

Allah Resulü'nün Hîç Avlanmadığı Ve Av Satın Almadığı

 

Şa'râm Minehu'l-minne fî't-telebbüs bi's-sünne adlı kitabında (s.33) şöyle der: Hz. Peygamber (sav) avlanmış tavuk ve kuş eti yerdi. Fakat onu satın almaz, bizzat avlamaz ve yemesi için kendisine av tutulup getiril­mesini de sevmezdi.

Tenbih: Müteahhirîn ulemanın avlanma ve hükümleriyle ilgili olarak telif ettikleri en kapsamlı eser, Devhatü'n-nasır ve diğer eserlerde biyog­rafisi verilen derin İmâm Ebû İshak İbrahim b. Abdülcebbar b. Ahmed el-Fecîcî'nin[485] baş tarafı şöyle olan manzumesidir:

Beni avlanmamdan dolayı kınarlar, av ki kapsar

Birçok şeyi insana faydası bulunan

îlki helal birşey yemektir ki bununla

İlgili olarak Allah'ın Kitabı'nda naslar var

Vücudun sıhhati, sonra gözün sağlığı

Ve yarış düzenlemenin hükümleri dördüncü olarak.

Rezillikten uzaklık, himmetin doğruluğuyla ve

Dedikodu kapısını kapamak yedincisi

Ve kişinin ırzı için onda selamet vardır

Dini için koruma ki bu da dokuzuncusu

Onda var fazilet ve din ehli için ibret

Ve hatırlatıcı, onlar katında Önemi olan

Ruh sağlığı doğurur ve cömertlik, ikram

Sabırsız olan sabra alışır onunla

İhtiyarlatan tasalarını giderir gencin

Yaşlılık hiddetini yokeder, koşuşturmasın diye

Savaş şiddetlenince doğrusu cesaret aşılar

Ve onda gizli sırdan güzellikler var

İntizamı gözetme, otlakları kollama

Ve koruma çevreyi savaşan düşmandan

Ordu düzenleme ve düşmanı yoketme

Kişinin dimağını arıtır ve vücudunu da

Kötü huylardan, artıklardan

İhtiyaç duyurmaz tıbba tedavisi zayıf olan

Ve giderir üzüntü ve müzminliği

Buyruldu "yolculuk edin, sıhhat bulursunuz; gazaya çıkın, ganimet kazanırsınız"[486]

Bu Peygamber sözünden yayılmıştır.

Ve artırır zekâyı ve dehayı da

Bütün bunlar akılla ilgilidir.

Avda nefsin nasipleri var her türlü arzudan

Ve mubahla olan her türlü sevinç boldur.

Bu nefis bir kaside olup müellifi onu Ravdatü's-sülvân diye adlandır­mıştır, XI. yüzyıl ulemasından derin allâme Ebû Muhammed Kasım b. Mu-hammed b. Abdülcebbar el-Fecîcî[487] tarafından orta hacimde bir ciltte fay­dalı bir şerhi yapılmıştır. Allah her ikisine de rahmet etsin.[488]

 

Bedevinin Kendi Memleketinin Güzel Şeylerini Allah Resulttne, Onun Da Şehrin Güzel Şeylerini Bedeviye Hediye Etmesi

 

Allah Resulü'nün (sav) bâdiyede (sahra, vaha) Zahir adlı bir adamı var­dı, bâdiyede bulunan güzel meyve ve çiçeklerden getirip Resulullah'a (sav) hediye ederdi. Resulullah da şehrin güzel ve hoş bulduğu şeylerinden ona hediye verirdi. eş-Şemâil ve diğer eserlerde geçtiği üzere Hz. Peygamber (sav) şöyle buyururdu: "Zahir bizim bâdiyemiz, biz de onun şehriyiz."[489] Ya­ni, o bâdiyenin sakinidir; bâdiyeyi hatırladığımızda onu görmekle kalbimiz ferahlar ve kişinin .kendi bâdiyesinde faydalandığı türlü türlü meyve ve bit­kilerden faydalanırız. Böylece o sanki bizim bâdiyemiz olur. Badiyeye ait şeylere ihtiyaç duyduğumuzda bize onu getirir ve badiyeye yolculuk zahme­tinden bizi kurtarır. "Biz de onun şehriyiz" sözünün manası da, bizden ona şehirden ihtiyaç duyduğu şeyler ulaşır demektir. Bazı kimseler, ikramda bulunanın ikramını anmasımnın uygun olmayacağını ileri sürerek bu hu­susta tevakkuf etmiş olup bu, sözkonusu durumun nimetleri başa kakma türünden olmayıp hediyeye benzeri veya daha iyisiyle karşılık vermeye irşad mahiyetinde olduğu ileri sürülerek reddedilmiştir. Ibn Sultan (Ali el-Kârî) Şerhu'ş-Şemail'de şöyle der: Hz. Peygamber'in (sav), nimet verenin nime­tini anması intibaını vermesine rağmen bunu zikretmesi, bunun iyi ilişkile­re delâlet eden "karşılık verme"nin bir gereği olmasındandır. Bunu da sözko-nusu iyi davranışta bulunmayı ümmetine öğretmek için yapmıştır.

Ebû Ya'lâ, Zeyd b. Eslem'den şu rivayeti tahric eder: Bir adam Hz. Pey-gamber'e (sav) yağ ve bal dolu tulum hediye eder, sahibi gelip parasını iste­diğinde onu Resulullah'a getirerek "buna parasını ver!" derdi. Resulullah (sav) da buna gülerek bedelinin verilmesini emreder, bedeli verilirdi. Mu-hammed b. Amr b. Hazm'ın rivayeti ise şöyledir: O adam, Medine'ye güzel birşey gelmezdi ki onu almasın. Sonra gelerek "ey Allah'ın Resulü, bunu sa­na hediye ediyorum" derdi. Aldığı şeyin sahibi parasını istemeye gelince de onu getirir ve "parasını ver!" derdi. Hz. Peygamber (sav), "onu bana hediye etmedin mi?" diye sorar, o da yanımda para yok" karşılığını verirdi. Resulul­lah (sav) tebessüm eder ve sahibine parasının verilmesini emrederdi. Ibn Sultân şöyle der: Bu sahabi, Resulullah'a olan son derece büyük sevgisinden dolayı, hoşuna giden güzel bir şey gördüğü her defasında eline geçtiği zaman parasını ödemek niyetiyle onu satın alarak Resulullah'a hediye ederdi. Öde­yemeyince de " m ü k â t e b "[490] gibi efendisine rücu edilirdi. M ü -k â t e b bir köle olup üzerinde bir dirhem borç kalınca almak üzere efen­disine başvurulur ki o da öyle yapmıştır. Bu, doğru bir mizahla karışık bir hak alımıdır. Nuaymân'ın el-İsâbe ve Üsdü'l-ğâbe'deki biyografisine ba­kınız.[491]

 

Bahçelerde Çalışanlar

 

Sahîhayn ve diğer kaynaklarda Ebû Hureyre'den şöyle de­diği rivayet edilir: "Muhacirlere ve ensara ne oluyor da benim (Ebû Hureyre) kadar hadis rivayet etmiyorlar" diyecekler. Size şunu haber vereceğim: Ensardan kardeşlerimi arazileri­ni işlemek meşgul ediyordu, muhacirlerden kardeşlerimi de pazarlarda alışveriş meşgul ediyordu.[492]

Seyyid es-Semhûdî Cevâhirü'l-ikdeyn'de Dârekutni'ye isnadla, onun İbn Ebî Ömer'den şu rivayetini nakleder: Abdurrahman b. İshak el-Mede-nî'den şunu anlattığım duydum: Ömer b. Hattâb bir ara Hz. Ali'yi göreme­yince "Ebü'l-Hasan nerededir?" diye sordu. "Kendisine ait bir araziye gitti" dediler. O da "haydi birlikte ona gidelim" dedi. Oraya varınca onu çalışıyor buldular, bir saat onunla birlikte çalıştıktan sonra oturup sohbet ettiler. Hz. Ali, Hz. Ömer'e şöyle dedi: Ey emîrü'l-mü'minîn, eğer İsrailoğulları'ndan bir grup sana gelse ve onlardan biri sana "ben Musa'nın (as) amcası oğluyum" dese, senin yanında onun arkadaşlarına nisbetle bir ayrıcalığı olur muydu? O da "evet" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hz. Ali şöyle dedi: "Andolsun, ben Resulullah'ın (sav)kardeşi ve amcasının oğluyum." Hz, Ömer abasını çı­karıp serdi ve şöyle dedi: "Hayır, Allah'a yemin ederim ki biz ayrılıncaya ka­dar senin bundan başka oturacak yerin olmaz." Birbirlerinden ayrılıncaya kadar Hz. Ali onun üzerinde oturdu. Seyyid es-Semhûdi şöyle der: Hz. Ali bunu söylemekle, Hz. Ömer'in kendisini bir ara göremeyince yanına gelmesi ve devlet başkanı olduğu halde onunla birlikte arazisinde çalışmasının, Pey­gamber efendimize yakınlığından dolayı olduğunu belirtmek istemiştir. Bir de, çok uzak bile olsa geçmiş peygamberlerin amcası oğullarından biri baş­kalarına tercihe layık olunca Peygamber efendimize aynı yakınlığı bulunan kimsenin nasıl olamayacağını göstermek istemiştir.[493]

trşâdü's-sârî'de Muhyissünne'den (Beğavi) şu rivayet nakledilir: Bir adam ceviz ağacı diken Ebu'd-Derdâ'ya rastladı ve "sen yaşlı bir adamsın, şu kadar yıla ancak meyvesi yenebilecek şunu dikiyorsun" dedi. Ebu'd-Derdâ şu karşılığı verdi: "Bana düşen, başkasının ondan yemesi ve mükâfatının da bana olmasıdır."[494] Hz. Peygamber'in (sav), çapa yapıp ailesinin geçimini sağladığını haber verdiğinde Sa'd'ın çapa izi bulunan elini Öptüğüne dair bil­gi daha önce geçmişti.[495]

 

Ashaptan Arazisini Mahsulün Üçte Biri Ve Dörtte Biri Karşılığında İşletmeye Verenler

 

el-tsâbe'de müellif, Cebrb. Atîkel-Ensarfnin biyografisini verir ve İbn Mende'nin onun biyografisinde Haccâc b. Ertât yoluyla, onun İbrahim b. Muhammed'den, onun Musa b. Talha'dan şöyle dediğini rivayet ettiğini zik­reder: Cebr'in, Sa'd'ın ve İbn Mesud'un arazilerini üçtebir ve dörttebir karşı­lığında işletmeye (ortaklığa) verdiklerini gördüm.[496]

 

Yer Altında Su Kaynağının Tesbiti Ve Suyun Çıkarılması Konusunda Mütehassıs Kimse

 

el-tsâbe'de müellif, Abdullah b. Âmir b. Küreyz el-Kureşfnin biyogra­fisini vererek şu bilgiyi zikreder: Abdullah'ı Hz. Peygamber'e (sav) getirdi­ler, onu okuyup tükrükle tedavi ediyor, o da Resulullah'ın tükürüğünü yutmaya çalışıyordu. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Osuvarıcı olacaktır." Abdullah b. Âmir bir toprağı işlemezdi ki oradan su çıkmasın. Bunu İbn Ab-dilber anlatır. Hafız İbn Hacer de onun Arafat'ta havuz yapıp onlara su akı­tan ilk kimse olduğunu zikreder.[497]

Derim: Bu ilme İlnıii'r-Riyâfe veya İ 1 m ü inbâ-t i' 1 - m i y â h (su çıkarma ilmi) denir ki İbnü'l-Ekfânî İrşâdü'1-kâ-sidMe bunu son anılan isimle başlık yapmıştır. O şöyle der: Bu, kendisiyle yer altında bulunan suların nasıl çıkarılacağı, bu suların çıkarılması, Ölü toprakların ihya ve işlenmesi gibi hususların öğrenildiği bir ilimdir. Ker-hi'nin bu konuyla ilgili muhtasar bir kitabı mevcut olup[498] el-Füâhatü*n-nebâtiyye[499] adlı kitapta da bu ilimle ilgili temel bilgiler verilmiştir.

Bunu İlmü'r-riyâfe diye adlandıranlar da şöyle derler: Bu ilim, varlığına delâlet eden bazı işaretler vasıtasıyla yerden su çıkarmayı bilmekten ibarettir. Suyun yüzeye uzaklık ve yakınlığı da toprağın koklan-ması, orada yetişen bazı bitkilerin kokusu veya belli bazı hayvanların hare­ketiyle bilinir ki bu ilim  f i r â s e t   ilminin bölümlerindendir.[500]

 

Sırtında Su Taşıyan Saka

 

Ebû Ömer İbn Abdilber el-İstîâb'da "Sâhibü'1-Sâ" diye bili­nen Ebû Akîl*i böyle biri olarak zikreder.[501]

 

Sırtta Yük Taşıyan Hamal

 

Nesâi'nin Sünen'inde İbn Mesud'dan şu rivayet nakledilin Resulullah (sav) sadaka vermemizi emrederdi. Bizden biri ta-sadduk edecek birşey bulamayınca pazara gider, sırtında yük taşır ve müdde birşey) getirir, Resulullah'a verirdi.[502]

 

Hacamatçı Ve Berber

 

Hz. Peygamberin (sav), hakkında "Ebû Hind ensardan bi­ridir, onu evlendirin" buyurduğu Ebû Hind Resulullah'ın (sav) hacamatçısı idi.[503] İbn İshak (II, 77) bunu, Resulullah'ın Bedir Gazvesinden dönüşü bahsinde zikreder.[504] Ebû Taybe de Resulullah'ın (sav) hacamatçısı olup onun hadisi Muvat-ta'da geçmektedir.[505]

Süheyli er-Ravdü'1-ünüf te şöyle der: Hacamatçı Ebû Taybe'ye gelin­ce, o Benî Hârise'nin m e v 1 â sı olup adı Râfi'dir. Meysere olduğu da söy­lenmiştir. Bedir savaşında bulunmamıştır.

el-tsâbe'de müellif, Hirâş b. Ümeyye'nin biyografisini verir ve onun Hudeybiye ile ondan sonraki umrede Resulullah'ı (sav) tıraş eden kimse ol­duğunu kaydeder.[506] el-tsâbe'de sonra da Hirâş b. Mâlik'in biyografisini ve­rerek Ali b. Said el-Askerf nin şöyle dediğini zikreder: Hz. Peygamber (sav) kan aldırdı, bitince de şöyle dedi: Bir demir parçası ile kalkıp Allah Resu-lû'nün boyun damarları üzerinde duran kimse büyük güvenirliğe nail ol­muştur.[507] et-Tecrîd'de müellif şöyle der: O muhtemelen tâbiindendir. el-tsâbe'de müellif, Salim el-Haccâm'ın biyografisini verir ve İbn Ömer'den, onun Hz. Peygamber'den (sav) kan aldığını ve haoamat şişesindeki kanı içti­ğini nakleder.[508]

Yine el-tsâbe*de Ma'mer b. Nadle'nin biyografisini veren müellif onun şöyle dediğini nakleder: Yanımda ustura olarak, başını tıraş etmek için Re­sulullah'ın (sav) başucunda durdum. Şöyle buyurdu: "Ey Ma'mer, Allah Re-sulü'nün kulak yumuşaklarından tutabilirsin." Ben "bu, Allah'ın bana lü-tuflarındandır" dedim, "evet" dedi ve başını tıraş ettim.[509]

el-tsâbe'de Ebû Rahîme'nin biyografisini vererek şöyle der: Ebû Nu-aym onu zikrederek Ravh b. Cenah yoluyla Atâ b. Nâfi'den, onun Ebû Rahîme'den şu rivayetini tahric eder: "Hz. Peygamber'e f sav) hacamat yap­tım, bana bir dirhem verdi." Bu hadisin senedinde zayıf ravi vardır.[510]

Buhâri "Kitâbu'l-Buyû" da "haccâma dair bâb" başlığını açarak orada Ebû Taybe hadisini zikreder.[511] Fethu'l-Bârî'de İbnü'l-Müneyyir'in şöyle dediği kaydedilir: "Bu başlık, hacamat sanatını ("mesleğini) onaylama manası taşımaz Bu hususta tahsis edici bir hadis de varıd olmuştur Her ne kadar hacamatçıya ücreti konusunda haksızlık yapılamasa da yasaklama haca­matçı (kanı alan) hakkındadır, kam aldıran hakkında değil Bu ıkısı arasın­daki fark şudur Kan aldıranın hacamat yaptırmaya mecbur olmasına kar­şılık, başka mesleklerin bulunması sebebiyle hacamatçı açısından bunu yapmak için bir zaruret mevcut değildir " Ibn Hacer, bunun ardından şöyle der Ibnu'l-Muneyyır "onaylama" ifadesinden "güzel sayma ve özendirmeyi" kastetmışse, dediği doğrudur Ama bununla "caiz saymayı" kastetmışse, söylendiği isabetli sayılmaz Çunku kan aldıranın buna başvurması zaruret sebebiyle caiz olunca bunu yapan kimseye de aynı şekilde caiz olur Benim işaret ettiğim husustan başka, ıkısı arasında bir fark sozkonusu değildir Çunku hacamatçıhğın değersiz (aşağılık) kazanç yollarından sayılması, meşru olmamasını gerektirmez Eğer butun insanlar hacamat yapma ışını terkedecek olurlarsa, bu durum kendilerine zarar verir.[512]

 

Kasap

 

Sahîh-ı Buhân'de İbn Mesud'dan şu rivayet nakledilir: En-sardan künyesi £bû Şuayb olan bir adam gelerek kasap olan hizmetçisine şöyle dedi: Bana beş kişiye yetecek yemek yap. Ben beş kişinin beşincisi olarak Resulullah'ı (sav) davet et­mek istiyorum.[513]

Tırmızı'nın el-Câmi'ınde "kassâb" yerine "lahhâm" kelimesi geçmek­tedir.[514] Tırmızı'ye haşiye yazan şöyle der Lahhâm, mübalağa kalıbı ile olup "et satıcısı" demektir Sanatlarla ilgili kelimeler, bunlarla uğraşanların çok çalışmaları ve çok iş yapmaları sebebiyle mübalağa kalıbıyla olurlar.[515]

el-Isâbe'de müellif, Hahd b Esîd b Ebı'l-îs el-Umevî'nın biyografisini verir ve Ibn Dureyd'den onun kasap olduğuna dair nakilde bulunur.[516] Yine el-Isâbe'de müellif, Kırâm'ın biyografisini vererek şöyle der O kasap olup Medine'de (kendi adıyla) tanınmış sokağın sahibidir Bunu Ömer b Şebbe zikreder.[517] Hafız Ibnu'l-Cevzî'mnTelkîh'ınde şu bilgi verilir Zubeyr,Amr b Âs ve Âmir b Kureyz kasaptılar.[518]

Sahîh-i Buhâri'de şu hadis nakledilir Resulullah f sav), kurbanlık de­velerinin başında bulunmasını, etleri, derileri ve semerlerıyle birlikte hepsini dağıtmasını, kasaba ücret olarak kurbandan birşey vermemesini Hz. Ali'ye emretti.[519]

 

Allah Resulü’nün Nazarında Değersiz (Aşağılık) Meslekler

 

Taberâni, Abdurrahman b. Osman el-Vakkâsî yoluyla, onun İbnü'l-Münkedir,[520] onun da Câbir'den naklettiği şu rivayeti tahric eder: "Resulul-lah (sav) şöyle buyurdu: Teyzem Fâhite bint Amr'a bir hizmetçi bağışladım ve onu kasap, kuyumcu veya hacamatçı yapmamasını emrettim.[521] Vakkâsi "zayıf" bir ravi olup bunu İbn Hacer Fâhite'nin biyografisinde zikre­der.[522] Fakat Zehebi et-Tecrîd*de şöyle der: Hz. Peygamber'in (sav) Fâhite'ye bir hizmetçi bağışladığı "vahin"   birhadiste[523] geçmektedir.

Ebû Davud'un Sünen'inde bu rivayet şöyledir: "Teyzeme bir hizmetçi bağışladım, ona bereketli olmasını umarım. Kendisine onu hacamatçı, ku­yumcu veya kasap diye adlandırmamasını söyledim."[524] Ebü'l-Hasan es-Sindî, Ahmed b. HanbePin Müsned'inin haşiyesinde şöyle der: "Hz. Pey­gamber'in (sav) hacamatçı ve kasaptan, sakınması güç olmakla birlikte bu­laştıkları pislik sebebiyle; kuyumcudan ise sanatına aldatma sokması, altın ve gümüşü işleyip bazan bundan erkekler için süs eşyası ve kap yapması —ki bu da haramdır— veya sözünde çok vaad ve yalan bulunmasından dola­yı hoşlanmadığı söylenmiştir." Kâvukci'nin ez-Zehebü*l-ibrîz'inde, hadis­te bu mesleklerin değersiz meslekler olduğuna işaret bulunduğu söylenir.[525]

 

Aşçı

 

eş-Şemâil'de Ebû Ubeyd'den şu rivayet nakledilir: Hz. Peygamber'e (sav) bir çömlek yemek pişirdim...[526] el-İstîâb'da da şu bilgi verilir: Resulullah'ın (sav) azatlısı Ebû Ubeyd bir gün Resulullah'a bir yemek pişirmişti...[527]

Derim: Ebû Ubeyd'in hadisi bu şekilde Tirmizi'nin eş-Şemâil'i ve Dârimi'nin el-Câmi'mde geçmektedir.[528] el-Isâbe'de (I, 151) Büreyl'in bi­yografisinde şu bilgi verilir; İbn Şahin, Büreyl es-Sühâlî'den şu rivayeti tah-ric etti: Resulullah'a (sav) Mekke'de bir adam getirildi, onun ashabına ye­mek hazırlıyordu. Ateşin sıcaklığı ona eziyet verdi. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Bundan sonra artık cehennem ateşi sana dokunmaz."[529]

 

Bulamaç Aşı Yapan

 

el-İsâbe'de müellif, Havle bint Kays el-Ensâriyye el-Hazreciyye'nin biyografisini verir ve İbn Mende'nin Havle bint Kays'tan tahric ettiği şu ri­vayeti zikreder: Resulullah (sav) benim yanıma geldi, kendisine bulamaç aşı yaptım. Önüne koyduğumda elini değdirdi, onu sıcak bularak elini çekti ve şöyle buyurdu: "Ey Havle, biz sıcağa da, soğuğa da sabredemeyiz (dayana­mayız)."[530] Hz. Âişe'den de şu rivayet nakledilir: "Kendisi için yaptığım bula­maç aşını Resulullah'a (sav) getirdim. Resulullah benimle Şevde arasında oturuyordu. Sevde'ye yemesini söyledim, o yemedi. Kendisine 'ya yersin, ya da onu yüzüne bularım!' dedim. Yine yemedi. Bunun üzerine elimi aşa daldı­rıp onun yüzüne buladım. Resulullah güldü ve bizzat eliyle koyarak Sev­de'ye 'sen de onun yüzünü bula' buyurdu. Şevde de onu yüzüme buladı. Re­sulullah (sav) güldü." İbn Ğaylân bu hadisi Hâşimi'den rivayet eder.[531] Molla bunu Sîret'inde tahric etmiştir.

el-Mevâhib'de müellif şöyle der: Hazîre, küçük doğranmış et parçala­rı üzerine bolca su koyup iyice piştiğinde üzerine un eklenerek yapılan ye­mektir. el-Kâmus'ta ise harîre şeklinde geçer ki manası da "süt veya yağla pişirilen un bulamacadır. el-Fâkihî el-Mekkî'nin Menâhicü'1-ahlâki's-se-niyye'sinde[532] şu bilgi verilir: Resulullah (sav) hazîre yedi. Hazîre küçük kesilen et parçalarının üzerine bolca su konulup iyice piştikten sonra üzeri­ne un eklenerek yapılan yemektir. Hazîre, yanında kendisiyle şakalaştığı bir hanımı bulunduğu sırada, Hz. Âişe'nin kendisine yapıp sunduğu yemek­tir, Şöyle de denilmiştir: Bu yemek bulamaç aşı (asîde) şeklinde olup daha incedir. Cevheretü'l-gavvâsta da şöyle denir: Kepekle yapıldığında nok­talı "ha" ile hazire, süt ile yapıldığında ise noktasız *Tıa" ile harîre şeklinde­dir. Reddâd'ın Mûcibâtü'r-rahme'sinde[533] ilk şekil tercih edilmiştir.[534]

 

Kepapçı

 

Nesâi'nin Sünen'inde Ebû Râfi'den şu rivayet nakledilir: "Ben Resulullah'a (sav) kebap yapardım."[535]

 

Fırıncı

 

el-tsâbe'de müellif, Mirdâs el-Muallim'in biyografisini vererek şöyle der: Ebû Zeyd ed-Debûsî Kitâbu'l-Esrâr'da onu senedsiz bir rivayetle ana­rak şöyle der: Nebi (sav) Mirdâs el-Muallim'e uğrayarak şöyle buyurdu: "in­ce ekmek (yapmaktan) ve Allah'ın Kitabı'na şart koşmaktan sakın." Debûsi şöyle der: Bu rivayetle ilgili olarak şimdiye dek bir senede vakıf olamadım.[536]

Derim: Eğer bu haber sabit ise, bununla Hafız İbn Kayyim'in et-Turu-ku'1-hükmiyye'de (s. 233} söylediği "Hz. Peygamber (sav) zamanında Me­dine'de narh yoktu. Çünkü onların içinde ne un Öğütüp kârla ekmek pişiren, ne de un ve ekmek satan kimse bulunmuyordu; buğdayı satın alıp öğütüyor ve evlerinde ekmek pişiriyorlardı"[537] sözü reddedilir.[538]

 

Allah Resulünün Ekmeklerinin Küçük Olup Olmadıkları

 

el-Mevâhib ve şerhinde şu bilgi verilir: Hz. Peygamber'in (sav) ekmek­lerinin küçük mü büyük mü olduğu konusunu araştırdım, araştırma sonun­da bu hususta birşey bulamadım. AncakDeylemi'ninrivayetettiği bir hadis­te Resulullalı'ın (sav) ekmekleri küçültmeyi emrettiği kaydedilir; Hz. Âişe bu hadisi m e r f û olarak şu lafızla rivayet eder: "Ekmeği küçültün, sayı­sını çoğaltın ki size bereketli olsun." İbnü'l-Cevzî'nin el-Mevzûât'ta belirt­tiğine göre bu rivayet "vahin " dir.[539] Oşöyleder:Bukonudaithamedi-len râvi Câbir b. Selim olup İbn Ömer'den, onun merfu olarak rivayet ettiği şu hadisi nakleder: "Bereket ekmeğin küçüklüğündedir." Nesâi'den de onun "kezzâb" (yalancı) olduğunu nakleder.[540] Fakat İbn Hacer'in de belirttiği üzere Bezzâr ve el-Mu'cemü'1-kebîr'de de Taberâni bunu zayıf bir senedle rivayet etmişlerdir. Onun hocası Nureddin el-Heysemî şöyle der: Bu rivaye­tin senedinde Ebubekr b. Meryem mevcut olup kendisinde "ihtilât" (hafıza bozukluğu) meydana gelmiştir. Senedin kalan ravileri ise "si­ka" (güvenilir)'dirler.Ebu'd-Derdâ'dandaşu m e rf û   rivayetnakledilir: 'Yiyeceğinizi (ekmeğinizi) kifayet ölçüsünde yapın ki bereketli olsun."[541] en-Nihâye'de müellif şöyle der: Evzâi'den bunun "ekmeği (somun, yufka) küçültmek" demek olduğu nakledilir.[542] Bezzâr da İbrahim b. Abdullah'tan, o da bazı âlimlerden bunun "ekmeği küçültmek" demek olduğunu nakleder. Sehâvı el-Mekâsıd'da buna işaret eder.

Fethu'I-Bârî'de "Ölçmenin müstehablığı bâbı"nda[543] Allah Resulü'nün (sav) "yiyeceklerinizi ölçün (ölçekli harcayın) ki bereketli olsun" sö­züyle ilgili olara müellif şöyle der: Bezzâr'ın Müsned'inde yiyeceği ölçmek­ten maksadın "ekmeği küçültmek" olduğu söylenir ki, ne bunun, ne aksinin varid olup olmadığını kesin olarak öğrenebilmiş değilim.[544] Ali el-Kârfnin Mevzûât'ında Zerkeşi'den şu bilgi nakledilir: "Lokmanın küçültülmesi ve çiğnemin inceltilme si" ni emreden hadisle ilgili olarak Nevevi "sahîh değil­dir" demiştir.[545]

Ibnü'l-Imâd'ın yemek ve yeme adabiyla ilgili Manzûme'sinde[546] şöyle denir:

Dediler ki yiyen kimsenin yiyeceği iyice çiğnemesi

Ve lokmasını küçültmesiyle ilgili hiçbir rivayet değil sahîh

Şu husus bilinmektedir ki sahîh bir rivayet olmadığım söylemek bun­dan başka (zayıf vs.) bir rivayetin olmadığı anlamına gelmez. Muhtemelen bu, Şeyh Ebü'l-Abbas el-Bedevî ve Vefâiyye önde gelenleri gibi Ebû İshak İbrahim el-Mebtûlî'nin de sofrasındaki ekmekleri küçültme konusundaki dayanağıdır.

Hanbeli fıkıh kitaplarından Şeyh Mansur el-Behûtî el-Hanbelî'nin Şerhu'l-Müntehe'l-irâdât adlı eserinde şu bilgi kaydedilir: Ahmed b. Hanbel'den "büyük ekmekte bereket yoktur" dediği nakledilir. Ma'mer'in zikrettiğine göre Ebû Üsâme onlara yemek ikram etti ve ekmekleri parçala­dı. Ahmed b. Hanbel "kaç tane yediklerini bilmesinîer diye öyle yapmıştır" diyor.

el-Makâlâtü*s-seniyye müellifi, Kastallâni'nin el-Mevâhib'deki sö­züne işarette bulunur ki o "Yiyeceğinizi (ekmeğiniz) küçültün ki bereketli ol­sun" hadisinden sonra şöyle der:

Bu konuda hadis rivayet edilmiştir zayıf senedli

Ki Evzâi'ye isnad edilir, iz sahibi,

Bundan maksadım ekmeği küçültmek olduğu rivayeti

Bezzâr da ibrahim'den nimetler sahibi

Ki Ebu'n-Nedb diye çağırılır, babası ise Abdullah

el-Cüneyd, bazı ilim ve hikmet ehlinden naklen

Bundan maksadın ekmeği küçültmek olduğunu.

Muhtemelen bu dayanağıdır anlayışlı arif

Tarikat şeyhinin ekmekleri küçültmesinde

Sofrasının; Ebü'l-Abbas ve seçkinlik

Ve öncelik sahibi Ahmed el-Bedevi gibi

Sonra mevhibe sahipleri ve öncelik sahibi sâdat,

Vefa ve safî oğullan, marifet ehli gibi ki

Efendilerin iksiri ve perhizde efendiler.

Araştırdı hafızlardan bazısı bilgi

Edinmek için nimet sahibinin ekmeğiyle ilgili,

Seçkin insanın ekmeği küçük mü

Büyük mü idi? Bulunmadı kitaplarında

Birşey "Ekmeği küçültün" hadisinden başka,

Ramte'den[547] rivayet edilen, Mustafa'nın

Anlayışlı ve razı olunmuş arkadaşı.

Deylemi etti rivayet onu bazısından

Ve etti rivayet yeryüzünde mahlukatın en doğrusunun hadisini.

îbn Sa'd'ın Tabakât'ında (VIII, 362) Temlek et-Tâbiiyye el-Kûfiyye*-nin biyografisinde, onun Ümmü Seleme'ye sorduğu ve onun da şöyle dediği kaydedilir: "Bıçağı ekmeğe koyduğun zaman Allah'ın adını an ve ye."[548] Bundan da onların ekmeği bıçakla kestikleri anlaşılmaktadır.[549]

 

Kadın Kuaför

 

İbn Fethûn şöyle der: Hz. Peygamberin (sav) hanımı Hz. Hatice'nin kuaförü Ümmü Züfer, onun vefatından sonra Resulullah'a (sav) gelirdi. O da kendisine ikramda bulunur ve “o Hatice hayattayken bize gelirdi" derdi.[550] İbn İshâk Sîret'inde şöyle der: Resulullah (sav) Hayber*de veya yolda Safiyye bint Hay b. Ahtab'la gerdeğe girdiğinde onu süsleyen, saçlarını ya­pan ve işini yoluna koyan Ümmü Süleym bint Milhân'dı.[551]

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında şu bilgi verilir: Hz. Peygamber (sav) Safiy-ye'yi Dıhye el-Kelbî'den satın aldığında, yanında iddet beklemesi, eğitmesi ve hazırlaması için onu Ümmü Süleym'e teslim etti.[552] el-tsâbe'de emîrü'l-mü'minîn Hz. Osman'ın kızkardeşi Âmine bint Affân b. Ebi'l-Âs'ın biyografi­si verilir ve İbnü'1-Kelbî'den naklen onun Câhiliyye devrinde kadın kuaförü olduğu zikredilir.[553]

Yine el-tsâbe'de müellif, Şebbere bint SafVân el-Kureşiyye'nin biyog­rafisini verir ve İbnü'l-Kelbî'den jıaklen onun Mekke'de kadınların makyajı­nı yapan bir kuaför olduğunu kaydeder, el-tsâbe'de Ümmü Rile el-Kuşey-riyye'nin biyografisini veren müellif Müstağfiri'den naklen şu bilgiyi kayde­der: O güzel ve fasih konuşan bir kadın olup şöyle demişti: "Allah'ın selamı üzerine olsun, ey Allah'ın Resulü. Bizler mahfeler ardında, kocaların iffet mahalli ve çocukların yetiştiricileriyiz. Bize orduda (cihâdda) nasip yoktur. Bize birşey öğret ki bizi Allah'a yaklaştırsın." Söyledikleri içinde şunlar da vardı: "Ben kocaları için kadınların makyajını yapan ve süsleyen bir kadı­nım. Eğer bu günah ise vazgeçeyim." Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Ey Ümmü Ri'Ie, onlara makyaj yap ye süsle..." Bir başka rivayette de Resulul-lah'ın (sav) ona hayranlık duyduğu belirtilir.[554] et-Tecrîd'de şu bilgi verilir: Ümmü Ri'leel-Kuşeyriyye'nin elçilikte bulunduğu hususu "vahi n "[555] şeklinde değerlendirilen bir hadiste geçmektedir.

Fethul-Bâri'de "demirci bâbı"nda[556] şöyle denir: Ümmü Eymen'in "Hz. Âişe'ye makyaj yaptım" sözünden maksat "onu süsledim" demektir. Halil şöyle der: t a k y î n (makyaj, bezeme), tezyin'dir (süsleme). Bun­dan dolayı raukay yine (makyajcı kadın), k a y n e (cariye, ha­nende) diye adlandırılmıştır. Çünkü süs onun özelliğidir.[557]

Tamamlayıcı bilgi: Ebû Dâvud Sünen'inde Hz. Âişe'den şu rivayeti tahric eder: Annem Resulullah'la (sav) zifafa girmem için beni semizletmek istedi. Benim için arzu ettiklerinden hiçbir şeyi kabul etmedim, ta ki taze hurma ile acur yedim ve en güzel şekilde semizlendim (dolgunlaşıp topar­landım)." Ebû Dâvud bununlailgili olarak "semizlenme babı" diye bir başlık açmıştır.[558]

 

Kadınlar Arasında Koğuculuk Yapan Kadın

 

el-îsâbe'de müellif, Eş'ab et-Tâmi'in annesi ve Esma bint Ebubekir es-Sıddık'ın azatlısı Humeyde'nin biyografisini vererek şöyle der: Denildiğine göre o, Resulullah'ın (sav) hanımlarının evlerine[559] girer, onların arasını bozardı. Hz. Peygamber(sav)onunta'ziredilmesini emretti. Hz. Peygamberin ona beddua ettiği ve bunun üzerine öldüğü de söylenir. Bu rivayet sahîh de­ğildir. Çünkü Eş'ab, Hz. Peygamber'in vefatından bir süre sonra dünyaya gelmiştir. Resulullah'ın bedduasıyla, kendisinin vefatından bir müddet son­ra ölümüne yol açan bir hastalığa yakalanmış olması da muhtemeldir.[560] el-tsâbe'de bir başka yerde de şu bilgi verilir; Onun oğlu Eş'ab bununla övü-nürdü. Kendisine "Sanayazıklar olsun, bununla övünenkimse olur mu?" de­nilince, "eğer onlar (Resulullah'ın hanımları) katında güvenilir olmasaydı onu kabul etmezlerdi" diye karşılık verdi.[561]

 

Sözkonusu Bir Kadınla Evlenmeye Arzulu Olup Olmadığı Konusunda Kişinin Nabzını Yoklamaya Giden Kadın

 

el-İsâbe'de Hz. Hatice'nin biyografisinde Ya'lâ'mn kız kardeşi Nefise bint Ümeyye'nin şöyle dediği nakledilir: Hatice soylu ve zengin bir kadındı. Dul kaldığında Kureyşli her soylu onunla evlenmeyi arzuluyordu. Hz. Pey­gamber (sav) kendisi adına ticaret seyahatine çıkıp bol kârla dönünce Hz. Hatice ona rağbet duydu ve durumu gizlice öğrenmek için beni ona gönderdi. Ona "niçin evlenmiyorsun?" dedim, "elimde birşey yok" dedi. "Eğer ihtiyacın giderilir, mal, güzellik ve denkliğe davet edilirsen?" dedim, "kim?" diye sor­du. Ben "Hatice" dedim, o da kabul etti.[562] Onun İbn Sa'd'ın Tabakât'ındaki biyografisine bakınız.[563]

 

Savaşta Allah Resulü’ne Eşlik Eden Hastabakıcı Sahabi Kadınlar Ve Bunların Gösterdikleri Kahramanlık, Çeviklik Ve Savaşanlara Yardımları

 

el-İsâbe'de müellif, Rubeyyi bint Muavviz b. Afrâ'mn biyografisini ve­rir ve Ebû Ömer'den şu bilgiyi nakleder: O bazan Nebi (sav) ile birlikte gaz­veye çıkardı.[564] Buhâri, Nesâi ve Ebû Müslim el-Keccî, Rubeyyi'den şöyle de­diğini tahric ederler: "Biz Nebi (sav) ile birlikte gazveye çıkar, askere su ve­rir, onlara hizmet eder, yaralı ve şehidleri Medine'ye götürürdük." [565]

el-İsâbe'de müellif, Rufeyde el-Ensâriyye veya el-Eslemiyye'nin bi­yografisini verir ve Sa'd b. Muaz'ın Hendek savaşında yaralanması kıssasıyla ilgili olarak Ibn Ishak'tan şu bilgiyi nakleder Resulullah (sav) şöyle bu­yurdu "Onu yakından ziyaret edebilmem için Rufeyde'nın mescıddekı çadı­rına koyun " Rufeyde yaralıları tedavi eden, muslumanlardan zarara uğra­mış kimselerin hizmetine kendisini adamış bir kadındı Bu bilginin benzen Buhârı'nın el-Edebu'1-müfred'ınde de mevcuttur.[566]

el-İsâbe'de Kuaybe bınt Sa'd el-Eslemıyye'nın biyografisinde Ibn Sa'd'dan naklen şu bilgi verilir O, mescıdde bir çadırı olup hasta ve yarahla n tedavi eden bir kadındır Sa'db Muâz Hendek savaşında yaralandığında onun yanında ıdı Vefat edinceye dek Sa'd'm yarasını tedavi etmişti.[567]  Ku­aybe, Nebi (sav) ile birlikte Hayber savaşına da katıldı ve kendisine gani­metten erkek payı verdi.[568]

Leyla el-Gıfârıyye'nın biyografisinde şu bilgi verilir O, Nebi (sav) ile birlikte gazvelere çıkardı, yaralıları tedavi eder, hastalara bakardı Ibn Merdûye de Tefsirinde Muâze el-Gıfârıyye'den şu tahrıcde bulunur Ben Resulullah'a (sav) yakın arkadaştım (enîs), onunla sefere çıkar, hastalara bakar ve yaralıları tedavi ederdim.[569] Fakat et-Tecrîd'de şu bilgi verilir "Leyla el-Gıfârıyye'nın gazvelerde yaralıları tedavi ettiği hususu "bâtıl" bir haberde geçmektedir "Derim Bu b â 11 1 haber el-Isâbe'de etraflı bir şe­kilde verilmiştir

Yine el-İsâbe'de Hz Peygamber'm (sav) azatlısı ve dadısı Umrau Ey-men'ın biyografisinde Vâkıdı'den naklen şu bilgi verilir Ummu Eymen Uhud savaşında bulundu, su verir, yaralıları tedavi ederdi Hayber savaşı­na da katıldı.[570] el-Isâbe*de muelhf, Ummu Zıyâd el-Eşcaıyye'nın biyografi­sini vererek şu bilgiyi zikreder O, Hz Peygamber'le (sav) birlikte Hayber savaşına katılan altı kadının altıncısıydı Bunların savaşa katıldıkları ha­beri Resulullah'a ulaşınca çağırıp şöyle buyurdu "Kimin müsaadesiyle sa­vaşa katıldınız?" Resulullah'm (sav) yüzünde kızgınlık esen gorduk ve şöyle dedik "Savaşa çıktık, yanımızda ilaç var, onunla yaralıları tedavi ediyor, ok­ları veriyor ve un çorbası ıçırıyoruz "(Hadis) Buhadıste, Resulullah'm on­lara hurmadan pay (ganimet) verdiği geçmektedir Bunu Ebû Dâvud,[571] Nesâı ve Ibn Ebî Âsim tahrıc etmişlerdir.[572]

Ibn Sa'd'ın Tabakât'ında Ummu Sınan eî-Eslemıyye'mn biyografisin­de, onun şöyle dediğini kaydedilir Resulullah (sav) Hayber savaşına çıkmak istediğinde kendisine gelip şöyle dedim "Ey Allah'ın Resulü, seninle birlikte çıkayım; su tulumlarım diker, hasta ve varsa yaralıları tedavi eder, yükleri gözetlerim." Allah Resulü de şöyle buyurdu: "Allah'ın bereketiyle çık, senin kavminden ve başkalarından arkadaşların da var. Benimle konuştular, kendilerine izin verdim. Dilersen kendi kavminle, dilersen bizimle birlikte çık." Ben "seninle" dedim, "o halde eşim Ümmü Seleme ile birlikte ol" buyur­du. Ben de onunla oldum.[573] el-lsâbe'deÜtnmüKebşeel-Kudâiyye[574] ve Üm-mü Varaka el-Ensâriyye'nin[575] biyografilerine bakınız.

Şâmi Siret'inde, Hz. Peygamber'in yaralı ve hastaları tedavi için bazı kadınları yanma alması ve bazı durumlarda ise buna engel olmasıyla ilgili bir başlığa yer verir ve orada Leyla el-Gıfâriyye'nin kıssasını zikrederek Taberâni'ye isnad eder. Sonra Taberâni'nin Sahîh'in şartlarına sahip ravi-ler yoluyla Ümmü Seleme'den şu tahricde bulunduğunu kaydeder: "Resulullah, ensar kadınları olarak bizi de gazaya çıkarırdı; su verir, yaralıları tedavi ederdik." Sonra Tâberâni'nin el-Mu'cemül-kebîr ile el-Mu'ce-mül-evsatfda Sahîh'in şartlarına sahip raviler yoluyla Kudâa kabilesinin Benî Uzre koluna mensup bir kadın olan Ümmü Kebşe'den şu tahricde bu­lunduğunu zikreder: "Ey Allah'ın Resulü, bana müsaade et de şu ve şu or­duyla birlikte savaşa çıkayım" dedim, "hayır" dedi. "Ey Allah'ın Resulü, ben savaşmak istiyor değilim, yaralı ve hastaları tedavi etmeyi istiyorum" de­yince de şöyle buyurdu: "Eğer falan kadın savaşa katılmış denmeseydi sana müsaade ederdim, fakat sen yerinde otur."[576] Taberâni bu anılanı zikret­mekle kalmış olup bizim zikrettiklerimizi elde edememiştir. Allah'a hamde-derim.

Buhâri, "Kitâbu'l-Cihâd"da[577] kadınların cihâdı, kadının denizde sa­vaşa çıkması, kişinin hanımlarından yalnız birini savaşa götürmesi, kadın­ların savaşa çıkıp erkeklerle birlikte savaşmaları, kadınların savaşta aske­re su kırbalarını taşımaları, kadınların savaşta yaralıları tedavi etmeleri, kadınların hasta ve yaralıları geri götürmeleri şeklinde bâb başlıklarına yer verir.[578]

Buhâri burada Enes'ten şu tahricde bulunur: "Uhud savaşında insan­lar Resulullah'ın (sav) etrafından kopup dağılınca, Âişe ve Ümmü Süleym'i gördüm; paçalarını sıvamışlardı, ayaklarına takılı hamalların halkalarını görüyordum, sırtlarında su kırbalarını taşıyıp askerlerin ağzına boşaltıyor­lar, sonra dönüp onları dolduruyor, sonra gelip askerlerin ağzına boşaltıyor­lardı."[579] AbdurrezzakMa'mer'den, o daZühri'den şöyle dediğini tahric eder: "Kadınlar Hz. Peygamber (sav) ile birlikte savaşlara katılır, savaşçılara su verir ve yaralıları tedavi ederlerdi." Ebû Dâvud da Haşrec b. Ziyâd yoluyla, onun ninesinden şu rivayetini tahric eder: "Onlar Nebi (sav) ile birlikte Hu-neyn savaşına katıldılar." Bu hadiste şu ifade geçer: Hz. Peygamber (sav)on-lara bu çıkışlarını sordu, onlar da şöyle dediler: "Biz yün eğirir, Allah yolun­da yardımda bulunur, yaralıları tedavi eder, okları verir ve un çorbası içiri­riz."[580] Müslim de Enes'ten şu rivayeti nakleder: "Ümmü Süleym Huneyn sa­vaşında bir hançer edinmiş ve şöyle demişti: bunu edindim ki müşriklerden biri bana yaklaşırsa onunla karnını yarayım."[581]

Ümmü Amâre el-Ensâriyye'nin biyografisinde Hz. Ömer'den şöyle de­diği nakledilir: Resulullah'ı f sav) şöyle derken duydum: "Uhud günü sağa ve sola dönmedim ki onu berimde savaşıyor görmeyeyim."[582]

el-Utbiyye'de İmam Mâlik'in şöyle dediği nakledilir: "Kadınlar Resu-lullah (sav) ile birlikte onun gazvelerine çıkarlar, askere su verirler ve ya­ralıları tedavi ederlerdi." îbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsîl'de şöyle der: Aske­re hizmet maksadıyla, güvenilir (güçlü) bir orduyla birlikte kadınların sava­şa çıkmalarının caiz olduğu hususunda âlimler arasında görüş ayrılığı mev­cut değildir.[583]

Hocamız Şebîhi el-Fecrü's-sâti'de bu konuyla ilgili başlıkta geçen "ya­ralıları tedavi etme" sözüyle ilgili olarak Kurtubi'nin şöyle dediğini kayde­der: "Bunun manası şudur: Onlar yaralar için ilaç hazırlar, düzenlerlerdi; erkeklerde (dokunulması) haram olan yerlere dokunmazlardı. Bu kadınlar yaşlı olunca yüzlerini açmaları caizdir, genç iseler örtünürlerdi. Bütün bun­lar Arap kadınlarının ve özellikle ashap kadınlarının savaş, kahramanlık, cesaret ve iffet konusunda görülen adetleri çerçevesinde cereyan ediyordu. Eğer bizzat tedavi yapmalarına zaruret duyulursa bu caiz olur, çünkü zaru­retler haramları mubah kılar." İbn Zekri şöyle der: Bunda, yabancı bir kadı­nın, zaruret bulunması halinde bir erkeği tedavi edebileceğine delil vardır.

Şeyh Abdülğani en-Nâblusî Şerhu't-Tarîkati*l-Muhammediyye*de babasından şu bilgiyi nakleder: İbnü'z-Zübeyr Mekke'de hastalandığında kendisine bakması için yaşlı bir kadın tuttu. Kadın onun ayaklarını ovar ve başında bit arardı.[584]

 

Ticaretle Uğraşan Kadın Sahabiler

 

Burada, daha önce geçenlere ilave bir grup tüccar hanımdan sözedile-cektir. el-tsâbe'de Kayle el-Enmâriyye'nin biyografisinde, İbn Mâce'nin tahriri olarak Kayle'den şöyle dediği rivayeti nakledilir: "Ey Allah'ın Resu­lü, ben alıp satan bir kadınım.. ."[585] Onun İbn Sa'd'ın Tabakât'ındaki (VIII, 238) biyografisinde şu rivayet verilir; Kayle Ümmü Benî Enmâr'dan şöyle dediği nakledilir: Hz. Peygamber (sav) umrelerinden birinde, ihramdan çık­mak üzere Merve'ye geldi. Bir asaya dayanmış olarak gelip yanına oturdum ve şöyle dedim: "Ey Allah'ın Resulü, ben alışveriş yapan bir kadınım. Bazan bir mal satın almak istiyor, ona satın almak istediğim fiyatın daha azını ve­riyorum. Sonra onu almak istediğim fiyatla alıncaya kadar artırıyor artırı­yorum. Bazan da bir mal satmak istiyor, ona satmak istediğimden çok fiyat biçiyorum. Sonra satmak istediğim fiyatla onu satmcayakadar indiriyor in­diriyorum." Resulullah (sav) bana şöyle buyurdu: "Böyle yapma ey Kayle. Satın almak istediğin zaman, sana ister verilsin ister verilmesin, satın al­mak istediğin fiyatı ver. Birşey satmak istediğinde de, sana ister verilsin is­ter verilmesin, ona satmak istediğin fiyatı biç."[586]

Kadı Ukbâni'nin Tuhfetü'n-nâzir[587] adlı eserinde şöyle denir: "Mezhe­bimize göre kadının ticaretle uğraşmasının mubah olduğu, kocanın bu iş için kadını dışarı çıkmaktan mene demeyeceği; istediği herhangi bir erkekten kâr sağlama hakkına sahip olduğundan, ticaret ve sebeplerine başvurma­nın yalnız güvenli kadınlarla sınırlandırılmış olmadığı, aksi halde ticarete girişemeyeceği hususları ile fitneye düşme korkusundan dolayı kadınlarla simsarları birbirinden uzak tutmak gerektiği hususunu bağdaştırmak be­lirsizlik arzetmektedir." Müellif sonra bunu şöyle cevaplandırır: Kadının ti­caretle uğraşmasının mubahlığı, onu bizzat yapmasını gerektirmez; ister mahrem ister namahrem olsun, güvenilir bir kimseyi kendi adına bu işe ve­kil kılabilir. Erkeğin kadını ticaretten mene demeyeceği ne dair söyledikle­rimiz el-Mecmûa'dan naklen el-Hâdî'de verilmiştir. Âlimlerden biri şöyle dedi: "Koca kadını ticaretten menedemez" sözünden anlaşılan, onun üzerine kapıyı kapayamayacağıdır. Bu husus el-Vesâiku'1-mecmûa'da "Kitâbu'l-Vesâyâ"da nass olarak kaydedilmiştir.

Ebû Yahya et-Tâzî'nin er-Risâle'ye yaptığı şerhte şu bilgi geçer: Alış­verişe gelince, erkek pazarlarda bununla meşgul olmaktan kadını menede-bilir. Kadının evde ticaretle uğraşması ve erkeklerin onun yanma girmeleri ise caizdir. Fakat alışverişleri bir perde arkasından yaparlar. Bu hususta kocasından müsaade alması gerekmez.[588]

 

Ebe

 

el-İstîâb'da müellif, Hz. Peygamberin (sav) oğlu ibrahim'i anarken şöyle der: Onun ebesi, Hz. Peygamberin (sav) azatlı­sı ve Ebû Râfi'in hanımı Selma idi. Ebû Raf i, İbrahim'i Resu-lullah'a müjdeledi, o da kendisine bir köle bağışladı.[589] O, Hz. Peygamberdin (sav) kızı Fâtıma'nın çocuklarının da ebesiydi. Hz. Fâtıma'nın cenazesini de kocası Hz. Ali ve Esma bin t Umeys'le birlikte o yıkamıştı.[590]

el-tsâbe*de Hz. Hatice'nin biyografisinde şu bilgi verilir: Onun ebesi, Safiyye'nin azatlısı Selma idi; onun çocuğu için sütanne arar, doğum yapma­dan önce bunu hazırlardı.[591] Sevâde'nin el-tsâbe'deki biyografisinde de şu bilgi verilir: Meçhul bir râvinin bulunduğu bir isnadla nakledilen bir riva­yette geçtiği üzere Hz. Hasan'ı doğurduğunda Hz. Fâtıma'nın ebesi o idi.[592]

 

Sünnetçi Kadın

 

Hz. Peygamber (sav), kadınları sünnet eden Ümmü Atıy-ye'ye şöyle buyurdu: Biraz kes, mübalağa edip tamamen kes­me, çünkü bu, yüze kan ve tazelik gelmesi ve erkeğin cinsî mü­nasebette daha haz duyması için daha iyidir.[593]

 

Emzirici Kadın (Sütanne)

 

el-İstîâb'da müellif, Ümmü Bürde bint Münzir b. Zeyd'i anarak şöyle der: Hz. Peygamberin (sav) oğlu İbrahim'i emzi­ren odur. Hz. Peygamber İbrahim'i annesi doğurur doğurmaz ona vermişti ve yanında vefat edinceye kadar da hep o emzir-di.[594]

Bu bilginin aynısı el-İsâbe*de mevcut olup müellif bunun hemen ar­dından Ebû Musa'nın şöyle dediğini kaydeder: Meşhur olan, ibrahim'i emzi­renin Ümmü Seyf olduğudur. Muhtemelen her ikisi de onu emzirmişler-dir.[595]

 

Kadınları Allah Resulü'nün Meclisinde Temsil Eden Kadın

 

el-İstibsâr'da Esma bint Yezîd b. Seken el-Ensâriyye'nin biyografisin­de, Hz. Peygamber'e (sav) gelerek şöyle dediği kendisinden nakledilir; "Ben ardımdaki müslüman kadınlar topluluğunun elçisiyim (temsilcisi); onlar benim söylediğimi söylüyor ve görüşümü paylaşıyorlar. Allah seni hem er­keklere hem de kadınlara gönderdi. Sana inandık ve itaat ettik. Biz kadınlar topluluğu (evlerde) kapanmış ve kuşatılmış, evlerin temel direkleri, erkek­lerin şehvetlerini giderme mahalli ve çocuklarınızın anneleriyiz. Erkekler cemaatlere katılmak ve cenazelere katılmakla (sevapta bize karşı) üstünlük sağladılar. Cihâda çıktıklarında da mallarını biz koruyor ve çocuklarını biz yetiştiriyoruz; onların sevaplarına biz de ortak oluyor muyuz ey Allah'ın Re­sulü?" Resulullah (sav) yüzünü ashabına çevirerek şöyle buyurdu: "Dinini öğrenmek konusunda soru sormada bu kadının söylediklerinden daha güze­lini duydunuz mu?" Onlar "hayır, ey Allah'ın Resulü" dediler. Resulullah (sav) bunun üzerine şöyle buyurdu: "Dön ey Esma ve ardındaki hanımlara bildir ki sizden birinizin kocasına güzel zevcelik yapması, onun hoşnutluğu­nu araması ve görüşüne uygun hareket etmesi, sevap bakımından, saydık­larınızın hepsine denktir." Bunun üzerine Esma, Resulullah'ın kendisine söylediklerinden duyduğu sevinçten dolayı tekbir ve tehlil getirerek geri döndü.[596]

 

Yün Eğirme

 

Ebû Nuaym el-Ma*rife*de Abdullah b. Rebî el-Ensârî'den, onun merfû olarak rivayet ettiği şu hadisi tahric eder: "Çocuklarınıza yüzme ve ok at­mayı öğretin. Mü'min kadın için de evinde yün eğirmesi ne güzel oyundur (eğlence, uğraş)."[597] İbn Adî de İbn Abbas'tan şu merfû rivayeti tahric eder: "Kadınlara yazıyı öğretmeyin, onları odalarda (ilim meclislerinde) bulun­durmayın. Mü'min erkeğin en güzel eğlencesi yüzme, mü'min kadının da yün eğirmedir."[598] Deylemi Enes'ten (ra) şu merfû rivayeti tahric eder: "Ka­dının yün eğirmesi ne güzel eğlencedir."[599]

"Salih lebrâr) erkeklerin ışı terzilik, salih kadınların ışı de yün eğir­mektir" mealindeki hadis daha önce geçmişti.”[600] Hatîb Târih'inde, İbn Ab-bas'tan şu merfû rivayeti tahric eder: "Kadınlarınızın meclislerini yun eğir­meyle süsleyin."[601] ibn Asâkir, Muhammedb. Bekkâres-Seksekî yoluyla şu tahricde bulunur: Musa b. Avf bize haber verdi, ona Nufeyli, ona da Ziyâd b. Seken haber verdi: Umnru Seleme'nin yanına girdim, elinde bir kirmen yun eğiriyordu. Ona "ne zaman sana gelsem, elinde bir kirmen buluyorum'' de­dim, şu karşılığı verdi: "O şeytanı kovar ve kendi kendine konuşmayı önler. Bana Resulullah'ın (sav) şöyle buyurduğu haberi ulaştı: Sizin (kadınlar) se­vabı en büyük olanınız, gücü (enerjisi) en sürekli olanınızdır." ibn Asâkir, Muhammed b. Yezid b. Mervân yoluyla Ziyâd b. Abdullah el-Kureşî'den şu tahricde bulunur: Haccâc b. Yusuf un hanımı Hind bint Muhelleb b, Ebî Suf-ra'nın yanına girdim, elinde bir kirmen gordum, yun eğiriyordu. Ona "bir e m î r (yönetici) kızı olduğun halde yunmûeğiriyorsun?" dedim, şukarşı-lığı verdi: Babamdan şöyle dediğini duydum: Resulullah (sav) şöyle buyur­du: "Sizin (kadınlar) gücü en sürekli olanınız, sevabı en büyük olanınız­dır."[602] Bu şeytanı kovar ve kendi kendine konuşmayı önler,

Hâkim el-Müstedrek'te Hz. Âişe'den şöyle dediğini tahric eder: Resu­lullah (sav) şöyle buyurdu: "Kadınları odalarda (ilim meclislerinde) bulun­durmayın, onlara yazıyı öğretmeyin, yün eğirmeyi öğretin." Hâkim bu hadi­sin isnadının sahîh olduğunu söyler.[603] Beyhaki de bu rivayeti Şuabu'l-imân'da Hâkim yoluyla tahric eder,

ibn Sa'd, Ümmü Subeyye Havle'den şöyle dediğini tahric eder: "Re­sulullah (sav) ve Ebubekir zamanı ile Ömer'in halifeliğinin başında da bir süre, biz kadınlar mescidde bulunur, birbirimizle dostluk kurar, bazan yün eğirir ve bazan da bazılarımız orada hurma yaprağı işlerdi. Ömer bizi mes-cidden çıkardı."[604] Hafız Suyûti bu konuyu el-Ecrü'1-cezel fi'l-ğaze[605] adıyla bir cüz halinde kaleme almıştır. Bu eser bende mevcut olup burada verdiğim bilgileri ondan özetledim.[606]

 

Şarkıcılar

 

Bayramlarda şarkı söyleyenler: Sahîhayn'da Hz. Âişe'den şu rivayet nakledilir: "Bir bayram günü, Habeşliler mescide ge­lip oynadılar. Resulullah (sav) beni çağırdı, başımı onun omu-zuna koyup onların oyunlarına bakmaya başladım ve onlara bakmaktan vazgeçen bizzat ben oluncaya kadar baktım."[607] Yine Sahîhayn'da şu rivayet zikredilin "Hz. Ebubekir (ra) Hz. Âişe*nin yanına girdi, Mina günlerinde (kurban bayramı) iki cariye onun yanında şarkı söyleyip def çalıyorlardı. Resulul­lah (sav) da elbisesiyle örtünmüştü. Hz. Ebubekir o cariyeleri azarladı. Resulullah (sav) başını açarak şöyle buyurdu: Onla­rı bırak ey Ebubekir, bayram günleridir."[608]

İmam Ahmed ve İbn Mâce, Kays b. Sa'db. Ubâde'den şu tahricde bulun­dular: "Resulullah (sav) zamanında olup da biri dışında görmediğim hiçbir şey yoktur; o da Resulullah'a (sav) Ramazan bayramı günü şarkı söylenip oynanmasıdır (kals). " Câbir,- "kals" in oyun (la'b) olduğunu söyler.[609]

İbn Mâce, Iyâz el-Eş'arî'den şu rivayette bulunur: Iyâz Enbâr*da bir bayramda bulundu ve şöyle dedi: Bana ne oluyor ki sizi Resulullah'ın (sav) yanında oyun (kals) düzenlendiği gibi oyun düzenliyor görmüyorum?"[610] Taberâni, Ümmü Seleme'den şöyle dediğini rivayet eder: Bir Ramazan bay­ramı günü Hassan b. Sâbit'in bir cariyesinin yanına girdim, saçlarını çöz­müş ve yanında (çaldığı) bir def vardı. Onu azarladım, Resulullah (sav) şöyle buyurdu: Onu bırak ey Ümmü Seleme, her toplumun bir bayramı var, bu da bizim bayramımızdır."[611]

Müslim, Hz. Âişe'den şöyle dediğini tahric eder: Hz. Ebu­bekir yanıma geldi, ensann cariyelerinden ikisi ensarın Buas günü söyledikleri şarkıları söylüyorlardı.

Buas günü, Evs ve Hazrec kabileleri arasında geçen malum savaştır.

Hz. Âişe (devamla) şöyle der: O ikisi şarkıcı değillerdi. Hz. Ebubekir şöyle dedi: "Resulullah'ın evinde şeytan mizmârı (sesi, düdüğü) mı?" Bu bir bayram günüydü. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Ey Ebubekir, her toplumun bir bayramı var, bu da bizim bayramımızdır."[612] Buhârî de bu hadisi tahric eder ve (Hz. Ebubekir*in sözü olarak) şu ifadeyi kullanır: "Re­sulullah'ın yanında şeytan mizmâresi mi?"[613]

Derim: Hafız Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah b. Aİımed b. Habîb el-Âmiri el-Bağdâdî[614] semâ (musiki) ile ilgili eserinde şöyle der: Kim Hz. Ebubekir'in "şeytan mizmârı" şeklindeki adlandırmasına dayanarak hüküm ve­rirse, çeşitli yönlerden meseleyi yanlış anlamış ve hata etmiş olur. Hata etti­ği hususlardan biri şudur: Hz. Peygamber'in (sav) onun sözünü reddetmesi, şarkı söyleyenlere sert davranmasından dolayı onu azarlaması ve Hz. Ebu­bekir'in Resulullah'ın söylediğine dönmüş olmasına rağmen, bu kimsenin Hz. Ebubekir'in o sözüne tutunması. Bir diğer husus da şudur: Bu görüşte olan kimsenin, Hz. Peygamber'in (sav) dinlemesi ve helal oluşu gerektirdi­ğinde şüphe bulunmayan onayından yüz çevirip Hz. Ebubekir'in sözünün mutlak ifadesine bağlanması. Resulullah'ın (sav) batıl üzere olmayacağını bilmesine rağmen Hz. Ebubekir'in, Resulullah'ın hazır bulunup onayladığı bir hususun haram olduğuna inanması muhaldir. Sahîh olan, Hz. Ebube­kir'in sözünden ona uygun mananın anlaşılması olup o da şudur: Hz. Ebube-kir def çalmayı ve şiir söylemeyi ibadet sayılmayan mubahlar cümlesinden kabul etmekle birlikte nübüvvet huzuruna olan tazimi, risâlet makamına ihtiramı ve bu makamın ihtişamının yüceliğinden dolayı kerim vicdanı onu Hz. Peygamber'in (sav) huzurunu oyun (eğlence) görüntüsünden tenzihe yö­neltti ve bu yüce mevkide zikir ve ibadetle meşgul olmanın daha uygun olacağını düşündü. Bu sebeple de haram olduğu için değil, saygısı dolayısıy­la bundan menetti. Hz. Peygamber de onun bu davranışı hoş karşılamama­sını iki husustan dolayı reddetti. Birincisi şudur: Ümmetine genişlik, yumu­şaklık ve bazı durumlarda ferahlık olarak şeriatinde meşru kılınmış bir şe­yin haram olduğunun sanılmaması için. İkincisi: kalplerinin bazı mubah davranışlarla yatışması ve ibadet vazifelerine daha canlılık duymaları için şâriin (kanun koyucu) ailesi ve ümmetine karşı güzel ahlâk ve gönül genişli­ği izhar etmesi. Nitekim Hz. Ebubekir "Kur'ân mı, şiir mi?" diye sorduğun­da, Resulullah (sav) "bir süre bundan, bir süre ondan" buyurmuştu.[615]

 

Allah Resulü Zamanında Deflerin Zilli Olup Olmadığı Ve Ashabın Ud Dinleyip Dinlemediklerî

 

Huzâi burada şöyle der: Araştırdığım kitaplarda, Resulul­lah'ın (sav) evinde cariyelerin çaldıkları deflerde zil bulunup bulunmadığına delâlet edecek bir bilgiye rastlamadım. Fakat Ebû Hâmid'in zilli deflerin çalınmasını cazi görmesi, bu defle­rin Hz. Peygamber (sav) zamanında kullanılmış olabileceğini göstermektedir. O, bu sebeple onları kullanmayı mubah say­mıştır.

Derim: Tilimsâni'nin eş-Şifâ şerhi el-Menhelüi-asfâ'da şöyle dediği­ni gördüm: Araplar deflerinde zil kullanırlardı. Onun "cariyeler defle oyna-, dılar" hadisiyle[616] ilgili olarak söylediği "def yuvarlak mı, zilli miydi?" sözüne bakınız.

AUâme Kemalüddin el-Udfuvî el-lmtâ'da şöyle der: Bazı kimselerin Hz. Peygamber (sav) zamanındaki deflerde zil bulunmadığı yolundaki iddi­aları, ispata ihtiyaç gösteren bir iddiadır, Bu iddia gerçek bile olsa yasak bu­lunduğu konusunda hüccet sayılmaz. Hüccet ancak zilli defolup da menedil-miş bulunması halinde sözkonusudur,

Şeyh Ebü'l-Mevâhib et-Tûnİsî musiki aletlerini dinlemenin mubah olduğuna dair eserinde şöyle der: "Sahabe ve tabiinden büyük bir grup ud dinlediler. Ashaptan dinleyenler şunlardır: İbn Amr, Abdullah b. Cafer, Ab­dullah b. Zübeyr, Muâviye, Amr b. Âs ve başkaları." Bu bilgiyi İbnü'1-Hâc Şerhu'l-Mürşid'in haşiyesinde ondan naklen kaydeder.

Hafız Şevkâni'nin tbtâlu da'va'1-icmâ alâ tahrîmi mutlaki's-semâ[617] adlı risalesinde, Üstad Ebû Mansur el-Bağdâdî eş-Şâfiî'nin musiki dinlemeye dair eserinde şöyle, dediğini kaydeder: Abdullah b. Cafer şarkı dinlemede bir mahzur görmezdi. Cariyelerinin şarkı söylemelerini meşru görür, telli çalgıyla onlardan şarkı dinlerdi. Bu husus emîrü'l-mü'minîn Hz. Ali (Allah yüzünü keremlendirsin) zamanında olmuştu. İmâmü'1-Hare-meyn en-Nihâye'de[618] ve İbn Ebi'd-Dem, güvenilir tarihçilerin şunu naklet­tiklerini söylerler: Abdullah b. Zübeyr'in ud çalan cariyeleri vardı. İbn Ömer onun yanına girdi, yambaşında bir ud bulunuyordu. "Bu nedir, ey Allah Re­sulü'nün arkadaşı?" dedi, o da udu kendisine verdi, İbn Ömer udu inceleye­rek şöyle dedi: "Bu bir Şam terazisidir." Îbnü'z-Zübeyr de "onunla akıllar tartılır" dedi.[619]

 

Allah Resulü Zamanında Medine'deki Şarkıcı Kadınların Adları

 

Bundan Önceki konu başlığı altında ensarın cariyelerinden iki cariye­nin şarkı söyledikleri kaydedilmişti. el-Fecrü's-sâti'de müellif şöyle der: Bu iki cariye daha buluğa (ergenliğe) ermemiş olup Abdullah b. Übey'indiler ve birisinin adı Hamâme idi.

Derim: Onlardan biri, İbn Ebi'd-Dünyâ'nm İbn Fuleyh'ten, onun Hi-şâm'dan, onun babasından ve onun da Hz. Âişe'den naklettiği rivayette de Hamâme adıyla anılmıştır. Hamâme'nin el-İsâbe'deki biyografisine ba­kınız.[620]

el-tsâbe'de müellif, Erneb el-Muğanniye el-Medeniyye'nin biyografi­sini vererek şöyle der1 Emâlİ'l-Mehâmiirnin üçüncü cildinde İbn Cüreyc yoluyla şu rivayeti naklettik: İbn Cüreyc şöyle der: Ebu'1-İsba', Cemile el-Muğanniye'ninkendisine şunuhaber verdiğini bize söyledi: Cemile, Câbirb. Abdullah'a şarkının (musiki) hükmünü sordu, o şöyle dedi: Ensardan biri, Hz Âışe'mn yakınlarından (himayesinde buyumuş) biriyle evlendi Resu-lullah (sav) Hz Âışe'ye "gelini gönderdin mı?" diye sordu, o "evet" dedi "Onu şarkı eşliğinde mı gönderdin, emar bundan hoşlanırdı?"  dedi, Hz Âışe "hayır"  karşılığını verdi   Bunun üzerine Resulullah (sav) "Erneb'ı -—Medine'de şarkı söyleyen bir kadın— ona ulaştır"  buyurdu.[621] Yine el-Isâbe'de müellif, Zeyneb el-Ensânyye'nın biyografisini vererek şöyle der Onun Medine'de şarkı söylediğine dair rivayet nakledilmiştir Hafız Muhammed b Tâhır el-Makdısî Kitâbu's-Safve'de Mehâmılı yoluyla şu tah-rıcde bulunur Cemile ona (Ebu'1-Isba) şunu haber verdi Cemile, Câbır b Abdullah'a şarkının hukmunu sordu, Câbır "Ensardan bin, Hz Âışe'nın ya­kınlarından biriyle evlendi" dedi ve bundan önce geçen kıssanın aynısını zik­retti ki bu kıssada Hz Peygamber'm (sav) "Zeyneb'ı—Medine'de şarkı söyle yen bir kadın— ona ulaştır" sozu geçmektedir.[622] el-İsâbe'de Furay'a bınt Muavvız b Afrâ'nın biyografisine de bakınız.[623]

Hafız Ibn Hacer, Fethu'l-Bârî'de 'Kıtâbu'n-Nıkâh" ta "ensarın eğlen­ceden hoşlandığı" ifadesinin geçtiği kadını kocasına tevdi eden kadınlar ve bereket duası yapmalarına dair hadisle ilgili olarak şöyle der Ibn Abbas ve Câbır'ın rivayet ettiği hadiste "ensar, aşk şıın söyleyen bir topluluktur"[624] ifadesi vardır Câbır'ın Mehâmılı tarafından nakledilen hadisinde ise "Zey­neb'ı —Medine'de şarkı söyleyen bir kadın— ona ulaştır" ifadesi geçmekte­dir Bundan, Hz Âışe'mn "Kıtabu'l lydeyn" de geçen ve "Ebubekır onun ya­nına girdi, yanında şarkı söyleyen ıkı cariye vardı" ifadesinin yer aldığı ha­diste sozu edilen ikinci şarkıcının adı anlaşılmaktadır Ben orada, bunlar­dan birinin adının Hamâme olduğunu belirtmiştim Nitekim Ibn Ebı'd-Dunyâ da "Kıtâbu'l-Iydeyn" de h a s e n bir ısnadîa bunu zikreder Diğe­rinin adına ise muttali olmamıştım Şimdi onun bu Zeyneb olduğu kanaatin­deyim.[625]

Derim Bunu, Huzâı'nın burada "ıkı cariye şarkı söylüyorlardı" ve "on­lar şarkıcı değillerdi" sözleriyle ilgili olarak el-Meşârik'ten naklettiği şu bilgiyle birlikte mütalaa ediniz Kadı Iyâz şöyle der birinci cümlede geçen "şarkı" sozu, şiir söylemek (ınşâd) anlamındadır ikincisi ise "lazım sıfat" (söyleyenlerin özelliği) kabıhndendır, yanı o ıkı cariye bununla (şarkıcılık) nitelenen, şarkı söylemeyi sanat edinenler değil, cariye ve erkeklerin hal­vetleri sırasında ınşadda bulunmaları ve işleri sırasında şiir terennüm et­meleri anlamınadır şarkıcılıkları "Onlar şarkıcı değillerdi" sözüyle, Arap şıın dışında, Acem (Arap olmayanlar) eseri şarkılar söylemediklerinin kas­tedilmiş olması da muhtemeldir "[626]

Hafız Ibnu'l-Cevzî Telbîsu Iblîs'te (s 240) şöyle der Anlaşılan, bu ıkı cariyenin küçük yaşta olduklarıdır. Çünkü Hz. Âişe de küçüktü, Hz. Pey­gamber (sav) ona kız çocukları gönderir, onunla oynarlardı. İbnü'l-Cevzî sonra bu kıssanın bazı rivayet yollarını zikreder ki, bu rivayetlerde, söyle­dikleri şarka sözleri mevcut olup İbnü'l-Cevzî şöyle der: Bu zikrettiklerimiz­den onların şarkı sözleri de anlaşılmış olup bunlar musiki yapılan türden ol­mayıp defleri de bugün bilinen türden değildi.[627]

Nevevî Şerhu Müslim'de şöyle der: "Onlar şarkıcı değillerdi" sözünün manası şudur: Şarkı söylemek onların adeti değildi ve şarkıcılıkla da tanın­mış değillerdi. Kâdî şöyle der: Onların şarkı söylemesi, savaş, kahramanlık ve zaferle övünmeye dair şiirlerleydi. Bu da genç kızları şerre yöneltmez ve bunu söylemeleri de hükmü konusunda ihtilaf edilen şarkı türünden değil­dir. O sadece şiiri yüksek sesle okumaktan ibarettir. Onlar bunu sanat ve meslek de edinmiş değillerdi.[628] Bu bilginin aynısını Kastallâni el-tr-şâd'da[629] ve başkaları da verir.[630]

 

Şarkı Sözleri

 

Daha önce geçtiği üzere ensar cariyeleri, ensarın Buâs günü söyledikle­riyle şarkı söylüyorlardı. Buâs bir kale adı olup onun yanında Evs ve Hazrec kabileleri arasında savaş meydana gelmişti. Tunuslu hocalarımızdan Önde gelen bir zat olan uzun ömürlü üstad Ebü'n-Necât Salim Bu-Hâcib el-Mâliki[631] Sahîh-i Buhâri'ye yaptığı ta'likatta şöyle der: Aferin Buhâri'ye ki bayram günü oynanan oyunu anmış olup bundan da bayram sevincini izhar için oynanan oyunun, boş eğlence ve batıl davranış çerçevesi dışına çıkmış olması için şer'î bir maslahattan hali olmaması gerektiği anlaşılmaktadır. Bunda da ümmetin ilerlemesinin dayandığı temel esaslardan birine işaret vardır. O da oyunların kalplere din ve vatan sevgisini yerleştiren, güzel ahlâkla güçlenmesini sağlayan eğitimlerle dolu olmasıdır ki bu suretle in­san bu oyunları oynamak veya seyretmeye meşhur "Gizler bir yudumu kö­pük içiminde. . ."[632] darbımeselinde belirtilen durumagelir. Buhâri'ninbura­da işaret ettiği husus, Hz. Peygamberin (sav) "At terbiyesi, ok atma ve kişi­nin hanımıyla oynaması dışında âdemoğlunun bütün oyunları bâtıldır" sö­zünden anlaşılmaktadır. Aferin Sıddıkiyye'ye (Hz. Âişe) ki iki cariye hadisi ile Habeşliler hadisini bir araya getirdi. Çünkü Buâs şarkısı kalbî cesareti tahrik eder, Habeşlilerin oyunu ise bedenî hareketlerin süratini öğretir. Bu her iki husus da savaşta ileri gitmenin dayanaklarıdır. "Savaş eğitimi ilim­leri Öğretmektir, öğretim de oyun değil ciddiyettir, binaenaleyh Buhâri bunu nasıl oyun diye adlandırır?" diye sorulursa şöyle cevap verilir: İbn Ha-cer'in de işaret ettiği gibi bu, görünüşte oyuna benzer; görüyorsun ki yarış­çıların herbiri arkadaşına vurmak istiyor gibi yapıyor fakat vurmuyor, is­terse babası veya oğlu olsun onu korkutmak istiyor.[633]

 

Kimlerin Düğün Yemeğinde Şarkı Okuduğu

 

Sahîh-i Buhâri'de Hz. Âişe'den şu rivayet nakledilir: "Hz. Âişe bir kadını ensardan bir erkeğin evine gelin götürdü. Re-sulullah (sav) şöyle buyurdu: Ey Âişe, eğlenceniz var mıydı, ensar eğlenceden hoşlanır?"[634]

Ahmed b. Hanbel'in rivayet ettiği, Hâkim ve İbn Hibbân'ın sahîh oldu­ğunu kaydettikleri Abdullah b. Zübeyr hadisinde "nikahı ilan edin"[635] ifade­si mevcuttur. Tirmizi ve İbn Mâce ise Hz. Âişe hadisini "ona def çalın" ilave­siyle zikrederler. İbn Hacer Fethu'l-Bârî'de şöyle der: "Çalın (erkekler)" sö­züyle, def çalmanın kadınlara mahsus olmadığı hususu istidlal edilmiştir. Fakat bu hadisin isnadı zayıf olup kuvvetli hadislerde def çalmak izni kadın­lar içindir, kadınlara benzeme konusundaki umumî nehiyden dolayı erkek­ler kadınlara ilhak edilemezler (hükümde onlarla bir tutulamazlar).[636]

İbn Hâtim'in anılan hadisiyle[637] ilgili olarak Abdülhak el-Ahkâm'da şöyle der: Tirmizi'den başkaları bu hadisin sahîh olduğunu söylemişlerdir. Nesâi, Âmir b. Sa'd'dan[638] şu tahric-de bulunur: Bir düğünde Karaza b. Ka'b[639] ve Ebû Mesud el-Ensârî'nin yanına girdim, bir de gördüm ki cariyeler şarkı söylüyorlar. Şöyle dedim: "Siz Resulullah'ın ashabı ve Bedir ehlisiniz, yanınızda böyle (hareketler) yapılıyor?** Bana şöyle dediler: "Otur, dilersen bizi dinle, dilersen git. Bize düğünde eğlenme ruhsatı verilmiştir.”[640]

el-İsâbe'de (s. 217) müellif, Sabit b. Yezîd el-Ensârî'nin biyografisini verir ve Bârûdi ile Ebû Nuaym'ın, Şerîk yoluyla Ebû İshak'tan,[641] onun da Âmir b. Sa'd'dan şu rivayetini tahric ettiklerini kaydeder: Karaza b. Ka'b,[642] Sabit b, Yezîd ve Ebû Mesud'un yanına girdim. Yanlarında cariyeler ve bir­takım şeyler vardı Şöyle dedim: "Ashaptan olduğunuz halde böyle (şeyler) yapıyorsunuz?" Şöyle dediler: "Bize düğünde eğlenme ruhsatı verilmiş­tir."[643] el-İsâbe'de Ali b. Hebbâr el-Esedî'nin biyografisine de bakınız.[644]

Yine el-İsâbe'de müellif, Ma'bed b. Kays'ın biyografisini verir ve İb-nü's-Seken'in şu tahricde bulunduğunu zikreder: Ben evlenmiştim. Resu-lullah (sav) yanımıza girip şöyle buyurdu: "Bir eğlence var mı?"[645]

Buhâri Sahîh'te "Nikah ve velimede def çalma babı" başlığına yer verir, sonra Rubeyyi bint Muavviz b. Afrâ'dan şöyle dediğini tahric eder: "Zi­fafa gireceğim zaman Resulullah (sav) gelip içeri girdi ve senin şimdi oturdu­ğun (râvi kastediliyor) gibi yatağımın üstüne oturdu. Genç kızlar def çalıp Bedir'de öldürülen atalarımın iyiliklerini dile getiren şeyler söylemeye baş­ladılar. Birisi şöyle dedi: "içimizde, yarın ne olacağını bilen bir peygamber var." Bunun üzerine Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Şunu bırak, söyle­mekte olduğunu söyle."[646] İbn Hacer Fethu*l-Bârî'de "genç kızlar (cariye­ler)" sözüyle ilgili olarak şöyle der: "Bunların adlarım bulamadım. Hammâd b. Seleme'nin rivayetinde "İki cariye şarkı söylüyordu" ifadesi vardır. Muh­temelen bu ikisi şarkıcı idi ve yanlarında da kendilerine eşlik eden veya şar­kı soylemeksizin def çalmada onlara yardım edenler vardı." İbn Hacer "iyi­liklerini dile getiriyorlardı" sözüyle ilgili olarak da şöyle der: "Bu kelime "nübde" den gelmekte olup ölüyü överek özelliklerini anlamak, cömertlik, kahramanlık vb güzel yönlerini saymak anlamındadır." Resululîah'ın (sav) "söylemekte olduğunu söyle" sözüyle ilgili olarak da şöyle der: Bunda, aşırı­lığa (gulüv) yol açacak şekilde abartma bulunmadıkça mersiye ve medih din­lemenin caiz olduğuna delil vardır. Taberâni el-Mu'cemü'1-evsat'da hasen bir isnadla Hz. Âişe'den şu hadisi tahric eder: Hz. Peygamber (sav), bir dü­ğünleri sırasında bazı ensar kadınlarına uğradı. Onlar şu şarkıyı okuyorlar­dı:

Ona (gelin) bir koç hediye etti, ağılda meleyen

Ve kocan vahada, bilir yarın ne olacağı[647]

Bunun üzerine Resulullah (sav) "yarın ne olacağını Allah'tan başkası bilmez" buyurdu. Muhelleb şöyle der: "Buhadiste,nikahı def ve mubah şar­kı ile ilan etmenin, mubah sınırını aşmadıkça eğlence bile olsa devlet başka­nının duğune gitmesinin, ve kendisinde bulunmayan özellikleri dile getir­medikçe yuzune karşı kişiyi övmenin caiz olduğuna delil vardır " Ibnu't-Tîn bunu tuhaf bularak şöyle der: "Resululîah'ın onu söylemekten menetmesi eğlenceye ciddiyeti sokmasından dolayıdır; çunku onun övülmesi haktır, nıkahta arzulanan ise eğlencedir." Oysa işarette bulunduğum haberin butunu onu reddedecek mahiyettedir. Olayın gelişi (siyak), eğer söyleyen mersiyeye devam etseydi, Resulullah'ın onu menetmeyeceğinı göstermektedir. Onun dile getirdiği aşırı ovguyu hoş bulmaması, gaybı bilmeyi kendisine izafe et­mesinden dolayı idi. Çunku bu sıfat Allah'a mahsus olup Allah Teâlâ şöyle buyurur: "De ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez" (Nemi 27/65). "De ki: Ben kendime, Allah'ın dilediğinden başka ne bir fayda, ne bir zarar verme gucune sahip değilim. Eğer gaybı bilseydim, elbette çok hayır (mal) elde ederdim ve bana kötülük dokunmazdı" (Araf 7/188). Hz, Peygamber'in (sav) gaybtan haber verdiği butun şeyler, onun bilgisine ba­ğımsız olarak sahip bulunmasından değil, Allah Teâlâ'nın kendisine bıldir-mesıyledir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur- "O gaybı bilendir. Kendi gaybına kimseyi muttali kılmaz. Ancak razı olduğu elçilere gösterir" (Cin 72/27).[648]

 

Allah Resulü’nün Gelişi Sırasında Karşılanışı[649]

 

Resulullah'ın (sav) gelişi sırasında ensar çocuklarının def çalıp şarkı söylediklerine dair haber meşhurdur:

Dolunay doğdu üstümüze

Seniyyâtü'l-Vedâ'dan

Vacip oldu şükür bize

O davetçi Allah'a davet ettikçe.

Bu şiir Hz. Peygamber'in (sav) Medine'ye gelişi sırasında söylenmiş olup Beyhaki ed-DelâiPde[650] ve Ebubekır el-Mukrî Kitâbu'ş-Şemâ-iTinde[651] Ibn Âişe'den rivayet ederler Taberi er-Riyâz'da Ebu'1-Fadl el-Cumahî'den şöyle dediğini nakleder: "Ibn Âışe'yı —sanıyorum babasından naklen— şöyle derken duydum..." Ve rivayeti zikreder. Taberi şöyle der: Hulvâni bunu Şeyhayn'ın şartına uygun olarak tahrıc etmiştir.[652] Bu bilgi için el-Mevâhib ve şerhine (I, 417) bakınız.

el-Mevâhib'de Tebuk Gazvesi'nden soz edilirken şu bilgi verilir Resu-lullah (sav) Medine'ye yaklaştığında halk onu karşılamaya çıktı; kadınlar, çocuklar ve köle hizmetçiler "Ay doğdu üstümüze" şiirini söylüyorlardı. Bazı ravıler vehimde bulunarak bunun Resulullah (sav) Medine'ye geldiği sırada olduğunu söylemişlerdir. Bu açık bir vehimdir  Çunku Senıyyâtu'1-Vedâ Şam yönünde olup Mekke'den Medine'ye gelen onu görmez. Daha önce de be­lirttiğim gibi, bu kimse ancak Şam'a yönelince onu görür. Zurkâni şöyle der: Daha Önce geçtiği üzere Veliyyüddin el-Irâkî şöyle der: Karşılamada bulu­nanların her yönden vardıkları yokuşlara "seniyyetü'l-vedâ" (veda yokuşu) denmiş olması da muhtemeldir. Daha önce geçtiği üzere yokuşların "seniyyât" şeklinde çoğul halde zikredilmesi de bunu teyid eder. Çünkü kas­tedilen Şam yönündeki olsaydı çoğul halde verilmezdi. Hem bir defasında hicret sırasında bir defasında Tebük'ten gelişinde olmak üzere bu şiirin birden çok kez söylenmiş olmasına da bir engel yoktur. Dolayısıyla İbn Âişe'nin hata etmiş olduğuna hükmedilemez, çünkü o s i k a (güvenilir) bir râvidir. Bu bilgi için Fethu'l-Bârî'de hicret, Zâdü'l-meâd'da Tebük gazvesi ile ilgili yerlere de bakınız.[653]

Muttariz el-Yevâkît'de İbn Abbas'tan şu rivayeti nakleder: Hz. Peygamber (sav) Medine'ye geldiğinde onu ellerindeki defleri çalan ve şunları söyleyen ensar kızları karşıladı:

Biz Benî Neccâr*ın genç kızlarıyız

Ne güzel komşudur Muhammed[654]

Tirmizi de Abdullah b. Büreyde'den şu tahricde bulunur: Büreyde'yi şöyle derken duydum: Resulullah (sav) gazvele­rinden birine çıkmıştı. Dönüşünde siyahı bir genç kız (câriye) gelip şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, eğer Allah seni sağ salim geri getirirse önünde def çalıp oynamayı adadım." Resulullah şöyle buyurdu: "Eğer adakta bulunduysan çal, yoksa yok." Kız da başının üstünde çalmaya başladı. Tirmizi bu hadis için "hasen-sahîh"   değerlendirmesinde bulunmuştur.[655]

Kûtu'l-muğtezî alâ Câmii't-Tirmizf de geçtiği üzere Tûrbeştî şöyle der: Resulullah'ın (sav), adakta bulunduğu için cariyenin kendi Önünde def çalmasına müsaade etmesi, bu adağıyla Hz, Peygamber'in selamet üzere dönmesini Allah'ın kendisine bir nimeti saydığını gösterir ki, böylece durum eğlence özelliğinden hak özelliğine, mekruhtan müstehaba dönüşmüş olur.[656]

 

Arkadaşlarından Birinin Yaninda Toplanan Bir Gruba Şarkı Söyleyen Ve Resulullahtn Bunu Duyup Onları Engellememesi

 

Ebü'l-Ferec el-Isfahânî Âdâbu's-semâ' adh kitabında şu ri­vayeti nakleden Bize Abdullahh b. Şebîb[657] haber verdi; ona İsmail b. Üveys, ona babası, Hüseyin b. Abdullah'tan, o İkrime'den, o da İbn Abbas'tan şu rivayette bulundu: "Resulullah (sav), köşkü yanında Hassan b. Sâbit'e uğradı. Yanında iki sı­ra halinde arkadaşları vardı ve cariyesi de onlara şarkı söylü­yordu. Resulullah (sav) yanına vardığı sırada cariye şöyle di­yordu:

Vah size, ne dersiniz Oynarsam bir mahzur var mı?

Resulullah (sav) gülümseyerek "bir mahzur yok" buyur­du. Bu olayı tbn Abdirabbih de el-İkdü'1-ferîd'de zikreder.[658]

el-tsâbe'de Hassân'ın biyografisinde şu bilgi verilir: Ebû Nuaym, Bişr b. Muhammed el-Müeddib yoluyla şu tahricde bulunur: Bişr b. Muhammed Ebû Üveys'ten, o Hüseyin b. Abdullah'tan, o İkrime'den, o da İbn Abbas'tan şöyle dediğini rivayet eder: "Resulullah (sav) Hassân'a uğradı; yanında iki sıra halinde arkadaşları vardı, Şîrîn adlı bir cariyesi de onlara şarkı söylü­yordu. Resulullah onlara ne bunu yapmalarını emretti ne de kendilerine en­gel oldu." İbn Vehb de Ebû Üveys'ten bu haberin aynısını rivayet eder, fakat "Terütaze bir cariye onlara şarkı söylüyordu" ifadesini kullanır.[659]

Şarkı ve musiki konusunda bir grup âlim eser kaleme almışlardır:[660]

1. İbn Kuteybe, Kitâbu'r-Ruhsa fi's-semâ.

2. Ebû Mansûr et-Temîmî el-Bağdâdî.

3. Hafız Ebû Muhammed İbn Hazm el-Endelüsî.[661]

4. Hafız Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah b. Muhammed b. Ahmed b. Habîb el-Âmirî el-Bağdâdî.

5. Şa'râni'nin el-Mîzânül-kübrâ'sında[662] şu bilgiyi gördüm: İmam Hafız Ebü'1-Fadl Muhammed b. Tahir b. Ali el-Makdisî[663] bir eser yazdı. Bu eserde, musikiyi haram sayanların görüşlerini çürüttü, musikinin haram olduğunu vehmettiren hadisi nakleden ravileri cerhetti ve onları cerheden hafızları zikretti. Sahih hadisleri delil getirerek nefesli çalgı, def ve telli çalgının mubah olduğunu göster­di, def çalmayı sünnet saydı. Şeyh ibn Abdulğafîâr el-Kavsî şöyle der: Bu eseri Hafız Şerefüddin ed-Dimyâtî'ye okudum, müellifin­den "semâ" yoluyla almış bulunan Hafız Ebû Tahir es-Selefî el-Isfahanî yoluyla bana bunun icazetini verdi. Telli çalgı dinleme ile bülbül ve güzel sesli her kuşun sesini dinleme arasında fark yoktur. Kuş sesini dinlemek nasıl mubahsa telli çalgı dinlemek de öyle mu­bahtır.

Makdisi'nin anılan kitabı, eşi az bulunur, geniş kapsamlı enteresan bir eserdir. Onun bir nüshasını Cezayir'de Bûsaâde'de el-Hâmil zaviyesinde gördüm.

6. Derrâc diye tanınan Muhammed b. Ömer b. Muhammed es-Sebtî'nin[664] el-Kifâye ve'1-ğanâ fî ahkâmi'l-ğinâ adlı eseri var­dır.[665]

7. Geniş bilgi sahibi tarihçi Ebu'1-Fadl Kemalüddin Cafer el-Udfuvî eş-Şâfiî'nin el-İmtâ' bi-ahkâmi's-semâ adlı eseri.[666] Bu konuda eşi bulunmayan bu kitap bir ciltten ibaret olup bende mevcuttur. Udfuvi'nin bu eseriyle ilgili olarak İsnevi Tabakâtu'ş-Şâfiiyye'de şöyle der:

"Bu nefis bir kitap olup müellif onda büyük bir vukuf ortay a koy­muştur."[667] Hafız Şevkâni de "bu konuda eşi yazılmamıştır" der. De­rim; Bu konuda yazılanlar içinde bu eserin bir benzerini, nakil bakı­mından ondan üstününü ve araştırma bakımından daha güzelini görmedim.

8. Ebü'l-Kasım el-Kuşeyrî.

9. Tâcuddin el-Fezârî.

10. İzzüddin îbn Abdisselâm.

11. Takiyyüddm İbn Dakîkilîd'in, musikinin cevazına dair İktinâus-sevânih adlı eseri mevcut olup bu esere bakınız.

12. Üstad Ebü'l-Mevâhib et-Tûnisî'nın Ferahu'1-esmâ bi-ruhsi's-

13. İmam Ebü'l-Fütûh Ahmed el-Gazzâlî'nin Bevâriku'1-ilmâ fî tek­firi men yuharrimu mutlaka's-semâ.[668]

14. Hafız Ebû Abdullah Muhammed b. Ali eş-Şevkânî'nin tbtâlu da'va'1-icmâ alâ tahrîmi mutlaki's-semâ.a.[669]

15. el-Kâmus'un "hutbe"sini (giriş) şerhe de nler den biri olan Kadı Ebû İsa Abdurrahim el-Gucerâtî'nin[670] bir başka risalesi olup bu dört risale birlikte Hindistan'da basılmıştır.

16. Üstad Abdülğani en-Nâblusî'nin birçok defa basılan îzâhu'd-delâlât fî semâi'l-âlât'ı.[671]

17. Allâme Arif Ebû Zeyd Abdurrahman b. Mustafa el-Ayderûs el-Yemenî el-Mısrî'nin Teşnîfü*l-esmâ'bi-ba'zi esrâri's-semâ.[672]

18. Hafız İbn Receb el-Hanbelî'nin Nüzhetü'1-esmâ fî mes'eleti's-semâ.

19. Dayım Ebü'l-Mevâhib Cafer b. İdris el-Kettânî'nin Mevâhibü'l-erebi'l-mübree mine'l-cereb fi's-semâ ve âlâti't-tarab*ı. Bu eser bir cilttir.

20. Bu kitabın Ebü'l-Abbas Ahmed b. Hayyât ez-Zekkârî el-Fâsî'ye ait ihtisarı mevcut olup Fas'ta basılmıştır.[673]

Hafız eş-Şevkânî Butlânü'1-icmâ alâ tahrîmi mutlaki's-semâ[674] ad­lı risalesinde şöyle der: Ashaptan bir grubun şarkı dinledikleri hususu riva­yet edilmiştir. İbn Abdilber ve başkalarının rivayet ettiğine göre Hz. Ömer, Mâverdi ile el-Beyân müellifinin rivayet ettiği ve Râfîi'nin naklettiğine gö­re Hz. Osman, İbn Ebî Şeybe'nin rivayet ettiğine göre Abdurrahman b. Avf, Beyhaki'nin tahric ettiğine göre Ebû Ubeyde b. Cerrah, İbn Kuteybe'nin tah-ric ettiğine göre Sa'd b. Ebî Vakkâs, Beyhaki'nin tahric ettiğine göre Ebû Mesud el-Ensârî, Beyhaki'nin tahric ettiğine göre Bilâl, Abdullah b. Erkam ve Üsâme b. Zeyd, Sahîh-i Buhâri'de geçtiğine göre Damre, İbn Tâhir'in tahric ettiğine göre İbn Ömer, Ebû Nuaym'ın tahric ettiğine göre Berâ b. Mâ­lik, İbn Abdilber ve başkalarının rivayetlerine göre Abdullah b. Cafer, Ebû Tâlib el-Mekkî'nin naklettiğine göre Abdullah b. Zübeyr, Ebü'l-Ferec el-Isfahânî'nin rivayetine göre Hassan, Zübeyr b. Bekkâr'ın rivayetine göre Abdullah b. Amr, İbn Kuteybe'nin rivayetine göre Karza b. Ka'b,[675] el-Eğânî müellifinin tahric ettiğine göre Havvât b. Cübeyr, Ebû Tâlib eî-Mekkî'nin naklettiğine göre Muğire b. Şu'be, Mâverdi'nin naklettiğine göre Amr b. Âs, Sahih-i Buhâri'de geçtiğine göre Hz, Âişe ve Rubeyyi.[676]

 

Seleften Bazılarının Mustki İlmi İle İlgilenip İlgilenmedikleri

 

el-Enisü'1-mutrib fi-m en lekaytuhu min udebâi'l-Mağrib[677] mü­ellifi, edip Ebû Abdullah Muhammed el-Bûisâmfnin biyografisinde onun kendilerine şunu haber verdiğini nakleder: Musiki ilmi, ilk müslüman ku­şakta değerini bilenler katında ilimlerin en önemlilerindendi. Âlimlerin en önde gelenleri ve en ulularından başkası onunla meşgul olamazdı. İshak b. İbrahim el-Mevsılî[678] birçok ilimde vukuf sahibi idi, fakat daha çok musiki ile şöhret bulmuştu. Harun er-Reşîd bir gün âlimlere ihsanda bulundu; hu­zura çağrılmalarını ve her branşa mensup olanların ayrı olarak girmelerini emretti. Âlimler gruplar halinde girmeye başladılar. Her grup huzura girdi­ğinde İshak b. İbrahim el-Mevsılî de onunla birlikte girdi, her grupla bera­ber nasibini aldı. Öyle ki ihsan sofrasına yirmidört defa gidip geldi (bkz. s. 163).

Derim: Bunun benzeri el-îsâbe'de Ebü'l-Esved ed-Düelî'nin biyografi­sinde geçmektedir. İbn Hacer şöyle der: O tabiin, şairler, fakihler, muhad-disler, eşraf, cengaverler, ümera, nahivciler, hazırcevaplar, dazlaklar, şiîler, nefesi kötü kokanlar ve cimrilerden sayılırdı.[679]

 

Hz. Âişe'nin Dinlemesi İçin Allah Resulü’nün İzniyle Hanende Bir Cariyenin Allah Resulünün Huzurunda Şarkı Söylemesi

 

Nesâi, Sâib b. Yezîd'den şu rivayette bulunur: Bir kadın Allah Resulü'nün (sav) yanına geldi. Resulullah "ey Âişe, bu kadını tanıyor musun?" buyurdu. O "hayır, ey Allah'ın Resu­lü" dedi. Resulullah (sav) "bu, falan oğullarının (falan kabile­nin) şarkıcıyıdır, ister misin sana şarkı söylesin?" buyurdu, o da şarkı söyledi.[680]

Nesâi bu hadisin bulunduğu konu başlığım "Şarkı dinlemek ve def çal­mak hususunda erkeğin hanımını serbest bırakması babı" şeklinde vermiş­tir. Udfuvi el-lmtâ'da bu hadisin senedinin sahih olduğunu söyler. Hafız Şevkâni de bunu belirtir. Udfuvi şöyle der: Biz bu hadisi Taberâni'nin el-Mu'cemü'l-kebîr'inden naklettik. Bu hadis, kadın ve erkeklerden şarkı dinlemenin mubahlığı konusunda delaleti kuvvetli bir hadistir. Hadiste ge­çen "şarkıcı" ifadesi, o kadının sanatının şarkı söylemek olduğunu gösterir. Çünkü "kayne" (şarkıcı) sözü bu konuda meşhurdur. Hz. Âişe'nin bizzat iste­meyip önce Resulullah'ın (sav) Hz. Âişe'den kadının şarkı söylemesini arzu-layıp arzulamadığını sorması, şarkıcının Hz. Peygamber'in huzurunda Hz. Âişe'ye şarkı söylemesi, bütün bunlar bu hususun mubah olduğu konusun­da sarahat ifade eder.

Derim: Fakat Nesâi'de hadisin devamı şu şekildedir: "...kadın Hz. Âişe'ye şarkı söyleyince, Hz. Peygamber şöyle buyurdu; Onun iki burun deli­ğine şeytan üflüyor." Bakın ki Huzâi burada hadisin devamını niçin verme­miş? Allah en doğrusunu bilir.[681]

 

Şarkı Ve Şiir Okumak

 

Ebû Ömer İbn Abdilber el-lstîâb'da ve İbn Kudâme el-tstibsâr'da meşhur sahabi Havvât b. Cübeyr'in biyografisinde, onun şöyle dediğini zik­rederler: Ömer'le birlikte hac yolculuğuna çıktık; Ebû Ubeyde b. Cerrah ve Abdurrahman b. Avf in da bulunduğu bir kafilede yürüyorduk. Topluluk "bi­ze Dırâr'ın şiirlerinden şarkı söyle" dediler. Hz. Ömer ise "Ebû Abdullah'ı bı­rakın, kendi gönlünün patikalarından —yani şiirinden— okusun" dedi. Havvat diyor: Seher vaktine dek onlara şiir okudum, Hz. Ömer şöyle dedi: "Ey Havvât, sesini kes, seher vaktine vardık." Bu kıssayı İbn Hacer el-tsâbe'de Serrâc'ın Târîh'inde nakleder.[682]

Sahîb-i Buhâri'de Bilâl'den, sesini yükselterek bir şiir okuduğu husu­su nakledilir.[683] İbn Gâzi'nin el-İrşâd'ında geçtiği üzere İbn Battal şöyle der: Bu tür şarkı, Arapların yüksek sesle şiir okumalarından ibarettir. Tabe-ri şöyle der: Bu tür şarkıyı söylemek icmaen mutlak olarak mubahtır. Bu, Resulullah'ın (sav) evinde iki cariyenin söylediği ve onun nehyetmediği şar­kıdır. Urve b. Zübeyr şöyle der: "Yolcunun azığı olarak "nasb" ( bir nevi duy­gusal şarkı) türü şarkı ve ne güzel azıktır." Hz. Ömer şöyle der: "Şarkı, yolcu­nun azığı cümlesindendir." Üsâme b. Zeyd, ayak ayak üstüne atıp nasb şarkı söyler halde görüldü. Taberi "bu, yüksek sesle şiir okumaktır" der. Bugün yapılana semâ, söyleyene ise musmi' denir. Eskiden ona muganni denirdi. İbn Gazi, bunun el-kavvâlü'l-müsmi' olduğunu söyler.

el-Kâmus'ta şu bilgi verilir: Muğabbire, zikiri yüksek sesle, kıraat ve saireyi sesli yapan bir gruptur. Bu şekilde adlandırılmaları, insanları baki olana yönlendirmelerindendir. Hanbelilerin büyük kitaplarından Keşşâ-fü'1-kınâ an metni'l-İknâ'da,[684] bu anılan sözlerin ardından şu bilgi veri­lir: el-Müstev'ab'da bunun bidat diye nitelendirilmesi ve haram sayılması menedilmiştir. Çünkü bu, deve ve saireyi şarkıyla coşturma gibi nağmeli şi­irdir. İbrahim b. Abdullah el-Kalânisî, Ahmed b. Hanbel'in sufilerle ilgili olarak şöyle dediğini nakleder: "Onlardan daha faziletli bir topluluk bilmi­yorum." Kendisine "onlar musiki dinler vecde gelirler" denilince şu karşılığı verdi: "Onları bırakın, Allah'la bir an neşve bulsunlar." Kendisine "Onlar­dan bazıları bayılıyor, bazısı da ölüyor" denilince de şu karşılığı verdi: "...(çünkü) hiç hesap etmedikleri şeyler, Allah'tan karşılarına çıkmıştır" (Zümer 39/47).[685]

 

Gelini Kocasının Evine Götürenlerin Söyledikleri

 

el-İsâbe'de müellif, Fâria[686] bint Ümâme el-Ensâriyye'nin biyografisi­ni vererek şu bilgiyi zikreder: Fâria zifafa girdiği (kocasının evine götürül­düğü) gece, Resulullah (sav) onlara şöyle demelerini buyurdu:

Size geldik size geldik

Selamlayın bizi selamlayalım sizi

İbnü'1-Esîr, Muâfâ b. İmrân yoluyla, onun Târîh'inde Hz. Âişe'den şu rivayette bulunduğunu tahric eder: Ensardan Öksüz bir kızı kocasının evine götürdük, geri döndüğümüzde Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Ne söyledi­niz?" Biz de "teslim edip geri döndük" karşılığını verdik, o şöyle buyurdu: "Ensar şarkıdan hoşlanan bir topluluktur; ey Âişe şöyle demeli değil miy­din?:

"Size geldik size geldik

Selamlayın bizi selamlayalım sizi."[687]

İbn Hacer el-İsâbe'de Ümmü Nübeyt'in biyografisini verir ve güzel bir kıssa ile ilgili kendi isnadını merfû olarak kaydeder ki ben kendi senedimi onunlairtibatlandınpsonraondannaklenkıssayı m o v s û 1 olarakver-mek istiyorum: Suriye müsnidi Abdullah b. Derviş es-Sükkerî ed-DımaşkS 1324 (1906) yılında şifahen bize haber verdi, o dünyanın müsnidi Abdurrah-man b. Muhammed b. Abdurrahman el-Küzberfden, o Mustafa er-Rahmetî'-den, o Şeyh Abdülğani b. İsmail en-Nâblusf den, o Necmüddin Muhammed b. Bedrüddin el-Gazzî el-Âmirî'den, o babasından, o Şeyhülislâm Zekeriyya el-Ensârî'den, o da hafızların hoea&ı Ibn Hacer'den şöyle dediğini haber ver­di FâtımabıntMııneceâ'dan okudum o Süleyman b Hamza,EbûNasrb eş-Şîrâzî ve ismail b Yusui b Mektûm'dan ^oyle dediklerini haber verdi Bize Ebû Ya'mer Hamza b Alı b Hasan haber verdi, ona Kasım b Ebı'1-Ala, ona Abdurrahman b Ebu'n-Nasr,onalbıalumb EbûSâbıt,[688] ona Yezîdb Mu-hammedb Abdussamed.ona Ka'bb MâlıkogullarındanUtbeb Zubeyr ha­ber verdi, ona Nu'man b Beşîr ogullaımdan[689] Muhammed b. Abdulhâlık, ona Abdurrahman b Nubeyt kendi babası Nubeyt b Câbır'den, o da annesi Ummu Nubeyt'ten şöyle dediğini haber\ erdi' Beni Neecâr'dan bir genç kızı­mızı kocasının evine teslim ettik, yanımda bir def vardı, çalıyor ve şöyle di­yordum

Size geldik size geldik

Selamlayın bizi selamlavılım bızı

Kırmızı altın olmasavdı

Suslenmezdı vahalarınız ıu'v ı bâdıyehlermız)

Resulullah(sav)bizıgordu ve"nv>d r du ey ümmu Nubeyt9" diye sordu, ben de şöyle dedim "Anam babarr s<ınt. feda olsun ey Allah'ın Resulü, biz Benî Neecâr'dan genç bir kızı kocalma u-shm ediyoruz " Bunun üzerine Re-sulullah "söylediklerim söyle" buyurdu, ben de söylediklerimi kendisine tek­rarladım. Resulullah (sav) da '"şöyle de  buyurdu

Esmer buğday olmasaydı Semızlenmezdı bekâr kızlarınız

Ibn Hacer şöyle der: Bu hadis " g a r î b " olup Ibn Mende tarafından tahric edilmiştir. Ibnu'1-Esîr de Ebu'l-Berekât Ibn Asâkır'den onu tahrıc et­miş, Ibn Asâkir ise Muhammed b Celıl b Fârıs'ten, o Ebu'l-Kasımb. Ebu'l-Alâ'dan rivayet etmiş olup hocamız ondan hadis dinlemiştir. Ebû Nuaym şöyle der: O daha önce, yanı kendi biyografisinde anıldı Ebû Nuaym, o saha-bi kadının adının Naile bint Hashâs olduğunu zikreder Ben onu "nûn" har­finde zikrettim, fakat Ebû Nuaym onu vermemişti Oysa bu sahabiyye onun şartına uygundur.[690]

 

Allah Resulü'nün Gelişinin Sevinciyle Habeşlilerin Mızraklarıyla Oynamaları

 

Ebû Dâvud, Enes'ten (ra) şu rivayeti tahrıc eder. Nebi (sav) Medine'ye geldiğinde, onun gelişinin sevinciyle Habeşlıler mızraklarıyla oynadılar.[691]

 

Kız Çocukların Hz. Âişe'yle Birlikte Oynamaları

 

el-Mevâhib'de şu bilgi verilir: Hz. Peygamber (sav), kendisiyle birlikte oynamaları için ensar kızlarını Hz. Âişe'ye gönderirdi. Bunu Şeyhayn riva­yet etmiştir.[692]

 

Hz. Âişe'nin Kızlarla Birlikte Oyuncaklarla Oynaması

 

Sahîh-i Buhâri'de Hz. Âişe'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ben Hz. Peygamberin (sav) yanında kızlarla (oyuncak kızlar) oynardım, arka­daşlarım da benimle birlikte oynuyorlardı. Hz. Peygamber içeri girdiğinde ondan kaçıp saklanırlar, o dapnlan yanıma gönderir, benimle oynarlardı.[693] el-Meşârîk'te müellif şöyle der: Hadiste geçen "kızlar," çocukların kendile­riyle oynadıkları kız çocuklarına benzer şekil ve oyuncaklardır.[694]

Hafız İbn Hacer Fethu'l-Bârfde şöyle der: Kız çocukların oynaması için kız suretinde oyuncak yapılmasının caizolduğu konusunda bu hadis de­lil kabul edilmiştir. Bu hadis, resim yapmayla ilgili yasağın umumîliğini tahsis etmiştir. Kadı Iyâz da bunu kesin şekilde belirtir ve.cumhur-u ulema­nın görüşü olarak nakleder ki onlar, çocukları ve ev işleri konusunda küçük­lüklerinde eğitilmeleri maksadıyla kız çocukları için oyuncak satımına ce­vaz vermişlerdir. Bazı âlimler de bunun mensuh (hükmünün kaldırılmış) ol­duğu görüşünü savunmuşlardır.[695]

Ahmed b. Hanbel, Hz. Âişe'den şu rivayeti nakleder: "Hz. Peygamber (sav) Hz. Âişe'nin yanına girdi, o kız oyuncaklarla oynuyordu, kendisiyle bir­likte genç kızlar vardı. Resulullah fsav) 'bu nedir ey Âişe?' buyurdu, o 'Hz. Süleyman'ın atı' dedi. Resulullah, onun bu sözüne tebessüm etti." Ahmed b. Hanbel bu hadisin "garîb" olduğunu söyıer.[696] Sahîh-iBuhâri*de,Hz. Âişe Resulullah (sav) iîe evlendiğinde bu oyuncağın eşyası içinde olduğu kayde­dilir.

Seffârîni'nin naklettiğine göre İbn Hazm şöyle der: Suretlerle (resim, şekil) oynamak münhasıran çocuklar için caiz olup'başkalarına caiz değil­dir. Suretler, bu durum ve bir elbiseye nakşedilmesi dışında haramdır.

el-Ahkâmu's-sultâniyye'de " h i s b e görevlisi" faslında şu bilgi nakledilir: Oyuna'gelince, bununla masiyet (haram, günah) kastedilmiyor. Bununla kastedilen, kızları çocuk terbiyesine alıştırmaktır. Dolayısıyla bunda, canlıların resmini yapmak ve putlara benzemekle bir arada bir nevi tedbir sözkonusu olup bir yönden yapılabileceği (cevaz) bir yönden de yasak sözkonusudur. Böyle bir işi onaylama veya redde, durumun gösterdiği kari­nelere göre karar verilir.[697] Merdâvi'nin şu sözlerinin açıklamasına bakınız:

Öksüz kız çocuğuna oyuncak almak caizdir Başsız, eğer dilersen. Başlı ise menet Satın alma bundan bir suret Al velinin malından, öksüzün değil

Bizim bu konudaki görüşümüz ise müsamahadan ibarettir. el-Fec-rü's-sâti'de "ruhu olmayan (cansız) resimleri satma ve bunlardan mekruh olanlara dair bâb"[698] başlığında şu bilgi verilir: Ulema bundan kız çocukların oyuncaklarını istisna edip oyuncak edinmeyi ve satmayı caiz saymış, bunun için bacaklarını bozmaya lüzum görmemişlerdir. Çünkü Hz. Peygamber (sav), çocuk terbiyesi konusunda çocukları eğitme sözkonusu olduğundan Hz. Âişe'nin oyuncak edinmesini uygun görmüştü. Fakat İmam Mâlik kişi­nin, oğlan çocuğu için bu tür oyuncak satın almasını mekruh saymıştır. Yani bununla oynamayı mekruh gördüğünden değil de bunun erkeklik ahlâkın­dan sayılmamasından dolayı. Bunun manası budur. Kadı Iyâz böyle söyler, Ubbi de onaylar.

Ubbi'nin eserinde, Hz. Âişe'nin "ben kız oyuncaklarla oynardım" sözü ile ilgili olarak Kadı Iyâz'ın şöyle dediği nakledilir: Bu hadiste, bu oyuncak­larla oynamanın caiz olduğuna delil ve resim edinme yasağını tahsis vardır. Çünkü bunda kız çocukları, evleri ve çocukları konusunda küçüklüklerinde eğitmek sözkonusu oîup ulema bu oyuncakları alıp satmayı caiz görmüşler­dir.[699]

 

Habeşlilerin Mescîd-i Nebevide Allah Resulü'nün Önünde Oynamaları

 

Habeşliler mızraklarıyla mescide gelip oynadılar, Hz. Peygamber (sav) Hz. Âişe onun omuzuna dayanmış olduğu halde onları kendisine seyrettiri­yordu- Buhâri bu hadisi çeşitli yerlerde tahric eder.[700] Bunlardan biri "Kitâbu'n-Nikâh" ta "kadının Habeşlilere ve benzerlerine, zan (töhmet) söz­konusu olmaksızın bakması bâbı"dır.[701]

Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde (III, 152) Enes'in tercemesinde şu ri­vayet nakledilir: Habeşliler Hz. Peygamber'in (sav) önünde oynuyor, raksediyor ve (kendi dillerinde) "Muhammed salih bir kuldur" diyorlardı. Resulullah ne söylediklerini sorunca "Muhammed sahh bir kuldur" dediklerini söylediler.[702]

Hadis, Tırmızı'ninCâmi'ınde şu lafızla geçer. Hz Peygamber kalktı bir de baktı ki Haberliler raksedıyorlar, etraflarında da çocuklar var. "Ey Âişe bak" buyurdu, geldim göğsümün ust tarafını Resulullah'ın omuzuna daya­dım ve omuzu ile başı arasından Habeşlileri seyre koyuldum. Bana "doydun mu, doydun mu" diyor, ben de "hayır, hayır" diyordum. Tirmizi, bu hadis için "hasen-sahıh-garîb"    değerlendirmesini yapar.[703]

Zurkâni Şerhu'l-Mevâhib'de (IV, 311) şöyle der: "Hz. Peygamber (sav) muhtemelen, bellemesi, öğrenmesi ve sonra insanlara nakletmesi için Hz. Âışe'ye onların oyunlarını gösterdi " Bu bilginin aslı Ibn Battâl'a ait olup o şöyle der:"Hz Peygamber'in(sav)Hz, Âışe'yi mızrak oyununu seyre bırak­masının, bu husustaki sünneti bellemesi ve gelecek bazı musluman çocukla­rına sağlam hareketlen nakletmesi ve onlara bunu öğretmesi maksadıyla olması mümkündür " Bunu ondan el-thyâ şârihi nakleder. Kadı Iyâz da şöyle der- Bu hadiste, raksın mubah olduğuna dair en güçlü delil mevcuttur. Çunku Resulullah (sav) onlan onaylamaya ilave olarak kendilerini teşvikte bulunmuştur.

Mevvâk Sünenü'l-mühtedîn'de ve Venşerîsi de el-Mi'yâr'da bunu nakledip onaylamışlardır.[704] Daha önce Ahmed b Hanbel'ın Müsned'inde nakledildiği gibi, onların dansedip "Muhammed salih bir kuldur" dedikleri­ni öğrendikten sonra Hz. Peygamber'in (sav) adını oyun çerçevesinde anma­nın caiz olduğunu sanırsın. Oysa Resulullah'ı anmak oyunla birlikte olmaz, ciddiyetle olur. Gazzâli'nin el-thyâ'da "Kitâbu's-Semâ" daki şu sözlerine bakınız: Kur'ân-ı Kerim'i def çalmak ve benzeri davranışlardan korumak vaciptir. Çunku bu tur davranışlar çoğunluğun nazarında oyun ve eğlence­den ibarettir. Kur'ân ise herkes nazarında ciddiyettir tamamen. Binaena­leyh çoğunluk katında eğlence olan ve eğlence olarak bakmasalar bile havas nazarında şeklen eğlence sayılan bir şeyin mahz-ı hak olan bir şeyle karıştı­rılması caiz değildir. Aksine Kur'ân'a s aygı göstermek gerekir ve bundan do­layı yol kenarlarında değil sakin bir yerde okumak icap eder. Bu sebepledir ki düğün gecesi Kur'ân kıraatıyla birlikte def çalmak caiz değildir. Resulul­lah (sav), Rubeyyi bınt Muavviz b. Afrâ'nın evine gidip yanında şarkı söy­leyen genç kızlardan birinin şarkı şeklinde "içimizde bir peygamber var, ya­rın olacakları bilen" dediğini duyunca şöyle buyurdu1 "Bırak onu, söylemek­te olduğunu söyle." Genç kızın söylediği, peygamberliğe şehadet mahiyetin­de olup Resulullah onu bundan menetmiş ve eğlence olan şarkıya yöneltmiş­tir. Çunku beriki mahz-ı ciddiyet olup eğlence ile birlikte olmaz O halde say­gı gösterme çerçevesinde, o cariyenin peygamberliğe şehadetten şarkıya dönmesi gibi Kur'ân okumadan da şarkıya dönmek vaciptir.[705]

Bu bilginin aynısı Ibmı't-Tîn es-Sefâkustî tarafından Sahîh-i Buhâ-rî*ye yaptığı şerhte verilmiştir Bunun benzen şarkı sözleriyle ilgili bahiste geçmiş olup oraya bakınız Kastallânı'nın el-Irşâd'ında, Rubeyyı'ın bu kıs­sasında geçen "bunu bırak söyle" sözüyle ilgili olarak şöyle denir Gaybın anahtarları Allah'ın katında olup onları kendisinden başkası bilemez Bu ikazla, Hz Peygamber'ın oyun ve eğlence sırasında vasfedılmesının yasak­lanması da muhtemeldir Çunku onun makamının şeref ve yüceliği ancak ciddiyet meclislerinde anılmasını gerektirir.[706]

Biz de burada böyle diyoruz Eğer Habeşhlerın davranışı mücerret oyun olsaydı, oynadıkları sırada "Muhammed salıh bir kuldur" demekten onları menederdı Onları menetmeyıp üstelik onaylayarak teşvik ettiğine göre yaptıkları, kendisiyle taabbud ve taat, Allah ve Resulü ile neşve izharı kastedilen bir zikirdir Bundan dolayı Resulullah (sav) onların yaptığını onayladı, hayranlık duydu ve kendilerinden son derece hoşnut oldu eş-Şifâ'da, selef-ı sâhhm Allah Resulu'nu mücerret olarak zikrettiklerinde kendilerinde şiddetli haller meydana geldiği belirtilir.[707]

Şeyh Ebu's-Suûd el-Fâsfnın, kendisine sorulan sorulara verdiği cevap­lardan bin şöyledir Allah Resulu'nun, sevap kasdı ve dileğinden başka bir şekilde anılması helal değildir Sokak ve çarşılarda, yanı uluorta yerlerde zikredilerek değerinin düşürülmesi caiz değildir Onun zikri butun bunlar­dan yücedir

Hafız Ibn Hacer'ın Fethu'l-Bârî'dekı "Sufilerden bir grup, bu başlıkta zikredilen hadisle, raks ve eğlence aletlerini dinlemenin cevazına hükmet­mişlerdir Ulemanın çoğunluğu, maksatların ayrı olması sebebiyle burada itirazda bulunmuşlardır Şöyle ki, Habeşhlerın mızraklarıyla oynamaları savaş eğitimi mahiyetinde ıdı ve eğlence için raks konusunda hüccet kabul edilmez" şeklindeki sozu[708] ise su goturur Çunku tasavvuf ehlinin raksı oyun ve eğlence kabilinden değildir Hocam Ebû Abdullah Muhammed el-Fudayl eş-Şebîhî el-Fecrü*s-sâti'de, bu sozun ardından şöyle der Bu soz su goturur Çunku sufîlenn raksında kasıtları oyun olmayıp bu kasıttan onları tenzih ederiz Onların bundan maksatları zikir için toplanmak, kalp ve vü­cut ile zikre yönelmek ve butun uzuvların zikre mustağrak olmasını sağla­maktır Bu da, zikreden kimse hangi durumda olursa olsun çok zikretme ko­nusundaki teşvikten dolayı sahih (meşru) bir kasıttır Yine sahih bir mak­satla meydana gelmiş bir rakstan buna delil çıkarmada bir ta'n sozkonusu olamaz

Derim Tasavvuf ehli katında rakstan maksat, ayakta zikir olup bu da Kur'ân nassı ile meşrudur "Namazı bitirdiğiniz zaman ayakta, oturarak ve yanlarınız üzerinde (uzanarak) Allah'ı anın" (Nisa 4/103) Yine bundan maksatları sağa sola meyletme ve titremedir ki bu da sahabeden nakledılmistir. Ebû Nuaym Hilye'de Fudayl b. Iyâz'dan şu tahricde bulunur: "Allah Resulü'nün ashabı Allah'ı zikrettiklerinde, şiddetli rüzgârda ağacın önce öne sonra da arkaya sallanması gibi sağa-sola eğilirlerdi." Hocamız baba­mın raks ile ilgili basılmış eserine, Ebü'l-Abbas İbnü'l-Hayyât ez-Zekkâ-rî'nin[709] buna yaptığı ihtisara ve benim de zeylime bakınız. Hafız Ebü'l-Ab-bas Ahmed b. Yusuf el-Fâsî'nin bu konuda yazdığı ve Fas'ta basılmış olan ri­salesine de bakınız. Meşhur hafız Ebubekir İbn Ebi'd-Dünyâ'nın Kitâbü'l-Vecd adlı bir eseri olup Ebû Süleyman er-Rûdânî onu Sıla'sında "vâv" har­finde zikretmiştir.[710] İleride gelecek olan seksek oynama başlığına bakınız.[711]

 

Allah Resulü'nün “Genç Kızın Bu Husustaki Arzusunu Takdir Edin" Sözü[712]

 

Ahmed b. Hanbel Müsned'in de Hz. Âişe'den şöyle dediğini tahric eder: "Resulullah'ı (sav) hücremin kapısı önünde duruyor gördüm. Habeşliler mızraklanyla oynuyorlar, Resulullah da boynu ve kulağı arasından onları seyretmem için ridası ile beni örtüyordu. Sonra vazgeçen ben oluncaya ka­dar benim için Öyle duruyordu. Siz varın oyuna hevesli genç kızın durumunu takdir edin!"[713] Yine Müsned'de Hz. Âişe'den şu rivayet nakledilir: "Ben oyuncaklarla oynardım, arkadaşlarım gelirdi. Resulullah (sav) içeri girince ondan kaçarlar, Resulullah onları tutar bana getirirdi."[714]

İmam Ebû Hamid el-Gazzâlî çl-İhyâ'da "Kitabu's-Semâ"da bu hadis­lerden bazılarını zikrettikten sonra şöyle der: Bu, şarkı ve oyunun haram ol­madığı konusunda sarih nas olup bunlarda çeşitli ruhsatlara delâlet vardır. (1) Oyun: Habeşlilerin oyun ve raks adetleri açıkça bilinmektedir. (2) Bu­nun mescidde yapılması (3) Allah Resulü'nün (sav) onlara "oyuna devam edin ey Erfide oğulları" demesi ki bu oyun için bir emir ve kendisinden bir is­tektir. Bunun haram olduğuna nasıl hükmedilebilir? (4) Resulullah'ın Hz. Ebubekir ve Ömer'i oyunu red ve inkârdan menetmesi ve bunu bayram gü­nü, yani sevinç vakti şeklinde bir gerekçeye dayandırması. (5) Hz. Peygam-ber'in bunu uzun süre seyre devam ederek Hz. Âişe'nin arzusunu yerine ge­tirmesi. Bunda» oyunu seyretmekle kadın ve çocukların kalbini hoşnut kıl­madaki ahlâk güzelliğinin, nimet içinde yaşamaktan uzak durma ve züh­dün bundan sakınma konusundaki katılığından daha iyi olduğuna delil var­dır. (6) Hz. Peygamber'in (sav) kendiliğinden Hz. Âişe'ye "bakmak ister misin?" demesi, bunun, kızgınlık veya küskünlük doğuracağı korkusuyla aile­ye müsaade zaruretinden kaynaklanmadığını göstermektedir. (7) Şeytan mizmârına benzetmesine rağmen iki genç kızın def çalıp şarkı söylemeleri­ne müsaade etmesi. Bunda, haram olan mizmarın bundan başkası olduğuna delil vardır. (8) Resulullah'ın yanı üstü yatmış olduğu halde iki cariyenin sesine kulak vermesi, kadın sesinin mizmârların sesi gibi haram olmayıp ancak fitneye düşme korkusu bulunduğunda haram olduğuna delalet eder. Bütün bu naslar ve kıyaslar, bayram gününe mukayeseyle bütün neşe za­manlarında şarkı, raks, def çalma, mızrak ve kalkanlarla oynamanın, Ha-beşliler ve zencilerin rakslarını seyretmenin mubah olduğuna delalet et­mektedir.[715]

Bir Şahabının Yolda Oynayan' Habeşlilere Rastlaması Ve Onlara Para Vermesi

 

Buhâri el-Edebü'I-müfred*de "Çocukların oynaması babı" başlığına yer vererek şu hadisi zikreder: Bize Musa haber verdi, ona da Abdulaziz ha­ber vererek şöyle dedi; Bana hayır ehlinden Ebû Ukbe künyeli bir şeyh (ho­ca) haber verdi: "Bir defasında İbn Ömer'le birlikte yürüyordum. Habeşlile-re rastladı ve onları oynuyor gördü. İki dirhem çıkarıp kendilerine verdi."[716]

Ebû Abdullah İbn Sûde'nin el-Husâmü'1-mesnûn fî nusreti ehli*s-sırri'I-meknûn'unda İkrime'den şu rivayet nakledilir: İbn Abbas çocukla­rını sünnet ettirdiğinde oyuncular da davet edildi, oynadılar, İbn Abbas on­lara dört dirhem verdi.[717]

 

Müsabaka (Yarış)

 

At yarışı konusu daha önce geçmişti.[718] el-Mevâhib'de şu bilgi verilir: Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) bir yolculuk sırasında hanımı Hz. Âişe ile yarıştı, vücudunun hafifliğinden dolayı Hz. Âişe kendisini geçti. Daha sonra bir başka yolculukta Resulullah onunla tekrar yarıştı; Hz. Âişe bu kez şişmanlamıştı, Resulullah onu geçti ve hatırını hoş tutmak için ona "bu yarış diğerine karşılıktır (onun rövanşıdır)!" buyurdu. Ahmed b. Hanbel de Hz. Âişe'den şu tahricde bulunur: Yolculuklarından birinde Resulullah (sav) ile birlikte çıkmıştım, genç bir kızdım, fazla kilolu ve semiz değildim. Resulullah (sav) beraberindekilere "Önde gidin" buyurdu, onlar da gittiler. Sonra bana "gel, seninle yarışayım" buyurdu. Kendisiyle yarıştım ve onu geçtim, sesini etmedi. Ben kilo alıp semizlendiğim sırada yolculuklarından birinde kendisiyle birlikte çıktım. Beraberindekilere "önde gidin" buyurdu ve bana "gel, seninle yarışayım" dedi. Kendisiyle yarıştım, beni geçti ve güle­rek "bu, diğerine karşılıktır!" buyurdu.[719] Ebû Dâvud, Nesâi ve İbn Mâce bu hadisi Hz. Âişe'den rivayet etmişlerdir.[720] Bunu müellif el-Muğnî'de haber verir.

İbnü'l-Cevzî Telbîsu İblîs'te şöyle der; "Görüyor musun, Resulullah (sav) hanımlarıyla eğlenip neşelenince, Hz. Âişe ile yarışınca Allah'la ünsi-yetten ayrılmış mıydı?'[721]

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında Vâkıd b. Abdullah b. Ömer b. Hattâb'ın bi­yografisinde, Nâfî'den şu rivayet nakledilir; Vâkıd b. Abdullah Sukyâ'da ve­fat etti. İbn Ömer onun namazını kıldı, defnetti, sonra bedevileri çağırdı ve onları yarıştırmaya başladı. Kendisine şöyle dedim: "Şimdi Vâkıd'ı defnet­tin ve bedevileri yarıştırıyorsun?" İbn Ömer şöyle dedi: "Vah sana ey Nâfi, Allah'ın bir işte galebe çaldığını gördüğünde, onu unut."[722]

 

Güreş

 

İbn İshak Sîret'inde ve başka müellifler şu bilgiyi zikrederler: Mek­ke'de çok güçlü ve iyi güreşen biri vardı. İnsanlar onunla güreşmek için çe­şitli memleketlerden geliyorlar, onları yeniyordu. Bir gün Mekke'nin vadile­rinden birinde giderken Resulullah (sav) onunla karşılaştı ve kendisine şöy­le dedi: "Allah'tan korkmaz, benim seni davet ettiğim şeyi kabul etmez mi­sin?" O, "ey Muhammed, doğruluğuna şahidin var mıdır?" diye sordu. Resu­lullah (sav) "evet, seni güreşte yensem Allah ve Resulü'ne inanır mısın?" de­di, o da "evet, ey Muhammed" karşılığını verdi. Resulullah, "güreşe hazır­lan" buyurdu, o "hazırım" dedi. Resulullah ona yaklaştı ve güreşip yendi. Rükâne hayrete düştü ve yeniden güreşmek istedi. İkinci ve derken üçüncü defa da onu yendi. Rükâne hayretler içinde kalarak şöyle dedi: "Senin halin enteresandır!"[723] Bu hadisi Ebû Nuaym ve Beyhaki Ebû Ümâme'den iki yol­la,   merfû   ve mür sel    olarak rivayet ederler.

Adı geçen Rükâne, sahabi Rükâne b. Abdi Yezîd b. Hâşim b. Muttalib b. Abdimenâf el-Kureşî el-Mekkî olup Mekke'nin fethi yılında müslüman oldu, Muâviye'nin halifeliği zamanında 24 (645) yılında Medine'de vefat etti. Çok güçlü kuvvetli ve güreş kabiliyetiyle tanınmıştı, onu asla yenen olmamış, mağlup olarak vücudu yere değmemişti. Resulullah'ın (sav) onunla güreşip yendiği hususu sahihtir. Bunu Hafâci NesîmüV-riyâz'da söyler.[724] İbnü't-Tayyib el-Fâsî'nin el-Kâmûs'a yaptığı haşiyede Rukâne ile ilgili olarak şu bilgi verilir: Onun kıssası meşhur olup Resulullah'ın (sav) onu yenmesi en büyük mucizelerinden biridir. Rukâne kendi zamanındaki insanların gü­reşte en güçlüsü idi. Gücünden dolayı, yeni kestiği bir devenin sağlam ve yu­muşak derisi üzerinde durur, on kişi onun altından deriyi çekmeğe çalışır, deri parçalanır, fakat o yerinden kıpırdamazdı. Bu bilgi eş-Şifâ ve el-Mevâ-hib'in şerhleri ile diğer kaynaklarda geçer.[725]

Derim: Rükâne'nin mezkur kıssasını Hâkim el-Müstedrek"te Ebû Ca­fer b. Muhammed b. Rukâne el-Musâri'den, onun da babası Muhamed'den rivayeti olarak verir.[726] Fakat Ibn Haceret-Takrîb'de şöyle der: Ebû Cafer b. Muhammed b. Rukâne meçhuldür.[727] Muhammed b. Rukâne ile ilgili ola­rak da şöyle der: O meçhuldür, kendisini sahabe arasında zikreden kimse vehmetmiştir.[728]

Bu güreşi Ebû Dâvud ve Tirmîzi, Ebu'l-Hasan el-Askalâni yoluyla Ebû Cafer b. Muhammed b. Rükâne'den, o da babasından rivayet eder: "Rukâne, Resuluîlah (sav) ile güreşti."[729] Tirmizi, hadisin "hasen-garîb" olduğunu,isnadınınise" kâim" olmadığımbelirtir.[730] İbnHibbânşöyle der: Onun güreşle ilgili haberinin isnadı su götürür, onun haberinin isnadı­na itimat etmem. Bunu el-İsâbe müellifi kaydeder.[731]

el-Mevâhib'de geçtiği üzere Hz. Peygamber (sav) Rükâne'den başka kimselerle de güreşmişti. Onun oğlu Yezîd b. Rukâne bunlardandır.[732] Sü-heyli'nin söylediği ve Beyhaki'nin rivayet ettiğine göre Ebü'l-Esved el-Cumahî de bunlardandır. Çok kuvvetliydi. Öyle ki sığırın derisiüzerinde du­rur, çevresinde on kişi deriyionun ayaklan altından ayırmak için çekerlerdi, deri parçalanıp dağılır o yerinden oynamazdı. Hz. Peygamber'i güreşe davet ederek şöyle dedi: "Eğer beni yenersen sana inanırım." Hz. Peygamber de onu yendi.[733]

Hıfni, İbn Hacer'in el-Hemziyye'ye yaptığı şerhin haşiyesinde şöyle der: Hz. Peygamber'in (sav) Ebû Cehil ile güreştiği söyleniyorsa da bu doğru değildir. Bunun doğru olmadığına dair bilginin aslı Burhanüddin el-Halebî tarafından el-Muktefâ*da verilmiştir. Nitekim Hafâci Nesîmü'r-riyâz'da bir yerde ondan,[734] bir başka yerde de Makdîsi'den nakleder.

Bende Hafız Suyûti'nin el-Müsâraa ile'l-musâraa[735] adlı güzel bir ri­salesi vardır. Orada Hz. Peygamber'in (sav) Ebû Rükâne ile güreşini çeşitli rivayet yollarıyla zikreder ve gazaya çıkma konusunda izin alabilmek için küçük sahabilerin birbirleriyle yaptıkları güreşleri, Mekkelilerin zemzem suyu içtikleri sürece güreştikleri herkesi yendiklerini ve Hz, Peygamber'in huzurunda Hz. Hasan ile Hüseyin'in güreşlerini çeşitli rivayet yollarıyla zikreder. Nesîmü'r-riyâz'da Rükâne hadisiyle ilgili olarak müellif şöyle der: Bu hadis, güreşin caiz olduğunu gerektirir. Ancak âlimler, mal ile yarış­ta olduğu gibi mal koyarak güreş tutulmasını haram saymışlardır. Mal kar­şılığında güreşmesi ise Resulullah'a has özelliklerdendir.[736]

Adı geçen Rükâne'nin Yezid adlı oğlu ve onun da Ali adlı oğlu vardır. Her ikisi de babalan gibi güçlü idiler. Bir gün Yezîd b. Muâviye bu Ali ile gü­reşti, Ali onu eşi duyulmamış bir şekilde yendi. Yezîd Arapların en güçlüle-rindendi. Sonra Muâviye Ali'yi güç yetirilmeyen serkeş bir ata bindirdi. Ali bununla ne yapılmak istendiğini anladı; at serkeşlik edince, Ali bacaklarıy­la onu öyle sıkıştırdı ki at yarıldı ve öldü. Anlattığına göre o iki adamı elleriy­le tutup koltuklarının altına alarak yürüdü. Adamlar "öldük öldük" diye ba­ğırmaya başlayınca onları bıraktı. Bu bilgiyi İbnü't-Tilimsâni Şerhu'ş-Şifâ'da söyler.[737]

 

Bazı Ashap Büyükleri'nin Allah Resulü’nün Önünde Seksek Oynamaları

 

Sahîh-i Buhâri'de şu rivayet zikredilir: Resulullah (sav), Hz. Ali'ye "sen bendensin, ben de sendenim," Ca'fer'e "yaratılış ve ahlâkta bana benze-missin," Zeyd'e de "sen kardeşimiz ve mevlâmızsın" buyurdu.[738] et-Tev-şîh'te, İbn Sa'd'ın, Bâkır'ın mürsellerinden olan rivayette şu ilavede bulun­duğu kaydedilir: Bunun üzerine Cafer kalktı ve Hz. Peygamber'in (sav) etra­fında seksek[739] oynadı.

Resulullah (sav) ona "bu nedir?" dedi, o da "Habeşlilerin kendi hüküm­darlarına yaptıklarını gördüğüm birşey" karşılığını verdi. Bir başka riva­yette her üçünün de böyle yaptıkları belirtilir.[740] "Hacel" belli bir şekilde raksetmektir.

Hafız Irâkî el-lhyâ'nın hadislerini tahririne dair eserinde şöyle der Hz. Ali, Cafer ve Zeydb. Harise, Hz. Hamza'nın kızı konusunda davalaştılar.Resulullah (sav) Hz. Ali'ye "sen bendensin, ben de sendenim" dedi, o seksek oynadı; Cafer'e "yaratılış ve ahlâkta bana benzemişsin" dedi, o da seksek oy­nadı; Zeyd'e "sen kardeşimiz ve mevlâmızstn" dedi, o da seksek oymadı.[741] Ebû Dâvud bu dava konusunu Hz. Ali'den rivayetle h a s e n birisnadla tahric etmiştir.[742] Bu hadis Buhâri'de de seksek oynama anılmadan geçmek­tedir.[743]

Hafız Suyûti el-Hâvî'de raks konusunda konuşup Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde naklen adı geçenlerin seksek oynamalarını andıktan sonra şöyle der: Böyle yapmaları, kendilerine söylenen sözün lezzetinden dolayı olup Hz, Peygamber de yaptıklarını olumsuz karşılamadı. Bu, ulaştıkları vecd lezzetiyle sûfilerin raksetmelerinin meşruiyetine de temel teşkil eder.[744]

 

Çocukların Oynaması İçin Kuş Tutulması

 

Enes (ra) şöyle dedi: Hz. Peygamber (sav) insanların ahlâkı en güzel olanı idi. Benim Ebû Umeyr adlı bir kardeşim vardı. Onun da kendisiyle oy­nadığı bir serçesi (veyakanarya: nuğar ) vardı, kuş öldü. Bir gün Resulullah (sav) onun yanına girdi, kendisini üzgün görünce, durumunun ne olduğunu sordu, "serçesi öldü" dediler. Bunun üzerine Resulullah 'YaEbâ Umeyr, mâ faale nuğayr?" (ey Ebû Umeyr, serçeciğin ne yaptı?) buyurdu. Bu hadisi Buhâri, Müslim ve Tirmizi tahric etmiştir.[745]

Cevheri şöyle der: "Nuğayr," "nuğar"m küçültme ismidir. Serçe gibi küçük bir kuştur, serçe yavrusu olduğu da söylenmiştir. Kadı Iyâz şöyle der: Tercih edilen görüşe göre o kırmızı gagalı bir kuş olup Medineliler ona bül­bül derler.[746]

Âlimler bu hadisten birçok hüküm çıkarmışlardır. Şâfıi âlimlerden Ebü'l-Abbas İbnü'1-Kâs yüzden fazla hüküm kaydetmiş olunp bunları müs­takil bir ciltte toplamıştır. İbn Gazi şöyle der: Ebü'l-Hasan İbn Menûn, İb-nü's-Sabbâğ'm Miknâse'de ders sırasında "ey Ebû Umeyr, serçeciğin ne yap­tı?" hadisiyle ilgili olarak dörtyüz fâide (hüküm, bilgi) imla ettirdiği haberi­nin kendisine ulaştığını bana haber verdi. İbn Menûn, Miknâse'de kendisin­den okuduğum son kimsedir. Ben bu hadis üzerinde düşündüm ve ikiyüz elli kadar fâide hatırıma geldi, onların asıllarını kaydettim, fakat ele almaya vakit bulamadım: "Allah, insanlara bir rahmet 'kapısı/ açtı mı onu tutan ola­maz..." (Fâtır35/2) Bu bilgi için Nefhu't-tîb'in dorduııcıı cildine ve Ebu'l-Abbâs es-Sûdânî'nın Kifâyetü'l-muhtâc'ında Ebû Abdullah IbnuVSab-bağ el-Mıknâsî'nin biyografisine bakınız.[747] Yine Ibn Gazı Sahîh-i Buharı haşiyesinde şöyle der Bazı âlimlerin bu hadisten uçyuz fâıde çıkardıkları haberi bana ulaştı. Hemşehrimiz Ebu'1-Fazl Ibnu's-Sabbâğ el-Miknâsî'den bundan daha çok nakledeni duydum Ben de bu hadis üzerinde fıkır yurut-tum, ikiyuzden fazla fâideyi temize çektim, ancak bunlardan bazılarının mükerrer olması mümkündür Allah en doğrusunu bilir

Ibnu'ş-Şât'm Sahîh-i Müslim'e yaptığı haşiyede sozkonusu hadimle il­gili olarak şu bilgi verilir1 Kadı fyâz şöyle dedi Bu hadiste, kuçuk çocuğun kuş ile oynamasının caiz olduğuna delil vardır Ulemaya göre bu oyundan kastedilen, çocuğun kuşu tutması ve onu tutmakla eğlenmesıdir, ona azap vererek ve sıkarak değil.-Şeyh Ebû Alı Ibn Rahhâl, kuşu kafese hapsetmenin caiz olduğunu Müdevvene'den öğrendiğim belirttikten sonra şöyle der. Kuşu hapsetmeye gelince, bu, azap ve acı verme veya susuz bırakma sozko­nusu olmadığında olabilir; bu söylenenler ister ondan gafil kalmakla, ister kafeslerde horozların birbirini gagalayıp olumune yol açmalarında olduğu gibi başını gagalayacak başka bir kuşla birlikte aynı kafese koymakla olsun. Bütün bunlar icmaen haramdır. Çtınku hayvanı boş yere azaba maruz bı-rakmamnharam olduğunda ihtilaf yoktur. Menfaat ise azap vermeden mey­dana gelir. Bu da onu yalnız başına veya kendisini gagalamayan bir kuş ile veyahut aralarına birbirlerine ulaşamayacakları bir engel bırakarak kafese koyması, çocuklarını gözettiği gibi onu yeme ve içmede gözetmesi, bir ağaç parçası gibi üstüne çıkacağı birşey koymasıyla olur. Eğer onu doğrudan yere koyarsa, bu ona soğukta son derece zarar verir. Bu anılan hususlar, açıklık­ları sebebiyle, kendileriyle ilgili bir nas bulunmasına ihtiyaç göstermezler. Nice insanlar görmüşüzdür ki tavukları kafeslerde çeşitli azap şekillerine maruz bırakırlar. Koçu aç susuz hapsetmek veya katırı nerdeyse açlıktan ölünceye kadar bir yere bağlayıp üstüne kapıyı kapamak da böyledir. Kendi­lerinde merhamet bulunmayan kimseler, hayvanları ancak onları öldüre­cek veya vücudunu zayıflatacak şeylere karşı korumaya önem verirler, fa­kat bunlarda selamette olup nefsinde duyduğu azaba ise kulak asmazlar. Oysa bunların hepsi haram olup Allah'ın affetmemesi halinde dünya ve ahi-rette azabı gerektirir. Çünkü insandan gayrı bu canlılar konuşmazlar ve eğer sahibinin merhameti olmazsa herhangi bir ihtiyaçları olduğu biline­mez. Kim insanlara karışır, kalbiyle düşünür taşınırsa, hayvanları bu şekil­de azaba duçar kılanlara, yuz merhamete sahip olandan başkasının müsa­maha göstermeyeceğini gorur. O sonra şöyle der: Hasılı bu, bir tür cezalan­dırma olup çoğu kimseler ondan uzak durmayı terketmışlerdir. Merhamet sahibi kimsenin, bunu bilmeyen herkesin bu konuda dikkatim çekmesi ge­rekir, insanların çoğu, sözgelimi kuşu hapsetmenin ve serçe ile oynamanın caiz olduğunu duyar ve "ey Ebû Unıeyr, serçeciğin ne yaptı?" hadisi delil gosterir, fakat ona azap vermeme şartını gözetmeden buna dayanır. Bu, sevabı da cezası da büyük bir husustur. Hayvanlara normal olarak taşıyabilecekle­rinden fazla yük yüklemek vb. hususlar da böyledir. Bütün bunlar, merha­metin kalplerden kazınmasının eseridir. Fakat Allah yalnızca merhamet eden kullarına merhamet eder.

Ibn Sa'd'ın Tabakât'ında Müseyyeb b. Dârim'den şöyle dediği rivayet edilir: Ömer b. Hattâb'ı gordum, bir deve çobanını "devene gücü yetmeyen şeyi niçin yüklüyorsun?" diyerek dövüyordu.[748] İbn Abdilhakem'in Fedâilu Ömer b. Abdilaziz adlı eserinde şu bilgiyi gördüm: Ömer, posta istasyon görevlisine (sâhibu's-sikek; bkz. I, 268), hiç bir hayvana ağır gem takımı vurulmaması[749] ve ucuna demir takılı değnekle dürtulmemesi hususunda talimat yazdı. Ömer, Mısır'da Hayyân'a şunu yazdı: Duyduğuma göre Mı­sır'da nakil develeri varmış ve bunlardan bir deveye bin ntıl yükleniyormuş. Sana bu yazım ulaştığında,deveye altı yüz rıtıldan fazla yük yüklendi­ğini duymayayım.[750]

Ebû Davud'un Sünen'inin şerhi Avnü'l-Vedûd'da "Merhamet eden­lere Allah da merhamet eder;yerde olanlara merhamet edin ki goktekiler de size merhamet etsin"[751] hadisiyle ilgili olarak şöyle denir: "Merhamet eden­lere...", yani yeryüzünde insan ve öldürülmesi emredilmemiş hayvanlara, kendilerine şefkat ve iyilikte bulunarak merhamet gösterenlere.[752]

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında şu bilgi verilir: Hz. Peygamber (sav) Nukâde b. Abdullah b. Halef el-Esedî'ye şöyle dedi: "Ey Nukâde, bana sağmal ve bi­nek bir deve al, onu herhangi bir çocuğa teslim etme."[753] Yine İbn Sa'd, Taba-kât'ta Sevâde b. Rebîel-Cermî'nin biyografisinde, ondan şu rivayeti nakle­der: Annemi Resulullah'ın (sav) yanma getirdim, bana koyunlar verilmesini emretti ve anneme de şöyle buyurdu: "Çocuklarına emret, koyunların me­melerini incitmemeleri ve çizmemeleri için tırnaklarını kessinler. Çocukla­rına emret, evlerinin gıdasına iyi davransınlar."[754] Ibn Sa'd'ın Tabakât'ın­da şu bilgi de verilir: Hz Ömer, devenin palan sürtmesinden meydana gelen yağırına elini sokarak şöyle diyordu: "Sana olandan da sorguya çekilmekten korkarım."[755]

Ibn Rüşd "efendi, kölesinin yiyecek ve giyeceğinde âdeten (maruf üze­re) kendisine vacip olan miktardan kısarsa kölesi lehine hükmedilerek hak­kı ondan alınır. Bu, sahip olduğu hayvanların durumundan farklı olup, hayvana eziyet verme konusunda Allah'tan korkması ona emredilir, yemi konu­sunda aleyhine hükmedilemez" dediğinde, Mağrib'in Hattâb'ı[756] Şeyh Ebû Ali İbn Rahhâl, Şerhu'l-Muhtasar'da "nefekât bâbı"nda, İbn Abdilber'in el-Kâfî'deki şu sözleriyle, ona saygı tavrıyla bu görüşünü reddetti: Hayvan­lara binme ve yük yükleme konusunda merhametli davranmak sünnete is­tinaden vaciptir. Çünkü hayvanlar dilsiz olup şikayet edemezler. "Her can taşıyan varlığı sulamada sevap vardır"[757] sözü, Allah Resulü'nündür. Hay­vanlara iyi davranmada sevap varsa onlara kötü davranmada da günah var­dır. Hayvanlara güçleri üstünde yük yüklenemez, yüzlerine vurulamaz, sırtları kürsü edinilmez, boyunlarına zil takılmaz ve gündüz dinlendirilme -leri durumu hariç gece kullanılamazlar. Bir hayvanı yemsiz şekilde bağla­yıp kendi kendisine otlama ve yayılmadan alıkoymak haramdır.[758] İbn Rahhâl şöyle der: İbn Rüşd'ün "hayvan konusunda... hükmedilemez" sözü, sahibi hayvana gücü üstünde yük yüklediği veya ona büyük bir işkencede bulunduğunda, bunu terketmesi hususunda sahibi aleyhine hükmedilme-yip her ikisinin kendi hallerine bırakılacağı, sadece hayvanı konusunda sa­hibine Allah'tan korkmasının emredileceği anlamına gelir ki bu, asla helal olmayıp insanların sözlerine de aykırıdır. Ebû Ömer (İbn Abdilber) "Her can taşıyan varlığı sulamada sevap vardır" hadisinin, hayvana kötülük yapmanın günahı mucip olduğunu, günahın münker ve münkerin değiştiril­mesinin de vacip olduğunu ifade ettiğini söyler. Nitekim İbn Arefe de buna işaret etmiş olup eğer insanlar, devlet başkanının kendilerine "şu konuda Allah'tan korkun" demesiyle menedilebilselerdi cezalar, öldürme, hapis ve tazirler teşri kılınmazdı. Bunlar Ebû Ali îbn RahhâTın, Halil'in "kişiye köle­si ve otlakta olmadıkça hayvanının nafakasını sağlamak vaciptir, aksi halde gücünün yetmediği işe mecbur tutmada olduğu gibi satılır. Yavrularına za­rar gelmedikçe sahibinin, hayvanın sütünden alması caizdir"[759] sözü müna­sebetiyle söylemiş olduğu sözleri olup oyere bakınız. Ebû Ali, örnek almaları için hayvanları koruma derneklerinin önüne koymamız uygun olan konuyla ilgili bütün nakilleri toplamıştır. Burada sözü uzatmamın sebebi, şimdiler­de Avrupa'da hayvanları koruma derneklerinin ortaya koydukları şeylerin müslümanlar tarafından asırlarca önce bilindiğinin anlaşılma sidir. Bunu şükranla belle.

Latife; İmam Mâlik zamanında Medine'de "Kudâme'nin evi" diye tanı­nan bir ev vardı. İnsanlar orada güvercinlerle oynarlardı. Bu ev İmam Mâ-lik'in, apaçık bir meseleyle ilgli soru sorması üzerine talebesi İbn Mâcişûn'u ayıplayarak "Kudâme'nin evini biliyor musun?" dediğinde işaret ettiği evdir. İbn Harise şöyle der: İbn Mâcişûn onurlu biriydi, Mâlik bir gün ona sert bir söz söyledi, o da kendisini tam bir yıl terketti. O iki mesele arasındaki farkfı anlama) konusunda İmam Mâlik'e çok üsteleyince, Mâlik kendisine "Kudâme'nin evini biliyor musun?" dedi. Orası gençlerin güvercinlerle oyna­dıkları bir evdi.[760] Bürzüli şöyle der: Denildi ki İmâm Mâlik, Abdülmelik'i (tbn Mâcişûn} "Kudâme'nin evi" sözüyle ayıpladı. Çünkü onu küçüklük ve oyuna nisbet etmiş oldu. Bu hususta Hattâb'ın Tahrîrü'l-kelâm fî mesâ-ili'l-iltizâm ve Şeyh Uleyş'in Fetâvâ'sma (I, 267) bakınız.[761]

 

Evde Vahşî Hayvan Bakılması

 

Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde, Hz. Âişe'den şöyle dediği rivayet edilir: "Peygamber ailesinin vahşi bir hayvanı vardı. Resulullah (sav) dışarı çıkınca oynar, huysuzlanır, ileri geri gider gelirdi. Resulullah'ın içeri girdi­ğini hissedince de çöker ve Resulullah'a sıkıntı vermemek için o evde olduğu sürece ağzını açmazdı."[762] İbn Adî, Câbir'den merfû olarak naklettiği şu ha­disi tahric eder: "sizden biriniz evinde yalnız başına kaldığında bir güvercini arkadaş edinsin."[763] Taberâni de "ceyyid"bir senedle Ubâde b. Sâmit'ten şöy­le dediğini rivayet eder: Bir adam Kesulullah'a (sav) yalnızlıktan şikâyette bulundu, Resululîah ona "bir güvercini arkadaş edin" buyurdu.[764]

İbnü's-Sünnî ve İbn Asâkir, Muâz b. Cebel'den şu rivayeti nakleder: Ali, Hz. Peygamber'e yalnızlıktan şikayette bulundu. Resulullah ona bir güver­cini arkadaş edinmesini ve öttüğünde Allah'ı anmasını emretti. Vekî el-Ğu-rer'de ve İbn Adî, Hz. Ali'den şu rivayeti naklederler: O, Hz. Peygamber'e (sav) yalnızlıktan şikayette bulundu, Resulullah ona şöyle buyurdu: Bir gü­vercini arkadaş edinseydin ya, seni avuturdu, yavrularını yerdin. Ya da bir horoz edinseydin, seni avutur ve namaza kaldırırdı.[765]

Önemli bir bilgi: İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (IV, 153) Câbir b. Abdul­lah'tan şu rivayet zikredilir: Allah Resulü (sav) Medine köpeklerinin öldü­rülmesini emretti. İbn Ümmi Mektûm kendisine gelerek şöyle dedi: "Ey Al­lah'ın Resulü, benim evim uzak, gözlerim de görmüyor, bir köpeğim var." Re­sulullah ona bir süre ruhsat tanıdı, sonra köpeğini öldürmesini emretti.[766] Bu önemli bilginin hisbe veya sağlıkla ilgili bâblarda verilmesi daha uygun­du, fakat burada yazıp kaydettim.[767]

 

Düğünde Badem Ve Şeker Saçılıp Kapışılması

 

Ebû C afer et-Tahâvî[768] ve es-Sünen' inde de Beyhaki[769] şu hadisi tahric ederler: Lümâze b. Muğîre, Teymûr b. Yezîd'den, o Halid b. Ma'dan'dan, o da Muâz b. Cebel'den nakleder: Hz. Peygamber (sav) ensardan birinin —adı anılmamıştır— evlenmesinde hazır bulundu. Ukayli'nin rivayetinde şu faz­lalık vardır: Resulullah (sav) hutbe okuyup ensar sahabiriin nikahını kıydı ve "ülfet, hayır, bereket ve uğur üzere, arkadaşınızın başı üstünde def çalın" buyurdu. Onun üzerinde def çalındı, genç kızlar içinde badem ve şeker bulu­nan kaplarla gelip onların üzerine saçtılar. Oradakiler geri durup ellerini tabaklara uzatmadılar. Resulullah (sav) "yağmalamıyor musunuz? (kapış­mıyor musunuz?)" buyurdu. Onlar "biziyağmadan nehyetmiştiniz" karşılı­ğını verdiler. Resulullah şöyle buyurdu: "Ben askerlerin yağmalamasını ya­sakladım. Düğüne katılanlara gelince, onları bundan nehyetmiyorum." UkaylÜnin rivayeti şöyledir: Oradakiler geri durup kapışmaya girişmediler. Resulullah şöyle buyurdu: "Hilim ne güzel süstür, yağmalamıyor musu­nuz?" O nlar "şu ve şu günlerde bizi yağmadan nehy ettin" deyince Resulullah "ben sizi askerlerin yağmasından nehyettim, düğün yağmasından değil" karşılığını verdi. Muâz sonra şöyle dedi: "Kapışma sırasında Resulullah'ı onları çekiştiriyor, onları da kendisini çekiştiriyorlar gördüm."

Tahâvi bu hadisi, düğünde badem ve şeker benzeri şeyleri saçmanın mekruh olmadığı konusunda delil kabul etmiştir. Nitekim Ebû Hanife de bu görüşte olup bu hadisi esas alarak yasakla ilgili sahih hadisleri terketmiştir.[770] Beyhaki ise bu hadisin ardından şöyle der: "Bu rivayet sabit değildir." Sonra şöyle der: Hz. Âişe'nin rivayeti olarak bunun benzeri Resulullah'tan nakledilir ki bu manada hiçbir rivayet sabit değildir. Beyhaki Kitâbü'l-Ma*rife'de bu konuda Tahâvi'yi son derece ayıplayarak şöyle der: O, Avn b. Amâre ve isme b. Süleyman'dan rivayet eder ki her ikisi ile de "ihticacda bu­lunulamaz," hocaları Lümâze b.- Muğîre de meçhuldür. Bu her iki "illet" ayrı ayrı hadisin zayıf olmasını gerektirirken her ikisi bir araya geldiğinde nasıl olur dahadis zayıf olmaz? Halid b.Ma'dân da "munkati" olupmun-katide hüccet yoktur. Ukayli'nin Hz. Âişe yoluyla yaptığı rivayette ise Hz. Âişî, Muaz b. CebeVin şöyle dediğini nakleder: "O (Muaz), Resulullah (sav) ile birlikte ensardan bir adamın evlenmesinde bulundu." Fakat Abdülhak şöyle der: Bunun isnadında Bişr b. İbrahim el-Ensârî el-Basrî mevcut olup o da zayıftır.[771]

İbn Arâfe bu hadisi Muhtasar'mda zikrederek şöyle der: "Bunu Utbi zikretmiştir." Sonra Abdülhak'tan anılanları naklederek şu tenkidde bulunur: İbn Abdisselâm'ın hadisi Abdülhak'ın sözlerini anmadan zikretmesin­de, sahih olduğunu zannettirecek bir durum sözkonusudur. İbnü'l-Kattan da onu hiç tenkit etmemiştir.

Mevvâk'ın el-Muhtasar'a yaptığı şerhte de şu bilgi verilir: Bu, kapış­manın caiz olduğuna dair Ebû Ömer'den bir görüştür. Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştu: "Sizi düğün kapışmasından nehyetmedim."

Bu konuyla ilgili olarak İbn Hacer[772] ve Münâvi'nin eş-Şemâü şerhle­rine, el-Mevâhîb ve şerhine, Rehûni'nin el-Muhtasar şerhine ve İbn Luyûn et-Tücîbî'nin Risâle'sinde "meyve kapmak ve yağmalamak" başlığı­na bakınız.[773]                                 

 

Meşru Oyun Ve Eğlence

 

Beyhaki, Muttalib b. Abdullah'tan şu tahricde bulunur: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Eğlenin ve oynayın; dininizde katılık görmekten hoş­lanmıyorum. "[774] Hâkim, Hz. Âişe'den şu merfû rivayeti tahric-eder: "Eğlen­ce yaptınız mı, ensar eğlenceden hoşlanır?"[775] Ahmed b. Hanbel, Ravh bint Ebû Leheb'den şu tahricde bulunur: Resulullah (sav) yanımıza gelerek "eğ­lence var mı?" buyurdu.[776] Ahmed b. Hacer el-Heytemî Keffü'r-riâ adlı ese­rinde şöyle der: "Allah Resulü'nün 'eğlenin ve oynayın' sözü, nefis sıkıldığın­da mubah oyun ve eğlenceyle onu ferahlatmaya, paslanınca cilalamaya ça­lışmağa delildir." Şeyh Abdülğani en-Nâblusî eş-Şâmî'nin îzâhu'd-deîâlât fî semâi'I-âlât*ına bakınız.

Meşru eğlence türlerinden biri de salıncakla (veya tahterevalli: urcûha ) oynamaktır. Bu, asılan bir ip olup üstüne çocuklar binerler. Bunu İbn Dürüsteveyh söyler, Firûzâbâdi de el-Kâmûs'ta onu izler. Çoğunluk da bu görüştedir. el-Ayn ve el-Misbâh[777] müellifleri ise şöyle derler: "O bir odun parçası olup ortasından bir tümseğin üzerine konur ve iki tarafına da iki çocuk ilişerek bir o tarafa bir bu tarafa sallanırlar." Sa'leb'in îbnü'l-A'râbî'den naklen söylediği ve " g a r î b " üzerine eser yazanların Hz. Âişe'nin "Ben bir urcûha üzerindeydim" hadisiyle ilgili olarak söyledikleri budur.[778] İbnü't-Tayyib el-Kâmûs'un haşiyesinde şu ilavede bulunur: Urcûha dikip onunla oynamakta bir mahzur yoktur. Nitekim el-Bereke müellifi bunu söylemiş, ei-Muhtasar sarihleri bunu nakletmişler ve Zurkâni de Karâfi'nin başkalarından "sırt ağrısı için faydalıdır" şeklinde yaptığı nakille bunu teyid etmiştir.

Ebû Dâvud Sünen'inde "Urcûha babı" başlığına yer verir ve Hz. Âişe'den nakledilen şu hadisi zikreder: "Resulullah (sav), ben altı veya yedi yaşındayken benimle evlendi. Medine'ye geldiğinde, kadınlar yanıma geldi­ler. .." Bişr (hadisin ravisi) şöyle der:".. .Ümmü Rûmân yanıma geldi, ben bir salıncağın (tahterevallinin) üzerindeydim, beni götürüp hazırladı ve eğitti. Resulullah geldi ve ben dokuz yaşındayken benimle zifafa girdi."[779]

 

Düğünde Yedi Gün Yemek Verilmesi

 

Buhâri Sahîh*te "Kitâbü'n-Nikâh" ta "Velime (düğün yemeği) ve dave­te icabethakkı, yedi veya benzeri gün velime hazırlayan kimse, Hz. Peygam-ber'in bir veya iki gün belirlemediğine dair bâb" başlığına yer verir.[780] îbn Hacer. şöyle der: Buhâri bununla İbn Ebî Şeybe'nin Hafsa bint Şîrîn yoluyla tahric ettiği şu rivayete işaret etmiştir: Hafsa şöyle dedi: Babam evlendiğin­de ashabı yedi gün davet etti. Ensarın günü olduğunda Übey b. Ka'b, Zeydb. Sabit ve başkalarını çağırdı. Übey oruçluydu, yemek yediklerinde dua edip senada bulundu. Beyhaki bunu ifade bakımından daha tamam bir yolla tah­ric etmiştir. Abdürrezzak da Hafsa'dan başka bir yolla tahric etmiştir ki bunda "sekiz gün" ifadesi geçer. Buhâri de "veya benzeri" sözüyle buna işaret etmiştir. Çünkü olay tektir. Buhâri belirtmemekle birlikte, davete icabe­tin emredilme sini kayıtlamadan anmasından bunu tercih ettiği anlaşıl­maktadır. İbnü'l-Müneyyir buna dikkat çekmiştir. Buhâri Târîh'inde,[781] maksadını daha açık bir şekilde dile getirmiş olup Züheyr b. O sman'ın biyog­rafisinde, Ebû Dâvud ve Nesâi'nin Katâde yoluyla tahric ettikleri hadisi kaydetmiştir. Katâde, Resulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu söyler: "Veli­me ilk gün haktır, ikinci gün maruf (iyilik, lütuf), üçüncü gün ise riya ve gös­teriştir."[782] Buhâri şöyle der: Bunun isnadı sahih değildir. İbn Ömer ve baş­kaları Hz. Peygamber'den şu rivayette bulunmuşlardır: "Biriniz velimeye davet edildiğinde, icabet ets in."[783] Burada belli günler veya başka bir husus­la tahsiste bulunulmuş olmayıp bu hadis daha sahihtir. İbn Şîrîn babasın­dan şu nakilde bulunur: "Babası eşiyle zifafa girince yedi gün yemek verdi, yemeğe Übey b.Ka'b'ı davet etti,oda icabette bulundu."EbûYa'lada h a-s e n birisnadla Enes'tenşu rivayetitah riceder:'Hz.PeygamberfsauJStt-fiyye (ra) ile evlendi vp onun azad edilmesini kendisine mefıiı- yaptı. Velimeyi de üç gün verdi."[784] Buhâri'nin tercih ettiği görüşü Mâlikiler de benimsemiş­lerdir. Kadı Iyâz şöyle der: "Bizim mezhep imamlarımız, zengin kimselerin bir hafta yemek vermelerinin müstehab olduğunu belirtmişlerdir." Başkası da şöyle der: "Bu durumda her gün, daha önce davet etmediğini davet eder, tekrar çağırmaz. Bunu, riya ve gösterişten emin olunması halinde yapar." Bu bilgi Fethu'l-Bârfden özetle verilmiştir.[785]

 

Şam'dan Medine'ye Halis Un, Yağ Ve Bal Getirilmesi Ve Allah Resulü’nün Bundan Yemesi

 

Leys b. Ebî Sâlim'den şu rivayet nakledilir: İslâm'da ilk defa un helvası yapan kimse Osman b. Affân'dır. Ona un ve bal yüklü bir kervan geldi, un ve balı karıştırarak Resulullah'a (sav) gönderdi. Resulullah yedi ve ondan hoş­landı. Muhibbüddin et-Taberî er-Riyâzü'n-nadire'de şöyle der: Bunu Hayseme Fedâilu Osman'da tahric etmiştir. Abdullah b. Selâm'dan şu ri­vayet nakledilir: Yiyecek yüklü bir kervan geldi, içinde Hz. Osman'ın un, bal ve yağ yüklü bir devesi vardı. Onları ResuluUah'a getirdi.[786] Hâkim ve baş­kalarının İbn Selâm'dan rivayetleri şöyledir:[787] Hz. Peygamber deve ağılma Çıktı, Osman'ıhalis un, yağ ve bal yüklü bir deveyi güdüyor gördü. Ona deve­yi çökertmesini söyledi, o da çökertti. Resululîah bereket duası etti, sonra da bir çömlek istedi, çömlek ateşe bırakıldı ve içine un, yağ ve bal konuldu. İyice pişinceye veya pişmeye yakın karıştırıldı, sonra indirildi. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Yiyin, bu Farsların habise (bir nevi un helvası) dedikleri şeydir." Taberi şöyle der: Bu rivayeti Temmâm Fevâid'inde ve Taberâni de Mu'cem'inde tahric etmişlerdir.[788] Hafız İbn Hacer ve onu izleyerek de Ha­fız Şâmi şöyle der: el-Mu'cemü'1-evsat ve eI-Mu'cemü's-sağîr*deki riva­yetin ravileri güvenilir (sika) ravilerdir. Hâkim bunu tahric etmiş olup Bakî b. Mahled de sahih olduğunu belirtmiştir. Zurkâni Şerhu'l-Mevâhib'de şöyle der: Bunun muktezası İslâm'da ilk defa un helvası yapanın Hz. Pey­gamber olduğudur. BudaLeysb. Saîim'in İslâm'da ilk defa un helvası yapan kimsenin Hz. Osman olduğuna dair başta söylediği sözüne aykırıdır. Bunun Hz. Osman'a nisbetinin, helvanın yapımına ve Resulullah'a hediye etmeye sebep olmasından kaynaklanması da muhtemeldir. Fakat Haris m u n -kati bir senedle şu rivayette bulunur: "Osman bal, yağ ve buğday unun­dan bir helva yapıp onu bir çanakta Resulullah'a getirdi. Resulullah 'bu ne­dir?' buyurdu. O 'bu, Acemlerin yaptıkları ve habis diye adlandırdıkları bir şeydir' dedi. Resulullah ondan yedi." İki rivayet arasında şöyle bir uygunluk bulma da mümkündür: Bu olay tekerrür etmiştir; Hz. Osman bizzathelvayı yapıp Resulullah'a sunmuş, Resulullah da kendisi için yapılmasını emret­miş ve yapılmıştır.[789]

Hocamız üstad babam Tahdîdü'l-esinne'de Hz. Peygamber'in (sav) halis undan {yapılan helva) yediğine dair mezkur hadisin ardından şöyle der: Eğer Tirmizi'nin eş-ŞemâiPde Sehl b. Sa'd'dan naklen "Resulullah'm (sav) halis un yiyip yemediği soruldu, Sehl şöyle dedi: Resulullah, Allah'a (azze ve celle) ulaşıncaya kadar halis un görmedi" rivayetini tahric ettiğini[790] söylersen, ben de şöyle derim: Allah kendisinden razı olsun, Sehl bunu kendi bilgisi çerçevesinde haber vermiştir. Yoksa, mü s b i t rivayet n â f i rivayete tercih edilir. Kim bir hücceti tesbit ederse, bu onu nefyedene tercih edilir. Hiç kimse Allah Resulü'nün ahvalini tamamen bilemez.

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında şu bilgi verilir: İbn Ömer azığının güzel olma­sını isterdi. Nâfî'e "İbn Ömer şu ekmeğin (buğdayın) halisinden yedi mi?" di­ye sorulduğunda şöyle-dedi: "İbn Ömer tavuk, yavru kuş ve çanakta un hel­vası yerdi."[791]

Suyûti'nin Evâil'inde şu bilgi verilir: İlk defa un helvası yapan kimse Hz. Osman olup halis un ve bal karıştırdı, sonra Ümmü Seleme'nin evinde bulunan Hz. Peygamber'e (sav) gönderdi.[792] Yine Evâil'de kaydedildiğine göre Arap memleketlerine palûze'yi (fâlûzec) ilk defa sokan kimse Ümeyye b. Ebî Salt idi. Bazıları bunu ona Necrân'da yedirmişlerdi. Bunu duyan Ab­dullah b. Cüd'ân kendisine balla paluze yapacak birini getirmek üzere Ye-men'e adam gönderdi.[793]

Fâkihi'nin Menâbicü'l-ahlâki's-seniyye'sinde şu bilgi verilir: Hâkim'in sahih olduğunu belirttiği ve Şeyh Muhammed eş-Şâmî'nin de Sîret'inde buna dikkat çektiği Cem'in rivayetinde şöyle denir: Hindistan hükümdarı Allah Resulü'ne hediyeler gönderdi. Bunlardan biri de içinde zencebil bulunan bir küptü. Resulullah (sav) herkese birer parça yedirdi. Ebû Said el-Hudrî "Resulullah (sav) bana iki parça yedirdi" der.[794]

Hafız Ebü'î-Ferec İbnül-Cevzî Saydü'l-havâtır adlı eserinde şöyle der: Bana ulaşan habere göre zamanımız zâhidlerinden birine bir yemek su­nulmuş ve o da "yemem" demiş. Kendisine "niçin?" diye sorulunca "çünkü nefsim onu arzuluyor, ben ise yıllardan beri nefsime arzuladığını verme­dim" karşılığını vermiş. Ben şöyle dedim; Hakikatin yolları bu kimseye iki yönden kapalı kalmıştır. Bunun da sebebi bilgisizliktir. Birinci yöne gelince, ne Allah Resulü, ne ashabı böyle değillerdi. Resulullah tavuk eti yer, helva ve balı severdi. Ferkad es-Sincî Hasan'm yanına girdi, o paluze yiyordu. Ona "ey Ferkad bu konuda ne diyorsun?" diye sordu. Ferkad "yemem, yiyeni de sevmem" karşılığını verdi. Hasan şöyle dedi: "Arının salyası, buğdayın özü ve ineğin yağı; bunu ayıplayan bir müslüman var mı?" Bir adam Hasan'a ge­lip şöyle dedi: "benim bir komşum var, paluze yemez." Hasan sebebini sorun­ca adam, şükrünü eda edemeyeceği gerekçesiyle böyle yaptığını söyledi. Bunun üzerine Hasan şöyle dedi "Senin komşun cahildir Soğuk suyun şukru-nu eda edebiliyor mu?" Sufyân es-Sevrî yolculuğu sırasında paluze ve kızar­mış et goturur ve şöyle derdi "Hayvana ıyı davrandığın zaman çalışır'" Hz Ali'ye paluze getirildi, ondan yedi ve ne olduğunu sordu "Nevruz gunu (hedi­yesi)" dediler O da "Bizim nevruzumuz her gun'" dedi insanın delile tabı ol­ması gerekir, bir yola tabı olup sonra da onun delilim araması değil Rabîa şöyle der Eğer kalbinin salahı paluzede ise, ondan ye, zuhd şekillerini uy­gun görenlerden olma, nice doygunlar var ki doygunluğu arzulamaz, masla­hatı ister Her vücut katılık üzere kuvvet kazanmaz, özellikle herşeye kavu­şup kendisinde fikir aşikâr olursa.[795]

 

Bizans Peyniri Getirilmesi Ve Allah Resulünün Onu Bıçakla Kesip Yemesi

 

Ebû Davud'un Ibn Ömer'den rivayet ettiği hadiste o şöyle der "Tebuk'te Allah Resulu'ne bir (parça) peynir getirildi.”[796] Zurkânı Şerhu'1-Me-vâhib'de şöyle der "hırıstıyanların yapımı" "Bu Mecusılerın yaptığı bir yi­yecektir" denildi, Resuluîlah (sav) bir bıçak istedi, besmele çekti ve kesti Şebrâmellısı'nın bununla ilgili açıklaması ise şöyledir "Besmele çekti ve kesti," yanı hırıstıyanların yapımı olup olmadığına bakmadı

Tayâlısı Ibn Abbas'tan şu rivayeti nakleder "Nebi (sav) Mekke'yi fet­hettiğinde bir (parça) peynir gordu, 'bu nedir?' diye sordu, 'Acem memleke­tinde yapılan bir yiyecektir' dediler Şöyle buyurdu Ona bıçağı vurun, Al­lah'ın adını anın ve yiyin "[797] Ahmed b Hanbel ile Beyhakı de Ibn Abbas'tan şu rivayette bulunurlar Tebuk Gazvesı'nde Resulullah'a (sav) bir peynir ge­tirildi, "nerede yapılmış9" diye sordu, "Fars'ta, onun içme olu bir mahluk koyduklarını sanıyoruz" dediler Resuluîlah da "yiyin" buyurdu Bir rivayet­te de "bıçağı vurun, Allah Teâlâ'nın adını anın ve yiyin" ifadesi vardır.[798]

Hattâbı şöyle der "Resuluîlah (sav) peyniri zâhır-ı hale göre mubah kıl­dı, onun yapımında gayrimüslimlerin muslumanlara katılmaları sebebiyle yemekten kaçınmadı.”[799] Makrızı, bir nakle dayanmasından dolayı Hattâbı'yı tenkit etmiştir Çunku o sırada ne Fars'ta ne Suriye'de mushı-manlardan kimse yoktu Hafız Şâmı şöyle der Bu apaçık olup bunda hiçbir şüphe yoktur .[800]

 

Allah Resulü’nün Pazar Yerini Belirlemesi

 

Taberâni, Hasan b. Ali b. Hasan b. Ebi'l-Hasan yoluyla şu rivayette bu­lunur: Bir adam Resulullah'a (sav) gelerek "Ben pazar için bir yer buldum, ona bakmaz mısınız?" dedi, Resulullah "evet" buyurdu ve onunla birlikte kalkıp pazar yerine geldi, orayı görünce hoşuna gitti ve ayağıyla yere vura­rak şöyle buyurdu: "Bu pazarınız ne güzeldir! Burada bir eksiltme (pazarın yerinde veya tartı vs.'de) yapılmasın ve vergi (haraç) konulmasın."[801] İbn Mâce bunu şu lafızla rivayet eder; "Resulullah (sav) Nebît pazarına gidip oraya baktı ve bu sizin için pazar olmaz dedi; sonra bir pazara gidip baktı, bu sizin için pazar olmaz dedi; sonra bu pazara döndü, orada dolaştı ve bu sizin pazarınızdır, burada bir eksiltme yapılmasın ve vergi konulmasın buyur­du."[802]

 

Câhiliyye Devrindeki Pazarlar Ve İslâm Devrinde Halkın Buralarda Alışveriş Yapması

 

Buhâri Sahîh'te "Kitâbü'l-Buyû" da bu şekilde bir başlık koyup sonra bu başlık altında İbn Abbas'tan şu rivayeti tahric etmiştir: "Ukâz, Mecenne ve Zülmecâz, Câhiliyye devrinde pazar (panayır) idiler. İslâm geldiğinde müslümanlar orada ticaret yapmaktan geri durdular. Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Rabbinizin lütuf ve kereminden (hac mevsiminde) nasip aramanızda sizin için bir günah yoktur' (Bakara 2/198) âyetini inzal buyurdu." İbn Ab-bas bu âyeti "hac mevsiminde" ilavesiyle okumuştur. el-îrşâd*da, İbn Kesîr'in şöyle dediği nakledilir: Mücahid, Said b. Cübeyr, İkrime, Mansur b. Mu'temir\ Katâde, İbrahim en-Nehaî, Rebî b. Enes ve başkaları da âyeti bu şekilde yorumlamışlardır.[803]

Buhâri buhadisi "Kitâbu'l-Hac" da da tahric eder. Burada ise konu baş­lığım "Hac mevsiminde ticaret ve Câhiliyye pazarlarında alışveriş" şeklinde koyar.[804] Bedrüddin ed-Demâmînî el-Mesâbîh'te şöyle der: Semûd'un Hicr'i ile Câhiliyye pazarları arasındaki farkın ne olduğu soruldu; şöyle ki Allah Resulü Hicr'e girdiğinde oradan süratle geçti ve ashaba da oradaki hiçbir şeyden faydalanmamalarını, hatta oradaki su ile yapılan ekmeği bile yememelerini emretti. Câhiliyye pazarlarında ise uzun süre kaldı ve onlar­dan faydalandı? Bu sorunun cevabı şudur: Bu pazarların halkı orada mutad alışverişten başka birşey yapmıyorlardı. Semûd kavmine gelince, onlar de­veyi kestiler, Allah'ı ve peygamberini inkâr ettiler. Ve kendilerine ceza bura­da indi. Aralarındaki fark işte budur.

Hafız İbn Hacer "Kitâbü'l-Hac" da bu pazarlardan bahseder ve Hi­caz'daki yerlerini tesbit eder. Hicaz dışında başka pazarları da zikreder ve sonra Fâkihi'den şu nakilde bulunur: "Bu pazarlar îslâmî dönemde faal kaldılar. Bunlardan ilk terkedileni, Hâriciler zamanında 129 (747) yılında Sûk-ı Ukâz oldu. Son terkedileni ise Dâvud b. İsa b. Musa el-Abbâsî zama­nında 197 (813) yılında Sûk-ı Câme idi." Fâkihi sonra İbnü'l-Kelbfden şu bil­giyi nakleder: Her asilzade Ukaz panayırı hariç kendi memleketinin paza­rında hazır bulunurdu. Ukaz ise pazarların en büyüğü olup ona her taraftan gelirlerdi.

Ukaz panayırı başka bazı hadislerde de anılmış olup bunlardan birisi İbn Abbas'ın rivayet ettiği şu hadistir: "Resulullah (sav) ashabından bir grupla birlikte Sûk-ı Ukâz'a gitmek üzere hareket etti." Zübeyr b. Bekkâr Kitâbu'n-Neseb'de Hakîm b. Hizam yoluyla şu rivayette bulunur: "Ukâz panayırı Zilkade hilalinin doğduğu sabah açılır ve yirmi gün devam ederdi. Sonra Mecenne panayırı açılır ve Zilhicce hilaline kadar on gün devam eder­di. Sonra Zülmecâz panayırı sekiz gün açık kalır ve ardından hacca yöneli-nirdi." îbnü'z-Zübeyr'İn Câbir'den rivayet ettiği hadiste de şu bilgi geçer: "Hz. Peygamber (sav) on yıl boyunca hac mevsiminde Mecenne ve Ukaz'daki konak yerlerinde insanları izledi ve Rabbinin risaletini tebliğ etti." Bunu Ahmed b. Hanbel ve başkaları da tahric etmişlerdir.[805]

 

Kılıç Yapımcısı

 

el-îsâbe'de müellif, Habbâb b. Eret'in biyografisini verir ve onun Câhi-liyye devrinde kılıç yaptığını zikreder.[806]

 

Taş Yontucusu[807]

 

Îbnü'l-Cevzfnin Telbîsu tblîs adlı eserinde Sa'd b. Ebî Vakkâs'ın taş yonttuğu kaydedilir.[808]

 

Kabir Kazıcıları

 

İbn İshak'ın Sîret'inde Resulullah'ın (sav) kabrinin kazıl­ması kıssasında şu bilgi verilir: Ebû Ubeyde b. Cerrah Mekkelilerin kabirleri gibi kabir açar, Ebû Talha Zeyd b. Sehl de Me-dineliler için kabir kazardı. Zeyd lahit de yapardı.[809]

İbnü'l-Cevzî'nin Saydü'l-havâtır'ında şu bilgi verilir: Ebû Ubeyde b. Cerrah ve Ebû Talha kabir kazardı, el-lsâbe'de müellif, adı Keysân olan Ebû Said el-Makburî'nin biyografisini vererek onun Resulullah (sav) zama­nına yetiştiğini ve Hz. Ömer zamanında halifenin onu kabir kazma görevi­nin başına getirdiğini zikreder.[810]

 

Resmî-Dînî Bir Toplantıda Kendilerini Resmen Temsil Etmek Üze­re Topluluğun Bir Kimse Üzerinde Birleşmesi

 

Muvaffakuddin İbn Kudâme el-îstibsâr'da Evs b. Havlî el-Ensârfnin biyografisini vererek şöyle der: Resulullah(sav)vefatedip onu yıkamakiste-diklerinde, ensar gelip kapının önünde "Allah Allah, biz onun dayılarıyız, bizden bazılarını yanında bulundurun" diye seslendiler. Kendilerine "siz­den biri üzerinde birleşin" denildi. Onlar da Evs b. Havlî'nin üzerinde birleş­tiler. Evs, Allah Resulü'nün yıkanmasında ve defninde Ehî-i Beyt'le birlikte hazır bulundu.

Bu bilgi İbn Sa'd'ın Tabakât'mda (III, 61) Evs'in biyografisinde mev­cuttur.[811]

 

 

 

 

Ölen Kadının Tabutu İçinde Örtülmesinin Habkşlilerden Öğre­nilmesi Ve Bunu Uygun Gören Kimse

 

İbn Sa'd Tabakât'mda İbn Abbas'tan şu tahricde bulunur: Hz. Fatıma, kendisi için tabut yapılan ilk kadındır. Tabutu onun için Esma bint Umeys yapmıştı. Esma Habeşistan'da onun yapıldığını görmüştü.[812]

Vezirlerin en kâtibi Ebû Abdullah İbn Ebi'l-Hisâl el-Gâfıkî Zillu'l-ğamâme adlı eserinde Fatıma ez-Zehra ve ölümüyle ilgili olarak şöyle der: O, peygamberlerin sonuncusunun kendisine verdiği haberle kesin olarak ölümünü hissetmişti, vaktini bekleyip duruyordu. Bir kadının erkekler gibi tabutuna konulup kefenlerin örttükleri kadınların vücutlarını gösterme­sinden ürküntü duyuyor, hayasının çokluğundan dolayı bundan son derece utanıyordu. Bu hususta duyduğu endişeleri Esma bint Umeys'e açtı. Esma, zihne gelen vesveseleri kaldırma konusunda Habeşistan'da gördüğü güzel uygulamayla onu zihnini kurcalayan üzüntüden kurtardı. Koydu Allah'ın kendisine ilham ettiği en sağlam şekli; istedi yaş hurma çubuklarını ve ördü onları kayıp arayanın yaptığı gibi. Ona giydirdi elbiseleri uzun etekli; oldu zayıfa örtü ve Örtülmüş hür kadına da perde. Razı oldu Allah'ın razı olduğu Fatıma, bu güzel durumdan ve halden. O oldu Allah'ın ilk olarak bu kerame­ti tahsis ettiği kimse ve bu korumayla ebediyet yurduna gönderilen. Allah'ın kıyamet günü kendi katında ona ayırdığı hüccet-i bâliğa ve bol nimet ise da­ha seçkin ve pâk olacak. İşte o zaman yüce nefsi istekten vazgeçecek.[813]

 

Mezarı Bekleyen Yaşlı Kadın

 

el-tsâbe'de müellif, Resulullah'ın (sav) kızı Fatıma'nın azatlısı Rukiy-ye'nin biyografisini vererek şöyle der: Uzun yıllar yaşadı; ta ki Hüseyin b. Ali onu seyyidesi Fatıma'nın kabri yanında ikamet ettirdi. Çünkü kabri tanı­yan ondan başka kimse kalmamıştı. Bunu Ömer b. Şebbe Ahbâru'l-Medîne'de söyler.[814]

Enteresan bir olay: îbn Sa'd'ın Tabakalında (VI, 150) Hz. Osman, Übeyb. Ka'b,Muâzb. Cebel ve bunların tabakasında bulunanlardan rivayet edenlerden biri olan Şebes b. Rib'î et-Temîmî'nin biyografisinde şu bilgi ge­çer: Fadl b. Dükeyn bize haber verdi, ona Hafs b. Gıyâs haber verdi: A'meş'i şöyle derken duydum: "Şebes'in cenazesinde bulundum, erkek köleleri bir tarafta, cariyeleri bir tarafta, atları bir tarafta, Horasan develeri bir tarafta ve diğer develeri bir tarafta durmuşlardı." A'meş bu türleri saydı ve şöyle de­di: Bunları Evs için ağlıyor ve çırpınıyor gördüm.[815]

Tuhaf bir olay: İbn Sa'd Tabakât*ta Medineli tâbiinleri anarken Ab­dullah b. Zübeyr zamanında onun Basra valisi olan Haris b. Abdullah b. Ebî Rebîa'nın biyografisini vererek şöyle der: Haya sahibi ve hatip bir kimseydi. Annesi Habeşistanlı bir hıristiyan olduğundan o da esmerimsiydi. Annesi öldü, Haris b. Abdullah onun cenazesinde bulundu, kendisiyle birlikte halk da katılıp bir tarafta durdular. Kadının kendi din mensupları gelip onun işiyle ilgilendiler. Onlardan büyük bir topluluk gelmiş ve ayrı olarak dur­muşlardı.[816]

el-tsâbe'de müellif, Haccârb. Ebcerel-İclî'nin biyografisini vererek "o, Resulullah zamanına yetişmişti" der ve Merzubâni'nin Mu'cemu'ş-şua-râ*da şu bilgiyi kaydettiğini belirtir: Ebcer'in babası Hz. Ali zamanında hı­ristiyan olarak öldü. Taberâni, İsmail b. Raşid yoluyla şu rivayette bulunur: Ebcer b. Câbir'in cenazesi Abdurrahman b. Mülcem'in yanından geçti, Haccâr b. Ebcer müshimanlardan bir grupla birlikte bir tarafta yürüyordu. Cenaze ile birlikte onu teşyi eden hıristiyahlar da vardı.[817]

Derim: Bu ve ondan önceki olay, Şeyh Uleyş'in Fetâvâ*sında "cenaze bâbı"nın kenarında, onun "nevazilleri (ortaya çıkan yeni olaylar) bahsinde (1,133) eserin kenarına yazılmalıdır. Ahnıed b. Hanbel gibi selef âlimlerinin biyografilerinden anlaşıldığı üzere, ayrı din ve mezheplerden oldukları hal­de insanlar onların cenazelerine katılıyorlardı.[818]

 

 

 

 

 

 

 



[1] Metinde "sekiz" olarak geçmekle birlikte verilen mukaddimeler dokuz tanedir.

[2] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/237.

[3] Metinde "kiraya vermesi" şeklinde geçmiştir.

[4] IbnKayyim, Zâdül-meâd, I, 160-164.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/237.

[5] Tirmizi, Zühd33; Müsned, 1,30,52;îbn Mâce,Zühd 14; el-Müstedrek,IV, 318(İbn Mâce, Zurkâni tarafından zikredildiği halde metinde geçmemektedir).

[6] bkz. Buhâri, Cihâd 88; Müsned, II, 50.

[7] Zurkâni, Şerhul-Muvatta, IV, 250. Ayrıca bkz. Telbîsu İblis, s. 283-284.

[8] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/237-238.

[9] bkz. Feyzül-Kadîr, I, 209-212; Kenzül-umm&l, X, 136 (nr. 28686).

[10] Seyyid Şerif, Şerhul-Mevâkıf, I, 10.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/238-239.

[11] Buhâri, Buyu 49.

[12] el-Müstedrek, II, 7-8. Burada "sevimli" yerine "hayırlı" ifadesi geçmektedir.

[13] bkz. İbn Huzeyme, Sahih, II, 267 (nr. 1293); MecmauVzevâid, IV, 76.

[14] îbn Hacer, Fethul-Bârî, IX, 194.

[15] Müslim, Mesâcid 288 (bâb: 52).

[16] Buhâri, Buyu 49. Bu rivayetlerden ilki ayrıca tam olarak Buyu 1. bâb, diğeri de 9. bâbda geçmiştir.

[17] Çunkü Buhâri daha önce bunlan zikretmiştir(bkz.Fethu'l-Bârî, IX, 133-134,145). ilk hadiste Abdurrahman b. Avf ile Sa'd b. Rebî arasında Resul ull ah'in (sav) kardeş­lik bağı (muâhât) kurduğu, Sa'd'ın ona malının yarısını vermek ve hanımlarından arzu ettiğini de kendisiyle evlenmesi için boşamak istediği, Abdurrahman b. Avf m ise bunu kabul etmeyip pazar yerini sorduğu... kaydedilir Diğerinde ise Hz. Onıer, bir hadisi duymayışına gerekçe olarak anılan sozunu söylüyor, bkz. s. 257, 259.

[18] Fethul-Barî, IX, 194, 197.

[19] el-Beyân ve't-tahsil, XVII, 383, 153. Metindeki hatalar için aslına bakılmalıdır.

[20] Buhâri, Büyü 50.

[21] Demâmini'nin ö. 827/1424) eseri Mesâbîhul-Câmii's-sahîh'tir (GAS, I, 120).

[22] bkz. Fihrisül-fehârİs, II, 1154-1161.

[23] el-Medhal, IV, 4.

[24] Buhâri, Buyu 15. Aynca bkz. I, 83.

[25] bkz. Müsned, VI, 316.

[26] Buhâri, Buyu 1; Fothul-Bâri, IX, 133.

[27] Buhâri, Buyu 15; Fethul-BÂrî, IX, 153.

[28] age, IX, 152-153.

[29] Bu başlıktaki "bur" (buğday) kelimesi, "ber" (kara) ve "bez" şeklinde de okunmuştur.

[30] Buhâri, Buyu 8.

[31] Umdetül-kârî, IX, 255.

[32] Fethul-Bârî, IX, 144.

[33] İrşâdu's-sârî, IV, 13; İbn Kesîr, Tefsir, III, 295.

[34] Fethul-Bârî, IX, 144.

[35] Buhâri, Buyu 9.

[36] İrşâdu's-sârî, ÎV, 14.

 

[37] Buhâri, Buyu 12.

[38] İrşâdu's-sârî, IV, 16.

[39] Buhâri, Buyû 28.

[40] Buharı, Buyu 29.

[41] Buhâri, Buyû 30.

[42] Buhâri, Buyû 31.

[43] Buhâri, Buyu 32.

[44] Buhâri, Buyû 37.

[45] Buhâri, Buyû 38.

[46] Buhâri, Buyû 39.

[47] Buharı, Buyû 40.

[48] Umdetül-kârî, IX, 292; Fethul-Bârl, IX, 167; İrşâdü's-sfirî, IV, 31.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/239-243.

[49] Buhâri, Buyû 15.

[50] Fethul-Bârî, IX, 150-151.

[51] eş-Şerhul-celî alâ beyteyil-Mevsılî, Ahmed b. Abdüllatif el-Berbîr*in (ö. 1226/181 ]) eseridir (Serkîs, I, 545-546; Suppl, II, 750).

[52] Mişkâtül-mesâbîh, II, 78 (nr. 2783).

[53] MirkâtÜl-mefâtîh, m, 298.

[54] age, III, 302.

[55] Ibn-Mâce.Ticârâtlîel-MüatedrekjII.e.Zehebi.EbûHâtim'inbuhadisinravilerin-den birini zayıf saydığını belirtir.

[56] Tirmizi, Buyu 4; el-Müstedrek, II, 6.

[57] bkz. Kenzül-ıunmâl, TV, 7 (nr. 9218).

[58] bkz. age,IV, 8(nr.9219).

[59] et-Teysîr, I, 459; Feyzül-Kadîr, III, 278-279. Yukarıda anılan diğer hadisler için de buraya bakınız.

[60] et-Teysîr, I, 459; FeyztH-Kadîr, III, 278-279.

[61] Feyzul-Kadîr, III, 244-245; et-Teysîr, 1,448.

[62] Câhız, Risale fî medhi't-tüccâr ve zemmi ameli's-sultân (Mecmuatu Resâil içinde), Kahire 1324, s. 156-157. Metindeki hatalar için bu kaynağa bakılmalıdır.

[63] bkz. Kenzül-ummâl, IV, 11 (nr. 9244).

[64] Metinde "hass" (teşvik) kelimesi "bahs" (araştırma) şeklinde geçmiştir.

[65] Rûdâni, Sılatul-halef, s. 217. Eserin adı Kitâbul-Hass ale't-ticâre'dir. Ebubekr el-Hallâl <ö. 311/923) için bkz. El, IV, 989-990.

[66] Metinde insan kelimesi "etân" (merkep) şeklinde geçmiştir.

[67] Buhâri, Hars 1; Fethul-Bârî, X, 67-68. Ayrıca bkz. s. 273.

[68] Fethul-Bârî, IX, 151 (Buharı, Buyu 15).

[69] İhyâu ulûmi'd-dîn, I, 27.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/243-246.

[70] el-Kâfî, 1,444.

[71] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/246.

[72] İbn Mâce, Ticârât 3; el-Müstedrek, II, 6-7 (Hâkim, hadisin sahih olduğunu fakat Buhâri ve Müslim'in tahric etmediklerini belirtir); KenzÜl-ummâl, IV, 49 (nr. 9451), 60 (nr. 9508). Ayrıca bkz. s. 262. 69/1. bkz. Mirkâtül-mefâtih, III, 362.

[73] bkz. Serkis, II, 2017.

[74] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/246-247.

[75] Mirkâtül-mefâtîh, III, 288. Metindeki bazı hatalar için aslına bakınız.

[76] el-Bereke fî medhi (fadli)'s-sa'y vel-hareke (ve mâ yüncî biiznülâh minel-heleke) Kahıre'de (1354) basılmıştır tbkz. Suppl, II, 251).

[77] Burada Uçuncu Bâb zikredilmemiştir.

[78] bkz. Fihrisül-fehâris, 1, 320-321.

[79] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/248-249.

[80] Bu eserler için bkz. SuppL, I, 245.

[81] bkz. dipnot 60.

[82] Kahire'de 1318 yılında basılmıştır (bkz. SuppL, I, 907).

[83] bkz. ed-Dürerül-kâmine, III, 419-420. Burada kasidenin iki bin beyittik olduğu kaydedilmiştir.

[84] bkz. Suppl, II, 485.1928 yılında Halep'te basılan eserin son kısmı burada ".../î il-mi'l-mtkât" şeklînde geçmiştir. Müellif X. yüzyılda yaşamıştır.

[85] el-Enafib, VII, 83. Ebû Abdullah el-Herevfnin (ö. 285/898lerde) bu eseri Hediyye-tül-ârîfin (II, 21)'de ve ondan naklen Kehhâle (IX, 40) tarafından Kit&bu'd-Diyâ'... şeklinde kaydedilmiştir.

[86] el-Medhal dördüncü ciltte muhtelif sayfalar.

[87] İbn Acîbe'nin (ö. 1224/1809) Teshîlül-medhal li-tenmiyetil-a'mâl bi'n-niyye-ti's'sâliha indel-ikbftl adlı eseri abdest, namaz, hac, evlenme, pazara gidiş, ilim tahsili, yeme, içme gibi salih amellere başlarken taşınacak niyetlere dair olup bu ko­nuda bkz. Muhammed Davud, Tarîhu Tetvân, VI, 223-224. Ayrıca bkz. Fihrisül-fehâris, II, 854-855.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/249-250.

[88] İbn Mâce, Mukaddime 17.

[89] el-Müdewene, IV, 107. Hz. Ömer'e dair bilgi için bkz. el-Beyân ve't-tahsîl, IX, 311.

[90] el-Medhal, I, 157. Metindeki hata ve düşüklükler için ashna bakılmalıdır.

[91] Kütul-kulûb, I, 129.

[92] Hadis Tırmızı'de "Kitâbul-Vıtr"de 21. bâbda mevcuttur.

[93] Kenzül-ummâl, IV, 125 (nr. 9864).

[94] el-Fetâval-Bezzâziyye, IV, 525-526.

[95] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/250-253.

[96] Ibn Rüşd, el-Beyân ve't-tahsîl, XVIII, 418.

[97] el-Medhal, II, 83. Metindeki hatalar için aslına bakınız.

[98] Feyyûmi, el-Misbâhul-münîr, "nbt" mad.

[99] Bu zat Ebû Abdullah Süfyân b. Said es-Sevrfdir.

[100] Cevfihirül-ikdeyn, 1,312-313. Biakeri'nin rivayetinden itibaren verilen bilgilerin hepsi buradan alınmıştır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/253-254.

[101] Metinde, burada ve aşağıda el-Kâmıdî şeklinde geçmiştir.

[102] Tirmizi, Buyû 6.

[103] bkz. Ebû Dâvud, Cıhâd 78; tbn Mâce, Ticârât 41; Dârimı, Siyer 1; Mu.ned, 1,154-156, İÜ, 416-417; el-Mekâaidül-hasene, s. 89-90.

[104] Fethul-Bârî, XII, 75 (Buhâri, Cihâd 104).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/254.

[105] Menâkıbu emîril-mü'minîn Ömer b. Hattâb, s. 193. Metinde hata vardır.

[106] age, s. 193.

[107] age, s. 194.

[108] KenzÜl-ummâl, IV, 122 (nr. 9852).

[109] Menakıb, s. 194. Ebubekr, metinde Bekr şeklinde geçmiştir.

[110] age, s. 194. Metinde "uzun boylu* ifadesi düşmüştür.

[111] Metinde et-Temîmî şeklinde geçmiştir.

[112] Telbisu İblîs, s. 283; Menâkıb, s. 193. Son eserde "fakirler" yerine "kurrâ" ifadesi vardır ki bu hususta ayrıca bkz. el-tkdün-ferid, III, 27.

[113] el-tkdül-ferîd, III, 26-27.

[114] age, III, 28.

[115] îbn Mâce, Ruhun 24. Said kelimesi metinde Sa'd şeklinde geçtiği gibi, hadisin sonun­da "kâne kaminen en" ifadesi düşmüştür   Aynca bkz. Müsned, III, 462; el-Mekâsidül-hasene, s. 404.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/255-256.

[116] Telbîsu tblîs, s. 283, Menâkıb, s 206.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/256.

[117] TelbÎ6uİblîs,s.295.tbnü'l-Hâc'mel-MedhaPmde(II, 133)şunvayetvardır:".. Al­lah'ın fazlından nasip ararken deve palanımın ıkı ucu arasında ölmem, yatağımda ölmemden bana daha sevimlidir." Ayrıca bkz. s. 257.

[118] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/256.

[119] el-İstîâb, II, 126 (Suveybit'm biyografisi); el-Meârif, s. 328; es-Sîretül-Halebiyye, III, 443. Metindeki düşüklükler ve kıssanın devamında Süveybit'in Nuay-man'ı köle diye satışı, Resulullah (sav) ve ashabın bunu duyunca gülmeleri için anı­lan kaynaklara ve ayrıca X. bölümde I. Maksad'ın sonuna bakınız.

[120] eMsâbe, II, 348; Muhtasara Târihi Dımtujk, XIII, 49-50.

[121] îbn Sa'd,III,184;MuhtasaruTârîhiDimaBk,XIII, 102-103. Ayrıca bkz.s.241 ve I, 83.

[122] Buhâri, Buyu 9. Ayrıca bkz. I, 104.

[123] Şuabul-imân, II, 93-94 (ıır. 1256); Kenzül-ummâl, IV, 123 (nr. 9857). "Rahli” kelimesi metinde "ric/î" şeklinde geçmiştir. Ayrıca bkz. s. 256.

[124] İbn Sa'd, III, 60. Aynca bkz. Muvatta, Kiraz 1.

[125] İbn Sa'd, III, 60.

[126] ibn Sa'd, VIII, 16.

[127] el-İstîab, I, 583. Burada, Hz. Zübeyr'in bu haraç gelirinden bir dirhem bile evine sokmayıp tasadduk ettiği kaydedilir.

[128] Buhâri, Buyu 1. Ayrıca bkz s 239.

[129] el-İstîâb, II, 396 Metmde ilk rivayetin kime ait olduğu söylenmediği gibi son rivayet îbn Uyeyne'ye ısnad edilmiş ki yanlıştır el-tstîâb*da Abdurrahman b. Avfınbın deve, uçbm koyun ve yuz at miras bıraktığı kaydedilir.

[130] Metinde Saıd şeklinde geçmiştir.

[131] el-İsâbe, II, 29 Ayrıca bkz s 284.

[132] Nevevı.Tehzîbül-esmâvel-luğât, 1/2,115 Burada Munkızb Amr'ın 130yılyaşa­dığı kaydedilir Ayrıca bkz. el-İsâbe, II, 303 (Hıbbân b Munkiz'm biyografisi).

[133] el-İsabe, IV, 182; Üsdül-gabe, VI, 295.

[134] Sirftcüll-nülûk, s. 244. Metindeki hatalar için aslına bakılmalıdır.

[135] Muvatta, Kiraz 1. Ebû Musa el-Eş'arî (ra), Hz. Ömer'e göndereceği beytülmale ait bir malı, ticaret yapmak ve gittiklerinde de ana malı Hz Ömer'e teslim etmek üzere oğullarına yermiştir.

[136] Siracül-mülûk, s. 243.

[137] ibn Sa'd, III, 114-115.

[138] Metinde Abdul'ah şeklinde geçmiştir.

[139] Ebû Dâvud, Cihâd 168.

[140] İbn Mâce, Cihâd 24.

[141] Buhâri, Tefsiru Sûre 2; Ebû Dâvud, Menâsik 4.

[142] Şevkâni, Fethul-Kadîr, I, 203.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/256-261.

[143] Metinde Arâze şeklinde geçmiştir.

[144] İbn Mâce, Ticârât 3; Ebû Dâvud, Buyu 1; Tirmizi, BuyÛ 4; Nesâi, Buyu 7; Müsned, IV, 6.

[145] Suyûtı, el-Evâil, s. 44 (nr. 282).

[146] bkz. dipnot 137.

[147] Migkâtül-mesâbîh, II, 82 (ur. 2798).

[148] Metinde Yemân şeklinde geçmiştir.

[149] Metinde Kureyza şeklinde geçmiştir.

[150] Tirmizi, Buyu 4.

[151] Metinde Azre şeklinde geçmiştir.

[152] Metinde Kâtib şeklinde geçmiştir.

[153] Metinde Haysem şeklinde geçmiştir.

[154] İbn Mâce, Ticarât 3. Metinde "bukra* kelimesi "bi-kesre" şeklinde geçmiştir.

[155] Kâri, MirkfitÜİ-mefâtîh,m, 302.

[156] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/261-263.

[157] el-Misbahnl-mÜnîr, s. 47 (bez m ad).

[158] Buhâri, Buyu 8. bkz. dipnot 27.

[159] Îbnü'l-Arabî, Ârizatül-ahvezî, VI, 41 (Tirmizi, BuyÛ 64 hadisi).

[160] Suyûti, Câmiu1-ahâdÎ8,IV, 533 (ar. 14207); Kenzül-ummâl, IV, 31 (nr. 9346).

[161] CAmiul-ahâdlt, V, 378 (nr. 17564); Kenzül-ummAl, IV, 31 (nr. 9349).

[162] el-Meftrif, s. 575; Telkîhu fuhûmi ehlil-eaer, s. 454. Bu iki eserde ayrıca Hz. Ebubekir, Osman, Talha ve Abdurrahman b. Avfın da bez ticareti yaptıkları kaydedilmiştir.

[163] el-İrtiab, III, 72-73. Ayrıca bkz. el-Meârif, s. 193.

[164] Telbîsu tblîs, s 282; el-Meârif, s. 575; Telkîhu fuhûmi ehlil-eser, s. 454.

[165] Metinde Îbnu'z-Zübeyr şeklinde geçmiştir.

[166] bkz. el-Meârif, s. 231.

[167] el-İsâbe, II, 32. Sözkonusu rivayet için bkz. Ebû Dâvud, Buyu 7; Nesâi, Buyu 54; Tirmizî, Buyu 64; İbn Mâce, Ticârât 34; Müraıed IV, 352.

[168] Telkih, s. 454; Telbîsu tblîs, s. 282.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/263-264.

[169] Ebû Said en-Nisâbûrî el-Harkûşî'nin(ö. 406/105) bu eseri için bkz. Keçfazzunûn, II, 1045; SuppL, 1.361.

[170] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/264-265.

[171] Buhâri, Buyu 38; el-Mekâsidül-hasene, s. 375 Metinde "vücudunu" kelimesi düş­müş olup Huzâi'de ise (s. 693) "beden" kelimesi "beyt" (ev) şeklinde yanlış geçmiştir.

[172] bkz. Keşfuzzunûn, I, 483.

[173] UmdetÜl-kârî, IX, 307.

[174] Fethul-Bârî, IX, 175.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/265.

[175] bkz. Renzül-ummâl, IV, 154 (nr. 9961). Ayrıca bkz. dipnot 159.

[176] Müsned, IV, 352.

[177] Metinde geçen "temr" (hurma) kelimesi "semen" (değer, kıymet) olmalıdır.

[178] en-Nefesül-Yemânî ve'r-ravhu*r-reyhânî fî icâzeti1-kudâtiWelfiseti Be-ni'ş-Şevk&nî, Vecîhüddin Abdurrahman b. Süleyman el-Ehdel'ın (ö. 1250/1835) eseridir, (bkz. Fihrisül-fehâris, II, 695-700).

[179] bkz. es-Sîretül-Halebîyye, III, 453; Kenzül-ummâl, III, 111, (nr, 5726); el-Mekâsidül-hasene, s. 258-259.

[180] Zâdül-meâd, I, 139.

[181] Bu eserin adı Muntahabul-akâvîl fîmâ yeteallak bi's-serâvü'dir. (bkz. I, XIV).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/265-267.

[182] Buhâri, Buyu 8.

[183] Târîhul-Hamîs, II, 268. Bu bilginin ilk cümlesi metinde düşmüş olup mana yanlış hale gelmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/267.

[184] Nesâi, Ziyne 31. Tîb, misk ve anber kelimeleri metinde olmadığı gibi "zikâre* de "dikâre" şeklînde geçmiştir.

[185] Avnul-Ma'bûd, X, 149-150 (Ebû Dâvud, Eşribe 4).

[186] age, I, 399.

[187] age, I, 400.

[188] age. VIII, 98.

[189] Şiffiül-galîl firoâ R kelAmil-Arab mİne'd-dahîl, s 165 (ğâliye road.).

[190] el-İsabe, III, 116.

[191] Metinde Kevter şeklinde geçmiştir.

[192] el-İsabe, İÜ, 116. Şiirde "raket" kelimesi "racet" şeklinde geçmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/267-268.

[193] age, IV, 44; Üsdül-ğâbe, VII, 75. Burada "kendi madeninden" ifadesi mevcuttur.

[194] İbn Sa'd, IV, 277. Buradakendi madenlerinden altın getirdiği veResulullah(sav)ta-rafindan taahhüt edilen borcunu ödediği zikredilir. Ayrıca bkz. Telbîeu tbHm, s. 182.

[195] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/269.

[196] el-İstîâb, III, 537-538.

[197] İbn Sa'd, IV, 44-45; el-tstîâb, III, 537-538; Üsdü'l-fcftbe, V, 396; el-lsabe, III, 577. Son iki eserde Nevfel'in şöyle dediği kaydedilir: "Cidde'de mızraklarım olduğunu benim dışımda Allah'tan başka bilen yoktu! Senin peygamberliğine şehâdet ederim.”

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/269.

[198] Müslim, Buyu 38; Buhari, Buyu 54, 56.

[199] îbn Sa'd, III, 114-115. Burada Hfttıb'm tüccar olduğu, buğday ve başka şeyler sattığı belirtilerek vefat ettiğinde dört bin dinar ve dirhem, bir ev ile başka mallar bıraktığı kaydedilir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/269-270.

[200] el'İsfibe, II, 289. Metinde "maa' kelimesi "bey" şeklinde geçmiştir.

[201] Metinde Eclâc şeklinde geçmiştir.

[202] Ebû Dâvud, Hudûd 23; Müsned, in, 479.

[203] el-İsâbe, in, 328.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/270.

[204] age, II, 190 (Abdullah b. Cafer'in biyografisi).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/270.

[205] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/270.

[206] age, IV, 232. Metinde Ayyaş adı Abbâs, Ebû Rebîa da Rabîa olarak geçer.

[207] Metinde Muavvid şeklinde geçmiştir.

[208] Metinde Abbâs şeklinde geçmiştir.

[209] Îbn Sa'd, VIII, 301.

[210] el-lsabe, IV, 278; ÜsdÜl-ğâbe, VII, 75-76.

[211] el-lsâbe, IV, 411; Üsdül-ğâbe, VII, 75.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/271.

[212] Ahkamu1-Kur*âa, III, 165. "Emereküm" kelimesi metinde "emedekum" şeklinde geçmiştir.

[213] Metinde Feşer şeklinde geçmiştir.

[214] Müslim,Mu8âkât8.Metirideek8İklikvefarklılıkoluptercümedeMüslim'deki metin esas alınmıştır. Ayrıca bkz. s. 277.

[215] Buhâri, Hars 1. Ayrıca bkz. s. 245.

[216] Hilyetü1-evliyâ, II, 344.

[217] bkz. Müslim, Vasiyye 14; İbn Huzeyme, Sahih, IV, 122 (ar. 2494). Bu hadiste, kişi Ölünce üç şey dışında amelinin kesileceği belirtilerek bu üç şeyin sadaka-yı câriye, faydalanılan ilim ve dua eden salih bir çocuk olduğu kaydedilir.

[218] İbn Mâce, Mukaddime 20; ibn Huzeyme, IV, 121 (nr. 2490).

[219] el-İsâbe, II, 38. Metinde Tebük ve kürek kelimeleri düşmüştür.

[220] bkz. el-Mekasıdul-hAsene, s. 342.

[221] Metinde Sa'd şeklinde geçmiştir.

[222] Metinde Şedîd şeklinde geçmiştir. Sedîr'in Yemen'de bir yer, Hîre'de bir yer veya nehir, Mısır'da da bir su kaynağının adı olduğu kaydedilmiştir (bkz. Mu'ce-mül-büldân, III, 201-202).

[223] Müsnedü Ömer b. Abdilaziz, s. 127-128.

[224] Müsned, III, 468.

[225] Buhâri, Hars 20; Fethul-Bârî, X, 94-95.

[226] el-Merâsü, s. 363-364 (nr. 540). Metinde geçen "cemâcim" kelimesi, burada kayde­dilen bir rivayette "bunu göz (değmemesi) için emretmişti" ifadesinden dolayı "çu­buk" şeklinde tercüme edilmiş olup kelime ayrıca kuyu ve başına saban demiri takı­lan ağaç manalarına da gelmektedir.

[227] es-Sünenül-kübrâ, VI, 138.

[228] bkz. Kenztil-ummâl, IV, 32 (nr 9354).

[229] Buhâri, Buyu 1.

[230] İrşâdü's-sârî, IV, 4. Metinde kaydedilen "ağaç dikimi" ifadesi burada geçmemekte­dir.

[231] Buhâri, Hars 11.

[232] Buhâri, Hars 8 Hadiste olmadığı halde metinde Hz. Hafsa da zikredilmiştir.

[233] İrşÂdti's-sârî'de "el-muzâraa ve'l-muhâbere" (ilki tohum mülk sahibine, diğeri de ortakçıya ait olmak üzere yapılan ziraî ortakçılıktır, bkz. Fethul-Bârî, X, 77) ola­rak geçen kelimeler metinde "zirâat ve ticaret" şeklinde yanlış geçmiştir.

[234] İrşâdü's-sârî, IV, 4 Metinde hata ve düşüklükler mevcuttur.

[235] Buharı, Hars 8.

[236] Buharı, Hars 2.

[237] bkz. Mecmau'z-zevâid, IV, 63.

[238] Kâri, MirkâtÜl-mefâtîhJII, 362.

[239] en-Nihâye, II, 384.

[240] bkz. Kirmanı, Şerhul-Buhâri, X, 148.

[241] Mirkâtül-mefâtîh, III, 362. Metinde, Ali el-Kârî'nin bu sözü Tîbi'den naklettiği kaydedilir ki yanlıştır. Kâri bunu Nurbeştfnin (Nurbahşi olmalıdır) söylediğini zik­reder. Kirmâni, yukarıda anılan sözünden sonra Tîbi'den bir nakilde bulunur ki ka­rışıklık buradan kaynaklanmış olmalıdır.

[242] ibn Haldun, Mukaddime,s. 55.ve 128. Metindeki hatalar için aslına bakılmalıdır.

[243] Müsned, II, 84; Ebû Dâvud, Buyu 54. Metinde verilen hadis Ebû Davud'un rivayeti olup Müsnedln rivayeti biraz farklıdır.

[244] İrşadü's-sârî, IV, 172. Bu bilginin hepsi Fethul-Bârî'de (X, 69) mevcuttur.

[245] bkz. İbn Sa'd, III, 192; Kenzül-ummâl, XII, 535 (nr. 35720).

[246] Kenzül-ummâl, XIII, 287 (nr. 36834).

[247] Müslim, Musâkât 12. Metinde "kuş" kelimesi düşmüştür. Ayrıca bkz. s. 273.

[248] Ibn Sa'd,ÎV, 312.

[249] et-Terâtîb, II, 266-267.

[250] el-Müdewene, I J05 el-Beyân ve't-tahsıl, IX, 167 168.

[251] el-Beyân ve't-tahsîl, IX, 168 169 Bu olay için ayrıca bkz. İbn Şı bbe  III   1042 1043.

[252] Vefâul-Vefâ, II, 152.

[253] el-Keşşâf, II, 278.

[254] Ebû Bekrel-Kerhî (o 400/1019'dan sonra), Kercî diye de anılır. İnbâtul-miyâhil-hafiyye (Haydarabad 1359) adlı eseri vardır bkz J Vernet, "al-Karadjı," El, IV, 600).                                             

[255] Muhammed Hamidullah tarafından bir kısmı neçredılmıs;tir (Kahire 1973).

[256] Kitâbul-Filâha (Madrid 1878) adlı bu eser ve çeşitli dillere tcrcumelen için bkz. "Filâha," El, III, 902.

[257] Serkis, II, 1834; "Filâna," El, II, 900 Eser 1291 yılında basılmıştır.

[258] T. Fahd, "ibn Wahshıyya," El, III, 963-965.

[259] Serkis, I, 1510. Eser Kahıre'de 1293'te basılmıştır.

[260] Bu konuyla ilgili diğer eserler için bkz. "Filâna," El, II, 899-910.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/271-281.

[261] İbn Sa'd, VIII, 108; el-İsâbe, IV, 314.

[262] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/281.

[263] Bu başlıkta ve verüen diğer bilgilerde "fcror" (hurma)kelimesi "semer" (meyve) şeklinde yanlış geçmiştir.

[264] bkz el-lsâbe, III, 550.

[265] Metinde Sîmûne şeklinde, Sîmâh da Sîmâ şeklinde geçmiştir.

[266] el-İsâbe, II, 104; el-İstîâb, II, 133; Üsdül-ğâbe, II, 498. ilk kaynakta Semmûye (veya Simûye), ikincisinde Sîmûne, sonuncusunda da Sîmeveyh şeklinde geçmiştir.

[267] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/281-282.

[268] Buhâri, Cuma 38.

[269] el-İsâbe, III, 549. Burada konuyla ilgili hiçbir bilgi yoktur.

[270] Târîhul-hulefâ, s 152.

[271] el-Hıtat,I, 71.

[272] bkz.F.Rosenthal/al-Kındî", El, V, 121.Metinde "el-ğârbî" kelime$i"el-Arabî" şek­linde geçmiştir.

[273] el-İsâbe, II, 506. Ayrıca bkz. s. 129.

[274] ibn Abdilhakem, Sîretü Ömer b. Abdilaziz.s 99.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/282-284.

[275] Metinde Âmir şeklinde geçmiştir.

[276] el-İstîâb, II, 54. Aynca bkz. s. 259.

[277] Muhtâru's-Sıhâh, "kare" mad.

[278] age, "seleme" mad. "tdâh" kelimesi metinde "ğadât" şeklinde geçmiştir.

[279] Meşârikul-envâr, II, 179.

[280] el-İsâbe, II, 29. Metindeki Ömer b. Hafs ismi burada Amr b. Hafs şeklindedir.

[281] İbn Sa'd, VIII, 282.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/284-285.

[282] el-İsâbe, IV, 286; Üsdül-gâbe, VII, 87.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/285.

[283] Tirmızi, Buyu 10; Nesâi, Buyu 22. Burada kısaca geçmektedir. Ayrıca bkz. ibn Mâce, Ticârât 25; Müsned, III, 100,114. Metindeki hata ve düşüklükler için bu kaynakla­ra bakınız.

[284] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/285.

[285] Buhâri, Buyu 68, 71, Icâre 14; Müslim, Buyu 11, 19.

[286] Buhâri, Icâre 14.

[287] Fethul-Bârî, IX, 234.

[288] Ebü'l-Abbas Abdullah b. Ahmed el-Ebyânî'nm (o. 352/964) eserinin adı Tertîbü's-semâsire olup Tunus Milli Kutuphanesi'nde yazması mevcuttur (bkz. Tertîbül-medârik, II, 347-353; Terâcimül-müellifıne't-Tûnisiyyîn, I, 44 45).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/286.

[289] Buhâri, Buyu 31, Cenâiz 29, tbn Sa'd, I, 454.

[290] Umdetül-kârî, IX, 298. "Eder" kelimesi metinde "etmez" şeklindedir.

[291] İhyâu ulûmi'd-dîn, IV, 290. Metindeki düşüklük ve farklılıklar için bu esere bakı­nız.

[292] age, IV, 290, dipnot 2. Metindeki ifade el-tsâbe'den nakledilmiş olup burada "ken­disi için başka bir cubbe dokunmasını emretti" ifadesinin yalnız Taberâni'nin riva­yetinde olduğu ve râvinin de birçok İhya nüshalarında Seyyar b. Sa'd şeklinde yan­lış geçtiği kaydedilmiştir.

[293] el-tsâbe, II, 131. Metindeki "kaziyye" kelimesi burada "kıssa" şeklinde geçer.

[294] el-Turukul-hükmiyye, s. 254.

[295] Fethul-Bârî, VI, 174.

[296] Ahlâku'n-Nebî, s. 105.

[297] Telbîsu İblîs, s. 282.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/286-287.

[298] Umdetül-kârî, IX, 296. Burada cümle "önce yaprak satıcısı idi, sonra buğday satı­cılığı yaptı" şeklindedir.

[299] İbn Sa'd, I, 366.

[300] el-Meârif, s. 575.

[301] Telbîsu tblîs, s. 282.

[302] bkz. Kenzül-ummal, IV, 31 <nr. 9347).

[303] Buhâri, Buyu 30.

[304] Umdetül-kârî, IX, 297.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/288.

[305] Bu konu için bkz. 1, 148-151 (Arapça metin, I, 67-69).

[306] bkz. s . 134. Bu başlık altındaki bilgiler esasen Huzâi tarafından (s. 711} verilmiş olup metinde özet olarak ve Kettâni'ye ait gibi zikredilmiştir. Metindeki hatalar için de Huzâi'ye bakınız.

[307] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/289.

[308] eUsâbe, I, 94.

[309] İbn Ebî Zi'b (ö. 158/775) için bkz. Zirikli, VII, 61.

[310] bkz. SuppL, I, 174.

[311] el-Hasâisul-kübrâ, I, 147.

[312] el-lsâbe, II, 308.

[313] el-tsâbe, IV, 344.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/289-290.

[314] İbn Hişâm, I, 646-647. Bu bilgiler metinde Kettâni'ye ait gibi görünmekle birlikte gerçekte Huzâi'ye (s. 712) aittir. Hücre kelimesi metinde "hufre" (çukur) şeklinde geçmiştir.

[315] ibn Sa'd, IV, 73.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/290.

[316] Kuyumcular tarafindan ve ayrıca tavan kaplamasında kullanılan güzel kokulu bir ağaç.

[317] Buharı, Buyu 28.

[318] Baharı, Buyu 28.

[319] bkz el-Mekâsidul-hasene, s 76 Ayrıca bkz s 314 (dipnot 417).

[320] Fethul-Bârî, IX, 167 168 Metinde hataveduşukluk mevcuttur "Muzdarıb" hadis, senedi birbirine aykırı şekilde rivayet edilen ve aralarında tercih imkânı bulunma yan hadistir (Aydınlı, s 123).

[321] el-lsâbe, IV, 74 Ayrıca bkz en-Nihâye, III, 10 (Burada 'yeım' ile "ğad" kelımele rı arasmda "vâv" harfi vardır).

[322] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/290-292.

[323] el-İlel, I, 489-490, "Leyse bi-şey" ifadesi, hadisin hiçbir şekilde alınmayacağını gös­terir (Aydınlı, ^. 89).

[324] age, I, 491  "Metrâku'l-hadîs" ifadesi, muhtelif cerh sebeplerinden biriyle tenkıd edilen ravının rivayetim gösterir ki bu hadis hiçbir şekilde alınmaz (Aydınlı, s. 99).

[325] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/292.

[326] el-İsâbe, 11,207.

[327] age, II, 223 Burada Tarafe için de aynı şey söylenmiş, sonrada bu konudaki görüş­ler zikredilmiştir.

[328] Tirmizi, Libâs 31. Buradaki ifade, İlim ehlinden birçoğunıin, 0:1ların (ashap) dişleri­ni altınla tutturduklannı rivayet ettikleri şeklindedir.

[329] Ebû Dâvud, Hâtem 7. Ayrıca bkz. ibn Sa'd, VII, 45.

[330] İbn Sa'd, III, 58.

[331] Dâiretü'l-meârif, X, 135.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/292-293.

[332] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/293.

[333] Metinde İbn Abbâs şeklinde geçmiştir.

[334] Buhâri, BuyÛ 104. Ayrıca bkz. Fethul-Bfirî, IX, 288; el-Bahru'r-rftik, II, 31.

[335] Bedâiu's-senâi,' I, 1X6.

[336] bkz. Mu'cemül-büldânMH, 280.

[337] İbn Abbâs'ın ocağıyla ilgili bilgiden sonra verilen malumat için bkz. el-Bahru'r-râik, II, 30.

[338] İbnü'l-Hümâm, Fethul-Kadîr, I, 363.

[339] Metinde Sevrı şeklinde geçmiştir.

[340] bkz el-Bahru'r-râik, II, 30, Ibn Abıdîn, Reddul-muhtâr, 1,644.

[341] Metinde geçen Samırebı kelimesi doğru şekilde Sayrafi olmalıdır (bkz A Ozt4, Ha­nefî Fıkıh Âlimleri, s 134).

[342] Bu eser Hizânetul-fetâvâ olmalıdır (krş A Özel, age, s 50).

[343] bkz el-Bahru'r-râik, II, 29.

[344] age, II, 31, Ibn Abıdîn, 1, 650 Metindeki ibarede hata vardır.

[345] Ibn Ebî Şeybe, el-Musannef, V, 190 {nr 25100).

[346] age, V, 190 (nr 25102).

[347] age, V, 191 (nr 25104).

[348] îbn Sa'd, VII, 10.

[349] Ibn Sa'd, VII, 18.

[350] Ibn Sa'd, VI, 139.

[351] Ibn Sa'd, VI, 210. Metinde hata olup aslına bakılmalıdır.

[352] Ibn Sa'd, VI, 301.

[353] Cevdet Paşa, Tarih,!, 241-252.

[354] bkz. I, 114. Ayıca bkz. s. 179.

[355] bkz. Suppl., I, 689.

[356] Metinde "keşşâr kelimesi "keşf," "an" harfi de "alâ" şeklinde geçer.

[357] Keşşâfül-kınâ, V, 170.

[358] Ebû Dâvud, Menâsık 92, Buharı, Meğâzî 48.

[359] Metinde "kenâıs" kelimesi "kıtâbıyyîn" peklinde geçmiştir.

[360] Keşşâfü'1-kınâ, V, 170.

[361] bkz.  N. A. Koenmg, "Âmir," IA, I, 407 Olum tarihi miladi 1130 dur.

[362] el-Hıtat, 11, 318.

[363] Dâiretül-meârif, VIII, 76.

[364] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/293-298.

[365] Buhâri, Buyu 112.

[366] Mirkâtül-mefâtîh, III, 292. Metinde birçok hata olup aslına bakılmalıdır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/298.

[367] Mişkâtül-Mesâbîh, II, 78. (nr. 2784).

[368] Mirkâtül-mefâtîh, III, 299. Metindeki hata için aslına bakılmalıdır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/298-299.

[369] Buhâri, Cenâiz 44.

[370] el-lstîâb, I, 42. Ebû Seyf, burada Ebû Yusuf şeklinde geçmiştir.

[371] Buhâri, Buyu 29.

[372] Pethul-Bârî, IX, 168; Umdetül-kâri, IX, 294. Ayrıca bkz. El, IV, 819.

[373] Umdetül-kârî, IX, 295.

[374] age, IX, 296.

[375] el-tsâbe, I, 29.

[376] el-İsâbe, I, 154-155; age, Ali M. el-Bicâvî neşri, I, 304. Metinde Ruhaym kelimesi Rucayh şeklinde geçmiş, iki "yemin" kelimesi de düşmüştür. Halife'nin babası Bişr'in biyografisinde (I, 307-308) bunun benzeri bir bilgi verilmiş olup Bişr'ın malı­na ve oğluna kavuşması halinde zincirli olarak hacyapmayayemin ettiği kaydedilir.

[377] Buhâri.Cihâd 144; Fethul-Bârî,XII, 112.BuradaResulullah'ın"Ümmetimden ba­zı insanların zincirlere vurulmuş olarak zorla cennete sevkedildıklerini gördüm" bu­yurduğu, kim oldukları sorulunca da "Muhacirlerin esir alıp zorla islâm'a soktukfarı Acemlerden bir Kavım" cevabını verdiği kaydedilerek ibrahim el-Harbf nın gerçek zincirin söz konusu olmadığı, zorla islâm'a sokulup bundan dolayı cennete girmelerinden dolayı böyle denildiğim söylediği belirtilir.

[378] Fethul-Bârî, XII, 111.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/299-301.

[379] bkz Ibn Hışâm, I, 494.

[380] Suheylı, IV, 254 Metinde er-Ravdül-ünüf kelimesi er-Ravda, Ibn Ebî Haysı-me de Ibn Kuteybe şeklinde geçmiştir  Suheylı'nın sun sozu de şöyledir "Bundan, islâm'da ilk mescid yapanın Resulullah olduğu anlaşılmaktadır."

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/301.

[381] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/301.

[382] el-İsâbe, I, 32. Metinde Bâverdı ismi Bârûdı, Hubeyb de Cuneybe şeklinde el-İsâbe, I, 32. Metinde Bâverdı ismi Bârûdı, Hubeyb de Cuneybe şeklinde geçmiş olup ayrıca düşüklük de mevcuttur.

[383] el-Târîhul-kebîr, II, 202.

[384] el-İsâbe, I, 211. Ayrıca bkz. İbn Şebbe, I, 79; Umerî, el-Hiref ve's-sınâât, s. 209.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/301-302.

[385] el-İsâbe, II, 355.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/302.

[386] Buhâri, Salât 48, Buyu 41. Metinde hata ve düşüklük mevcuttur.

[387] İbn Hişâm, I, 496.

[388] Metinde "cerîd" kelimesi "cedîd" şeklinde geçmiştir. Ayrıca bkz. el-Hiref ve's-sı-nâfit, s. 210-215.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/302.

[389] Metinde bu şekilde geçen kelime asıl kaynakta "saîde" şeklinde geçer.

[390] Ibn Atıyye, el-Muharrerül-vecîz, VIII, 274-275.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/303.

[391] Bu konuda bkz Semhûdı, Vefâul-Vefâ, I, 326,el-Hiref ve's-sınâât, s 200-205.

[392] Suheylı, IV, 267, Vefâul-Vefâ, I, 329.

[393] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/303-304.

[394] Ahlâku'n-Nebî, s. 60. Metindeki hatalar için aslına bakınız.

[395] Bu hadis Ebû Davud'un Sünen'inde (Sünne 16) geçmekte olup anılan yerde bulun­mamıştır.

[396] VefâÜl-Vefâ, I, 318-319.

[397] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/304.

[398] bkz. Ibn Hişâm, I, 498; Vefâül-Vefâ, I, 236.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/304.

[399] Şuabul-imân,VII,84(nr 9561) Mecmau'z-zevâid, VIII, 165 Hadisteki"tu'zıhı" kelimesi metinde tudıhı' peklinde geçmiştir.

[400] bkz Suppl., II, 176.

[401] bkz b 41-43.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/304-305.

[402] Buradaki "Ma n'ı ve kardeşini" ifadesi "Ma'n'ı veya kardeşini" şeklinde olmalıdır.

[403] Vâkıdİ, Esbâbu'n-nÜzûl, Kahire 1316, s. 195.

[404] bkz. Ibn Hişâm, II, 530.

[405] Şerhul-Mevâhib, III, 80.

[406] bkz. s. 67.

[407] bkz. Tertîbül-medârik, II, 600; ed-Dîbâcül-müzheb, s 268.

[408] el-Beyân ve't-tahsîl, I, 410 411 Metinde birçok hata ve düşüklük mevcut olup ah Uy la karşılaştırılmalıdır.

[409] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/305-307.

[410] Metinde et Temîmı şeklinde geçmiştir.

[411] eI-Isâbe,II,232,Tehzîbuıt-tehzîb,V,33 Kenzul-ummâl, III, 108(nr 57 U>) 702 (nr 8511).

[412] Ibn Sa'd, V 552.

[413] Farklı bir rivayet için bkz. el-thsân fî tertibi Sahihi tbn Hibbân, II, 224 (nr. 1119). Krş. Kenzül-ummâl, III, 108 (nr. 5716). Bu hususla ilgili rivayetler için bkz. es-Sîretül-Halebiyye, II, 273.

[414] Hadis için bkz. Mecmau'z-zevâid, IV, 98; Kenzül-ummâl, III, 97 (nr. 9128); el-Mekâsidül-hasene, s. 122-123.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/307-308.

[415] Buhâri, Et'ıme 8. Bu hadisin tam metni şöyledir: "Nebi (sav), Allah'a kavuşuncaya kadar ne halis buğday unundan yapılmış ince yufka ekmek, ne de kızartılmış körpe kuzu kebabı yedi."

[416] Bu ifadelerin geçtiği hadis de şudur: Enes'den: "BenNebi'nin (sav) ne aükküreceden (küçük sofra gibi yemek teknesi) yemek yediğini, ne kendisi için halis buğday unun-danyufka ekmek yapıldığını, ve ne de yüksek masa üstünde yemek yediğini bilmiyo­rum (Buhâri, Et'ıme 8).

[417] Aynı bilgi ve metindeki hatalar için bkz. Makkafi, Netfut-tîb, II, 150-151.

[418] eş-Şifâ, 1,122-123; Hafâci, Nesîmu*r-riyâz, 1,483-484. Metindeki hatalar için aslı­na bakınız. Hadis için bkz. Buhâri, istizan 30; Müslim, Zekât 31, 32.

[419] Ebu'ş-Şeyh, Ahlâku'n-Nebî, s. 99; İbn Stt'd, 1,461. Soz konusu rakam da İbn Sa'd'da 29 olarak geçer.

[420] İbn Sa’d, I, 461.

[421] İbn Sa’d, IV, 65.

[422] el-Isâbe, 11,428.

[423] Metinde Şurati şeklinde geçmiştir.

[424] age, III, 595.

[425] Irşâdü's-sârî, VI, 84.

[426] Bu bilgi Nesîmü'r-riyâz'(lan (II, 37) nakledilmiştir KendiMneyu/. deve verilenle­rin adlan için bkz ibn Hışfim, II, 492 493.

[427] Bu Huneyn olmalıdır (bkz ibn Hışâm, II, 488 490.

[428] bkz Nesîmü'r-riyâz, II, 118.

[429] eş-Şifâ, I, 146,Nesîmü'r-riyâz, 11,38 Bu bilgiler UçunouBolum'de de(I, 288-291) geçmiş olup oraya bakınız.

[430] Buhâri, Salât 42. Parantez içindeki ifadeler hadiste mevcut olmayıp metinde izah kabilinden zikredilmiştir. Metindeki hata ve düşüklükler İçin aslına bakılmalıdır.

[431] Bu bilgi için bkz. Fethul-Bârî, III, 77 (Buhâri, Salât 42).

[432] bkz. Hafâci, NesimüV-riyâz, I, 478.

[433] eş-Şifâ, II, 940; Hafâci, IV, 344-345. Metinde geçen Salih et-Tuleytulî adı bu kay­naklarda îbn Hatim et-Tuleylulî şeklindedir.

[434] bkz. Mecmau'z-zevâid, X, 262-263; Kenzül-ummâl, VI, 470 (nr. 16522, 16523).

[435] bkz. Ali el-Kârî, el-Esrârül-merfÛa, s. 255; el-Mekâsidül-hasene, s. 300.

[436] İbn Sa'd,III, 300. AyncaÜçüncüBölüm'de divan teşkilatının kurulmasıyla ilgili bil­gilere {I, 299) bakınız.

[437] İbn Sa'd, III, 302. Aynca bkz. age, III, 305, 306.

[438] İbn Sa'd, III, 315. Bu, kıtlık yılında Amrb. Âs'ın Mısır'dan gönderdiği ve kesilerek muhtaçlara dağıtılan develerle ilgili olup Hz. Ömer'in şahsî sofrasının son derece mütevazi olduğu bilinmektedir.

[439] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/308-314.

[440] İbn Mâce, Ticârât 5. Burada ez-Zevâid'den naklen, ravilerden Perkad'm zayıf, Ömer b. Harun'un da "yalancı" olduğu kaydedilmiştir. Metinde bazı isim ve nisbeler yanlış geçmiştir. Aynca bkz. Kenzül-ummâl, III, 619 (nr. 8204). Burada sözü edi­len boyacı ve kuyumcunun gerçek anlamda boyacı ve kuyumcu değil sözü allayıp pullayıp değiştiren kimseler olduğu, bunların kastedildiği de söylenmiştir. Bu konu­da el-Mekâsidül-hasene'ye (s. 76) ve daha önce geçen Kuyumcu bahsine bakınız.

[441] en-Nihâye fî garîbil-hadîs, III, 10.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/314.

[442] İbn Mâce, Ticârât 6.

[443] et-Turukul-hükmiyye, s. 253.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/314.

[444] Buhâri, Buyu  10;  Fethul-Bârî, IX,   146. Burada sozu edilen Matar, tabiin âlimlerinden Matar el-Verrâk'tır.

[445] Telbîsu tblîs, s. 283.

[446] bkz. s. 127-132.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/315.

[447] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/315.

[448] el-tstîâb, II, 58.

[449] eMsâbe, II, 63.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/315.

[450] Metinde, burada ve aşağıda Ahraed şeklinde geçmiştir.

[451] el-İsâbe, I, 23, II, 58. Ahmer'ın adının Sefine olduğu da söylenmiştir.

[452] bkz. el-tsâbe, II, 58.

[453] age, II, 30. Useyd b. Hudayr ve Râfî b. Hudeyc'in de böyle olduğu kaydedilir (bkz. Peyzül-Kadîr, IV, 327).

[454] el-tsâbe, 11,311.

[455] es-Sîretül-Halebiyye, 1,82. Ayrıca bkz Feyzül-Kadîr, IV, 328. Ebu'l-Kasım me­tinde Îbnu'l-Kasım şeklinde geçmiştir.

[456] bkz. el-Mekâsidül-hasene, s. 289; Kenzül-ummâl, XVI, 443 (nr. 45342, 45343).

[457] el-tsâbe, I, 164.

[458] et-Teysîr, II, 136; el-Mekâsıdül-haaene, s. 289. Ayrıca bkz. s. 340.

[459] et-Teysîr, II, 136.

[460] Feyzül-Kadîr, IV, 327. Metinde hata ve düşüklükler olup aslına bakılmalıdır.

[461] Mecmau'z-zevâid, V, 269; Kenzül-ummâl, XV, 211 (nr. 40612).

[462] Suyûti, ed-Dürrül-mensûr, IV, 86; Munâvi, Feyzül-Kadîr, IV, 327.

[463] ed-Dürrül-mensûr, IV, 86.

[464] age, IV, 83-98. Burada, "kuvveften maksadın ne olduğu, atıcılık, yüzme, binicilik gibi sporların faziletine dair hadis ve haberler nakledilmiştir.

[465] bkz. Mektebetül-Celâl es-Suyûtî, s. 97 (risalenin yazmaları mevcuttur).

[466] el-tklîl, s. 153-154. Metindeki duşukiuk için aslına bakınız.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/316-318.

[467] Metinde Abdullah b, Amr b. Ebân şeklinde geçmiştir.

[468] el-İsâbe, 1, 540; Üsdü'l-ğâbe.II, 239.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/318.

[469] Metinde "Av" şeklinde geçmekle birlikte Huzâi'nin verdiği başlık ile "içindekiler"de kaydedilen başlık tercümede esas alınmıştır.

[470] Buhâri, Zebâih 10.

[471] Tirmizi, Sayd 3.

[472] Müslim, Hac 2. Ayrıca bkz. Buharı, Cihâd 46.

[473] Muslini, Hac 63

[474] Müslim, Sayd 7.

[475] Huzâi bu bilgiyi Kadı lyâz'dan nakletmiş olup (s. 729)cümlenin son bolümü metinde düşmüştür.

[476] Müslim, Say d 3 Metinde son kelime (vekîz) yanlış yazıldığı gibi "yeme "kelimesi de düşmüştür.

[477] Müslim, Sayd 53. Metindi' hata ve düşüklükler mevcut olup tercümede asıl kaynak esas alınmıştır.

[478] İbn Atıyye, el-Muharrerül-vecîz,V, 188. Tercümede asıl kaynak esas alınmıştır.

[479] Kuşâcim (IV A. yüzyıl) ve eseri için bkz. Ch.Pellat, "Kushadjim," El, V, 525.

[480] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/318-320.

[481] Bir sonraki dipnotta açıklanacağı üzere Kettânı bu başlığı tamamen bir hata esen olarak vermiştir.

[482] el-tsâbe, II, 208. Burada ve metinde verilen bilgi yanlış olup doğrusu Üsdü'l-ğâbe'de (III, 52) geçtiği üzere "...onu Benî Eaed'ın Beni's-Saydâ koluna gönderdi" şeklindedir. Doğrusu "erselehu ilâ Bem's-Sayda "olan ibare el-tsâbe'de "ilâ men'ı's-sayd" şeklinde kaydedildiğinden, Kettânı ifadenin bozukluğunu da farkedemeyıp yanılmıştır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/320.

[483] Müslim, Sayd 17. Metinde özetle verildiği gibi birçok hata ve düşüklük mevcuttur.

[484] İbn Sa'd, I, 276-277.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/320-321.

[485] bkz. Ibnü'1-Kâdî, Cezvetül-iktibâs, I, 99-100.

[486] bkz. Müsned, II, 380.

[487] bkz. Neşrül-mesânî, I, 175.

[488] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/321-322.

[489]Tirmızi, eş-Şemâil, s 120.

[490] Bir bedel karşılığında hürriyetine kavuşmak üzere efendısiyle anlaşan köle.

[491] el-tsâbe, 111,569-570; Üsdül-ğâbe, V, 351-352. Ayrıca bkz I, 118.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/322-323.

[492] Buharı, Buyu 1, Hars 1; Müslim, FedâiluVsahâbe 159-160.

[493] Cevahirül-ikdeyn, II, 326-327. Metin çok hatalı olup aslına bakılmalıdır.

[494] İrşâdü's-sSrî, IV, 171 (Buhâri, Hars 1).

[495] Ziraat ve Ağaç Dikimi başlığına bakınız (s. 273).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/323-324.

[496] el-lsâbe, 1,221.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/324.

[497] age, III, 61, Üsdü'1-ğâbe, III, 288-289.

[498] Eserin adı tnbâtül-miyâhil-hafiyye (Haydarabad 1359/1945) olup bu konuda bkz. J. Vernet, "al-Karadji," El, IV, 600.

[499] Bu eser ibn Vahşiyye'nm olup (bk. El, III, 964) metinde Kerhî'ye ait gibi anılmış ol­ması hatadır.

[500] bkz. T. Fahd, "Fırâsa," El, II, 916.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/324-325.

[501] el-lstîâb,IV, 130; el-İsâbe,IV, 136;Üsdü'l-#âbe, I, 438, VI, 220 Resulullah (sav) ashabı infaka teşvik edince Abdurrahman b. Avf malının yansını getirdi. Münafık­lar "gösteriş yapıyor!" dediler. Ebû Akil ise sırtında su taşıyarak kazandığı ıkı sâ'ın binni ailesine bırakıp diğerini getirince, onunla alay ettiler Bunun uzenne Tevbe sûresi 79 âyeti nazil oldu- Aynca bkz Müslim, Zekât 72.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/325.

[502] Nesâı, Zekât 49 Metindeki eksiklik aslından tamamlanmıştır, tbn Mesud devamla şöyle der- Bugün yuzbın serveti olan öylelerini biliyorum ki o gun bir dirhemi yoktu.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/325.

[503] bkz. el-tsabe, IV, 221.

[504] îbn Hışâm, I, 644. Bedir kelimesi metinde düşmüştür.

[505] Muvatta, îstı'zân 26; el-îsâbe,IV, 114-115.

[506] el-İsâbe, 1,421;ÜsdÜ'l-ğâbe, II, 125-126. Hudeybiye kelimesi metinde Medine şek tinde geçmiştir.

[507] el-tsâbe. I, 422; Üsdül-ğâbe, II, 127. "Hadîde" kelimesi metinde "hadîs" şeklinde geçmiştir.

[508] el-tsâbe, II, 6.

[509] age, III, 449.

[510] age, IV, 68-69, ÜsdÜl-gâbe,VI, 108.

[511] Buhâri, Buyu 39.

[512] Fethul-Bârî, IX 176 177 Ayrıca bk X 25 26 (Buharı, Icare 20 hadisi) Metindeki düşüklükler için aslına bakınız.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/326-327.

[513] Buharı, Buyu 21.

[514] Tırmızı, Nikâh 12.

[515] bkz Tıüıfetul-ahvezî, IV, 224 (bilginin bir kısmı vardır).

[516] el-Isâbe, I, 401 Usdu'I-ğâbe, II 89.

[517] el-tsâbe, IV, 289 Ömer, metinde Amr şeklinde gelmiştir.

[518] Telkîhu fuhûmı ehlı-1-eser, s 454.

[519] Buhâri, Hac 12. Hadisin son kısmı metinde düşmüş olup bu sebeple konuyla ilgisini kurmak da zorlaşmıştır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/327-328.

[520] Metinde İbnü'l-Menkûr şeklinde geçmiştir.

[521] bkz. Kenzül-ummâl, IV, 42-43 (nr. 9417).

[522] el-tsâbe, IV, 374.

[523] Zayıf bir hadis türü olup Zehebi'ye göre bu tabir cerhin 4. derecesinde bulunan ravî için kullanılır (bkz. Aydınlı, s. 159).

[524] Ebû Dâvud, Buyu 41; Müsned, I, 17.

[525] Görüldüğü gibi bu konuyla ilgili rivayetler zayıftır. Sahih olduğunun kabul edilmesi halinde bile bu mesleklerin hoş karşılanmam asının mutlak anlamda değil de belli bazı özelliklerden dolayı olduğu veya o zamanki umumî telakkiyi yansıttığı anlaşıl­maktadır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/328.

[526] Tirmizi, eş-Şemâil, s. 88 (nr.170).

[527] el-lstîâb, IV, 129.

[528] eç-Şemâil, s. 88; Dârimi, Mukaddime 7.

[529] el-İsfibe, I, 146.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/328-329.

[530] ajje, IV, 293. Hadis için bkz. el-Mekâsıdül-hasene, s. 469; Kenzül-ummâl, XVI, 121 (nr. 44139-44140). Aynca Beşinci Bölüm'de s. 114'e bakınız.

[531] Mecmau'z-zevâid. IV, 315-316; Şerhul-Mevâhib, IV, 271; Kenzül-ummâl, XII, 59.3 (nr. 35843). İlk kaynaktaki "biyedihi lehâ" (ona eliyle koydu) ifadesi metinde ve son iki kaynakta "fahizehu lehâ" şeklinde geçmektedir.

[532] bkz. SuppL, II, 529.

[533] Ibnü'r-Reddâd (ö. 821/1418), Mücibâtü'r-rahme ve azâimül-mağfîre  (bkz. Kehhâle, I, 178).

[534] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/329.

[535] Metinde Kettânf ye ait gibi görünen bu bilgi de Huyâi (k. 74fi) tarafından verilmiştir. Huzâı'de "Sünen" kelimesi geçmemektedir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/330.

[536] el-İsâbe, 111,401.

[537] et-Turukul-hükmiyye, s. 253.

[538] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/330.

[539] Suyûtı, el-Leâlil-masnûa, II, 216; Ali el-Kârî, el-Esrârul-merfûa, s. 232 (nr. 261); Sehâvı, el-Mekâsıdül-hasene, s. 262.

[540] Suyûtı, II, 217; Alı ei-Kâri, s  150-151 (nr  121); Sehâvı, b  262.

[541] Suyûtı, II, 216.

[542] en-Nihâye, IV, 119; Sehâvı, s 263.

[543] Buhân, Buyu 52.

[544] Fethul-Bârî, IX, 204.

[545] Alı el-Kârî, s 232. "Mudğa" kelimesi metinde "lukma'  şeklinde geçmiştir.

[546] bkz Suppl., II. 403. Ibnu'1-Imâd, metinde Ebu'1-Imâd şeklinde geçmiştir.

[547] Böyle bir isme rastlanmamış olup muhtemelen doğrusu Rimse veya Ebû Rimse'dir (bkz. el-İsfibe, IV, 70).

[548] îbn Sa'd, VIII, 493.

[549] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/330-332.

[550] bkz. el-tsfibe, IV, 453; ÜadÜl-f Abe,VII, 333. Ümmü Zufer, metinde Zıifer şeklinde geçmiştir, "Hz. Peygamber'tn hanımı Hatice'nin" ifadesi de düşmüştür.

[551] îbn Hişâra, II, 339-340.

[552] îbn Sa'd, VIII, 122.

[553] el-tsâbe, IV, 225.

[554] el-îsâbe, IV, 449-450; Üsdül-ğâbe, VI, 331. Ümmü Ri'le'nİn elçi olarak Hz. Pey-gamber'e gelip anılan konuşmayı yaptığı kaydedilir. Metinde ve el-tsâbe'de hata mevcut olup tercüme diğer kaynaktan yapılmıştır.

[555] bkz. dipnot 497.

[556] Buhâri, Buyu 29.

[557] Fethul-Bârî, IX, 169.

[558] Ebû Dâvud, Tıb 29; Avnul-Ma'bÛd, X, 396-397. Aynca bkz. İbn Mace, Et'ıme 37.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/332-333.

[559] Metinde "aralarına " şeklinde geçmiştir.

[560] el-İsâbe, XV, 275.

[561] bkz. L is ân ul-Mİzân. 1,454.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/333-334.

[562] eMsâbe, IV, 282.

[563] ibn Sa'd, VIII, 16 (Hz Hatice'nin biyografisi), 244 (Nefîse'nin biyografisi).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/334.

[564] el-İsâbe, TV, 300, el-İstîâb, IV, 308; Üsdü'1-ğâbe, VII, 107. Bu hanım şahabı Beyaturrıdvân'da da bulunmuştur.

[565] Buharı, Oihâd 68.

[566] el-Isâbe, IV, 302 Ayrıca bkz İbn Hışâm, II, 239.

[567] el-Isâbe, IV, 396.

[568] Ibn Sa'd, VIII, 291, Usdul-ğâbe, VII, 252 Cümlenin son kısmı Ibn Sa'd'da yoktur.

[569] el-lsâbe, IV, 402-403, Usdü'1-ğâbe, VII, 259, 268.

[570] el-îsâbe, IV, 433 Üsdü'l-ğâbe'de (VII, 303) Ummu Eymen'm Resulullah'm babası tarafından azadedildiği söylendikten sonra onunuz Hatice'nin kızkardeşı tarafın dan Resulullah'a hibe edildiği, Resulullah'm annesinin kölesi olduğu şeklinde go ruşler bulunduğu da kaydedilir.

[571] Ebû Dâvud, Cıhâd 141, Müsned,V, 271.

[572] el-tsâbe, IV, 453 454.

[573] İbn Sa'd, VIII, 292.

[574] el-İsâbe, IV, 486-487.

[575] age, IV, 505. Varaka, metinde Ravka şeklinde geçmiştir.

[576] bkz. ÜsdÜl-gâbe, VII, 381. Ibn Sa'd'da (VIII, 308) "Otur, insanlar, Muhammed bir kadınla savaşıyor demesinler" ifadesi geçmekte olup bu iki rivayet ve değerlendiril­mesi için bkz el-lsâbe, IV, 486-487.

[577] Metinde "Kıtâbu'l-Meğâzî" şeklinde geçmiştir.

[578] Bu başlıklar için bkz. Buhâri, Cihâd 62-68.

[579] Buhâri, Cihâd 65.

[580] Ebû Dâvud, Cihâd 141.

[581] Müslim, Cihâd 134. Bu paragrafta verilen bütün bilgiler Fethul-Bârî'de (XII, 31-32) geçmektedir.

[582] el-İsâbe, IV, 479.

[583] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 560.

[584] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/334-337.

[585] el-İsâbe, IV, 393.

[586] IbnSa'd, VIII, 311-312.

[587] bkz. Suppl.. II, 346.

[588] Hanefi âlimlerde kadının istermüslüman ister gayrimüslim olsun yatalak babasına hizmet etmek, ebeUk ve ölü yıkamak, birisine borcunu ödemek veya alacağını almak için kocasından izin almasına gerek olmadığını; mehrini almadıkça ihtiyaçları ve akraba ziyareti içinde izninşart olmadığını belirtmiş lerdir.IbnÂbidin erkeğin, ken­di haklarına halel getirmeyen bir hususta kadını menedemeyeceğini belirtir. (lb-nü'1-Hümâm, Pethul-Kadîr, III, 248; Şelebi, Hâşiyetu Tebyînil-hakâik, III, 58 İbn Âbidin, Reddül-muhtâr, III, 145-146, 576-577, 602-604; Seyyid Sabık, Pik hu's-Sünne, II, 206-207). Ayrıca bkz. Abdurrahman el-Cezîri, "Hükmü hurûci'n-nisâ min buyûtıhinne vemâ yeteallak zalike," Mecelletül-Ezher, IX, 442-446,515-522.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/337-338.

[589] e1-tetîâb, 1,41.

[590] age, IV, 328. Metnin son kısmında hata ve düşüklük olup aslına bakılmalıdır Ayrıca bkz. Üsdül-gâbe, VII, 147.

[591] el-lsâbe, IV, 282.

[592] age, IV, 338. Sevâde, metinde Sevda şeklinde geçmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/339.

[593] Huzâi (s 751) bu bilgiyi Bâcı'nin el-Müntekâ'sından nakletmıştır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/339.

[594] el-îstîâb, IV, 436.

[595] el-İsâbe, IV, 434-435,464 Ummu Seyf, metinde Ümnıu Sufyân şeklinde geçmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/339.

[596] Bu bilgi Üedü'l-ğâbe'de (VII, 19) geçmekte olup el-tsâbe'de de {IV, 234) Esma'ya "kadınların hatibi" denildiği belirtilir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/340.

[597] bkz. dipnot 434.

[598] Biraz ileride tekrar edilecek bu rivayetin uydurma (mevzu) olduğu daha önce belir­tilmişti (1,133-134, dipnot 76). Orada sehven kaydedilmemekle birlikte Hz. Ömer'e isnad edilen aynı mealdeki söz ile (bkz. 1,134) yine aynı yerde Hz. Ali'ye isnad edilen senedsiz sözün de mevsuk olmadığına işaret etmek gerekir. İslâm'da kadın haklan ve kadının eğitilmesiyle ilgili olarak daha önce kaydedilenlere ilaveten şu eserlere bakılabilir: Mübeşşir et-Tirâzî, el-Mer'e ve hukûkuhâ fıl-İslâm, Kahire 1976; S. M. Hafeez Zaidi, Position of women under islam, Lahore, 1978; Tevfik Vehbe, Devrül-mer'e fîl-müctemail-tslâmî, Riyâd,  1400/1980; el-Behî el-Hûlî, el-tslâm ve kadâyal-mer*etn-muâsire, Kuveyt, 1980; Muhammed Mazhar al-Din Sıddıqi, Women in islam, Lahore 1982; Anis Ahmad.Muslim women and higher educatİon, Islamabad, 1982; Âyetullah Murtaza Mutahhari, Nizâmu hukûkil-mer'e fil-İs lam. Tahran, 1405.

[599] Deylemi, el-Pirdevs, IV, 267 (nr. 6786).

[600] bkz dipnot 289.

[601] Hatîb, Târîhu Rağdâd, V, 280 "Meclislenm" kelimesi metinde düşmüştür.

[602] bkz. Mecmau'z-zevâid, IV, 93. Burada devamla, Taberânİ'nın el-Mu'cemül-ev-sat'da naklettiği bu rivayetin senedindeki Yezid b. Mervân'm ibn Maîn tarafından "kezzâb" (yalancı) olarak vasıflandırıldığı belirtilir.

[603] bkz. Mecmau'z-zevâid, IV, 93 Burada da devamla, rivayetin senedindeki Muham­med b ibrahim eş Şâmı hakkında Dârekutnı'nin "kezzâb" değerlendirmesinde bu­lunduğu kaydedilir Ayrıca bkz. dipnot 568.

[604] ibn Sa'd, VIII, 296 Metinde hata ve düşüklük vardır.

[605] bkz. Suppl., II, 186.

[606] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/340-341.

[607] Müslim, Iydeyn 20. Huzâi yalnız Müslim'den nakletmiştir. (s. 756).

[608] Müslim, Iydeyn 17. Bu hadisi de Huzâi yalnız Müslim'den nakletmiştir.

[609] Müened, III, 422; îbn Mâce, îkame 163. Metinde "yukalles" kelimesi "yugatles" şeklinde geçmiştir.

[610] îbn Mâce, îkâme 163.

[611] bkz. Kenıül-ummâl, XV, 214 (nr. 40629).

[612] Müslim, Iydeyn 16.

[613] Buhâri, Iydeyn 2.

[614] İbnü'l-Habbâz (o. 530/1136) diye bilinir (bkz. Kehhâle, X, 195).

[615] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/341-343.

[616] bkz. Buhâri, Nikâh 48.

[617] hkz. Suppl., 11,819.

[618] Nihâyetül-matlab fi dirâyetil-mezheb (bkz. Suppl., I, 672).

[619] Şevkâni'nin verdiği bu bilgi için bkz. Neylül-evtâr, VIII, 114-115.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/343-344.

[620] el-İsâbe, IV, 274-275; Fethul-Bârî, V, 113.

[621] el-Esâbe, IV, 226.

[622] age, IV, J20 Son cumkdt ki Zeyneb kelimesi metindi Ernt b şeklinde.

[623] age, IV, 38b Usdu'1-ğâbe, VII, 236.

[624] bkz Musned, 111, WI Ibn Mâce, Nikâh 21.

[625] Fethul-Bârî, XIX, 271.

[626] Meşârikul-envâr, II 137.

[627] Telbîsu tblîs, s. 224-226.

[628] Nevevi,VI, 182-183.

[629] trşâduVsârî, II, 204.

[630] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/344-346.

[631] bkz. Fihrisül-fehâris, indeks.

[632] bkz. Meydâni, Meomau'l-fmsâl. III, 525.

[633] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/346-347.

[634] Buhâri, Nikâh 63.

[635] Tirmizi, Nikâh 6; tbn Mâce, Nikâh 20; Müsned, IV, 5.

[636] Bu paragraftaki bilginin hepsi Fethul-Bârî'den (XIX, 271) alınmıştır.

[637] Huzâi bununla daha önce Nesâi'den naklen verdiği "Helal ile haram (münasebet) arasındaki sınır nikahta (çalınan) deftir" hadisine işaret etmiştir. Tirmizi buna "ha-sen hadis"der.

[638] Metinde Âmir b. Said şeklinde geçmiştir.

[639] Metinde Karta bint Ka'b şeklinde geçmiştir.

[640] bkz. Tirmizi, Nikâh 6; Nesâi, Nikâh 72; İbn Mâce, Nikâh 20; Müsned, III, 417; Fet-hul-Bârî, XIX, 271. Metinde başka hatalar da vardır. Huzâi'ye ait bu paragraftaki bilgi (s. 760) metinde Kettâni'ye ait görünmektedir.

[641] Metinde İbn İshak şeklinde geçmiştir.

[642] Metinde Karta bint Ka'b şeklinde geçmiştir.

[643] el-İsâbe, I, 209, Üsdü'1-ğâbe, I, 281.

[644] el-Isâbe, II, 510.

[645] age, 111,440.

[646] BuhAn, Nikâh 48.

[647] Bu garkının farklı şrkılU'rı için bk?   es-Sünenül-kübrâ, Vll, 289, Mecmau'z-zevâid, IV, 289-290.

[648] Bu bilginin hepsi Fethul-Bârî'den (XIX, 243-244) nakledilmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/347-349.

[649] Huzâı bu başlığı "Resulullah'ın sefer donuşu karşılanışı sıracında kınım şarkı söyle dığı" şeklinde verir {s 763).

[650] Delâilü'n-nübuvve, II, 506-507.

[651] Bu zatlbnu'l Mukrî (o 557/1162) olmalıdır eş-Şemâil bi'n-nûri's-sâtiil-kâmil adlı esen vardır (Keşfuzzunûn, II, 1059, Kehhâle, VII, 177).

[652] Muhıbbuddın et Taberî, er-Riyâzu'n-nadire, I, 122.

[653] Zurkâni, Şerhul-Mevâhib, IH,82;Zâdüa-meâd, III, 551; Fethu1-Bârî,XV, 120.

[654] bkz. Fethul-Bârî, XV, 120. Bu bilgi ile ardından nakledilen Tirmizi rivayeti de Huzâi tarafından verilmiş olup (s. 761) metinde Kettâni'ye ait şekilde geçmiştir.

[655] Tirmizi, Menâkıb 17. Ayrıca bkz. Ebû Dâvud, Eymân 22.

[656] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/349-350.

[657] Metinde Şeybe şeklinde geçmiştir.

[658] el-tkdül-ferîd, VI, 8.

[659] Bu bilgi Hassân'ın değil, cariyesi Sîrîn'in biyografisinde geçmektedir (el-tsâbe, IV, 339).

[660] Bu konuda yazılmış eserler için bkz. Henry.George Farmer, "Arabic Musical Ma-nuscripts in the Bodleian Library," The Journal of the Royal Asiatic Society, 1925 (London), sy. 4, s. 639-654; Üsâme Nasır en-Nakşibendî, Mahtûtâtul-mûsîka ve'1-ğinâ ve's-semâfî Mektebetn-MethafH-Irâkî bi-Bağdâd, Bağdat, 1979 (64 s.); Adil Kamil el-Âlûsî, "el-Mahtûtâtu'1-mûsikiyyetül-Arabiyye ft mektebeti Dâire-ti'1-funûnı'l-mûsikiyye bi-Bağdâd," el-Mevrid, IX (1980), Bağdat, s. 325-334 (kırk-bir yazma hakkında bilgi verilmiştir); Amnon Shtloah, "Musıc in the pre-Islamic pe-riod as reflected in Arabic writings of the first islam ic centuries," Jerusalem Studi-es in Arabic and islam, VII (1986), Jerusalem, s. 109-119; Perıd Cuhâ, "Mesâdi-ru'1-mûsîka'l-Arabiyye," el-Hay&tu's-sekâfiyye, 1987 (Tunus), ay. 45, s. 64-77 (Doğrudan doğruya veya dolaylı şekilde konuyla ilgili 295 eser adı verilmiştir). Ayrı­ca Süleyman Uludağ'ın İslâm Açısından Musiki ve Semâ (istanbul, 1976) adlı eserinin bibliyografyasına bakınız.

[661] Risale fi ğinail-nıülhie, Şehid Ali Paşa Ktp. nr. 2704. (bkz. S. Uludağ, s. 396).

[662] Metinde el-Minenül-kübrâ şeklinde geçmiştir.

[663] Ibnu'l-Kaysarânî (ö. 507/1113) diye meşhurdur. Risale fi cevâzi's-semâ*ı vardır (Suppl., 1,603; J. Schacht, "İbn al Kaysarânî," El, III, 821). Koprulu Kutup-hanesı'nde <nr. 391) Kitâbu's-Semâ adlı bir yazması mevcuttur (bkz. Uludağ, s. 397).

[664]Metinde el-Bustî şeklinde geçmiştir.

[665] Ibnu'd-Derâc es-Sebtî'nın el-tmtâ vel-intifâ bi-mes'eleti simâi's-semâ (Kunaytıra 1982) adlı eseri basılmış olup tavsifi için bkz. el-Kitâbül-Mağribî, ay. 1, Mart 1983 (Rabat), s 82-88.

[666] Suppl., II, 27.

[667] Isnevı, T, 170-171 Metinde hata mevcut olup aslına bakılmalıdır. 633   Eser Leknev'de 1317 yılında basılmıştır. (SuppL, II, 152).

[668] Üstteki eserle birlikte basılmıştır (SuppL, I, 756).

[669] Üstteki eserle birlikte basılmıştır (SuppL, II, 819).

[670] Keşfuzzunûn, II, 1308; SuppL,II, 234. Bu kaynaklarda İsa b. Abdurrahim şeklinde geçmiştir.

[671] SuppL, II, 474.

[672] SuppL, II, 478.

[673] Her iki eser de basılmıştır (bkz. Serkis, I, 40, 100).

[674] Bu eser biraz yukarıda İbtâlu da'val-icmâ... şeklinde geçmişti.

[675] Metinde Garda b. Ka'b şeklinde geçmiştir.

[676] Şevkâni'nin verdiği bu bilgi için bkz. Neylül-evtâr, VIII, 115.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/350-354.

[677] bkz. GAL, II, 608, SuppL,II, 684.

[678] bkz. J. W. Fück, "îshak b. İbrahim al-Mawsıli," El, IV, 110-111.

[679] el-İsâbe, II, 242; Üsdttt-ğâbe, III, 103.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/354.

[680] bkz. Müsned, III, 449. Hadisin devamı şöyledir: Hz. Âişe "evet" dedi. Resulullah "ona bir tabak ver" buyurdu, o da şarkı söyledi. Allah Resulü şöyle dedi: "onun iki bu­run deliğine şeytan üflüyor." Bu hadis Concordance'ta hadisin hemen bütün keli­melerinde yalnız Müsned'de gösterilmekte olup hiçbir yerde Nesâi zikredilmem iş­tir. Nesâi'nin Sünen'inde iydeyn ve nikâh kitaplarında ilgili bâblarda da bu hadist rastlanmamıştır. Mecmau'z-zevâid'de (VIII, 130) hadisin Ahmed b. Hanbel ve Taberâni tarafından rivayet edildiği kaydedilmiştir.

[681] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/354-355.

[682] el-îstîâb, J, 447-448; el-İsâbe, 1,457. Metindeki hata için hu kaynaklara bakılmalı­dır.

[683] Buhâri, Menâkıbu'l-ensâr 46.

[684] Kitabın adı metinde yanlış yazılmıştır.

[685] Keşşâfül-kmâ, V, 184.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/355-356.

[686] Metinde Fâriğa şeklinde geçmiştir.

[687] el-İsâbe, VJ, 374; Üsdü'1-ğâbe, VII, 214; es-SünenÜl-kübrâ, VII, 289; Telbîsu tblîs, s. 225.

[688] Son ıkı ısını metinde durmuştur.

[689] Bu ısım metinde durmuştur.

[690] el-tsâbe, IV, 501 fiO2, Üsdü'I-ğâbe, \ 11, 401 402 Ayrıca bkz  Fethul-Bârî, XIX, 271.TelbîsuIblîs, s 225, Mecmau'z-zevâid, JV, 289.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/356-357.

[691] Ebû Dâvud, Edeb 51.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/357.

[692] Buhâri, Edeb 81; Müslim, Fedâılu'l-ashâb 81.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/358.

[693] Üstteki dipnotta verilen kaynaklara ilaveten bkz. Müsned, 166,233; İbn Sa'd, VIII, 59, 61, 66.

[694] Meçârıkul-envâr, I, 91.

[695] Fethul-Bârî, XXII, 329 Bu konudaki diğer hadisler ve görüşler için buraya bakı­nız.

[696] Ebû Dâvud, Edeb 54; ibn Sa'd, VIII, 62, Fethul-Bârî, XXII, 330.

[697] el-Ahkâmu's-sultâniyye, s. 313 Metinde hatalar olup aslına bakılmalıdır.

[698] Buhâri, Buyu 104.

[699] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/358-359.

[700] Buharı, Salât 69, îydeyn 25.

[701] Buhâri, Nikâh 114.

[702] Müsned, III, 152.

[703] Tırmızı, Menakıb 17.

[704] el-Mi'yârul-mu'rib, XI, 80.

[705] thyâu ulûmi'd-dîn, 11, 383 Buradan yapılan iktibas özetle verilmiştir.

[706] İrşâdu's-sârî, VIII, 59 (Buharı, Nikâh 48).

[707] eş-Şrfâ, II 595 vd   Nesîmu'r-riyâz, III, 396 vd.

[708] Bu sözün bir kısmı için bk7 Fethul-Bârî, V, 115.

[709] bkz. Fihrisül-fehâris, I, 387-389.

[710] Silatül-halef, s. 445.

[711] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/359-362.

[712] Konu başlığında Resulullah'a (sav) atfedilen bu söz gerçekte Hz. Âişe tarafindan söylenmiştir.

[713] Müsned, VI, 84, 85,116,270;Buharı, Nikâh 82,114; Müslim Iydeyn 17, 18;Nevevi, Şerhu Müslim, VI, 185; Umdetül-kârî, XVI, 377, 420-421; Fethul-Bârî, XIX, 332,401.

[714] Müsned, VI, 166.

[715] İhyâu ulûmi'd-dîn, II, 355.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/362-363.

[716] el-Edebül-müfred, s. 427 (bâb: 627, nr. 1303).

[717] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/363.

[718] bkz, Beşinci Bölümde s. 92 vd., 95-96.

[719] Müsned, VI, 264. Metinde düşükler olup aslına bakılmalıdır.

[720] Ebû Dâvud, Cihâd 61; İbn Mâce, Nikâh 50.

[721] Telbîsu tblîs, s. 295.

[722] İbn Sa'd, V, 204.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/363-364.

[723] ibn Hişâm, I, 390-391.

[724] Nesîmü'r-riyâz, I, 382-383.

[725] Alı el-Kârî, Şerhu'ş-Şifâ, I, 383.

[726] el-Müstedrek, III, 452.

[727] et-Takrîb, s. 628.

[728] age, s 478.

[729] Ebû Dâvud, Lıbfts-21; Tırmızı, Libâs 42.

[730] Metinde "hasen" kelimesi düşmüştür.

[731] el-İsâbe, I, 520.

[732] bkz. el-İsâbe, III, 655.

[733] Nesîmü'r-riyâz, I, 382, Alı el-Kârî, Şerhu'ş-Şifâ, I, 383.

[734] NesîmüV-riyâz, I, 382.

[735] bkz. GAL, II, 192.

[736] Nesîmü'r-riyâz, II, 383.

[737] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/364-366.

[738] Buhâri, Sulh 6. Zeyd'le ilgili bilgi metinde düşmüştür.

[739] Arapça "hacel" kelimesi, tek ayak üstüne yürümek, hoplamak, zıplamak gibi mana lara gelmekte olup Türkçe'deki seksek oyununun tam karşılığı olmamakla birlikti bu şekilde tercüme edilmiştir.

[740] bkz. Müsned, 1,108.

[741] age, 1,108; es-Sünenül'kübrâ, VIII, 6, Telbîsu İblîs, s. 258. Adı geçen üç sahabi, Hz. Hamza'mn kuçuk kızına bakmanın kendi hakları olduğunu ileri sunmuş ve Re-sulullah'a başvurmuşlardı.

[742] Ebû Dâvud, Talâk 35.

[743] Irâki, el-Muğnî, II, 388. Ebû Dâvud'da da oynama ve Resulullah'm sözleri yoktur.

[744] el-Hâvî fîl-fetâvâ, 11,446.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/366-367.

[745] Buharı, Edeb 81,112, Müslim, Edeb 30; Ebû Dâvud, Edeb 69, Tırmızı, Birr 57; ibn Mâce, Edeb 24.

[746] Meşârikul-envâr, II, 19. Medınelilerle ilgili soz burada geçmemektedir.

[747] Aynı bilgi ıçm bu eserin muhtasarı olan Neylü*l-ibtihâc'<ı (-> 244-245) bakınız.

[748] Ibn Sa'd, VII, 127.

[749] Burada geçen "Keşte nıyye" kelimesinin ne anlama geldiği bulunamamış; oiup eserin naşiri de bulamadığını belirtmiştir.

[750] Ibn Abdılhakfm, Sîretu Ömer b. Abdilaziz, s  181182.

[751] EbûDâvud, Kdeb 58.

[752] Aynı bilgi ıçm bkz Avnul-MaTmd, XIII, 285.

[753] Ibn Sa'd, 1, 293.

[754] age, VII, 48.

[755] age, III, 286.

[756] Bununla Muharamed b. Muhammed el-Hattâb (ö. 954/1547) kastedilmiş olmalıdır. Bazıları matbu birçok eseri yanında Şeyh Halil'in Muhtasarına da şerhi vardır (Zi-rikli, VII, 286; Kehhâle, XI, 230).

[757] Buhâri,Musâkât9,Mezâlim23;Müslim, Selâm 153;EbûDâvud, Cihâd44;Fethul-Bârî, X, 112.

[758] İbn Abdilber, el-KâfîJI, 1143.

[759] bkz. Flaraşi, Şerhu Muhtasari Halîl, IV, 202.

[760] bkz. Tertîbül-medârik, î, 362. ibn Harise burada ibn Haris şeklindi* geçmiştir.

[761] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/367-371.

[762] Müsned,VI, 112.

[763] İbn Adî, el-Kâmîl,V, 1878.

[764] bkz. Mecmau'z-zevâid, JV, 67. Burada, rivayet, zincirindeki Salt b. Haccâc'ın "za­yıf" olduğunu kaydedilmiştir.

[765] el-Kâmil, VI, 2410. ibn Adî, hadisin bu isnadl-<ı"muiıfiet" olduğunu kaydeder.

[766] ibn Sa'd, IV, 208.

[767] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/371.

[768] Tahâvi, Şerhu Meânîl-âsâr, III, 50-51.

[769] es-Sünenül-kübrâ, VII, 288. Beyhaki hadisin isnadında "meçhul" ravüerve kesin­tiler olduğunu, bu konuda herhangi bir rivayet sabit bulunmadığını belirtir.

[770] Şerhu Meânil-âsâr, III, 51.

[771] Konunun başından buraya kadarverilen bilginin hepsi Zurkâni'den nakledilmiştir (Şerhul-Mevâhib, IV, 325-326).

[772] Burada kastedilen İbn Hacer el-Heytemî olup eserinin adı Eşrefül-vesâililâ feh-OTİ'ş-ŞemâiI'dir (Keşfuzzunûn, II, J059; SuppL, I, 268).

[773] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/372-373.

[774] bkz. Kenzül-uinmâl, XV, 212 (nr. 40616).

[775] el-Müstedrek, II, 184. Aynca bkz. s. 347.

[776] Müsned, IV, 67, V, 379.

[777] el-Misbâhul-münîr, I, 219 ("ren" mad.).

[778] en-NÜıâye fî garîbil-hadîs'te (II, 198) "urcûha"nın salıncak olduğu söylenmiştir.

[779] Ebû Dâvud, Edeb 55. Ayrıca bkz. Buhâri, Menâkıbu'l-ensâr 44; Müslim, Nikâh 69.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/373-374.

[780] Buhâri, Nikâh 71.

[781] et-Târfhul-kebîr, İÜ, 425.

[782] Ebû Dâvud, Et'ıme 3; İbn Mâce, Nikâh 25.

[783] Buhâri, Nikâh 71; Müslim, Nikâh 96-98; Ebû Dâvud, Et'ıme 1; İbn Mâce, Nikâh 25.

[784] Konu başından buraya kadar verilen bilgi çin bkz. Fethul-Bârî, XIX, 290-291.

[785] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/374-375.

[786] Burada devamla Resulullah'm bereket duası yaptığı ve müteakip rivayette geçtiği üzere çömlek isteyip helva yaptırdığı kaydedilmiştir.

[787] el-Müstedrek, IV, 109-110 (Metnin baş tarafinda biraz farklılık vardır).

[788] er-Riyâzu'n-nadire, II, 29-30.

[789] Konu başından buraya kadar verilen bilgi için bkz. Şerhul-Mevâhib, IV, 326-327.

[790] eş-Şemâil, s. 79 (bâb: 25, nr. 148).

[791] ibn Sa'd, IV, 149. "Dikit" kelimesi metinde "min" şeklinde geçmiştir.

[792] eSvâil, s. 92.

[793] age, s. 92-93. Necrân kelimesi metinde Şam şeklinde geçmiştir. Paluze, nişasta ve şekerle yapılan ve soğuk olarak yenilen bir çeşit pelte tathsıdır.

[794] el-Müstedrek, IV, 135.

[795] Saydul-havâtır, 27,63 64,445,472 Atıfta bulunulan bu sayfalarda, metinde veri len bilgilerden bir kısmı yoktur.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/375-377.

[796] Ebû Dâvud, Et'ıme 38.

[797] Tayâlısı, Musnect, s 350 Metinde "Allah'ın adını anın" ifadesi düşmüştür.

[798] Ahmed b Hanbel, Musned, I, 234, 302.

[799] Hattâbı, Meâlimu's-Sünen, TV, Ifa9 Metinde "kuffar" kelimesi düşmüştür.

[800] Bu başlık altında verilen bilginin hepsi ıçm bkz Şerhul-Mevâhib, IV, 3.35.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/377.

[801] Mecmau'z-zevâid, IV, 76; Kenzii1-ummâLXn, 244 (nr. 34877).

[802] îbn Mâce, Ticârât 40. Bu ve üstteki rivayetlerdeki hata ve düşüklükler için asıl kay­naklara bakılmalıdır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/378.

[803] İrşâdü's-sârî, IV, 37.

[804] Buhâri, Hac 150.

[805] Bu paragrafta verilen bilginin hepsi İçin bkz. Fethu'1-Bârî, VIII, 77.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/378-379.

[806] el-İsâbe, 1,416.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/379.

[807] Bu başlık "Ok yontucusu" anlamına da gelmektedir.

[808] Telbîsu İblis, s. 282.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/379.

[809] îbn Hişâm,II, 663.

[810] el-İsâbe, III, 319; Ibnü'1-Esîr, el-Lübâb,III, 245-246.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/379-380.

[811] İbn Sa'd, III, 542-543; el-İsâbe, I, 84.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/380.

[812] ibn Sa'd, VIII, 28; İbn Şebbe, I, 108.

[813] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/380-381.

[814] el-lsâbe, IV, 305; İbn Şebbe, I, 106.

[815] İbn Sa'd, VI, 216.

[816] İbn Sa'd, V, 29, Metinde "fe-velevhâ" kelimesi "bi-veledihâ" şeklinde geçmiştir.

[817] el-İsâbe, I, 374.

[818] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 2/381-382.