İlmî
Hayat, Eğitim-Öğretim Ve Ashabın Üstünlükleri
İnsanlığın
Sahip Olduğu En Büyük Ansiklopedinin Kur'an-I Kerim Olduğu
Allah
Resülü'nden Nakledilen Hadislerin Sayısı
Muteahhırın
Ulemadan Butun Sünneti Toplamaya Teşebbüs Eden Olup Olmadığı
Ashabın
İlim Tahsili Ve Bunun Mescid-i Nebevide Halkalar Şeklinde Olduğu
Ashabın
Birbirlerine Kur'an Okumaları Ve Allah
Resulü'nün Onlara Âyetleri Açıklaması
Ashabın
Kendilerine Ulaşan İlme Ezberleme Ve Müzakere İle İtina Göstermeleri
Sünnetin
Nakledilmesinde Senede (Rivayet Zinciri) Önem Verilmesinin Emredilmesi
Asra
Saadette "Allame" Sözünün Arap Ensabı Ve Şiiri En İyi Bilen Kimse
İçin Kullanıldığı
Allah
Resulü'nün Ashabının İlimdeki Zeka Ve Anlayış Seviyelerini, Kabiliyetlerini
Araştırması
Allah
Resulü'nün İlim Ehli İçin Belli Günler Ayırması
Ashabın
Büyük Yaşta Olmalarına Rağmen İlim Tahsiline Olan Arzuları
Ashabın
Evlenmeden Önce İlim Tahsilinde Bulunmayı Emretmeleri
Ashaptan
Tüccar Olanın İlim Tahsil Ettiği, İlimle Meşgul Olanın Da Ticaret Yaptığı
Ashabın
Anlamadıkları Bir Bilgiyi Duyduklarında Onu Anlayıncaya Kadar Tekrar Ettikleri
Ashabın,
Hazır Olanın Olmayana Tebliğde Bulunmasını Düstur Edinmeleri
Ashabın
Gece Gündüz İlim Teatisinde Bulunmaları
Kendilerine
Yazı Yazmayı Öğretmenin Çocukların Babaları Üzerindeki Haklarından Olduğu
Asr-ı
Saadette Kalem Ve Divit (Hokka)
Sahabe
Devrinin Sonlarında Arap Yarımadası'nda Pamuktan Kağıt Yapımının İcad Edilmesi
Ashabın
Hadisi Yazmaları Ve Allah Resulü'nün Onlara İlmi Kaydetmelerini Emretmesi
Tasavvuf
İlminden İlk Bahsedenlerin Sahabiler Olduğu
İslam'da
Nahtv (Gramer) İlmini İlk Koyanların Sahabiler Olduğu
Bedi
Türlerinden Biri Olan Tashiple İlk Konuşanın Hz. Ali Olduğu
Ashabın,
Kendilerinden Hadis Yazanlara Hadisi İmlâ Ettirmeleri
Allah
Resulü Yanlarından Ayrılınca Ashabın Kendi Aralarında Hadis Müzakere Ettikleri
Ashabın
Biraraya Geldiklerinde İlim Müzakere Ettikleri Ve Kur'an'dan Bir Sûre Okudukları
Ashaptan
Alım Olanların Kendi Huzurunda Rivayette Bulunmasını Talebesine Emretmesi
Ashabın
Kur'an'ı Manasını Belleyerek Tedricen Öğrendikleri
Kuranın
Kitap Haline Mushaf Adını İlk Defa Kimin Verdiği
Mushafların
Ücretle Çoğaltılması (İstinsah) Konusunda Ashabın Fetvası
Ashabın
Yolculuklarında Mushafı Yanlarında Götürmeye Özen Göstermeleri
Ashabın
Mushafları Süsleyip Süslemedikleri
Hz.
Ebubekir Zamaninda Mushafları Muhafaza Eden Görevliler Olduğu
Ashabın
Mushafları Öpüp Öpmedikleri
Ashabın,
Kişinin Sabah Evinden Çıkmadan Önce Mushaf'a Bakıp Okumasını Arzuladıkları
Muaviye'nin,
Tarih Mecmualarını Korumak Üzere Görevlendirdiği Hizmetçileri Bulunduğu
Ashap
Zamanında Mushaplaeın Satılıp Satılmadığı
Çocukların
Okuma Yazma Öğrenmeleri İçin Okul Açmaları
Çocukların
Ders Levhalarını Yıkadıkları Suyu Nereye Döktükleri
Çocuğu
Öğretime Başlattıkları Yaşa Dair Seleften Bir Rivayet Bulunup Bulunmadığı
Hat
İlmini Öğrenmekle Meşgul Olmaları
Şiirle
Meşgul Olmaya Teşvikleri
Asr-I
Saadette Ferâiz İlminin Revaçta Olduğu Ve Allah Resulü'nün Onu Öğrenme Ve
Öğretmeye Teşviki
Hulefâ-Yı
Râşidin Devrinde Hesapla İlgili Konularda Kendilerine Başvurulanlar
Kendisinden
İlim Tahsil Etmede Kureyşliyi Başkasına Tercih Etmeleri
İlm-i
Nücum'u (Astronomi) Öğrenmeyi Emr
Atıcılık
Ve Yüzmeyi Öğrenmeyi Emretmeleri
Hz.
Ömer'in Hata Eden Katiplere Dayak Atmalarını Ve Görevden Almalarını Valilerine
Emretmesi
Allah
Resulü'nün Genç İlim Talebelerine İlgi Gösterilmesine Dair Tavsiyesi
O
Devirde Kendilerini Tamamen İlme Verenlerin Öğrenim Ve Öğretim Bakımından
Özelliği
Allah
Resulü'nün Hadis Öğrenen Ve Nakledenleri Kendi Halifeleri Olarak Adlandırması
Allah
Resulü'nün İlim Talebelerini Anlamadıkları Şeyleri Sormaya Teşvik Etmesi
Allah
Resulü'nün Ashabından Rivayet Ve Nakilde Bulunması
Ashabın
Birbirlerinden İlim Öğrenmeleri
Ashabın,
Kendilerinden İlim Öğrendikleri Kimselere Karşı Gösterdikleri Edep Tavrı
Ashabın
Tabiinden Rivayette Bulunması
Sahabe
Büyüklerinin Mevâliden (Azatlı Köle) İlim Tahsili
Arap
Sahabilerin Müslüman Olan Yahudilerden İlim Tahsil Etmesi
Gerçek
Ortaya Çıkınca Ashabın Ona Dönmeleri Ve Hakkı İtiraf Etmeleri
Allah
Resulü'nün Öğretim Konusunda Ashabı Te'dibi Ve Ashabın Bu Konuda Onu İzlemeleri
Allah
Resulünün Huzurunda Ashabın Münazara Yapmaları
Ashabın
İlim Talebi Veya Âlî İsnad Maksadıyla Başka Bir Sahabinin Yanına Yolculuk
Etmesi
Ashabın
Birbirlerini Ve Başkalarını Nebevi Mirastan (İlim) Nasip Almaya Teşvik Etmeleri
Allah
Resulü Zamanında Kassâs (Kıssacı) Ve Resulullah'ın Onun Meclisinde Oturması
Ensarın
Ok Atımı Öğrenimi İçin Akşam Ve Yatsı Vakitleri Arasını Seçmeleri
Ashabın,
İster Kafir İster Küçük Biri Olsun, İlmi Kimde Bulurlarsa Almayı Prensip
Edinmeleri
Hz.
Ali'nin İlme Teşviki Ve İlmin Şerefine En Beliğ İfadeyle İşarette Bulunması
Ashabın
Ders Esnasında Zaman Zaman Farklı Konulara Geçerek Dikkatleri Tazeledikleri
Birinci
Bölümde Geçenlerden Ayrı Olarak Allah Resulü Zamanındaki Erkek Ve Kadın Güldürücüler
Kimin
"Sahabenin En Alimi Ve En Zekisi" Olarak Nitelendirildiği
Ashaptan
Kimin "İlim Şehrinin Kapısı" Olarak Tanındığı
Ashaptan
Kimin "Allah'ın Arslant Diye Lakaplandığı
Ashaptan
"Şeyhülislam" Diye Lakaplanan
Ashaptan
"Allah'ın Kılıcf Diye Lakaplanan
Ashaptan
Adaleti Dillerde Dolaşan
Ashaptan
Heybeti Dillerde Dolaşan
Ashaptan
Fazileti Dillerde Dolaşan
Ashaptan
Doğruluğu Dillerde Dolaşan
Ashaptan
Yürüyüşü Dillerde Dolaşan
Ashaptan
Fıkıh Bilgisi Dillerde Dolaşan.
Ashaptan
"Ümmtin Emini' Lakabım Kazanan
Ashaptan
Verdiği Düğün Yemeği Dillerde Dolaşan
Ashaptan
Hilmi Dillerde Dolaşan
Ashaptan
Meleklerin Kendisinden Haya Ettikleri Kimse
Ashaptan
İsabetli Görüş Sahibi Olanlar
Ashaptan
İki Elini De Kullananlar
Ashaptan
"Zü'l-Amâme" Denilen Kimse
Ashaptan
Kılıcı Dillerde Dolaşan
Ashaptan
Ordu İçinde Haykırışı Bin Kişiye Bedel Kabul Edilen
Dörtnala
Koşan Atı Geçen Sahabi
Ashaptan
Hakkında Darbımesel Söylenecek Kadar Dehasıyla Tanınan Kimse
Arapların
Fars Ve Bizanslılara Karşı Kendisiyle Övünecekleri Kadar Müthiş Kuvvetiyle Tanınan
Sahabi
Ashaptan
Son Derece Uzun Boylu Olanlar
Ashaptan
Son Derece Kısa Boylu Olan
Zamanında
Belli Bir Konuda Essiz Olmasıyla Dillerde Dolasan Sahabi
Ashaptan
Güzelliği Dillerde Dolaşan
Ashaptan
Mezarları Birbirinden Uzak Yerlerde Bulunan Yedi Kardeş
Babasından
Onbir Taş Küçük Olan Sahabi
Zamanında
Hutbe İçin Oniki Bin Minber Dikilecek Çapta Elinde Fetih Kılıcı Bulunan Sahabi
Ashaptan
Kendisine Haraç Ödeyen Bin Kölesi Bulunan Sahabi
Ashaptan
Yüz Ayrı Dil Bilen (Hizmetçilere Sahip) Kimse
Ölümüyle
İlmin Onda Dokuzunun Ölmüş Sayıldığı Sahabi
Öldüğünde
Hz. Ömer'in "Müslümanların Efendisi Öldü" Dediği Sahabi
Ashaptan
Zengin Ve Refah İçinde Olanlar.
Hz.
Ali Ve Fatma'nın Kızıyla Evlendiğinde En Yüksek Mehri Veren Sahabi
Medine'de
Allah Resulü İle Birlikte En Son Kaç Şahabının Bulunduğu
Allah
Resulü'nden En Çok Rivayette Bulunan (Müksirûn) Sahabiler
Ashap
İçinde En Büyük Hadis Hafızı Ve İslam'da İlk Muhaddis
Verdiği
Fetvalarda Müçtehîde Nisbetle Mukallid Gibi Kendisini Taklid Eden Tabileri
Bulunan Sahabiler
Ashaptan
İlimde En Üst Seviyede Olanlar.
Ashaptan
Cömertlik Ve Bağışıyla Tanınanlar
Ümmet
İçinde Ferâizi En İyi Bilen Sahabi
Ashaptan
Ses Ve Tilavet Güzelliğiyle Tanınanlar
Hakkında
'İnsanların En Hatibi" Denilen Sahabi
"Ümmetin
Hakimi (Bilge)" Lakabıyla Tanınan Sahabi
Ashaptan
Kadim Kitapları Okuyup Anlayan.
Sahabe
Kadınlarından Hakkında "İnsanların En Bilgilisi" Denilen
Sahabe
Kadınlarının, Hakkında "Eğer Erkek Olsaydı Hilafete Layıktı" Denileni
Ashaptan,
Hz. Ömer'in "Eğer Yaşıyor Olsaydı Halef Tayin Ederdim" Dediği Azatlı
Köle
Hakkında
"İnsanların En Fasih Konuşanı" Denilen Sahabi
Ashaptan
Hac Menasikini En İyi Bilen
Halka
Altmış Yil Fetva Veren Sahabi
Allah
Resulü Zamanında Kendisine Alim Denilen Sahabi
Allah
Resulünün Ashaba Kendilerinden Alim Olana Karşı Ayağa Kalkmalarını Emretmesi
Ashaptan
Talebelerinin Elini Öptüğü Kimse
Ehli
Beyt'ten Olması Sebebiyle Talebesinin Elini Öpen Sahabi
Hz.
Ömer'in, Hakkında "Onun Başını Öpmek Her Müslümana Borçtur" Dediği
Sahabi
Hz.
Ömer'in, Hakkında "Hiç Kimse Ben Ondan Daha Hayırlıyım, Diyemez' Dediği
Sahabi
Köse
Sahabiler Ve Onlardan Halife Olan
Selefin
Eski Eserleri Koruyup Korumadıkları
Bu bölümle eser
tamamlanmış olup çeşitli konuları içine almaktadır. Huzâi eserinde bu bölümü
dört baba ayırmıştır. Genelde bir fayda taşımaması sebebiyle, Huzâi'nin bu
bölümde vermiş olduğu bilgiler yerine esere bir başka bölüm eklediğimizi
belirtmiştik.[1] Ayrıca bu bölüm, belki de
önem bakımından Huzâi'nin bölümlerinin çoğuna denk veya onlardan daha üstündür.
Bu bölüme başlarken deriz.
Onuncu Bölüm: Allah
Resulü zamanındaki ilmî durumun tesbit ve teşhisi, ashabının bu devirde her
fazilet, entellektüel kapasite, ahlâk, güzel adetler, kılık ve kıyafet
konusunda sahip olduğu üstünlüğe dairdir. Bu bölüm iki "maksad" dan
meydana gelmiştir.
Birinci Maksad: Allah
Resulü zamanında öğrenim, öğretim, yazı ve vasıtaları ile benzeri açılardan
ilmî durumun tesbit ve teşhisi.
İkinci Maksad: Allah
Resulü'nün ashabının her türlü yetenek, entellektüel kapasite, temel
karakteristikler ve diğer konularda sahip bulundukları üstünlükler bakımından
sosyal durumun tesbit ve teşhisi.[2]
Ne önden ne arkadan
hiçbir batılın kendisine arız olmadığı ve hikmet sahibi, çok övülen Allah
tarafından indirilmiş olan bu büyük bilgi kaynağının okulunda ilk okuyanlar,
kılavuzluğunda yetişen, onu yol edinen ve eğitimiyle hidayet bulanlar sahabe-i
kirâmdır. Müslümanların bütün ilimleri ondan çıkarmayı nasıl telakki ettikleri
konusunda Hafız Suyûti el-ttkân adlı eserinde cazip bir fasla yer vermiştir. Bu
fasıl her ne kadar detayh ise de biz cevherlerini anmakla yetineceğiz. Allah
kendisine rahmet etsin, Suyûti şöyle der[3]:
"Kur'an'dan Çıkarılan İlimlere Dair Altmışbeşinci[4]
Bâb". Allah Teâla şöyle buyurur: "Biz Kitab'da hiçbir şeyi eksik
bırakmamışızdır" (En'âm 6/38). "Sana bu Kitab'ı, herşeyi açıklayan ve
müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik" (Nahl 16/89).
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "İleride fitneler meydana
gelecektir". Şöyle denildi: "Bunlardan kurtuluş yolu nedir?".
Şöyle buyurdu: "Allah'ın Kitabı; onda sizden Öncekilerle sizden sonra
geleceklerin haberi, aranızda olup bitenlerin de hükmü mevcuttur". Bu
hadisi Tirmizi ve başkaları tahric etmiştir.[5] Said
b. Mansûr da îbn Mesud'dan şöyle dediğim tahric eder: "Kim ilim istiyorsa
Kur'an'a buşvursun, onda öncekilerin ve sonrakilerin haberi vardır".
Beyhaki şöyle der: "Yani ilmin temelleri". Beyhaki, Hasan'dan şu
tahricde bulunur: "Allah yüzdört kitap indirdi. Bunların ilimlerini,
onlardan dördüne koydu: Tevrat, İncil, Zebur ve Furkân (Kur'an). Sonra da
bunlardan üçünün ilimlerini Furkân'a koydu".
İmam Şafii şöyle der:
"Ümmetin (alimlerinin) söylediklerinin hepsi Sünnet'in açıklanması,
Sünnet'in dile getirdiklerinin hepsi de Kur'an'm açıklanmasından ibarettir.
Allah Resulü'nün hükmettiği herşey onun Kur'an'dan anladığıdır". Derim
(Suyûti): Allah Resulünün şu sözü de bunu teyid etmektedir: "Ben Allah'ın
kitabında helal kıldığından başkasını helal, haram kıldığından başkasını da
haram kılmam". Bu hadisi bu lanzla Şafii el-Ümm de tahric etmiştir. Şafii
yine şöyle der: "Bir kimsenin başına gelecek hiçbir olay yok ki Allah'ın
Kitabı'nda o konuda yol gösterecek bir delil bulunmasın. Eğer 'Bazı hükümler
var ki doğrudan doğruya Sünnetle sabit olmuştur' denilirse[6],
şöyle deriz: Bu da aslında Allah'ın Kitabı'ndan alınmış sayılır. Çünkü Allah'ın
Kitabı, Resule itaati ve onun sözüne göre hareket etmeyi bize farz
kılmıştır". İmam Şafii bir defasında Mekke'de şöyle demişti: "Bana
dilediğinizi sorun, size onun hakkında Allah'ın Kitabı'ndan haber
vereyim". Kendisine "Eşek arısını öldüren kimse hakkında ne
dersin?" diye soruldu, şöyle dedi: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın
adıyla. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan
sakının" (Haşr 59/7): Süfyan b. Uyeyne bize haber verdi; o Abdülmelik b.
Umeyr'den, o Rib'î b. Hirâş'tan, o Huzeyfe b. Yemân'dan Resulullah'ın (sav)
şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Benden sonra gelecek olan iki kişiye,
Ebubekir ve Ömer'e uyun"[7].
Süfyan bize Mus'ir b. Kidâm'dan, o Kays b. Müslim'den, o Tarık b. Şihab'dan
Ömer b. Hattâb'm ihramlı kimsenin eşek arısını öldürmesini emrettiğini rivayet
etti.
Buhari, İbn Mesud'dan
şöyle dediği rivayetini tahric etti: "Allah güzellik için dövme yapana ve
yaptırana, dişlerinin arasım açana, Allah'ın yaratışını değiştirene lanet
etsin". Bu söz Beni Esed'den bir kadına ulaştı, kadın ona şöyle dedi:
"Senin şu şu kadınlara lanet ettiğine dair haber bana ulaştı". İbn
Mesud "Bana ne oluyor ki Allah Resulü"nün lanet ettiğine lanet
etmiyeyim, üstelik bu husus Allah'ın Kitabı'nda bulunduğu halde?"
karşılığını verince kadın "İki kapak arasındakini (Mushaf in bütününü)
okudum, onda senin söylediğini bulamadım" dedi. İbn Mesud şöyle dedi:
"Peygamber size ne verdiyse alın, size neyi yasakladıysa ondan
sakının" (Haşr 59/7) âyetini okumadın mı? Kadın "evet okudum"
karşılığım verince İbn Mesud, "Allah Resulü böyle yapmayı yasakladı"
dedi.[8]
İbn Surâka
Kitâbü'l-İ'câz'da[9] Ebubekr İbn Mücâhid'den
bir gün şöyle dediğini nakleder: "Alemde hiçbir şey yok ki Allah'ın
Kitab'ında bulunmasın". Ona "Hanlar (dükkân) Kur'an'da nerede
anılıyor?" diye sorulunca, şöyle dedi: Allah Teâla'nın "Oturulmayan
ve içinde eşyanız bulunan evlere (izinsiz) girmenizden dolayı size bir günah
yoktur" (Nûr 24/29) ayetinde. Burada sözkonusu edilen, hanlardır.
Birisi şöyle demiştir:
Allah'ın kendisine kavrayış bahşettiği kimsenin Kur'an'dan çıkarması mümkün
olmayan hiçbir şey yoktur. Hatta bazıları Münafikûn süresindeki "Allah
vadesi (eceli) geldiği zaman hiçbir canı ertelemez" (Münafîkûn 63/11)
âyetinden Allah Resulü'nün ömrünün altmışüç yıl olduğu sonucunu çıkarmışlardır.
Şöyle ki bu sûre altmışüçüncü sûre olup Resulullah'ın yokluğunda aldanmanın
(teğâbün) ortaya çıkmasından dolayı ondan sonra da Tegâbün sûresi gelmektedir.
İbn Ebil- Fadl
el-Mürsî Tefsirinde[10]
şöyle der: Kur'an-ı Kerim evvelkilerin ve sonrakilerin ilimlerini kendisinde
toplamış olup bunlardan hiçbir ilmi, onları sözkonusu edenden (Allah) başkası
gerçek anlamda ihata edemez. Sonra, Allah Teala'mn kendisine has kıldığından
başkalarını Allah Resulü kavradı. Sonra da bunun çoğunu ondan dört halife, İbn
Mesud ve İbn Abbas gibi ashabın büyükleri ve önde gelenleri miras aldılar.
Hatta öyle ki İbn Abbas şöyle demiştir: "Bir devenin diz bağlama zinciri
kaybolsa, onu Allah'ın Kitabı'nda bulurum". Sonra bunu onlardan ihsanla
tabiîn miras aldı. Daha sonra himmetler azaldı, gayretler gevşedi ve ilim ehli
zayıfladı, ashab ve tabiinin yüklendiği Kur'an'ın ilimleri ve sair fenlerini
yüklenmekten aciz kaldılar. Kur'an'ın ilimlerini bölümlere ayırdılar, her grup
bunlardan biriyle meşgul oldu; bir grup manalarını anlamaya ve bunlar üzerinde
düşünmeye yönelmeden Kur'an'ın dil özelliklerini, kelimelerinin tesbiti,
harfllerinin çıkış yerleri ve sayılarını, âyet, sûre, h i z b , n ı s f , r u b
' ve secde sayılarını öğrenmeye çalıştı; âyetleri onar onar öğretme, benzer
kelimeleri ve eşanlamlı ayetleri tesbit v.b. hususlarla ilgilendiler. Bunlara k
u r r â denildi.
Nahivciler mureb ve mebni
isimler, fiiller, âmil harfler v.b. hususlarla ilgilendiler. İsimler ve
tabileri, fiil çeşitleri, lazım ve müteaddi (geçişli-geçişsiz), kelimelerin
yazılış şekilleri ve bununla ilgili bütün konularda uzun uzun konuştular.
Bazıları müşkil kelimelerini, bazısı ise kelime kelime bütün Kur'an'ı irab
etti.
Müfessirler Kur'an'ın
lafizlarıyla ilgilendiler ve bir lafzı yalnız bir manaya, birini iki manaya,
birini daha fazla manaya delâlet eder buldular. Tek anlamı bulunan lafızda
kendi hükmünü uyguladılar, manası kapalı olana açıklık getirdiler. İki veya
daha fazla anlamı bulunanlarda ise tercihe yöneldiler, her biri kendi fikrini
ifade etti, kendi görüşünün gereğini söyledi.
Kelamcılar "Eğer
yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar olsaydı, ikisi de bozulup giderdi"
(Enbiya 21/22) âyeti ile benzeri birçok âyet gibi ondaki aklî deliller, asli ve
nazarî şevâhidle ilgilendiler. Bunlardan Allah Teâla'nın varlığı, birliği,
bekası (sonsuz oluşu), kıdemi (ezeli oluşu), kudreti, ilmi, zatına uygun
olmayan şeylerden tenzihini istinbat ettiler ve bu ilmi usûlü'd-dîn (kelâm)
diye adlandırdılar.
Bir grup Kur'an
hitabının manaları üzerinde düşündüler ve onlardan bazılarının umum, bazılarımn
husus v.s. ifade ettiğini gördüler. Kelimelerin hakikat ve mecaz hükümlerini
çıkardılar. Tahsis, ihbar, nas, zahir, mücmel, muhkem, müteşâbih, emir, nehiy,
nesih ile kıyas türleri, istishâb-ı hal ve istikra konularında söz söylediler.
Bunu da u s u 1 - ü fıkıh diye adlandırdılar. Bir grup da Kur'an'daki helal,
haram ve diğer hükümler üzerinde doğru bakış ve isabetli fikir yürüttüler,
bunun temel esaslarım belirlediler, bu esaslara bağlı ayrıntıları (furû) ortaya
koydular. Bu konuyu güzel bir şekilde etraflı olarak ele aldılar veilm-i furû
ve fikıh diye adlandırdılar.
Bir grup Kur'an'da
geçmiş milletler ve nesillerle ilgili kıssalara göz attılar, onların eserleri
ve başlarından geçen olayları naklettiler, hatta dünyanın ve varlığın (eşya)
başlangıcım zikrettiler. Bunu tarih ve kısas diye adlandırdılar.
Diğer bazıları
Kur'an'da insanların kalplerine işleyen ve dağları unufak edeyazacak hikmet,
meşeliler ve öğütlere dikkat etti; Kur'an'dan v a ' d , v a î d , uyarı, muştu,
ölümün hatırlatılması, neşir, m e â d , mahşer, hesap, ceza, cennet ve
cehenneme dair çeşit çeşit öğütler ve sakındırıcı esaslar çıkardılar. Bu
kimseler hatip ve vaiz diye adlandırıldılar.
Bir grup Hz. Yusuf
kıssasında semiz sığırlar, hapishane arkadaşları, onun güneş, ay ve yıldızları
secde ediyor görmesi rüyalarında olduğu gibi Kur'an'daki rüya tabiri esaslarını
tesbit ettiler. Buna rüya tabiri adını verdiler. Her rüyanın yorumunu
Kur'an'dan, bunda güçlük çektiklerinde ise Kur'an'ı açıklayan Sünnetten, bu da
güçlük belirtince emsal ve hikmetlerden çıkardılar. Sonra halkın konuşmalarında
kullandıkları terimlere ve Kur'an'ın "örfü (marufu, iyiliği) emret"
(A'râf 7/199) âyetinde işaret ettiği, aralarında bilinen ortak müsbet
uygulamalarına baktılar.
Bir grup mirasla
ilgili ayetlerdeki payları, sahiplerini ve diğer hususları ele aldılar. Bu, f e
r â i z ilmi diye adlandırıldı. Yarım, üçtebir, dörtte bir, altıda bir, sekizde
bir gibi payları, payların hesaplanmasını, a v 1[11]
meselelerini ve vasıyyet hükümlerini çıkardılar.
Bir grup gece, gündüz,
güneş, ay, yıldızlar ve burçlardaki göz kamaştırıcı hikmetlere delalet eden
âyetlere baktılar. Bundan zaman ilmini çıkardılar.
Katipler ve şairler
Kur'an'daki lafız fesahatine, nazım mükemmelliğine, hitapta üslup
çeşitliliğine, başlayış, maksada geçiş ve sonuçlandırışa, ifade güzelliğine,
ifadede ayrıntı ve özlülüğe v.s. baktılar. Bundan meâni, beyân
vebedî ilimlerini çıkardılar.
İşaret ve hakikat
erbab.ı Kur'an'a baktılar, onun lafızlarından kendilerine manalar ve incelikler
belirdi. Bunlar için fena, beka, huzur, havf, heybet, üns, vahşet, kabz, b a s
t v.b. terimlerle ifade ettikleri özel isimler tesbit ettiler. Bunlar, İslam
toplumunun Kur'an'dan çıkardığı ilimlerdir.
Kur'an-ı Kerim ayrıca
tıp, c e d e 1 (tartışma, diyalektik), astronomi, geometri, cebir, astroloji
gibi tabiî ve felsefî ilimleri de muhtevidir. Tıpa gelince, bunun temeli
sağlığı koruma ve gücü kuvvetlendirmeye dayanmakta olup bu da zıt keyfiyetlerin
birbirlerini etkilemeleri suretiyle mizacın (tabiatın) itidalini sağlamakla
olur. Bu da "...Bu ikisi arasında dengeli olur" (Furkân 25/67)
âyetinde toplanmıştır. Sıhhatin bozulduktan sonra düzelmesini, vücudun
hastalığa yaklandıktan sonra sağlığa kavuşmasını sağlayacak şeyleri de
"...Onun karınlardan renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki onda
insanlara şifa vardır" (Nahl 16/69) âyeti bize öğretmektedir. Kur'an'da
vücutların tedavisi yanında kalplerin tedavisi ve gönüllerin şifâsı da
mevcuttur.
Astronomiye gelince,
bununla ilgili olarak Kur'an'ın Sûrelerinin satırları arasında göklerin ve
yerin yönetiminin, ulvi ve süfli alemlere serpilip yayılan yaratıkların
anıldığı âyetler nevcuttur. Geometri "Bir gölgeye gidin ki üç
kolludur" (Mürselât 77/30 ) âyetinde dile getirilmiştir.
Cedele gelince, Kur'an
âyetleri deliller, Öncüller, tümdengelimler, zorunlu olarak kabul, karşı çıkmak
v.b. birçok şey ihtiva eder ki Hz. İbrahim'in Nemrut'la tartışması ve kendi
kavmiyle mücadelesi bu konuda büyük bir esastır.
Cebire gelince,
sûrelerin başlangıçlarındaki harflerde birbirleriyle içice bir şekilde geçmiş
milletlerin tarihleriyle ilgili süreler, yıllar ve günler, bu ümmetin bekası,
dünya günlerinden ne kadar geçtiği ve ne kadar kaldığı konusunda bilgiler
mevcut olduğu söylenmiştir.[12]
Astroloji ise
"...yahut bir bilgi kalıntısı getirin" (Ahkâf 46/4) âyetinde
sözkonusu olup İbn Abbas âyeti bu şekilde yorumlamıştır.
Kur'an-ı Kerim'de
zaruri ihtiyaçların gerektirdiği sanatların esasları ve aletlerin adları da
mevcuttur, "..ve cennet yapraklarını üstüste yamayıp üzerlerine örtmeğe
başladılar" (A'raf 7/22) âyetinde geçen terzilik, "Bana demir
kütleleri getirin" (Kehf 18/96) ve 'Ve ona demiri yumaşattık" (Sebe
34/10) âyetinde geçen demircilik, birçok âyette "geçen mimarlık,
"Gözlerimizin önünde ve vahyimiz gereğince gemiyi yap" (Hûd 11/37)
âyetinde geçen marangozluk, "İpliğini kuvvetle büktükten sonra çözen
kadın.." (Nalû 16/92) âyetinde geçen yün eğirme, ".. bir ev edinen
örümceğe benzerler" (Ankebût 29/41) âyetinde geçen dokumacılık,
"Ektiğinizi gördünüz mü?" (Vakıa 56/63) âyetinde geçen çiftçilik,
birçok âyette geçen avcılık, "...her bina ustasını ve -dalgıcı" (Sâd
38/37) ve "...ondan (denizden) giyeceğiniz süsler çıkarasınız diye"
(Nahl 16/14) âyetinde geçen dalgıçlık, "Musa'nın kavmi, ondan sonra,
kendilerinin zinet takımlarından yapılmış böğürmesi olan bir buzağı heykelini
(tanrı diye) benimsediler" (A'raf 7/148) ayetinde geçen kuyumculuk,
"O, sırçadan yapılmış cilalı şeffaf (bir zemin)dir" (Nemi 27/44) ve
"...lamba cam içerisindedir" (Nûr 24/35) âyetinde geçen camcılık,
"Ey Hâmân, haydi benim için çamurun üzerinde ateş yak (arak tuğla imal et
de) bana bir kule yap" (Kasas 28/38) âyetinde geçen çömlekçilik, "O
gemi ise..." (Kehf 18/79) âyetinde geçen gemicilik, "O (insana)
kalemle (yazmayı) öğretti" (Alak 96/4) âyetinde geçen yazı yazma,
"... başımın üstünde ekmek taşıyorum" (Yusuf 12/36) ayetinde geçen
fırıncılık, "...kızarmış buzağı getirdi" (Hûd 11/69) âyetinde geçen
aşçılık, "Elbiseni temizle" (Müdessir 74/4) ve "Havariler
dediler ki" (Al-i İmran 3/52) âyetinde -ki havariler çamaşırcı demektir-
geçen yıkama ve çamaşırcılık, "...henüz canları çıkmadan kestikleriniz
hariç" (Mâide 5/3) ayetinde geçen kasaplık, birçok ayette geçen alışveriş,
"Allah'ın boyası..." (Bakara 2/138) ve "Dağlardan (geçen) beyaz,
kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar" (Fâtır 35/27) âyetinde
geçen boyama, "Dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz" (Şuarâ
26/149) âyetinde geçen taş yontuculuğu, birçok ayette geçen kilercilik ve
tartıcjık, "...attığın zaman sen atmadın" (Enfâl 8/17) ve
"Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın" (Enfâl 8/60)
âyetinde geçen atıcılık gibi.
Kur'an'da ayrıca
"Biz Kitap'ta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır" (En'âm 6/38)
âyetinin anlamını gerçekleştirecek şekilde ev eşyaları, yiyecek ve içecek
çeşitlerinin adları, kâinatta olmuş ve olmakta olan her şey hakkında bilgi
vardır. Mürsi'nin özetle verilen sözleri burada sona erdi.
İbn Surâka şöyle der:
Kur'an'ın mucizevi yönlerinden biri de Allah Teala'nın Kur'an'da aritmetik sayıları, toplama,
bölme, çarpma, muvafakat, te'Iif,
münasebet, yarıya bölme ve ikiye katlama gibi hususları zikretmesidir. Böylece,
aritmetik konusunda bilgi sahibi olanlar, Allah Resulü'nün gerçeği söylediğini
ve Kur'an'm onun katından olmadığını anlamış olurlar. Çünkü Resulullah ne
felsefecilere karıştı ne de aritmetik ve geometri öğrendi.
Râgıb el-Isfahâni
şöyle der: Allah Teâla peygamberliği bizim peygamberimizle sona erdirip daha
önceki peygamberlerin şeriatlarını onun şeriatiyle bir yönden kaldırıp ( n e s
h } bir yönden de tamamlayıp kemale erdirince, "Allah tarafından
(gönderilmiş) tertemiz sahifeler okuyan bir elçidir" (Beyyine 98/2)
âyetiyle dikkat çektiği gibi, ona indirdiği kitabını diğer peygamberlere
verdiği kitapların semerelerini kapsar kıldı. Hacminin küçüklüğüne rağmen,
beşer aklının sayamayacağı ve dünyevi aletlerin üstesinden gelemeyeceği çok
manaları kapsamasını da 'Yeryüzünde bulunan ağaçlar kalem olsa, deniz de
(mürekkep olup) arkasından yedi deniz ona yardım etse yine (bunlar tükenir)
Allah'ın kelimeleri tükenmez" (Lokman 31/27) âyetinde dikkat çektiği gibi,
bu kitabın mucizelerinden biri kıldı. Ayrıca kendisine bakana göstereceği bir
aydınlık ve bahşedeceği bir faydayı da taşır:
Bir ay gibidir o ne
tarafa dönersen göreceğin Gözlerine canlı bir nur bahşeden Güneş gibi semanın
ortasında ışığı Kaplar ülkeleri doğuda ve batıdal.[13]
Ebû Nuaym ve başkaları
Abdurrahman b. Ziyâd b. En'um'dan şöyle dediğini rivayet eder: "Hz.
Musa'ya şöyle denildi: Ey Musa, kitaplar içinde Ahmed'in kitabı, içinde süt
bulunan bir kap gibidir, çalkaladıkça yağını çıkarırsın".
Kadı Ebubekir
İbnü'l-Arabî Kânûnu't-te'vil'de şöyle der: "Kur'an'da mevcut ilimler,
Kur'an kelimelerinin dörtle çarpımı olarak 77.450 tanedir. Çünkü her kelimenin
zahr, batn, hadvematla'ı vardır. Bu sayı, terkip ve kelimeler arası rabıtalar
gözönüne alınmaksızın mutlak anlamda sözkonusu olandır. Bunlar gözönüne
alınınca elde edilecek ilimler sayılamayacak ve Allah'tan başkasının
bilemeyeceği kadar çoktur. Kur'an ilimleri ise üçtür: Tevhîd, tezkir
(hatırlatma, uyarı) ve ahkâm. Yaratılanları ve isim, sıfat ve fiilleriyle
birlikte yaratanı tanıma tevhide; v a ' d (mükafat sözü), v a î d (ceza sözü),
cennet, cehennem, iç ve dışın arındırılması tezkire; bütün teklifler
(yükümlülükler), menfaat ve zararların açıklanması, emir, nehiy (yasak) ve m e
n d u b da ahkama girer. Bu yüzdendir ki Fatiha sûresi Ümmü'l-Kur'an (Kur'an'm
özü) olup onda her üç kısım da mevcuttur. İhlas sûresi de bu üç kısımdan biri
olan tevhidi ihtiva etmesi sebebiye Kur'an'm üçte biridir".
îbn Cerir şöyle der:
"Kur'an-ı Kerim üç hususu kapsar: Tevhid, ahbâr ve diyanet. Dolayısıyla
İhlas sûresi, bütün tevhidi kapsadığı için Kur'an'ın üçte birini
oluşturur".
Ali b. îsa şöyle der:
"Kur'an otuz hususu kapsar: î'lam (haber verme, bildirme), tenbih (dikkat
çekme, uyarı), emir, nehiy, va'd, vaid, cennet ve cehennemi tasvir; Allah'ın
adını, sıfatlarını ve fiillerini ikrarı öğretmek; nimetlerini itirafi,
muhaliflere karşı delil ortaya koymayı, inkarcıları reddi Öğretmek; arzu,
korku, hayır, şer, güzel ve çirkini beyan; hikmetin tavsifi, marifetin
fazileti, salihlerin medhi, facirlerin kötülenmesi, teslim, tahsîn, tevkîd,
tefrî, kötü ahlakı ve yüce adabı açıklama". Şeyzele şöyle der: Gerçekte
îbn Cerir'in söylediği üç husus bunların hepsini, hatta kat kat fazlasını
kapsamakta olup Kur'an'ı (bütünüyle) kavramak ve ilginç yönlerini saymak mümkün
değildir.
Derim (Suyuti):
Allah'ın Kitabı her şeyi kapsamaktadır. İlim çeşitlerine gelince, bunlardan
hiçbir konu ve temel oluşturan bir mesele yok ki Kur'an'da ona delalet eden
birşey bulunmasın. Kur'an'da mahlukatın enteresan özellikleri, gökler ve yerin
yönetimi, ufuk-u a'la'da ve yerin altında bulunan şeyler, yaratılışın
başlangıcı, meşhur peygamberler ve meleklerin adları, geçmiş milletlerle ilgili
önemli haberler mevcuttur; Hz. Adem'in cennetten çıkarılışıyla ilgili İblisle
olan kıssası, Hz. İdris'in göğe kaldırılması, Hz. Nuh kavminin boğulması,
birinci ve ikinci Ad kavmi, Semud kavmi, deve, Hz. Yunus'un kavmi, Hz. Şuayb'm
kavmi, evvelkiler ve sonrakilerin, Hz. Lut kavmi, Tubbe kavmi ve ashab-ı
ress'in kıssaları, Hz. İbrahim'in kavmiyle mücadelesi ve Nemrut'la tartışması,
oğlu İsmail'i annesiyle birlikte Mekke'ye bırakması, Kabe'yi inşası kıssası,
kurban kıssası, oldukça ayrıntılı olan Hz. Yusuf kıssası, Hz. Musa'nın doğumu,
suya atılması, kıptiyi Öldürmesi, Medyen'e gidişi, Hz. Şuayb'ın kızıyla
evlenmesi, Tur'da Allah Teâla ile konuşması, Firavun'a gelişi, Mısır'dan
çıkışı, düşmanlarının boğuluşu kıssaları, buzağının ve Hz. Musa ile çıkan ve
saika ile yokolan topluluğun kıssaları, Öldürülen adam ve ineğin kesilmesi
kıssası, Hz. Musa'nın Hz. Hızır'la kıssası, zorbalarla olan kıssası, yeryüzünde
bir yol tutup Çin'e kadar giden kavmin kıssası, Tâlut ve Hz. Davud'un Calut'la
kıssası ve tabî tutulduğu imtihan, Hz. Süleyman'ın Sebe melikesi ile olan
haberi ve imtihanı kıssası, vebadan kaçarak ülkelerinden çıkan ve Allah'ın
öldürüp sonra dirilttiği topluluğun kıssası, Zülkarneyn ve güneşin doğuş ve
batış yerlerine gidişi, şeddi yapışı kıssası, Hz. Eyyub, Zülkifl ve İlyas
kıssası, Meryem ve Hz. İsa'yı doğurması, Hz. İsa'nın peygamber olarak
gönderilişi ve göğe yükseltilişi kıssası, Hz. Zekeriya ve oğlu Hz. Yahya'nın
kıssası, Ashab-ı Kehf kıssası, Ashab-ı Rakim kıssası, Buhtunnasır kıssası,
birinin bahçesi olan iki adamın kıssası, bahçeleri bulunan topluluk kıssası,
Hz. İlyas'ın kavminden inananların kıssası, Ashab-ı fil kıssası.
Kur'an-ı Kerim'de Hz.
Peygamberle ilgili bilgiler olarak Hz. İbrahim'in ona dua etmesi, Hz. İsa'nın
onu müjdelemesi, peygamber olarak gönderilişi, hicreti, gazvelerinden Bakara
sûresinde İbnül-Hadrami seriyyesi, Enfâl sûresinde Bedir Gazvesi, Al-i İmrân'da
Uhud ve küçük Bedir gazveleri,
Ahzâb sûresinde Hendek Gazvesi, Fetih
suresinde Hudeybiye, Haşr'da Beni Nadir, Tevbe'de Tebük ve Huneyn gazveleri,
Mâide'de Veda Haccı, ayrıca Zeyneb bint Cahş'la evlenmesi, cariyesini haram
kılışı, hanımlarının kendisine karşı birbirleriyle dayanışmaları, i f k kıssası,
İsrâ kıssası, inşikak-ı kamer ve yahudilerin kendisine sihir yapmaları gibi
hususlar mevcuttur.
Kur'an'da insanın
yaratılışından ölümüne kadar olan hususlar, ölümün keyfiyeti, ruhun alınması ve
semaya yükselişinden sonra ona ne yapılacağı, mümin ruha kapının açılması,
kâfir olanın atılması, kabir azabı ve suali, ruhların karar kıldıkları yer; Hz.
İsa'nın yeryüzüne inişi, d e c c â 1 in, yecüc-nıecüc 'ün, dabbetülarz ve d u h
â nın ortaya çıkışı, Kur'an'ın kaldırılması, husuf, güneşin batıdan doğması ve tevbe
kapısının kapanması gibi kıyametin büyük alametleri; korku, ölüm ve kıyam
üfürmelerinden ibaret olan üç kez sura üfürülmesi, haşir ve neşir, m e v k ı f
m tehlikeleri, güneş sıcaklığının şiddeti, Arşın gölgesi, mizan, havuz, sırat,
bir grubun hesaba çekilmesi ve diğerlerinin kurtulması, uzuvların şahitlik
yapması, kitapların (amel defteri) sağdan, soldan ve arkadan verilmesi, şefaat,
makam-ı mahmud, cennet ve kapıları, cennetteki nehirler, ağaçlar, meyveler,
zinetler, kaplar, dereceler, Allah Teâlayı görme, cehennem ve kapılan, ondaki
vadiler, ceza ve azap türleri, zakkum, h a m î m gibi hususlarla ilgili
bilgiler mevcuttur.
Bir hadiste de geçtiği
üzere Kur'an'da bütün esnıâ-i hüsna, mutlak anlamda Allah'ın adlarından bin
tanesi, Resuluîlah'ın isimlerinden ise başlıcalan, imanın yetmiş küsur şubesi,
İslam'ın 315 temel esası, büyük günah çeşitleri, küçük günahların birçoğu
bulunmaktadır.
Kur'an-ı Kerim'de, Hz.
Peygamber'den varid olmuş her hadisin tasdiki ve anlatılması ciltler tutacak
diğer birçok husus vardır.
Bazı alimler Kur'an'ın
ihtiva ettiği hükümleri ele alan müstakil kitaplar kaleme almışlardır[14]:
Kadı İsmail, Ebubekr b. Alâ, Ebûbekr er- Râzî (Cessâs kastedilmiştir), İlkiyâ
el-Herrâsî, Ebubekr İbnü'I-Arabî, Abdülmün'im İbnü'l-Feres ve İbn Huveyzmendâd
gibi.[15] Bazı
alimler Kur'an'ın kapsadığı bâtın ilmiyle ilgili müstakil kitaplar
yazmışlardır. İbn Berrecân da hadisleri destekleme konusunda Kur'an'ın ihtiva
ettiği hususlara dair müstakil bir kitap kaleme almıştır. Ben de el-Iklîl f
istinbâti't-Tenzîl adlı bir eser yazdım ve orada, Kur'an'dan çıkarılan bütün
fıkhı, aslî (dinin temel esasları) veya itikadî meselelerle bunun dışında bazı
hususları zikrettim. Bu eser son derece faydalı olup burada özetle verdiğim
konuların etraflı bir açıklaması mahiyetindedir. Bu konuda dileyen ona
başvursun.
Fasıl: Gazzâli ve
başkaları şöyle der: Kur'an'ı Kerim'deki ahkâm ayetleri beşyüz tanedir.
Bazıları yüzelli olduğunu belirtir. Bu son görüş sahiplerinin maksadının
muhtemelen sarih âyetler olduğu, çünkü kıssa lar, emsal v.b. hususlarla ilgili
âyetlerden de birçok hüküm çıkarıldığı söylenmiştir.
İzzüddin îbn
Abdisselam el-İmâm fi edilleti'l-ahkâm adlı kitabında şöyle der[16]:
Kur'an âyetlerinin çoğu güzel ahlak ve adabı içeren hükümler taşımaktadır.
Ayetlerin bazılarında hükümler açık şekilde belirtilmiştir. Bazılarında ise
hükümler istinbat yoluyla elde edilir. Bu da ya başka bir âyetle ilgi
kurulmadan olup "Onun (Ebû Leheb) karısı da odun hamalıdır' (Mesed 111/3)
âyetinden kafirlerin birbirleriyle evlenmelerinin (nikahlarının hukuken) meşru
olduğu, "Artık şimdi onlara (eşlerinize) yaklaşın ve Allah'ın sizin için
yazdığını talep edin; şafağın beyaz ipliği siyah iplikten ayırdedilinceye kadar
yiyin, için..." (Bakara 2/187) âyetinden de cünüp kimsenin orucunun sahih
olduğu hükmünün çıkarılması gibi. Yahut bir başka âyetle ilgisi kurularak olur;
"Onun (memeden) ayrılması da iki yıl içinde olmuştur" (Lokman 31/14)
âyetinden» en az hamilelik süresinin altı ay olduğu hükümünün çıkarılması gibi.
Hükümler bazan ifadeden (sığa) çıkanlılr ki bu açık bir husustur. Bazan haber
verme (ihbar) suretiyle olur; "Sizin için helal kılındı" (Bakara
2/187), "Leş size haram kılındı" (Mâide 5/3) ve "Size de oruç
yazıldı (farz kılındı)" (Bakara 2/183) âyetlerinde olduğu gibi. Bazan da
davranışlara dünya veya ahirette bir hayır veya şer, fayda veya zarar terettüp
ettirilmesinden hükümler çıkarılır. Allah Teâla kullarını teşvik, korkutma ve
anlamalarını kolaylaştırmak için bu konuda birçok çeşide yer vermiştir. Şöyle
ki şeriatin yücelttiği ve övdüğü veya ondan dolayı yapanım övdüğü, kendisini
veya yapanını sevdiği, kendisinden veya onu yapandan razı olduğu, dosdoğru
olma, bereket veya temizlikle nitelendirdiği, kendisine veya failine "çift
ve tek"e, mücahidlerin atlarına ve nefs-i levvâme üzerine and gibi çeşitli
şekillerde andiçtiği; Allah'ın kulunu anma veya ona muhabbet duymaya, dünya ve
ahirette bir sevap vadetmeye, şükrünü kabule, hidayete ulaşmasına, failini razı
kılmaya, günahlarını af ve kötülüklerini silmeye, onu kabule, failine yardıma
veya müjdelemeye, failini temiz olmakla veya fiili' "maruf" olmakla
nitelendirmeye, failinden korku ve üzüntüyü nefye veya güven vadine veyahut
kendi "velâyef'ine sebep kıldığı; meydana gelmesi için Resulullah'ın dua
ettiğini haber verdiği, bir ibadet olmakla nitelendirdiği veya hayat, nur ve
şifa gibi övgü vasfıyla andığı davranışlar, bunların yapılmasının vacip veya
mendup olarak meşru kılındığına bir delil teşkil eder. Allah'ın terkedilmesini
istediği, kendisini veya failin kötülediği, kınadığı, failine buğzettiği, lanet
ettiği, kendisinden veya failinden sevgisini veya rızasını nefyettiği, failini
hayvanlara veya şeytanlara benzettiği, hidayete erdirmeye veya kabule engel
kıldığı, kotu veya çirkin olarak nitelediği, peygamberlerin ondan Allah'a
sığındıklarını veya ondan hoşlanmadıklarını belirttiği; felahın nefyine, dünya
veya ahirette bir azaba uğramaya, bir kınama, kötüleme, dalalet ve günaha sebep
kıldığı, bir çirkinlik, pislik veya günah olarak, fısk veya dalalet olarak
nitelediği; bir günah ve kötülüğe, lanet veya gazaba, bir nimetin zevaline, bir
azabın, cezanın, kasvet veya zilletin inmesine, nefsin rehin alınmasına,
Allah'ın düşmanlığı, savaşı veya alayına sebep kıldığı; Allah'ın onu yapanı
unutulmuşluğa terketmesine sebep kıldığı, kendisini ona karşı sabırlı, hilm
sahibi ve bağışlayıcı olarak nitelendirdiği, ondan tevbeye çağırdığı, failini
pislik ve horlamayla nitelendirdiği, şeytanın işi veya onun süslemesi saydığı,
onu yapanı şeytanın dost edindiğini belirttiği; zulüm, haddi aşma, taşkınlık,
günah, hastalık gibi kotu bir sıfatla andığı, peygamberlerin kendisinden veya
failinden teberri ettikleri, failinden Allah'a şikayette bulundukları, failine
açıkça düşmanlık besledikleri, ona uzuntu duymaktan nehyolundukları, failinin
dünya veya ahirette hüsrana uğramasına sebep kıldığı, cennet ve nimetlerinden
mahrum kalmaya sebep saydığı, failini Allah'ın düşmanı veya Allah'ı onun
düşmanı olarak nitelediği, failinin Allah ve Resulû'ne savaş açmış olduğunu
veya başkasının günahını yüklendiğini belirttiği, hakkında "olmaz, uygun
düşmez" ifadesi kullanılan, sorulduğunda sakınılmasmı emrettiği, aksinin
yapılmasını, failinin terkedılmesini emrettiği, yapanların ahirette
lanetleştikleri, birbirlerinden teberride bulundukları, birbirlerine beddua
okudukları, failini sapıklıkta olmak veya Allah katında hiçbir dayanağa sahip
olmamak, Allah Resulü ve ashabından olmamakla nitelendirdiği, ondan sakınmayı
kurtuluşa bir sebep kıldığı, onu işlemeyi muslumanlar arasında düşmanlık ve kin
doğmasına sebep saydığı, faili için "artık vazgeçecek misin?"
ifadesinin kullanıldığı, peygamberleri onu yapana dua etmekden menettiği, onu
yapmaya tard, uzaklaştırma, "yapan olsun", "Allah onu
oldursun" gibi sözlerin terettüp ettiği; kıyamet gunu Allah'ın onu yapanla
konuşmayacağı, ona bakmayacağı, temize çıkarmayacağı, amelinin geçerli
olmayacağı, kurduğu düzeni başarıya ulaştırmayacağı ve felaha ermeyeceğini,
şeytanın onu takdir ettiğini bildirdiği; yapanın kalbinin sapmasına veya
Allah'ın âyetlerinden yuzçevırmesine sebep saydığı, niçin yaptığını sorduğu
davranışlar da bunların yapılmasının yasaklandığına delil olup bu yasağın
harama delaleti mücerret kerahete (mekruhluğa) delaletinden daha açıktır. Bir
fiilin mubah olduğu da "h e 1 a 1 " lafzının kullanılmasından, cunâh
(günah, curum), karec (günah, sıkıntı), ısm (günah, şer) ve muahaze
bulunmadığının belirtilmesinden, musade verildiği ve af sozkonusu olduğundan
sozedılmesi, eşyadaki faydalarla nimette bulunduğunun belirtilmesi, haram
olduğu hususunda sükut edilmesi, bir şeyi haram sayana muhalefet gösterilmesi;
bizim için yaratıldığının haber verilmesi veya bizden önceki milletlerin
davranışlarından kötüleme yapılmadan haber verilmesinden anlaşılır. Bu
milletlerin fiilleri Övülerek haber verilirse bu, o fiilin vacip veya müstah ap
olarak meşru kılındığına delalet eder." İzzûddin İbn Abdisselam'ın sözleri
burada sona erdi.[17]
Başka alimler bazan
sükuttan da hüküm çıkarılabileceğini belirtmişlerdir; bir grup alim Kur'an'ın
mahluk olmadığı hususunu, Allah'ın insanı onsekiz yerde anıp mahluk olduğunu
belirtirken Kur'an'ı eli dört yerde anıp mahluk olduğunu söylememesi ve insan
ile Kur'an'ı birarada zikrederken de "Rahman olan Allah Kur'an'ı öğretti,
insanı yarattı...' (Rahman 55/1-3) âyetinde olduğu gibi birbirinden farklı
şekilde anmasından istidlal etmişlerdir.
el-Itkân'dan
nakledilen bilgiler burada sona ermiş olup[18] ne
tamam ve geniş bilgilerdir! Bu bilginin aynısı el-İklîl fistinbâti't-Tenzilin
mukaddimesinde verilmiş olup ona da bakınız.[19]
Müfessir Ebû Yusuf
Abdüsselam b. Muhammed b. Yusuf b. Bündâr el-Kazvinî'nin (ö. 488/1095)
biyografisinde, onun Nizamülmülk'e kimsede eşi bulunmayan dört şey hediye
ettiği belirtilir. Bunlardan biri, yazısı güzel bir katip tarafından yazılmış
bir Mushaf ti. Katip, k u r r â nın görüş ayrılıklarını satırlar arasına kırmızı
kalemle, garib lafızların tefsirini yeşil ve irabım da mavi kalemle yazmıştı.
Ahidname ve yazışmalarda delil getirmeye uygun âyetlere, va'd vevaîd
âyetlerine, taziye ve kutlamalarda yazılan âyetlere de altın yazıyla işaretler
koymuştu.[20]
Tamamlayıcı bilgi: Ne
Önünden ne ardından bâtılın kendisine nüfuz edemediği Kur'an-ı Kerim'in
insanlığın tanıdığı en geniş ansiklopedi olduğunu belirtmiştik. Bugünkü terim
anlamıyla ansiklopedi, geçmişte, şimdi ve gelecekte olan hususlarla ilgili
olarak akla gelen herşeyi derlemenin gaye edinildiği dâiretü'l- maârif 'ler
gibi birçok ilim ve çeşitli anlayışlara dair konuları biraraya toplayan
eserlere denir. Kur'an ve muhtevasıyla ilgili olarak andıklarımızdan, onun
insanlığın tanıdığı ilk ansiklopedi, dâiretü'l-maârif olduğu anlaşılmıştır.
Bunu Avrupalı büyük alimler de itiraf etmişlerdir. Fransız Dr. Moris[21]
şöyle der: Kur'an alimler için ilmî bir mahfil, dilciler için bir sözlük, şiir
seven ve duyguları süslemek isteyen kimse için bir aruz kitabı, hukukî
düzenlemeler ve kanunlar için de genel bir ansiklopedidir. Dr. Bosvvorth Smith
de Muhammed'in Hayatı[22] adlı
eserinde şöyle der: Tarihte kimsenin elde edemediği biricik güzel nasip,
Muhammed'in (sav) bir zamanda büyük ve muhteşem işlerden üç şey birden kurmuş
olmasıdır; O bir ümmî olmasına rağmen bir ümmet, bir imparatorluk ve bir dinin
kurucusudur. Pek az okuyabilmesi veya yazabilmesine rağmen belagatta bir
muci'ze ve hukukî düzenlemeler, namaz ve din için aynı zamanda bir anayasa olan
bir kitap getirmiştir.
İmam Fahreddin er-Râzî
büyük tefsiri Mefâtihu'l-gayb'ın baş tarafında şöyle der: Bir zamanlar Fatiha
sûresinin hikmetlerinden onbin mesele çıkarılmasının mümkün olduğunu
söylemiştim de hasetçiler bunu imkânsız görmüşlerdi. Ben de bu kitabın telifine
başlayarak sözünü ettiğim hususun gerçekleşebileceğine delil olması için kendisine
bir mukaddime yazdım.[23]
Fâkihı nin
Menâhıcu'l-ahlâki's-seniyye adlı eserinde şu bilgi verilir: İbn Âdil
Tefsir'inde Kadı Ebubekr İbnü'l-Arabî el-Mâlikî'den, onun Kur'an'dan yetmiş
küsur bin ilim çıkardığım naklederek şöyle der: Hz. Ali'nin "Eğer ben
Fatiha ile ilgili olarak yetmiş deveyi yükleyecek kadar bilgi ortaya koymak
isteseydim, bunu yapardım" veya bu anlamda söylediği sözü senin bilginden
uzak değildir. Hatta hocamız Bekri'den, yıllarca üçaylar içinde her sabah
besmelenin bazı ilimleri üzerine konuştuğunu ve bir meclisinde şöyle dediğini
duydum: "Eğer bunun üzerinde ömür boyu konuşmak isteseydim yine
yetmezdi". Ebû Salim el-Ayyâşî'nin Mesâlikü'l-hidâye'sinde[24]
Ebü'l-İkrâm Zeynelabidin el-Bekrî'nin biyografisinde, babamın hocası Sîdî
Ahmed'in şöyle dediği kendi yazısından nakledilir: "Arif el-Bekrî
besmelenin noktası üzerinde ikibin ikiyüz mecliste konuştu". Ebû Süleyman
er-Rûdânî Sıla'smda Ebül-Hasan Ali b. İbrahim el- Havfî'nin Kur'an ilimlerine
dair yüz "kitap"tan oluşan bir eseri olduğunu belirtir.[25]
Kur'an-ı Kerim'den
sonra, tarihin ansiklopedi yazdıklarını itiraf ettiği kimseler İslam
alimleridir. Fakat bu konudaki ilk eserlerin konusu ve gayesi, o zamanda mevcut
ilimlerin sayımı idi. Sonra da her yeni hedefte olduğu gibi ansiklopedilerde
derinleşme gerçekleşti. Bunun ilk ortaya çıkışı hicri IV. yüzyılda olup
Seâlibi'nin Yetimetü'd-dehr'i ve başka eserlerde[26]
biyografisi verilen İmam Ebu'r-Recâ Muhammed b. Ahmed b. Rebî el-Usvânî
eş-Şâfıi (ö. 335/947) dünya tarihi, kısas-ı enbiya, hadis, felsefe, tıp, fıkıh,
Müzeni'nin Muhtasar'ı ve bunlardan başka hususlarla ilgili bilgileri kaside
şeklinde kaleme almıştır. Bu, matbu Keşfuzzunûn'da zikredilmiş olup orada şu
bilgi verilir: Ölümünden önce kendisine kasidesinin kaç beyte ulaştığı
sorulmuş, o da '"yüzotuz bine; ilave edeceğim birşeyler daha kaldı"
cevabım vermiştir. Bu konuda Keşfuzzunûn'a[27] ve
Kemalüddin el-Udfuvî'nin et-Tâliu's-saîd (s. 267) adlı eserine bakınız.[28] IV. yüzyılda yaşamış birinin bu miktarda bir
şiir yazmış olması garip karşılanmamalidir. III. yüzyıl alimlerinden bunun daha
garibi vuku bulumuştur. Şöyle ki Ahmed b. Yahya İbnü'l-Murteza Kitâbu'l-Münye
ve'1-emel fî şerhi Kitâbi'l-Milel ve'n-nihal'in "Bâbu
zikri11-Mu'tezile" bölümünde Bişr b. Mu'temir el-Hilâli el-Bağdâdi'nin
biyografisinde, onun bütün muhaliflerine reddiye olarak kaleme aldığı kırk bin
beyitlik bir kasidesi olduğunu zikreder.[29] Bu
Bişr, Zehebi ve İbnü'l-Buhârî'nin kaydettiklerine göre 210 (825) yılında vefat
etmiştir.[30] Verilen rakamlarda
mübalağa olduğu konusunda ne düşünürsek düşünelim, bu kasidelerin herbiri yine
de beyit sıyısı onaltı bin olan Ilyada'dan daha uzundur.
Ebû Nasr el-Farâbî (Ö.
339/950) ilimlerin sayımı, gayelerini tarif ve onlardan faydalanmanın
yollarıyla ilgili kitabını yazdı.[31] Kadı
Sâıd, Tabakâtü'l-ümcm'de (s. 62) şöyle der: O, ilimlerin sayımı ve gayelerini
tarif konusunda değerli bir kitap olup kendisinden önce benzeri yazılmamış ve
metodu kimse tarafından izlenmemiştir. Bütün ilimlerin talipleri onun kılavuzluğundan
ve ilkönce ona bakmaktan müstağni değildirler.[32] Kadı
İbnû'l-Ezrak da Ravdatu'l-a'lâm'da bu eserden sözle "onda eski ilimleri
saydı ve bazı İslamî ilimleri andı" demektedir. Bu eserin pek az mevcudu
olup bir yazma nüshası şimdi İspanya'da bulunmaktadır. Latince ve İbranice'ye
de tercüme edilen eserin basıldığını duydum.[33]
Sonra Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Yusuf el-Hârizmi'nin (Ö. 387/997)
Mefâtîhu'l-ulûm'u gelir. Ebu'l-Hasan Ubeydullah[34] b.
Ahmed el-Utbî adına telif adilen eser iki "makale1' ye ayrılmıştır.
Birinci makale elli iki fasıldan oluşan şu altı baba ayrılmıştır: Fıkıh, kelam,
nahiv, kitabet (sekreterya), şiir ve aruz, ahbâr (tarih). İkinci makale ise
kırkiki fasıldan oluşan şu bâblara ayrılmıştır: Felsefe, mantık, tıp, aded (aritmetik),
hendese (geometri), n ü c û m (astronomi ve astroloji), musiki, h i y e 1
(mekanik cihazlar), kimya. Adı geçen kitap 1895'te Leiden'de, sonra da Mısır'da
basılmıştır.[35] Makrizi el-Hitat'da
(11,15) tarih ilmiyle ilgili tarifinde bu eserden nakilde bulunarak şöyle eder:
"Muhammed b. Ahmed b. Yusuf el-Belhî değerli bir eser olan Mefâtîhu'1-ulûm
adlı kitabında şöyle der...".[36] Bir
başka Hârizmi de mevcut olup Müfîdü'1-ulûm ve mübîdü'l-hümûm adlı bir kitabı
vardır.[37] Ebû
Salim el-Ayyâşî el-Hukm bi'l-adl adlı kitabında "Ebubekr el-Hârizmî
eş-Şâfiî (Allah ondan, razı olsun) Müfîdü'l-ulûm'da der ki..." şeklinde
ondan nakilde bulunur. Bu eser de Mısır'da basılmış olup hacim bakımından bir
öncekinden daha büyüktür. Kıt anlayışlıların birçoğu IV. yüzyıl alimlerinin, bu
yüzyılda mevcut ilmî terim ve konuları kapsayan, ilim ve fenlere bir giriş
kaleme almış olmasını anlayamıyorlar.
Sonra Tuleytula
(Toledo) kadısı Sâıd b. Ahmed el-Endelusî (o. 462/1070) Tabakâtû'l-ûmem'i telif
etti. Son zamanlarda basılmıştır. Kim ona muttali olursa, V. yüzyıl
alimlerinden birinin kaleminden çıkmış olması bakımından, üslubu, geniş
mutalası, araştırma ve derlemesinden hayrete düşer. Daha sonra imam Gazzâli
ilimlerin çeşitlerini, faydalarını ve konularını kitaplarının birçoğunda ve
özellikle Fâtihatü'1-ulûm[38] ile
el-Cevâhir'de saymıştır. Gazzâli el-Cevâhir'de ve Kitâbu'l-Erbaîn'de[39]
Kur'an-ı Kerim'le ilgili ilimlerin çeşitlerini anıp sonra maksadının yalnız
Kur'an'ın kendisine taalluk eden ve hayatla kulların salahının, kendisinin
bilinmesine bağlı olduğu ilimleri anmak olduğunu belirterek hepsini saymamaktan
dolayı ozur beyan eder. Sonra da sadece bu türlerle ilgili olarak şöyle der:
Hiç şüphe duyulmayacak bir açıklıkla anlaşılmıştır ki kendisine ulaşmak insanın
gucu dahilinde olmakla birlikte henüz varlık sahnesine çıkmamış bazı ilim
türleri mevcuttur. Bazı ilimler varlık sahnesine çıkmış, şimdi yokolmuşlar, bu
yüzyıllarda yeryüzünde onları bilen kalmamıştır. Diğer bazı ilimler de var ki
onları anlamak ve kavramak insan gucu dahilinde değildir. Gazzâli'nın vefatı
505 (1111) yılındadır.
Sonra Irak'ın ve
Hanbelılerin iftiharı Ebû'1-Vefa Ali b. Akıl el-Hanbelî el-Bağdâdî'nin (o.
513/1119) Kitâbû'I-Fünûn'u gelir ki Sıbt Ibnul-Cevzî onun Mir'âtu'z-zamân'daki
biyağrafîsinde şöyle der: O ıkiyuz cilt olup Ibn Akü omru boyu toplayıp
derlemiştir. Dedem ondan on cilt ihtisarda bulunarak eserlerinde parça parça
kaydetmiştir. Ben Bağdat'ta Me'muniyye vakfında ondan yetmiş cilt kadarını
gordum ki içinde hikâyeler, münazaralar, tuhaf ve enteresan bilgiler mevcuttu.[40]
Sonra yetmiş dokuz yaşında ölen Muhammed b. Hüseyin ez-Zâğûlî[41]
eş-Şâfn'nin (o. 559/1164) Kaydu'l-evâbid adlı eseri gelir. Matbu Keşfuzzunûn'da
geçtiği üzere bu eser bir mecmua (derleme, koleksiyon) olup müellif onda
tefsir, hadis, fikıh ve dil gibi ilimleri zikrederek düzenlemiştir. Muhtemelen
hacmi dörtyüz cilde ulaşmaktadır.[42]
Zebâdi'nin Rihle'sinde[43]
el-Kâmus'tan naklen bu eserin dörtyüz cilt olduğu kesin şekilde belirtilir.
Sonra el-Vâdiyâşî el-Berrâk'm (ö. 596/1199) Câmiu'l-fünûn ve kâmiu'z-zünûn adlı
eseri gelir ki dokuzuncu cildi n ü c û m a (astronomi-astroloji) dairdir.[44] İbn
Şebîb el-Harrânî'nin (ö. 695/1206) Câmiu'l-ulûm'u da Keşfuzzunûn'da anılmıştır.[45]
Fahreddin er-Râzî'nin (ö. 606/1209) Câmiu'1-ulûm adlı eseriyle ilgili olarak
Keşfuzzunûn'da şöyle denir: "Orta büyüklükte bir cilltten ibaret olan bu
eser kırk ilmi kapsamaktadır. Sultan Alaeddin Tekiş el-Hârizmî için telif
edilmiş olup gerçekten faydalı bir kitaptır".[46]
Keşfuzzunûn'da (II, 571) Fahreddin er-Râzî'nin Hadâiku'I-envâr fi hakâiki'l-esrâr
adlı bir eseri olduğu ve onda altmış ilmi ele aldığı belirtilir.[47] Bu
tarihlerde müslümanlar tarafından kaleme alınan en büyük Arapça ansiklopedi
lerden biri de Şeyh-i Ekber İbnû'l-Arabî el-Hâtimî'nin
el-Futûhâtû'I-Mekkiyye'si olup sekiz kalın ciltten oluşmaktadır.[48] Bu
büyük kitabın kıvrımlarında saklı tuhafın tuhafı bilgileri dünyaya göstermek
için dikkatli birinin ondaki konular, kozmik ilimler ve dinî felsefesiyle
ilgili genel bir fihristini yapmasını ne kadar isterdim. Seyyid Celalûddin
el-Buhârî'nin Câmiu'1-ulûm adlı bir eseri olduğu da yine Keşfuzzunûn müellifi
tarafından zikredilir.[49]
Sonra bunların
ardından Şihâbûddin Ahmed b. Adülvehhâb el-Bekri en-Nüveyrî el-Kindî eş-Şâfıi
(ö. 732/1332) gelmiş olup Nihâyet'1-ereb fî fünûni'l- edeb adlı eseri vardır.
Keşfuzzunûn'da onunla ilgili olarak şöyle denir: Otuz ciltten oluşmaktadır ve
her biri çeşitli bâblardan meydana gelen beş "fen"e (bölüm)
ayrılmıştır. Birinci Fen: Sema, asâr-ı ulviyye, yer, meâlim-i süfliyye ve
onunla ilgili şeyler. Bu fen beş kısma ayrılır. İkinci Fen: İnsan ve onunla
ilgili şeyler. Üçüncü Fen: Hayvana dair olup beş kısma ayrılır. Dördüncü Fen:
Bitkilere dair olup beş kısma ayrılır. Buna güzel koku[50]
türlerine dair beşinci bir kısmı zeyl olarak eklemiştir.
Beşinci Fen: Tarihe dair
olup beş kısma ayrılmıştır.[51]
Tarihe dair bolum 731 (1331) yılına kadar gelmektedir. Bu eser butun olarak
istanbul'un bazı kütüphanelerinde ve Mısır'da Hidiviyye Kutuphanesi'nde mevcut
olup şu sıralarda Mısır'da basımına başlanmıştır.[52]
Sonra münekkit tarihçi ve nesep alimi Ibn Fadlillah el-Umerî el-Kâtib
ed-Dımaşkî (o. 748/1348)[53]
gelmiş olup Mesâliku'l-ebsâr fî memâliki'I-emsâr adlı edebiyat, tarih, coğrafya
ve tabiî tarihe dair yirmi kusur ciltlik bir eseri vardır. Eseri iki kısma
ayırmıştır. Birinci Kısım: Yer (dünya) ve kara ve deniz olarak kapsadıkları. Bu
da iki nev'e ayrılmıştır: Mesâlik (yollar) ve memâlik (ülkeler), ikinci Kısım:
Yeryüzü sakinleri olarak çeşitli toplumlar. Keşfuzzunûn'da yirmi büyük ciltten
meydana geldiği ve Suyûti'nin Tabakâtu'n-nuhât'da belirttiğine göre Şemsuddin
Muhammed b. Yusuf el-Kirmânî'nin oğlu tarafından bir zeyl yazıldığı zikredilir.[54]
Sonra imam Şemsuddin
Muhammed b. ibrahim b. Sâid el-Ensâri (o. 749/1348) geldi ve İrşâdü'l-kâsıd ilâ
esne'I mekâsıd adlı eserini kaleme aldı. Bu eserde ilim türleri ve sınıfları
ele alınmış olup toplam altmış ilimden ibarettir. Bunlardan on tanesi aslî olup
tali kısımlarıyla birlikte riyâzî, tabiî ve ilahî ilimler ile mantıktan oluşan
yedi tanesi nazarî; siyaset, ahlak ve tedbir-i men azil den (ev idaresi) oluşan
uçu de amelîdir. Keşfuzzunûn'da İrşâdü'I-kâsid'ın Taşkoprızâde'nın
Miftâhu's-saâde'sinin kaynağı olduğu ve eserde butun ilimlerle ilgili olarak
dortyüz kitap zikredıldiği belirtilir.[55]
Mısır'da 1318 yılında bir cilt halinde basılmıştır. Bende elyazma bir nüshası
mevcut olup XI. hicrî yüzyılda Ebû Mehdi Isa es-Seâlibi el-Mekki'den[56] Mekke'de
semâ yoluyla nakledilmiştir. Sonra imam Abdurrahman b. Muhammed el-Bistâmî
enteresan ve garip konularla yuz kadar ilmi ele aldığı bir kitap yazdı. Bu eserde
şer'î ve Arabî ilimlerin kısımlarını da zikretti.[57]
Sonra Mevla Lûtfullah b. Hasan et-Tokâdî (o. 900/1495) sultan Bâyezıd adına,
bazı ilimleri topladığı ve el-Metâlibû'l-ilâhiyye diye adlandırdığı bir kitap
yazdı.[58]
Sonra Hâfiz Suyûti geldi ve ondort ilmi kapsayan en-Nikâye'yi telif etti. Bu
eser Suyûti ve başkaları tarafından şerhedilmiş, eskiden ve yakın zamanlarda
manzum hale getirilmiştir. Onu nazmedenlerden biri X. yüzyıl alimlerinden
Şihâbuddin Ahmed b. Abdulhak es-Sunbâtî el-Mısrî olup bu manzumeyi iki cilt
halinde de şerhetmiştir.[59]
Sonra hicrî X.
yüzyılda allâme Artuki geldi ve Medînetü'1-ulûm fî ta'rifâti'1-ulûm ve
terâcimi'I-müellifîn'i yazdı. Bu, ilimler ve kısımlarından bahseden faydalı ve
bu konuda yazılmış en meşhur eserdir. Yazı ve sekreterya ile bunun bölümleri,
ilimleri ve ortaya çıkış tarihleri ile başlayan eser devamla şiir, edebiyat,
tabu ve mekanik ilimler, siyaset ve din konularını ele almış olup Mısır'da Hidiviyye
Kütaphanesinde mevcuttur.[60]
Fas'ta Medînetül-ulûm'un orta büyüklükte bir cilt hacminde bir nüshasını
buldum. Ancak eser İsâmüddin Ebü'1-Hayr Ahmed b. Muslihuddin'e ait olup bu da
muhtemelen Taşköprizâde diye bilinen Ebü'I-Hayr İsâmüddin Ahmed b. Muslihuddin
Mustafa (ö. 967/1560) olmalıdır. Bu zatın bilinen kitabı Miftâhu's-saâde ve
misbâhu's-siyâde olup ilimleri ve kısımları ile şubelerini ele almış, eseri iki
"tarafa ayırmıştır. Birincisi ilmin hülasası, ikincisi ise ilimlerin
sayımına dair. İlimleri ilahî, itikadı ve ameli olmak üzere üç kısma ayırmış,
ahlak ilmini de bütün ilimlerin semeresi yapmıştır. Keşfuzzunûn'da, müellifin
bu eserde 150 fenden bahsettiği belirtilir.[61]
Derim: Ben
Miftâhu's-saâde'nin eski bir yazma nüshasını buldum ve onda anılan ilimleri
saydım, 165 tane çıktı. Kendisinden faydalanılması için onda bulunan ilimlerin
işte listesi[62]: Birinci Devha: Ulûm-i âliye'ye dair olup iki şubeden meydana
gelmiştir. I. Şu'be: Arabî lafzı
alet ilimlerine dair olup bu da lafzî ve hattî (yazıyla ilgili) olmak üzere iki
kısma ayrılır. A) Lafzî olanlar:
Mehâric-i hurûf, lügat (dil), iştikak, sarf, temyiz, nahiv, meânî, muhâdara,
tarih, siyer ve meğâzi, beyân, bedî, tashif, aruz, kâfiye, şiir söyleme, şiirin
esasları, inşa, emsal, milletlerin yurtları ve adetleri, müsâmeretü'l-mülûk,
lafızları kullanma, ahâcî ve ağlûtât, teressül, sicillât ilimleri. B) Edebiyat ilmi çerçevesinde Arap
yazısıyla ilgili ilimler: Yazım kuralları, yazıda hece harflerinin tertibi,
harfleri güzelleştirme, çizgilerin doğuşu ve esasları, harflerin düz
şekillerinin terkibi, Arapça lafızların imlası ilimleri. II. Şu'be: Manevî alet ilimleri: Mantık, nazar, münazara, cedel,
hilaf. İkinci Devha: İtikadı
ilimlere dair olup iki şubeye ayrılmıştır. I.
Şu'be: Şer'î-itikâdî ilimler: Nevâmis (din, şeriat), kıraat, tecvid, vukuf,
resmü'l- Mushaf, nasih ve mensuh, esbab-ı nüzul, garâibül- Kur'an, delâilu
1-i'câz, havâssü'l- Kur'an, dua adabı ve vakti, havâss-ı ruhâniyye, harfler ve
isimlerle tasarruf, hadis metni, hadis ricali, hadislerde nasih ve mensuh,
esbâb-ı vürûdi'l- hadis, şerhu'l- hadis, te'vilû'l-hadis, rumûzu'l-hadis ve
işârâtuh, garâibu luğâti'l-hadis, metâinu'l-hadis, telfiku'l-ahâdis, tıbbu'n-
Nebi, mevâiz, dualar ve evrâd, âsâr, usulü'd-din, usulü'l- fıkıh ilimleri. II. Şu'be: İtikadı, hikemi ve felsefi
ilimler: İlm-i ilâhi, tasavvuf, siyer, tayr, fena, beka, zühd, verâ, berzah,
ahiret, cifr ve kaza ilimleri, ilm-i tabiî, tıb, bâh, baytara, bayzara, nebat,
hayvan, saydale, teşrih, kehâle, yemek ve gıdalar, feraset, ihtilâç, nazar
fı'1-ketf, tabir-i rüya, kavs-i kuzeh, ahkam-ı nücûm, edvar ve ekvâr, kırânât,
sihir, kehanet, keşfü'd-dekk ve izâhu'ş-şekk, hiyel-i sasâniyye, tılsımât,
teyâric, hayâl kalıpları içinde ruhları çağırma, azâim, kimya, madenler,
marifetü'l-cevâhir, filâha, remel, fal, kura ilimleri. Riyâzî ilimler: Birinci
kısım, Hendese ilmi: ukûdu 1-ebniye, menâzir, merâya'l-muhrika,
merâkizü'l-eskâl, mesaha, su çıkarma, cerrü'l-eskâl, benkâmât, ta'dil, ziraî
aletler, alat-ı ruhâniyye ilimleri. İkinci kısım, Heyet ilmi: zîc ve takvimler,
coğrafya, mevâkit, keyfîyyetü'l-irsâd, tanzimü'l-irsâd, tastihü'1-küre, alât-ı
zılliyye ilimleri. Üçüncü kısım, aritmetik diye adlandırılan adefilmi: hesap,
cebr ve'1-mukâbele, hisâbü'l-hat'eyn, hisâbu d-düver ve'1-vesâya,
hisâbü'd-dirhem ve'd-dînâr, havassu'l-a'dâd, et-teâbi'1-adediyye fi'1-hurûb,
hurûfu'n-nûrâniyye ve; z- zulmâniyye, tasrif bi'1-ismi'l-azam ilimleri.
Dördüncü kısım, Musiki ilmi: Raks, naz ve şive ilimleri. Ameli ilimler: Bunlar
da ikiye ayrılır. Birincisi: Fıkıh, feraiz, şurût ve sicillât, marifetu's-sâât,
terekeyi taksimi bilme, meviza, dualar ve evrâd, âsâr ilimleri. İkincisi:
İhtisâb, vazgeçilemez şeyleri elde etme keyfiyeti, askeri düzenleme keyfiyeti,
milâha, harp aletleri ilimleri. İkinci Nevi: Hikmet-i ameliyye: Ahlak, tedbir-i
menzil ve siyâset ilimleri. Bunlarla kitap tamamlanmış olup amlan ilimler
bildiğiniz gibi 165 tanedir. Corci Zeydan'm Târihu âdâbi'l-luğatî'l-Arabiyye
adlı eserinde (III, 316) bu kitaptaki ilimlerin sayısının 300 olduğu
belirtilir.[63] Corci Zeydan bu bilgiyi
ikinci cilt 316. sayfada yine verir.[64] Bu
esere bakınız. O, Taşköprizâde ile oğlunun kitaplarını karıştırmış olmalıdır.
Keşfuzzunûn' da müellif Miftâhu's-saâde'yi[65]
zikrettikten sonra şöyle der: Sonra oğlu Kemaledalin Mehmed (ö. 1032/1623)
birçok ilaveyle bir cilt halinde tercüme etmiş olup ilimlerin sayısını 500
fenne ulaştırmıştır.[66]
Corci Zeydan'ın adıgeçen Târih'inde bu zeylden heberdar olmayışı tuhaftır.
Muhtemelen asıl eserle fer'inin (zeyli, tercümesi) her ikisi de Miftâhu's-saâde[67]
adıyla tanınmış olup bazan asıl esere işaret edip fer'i kastediyorlar, bazan da
aksini yapıyorlardır.[68] Bu
yüzdendir ki Keşfuzzunûn müellifinin ilimlerin taksimi faslında
Taşköprizâde'nin eserindeki ilimlerin listesini verdiğini ve sayısını 305re
ulaştırdığını gördüm.[69] O
bununla mezkur zeyli veya başkasını kastetmiş olmalıdır. Bu zeyli 1331 (1913)
yılında Merakeş'te gürdüm, hacmi bendeki nüshanın bir kata fazla idi. Bazı
ilanlarda gördüğüme göre yakın zamanlarda Hindistan'da basılmıştır. Doğrusunu
en iyi Allah bilir. Baba ile oğula ait eserleri birbirinden ayıranlardan biri
de el-Mevâhibü'1-fethiyye fi ulûmi'I-luğati'l-Arabivye adlı eserinde Şeyh Hamza
Fethullah el-Mısrî'dir. Hamza Fethullah, Taşköprizâde diye meşhur Ahmed b.
Mustafa'nın 150 fenni topladığı Mıftâhu's-saâde adlı eseri olduğunu ve oğlu
Kemaleddin Mehmed'in buna ilavede bulunarak fennlerin sayısını 500'e
ulaştırdığını zikreder (I, 22). Yine bu eserde müellif "ilimlerin en güzel
taksimi Taşköprizâde'nin Miftâhu's-saâde'de yaptığıdır" der ve onun nazarî
ilimlerden 305 tane saydığını, tefsirin dallan olarak Suyûti'nin el-İtkân'da kaydettiği
türleri zikretmesinde olduğu gibi bu konuda bir artırma (mübalağa) temayülü
bulunduğunu belirterek itirazda bulunur. Kendisine şu cevap verilir: Eserleri
tenkid etmek, onları telife, sağlam ve düzenli kılmaya nisbetle daha kolaydır.
Nitekim bu durum büyük yapılarda da müşahede edilir; bir taşını bir taş üzerine
koymaya gücü yetmeyen her kıt akıllı, onu yapanı tutup tenkit eder. Daha sonra
Keşfuzzunun'da (s. 571) Taşköprizâde'nin oğlu Kemaleddin Mehmed'in, babasına
ait Miftâhu's-saâde'yi bazı ilave ve tasarruflarla büyük bir cilt halinde
Türkçe'ye tercüme ettiğini ve 1032 yılında vefat ettiğini gördüm.[70] Ona
bakınız. Doğrusunu en iyi Allah bilir.
Keşfuzzunûn müellifi,
Muhammed Emin b. Sadeddin eş-Şirvâni'nin (Ö. 1036/1626) Osmanlı sultanı Ahmed
için bir kitap yazdığını ve onda akli ve nakli ilimlerden elli üç ilmi ele
alarak eserini el-Fevâidü'1-hakâniyye el-Ahmedhâniyye diye adlandırdığını
zikrederek şu bilgiyi verir: Eseri, sultanın ordusunun düzeni gibi bir
mukaddime, meymene (sağ tarafT, meysere (sol taraf), kalb (orta mevki) ve sâke
(arka taraf) şeklinde düzenledi. Mukaddime ilmin mahiyeti ve taksimine dairdir.
Kalbde serî ilimler, meymenede edebi ilimler, meyserede sayıları 30'u bulan
akli ilimler, sâkede de hükümdarların âdabı ilmi ele alınmıştır. Bu sayıyla
sınırlı kalması, ebced hesabına göre Ahmed adının tekabül ettiği sayıya denk
düşmesi sebebiyledir.[71]
Taşköprizâde'den sonra
Abdülkâdir et-Taberi el-Mekkî Uyûnu'l-mesâil min a'yâni'r-resâil adlı eserini
telif ederek onda 40 ilmi topladı. Fakat matbu nüshasındaki ilim sayısı bundan
azdır.[72]
Bundan sonra Mustafa Hacı Halife (ö. 1067/ 1657) Keşfuzzunûn an esâmi'l-kütüb
ve'l-funûn adlı eserini yazdı. Bu eser Taşköprizâde'nin büyük ve küçük
Miftâh'larında[73] zikrettiği ilim dalları
ile bu konularda yazılan kitapları kapsamaktadır. Keşfuzzunûn iki cilt olup
kendisiyle birlikte basılan zeyilleri vardır. Fakat eseri basanlar asıl kitapla
zeylini birbirinden ayırmadıklarından eseri mütala eden veya ondan nakilde
bulunanı tereddütte bırakmaktadırlar. Bunun da sebebi musahhihler ile eseri
basanların bilgisizliğidir. Odan sonra Ebû Ali Hasan b. Mesud el-Yûsi
el-Mağribi (ö. 1101/1690) el-Kânûn'u[74]
yazdı. Yûsi, orta büyüklükte bir ciltten ibaret olan bu eserde ilim, alim ve
ilim öğrenen kimseyle ilgili hükümleri ele almış olup üç bâbdan meydana
gelmiştir. Müellif birinci babın onuncu faslında ilmin tarifim yapar ve
ilimlerin taksiminden bahseder. İlimlerin kısaca eski ve yeni, felsefi ve
İslamî şeklinde taksim edildiğini ve bunun daha sağlam olduğunu belirtir, sonra
ilimleri ele alarak onları uygun gördüğü şekilde, yani felsefî ve İslamî olarak
ikiye ayırır. Önce felsefî olanları, sonra da İslamî olanları ele alır. Bu
gerçekten faydalı bir kitap olup birçok konulan ve değerli bilgileri
içermektedir. Onun çağdaşlarından Ebû Zeyd Abdurrahman b. Abdülkâdir el-Fâsî
(ö. 1096/ 1685) de Kitâbu'l-Uknûn fi mebâdi'1-ulûm adlı eserini yazdı. Recez
tarzında manzum bir eser olup yaklaşık 17.000 beyitten oluşmaktadır.[75]
Kâdiri'nin Neşrü'l-mesânî adlı eserinde müellifinin biyografisinde bu eserin
150 veya daha fazla ilmi kapsadığı belirtilir.[76]
İfrâni'nin Safve'sinde[77] ise
300'den fazla ilmi kapsadığı fakat tamamlanmadığı belirtilir.
İşte el-Uknûn'daki
ilim dalları ve her dalın ihtiva ettiği beyit sayısı: İlmü'l-akâid / 29,
ilmü't-tefsir / 107, ilmu ıstılâhi'l-hadis / 49, ilmu usûli'1-fi-kıh / 52, ilmu
fıkhı'1-ferâiz / 30, ilmü'n-nahv / 56, ilmü't-tasrif / 44, ilmü'l-hat/26, ilmu
1-meâni / 73, ilmü'l-beyân / 31, ilmü'1-bedi / 52, ilmu t-teşrih / 36,
ilnıü't-tıb / 124, ilnıü't-tasavvuf / 50, ilmul-kelâm / 62, ilmü'l-kırâât /
303, ilmü's-siyer / 196, ilmü'l-cedel / 118, ilmü'l-ferâiz / 98, ilmü'l-cümel /
46, ilmü'r-resm / 112, ilmü'z-zabt / 45, ilmü'1-arûz / 78, ilmü'l-kavâfi / 24,
ilmü'l-edeb / 245, ilmü'l-cirâhât /116, ilimi'1-ilâc / 146, ilmu âdâbi'd-din /
151, ilmü'l-mantık / 61, ilmü't-tecvid /132, ihnü'ş-şenıâil / 89, ilmu
1-hilâfiyât / 80, ilmü'l-ferâiz bi'1-küsûr / 36, ilmu san'ati'l-i'râb / 94,
ilmü'1-luğa / 171, ilmü'l-kitâbe/55, ilmu mizâni'ş-şi'r / 77, ilmu'l-mûsikâ/
72, ilmü'lrbaytara / 115, ilmutıbbi'l-hayevân/74, Umü'l-ezkâri'n-nebeviyye/59,
ilmü'l-mükevvenât /174, ilmü'1-vakf ve'l-ibtidâ/120, ilmul-hadis/113,
ilmü's-safsata/121, ilmü'l-hisâb/118, ilmu usûli'n-nahv/235, ilmu
nezâiri'n-nahv/67, Umu esrâri'r-resm/155, Umu kitâbeti'ş-şi'r/33, ilmu
usûli'l-luğa/51, Umu kânûni'l-luğa/84, ümü'l-bayzara/69, ilmu tıbbi't-tayr/86,
ilmu t-terbiyye bi'l-ıstılâh/44, ilmü'l-felsefe/121, ilmu âdâbi'l-kırâe/81,
ilmü't-târih/178, ilmü'l-fıkıh/474, ilmü11-aded/129, ilmü'1-cebr
ve'l-mukâbele/170, ilmü't-teksir/50, ilmü'l-aritmâtîkî/138, Umu l-hendese/148,
ilmü'l-cuğrafıyâ/159, ilmü'l-ihtüâc/80, ilmul-firâse/79, ilmii's-siyâset/72,
ilmü'r-riyâset/180, ümü'l-ilâhiyyât/151, ilmü'l-aşr/87, ilmü'l-ahkâm/445,
ilmü'l-kazâ/151, ilmü'l-fütyâ/48, ilmü't-ta'bir/88, ilmü'l-usturlâb/58,
ilmü'r-rub'u'l-mücîb/81, ilmü's-safîhati'z-zerkâliyye/69,
ilmü's-safîhati'-şikâriyye/63, ümur-rub'i'l-mukantar/117,
ilmü'l-usturlâbil-cenûbi/32, ilmü's-simyâ/289, ümü'l-hikme/113, ilmü'l-kimyâ/
170, ilmü't-tabiiyyât/190, ilmü'l-âdiyât/118, ilmu hatti'r-reml/240,
ilmü'l-ket&81, ilmu 1-evfâk/84, ilmü'l-vesâik/47, ilmu farzi'n-nefekât/480,
ilmü'l-burhân/29, ilmü'l-hisbe/533, ilmü'n-nazâre/70, ilmü nazari'l-mevâris/64,
ilmü'l-hey'e/344, ilmü'l-felek/147, ilmü'l-Mecisti/31, Umul-cumetrîkâ/24,
ilmul-kelâmi'l-irfâni/ 142, ilmu esrâri'd-dîn/104, ilmü'ş-şehâde/172,
ilmü'n-nevâmîs/176, ümü'l-menâzir/56, ilmü'l-ensâb/361, ilmü'l-misâha/26,
ilmü't-tevkît/59, ilmü'l-irsâd/43, ilmü't-ta'dîl/54, ilmu ahkâmi'n-nücûm/62,
ilmu ensâbi'ş-şurefâ/65, ilmü'l-aşr/18, ümü'l-cemi'l-kebir/17, Umu
cem'i'l-cem/19, ilmu's-seb'i's-sağir/16, ilmu usuli'd-din/26,
ilmü'l-akâidi'l-hâtimiyye/32, ilmü'l-usûli'l-vasatî/37,
ilmü'l-hey'eti'l-hâtimiyye/5, ilmü'l-müvellİdât/78, ilmü'd-düvel/20, ilmu
arûzi'l-müvelledîn/18, ilmü't-tevkîti'1-me'sûr/44, ümur-rivâye/27,
ilmü't-tıbbi'n-nebevi/39, ilmü1 l-fıkhi'ş-şâfiî/527, ilmü'l-fıkh/264,
ilmü'l-fıkhi'l-hanbelî/426,, ilmü'l-hey'eti's-seniyye/16, ilmü'n-nücûm/17,
ilmü't-tılsımât/19, ilmü'l-garâse/16, ilmü'l-esmâ/19, ilmü'l-ezyâc/15,
ilmü'l-filâha/14, ilmu fîlâhati'n-nahl/15, Umu filâhati'd-decâc/16, ilmu
füâhati'l-hammâm/15, ilmu fılâhati'l-ivvez ve'l-berek/140, ilmü'l-hurûf/16,
ilmü'd-dîma/15, ilmul-kehâne/29, ilmu mîzâni'l-mâ/16, ilmü'l-emsâl/17,
ilmü'l-kıyâfe/15, ilmü'l-işâre/16 ilmu esrâri'l-halîka/18, ilmu
teşrîhi't-tayr/7, ilmu teşrihi'd-devâbb/20, ilmu firâseti'l-hayevân/15, ilmu
ahkâmil-ehille/21, ilmu âli düşmân/20, ümü'l-mesâmitât/7, ilmu
tıbbi'n-nebât/17, ilmu esrâri'l-hurûf/33, ilmü'l-istüıdâmât/38, ilmü't-tıbb
bi'l-elhân/8, ilmu mesâhati'l-arz/15, Umu i'râbi'l-mu'cem/8, Umu hisâbi't-taht
ve'l-mil/21, ilmu ukûdi'l-ebniye/1, ümü'l-mutâbaka/10, ilmü'l-muvâzanât/9,
ilmü'l-muâmelâti's-sekkiyye/22, ilmü'l-muâmelâti't-tıbbiyye/17,
ilmü'l-muhârecât/17, Umu esrâri'l-aded/16, ilmü'l-iktibâsât/6,
ilmü's-siyâsetirl-akliyye/4, ilmu tedbîri't-tabîa/38, ilmu arzi'l-hakîka/1,
ilmü'r-riyâza/1, ilmu suveri'l-meâni'l, ilmu ih.tilâfı's-suver/1, ilmu
esrâri't-tabîa/1, ilmü't-târihi'n-nücûmî/6, ilmü'l-isti'dâdât/37,
ümü'z-zecr/18, ilmü't-tefâül/17, ilmü'l-vefeyât/8, ilmü'l-münâsebât/15,
ilmü'l-benkemât/1, ilmü's-sireti'n-nücûmiyye/1, ilmü'l-mâddiyât/1, ilmu
hey'eti'l-arz/1, ilmü't-tedrîs/8, ilmü'l-firâseti'r-rûhâniyye/4 ümü't-te'lîf/6,
Umu hendeseti'l-eşcâr/18, ilmü't-tevârîhi'l-Kur'âniyye/19, ilmu
hendeseti'I-mahrûtât/1, ilraii't-teşkîk/1, ilmü't-tavâiyye/5, ilmü't-tefâvüt/1
ilmü's-siyaseti'ş-Şer'iyye/5, ilmu a'mâri'l-akâkir/74, ilmu ibdâli'l-akâkir/79,
ilmu kuva'l-akâkir/11, ilmü'U akrabâzîn/14, ilmü'ş-şa'veze/14, ilmu nevrîk/17,
ilmü'ş-şetâre/178, ilmü'ş-şem'ane/15, ilmü'n-necâme/39, ilmu usûli't-tıbb/17,
ilmü'l-misâha bi'l-usturlâb/16, ilmü't-ta'bir mine'l-felek/13, ilmü'l-misâha
bir'rLrub/l5, ilmü't-tıbb mine'l-hurûf/18, ilmü'l-misâhati'l-felekiyye/17,
iimü'l-hey'eti't-tevkitiyye/23, ilmu istinbâti'I-miyâh/27,
ilmü'd-darûriyyât/17, ilmü'l-istihdâr/20, ilmü'l-misâha bi'l-hat'eyn/7,[78]
ilmü'l-misâha bi'l-cehr/7, ilmü't-tıbb bi'l-hayl/17,
ilmü'l-hey'eti'r-rîhiyye/4, ilmu hisâbi'l-cümle/20, ilmü hisâbi't-ta'dîl/19,
ilmü'l-istinzâlât/38, ilmü'l-ciliyyân/18, ilmu hisâbi'l-âm/53,
ilmü'r-rûhâniyyât/32, ilmü'l-imtizâcât/20, ilmü'l-ihtibârât/18, ilmu
hisâbi'l-hat'eyn/8, ilmü'l-cedvel/18, ilmu hisâbi'r-rub/16, ilmü'l-irâfe/18,
ilmü'l-ihtibârâti's-seniyye/7, ilmü'l-münâzara/36, ilmu tezâddi'n-nebât/1,
ilmü'l-hatti'l-munsif/l[79],
ilmu tıbbi'l-hat/10, ilmü'1-hatti'l-mecrûr/l, ilmü't-takvîmât/17,
ilmü'l-ihtiyârâti't-tıbbiyye/43, ilmü't-tıbbi'n-nücûmî/17, ilmu
vaz'i'l-usturlâb/14, ilmu tahtitu'r-ruhâm/14, ilmü'l-atrîmûnâ/16, ilmu
fılâhati'd-devâbb/18, ilmü'l-hankatarât/18, ilmu yedâkubâ/18,
ilmü'z-zeyrece/19, ilmü's-sercaa/17, ümü's-sihr/19, ilmu merâkizi'l-eskâl/1,
ilmü'l-merâya'l-muhrika/1, ilmu cerri'l-eskâl/1, ilmü'1-Mecisti'l-hâtimiyye/l,
ilraü'z-zecr/38, ilmu mizâni'l-melhûn/8, ilmü'l-vecheteyn/1, ilmü'l-irtibâtât/1,
Umu tedbîri'l-mehzil/1, ilmü'l-âhbâr/56, ilmu ahbâri'l-mükâşefe/10, ilmu
resmi'r-ruhâm/20, ilmü'l-merâi/71, ilmü'l-furûsiyye/19, ilmu
tezbîri'l-eşcâr/18, ilmü'z-zirâa/19, ilmu vaz'i'l-cedvel/17, ilmü't-tedâhul/1,
ilmu analûtikâ/1, ilmu tûrîka/1, ilmü'1-flrâseti'n-nebeviyye/l, ilmu
hiyeli'ş-şerîa/1, ilmu firâseti'l-miskî/1, ilmü'l-mütekâbilât/1,
ilmü'l-ihtiyârâti't-tecribiyye/18, ilmü't-tevessüm/8, ilmü'l-ahlâk/11,
ilmü'r-raky/1, ilmü'l-muhammesi'l-hâli/27. Böylece bu eserdeki ilim dallarının
toplamı 278, önsözdeki 62 beyit eklenince beyit sayısı da 17.383 olmaktadır.
Allâme Şeyh Ali
el-Mevsılî de Tevâliu'n-nücûm fî müfâhareti'l-ulûm adlı eseri yazmış olup 73
ilim arasındaki üstünlük konusunu ele almıştır.[80]
Ondan sonra Fas kadısı Şeyh Talib b. Hamdûn b. el-Hâc (Ö. 1274/1857) geldi ve
el-Ezharü't-tayyibetü'n-neşr fîmâ yeteallak bi-ba'zi'1-ulûm mine'I-mebâdi'I-aşr
adlı eserini yazdı. Çok faydalı bir kitap olup Fas'ta basılmıştır.[81] Daha
sonra Mısır ulemasının eşsiz şahsiyetlerinden Şeyh Abdülhâdi el-Ebyârî (ö.
1306/1888) Suûdu'l-metâli adlı eserini kaleme aldı ve iki ciltte şerhetti,
Mısır'da basılan bu eserde 40 dolayında ilmi toplamıştır. Son derece faydalı
olan bu eserde dilediği konuları etraflı ve güzel bir şekilde işlemiştir.[82]
Sonra Muhammed Ferid Vecdi Dâiretü'l-maârifini yazdı. Müteaddit ciltlerden oluşan
eser defalarca basılmıştır.[83] Yine
Ferid Vecdi'nin Kenzü'1-ulûm ve'1-luğa[84] adlı
eseri vardır. Bu iki eser, çağımızda kaleme alınan ve tertip, bölümlere ayırma
ve kolaylık güzelliği ile çağın ruhuna uygun ve Özlü bir ifade ile bilgilere
ulaşmayı sağlayan kitapların en faydalılanndandır. Allah onları hayırla
mükâfatlandırsın. Amin.[85]
Said b. Cübeyr şöyle
der: Bana Resulullah'tan hiçbir hadis ulaşmadı ki onu onaylayan bilgiyi Kur1
an'da bulamayayım.[86] İbn
Mesud şöyle der: "Size bir hadis naklettiğimde onun Kur'an'daki onayını da
haber veririm". Bunu İbn Ebi Hatim tahric eder. İbn Berrecân[87]
şöyle der: "Allah Resulü birşey söylememiştir ki Kur'an'da bulunmasın veya
Kur'an'da onun aslı (temeli, özü) yakın veya uzak bir şekilde mevcut olmasın.
Onu anlayan anlar, görmeyen de görmez. Resulullah'ın hükmettiği ve karara
bağladı herşeyde durum böyledir. Talip kimse bunu gayret ve içtihadı,
anlayışının miktarı ölçüsünde kavrar".
Ebu 1-Abbas el-Makkari
Ezhâru'r-riyâz'da, Ebû Zeyd Abdurrahman b. el-Kasîr el-Gırnâtî'nin, hocası Kadı
Iyâz'm eş-Şifâ'da kaydettiği Hz. Peygamber'in "O (Kur'an) haktır, şaka
değildir"[88] sözüyle ilgili olarak
eş-Şifa'nın kenarına kendi elyazısı ile yazdığı şu bilgiyi nakleder:
Abdurrahman şöyle der: Derin bilgi sahibi alimlerden ulaştıklarımızdan biri
şöyle dedi: Sahih hadisin lafzını veya lafzının bir kısmını veyahut manasını
Kur'an'da arayın, bulursunuz. Anılan söz de bu kabildendir. Hadiste geçen
"O haktır, şaka değildir" sözü de Allah Teâlâ'nın "O (Kur'an)
muhakkak (hak ile bâtılı) ayırdedici bir sözdür.'O şaka değildir"(T'arık
86/13-14) kelamı ile irtibatlıdır. İmam İbn Merzûk, hocalarından birinin çoğu
zaman hadislerin mazmununu ayetlerden çıkardığını belirterek "Sabır ilk çarpış
sırasında gerekir.”[89]
hadisini zikrederken şöyle dediğini kaydeder: Bu hadisin Kur'an-ı Kerinı'deki
benzeri "...sıkıntı, hastalık ve savaş zamanında sabredenler" (Bakara
2/177) ayetidir. Ibn Merzûk'un anlam olarak kaydedilen sözü burada sona erdi.
Derim (Makkari): Arkadaşımız ve çağdaşımız, salih ve bereket sahibi fakih,
allâme, arif sûfi Sidî Abdurrahman el-Fâsî de (Allah onu korusun) bu yolu
izlemiş olup yanında Hz. Fatıma'nın Resulullah'tan (sav) bir hizmetçi istediği
ve Resulullah'ın da onunla Hz. Ali'ye "Bu sizin için bir hizmetçiden daha
hayırlıdır"[90] buyurduğuna dair hadis
okunduğunda şöyle demiştir: Bunu onaylayan âyet şudur: "Baki kalacak olan
salih ameller ise Rabbinin katında sevapça daha hayırlıdır" (Kehf 18/46).[91]
Anne tarafından,
dedemin dedesi Ebu'1-Feyz Hamdûn Ibnu'l-Hâc'ın Nefhatü'1-miski'd-dâri adlı
eserinde[92], Ibn Hacer'in
Mukaddime'sine yaptığı manzumesindeki Allah'ın Kitabı sanki sundusten bir
dokuma Ve Resulullah'ın sozu desenli nakış sözüyle ilgili olarak, bunun şerhi
üzerinde elyazısıyla kendisinin Sahih-i Buharı'yi okuttuğunu ve her bâbda o
babın Kur'an'daki mesnedini yazdığını kaydeder. Onun oğlu ve Fas'ta guçlu
muhakkik alimlerin sonuncusu Ebû Abdullah Muhammed Tâlıb b. Hamdûn Ibnu'1-Hâc
adı geçen babasının biyografisine dair kaleme aldığı Riyâzü'I-verd'de[93]
şöyle der: O çoğu zaman Sahih-i Buharı'nin hadislerinin muhtevasını âyetle
açıklar ve her konu başlığında onun Kur'an'dan dayandığı âyeti belirtirdi. Bu,
ilimlerde derinleşmiş alimlerin metodudur.
Daha önce Suyûti'den
nakledildiği üzere Ibn Berrecân[94] -ki
530'dan (1136) sonra Merâkeş'te vefat etmiş olup Ebu'r-Ricâl diye de tanınan
arif imam Ebû'l-Hakem Abdusselam b. Abdurrahman b. Berrecân'dır[95]
-Kur'an-ı Kerım'de hadisleri destekleyen âyetlerle ilgili bir eser kaleme
almıştır. Derim: Ibn Berrecân'ın bu eseri Sahih-i Müslim'in hadisleriyle
ilgilidir. Endülüs hattıyla yazılmış bir nüshası bende bulunan ve yazarının kim
olduğunu tesbit edemediğim İbn Beşkuvâl'm Sıla'sına ait bir zeylde bu eserin
adını da öğrendim. İbn Berrecan'ın biyografisinde müellifin verdiği bilgi
şudur: O,' Müslim b. Haccâc'ın Sahih'indeki hadisleri Allah'ın kitabından
istihracı hedeflediği Kitabü'l-İrşâd'ı yazdı. Bir bazan bir ayetin nassından,
bazan mefhumundan, bazan işaretinden, birbirine uygun veya zıt düşen iki
ayetten veya birçok ayetten v.s. sana gösterir. Öyle ki işaret .edilen gayeyle
kaleme aldığı eserinin muhtevasıyla ilgili olarak şöyle der: Allah Teala'nın
Peygamberi hakkında buyurduğu "O, hevâdan konuşmaz" (Necm 53/3)
sözünün manasını göstereceğim.
Bu kitap,
müslümanların telif ettiği en nefis ve en enteresan eserlerden biri olup benim
nazarımda Huzâi'nin kitabından sonra gelir. Eğer elde edebilseydim sevinirdim.[96]
Hz. Peygamber'den
rivayet edilen hadislerin sayısını tam olarak vermenin mümkün olmadığı açıktır.
Nitekim ashabın sayısı da ancak yaklaşık olarak verilebilmektedir. Çünkü ilk
hicri yüzyılda insanlar tam anlamıyla onların sayısını tedvinle meşgul
olmadılar. Ahşabın sayısını tam olarak tesbit nasıl mümkün olabilir ki Sahih-i
Buharı de Ka'b b. Mâlikin Tebük Gazvesi'ne gidemeyişi kıssasında şöyle dediği
zikredilir: "Resulullah'la birlikte bulunan müslümanların sayısı çok olup
onları tamamen toplayan bir kitap -ki bununla divanı kastediyor- mevcut
değildir"[97]. Irâki'nin Elfiyye'sinde
şöyle denir:
Tam olarak sayılamaz
onlar, çıktı
Yetmiş bini Tebük
seferine, katıldı
Hacca kırk bini ve
Allah Resulü vefat ettiğinde
Bu iki sayının toplamı
ve artı dört bin ashabı vardı.[98]
Bununla birlikte
ashapla ilgili olarak yazılan eserlerde toplam sayılan on bini bulmamaktadır.
Bunun da sebebi insanların ilk yüzyılda ashabın sayısı ve kaydedilmeleri
konusunda eser yazmakla ilgilenmemeleridir. Fakat imamların belledikleri
miktardan hareketle hadislerin sayısını yaklaşık olarak çıkarmak mümkündür.
Hafız îbn Nâsiriddin ed-Dımaşkî'nin Şerhu Bediiyyeti'l-beyân'ında şu bilgi
verilir: Mütekaddi-min muhaddislerin belledikleri hadis sayısına gelince,
Ebubekir b. Abdullah b. Ebi Şeybe'nin belirtiğine göre yirmi bin hadisi imlâ
yoluyla yazmayan kimse hadis sahasında yetkili ve mahir kimse (sâhibu hadis)
sayılmazdı.[99]
İmam Ebû Tâlib
el-Mekkî'nin Kûtü'l-kulûb'unda (I, 147) şu bilgi verilir: İmam Ahmed b.
Hanbel'e "kişi yüz bin hadis yazınca fetva verebilir mi?" diye
soruldu, o "hayır" dedi. "Ya ikiyüz bin hadis?" diye
soruldu, yine^ "hayır" karşılığını verdi. "Ya üçyüzbin hadis?"
denildi, "umarım" diye karşılık verdi.[100]
Suyûti'nin Simam müşteha'1-ukûl fi münteha'n-nukûl adlı eserinde de şu bilgi
verilir: "Ebû Zur'a bir milyon hadis bellemişti. Buhari bunun onda biri
olarak yüz bin hadis hıfzetmişti. Bu sayının tümü İmam Ahmed b. Hanbel'in
bellediklerinden bir bölümdür."
Gıdâü'l-elbâb'da
kaydedildiği üzere Abdülvehhâb el-Verrâk şöyle der: "Ahmed b. Hanbel
gibisini görmedim." Kendisine "diğer gördüğün kimselerden üstün
olarak onun ilim ve faziletinden gördüğün nedir?" diye sordular, şu
karşılığı verdi: "Bir adam ki kendisine altmış bin mesele soruldu, hepsine
de "bize haber verdi, bize anlattı, rivayet ettik" şeklinde cevap
verdi". İmam Sarsarı[101] de
Lâmiyye'sinde şu sözüyle buna işarette bulunur:
Bİr milyon müsned
hadis belledi
Nakleden bir kalple
ezberleyip tesbit etti
Verdi cevap altmış bin
meseleye
"Bize haber
verdi" ile, değil sayfalardan nakille.
Seffârîni Şerhu
Manzûmeti'l-âdâb'da (II, 359) şöyle der: Dünyada hiçbir imamın bunu yaptığı
bilinmemektedir. Seffârini, c. II, s. 369'da da İbnü'l-Cevzî'nin
Saydu'l-hâtır'ından şu bilgiyi nakleder: "İmam Ahmed Müsned'i derlemek
için dünyayı iki defa dolaştı.[102] Bir başka yerde "Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'i mükerrerler dışında otuz bin hadisi, Tefsir'i ise yüzyirmi bin hadisi
ihtiva eder[103]", bir diğer yerde
de şöyle der: Aralarında îbn Hacer el-Askalânî'nin de bulunduğu hafızlardan
birçoğu şöyle demişlerdir:
"İmam Ahmed b.
Hanbel'den başka hiçbir kimse Allah Resulü'nün sünnetini tam bellemiş (ihata
etmiş) değildir." Seffârîni şöyle der: Bu, onun kendisiyle bu ümmetin
diğer insanlarından, imamların geçenleri ve geleceklerinden üstünlüğe sahip
olduğu övünmeğe değer bir husustur (I, 258).
Derim: Bu bilgiye ve
bütün sünneti ihata eden kimsenin lakabı olan hâkim vasfına sahip kimsenin
mevcut olmadığı ve olamayacağı şeklinde alimlerin söylediği söze bakın. Hafız
İbn Hacer'in yukarıda anılan sözü nerede kaydettiğine bakmalı. Ancak ondan
nakilde bulunan, söylediğinden emindir. Keşüuzzunûn'da müellif
Cem'u'l-cevâmi'den sözederken şöyle der: "Bütün rivayet ve mesmûâta
ulaşmanın imkânsızlığı sebebiyle, bütün hadisleri ihata ve istiab iddiasına
imkân yoktur"[104]
Hafız Suyûti Tedrîbü'r-râvi'nin başında (s. 8) şöyle der: Hafız ların
belledikleri hadis sayısıyla ilgili olarak söylenen sözlerden bazıları
şöyledir: Ahmed b. Hanbel "Müsned'i yediyüz elli bin hadisten seçtim"
der. Ebû Zur'a er-Râzî de "Ahmed b. Hanbel bir milyon hadis
ezberlemişti" demiştir. Kendisine "bunu nereden biliyorsun?"
diye sorulduğunda, "onunla müzakerede bulundum, bazı konulardaki hadisler
üzerine onunla tartıştım." Yahya b. Main "elimle bir milyon hadis
yazdım", Buhari "Yüz bin sahih hadis, ikiyüz bin da sahih olmayan
hadi bellemişimdir", Müslim "bu sahih m ü s n e d i[105]
üçyüz bin dinlenmiş hadisten derledim", Ebû Davud "Resulullah'tan
(sav) nakledilen beşyüz bin hadis yazdım ve es-Sünen'in ihtiva ettiği hadisleri
bundan seçtim" ve Hâkim de el-Medhal'de şöyle der: Hafızlardan biri beşyüz
bin hadis ezberledi. Ebû Ca'fer er-Râzî'yi şöyle derken duydum: Ebû Abdullah b.
Vâre'yi şöyle derken duydum: Ben Nisabur'da Ishak b. İbrahim'in yanındaydım,
Irak'lı bir adam şöyle dedi: Ahmed b. Hanbel'i şöyle derken duydum:
"Hadislerden yediyüz küsur bini sahih 'tir, şu genç -Ebû Zur'a'yı
kastederek- yediyüz bin hadisi ezberlemiştir." Beyhaki şöyle der: Ahmed b.
Hanbel, bununla hadisler, sahabe ve tabiin sözlerinden sahih olanları
kastetmiştir.[106]
Derim: Allah Hafız
Beyhaki'ye rahmet etsin. O, Ahmed b. Hanbel'in sözünü açıkladığı bu ifadeyle
kalpten gamı ve dinden de en büyük kınamayı giderdi. Şimdilerde fıkıhla
ilgilenenlerin birçoğu, Allah'ın dini korumayı tekeffül etmesine rağmen,
"bu kadar hadis şimdi nerededir, tedvin edilmedi mi?" demektedirler.
Beyhaki açıkladı ki bu büyük rakamlardan maksatları sünneti, ashab ve tabiinin
â s â r 'ını kapsayan rivayetlerdir. Yahut da onlar bununla hadisin çeşitli rivayet
yollarını kastediyorlar ve her bir yolu bir hadis sayıyorlardı, Bazan hadis bir
tane olur da rivayet yolları, lafızlarının farklılığı ve onu rivayet edenlerin
çokluğu bakımından bir tek hadis yüz hadis sayılır. Çünkü onlar şöyle derlerdi:
Biz bir hadisi yirmi yoldan ( v e c i h
) yazmazsak onu tanıyanlayız.
Hafız İbnü'l-Cevzî'nin
Saydu'l-hâtır[107] adlı eserinin 175.
faslında şu bilgi verilir: Benimle hadis alimlerinden biri arasında İmam Ahmed
b. Hanbel'in "Resulullah'tan (sav) yedi yüz bin hadis sahih olarak nakledilmiştir"
sözüyle ilgili olarak bir konuşma geçti. Ben ona şöyle dedim: "Ahmed b.
Hanbel bununla hadislerin rivayet yollarını (tarik) kastetmiştir". O ise
"hayır, metinleri kastetmiştir" dedi. Ben de "bu, tasavvuru uzak
bir yorumdur" dedim. Sonra Ebû Abdullah el-Hâkim'in, bu şahsın söylediğini
destekler mahiyette bir sözünü gördüm. Şöyle ki o Kitabü'l-Medhal ila Kitabi
'1-Iklîl 'de şöyle der: "Resuhıllah'ın hadisleri on bine ulaşmaz, demek
nasıl caiz olur? Kendisinden erkek ve kadın dörtbin ashabı rivayette
bulunmuştur. Bunlar Mekke'de ve sonra da Medine'de yirmi küsur yıl kendisine
arkadaşlık etmiş, şer'î hükümlerden ayrı olarak diğer sözlerini, fiillerini,
uykusunu, uyanışını, hareketlerini v.s. bellemişlerdir." Tartıştığımız zat
Ahmed b. Hanbel'in şu sözünü delil getirdi: "Resulullah'tan yediyüz bin
sahih hadis nakledilmiştir. İshak b. Râhûye ezberinden yetmiş bin hadis i irf 1
â ettirirdi. Ebü'l-Abbas Ibn Ukde şöyle der: Ehl-i Beyt'e ait üçyüz bin hadis
bellemişimdir". Ben de şöyle dedim: Bu söylenenlerle metinlere işaret
edilmiş olması uygun değildir. Bu gerçeğin Hâkim tarafından nasıl farke
dilmediğin e hayret ettim. O bilmektedir ki mevcut m ü s n e d 'lerin en
kapsamlısı Ahmed b. Hanbel'inki olup onu derlemek için iki defa dünyayı
dolaşmıştır. Müsned'i, onbini mükerrer olmak üzere kırkbin hadisten
oluşmaktadır. Ahmed b. Hanbel onu yediyüz elli binden fazla hadisten
derlediğini söyler. Dikkatli biri, onun bununla rivayet yollarından başkasını
kastetmediğini anlamaz olur mu? Eğer yediyüz elli bin hadis Allah Resulü'nün
(ayrı ayrı) sözleri olsaydı, bunlar nasıl zayi oldu ve niçin ihmal edildi?
Hepsi de Ahmed b. Hanbel'in zamanına ulaştığı halde onlardan seçimde bulunup da
gerisini attı mı? Oysa hadis alimleri mevzu (uydurma) ve yalan haberleri bile
yazmışlardır. Bunları rivayet eden sahabilerin tabiine nakletmeden vefat
ettiklerini söylemek de yakışık düşmez. Çünkü bu rivayetler Ahmed b. Hanbel'e
ulaşmış olup bu şekilde birden yokolup gitmeleri düşünülemez. Ayrıca
bilinmektedir ki o eğer sahih hadisleri, muhalfarz mevzu rivayetleri ve
Resulullah'tan (sav) nakledilen herşeyi toplamış olsaydı yine elli bini
bulmazdı. Gerisi ne oldu? Bu hadislerin tabiin sözü olduğu da söylenemez. Çünkü
fıkıh alimleri onların görüşlerini naklederek- kaleme almış ve bunlara göre
amel etmiş olup bu görüşleri terk de bu bakımdan sözkonusu değildir. O halde
her akıl sahibi anlar ki Ahmed b. Hanbel o sözüyle rivayet yollarına işaret
etmiştir. Hâkim'in vehmettiği yorum ise doğru değildir. Eğer bu itiraz
kendisine arzedilip "geri kalanı nerede?" denilseydi, verecek cevabı
olmazdı. Fakat kavramak nadir birşey olup başarıyı lütfeden Allah'tır.[108]
İbnü'l-Cevzî'nin sözleri özetle verilmiştir.
İmam Ebü'l-Hasan
es-Sindi el-Medeni, Ahmed b. Hanbel'm Müsned ine yaptığı haşiyesinde[109],
Tîbi'nin Şerhu'l Mişkât'mdan[110] naklen
Ahmed b. Hanbel'in "hadislerden yediyüz bini sahihtir" sözünü
verirken hemen ardından "bu sayı ile kastedilen, hadislerin rivayet
yollarıdır, metinleri değil" der. Bu bilginin aslı, el-Hitta (s. 26)
müellifinin kendisinden naklettiği üzere Seyyid el-Cürcâni'ye aittir.[111]
Keşfuzzunûn'da müellif bu sayılardan bazılarını verdikten sonra şöyle der: Bu
sayılar gerçek anlamda olmayıp bundan kasıt sadece çokluk ifade etmektir.[112]
Makbilî el-Yemeni el-Alemü'ş-şâmih fi îsâri'1-hak ale'1-âbâ ve'1-meşâyih adlı
eserinde Suyûti'nin biyografisinde (s. 392), Suyûti'nin ikiyüz bin hadis
ezberlediğini kaydettikten sonra şöyle der: "Bugün bundan daha fazla hadis
ezberleyen kimse bulunduğunu sanmıyorum. Daha önce verilen bilgiler de gözönüne
alındığında onun bellediği hadis sayısının ikiyüz bin olduğu anlaşılmaktadır.
Bu da bazı muhaddislerin diğerlerinden naklen onun altıyüz bin hadis
ezberlediğini kaydetmiş olmalarıyla çelişmez. Çünkü muhaddisler bir tek hadisi,
rivayette bulunan sahabiye nisbetle tek hadis kabul ederler. Buna göre (metni
aynı olan) bir tek hadis Suyûti'nin kitabında rivayet eden sahabîlere nisbetle
bazan dört, on veya altmış hadis olur. Ashaba mevkuf olan hadislerde de durum
böyledir. Yanlış yorumda bulunmamak için bizim zikrettiğimize dikkat et".
Münâvi, eş-Şemâil'e
yazdığı şerhin başında, muhaddislerin ıstılahında "h â f ı z"ı, tarif
ederken şöyle der: Hafız, isterse rivayet yollan (t a r i k ) ve isnadlann
birden fazla olması suretiyle olsun, metin ve sened olarak yüzbin hadis ezberleyen
kimseye denir.[113]
Böylece selefin bellediği hadislerin yekûnu ve bunun şimdi mevcut ve tedvin
edilmiş bulunanlara nisbeti hususu anlaşılmış olur. Yahut da onların bu çok
sayıyla kastettikleri, ister sahih olsun ister olmasın, rivayetlerin tümüdür.
Çünkü gerek sağlığında gerek vefatından sonra birçokları Allah Resulü'ne (sav)
yalan haber isnad etmişlerdir. Yahut da bununla kastettikleri, amelle birlikte
olsun veya olmasın bütün rivayetlerdir.
Ebû Abdullah Muhammed
b. Abdüsselam en-Nâsırî ed-Der'î'nin er-Rihletü'l-kübrâ'smda şu bilgi verilir:
Ahmed b. Hanbel mutlak olarak dünyanın (en büyük) hafız ıdır. Müsned i buna
tanıklık eder. Ona rivayet edilen hadis sayısının ne kadar olduğu sorulduğunda,
sahih ve zayıf olarak bir milyon ikiyüz bin olduğunu söyledi. Bunları kimin
bellediği sorulduğunda da şu karşılığı verdi: Ben. Şu genç de -Ebû Zur'a
er-Râzî'yi işaret ederek- üçte ikisini bellemiştir.
Fakih, vaiz ve nahiv
alimi, muhaddislerin kınından sıyrılmış kılıcı olan Ebû Muhammed Abdülkâdir b.
Abi'l-Kâsıra el-Irâkî, seleflerinden biri tarafından yazılmış Ahmed b.
Hanbel'in Müsned'inin bende mevcut bir nüshasının başında kendi elyazısıyla bu
bilgiyi verdikten sonra şöyle der: Arkadaşımız el-Havdî, Ahmed b. Hanbel'in
ezberlediklerinin üçte ikisi olarak Ebû Zur'a er-Râzî'nin ezberlediği sekizyüz
bin hadise şu sözüyle işaret eder:
Ya da bir milyon, İbn
Hallikân'ın dediği gibi
Rabbim rahmet eyle
temel dayanak olan imamlara.[114]
Fakat Havdi, Ahmed b.
Hanbel'in yalnız yüzbin hadis bellediğini söylemiştir. Manzumesinin şerhinde
ise şöyle der: Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde kırk bin hadis mevcut olup
hadislerin sahih olup olmadığına bakmadan yalnızca terki konusunda alimlerin
birleşmedikleri rivayetleri tahric etmiştir. Aksini iddia edenler olmakla
birlikte Müsned'deki hadislerin hepsi
sahih değildir.
Ebü'l-Hasan es-Sindî
tarafından Ahmed b. Hanbel'in Müsned'ine yapılan haşiyede, Müsned'deki
hadislerin sayısıyla ilgili olarak İbn Asâkir'den şu bilgi nakledilir:
"Müsned'deki hadislerin sayısı, tekrarlar ve oğlu Abdullah'ın ilaveleri
dışında otuz bine ulaşmaktadır." Sonra da Müsned'le ilgili olarak Ahmed b.
Hanbel'in şöyle dediğini nakleder: "Bu kitabı yediyüz elli bin hadisten
derledim. Resulullah'm hadislerinden müslümanların ihtilafa düştükleri hadis
için ona bakınız, eğer hadisi onda bulursanız ne âlâ, aksi halde o hadis hüccet
sayılmaz."[115]
Sıddık Hasan Han
el-Hindî'nin el-Hıtta'smda Ebü'l-Mekârim Ali b. Şihâb es-Sıddıkî'nin şöyle
dediği nakledilir: "Anlaşılan şudur ki bu söz İmara Ahmed'e isnadla
uydurulmuştur. Çünkü sahih hadis kitaplarında bazı hadisler var ki sıhhatleri
konusunda icma bulunduğu halde Müsned'de mevcut değildir"[116]
Yine bazı alimlerce sahih sayılan bir takım hadisler var ki içtihad ve
anlayışların farklılığı sebebiyle başkaları tarafından hüccet sayılmaz.[117]
Fas ve Mağrib'in
hafızı Ebü'1-Alâ el-Irâkî el-Hüseynî'nin imlasından nakledilen bir kayda vakıf
oldum ki şöyledir: "Ahmed b. Hanbel şöyle dedi:
Hz. Peygamber1 den
rivayet edilen hadislerin toplam sayısı bir milyon ikiyüz bindir. Şu adam -Ebû
Zur'a er-Râzi'yi işaret ederek- bunlardan sekizyiiz binini hıfzetmiştir. Geri
kalanı hakkında ise söz söylenmiştir (tenkid edilmiştir)". Münâvi,
Beyzâvi'den şöyle dediğini nakleder: "Resulullah'tan rivayet edilenlerin
hepsi doğru ve kendisiyle istidlal caiz olan hadis değildir. Ahmed b. Hanbel,
Şu'be, Buhari ve Müslim'den, hadislerin yarısının yalan olduğunu söyledikleri
rivayet edilir. Hadis uyduranların sayısı üçyüz küsurdur. Bunlardan beş
tanesinin uydurduğu hadis sayısı ise otuzbeş bindir". Fas muhaddisi Ebû
Abdullah Muhammed b. Kasım el-Kassâr, Hammâd b. Zeyd tarafından haber verilen
mevzu (uydurma) hadislerin sayısıyla ilgili olarak birinin şu şiirini okudu:
Takva sahibi Hammâd b.
Zeyd dedi
Tamamı uydurulan
hadislerin
Kerim Peygamberimize
isnadla
Oniki bin hadistir ki
muteber sayılmaz hepsi de.
Hâfiz Irâki şöyle der:
Ukayli, Hammâd b. Zeyd'e ulaşan senediyle, onun şöyle dediğini rivayet eder:
Zındıklar Allah Resulü'ne isnadla ondört bin hadis uydurmuşlardır.[118]
Mağrib'in iftiharı Kadı Ebubekir İbnu 1-Arabi el-Meâfirî şöyle der: "Allah
Teâlâ, Hz. Peygamber'in hadislerini muhafazayı teminat altına almamış, "O
zikri (Kur'an'ı) biz indirdik, onun koruyucusu da elbette biziz" (Hıcr
15/9) âyetinin yorumuyla ilgili olarak ulema arasındaki görüş ayrılıklarıyla
birlikte, yalnızca Kur'an'ı teminat altına almıştır."[119] Bu
bilgi onun el-Kavâsım ve'1-avâsım adlı kitabından kendi lafzıyla
nakledilmiştir.[120]
Hafız Celâlüddin
Abdurrahman b. Ebubekir es-Süyûtî, 10934 hadisi ihtiva eden el-Câmiu's-sağir
adlı eserinin başında şöyle der: Bu kitapta Nebevi sözlerden binlercesini, ve
Hz. Mustafa'ya (sav) ait hikmetlerden çeşit çeşit topladım ve yalnız veciz
hadislerle yetindim. Allah Resulü'nden nakledilen haberlerin kaynağından
halisini özetledim, tahricleri kaydetmede son derece gayret gösterdim ve bu
kitabı herhangi bir yalancı veya uydurmacının ortaya koyduğundan korudum.
Böylece el-Fâik[121] ve
eş-Şihâb[122] gibi bu türde kaleme
alınmış kitaplardan ustun olan eser, kendisinden önce hiçbir kitapta bulunmayan
hadis mesleğinin nefis örneklerini ihtiva etmektedir. Eseri el-Câmiu's-Sağir
diye adlandırdım. Çünkü, bu butun Nevebi hadisleri toplamayı hedeflediğim ve
Cem'u'l-cevâmi diye adlandırdığım buyuk kitaptan yapılmış bir seçmedir.[123] Münâvi
bu esere yaptığı buyuk şerhte Suyûti'nin "bi-esrihı" sözü ile ilgli
olarak şöyle der: Yani hepsini. Bu gerçekte mevcut olan hadis sayısını ifade
bakımından olmayıp müellifin muttali olduğu miktar bakımındandır. Çünkü
hadislerin hepsine ulaşması ve eğer tamamlansaydı -ki tamamlayamadan ecel
kendisine ulaşmıştır- adı geçen el-Câmi'in[124]
ihtiva ettiğinin ötesinde hadislere muttali olması mumkun değildir.[125]
Derim: Adı geçen
Cem'u'l-Cevâmi kitabı islam toplumunda benzeri yazılmamış değeri buyuk bir
eserdir. Yaklaşık sekiz kalın ciltten meydana gelmiş olup[126]
nübüvvet sözlerini etraflıca araştırmış ve insanlara yüce Peygamberlerinin
kelamına vukufu kolaylaştırmış, onlara bu sözleri tahric edenleri, isnadlannm
kaynaklarını ve ravilerini tanıtmıştır. Kendisinden sona gelen butun
muslumanlara yaptığı iyilik buyuk olup ona teşekkür ve bu iyiliğini itiraf
etmek imanın halisliğindendir. Munazaracı alım Şeyh Salih el-Makbilî el Yemeni
el-Alemü'ş-şâmih adlı eserinde şöyle der: "Faydası dinde görülen ve doğru
yolu bulanlardan başaranların kendisinden faydalandıkları bir üstünlüğü
sonradan ortaya koyan kimselere Allah lutufta bulunagelmiştir. Nebevi hadisleri
bu enteresan şekilde toplamaya kimsenin teşebbüs etmemiş olmasını garip buluyor
ve bunun gerçekleşmesini temenni ediyordum. Bu, muhtemelen Allah'ın muteahhirin
ulemadan biri için sakladığı bir yüceliktir diyordum. Derken gordum ki Allah
Teâla, bu konuda hemen hemen eşi görülmemiş biri olarak bunu el-Câmiu'l-kebir
adlı eseriyle imam Suyûtı'ye lütfederek kendisim buna ehil kıldı. O bu gayeyi
bu eseri ile el-Câmiu's-Sağir'in başında açıkça belirtmektedir" (s. 392).
imam Ibnu'l-Hindî de Kenz'ınin başında, imamların kaleme aldıkları birçok
hadis kitabını gördüğünü, fakat bunların içinde faydasının çokluğu ve
lafızlarının güzelliğiyle birlikte müellifin sünnetin esaslarını açıkladığı ve
mahirane bir şekilde ele aldığı bu eserden daha kapsamlısına rastlamadığım
söyler.
Derim: Şu da adı geçen
Cem'u'l-cevâmi'in onsozundeki ifadelerdir: Bu değerli ve önemli bir kitaptır.
Taşıp yükselen bir oz, butun Nebevi hadisleri tekeffül eden bir eserdir. Bu
kitapta butun Nebevi hadisleri toplamayı amaçladım ve yüce musned kitaplarının
kapıları için bir anahtar olmaya amade kıldım. İki kısma ayırdım. Birinci
kısımda Hz. Peygamber'in (sav) sözünü kendi metniyle veriyor, her yüzüğüne
kendi kaşını takıyorum. Hadisin metninden sonra, hadisin sahih, hasen ve zayıf
oluşunun anlaşılacağı bir yol izleyerek, muteber kitapların müellifi
imamlardan kimin o hadisi tahric ettiğini ve ashaptan kimlerin onu rivayet
ettiklerini birden ona kadar veya daha fazla sayıda zikrediyorum. İkinci
kısımda ise yalnız fiilî hadisleri yahut bir söz, fiil, sebep, müracaat veya
benzeri bir hususu kapsayan hadisleri veriyorum. Eseri sahabe müsnedlerine göre
düzenledim ve Cem'u'l-cevâmi diye adlandırdım.[127]
Büyük tarihçi ve fakih
Ebû Muhammed Abdüsselam b. Hayyât el-Kâdirî el-Fâsî'nin
et-Tuhfetü'1-Kâdiriyye'sinde, Mağrib'de şeyhülislam olan Ebû Abdullah
el-Kassâr'ın Suyûti'yle ilgili olarak şöyle dediği kaydedilir: "Hiç kimse
hadisleri güzel tertip ve düzenlemesiyle birlikte onun sözkonusu eserinde
derlediği gibi derlememiştir". Bu eserin bir başka yerinde de şöyle denir:
Hadisleri onun bu eserde derlediği gibi kimse derlememiş, kimse onun
araştırdığı gibi araştırmamıştır. Muhaddislerin hafızlarından birçokları, hadis
metinlerini her hangi bir i s n â d ını anmadan mürsel ve muallak olarak
vermişlerdir. Suyûti ise hadisleri başka yollardan isnadları ve m ü t â b i
leriyle tahric etti ve mertebeleriyle ilgili hükmü açıkladı.
el-Câmiu'1-kebir'deki
hadislerin sayısı, Hafız Ebü11-Alâ el-Irâkî'nin ed-Dürerü'1-levâmi alâ ahâdisi
Cem'i'l-cevâmi adlı eserinin başında geçtiği üzere yüz bindir. Suyûti'ye ait
bir risalenin kenarında, onun eserlerinin sayısıyla ilgili olarak doğulu
alimlerden birinin koyduğu notta, bu Cem'u'l-cevâmi'in adının karşısında şu
bilgiyi gördüm: "Allah rahmet etsin bunu tamamlayanı ad an vefat etti. Bu
eserde, her biri hakkında değerlendirmede bulunarak yüzbin hadisi toplamıştır.
Gayesi bunda bütün Nebevî hadisleri toplamaktı, fakat başaramadan ecel
kendisine yetişti".
Bendeki mecmualardan
(koleksiyon) birinde, Suyûti'nin bir talebesinden nakledilen şu bilgiyi gördüm:
"el-Câmiu'1-kebir'deki hadislerin sayısı seksen bin,
ed-Dürrü'1-inensûr'undaki hadis sayısı ise otuzüç bindir". Allâme müksir
müsnid Ebü'l-Abbas Ahmed b. Kasım b. Mun*ammed Sâsî el-Bûnî et-Temimî'nin
Sebt'inde[128] Suyûti'yi anarken şöyle
dediğini okudum: "Suyûti'nin ezberlediği hadis sayısı üçyüz bindir. O
şöyle der: 'Eğer daha fazla bulsaydım ezberlerdim.' Onun gayesi bütün hadisleri
bir kitapta toplamaktı. Seksen bin hadisi el-Câmiu'1-kebir'inde topladı ve
vefat etti. Allah bütün hadislerin bir kitapta toplanmasını murad
etmemişti".
el-Câmiu'1-kebîr in
bizdeki nüshasının başında, Suyûti'nin bu eseri derlerken mütalasını
tamamladığı eserlerin bir listesi mevcuttur. O şöyle der: "Hedeflediğim
şekilde bu kitabı tamamlamadan önce ecel yetişmesinden korkuyorum. Allah ona
zeyl yazacak birim lütfetsin; o kimse benim mütalasını bitirdiğim kitapları
bilirse onlara bakmağa ihtiyaç duymaz, diğer kitaplara bakar." Suyûti
burada seksen kitap sayar, sonra el-Câmi'de geçip de bu başlık altında
anılmayan eseçler için bir başka fasıl açar. Burada da yetmiş altı kitabın adım
verir.[129]
İslam ümmetinin güç ve
ilimde geri kalmasından dolayı, Fas'ın iftiharlarından Ebü'1-Alâ el-Irâkî
el-Hüseynî el-Fâsî (ö. 1183/1769) dışında doğu ve batı İslam dünyası
alimlerinden Cem'u'l-cevâmi'e zeyl yap.an kimse olduğunu hatırlamıyorum. O adı
geçen el-Câmî'e büyük ihtimam gösterdi ve el-Câmiu'I-kebir'de tahricleri
bulunan kimseleri tanıtan bir eser kaleme aldı. Bu eser temize çekilmiş halde
bende mevcuttur.[130]
Ebul-Alâ ed-Dürerü'1-levâmi fi'1-kelâm alâ aha di s i Cem'i'l-cevâmi adlı
tamamlayamadığı bir eser de telif etmiş olup müellifin kendi yazısıyla yazılmış
bir kısmı bende bulunmaktadır.[131]
Hocalarımızın hocası allâme Ebû Muhammed Velid b. El-Arabî el-Irâkî
ed-Dürrü'n-nefîs'te, Kadı İbnü'1-Hâc da el-Işrâfta[132]
Ebü'1-Alâ el-Irâki'nin biyografisini verirken zikrettikleri gibi o
Cem'u'l-Cevâmi'e zeyl yapmıştır. Fakat bu her iki müellif de onun ne kadar
ilavede bulunduğu ve eserin mahiyeti hakkında bilgi vermemişlerdir. Adı geçen
hafızın Selvetü'l-enfâs'taki biyografisinde ise Suyûti'nin el-Câmiu'1-kebir'ine
beşbin küsur hadis ilave ettiği kaydedilmektedir. Selvetü'l-enfâs müellifi
anılan zeyli er-Risâletü'l-mustatrafe'sinde zikretmeyi ihmal etmiştir.
Kendisiyle şifahen görüştüğüm üzere bunu sanki mezkur zeylin Irâki tarafından
müstakil olarak yazılmayıp kendisindeki Cem'u'l-cevâmi nüshamın kenarına
ilaveler yapılması şeklinde olmasından dolayı yapmıştır. Sonra, doğuda
hafızların sonuncusu Şeyh Murtaza ez-Zebidî el-Mısrî'nin Mucem'inde adı geçen
Ebü'1-Alâ el-Irâkî'nin biyografisini verdiğini ve onu asrın hanzi olarak
nitelendirdikten sonra şöyle dediğini gördüm: Ebu'l-Alâ'nın devamlı
talebelerinden biri olan arkadaşımız Muhammed b. Abdüsselam b. Nasır[133],
onun bu konudaki vukufu, z abı tveh ı fz ı nın güzelliği ile ilgili olarak şu
hayretamiz şeyleri anlattı: O, Suyûti'nin eİTCâmiu'l-kebir'ini okuttuğunda ona
yaklaşık onbin kadar hadis ilave etti. Hadisleri kendi nüshasının kenarına
kaydederdi. Eğer bunları bir kitaba aktarsaydı bir cilt ederdi". İbn
Abdisselâm en-Nâsırî, Ebü'1-Alâ el-Irâkî'yi insanların en iyi tanıyanıydı.
Çünkü ondan ders aldı, durumunu tanıdı, onu ve eserlerini derinliğine
bilenlerin vasfetmesiyle vasfetti.
Sonra adı geçen İbn
Abdisselam en-Nâsırî'nin, hocalarından icazet istemesi üzerine onların kendi
elyazılarıyla verdikleri icazetlerini ihtiva edten Künnâşe'sini gördüm.
Bunlardan biri de hocası adı geçen Irâki'den İcazet isteği ve bunun ardından
onun elyazısıyla kendisine verdiği icazetiydi. Orada hocası Irâki'yi şu övücü
ifadeyle vasfeder: Cem'u'l-cevâmi müellifi bütün hadisleri topladığını ileri
sürdü. Sonra adı geçen hoca asıl eserin kenarında bulunan külliyetli miktarda
hadisi hafızasından ilave etti ki sayısı on bine ulaşmaktadır." İbn
Abdisselam en-Nâsıri'nin icazet isteğinde geçen sözleri burada sona erdi. Orada
kendi elyazısıyla bir istidradı var ki hocası Irâki kendi elyazısıyla düzeltip ilavede
bulunmuştur. Anılan bilgileri ihtiva eden icazet isteği ile diğerlerinin
ardından hocası Irâki'nin kendi elyazısıyla icazeti bulunmaktadır. Bu,
muhtemelen onun yazdığı son icazettir.
İbnü'l-Hindî el-Mekkî
diye tanınan Şeyh Ali el-Müttakî, Cem'u'l-cevâmi ile el-Câmiu's-sağir'i
müteaddit kitaplarda fıkıh bâblarına göre düzenledi ki bu eserlerin en büyüğü
Kenzü'I-ummâl'dir. Musahhihinin saydığına göre 45959 hadis ihtiva etmektedir.[134]
Halbuki İbnü'l-Hindî kitabın başında şöyle der: Kim bu kitabı elde ederse,
Cem'u'l-cevâmi'i bâblara ayrılmış olarak ve onda bulunmayan birçok hadisle
birlikte elde etmiş olur. Çünkü Suyûti (Allah rahmet etsin) el-Câmiu's-sağir ve
zeyline Cem'u'l-cevâmi'de bulunmayan hadisler ilave etmiştir.[135] Kim
Cem'u'l-cevâmi'de daha önce geçtiği üzere seksen bin veya daha fazla hadis
bulunduğunu ve İbnü'l-Hindî'nin Kenzü'l-ummâl'inde de kırk altı bin kadar hadis
olduğunu bilirse, şu husus ortaya çıkmış olur: Ya elimizde mevcut
Cem'u'l-cevâmi nüshası mezkur miktarı ihtiva etmeyip yarısını kapsıyor veya
İbnü'l-Hindî ondaki mükerrerleri v.s. atmıştır. Bu daha yakın bir ihtimal
olmakla birlikte bu eseri inceleyen kimse onda çok sayıda mükerrer bulur ki
sağladığı fayda da azdır. Muhtemelen asıl esere bu suretle belirsizlik ve
tereddüt eklemiştir. Öyle ki bazan asıl esere müracaatla hadisi bulmak kolayken
bunda o kolaylık mevcut değildir.
Bu Kenzü'l-ummâl'in
Muntahabu Kenzi'l-ummâl adlı bir muhtasarı olup Ahmed b. Hanbel'in Müsned'înin
kenarında Mısır'da basılmıştır.[136]
Allame Şemsüddin eş-Şevberî el-Mısrî'den nakledildiği üzere adı geçen muhtasar
otuziki bin tekrarsız hadis ihtiva etmektedir.
Tenbih:
el-Câmiu'1-kebîr'in adı, daha önce kendi Önsözünden de naklen kaydedildiği
üzere Cem'u'I-cevâmi'dir. Ebü'1-Alâ el-Irâkî'nin ed-Dürerü'l-levâmi'inin
başında şöyle denir: O Cem'u'l-cevâmi olup yaygın olarak el-Câmiu'1-kebir
adıyla bilinir. Ebü'1-Alâ ed-Dürer'in kenarına kendi elyazısıyla şunu da
yazmıştır: "Buna bak, bu adlandırma İbn Hacer tarafından kendi eserine
yapılmış olup Suyûti ise eserini Cem'u'ul-cevâmi diye adlandırmıştır".
Muhtemelen el-Cânıiu's-sağir'le Cem'u'l-cevâmi'i ayırmak için el-Câmiu'1-kebir
adıyla meşhur olmuştur. Doğrusunu en iyi Allah bilir. İbn Hacer'e ait olduğu
zikredilen el-Câmiu'1-kebir ise el-Câmiu'l-kebir fi süneni'l-beşîri'n-nezir
adlı eseri olup[137]
Münâvi Tavdihu'n-Nuhbe'ye[138]
el-Yevâkit ve'd-dürer fî şerhi Nuhbeti ibn Hacer[139]
adıyla yaptığı şerhte ibn Hacer'in eserleri içinde kaydetmektedir. Bu eser
Keşfuzzunûn müellifi tarafından zikre dilmemiştir. Ebü'1-Alâ el-Irâkî'nin
aslında bu adlandırmanın Buhari'ye ait olduğunu söylemesi gerekirdi. Zira
Keşfuzzunûn'da şu bilgi verilir: el-Câmiu'1-kebir fî'l-hadis, Buhari'ye ait
olup bunu İbn Tâhir zikretmiştir.[140]
Başka bir tenbih: Şeyh
Ebü'l-Abbâs el-Bûnî'nin Fihris'inden naklen Hâfiz Suyûti'nin ezberinde bulunan
hadislerin üçyüz bine ulaştığı daha önce kaydedilmişti. el-Alemü'ş-şâmih adlı
eserden naklen verilen bilgiye göre ise bundan daha azdı. Mahir allânıe Ebû
Abdullah Muhammed b. Abdülkâdir el-Fâsî'nin kendi elyazısıyla Suyûti ile ilgili
olarak Şa'râni'nin orta Tabakalından naklen şu bilgiyi verdiğini gördüm: Suyûti
şöyle der: "Hafız îbn Hacer ikiyüz bini aşkın hadis, Şeyh Osman ed-Diyyemî
de yirmi bin hadis ezberlemişti.[141] Ben
ise ikiyüz bin hadis ezberledim. Eğer daha fazla bulsaydım ezberlerdim."
Muhtemelen dünyada bundan daha çok hadis mevcut değildir. Şa'râni şöyle der:
Suyûti kendi zamanında hadis ilimleri konusunda en bilgili insan ve sağlam bir
h â f ı z di. Hadis lafızlarının g a r i b lerini ve hadislerden hüküm
çıkarmayı bilirdi. İbn Hacer, tahric edeni ve mertebeleri bilinmeyen birçok
hadis temize çekti. Suyûti onları tahric etti vehasen, zayıf v.b. mertebelerini açıkladı.
Üçüncü tenbih:
İstanbul'da basılan Keşfuzzunûn'da (I, 1185) kaydedildiğini gördüğüm eserden
başka İslam'da hadisleri toplamaya teşebbüs edip de eseri Suyûti'nin ulaştığı
sayı kadar hadis ihtiva eden kimse bilmiyorum. Keşfuzzunûn'da müellif, İmam
Hafız Hasan b. Ahnıed b. Muhammed es-Semerkandî'nin (ö. 491/1098)
Bahru'I-esânid adlı eserini anarak şöyle der: Bu, müellifin yüz bin hadis
toplayıp tertiplediği ve tehzib ettiği biAeser olup İslam'da bunun benzeri
meydana gelmemiştir. Bunu Zehebi Târihu'l-İslâm'da zikreder.[142] Bu
eserin adını şimdi bende mevcut ve 1220'de (1805) istinsah edilmiş Keşfuzzunûn
nüshasında bulamadım. Bu bilgi muhtemelen onun üç zeylinden birine aitti. Bu
zeyiller biraraya getirilip asla eklenerek basılmış ve neşri
gerçekleştirenlerin tedlisi olarak Keşfuzzunûn adı altında Hacı Halifeye nisbet
edilmiştir. Oysa insanların karışıklığa düşmemeleri için buna işaret etmeleri
gerekirdi. Keşfuzzunûn un bendeki yazma nüshasına baktım, basılı olanın üçte
biri kadar veya biraz daha fazla olduğunu gördüm. Böylece, Âkâmü'l-mercân fi
âsâri Hindistan'da geçtiği üzere Keşfuzzunûn müellifi 1067 (1657) tarihinde
vefat etmiş olmakla birlikte, matbu nüshada XI. yüzyıl sonları ile XII.
yüzyılda yaşamış müelliflere ait birçok kitabın varlığıyla ilgili karışıklık
giderilmiş oldu. Bazı kimselerin, kendisiyle mezcedilmiş şekilde Keşfuzzunûn un
üç zeyli mevcut olduğunu söylemelerini görmem de bu konuya açıklık getirmiş
bulunmaktadır. Yukarıda adı geçen Ebû Muhammed Hasan es-Semerkandî'nin
biyografisini Vefeyâtü'l-a'yân ve S al ah a d din el-Kütübî'ye ait zeyli
Fevâtü'l-Vefeyât ile İbnu s-Sübkî'nin Tabakâtu'ş-şâfiiyye'sinde aradım, fakat
bulamadım. Sonra Hafız İbn Nasır ed-Dımaşkî'nin Şerhu Bediiyyeti'l-beyân adlı
eserinde biyografisinin verildiğini gördüm. Onunla ilgili olarak şöyle diyordu:
Ebû Muhammed Hasan b. Ahmed b. Muhammed b. Kasım b, Cafer el-Kâsımî
es-Semerkandî el-Küvehmîsenî[143],
sünnetin temel direği olup Nisabur'da ikamet etti. Önde gelen ulemadan Cafer
el-Müstağfırî'nin yanında tahsil gördü, ondan ve başkalarından hadis rivayet
etti. Kendisinden de, aralarında İsmail et-Teynıî ve Vecih eş-Şahhâmî'nin[144]
bulunduğu birçokları rivayette bulundu. O değerli ve hafız bir imam, hadis için
seyahat eden güvenilir bir alimdi. Hadis dinledi, topladı ve eser kaleme aldı.
Eserlerinden biri Bahru'l-esânîd fi sıhâhi'l-mesânîd'dir. Yüzbin haberi ihtiva
etmekte olup seksen büyük cüz den meydana gelmiştir.[145]
Böylece İbn Nasır, onun eserinde yalnız bütün m e r f û hadisleri değil, a h b
â r ı , yani ashabın â s â r ı ve diğer mevkuf haberleri toplamayı da gaye
edindiğini ifade etmiş oluyor ki Suyûti'nin gayesinin daha üstün ve kapsamlı
olduğu anlaşılmaktadır.
İbn Asâkir Tarih'inde
Hafız Hüseyin b. Ahmed b. Muhammed b. Hüseyin b. Mâsercis en-Nîsâbûri
el-Mâsercisî'nin (ö. 365/976) biyografisini vererek şöyle der: Bin üçyüz cüz
den oluşan el-Müsnedü'1-kebir'i, tehzibli olarak ve ilelleri açıklayarak telif
etti. Ben ondan yüzelli cüz kadarını gördüm. Benim nazarımda, İslam'da ondan
daha büyük bir m ü s n e d telif edilmiş değildir. Onun kendi elyazısıyla bin
üçyüz cüz eden eserin, v e r r â k lann (kitap çoğaltan) yazısıyla üçbin cüz
tutacağım kesinlikle söyleyebilirim. Hz. Ebubekir'in müsnedi ilel ve
şevâhidiyle birlikte Mâsercisî'nin yazısıyla on küsur cüz tutmuşken, verrâklar
onu altmış küsur cüzde yazdılar. Bu bilgi İbn Asâkir'in Târih'inin
muhtasarından nakledilmiştir.[146]
îmam Muhammed b. İbrahim el-Vezir el-Yemenî'nin ez-Zehrü'1-bâshn fi'z-zabb an
sünneti Ebi'l-Kâsım adlı eserinde (I, 88) şu bilgi verilir: Hafız el-Mâsercisî
üçyüz kadar büyük ciltte tamamladığı el-Müsnedü'l-kebir'i derledi.
Başka bir tenbih:
Hafız İbn Nasır ed-Dımaşkî, Şerhu Bediiyyeti'l-beyân'ında, Bağdat'ta ikamet
eden Yakub b. Şeybe es-Sedûsî el-Basrî'nin biyografisini verirken şöyle der:
el-Müsned'i yazdı, fakat tamamlayamadı. Benzeri kaleme alınmamış, ilel ve
hadislerin çokluğunda onun gibisi görülmemiştir. Söylendiğine göre yalnız Hz.
Ali'nin müsnedi beş büyük ciltten oluşmaktaydı. Bu eseri tahric için onbin
dinar harcadı. Evinde Müsned'ini temize çeken varrâk 'ların gecelemesi için
hazırlanmış kırk yorgan vardı.[147] Bu
bilginin aslı Zehebi'nin Tezkiretü'l-huffâz'ında[148]
mevcut olup o adı geçen Müsned'le ilgili olarak şu ilavede bulunur: Bundan daha
güzel bir müsned telif edilmemiştir. Denildiğine göre ondan Ebû Hureyre
müsnedine ait ikiyüz cüzlük bir nüshası Mısır'da görülmüştür. Zehebi,
Sedûsi'nin müsnedlerini yazdığı kimseler olarak şu zevatı zikreder: Aşere-i
mübeşşere, İbn Mesud, Ammâr, Abbas ve m e v â 1 i den bazılarının müsnedleri.
Sedûsi'nin vefat tarihini 262 (876) olarak kaydeden Zehebi onun Müsned'inden
bir cüz elde ettiğini söyler.[149] Bu
yüce himmetlere ve yokolup gitmiş büyük işlere bakın! Allah selefe rahmet
etsin, halefe de ilham lütfetsin.[150]
Ebû Nuaym Âdâbü'1-âlim
ve'I-müteallim'de ve Deylemi, Ebû Hureyre'den merfû olarak şu tahricde
bulunurlar: "Bir alimin huzurunda veya ilim meclisinde oturduğunuzda
yaklaşın ve biriniz diğerinin arkasına otursun; Câhiliyye insanlarının oturduğu
gibi ayrı ayrı oturmayın".[151] Bu
rivayeti Hafız Suyûti Cem'u'l-cevâmi'de zikreder. Hafız el-Heysemî avâid'de
"Alimin yanında oturma babı" başlığına yer vererek tçÖyle dediğini
kaydeder: "Resulullah (sav) oturduğunda ashabı da onun huzurunda halkalar
şeklinde otururlardı". Bunu Bezzâr rivayet eder. Rivayet zincirinde Said
b. Selâm var ki Ahmed b. Hanbel onun yalancı olduğunu belirtir. Heysemi, Yezid
er-Rakkâşî'den de şunu dediğini nakleder: Enes'in (ra) bize bu hadisi
naklederken söylediklerinden biri de şudur: "Allah'a andolsun ki bu, sen
ve arkadaşlarının yaptığı gibi değildir, yani biriniz oturuyor diğerleri de
onun etrafına toplanıyorlar ve o da konuşuyor. Ashab sabah namazını kıldıktan
sonra halkalar şeklinde oturur, Kur'an okur ve farz ve sünnetleri öğrenirlerdi".
Yezid er-Rakkâşî zayıftır.[152]
Buharı Sahihte
"Mescidde halkalar yapmak ve oturmak babı" başlığına yer verir.[153]
Buhari bu başlıkla, böyle yapmak bazılarının arkalarını kıbleye doğru
vermelerini gerektirse bile, ilim öğrenme, Kur'an okuma ve zikir v.b. için
camide halkalar yapıp oturmanın caiz olduğuna işaret etmiştir. Mescidde dünya
işleri için halkalar oluşturmak ise caiz değildir. İbn Mesud'un şu hadisinden
kasıt da budur: "Ahir zamanda, mescidlerde halkalar meydana getiren bir
topluluk olacak ki arzuları dünyadır. Onlarla birlikte oturmayın. Allah rızası
için onlara hiçbir ihtiyaç sözkonusu olamaz". Hafız Irâki bunu Tirmizi'nin
şerhinde zikrederek isnadının zayıf olduğunu söyler. Müslim'in Câbir'den (ra)
rivayet ettiği şu hadis de bu anlamda yorumlanır: "ResuluUah (sav) mescide
girdi, onlar halkalar oluşturmuşlardı, şöyle buyurdu: Bana ne oluyor ki sizi
grup halinde görüyorum!".[154] İbn
Hacer şöyle der: Allah Resulü, kendisi etrafında halkalanmalannm aksine, oriann
fayda ve menfaat sağlamayan birşey için toplanmalarını hoş karşılamadı.
Kendisinin etrafında halkalanmaları ise ilim dinlemek içindi.[155]
İmam el-YÛsî,
Kânun'unda ilmi yaymanın yollarını zikrettiği bir fasla yer vererek şöyle der:
Ders verme şeklinde öğretime gelince, bunun temeli Allah Resulü'nün
meclislerinde hükümleri, hikmetleri ve hakikatleri açıklama, Kur'an âyetlerini
yorumlama, faziletlerini ve özellikleri zikretme v.b. hususlarla ilgili olarak
ashabına yönelik uygulamalarıdır. Ashab bu konularda onun etrafinda
toplanıyorlardı. İşte bu, takrir ve açıklamadır. Allah Teâla şöyle buyurmuştur:
"Kendilerine indirileni insanlara açıklayasın diye..." (Nahl 16/44).
Bunlar ilim halkalarıdır. Ulemanın çevresinde ilim halkaları böyle devam
edegeldi, böyle devam ediyor.
Mervezi ve İbn Ebi
Şeybe, Ebû Muaviye el-Kindî'den şöyle dediğini tahric ederler: Şam'da Hz.
Ömer'in yanına vardım, bana halkın durumunu sorarak şöyle dedi: "Herhalde
adam ürkmüş deve gibi mescide giriyor, kendi kavminin meclisini ve kendisini
tanıyan birini görürse yanına oturuyor?".
Ben de "hayır,
çeşitli meclisler oluşturup oturuyorlar ve hayır öğrenip müzakere ediyorlar"
karşılığını verdim. Hz. Ömer şöyle dedi: "Böyle olduğunuz sürece hayır
üzere olmaya devam edersiniz".[156]
Bu konuda, her
râvisinin adı ayın harfiyle başlayan müselsel bir hadis bize kadar ulaşmıştır.
Ben Abdülhay onu defalarca semâ yoluyla kendisinden almış olarak babam Şeyh
Abdülkebir el-Kettânî'dea ve Şeyh Abdülcelil Berrâde el-Medenî, Şeyh Abdülhak
el-Allahâbâdî el-Hindî el-Mekkî'den de Mekke'de şifahen, Medine-i Münevvere'nin
müsnidi Ebü'l-Hasan Ali b. Tahir el-Vetrî el-Medenî'den Medine'den kitabet
yoluyla ve başkalarından rivayet ediyorum: Bu anılanlar şöyle dediler:
Abdülgani b. Ebi Said ed-Dihlevî el-Medenî bize Medine'de haber vererek dedi:
Bize Âbid es-Sindi el-Ensârî el-Medenî haber verdi: Bana Şeyh Ali b. Abdülhâlık
el-Mezcâcî haber verdi. Bize babam haber verdi: Bize Abdülhâlık b. Ebubekir
el-Mezcâcî, Alauddin Muhammed Baki el-Mezcâcî'den, o Abdullah b. Salim
el-Basrî'den, o İsa b. Muhammed es-Seâlibî'den, o Ali el- Uchûrî'den, o Ömer b.
Ülcây'dan, o Hafız Abdurrahman es-Suyûtî'den naklen şöyle dediğini haber verdi:
Bize Ebû Hureyre b. Mulakkin haber verdi: Bize Ali b. Ebi'l-Mecd haber verdi:
Bize İsa b. Abdurrahman b. Mut'im haber verdi: Bize Abdullah b. Ömer el-Letî
haber verdi: Bize Ebü'1-Vakt Abdülevvel b. İsa es-Siczî haber verdi: Bize
Abdurrahman b. Muhammed ed-Davudî haber verdi: Bize Abd b. Ahmed es-Serahsî
haber verdi: Bize İsa b. Ömer es-Semerkandî haber verdi: Bize İmam Abdullah b.
Abdurrahman ed-Dârimî haber verdi: Bize Abdullah b. Yezîd haber verdi: Bize
Abdurrahman b. Ziyâd b. En1 um haber verdi: Bize Abdurrahman b. Râfi, Abdullah
b. Amr'dan naklen haber verdi: "Resulullah (sav), mescidinde oturmuş iki
gruba (meclis) uğradı ve şöyle buyurdu: 'Bu iki meclis de hayırlıdır, ancak
biri diğerinden daha faziletlidir. Şunlar Allah'a dua edip yalvarıyorlar, Allah
dilerse onlara verir dilerse vermez. Şunlar ise fıkıh ve ilim öğreniyor,
bilmeyene öğretiyorlar, binaenaleyh bunlar daha faziletlidirler. Ben ancak bir
öğretici olarak gönderilmişimdir'. Resulullah (sav) sonra bu grubun arasına
oturdu".
Derim: Hafız ed-Dârimi
hadisi Müsned'inin "mukaddime"sinde "İlim ve alimin faziletine
dair bâb" başlığı altında (İlk Hindistan baskısı, s. 54) bu şekilde
vermiştir.[157] İbn Mâce de Sünen'inde
"Alimlerin fazileti ve ilim tahsiline teşvik babı" başlığı altında
tahric eder ki metni şöyledir: Bize Bişr b. Hilâl es-Savvâf haber verdi: Bize
Davud b. Zibrikân, Bekr b. Huneys'ten, o Abdurrahman b. Ziyâd'dan, o Abdullah
b. Yezid'den, o da Abdullah b. Amr'dan şöyle dediğini haber verdi:
"Resulullah (sav) birgün hanımlarına ait odalardan birinden çıkıp mescide
girdi ve orada iki halka gördü; halkalardan birindekiler Kur'an okuyor ve
Allah'a dua ediyorlar, diğerindekiler ise öğreniyor ve öğretiyorlardı.
Resulullah 'Bunların hepsi de hayır üzeredirler. Şunlar Kur'an okuyup Allah'a
dua ediyorlar, dilerse onlara verir dilerse vermez. Şunlar ise Öğreniyor ve
öğretiyorlar, ben ancak öğretici olarak gönderildim' buyurdu ve bunlarla
birlikte oturdu"[158]
Hasru'ş-şâridde kaydedildiği üzere Hafız Sehâvi şöyle der: "Bu hadis g a r
i b olup İbn En'um el-Ifrikî ise su-i hıfzı sebebiyle zayıftır. Fakat metnin ş
â h i d leri vardır". Suyûti şöyle der: "İbn Mâce bunu Bekr b.
Huneys'in İbn Ziyâd b. En'um'dan, onun Abdullah b. Yezid ve Ebû Abdurrahman
el-Hanbelî'den rivayetiyle tahric eder. Hadisi İbn En'um bu ikisinden birlikte,
onlar da İbn Amr'dan rivayet ederler". İbn Hacer el-Heytemî el-Mişkât
haşiyesinde "iki meclise uğradı" sözüyle ilgili olarak "yani iki
halkaya" der.[159]
Suyûti'nin
Dürrü's-sehâbe 'sinde Câbir b. Abdullah'ın biyografisinde Veki'in Musannef
'inden naklen şu bilgi verilir: Câbir b. Abdullah'ın Mescid-i Nebevi'de
kendisinden ilim öğrenilen bir halkası vardı.[160]
Kûtü'l-kulûb'dan
naklen Şerhu'l-İhyâ'da şu bilgi verilir: Abdullah b. Revâha, Resulullah'm
ashabına "gelin bir süre iman ilmiyle ilgilenelim" derdi, onlar da
yanma oturuyorlar, kendilerine Allah'ı tanıma, tevhid ve ahiret konusunda
konuşuyordu. Resulullah'm (sav) kalkmasından sonra onun yerini alırdı. İnsanlar
onun yanma toplanır, kendilerine Allah'ı hatırlatır, Resulullah'm söylediği
hususlarda onlara dini bilgiler öğretirdi. Resulullah bazan onların yanına
çıkıyor, onlar da Abdullah'ın yanında toplanmış bulunuyorlardı, susuyorlar,
Resulullah onların yanlarına oturup ilgilenmekte oldukları şeye devam
etmelerini emrederek şöyle buyururdu: "Ben bununla emrolundum ve buna
davette bulundum". Bunun benzeri Mu az b. Cebel'le ilgili olarak rivayet
edilmiş olup o bu ilim konusunda konuşuyordu. Biz bu hadisi, Cündeb'in
"Biz Resulullah (sav) ile birlikteydik, bize Kur'an öğretmeden Önce iman
(ilmini) Öğretiyordu" hadisini açıklamak üzere rivayet etmiştik.[161]
Sahih-i Müslim'de ve
başka eserlerde Ebû Hureyre'den nakledilen uzun bir hadiste şu ifade geçer:
"Allah'ın evlerinden birinde Allah'ın kitabını okumak[162] ve
kendi aralarında mütala etmek (tedârüs) üzere toplanan hiçbir topluluk yok ki
onlara iç huzuru (sekînet) inmesin, rahmet onları bürümesin, melekler onların
etrafını çevirmesin ve Allah onları kendi yanındakilere anmasın"[163].
Ali el-Kârî Şerhu'l-Mişkât'da şöyle der: Hadiste geçen "tedârüs"
kelimesi, lafızlarını düzeltmek veya manalarını keşfetmek üzere birbirlerine
okumaları anlamındadır. İbn Melek de böyle der. Bu kelimeden maksadın, onlardan
birinin mesela on ayet (aşır) bir diğerinin başka on ayet okuması... şeklinde
alışılagelen karşılıklı ders okuma olması da mümkündür. Bu durumda tilavetten
daha Özel bir anlamda veya onun mukabili olur. Ancak Kur'an'a dayanan öğrenme
ve öğretme gibi bütün hususlara şamil olması en kuvvetli ihtimaldir.[164]
Kur'an ilimlerinin teatisi ve ders verme uygulamasının çok eski olduğuna bakın!
Suyûti el-Itkân'da şunu kaydeder: Hz. Peygamber, ashabına Kur'an'ın bütün
yorumunu veya çoğunun yorumunu yapmıştır. Ahmed b. Hanbel ve İbn Mâce'nin Hz.
Ömer'den tahric ettikleri şu rivayet de bunu teyid etmektedir: "Son nazil
olan ayetlerden biri de riba âyeti idi. Resulullah onu açıklamadan vefat
etti".[165] Bu sözün mefhumu, Hz.
Peygamberin inen her âyeti onlara yorumladığı, ancak nüzulünden hemen sonra
vefat etmesinden dolayı bu âyeti açıklayamadığına delâlet etmektedir. Yoksa Hz.
Ömer'in özellikle bu âyeti anmasının herhangi bir özelliği yoktur. Bezzâr'm Hz.
Aişe'den tahric ettiği "Cebrail'in kendisine Öğretmesinden sonra yorumladığı
bazı âyetler dışında, Resulullah Kur'an'dan birşey yorumluyor değildi"[166]
hadisi ise Hâüz İbn Kesir'in de söylediği gibi m ü n k e r dir. İbn Cerir ile
başkaları ise bu hadisi şöyle yorumlamışlardır: "Hz. Aişe, anlaşılması
Resulullah'a zor gelen müşkil ayetlere işaret etmiştir. Resulullah bunları
Allah'a sormuş, Allah teâla da Cebrail'in diliyle kendisine inzalde
bulunmuştur". el-Hadikatü'n-nediyye'ye bakınız.[167]
Ebû Nuaym, Hz. Ali'den
şu tahricde bulunur: "Birbirinizi ziyaret edin ve şu hadisi müzakerede
bulunun, eğer böyle yapmazsanız yokolup gider".[168] Ebû
Ömer İbn Abdilber de İbn Mesud'dan şöyle dediği rivayetini nakleder:
"Hadisi müzakere edin, onun bazısı diğerini anlaşılır kılar", İbn
Abdilber, Avn b. Abdullah'tan da şöyle dediğini nakleder: "Biz
Ümmü'd-Derdâ'ya geldik, onun yanında birbirimize hadis haber verdik. Ona
"Ey Ümmud-Derdâ seni usandırdık" dedik, şu karşılığı verdi: Beni
usandırmadınız, ben Medine'de ibadette bulunmayı istedim, ilim müzakeresinden
-yahut fıkıh müzakeresinden, dedi- daha hoşuma giden birşey bulamadım".
Ömer b. Hattâb'dan da şöyle dediğini rivayet eder: "Eğer ben Allah yolunda
(cihad için) yürümeseydim (sefere çıkm as aydım) veya alnımı toprağa koymasaydım
ya da hurmanın iyisi nasıl toplanırsa öylece sözün güzelini derleyen bir
toplulukla-oturmasaydım, Allah'a kavuşmuş olmayı arzulardım". İbn Kuteybe
şunu anlatır: Muaviye Hz. Ömer'e şöyle dedi: "İnsanların ilim ehliyle
sohbetleri ve mülkümden elde ettiğim yeterli derecede servetten başka dünya
lezzetinden geriye birşey kalmadı".
îbn Sa'd Tabakât'da
Ebû Said el-Hudrî'den şöyle dediğini tahric eder: "Allah Resulü'nün ashabı
oturduklarında sohbet ederlerdi, birine kendilerine bir sûre okumasını
emretmeleri veya birinin Kur'an'dan bir sûre okuması dışında, konuştukları şey
fıkıhtı".[169]
el-Kâmûs'ta şöyle denir: "Fıkıh, bir şeyi bilmek, anlamak ve ince kavrayış
anlamına gelmekte olup yüceliğinden dolayı daha çok din ilmi için kullanılır
olmuştur". Şemsüddin Îbnü't-Tayyib el-Kâmûs haşiyesinde şöyle der: Bir
grup alim fıkhı "gizli bir şeyi bilme" şeklinde kayıtlamış olup
meselâ "ben semayı ve yeri anladım (fıkhettim)" denilmez. Fıkhın ince
kavrayış ve anlama kuvveti olduğu söylendiği gibi, fıkhın ilimden daha süratli
olduğu da söylenmiştir.[170]
Deylemi, Hz. Ali'den m
e r f û olarak şu rivayeti nakleder: "Hadisi yazdığınız zaman i s n â
dıyla (rivayet zinciri) birlikte yazın". Suyûti Tedribü'r-râvî'de şöyle
der: Bu konuda bundan başka hadisler de vardır.[171] İbn
Hacer el-Heytemi Şerhu'l-Mişkât'ta Sahîhayn ve diğer eserlerde geçen
"Benden isterse bir tek âyet olsun tebliğde bulunun, başkalarına
ulaştırın)"[172]
hadisiyle ilgili olarak şöyle der: İsnâd sayesinde mevzu (uydurma) rivayetin
diğerlerinden tefrik edilmesi sebebiyle isnadı bilmek farz-ı kifâyelerdendir.
Denildiğine göre "benden tebliğde bulunun" ifadesi iki şekilde
yorumlanabilir. Birincisi: Sika (güvenilir) birinin, kendisi gibi birinden
nakli yoluyla senedin sonuna kadar muttasıl (kopuksuz, bitişik) olması. Çünkü
tebliğ "buluğ" dan gelmekte olup o da bir şeyin gayesine ulaşması
demektir. İkincisi: Sözün duyulduğu şekilde, hiçbir değişiklik yapılmadan
başkasına nakledilmesi. Hadiste aranan ise, "tebliğde bulunun"
ifadesinin "Beni İsrail'den haber verin (tahdis)" ifadesinin mukabili
olarak kullanılmasından dolayı her iki yorumun birlikte olmasıdır. Bu bilgi İbn
Sultân'ın el-Mirkât'mdan nakledilmiştir.[173]
Bu konuda Sahihayn'da
Ebû Hureyre ve İbn Ömer'den nakledilen hadis meşhur olup onda şu ifade geçer:
"Beni İsrail'den haber verin, bu hususta size hiçbir sıkıntı (mahzur,
günah) yoktur".[174] İbn
Rüşd el-Beyân ve't-tahsil'de şöyle der: Bundan açıkça anlaşılan şudur ki aklın
reddetmediği sözlerden olduğunda, isterse adil birinin diğer adil birinden
nakli şeklinde gelmiş olmasın, Hz. Peygamber onlarla ilgili olarak zikredilen
enteresan hususların nakledilmesine müsade etmiştir. Çünkü buna bağlı bir hüküm
sözkonusu olmadığından, rivayetinde kesin kanaat aranması da gerekmez.[175]
Alkami şöyle der: "Yani onlardan haber nakletmekte size bir sıkıntı
yoktur. Çünkü Resulullah daha Önce ashabın onlardan bilgi almalarını,
kitaplarına bakmalarını yasaklamıştı. Sonra ise bu konuda müsamaha hasıl oldu.
Yasaklama, İslam hükümleri ve dünyevi kuralların istikrarından önce fitne
korkusundan dolayı konulmuştu. Sonra mahzur ortadan kalkınca, onların zamanında
meydana gelen olaylarla ilgili haberleri duymada ibret bulunmasından dolayı bu
konuda müsade çıktı".[176] Bu,
Kâvûkci tarafından ez-Zehebü'1-ibrîz'de nakledilmiş olup güzel bir bilgidir.
Münâvi et-Teysîr'de şöyle der: Yani onlardan kıssa, mev'ıza ve benzeri şeyleri
haber verin. Senetsiz bile olsar. onlardan nakilde bulunmanızda size bir
sıkıntı yoktur. Çünkü zamamn uzunluğundan dolayı senedle rivayet imkânsızdır.
Binaenaleyh, haberin onlardan geldiğine dair zann-ı galib yeterlidir.[177]
Ali el-Kârî'nin
Şerhu'l-Mişkât'ında geçtiği üzere Seyyid Cemaleddin şöyle der: Burada haber
vermekten maksat, Kur1 an1 da zikredilen kıssaların teferruatlandmlması ve Avc
b. Unuk'un (veya Anak) hikayesi[178],
Beni İsrail'in buzağıya tapmaktan dolayı yaptıkları tevbede nefislerini öldürmeleri[179]
gibi hayretimiz olaylarla ilgili kıssaları nakletmektir. Çünkü akıl sahipleri
için bunlarda öğüt ve ibret vardır.[180]
Fakat Avc b. Unuk'la ilgili haberler uydurmadır. Hâfiz Suyûti bununla ilgili
müstakil bir eser yazmış olup ona bakınız.[181]
Tunus kadısı Ebû Hafs
Ömer b. Halef b. Mekki el-Himyerî el-Mâzerî'nin Teskîfü'l-lisân ve
telkîhu'l-cinân adlı eserinde 41. bâb olan "olduğundan başka şekilde
tevili yapılanlar babı" başlığında şu bilgi verilir: Bunlardan biri de Hz.
Peygamber'in (sav) "Beni İsrail'den haber verin, bu hususta size hiçbir
sıkıntı yoktur" hadisinin anlamının, "size göre doğru olanı ve olmayanı
Beni İsrail'den haber verin" olduğu şeklindeki yanlış yorumdur. Oysa
anlamı bu değildir. Şeyh Ebû Muhammed Abdülhak (Allah onu teyid etsin) şöyle
der: Bunun anlamı "Beni İsrail'den haber vermemenizde size bir sıkıntı
yoktur" şeklindedir. Çünkü hadiste ilk geçen emir vacib olup o da
"Benden isterse bir tek âyet olsun tebliğde bulunun" sözüdür. Buna
göre Beni İsrail'le ilgili sözün anlamı da şöyle olur: "Beni İsrail'in
haberlerinden size göre doğru olanını haber vermeniz size vacip değildir.
Dilerseniz haber verin dilerseniz vermeyin. Eğer haber vermezseniz, benden
tebliğde bulunmayınca günaha düşmenizde olduğu gibi size bir günah
yoktur."
Sehâvi'nin
Fethu'l-Muğis'te kendisinden naklettiği üzere Hatib el-Bağdâdî şöyle der[182]:
"Beni İsrail'e ait olup ehl-i kitap'tan nakledilegelen sözleri atmak
vacip, ondan yüz çevirmek lâzımdır. Beni İsrail ve diğer geçmiş milletlerle
ilgili olarak Hz. Peygamber, ashabı ve selef ulemasından Öğrenilen haberlerin
rivayeti ise caiz olup nakledilmesi günah değildir." Hatib daha sonra İmam
Şafii'den "Beni İsrail'den haber verin, bu hususta size hiçbir sıkıntı
yoktur" hadisiyle ilgili olarak şu yorumu nakleder: "Bu ümmet
hakkında gerçekleşmesi muhal bile olsa, onlarla ilgili olarak duyduklarınızı
nakletmenizde bir beis yoktur". Sehâvi şöyle der: Fakat bazı alimler
"size bir sıkıntı (günah) yoktur" sözünün cümlede "hal"
mevkiinde bulunduğunu ve manasının da şöyle olduğunu söylemişlerdir: "Yani
Hz. Peygamber, ashabı ve ulemadan öğrenilenleri haber vermek gibi onlarla
ilgili olarak naklinde mahzur bulunmayanları haber verin". Nitekim
Hatib'in de söylediği gibi bunun rivayeti caizdir. Ben bunu el-Aslu'1-asil fi
tahrimi'n-nakl mine't-Tevrât ve'1-İncil[183]
adlı eserimde açık şekilde açıkladım.[184]
Derim: Ashaptan eski
kitapları okuyanlarla ilgili olarak ileride gelecek konuya bakınız. Hanefî
fıkıh kitaplarından allâme el-Haskefî ed-Dımaşkî'nin ed-Dürrü'1-muhtâr fî şerhi
Tenviri'I-ebsâr'ında şu bilgi verilir: "Beni İsrail'den haber verin"
hadisi, yalan olduğu kesinlikle belli olmayan hayretamiz haberleri hüccet
olarak değil de teselli ve ferahlık maksadıyla dinlemenin helal olduğunu ifade
eder. Hatta yalan olduğu kesin olanları bile insanlar ve hayvanların diliyle
darb-ı mesel, öğüt ve kahramanlık örnekleri vermek gayesiyle dinlemek de
helaldir. Bunu İbn Hacer zikreder. Şemsüddin İbn Abidin bu esere yaptığı
Reddü'l-muhtâr adlı haşiyesinde, Haskefi'nin "darb-ı mesel gayesiyle"
sözüyle ilgili olarak şöyle der: Mesela Hariri'nin Makâmât'ı gibi. Anlaşılan
odur ki Makâmât'da Haris b. Hemmâm ve Serûcî'den nakledilen hikayelerin aslı
olmayıp onu mütala edenlerin açıkça görecekleri gibi hikayeleri bu hayretamiz
üslupla vermiştir. Meselâ Antere ve el-Melikü'z-Zâhir kıssası da kendisiyle
darb-ı mesel v.s. kastedildiğinde buna girer mi? Bu husus araştırmaya değer.
Derim: Binbir Gece
veBinbir Gün kıssaları da bu türdendir. Bütün bunlar, nefsi neşelendirmeye
ilaveten geçmiş toplumların maceralarını bilmek maksadı güdülmesi bakımından
anılan manada ve benzeri anlamdadırlar. Çünkü kıssalar her ne kadar hurafe
(masal) kabilinden iseler de onları kurup yazan veya dilleri üzere kaleme
alınmış toplumların durumunu dile getirmekten uzak değillerdir. Allah doğrusunu
en iyi bilir. İbn Hacer el-Heytemî'nin Fetâvâ'smda şu bilgi geçer: Hariri'nin
Makâmât'ı görünüşte yalana dayanmaktaysa da gerçekte böyle olmayıp darb-ı mesel
türünden olan, garip yolları ve tuhaf sırları ortaya koyan, benzeri bulunmayan
ve hiçbir edibin aklına gelmeyen bir eserdir. Allah onu kaleme alanın
çalışmasını mükâfatlandırsın. Kim, içindeki ilimlerle alay ederek onu yalan
diye nitelendirirse küfre sapmış olur. İmamlar şöyle demişlerdir: "Kim,
bir kâse tirit ilimden daha hayırlıdır derse, küfre sapmış olur". İster
alayı kastetsin ister kastetmesin, insan bununla kâfir olursa, ilimle alay edip
onu yalan sayanın durumu ne olur sanıyorsunuz? Bu konuda Nablusi'nin
Şerhu't-Tarikati'l-Muhammediyye'sine (II, 250) bakınız.[185]
Hafız Ebû Nuaym şöyle
der: Bir alim, talebelerinden birinin ilimde kemâl ve olgunluğa erdiğini
görünce, kendi ölümünden sonra başlarına yeni olaylar ve güç meseleler geldiğinde
insanların kendisine başvurabilmeleri için onun ilimdeki mevki ve derecesine
delâlette bulunması gerekir. Ebû Nuaym bu konuda Huzeyfe'nin Hz. Peygamber'den
rivayet ettiği şu hadisi delil gösterir: "Benden sonra gelen (halife)lere
tabi olun -Ebûbekir ve Ömer'i işaret etti-, Ammâr'ın yolundan gidin, İbn Ümmi
Abd size bir haber verince onu tasdik edin"[186]. Şu
hadis de bu kabildendir: "Kur'an'ı Übey ve İbn Mesud'dan öğrenin"[187]
Böylece Allah Resulü ehliyet sahibine delâlette bulunmuş olup bu kendileri için
Resulullah'tan bir şehadettir, Şemsüddin Muhammed b. Mesud et-Turunbâti el-Fâsi[188] de,
hocaların bilgilerini tanıtma ve meziyetlerini takdir için talebelerine
verdikleri belgelerin meşruluğuna bu hadisi mesned olarak alır. Onun Bulûğu
aksa'l-merâm fi şerefi'1-ilm ve mâ ye-teallak bihi'l-ahkâm[189] adlı
eserine bakınız.
Ahmed b. Hanbel ve
Tirmizi, Enes'ten (ra) şu rivayeti tahric ederler: "Ümmetimin ümmetime
karşı en merhametlisi Ebûbekir, Allah'ın emri konusunda en şiddetlileri Ömer,
haya bakımından en doğru olanları Osman, helal ve haramı en iyi bilenleri Muâz
b. Cebel, ferâizi en iyi bilenleri Zeyd b. Sabit, kıraati en iyi olanları Übey
b. Ka'b'dır, her ümmetin bir emini vardır ve bu ümmetin emini de Ebû Ubeyde b.
Cerrâh'tır"[190].
KhtYa'labunu İbn Ömer'in rivayeti olarak tahric eder ve şu ilaveyi zikreder:
"Hükümde (yargılama) en isabetlileri de Ali'dir". Deylemi de bu
hadisi Müsnedü'l-Firdevs'te Şeddâd b. Evs'in rivayeti olarak tahric eder ve şu
ilaveyi kaydeder: "Ebû Zer ümmetimin en zahidi ve en doğru sözlüsü, Ebu'd-Derdâ
ümmetimin en âbidi ve en muttakisi, Muaviye b. Ebi Süfyân da ümmetimin en
halimi ve en cö-mertidir"[191]. Bu
hadisi Ebû Ömer İbn Abdilber el-İstiâb'da m ü s n e d ve m ü r s e 1 olarak
çeşitli rivayet yollarıyla tahric ederek şöyle der: Biz çeşitli v e c i h
lerle Hz. Ömer'den şöyle dediğim rivayet ettik: "Hükümde en isabetlimiz
Ali, kırâatta en iyi olanımız da Übey'dir".[192]
Suyûti Tarihu'l-hulefâ'da bunun ardından şöyle der: Hocamız Kâfıyeci'ye ayrı
ayrı sahabile-re isnadla zikredilen bu faziletlerin Hz. Ebubekir'in (genelde
olan) üstünlüğü ile çatışıp çatışmadığı soruldu, o hiçbir çatışma ve çelişki
bulunmadığı şeklinde cevap verdi.[193]
Cem'u'l-cevâmi ve
Mahalli'nin ona yaptığı şerhte geçtiği üzere imam Şafii şöyle der: "F e r
â i z le ilgili bir konuda birbirine zıt iki haber (rivayet) olsa, bunlardan
Zeyd'in görüşüne uygun olanı tercih edilir. Bu konuda onun bir görüşü yoksa
Mu'âz'm görüşüne uygun olanı, onun da bu konuda bir görüşü yoksa Hz. Ali'nin
görüşüne uygun olanı tercih edilir. F e r a i z dışındaki bir konuda birbirine
zıt iki haberden ise Muâz'ın görüşüne uygun olanı, bu konuda onun bir görüşü
yoksa Hz. Ali'nin görüşüne uygun olanı tercih edilir". Mahalli şöyle der:
"Şafii'nin üç sahabiye bu tertip üzere muvafakati zikretmesi, geçen
hadiste bu şekilde tertip olunmalarından dolayıdır. Resulullah'ın (sav)
hadisteki "Ferâizi en iyi bileniniz Zeyd'dir" sözü umum ifade eder.
"Haram ve helâli en iyi belininiz Muâz'dır" sözünden maksat ise
ferâiz dışındaki konulardır. Bunun gibi "Hükümde (kaza, yargı) en isabetli
olanınız Ali'dir" sözü de ferâiz dışındaki hususlar hakkındadır. Muâz'la
ilgili söz Hz. Ali ile ilgili sözden daha sarih olduğundan, ferâiz ve diğer
konularda mevkii ondan öncedir". Attar da Mahalli'nin şerhine yaptığı
haşiyede şöyle der: Mahalli'nin bu zikrettiklerinin izahı şöyledir: Hadiste
geçen "helâl ve haram" lafızları ile "hükümde en isabetliniz
Ali'dir" sözünden anlaşılan kaza (yargı) ilmi â m lafızdır. "Ferâizi
en iyi bileniniz" sözünden anlaşılan ferâiz lafzı ise hâs tır. Hâs, âm
lafza nisbetle Önceliğe sahip olup iki de-Ül arasında uygunluk sağlamak için âm
onunla tahsis edilir. Mahalli'nin "ondan daha sarihtir" sözü de şu
anlamdadır: Helâl ve haram hadiste tasrih edilmiş âm lanzlardır, kaza ilmi ise
tasrih edilmiş olmayıp "hükümde en isabetliniz Ali'dir" sözünden
anlaşılmaktadır. Nitekim Nasır da böyle izah etmiştir.[194]
İbn Abbas'tan şu
rivayet nakledilir: Ömer b. Hattâb Câbiye'de halka hitap ederek şöyle dedi:
"Ey insanlar Kur'an'dan sormak isteyen Übey b. Ka'b'a, ferâizden sormak
isteyen Zeyd b. Sâbit'e, fıkıhtan sormak isteyen Muâz b. Cebel'e ve maldan
sormak isteyen de bana gelsin. Allah beni ona yönetici ve dağıtıcı
kılmıştır"[195].
Bunu Taberâni el-Mu'cemü'1-evsat'da rivayet eder. Rivayetin senedinde Süleyman
b. Davud b. Husayn mevcut olup onu
zikreden kimse görmedim. Bunu Nureddin el-Heysemî Mecmau'z-zevâid de söyler.[196]
Derim: Mir'âtü'l-mehâsin'de[197],
müellifinin babası Şeyh Ebü'l-Mehâsin'den, "Ben ilmin şehriyim, Ali de
kapısıdır" hadisinde olduğu gibi hulefadan her birinin özel bir vasıfla
anılmasının anlamıyla ilgili olarak şu bilgi nakledilir: "Bu, dört temel
karakter gibi olup insana bunlardan galip olanla hükmedilir. Halifeler de
böyledir; onlardan hiçbirisi diğeri hakkında hükme medar olan özellikten mahrum
değildir". Bâci'nin el-Muhtasar'ı üzerine el-Mutasar[198]
adıyla yazılan eserde (s. 394) "Kıraati en iyi bileniniz Übey, ferâizi en
iyi bileniniz Zeyd'dir..." hadisiyle ilgili olarak şöyle denir: Bu
hadiste, adı geçenlerin kendisiyle anıldıkları hususlarda Hulefa-yı Râşidin ve
ashabın seçkinlerinden üstün olmalarım gerektiren bir anlam mevcut değildir. Bu
sözün manası şudur: Herhangi bir konuda derecesi üstün olan kimseye, diğer
insanlar arasında kendi eşi veya ondan daha üstün kimseler olsa bile "O,
bu konuda insanların en üstünüdür" denmesi caizdir. Bunun gibi, ilimde
derinleşen bir kimseye de, her ne kadar bütün insanlar ve ilimlerinin miktarı
bilinmiyorsa da "O, insanların en alimidir" demek de caizdir.[199]
Şeyh Receb b. Ahnıed
et-Türkî'nin el-Vesiletü'1-Ahmediyye fî şerhi VTarîkati'l-Muhammediyy e sinde
şu bilgi verilir: Dört halifenin üstünlükleri (fazilet) konusunda en uygun
yorum şudur: Onların her biri, meşhur oldukları özellik bakımından
diğerlerinden üstündür. Çünkü insanın üstünlüğü kendiliğinden olmayıp sahip olduğu
özellikleri bakımındandır. Buna göre deriz ki Hz. Ebubekir doğruluğunun baskın
gelmesi ve ashap arasında bununla şöhret bulması bakımından onların en üstünü,
Hz. Ömer adalet yönünden en üstünleri, Hz. Osman haya bakımından en üstünleri
ve Hz. Ali de ilim ve onunla şöhret bulması bakımından onların en üstünüdür.
Bezzâzi'nin "Kitâbu edebi'1-kâdî" de şu söyledikleri de bunu teyid
eder: "Hidayet kılıcı Hz. Muhammed'in (sav) elinde, r i d d e (dinden
dönüş) kılıcı Hz. Ebubekir es-Sıddık'ın elinde, fetih kılıcı Hz. Ömer
el-Fâruk'un elinde idi. Öyle ki onun zamanında (fethedilen ülkelerde) oniki bin
minber (cami) yapıldı. B a ğ y (isyan) kılıcı da Hz. Ali el-Murtaza'nın
elindeydi"[200]. Şu
da var ki bir tek üstünlüğün (fazilet), ya bizzat kendindeki yücelik bakımından
veya keyfiyet fazlalığından dolayı, birçok üstünlükten daha tercihe değer olması
da mümkündür. Bu bilginin devamı için el-Vesiletü'1-Ahmediyye'ye bakınız.[201]
el-İhyâ'da
"Kitâbu'l-İlnTde şu rivayet zikredilir: Resulullah (sav), et-raûnda
insanların toplanmış olduğu birine rastladı ve "nedir bu?" diye
sordu. "A 1 1 â m e bir adam" karşılığını verdiler. Resulullah
"ne ile (allâmedir)?" dedi, "şiir ve Arap e n s â b ıyla"
dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Fayda vermeyen bir ilim ve zarar
vermeyen bir cehâlet"[202].
Hafız el-Irâkî el-Muğnî'de şöyle der: İbn Abdilber bunu Ebû Hureyre'nin
rivayeti olarak tahric eder ve zayıf olduğunu belirtir. Hadisin sonunda ise şu
ifade vardır: "İlim ya muhkem bir ayet ya sabit bir sünnet veya (Kitap ve
Sünnete göre) denkleştirilmiş (yahut bunlardan çıkarılmış) bir miras hissesi
(ni bilmekten ibaret)dir".[203]
Irâki'nin büyük Tahric'inde ise şu bilgi verilir: Ebû Nuaym bunu Riyâzü'l-müteallimin'de
Bakıyye'nin İbn Cüreyc'den, onun Ata'dan, onun Ebû Hureyre'den rivayeti olarak
kaydeder ki içinde şu ifade geçer: "Hz. Peygamber mescide girdi, bir
adattım etrafında toplanmış bir grup insan gördü. "Bu nedir?" diye
sordu, "ali â m e bir adam, ey Allah'ın Resulü" dediler.
"Allâme nedir?" buyurdu, "insanların Arap ensabını en iyi
bileni, şiiri ve Arapların ihtilaf ettikleri hususları en iyi bileni"
karşılığını verdiler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Bu, fayda vermeyen bir
ilim ve zarar vermeyen bir cehalettir". Resulullah sonra şöyle buyurdu:
"İlim üç şey olup bunların dışındakiler fazlalıktır: Muhkem bir âyet,
sabit bir sünnet veya denkleştirilmiş bir miras hissesi".[204]
Derim: Anılan hadis
ile daha önce geçen ve "Kendisiyle sıla-i rahimde bulunacağınız ölçüde
ensâbmızı öğrenin" ifadesinin yer aldığı hadis arasında uygunluk
bulunduğuna dair el-İhyâ sarihinden şu imayı kaydetmiştik: "Yasaklanan
husus, daha önemli olan şeylerdi öğrenmek) den alıkoyacak şekilde, buna (e n s
â b ilmiyle ilgilenme) dalıp derinleşmektir".[205]
Allah Resulü sanki bu başlık altında zikredilen sözkonusu hadisle, vasıtaları
gaye haline getirenleri ve dereceleri birbirine karıştıranları kastetmiştir.
Nice alim var ki insanları kendi bildiği bir ilmi öğrenmeğe yönlendirmek ister
ki Allah Resulü'nün sözü de buna teşvik mahiyetindedir. Yoksa Arapların meşhur
günlerini (eyyâmü'1-Arab) ve şiirlerini bihjıek, değer bakımından ilimlerin en
büyüklerinden olup onunla Kur'an ve sünnette anlaşılması zor hususları kavrama
imkânını elde ederiz.[206]
et-Tezkire'de Ukbe b. Amir el-Cühenî'nin biyografisinde şu bilgi verilir: O
fakih, allâme, Allah'ın Kitabının k â r i i (okuyucu), ferâiz konusunda
bilgili, büyük değere sahip şair, fasih ve beliğ bir insandı.[207]
Buhari bu konuda
"Devlet başkanının (İmâm)[208],
ashabının bilgisini araştırmak (imtihan) için kendilerine problem
arzetmesibâbı" başlığına yer vererek orada Resulullah'm (sav) hurma ağacı
ile ilgili bilmecesi kıssasını zikreder. İbn Ömer orada bulunanların en küçüğü
idi. O şöyle der: "Onun hurma ağacı olduğu içimden geçti". Sahabiler
sonra "Ey Allah'ın Resulü, onun ne olduğunu bize haber ver" dediler,
o da "hurma ağacıdır" buyurdu.[209]
Fethul-Bârî'de geçtiği üzerce İbn Ömer oradaki on kişiden biriydi. Hâfiz İbn
Hacer şöyle der: Onlar arasında Hz. Ebubekir, Ömer, îbn Ömer, Ebû Hurey-re ve
Enes de bulunmaktaydı.[210]
Muvatta da İbn Kâsım'ın şu rivayeti zikredilir: Abdullah şöyle dedi: "Bu
hususta içimden geçeni Ömer b. Hattâb'a haber verdim, şöyle dedi: Eğer onu
söyleseydin, kızıl deve sürülerine sahip olmaktan daha çok hoşuma giderdi.”[211]
Bedreddin ez-Zerkeşi
Amelu men tabbe H-men habbe[212]
adlı kitabında şöyle der: "Hurma ağacı (nahle) için "ağaç"
(şecere) ifadesi kullanılmaz. Allah Resulünün "bir ağaç var ki yapraklan
dökülmez" sözü ise, bunu bilmece maksadıyla kullanmış olduğu şeklinde
yorumlanır", İbnü't-Tayyib eş-Şerkî, Kastallâni'nin İrşâd'ına yaptığı
haşiye ile başka eserlerde, Zeccâc ve başkalarının Arapların
"nahle"yi ağaç diye adlandırdığını kaydettiklerini belirterek bunu
reddeder. O esere bakınız. Ebû Abdullah İbn Zekri de bu konu başlığıyla ilgili
olarak şöyle der: Muhatapları şaşkınlığa düşürmemek için sözün anlamını gizleme
konusunda fazla aşırı gitmemek gerekir. Hz. Peygamber onlara bilmeceyi sorarken
elinde hurma ağacı göbeği vardı. Bunda da ipucuna işaret vardır. Resulullah'm
(sav) yanıltmaçlardan (uğlûta) menetmesi ise[213],
bunların çözülmesi zor muammalar olması veya karşılaşılan şeylerden olmaması
veyahut soru sorulan kimseyi zor durumda bırakmak ve taciz etmek maksadı
taşımasından dolayıdır.
İbn Ferhûn
Dürretü'l-ğavvâs fi muhâdarati'l-havâs adlı bilmece ( e 1 ğ â z } kitabında şu
bilgiyi verir: Alim kimsenin, zor meselelerin anlaşılması ve izahı konusunda
talebelerinin zihnî kapasitelerini denemek için kendilerine biraz zor meseleler
sorup onları eğitmesi gerekir. Bu tür fakihler elgâz, ferâiz alimleri
muammeyât, nahivciler muamma, dilciler de a h â c î diye adlandırırlar. Ulema
bu konuda birçok eser kaleme almıştır.[214]
Buhari bu konuda önce
"Allah Resulü nün öğüt (vaz, nasihat) ve ilim konusunda bıkkınlık
duymamaları için ashabın durumuna uygun zaman gözetmesi" başlığına yer
vererek İbn Mesud'dan şu rivayeti tahric eder: "Resu-lullah (sav) öğüt
hususunda bize bıkkınlık gelmemesi için halimize uygun gün (ve zaman)
kollardı".[215]
Sonra da Enes'ten şu rivayeti tahric eder: "Kolaylaştırın,
zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin".[216]
Buhari daha sonra "ilim ehli için belli günler ayıran kimse babı"
başlığına yer verir ve Ebû Vâil'e ulaştırdığı senediyle şu rivayeti zikreder:
"Abdullah (İbn Mesud) her .perşembe günü halka öğütte bulunurdu. Bir adam
ona 'ey Ebû Abdurrah-nıan, bize hergün öğütte bulunmanı ne kadar isterdim'
dedi. O şu karşılığı verdi: Size bıkkınlık vermek istemeyişim beni bundan
alıkoyuyor. Resulul-lah (sav) bize bıkkınlık vereceği endişesiyle, öğüt
konusunda nasıl bizim durumumuzu kolluyor idiyse, ben de öğüt için sizin durumunuza
uygun zaman kolluyorum".[217]
Hâfiz İbn Hacer Fethu'I-Bârî'de şöyle der: Bu hadisten, yine bıkkınlığa
yolaçacağı endişesiyle, salih amelde sürekli çabalamayı terkin müstehab olduğu
anlaşılmaktadır. Her ne kadar bu konuda devamlılık istenen bir şey isede bu
iki şekilde olur. Ya hergün zorlanmadan amelde bulunulur veya birgün ara
verilir. Bu durumda ara verilen gün, ikinci güne daha zinde başlamak için
istirahat günü olur. Yahut da yalnız cuma günü devam edilir. Bu husus şahıslara
ve durumlara göre değişmekte olup genel kural, zindeliğin gözetilmesi şartıyla
ihtiyaçtır.[218]
Buhar i İbn Abbas'tan
şu rivayeti nakleder: "Alim ve fakih olan rabbaniler olun". Buhari
şöyle der: Rabbani, insanlara büyük ilimlerden önce küçük ilimleri öğreten
kimseye denir.[219]
Hanz İbn Hacer şöyle der: îlmin küçüğünden maksat meseleleri açık ve anlaşılır
olanı, büyüğünden maksat da meseleleri ince olanıdır. Şöyle de denmiştir:
Rabbani, insanlara ilmin külliyatından Önce cüzziyâtını veya usûl ünden önce f
u r û unu veya gayelerinden önce Önbilgilerini öğretir.[220]
Buhari "ilim ve
hikmetten dolayı gıbta etmek bâbı"nda şöyle der: Allah Resulü'nün ashabı,
büyük yaşta olmalarına rağmen ilim Öğrenmişlerdir.[221]
Derim: Onların ilim
tahsilindeki uygulamaları "Küçük yaşta öğrenmek, taşa nakış yapmak
gibidir"[222] meşhur eser inden dolayı,
buna küçük yaşta başlatılmasıdır. Bunun Hz. Ali veya Hz. Hasan'ın sözü olduğu
söylenmiştir. İbn Abbas ile Hz. Ali de küçük yaşta ilim tahsil etmişlerdi.
Ibnü'1-Ez-rak el-Gırnatî'nin Ravdatü'l-a'lâm adlı eserinde geçtiği üzere
alimlerden biri şöyle demiştir: "Büyüğe öğretmek küçüğe öğretmekten daha
sağlamdır. Büyük kimse, ben ezberleyemediğim için öğrenemem dememelidir. Çünkü
ashap ileri yaşlarda oldukları halde öğrendiler, ilimle meşgul oldular. Onlar
ilimde derya idiler". Turtûşi'nin Sirâcü'l-mülûk'unda da şu bilgi verilir:
"Resulullah'm ashabı genç ve yaşlı oldukları halde İslamiyet'i kabul
ediyor, ilim, Kur'an ve sünneti öğreniyorlardı. Onlar ilim denizleri, hikmet ve
fıkı-hın ulu dağları idiler. Ancak şu var ki küçük yaşta ilim tahsili, esaslara
vukuf bakımından daha köklü, buna bağlı teferruatta ise daha mahir olmayı
sağlar.[223]
Buhari Hz. Ömer'den
şöyle dediğini tahric eder: "Yönetici (reis) olmadan önce ilim tahsil
edin".[224] Kadı Iyâz bazı alimlerden
şu yorumu nakleder: Yani eşleriniz ve evlerinizin sizin ilimle uğraşmanıza
engel olmaması için evlenmeden önce ilim tahsil edin.[225]
Buhari Sahih'inde
"ilimde nöbetleşmek (nobetleşerek ilim tahsili) babı" başlığına yer
vererek orada Hz. Ömer'in şu sözünü zikreder: Ben ve en-sardan bir komşum,
Resulullah'ın (sav) yanında bulunma konusunda nöbet-Ieşirdik; birgün o
bulunurdu, birgün de ben. Ben bulunduğum zaman, o günün vahiy v.s. ile ilgili
haberini kendisine ulaştırırdım, o da bulunduğu zaman böyle yapardı.[226]
Hâfiz İbn Hacer şöyle der: Hz. Ömer'in o sırada ticaretle uğraşmakta
olduğundan anlaşılacağı üzere, bu rivayette talebenin ilim tahsiline v.s. imkan
bulması için, bulunmadığı günlerde elde edemediği bilgileri sormaya çalışmakla
birlikte geçimi konusunu ihmal etmemesi gerektiğine delâlet vardır.[227]
Buhari bu konuda
"Kişinin cariyesi ve ailesine öğretimde bulunması babı" başlığına yer
vererek orada Hz. Peygamber'in (sav), kendilerine ecirleri iki kat verilecek
olan üç kişiyle ilgili sözünü zikreder ki bu kimselerden biri de şudur:
"Yanında bir cariyesi olup da ona güzel bir terbiye veren ve güzel bir
öğretimde bulunan (tahsil yaptıran) kimse".[228]
Buhari sonra "Devlet başkanının (imâm) kadınlara öğüt ve Öğretimde
bulunması bâbı"na yer verir ve orada Hz. Peygamber'in Bilal'le birlikte
çıkması ve söylediklerini kadınlara duyuramadığını düşünerek onlara öğütte
bulunması ve sadaka vermelerini emretmesi olayını zikreder.[229]
Hâfiz İbn Hacer şöyle der: Buhari bu başlıkla, ailenin (ev halkı) öğretimiyle
ilgili teşvikin kişinin kendi ailesine mahsus olmayıp bunun devlet başkanı ve
onun yetki verdiği kimselere de yönelik olduğuna dikkat çekmiştir.[230]
Buhari daha sonra da "Kadınlar için ayrı bir gün ayrılıp ayrılmayacağına
dair bâb" başlığına yer vererek kadınların Resulul-lah'a (sav)
söyledikleri şu sözleri zikreder: "Sohbetinde bulunmak konusunda erkekler
bize galebe çaldı (onlardan bize fırsat kalmıyor). Kendiliğinden bize birgün
ayır". Resulullah (sav) da kendileriyle buluşacağı bir gün tayin etti
onlara. O gün onlara öğütte bulundu ve (bazı hususları) emretti.[231]
Latifelerden: İmam Ebû
İshak el-İsferâinî, kadın ve erkeklerin rivayet ettikleri ahkam ve hadisler
birbiriyle çatışınca, kadının rivayetine öncelik verileceği görüşünde olup bu
konuda şöyle der: "Erkek cinsinin daha zabıt (hıfz, kavrayış ve dikkati
sağlam) olduğu hususu ancak tek tek fertlerde ortaya çıkınca nazarı itibara
alınır. Oysa bütün fertlerde bu z a b t üstünlüğü görülmüş olmayıp kadınların
birçoğu erkeklerin birçoğundan daha z a b t sahibidirler". Bu konuda
Zerkeşi İsferâini'yi onaylar, Irâki de bunu ondan naklederek destekler. Sübki
Cem'u'l-cevâmi'de aksini savunarak râvinin erkek olmasmı tercihe değer
saymıştır. Mahalli şöyle der: "Çünkü erkek genelde kadından daha zabıt
sahibidir". Abbâdi de şöyle der: "Görünüşte bu sözden anlaşılan,
erkeğin haberinin, kendisinden daha zabıt olduğu bilinen kadının haberine bile
takdim (öncelik) edileceğidir. Bu, tartışma götürür. Bunun, râvinin durumunun
bilinmemesi durumuyla kayıtlanması isabetten uzak değildir. Fakat o kadının
daha zabıt olduğu biliniyorsa onun haberine öncelik verilir". Üçüncü bir
görüş de şudur: Erkek, kadınlarla ilgili hükümlerde olanın aksine, kadınlarla
ilgili hükümler dışında tercih edilir. Çünkü kadınlarla ilgili hususlarda onlar
daha zabt sahibidirler. İmamlardan bazıları konuyu daha ayrıntılı olarak ele
alıp erkeğe öncelik tanınmasını, kadının rivayet edilen olayın içinde bizzat
bulunmaması durumuna mahsus kılmıştır. Tâcüddin es-Sübkî Terşîhu't-Tevşîh'te
babasından şu bilgiyi nakleder: Resulullah'ın dörtten fazla kadınla
evlenmesindeki sır şudur ki Allah Teâla şeriatın bâtın ve zahir inin,
anılmasından utanılan ve utanılmayan bütün hükümlerinin nakledilmesini
istemiştir. Resulullah (sav) insanların en hayalısı idi. Allah da erkeklerin
yanında açıklamaktan haya ettiği konularda kendisinden duydukları sözleri ve
gördükleri fiillerine dayanan seri hükümleri nakletmeleri ve böylece şeriatin
naklinin tamamlanması için ona çok kadınla evlenmeyi mubah kılmıştır. Bu tür
hükümleri aktaranların çok olması gerektiğinden Allah Resulü'nün hanımlarının
sayısı da çok olmuştur. Gusül, hayız, iddet ve benzeri konulardaki hükümlerin
çoğu onlardan öğrenilmiştir. Onlar ayrıca Resulullah'ın uykuda ve halvette
bulunduğu sırada peygamberliğine dair gördükleri açık mucizeleri, ibadet
konusundaki gayret ve çabası ile her akıl sahibinin ancak bir peygambere ait
olacağını kabul edeceği hususlar gibi kendilerinden başkalarının nakletmediği
şeyleri de haber vermişlerdir. Bunları onlardan başkası göremezdi. Bununla
büyük bir hayır hasıl olmuştur. Tâcüddin es-Sübkî daha sonra bu bilginin
benzerini et-Ta'cîz müellifinden nakleder. Bu konuda Attâr tarafından
Mahalli'nin şerhine yapılan haşiyeye bakınız.[232]
Ebû Nuaym, Ebû
Ümâme'den şu tahricde bulunur: Allah Resulü (sav) yatsı namazında ashabına
"yarın namaz için toplanın, size bildirmek istediğim hususlar var"
buyurdu. Onlardan biri şöyle dedi: Ey falan, sen Resulul-lah'ın söyleyeceği ilk
kelimeyi, sen de ondan sonrakini belle ki Allah Resu-lu nün sözlerinden birşey
kaçırmayasınız.[233]
Derim: Bu, bugün
stenografi ilminde uygulanan usuldür.[234]
Buhari bu konuda
"Bir şeyi duyup da onu anlayıncaya kadar duyduğu kimseye başvuraduran
kimse babı" başlığına yer vererek orada şu rivayeti zikreder: "Hz.
Aişe bilmediği hiçbir şey duymadı ki onu anlayıncaya kadar (öğrendiği kimseye)
başvurmaya devam etmesin".[235]
Hâfiz Ebû Nuaym, birbirlerine başvurma ve birbirlerine bilgi vermeyi, belleme
ve tahsil formaliteleri konusunda yardımlaşma sözkonusu olduğu için ilim
talebelerinin uymaları gereken adaptan sayar. Sonra da Enes b. Mâlik'e
ulaşan" senediyle İbn Keysân yoluyla tahric ettiği şu hadisi buna delil
gösterir: "Biz hemen hemen altmış kişi olarak Resulullah'la birlikte
oturuyorduk, bize hadis haber veriyordu. Sonra ihtiyacı için evine giriyor,
biz kendi aramızda şunu, sonra şunu tekrar
(müzakere) ediyor ve
kalkıyorduk, sanki (bu bilgiler) kalplerimize ekilmiş oluyordu".[236]
Buhari bu konuda
"Hazır olan olmayana ilmi tebliğ etsin babı" başlığına yer verir.[237]
Eğer onların tebliğ konusundaki hırslan olmasaydı din şimdi XIV. (XX.) yüzyılda
bize taptaze ulaşmış olmazdı.[238]
Buhari bu konuda
"Gece ilim ve öğüt babı"[239],
sonra "ilim konusunda gece sohbeti babı"[240]
başlıklarına yer verir. Hafız İbn Hacer şöyle der; Enes'in, Hz. Peygamberin
yatsıdan sonar kendilerine hitabettiğine dair hadisi[241] ile
Hz. Ömer'in "Resulullah müslümanlann işleriyle ilgili herhangi bir hususta
Ebubekir'le gece sohbet ederdi (görüşürdü)" hadisi de bu konuya girer. Bu
son hadis Tirmizi ve Nesâi tarafından tahric edilmiş olup[242]
ravileri sikadırlar. Abdullah b. Amr'ın[243]
"Hz. Peygamber sabaha kadar bize Beni İsrail'den sözeder, büyük namazdan[244]
başka birşey için kalkmazdı" hadisi de buna girer. Bu hadisi Ebû Davud
rivayet etmiş olup[245] İbn
Huzeyme sahih olduğunu belirtmiştir. "Namaz kılan veya yolcudan başkası
için gece sohbeti yoktur" hadisi ise Ahmed b. Hanbel tarafından rivayet
edilmiş olup[246] senesinde meçhul bir
râvi vardır. Hadisin sabit olması halinde, ilim için gece sohbeti yapmak gece
naille namaz kılmak çerçevesinde mütala edilir. Hz. Ömer, Ebû Musa el-Eş'arî
ile birlikte gece fıkıh müzakere etmişler. Ebû Musa "namaz kılsak?"
demiş, Hz. Ömer de "biz namazdayız" karşılığını vermişti.[247]
Demâmini ilk başlıkla
ilgili olarak şöyle der: Buhari bununla, insanların gece ders ve öğütte
bulunmalarının sahih olduğuna delil getirmek istemiştir. Bu, yatsıdan sonra
konuşmadan nehyin[248] kapsamına
girmez.[249]
Buhari bu konuda
"Diğerlerinin anlamayacağı endişesiyle ilim öğretmeyi yalnız bir gruba
tahsis eden kimse babı" başlığına yer vererek Hz. Ali'nin şu sözünü
zikreder: "İnsanlarla anladıkları (akıllarının aldığı) ölçüde konuşun,
Allah ve Resulü'nün yalanlanmasını ister misiniz?".[250]
Buhari sonra da, kendisine dini bir müjde verdiğinde Muâz'm Allah Resulü'ne
söylediği "sevinmeleri için bunu insanlara haber vereyim mi?" sözünü
ve Resulullah'ın (sav) "(hayır), o zaman tembellik ederler (salih amelde
bulunmazlar)"
şeklindeki cevabını ve
Muâzin (ilmi sakladığı, tebliğde bulunmadığı için) günaha düşeceği endişesiyle
vefatı sırasında bunu haber verdiğini zikreder.[251]
Buhari ayrıca "Bazı insanların kavrayamayıp daha kötü bir duruma
düşmeleri endişesiyle, (haber vermeyi veya yapmayı) düşündüğü (istediği) bazı
şeylerden vazgeçen kimse babı" başlığına yer vererek orada Hz.
Peygamber'in (sav) Hz. Aişe'ye söylediği şu sözü zikreder: "Eğer senin kavmin
küfürden yeni çıkmış olmasalardı Kabe'yi yıkar ve ona iki kapı yapardım;
birinden insanlar girer, diğerinden çıkarlardı".[252]
Hâfiz İbn Hacer şöyle der; Bu hadisten, mefsedete düşmekten korunmak için
maslahatın terke-dileceği ve devlet başkanının harama düşmemek şartıyla daha
üstün olmayan bir yolla bile olsa tebaasını kendi menfaat ve faydalarının
gerektirdiği şekilde yöneteceği anlaşılmaktadır.[253]
ed-Dürrü'I-mensûr'da
"Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın" (Enfâl 8/60)
âyeti ile ilgili olarak şu bilgi verilir: İbn Ebi'd-Dünyâ Kitâbu'r-Remy'de ve
Beyhaki de Şuabü'I-imân'da[254]
Râfî'den (ra) şu tah-ricde bulunur. Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Çocuğun babası üzerindeki hakkı, ona yazı yazmayı, yüzmeyi ve ok atmayı
öğretmesidir".[255]
Cessâs'ın Ahkâmu'l- Kur'ân'ında da "Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi
bir ateşten koruyun ki yakıtı insanlar ve taşlardır" (Tahrim 66/6)
âyetiyle ilgili olarak şöyle denir: Bu âyet çocuklarımıza ve ailemize dini,
hayrı ve kendisinden müstağni kalınamayacak ahlak kurallarım (adâb) öğretmenin
bize görev olduğuna delalet eder. "Ailene namazı emret, kendin de o (nun
güçlüklerine) na dayan" (Tâhâ 20/132) ve "(önce) en yakın akrabanı
uyar" (Şuarâ 26/214) âyetleri de bunun gibidir. Son âyet, kendilerine
öğretimde bulunmamız ve Allah'a itaati emretmemiz konusundaki yükümlülüğümüz
konusunda yakın akrabadan uzak akrabaya doğru bir öncelik bulunduğuna delalet
eder. Allah Resulü'nun "Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden
sorumlusunuz"[256]
hadisi de bunu destekler. Bilindiği üzere çobanın (güden) güttüğünü nasıl
koruması, himaye ve maslahatlarını araması gerekiyorsa.onun eğitim ve öğretimini
yapması da gerekir. Cessâs daha sonra Abdullah b. Ömer'e ulaşan senediyle şu
merfû rivayeti tahric eder: "Bir baba çocuğuna güzel bir ahlaktan (edep)
daha hayırlı birşey vermemiştir".[257] O
bunu çeşitli rivayet yollarıyla tahric eder.[258] Bu
hadisi Beyhaki Hz. Aişe'den merfû olarak rivayet eder: "Çocuğun baba
üzerindeki hakkı, ona güzel bir isim koyması, mevkiini güzel kılması ve ona
güzel bir terbiye (eğitim) vermesidir"[259].
Ebû Nu-aym ve Deylemi'nin Ebû Hureyre'den naklettikleri merfû hadiste de Şöyle
buyrulur: "Çocuğun baba üzerindeki hakkı, ona güzel bir isim koyması,
ergenliğe (buluğ) erince evlendirmesi ve ona yazı yazmayı (kitabı) öğret-mesidir"[260].
Şemsüddin el-Kâvukci ez-Zehebü'1-ibriz'de şöyle der: "Hadiste geçen
"kitâb" dan maksat, Kur'an'ı Öğretmesidir". Deylemi'nin
rivayetinde geçen "aklı erince ona namazı öğretmesi" ifadesi de bunu
destekler. Bununla yazının kastedilmesi de muhtemel olup Hakîm et-Tirmizî'nin
Nevâdirü'1-usûl 'da, Ebü'ş-Şeyh'in Sevâbü'l-a'mâl'de ve Beyhaki'nin
Şua-bü'1-imân'da Resulullah'm azatlısı Râfi'den rivayet ettikleri şu hadis de
bu görüşü destekler: "Hz. peygamber'e ey Allah'ın Resulü, bizim onların
üzerinde hakkımız olması gibi çocukların da bizim üzerimizde hakları var
mıdır?" diye sordum, şöyle buyurdu: Çocuğun baba üzerindeki hakkı, ona
yazıyı, yüzmeyi, atıcılığı öğretmesi ve kendisine helâlden başka rızık yedirmemesi-dir"[261]. Bu
hadiste geçen "kitâbef'ten kastedilen yazı olup faydasının kuvveti ve
üstünlüğünün çokluğundan dolayı istenmiştir. "Sebâha" suda yüzmek,
"remâye" ise yay ile atmak demektir. Zamanımızda ise yayla atmanın
hükmü geçerliliğim kaybetmiş olup kurşun ve barutla atışı öğretmekle yer değiştirmiştir.
Buna dikkat et.[262]
Nureddîn el-Heysemî
Mecmau'z-zevâid'de "Kalemi ile bir hayır veya başka birşeyi yazan kimse
babı" başlığını vererek Atâ'dan şöyle dediğini zikreder: Ben İbn Abbas'ın
yanındaydım, bir adam ona gelerek şöyle dedi: "Ey İbn Abbas, benim
hakkımda ne dersin?" O, "senin hakkında ne diyebilirim?"
deyince, adam "ben kalemle çalışan biriyim", dedi. Bunun üzerine İbn
Abbas şöyle dedi: Resulullah'ın (sav) şöyle dediğini duydum: "Kalem sahibi
kimse kıyamet günü ateşten kilitlerle kilitlenmiş ateşten bir sandık içinde
getirilir. Eğer kalemini Allah rızası ve Allah'a itaat yolunda kullanmışsa
sandıktan kurtulur; eğer Allah'a isyan yolunda kullanmışsa kalemi açan ve
sivrilten, mürekkebi hazırlayan da dahil olmak üzere sandık yetmiş sonbahar
onunla aşağı düşer". Bunu Taberâni el-Mu'cemü'1-evsat
veel-Mu'ce-mü'1-kebir'de rivayet eder. Bu rivayetin senedinde Ebû Eyyûb el-Hîrî
mevcut olup o da İsmail b. Ayyâş'tan rivayette bulunmuştur. Anlaşılan bu hadisin
âfeti (zayıf oluşunun sebebi) Hîri'dir. Çünkü Taberâni el-Mu'ce-mü'1-evsat'da
hadisin yalnız Hîri tarafından rivayet edildiğini söyler.[263]
Mihbere, sözlükde "devat" (divit, hokka) demek olup içine mürekkep
konur. Çeşitli şekillerde okunur ki mi'laka kalıbında mihbere de bunlardan biridir.
Cevheri yalnız bu okunuşu verir. Firuzâbâdi ise ona karşı çıkarak kendisini
hatalı bulur (ve mahbere şeklindeki okunuşu tercih eder).[264]
Oysa mihbere şekli hem kıyas hem semâ bakımından doğru olup Fârâbi
Divânü'l-edeb'de, Feyyûmi el-Misbâh'ta, Neşvân Şemsü'l-ulûm'da ve Nevevi de
et-Tehzib'de bunu ifade ederler. Nevevi ayrıca şöyle der: Mihbere, mürekkep
kabıdır.[265] Ferrâ şöyle der:
Ka'bü'l-hibr'e (Ka'bü'l-ahbâr) böyle denmesi, kendisiyle yazdığı mürekkepten
dolayıdır. Çünkü onun kitapları vardı, el-Câsûs ale'l-Kâmûs a bakınız. Hafaci
de Şerhu'ş-Şifâ'da Ka'b'ın biyografisinde ona böyle denmesinin, kendisiyle
yazı yazılan mürekkep anlamındaki hibr'le ilgili olduğunu, mürekkeple çok
yazmasından dolayı Ka'b'ın da buna nisbet edilerek Ka'bu'1-Hibr diye anıldığını
belirtir. Bunu Ezheri anlatır.[266]
Dârimi'nin Müsned'inde
"ilmi yazmada ruhsat verilen kimse bâbı"nda metni şu şekilde olan bir
eser (haber) gördüm: "Bize Muhammed b. Said haber verdi: Bize Veki, Abdullah
b. Hanş'tan şöyle dediğini haber verdi: Onları Berâ'nın yanında, kamışın
uçlarıyla avuçlarına yazarken gördüm.[267]
Buhari Sahih te
"Kitâbu'l-îlm"de "İlmin yazılması babı" başlığına yer
verir, sonra Hz. Peygamberin vefatıyla sonuçlanan hastalığı sırasında söylediği
"Bana bir kitap (yazı malzemesi) getirin, size bir kitap (belge, yazı) ya-
zayım (yazdırayım)" sözünü zikreder.[268]
el-Fecrü's-sâti'de müellif şöyle der: Hadiste geçen ilk "kitap"
kelimesinden maksat kalem, hokka ve kürek kemiği gibi yazı malzemesi olup bu ifadede
mecaz-ı hazif vardır.[269]
Ebû Davud Sünen'inde
"Misvak bâbı"nda Ebû Seleme b. Abdurrahman yoluyla Zeyd b. Halid
el-Cühenî'den şu tahricde bulunur: Resululah'ı (sav) şöyle derken duydum:
"Eğer ümmetime zorluk çıkarmayacağını bilseydim her namaz kılışlarında
misvak kullanmalarını emrederdim". Ebû Seleme ŞÖyle der: Zeyd'i mescidde
oturmuş gördüm, kâtibin kulağına kalemi koyması gibi kulağına misvak koymuştu.[270]
Eğer o pâk devirde kâtipler kalemlerini kulaklarının üstüne koymasalardı, Ebû
Seleme onlara benzetmede bulunmazdı. Bu rivayette, kendisiyle temayüz
ettikleri bir nitelik ve alametle tanınan kimselere atıfla bulundukları
görülmektedir. Birinci ciltte yazı ile ilgili bölümde Hz. Peygamberin (sav)
Muâviyeye kalemini kulağının üstüne koymasını emrettiği ve bunun daha
hatırlatın olduğunu belirttiği hususu zikredilmişti.[271]
Şihâbüddin
el~Mercânî'nin Vefiyyetü'l-eslâf ında şu bilgi verilir: Kağıt yapımının
yaygınlaşması, çoğalması ve ibrişim, pamuk ve kenevirden yapılması: Yusuf b.
Amr el-Mekkî 88(707) yılı dolaylarında Hicaz'da pamuktan kağıt yapımını icad
etti. Musa b. Nusayr da Mağrib memleketlerinde keten ve kenevirden kağıt yaptı.
Hülasa her ne kadar bu sanatı Çinliler başlatmış-larsa da müslümanlar onu
geliştirmeye önem vermiş, mükemmelliğinin son noktasına ulaştırarak kıtalarda
yayıp şehirlerde çoğaltmışlardır. Onlardan da Avrupa'ya geçmiştir. İslam'ın
zuhurundan Önce yazı deri üzerine yazılıyor, az bulunması ve fiyatının pahalı
olması sebebiyle de herkesin kolayca bulması mümkün olmuyordu. İslam'da kağıt
yapma sanatı ortaya ^ıktı, müslümanlar buna önem verdiler ve kalitesini bakanın
şekli kağıt üzerinde görülecek seviyeye ulaştırdılar. Yapraklar çeşitli
renklerde ve güzel nakışlarla süslü olurdu.
Nasr el-Hûrinî'nin
el-Metâliu'n-Nasriyye'sinde şu bilgi verilir: Hindistan'dan getirilen kağıtlar
bollaşmadan önce ashab ve onları izleyenler Kur'an ayetleri ve diğer şeyleri
yaprakları soyulmuş geniş hurma dalına, koyun kürek kemikleri ve diğer temiz
kemiklerden elde edilen levhalara, kumaş parçaları ve ceylan derisi gibi
derilere yazıyorlardı. Ben bu şekildeki bazı Kur'an âyetlerini toplamışımdır.
Buhari'de şu hadis zikredilir: "İnananlavdan özürsüz olarak oturanlarla
malları ve canlarıyla Allah yolunda ci-had edenler bir olmaz" (Nisa 4/95)
âyeti nazil olunca Hz. Peygamber Berâ b. Marûr'a "Bana Zeyd'i çağır,
levhayı, hokkayı ve kürek kemiğini... getirsin" buyurdu.[272]
Rivayet edildiğine göre Hz. Osman, bazı harflerini düzeltmesi için üzerinde
Kur'an'dan bazı ayetler yazılı bulunan bir koyunun kürek kemiğini Übey b.
Ka'b'a gönderdi. Buhari'nin naklettiği bazı rivayetlerde şu hadis zikredilir:
Hz. Peygamber (sav) vefatından dört gün önce şöyle buyurdu: "Bana bir
kürek kemiği getirin, size bir belge yazayım, benden sonra asla dalâlete
sapmayasınız".[273]
Rivayet edildiğine göre İmam Şafii kağıdın az oluşundan dolayı meseleleri çoğu
zaman kemiklere yazardı. Öyle ki çadırları onlarla doldurmuştu. Ben ceylan
derisi üzerine yazılmış bazı Mushaf lar gördüm. Hz. Osman'ın çoğaltılıp büyük
şehirlere gönderilmesini emrettiği Mus-haflar kağıda yazılmıştı. Medine'de
kendi yanındaki Mushaf ise Mısır'da gö rüldüğü üzere ceylan derisine
yazılmıştı.
İbn Abdilhakem
el-Mısrî'nin Fedâilu Ömer b. Abdilaziz adlı eserinde şu bilgi verilir: Ömer,
Ebû Bekr Muhammed b. Arar b. Hazm'a şunu yazdı: "Senin Süleyman'a
gönderdiğin mektubu okudum; senden önceki Medine valilerine müslümanlarm şu ve
şu ihtiyaçları için kağıt gönderildiğini zikrediyorsun. Bu konuda sana cevabı
vermek bana düştü. Bu mektubum sana ulaştığında kalemi incelt, yazıyı ve birçok
ihtiyacı bir tek sahifeye topla. Müslümanların beytülmal ine (hazine) zarar
verecek fazla söze ihtiyaçları yoktur. Allah'ın selamı üzerine olsun.[274] Bu,
Süleyman b. Abdülmelik zamanında taşradaki vali ve yöneticilere yazmak için
kağıt dağıtıldığını göstermekte olup bu durum hicri I. yüzyılın sonlarına
rastlamaktadır.[275]
Tirmizi, Ebû
Hureyre'den şu rivayeti tahric eder: "Ensardan bir adam Resulullah'ın
(sav) yanına oturup kendisinden hadis dinliyor, bundan hoşlanıyor fakat
belleyemiyordu. Bu durumu Resulullah'a şikayette bulundu. Re-sulullah da eliyle
yazıya işaret ederek "sağ elinden yardım iste" buyurdu." Tirmizi
bu konuda İbn Amr'dan da rivayet bulunduğunu belirttikten sonra şöyle der: Bu
hadisin isnadı bu şekilde sağlam değildir.[276]
Râmehürmüzi, Râfi b.
Hudeyc'den müsned olarak şu rivayeti nakleder; Ben "ey Allah'ın Resulü,
biz senden birşeyler duyup yazıyoruz" dedim, Resu-lullah da "bunu
yazın, hiçbir mahzuru yoktur" buyurdu.[277]
Abdullah b. Amr'dan da şöyle dediği nakledilir: Resuhıllah'ın yanın&a
ashaptan bir grup insan vardı. Ben de onlarlaydım ve topluluğun en küçüğü idim.
Resulullah "Kim bana bilerek yalan isnad ederse, ateşten yerine
hazırlansın" buyurdu. Topluluk dışarı çıkınca kendilerine şöyle dedim:
"Allah Resulü'nden nasıl haber verirsiniz; onun söylediklerini duyduğunuz
halde kendisinden hadis nakletmeye dalıp gidiyorsunuz?". Gülerek şöyle
dediler: "Ey kardeşimizin oğlu, ondan duyduğumuz herşey yanımızda bir
kitaptadır". Bunu Taberâni el-Mu'cemü'1-kebir'de rivayet etmiş olup
senedinde bulunan İshak b. Yahya b. Talha metrûkû'l-hadis (rivayeti hiçbir
şekilde alınmayan) râvidir. Sümâme'den de şöyle dediği nakledilir: Enes bize
"İlmi yazıyla bağlayın (kaydedin)" dedi. Taberâni bunu
el-Mu'cemü'1-kebir'de rivayet etmiş olup Heysemi ramilerinin Sahîh'in ravileri
olduğunu belirtir.[278]
Enes'ten şu rivayet nakledilir: Bir adam ezberinin kötü olduğunu Resu-lullah'a
şikayet etti. Resulullah da "sağ elinden yardım iste" buyurdu. Bu rivayetin
senedinde İsmail b. Yusuf bulunmakta olup zayıf bir râvidir.[279] Ebû
Hureyre'den de şu rivayet nakledilir: Bir adam ezberinin kötü olduğunu
Re-sulullah'a şikayet etti. Resululah da "ezberin konusunda sağ elinden
yardım iste" buyurdu. Bunu Bezzâr rivayet eder. Senedinde Husayb b. Cahdar
bulunmakta olup yalancıdır ( k e z z â
b ).[280]
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında (VII, 14) Enes'in biyografisinde, onun oğullarına şöyle dediği
kaydedilir: "Ey oğullarım, ilmi yazıyla bağlayın".[281] Ebû
Nu-aym, Abdullah b. Amr'dan şu rivayeti tahric eder: "Ey Allah'ın Resulü,
senden hadisler duyuyorum, yazmama izin verir misiniz?", dedim,
"evet" buyurdu. Elimle yazdığım ilk yazı Hz. Peygamber'in Mekke
halkına gönderdiği mektuptu.[282] İbn
Kani, Asım b. Muhacir el-Kelâî yoluyla, onun babasından naklettiği şu rivayeti
tahric eder: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Güzel yazı, gerçeğe (hakka)
açıklık (vuzuh) kazandırır".[283]
Hafız İbn Hacer bu hadisi el-Isâbe'de Muhacir el-Kelâî'nin biyografisinde
zikreder.[284] Hakîm,
el-Mu'cemü'l-kebir'de Taberâni, Semmûye ve Takyîdü'l-llm'de de Hatib, Râfi b.
Hudeyc'den şu rivayeti tahric ederler. Ben "ey Allah'ın Resulü, biz senden
birşeyler duyup yazıyoruz" dedim. Ve hadisi zikretti.[285]
İbnü'l-Cevzi
el-İlel'de Abdullah b. Amr'dan şu merfû rivayeti tahric eder: "Kim
Allah'ın kendisini bağışlaması umuduyla benden kırk hadis yazarsa, Allah da
onu bağışlar ve kendisine şehidlerin sevabını verir".[286]
Ah-medb. Hanbelin Müsned'inde (1,178) Abdullahb. Amr b. Asın müsnedinde şu
rivayet zikredilir: Bize Yahya b. İshak haber verdi: Bize Yahya b. Eyyub haber
verdi: Bana Ebû Kubeyl haber verdi: Biz Abdullah b. Amr b. As'ın ya-nındaydık,
kendisine Kostantiniyye ve Rûmiye şehirlerinden hangisinin daha önce
fetholunacağı soruldu. Abdullah b. Amr, halkaları bulunan bir sandık
getirterek ondan bir yazı (belge) çıkardı. Abdullah şöyle dedi: Biz bir ara
Resulullah'm (sav) etrafında toplanmış yazıyorduk, kendisine o sırada Kostantiniyye
ve Rûmiye şehirlerinden hangisinin önce fetholunacağı soruldu. Resulullah (sav)
Kostantiniyye'yi (İstanbul) kastederek "Hirakl"ın şehri önce
fetholunacaktır" buyurdu.[287]
Şeyh Ebu 1-Hasan es-Sindî haşiyesinde şöyle der: "Halkaları vardı" ifadesi,
noktasız "ha" ile "halkaları bulunan" anlamında, noktalı
"ha" ile ise sandığın sıfatı olarak "eski sandık"
anlamındadır. Mecmau'z- zevâid'de şöyle denir: Bu hadisi Ahmed b. Hanbel
rivayet etmiş olup ravileri Ebû Kubeyl dışında Sahihin ravileri ölçüsündedir. O
ise sika bir râvidir.[288]
tbn Sa'd Tabakât'da
(III. kısım, II, 125) Abdullah b. Amr'dan şöyle dediğini tahric eder:
"Kendisinden duyduklarımı yazmak için Allah Resu-lü'nden (sav) izin
istedim, bana müsade etti ben de yazdım". Abdullah b. Amr bu yazdıklarını
es-Sahifetü's-sâdıka diye adlandırmıştı. İbn Sa'd, Müca-hid'den de şu rivayeti
tahric eder: Abdullah b. Amr b. As'ın yanında bir sahi-fe gördüm ve ne olduğunu
sordum. Şöyle dedi: "Bu es-Sâdıka'dır. Onda, kendisiyle aramda hiç kimse
bulunmadan Resulullah'tan duyduklarım var".[289] Ebû
Hureyre'den şu rivayet nakledilir: "Abdullah b. Amr'dan nakledilenden
başka hiç kimse Resululîah'ın hadisi konusunda benden bilgili değildi. O
eliyle yazar ve kalbiyle de ezberlerdi, ben ise kalbimle ezberler fakat elimle
yazmazdım. O, kendisinden duyduklarını yazma konusunda Resulul lah'tan izin
istedi, o da izin verdi". Bunu Ahmed b. Hanbel[290] ve
Tirmizi rivayet eder. Tirmizi şöyle der: "Bu hasen-sahih bir
hadistir". Bu hadisin aslı Sahih-i Buhari'de olup Tirmizi el-Câmi'inde
"Kitâbu'l-îlm"de "ilmi yazmada ruhsat babı" başlığı
altında verir[291], Buhari'nin lafzı ise
şöyledir: "...O yazardı, ben yazmazdım".[292]
Hafız İbn Hacer Fethu'1-Bârî "Ben yazmazdım" sözü ile ilgili olarak
şöyle der: İbn Vehb'in Hasan b. Amr b. Umeyye yoluyla tahric ettiği şu rivayet
bununla çatışmaktadır: "Ebû Hureyre'nin yanında bir hadis rivayet edildi,
Ebû Hureyre elimden tutarak beni evine götürdü ve bana Resulullah'm
hadislerinin yazılı olduğu kitaplar (sayfa, yazılı kağıt) gösterip şöyle dedi:
İşte bu benim yanımda yazılıdır". îbn Abdilber şöyle der: "Hemmâm'ın
rivayeti daha sahihtir.[293] İki
rivayet arasında şöyle uygunluk bulmak da mümkündür: Ebû Hureyre, Hz.
Peygamber zamanında yazmayıp ondan sonra yazmıştır". İbn Hacer şöyle der:
Bundan daha kuvvetli ihtimal şudur ki onun yanında yazılı hadislerin
bulunması, bunların onun tarafından yazılmış olmasını gerektirmez, Ebû
Hureyre'nin yazı yazmadığı sabit olduğuna göre kendi yanındaki yazılı
hadislerin onun yazısıyla olmadığı hususu kesinlik kazanır.[294]
Hafız Suyûti
Tedribü'r-râvi'de şöyle der: Bir grup (ashap ve tabiinden), hadis yazılmasını
mubah kabul edip bizzat yazmışlardır. Hz. Ömer, Ali, oğlu Hasan, İbn Amr, Enes,
Câbir, İbn Abbas, İbn Ömer, Hasan-ı Basri, Atâ, Said b. Cübeyr ve. Ömer b.
Abdülaziz bunlardan olup Kadı Iyâz bunu ashap ve tabiinin çoğunluğundan bir
rivayet olarak nakletmiştir.[295] İbn
Asâkir ve el-Medhal'de de Beyhaki, Hasan b. Ali'den şu tahricde bulunurlar:
Hz. Hasan kendi oğullan ile kardeşinin oğullarına şöyle dedi: Siz kavmin küçüklerisiniz
ve başkalarının büyükleri olay azacaksınız. Binaenaleyh ilmi öğrenin, sizden
kim onu rivayet veya ezberlemeye güç yetiremezse yazıp evine koysun.[296]
Beğavi Mu'cem'inde
Yezîd er-Rakkâşî'den şu tahricde bulunur: "Biz Enes b. Mâlik'e çok
üstelediğimizde (soru v.s. çok sorduğumuzda) kendisine ait bir mecmua (sahife,
kitap) getirerek bize attı ve "Bu, Resulullah'tan (sav) duyduğum ve yazıp
arzettiğim hadislerdir" dedi. Bu rivayeti Hafız Suyûti Tedribü'r-ravi'de
(s. 142) zikreder.[297]
Muhammed b. Harun er-Rûyânî Müsned'inde şöyle der: Bize Muhammed b. Ziyad haber
verdi. Bize Fudayl b. Iyâz, Fâyid'den[298], o
da Ubeydullah b. Ali b. Ebi Râfi'den naklen haber verdi: İbn Abbas, Ebû Râfi'e
gelip şöyle derdi: "Resulullah (sav), falan gün ne yaptı?". İbn
Abbas'm yanında da onun söylediğini yazan vardı. İbn Sa'd Tabakât'ta Selma'dan
şu rivayeti tahric eder: İbn Abbas'ı, yanında levhalarla gördüm. Onlara Ebû
Râfi'den naklen Resulullah'm fiillerinden birşey-ler yazıyordu.[299]
İmam Ebû Muhammed İbn
Kuteybe MüşkilüT-hadis adlı kitabında, Kur'an'dan başka birşey yazmayı
yasaklayan hadisleri ve Resulullah'ın "İlmi yazıyla bağlayın" sözünü
zikrettikten sonra şöyle der: Bunda iki durum sözkonusudur. Birincisi: Sünnetin
sünnetle neshi sözkonusudur. Şöyle ki Resulullah (sav) önce sözünün yazılmasını
yasaklamış, sonra da sünnetler (hadisler) çoğalıp ezberlenmesi güçleşince
yazılması ve kaydedilmesini uygun görmüştür. İkincisi: Yazmayı yalnızca
Abdullah b. Amr b. As'a mahsus kıldı. Çünkü o eski kitapları okuyor, Süryanice
ve Arapça yazıyordu. Ondan başka sahabiler ise ümmi olup ancak bir iki tanesi
yazı biliyordu. Bunlar da kusursuz ve imlaya uygun şekilde yazamıyorlardı.
Resulullah, yazdıklarında hata yapacakları endişesiyle onları yazmaktan
menetti. Bu konuda Abdullah b. Amr'dan emin olunca kendisine müsade etti, İbn
Kuteybe sonra müsned-merfû olarak şu hadisi rivayet eder: "Malın
çoğalması, kalemin (kalem erbabının) yaygınlık kazanması ve tüccarların
çoğalması kıyamet alametlerindendir". Amr[300]
şöyle der: Biz büyük bir mahallede (oba v.s.) katip arasaydık, satış yapan adam
"Falan oğullarının (kabilenin) tüccarına danışayım" derdi.[301]
el-lklil'de "Deki
onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rab-bim şaşmaz ve
unutmaz" (Tâhâ 20/52) âyetiyle ilgili olarak şu bilgi zikredilir. İbn Ebî
Hatim, Ebü'l-Melih'ten şu tahricde bulunur: "İnsanlar bizim yazı yazmamızı
ayıplıyorlar, oysa Allah teâla şöyle buyurmuştur: "Deki onların bilgisi
Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim şaşmaz ve unutmaz" (Tâhâ 20/52).
Bulkîni şöyle der: "Bu, hadis ve ilmin yazılmasının meşruluğu konusunda
en güzel hüküm çıkarmadır".[302]
İbnü11-Cevzi Telbisu
iblis te şöyle der: Hz. Peygamber Kur'an ve hadisin korunmasının zor olduğunu
görünce onların yazılmasını emretti. Kur'an'a gelince, Resulullah (sav) kendisine
bir âyet nazil olduğunda katibi çağırıp onu kaydederdi. Ayetleri hurma dalına,
taş ve kürek kemiklerine yazarlardı. Hz. Peygamber'den sonra Hz. Ebubekir
Kur'an'ı muhafaza için Mushaf ta topladı. Sonra Hz. Osman ve diğer sahabiler
Mushaf ı bu nüshadan çoğalttılar. Bütün bunlar Kur'an'ın muhafaza edilerek
kendisinden bir şeyin kopup ayrılmaması içindi. Sünnete gelince, Resulullah
(sav) İslam'ın ilk zamanlarında insanların yalnız Kur'an'ı yazmalarına müsade
ederek "Kur'an'dan başka benden birşey yazmayın”[303]
buyurdu. Hadisler çoğalıp ashap tarafından az sayıda bellendiğini görünce
kendilerine yazma izni verdi. İbnu 1-Cevzî sonra bir rivayette geçtiği üzere
Ebû Hureyre'nin az ezberleyebildiğim kendisine şikayet etmesi üzerine
Resulullah'm yazıyı kastederek ona söylediği "ezberin konusunda sağ
elinden yardım iste"[304]
sözünü, sonra da "ilmi yazıyla bağlayın"[305] hadisini
zikreder. Bu bilginin devamı için Tel-bisu İblise bakınız.[306]
el-Utbiyye'de İmam
Mâlik'in şöyle dediği nakledilir: "Hz. Ömer hadisleri yazmak istedi veya
onlardan yazdı, sonra 'Allah'ın Kitabı'yla birlikte bir kitap (mı?), hayır'
dedi." İbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsil'de şöyle der: Bunun manası şudur: Hz.
Ömer, Resulullah'tan (sav) nakledilen hadisleri, Kur'an'ı yaptığı gibi, her
yerde insanların kendisine bağlı olacakları temel bir kaynak kılmak üzere
yazmak istedi. Sonra bundan vazgeçti. Çünkü hadislerin Hz. Peygamber'den
naklinin sıhhati, tevatürle nakledilmiş bulunan Kur'an'ın naklindeki sıhhatin
kesin oluşu gibi kesinlik arzetmiyordu. Bu yüzden gerek sıhhatleri gerek
kendileriyle amel konusunda hadislerle ilgili hükmün görüş ve içtihada
bırakılmasını uygun gördü. Kişinin rivayet ettiği hadisi hatırda tutup
unutmaması için yazmasında ise herhangi bir kerahet sözkonusu değildir.
Resulullah (sav) bir hadisi haber verdi, Yemenli bir adam gelip "Ey Allah'ın
Resulü, benim için yaz" dedi. Resulullah da "Ebû Fulan için
yazın" buyurdu. Ebû Hureyre şöyle der: "Abdullah b. Amr'dan
nakledilenler hariç Re-sulullah'ın ashabından hiç kimse benden daha fazla hadis
kendisinden nak-letmemiştir. O yazardı, ben ise yazmazdım". Eğer alimler
hadisi kaydedip tedvinde bulunmasa, onu muhafaza etmese ve sahih olanı zayıf
olandan ayırmasalardı ilim yokolup gider, dinin esasları bilinmez kalırdı.
Allah onları bu husustaki gayretlerinden dolayı mükâfatların en üstünü ile
mükâfatlandırsın.[307] Bu,
el-Beyân ve11-tahsil den nakledilmiş olup güzel bir bilgidir.[308]
Herevi
Zemnıü'l-kclâmda şöyle der: "Ne ashap ne tabiin hadisleri yazmış
değillerdi. Onlar vergilerle (zekât) ilgili mektup (kitabu's-sadakât)[309] ve
araştıranın ancak iyice araştırdıktan sonra vakıf olabileceği az birşey dışında
hadisleri yalnız ezbere naklediyor ve sözlü olarak alıyorlardı". Bu bilgi
el-Hitta (s.27) müellifi tarafından nakledilmiştir.[310]
İmam Nevevi
Tehzibü'1-esmâ ve'1-lugat'da şöyle der; Ashabın himmet ve gayreti cihada, nefs
ile mücahedeye ve ibadete yönelmişti. Onlar eser kaleme almak için vakit
bulamadılar. Tabiin de böyle olup eser vermemişlerdir.[311]
İmam Ebû Ali el-Yûsî
Kânfyı'unda ilmi yaymanın yollan ve bu yolların eskiden beri
uygulanageldiğinden sözederken şöyle der: "Telife gelince, bunun esası Hz.
Peygamber'in nazil olduğunda vahyi yazdırması, hükümdarlara ve başkalarına
gönderdiği mektupları ile vergilere dair mektubu (belge) yazdırmasıyla ilgili
uygulamasıdır. Bu mektupta çeşitli konular toplanmış olup bu tedvin edilmiş bir
ilim ve telifin ta kendisidir. Her ne kadar Allah kendisini bu konuda müstağni
kıldığından bizzat yazmıyor idiyse de yazılmasını emrediyordu. Alim ister kendi
eliyle yazsın ister yazmasın gaye ilmi telif, tedvin ve sonsuza ulaştırmaktır.
Nice alimler var ki yazmayıp imlâ
ettirirler, bu da bir telif olur". Bu güzel bir bilgidir.
Simtü'l-cevheri'l-fâhir'de
şu bilgi verilir: Hz. Peygamber dinî esas ve hükümlerle ilgili olarak
müslümanlara kendi eliyle mektuplar (belgeler) yazdı. Bunlardan biri vergilerle
(zekât) ilgili olup Hz. Ebubekir'in yanında[312],
diğeri de zekatın nisabı v,s. hakkında olup Hz. Ömer'in yanında hulunan
mektuptur.[313] Bir diğeri de çeşitli
fıkhi konularla ilgili olarak Yemen halkına yazdığı mektup olup bu değerli bir
belgedir. Bütün fıkıh-alimleri, onda belirlenen diyet miktarlarını, bu konudaki
hükümlerinde esas almışlardır.[314]
Derim: Allah Resulünün
Hz. Ebubekir'in yanında olduğu zikredilen mektubu Ahmed b. Hanbel, Ebû Davud,
hasen olduğunu belirterek Tirmizi ve Hâkim tarafından Süfyan b. Hüseyin
yoluyla, onun İbn Şihâb'dan, onun Salim'den ve onun da İbn Ömer'den rivayeti
olarak tahric edilmiştir: "Resulullah (sav) vergilerle (zekat) ilgili
mektubu yazdı, fakat âmillerine (vali, vergi memuru) göndermeyip kılıcına bağladı.
Vefatına dek böyle kaldı. Sonra Ebubekir onunla amel etti (uyguladı), o vefat
edince de Ömer kendi vefatına dek onunla amel etti. Onda, her beş devede bir
koyun zekat olarak verileceği belirtilmiştir..." Ve hadisi zikretti.[315]
Tirmizi şöyle der: Yunus ve birçokları Zühri'den, o da Salim'den bu hadisi
nakletmiş, fakat merfû olarak rivayet etmemişlerdir. Onu Yalnız Süfyan b.
Hüseyin merfû olarak rivayet etmiştir.[316]
Buhari, Ebû Davud, Nesâi ve İbn Mâce ise Enes'ten "Hz. Ebubekir'in onu
(Enes) Bahreyn'e gönderdiğinde kendisine bu mektubu yazdığı" rivayetini
naklederek hadisin benzerini zikrederler. Ebû Davud'un bir rivayetinde Hz.
Ebubekir'in Enes'e mektup yazdığı ye üzerinde Resulullah'ın (sav) mührünün
bulunduğu belirtilir.[317]
Hadisi İmam Mâlik Muvatta'da "Kitâbu'z-zekât"â& "sürülerin
zekâtı bâbı"nda şöyle diyerek nakleder: "Ömer b. Hattâb'm zekâtla
ilgili mektubunu okudum ve orada şu ifadeyi gördüm: Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla. Bu, zekâtla ilgili mektuptur (belgedir)..." ve mektubun
metnini zikreder.[318]
Kadı Iyâz şöyle der: Mâlik, alimler ve onlardan Önce de halifeler bu mektupta
bulunan hükümlere dayandılar. Bundan herhangi birşeyin inkârıyla ilgili olarak
sahabeden hiçbir haber nakledilmemiştir.[319]
el-Istibsâr fi
ensâbi'l-ensâr'da müellif Amr b. Hazm el-Ensârî'nin biyografisinde şöyle der:
Hz. Peygamber onu, kendilerine dini bilgileri öğretmesi için Necran'a âmil
tayin etti. Ona farzlar, sünnetler ve vergilerle (zekât) ilgili bir mektup
yazdı. Amr b. Hazm'a yazılan bu mektup meşhur olup ulema bu konudaki
hükümlerinde onu delil olarak almışlardır, Ebû Ömer, "onun şöhreti,
isnadından daha güçlüdür" veya bu anlamda söz söylemiştir.
Derim: Hz. Ömer
zamanında tedvin edilen, onun izin ve tensibiyle Akil b, Ebi Tâlib, Mahrame b.
Nevfel ve Cübeyr b. Mut'im tarafından yazılan "atâdiv ânı "[320], bu
konuda görüş belirten ve İslam'da ilk defa tedvinde bulunanın kim olduğu
hususunda söz söyleyen herkesin bilgisine gizli kalmış, bunu farketme m
işlerdir. Hz. Ömer şöyle demişti: "İnsanları a t â daki derecelerine göre
yazın". Biz her ne kadar daha Önce yerinde açıklandığı üzere[321],
bundan önce Hz. Peygamber'in sağlığında ilk müslümanlarm yazılmasını bu konuda
esas alıyorsak da Hz. Ömer'in bu divanının İslam'da tedvin edilen ilk şeylerden
olması gerekir. Hz. Peygamber zamanındaki yazım, kendisiyle ilgili olarak
Buhari'nin "Kitabu'l-Megâzî" de "devlet başkanının halkı yazması
babı" başlığına yer vererek orada Resulullah'm (sav) "müslüman
olanları bana yazın" sözünü zikrettiğidir.[322]
Demâmini bunun Hudeybiye antlaşması yılında olduğunun söylendiğini kaydeder.
Binaenaleyh yapılan ilk t e d v i n in bu zikredilen tedvin olduğunu kesinlikle
söylemek mümkündür. Şüphe yok ki insanların İslamiyet'e girişleri, hicret ve
(İslam ve müslümanlara) yardım konusundaki öncelik derecelerine göre yazılması
sahabe, İslam liderleri ve onların çocuklarının biyografilerinin yazılması
konusundaki ilk malzemedir. Bu sebepledir ki ben bunun yapılan ilk tedvin
olduğu görüşündeyim. Çünkü bu, geçenlerin gelecek olanlar için kaydettiği büyük
bir malzemedir. Görmüyor musun ki vakıf kayıtlarından (şimdi sicilleri),
sınırlar, komşu yerler, büyük aileler ve önde gelenlerinin anılmasıyla
birlikte vakıfla bulunan kimselerin zamanlarını tanıma konusunda büyük bir
fayda elde ediyoruz. İlk müs-lümanlann kaydedildiği belge ile Hz. Ömer'in bu
divânı bugün bulunsaydı, İslam büyükleri hakkında en büyük malzeme olurdu.
Daha önce gelenler, bu ikisinden kalan malumatı elde edip bu konuda elimizde
bulunan bilgileri kaleme aldılar. İbn Sa'd'uî Tabakât'ında Numan b. Mâlik'in
biyografisini verip onun soyundan gelenlere "Kavâkile" denilmesinin
sebebini anlatırken söylediği şu söze bakınız: "Bunun gibi onlar d i v â
n da da Beni Kavkal diye adlandırılmışlardı".[323] İbn
Sa'd Beni Cüşera ve Zeyd b. Haris b. Hazrec'den sözederken de onların d i v â n
da aynı adla çağrıldıklarını söyler.[324]
Ben el-Kunû bimâ hüve
matbû(s.47) müellifinin özel bir maksadı olmadan yazdığı bir ibare buldum ki
şöyledir: "İslam fetihlerinin başlamasından çok kısa bir süre sonra
yönetim ve yargıyla ilgili işler, vali ve görevlilerin müslümanlar tarafından
fethedilen şehir ve bölgelerden coğrafi raporlar göndermelerini zorunlu kıldı.
İşte bunlar, Arapların coğrafyaya dair sahip oldukları esaslardır. Müslümanlar
Arap yarımadası, İran yani Fars ülkesi olan Acem ve Suriye topraklan konusunda
geniş bilgi sahibi oldular. Moğol bölgeleri, Rusya ve Çin'in güneyi ile
Hindistan'a dair açıklamalarda bulundular. Siyasi yönetimin gereklerinin
ortaya koyduğu bu ön bilgilerden yavaş yavaş geniş ve kapsamlı yazılı Arap coğrafya
literatürü doğdu. Bugün, bu neslin çocukları olarak biz basılı şekilde bunların
mütalasından faydalanmaktayız". Adı geçen esere bakınız.
Halifelere gönderilen
coğrafi raporların örneklerinden biri de Mısır'ın fethinden sonra Amr b. As'ın
Mısır'ın özellikleriyle ilgili olarak Hz. Ömer'e yazdığı mektuptur. Bu konuda
Mısır tarihiyle ilgili eserlere bakınız. Biraz sonra bu mektubun metnini
vereceğiz, bekleyin.[325]
Râfii el-Mısrî'nin
Târihu âdâbi'1-Arab adlı eserinde şu bilgi verilir: Tedvin (telif) konusunda
bilinen ilk şey İbn Abbas'ın kendisine sorulan sorulara verdiği fetvaları
yazışıdır (s. 287). Allâme Turunbâti'nin Buluğu aksa'l-tnerâm'ında şu bilgi
zikredilir: "Ashap ve tabiinden mahir alimler, Kur'an'ın manalarım
herkesin anlayamayacağım görünce Kur'an tefsiriyle meşgul oldular ve
kendilerinden sonra gelenlere yol göstermek için tefsirler telif ettiler,
Nebevi hadisleri yazdılar. Çünkü bu, teklifin konusu olan hususları bilmeye
vesile ve bu da istenilene uymaya bir vasıtadır." Bu bilginin benzeri Kadı
Ebü'1-Feth İbnü'l-Hac'ın el-Ezhârü't-tayyıbetü'n-neşr'inde mevcut olup ona
bakınız.
Hânz Suyûti'nin
Evâil'inde şu bilgi geçer: "Garibü'l-Kur'an konusunda ilk eser yazan kimse
Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ olup bunu İbnü'1-Ez-rak'ın İbn Abbas'a sorduğu sorulardan
almıştır".[326]
Hafız Zeylai'nin Nas-bu'r-râye fi tahrîci ahâdîsi'l-Hidâye adlı eserinin
sonunda (II, 381) şu bilgi verilir: Vâkıdi, İkrime'den şu müsned rivayeti
nakleder; "Ben bu mektubu, İbn Abbas'ın vefatından sonra onun kitapları
içinde bularak istinsah ettim. Onda şu bilgiler vardı...". Zeylai burada
İkrime'nin söyledikleri olarak Mün-zir b. Sâvâ'nın Hz. Peygamber'e gönderdiği
mektubu ve Resulullah'ın da ona cevabım kaydeder.[327] Bundan
anlaşıldığına göre, ya bizzat kendi yazdığı veya derlediği olarak İbn Abbas'ın
kitapları vardı. Bu, her halükârda yukarıda işaret edilen hususu ve en azından
Hz. Peygamber'in mektuplarım çoğaltıp sakladıklarını ifade eder ki bu da
tedvinin ta kendisidir. Sonra İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (VII, 141) İbn Sîrîn'in
biyografisinde, onun şu sözünün nakledildiğini gördüm: "Eğer ben bir
kitap edinseydim, Resulullah'ın (sav) mektuplarını edinirdim".[328]
Sonra Makrizi'nin Hıtat'ında (II, 74), Zeyd b. Es-lem'in şöyle dediğim gördüm:
"Hz. Ömer'in, kendisine ahidnâme ya2 dığı kimselerle arasında vaki olan
bütün ahidnâme leri koyduğu bir sandığı vardı".[329] Bu,
onların resmi yazışma ve benzeri şeylerin biriktirilme-sine büyük önem
verdiklerini göstermektedir. Sonra İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (V, 216) Musa b.
Ukbe'nin şöyle dediğini gördüm: "Abdullah b. Abbas'ın Medine'de 98 (717)
yılında vefat eden azatlısı Küreyb b. Ebi Müslim, yanımıza İbn Abbas'ın
kitaplarından bir deve yükü kitap bıraktı". Ali b. Abdullah b. Abbas kitap
istediğinde "bana şöyle şöyle bir sahife gönder" diye ona yazar, o da
onu çoğaltır ve kendisine bir nüshayı gönderirdi. Tabakât'da İbn Abbas'ın
azatlısı Küreyb'in biyografisine bakınız.[330]
Yine Tabakât'da Said b. Cübeyr'in biyografisinde, onun şöyle dediği kaydedilir:
Bazan İbn Abbas'a gelir ve dolduruncaya dek sahifeme yazardım, dolduruncaya
dek pa-puçlanma ve el ayalarıma yazardım. Bazan da ona gelir ve dönünceye dek
hiçbir hadis yazmazdım. Kimse de ona birşey sormazdı.[331] O yine Tabakât'da şunu söyler: Ben İbn
Abbas'a gelir, ondan yazardım.[332]
Yine Tabaka t da Said b. Cübeyr'den şöyle dediği nakledir: "Biz Kûfe'de
bir hususta görüş ayrılığına düştüğümüzde., kendisiyle karşılaştığımda İbn
Ömer'e sormak için onu yazar yanımda bulundururdum".[333]
Yine Tabakât'da Vikâ b. İyâs'ın şöyle dediği kaydedilir: Azre'nin Said b.
Cübeyr'e gelip gitmekte olduğunu gördüm. Said b. Cübeyr'in yanında bir kitapta
tefsir, onun yamnda ise hokka vardı (bkz. VI, 186).[334]
Derim: İnsanların
elinde, Abdullah b. Abbas'a nisbet edilen bir Tefsir dolaşmaktadır. Fakat o
bunu telif etmiş olmayıp bu Tefsir'de ondan nakledilen görüşler toplanmıştır.
Bu görüşler içinde ona nisbeti sahih olmayanlar da vardır. İbn Abbas'tan
rivayet edilen görüşleri toplayanlardan biri el-Kâmus müellifi Mecdüddin
el-Firûzâbâdî olup bu görüşleri Tenvirü'l-mikyâs min tefsiri İbn Abbâs adını
verdiği bir kitapta toplamıştır. Bu eser Mısır ve Hindistan'da defalarca
basılmıştır.[335] Venşerisi'nin
el-Mi'yâr'ında "bidatlar faslı"nda (II, 377) sorulan bir soruya
cevabında şu bilgi geçer: Nakil ehli, îbn Abbas'a ait olduğu söylenen tefsirin
ona nisbetinin sıhhati konusunda söz söylemişlerdir.[336]
İmam Muhammed b. İbrahim el-Vezir el-Yemenî'nin İsârü'I-Hakk ale'1-halk adlı
eserinde şu bilgi kaydedilir: Onun görüşlerinden tam bir tefsir derlenmiş olup
ilk asır neslinden bu konuda dayanak kabul edilenlerden başka hiçbir kimse için
bu gerçekleşmemiştir. Bu tefsirin ona isnadı sıhhat kazanırsa tefsirlerin en
sahihlerinden biri olacaktır.
İbn Sa'd Tabakât'da
Şa'bi'den şu tahricde bulunur: Hz. Ömer, Kûfe'de valisi olan Muğire b. Şu'be'ye
şu talimatı yazdı: "Yanında bulunan şairleri çağırıp Cahiliyye ve İslamî
devirlerde söyledikleri şiirleri söylet ve sonra da bunları bana yaz". Bu
kıssa için Hafız Suyûti'nin Cem'u'l-cevâmiıne, sonra Kenzü'l-ummâl'e (s. 176)
bakınız.[337]
Takiyüddin
el-Makrizî'nin el-Hıtat'mda (Mısır 1326, IV, 143) şu bilgi verilir: Ebû Said
İbn Yunus Târihu Misr'da Hayve b. Şureyh'ten şöyle dediğini nakleder: Hüseyin
b. Şüfey'in yanına girdim, şöyle diyordu: "Allah, falan kimsenin cezasım
versin!". Kendisine "o ne yaptı?" dedim, "Şüfey'in Abdullah
b. Amr b. As'dan duyduğu iki mektuba kasdetti. Mektuplardan birisi
Re-sulullah'ın (sav) şu hususta verdiği hükmü, şu hususta söylediğini; diğeri
de kıyamet günü meydana gelecek olayları ihtiva ediyordu. Onları alıp Havle ile
Rebâb'ın arasına attı" karşılığını verdi, Ebû Said İbn Yunus şöyle der:
Onun Havle ve Rebâb'dan kastettiği, Fustat'a gelen tarafta köprü reisinin olduğu
yerde bulunan köprü gemilerinden iki büyük gemidir. Büyüklüklerinden dolayı
bunların altından gemiler geçiyordu.[338]
Hâfiz Zehebi Tezkire
tü'1-huffâz'da (I, 37) Câbir b. Abdullah'ın biyografisinde şöyle der: O fakih
ve kendi zamanında Medine müftüsüydü. Hz. Peygamber'den pek çok faydalı bilgi
aldı. Onun Müslim tarafından tahric edilen küçük bir " m e n s e k "i
(hacla ilgili bilgileri muhtevi kitap) vardır.[339]
Derim: Zehebi'nin işarette bulunduğu Câbir'e ait " m e n s e k "i
Müslim Sahihinde "Kitâbu'l-Hac"d& uzunca vermiş olup yaklaşık
dört yaprak hacmindedir. Sahih-i Müslim'i bâblara ayıran, onunla ilgili olarak
"Câbir'in uzun hadisi "bâb başlığım vermiştir.[340]
Übbi'nin Müslim haşiyesinde hadisle ilgili olarak Kadı Iyâz'ın şöyle dediği
kaydedilir: "Alimler bu hadisteki fikhî hükümlerle ilgili çok söz
söylediler. İbnü'l-Münzir onunla ilgili büyük bir cüz kaleme almış olup yüzelli
küsur fıkhı hükmü zikretmiştir. Eğer daha da araştırsaydı bu sayının üzerine
ona yakın ilavede bulunabilirdi".[341] Bu
bilginin benzerini Suyûti ed-Dibâc'da vermektedir. Câbir'in bilinen bir s a h
i f e si olup İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (V, 344) Mücahid'in biyografisinde
zikredilmektedir. İbn Sa'd şöyle der: Onlar Mücahid'in, Câbir'in sahife sinden
hadis naklettiğini görüyorlardı.[342]
Mücahid 102 (720) yılında vefat etmiştir.
Ender
araştırmacılardan arkadaşımız Şeyh Tâhir el-Cezâirî ed-Dımaşkî Tevcihü'n-nazar
ilâ usûli'1-eser (s. 8) adlı kitabında şöyle der: Bazı insanlar, sahabe asrı ve
tabiin devrinin başlarında Kur'an-ı Kerim'den başka hiçbir şeyin yazılmadığı
şeklinde yanlış bir kanaate sahiptirler. Oysa durum böyle değildir. Bazı
hafızlar, Zeyd b. Sabit'in ferâiz ilmine dair bir kitap kaleme aldığını
zikrederler. Buhari Sahih'inde Abdullah b. Amr'ın hadis yazdığını zikreder.[343]
Müslim de Sahihinde, Hz. Ali'nin verdiği kazâi (yargıyla ilgili) hükümlerle
ilgili olarak İbn Abbas zamanında telif edilen bir kitabı anarak şöyle der:
Davud b. Amr ed-Dabbî bize haber verdi: Nâfl, İbn Ebî Müleyke'den şöyle
dediğini bize haber verdi: "Bana bir kitap yazması için İbn Abbas'a mektup
yazdım. O bazı şeyleri benden saklayıp yazmıyordu. (Benim hakkımda) şöyle
demişti: 'O samimi bir oğuldur, onun için birçok şeyi seçip ayırıyorum, bazı
şeyleri de ondan gizliyorum'. İbn Abbas Hz. Ali'nin verdiği hükümlere dair
kitabı istedi, ondan birşeyler yazmaya başladı. Bazı şeyler geçerdi ki o şöyle
derdi: Allah'a andolsun ki Ali sapmış olmadıkça bununla hükmetmiş olamaz
(bunlar onun verdiği hükümler olamaz)".[344] Amr
en-Nâkıd bize haber verdi: Süfyân b. Uyeyne, Hişâm b. Huceyr'den[345], o
da Tavus'tan şöyle dediğini bize haber verdi: "İbn Abbas'a, içinde Hz.
Ali'nin verdiği hükümler bulunan bir kitap getirildi. İbn Abbas-Süfyân b.
Uyeyne dirsekten aşağı kolunu işaret ederek- şu kadarı hariç onu silip
yoketti".[346]
Anlaşılan odur ki İbn Abbas'ın bir dirsek boyu kısmı dışında sildiği bu kitap
uzun bir tomar şeklindeydi.[347] Bu
bilginin nakledildiği esere bakın, o faydalıdır. İbn Abbas'ın sildiği kitapla
ilgili olarak, onun bir tomar şeklinde olduğuna dair Cezâiri tarafından
belirtilen görüşün aslı, Senûsi'ninde Ikmâlü'l-Ikmâlde kendisinden nakilde bulunduğu
üzere Nevevi'ye aittir.[348]
Allah Cezâiri'ye
rahmet etsin, Sahih-i Buhar i'de "İlmin yazılması bâ-bı"nda Ebû
Cuhayfe'den nakledilen şu haberi hatırlamamış olmalıdır: Ali'ye "sizin
yanınızda bir kitap var mı?" dedim, "hayır, Allah'ın Kitabı, müslüman
kişiye verilmiş anlayış veya şu s a h i f e de olandan başka" karşılığını
verdi." Osâhife de ne var?" dedim, diyet (akl), esirin fidye
verilerek kurtarılması ve bir müslümanın kâfir (i öldürdüğün)den dolayı
kısasla öldürüle-meyeceği (ne dair hüküm)" dedi.[349]
Hafız İbn Hacer Fethu'I-Bâri'de şöyle der: Hz. Ali'nin "sahi fe "
sözünden maksat, "yazılmış kağıt yaprak" demektir. Nesâi'nin Ester
yoluyla naklettiği rivayette "kılıcının kınından bir kitap (yazı, belge) çıkardı"
ifadesi vardır.[350] Hz.
Ali'nin "akl" sözünden maksat da diyettir; yani diyetle ilgili
hükümler, miktarları ve türleridir. Bu-hari ve Müslim, Yezid et-Teymî yoluyla,
onun Hz. Ali'den şöyle dediği rivayetini naklederler: "Bizim yanımızda
Allah'ın Kitabı ve bu sahifeden başka okuduğumuz hiçbir şey yoktur". O
sahifede "Medine haremdir" ifadesi vardı. Hadis.[351]
Müslim, Ebu't-Tufeyl'in Hz. Ali'den naklettiği şu rivayeti zikreder: O,
"şu kılıcımın kınında bulunandan başka, Resulullah'm bütün insanlara şamil
kümayıp yalnız bize mahsus kıldığı hiçbir şey yoktur" dedi ve bir sahife
çıkardı. Sahifede şöyle yazıyordu: "Allah'tan başkası adına hayvan
boğazla-yana Allah lanet etsin...". Hadis.[352]
Nesâi'nin Ester ve başkaları yoluyla Hz. Ali'den naklettiği rivayette ise s a h
i f e de şu ifadenin geçtiği kaydedilir: "Müslümanların kanları birbirine
denktir, onların en aşağısı kendileri adına taahhüdde bulunabilir". Hadis.[353]
Ahmed b. Hanbel'in Tarık b. Şihâb yoluyla naklettiği rivayette ise, s a h i f e
de zekat nisapları olduğu zikredilir.[354] Bu hadisler
arasında şöyle uygunluk bulmak mümkündür: S a h i f e bir tane olup bu anılanların
hepsi de onda yazılıydı. Kavilerden her biri ondan bellemiş olduğunu
nakletmiştir.[355] Bedrüddin ed-Demâmînî
el-Misbâhta "veya müslüman kişiye verilmiş anlayış" sözüyle ilgili
olarak İbnü'l-Müney-yir'in şöyle dediğini kaydeder: O anlayıştan (fehm), dinde
derin bilgi sahibi obuayı (tefekkuh) hüküm çıkarmayı (istinbat) ve te'vili
kastetmiştir. Hadisin lafzının, fıkhın da yazılı olduğunu iktiza edip
etmediğini düşünün. Zahiren anlaşılan, fıkhın da onlar tarafında yazılmış
olduğudur. Çünkü soruyu soran onlara "sizin yanınızda bir kitap var
mı?" diye sormuş, o da "hayır, Allah'ın Kitabı, müslüman kişiye
verilmiş anlayış veya şu sahifede olandan başka" demişti. Bu sahifede
hadisler ve fıkhı bazı hükümler vardı. Hz. Ali'nin cevabında geçen
"kitap" lafzı, fıkıhtan ibaret olan anlayışın o sırada yazılı
olduğuna delâlet eder. Aksi halde ayrı cinsten istisna-ı munkatı ve kendisine
atıf yapılanın da onun gibi olması gerekirdi. Oysa o merfû (ötre harekeli) olup
ayrı cinsten müstesna yalnız mensûb (üstün harekeli) halde bulunur. Böylece bu,
fıkhın da yazılı olduğu konusunda temel teşkil eder. Hz. Ali'nin Ebü'l-Esved
ed-Düelî'ye nahiv ilminin esaslarını koymasını emrettiğine dair İbn Luyûn'dan
naklen ileride verilecek bilgiye bakınız.
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında Hasan-ı Basri'nin biyografisinde (VII, 115) şu bilgi verilir:
Yahya b. Said el-Kattân, Hasan-ı Basri'nin Semüre b. Cün-deb'den rivayet ettiği
hadisleri bir kitaptan naklettiğini duyduklarını söyler.[356]
Yine Tabakât'ta şu bilgi verilir: Affan b. Müslim bize haber vererek şöyle
dedi: Hammâd b. Seleme, Humeyd'in şöyle dediğini bize haber verdi:
"Hasan-ı Basri'nin ilmi şunun gibi -Afîan bu sırada baş parmaklarıyla
şe-hadet parmaklarını birbirine bağlayarak işaretle bulundu- bir
sahifedey-di".[357]
Yine Tabakât'ta Hasan-ı Basri'nin biyografisinde şu bilgi verilir: Musa b.
İsmail bana haber verdi: Seni b. Husayn b. Müslim el-Bâhilî[358]
bize şöyle dedi: Abdullah b. Hasan b. Ebi'l-Hasan'a "babanın kitaplarını
bana gönder" diye haber yolladım. Bana şu haberi yolladı: "Babamın
(Hasan-ı Basri) hastalığı ağırlaşınca "onları benim için topla"
dedi, ben de topladım, ne yapacağını bilmiyorduk, kendisine getirdim.
Hizmetçiye "tandırı tutuştur" dedi, sonra onları yakmasını emretti ve
bir tek sahife dışında hepsi yakıldı. Sehl şöyle der: Abdullah b. Hasan o
sahifeyi bana gönderdi. Daha sonra kendisiyle karşılaştım, elçinin bana
anlattığı gibi o da bunu bana şifahen haber verdi.[359]
Yine Tabakât'ta Ebû
Kılâbe'nin biyografisinde şu bilgi verilir: Ârim b. Fadl bize haber verdi:
Hammâd b. Zeyd, Ebû Kılâbe'nin şu vasiyette bulunduğunu bize haber verdi:
"Eğer Eyyub hayatta olursa kitaplarımı ona gönderin, yoksa yakın".[360] Ebû
Kılâbe 104 veya 105 (723) yılında vefat etmiştir. İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (VI,
116) Haris el-A'ver'in biyografisinde, İlbâ b. Ah-mer yoluyla şu rivayet
nakledilir: Ali b. Ebi Tâlib halka hitapta bulunarak şöyle dedi: "Kim bir
ilmi bir dirheme satın alır?". Haris el-A'ver bir dirheme sayfalar satın
alıp Hz. Ali'ye getirdi. Hz. Ali ona birçok ilim (bilgi) yazdı, sonra halka
hitabederek şöyle dedi: Ey Küfe halkı, yarım bir adam size üstün geldi.[361]
Yine İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında (VI, 154) Hz. Ali'nin arkadaşlarının büyüklerinden biri olan Hucr
b. Adi el-Kindî'nin biyografisinde, Hucr'un hizmetçilerinden birinin şöyle
dediği nakledirir: Ben Hucr'a "oğlunun helaya girdiğini ve (sonra) abdest
almadığım gördüm" dedim. Hucr "Duvardaki baca deliğinden bana
sahifeyi getir" dedi ve okudu: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın
adıyla. Bu, Ali b. Ebi Tâlib'den duyduğumdur. O şöyle der: Temizlik imanın
yarısıdır". Hucr b. Adi, bilinen ve güvenilir bir ravidir.[362]
Şeyhülislam Ebû Osman
es-Sâbûnî'nin Akidetü's-selef adlı eserinde şu bilgi geçer: Hz. Ömer zamanında
müteşâbih âyetlerle ilgili soru soran Sabiğ (veya Subayğ) et-Temimî[363]
Medine'ye geldiğinde yanında kitaplar vardı. İbn Ebi Usaybia
Tabakâtü'l-etibbâ'da Haris b. Kelede es-Sekafî et-Tâifî'nin biyografisini
verirken onunla ilgili olarak şöyle der: Haris b. Ke-lede'nin Kitâbü'l-Muhâvere
fı't-tıbb beynehu ve beyne Kisrâ Nûşirevân adlı bir eseri vardı.[364] İbn
Ebi Usaybia, bundan önce onun Kisra ile konuşmasını zikrederken şöyle der:
Onunla olan alakasını güzel kıldı ve konuştuklarını yazmasını emretti.[365]
Derim: ibn Sa'd, adı
geçen Hâris'in biyografisini, Tabakât'ta ashaptan Taif te yerleşenlerle ilgili
başlık altında verir.[366]
Zehebi de es-Sahâbe'de onun biyografisini verir ve kendisiyle ilgili olarak
şöyle der: "Hâris'in sahabi olup olmadığı konusunda ihtilaf
edilmiştir". Sonra da şöyle der: "Hâris'in İran'a giderek ilim tahsil
ettiği ve onda maharet kazamp şöhrete kavuştuğu, tıp bilgisi sayesinde mal
sahibi olduğu ve İslami döneme yetiştiği söylenir". Fakat İbn Hacer
el-İsâbe'de onun biyografisini verirken kendisiyle ilgili olarak İbn Ebî
Hâtim'den şu nakilde bulunur: "Müslüman olduğu konusundaki bilgi sahih
değildir". İbn Hacer sonra "Onun bir rivayetini
el-Emâli'l-Mehâmiliyye'de dokuzuncu ciltte ve Askeri'nin et-Tashif inde
buldum" der ve onun bazı sözlerini zikreder.[367]
Bundan dolayı Ebû Zeyd el-Irâkî İhtisâru'l-İsâbe'de bu bilginin ardından şöyle
der: Ibn Hacer onun oğlunun biyografisinde, İbn Abdilber'in onun (Haris)
müslüman olduğuna dair bilginin sahih olmadığını söylediğini[368]
kaydeder ve sonra "bu İbn Ebi Hâtim'in sözü olup ileride
reddedilecektir" der, fakat orada birşey zikretmez.[369]
Irâki, hocamızın elyazısıyla verilen kayda göre N'den[370] ve
başkalarından onun İs-lamiyeti kabul ettiğini nakleder. Onun müslüman ve sahabi
olması takdirinde, bir sahabinin tıbba dair telifte bulunduğu sonucu ortaya
çıkar.
Yine İbn Ebi
Usaybia'nın Tabakât'mda, Emeviler devrinde yaşayan ve hicrî 90 (709) yılında
Vâsıfta vefat eden meşhur bilgin tabib Teyâzûk'un biyografisinde, onun şu
kitaplarının olduğu kaydedilir: Oğlu için yazdığı büyük bir Künnâşe, Kitâbu
İbdâli'l-edviye ve keyfîyyetu dakkihâ ve inkâilıâ ve izâbetiha ve Şey'ün min
tefsiri esmâi'l-edviye (Uyûnu'I-enbâ, 1,123).[371]
el-Câsûs ale'l-Kâmus
(s. 501) müellifi Ka'bü'1-Hibr ile ilgili olarak şöyle der: O Ka'b b. Mâni
el-Himyerî olup Resulullah (sav) zamanına yetişmiştir. Ferrâ şöyle der:
Kendisiyle yazdığı şu mürekkepten (hibr) dolayı ona Ka'bü'1-Hibr denilmiştir.
Çünkü onun kitapları vardı.[372]
Ka'b'ın vefatı Hz. Osman'ın halifeliği sırasındadır.
İbn Sa'd Tabakât'mda,
Hz. Peygamber'in vefatından iki yıl önce müslüman olan, fakat kendisine
yetişemeyip hicri 72 (691) yılında vefat eden Abîde b. Kays es-Selmânî'nin
biyografisinde Nu'man b. Kays'a ulaşan senediyle Numan'm şöyle dediğini
nakleder: Abîde vefatı sırasında kitaplarını getirtip imha etti ve şöyle dedi:
Benden sonra birinin onları ele geçirip maksadına aykırı bir şekilde
kullanmasından korkuyorum.[373]
Yine Abîde'den şöyle dediği nakledilir: "Hiçbir kitabımı ebedileştirmeyin
(VI, 63)".[374]
Yine İbn Sa'd'ın
Tabakât'mda (V, 133) Urve b. Zübeyr'in biyografisinde şu bilgi verilir: Ishak
b. Ebi İsrail bize haber verdi: Abdürrezzak b. Hemmâm bize haber verdi: Ma'mer,
Hişam b. Urve1 den şöyle dediğini bize haber verdi: Babam Harre günü kendisine
ait fikıh kitaplarım yaktı. Daha sonra da şöyle derdi: Onların şimdi yammda
olmalarını, ailem ve malımın misline sahip olmaktan çok arzulardım.[375]
Harre vakası hicretin 63. yılında (683) meydana gelmişti ve ashabın birçoğu da
hayatta idi. Bazıları şöyle der: Urve'nin kitaplan yazıldıkları gün mü yakıldı?
Bilakis onlar ve başka kitaplar birinci yüzyıl boyunca yazılmışlardı. Binaenaleyh
Arapların birinci hicri yüzyıl başlarından itibaren ilimlerini sahifelerde
tedvin ettikleri konusunda artık şüphe kaldı mı? Kitapların hicri birinci
yüzyılın sonlan ile ikinci yüzyılın başlarında çoğaldığına kesin olarak
hükmeden bu görüşü, İbn Hallikân'ın eserinde Ebû Amr b. Alâ'nın
biyoğrafîsindeki şu bilgi de teyid eder: Onun fasih konuşan Araplann Arapçası
ile yazdığı kitapları, evindeki bir odayı tavanına yakın yere kadar doldurmuştu.[376] Ebû
Amr 65 (685) yılında doğmuş ve ikinci yüzyılın ortalannda vefat etmiştir.[377]
Hafız İbn Hacer'in
Tehzibü't-Tehzib'inde İbn Şihâb ez-Zührî'nin biyografisinde Ma'mer'in, Salih
b. Keysan'dan şöyle dediğini naklettiği kaydedilir: "Ben ve Zühri ilim
tahsil ediyorduk. Bana 'gel, sünnetleri (hadisleri) yazalım1 dedi ve Hz.
Peygamber'den nakledilenleri yazdık. Bana 'gel, ashaptan nakledilen haberleri
yazalım' dedi, o yazdı ben yazmadım. O başardı ben ise kaybettim". İbn
Hacer, Ebû'z-Zinâd'dan da şunu nakleder: "Biz helâl ve haramı yazardık,
İbn Şihâb ise duyduğu herşeyi yazardı. Kendisine muhtaç olunduğunda, onun
insanların en bilgilisi olduğunu anladım".[378]
Şunu da hatırlatmak gerekir ki İbn Şihâb 50 (670) yılında veya ondan bir süre
sonra doğmuş ve 123 (741) yılında vefat etmiştir. Abdullah b. Ömer, Sehl b.
Sa'd, Enes, Câbir, Ebu't-Tufeyl, Sâib b. Yezid, Mahmud b. Rebi, Ebu Ümame ve
diğerleri gibi bazı sahabilere yetişmiş ve kendilerinden ilim almıştır, Ebû
Nuaym el-Hilye'de bu sahabilerin sayısını yirmiden fazlaya ulaştmr.[379]
Buna göre İbn Şihâb önce m e r f û sünnetleri ayn olarak yazmış, sonra bunlan
ayrı kitap haline getirince ashaptan gelen haberleri yazmıştır. İbn Sa'd
Tabakât'ında İbn Şihâb'dan şöyle dediğini tahric eder: Biz, şu yöneticiler bizi
yazmaya zorlayıncaya kadar ilmi yazmaktan hoşlanmazdık. Sonra müslü-manlardan
hiçbirinin bundan menedilmemesi gerektiği görüşüne vardık.[380]
Yine Tabakât'ta Ma'mer'den şu rivayet nakledilir: "Zühri'den en çok yazan
biziz sanıyorduk. Velid Ölünce bir de baktık ki onun kitaplıklanndan çıkan-lan
defterler hayvanlara yüklenmiş götürülüyor". Ma'mer, onlar Zühri'nin
ilmindendi, diyor.[381]
Yine İbn Sa'd'uı Tabakât'ında Muğire b. Abdurrahman b. Haris b. Hişâm'ın
biyografisinde şu bilgi verilir: O güvenilir (sika) idi, Resulullah'ın (sav)
Meğâzi'si dışında az hadis rivayet etmiştir Meğâzi'yi Ebân b. Osman'dan elde
etmişti. Çoğu zaman kendisine okunur, bize de öğrenmemizi emrederdi.[382]
Bundan anlaşıldığına göre Meğâzi onun yanında derlenmiş ve yazılmış durumdaydı,
İbn Hallikân'm Vefeyâtü'l-a'yân'ında İbn Şihâb'm biyografisinde şu bilgi verilir:
O evinde oturduğu zaman kitaplarını etrafına koyar ve onlarla dünya işlerine
dair her şeyden alakasını keserdi. Hanımı birgün ona şöyle dedi: "Allah'a
andolsun ki şu kitaplar bana üç kumadan daha ağır gelmektedir".[383]
Keşfuzzunurida (II, 301), adı geçen İbn Şihâb'ın Kitâbü'l-Meğâzi adlı bir eseri
olduğu kaydedilir.[384]
Müellif bu bilgiyi II. cilt 471. sayfada da tekrar eder.[385]
Yine Keşfuzzunûn'da şu bilgi verilir: Meğâzi ve siyer konusunda ilk eser yazan
kimsenin Urve b. Zübeyr olduğu söylenmiştir. Vehb b. Münebbih de bu konuda eser
yazmıştır.[386]
Ahbâr ve kısaa
müellifi Vehb b. Münebbih'in (ö. 110/728 veya daha sonra) Himyer'deki
Mütevvece[387] hükümdarları, onların
haberleri, kıssaları ve şiirlerine dair bir eseri vardır. İbn Hâllikân, faydalı
kitaplardan olduğunu belirttiği bu eseri bizzat gördüğünü ve bir ciltten ibaret
olduğunu söyler. Vehb b. Münebbih'in Vefeyâtü'l-a'yân'daki biyografisine
bakınız.[388]
İbn Hâllikân
Vefeyâtü'l-a'yân'da (1,168) Ebû Hâşim Halid b. Yezid b. Muaviye el-Ümevî'nin
(Ö.85/704) biyografisinde onu "ilmin dallarında (fen) Kureyş'in en
bilgililerindendi" diye vasıflandırdıktan sonra şöyle der: Kimya ve tıpta
söz sahibiydi. Bu iki ilimde derin ve sağlam bilgisi vardı. Onun ilimdeki
vukufunu gösteren risaleleri vardır. Kimya sanatını Meriyânus er-Râhib denen
bir rahipten öğrenmişti. Bu konuda üç risalesi olup birisi onunla adı geçen
Meriyânus arasında geçenleri, ondan tahsil görüşünü ve işarette bulunduğu
rumuzları ihtiva etmektedir. Onun bu konuda, ilminin genişliği ve tasarrufunun
güzelliğini gösteren uzunca ve kıtalar halinde şiirleri de vardır.[389]
Îbnü'n-Nedim
Fihristinde (s.89), Sicistâni de Kitâbü'l-Muammerîn'de şu bilgiyi zikreder:
Muammer (uzun ömürlü) tarihçi ve ensâb alimi Ubeyd (Abid) b. Şeriyye el-Cürhümî
(ö. 67/687), Muaviye b. Ebi Süfyân için Kitâbü'l-Mülûk ve alıl?âri'l-mâdin adlı
eseri kaleme aldı. Şöyle ki Muaviye onu Yemen'in Sana şehrinden getirtmiş ve
kendisine geçmiş milletlerin haberlerini, Arap ve Acem hükümdarlarını,
dillerin karışmasının sebebini ve insanların ülkelere dağılışını v.s.
sormuştu. O bunlara cevap verince, Muaviye de söylediklerini kaleme almasını
(tedvin) em retti ve bu eser Ubeyd'e nisbet edildi. Bu a h b â r a (tarih) dair
yazılan ilk eser olup Kitâbü'l-Mülûk ve ahbâru'l-mâdin diye adlandırmıştır. Ubeyd
bir başka kitap daha telif etti ve Kitâbü'l-Emsâl diye adlandırdı.[390]
Hâfiz İbn Hacer, adı geçen Ubeyd'in biyografisini el-Isâbe'de verir ve
Ruşâti'nin Hemedâni'den naklettiği şu rivayeti zikreder: Muaviye Himyer'in
haberlerini araştırıyordu. Amr b. As ona "Ubeyd b. Şeriyye'ye ne dersin;
o Himyer'in haberleri ve e n s â b ı konusunda, hayatta kalanların en bilgilisi
dir?" dedi. Muaviye Ubeyd'e yazarak kendisinden haberleri aldı ve bir
kitap halinde telif etti. Ona bazı bilgiler eklenmiş ve bazısı çıkarılmış olup
birbirine denk iki nüshası bulunmamaktadır.[391]
İbnü'n-Nedim çeşitli
yerlerde, Hz. Ali'nin taraftarlarından Ebû Mihnef el-Ezdî tarafından telif
edilen ve meşhurlarla başkalarının biyografileri bulunan kitapları zikreder.[392] Bu
Ebû Mihnef, a h b â r daha ağırlıklı olmak üzere ahbar ve ensâb konusunda bilgi
sahibiydi.[393] İbnü'n-Nedim, ayrıca
Avâne b. Hakem el-Kelbî'nin tarihe dair telif ettiği bir kitabı[394] ile
Muaviye'nin, düşmanlarına karşı yardımım sağlamak için kendi nesebine ilhak
ettiği meşhur dâhi Ziyâd b. Ebih'in kendi nesebi hususunda bir kitap telif
ederek oğluna verdiğini de zikreder.[395]
Kadı Hafâci
Şerhu'ş-Şifâ'sında (1,175), Hz. Ebubekir zamanında müs-lüman olup 90 (709)
yılında vefat eden Ebü'l-Aliye Rufey b. Mihrân'ın biyografisini verirken şöyle
der: Onun bir Tefsir'i vardı. (Nesîmü'r-riyâz'dan).[396]
Keşfuzzunûn (s. 13-14)
müellifi, Mücahid b. Cebr el-Mekkî'ye (ö. 104/722) bir Tefsir nisbet eder.[397]
Ayrıca Katâde b. Diâme es-Sedûsî'ye (ö. 118/736) de bir Tefsir nisbet ederek
Hârice b. Mus'ab'ın buna 1000 kadar hadis eklediğini belirtir.[398]
Yine Keşfuzzunûn'da, Kur'an'da v ü c û h ve n e z â i r 'den sözedilirken Hafız
Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî'den naklen şu bilgi verilir: Bu konuda bir kitap İbn
Abbas'tan rivayet olarak İkrime'ye, bir başka kitap da yine İbn Abbas'tan
rivayeti olarak Ali b. Ebi Talha'ya nisbet edilir. Mukâtil b. Süleyman da bu
konuda bir eser yazmıştır (Keşfuzzunûn'da "vâv" harfine bkz, s. 628).[399]
Yine Keşfuzzunûn'da
"Kâf harfinde Hasan-ı Basri'ye ait Kitâbü'l-Ihlâs zikredilerek şu bilgi
verilir: Hatib, Târihu Bağdâd'da Hallacın biyografisinde şu malumatı zikreder:
Kadı Ebû Ömer el-Malikî, Hallac'la ilgili olarak hüküm vermekten geri durdu. Ta
ki ona ait bir kitapta bir görüşü kendisine okununca ona "bu görüşe nasıl
vardın?" diye sordu, o da Hasan'ın Kitâbu'l-Ihlâs'ından aldım dedi. Bunun
üzerine "ey kanı helal kılınmış adam, yalan söylüyorsun. Biz Hasan-ı
Basri'nin Kitâbü'I-Hılâs'ını Mekke'de dinledik (okuduk), onda bu hususta
birşey yoktu". Sonra da Hallac'ın öldürülmesine hükmetti.[400]
en-Nüketü'1-vefîyye'de de bu bilgi geçmekte olup bu, Kitâbü'l-İhlâs'ın Hasan-ı
Basri'ye ait olduğu konusunda Ebû Ömer'den bir itiraftır. Hasan-ı Basri mutlak
manada eser kaleme alan ilk kimsedir (Keşfuzzunun, I, 259).[401]
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında (II. kısım, VII, 7) Humeyd et-Tavil'in biyografisinde şu bilgi
verilir: Hammâd b. Seleme, Humeyd'den naklen bana şunu haber verdi: "O,
Hasan-ı Basri'nin kitaplarını alıp istinsah eder (çoğaltır) ve kendisine iade
ederdi".[402] İbn Sa'd Tabakalında,
(IV, 241) Ömer b. Abdüla-ziz zamanında vefat eden Hasan b. Muhammed b.
Hanenyye'nin biyografisini verirken Zâdân ve Meysere'den şu nakilde bulunur:
Zâdan ve Meysere, Hasan b. Muhammed'in yanına girdiler ve irca (mürcielik)
konusunda yazdığı kitaptan dolayı kendisini kınadılar. Hasan da Zâdan'a şöyle
dedi: "Ey Ebû Ömer, onu yazmaktansa Ölmeyi ne kadar isterdim!".[403]
Hocalarımızdan
bazısının hocası ve Hicaz'ın hafızı Şeyh Muhammed Abid el-Ensârî es-Sindî
Hasru'ş-şârid adlı sebtinde Katâde, Ebü'l-Âliye, Mücahid, Dahhâk ve Ravh b.
Ubâde'nin Kitâbü't-Tefsir'lerinin onlardan kendisine kadar varan isnadlarını
zikreder. Adı geçen eserde "te" harfine bakınız.
Bütün bu
kaydedilenlerle, Hafız Suyûti'nin Tenvirü'l-hevâlik alâ Muvattâi Mâlik'te Şeyh
Ebû Talib el-Mekkî'nin Kûtu'l-kulûb adlı eserinden naklettiği şu bilginin
manası da anlaşılmış olur: "Kaleme alınan bu eserler 120 veya 130 (748)
yılından sonra ortaya çıkmışlardır". [404]O
esere bakınız. Kûtü'l-kulûb'un (1,109) ifadesi ise şöyledir: "Kaleme
alınan bu eserler 120 (738) yılından sonra ve bütün sahabe ile tabiinin
ulularının vefatlarından sonra ortaya çıkmıştır". O sonra da şöyle der:
"Bazı kitaplar Said b. Müsey-yeb ile tabiin seçkinlerinin vefatından ve
hicri 120 veya daha sonraki yıllarda kaleme alınmıştır".[405]
Sannâcetü't-tarab fi
takaddümâti'l-Arab'da (s.419) şu bilgi verilir: İslam'ın ilk dönemlerinde
halifeler, vali ve ordu kumandanlarına, fethettikleri ve ele geçirdikleri
ülkelerin planını (haritasını) çizmelerini emrediyorlardı.[406]
Derim: Bu raporların
örneklerinden biri Amr b. As'ın Mısır'ın fethini tamamladıktan sonra
Emirü'l-Mü'minin Ömer b. Hattab'a göndererek ona Mısır'ın özelliklerini
anlattığı ve orada uygulayacağı siyaseti açıkladığı şu mektubudur: "Bil ki
ey Emiriı 1-mü'minin Mısır kül rengi bir köy (verimli bir toprak), yeşil bir
ağaç (yeşillik ve ağaçlan bol), uzunluğu bir ay ve eni on (muhtemelen yaya
insanın Mısır'ı uzunluğuna bir ayda, enine ise on günde katedeceğini
kastediyor), siyaha çalan dağlarla çevrili, kırmızı veya sarıya Çalan kumu
olan, bir ülkedir; ortasını Nil çiziyor, gidiş ve gelişi kolay, güneşin ve
ayın akışı gibi belli zamanlarda suyu azalıp çoğalarak akan, yerin pınar ve
kaynaklarının yükselttiği, gürültüsü artıp dalgaları büyüyerek etrafa taşınca
bazı köylerden diğerlerine ancak küçük gemiler ve hafif sandallarla
geçilebilir, yükselişi son noktasına varınca ilk akışındaki gibi tekrar eski haline
döner, o zaman halk çıkıp vadilerin yukarı taraflarını ve tabanlarını sürerek
tohum eker ve mahsulü Allah'tan beklerler, mahsûl ortaya çıkıp belirince
üstten yağmur onu sular, alttan da toprak besler, o zaman sütü bollaşır ve
sinekleri çoğalır ve derken Mısır, ey mü'minlerin emiri, beyaz bir inci, siyah
bir anber ve yeşil bir zümrüt olur. Allah yüce ve dilediğini yapandır. Bu
memleketleri ıslah edip verimlendiren ve sakinlerini burada karar kıldıran
kimse, buranın hasisinin reisi hakkındaki sözünü kabul etmesin, mahsulün
vergisini zamanı olmadan almasın, üçte birini köprü ve kanallarına harcasın.
Çalışanlarla durum bu şekilde yoluna girince mal kat kat artar. Başta da sonda
da başarıya ulaştıran Allah'tır". Ebü'l-Mehasin en-Nücûmü'z-zâhire fi
mülûki Mısr ve'l-Kâhire'de(Leyden 1850) şöyle der: Bu mektup Ömer b. Hattab'a
ulaşınca şöyle dedi: "Aferin sana ey İbnü'1-As, bana bir haberi öyle
vasfettin ki sanki onu görüyor gibiyim".[407]
Meşhur Fransız yazar
Uktâf Uzan[408] bu raporu birçok yabancı
dile çevirip Le Figaro gazetesinde neşretti ve şu sözleriyle vasfetti:
"Bu rapor, bütün dünya dillerinde en büyük belagat harikalarından olup
ieâzı (özlü oluşu) ve i'câzı (belagatta eşsizlik ve üstünlüğü) bakımından
değerli cevherlerindendir". Ayrıca bundan tavsif gücü ve ifade sağlamlığı
yanında eşyaya doğru hükmetmeyi, ülkeleri yönetme ve imar siyasetinin
keyfiyetini öğrenmeleri için bütün dünya okullarında zorunlu olarak
okutulmasını teklif etti. Bu tavsifi İngiliz tarihçilerinden Gibbon ile Dr.
Butler de tercüme ettiler. Târihu Amr b. Asa bakınız.[409]
Ebû Osman Amr b. Bahr
el-Câhız (ö. 255/869) el-Beyân ve't-tebyîn (Mısır 1313,1,126) adlı eserinde
şöyle der: Halid b. Yezid b. Muaviye şair bir hatip, özlü ve fasih konuşan bir
kimseydi. O astronomi, ( n ü c û m ) tıp ve kimya kitaplarını tercüme eden ilk
kimsedir.[410] İbn Ebi'l-Hadid
el-Medâin5 Şerhu Nehci'l-belâğa'da (Mısır baskısı, III, 476) şöyle der:
"Halid b. Yezid b. Muaviye mütercim ve felsefecilere ihsanda bulunan,
hikmet ehli ve her sanat erbabının reislerine yakınlık kuran, astronomi, tıp,
kimya, savaş, âdâb ve sanatlarla ilgili kitapları tercüme eden ilk
kimsedir". Şüphesiz, adı geçen Halid hicri birinci yüzyılda 85 (702)
yılında vefat etmiş olup bu tarihten sonra sahabeden birçokları yaşamışlardır.
Şemsüddin Muhammed
es-Seffârinî kendi Akide'sinin şerhinde Sala-huddin es-Safedî'den naklen şu
bilgiyi verir: "Kitapları Arapça'ya tercüme ettiren ilk kimse Abbasi
halifesi Me'mûn olmayıp bunu ondan önce birçokları yapmıştır. Yahya b. Halid
Fars kitaplarından Kelile ve Dinine'yi Arapça'ya tercüme ettirdi, kendisi için
de Yunan kitaplarından el-Mecisti (Almagest) Arapça'ya çevrildi. Yaygın görüş,
Yunan kitaplarını Arapça'ya ilk tercüme ettirenin Halid b. Yezid b. Muaviye
olduğudur. O bunu, kimya kitaplarına düşkün olduğunda yaptırmıştı."
Seffârini s. 10'dan sonra şöyle der: "Halid b. Yezid'e gelince, onun için
tıp ve astronomi kitapları Arapça'ya çevrildi. Kendisi için tıp ve astronomi
kitapları Arapça'ya çevrilenin halife Mansûr olduğu da söylenmiştir. Halid'e
gelince, onun tutkusu kimya sanatına olup bu konuda risaleleri mevcuttur. Bu
bilgiyi Meriyânus er-Râhib er-Rûmî adlı bir rahipten öğrenmişti".[411]
Matbu Keşfuzzunûnda
(I, 447) şu bilgi verilir: Halid b. Yezid b. Muavi-ye'ye Mervanoğulları'nın
hakimi (bilge) deniyordu. Zihnine sanat takıldı, felsefecilerden bir grubu
çağırtıp sanatla ilgili kitapları Yunanca'dan Arapça'ya tercüme etmelerini
emretti. Bu, İslam'da ilk tercüme işidir.[412]
Suyûti'nin el-Evâil'inde
şu bilgi kaydedilir: Kendisi için ilk defa tıp ve astronomi kitapları tercüme
edilen kimse Halid b. Yezid b. Muaviye'dir. Bunun Mansûr olduğu da
söylenmiştir.[413] İbnü'n-Nedim de
Fihrist'inde (s. 242, 244) şu bilgiyi zikreder: Kimya sanatı Halid b. Yezîd b.
Muaviye zamanında İskenderiyye okulunda revaçta idi. Bu konuda bir grup bilgin
Önde gelmekteydi ki Estefân el-Kadîm adlı Bizanslı rahip bunlardandı.[414] Bu
ve îbn Ebi'l-Hadid'in daha önce geçen sözüyle, Corci Zeydân'ın Târihu
âdâbi'1-lu-ğati'l-Arabiyye'de söylediği "onlar muhtemelen Halid b. Yezid
için astronomiyle ilgili birşeyler tercüme ettiler" sözü ve
İbnü'l-Kıfti'nin Ahbâru'I-hukemâ'da (s. 286) İbnü's-Sinbadî'nin biyografisinde
söylediği "O Kahi-re'de kütüphanede, üzerinde tu küre emir Halid b. Yezid
b. Muaviye tarafin-dan gönderilmiştir' diye yazıh olan bir küre gördü"
sözünün anlamını kavramış olursun.[415]
Derim: Câhız,
İbnü'n-Nedim, İbn Hallikân, Îbnul-Kıftî, İbn Ebi'l-Hadîd, Safedi, Suyûti ve
diğerlerinden nakledilen bu bilgilerle, İbn Haldun'un "Apaçık bilinen bir
husustur ki Halid Arap soyundan olup bedeviliğe daha yakındı ve genelde ilim ve
sanatlara uzak bulunuyordu. Nasıl olur da terkibe giren maddelerin nitelik ve
özelliklerini bilmeye dayanan enteresan bir sanatla alakası olur? Üstelik bu
konuyla ilgilenen bilginlerin tabiiyât ve tıbba dair eserleri de o sırada henüz
tercüme edilmiş değildi"[416]
sözleriyle ot-taya koyduğu basit akıl yürütmesindeki isabetsizlik anlaşılmış
olur. İbn Haldun'un hücumunu red için, o zamana yakınlığı ve derin bilgisi
bakımından kim olduğu bilinen Ibnü'n-Nedim'in "kimya sanatı Halid
zamanında revaçta idi" sözü yeter. Böylece İbn Haldun'un çıkardığı sonuç,
yanlışlıkta yerin dibine geçmiş olur. Allah, doğrusunun en iyi bilir.
Adı geçen Târihu
âdâbi'l-luğati'l-Arabiyye'de (I, 233) şu bilgi kaydedilir: Mervan b. Hakem'in
(ö. 65/685) çağdaşı ve Basra'da oturan Mâserceveyh adlı Süryâni asıllı Yahudi
bir tabip vardı. Onun zamanında, tıpla ilgili en önemli elkitaplarından
(künnâş, künnâşe, hâvi) biri ortaya çıktı. Papaz Ehrûn b. A'yûn tarafından
Süryânice yazılan bu eseri Mâserceveyh Arapça'ya tercüme etti. Ömer b.
Abdülaziz halife olunca bu kitabı Şam'da kütüphanede buldu. Bazı kimseler
halifeyi, kendisinden faydalanılması için bu eseri müslümanların hizmetine sunmaya
teşvik ettiler. O da bu konuda kırk gün istiharede bulunduktan sonra kitabı
halkın istifadesine sundu.[417]
Şifâü'l-ğalil'de şu bilgi verilir: K ü n â ş , "gurâb" kalıbında bir
kelime olup aslı Süryânice'dir. Mecmua (derleme, koleksiyon) ve tezkire (ajanda,
not defteri) manalarına gelen bu kelime filozofların (hukema) sözlerinde çok
geçmekte olup felsefe kitaplarını mütala edenlerin bildiği üzere onlar bazı
kitaplarını da bu şekilde adlandırmışlardır.[418]
İbn Luyûn et-Tücîbî
el-İnâletü'1-ümiyye'sinde şöyle der: "Tasavvui ilimleri konusunda ilk söz
söyleyen kimse Hz, Âli'dir", Salih alim Ebu 1-Ka-sım Ali b. Muhammed b.
Haccû Ziyâü'n-nehâr'da şöyle der: "Ashabın bilgisi Allah ve ahirete dairdi.
Kendileri h a v f (korku), hüzün, mücâhede, murakabe, kanaat, sabır, tevekkül,
rıza, Allah'tan başka şeylerden kopup yalnız ona bağlanma, derin ve tüm
kapsayıcı bir ihlas ehli idiler. Cihad, nefisle mücâhede, ikram, güzel ahlakı
elde etmeye çalışmak, tevhid, ihlas, ya-kin ve zikir gibi ibadet ve hususları
yerine getirmeye ve elde etmeye çalışıyorlardı, îşte bu da tasavvuf ilmidir.
Allah Resulü'nün (sav) hutbe ve tavsiyelerinin büyük kısmı tasavvufun
kapsamına giren hususları içeriyordu. Erkek ve kadın sahabiler de buna rağbet
duyup elde etmeye çalışıyorlardı. Her müslümana vacip olan ilim, zamanında
ashabın ilgilenip uyguladığı ilim olup bu ta da tevhid, ihlas ve tevbeden
sonuna dek tasavvufun diğer makamlarının bilgisinden ibarettir". Bu
bilgilerle, tasavvuf konusunda ilk söz söyleyen kimsenin Hasan-i Basri
olduğuna dair el-Medhal'de geçen bilginin anlamını bilmiş olursun. Hasan-ı
Basri, Hz. Peygamberin hanımlarından Ümmü Seleme tarafından emzirilmiş olup
burada kastedilen, onun Hz. Ali'den sonra tasavvuftan sözeden ilk kimse
olduğudur.
Daha sonra Kadı
İbnül-Hâc'ın ed-Dürrü's-semin'e yaptığı haşiyede Tüsteri'nin
er-Risâletül-ilmiyye'sinden şu bilgiyi naklettiğini gördüm: "Hasan-ı Basri
şöyle dedi: Tasavvuf ve fakr konusunda ilk söz söyleyen kimse Hz.
Ali'dir". Îbnü'1-Hâc şöyle der: Bu yüzdendir ki babam el-Hikem'e yaptığı
nazımda Hz. Ali'yi tasavvuf ilminin kurucusu saymıştır;
Onun Ali'dir kurucusu
İlim ve hikmet sahibi
olan.
Bu bilginin benzerini
o el-Ezhârü't-tayyibetü'n-neşr adlı eserinde de tasavvuf ilminin kurucusundan
sözederken vermiştir. Kâvukci'nin ez-Ze-hebü'l-ibriz'inde şu bilgi verilir:
"Ebû Zer el-Gıfâri, beka ve fena ilmi konusunda konuşan ilk
kimsedir."
İmam Ebû Tâlib
el-Mekkî'nin Kûtü'l-kulûb'unda şu bilgi kaydedilir: Hasan-ı Basri bu ilmin yolunu
açan, bu konuda dilleri çözen, onun manalarını dile getiren, nurlarını açığa
çıkaran ve peçesini açan ilk kimsedir. Bu konuda söyledikleri, akran ve
arkadaşlarının hiç birinden duyulmuş değildi. Kendisine şöyle denildi: "Ey
Ebû Said, bu ilimle ilgili öyle şeyler söylüyorsun ki başkasından duymuş
değiliz. Kimden aldın bunu?" Hasan-ı Basri "Huzeyfe b.
Yemân'dan" karşılığını verdi. Denildiğine göre, Huzeyfe b. Yemân'a
"Bu ilimle ilgili olarak öyle şeyler söylüyorsun ki Allah Resulü'nün
ashabından hiç kimseden duymadık, nereden aldın bunu?" diye söylenmiş, o
da "Resulullah bunu yalnız bana bildirdi" karşılığım vermiştir.[419] Ebû
Tâlib el-Mekkî bundan önce şöyle der: Hasan-ı Basri, bu sözettiğimiz ilimde
imamımızdır; onun izinden gidiyor, yolunu takip ediyor, kandilinden
aydınlanıyoruz. Allah'ın izniyle bu bilgiyi, ona varıncaya dek bir imam
diğerinden alarak nakle-de geldik. O Bedir'e katılan sahabilerden yetmiş
kişiyle görüşmüş, üçyüz sa-habiyi, Osman b. Affân'ı, Ali b. Ebî Tâlib'i...
görmüştür.[420] Ebû Tâlib el-Mekkî,
bundan önce de şu bilgiyi zikreder: Ali b. Ebi Tâlib Basra mescidinde Hasan-ı
Basri'nin ilim halkasına vardı, o bu ilim konusunda konuşuyordu. Kendisini
dinledi sonra döndü ve onu dışarı çıkarmadı (Kûtü'l-kulûb, I, 148,149,150).[421]
Bundan anlaşılıyor ki efendimiz Hz. Ali'nin onu mescidden çıkardığı ve bu
konuda konuşmaktan menettiğini ileri süren kimse yalan söylemiştir.[422]
Nahiv alimi
Ebü'l-Kasım Abdurrahman b. Ishak ez-Zeccâcî Emâlîsin-de şu tahricde bulunur: Bize
Ebû Cafer Muhammed b. Rüstem[423]
et-Taberî haber verdi: Bize Ebû Hatim es-Sicistânî haber verdi: Bize Yakub b.
Ishak el-Hadramî haber verdi: Bize Said b. Salim el-Bâhilî haber verdi: Bize
babam, o dedemden, o da Ebü'l-Esved ed-Düelî'den şöyle dediğini haber verdi:
Emi-rü'1-mü'minin Ali b. Ebi Tâlib'in yanına girdim, onu başını önüne eğmiş düşünceli
bir halde gördüm. Kendisine "ne düşünüyorsun ey emirü'l-mü'mi-nin?"
diye sordum, şu karşılığı verdi: "Sizin bu memleketinizde i r â b hatası
yapılarak konuşulduğunu gördüm. İstedim ki Arapça'nın esaslarına dair bir
kitap kaleme alayım". Ben de "eğer bunu yaparsan bizi ihya edersin ve
dil de bizde kalır" dedim. Üç gün sonra kendisine geldim, bana bir sahife
verdi, içinde şöyle yazıyordu: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
Bütün söz (kelâm), isim, fiil ve harften ibarettir. İsim
"müsemmâ"'dan (ad verilen şey) haber veren şeydir. Fiil, müSemma'nm
hareketinden haber veren şeydir. Harf de ne isim ne fiil olmayan bir manayı
haber veren şeydir". Bana sonra şöyle dedi: "Onu incele, uygun
gördüğün hususları ekle ve bil ki ey Ebü'l-es-ved, isimler üç türlüdür; açık
(zahir), muzmer (şahıs zamiri) ve ne açık ne muzmer olanlar. Alimler ne açık ne
muzmer olanları bilme konusunda gayret sarfetmişlerdir". Ebü'l-Esved
şöyle der: Bununla ilgili olarak bir şeyler derleyerek Hz. Ali'ye arzettim.
Nasb harfleri bunlardandı. Bu harflerden inne, enne, leyte, lealle ve keenne'yi
zikrettim, lâkinneyi ise anmadım. Bana "onu neden terkettin?" diye
sordu, ben de "bunun onlardan olduğunu sanmıyordum" karşılığım
verdim. O da "evet, o onlardandır, onu ekle" dedi.[424] Hafız
Suyûti bu haberi Evâil'inde ve Cemu'l-cevâmi'de, İbnu 1-Hindi de
Ken-zü'1-ummâTde, zikredildiği şekilde Zeccâci'den naklen verirler.[425] Ben
bunu Zeccâci'nin matbu Emâli'sinde bulamadım. Muhtemelen başkasında olmalıdır.
Çünkü onun büyük, orta ve küçük Emâli'leri vardır. Mısır'da basılanı küçüğüdür
veya başka bir Zeccâci'ye ve muhtemelen Ebû Ishak'a aittir.
el-İsâbe'de
Ebü'l-Esved'in biyografisinde, Ebû Ali el-Kâlî'nin Emâlî-sinden naklen şu bilgi
verilir: Arapça'nın esaslarım ilk vazeden ve Mushaf ı noktalayan kimse
Ebü'l-Esved1 dir. Kendisine kimin yol gösterdiği Ebul-Es-ved'e soruldu,"
onu Hz. Ali'den aldım" dedi.[426]
İsfahani el-Eğâni'de Cafer b. Ebi Harb b. Ebil-Esved ed- Düelî yoluyla onun da
babasından şöyle dediğine dair rivayetini tahric eder: Ebü'l-Esved ed-Düelî'ye
"bu ilmi, yani hahivi, nereden aldın?" diye soruldu, "onun tariflerini
Hz. Ali'den aldım" dedi.[427]
Bey-haki Şuab'da, İbn Asâkir ve İbnü'n-Neccâr, Sa'saa b. Savhân'dan şu rivayeti
tahric ederler: "Hz. Ali, Ebü'l-Esved'e İnsanlar için, dillerini
düzeltmelerinde esas alacakları birşey koy' dedi ve ona ref(ötre\ nasb (üstün)
ve eeKkes-re) işaretlerini çizdi". Kenzü'l-ummâl'de "Kitâbu'l-İlm"e
bakınız.[428]
Şeyh Ebû Muhammed
Abdülkâdir b. Ahmed el-Kûhin el-Fâsî Fih-rist'inde[429],
nahiv ilmindeki isnadını, Hz. Ali'den almış olarak Ebü'l-Esved'e ulaştırdığında
şöyle der: "Zeccâci'nin Emâli sinde, Beyhaki'nin Şuabü'l-iman'da,
Ebü'l-Ferec'in el-Eğâni'de çeşitli yollarla tahric ettikleri üzere o, yani Hz.
Ali nahivin kurucusudur. Bu da Hz. peygamber'in 'Ben ilmin şehri, Ali de
kapısıdır' sözünün mazhandır. Bu hadisi Tirenizi[430] ve
Hâkim, Hz. Ali'den tahric etmişlerdir. Yine Hâkim ve Taberâni de İbn Abbas'tan
tahric etmişlerdir."[431] Bu
bilgiyi, üzerinde müellifin elyazısı bulunan bir nüshadan aktardım.
Kadı Ebü'1-Feth
İbnü'l-Hâc'ın el-Ezhârü't-tayyibetü'n-neşr adlı eserinde şu bilgi verilir:
İslam gelip de çeşitli milletler birbirine karışınca Arapça'nın zayi
olmasından korkuldu ve Ali b. Ebi Tâlib bu konuda söz söyleyerek Arapça'nın
esaslarını belirledi. Bu yüzden babam S i r e t e dair mimiyye kasidesinde,
başkalarını izleyerek onu bu ilmin kurucusu saydı ve bazı beyitlerden sonra
şöyle dedi:
Odur nahivi vazeden,
düzenleyen İsim, fiil ve harfi düzensiz olan
Daha sonra Ebu 1-Esved
ed-Düelî Arapça'nın kurallarını tesbite, ondan şüphe ve tereddütleri gidermeye
teşebbüs etti. Bu yüzden Serisi Şerhu'l-Makâmât'ta ve Ezheri et-Tasrih'te
başkalarını izleyerek onu bu ilmin kurucusu sayarlar. Ebü'l-Esved tabiinden
olup seksen beş yaşında Basra'da 69 (688) yılında vefat etmiştir.[432] İbn
Şaban Elfîyye 'sinde şu sözleriyle buna işaret eder: "Nahiv konusunda bize
ilk bilgi veren kimse Hz. Ali'dir. Fahred-din er-Râzî şu bilgiyi haber verir:
Hz. Ali, Ebü'l-Esved'e izafet ve imâle konularını yazdı. Sonra Ebü'l-Esved
atıf, na't (sıfat), sonra da ta-accüb (ünlem) ve soru konularını kaleme
aldı".
Ebyâri'nin
Suûdu'l-metâli adlı eserinde şu bilgi verilir: Çeşitli sebeplerle Hz. Ali veya
Hz. Ömer'in emriyle nahivi ilk koyan kimsenin Ebü'l Esved ed-Düelî olduğu
hususu şöhret bulmuştur. Hz. Ali veya Hz. Ömer'in emriyle olduğuna dair
rivayeti[433], bunların ayrı ayrı
zamanlarda meydana geldiği şeklinde yorumlayarak birbiriyle telif mümkündür".
Adı geçen Şeyh Ebyâri, el-Kasrü'1-mebni fi havâşi'I-Muğni[434]
adlı eserinin başında şu görüşü belirtir: "Kendileriyle sözün
anlamlarının anlaşıldığı bu ilmin kural ve esasları ashap arasında veya
onlardan bazıları arasında bilinmekteydi. Hz. Ali'nin Ebü'l-Esved'e nahiv
ilminin esaslarını koymasını emretmesi, bu ilinin emreden ve emredilen
tarafından bilindiğini göstermektedir". Adı geçen haşiyeye bakınız.
İbnül-Enbârî Nüzhetü'l-elibbâ fî tabakâti'l-üdebâ'da (s. 11) Ebu 1-Esved'in
biyografisinde şöyle der: O nahive dair kendisine nisbet edilen bir Muhtasar
kaleme almıştır. Bunun sebebi de Ziyâd b. Ebih'in ona "halk için birşey
telif etseydin" demesidir.[435]
İbnu n-Nedim
Fihristinde, kitap toplayanlardan birinin kendisine gösterdiği bir kütüphaneden
sözederken bizzat gördüğü şu hususu anlatır: O kütüphanede bulunanlar arasında
büyük bir kitaplık vardı. İçinde 300 n-tıl kadar ağırlığında deve derisi,
saklar, Mısır kağıdı, Çin kağıdı, Tihâmî kağıt, işlenmiş deri, Horasan kağıdı
vardı. Bunların içinde dört yaprak vardı ki Çin kağıdından olduğunu sanıyorum,
muhtevası şöyleydi: "Bunda Ebu 1-Es-ved tarafından fail ve mefule dair
söylenenler bulunmakta olup Yahya b. Ma'mer tarafindan yazılmıştır." Bunun
altında eski bir yazıyla "Bu Allan en-Nahvî'nin yazısıdır", onun da
altında "Bu Nadr b. Şümeyl'in yazısıdır" ibaresi vardı. Sonra bu
adam öldüğünde kitaplığı kaybettik (el-Fihrist, s. 4O).[436]
Kadı İbnü'l-Ezrak
Ravdu'l-a'lâm'da Arapça'nın İslamî ilimler içindeki mevkiini belirttikten sonra
şöyle der: "Selef alimleri, taşıdığı maslahatı bildiklerinden Arapça'nın
esaslarını koymaya süratle eğildiler. Daha önce geçen bilgilerden de
anlaşılacağı üzere, bu ilmin vazedilmesine hulefa-yı râşidin'in bizzat
kendileri teşebbüs etmeseler de bunun yapılmasını emreden ve konularının
temellendirilmesinde yol gösterenler onlardır. Şüphesiz bu önde oldukları ve
Öncülük ettikleri hayır cümlesindendir. Bunun meşruluğunun dayanağı, Mushaf in
biraraya getirilmesi ve mesâlih-i m ü r s e 1 e kaidesinin gerektirdiği diğer
hususların dayandığı delilin aynısıdır." O bundan önce de nahiv ilmini
ilk koyanın Hz. Ali olduğunu ve Ebü'l-Esved'in ondan aldığını çeşitli yollarla
naklettikten sonra şunu zikreder: Ebü'l-Esved nahivin esaslarını Hz. Ali'nin
kendisine öğrettikleri çerçevesinde koydu. Alimlerden biri bu manayı,
kendisine nisbet edilen bu ilmin kuruluş kapısını açan emirü'1-mu minin Hz.
Ali'yle iftihar arzı ve onunla aynı adı taşıyan İbn Usfûr'u Övme çerçevesinde
dile getirmiştir:
Bize nahvi nakletti
Düeli
Kahraman
emirü'I-mü'minin'den
Nahve AH başladı,
bunun gibi
Sona erdirdi İbn Usfûr
Ali.
Bu konuda Hafız
Suyûti'nin el-Ahbârü'1-merviyye fi sebebi vaz'i'1-Arabiyye adlı risalesine
bakınız.[437]
T a s h i f, okunuşu
iki türlü olabilen bir söz söylemek anlamında olup.[438] Hz.
Ali'nin istinbat ettiği diğer ilimler de burada zikredilecektir.
Bu t a s h i f lerden
en zarifi, efendimiz Hz. Ali'nin (Allah yüzünü ke-remlendirsin) şu sözüdür:
"Her üzümü, üzüm ağacı verir". Bu söz "Her aybı, cömertlik
Örter" sözünüzle t a s h i f kılınır.[439]
Dedemin anne tarafından dedesi allâme Ebü'1-Feyz Hamdûn İbnü'1-Hâc
en-Nevâfîhu'1-âliyye fî'l-medâihi's-Süleymâniyye adlı şerhinde şöyle der:
"Sözünde tasnifle konuşan ilk kimse Hz. Ali'dir". O esere bakınız.
Daha sonra, bu konuyu ondan önce dile getireni gördüm ki o da Medinetü'1-ulûm
müellifi olup Şeyh Abdurrah-man el-Bistâmî'den şu bilgiyi nakleder: T a s h i f
ilminden ilk sözeden kimse İmam Ali b. Ebi Tâlib olup bu sözlerinden biri
şudur: "Basra halkının yokolması rüzgârladır". Hafız Zehebi şöyle
der: Bu kelimenin (rüzgâr: rih) tasnifi ancak 200 (815) yılından sonra
bilinebilmiştir. Yani "Basra'nın harap oluşu Zencilerledir". İmam
Ali'nin bu ilimde eşsiz sanatları vardır.[440]
Şihâbüddin Ahmed b.
eş-Şelebî el-Hanefî el-Mısrî'nin İthâfu'r-ruvât bi-müselseli'1-kudât adlı
eserinde, efendimiz Hz. Ali'nin ilk olduğu hususlardan sözedilirken şu bilgi
verilir: Zekice t a s h î f ler konusunda ilk söz söyleyenin o olduğu
söylenmiştir. Hz. Ali şöyle der: "Her üzüm...". Bu bilginin benzerini
İbn Hişâm Mûkidü'l-ezhân ve mûkizü'l-vesnân adlı eserinin dördüncü faslında
verir. Şeyh Muhtar b. Ahmed el-Künti el-Vâfî'nin el-Cir'atü's-sâfîye
ve'n-nefhatü'1-kâfiye adlı eserinde şu bilgi seçer: Hz. Ali nahiv ilmi, kimya,
usturlab, harflerin sırları, hesabın sırları, astroloji (tencim), vefk, tabir,
ferâiz, paylaştırma inceliklerini vs. ortaya koyandır.
Mısır'da medfun
Şemsüddin Muhammed b. Muhammed el-Gilânî (el-Füllânî?) ea Dânkevî es-Sûdânî'nin
Behcetü'1-âfâk fî ilmi'l-hurûf ve'l-evfâk[441]
adlı eserinde şu bilgi verilir: Hz. Ali kevnî harflerin sırlarıyla ilgili el-Cifr
ve el-Câmia'ya dair eser kaleme almıştır.[442]
Cifr ve camia, bu harflerden çıkarılan sırların anahtarlarından 1700 esastır.
Hz. Ali, el-Kenzü'1-bâhir fi şerhi hurûfi'l-meliki'z-zâhir[443]
müellifinin söylediği gibi, ashaptan yüze yüz kare (vefkini?) vazeden ilk
kimsedir.[444]
Şeyh el-Emir,
el-Cevhere haşiyesinde İmam Ebû Ali el-Yûsî'den şu bilgiyi nakleder:
Ebü'l-Hasan el-Eş'arî'nin kelâm ilminin kurucusu olduğu hususu şöhret
bulmuştur. Oysa durum gerçekte böyle değildir. Aksine Ömer b. Hattâb ve Enes bu
konuda konuşmuş olup İmam Malik de daha Eş'ari doğmadan bu hususta bir .risale
yazmıştır.
Şeyh İllİş
Fetâvâ'sında, kelâm ilminin kurucusuyla ilgili olarak verdiği bir cevap
sırasında şöyle der: Uygun olan görüş, k e 1 a m 'm Kur'anî bir ilim olduğudur.
Çünkü bu ilim, akaid (inanç esasları), peygamberlik ve vahye dayanan
bilgilerin anılması suretiyle Allah'ın Kelamı'nda geniş şekilde ele alınmıştır
(1,13).
Hânz Suyûti
Cem'ul-ceyâmi'e yaptığı nazmın şerhinde Ebü'l-Velid el-Bâcî'den şu nakilde
bulunur: İbn Ömer kaderi inkâr edenlerle taştışarak onlara karşı hadisi delil
olarak ileri sürdü, İbn Abbas da Hâricilerle tartıştı.
Derim: Kim Beyhaki'nin
el-Esmâ ve's-sıfât adlı eserini gözden geçirirse, kelâmın eski bir ilim olduğu
ve Hz. Peygamber, ashap ve tabiin büyüklerinin bu konuyla ilgilendikleri
hususunda şüphesi kalmaz.[445]
îbn Adi ve el-Medhalde
de Beyhaki, Ebü'l-Hattâb Ma'rûf el-Hayyât'tan şöyle dediğini rivayet ederler:
Vasile b. Eska'm insanlara hadisleri imlâ ettirdiğini ve onların da
kendisinden hadisleri yazdıklarını gördüm.[446]
Ebû Musa şöyle der:
Hz. Peygamber sabah namazını kılınca kendisine yönelerek kimimiz Kur'an'dan,
kimimiz ferâizden, kimimiz de rüya tabirinden sorardık. Bu hadisi Taberâni
el-Mu'cemü'I-kebir'de rivayet eder. Hey-sezni şöyle der: Hadisin senedinde
Muhammed b. Ömer er-Rûmî mevcut olup Ebû Davud ile Ebû Zur'a onu zayıf, İbn
Hibbân ise güvenilir kabul etmiştir.[447]
Faydalı bir bilgi: İbn
Sa'd'ın Tabakât'ında (III, 33) Zühri'den şu bilgi nakledilir: Hz. Peygamber,
huzura girilmesi için öğleden sonra izin verirdi ki bu sünnettir. Huzura
girilmesi için izin isteme görevini azatlısı Enese yapardı.[448]
Bundan anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber Öğle namazından sonra evine girince,
halkın öğle sonrası huzuruna girmelerine müsade ederdi.[449]
Heysemi
Mecmau'z-zevâid'de "ilim mütala ve müzakeresi babı" başlığını açarak
orada Enes'ten gelen şu rivayeti kaydeder: "Biz hemen hemen altmış kişi
olarak Hz. Peygamberle birlikte oturuyorduk. Bize hadis haber veriyordu. Sonra
ihtiyacı için evine giriyor, biz kendi aramızda şunu, sonra şunu tekrar
(müzakere) ediyor ve kalkıyorduk, sanki (bu bilgiler) kalbimize ekilmiş
oluyordu." Bunu Ebû Ya'la rivayet eder. Senedinde Yezîd er-Rakkâşî mevcut
olup zayıf bir râvidir.[450]
Hâkim cl-Müstcdrekte
Ebû Said'den şu rivayeti tahric eder: Allah Re-sulü'nün ashabı biraraya
geldiklerinde ilim müzakere eder ve bir sûre okurlardı.[451]
Beyhaki el-Medhalde
sahih bir senedle İbn Abbas'tan şu rivayette bulunur: İbn Abbas, Said b.
Cübeyr'e "hadis naklet" dedi. O da "sen burada olduğun halde
hadis mi nakledeyim?" karşılığını verince İbn Abbas şöyle dedi:
"Evet, ben burada olduğum halde senin hadis haber vermen Allah'ın sana
lütfettiği nimetlerden değil midir? Eğer hata edersen sana bildiririm".[452]
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında Said b. Cübeyr'in biyografisinde de şu bilgi verilir: İbn Abbas,
Said'e "hadis naklet" dedi, o "sen şuradayken hadis mi nakledeyim?"
karşılığım verdi. Bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi: "Ben burada olduğum
halde hadis haber vermen, Allah'ın sana lütfettiği nimetlerden değil midir?
Eğer isabet edersen, bu sana aittir. Eğer hata edersen, sana bildiririm'".[453]
Ebû Abdurrahman
es-Sülemî'den şöyle dediği nakledilir: "Allah Resu-lü'nün ashabından bize
Kur'an'ı öğreten kimse, onların Resulullah'tan (sav) on âyet öğrendiklerini, bu
âyetlerdeki ilim ve ameli bellemeden başka on âyeti Öğrenmediklerini haber vererek
şöyle dedi: Resulullah, bize ilim ve ameli öğretirdi". Bu hadisi Ahmed b.
Hanbel rivayet eder. Hadisin senedinde Atâ b. Sâib mevcut olup ömrünün
sonlarında rivayetlerinde ihtilatta bulunmuştur.[454] İbn
Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ömrümden bir hayli süre yaşadım;
bizden birimize Kur'an'dan önce iman etme nasip olur, sûre Hz. Muhammed'e (sav)
iner, sizin Kur'an'ı öğrendiğiniz gibi o sûredeki helâl ve haramları, sûrede
bellemesi gerekli olan hususları öğrenirdi. Sonra insanlar gördüm; onlardan birilerine
imandan önce Kur'an verilmiş oluyor, o da Fatihadan sonuna kadar onu okuyor,
fakat ne emrettiğini, ne yasakladığını ve bellenmesi gereken hususların ne
olduğunu bilmiyor, adi hurmayı saçar gibi onu saçıyor". Bu rivayeti
Taberâni el-Mu'cemü'l-evsat'ta nakleder. Heysemi, hadisin ravüerinin Sahih'in
ravileri ölçüsünde olduğunu belirtir.[455]
Mecmau
bihâri'l-envâr'ın zeylinde "Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve
öğretendir"[456]
hadisi ile ilgili olarak şu bilgi kaydedilir: Bu, Kur'an öğrenen ve öğretenin
fakihten daha üstün olmasını gerektirmez. Çünkü hadisin muhatapları
sahabilerdi ve onlar da fakih idiler; Kur'an'daki nkhi hükümleri, kendilerinden
sonra gelenlerin bildiklerinden daha çok biliyorlardı.
el-Câmiu'I-kebir'de
"Kur'an'ı öğrenin, garib lafızlarını araştırın. Onun garibleri
farzlarıdır, farzları hadleridir (Allah'ın sınırlarını belirlediği emir ve
yasaklar), hadleri ise helâl, haram, muhkem, müteşâbih ve emsaldir. Binaenaleyh
onun helalini helal, haramını haram kılın, muhkemiyle amel edin, müteşabihine
iman edin ve emsalinden de ibret alın" hadisi verilir ve Ebû Hureyre'nin
rivayeti olarak Deylemi'ye isnad edilir.[457]
Mu vatta'da şu rivayet
nakledilir: "İbn Ömer Bakara sûresini öğrenmek için sekiz yıl onun
üzerinde durdu".[458]
Bâci el-Miintekâ'da şöyle der: "Bu, haşa onun hafızasının zayıflığından
değil, sûrenin farzları, hükümleri ve onunla ilgili hususları öğrenmesinden
dolayıdır".[459]
Hatib, Mâlik'in rivayetleri içinde İbn Ömer'den şu tahricde bulunur:
"Ömer Bakara sûresini oni-ki yılda öğrendi ve bitirdiğinde bir deve
kesti". Bunu Suyûti Tenvirü'l-hevâlik'te nakleder.[460]
Venşerisi el-Mi'yâr'da "bidat faslı"nda, insanların Kur'an
hükümlerini öğrenmeyip sadece harflerini ezberlemelerini bidatlerden sayar ve
İbn Ömer'den naklettiğimiz haberi verdikten sonra şöyle der: "Bunun anlamı
şudur: O, sûrenin farzlarım ve hükümlerini öğreniyordu".[461]
İbn Abdisselâm
el-Muhâdîsinde, Mücahid'le ilgili olarak Hafız Zehe-bi'den şu bilgiyi nakleder:
Mücahid'in şöyle dediğine dair rivayet sahihtir: "Kur'an'ı İbn Abbas'a üç
defa arzettim, bu arzlarda her âyetin üzerinde durup kiminle ilgili olarak ve
nasıl nazil olduğunu ona sorardım".
Ebü'l-Velid İbn
Rüşd'ün el-Beyan ve't-tahsil adlı eserinde "el-Câmi" bölümünde şu
bilgi verilir: Ebû Musa el-Eş'arî, Hz. Ömer'e o yıl Basra'da birçok insanın
Kur'an'ı ezberlediğini yazdı. O da kendisine, onlara maaş bağlamasını yazdı.
Ebû Musa ertesi yıl bunun kat kat üstünde insanın Kur'an'ı ezberlediğini Hz.
Ömer'e yazdı. Hz. Ömer ona şunu söyledi: "Onları kendi hallerine bırak,
insanların Kur'anı ezberlemekle meşgul olup onun hükümlerini Öğrenmeyi
terketmelerinden korkuyorum"[462]
Derim: İbnü'l-Hindî, Ebû Musa'nın bu kıssasını Kenzü'l- ummâl'de vermiş olup
ona bakınız.[463]
Molla Ali el-Kârî
Şerhu Müsnedi Ebî Hanife'de şöyle der: İslam'ın ilk döneminde Kur'an'ı
okuyanlar sünneti, namaz v.s. ile ilgili fıkhi hükümleri biliyorlardı. Bu
sebepledir ki "Onlara Kur'an'ı en iyi okuyanları imamlık yapar.[464]
hadisi varid olmuştur.
Eskilerin Kur'an'ı
ezberlerken hükümlerini de öğrendiklerine dair bize en yakın örneklerden biri
de Fas'ta medfun Ebü'l-Abbas Ahmed b. Ali el-Bûsaîdî es-Sûsî'nin
Bezlü'I-münâsaha adlı eserinde Der'a'nın üstadı Ebü'l-Kasım el-Vehlânî
ed-Der'î'nin biyografisinde verilen şu bilgidir: Arkadaşlarımızdan bazıları
ondan şunu duyduklarım bana haber verdiler: O, Kur'an okuduğu levhayı,
kıraatlerde tecvid, yazı, irab ve tefsir gibi onunla ilgili hükümlerle
birlikte okumadıkça silmezdi. Her ilim dalı için de bir hocası vardı. Bazan
bütün konuları hocalarından öğreninceye kadar hafta boyunca levha silinmeden
kalırdı.[465]
İbn Eşte[466] Kitâbü'l-Mesâhif
te munkati bir senedle Kehmes yoluyla Büreyde'den şu rivayeti tahric eder:
"Kur'an'ı bir mushafta toplayan ilk kimse Ebû Huzeyfe'nin mevlâsı Salim
olup sonra ona bir ad verme konusunda istişarede bulundular. Bazıları onun
"Sifr" diye adlandırılmasını söyledi. O, 'Bu, yahudüerin kendi
kitaplarına verdikleri addır' deyince bunu hoş karşılamadılar. O, "Bunun
benzereni Habeşistan'da Mushaf diye adlandırdıklarım gördüm' dedi ve onu
"mushaf" diye adlandırma konusunda görüş birliğini sağladı ve böyle
adlandırdılar". Bu konuda Ezhârü'1-urûş fi ahbâri'l-hubûş[467]
adlı esere bakınız.
Hâfiz Suyûti'nin
el-Vesâil fi ma'rifeti'l-evâil adlı kitabında "ilim bâ-bı"nda şu
bilgi verilir: Mushaf ı mushaf diye adlandıran ük kimse Hz. Ebube-kir'dir.[468]
Bunu İbn Ebi Şeybe Kitâbü'l-Mesâhif te tahric eder.
Arif en-Nâblusi'nin
Şerhu't-Tarikati'l-Muhammediyye'sinde şu bilgi verilir: Bazan mishafve meskaf
şekillerinde de okunan mushaf kelimesi, "ona sahifeleri koyma"
anlamındaki "eshafa"kökünden gelir. Sonra Kur'an-ı Kerim için Özel ad
konulmuş olup onu bu şekilde adlandıran ilk kimse Hz. Ebubekir'dir. Babam bunu
Şerhü'd-Dürer'de zikreder (II, 269). Bu bilginin aynısını Zurkâni
Şerhu'l-Muhtasar'da Şeyh Halil'in "Rakve, Kur'an ve Mushaf babı" ile
ilgili sözü münasebetiyle kaydetmiştir. Ona bakınız.[469]
İbn Abbas'a Mushaf ı
ücretle yazmanın hükmü soruldu, o şöyle dedi: "Bunda bir mahzur yoktur.
Onlar sadece şekil çizmiş (musavvir) ve ancak ellerinin emeğini yemiş
oluyorlar". Bu rivayeti Tebrizi el-Mişkât'te zikrederek Rezîn
es-Serakusti'ye nisbet eder.[470] Ali
el-Kârî de el-Mefâtîh'te (İbn Ab-bas'ın sözüyle ilgili olarak) şöyle der:
"Onlar sadece şekil çizmiş oluyorlar", yani harflerin şekillerini
nakşediyorlar. "Bir mahzur yoktur"; çünkü Kur'an sözü Allah'ın kadim
sıfatı hakkında kullanıldığı gibi iki kapak arasındaki nakışları ifade etmek
için de kullanılır. Onlar ücreti yalnız o sıfata delâlet eden bu nakışlar
karşılığında almaktalar. Bu yüzdendir ki İbn Abbas "onlar sadece şekil
çizmiş oluyorlar", yani harflerin şekillerini çizmiş oluyorlar, demiştir.
Ali el-Kârî sonra da Tîbi'den şu nakilde bulunur: Şekil (suret), heyet ve nakış
demek olup burada nakış kastedilmiştir. "Sadece" (innemâ) ifadesinde
"bütünü" iş'ar sözkonusudur, çünkü nakısı ispat ve nakşedüeni ise
nef-yetmiştir. Kur'an okuma ve okunan veya yazma ve yazılandan ibaret olarak
"bütünü" ifade edince "yazılan" ve "okunan"
kadim, yazı ve okuma ise kadim değillerdir. Çünkü bunlar yazan ve okuyanın
fiilleridir. Soru sorulan, "okunan" ve "yazılan"ın
anlamının farklılığına bakıp bunların insanın sıfatlarından olduğunu görünce
ücreti caiz saymıştır.[471]
el-İsâbe de müellif,
sahabi Naciye et-Tavâfî'nin biyografisini vererek şöyle der: O mushaflan
yazardı.[472] Nâfi b. Zurayb
en-Nevfelî'nin biyografisini vererek de şöyle der: O, Hz. Ömer için mushaflan
yazandı. Hişâm b. el-Kelbî şöyle der: Hz. Osman için mushaflan yazdı. Hz. Ömer
için yazdığı da söylenmiştir.[473]
Dayımız Ebü'l-Mevâhib
Cafer b. İdris el-Kettânî Fihrist'inde[474] ve
onun derin bilgili muhaddis talebesi Ebû Abdullah Muhammed el-Medenî İbn Celûn
da Künnâşe'sinde[475]
zikrettiklerine göre, dayımın hocası ve Fas'ta kâdi'l-cemâa olan Îbnü'd-Deyba'm
Teysir[476] adlı eserini şerheden
Ebû Muhammed Abdülhâdi b. Abdullah el-Alevî el-Medğarî'nin[477]
elyazısın-dan, onun allâme dedesi Mevlây et-Tehâmî'nin Hz. Peygamber'in (sav)
terekesini şu sözleriyle şiir halinde dile getirdiği nakledilmiştir[478]:
Resul dokuz şey geride
bıraktı bilinen
Bir seccade, bir
teşbih ve bir Mushaf
îki küfe, bir misvak
ve bir hasır
Bir tarak, iki nalin
ve latif bir ibrik
Bunu yazılı olarak
evine koyanın
Devam eder güvenliği
ailesi ve konuklarının
Tehâmi Mushaf ve
teşbihi terekeden saymış olup muhtemelen garip karşılanır ve reddedilir. Mushaf
in terekeden sayılması, Kur'an'ı ilk defa toplayan kimsenin Hz. Ebubekir
olduğunun şöhret bulmasından dolayı reddedilir. O, muhtemelen, Resulullah'm
(sav) terekesinden sayılan Mushafla nüzulü sırasında Kur'an'm yazıldığı kemik
v.b. sayfaları kastetmiştir. İbn Sa'd Tabakât'ta (III. cilt, I. kısım, s. 202)
şöyle der: "Kur'an'ı Mushaf ta toplayan ilk kimse Hz. Ömer'dir".[479]
Huzâi "Divanları
ilk düzenleyen kimsenin Hz. Ömer olduğuna dair fa-sıl"da şöyle der: Hz.
Ebubekir Kur'an'ı sayfalarda toplatmıştı. Bu sayfalar Hz. Osman zamanına dek
müminlerin annesi Hz. Hafsa'mn yanında kaldı. Bunu İbn Atıyye ve başkaları
zikreder. Bundan önce de ashaptan bir grup da Kur'an'ı toplamıştı ki Abdullah
b. Mesud bunların en meşhurlanndandı. Ebû Ömer İbn Abdilber şöyle der:
Arafat'ta olduğu sırada adamın biri Ömer b. Hattâb'ın (ra) yanına gelerek şöyle
dedi: "Ben sana Kûfe'den geldim, orada mushaflan ezbere imla ettiren bir
adam vardı." Hz. Ömer buna çok kızdı ve "vah sana, kimdir o?"
dedi. Adam da "Abdullah b. Mesud" karşılığını verdi. Bunun üzerine
Hz. Ömer'in kızgınlığı gitti, sükunet bulup eski haline döndü ve şöyle dedi:
"Allah'a andolsun, insanlar içinde buna ondan daha layık olanını
bilmiyorum". Şöyle demişlerdir: Hz. Osman Mushaf m yazımını tamamlayınca
ashabın yanında bulunan mushafların kendilerinden alınmasını emretti ve
Abdullah b. Mesud'un mushafı[480]
dışında alındılar. Bu da gösteriyor ki Hz. Osman'ın mushafindan önce toplanan
mushaflar vardı. Bu Mushafı Hz. Osman'a nisbet etmeleri ise bunun nüshaları
şehirlere gönderilen ve bütün bölgelerde müslümanlarm kendisini esas aldıkları
mushaf olmasındandır.[481]
Ben bunu yazdıktan bir
süre sonra, daha Önce geçen beyitlerin ardından efendimiz dayımın (Allah rahmet
etsin) elyazısıyla yazılmış şu bilgiyi buldum: Burada sözü edilen mushaftan
maksat, ashabın iki kapak arasında topladıkları Kur'an'dır. Sahih-i Buhâri'de
"Hz. Peygamber'in, iki kapak arasında (ashabın toplamış) olduğundan başka
birşey bırakmadığını söyleyenler babı" diye bir başlık mevcut olup Buhari
sonra İbn Abbas ve İbnu 1-Hanefiyye'ye varan senediyle şu rivayeti zikreder:
"Hz. Peygamber (Kur'an olarak) yalnız bunu bıraktı.[482]
Çünkü Kur'an sayfalarda toplanmıştı, Hz. Peygamber'den sonra da bu sayfalar
Mushaf ta biraraya getirildi. Böylece telif işi Resulullah (sav) zamanında,
sayfalarda toplama Hz. Ebubekir zamanında, mushaflarda çoğaltma ise Hz. Osman
zamanında oldu. Kur'an'ın butunu Hz. Peygamber zamanında yazılmıştı, fakat bir
tek yerde toplanmış ve sûreleri tertip edilmiş değildi. Bunu Kastallâni söyler.[483]
Derim: Ashabın
Kur'an'dan nazil olanları Hz. Peygamber zamanında nüshalar halinde
çoğalttıklarım gösteren bir bilgi buldum Şöyle ki Buhari Sahih"te
"Kıtâbu'l-Cıhâd"da "Düşman ülkesine mushaflarla yolculuk etmenin
mekruh oluşu babı" başlığına yer verir, sonra Ibn Ömer'den şu tahric-de
bulunur: "Resulullah (sav) düşman ülkesine Kur'an'la yolculuk etmekten
nehyetti".[484]
Ishak b. Râhûye'nin Müsned'inde kaydettiği bir rivayette şu lafız geçer:
"Resulullah (sav), düşman ülkesine Kur'an'la yolculuk edilmesini,
düşmanın onu elde edeceği endişesiyle hoş görmedi". Ahmed b. Hanbel de bu
hadisi şu lafızla tahrıc eder: "Düşman ülkesine Mushaf la gitmeyi
nehyet-ti".[485]
Buhari, yukarıda zikredilen başlıkta şöyle der: "Hz. Peygamber ve ashabı,
Kur'an'ı bildikleri halde düşman ülkesine yolculuk yaptılar".[486]
Hafız şöyle der: Buharı bu sözle, "Kur'an'la yolculuğun yasaklanmasından
maksadın, bizzat Kur'an'ın kendisiyle değil de düşman eline geçer endişesiyle
Mushaf la yolculuk olduğuna" işaret etmiştir.[487]
Eğer Kur'an'dan nazil olanlar, sayfalar v.b. şeylerde toplanıyor, çoğaltma ve
mülk yoluyla insanlar onu elde ediyor olmasaydı, anılan yasağın varıd olması
sozkonusu olamazdı. Bunu duşunun.
Ahmed b. Hanbel,
Taberâm ve Dârimı, Ebû Umâme'den şu tahricde bulunurlar: Veda Haccı sırasında
Resulullah (sav) kalkıp şöyle buyurdu: "Ey insanlar, yeryüzünden kaldırılıp
alınmadan önce ilmi elde edin". Bir bedevi, kendisine şunu sordu: "Ey
Allah'ın Resulü, elimizde mushaflar olduğu, bu mushaflardakım
öğrendiğimiz,kadınlarımıza, çocuklarımıza ve hizmetçilerimize öğrettiğimiz
halde, ilim bizden kaldırılır mı?". Resulullah (sav) öfkeli bir halde
başım kaldırdı ve şöyle dedi: "Şu yahudıler ve hnstiyanlar, ellerinde
mushaflar olduğu halde, onlardan Peygamberlerinin getirdiği hiçbir şeye
tutunmuş değillerdir". Bu fazlalığa Avf b. Malık, Ibn Ömer ve SafVân'ın
rivayet ettiği hadislerden ş a h ı d ler vardır. Bu hadis Ahmed b. Hanbel,
Tır-mızı, Taberânı, Dârimi ve Bezzâr tarafından farklı lafızlarla rivayet
edilmiş olup hepsinde de bu mana mevcuttur.[488]
Ahmed b. Hanbel'in
Müsned'inde Abdullah b. Amr b. As'ın "mus-ned"ınde, ondan şu rivayet
nakledilir Bir adam oğluyla birlikte Resulullah'a (sav) gelerek şöyle dedi.
"Ey Allah'ın Resulü, benim şu oğlum gunduz Mushafi okuyor, geceleyin de
geceliyor (uyuyor)". Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Gündüzü
zikirle, geceyi de selametle geçiriyor diye oğlunu kınıyor musun?".[489]
İbnü'l-Arabi'nin
Ahkâmu'-Kur'an'ında "Onlardan (Peygamber hanımlarından) birşey
istediğiniz zaman perde arkasından isteyin" (Ahzab 33/53) âyetiyle ilgili
olarak şu bilgi verilir: Ayette geçen "birşey (bir meta)"in anlamıyla
ilgili dört görüş mevcut olup dördüncüsü bunun "Kur1 an sahifele-ri"
olduğu şeklindedir.[490]
el-Minehu'1-bâdiye
fi'1-esânîdi'l-âliye'nin[491] 41.
müselselinde, müellifinin Kadı Ebubekr İbnü'l-Arabi el-Meâfırî'ye ulaşan
isnadıyla şu rivayet nakledilir: Gözüm ağrıdı, Abdullah b. Mesud bana
"Mushaf a bak, benim de gözüm ağrıdı Resulullah bana Mushaf a bakmamı
söyledi" dedi Ondan başka râvi bu hadiste şu fazlalığı kaydeder:"...
Gözüm ağrıdı, Cebrail bana Mushaf a bakmamı söyledi". Müellif bu hadisi
kaydettikten sonra Zenâti'nin Sel-vetü'l-ahzân fi fedâili't-Kur'ân adlı
kitabından, Enes'in m e r f û olarak rivayet ettiği şu hadisi nakleder:
"Kim Mushaf a bakarak okursa, yaşadığı sürece gözünde bir rahatsızlık
görmez". el-Mineh'e bakınız.[492]
Teşbihe gelince, Şeyh
el-Emir Fihristinde[493]
şöyle der: Teşbihin, Resu-lullah'ın (sav) ardından bıraktığı eşyadan olduğuna
dair yaygın bilgi sahih değildir. İbn Sultan (Ali el-Kârî) bu konuda ondan Önce
davranmış olup Şer-hu'1-Mişkât de şöyle der: Bilinen teşbih, Hz. Peygamber zamanında
mevcut değildi. Ebü'l-Hasenât Muhammed Abdülhay el-Leknevî el-Hindî de
Nüz-hetül-ıtr fi sebhati'z-zikr[494]
adlı risalesinde el-Emir ile Ali el-Kârî'nin sözlerini naklederek onaylar.
Zaferü'l-emâni fi şerhi Muhtasari'l-Cürcâni (s. 156) adlı eserinde ise sadece
Emir'in sözlerini kaydeder. Bu bilginin benzerini İbnü't-Tayyib el-Kâmûs
haşiyesinde verir. Doğrusuna gelince, zikir saymak için ashabın teşbih v.s.
edinmeleri Allah Resulü'nün sağlığında sabit olmuştur. Sonradan ortaya çıkan
ise bu tanelerin ipe v.s. dizilmesidir. Nitekim Şeyh Abdülgani ed-Dihlevî
el-Medenî de bunu söylemiş olup aslında Allah Resulü'nün (sav) at, binek ve yük
hayvanı, deve, koyun, yatak, kalkan, ev eşyası v.s. türünden geride
bıraktıkları bu anılanlardan çokçadır. Gerçek bilgi Yüce Allah'ın katındadır.
er-Rihletü'd-Dereniyye adlı eserimize bakınız.[495]
Bu husus bir Önceki
başlıkta verilen bilgiler ile Mesudi'nin Mürûcu'z-zeheb'de Hz. Ali ile Muaviye
arasında meydana gelen Sıffin vakasından sözederken Hz. Ali'nin zafere ulaşması
üzerine Amr b. As'ın mushaflann (mızrakların ucuna) dikilmesi fikrini
verdiğini ve Muaviye'nin ordusundan yaklaşık beşyüz kadar mushafin dikildiğini
zikretmesinden[496]
anlaşılmaktadır. Kur'an'ın kitap halinde toplanması ile Sıffin Vakası arasında
yedi yıl geçmiş olmakla birlikte o sırada mevcut mushaflann hepsi bu değildi.
Bu orduda mevcut mushaf sayısına bakın ve orada bulunmayanların mushaflannın ne
kadar olabileceğini düşünün!
îbn Sa'd'm Tabakât'mda
Ebû Bürde b. Ebî Musa el-Eş'arî'nin biyografisinde, Yezid b. Merdâniye'den
şöyle dediği nakledilir: "Ebû Bürde'yi bir deveye binmiş ve devenin ön
tarafına da bir mushaf asılmış olarak gördüm".[497]
Latife: Zurkâni'nin
Şerhu'l-Muhtasar'ına şeyh el-Emir el-Kebir'in yaptığı haşiyede hocası Şemsüddin
el-Büleydî el-Mâlikî'den şu bilgi nakledilir: Kur'an'ı parçalara ayırmak
mekruh olup İmam Mâlik şöyle der: "Allah Teâla onu topluyor
(bütünleştiriyor), onlar ayırıyorlar". Sonra el-Utbiy-ye'de, İmam Mâlik'in
bunu şiddetle mekruh saydığı hususunun kaydedildiğini gördüm. İbn Rüşd de
el-Beyân ve11-tahsil'de şöyle der: "Kur'an dünya semasına bütün olarak,
sonra da Hz. Peygambere peşpeşe parçalar halinde indirildi, ta ki din kemâle
erdi. Derken Kur'an yeryüzünde bütün haline geldi ve böylece bütün olarak
muhafazası da vacip oldu".[498]
Tenbih: Büyük
kütüphanelerde mevcut olup ilk yüzyıllarda yazıldığı sanılan eski mushafları
ancak net ve vazıh yazıyla ve fiyat bakımından en pahalı, en güzel ve en kalın
kağıtlara yazılmış bulursunuz. Bu da onların bunu Kur'an'ı yüceltmek ve ona
saygı duymak şeklinde görmelerinden ileri gelmektedir. Medinetü'1-ulûm'da
müellif, mushafları yazma âdabından söze-derken şu bilgiyi verir: "Ömer b.
Hattâb bir mushafı ince kalemle yazılıyor görünce katibim döverdi. Büyük bir
mushaf görünce de sevinirdi. Hz. Ah" de mushafların küçük tutulmasından
hoşlanmazdı".[499]
Bunu Ebû Ubeyd Fedâilü'l-Kur'an'da tahric etmiş olup el-îtkân'a bakınız.
et-Tarikatü'l-Muhammediyye'de müellif, mushafı küçültmeyi âfetlerden saymıştır.
Arif en-Nâblusî de onun şerhinde şöyle der: "Yani onu küçük yapraklara yazmak".
O sonra da Ebû Hanife'nin mushafin küçültülmesini ve ince kalemle yazılmasını
mekruh gördüğünü naklederek ardından şöyle der: Kur'an'ı yazmak isteyenin onu
en güzel ve en belirgin yazıyla en güzel yaprak ve beyaz kağıda, en kalın kalem
ve en parlak mürekkeple yazması, satırları ayırması, harfleri büyük yapması ve
Hz. Osman'ın Mushaf ında olduğu gibi kelimelerin nazmını korumak için, onu
ayrıca eklenecek t a ' ş i r işaretleri, ayet sayıları ile vakıf işaretlerinden
ayırması gerekir.[500]
İbn Rüşd el-Beyân
ve't-tahsil'in "el-Câmi" bölümünde İmam Mâlik'in dedesinin Hz. Osman
zamanında yazılmış mushafiyla ilgili bir başlığa yer vererek şu bilgiyi
kaydeder: İbnü'l-Kasım şöyle dedi: Mâlik bize, dedesine (Ebû Amir el-Esbahî ki
sahabi olup olmadığı münakaşalıdır) ait bir Mushaf çıkardı ve Osman b. Affan
zamanında yazıldığını haber verdi. Biz onun süsünün gümüşten ve kılıfının da
Kabe örtüsünden olduğunu gördük. İmam Mâlik bu bilgiyi bir kez de el-Utbiyye'de
tekrarlayarak şöyle der: "Ben onun süsüne herhangi bir ilavede
bulunmadım". İbn Rüşd şöyle der: Mushaf in gümüşle süslenmesinin caiz
olduğu konusunda bildiğim bir ihtilaf yoktur. Altınla süslenmesine gelince,
caiz fakat mekruh görülmüştür. Muvatta'daki ifadenin zahirinden, caiz olduğu
anlaşılmaktadır.[501]
İbn Abdisselâm'ın
et-Ta'rif bi-ricâli Muhtasar! İbni'l-Hâcib adlı eserinde Hz. Ebubekir'in
biyografisinde şu bilgi verilir: Ömer onun kadısı, Osman kâtibi, Sa'd
mushaflarının görevlisi ve Sa'd el-Karz da müezzini idi.[502]
Şemsüddin Muhammed b.
Mustafa el-Kirmânî el-Hanefî'nin Şerhu'l-Ehâdîsi'l-erbaîn'inde (s. 106) şu
bilgi verilir: "Hz. Ömer ve Osman her sabah Mushaf ı öperlerdi.
el-Münye'de geçtiği üzere bunun bidat olduğu da söylenmiştir". Hanefilerin
büyük kitaplarından Allâme el-Haskefî ed-Dımaşkî'nin ed-Dürrü'1-muhtâr şerhu
Tenvîri'l-ebsâr'mda şu bilgi kaydedilir: Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer[503] her
sabah Mushaf ı alıp öper ve "Rabbimin ahdi, rabbim azze ve cellenin
fermanı" derdi. Hz. Osman da Mushafi öper ve yüzüne sürerdi. Bu bilgi için
İbn Âbidin'in Reddü'1-muh-tar'ının hamişine (V, 254) bakınız.[504]
Şemsüddin es-Seffârînî
el-Hanbelî Şerhu Manzûmeti'l-âdâbda er-Riâye'den şu bilgiyi nakleder: Mushaf ı
öpmek müstehaptır. Çünkü İkrime b. Ebi Cehl böyle yapardı. Bunu, aralarında
sahih bir isnadla rivayet eden Darımi'nin de bulunduğu bir grup nakletmiş olup
Dârimi şöyle der: "ikrime Mushaf ı yüzünün üstüne koyar ve şöyle derdi:
Rabbimin kitabı, rabbimin kitabı".[505]
Dârimi'nin İkrime'den isnadının sahih olduğunu onaylayanlardan biri de Nevevi olup
et-Tibyân'da bunu belirtir.[506]
Fas'ta şeyhü'l-cemâa
olan Allâme Ebû Abdullah Muhammed b. Abdüs-selam el-Benânî'nin Menâsik'inde şu
bilgi verilir: "Kaydedildiğine göre Ha-cerülesved Allah'm yerinde (arz,
dünya) onun sağ elidir. Saygı gösterilmesi düşünülen kimsenin sağ elini öpmek
de adettir. Allah teşbihten münezzeh olup hacerülesved buna işaret
kılınmıştır." Bu, Hacerülesvedin öpülmesi konusunda latif bir yorumdu.
Şüphe-yok ki Kur'an-ı Azim Allah'ın sıfatıdır ve öpülraeye Hacerülesvedden daha
layıktır. Bundan da Mushaf m, alimin, velinin, salih kişinin elinin,
salihlerin kabirleri v.b. saygı duyulan şeylerin öpülmesinin meşru olduğu hükmü
çıkarılmıştır. Sübki Tabakât'ta bu anlamı zikretmiştir.[507]
Hafız Ebü'l-Kasım el-
Gâfıkî el-Mellâhî Fedâilü'I-Kur'an[508]
adlı eserinde Ebû Talib el-Mekkî'nin Kûtü'l-kulûb'undan şu bilgiyi nakleder:
"Ashabın birçoğu Kur'an'ı mushaf tan okuyorlar ve ona bakmadan bir günün
geçmemesini arzuluyorlardı. Hz. Osman, çok okumasından dolayı, iki mushaf
yıpratmıştı".[509]
Fâsi'nin
el-Minehu'1-bâdiye adlı eserinde de şu bilgi verilir: Selef imam ve
salihlerinin sabah olduğunda yaptıkları iîk şey mushaf a bakmaktı. Gözünden
rahatsızlık duyanlara, Mushaf a bakmasını emrederlerdi.
îbn Sa'd'ın
Tabakât'ında (VI, 75) Ebü'l-Âliye'nin biyografisinde Mücâhid'den şu nakilde
bulunulur: Abdurrahman b. Ebi- Leyla'nın içinde mushaflar bulunan bir evi
vardı. Orada k â r i ler (Kur'an okuyanlar) toplanır ve yemek dışında pek az
ayrıldıkları olurdu.[510]
Bütün bu bilgilerle,
Tuhfetü'l-ekâbir'de İbn Ebi Zeyd'in Muhta-sar'ından naklen verilen şu bilginin
isabetsizliğini anlamış olursunuz: "Kur'an'ı mushaftan okumak eskiden
uygulanan bir husus değildi. Onu ilk defa ihdas eden ve mescidde mushaftan okumaya
zorlayan kimse Haccâc'dır". Yine et-Tuhfe'ye, "Kim Kur'an'ı
ezberlerse Allah onun ana-ba-basından azabı hafifletir"[511]
hadisine bakınız.[512]
Mesudi'nin
Mürûcu'z-zeheb indeki biyografisinde (1304 Mısır matbaası baskısı, II, 52),
Muaviye'nin gece sohbetinde hükümdarların hareket tarzları (siyer), haberleri,
savaşlar ve tuzaklardan bahseden mecmualar hazır bulundurduğu, bunları
kendisine okuyan düzenli hizmetçileri bulunduğu kaydedilir. Bunlar, o
mecmuaları okumak ve korumakla görevlendirilmişlerdi.[513]
Buhari Sahih'te îbn
Abbas'ın Resulullah'tan (sav) naklettiği şu rivayeti tahric eder:
"Karşılığında ücret aldığınız işlerin en haklı olanı Allah'ın kitabı (ile
ilgili olanYdır".[514] İbn
Battal şöyle der: "Bu, öğretim v.b. hususlarda umum ifade eder. İmam
Mâlik, Şâfıi ve Ahmed b. Hanbel ücretle Kur1 an öğretme ve onunla muska
yapmayı caiz görmüşlerdir".[515]
Meccâci şöyle der: Bu
hadis, İmam Mâlik ile onun görüşüne katılıp Kur'an öğretme karşılığında ücret
almanın caiz olduğunu söyleyenlerin ka-naitinin doğruluğuna açık şekilde
delâlet etmektedir. Diğer bazıları da bunun caiz olmadığı görüşünde olup yine
bu hususla ilgili rivayet edilen bir hadisi delil gösterirler ki hadisin
zahiri ücret almanın haram olmasını gerektirmektedir. Bu hadis, Malikiler ve
onların görüşünü paylaşanlar tarafından te'vil edilmiştir.
Buhari'de şu hadis
nakledilir: "Seni onunla, sendeki Kur'an karşılığında (mehir olarak)
evlendirdim".[516]
Ubâde'nin rivayet ettiği hadiste de şu ifade geçer: "Ehl-i Suffe'den bazı
insanlara Kur'an öğretiyordum".[517]
Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde Hz. Aişe'den şöyle dediği rivayet edilir:
"Bir adam Resulullah'ın (sav) yanında hayırla anıldı. Resulullah, görmüyor
musunuz o Kur'an öğretiyor, buyurdu" (Aişe müsnedi, s. 66'ya bakınız).[518]
el-Ecvibetü'1-mühimme'de
Suyûti'den şu bilgi nakledilir: Çocuklara Kur'an öğretmek İslam'ın temel
esaslarından biridir; böylece onlar, heva ve heveslerin yerleşmesi, masiyet ve
dalâlet lekeleriyle kararmadan önce fitrat üzere büyür, kalplerine hikmet
nurları yerleşmiş olur. Hz. Peygamber, kendisine gelen Arap heyetlerine,
müslüman olmalarından sonra, birbirlerine Kur'an okutmalarını, din esaslarım
öğretmelerini ve müezzin tayin etmelerini şart koşardı.
İkinci Bölüm'de[519] Hz.
Peygamber'in insanları Kur'an öğrenmeye teşviki, her tarafa muallimler
göndermesi gibi bu hususlarla ilgili sarih delâletler geçmişti.[520]
Orada vermeyi unuttuğumuz şu hadis vardır: "Kur'an'ı öğrenin ve okuyun.
Muhakkak ki Kur'an'ı öğrenen, okuyan ve ona göre hareket eden kimse için
Kur'an'ın öğrenilmesif-miskle doldurulmuş deriden bir torba (tulum) gibidir ki
kokusu her tarafta yayılır. Onu öğrenip te uyuyan (okumaktan geri kalan)
kimsenin misali de miskle dolu olup ağzı bağlı deriden torba gibidir." Bu
hadisi Tirmizi, Nesâi, İbn Mâce ve İbn Hibbân, Ebû Hurey-re'den tahric
etmişlerdir. Tirmizi bu hadis için hasen-garib değer lendirmesinde bulunur.[521] Bir
de şu hadisi anmalıyız: "Allah'ın Kitabı'nı Öğrenin ve onunla
zenginlesin; nefsimi elinde (kudretinde) tutan Allah'a an-dolsun ki o kaçıp
kurtulmaya, ayak zinciri bağlanmış hamile deveden daha yatkındır". Bunu
Ahmed b. Hanbel, Ukbe b. Amir'den tahric eder.[522] Bu
konuda hadisler çoktur.
Ebü'l-Mehâsin
en-Nebhânî'nin Nücûmu'l-mühtedin fî delâili nübüvveti Sevyidi'l-mürselin adlı
eserinde şu bilgi verilir: Ashabın bir kısmı Kur'an'ı bütünüyle ezberlemişti,
bir kısmı çoğunu, bir kısmı da azını ezberlemişti. Onların kimi diğerinin
ezberlemediğini ezberlemişti. Kur'an'dan hiçbir şey ezberlemeyen ise yok
gibiydi. Öyle ki Hz. Ömer ganimetlerin, Kur'an'ı ezberlemeleri ölçüsüne göre
dağıtılmasını emretmişti. Bununla da din ve dünyaya rağbet artmış olurdu (s.
401).
Veliyüddin İbn Haldun
el-İber mukaddimesinde "çocukların eğitimi fash"nda şöyle der: Bil ki
çocuklara Kur'an'ı öğretmek dinin şiarlarından biridir. Onunla kalplere imanın
kök salması ve Kur'an âyetleriyle inanç esaslarının yerleşmesi sebebiyle
müslümanlar buna önem vermiş ve bütün şehirlerinde onu temel almışlardır.
Böylece Kur'an, daha sonra hasıl olacak melekelerin kendisine dayandığı
eğitimin esası oldu.[523] İbn
Haldun sonra şöyle der: İslami gelenek, teberrük ve sevap maksadı ile gençlik
cinnetinde çocuğa arız olacak afetler ve ilimden alıkoyan engellerden endişe
duyup bunları Kur'an'la savmak maksadıyla Kur'an öğretimini öne almıştır.[524]
Her çağ ve zamanda
İslam toplumunun durumu hep böyle olageldi. Hatta mezhep imamları Kur'an Öğrenim
ve öğretiminin farz olduğunu söylemişlerdir, Kur'an'ın manalarım bilmek de
böyledir. Çünkü bu en Önemli gaye ve en büyük arzudur, Meccâci'nin eserinde
Gabrini'den naklen şu bilgi verilir: Ona, bazıları namaz için mescid yapımı ve
çocuklarına hocanın Kur'an öğretmesinden imtina eden bir köy halkının buna
zorlanıp zorlanamayacağı soruldu. Şöyle cevap verdi: "Mescid yapımına
mecbur tutulmaları vaciptir. Çocuklarını eğitmeye icbar edilmeleri de
böyledir". Bu bilginin aynısını Ukbâni de verir.
Tenbih: İbn Gâzi'nin
Sahih-i Buharı şerhinde İbn Battâl'dan şu bilgi nakledilir: Ebû Hanife ve bir
görüşüne göre de Şâfıi, müslüman olmalarım umarak harbî vezimmîye Kur'an, ilim
ve fikıh öğretilmesine cevaz vermişlerdir.[525]
Şeyh Ebû Ali İbn
Rahhâl, Sahih-i Buharı şerhinde Hz. Osman zamanında mushaflann satıldığını ve
ashabın buna karşı çıkmadığını nakleder. Bu bilgi, adı geçen eserde "icâre
bâbı"nda Buhari'nin "Mushaf bile olsa..." sözüyle ilgili olarak
verilmiştir.
İlk çoğaltılıp satışa
sunulan Mushaf acaba kaça satıldı? Pahası yazan ve çoğaltanın değeri ölçüsünde
mi, istinsahın yapıldığı deri v.b. yazı malzemesine göre miydi? Bu konuda da
istikbalin, araştırıcıya kesin sözü söyleme imkânı vereceği muhakkaktır. Allah
doğrusunu en iyi bilendir.[526]
Sahih-i Buhari'de
"Kitâbü'd-Diyâf'da şu rivayet nakledilir: "Ümmü Seleme okul
öğretmenine haber yollayarak kendisine çocuklar göndermesini istedi".[527]
Buhari el-Edebü'1-müfred'de "çocuklara selam verme babı" başlığını
açar ve İbn Ömer'e ulaştırdığı şu müsned rivayeti kaydeder: "İbn Ömer, okulda
çocuklara selam verirdi".[528]
Büyük üstad Şeyh
Muhtar el-Küntî'ye çarşamba, perşembe ve Cuma günleri hocanın talebeyi
okutmamasıyla (tatil) ilgili esasın ne olduğu soruldu, o şu cevabı verdi: Hz.
Ömer'in halifeliğinden Önce ashaptan bir kimse küçük kardeşini ve kızını
okutur, zihinlerinin canlılığından dolayı da büyük büyükten öğreniyordu.
Fetihler genişleyip Arap olmayanlar ve bedeviler müs-lüman olunca ve çocukların
da sayısı çoğalınca Hz. Ömer okullar açılmasını emretti ve çocukların eğitim ve
öğretimi için görevliler tayin etti. Onlar bütün hafta boyunca okutmayı
sürdüyorlardı. Hz. Ömer Suriye'yi fethedip Medine'ye döndüğünde kendisini
aralarında çocuklar da olduğu halde Medine-liler karşıladı. Onu karşıladıkları
gün çarşambaydı. Çarşamba akşamı, perşembe günü ve cumanın başından bir süre
onunla birlikte oldular. Hz. Ömer de bunu mektep çocuklarının dinlenmeleri için
bir uygulama (sünnet) haline getirdi ve bu uygulamayı kaldıracak kimseye de
bedduada bulundu. Sonra da selef, günümüze kadar meşru (resmi, hukukî)
istirahatlar (tatil) konusunda ona uydular. Bu da Kurban Bayramı günü ile onu
izleyen üç gün, Hz. Peygamber'in doğumuna duyulan sevinçten dolayı pazartesi
günü, mevlid-den üçgün önce ve üçgün sonra ile mevlid günü ki bunları tecmîmât
(ıstıra-hatler) diye adlandırmışlardır.[529]
Enteresan bir olay:
Eşheb ve İbn Nâfi'in İmam Mâlik'ten rivayetlerine göre Âmir b. Abdullah laubali
bir oğlunu Allah'ın Kitabı'm ezberlemesi için hapsetti. Malik kendisine gelerek
onun Allah'ın Kitabı'm hıfzettiğini ve salıvermesini söyledi. O da kendisine
"onun için, Allah'ın Kitabı'm ezberlediği yerden daha hayırlı yer
yoktur" diyerek oğlunu salıvermekten çekindi. Ukbâni'nin
Tuhfetü'n-nâzır'ına bakınız.[530]
İbn Ebi Cemre'nin
Muhtasar1 ına Meccâci'nin yaptığı şerhte şu bilgili geçer: Enes b. Malik şöyle
dedi: "Çocukların öğretmeni levhaların suyunu gözetmez ve nereye
döktüklerini sormazsa onun hangi din üzere öleceğini göz-leyedur; yahudilik mi,
hristiyanlık mı?". Ona "ashab nasıl yapıyordu, ey Enes?" diye
sorulunca şu cevabı verdi: "Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali zamanında
levhaları silmek için büyük bir kap edinilirdi, hergün bir çocuk su getirir,
sonra da levhaların yıkandığı su bir çukura dökülürdü". İbn Arâfe şöyle
der: "O suyu mezarların yanında bir çukura dökmek bizim adetimizdi."
Sonra Bürzüli'nin Nevâzil'inde İbn Sahnûn'un Adâbü'l-müteallimin inden naklen
Enes'in söylediklerini şu lafızla zikrettiğini gördüm: "Mektep çocukları
Allah'ın katından indirileni ayaklarıyla sildiklerinde, öğretmen İslamiyet'ini
arkasına atmış olur ve sonra da artık Allah'a kavuştuğunda nasıl kavuştuğu
önemli değildir!". Enes'e, eğiticilerin Hz. Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali
zamanında nasıl yaptıkları soruldu, o şöyle dedi: "Eğiticinin çamaşır yıkadığı
bir leğeni vardı. Her çocuk kendi nöbetinde temiz su getirip ona dökerdi. O
suyla levhalarını silerlerdi, sonra yerde bir çukur açıp bu suyu oraya
dökerlerdi ve su çekilip kururdu".
Kurtubi, Tefsir'inin
mukaddimesinde şu bilgiyi nakleder: "Selef, levhaların yıkandığı suyla
şifa ararlardı".[531]
İbnü'l-Hâc'ın el-Medhal'inde de şu bilgi verilir: Bu su, bir denize, bir kuyuya
veya temiz bir çukura dökülür, ayakla çiğnenmez.[532]
Muhaddis Şeyh
Muhanımed Tahir el-Fettenî Mecmau bihâri'l-envâr[533]
adlı eserinin "Cami" kitabının hatimesinde (II, 513) şöyle der: Hocamız,
iki el-Câmi'i[534] bâblar halinde
düzenleyen ve İbnü'l-Hindî el-Mekkı diye meşhur Şeyh Ali el-Müttakî'ye, bu
memleketlerin çoğunda adet olduğu üzere küçüklere dört yıl dört ay ve dört
günlük olduklarında Kur'an öğretmeye başlamaları konusunda hadis veya seleften
bir eser bulunup bulunmadığını yazdık. Allah kendisinden razı olsun,
bazılarından duyduğu "Hz. Peygamber'in göğsünün yarılması ve okumasının
emredilmesi o sıradaydı" şeklindeki rivayetten başka bu konuda itimad
edilebilecek bir nakil bulunmadığı cevabını yazdı. Bu, ihtilaflı olmakla
birlikte, eğer sahihse, zikredilen uygulama ondan istinbat edilmiştir. Zerkeşi
buna "fakat meşhur haberlere aykırıdır" ilavesinde bulunur.
Demâmini Sahih-i
Buharı'ye yaptığı haşiyenin "Kitâbu'z-Zekât" bölümünde, Hz.
Peygamber'in torunu Hasan'ın ağzından zekat olarak toplanmış hurmayı
çıkardığına dair kıssayla[535]
ilgili olarak şöyle der: Bu hadiste, çocukların bir şeyden nehyedilip te niçin
nehyedildikieri kendilerine öğretildiğinde büyümüş ve böylece şeriate dair
bilgi sahibi olarak teklif (sorumluluk) çağına ermiş bulunduklarına dair delil
vardır. Buna karşılık İmam Malik çocuğa Kur'an Öğretilmesini hoş görmemiş ve
yedi v.s. yaşlarında bir çocuğun Kur'an'ı ezberlediği kendisine söylendiğinde
iyi karşılamamıştı. Bu bilgiyi İbnü'l-Müneyyir kaydeder. Ben, Allah en
doğrusunu bilir, İmam Malik'in bunu, harfleri mahreç lerinden (çıkış yeri)
çıkarma gereğini tam olarak yerine getiremeyeceği veya çocuğun okumasında acele
etmenin, müsamaha edilmesi gereken ve çocukların bünyesini güçlendiren,
nefislerini ferahlatan oyun oynamalarını engelleyeceği endişesiyle hoş
görmediğini sanıyorum. Buhari'nin de bu başlığa yer vermesindeki maksadı,
çocukları eğitmede mutedil davranmaya tenbihtir.
Tuhfetü'l-ekâbir müellifi,
İbnü'l-Müneyyir'in bu sözünü eserinde naklederek onaylar. Bu esere ve
Şa'râni'nin Keşfü'l-ğumme'de zikrettiği şu bilgiye bakınız: Hz. Peygamber
özellikle kavmin Kur'an'ı ençok bileni olduğunda temyiz çağına ulaşmış çocuğun
imamlık yapmasına ruhsat vermiştir. Amr b. Selime[536],
Resulullah (sav) zamanında altı, yedi veya sekiz yaşlarında iken kendi kavmine
imamlık yapıyordu. İbn Abbas şöyle der: "Sahabüer henüz buluğa ermemiş
çocukları 'henüz günahları yoktur' diyerek Öne geçirip (imam yapıp) onlarla
namaz kılıyorlardı". Bunun üzerine Allah Teâla "Şu kendilerini temize
çıkaranları görmedin mi?" (Nisa 4/49) -yani emsallerini temize
çıkaranları- âyetini indirdi. Allah Teâla şöyle buyurur: "Kendinizi (övüp)
temize çıkarmayın" (Necm 53/32). Yani sizden başka emsallerinizi.[537]
Derim: Amr b. Selime
el-Cermî'nin Şa'râni tarafından zikredilen kıssasına Hâfiz el-İsâbe'deki
biyografisinde işaret ederek şöyle der: Onlar Amr b. Selime'yi, küçük olmasına
rağmen imamlığa geçirdiler. Çünkü o, kendilerinin Kur'an'ı en çok bileniydi.
Bu hadisi Buhari[538]
tahric etmiştir.[539]
Şüphe yok ki bu bilgi,
ashabın çocukların eğitim ve Öğretimine küçük yaşta başladıklarını açık şekilde
göstermektedir. Bununla, Meccâci'nin Muhtasara İbn Ebi Cemre'ye yaptığı şerhte
İbnü'l-Hâc'm el-Medhal'in-den naklettiği şu bilginin isabetsizliğini anlamış
olursunuz: Selef, çocuklarını yedi yaşına geldiklerinde okutuyorlardı.
İnsanların çoğu çocuklarını daha küçükken okuturlar ki bu faydasız bir yormadan
öte birşey değildir.[540]
Kastallâni, "çocuklara Kur'an'ı Öğretme bâbi'nda şöyle der: Süfyan b.
Uyey-ne dört yaşındayken Kur'an'ı ezberlemişti.
Müsellemü's-sübût'un[541]
şerhi Fevâtihu'r-rahamût'ta şu bilgi verilir: "İmam Şafii beş yaşındayken
Muvatta'yı ezberlemişti." Sonuç olarak ya bu durumun kabiliyet ve temayüllere
göre farklılık arzettiği veya Keşfü'l-ğumme'de verilen bilginin, onların
sözkonusu yaşta Kur'an'ın tümünü ezberledikleri hususunda sarih olmayıp bir
kısmını ezberledikleri anlamına geldiği söylenebilir. Bu da İmam Mâlik'in
mekruh gördüğü husus değildir. Melevi'nin Süllem şerhine Sabbân'm yaptığı
haşiyede[542] gördüğüm şu bilgi
tuhaftır: "İbn Merzûk, Hunci'nin Cümel'ini[543],
manzumesinde belirttiği üzere, daha altı yaşındayken manzum hale
getirmişti". Bazıları bunu İbnü'l-Hâcib'le ilgili olarak zikrederler. Şinkıt
sahrası halkına karışıp onlarla birlikte yaşayan kimse, bunun gibi bir durumu
büsbütün garip karşılamaz. Bizim yayuüanmış olan Keşfü'1-lebs an hadisi
vadu'1-yed ale'r-re's[544]
adlı risalemizin sonuna bakımz.
Bu konuda sözün özü
el-Utbiyye'de geçen şu bilgidir: "İmam Mâlik'e yedi yaşında Kur'an'ı
ezberleyen çocuğun durumu soruldu, şöyle dedi: Bunun gerekli olduğu görüşünde
değilim". İbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsil'de, İmam Mâlik'in şöyle dediğini
kaydeder: Bu gerekmez. Çünkü bu ancak onu gerçekten küçük olduğu bir yaşta
eğitim ve öğretime yöneltmek, kendisine yumuşak davranmayı terkle mümkün olur
ki Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah yumuşaktır (refik) ve bütün
işlerde yumuşak davranılması-na sever".[545]
Bu konularla ilgili
başlıklar İkinci Bölüm'ün başında geçti. Bunlar bu bölüme daha uygun olmakla
birlikte Huzâi'nin tertibine uyarak orada kaydettim. Bu bölümde ise benzer
konulan bir araya getirmek ve ilimle ilgili bölümün bu yüce devrin ilmî
seviyesini tam göstermesi ve ihata etmesi maksadıyla onlara atıfta bulundum.[546]
Ebû Hureyre'den
Resulullah'ın (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Peygamberlerden biri
yazı yazar (veya
çizgi çizer) idi.
Kimin yazısı o yazıya uygun düşerse, bilgi sahibi olur".[547]
Bunu Bezzar hocası Ebü's-Sabbâh Mu-hammed b. Leys'ten rivayet etmiştir. İbn
Hibbân, Ebü's-Sabbâh Muhammed b. Leys'i es-Sikât'ta zikrederek hakkında
"hata eder ve muhalif rivayette bulunurdu" değerlendirmesinde bulunur.[548]
Hadisin diğer ravileri ise Sa-hih'in ravileri gibidir. İbn Abbas'tan da
Süfyân'm şöyle dediği nakledilir: Ben bunu Nebi'den (sav) başka bir kimseden
öğrenmiş değilim; O, "...yahut bir bilgi (ilim) kalıntısı getirin"
(Ahkâf 46/4) âyetiyle ilgili olarak "yazı" demiştir. Bunu Ahmed b.
Hanbel ve el-Mu'cemü'1-evsatta Taberâni rivayet ederler. Ancak o şöyle der:
Resulullah'a (sav) yazı (hat) soruldu, şöyle buyurdu: "O, ilimden bir
kalıntıdır". Heysemi şöyle der: Ahmed b. Hanbel'in ravile-ri Sahihin
ravileridir. Taberâni de bunu yine el-Evsat'ta İbn Abbas'tan mevkuf olarak
rivayet etmiştir: O, Allah Teâla'nm "yahut bir bilgi kalıntısı"
sözüyle ilgili olarak "yazının güzelliği" der.[549]
el-Mevâhibü'1-fethiyye
fî ulûmi'I-Arabiyye'de Hafız İbnü'1-Cev-zi'den şu nakilde bulunulur: Ashabın
Mushaf-ı Kerim'i yazmaları, onların özellikle ortografi (imlâ, yazı) ilmi
konusundaki büyük üstünlükleri ve her ilmin uygulama alanına konulmasında
anlayışlarının derinliğini gösterir (s. 17).
Hâfiz Suyûti, nahiv
ilminin daha önceden mevcut olduğu hususunu, na-hivcilerin vâv, yâ, hemze, med
ve kasr bulunan kelimeleri talil ettikleri şekilde Mushaf m yazılmış
olmasından çıkarmakta olup onlar yalı kelimeleri yâ ile, vâvh. kelimeleri de
elifle yazıyorlardı. Ebyâri el-Kasrü'1-mebnî ala havâşi'l-Muğnî'de bunu şu
şekilde izah eder: Şeyh Debbâğ'ın el-İbrîz'de zikrettiği gibi Kur'an yazısı
tevkifidir.[550] Bu durum gördüğünüz gibi
ashabın bunu bilmesini geçersiz kurnaz. Çünkü onlar bunu Resulullah'tan (sav)
öğrenmişlerdi. İbn Abdilhakem, Leys b. Sa'd'den şöyle dediğini rivayet eder:
Arar b. As, Ömer b. Hattâb'm yanına geldi. Hz. Ömer, Mısır'da kendi yerine kimi
görevli bıraktığını sordu, O da Mücâhid b. Cebr'i bıraktığım söyledi. Hz. Ömer,
"Gazvân'ın kızının azatlısı!" dedi, o da "evet, o yazma
bilir" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: "Muhakkak
ki ilim, sahibini yüceltir".[551]
İmam Nevevi,
Tehzibü'1-esmâ ve'1-luğât adlı eserinin başında Arap dilinin üstün bir mevki ve
yüce bir makamda bulunduğunu, Allah'ın Kitabı ve Resulullah'm sünnetinin onun
vasıtasıyla anlaşıldığını kaydettikten sonra şöyle der: Anlayış sahipleri
Arapça ile ilgilenmeye ve Arap şiirleri, hitabeleri, nesirleri ve onlarla
ilgili diğer hususları belleyerek onu sağlamca öğrenmeye gayret gösterdiler.
Soy ve yurt bakımından fasih olmaları ve dili ezbere bilmelerine rağmen bu
itina ashap zamanında da vardı. İbn Abbas, Hz. Aişe ve başkaları şiir ve
diyalektlerden yaygın olarak bilinenleri ezberlemişlerdi. Hz. Ömer ve oğlunun,
Arapça'yı belleme konusundaki aşırılıklarından dolayı çocuklarını dövmeleri ise
apaçık bilinen nakillerdendir.[552]
Ebû Nuaym
Riyâzü'l-müteallimin'de Arapça'yı dil ve gramer olarak Öğrenmeyi andıktan sonra
şöyle der: "Sonra şiirden bir nebze bilmelidir. Çünkü o Arapların divanı
olup sonrakilere miras olarak bırakılmış, övülmesi ve kötülenmesi baki, şerri
ve hayrı mevcuttur. Şiirde şahid ve hazır, atasözü, açıklama, izah, Kur'an'ın
garib lafızlarını ve Resulullah'ın (sav) sünnetinin manalarını beyan
vardır". Ebû Nuaym sonra da Hz. Aişe'den müsned olarak şu rivayeti
nakleder: "Şiire önem verin, çünkü o dilinizi hatadan salim kılar".
Yine o eserde İbnu 1-Enbârî'nin İbn Abbas'tan naklettiği şu rivayet yer alır:
"Şiir Arapların divanıdır; Allah'ın Arap diliyle indirdiği Kur'an'dan bir
harf size kapalı kalınca (onu anlamaymca), Arap dilinin divanına başvurun,
bunun anlamını kavramayı onda arayın".[553]
Ebü'l-Hasan Ali
el-Hureyşî'nin Şerhu'ş-Şifâ'sında şu bilgi verilir: Şiiri araştırmak, diğer ilimler
gibi sünnettir. Hatta müvelledun'un şiiri de dahil olmak üzere farz-ı kifâyeden
de sayılmıştır. Bunu Suyûti Şerhu Manzumeti'1-meâni 'de zikreder.
Buhari Sahihinde,
mescidde şiir okumanın caiz olduğuna dair bir başlığa yer vermiştir.[554]
Muvatta'da da namazla ilgili bâbların sonunda, İmam Mâlik kendisine şu haberin
ulaştığını nakleder: "Ömer b. Hattâb mescidin bir kenarında Butayha
denilen bir revak yaptırdı ve "kim şamata etmek, şiir okumak ve sesini
yükseltmek (yüksek sesle konuşmak) istiyorsa şu revaka çıksın' dedi".[555]
Derim: Bunun, mescide
bitişik olarak ilim Öğrenenler, zikredenler, itikâfa girenler ve dünyadan
eletek çekenler için medrese ve ribatlar yapılması hususunda dayanak olması
sahihtir. Zamanımızda bir grup alim ashabın şiirleriyle ilgili müstakil
eserler kaleme almış olup bunlardan birisi Türk'tür. Onun eserinin ilk cildini gördüm.[556]
Hafız İbn Seyyidinnâs'm Hz. Peygamber'i öven sahabilerle ilgili müstakil bir
kitap kaleme aldığı ve onda iki yüz kadar sahabiyi saydığı daha önce
kaydedilmişti.[557]
Ebû Hureyre'den şöyle
dediği nakledilir: "Ensâbınızı (soy kütüğü), kendisiyle sıla-i rahimde
bulunacağınız Ölçüde öğrenin".[558]
Bunu Taberâni el-Mu'cemü'1-evsat'ta rivayet eder. Heysemi şöyle der: Bu
rivayetin senedinde Ebul-Esbât Bişr b. Râfi mevcut olup hadis otoriteleri onun
zayıf olduğu konusunda birleşmişlerdir. Heysemi, Resulullah'ın (sav)
"Ensâbınızı, kendisiyle sıla-i rahimde bulunacağınız ölçüde öğrenin"
buyurduğuna dair Alâ b. Hârice'den naklettiği hadisi tam olarak sıla-i rahim
bahsinde vermiştir. Bu hadisi Taberâni el-Mu'ccmü'I-kebir'de rivayet etmiş olup
Heysemi onun ravilerinin mevsuk (güvenilir) olduğunu söyler.[559]
Suyûti bu hadisi
el-Câmiu's-sağir'de şu lafızla kaydeder: "Ensâbınızı, kendisiyle sıla-i
rahimde bulunacağınız ölçüde Öğrenin; muhakkak ki sıla-i rahim ailede muhabbet,
malda çoğalma sebebi olup eceli de geciktireceği umulur".[560]
Suyûti bunu Ebû Hureyre'nin rivayeti olarak Ahmed b. Hanbel, Tirmizi ve Hâkim'e
isnad eder.[561] et-Teysir'de müellif,
Hâkim'in bu hadis için sahih değerlendirmesinde bulunduğunu ve diğerlerinin de
onu onayladıklarım kaydeder.[562] Onu
onaylayanlardan biri de Zehebi'dir.[563]
Heysemi şöyle der: Bu hadisin çeşitli rivayet yolları mevcut olup en kuvvetlisi
Taberâni'nin Alâ b. Hârice'nin rivayeti olarak tahric ettiğidir. Bu hadis Hz.
Ömer'den de rivayet edilmiş olup İbn Hazm ravileri mevsuk fakat inkıtaı bulunan
bir isnadla kaydetmiştir. İbn Zenceveyh (Zencûye), Ebû Hureyre'nin rivayeti
olarak şu hadisi tahric eder: "Ensâbınızı, sıla-i rahimde bulunacağınız Ölçüde
Öğrenin, daha öteye gitmeyin. Arapça'dan da Allah'ın Kitabı'nı bilecek kadar
öğrenin, daha öteye gitmeyin"[564].
Zebîdi el-Ithâf ta şöyle der: Böylece, yukarıda geçen hadis ile ensâb ilminin
faydasız bir ilim olduğuna dair hadis[565]
arasında uygunluk sağlanmış olup yasaklanan husus, daha önemli olan şeyleri
öğrenmekten alıkoyacak şekilde buna dalıp derinleşmektir.[566]
el-İsâbe'de müellif,
Nahhâr b. Evs'in biyografisini vererek şöyle der: Hz. Peygamber'e ulaşmıştır.
Ensâb konusunda allâme idi. öyle ki İbnü'l-Kelbî onun için "Arapların
ensâbı en iyi bileni idi" demiştir. O, Muaviye'ye "Aba sana birşey
söylemez, seninle konuşan onun içinde olandır" diyen kimsedir.[567]
"Nesep ilmi,
fayda vermeyen bir ilim ve zarar vermeyen bir cehalettir"[568]
rivayetine gelince, Hafız Feth'te şöyle der: Bu haber m e r f û olarak rivayet
edilmiş olup "Lâ yesbuf'tur.[569] Hz.
Ömer'den de rivayet edilmiş olup o da "lâ yesbuf'tar. Hafiz İbn Hazm
Cemhere'sinin baş tarafında bu rivayetin bâtıl (uydurma) olduğuna dair delil
getirerek e n s â b ilmini, bilinmemesi zarar veren faydalı ilimlerden
saymıştır. Çünkü nesep ilminin kişilere farz olan kısmı vardır. İbn Hazm
"Ensâbınızı, kendisiyle sıla-i rahimde bulunacağınız ölçüde öğrenin"
sözünü Hz. Ömer'e isnadla vererek şöyle der: Ebubekir es-Sıddık, Ebül-Cehm b.
Huzeyfe el-Adevî ve Cübeyr b. Mut'im b. Adî b. Nevfel b. Abdimenâf insanların
ensâbı en iyi bilenlerinden idiler.[570] Hz.
Ömer, Ali ve Osman da bu konuda alim idiler. Ancak biz Hz. Ebubekir, Ebü'1-Cehm
ve Cübeyr'i, bütün Arapların ensabı konusundaki derin bilgileri sebebiyle
onlardan önce zikrettik. Resulullah (sav) Hassan b. Sâbit'e, Kureyş ensabı
konusunda ihtiyaç duyduğu bilgileri Hz. Ebubekir'den öğrenmesini emretti. Bu,
"Nesep ilmi, fayda vermeyen bir ilim ve zarar vermeyen bir
cehalettir" sözünü Allah Resulü'ne isnad eden kimsenin söylediğini
yalanlar. Çünkü bu sözün sahih olmamasına karşılık bizim zikrettiğimiz herşey
ise sahih ve meşhur olup en az hadis bilgisine sahip kimselerin bilebileceği
sabit isnadlarla nakledilmiştir. Ömer b. Hattâb, Osman b. Affan ve Ali b. Ebi
Talib divan lan tesbit ettiklerinde, bunu kabilelere göre düzenlemekten başka
şekilde yapmamışlardı. Eğer onların e n s â b konusunda bilgileri olmasaydı
bunu yapamazlardı. Böylece, zikrettiğimize aykırı bütün görüşler geçersiz
olmuştur.[571] Bu bilgiyi, Mağrib'in
nessâbesi (ensâb alimi) ve nakibül-eşrafi Ebü'r-Rebî el-Havvât'ın (Allah ona
rahmet etsin) elyazısıyla yazılan bendeki Cemhere nüshasından naklettim.
Târihu'l-hulefâ'da Hz.
Ebubekir'in biyografisinde şu bilgi verilir; Ebubekir es-Sıddık, Arapların ve
özellikle Kureyş'in ensâbı konusunda insanların en bilgilisiydi. İbn Ishak,
Yakub b, Ütbe'den, onun da ensardan bir şeyhten naklettiği şu rivayetini tahric
eder: Cübeyr b. Mut'im Kureyş ve bütün Arapların ensâbı konusunda Kureyş'in en
bilgilisiydi. O şöyle derdi: Ben nesep bilgisini Ebubekir es-Sıddık'tan
öğrendim, o Arapların ensâbı en iyi bileniydi.[572]
İbn Abdilber
el-İstiâb'da Abdullah b. Büreyde'ye ulaşan senediyle şu tahricde bulunur:
Muaviye b. Ebi Süfyân Dağfel-'i çağırarak kendisine Arapça'dan, halkın ensâb
ından ve nücumdan (astronomi) sordu. Onun alim biri olduğunu gördü ve
"buları nereden belledin ey Dağfel?" diye sordu, o da şu karşılığı
verdi: "Bunu, kavrayan bir kalp ve soran bir dil sayesinde belledim. İlmin
felaketi, unutmaktır". Bunun üzerine Muaviye ona şöyle dedi: Yezid'e git
ve ona halkın ensâbını, nücum ilmini ve Arapça'yı Öğret.[573] Adı
geçen Dağfel, allâme ve nesep alimi Dağfel b. Hanzale es-Sedûsî eş-Şeybânî'dir.
Bunu İbn Abdilber söyler.
Yazarlardan biri şöyle
der: Nesep ilmi, gerçekte şahıslar ve kabilelerin nesebini bilmekten ibaret
değildir. Çünkü bu, ilim demeye değmeyecek basit bir bilgidir. Nessâbeler, bu
şahıs ve kabilelerin haberlerini bilirlerdi ki bu da tarihtir. Bu bilginin e n
s â b ilmi diye adlandırılmasının sebebi, muhtemelen, a h b â r alimlerinin en
önemli faydalarından biri kabileleri dallarına ayırmak ve aralarındaki
uzaklığın çokluğuna rağmen dalları ana köklerine ilhakı bilme olan ensâb
konusunda merci olmalarıdır. Onlardan bu ilimde ihtisas sahibi olup
bilgilerini kendi etraflarında halkalananlara Öğretenler vardı.[574]
Mâliki mezhebinin
hânzı ve Mağrib'in Hattâb'ı Ebû Ali İbn Rahhâl el-Muhtasar a yaptığı büyük
şerhte şöyle der: F e r â i z ilmi, kendisinde altıda bir hissesi ve
diğerleri, kimlere ait oldukları, bir halden diğerine hacb ve sairenin
açıklanmış olması sebebiyle Kur'anî bir ilimdir. Ashabın bu husustaki içtihad
ve ihtilafları, bu konuya verdikleri önemin büyüklüğünden ileri gelmektedir.
Resulullah'm (sav) teşvikte bulunması bu konuda yeter. İbnü'l-Arabî ve
Seytâni'nin belirttiklerine göre feraizin farz-ı kifâye olduğu icmaen sabittir.
Derim: İbn Mâce ve
Hâkim, Ebû Hureyre'den şöyle dediğini tahric ederler: Resulullah (sav) şöyle
buyurdu: "Ferâizi Öğrenin ve insanlara öğretin. Ferdiz, ilmin yarısı olup
unutulacaktır. O, ümmetimden çekilip alınacak ilk ilimdir".[575]
Hadisin senedinde Hafs b. Ömer mevcut olup metruktür. Ebû Hureyre'den şu
rivayet nakledilir: Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: "Ferâiz ile Kur'an'ı
öğrenin ve insanlara öğretin. Ben (aranızdan) geçip gideceğim. İlim de kalkacak
(mensupları ölecek) ve fitneler ortaya çıkacak. Öyle ki iki kişi bir miras
hissesinde anlaşmazlığa düşecekler ve aralarında hüküm verecek birini
bulamayacaklardır". Bunu Tirmizi Ebû Hureyre'den tahric etmiş olup
onda " ı z d ı r a p " bulunduğunu söyler.[576]
Bu hadisin aynısı
Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i ve Hâkim'in eserinde tbn Mesud'dan nakledilmiştir.[577]
Dârimi de el-Câmi'in başında "alimlere uyma bâbı'nda tahric etmiştir.[578] F e
r â i z kelimesinin tekili olan fariza "...Allah'tan bir farizadır"
(Nisa 4/11) âyetinde geçer.
Şirâzi el-Elkâb'da ve
başkaları bunun aynısını tahric ederler, el-Câmiu'l-kebir'e bakınız.[579]
Dârimi'nin Müsned'inde Hz. Ömer'den şu rivayet tahric edilir: "Kur'an'ı
Öğrendiğiniz gibi ferâizi, lahm (irabı) ve sünnetleri öğrenin". Dârimi
yine Hz. Ömer'den şu tahricde bulunur: "Ferâizi öğrenin, çünkü o sizin
dininiz cümlesindendir". Abdullah'tan da şu tahricde bulunur:
"Kur'an'ı ve ferâizi öğrenin; olur ki kişi daha önce bildiği bir ilme
muhtaç hale gelir veya onu bilmeyen bir topluluk kalır". Sonra Ebû
Musa'dan şu tahricde bulunur: "Kim Kur'an'ı bilir de ferâizi bilmezse,
yüzü olmayan başa veya yüzsüz kimseye benzer". Hasan'dan da şu tahricde
bulunur: "Sahabiler Kur'an, ferâiz ve menâsiki (hacla ilgili hükümler)
öğretmeye[580] rağbet ederlerdi".
Yine Abdullah'tan şu tahricde bulunur: Kim Kur'an'ı okursa ferâizi de öğrensin.
Bir bedevi ile Karşılaştığında o kendisine "ey muhacir, Kur'an'ı okur
musun?" der. Eğer, "evet" derse, bedevi ona "ferâiz biliyor
musun?" der, eğer "evet" derse bu, bir fazlalık ve hayırdır.
Eğer "hayır" derse, bedevi şöyle der: "ey muhacir, bana
üstünlüğün nedir?".[581]
Ukbâni'rûn Tuhfetü'n-nâzır'ında
el-Müstahrece'nin "cami" bölümünden naklen şu bilgi verilir: Bana
ulaştığına göre İbn Mesud şöyle derdi: "Sizden biriniz ferâiz, haccm
uygulaması ve talak konusunda hüküm veremezse, onun bâdiye halkına (bedeviler)
ne üstünlüğü olur?".[582] İbn
Rüşd şöyle der: Bunun anlamı açıktır. Çünkü bâdiye halkı bilgisiz olup şehir
halkının onlara üstünlüğü ancak dini konulardaki bilgileridir. Allah Teâlâ
şöyle buyurur: "Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri
derecelerle yükseltir" (Mücâdile 58/11).
İbnü'l-Arabi Ahkâm'da
şöyle der[583]: Ferâiz ilmi ashabın
nazarında en yüce ilim ve en büyük tartışma konularıydı. Resulullah (sav),
faydasının büyüklüğünü takdir etmede mübalağa ve elde etmeye insanları teşvik
için onu "ilmin yarısı" diye adlandırmıştır. Sanki o şerefiyle,
öğrenilen bütün ilimlerin yarısına denktir. Mâlik'in talebeleri onun şöyle
dediğini naklederler: Kişi ferâiz, nikâh, talak ve yeminlerle ilgili konularda
hüküm vermedikçe alim müftü sayılmaz. İbnü'l-Arabi şöyle der: Bu, anılan
esasların dindeki önemi ve müslümanlar arasında yaygın olarak meydana geldiğine
işarettir. Matîtî Nihâye'sinde[584]
bazı hadisleri zikrettikten sonra şöyle der: Ashap ve tabiinden bir grup alim
ferâiz öğretimine teşvikte bulundular. Sebte'de mukim olan Ebû Ishak İbrahim
b. Ebubekir et-Tilimsânî el-Vaşkî (Allah ona rahmet etsin) ferâize dair meşhur
r e c e z inde[585]
şöyle der:
Bize peygamber oldu
Muhammed Mustafa
En doğru yola
ulaştıran insanları
Açıkladı helâli ve
haramı
Belirledi hadleri ve
hükümleri
Teşvik etti de etti
feraiz ilminin öğrenimini
Allah'ın salâtı olsun
üzerine onun
Buyurdu bu konuda
"onu öğrenin,
Sonra öğretin onu
hepsine insanların".
Kıldı onu yarısı
ilimlerin
O değer bakımından en
yücesidir ilimlerin
Ve zaruridir hiç
şüphesiz
Onu edinmeyi kendime
farz bilirim
Çünkü olmaz zaman
olmaksızın
Bir mirasçı insanlar
içinde veya miras bırakan
İmam Ebû Yusuf Yakub
b. Musa es-Seytânî[586]
bunun şerhinde şöyle der: Hz. Peygamber'in "Ferâiz ilmin yarısıdır"[587]
sözü, benzeri diğer ilimlere karşı onu te'kide ve onlara karşı üstünlüğüne
delalet eder. Hz. peygamber, ferâizin bu üstün dereceye sahip olmasından dolayı
da insana onu elde etmek için gayret sarfetmesini, elde ettikten sonra da
bütün insanların hizmetinde kullanmasını emretti. Hz. Peygamber'in "O,
ilmin yarısıdır" sözüyle ilgili olarak iki soru sözkonusu olur. ŞÖyleki
Resulullah (sav) f e r â i z le ilgili olarak "O, ilmin yarısıdır"
ve ayrıca "Güzel soru sormak ilmin yarısıdır"[588] buyurmuştur.
Halbuki bir şeyin ikiden fazla yarısı olamaz. Geride kalan ilimlerin sayısı ise
bu ikisinden kat kat fazladır. İkinci soru ise sudun Feraizle ilgili meseleler,
fıkıh dışındaki diğer şer'i ilimlerin meseleleri bir tarafa, fıkıh
meselelerine nisbetle bile onda bir oranı karşılamaz. İlk soruya iki yönden
cevap verildi. Birincisi şudur: Hz. Peygamber'in "Güzel soru sormak ilmin
yarısıdır" sözü, soru soran ve soru sorulan açısından, diğer hadis ise f e
r a i z in öteki ilimlerle ilgisi bakımından sözkonusu edilmiştir. İkisi belli
bir hususta varid olmuş değildir. İkincisi şudur: Bu söz ferâize teşvik
konusunda, üstünlük ve mübalağa bakımından mecaz ifade eder. Resulul-lah'ın
(sav) "Hac, Arafat'tır"[589],
"Üzüntü yaşlılığın yarısı, tedbir yaşamanın yarısı ve sevgi de aklın
yarısıdır"[590]
sözleri de bunun gibi olup burada sözko-nusu edilen hususların nisbet
edildikleri şeyler bakımından taşıdıkları önem ve üstünlüğe dikkat çekmeyi
ifade eder. Karâfi şöyle der; Bu soru, fazla bilgili olmayan bir f e r â i z
alimine soruldu, verecek cevap bulamadı. Yukarıda sözkonusu edilen ikinci
soruya da iki şekilde cevap verildi. Birincisi şudur: F e r â i z ilmi,
muhtevası bakımından küçük olduğu halde başkalarından daha çok kendisine
ihtiyaç duyulan büyük fayda taşıyorsa, bu durumda, kendisinden daha çok mesele
ihtiva eden başka ilimlere denk olur. Bu husus mahsûsâtta (duyularla kavranan
şeyler) çokçadır. İkincisi şudur: İnsanın yapmakla emrolunduğu şeyler, biri
hayatta diğeri ölüm sonrasıyla ilgili olmak üzere iki kısımdır. F e r â i z ,
bu açıdan bakılınca yarım sayılır. Buna karşı da, ölümden sonra hakkında dini
hüküm sözkonusu olan hususların yalnız ferâiz değil, nazarî ve malî
vasiyetlerle cenazeye dair meseleler de olduğu söylenerek itirazda
bulunulmuştur. Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: Bunlardan
sözedilmesinin farzın hakkı ve bunların ferâiz cümlesinden olduğunu kabul
ediyoruz. Yahut şöyle denir: Vasiyet ölüm sonrasına yönelik olmayıp ölüm
sonrasıyla ilgili olan yalnız onun infazıdır. Meydana gelmesi ise ölümden
öncedir. Ayrıca, mirasın aksine, her durumda gerekli de değildir.
"Kitâbü'l~Cenâiz"de bulunan konular ise dirilerle alakalıdır. Buna
karşı da şu itiraz ileri sürülmüştür: F e r â i z i öğrenmek yaşayan kimseye
yönelik bir husus olup ölüye ne yapılacağı ve ölüyle ilgili konularda muhatap
yaşayan[591] kimselerdir. Bütün bu
yorumlar zorlamadan ibaret olup Hz. Peygamber'in bu sözünün, "Hac,
Arafat'tır" ve benzeri sözleri gibi mübalağa maksadıyla söylendiğini ifade
etmek en uygun olanıdır. Öyle sanıyorum ki Karâfi'nin söylediğini görmeyen
müteahhirin ulemadan biri şöyle der: Bu ilimle uğraşanların çoğu, ferâiz
ilminin üstünlüğüne Ebû Hurey-re'den nakledilen hadisi[592]
delil göstermişlerdir. Bunlar, sözkonusu hadiste geçen "ferâiz"
ifadesini, mirasçının hissesi anlamındaki "farz" şeklinde
yorumlamışlardır. Ancak anlaşılan, bunun uzak bir yorum olduğudur. Hadiste
kastedilen şey ibadet, muamelat ve diğer hususlardaki "teklifi
farzlar" olup bu anlamda ferâizin ilmin "yarısı" ve "üçte
biri" oluşu da sahih olur. O sonra da ikinci itirazı kaydederek şöyle der:
Hadiste geçen "ferâiz'ıfa-desinden ne kastedildiği bellidir. Çünkü
ferâizin özel ilim dalı anlamında kullanılışı ve onunla mirasçıların
hisselerinin kastedilişi, ilim dalları ve terimlerin ortaya çıktığı sırada
fukahanın ortaya koyduğu bir terimdir. İslam'ın ilk zamanlarında ise sadece
sözlükte "takdir ve kesinlik" anlamına gelen "farz"dan
müştak olarak genel anlamı çerçevesinde kullanılıyor ve belirttiğimiz gibi
kayıtsız şekilde kullanıldığında bundan yalnız bütün farzlar kastediliyordu. Bu
da ferâizin şer'î bakımdan ifade ettiği anlam olup kendi zamanlarında
kastedilen manadan başkasına yorumlanmaması gerekir ki bu da onların
maksatlarına en uygun olanıdır. Yukarıda sözü edilen müteahhirin alimin
söyledikleri bunlar olup onun sözlerinden, ferâiz alimlerinin, hatta yalnız bir
kısmının sözkonusu hadisi esas alıp onunla yetindikleri anlaşılmaktadır. Oysa
durum böyle olmayıp İbn Mâce, muhaddisler, fakihler, müfessirler ve noterlerin
birçoğu bu hadisi lafız veya manasıyla "Kitâbu'l-Ferâiz"in başında
kaydetmiş ve ardından da ashap ve tabiinden buna delâlet eden â s â r ı (haber,
rivayet) zikretmiştir. Bu rivayetlerde "ferâiz" ifadesi geçmektedir
ve hepsi de bunu "mirasçıların hissesi" şeklinde anlamış olup onlar
kelimenin sözlük ve şer'î anlamı konusunda berikinden daha bilgiliydiler. Ebû
Yusuf es-Seytânî'nin sözü burada bitti.
Derim: Seytâni'nin
"müteahhirin ulemadan biri" sözüyle kastettiği kimse Veliyüddin İbn
Haldun olup zikredilen hususları el-Iber mukaddimesinde ele almıştır[593].
Şeytânı de onunla birlikte selef alimlerinden mirasla ilgili konu
başlıklarında bu hadisi ananları araştırmıştır. Bu konuda İmam Tirmizi'yi anmak
yeter. O ferâizle ilgili konu başlıkları açar ve sonra "Kim bir mal
bırakırsa, malın onun varislerine ait olduğuna dair hadisle ilgili bâb"[594],
ikinci olarak da "Ferâizi öğretmeye dair hadisle ilgili bâb"[595]
başlığına yer verir ve konuyla ilgili sözkonusu hadisi zikreder. İbn Mâce ve
başkaları da bunun gibidir. Buhari'nin çağdaşı Ebû muhammed ed-Dârimi'yi anmak
da yeter ki o Müsned'inde "Kitâbü'l-Ferâiz" başlığına yer vererek bu
konuda ashaptan birçok rivayet zikretmiştir. Biz bunları, konunun başında verdik.
Bu da miras ilmi için "ferâiz ilmi" tabirinin çok eskiden beri
kullanıldığı hususunda en büyük delildir.
İbnü'l-Esir'in
en-Nihâye'sinde İbn Ömer'in rivayet ettiği "ilim üç şey olup bunlardan
biri (Kitap ve Sünnete göre) denkleştirilmiş (yahut bunlardan çıkarılmış) bir
miras hissesKni bilmekten ibaretidir" hadisiyle ilgili olarak şu bilgi
verilir: Bununla, Kitap ve Sünnette zikredilen pay ve hisselere uygun şekilde
paylaştırmada adaleti kastetmiştir. Şöyle de denmiştir: Kitap ve sünnette
hakkında nas bulunmasa bile Kitap ve sünnetten çıkarılmış olmasını
kastetmiştir ki böylece nassa uygun olmuş olur. Şöyle de denmiştir: "Adil
fariza", müslümanların üzerinde ittifak ettikleridir.[596]
Hocalarımızdan
bazıları İbn Haldun'un görüşünü red mahiyetinde şöyle dediler: Nesâi'nin
rivayetinde hadisin sonundaki "öyle ki iki kişi miras hissesinde
anlaşmazlığa düşecekler ve aralarında hüküm verecek birini bulamayacaklar"[597]
ifadesi, Allah Teâla'nın "Allah'tan bir farizadır" (Nisa 4/11) sözü,
diğer hadisteki "Sizin, ferâizi en iyi bileniniz Zeyd b. Sabittir"[598]
ifadesi İbn Haldun'un görüşünün gerçeğe uzak olduğunu ortaya koymakta, diğerlerinin
görüşünü desteklemektedir. Onun ferâizle ilgili olarak "fukahamn ortaya
koyduğu bir terimdir" sözü ise kabul edilir değildir.
Münâvi de et-Teysir'de
hadisi iki ihtimal çerçevesinde zikrederek şöyle der: Burada "
ferâiz" den kastedilenin miras ilmi olduğu söylendiği gibi, hadiste ferâizle
birlikte Kur'an'ın da anılmış olduğu karinesinden hareketle bunun, Allah'ın
kullarına farz kıldığı şeyler olduğu da söylenmiştir.[599]
Mecmau bihâri'l-envâr müellifi de İbn Haldun'un görüşüne meyletmiş olmakla
birlikte böyle yapmıştır. Doğrusunu en iyi Allah bilir. Dahası var; ben Şeyh
Ebû Ali İbn Rahhâl'in el-Muhtasar şerhinde Seytâni'nin sözünün ardından şöyle
dediğini gördüm: "İbn Haldun'un söylediği doğrudur. Gerçeği Allah bilir.
Hadisten kastedilen, vaciplere önem vermeye teşviktir. Vacipler menduba
nisbetle ilmin yarısıdır. Haramları terk vacip, mekruhu terk de menduptur.
Caize gelince, usul alimlerinin onunla ilgili olarak söylediklerini bilirsin.
Seytâni'nin işaret ettiği rivayetlere gelince, onlardan hüküm çıkarmak için
sahih olmaları şartı vardır. Buna da muhaddislerden mütehassıs kimseler karar
verir. Bunu anla".
Bu iddia, bilindiği
üzere Dârimi, İbn Mâce ve diğer alimler tarafından sözkonusu hadisle ilgili
olarak mirasa dair bölümlerde başlık açılmasıyla geçersiz kılınmıştır. Hüküm
çıkarmak ise, üzerinde ittifak edilen bir husus olduğu üzere bazan da hasen
hadisle olur. Evet, Ebû Ali İbn Rahhâl şöyle der: "Güzel soru sormak ilmin
yarısıdır"[600]
hadisinde ilimden kastedilen, doğrusunu Allah bilir, Şeytani ile muttali
olduğum başka alimler işaret etmeseler de, kendisiyle ilgili olarak soru
sorulan ilimdir. Bir kimsenin bir alime "vitrin hükmü nedir, vacip mi
mendup mu?" diye sormasında olduğu gibi. Alim de sözgelimi ona şöyle der:
"o vaciptir" veya "o menduptur". Böylece soran kimsenin
sorusu, hakkında cevap verilen ilmin yansı olur. Çünkü onun soru sorması ve
alimin cevabıyla bu hüküm ortaya çıkmış olur. Şöyle ki o soru sormakla, cevap
verenin cevap vermesine yardımcı olmuştur. Soran için yalnız tasavvur yönü,
cevap veren alim için de yalnız tasdik yönü sözkonusudur. Dilersen "soran
kimse suret", "alim hükümdür" de diyebilirsin. Dilersen "soran,
hüküm için mahal hazırladı", "alim de hükmü bu mahalle indirdi"
de diyebilirsin. Bu hadisten bizim anladığımız budur. Fetva vermek durumunda
kalan kimse, güzel soru sormanın değerini bilir. Şöyle ki Allah Resulü'nün de
(sav) belirttiği gibi, özellikle soru soran kimse zeki birisiyse sorusunda, cevap
verecek olanı aklına gelmeyen şeylere yöneltecek hükümlere genel çerçevede
işarette bulunur.
İbn Rahhâl'in bu
açıklaması güzel bir açıklamadır.[601]
İmam Ebû Yusuf
es-Seytânî Şerhu't-Tilimsâniyye'de bir uyan başlığı açarak şu bilgiyi verir:
Miras ilminde ihtiyaç duyulan hususlardan biri de hesap ilmidir. Kişinin
payları tespitteki iktidarı da hesaptaki gücü ölçüsünde olur. Eğer hesap
bilmeyen bir fakih ise f e r â i z le ilgili işlemleri yapamaz. Üstesinden
gelebileceği olanca iş, avamdan birinin aklıyla kavrayabileceği türden basit
paylardır. Hz. Ömer'den nakledildiğine göre, ona bir miras payı sorulmuş o da
"Said b. Cübeyr'e sorun; o da bu konuda benim bildiğim kadarı biliyor,
ancak o hesapta benden daha bilgilidir" demiştir. Anlaşıldığına göre Hz.
Ömer hesap bildiği halde konuyu Said'e havale etmiştir. Çünk selef alimleri
kendilerine bir soru sorulduğunda onu başkasına havale ederlerdi. Bazan da bu,
her biri arkadaşına havale ederek bir grup arasında dolaşır ve hatta bazı
durumlarda ilk önce kendisine sorulan kimseye döner gelirdi.
İmam İbn Kunfuz
el-Kısmıtinî'nin, İbn Ebi'r-Ricâl'in astronomiye dair manzumesine yaptığı
şerhte[602] şu bilgi verilir: İmam
Fahreddin'e "sahabiler matematik ve geometri ilminin incelikleri konusunda
derin bilgi sahibi değillerdi" dediğinden dolayı karşı çıkılmış ve
Şihâbüddin de "bu, ashabın durumuna vakıf olanlar katında bilinen hususa
aykırıdır" demiştir. Şa'bi şöyle der: "Ben Ali b. Ebi Tâlib'den daha
iyi hesap bileni görmedim." Başkası da şöyle der: "O, Sıfîîn
olaylarım Allah Teâla'nm "Hâ mîtn, ayn sin kâf (Şûra 42/1) sözünden
çıkarmıştı". Ashabın, ilimlerin inceliklerine dair bu ve diğer durumları
bilinmektedir.
Karâfi'nin
el-Furûk'unda (II, 240) şu bilgi verilir: Hesapla alakalı nadir fıkhi
meselelerden biri de Ali b. Ebi Tâlib'le ilgili olarak anlatılan şu meseledir:
Şöyle ki birinde beş, diğerinde de üç ekmek bulunan iki kişi oturup ekmek
yediler. Üçüncü biri de yanlarına oturup onlarla birlikte yemeye başladı.
Yemek bittikten sonra bu adam onlara sekiz dirhem vererek "bunu,
her-birinizden yediğim ölçüde aranızda paylaştırın" dedi. Üç ekmeği olan
şöyle dedi: "O, yediğinin yarısını benim ekmeğimden yarısını da senin
ekmeğinden yedi; bana yansını, dört dirhemi ver". Diğeri de ona şöyle
dedi: "Sana üç dirhemden fazlasını vermem. Benim beş ekmeğim olduğundan
ben beş dirhem, senin de üç ekmeğin olduğundan sen de üç dirhem
alacaksın". Üç ekmeği olan, şeriatın karar vereceğinden başkasını kabul
etmeyeceğine yemin etti. Hz. Ali'ye duva açtılar; O, üç ekmeği olana bir, beş
ekmeği olana ise yedi dirhem verilmesine hükmetti. Üç ekmeği olan kimse bundan
yakındı. Hz. AH ona şöyle dedi: "Ekmekler sekiz tane, siz de üç
kişisiniz.-Her biriniz üç ekmekten, bir ekmeğin üçte biri kadar eksik
yemişsiniz. Bu durumda senin üç ekmeğinden geriye yalnız bir ekmeğin üçte biri
kalmış olup diğer adam se-ninkinden ancak bu kadarını yiyebilmiştir. Senin
arkadaşın da kendi ekmeğinden üç ekmekten bir ekmeğin üçte biri kadar azını
yemiştir. Onun beş ekmeğinden ise geriye iki ekmek ve bir ekmeğin üçte biri
kalmıştır. Bu da dirhem sahibinin yediği olarak yedi tane üçte bir eder. Sonuç
olarak adam se-ninkinden bir ekmeğin üçte birini, onunkinden ise bunun yedi
katını yemiştir. Dolayısıyla sen bir dirhem o da yedi dirhem
haketmiştir". Bu, fetva veren fakih ve hüküm veren hakimin muhtaç olduğu
fıkhı bir mesele olup gördüğünüz gibi ancak ince bir hesapla bilinebilir.[603]
İbn Asâkir,
Abdurrahman b. Ebi Amire el-Muzenî'den şu tahricde bulunur: Hz. Peygamber,
Muaviye için şöyle dedi: "Allahım ona Kitab ve hesabı öğret. Onu azaptan
koru".[604] İbnü'n-Neccâr da
İrbâz'dan şu rivayeti tahric eder: Resulullah'ı (sav), Muaviye için
"Allahım ona Kitab ve hesabı öğret, onu azaptan koru"[605]
derken duydum.
Medine tü'1-ulûm'da
müellif, hesab-ı ukûd 'dan sözederken Şöyle der: ukûddan maksat parmakların
bağlanmasıdır. Teşehhüdde elin uyluklar üstüne nasıl konulacağına dair hadiste
"Hz. Peygamber (parmaklarım) elli beş şeklinde bağlardı"[606]
diye geçtiği üzere ashap bu ilmi uygulamaktaydı. Bununla, elli beşin konulusu
şekli değil de parmakların konuluş şekli kastedilmiş olup o da baş parmakla
şehadet parmağı dışındakilerin bağlanması, baş parmağın şehadet parmağıyla
birlikte, onun altına gelecek şekilde salıverilmesidir.[607]
cs-Şerhu'1-celi alâ beyteyi'l-Mevsilî'ye bakınız.[608]
Bunu Şihabüddin
el-Mercâni Vefîyyet'te (s. 33) şöyle diyerek belirtir: Arap rakamları onların
memleketlerine 40 (660) yılında Hz. Ali'nin halifeliği sırasında girdi.[609]
Cem'u'l-cevâmi'de İbn
Ebi Şeybe ve İbn Cerir'in, İbn Ebi Hasme'den naklettikleri şu m e r f û rivayet
kaydedilir: "Kureyş'ten öğrenin, ona öğretmeyin. Kureyş'i öne alın,
geriye bırakmayın. Kureyş'e mensup olanın, başka iki kişi kadar kuvveti
vardır".[610] Münâvi et-Teysir'de bunu
"şecaat, görüş ve ihtiyatla" sınırladı. O, "ona öğretmeyin"
ifadesini de bu hususlarla kayıtlayarak "çünkü o bu konularda bilgi
sahibidir" der.[611]
Öğrenim konusunda zahiren anlaşılan ise onlar tarafından bilinen konularda
genellik olup bu şeyleri onlardan öğrenmek daha iyidir. Çünkü onlar hilafet
evi, vahyin indiği yer, reislik ve yöneticilik kaynağıdırlar. Deylemi
Müsnedü'l-fîrdevs'te İbn Ömer'den şu merfû rivayeti tahric eder: "İlmi
şeref ehline sorun, eğer onlar katında bir ilim varsa onu yazın, onlar yalan
söylemezler".[612]
Ebû Nuaym
Ravdu'l-müteallimin'de İbn Ebi Evfa'dan şu tahricde bulunur: Resulullah (sav)
şöyle buyurdu: "Allah'ın kullarının en hayırlıları, Allah'ı zikir (ibadet)
için güneşi, ayı, yıldızları ve hilâlleri gözetleyenlerdir". Sonra isnadı
Ebu'd-Derdâ'ya varan ve onda mevkuf olan şu rivayeti nakleder: "Allah'ın
kullarından Allah'a en sevimli olanlar Allah'ı sevenler ve Allah'ı insanlara
sevdirenler; güneşi, ayı, yıldızları ve hilâlleri Allah'ın zikri için
gözetleyenlerdir". Sonra İbn Ömer'e varan senediyle şu merfû rivayeti
kaydeder: "Ensabınızı, kendisiyle sıla-i rahimde bulunacağınız ölçüde, yıldızlan
da karanlıkta yolunuzu bulacağınız kadar öğrenin".[613]
Beyhaki ve Mukaddesi de îbn Ebi Evfâ'ya ulaşan senedleriyle ondan şu merfû riva
yeti tahric ederler: "Allah'ın kullarının en hayırlıları, Allah'ı zikir
için güneşi, ayı, yıldızları ve hilâlleri gözetleyenlerdir".[614] Ebû
Nuaym sonra senedi Ebû Hureyre'ye ulaşan şu mevkuf rivayeti kaydeder:
"Dikkat edin, ümmetin en hayırlıları, namaz vakitleri için güneşi
gözetleyenlerdir". Suyûti her iki el-Cami'de[615],
İbn Ömer'den rivayet edilen şu merfû hadisi kaydeder: "Yıldızları, yeryüzü
ve denizin karanlıklarında kendileriyle yolunuzu bulacağınız ölçüde öğrenin,
daha Ötesine geçmeyin".[616] Bu
rivayeti İbn Merdûye'nin Tefsir'inde, Hatîb'in de Kitâbu'n-Nücûm'da
naklettiğini belirten Suyûti, el-Câmiu'1-kebir'de ise bunu Ebu'ş-Şeyh[617] ve Deylemi'ye
is-nad eder. Münâvi şöyle der: 'Yıldızları öğrenin", Yani onların
hükümlerinin ilmini. Çünkü bu mutlaka olması gerek zaruri bir husustur. Münâvi,
"daha ötesine geçmeyin" ifadesiyle ilgili olarak da şöyle der: Yani
bundan ötesiyle ilgilenmekten sakının. Çünkü müneccimlik, kehânete götürür.
Öğrenmesine müsade edilen ise tesir etme ilmi değil, kolaylık sağlama ilmidir.[618]
Suûdu'l-metâli'de şu
bilgi verilir: İlm-i felek1 (astronomi) farz-ı kifayedir. Namaz vakitlerinin
onunla bilinmesinden dolayı farz-ı ayın olduğu da söylenmiştir. İlm-i
f e 1 e k 'in faziletiyle ilgili âyet ve hadisler vardır. Allah Teâla
şöyle buyurur: "Güneşi ışık, ayı nur yapan; yılların sayısını ve
(vakitlerin) hesabı (nı) bilmeniz için aya konaklar düzenleyen odur"
(Tunus 10/5). Yine şöyle buyurur: "Karanın ve denizin karanlıklarında yolu
bulmanız için size yıldızlan yaratan odur" (En'âm 6/97). Hz. Peygamber de
şöyle buyurmuştur: "Vakti Öğrenin, bazısı diğerlerine haber verenler gibi
olmayın". Ayette geçen "yılların sayısını ve hesabı bilmeniz
için" ifadesine gelince, "sinin" (yıllar) "serce"nin
çoğuludur. Bu da Arabî veya Kıptî yılı olur. Arabi olan da ya hilâli veya
kamerî-hesâbî olur. Kıptî olan ise şemsîdir. Suûdu'l-metâli müellifinin sözleri
burada bitmiş olup o esere bakınız.
Hanefi imamlardan
el-Hidâye müellifi, Muhtârâtü'n-nevâzİl adlı eserinde şöyle der: İlm-i nücûm'a
gelince, o bizatihi "hasen" (güzel) olup "mezmûm"
(kötülenmiş) değildir. Bu ilim iki kısım olup biri "hesâbî"dir. Bu
hak (gerçek, meşru) olup Kur'an'da sözü edilmiştir. Allah Teâla şöyle buyurur:
"Güneş de ay da hesap ile (cereyan etmekte)dir" (Rahman 55/5). Yani
onların seyri hesap iledir. Yıldızların seyri ve feleklerin hareketlerinden Allah'ın
kaza ve kaderine inananak olaylarla ilgili hükümler çıkarmak caizdir. Bu,
Allah'ın kazasına inanarak doktorun sıhhat ve hastalık hakkında hüküm
vermesine benzer. Fakat bununla gaybı bildiğini iddia edecek olursa küfre
sapmış olur.
Hafız Hatib
el-Bağdâdî'nin Kitâbü'1-Kavl fi Umi'n-nücûmi'l-mahmûdi minhu ve'1-mezmûm adlı
bir eseri olup İbn Süleyman er-Rûdânî tarafından Sılada zikredilmiştir.[619]
Buhari Sahih'te
"Atışa, yani okla v.s. atmayı öğrenmeye teşvik babı" başlığına yer
vererek orada Allah Teâla'nın "Onlara karşı gücünüz yettiğince kuvvet
hazırlayın" (Enfâl 8/60) buyruğunu zikreder.[620] İbn
Hacer Fet-hu'1-Bârî de şöyle der: Bu âyette geçen "kuvvef'in
"atış" olduğu şeklinde yorum yapılmış olup bu husus Müslim'in Ukbe
b. Amir'den rivayet ettiği hadiste[621]
geçer ki lafzı şöyledir: Resulullah'ı (sav) minberde şöyle derken duydum:
"Onlara karşı gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın; (âyetini okudu ve
şöyle buyurdu:) dikkat edin kuvvet, atmaktır". Resuİullah bu (son sözünü)
üç kez tekrarladı.[622]
Beyzâvi şöyle der: Resuİullah (sav), muhtemelen atış en kuvvetlisi olduğu için
onu Özellikle anmıştır.
Ebû Davud, Ukbe'den
şu m e r f û rivayeti nakleder: "Allah bir tek okla
üç kişiyi cennete sokar; yapımında yalnız hayrı uman yapımcısını, atıcısını ve
atıcıya oku (getirip) vereni. Atış yapın, binin; atmanızı binmenizden daha çok
severim".[623] Bu
hadiste şu ifade de geçer: "Kim atıcılığı, öğrendikten sonra ondan yüz
çevirerek terkederse, bu nankörlük ettiği bir nimettir". Müslim'de de şu
rivayet nakledilir: "Kim atıcılığı öğrenir de sonra terkederse bizden
değildir veya isyan etmiştir".[624]
Übbi şöyle der: Bunun manası "bize bağlı ve bizim zümremize dahil
değil" demektir. Nevevi şöyle der: Bu, öğrendikten sonra atıcılığı unutma
konusunda son derece şiddetli bir tavır olup özürsüz yere atıcılığı terketmek
şiddetli kerahetle mekruhtur.[625]
İbn Ebi Cemre şöyle
der: "Rivayet edildiğine göre Resulullah (sav), ashabın atış yaptığı bir
yere uğradı ve cennet bahçelerinden bir bahçe dedi. Bunun manası şudur: Yani
burada yapılan amel, cennet bahçelerinden bir bahçeyi gerektirir." Bu
bilgi, onun Behcetü'n-nüfûs adlı eserinden nakledilmiştir.
Suyûti
el-Câmiu'1-kebir'dfr "Atıcılığı ve Kur'an'ı öğrenin" hadisini
kaydederek Ebû Said'in rivayeti olarak Deylemi'ye isnad eder.[626]
Sonra yine aynı eserde "Atıcılığı öğrenin, muhakkak ki iki hedef arası,
cennet bahçelerinden bir bahçedir" hadisini vererek Ebû Hureyre'nin
rivayeti olarak Deylemi'ye isnad eder.[627] İbn
Mende de bunu İsmail b. Ayyaş yoluyla Süleyman b. Amr'dan tahric etmiştir.
ed-Dürrü'1-mensûr'da "Onlara karşı gücünüz yettiğince kuvvet
hazırlayın" (Enfâl 8/60) âyetiyle ilgili bilgilere bakınız.[628]
Ayrıca sanatlar bölümünde atıcılık ve yüzücülükle ilgili olarak verilen bilgilere
bakınız.[629]
Suyûti
el-Câmiu'1-kebir'de "Kur'an'ı ezberlemeyi öğrendiğiniz gibi onda lahnı
(okuyuş hataları) da öğrenin" hadisini vererek Übey b. Ka'b'ın rivayeti
olarak Deylemi'ye isnad eder.[630]
Kadı İbnü'l-Ezrak'ın
Ravdatü'l-a'lâm'ında İbnü'l-Enbârî'nin şu rivayeti kaydedilir: Ebû Musa
el-Eş'arî'nin katibi, Hz. Ömer'e gönderilen mektupta "min Ebû Musa"[631]
diye yazdı. Hz. Ömer de Ebû Musa'ya şöyle yazdı: "Bu mektubum sana
geldiğinde kâtibine bir kırbaç vur ve onu görevinden al"[632].
Yine rivayet edildiğine göre Hz. Ömer bir adamın hata ettiğini duyduğunda
hatasını düzeltirdi, onun lahnettiğini görünce de kırbaçla vururdu.
Nakledildiğine göre Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, Allah'ın Kitabı'nda lahn
yapmasından dolayı oğluna vururdu.[633]
Bu konular, geçen
bölümlerde ayrı ayrı başlıklar altında ayrıntılı şekilde ele alınmıştır.[634]
Hz. Ali şöyle der:
"İnsanlara anladıkları şeyleri söyleyin, anlamadıklarını da bırakın;
Allah ve Resulü'nün yalanlanmasını ister misiniz?". Bunu Buhari rivayet
etmiştir.[635] Beyhaki Şuab'da Mikdâm
b. Ma'dikerib'den şu rivayette bulunur: "İnsanlara rabblerinden
bahsettiğiniz zaman, onlara anlaşılmaz ve güç gelen şeyler anlatmayın".[636]
Deylemi de İbn Abbas'tan şu merfû rivayeti tahric eder: "Ey İbn Abbas,
onlara akıllarının almayacağı bir söz söyleme, böyle yapman fitneye düşmelerine
yolaçar".[637]
Ukayli ile İbn Asâkir, Osman b. Davud'un Dahhâk b. Muzâhim'den, onun da İbn
Abbas'tan şu rivayetini tahric ederler: Sahabüer, "Ey Allah'ın Resulü,
senden duyduklarımızın hepsim haber verelim mi?" dediler, Resulullah
şöyle buyurdu: "Evet. Ancak bir topluluğa akıllarının almayacağı bir şeyi
anlatmanız hariç. Çünkü bu durum bazılarının fitneye düşmelerine yolaçar".
İbn Abbas da bazı şeyleri gizler, bir topluma ifşa etmezdi.[638]
Abdullah b. Mesud şöyle dedi: "Bir topluluğa akıllarının almadığı bir söz
söylemeye gör, mutlaka bazıları için fitneye yolaçar". Bunu Müslim rivayet
eder.[639] Sahih-i Buhari'de de Ebû
Hureyre'den şu rivayet nakledilir: "Resulullah'tan (sav) iki kap (dolusu
bilgi) belledim. Bunların birini açıkladım (yaydım), eğer diğerini açığa
vursaydım şu gırtlağım kesilirdi".[640]
Bizim Edâu'1-hakki'l-farz adlı kitabımızda bu konuyla ilgili bölüme bakınız.[641]
Ebû Nuaym'ın
Riyâzu'l-müteallimin adlı eserinde Şehr b. Hav-şeb'den şu rivayet nakledilir:
Biz çocuktuk[642], Ebû Said el-Hudrî'ye
gelir, ona soru sorardık. O şöyle derdi: "Resulullah'ın tavsiye
ettiklerine merhaba; Resulullah şöyle buyurdu: Dinî bilgiler Öğrenmek üzere
size bir topluluk gelecektir. Onlara Öğretin ve kendilerine iyi davranın".[643] Adı
geçen eserde şu bilgi geçer: Râmehürmüzi de bunu Ebû Said el-Hudrî'den rivayet
etmiştir: Ebû Said gençleri görünce şöyle derdi: "Resulullah'ın tavsiye
ettiklerine merhaba; O, size hadis belletmemizi ve mecliste yerinizi geniş
tutmamızı bize emretti".[644]
Hafız Heysemi Mecmau'z-zevâid'de bu konuyla ilgili olarak "Gençleri ilim
tahsiline teşvik babı" adıyla bir başlık açmıştır (bkz. s. 50).[645]
Şerhu1 t-Tilimsâniy
ye' de
Ve eğer gözetirse onu,
insaflı davranan
Var yirmi
yaşındakilere bir özür, kabul edilen
sözleriyle ilgili
olarak söylenenlere bakınız.
İbnü'l-Cevzi
"Gençleri ilimde yaşlılara tercih babı" başlığını açarak Zeyd b.
Sabitten şu müsned rivayeti nakleder: Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
"İlmi gençlere emanet edin".[646] İbn
Abdilber ve Beyhaki de Zühri'den şu rivayeti tahric ederler: Hz. Ömer'in
meclisi genç ve olgun yaşta kurrâya tahsis edilmişti. Bazan onlara damşır ve
şöyle derdi: "Yaşının genç oluşu sizden birinizi görüşünü belirtmekten
alıkoymasın. Çünkü ilim yaşın
büyüklük ve
küçüklüğüne bağlı olmayıp Allah onu dilediği yere koyar".[647]
Kadı İbnü'l-Ezrak'ın
Ravdatül-a'lâm adlı eserinde İbn Abbas'tan şu rivayet nakledilir:
"İnsanların benim katımda en. değerli olanı, insanları ya-np geçerek
yanıma gelip oturan sohbet arkadaşımdır. Eğer onun anlına sineğin konmasına
engel olabilseydim olurdum." Bir rivayette de bu ifade şöyle geçer:
"Onun üzerine sinek konur, bu da bana eziyet verir."[648]
Veliyüddin İbn Haldun
eUİber mukaddimesinde "İslam'da ilim mensuplarının çoğunun Acemlerden
(Arap olmayanlar) olduğuna dair fasıl" da konuşurken şöyle der: İnsanlar
ilk zamanlar tedvin ve telife ihtiyaç duymadılar. Ashap ve tabiin zamanında
durum böyle devam etti. Onlar, kendilerini İlmin bellenmesi ve nakline
verenleri kur râ, yani Kitabı okuyanlar diye adlandırmışlardı. Bunlar ümmî
değillerdi. Buna işaretle, o zamanlar Kur'an'ı belleyenlere kurrâ adı
verilmişti. Onlar Allah'ın Kitabı ve Resulul-lah'tan nakledilen sünneti
okuyorlardı. Zira onlar şer'i hükümleri ancak Allah'ın Kitabı'ndan ve genelde
onun yorum ve açıklaması olan hadisten Öğreniyorlardı".[649] İbn
Haldun'un sözü burada bitti. Allah ondan razı olsun, bu fasılda söylediklerinde
isabetsizlikler mevcut olup[650],
burada andığı hususa karşı da Sa'd el-Kârî diye bilinen Sa'd b. Ubeyd
el-Ensârî'nin, İbn Sa'd'ın Tabakât'ındaki (III, 30) biyografisinde verilen şu
bilgi ileri sürülebilir: "O, el-Kârî diye adlandırılmıştı. Resulullah'ın
(sav) ashabı içinde ondan başka " k â r î " diye adlandırılan biri
yoktu".[651] Bununla birlikte,
Birinci Bölümde sayıları geçtiği üzere ensar ve diğerlerinden Kur'an hafızlan
çoktu.[652]
Sonra yine Tabakât'ta
Haram b. Milhân el-Ensârî1 nin biyografisinde Enes'ten nakledilen şu rivayeti
buldum: Bazı insanlar Resulullah'a (sav) gelerek "Bizimle, bize Kur'an ve
Sünnet'i öğretecek adamlar gönder" dediler. Resulullah da kendilerine
kurrâ denilen yetmiş kişiyi onlara gönderdi. Dayım Haram da onlardandı. Onlar
Kur'an okuyor, gece tekrar ve mütala edip Öğreniyorlardı".[653] Bu
rivayetin aslı Sahih-i Buharı de olup[654] bu,
muhtemelen İbn Haldun'un "bundan sonra alimler tahannükle (çenenin
altından geçirerek sarık bağlamak) başkalarından ayırdedilir oldular"
sözünün de dayanağıdır.
Karâfi el-Furûk'ta (II,
130) şöyle der: İmam Mâlik, tahannük yapmış kırk kişi kendisine icazet
vermedikçe fetva vermeye başlamadı. Çünkü çenenin altından geçirerek sarık
bağlamak ulemanın şiarıydı. Hatta İmam Mâlik'e tahannük yapmadan namaz kılmanın
hükmü soruldu, bir mahzuru (beis) olmadığını söyledi. Bu da bu şekilde sarık
bağlamanın varlığına işaret olup böyle yapmak eski zamanlarda fetva ehlinin
özelliğiydi.[655]
İbn Abbas'ın şöyle
dediği rivayet edilir: Resulullah (sav) "Allah'ım benim halifelerime
rahmet et!" diye" dua etti, biz "halifelerin kimdir, ey Allah'ın
Resulü?" dedik. Şu karşılığı verdi: "Hadislerimi rivayet eden ve
onları insanlara Öğretenler". Bunu Taberâni el-Mu'cemü'1-evsat'ta rivayet
eder. Hey-semi şöyle der: Bu rivayetin senedinde Ahmed b. İsa el-Hâşimî mevcut
olup Dârekutni onun için k e z z â b (yalancı) demiştir.[656]
Suyûti de el-Câmiu'l-kebir de bu rivayeti naklederek Taberâni'nin el-Mu'cemü'1-ev
safına isnad eder.[657] Bu
hadisi Râmehürmüzi el-Muhaddisü'1-fâsıl'da, Ebü'l-Es'ad Hibetullah el-Kuşeyrî
ve Ebü'1-Feth es-Sâbunî birlikte el-Erbaîn'de, Hatib Şerefu ashâbi'l-hadis'te,
Deylemi, İbnü'n-Neccar, Nizâmülmülk Emâli sinde, Nasr el-Makdisî el-Hucce'de,
Ebû Ali b. Hu-neys ed-Dineverî Hadis'inde rivayet etmişlerdir.[658]
Mağrib hafızlarından Ebü'l-Kasım el-Azefî de onu ed-Dürrü'1-munazzam'da tahric
etmiş olup ona bakınız.
Münâvi
Feyzü'l-Kadir'de şöyle der: Bu, hadis ehli için övünülecek en büyük şey olup
onlar gerçekte Resulullah'm halifeleridirler.[659] Bu
yüzdendir ki ilk asırda muhaddise "emirü'l-mü'minin" denii di. Hâfiz
Suyûti et-Tedrib'de şöyle der: Muhaddise emirü'l-mü'minin lakabı verilmesi bu
hadisten alınmıştır. Süfyân, İbn Râhuye, Buhari ve başkaları eskiden bu lakapla
anılan muhaddislerdir.[660]
Hafız Ebû Ali Hasan b.
Muhammed el-Basrî'nin et-Tebyîn bi-men sümmiye emire'l-mü'minîn adlı bir eseri
olup orada şu bilgiyi zikreder:
Muhaddislerden ilk
defa bu şekilde adlandırılan kimse Ebü'z-Zinâd, ondan sonra Mâlik, Muhammed b.
Ishak, Şu'be b. Haccâc, Süfyân, Abdullah b. Mübarek ve Dârekutni'dir. et-Ta'rif
bi-rioâli Muhtasarı İbni'l-Hâcib'e bakınız.
Derim: Müteahhirin
ulemadan hadiste emirü'l-mü'mi-n i n
diye adlandırılanlardan biri de Hâfiz İbn Hacer'dir (Allah ona rahmet etsin).
Çağdaşlarımızdan muhaddis mukri Ebû Abdullah Muhammed Habi-bullah el-Cekenî
eş-Şinkıtî'nin Hediyyetü'l-muğîs fî umerâi'l-mü'minin fı'1-hadîs adlı bir
manzumesi vardır.[661]
Meşhur tarikatin
lideri olan arif alim Şeyh Ebû Muhammed Muhtar b. Ebubekr el-Küntînin
el-Ecvibetü'l mühimme li-men lehu bi-emri dini-hi himme adlı eserinde şu bilgi
verilir: Bir eserin içindekileri (plan, program) konusunda temel dayanak Allah
Teâla'nın şu sözüdür: "Bu (Kur'an) insanlara bir tebliğdir. Bununla
uyarılmaları, onun yalnız tek tanrı olduğunu bilmeleri ve sağduyu sahiplerinin
öğüt almaları için (gönderilmiştir)" (İbrahim 14/52). İlimde derinleşmiş
alimler bu âyetin Kur'an'ın planı olduğu konusunda görüş birliğine
varmışlardır. Çünkü bu âyet Kur'an'daki bütün farzları, bütün muamelatı, bütün
yasaklardan alıkoymayı, Allah'ı tanıma ve birlemeyle ilgili bütün bilgileri,
Allah'ın Peygamberlerinin hakkını bildirmesini, ölüm, kabir azabı, haşir ve
neşir, mizan, sırat, cennet ve cehennem gibi ahirete ait bütün hususlarla
ilgili bilgileri kapsamaktadır. Bu ayetten hareketle fakihler plan üzerinden
satışı caiz görmüşlerdir.
Derim: Ben ilk
yaprağına mezkûr âyetin yazıldığı bir Mushaf gördüm.[662]
Ebû Nuaym "ve
alimlere soru sormaya teşvik edilmeleri" der, sonra da Ebû Cuhayfe'den şu
müsned rivayeti nakleder: Şöyle denirdi: "Büyüklerle otur, büyüklere
karış!". Başkaları bu rivayete şu ilavede bulunur: "Alimlere
sor". Bunu Ebû Mâlik en-Nehaî, Seleme'den merfû olarak rivayet eder. Ebû
Nuaym sonra Seleme'den, onun da Ebû Cuhayfe'den şu merfû rivayeti ni nakleder:
"Alimlerle oturun, büyüklere sorun ve bilgelere (hakîm) karışın".[663]
İbn Abdilber
Kitâbu'l-İlm'de "İlim talebinde ısrar ve soru sormanın övülmesi babı"
başlığını verir. Ancak bu konuda aşırılık veya övülen şekil dışında soru
sorulması halinde terk matlub olduğundan, İbn Abdilber bu başlığı tamamlayıcı
olarak şöyle der: "ve menedilen şekilde soru sormanın zemmi". O, bu
başlık altında bazı âsârı verir ki bunlara Hz. Peygamber'in "Dil tutukluğunun
ilacı soru sormaktır"[664]
sözüyle başlar. Hz. Aişe'den de şu rivayeti nakleder: "Allah ensar
kadınlarına rahmet etsin, haya, dinleri konusunda soru sormaktan onları
alıkoymadı".[665]
Meşhur hadiste de "Güzel soru sormak ilmin yarısıdır"[666]
buyrulur. Bu hadisi tahric edenler için el-Beyânü'l-mu'rib amma verede fi
ehli'l-Yemen ve'1-Mağrib adlı risalemin baş taraiina bakınız. İbn Abbas'a
"Bu ilmi nasıl elde ettin?" diye sorulunca, "soran bir dil ve
kavrayan bir kalple" karşılığını vermiştir.[667]
Hz. Peygamber'in, soru
soranlara ve fetva isteyenlere verdiği cevaplar üzerinde düşünen kimse, bu
cevapların şahıslara, durumlara, muamelelere ve örflere göre farklılık
belirttiğini görür. Nitekim Sahihayn ve diğer eserlerde geçtiği üzere, Hz.
Peygamber'e amellerin en faziletlisinin hangisi olduğu sorulduğunda her sorana
ayrı bir fazileti söyleyerek farklı cevap vermiştir.[668]
Nevevi Şerhu Müslim'de şöyle der: Hz. Peygamber soru soranların her birine,
kendisi için faydalı ve kendisine özgü gördüğü şeyle cevap vermiştir. Bazan soru
soranlardan birinin gururlu olduğunu ve insanlardan uzak durduğunu görerek ona
yemek yedirme ve selamı yaymanın en faziletli amel olduğu cevabını verirdi. Bir
diğerinin eline ve diline az itina gösterdiğini görür, ona da başka bir cevap
verirdi. Yahut da Resulullah (sav) onlarla ilgili olarak bu hususlarda endişe
duyar veya soru sorduklarında her birinin ihtiyacını hissedip ona göre cevap
verirdi.[669] Şeyh Ebû Abdullah
es-Senûsî Mükemmilu İkmâli'l-İkmâlde bazı alimlerin şöyle dediğini kaydeder:
Bir tek soruya ayrı ayrı cevapların verilmesi, maslahatların şahıslara, durumlara
ve örflere göre değiştiğine delildir. Müteahhirin ulemanın belirttiği gibi bu
durum fetvalarda da sözkonusudur.
Abdülhak'ın Ahkâm'ına
İmam İbn Merzûk'un yaptığı şerhte[670] şu
bilgi verilir: Dediler ki durumların farklılığına bağlı olarak cevapların
farklı olması, imam ve vaizin halka bilmediklerini Öğretmesinin, unuttuklarını
hatırlatmasının ve onları ihmal ettiklerini anlamaya teşvik etmesinin vacip olduğunu
göstermektedir. Bu yüzden Doğu İslam dünyası hatipleri ile Endülüs'ün önde
gelen alimleri zamana bağh ihtiyaçlara göre, bu konuda halkın ne yapacağına
dikkat çekmek için, hutbeleri farklı okumayı adet edinegel-mişlerdir. Böylece
dinleyen için en büyük fayda sağlanmış olur. Mağribliler bu hususu ihmal ve
hatta ilim mensupları öteden beri bunu tenkit ve inkâr etmişlerdir. Eğer bu
kimseler Hz. Peygamber'in ve halifelerinin hutbelerinin muhtevasını bilselerdi
bunu inkâr etmezlerdi. Bu, seleften gelen meşhur bir metod olup okuduğum hutbelerimin
şerhinde bunun delillerini zikretmişimdir.[671]
Resulullah (sav)
hutbesinde haber verdiği Cessâse kıssasında Temim ed-Darî'den.rivayette
bulunmuş olup bu kıssa Sahih-i Müslim'in sonunda geçmektedir.[672]
Resulullah, Mâlik b.Müzevvid'den de rivayette bulunmuş olup onun adının Mâlik
b. Merâre, Mâlik b. Merâre er-Rehâvî (er-Rühâvî) olduğu da söylenmiştir.[673] İbn
Mende'nin es-Sahabe'de Zur'a b. Zî Ye-zen'den[674]
yaptığı tahric şöyledir: Hz. Peygamber ona bir mektup yazdı: "Mâlik b.
Müzevvid er-Rehâvî bana, senin müslüman olduğunu ve müşriklerle savaştığını
haber verdi. Sana hayır müjdelerim".[675]
Sözkonusu rivayetlerden biri de Hz. Peygamber'in annesinden naklettiği bir
hadisteki rivayet olup annesi kendisine, doğumu sırasında Şam ve Busrâ
saraylarının aydınlandığını haber vermiştir.[676] Bir
diğer rivayet de Hz. Peygamber'in Übey b. Ka'b'dan kıraatte bulunmasıyla ilgili
olup Resulullah şöyle buyurmuştur: "Allah, Beyyine sûresini sana okumamı
bana emretti". Seyyid Semhûdi el-Cevâhir'de şöyle der: Bu hadisten
çıkarılan faydalı bilgilerden (sonuç, hüküm) biri de üstün kimsenin
kendisinden aşağı durumda olan birinden ilim almaktan geri durmaması
gerektiğidir.[677]
Derim: Bu, büyük
kimselerin küçüklerden rivayette bulunması konusunda da temel dayanaktır.
Keşfuzzunûn'da geçtiği üzere dört halifenin ve başkalarının birçok hükümde Hz. Aişe'den
rivayette bulunmaları[678] da
bu cümledendir. Bu rivayet turu, Nevevi'nin Takrîb'ınde kaydedilen 41. turdur.[679]
Dediklerine göre bu latif bir tur olup hadiste takdim-tehirden (inkılâb) emin
olmak bunun faydalarındandır. Böylece senedde i nkıl âb olduğu hususunda zan ve
tevehhum sozkonusu olmaz. Bunun bir faydası da Ebû Davud'un Hz. Aişe'den merfû
olarak rivayet ettiği "İnsanlara mevkilerine göre davranın"[680]
hadisiyle amel ederek ilim ehline kendi mevkilerine göre muamele etmektir. Faydaya
rağbet de bu türe hamledilmektedir. Çunku fayda müminin yitiği olup buyuk,
kuçuk, talebe ve akran nerede bulursa alır.[681]
Bu da sünneti
nakletmenin şekil ve yollarından bindir. Gerçekten önemli bir rivayet turu olup
Bulkîni Mehâsinü'l-ıstılâh'ta zikretmiştir. Ib-nu s-Salâh ve onu izleyenler
hadis türleri içinde bunu anmamışlardır. Çunku genelde olan husus, ashabın Hz.
Peygamber'den ve tabiinin de ashaptan rivayetidir. Bu turun misallerinden bin,
her biri diğerinden rivayette bulunan dört sahabinin biraraya geldikleri
hadistir; Zuhri, Sâib b. Yezıd'den, o Huveytıb b. Abduluzza'dan, o Abdullah b.
Sa'dî'den, o da Hz. Ömer'den şu merfû hadisi rivayet eder: "Sen onu al;
arzulu ve istekli olmadan sana bu maldan geleni al; böyle kendiliğinden
gelmeyen malın ise peşinde nefsini koşturma".[682]
Halid b. Ma'dân'ın Kesir b. Murre'den, onun Nuaym b. Hebbâr'dan, onun Mıkdâm b.
Ma'dıkerıb'den, onun Ebû Eyyub Avf b. Mâlik'ten rivayeti de bu kabildendir.
ikisi mu'minlerin
annesi ve ikisi de Hz. Peygamber'ın üvey kızları olan dört sahabi kadının
rivayet ettiği bir hadis mevcut olup Müslim, Tırmizi, Nesâi ve Ibn Mâce bunu
Ibn Uyeyne'den, o Zulıri'den, o Urve'den, o Zeyneb bint Ummu Seleme'den[683], o
Habibe bınt Ummu Habıbe'den, o annesi Ununu Habibe'den, o da Zeyneb bint
Cahş'tan (Allah onlardan razı olsun) rivayet etmiştir: "Resulullah (sav)
birgun yuzu kızarmış olarak uyandı, şöyle diyordu: Yaklaşmış olan bir serden
dolayı vah Araplara!' Ben 'ey Allah'ın resulü, içimizde salihler bulunduğu
halde helak olur muyuz?' dedim, şöyle buyurdu: Evet, çirkin işler (günah,
fuhuş) çoğalınca".[684]
Bazı alimler bu tur
hadisleri ayrı bir cuz halinde derlemişlerdir. Bu cuzlerden birinde, sahabeden
beş kişinin biraraya geldiği bir hadis geçmekte olup Abdullah b. Amr b. As'uı
Osman b. Afîan'dan, onun Ömer b. Hattâb'dan, onun Ebubekir es-Sıddik'ten ve
onun da Bilal1 den naklettiği şu rivayeti kapsamaktadır: "Ölüm, her
müslüman için keffârettir".[685]
Ravdatü'l-a'lâm'da
Şeyh Ebü'l-Abbas İbn Zâğ et-Tilimsânî'den şu bilgi nakledilir: Talebenin bazı
konularda başka alimlerin kabul ettiği bir dayanak ve delil bulunması halinde
hocasına muhalefeti, talebenin hocaya karşı saygısızlığı sayılmaz. Fakat
devamlı saygı ve gerekli hürmeti elden bırakmamalıdır. Ibn Abbas,
kendilerinden ilim almakla birlikte Hz. Ömer, Ali ve Zeyd b. Sabite muhalefet
etmiştir.
Hafız Suyûti, ashabın
siyasî ve dinî konulardaki ihtilaflar sebebiyle birbirleriyle ilgilerini
kestiklerini ispat ettiği bir risale kaleme almıştır.[686]
Ebû Nuaym, İbn
Abbas'tan şu tahricde bulunur: "Bir adamda hadis olduğu bana ulaşsa, onun
kapısına varırım, o Öğle uykusuna (kaylule) yatmış olur ve ben ridamı onun
kapısını önüne serip otururum, rüzgâr üstüme toprak savurur. Adam çıkıp beni
görür ve 'Ey Allah Resulü'nün amcası oğlu, sana ne oldu, sana gelmem için bana
haber göndermeli değil miydin?" der, ben de şöyle derim: Sana gelip senden
hadis sormaya ben daha müstehakım".[687]
İbn Abdilber
Kitâbü'l-Ilm'de, İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakleder: "Allah Resulü'nün
ashabımn ilminin tümünü ensardan şu oymağın yanında buldum. Onlardan birinin
kapısında öğlen uykusuna yatsanı, eğer onun yanına girmek için izin istesem
bana izin verilir, fakat ben bununla onun hoşnutluğunu ararım".[688]
Ebu'z-Zinâd, babasından şöyle dediğini rivayet eder: "Ömer b. Abdülaziz'in
Ubeydullah b. Abdullah'a gelip ona İbn Abbas'ın ilmini sorduğunu gördüm. Bazan
(girmesi için) ona müsade ediyor, bazan engelliyordu".[689]
Hatib el-Câmi'de Hz.
Ali'den, şu tahricde bulunur: "Alimin içinde bulunduğu topluluğu topluca
selamlayıp ona ayrıca selam vermen, onun ününe oturman, onun yanında elinle
işarette bulunmaman, kaş-göz işareti yapmaman, onun görüşüne muhalif olarak
'falan kimse şöyle dedi' dememen, yanında kimsenin gıybetini yapmaman,
meclisinde fısıldaşmaman, elbisesini tutmaman, usandığında üstüne varmaman,
sohbetinin uzunluğundan dolayı bıkkınlık gösterip yüz çevirmemen alimin senin
üzerindeki hakkındandır. O, kendisinden senin üzerine ne zaman birşey düşecek
diye gözleyeceğin hurma ağacı durumundadır. Alim mü'minin sevabı, gece namaz
kılıp gündüz oruç tutan ve Allah yolunda gaza eden kimseninkinden daha
büyüktür. Alim öldüğü zaman İslam'da, kıyamet gününe kadar hiçbir şeyin kapatamayacağı
bir gedik açılır".[690]
Bu, önemli ve faydası
çok bir rivayet türüdür. Çünkü yaygın olan durum, tabiinin sahabeden ve
onların da Resulullah'tan rivayette bulunmalarıdır. Hatta bazıları ashabın
tabiinden rivayette bulunmuş olduklarını kabul etmeyerek şöyle demiştir:
"Ashabın tabiinden rivayeti yalnız İsrâiliyyât ve mevkûfât ta
olmuştur". Durum böyle olmayıp Hafız Irâki bu şartla rivayet edilen
hadisleri toplamış ve sayılarını yirmiye ulaştırmıştır.[691]
Bunlardan biri Enes b. Mâlik'in, adı amlmayan oğlundan rivayet ettiği hadistir.
İbn Süleyman er-Rûdanî Sıla'da "Ra" harfinde Hafız Ebû Bekir Ah-med
b. Ali el-Hatîb'in Rivâyâtü's-sahâbe ani't-tâbiîn adlı kitabını[692] zikretmişti.
Ona bakınız.[693]
el-İstîâb'da Bilâl'ın
biyografisinde Ali b. Ömer'in şöyle dediği kaydedilir: Ashaptan aralarında
Ebubekir es-Sıddik, Ömer b. Hattâb, Üsâme b. Zeyd, Abdullah b. Ömer, Ka'b b.
Ucre, Berâ b. Azib ve başkalarının bulunduğu bir grup Bilâl'den rivayette
bulunmuşlardır.[694]
İbn Sa'd'm
Tabakât'ında Suheyb'in biyografisinde şu bilgi verilir: Hz, Ömer vefatı
sırasında ashaba yaptığı tavsiyeler çerçevesinde "size namazı Suheyb
kıldırsın" demişti. Hz. Ömer vefat edince müslümanlar baktılar ki Suheyb
onun. emriyle kendilerine vakit namazlarını kıldırıyor, Şuheyb'i öne geçirdiler
ve Hz. Ömer'in cenaze namazını da o kıldırdı".[695] Hz.
Ömer gibi birisinin cenaze namazım kıldırmak üzere önce geçirilen kimsenin
durumu bu konuda size yeter.
el-İstiâb ve Nevevi'nin
Tehzîb'inde Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim'in biyografisinde şu bilgi verilir:
Hz. Ömer onu çokça överdi, hatta vefatından Önce vasiyette bulunduğunda
"eğer Salim hayatta olsaydı halifelik görevini şûra'ya tevdi
etmezdim" demişti. İbn Abdilber şöyle der: "Benim nazarımda bu, Hz.
Ömer'in halifelik konusunda görüşünü açıkladığını gösterir. Allah en doğrusunu
bilir". el-Istiâb'dan.[696]
Hz. Peygamber'in
Medine'ye gelişinden sonra İslam'a ilk girenlerden biri Abdullah b. Selam ve
ailesidir. O devamlı şekilde Hz. Peygamberle birlikte olmuş ve kendisinden çok
ilim almıştır. Ebû Hureyre, Abdullah b. Mu-ğaffel, Enes, Abdullah b. Hanzala,
Kays ve başkaları da Abdullah b. Se-lam'dan rivayette bulunmuşlardır. "De
ki: Benimle sizin aranızda Allah'ın ve yanında Kitab'ın bilgisi bulunanların
şahit olması yeter" (Ra'd 13/43) âyeti de onun hakkında nazil olmuştur.[697]
Buhari'nin
et-Târihu's-sağir'inde " c e y y i d " bir senedle Yezid b. Umeyre
ez-Zübeydî'den şu rivayet nakledilir: Hz. Muaz vefat edeceği sırada kendisine
"bize tavsiyede bulun" denildi, o da şöyle dedi: İlmi Ebu'd-Derdâ,
İbn Mesud ve Yahudi iken müslüman olan Abdullah b. Selam'ın yanında arayın.[698]
Beğavi el-Mu'cem'de
" c e y y i d " bir senedle Abdullah b. Muğaf-fel'den şu tahricde
bulunur: Abdullah b. Selam Hz. Ali'yi Irak'a gitmekten alıkoymaya çalışarak
şöyle dedi: "Allah Resulü'nün kabrinden ayrılma, eğer onu terkedersen
ebediyyen göremezsin". Hz. Ali de "sen içimizden salih bir
adamsın" dedi.[699]
Ashabın önde gelenlerinden birçoğu tanınmış Ka'b el-Hibr'den (Ka'b el-Ahbâr)
ilim aldılar. İbn Zekri el-Fâsî'nin el-Fevâidü'l-müttebaa
fî'1-avâidi'l-mübtedaa adlı eserine bakınız.[700]
İbn Abdilber, Abdullah
b. Mus'ab'dan şöyle dediğini nakleder: Ömer b. Hattâb şöyle dedi: Kadınların
mehirlerini kırk û k i y y e den fazla yapmayın. İsterse bu —Zeyd b. Husayn
el-Hârisi'yi kastederek— asabe sahibi olsun. Kim bundan fazla yaparsa, fazlalığı
beytülmale koyarım". Bunun üzerine kadınlar safından uzun boylu ve sözünü
esirgemeyen bir kadın kalkıp "gerçek öyle değil" dedi, Hz. Ömer
"niçin?" deyince şu karşılığı verdi: Çünkü Allah Teâla "Onlardan
birine yüklerle mal vermiş olsanız bile verdiğinizden hiçbir şeyi geri
almayın" (Nisa 4/20) buyurmuştur. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi:
"Bir kadın isabet, bir erkek hata etti".[701]
Muhammed b. Ka'b
el-Kurazî'den şu rivayet nakledilir: Bir adam Hz. Ali'ye bir mesele sordu, o da
birşey söyledi. Adam "öyle değil şöyle şöyledir, ey emiru 1-mu minin"
deyince Hz. AliJ'sen isabet ettin bense hata; her bilgi sahibinin üstünde
ondan daha iyi bilen biri vardır" dedi.[702]
İbn Battal şunu
anlattı: Muaz b. Cebel'in bir arkadaşı İbn Mesudun yanına geldi. Onun arkadaşları
adama "sen mü'min misin?" diye sordular. Adam "evet"
karşılığını verdi. Onlar "cennet ehlinden mi?" deyince, adam şöyle
dedi: "Günahlarım var, Allah'ın onları ne yapacağını bilemiyorum. Eğer
günahlarımın affolunacağını bilseydim, cennet ehli bir mü'min olduğumu size
söylerdim". Bunun üzerine topluluk gülüştü. İbn Mesud onların yanına
çıktığında, kendisine "Şunu tuhaf bulmuyor musun, mü'min olduğunu söylüyor
fakat cennet ehlinden olduğunu söylemiyor" dediler. İbn Mesud şöyle dedi:
"Bu iki husustan birini söylediğinde diğerini de ona tabi kılmış
olursun". Adam şöyle dedi: "Allah Muaz'a rahmet etsin, beni alimlerin
sürçmesinden sakındırmıştı. Bu senden bir sürçmedir. İman Allah'a, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine, cennete, cehenneme, yeniden dirilişe ve mizana
inanmaktan ibarettir. Bizim ise günahlarımız var ve Allah'ın onları ne
yapacağını bilemiyoruz. Eğer affolunduklarını bilseydik cennet ehlinden bir
mü'min olduğumuzu söylerdik". Bunun üzerine İbn Mesud şöyle dedi:
"Doğru söyledin ey kardeşim".[703]
Hâfiz Ebû Nuaym şöyle
der: Talebenin hocaya soru sormayı bir alışkanlık haline getirmesi halinde
hocanın onu hafifçe tedip etmesinde bir mahzur yoktur. Ebû Nuaym sonra da Ebû
Said el-Hudrî'nin rivayet ettiği şu hadisi buna delil getirdi: "Resulullah
(sav) namaz kılmaya çıktı, bir bedevi kendisine rastlayıp birşey sordu.
Resulullah da ona "bu fetva vakti değil" dedi. Bedevi tekrar sordu,
bunun üzerine Allah Resulü öfkelendi ve yanındaki kırbaç veya birşeyle ona
vurdu".[704]
Ebû Nuaym bir başka
yerde, bir başka kusurla ilgili olarak hafif tedibi hoş görmeye dair tenbihini
zikretti. Bu tür kusurlardan biri de bir hususu anlattıktan sonra ikinci kez
soru sorma alışkanlığıdır. Böyle yapan biri azarlanır. Ebû Nuaym buna da Ebû
Hureyre'den tahric ettiği şu hadisi delil gösterir: Hz. Peygamber bir bedeneyi
(büyükbaş kurbanlık hayvan) süren bir adam gördü ve ona "hayvana bin"
buyurdu. Adam "o kurbanlıktır" dedi, Resulullah yine "ona
bin" buyurdu, adam da "o kurbanlıktır" karşılığını verdi. Bunun
üzerine Resulullah (sav) "yazıklar olsun sana, bin ona" buyurdu. Allah
Resulü bu sözü ikinci veya üçüncü defasında söylemişti.[705]
Tedibi gerektiren bir
başka husus ta kişinin üsteleyip durmasıdır. Bu durumda ona nasihat etmelidir.
Ebû Nuaym buna da delil olarak Ebu'd-Derdâ'dan rivayet ettiği şu hadisi
gösterir: Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Kim Allah'a hiçbir şeyi ortak
koşmadan ölürse cennete girer". Ben "zina etse, hırsızlık yapsa da
mı?" dedim, "evet" karşılığım verdi. Ben "şarap içse de
mi?" dedim, "evet, Ebu'd-Derdâ'nın burnu sürtse de!" dedi.[706] Ebû
Nuaym[707] şöyle der: Eğer dördüncü
kez de sorarsa ona hafif şekilde dayak atmasında bir beis yoktur. O buna da
Muâz b. Cebel'den rivayet ettiği şu hadisi delil gösterir: Ben "Ey
Allah'ın Resulü, söylediğimiz her şeyle muahaze edilir ve bunlar aleyhimize
yazılır mı?" dedim. Hz. Peygamber Muaz'ın omuzuna defalarca vurduktan
sonra şöyle dedi: "Annen seni kaybetsin ey Muaz, insanları burunları
üstüne ateşe kapayan lüzumsuz sözlerden başkası mıdır?".[708]
Bunun zımnında, öğretmenin tedip ve cezalandırmasına karşı talebenin sabır göstermesini
talep mevcuttur.
Yanağıma vurduğu tokat
bir alimin
Bana daha lezzetlidir
halis şarap içmekten.
Kâsâni Bedâiu's-senâi'de[709] şu
bilgiyi zikreder: Abdullah b. Abbas bir kölesinin ayaklarım bağlayarak
kendisine Kur'an'ın tevilini öğretti. Bu husus diğer şehirlerde de karşı
çıkılmayarak adet halini aldı. Böylece bu bir ic-ma olmuş oldu.
İbn Sa'd da Tabakât'ta
(İkinci kısım, II, 133) îkrime'den şu tahricde bulunur: İbn Abbas benim
ayaklarımı bukağıya takar, bana Kur'an ve sünnetleri öğretirdi.[710]
Ebû Nuayra
Edebü'Hlm'de, alimin huzurunda ilim konusunda yarışma ve münazara yapmakda bir
beis olmadığını belirtir ve Ebû Hureyre'den şu m ü s n e d hadisi rivayet eder:
"Muhakkak ki Resulullah'ın (sav) huzurunda çok tartıştığımızı
gördüm". Ebû Nuaym şöyle der: Bununla birlikte hocanın huzurunda
bulunmanın gerektirdiği edebi de gözetmek gerekir.[711]
İmam Ebû Nuaym
Âdâbü'l-mütealüm'de bununla ilgili olarak bir bâb başlığı açar ve orada çeşitli
hususları zikreder:
1) Misvak
kullanmaya devam etmek. Bu, sözkonusu özelliklerden uyulması istenen ilk
şeydir. Ebû Nuaym şöyle der: Akşam olunca meclislerin alimlerin oturmaları,
bilgelerin konuşmaları, tahsillilerin müzakereleri ve muhaliflerin
müzakerelerinden hali olmadığı bilinmektedir. Bu yüzden kişi kendisini
süsleyecek ve uygun hale getirecek şeylerle hazırlanmalıdır. Buna da misvakla
başlamalı ve misvak kullanmaya devam etmelidir. Ebû Nuaym bu hususta İbn Abbas'tan
şu tahricde bulunur: Sahabüer Hz. Peygamber'in yanına geliyorlar, misvak
kullanmıyorlardı. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Yanıma giriyor, misvak kullanmıyorsunuz; eğer (bunu
istemekle) ümmetime zorluk çıkarmış olmasaydım, kendilerine namazı farz kıldığım
gibi misvak kullanmayı da onlara farz kılardım".[712]
2) Uzadıklarında
tırnaklarını kesmek. Bu konuda delil de Ebû Eyyub el-Ensârî'den tahric ettiği
şu hadistir: Bir adam Hz. Peygamber'e gelip ona göğün haberini sordu. Allah
Resulü şöyle buyurdu: "Tırnaklarını kuşların tırnakları gibi, içinde
pislik ve kir olarak koyup bana göğün haberini mi soruyorsun?".[713]
3) Parmakların
orta ve dip boğumlarını temizlemek. Buna delil İbn Abbas'm rivayet ettiği şu
hadistir: Cebrail Hz. Peygamber'e gelmede gecikti ve bu durum dile getirildi.
Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Bana gelmede nasıl gecikmesin,
siz çevremdesiniz, misvak kullanmıyor[714],
tırnaklarınızı kesmiyor, bıyıklarınızı kısaltmıyor ve parmak mafsallarınızı
temizlemiyorsunuz".[715] Ebû
Nuaym şöyle der: Berâcim, içten parmak mafsallarmdaki düğüm (orta boğum),
revâcib ise bir kimse bir şahsın elini tuttuğunda parmak uçlarının ulaştığı
yerdir (dip boğum).
4) Kişinin,
rahatsızlık duyduğu bir ter veya koku duyduğunda yıkanması. Buna delil de Hz.
Aişe'den rivayet edilen şu hadistir: "İnsanlar Medine'nin Avali kesiminden
cumaya toz toprak içinde geliyorlar, vücutlarına toz ve ter siniyor,
kokuyorlardı. Bir defasında Resulullah benim yammdayken onlardan biri huzuruna
geldi. Resulullah şöyle buyurdu: Bari bugün için yıkansanız".[716]
5) Uzadığında
bıyığından alması. Buna delil de Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği şu hadistir:
"Sakalı uzatın, bıyığı alın".[717]
6) Saçı
olanın saçını taraması. Buna delil Câbir'den rivayet ettiği şu hadistir: Hz.
Peygamber saçı başı dağınık bir adam gördü ve şöyle buyurdu: "Şu kimse
saçını tarayacak birşey bulamamış mıdır?"[718]
7) Saçlarına
yağ sürmeyi, tarayıp düzeltmeyi ihmal etmemesi. Buna delil, Câbir'in
rivayet ettiği şu
hadistir: Ebû Katâde'nin
kulak yumuşaklarına inen çok saçı vardı. Resulullah'a bunu sordu,
Resulullah şöyle buyurdu: "Onu yağla ve iyi bak".[719]
8) Elbisesini
temiz tutmaya gayret göstermesi ve kirlenmeden koruması. Buna delil yine
Câbir'den rivayet edilen şu hadistir: Hz. Peygamber geldi ve saçı uzun zamandan
beri taranmamış bir adam gördü ve şöyle buyurdu: "Şu kimse elbisesini
yıkayacak ve saçını temizleyip tarayacak birşey bulamamış mı?".[720]
Ebu's-Salih'in şöyle dediği rivayet edilir: "Dünyadan, giyinip Ebû Hureyre
ile birlikte oturacağım iki beyaz elbiseden başka birşeye sahip olmayı temenni
etmiş değilim".
9) İmkân
bulduğunda güzel koku sürünmesi. Buna delil Hz. Aişe'den rivayet edilen şu
hadistir: "Hz. Peygamber ashabının yanına kötü kokuyla çıkmaktan
hoşlanmazdı. Gecenin sonunda güzel koku sürünürdü."
10) Kötü
kokulu yemekleri yemekten sakınması. Bunun delili Atâ'dan rivayet edilen şu
hadistir: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Kim şu bakladan yerse, çıkıp
mescidlerimize gelmesin".[721]
11) Yağlı
bir et yediği zaman yanındaki kimseyi rahatsız etmemesi için elini yıkaması.
Buna delil İbn Ömer'den rivayet edilen şu hadistir: Resulullah (sav) şöyle
buyurdu: "Kim bu etten birşey yerse elinin bulaşığını yıkasın, yamnda
bulunan kimseye eziyet vermesin".[722]
12) Alimi ve
onunla birlikte oturanları geğirtiyle rahatsız etmekten sakınıp geğirtisini
tutması. Bunun delili de îbn Ömer'den rivayet edilen şu hadistir: Bir adam
Resulullah'ın (sav) yanında geğirdi. ResuIIullah şöyle buyurdu: 'Tanımızda
geğirme"[723]
13) Giyilmesi
caiz olmayan elbiseler giymemesi. Bunun delili Abdullah b. Amr'dan rivayet edilen
şu hadistir: "Resulullah (sav) benim üzerimde asfurla (sarıya) boyanmış
iki elbise görüp şöyle buyurdu: Ey Abdullah b. Arar, bunlar kâfirlerin
elbisesidir, giyme".[724]
14) Beyaz
elbise giymesi. Çünkü bu ilim ehli için müstehap olup delili de Semüre'nin Resulullah'tan
(sav) rivayet ettiği şu hadistir: "Beyazı tercih edin, çünkü o sizin en
hayırlı elbisenizdir. Ölülerinizi onda kefenleyin, dirileriniz onu giysin. O en
güzel ve en temiz olandır".[725]
15) Sarık
sarması. Zira bu ilim ehlinin süsüdür. Ebû Nuaym bu konuda İbn Abbas'tan şu
rivayeti tahric etmiştir: Resulullah şöyle buyurdu: "Sarık sarın, hilminiz
artar".[726]
16) İlim
tahsiline güç yetirebilmesi için sıhhatini korumaya önem vermesi. Ebû Nuaym bu
konuyl-a ilgili olarak bazı hususlar zikretti ki başlıcaları şunlardır:
Kavrayış ve hafiza gücünü azaltacak, nefis ve bedende zayıflığa yolaçacak
şeylerden sakınması, kan vermeye ve ilaç olacak şeyler içmeye alışması,
yeşillik yerde ve akarsu kenarında oturarak görme gücünü kuvvetlendirmesi,
şişmanlamaya yolaçacak şeyleri terkederek vücudunu sıhhatli beslemesi, dersten
kesilmemesi için çok yiyip içmeyi terketmesi. Ebû Nuaym sonra bu kurallardan
her biri için bir delil getirmiş olup onun İbnü'l-Ezrak tarafından
Ravdatü'l-a'lâm'da Özetlenen sözlerine bakınız.
Bu baldan tatlı ve
susuz kimseye soğuk sudan daha lezzetli olup aydın kimsenin bugün öğretmen ve
ilim talipleri için ehli tarafindan söylenenlere muttali olduğu ölçüde,
Resulullah (sav) zamanında yaygın olan bu İslamî âdâbla sevinci artar ve
kaydettiklerimizle sevinir. Çünkü böylece dininin ve öğretilerinin sıhhati
koruma ve faydalı tasarrufa önem verme, ilerleme, temizlik ve uygarlık
konusunda en ileri öğretiler olduğunu bilmiş olur. Bu konuda Ebû Nuaym
el-Isfahânî'nin Adabü'l-müteallim, Hafız Abdülgani b. Said el-Bağdâdî'nin
Âdâbü'l-muhaddis, Nevevi'nin Tehzib'inin şerhinin mukaddimesine, Şeyh Bedrüddin
İbn Cemâa'nın Tezkiretü's-sâmi ve'1-mütekellim fi âdabi'1-âlim ve'1-müteallım[727], Seyyid Semhûdi'nin Cevâhirü'l-ikdeyn,
İbnü'l-Ezrak'ın Ravda, Sehâvi'nin Şerhu Elfıyyeti'l-Irâkî, Turunbâti'nin Buluğu
aksa'l meram adlı eserlerine bakınız. Seleften Taberâni ve Harâiti de güzel
ahlak konusunda eser yazmış olup Harâiti'nin biri güzel ahlaka biri kötü ahlaka
dair iki eseri vardır.[728]
Ebû Nuaym bu hususu
Adabü'1-müteaHimîn'de zikretmiş ve buna delil olarak da bilinen şu olayı
göstermiştir: Zeyd b. Sabit bineğe binmek isteyerek ayağını üzengiye koydu, İbn
Abbas da ona üzengiyi tuttu. Zeyd şöyle dedi: "Ey Allah Resulü'nün amcası
oğlu, onu bırak". İbn Abbas da "Biz alimlere ve büyüklere böyle
yaparız" karşılığım verdi.[729]
Belhi Aynu'l-Umde "saygı maksadıyla alimlerin üzengisi tutulur"
dediğinde, onun eserini şerheden Molla Ali el-Kârî, İbn Abbas'm bu kıssasını
zikrettikten sonra şöyle der: Hz. Ömer, binmesi için Zeyd'in üzengisini tuttu
ve "Zeyd ve arkadaşlarına böyle davranın" dedi.
Ahmed b. Hanbel ve
Tirmizi İbn Abbas'tan, yine Ahmed b. Hanbel ile Hâkim de Ubâde b. Samit'ten şu
m e r f û hadisi tahric etmişlerdir: "Büyüğümüze saygı göstermeyen,
küçüğümüze merhamet etmeyen ve alimimizin hakkını tanımayan kimse bizden
değildir".[730]
Bu hususu Ebû Nuaym
zikretmiş olup Sahih-i Buhari de İbn Mesud'dan rivayet edilen şu hadisi delil
göstermiştir: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Sizden akıl ve anlayış
sahibi olanlar yanımda olsun, sonra da onların ardından gelenler bulunsun".[731]
Ayrıca Semüre'nin rivayet ettiği şu hadisi delil göstermiştir: Resulullah (sav)
şöyle buyurdu: "Bedeviler, namazda kendilerine uymak üzere muhacirlerle
ensarın arkasında dursunlar".[732] Bu
uygulamayı ahlak edinmeyi emretmek ve ders meclislerinde talebeleri hakkında
bunu nazarı itibara almak İmam Mâlik'in hareket tarzı idi.
Bu konuyla ilgili
ayrıntıları İbnü'I-Arabi Ahkâm'da zikretmiştir. Sözkonusu meclislerden biri Hz.
Peygamber'in meclisi olup orada öncelik hicret, ilim ve yaşa göredir. Bir
diğeri cuma meclisi olup önceliğin akıl ve anlayışa göre olduğu imamın
yanındaki yer dışında öncelik erken gelişe göredir. Bir diğeri zikir (öğüt)
meclisi olup burada herkes geldiğinde meclisin son tarafında boş bulduğu yere
oturur. Bir diğeri savaş meclisi olup burada insanlardan kahraman ve lider
özelliği taşıyanlar öne geçirilir. Bir diğeri görüş ve danışma meclisi olup
burada işten anlayan kimse öne geçirilir. Bu, bir yönden zikir meclisine
dahildir. Bütün bunları şu âyet-i kerime tazammun eder: "...ki Allah
sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin"
(Mücadile58/ll). Böylece kişi önce imanıyla ve ikinci olarak da ilmiyle
yükselir. Sahih-i Buharî'de şu rivayet nakledilir: Ömer b. Hattâb, İbn Abbas'ı
büyük sahabilerden öne geçirdi. Bu konuda Hz. Ömer'le konuştular, o da
kendilerini ve İbn Abbas'ı çağırdı. Onlara Nasr sûresinin tefsirin sordu,
sustular. İbn Abbas ise şöyle dedi: "Bu sûre, Resulullah'ın (sav) ecelinin
geldiğini göstermekte olup Allah bunu kendisine bildirmiştir." Hz. Ömer de
şöyle dedi: "Ben bu sûreden ancak senin bildiğini biliyorum!".[733]
Kadı İbnü'l-Arabî
el-Meâfîrî şöyle der: "İlim tahsili için şeriat ehlinden seyahat eden ilk
kimse Hz. Musa'dır".[734]
Gazzâli de şöyle der: "Ashab zamanından zamanımıza kadar ilim sahasında
adı geçip de ilmi yolculukla elde etmeyen ve onun için yolculukta bulunmayan
pek az kimse vardır". Genelde ilim için yolculuk yapmak konusuyla ilgili
emir Kur'an-ı Kerim'de şu âyette vaki olmuştur: "Her topluluktan bir
grubun toplanıp dini iyice öğrenmeleri ve kavimleri kendilerine dönüp
geldikleri zaman (Allah'ın yasak kıldığı şeylerden) kaçınmaları için onları
uyarmaları gerekmez mi?" (Tevbe 9/122).[735]
İbn Abdilber, Mâlik b.
Dinar'dan şu nakilde bulunur: Allah Teâla Hz. Musa'ya şunu vahyetti:
"Demirden iki nalin edin, sonra ilim ara, ta ki nalinlerin parçalansın ve
asan kırılsın". Buhari Sahihinde "İlim talebi için yolculuk
babı" başlığına yer vererek şu rivayeti zikreder: "Câbir b. Abdullah,
bir tek hadis için bir aylık mesafaye Abdullah b. Üneys'in yanına yolculuk
etti".[736] İbn Abbas'tan da
"seyahat eden" (Tevbe 9/112)[737]
ifadesinden kastedilenlerin ilim talipleri olduğu nakledilir. İbn Mesud şöyle
der: "Eğer Allah'ın Kitabı konusunda benden daha bilgili birini bilseydim
onun yanma yolculuk ederdim".[738]
Seyahatin faydalan ve seyahatte bulunanlarla ilgili olarak Hatib el-Bağdâdî müstakil
bir cüz kaleme almıştır.[739]
Onların Nebevi
mirastan kastettikleri ilimdir. Çünkü peygamberler ne bir dinar ne bir dirhem
değil sadece ilim miras bırakmışlardır. Ashabın bu teşviki Resulullah'ın (sav)
vefatından sonra sözkonusudur.
Taberâni el-Mu'cemü'1-evsat'ta,
Seyyid Semhûdi Cevâhirü'l-ikdeyn'de hasen bir senedle Ebû Hureyre'den şu
rivayeti tahric ederler: Ebû Hureyre Medine pazarına uğradı ve orada durarak
şöyle dedi: "Ey pazar halkı, sizi alıkoyan nedir?" Onlar "nedir
bu (sözünü ettiğin)?" dediler, o da "Hz. Peygamber'in mirası
paylaştırılıyor, sizse buradasınız! Gidip ondan nasibinizi almalı değil
misiniz?" karşılığını verdi. Onlar "nerede?" diye sordular, o da
"mescidde" dedi. Pazar halkı süratle çıkıp gittiler, Ebû Hureyre de
onlar dönünceye kadar kendileri için pazarda bekledi. Dönüp geldiklerinde Ebû
Hureyre "ne oldu?" dedi, onlar "mescide gittik, içeri girdik,
orada paylaşılan birşey görmedik" karşılığını verdiler. Ebû Hureyre onlara
"mescidde kimseyi görmediniz mi?" diye sordu, onlar "evet, namaz
kılan, Kur'an okuyan, helal ve haramı müzakere eden gruplar gördük"
dediler. Bunun üzerine Ebû Hureyre onlara "vah size, işte bu efendimiz Hz.
Muhammed'in. (sav) mirasıdır!" dedi.[740]
Ebû Ömer İbn Abdilber,
Selman b. Mihrân'dan şu nakilde bulunur: Kurrâ'dan birini duydum şöyle diyordu:
"Bana ulaşan habere göre Irak'ta bir topluluk ilim üzerine tartışıyorlar,
biri 'bunlar kimdir?' diye soruyor, ona şöyle deniliyor: Allah Resulü'nün
mirasını paylaşan bir topluluk!".[741]
Ahmed b. Hanbel ve Ebû
Ya'Ia, Ebû Ümâme'den şöyle dediğini tahric ettiler: Resulullah (sav) bir
topluluğa uğradı, bir k a s s â s (kâss, çoğulu: kussâs) da kıssa anlatıyordu.
Resululiah'ı görünce durakladı, Hz. Peygamber ona "anlat, şurada fecir
vaktinden güneş doğuncaya kadar oturmam, bana dört köle azat etmemden daha
sevimlidir, Şurada ikindi namazından güneş batıncaya kadar oturmam, bana dört
köle azat etmemden daha sevimlidir" buyurdu. Hafız Heysemi bu hadisi
Mecmau'z-zevâid'de kaydederek Ahmed b. Hanbel'e ve Taberâni'nin
el-Mu'cemü'l-kebir'ine isnad ederek şöyle der: Ravileri mevsuk tur (güvenilir),
fakat senedinde, Ebû Ümâme'den nakleden Ebü'1-Ca'd vardır. Eğer o Ebü'1-Ca'd
el-Gatafânî ise, Sahihin ravilerindendir, eğer başka biriyse onu tanımıyorum.[742]
Bedir ehlinden
birinden de Resulullah'ın (sav) şöyle dediğini duyduğu nakledilir: "Böyle
bir mecliste oturmam, bana dört köle azat etmemden daha sevimlidir". Şu'be
şöyle der: "Hangi meclisi kastediyor?" dedim, "o kassâsdı"
cevabım verdi. Bunu Ahmed b. Hanbel rivayet etmiş olup senedinde Kerdûs b. Kays
vardır. İbn Hibban onun güvenilir olduğunu söylemiştir. Hadisin diğer ravileri
de Sahih'in ravileridirler.[743]
Abdülcebbâr
el-Havlânî'den şöyle dediği nakledilir: Allah Resulü'nün ashabından biri
mescide girdi, Ka'b da kıssa anlatıyordu. Şöyle dedi: "Kim bu?".
Onlar da "Ka'b bize kıssa anlatıyor" karşılığını verdiler. Bunun
üzerine o şöyle dedi: Resululiah'ı şöyle derken duydum: "Emir (yönetici),
memur ve kendini beğenmişten başkası kıssa anlatmaz". Bu haber Ka'b'a
ulaştı, ondan sonra artık kıssa anlattığı görülmedi. Bunu Ahmed b. Hanbel
rivayet eder.[744] Heysemi, bu hadisin
isnadımn sahih olduğunu söyler. Avf b. Mâlik'ten şöyle dediği nakledilir:
Resululiah'ı (sav) şöyle derken duydum: "Emir, me'mur ve gösteriş düşkünü
(mütekellif, çalımlı) olandan başkası kıssa anlatmaz". Bunu
"mütekellif" ifadesi olmaksızın Ebû Davud rivayet etmiştir.[745]
Taberâni de el-Mu'cemü'1-evsat'ta rivayet etmiştir. Heysemi şöyle der: Bunun
senedinde Ebül-Abbâs er-Razı mevcut olup onun biyografisini veren kimse
görmedim. Ubâde b. Samit'ten, Hz. peygamberin şöyle buyurduğu nakledilir:
"Emir, me'mur ve gösteriş düşkününden başkası kıssa anlatmaz". Bunu
Taberâni el-Mu'cemü'1-kebir'de rivayet etmiş olup isnadı hasendir.[746]
Molla Ali el-Kârî
Şerhü'l-Mişkât'ta şöyle der: Kass, kıssa, ahbâr (tarih v.s.) ve mev'ıza
anlatmak demektir. Bundan maksadın özellikle hutbe olduğu da söylenmiştir.[747]
Ondan başkaları şöyle der: Kasas, kıssa anlatmak demek olup kendilerine vazeden
kimse kastedilerek vaaz için de kullanılır. Bu da ya emir veya memur kimse olur
veya her ikisinin de vazetmesi caizdir. Kendini beğenmiş kimseye gelince, o da
liderlik ve böbürlenme gayesiyle vazeder. Bu ise hutbede kabul edilemez olup bu
konuda yetki emirler veya onların bununla görevli kıldıkları kimselere aittir.
Tîbi Şerhu'l-Mişkât'ta şöyle der: "Kim vazeder ve kıssa anlatırsa onların
grubuna dahil olup işi yöneticilere bırakılmıştır". Mecmau
bihâri'l-envâr'a bakınız.
Suyûti'nin
el-Iklü'inde "Onlara Allah'ın günlerini hatırlat" (İbrahim 14/5)
âyetiyle ilgili olarak İbnu 1-Arabî'den şöyle dediği nakledilir: Bu âyet,
kalpleri yumuşatan vaaz konusunda temeldir.[748]
Derim: Bu başlık
altında kaydedilen hadisler, seleften bazılarının kıssa anlatmayı reddetmeleri
ve kıssacıları kötülemeleriyle çelişmez. Gazzâli el-İhyâ'da Hasan-ı Basri'nin
kıssalarında ahiret ilmi, ölümü hatırlatma, nefsin ayıpları, amellerin afetleri,
şeytanın vesveseleri ve bunlardan sakınma yollarına dikkat çekme, Allah'ın
nimet ve lütuflarını, kulun şükürde kusurunu hatırlatma, dünyanın aşağılığı ve
geçiciliği, zamanın azlığı, ahiretin önemi ve ahiret hallerini tanıtma gibi
konularda konuştuğunu belirttikten sonra şöyle der: "İşte bu, şer'an
övülen öğüttür." Gazzâli sonra "tezkir" (Öğüt) adını
hurafelerine veren, övülen öğüt verme yolundan sapıp ayrılıklar, fazlalık ve
noksanlığın yol bulduğu, Kur'an'da varid kıssalardan ayrılan ve onlara ilavede bulunan
kıssalarla meşgul olan kimseler hakkında konuşarak şöyle der: Kimi kıssalar var
ki dinlemesi fayda, kimi de var ki doğru bile olsa zarar verir. Sonuç olarak,
övülen kıssalar Kur'an'da mevcut olanlarla sahih kitaplarda bulunan haberlerden
ibarettir.[749] İthafta müellif şöyle
der: İbn Ebi Şeybe ve Mervezi İbn Sirin'den şöyle dediğini tahric ederler:
Basra'da bir kıssacının kıssa anlattığı haberi Hz. Ömer'e ulaştı, ona şu âyeti
yazdı: "Elif, lam, ra, bunlar apaçık kitub'ın ayetleridir. Biz onu Arapça
bir Kur'an olarak indirdik ki anlayasmız. Biz bu Kur'an'ı vahyetmekle, sana
kıssaların en güzelini anlatıyoruz" (Yusuf 12/1-3). Adam Hz. Ömer'in
maksadını anladı ve kıssacılıktan vazgeçti. Abd b. Humeyd Tefsir'inde Kays b.
Sa'd'dan şu tahricde bulunur: İbn Abbas, Ubeyd b. Umeyr'e uğradı, o kıssa
anlatıyordu. İbn Abbas şöyle dedi: "Kitab'da İsmail'i de an" (Meryem
19/54), "Kitab'da İdris'i de an" (Meryem 19/56); bize Allah'ın (ibret
olarak zikrettiği) günlerini an ve Allah'ın övdüğü kimseleri öv.[750]
Bu konuda Hafız
Îbnü'l-Cevzî'nin Kitâbü'l-Kussâs ve'1-müzekki-rin[751],
Ebû Ahmed b. Amr b. Ebû Asım'ın Kitâbü'l-Müzekkir ve't-tezkîr ve'z-zikr, Hafız
Irâki'nin el-Bâis ale'l-halâs min havâdisi'l-kussâs[752] adlı
eserlerine bakınız. Hafız Suyûti'nin de k a s s â s lara dair bir risalesi
vardır.[753]
Zebidi İthafta şöyle
der: Zikrettiklerimizin hülasası şudur ki ilmin türlerinde mahir alim, Allah
Resulü'nün hadislerini hıfzeden, sahihini zayıfından ayırdeden, müsnedini,
maktûunu ve munfasılını anlayan, tarih ve selefin siyerini bilen, zahidlerin
haberlerini belleyen, Allah'ın dininde fakih, Arapça ve lügat bilgisine sahip
kimseden başkasının insanlara kıssa anlatmaması gerekir. Bütün bunların temeli
de Allah'tan sakınma (takva) olup bu insanların mallarına karşı olan tamahı
kişinin kalbinden çıkarır. İbnul-Cevzî de bu şekilde tesbit ve değerlendirmede
bulunmuş olup onun eserine bakınız.[754]
Tenbih: Ebû Nuaym ve
Askeri'nin tahric ettiklerine göre Temim ed-Dârî ayakta kıssa anlatmak
konusunda Hz. Ömer'den izin istedi. Hz. Ömer kendisine izin. verdi, o da ayakta
kıssa anlattı.[755]
Önemli bir bilgi: İbn
Sa'd Tabakât'ında Ümmü'l-Hasan el-Basrî'nin biyografisini vererek Üsâme b.
Zeyd'e varan senediyle, onun da annesinden rivayeti olarak şu tahricde bulunur:
Ümmü'l Hasan el-Basrî'yi kadınlara kıssa anlatırken gördüm.[756] Bu
Ümmü'l-Hasan büyük sahabilerin zamanında yaşadı ve Ummü Seleme ile
Resulullah'ın (sav) diğer hanımlarından rivayette bulundu. İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında Hasan'dan şöyle dediği nakledilir: "Esved b. Serî[757]
şair bir adamdı ve bu mescidde kıssa anlatan ilk kimseydi. O şöyle der:
"Resulullah ile birlikte dört gazvede bulundum". Yine Tabakât'ta
Hasan'dan şu rivayet nakledilir: Esved b. Seri mescidin arka ta-rafinda öğütte
(tezkir) bulunurdu. Tabakât'ta (VII, 28) Esved'in biyografisine bakınız.[758]
Ahmed Taşköprizâde
Miftâhu's-saâde'de[759] Hz.
Peygamber'in tıbbı ilmini, insanların kendisiyle meşgul oldukları ilimler
çerçevesinde zikreder. O şöyle der: Tıbb-ı Nebevi ilmi, ferâizin fikıhtan ve
göz doktorluğunun tıptan çıkışı gibi hadisten ortaya çıkmıştır. Bu insan
vücudunun beslenip korunması konusunda Hz. Peygamberin ne söylediği hususunun
öğrenildiği bir ilimdir. Konu ve esasları hadis ilmine kıyas yapılarak
belirlenir. Gaye ve faydası ise gizli kalmayacak kadar açıktır. Bu konuda İmam
el-Müstağfirî üstün bir eser kaleme almıştır. İbn Tarhân'ın kitabından daha
kapsamlı ve faydalısı ise yoktur. Dileyen onu bulabilir.[760]
Keşfuzzunûn müellifi
de bu ilimle ilgili olarak bir başlık açmış olup şöyle der: Bu konuda eser
kaleme alanlardan biri de Ebû Nuaym el-Isfahânî'dir. Ebü'l-Hasan Alf b. Musa
er-Radî, Me'mûn için bu konuyu kapsayan bir risale yazdı. Bu konuda Habib
en-Nisâbûrî, İbnü's-Sünnî, Abdül-melik b. Habib ve Hafız Suyûti de eser
yazmışlardır. Suyûti'nin eserinin adı el-Menhecü's-sevî ve'1-menhelü'r-revî
fî't-tıbbi'n- nebevi[761]
olup baş tarafı şöyledir: "Her nefse yaratılışını veren Allah'a
hamdolsun..." Eser üç "fenn"e ayrılmış olup birincisi tıbbın
kuralları, ikincisi ilaçlar ve gıdalar, üçüncüsü de hastalıkların tedavisine
dairdir.[762]
Derim: Suyûti bu
eserini Hafiz Zehebi'nin et-Tıbbü'n-nebevi adlı eserinden özetlemiştir. O eser
de bu tertipte olup defalarca basılmıştır.[763]
Keşfuzzunûn müellifi, İbn Tarhân'ın Taşköprizâde tarafından kaydedilen eserini
zikretmemiştir. Bu, bir ciltlik nefis bir eser olup adı el-Ahkâmü'n-nebeviyye
fî's-sınâati't-tıbbıyye'dir. Müellifi İmam Ebü'l-Hasan Ali b. Mühezzebüddin
Ebü'l-Mekârim Abdülkerim b. Tarhân b. Baki el-Hamevî es-Safedî[764]
olup Matlau'n-nücûm fi şerefi'l-ulemâ ve'1-ulûm adlı eserin de müellifidir. İbn
Tarhân tıbba dair eserini on baba ayırmış ve Buhari ile Müslim'in ittifakla
tahric ettikleri tıpla ilgili kırk hadise dayandırmıştır. Birinci bâb
hastalıklar ve tedavisi, tedavi olunmayı emir, tabipliği bilinmediği halde
tedaviyle uğraşan kimseler hakkında varid olan hadislere dairdir. İkinci bâb
yeme, içme, uyku v.b. konularda sağlığın konunmasıyla ilgili hususlara delalet
eden hadislere dairdir. Üçüncü bâb tıbbın temeli, bunun vahiy, tecrübe veya
kıyas mı olduğu, vazedilişi, fazileti, akla ve şeriate uygunluğuna dairdir.
Dördüncü bâb ise sıhhat ve fazileti ve bu konuda varid olmuş hadislere dairdir.
Beşinci bâb hastalık ve fazileti, bu konuda varid olmuş haberler ve biraz da
muskaya dair bilgileri ihtiva etmektedir. Altıncı bâb hasta ziyaretinin
fazileti ve bu konuda varid olmuş Nebevi hadislere dairdir. Yedinci bâb ilk
kırk hadisten ayrılıp çıkarılan ve bunların çoğuna dikkat çeken tıpla ilgili
hadislere dairdir. Sekizinci bâb tedavinin mi tedaviyi terketmenin mi daha
faziletli olduğu konusundaki görüş ayrılığı ve her grubun dayandığı delillere
dairdir. Dokuzuncu bâb perhiz ve fazileti ile perhizli için yazılan şeye
dairdir. Onuncu bâb müfred (basit, bileşik olmayan) ilaçlar, güçleri, faydalan,
bunlarla ilgili tıbbî hadisler v.s. hakkındadır. Bu eser nadir bulunan ve
müellifinin biyografisinin doğan tüneği olan bir kitaptır. Bende eski bir
nüshası mevcut olup doğulu bir katip tarafından Şam Nâsıriyye kütüphanesinde ve
müellifin devrine yakın bir zamanda yazılmıştır. Onu 1324 (1906) yılındaki
ziyaretim sırasında Medine-i Münevvere'de elde etmiştim.
Hafız İbn Kayyim
Tıbb-ı Nebeviye dair faydalı bir bölüme Zadü'l-meâd'da yer vermiş, Şihâbüddin
el-Kastallânî de el-Mevâhibü'1-ledüniy-ye'de onu izlemiştir. Bunların her ikisi
de daha önce geçenlerin verdikleri bilgilerin özünü kaydetmişlerdir. Allah
onları hayırla mükafatlandırsın.
Şihâbüddin Ahmed b.
Salih el-Ektâvî ed-Der'î'nin el-Hediyyetü'l-makbûle fi huleli't-tibbi'l-meşmûle[765]
adlı eserinde şöyle denir:
Bu Nebi Mustafa,
seçilen
Ve efendisi gelenlerin
ve geçenlerin
Afsunladı, tedavi
etti, tedavi oldu ve kan aldırdı
Tevekkülle ki onda
biraraya geldi
Doğru tevekkülü emir
Bizim gibilerden
tasrih ifade eder
Tedavide sünneti var
Resulün
Ve hastanın gönlünü
hoşetmek.
Müellif
el-Hediyye'sinin şerhinde şöyle der: Burada nakli uzun sürecek, ehli
tarafından esas ve teferruatıyla bilinen birçok hadisin ve çok sayıda muteber
haberin tasrih ettiği gibi tedaviye sâri (Hz. Peygamber) tarafından izin
verilmesi konusunda, onun bizzat uygulaması ve bu hususta kendisinden
nakledilenler yeter.
Cenab-ı Peygamber'den
bu konuda nakledilen hikmet incileriyle ilgilenmeye İslam bilgelerinden biri
olan Şeyh Davud el-Antâkî de önem vermiş olup et-Tezkire'de çeşitli yerlerde bu
hususa temas etmiştir. Bunlardan biri istiskâ (hidropisi, vücudun bir yerinde
su toplanması) hastalığını anlattığı yerdir. Burada sözü, sözkonusu hastalığın
ilacının deve sütü ve idrarı olduğunu anmaya getirerek şöyle der: Bu, istiskâ
hastalığının her üç türünde de gayedir. Özellikle develer çölde bulunurlarsa.
Çünkü bu durumda yavşan otu ve misk otu ile güzelleşir. Bu konuda şeriat
sahibinden hadisler nakledilmiş olup İbnu s-Sünnî, Ebû Nuaym, Ahmed b. Hanbel
ve garîb bir hadis de Tirmizi tarafından tahric edilmiştir.[766]
Antâkİ daha sonra Ureniyyin kıssasını zikreder ki özeti şudur: Bir kavim
Medine'de Hz. Peygamberin yanına geldi ve bir rivayete göre sıtmaya bir
diğerine göre ise Medine havası kendilerine iyi gelmeyerek karın ağrısı ve
kötü bir kokuya musab oldular. Bir diğer rivayette ise karınlarının bozulduğu
kaydedilir. Resulullah (sav) da onları zekât develerinin yanına gönderdi;
develerin süt ve idrarından içtiler. Onların kıssası meşhurdur. Hz.
Peygamber'in bunu emretmesi istiskanın zayıflatıcı ve bulaşıcı bir özellik
taşımasından olup müfret (basit) ilaçlar bahsinde geçtiği üzere bu anılan
hususlarda sözkonusu hastalığa tetabuk eden kesici, açıcı ve giderici Özellikler
mevcuttur. Son rivayette "berriyye" ile tahsiste bulunması[767] ya
olayın bir defadan fazla meydana geldiğini ve böyle yapmaları emrolunanlann
hastalığının daha şiddetli olduğunu gösterir ki tavşan otu ve beşparmak ağacı
gibi bu konuda bizzat etkili olan halis maddeleri otlamalarından dolayı
"beriyye" özellikle belirtilmiştir. Veya olay bir tek defa meydana
gelmiştir ve bu durumda ise mutlakm mukayyede hamledilmesi (develerden çöl
develerinin kastedilmesi) sözkonusudur. Bu olaydan hareketle bazı müçtehidler,
Hz. Peygamberin emrinden dolayı eti yenilen hayvanların idrarının temiz
olduğunu ileri sürmüşlerdi. Bazıları ise bu emrin sözkonusu hayvan idrarının
temizliğini gerektirmediğini, zaruret taayyün ettiğinde lokmayı şaraba batırıp
yemekte olduğu gibi bunun da zaruretten dolayı caiz olduğunu belirtmişlerdir.
Şu da bilinmelidir ki Hz. Peygamber'in kendisine has şeylerle tedavide
bulunması, bunun sözkonusu hastalığa faydalı olmasını gerektirmez. Çünkü
Resulullah (sav) bazan aklın uygulanmasını uygun görmediği şeylerle de
tedavide bulunuyordu. Kim bu konuda bir şeye muttali olursa bilmeli ki bu bir
tür mucize sayılır. Mülâibü'l-esinne ile ilgili kıssada geçtiği üzere o Hz.
Peygamber'e istiskadan dolayı şikayette bulundu, o da üzerine tükürdüğü bir toprak
parçasını kendisine gönderdi. Onu içtiğinde iyileşti.[768]
el-Tezkire'den verilen bilgiler burada sona erdi.Davud el-Antâkî'nin cüzam ve
humma ile ilgili olarak yazdıklarına bakarsanız hayret edersiniz.
İbn Kayyim
et-Turuku'1-hükmiyye'sinde (s. 164) Hz. Peygamber'in "Cüzamlılara uzun
süre bakmayın"[769]
sözü ile ilgili olarak şöyle der: Bunda büyük bir fayda mevcut olup o da şudur:
Tabiat intikal edici olup cüzamlıya bakış sürdürülünce tabiatın nakli yoluyla
bunun kendisine de isabet etmesinden korkulur. Halk arasında tecrübe
edilmiştir ki cinsi münasebet sırasında cima eden kimse bir şeye baksa ve
bakışını sürdürse o şeyin özelliği çocuğa geçer. Beyhaki[770] ve
başkalarının kaydettiklerine göre Hz. Peygamber Beni Gıfâr kabilesinden bir
kadınla evlendi ve zifafa girdi. Kadına elbisesini çıkarmasını emretti, o da
çıkardı. Hz. Peygamber kadının memesi yanında bir beyazlık gördü ve yatağı
terketti. Sabah olunca da kadına ailesinin yanına gitmesini söyleyerek mehrini
verdi.[771]
Yine İbn Kayyim'in
Zâdü'l-meâd'ı ve Mecdüddin el-Fîrüzâbâdî'nin Sifrü's-saâde'sinde şu bilgi
verilir: Hz. Peygamber balık ile sütü, süt ile ekşi şeyleri, iki sıcağı iki
soğuğu, iki yapışkanı, iki kabız edici şeyi, bir kabız ediciyle bir müshili,
iki müshili, iki katı şeyi, biri çabuk diğeri geç hazmedilen iki şeyi,
kızartılan ile pişirileni, taze ile kurutulmuşu, süt ile yumurtayı ve et ile
sütü birlikte yemezdi. Bayat bir yemeği, kokmuş yiyeceği, tuzlu ve ekşi yiyecekleri
de yemezdi. Hazım maksadıyla suyla karıştırılmış süt, ıslatılmış hurma suyu ve
son derece soğuk suyla karıştırılmış bal yediği sabittir.[772]
Hz. Peygamber'in
yiyecekleri ve bununla ilgili hususlar hakkında geniş bilgi için Fâkihi'nin
el-Menâhicü's-seniyye'si ile efendimiz babamın sünnete dair eserine bakın,
hayretten hayrete düşersiniz.
Birbirini yalanlayan
sözlerden biri de filozof İbn Haldun'un tarihinin mukaddimesinde tedavi türleri
ve dayanaklarıyla ilgili bilgi verirken zikrettiği şu husustur: Ümran ehlinden
bedevilerin çoğu zaman bazı şahısların kısıtlı tecrübelerine dayandırdıkları
ve kabilenin yaşlı erkek ve kadınlarından tevarüs ettikleri bir tedavi usulleri
vardır. Bazan bununla sıhhate kavuşul-duğu olursa da bu tabiî bir kurala ve
mizaca uygunluğa dayanmamaktadır. Araplar arasında Haris b. Kelede ve başkaları
gibi bu tür tanınmış tabipler vardı. Şeriyât'ta nakledilen tedavi yollan da bu
kabilden olup vahye dayanmamaktadır. Bu, Araplar arasında uygulanagelen bir
adetten ibarettir.[773] İbn
Haldun'un katı sözleri sona erdi. Aferin allame Şeyh Abdülhadi el-Ebyârî
el-Mısrî'ye ki Suûdu'l-metâli'de (II, 155) onun sözlerinin ardından şöyle der:
"Derim ki bu bir sürçme olup nazara alınmaması gerekir. Nasıl olur ki Hz.
Peygamber, bal içmesini emredip de iyileşmeyen karnı ağrıyan adama 'Allah doğru
söyledi, senin karnın yalan söyledi'[774]
buyurmuştur".
Şeyh Davud'un daha
önce kaydettiğimiz sözünü okuduğun zaman, onun bu konudaki inancının İbn
Haldun'unkinden daha sağlam olduğunu görürsün. Soylu at bazantökezler.
Mükemmellik yalnız Allah'a mahsustur. Bu konuyu Suyûti'nin el-lklîl'de Kirmâni'nin
el-Acâib adlı kitabından naklettiği bir latife ile kapatalım: Hristiyan bir
tabip Ali b. Hüseyin'e "Sizin kitabınızda tıp ilmine dair hiçbir şey
yoktur. İlim iki tanedir: Ebdan (vücut) ilmi ve edyân (din) ilmi" dedi. O
da şu karşılığı verdi: Allah tıbbı yarım âyette toplamış olup o da şudur:
"Yiyin için, fakat israf etmeyin" (A'râf 7/31). Bunun üzerine tabip
şöyle dedi: "Sizin kitabınız Calinûs'a (Galen) hiçbir tedavi şekli
bırakmamış!".[775]
Hafız İbn Receb,
"Allah, dolduğu zaman mideden daha kötü olan bir kap yaratmamıştır. Mide
mutlaka doldurulacaksa üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe ve üçte birini
de hava için (nefes alıp vermeye) ayır”[776]
hadisi ile ilgili olarak şöyle der: Bu, tıbbın bütün esaslarını kendisinde
toplayan büyük bir esastır. Rivayet edildiğine göre tabip İbn Mâseveyh bu
hadisi îbn Ebî Hayseme'nin eserinde okuduğunda şöyle demiştir: Eğer insanlar bu
sözleri, yani Hz. Peygamberin "İnsanoğluna, bir daha yiyinceye kadar
belini doğrultacak birkaç lokma yeter"[777]
sözünü uygulasalardı hastalıklardan selamette olur ve hastaneler ile eczacı
dükkânları kapanırdı, Kurtubi Şerhu'l-esmâ'da şöyle der: Eğer Bokrat (Hıpokrat)
bu bölümlemeyi duysaydı, bu hikmetten dolayı hayrette kalırdı[778],
İhyâ'da şu bilgi verilir: Bu hadis, yani midenin üçe bölünmesi hadisi
felsefecilerden birine zikredildi, o "az yeme konusunda bundan daha
esaslı bir söz duymadım" dedi.[779]
Bundaki hikmet eserinin apaçık olduğunda şüphe yoktur.
İbn Kayyım
Zâdü'l-meâd'da şöyle der: Gıda alma mertebeleri (ölçüsü) üçtür: Birincisi
(asgari) ihtiyaç mertebesi, ikincisi kifayet (yeterlilik) mertebesi, üçüncüs
de fazlalık mertebesidir. Hz, Peygamber, gücünün düşmeyeceği ve
zayıflamayacağı ölçüde belini doğrultacak birkaç lokmanın kişiye yeteceğini,
eğer bunu aşmak istiyorsa midesinin üçte birini yemeye, üçte birini suya ve
diğer üçte birini de nefese ayırmasını haber vermiştir. Bu da vücut ve kalp
için en faydalı olanıdır.[780]
Bilginin devamı için adıgeçen esere bakınız.
Seffârini'nin Şerhu
Manzumeti'l-âdâb'ında geçtiği üzere Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde Hz. Aişe'den
şöyle dediği nakledilir: "Allah Resulü, ailesinden biri (hastalıktan)
şikayette bulunduğunda, o iki taraftan birine ulaşıncaya (yani iyileşinceye
veya ölünceye) kadar (ilaç bulunan) çömleği ateşten indirmezdi".[781] Bu,
sekizinci Bölüm'de tıpla ilgili bâbda Ekensûs'un el-Ceyşü'1-aremrem adlı
eserinden nakledilen bilginin de[782]
temeli olup ona bakınız.[783]
Buhari, "ilimle
ilgili olarak gece sohbeti (semer) babı"[784]
başlığına yer verir. Ebû Hassân'ın Abdullah b. Amr'dan rivayeti olarak Ebû
Davud'un tah-ric edip Ebû Huzeyme'nin de sahih olduğunu kaydettiği, ancak
Buhari'nin şartına uygun olmayan rivayet şöyledir: "Hz. Peygamber sabaha
kadar bize Beni İsrail'den söz eder, farz nanîazdan başkası için
kalkmazdı".[785]
Bunu Ah-med b. Hanbel ve el-Mu'cemü'I-kebir'de Taberâni tahric etmiş olup Heysemi
ravilerinin Sahihin ravileri olduğunu belirtir. İmrân b. Husayn'dan şu rivayet
nakledilir: "Resulullah bütün gece boyu bize Benî İsrail'den sözeder, farz
namazdan başkası için kalkmazdı".[786]
Derim: Hz. Peygamber
bunu Allah'ın emrine uyarak yapmış olup Kur'an'da şöyle buyrulur: "Onlara
Allah'ın günlerini (geçmiş milletlerin başlarına gelen olayları) hatırlat"
(İbrahim 14/5).[787] Bir
diğer âyet de şöyledir: "Allah size (helal ve haram olanı) açıklamak ve
sizi sizden öncekilerin yollarına iletmek istiyor" (Nisa 4/26). Bu
âyetlerin anlamı şudur: "Onlara geçmiş milletlerin başından geçen olayları
anlat" ve "Allah size bilmediğiniz maslahatlarınızı ve güzel
amellerinizi öğretmek, yollarına tabi olmanız için sizden önce gelip geçmiş
hayır ve anlayış sahibi kimselerin yollarına sizi ulaştırmak ister". Tarih
ilminde, geçmiş milletler ve yokolmuş nesillerin durumları; şahısların adlan,
lakap, künye ve neseplerinin tesbiti, adet ve haberleri, ilimlerinin ürünleri,
eserleri, sanatları, alışkanlıkları, düşüş ve yükselişleri kapsamlı bir
şekilde ele alınarak araştırılır. Bu bir ilim olup milletler ve nesillerin
akıllıları o konuda yansır, hükümdarları iftihar duyar. Hatta avamdan ve
sıradan kimseler bile onu bilmeyi arzular, onu elde etmek için yollara düşülür,
seyahatler yapılır. Allah'ın bize Kur'an'da peygamberler ve ümmetleri arasında
geçen şeyleri anlatması, onların sürelerini, yurtlarını, Sebe, Ahkâf, Hicr,
Mekke, Medine, Medyen ve Mısır gibi yerlerinin adlarını açıklaması sana yeter.
Bununla, zamanın devirlerinin, dönüşümün, tazeliğin, solup gidişin, imarın ve
yıkılışın birbirini takib ettiğini bize açıkladı. Gerçeklere bakmamız, onlarla
ilgili olarak münakaşa yapmamız, zanlardan uzaklaşıp onlara meyletmememiz,
Allah'ın yarattığı harikaları görmemiz için dolaşmamızı emretti. Kullarına,
sığındıkları ve içinde korundukları yüce dağlar, içinden çıkanlardan
faydalanıp üzerinde de yolculuk ettikleri geniş ve taşkın denizler, çiçeklerle
süslenmiş ve meyvelerle bezenmiş bahçeler lütfetti. Bize (Hz. Yusuf un atıldığı)
kuyuyu (Yusuf 12/10)[788],
Kehfı (Kehf 18/20), hendeği (uhdûd: Burûc 85/4), mağarayı (Tevbe 9/40), sarayı
(Hac 22/45), evi (İsra 17/93), yurdu (A'raf 7/145), köyleri (Kasas 28/59),
şehirleri (A'râf 7/111), burçları (Nisa 4/28), kaleleri (Haşr 59/2), meskenleri
(Kasas 28/58), kilise ve havraları (Hac 22/40), oturma yerleri (mekâid: Cin
72/9), direkleri (Ra'd 13/2), kaleleri (Sebe 34/13) mescidleri (Bakara 2/114),
meclisleri (Mücâdile 58/11), çağrışmayı (Gâfır 40/32), vadiyi ve kayayı (Fecir
89/9) zikretti. Büyük ümitlerin ardına düşmeyip uzak yeri ulaşılması imkânsız
gören, rahat yatağı seçilmiş yer (cennet) için terketmeyip oturanları kınadı.
Allah Teâla şöyle buyurdu: "Yeryüzünü gezip dolaşmadılar mı ki kendilerinden
öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler? Onlar bunlardan daha çok, daha
kuvvetli ve yeryüzündeki eserleri bakımından daha sağlam idiler. (Bununla
birlikte) kazandıkları, kendilerinden hiçbir şeyi savmadı" (Mü'min 40/82).
Bakmaya, düşünmeye ve ibret almaya teşvikle de şöyle buyurdu: "De ki:
Yeryüzünü gezin, Öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakın" (Rûm 30/42).
Bu konunun baş
taralında zikredilen husus "Gece sohbeti, yalnız namaz kılan veya yolculuk
eden kimse için vardır"[789]
hadisiyle çelişmez. Bu hadis Ahmed b. Hanbel taranndan, meçhul bir ravi
bulunan bir senedle rivayet edilmiştir. Hâfiz el-Feth'te şöyle der: Hadisin
sabit olduğunu kabul durumunda, ilim için gece sohbeti yapmak nafile namaz
kılmaya dahil edilir. Nitekim Hz. Ömer, Ebû Musa ile geceleyin fıkıh
müzakeresinde bulunmuş, Ebû Musa "namaz?" deyince, Hz. Ömer "biz
namazdayız" karşılığını vermişti.[790]
Derim: Hafız İbn
Hacer'in işaret ettiği kıssa Abdürrezzak ve İbn Ebî Şeybe tarafından Ebubekir
b. Ebû Musa'dan naklen tahric edilmiştir: Ebû Musa yatsıdan sonra Ömer b.
Hattâb'a geldi. Hz. Ömer ona "niçin geldin?" dedi, o da "seninle
konuşmaya geldim" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer oturdu, uzun
süre konuştu, sonra Ebû Musa "namaz, ey müminlerin emîri?" dedi, Hz.
Ömer de "ben namazdayım!" cevabını verdi.[791]
Buhari Sahihte
"Akşam namazı vakti babı" başlığını açar, sonra Râfi b. Hudeyc'e
ulaşan senediyle şu rivayeti nakleder: "Biz akşam namazını Hz. Peygamberle
birlikte kılıyor, birimiz geri dönüyor ve (bu sırada attığı) oklarının
yerlerini görüyordu".[792]
Hâfiz İbn Hacer Feth'te şöyle der: 'Yani ok attığında oklarının ulaştığı
yeri".[793] Ahmed b. Hanbel
Müsned'inde Ali b. Bilâl'in ensardan bazı kimselerden şöyle dediklerine dair
rivayetini kaydeder: "Biz Resulullah'la birlikte akşam namazı kılıyor,
sonra geri dönüyor ve evlerimize gelinceye kadar ok atma yarışı yapıyorduk.
Oklarımızın (düştüğü) yerleri bize gizli kalmıyordu".[794] Bu
hadisin isnadı hasen olup metinde geçen "nebi" kelimesi de Arap
okları anlamındadır.[795]
Mesudi Mürûcu'z-zeheb
de (II, 52) Muaviye'nin biyografisinde şu bilgiyi zikreder: Muaviye'nin âdeti
şöyleydi: Sabah namazını kıldıktan sonra oturur ve kıssalarını bitirinceye
kadar k a s s â s ı dinlerdi. Yatsı namazını kıldıktan sonra ise maiyet ve
yakınlarına izin verir, vezirler gecenin başından bir süre diledikleri
hususlarda onunla müşaverede bulunurlardı. Muaviye gecenin üçte birine kadar
Arapların tarih ve önemli günleri, Acemler ve hükümdarları, tebaalarına karşı
siyasetleri, milletlerin hükümdarlarının hareket tarzları, savaşları,
tebaalarına karşı uyguladıkları siyaset v.b. geçmiş milletlerin haberleriyle
ilgili sohbette bulunurdu. Sonra girip gecenin üçte biri kadar uyurdu.
Sonra'kalkıp oturur, hükümdarların hareket tarzları ve haberleri, savaşlar,
savaş hileleri konusundaki defterleri getirtir, bununla görevli hizmetçileri
ona okurlardı. Bunlar, o defterlerin korunması ve okunmasıyla görevliydiler.
Böylece her gece birçok haber, siyer, rivayet ve siyaset türleri dinlemiş
olurdu. Sonra çıkar sabah namazım kılardı.[796]
Ebû Nuaym, Enes b.
Mâlik'ten şu tahricde bulunur: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "İlim
mü'minin yitiğidir, nerede bulursa alır".[797]
Hâfiz Ebû Ömer İbn Abdilber şöyle der: Hz. Ali'nin bir konuşmasında şöyle
dediğim ondan rivayet etmiştik: "İlim mü'minin yitiğidir, onu isterse
müşriklerden olsun alın. Sizden biri, hikmeti dinlediği kimseden almaktan
sakın çekinmesin". Yine Hz. Ali'den şu rivayet nakledilir: "Hikmet
mü'minin yitiğidir, isterse müşriklerin elinde olsun, onu arar". Kadı
İbnu 1-Ezrak'ın Ravdatü'l-a'lâm'ına bakınız. Daha önce de geçtiği üzere
sahabiler, kâfir oldukları halde Bedir esirlerinden ve Medine Yahudilerinden
yazı yazmayı öğrenmişlerdi.[798]
Hafız İbn Teymiyye'nin
Fetâvâ'sında şu bilgi geçer: Hak (gerçek) kimin tarafindan söylenirse söylensin
kabul edilir. Muâz b. Cebel, Ebû Davud tarafından Sünen'de nakledilen meşhur
sözünde şöyle der: "İster kâfir -veya fâcir dedi- olsun gerçeği getiren
herkesten kabul edin. Bilgenin de haktan sapmasından sakının". Şöyle
denildi: "Kâfirin gerçeği söylediğini nasıl bilelim?". O da
"gerçeğin üzerinde bir nur vardır" dedi veya bu anlamda birşey
söyledi.[799]
"İlim Çin'de de
olsun alın"[800]
hadisi meşhurdur. Her ne kadar bu hadisten ilim tahsili için yolculuk
kastedilmişse de Şeyh Rifâa et-Tahtâvî'nin de belirttiğine göre Çin halkının o
sırada putperest oldukları bilinmektedir.[801]
Hz. Ali'nin bir
hutbesinde şöyle dediği nakledilir: "Bilin ki insanlar yaptıkları iyi
şeylerle ölçülürler. Her kişinin değeri, yaptığı iyi şeydir. O halde ilimde söz
söyleyin ki değerleriniz ortaya çıksın".[802]
Yine bu manada "Kişi dilinin altında saklıdır" veya muhtemelen
"parmaklarının altında" demiştir. Yine şöyle demiştir: "Kişi iki
küçüğü ile ölçülür; kalbi ve diliyle". Karâfi şöyle der: O "iki
eliyle..." dememiştir. Yani kişi bu ikisiyle itibara alınır; bu ikisi onu
yükseltirse yükselir, alçaltırsa alçalır. Kalp hikmetin kaynağı olup dil de
onun tercümanıdır. Bu ikisi dışında kalanlar ise hesaba katılmayacak uzak
yardımcılardır.
Hz. Ali şu şiiri
söylemiştir:
İnsanlar temsil
bakımından birbirlerine denktirler
Babalan Adem, anneleri
Havva'dır
Eğer soylulardan bir
Övünç ileri sürersen
Bizim soy bağımız
toprak ve suyadır
Onlar hidayet üzereler
ve bunu isteyene de klavuzlar
Kişinin değeri yaptığı
iyi şeyle ölçülür
Cahillerse ilim ehline
düşmandırlar
Kendin için ilim ara
ve edep kazan
İnsanlar ölüdürler
ilim ehliyse diri.
Şeyh Ebû Ömer İbn
Abdilber şöyle der: "Hz. Ali'nin 'Her kişinin değeri yaptığı iyi şeyle
ölçülür' sözü enteresan ve çok değerli bir sözdür. İnsanlar ona doğru
kanatlandıkça kanatlandılar. Şairlerden bir grup duydukları hayranlık ve
güzelliğine olan sevgilerinden dolayı onu manzum hale getirdiler". İbn
Abdilber daha sonra bazı şairlerin bu anlamdaki şiirlerini kaydetti.[803]
Ravdu'l-a'lâm fi menzileti'l-Arabiyye min ulûmi'l-îslâm adlı esere bakınız.
Faydalı bir bilgi:
Mütekaddimin ulemadan ilmin faziletine dair müstakil kitap yazanlar şunlardır:
Ebû Hayseme[804], Yusuf b. Yakub el-Kâdî,
İbn Ebî Asım, Ishak b. Râhûye, Ebû Bekr Ahmed b. Ali el-Mervezî, Ebu 1-Abbas
Ahmed b. Ali el-Mürhibî, Adem b. Ebi İyâs, Ebû Nuaym'm Fadlü'l-âlimi'l-afîf
ale'l-câhili'ş-şerîf, Ebû Abdullah Muhammed b. Ebi's-Sıdk el-Adevî'nin adı
geçen Ebû Hayseme Züheyr b. Harb'ın Kitâbü'l-İlm'inden yaptığı bir seçme, Hâfiz
İbn Abdilber, Şemsüddin Muhammed b. Abdurrah-man el-Esâbî el-Hasenî
el-Yemenî'nin Neşrü tayyi't-ta'rif fî fadli hamele-ti'1-ilmi'ş-şerifi.
Bunlardan başka müteahhirin ulemadan birçokları bu konuda kitap yazmışlardır.
Arif el-Bekrî de ilmin faziletine dair varid olan hadislerle ilgili bir eser
kaleme almış olup hadislerin sayısını beşyüze ulaştırmıştır. Bazıları, bu
konuda hiçbir sahih hadis bulunmadığını söylemişse de bu büyük bir hatadır. İbn
Abdilber'in Fadlü'1-ilm[805],
bunun Fâkihi'ye ait ihtisarı ve Hâfiz Zebidi'nin Şerhu'l-thyâ'sına[806]
bakın, hayrette kalırsınız.[807]
Ebû Nuaym Hilye'de İbn
Abbas'ın biyografisinde, ondan şu rivayeti tahric eder: İlim talebeleri onun
etrafında izdiham meydana getirip yolu daralttıklarında, onları öncelik
konusunda branşlarına göre sıralar, Önce geleni nazara almazdı. Önce Kur'an ve
kıraatleri ile bu konuda dilediklerini sorinak isteyenleri çağırtırdı. Onların
dersi bitince Kur'an tefsir ve tevilini öğrenmek isteyenleri çağırtır, bunları
ikinci dereceye koyardı. Bunların da dersi bitince helâl, haram ve fıkıh
öğrenmek isteyenleri çağırtarak üçüncü dereceye koyardı. Bunların da dersi sona
erince ferâiz v.b. konuları öğrenmek isteyenleri çağırtırdı.[808]
Ravdatü'l-a'lâm da
geçtiği üzere Şeyh Ebü'l-Abbas İbn Zâğ şöyle der: Allah en doğrusunu bilir, o
ferâizle miras ilmini kastetmiş olup onunla ilgilenenleri dördüncü dereceye
koymuştur. Bunların da dersi sona erince Arapça, şiir, garib sözleri öğrenmek
isteyenleri çağırtarak onları da beşinci dereceye koyardı.[809]
tbn Ebi Şeybe, Ebû
Seleme'den şu tahricde bulunur: Resulullah'ın (sav) ashabı ne itidalden sapan
ne uyuşuk kimselerdi; meclislerinde şiir okur, Ca-hiliyye devrindeki durumlarım
anarlardı. Diniyle ilgili bir konuda onlardan birine sataşılınca da deli olmuş
gibi gözleri dönerdi.[810]
İbnü'l-Enbârî, Ebubekr
es-Sekafî'den şu m e r f û rivayeti tahric eder: "Onlar bir defa şunu bir
defa şunu okurlardı, yani Kur'an ve şiiri". Münâvi şöyle der: Bu,
talebenin zihni durduğunda şiir, hikâye v.b. şeylerle onu ferahlatmak
gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü zihin kapanınca manayı tasavvur etmekten
başka yöne kayar. Kimse de bundan selamette olmaz ve hiçbir insan zihninin
kavrama zorluğuna ve kalbinin tasavvura galebe çalmasına güç yetiremez.
Kadı Iyâz Şerhu hadisi
Ümmi Zer'de Ebu'd-Derdâ'dan şöyle dediğini nakleder: "Ben nefsimi, haktan
kendisini bıktıracak şeyleri ona yüklerim endişesiyle, boş şeylerle (bâtıl)
dinlendiririm".[811]
Şeyh Abdülkâdir el-Fâkihî el-Mekkî, Menâhicü'l-ahlâki's-seniyye fi mebâhici
ahlâki's-sünniyye'de Übey'den şöyle dediğini nakleder: "Hakka karşı daha
coşkulu olmak İçin bazı boş şeylerle (batıl) dinlenirim". Fakihi bunun
ardından şöyle der: Onun "bâtıl"dan maksadı, açıkça anlaşılacağı
üzere bir tür mubah oyundur. Yine Kadı Iyaz, Muhammed b. Ishak'tan şöyle dediğini
nakleder: İbn Abbas talebeleriyle birlikte oturduğunda onlara bir süre hadis
nakleder, sonra "iştahımızı açın!" der ve Arapların sözlerini
anlatmaya başlardı. Sonra tekrar derse döner, bunu defalarca yapardı.[812]
Fâkihi'nin Menâhic inde şu bilgi verilir: fbn Abbas, derse dalıp gittiklerinde
talebelerine şöyle derdi: "İştah açın!". Yani latifeye yönelin,
şiirlerinizi okuyun. Muhakkak ki nefis, bedenlerin usanması gibi usanır".
Kadı Iyâz bu rivayetlerde geçtiği üzere "iştah açma" emretmenin
anlamıyla ilgili olarak şöyle der: Yani hadis, fıkıh ve Kur'an ilminden
usandığınız zaman şiire, Arapların ahbarına başlayın. Nitekim deve de tatlı
bitkilerden usanınca iştah açıcı (ekşi), tuzlu olanları otlar.[813]
Tirmizi'nin Şemailinde
Hz. Aişe'ye varan senediyle şu hadis rivayet edilir: Resulullah (sav) bir gece
hanımlarına birşey anlattı. Onlardan bir hanım "söylenen söz hurafe
sözüdür sanki"dedi. Hz. peygamber "hurafe nedir, biliyor
musunuz?" dedi ve ekledi: Uzre kabilesinden bir adam vardı, Cahiliy-ye
devrinde cinler onu esir aldılar. Bir zaman onların içinde kaldı, sonra kendisini
insanlara iade ettiler. O da halka onlar içinde gördüğü tuhaflıkları anlatıyordu.
Halk buna "hurafe sözü" dediler.[814]
İbnü'l-Muâfâ şöyle
der: Halkın avamı "şu hurafedir" sözünün anlamını şöyle anlar: Bu,
gerçeği olmayan söz demektir. Gece sohbetlerinde söylenir ve enteresan şeylerle
nadir haberlerden derlenir, aslı esası yoktur. "İpek elbise" sözünde
olduğu gibi, bunda da cins, bir kısmına izafe edilmiştir. Buna göre sözkonusu
hurafe kelimesi "ahrefe's-semerete"den (meyveyi topladı) türemiş olup
toplanmış meyveye "hurfe" denir. Bu yüzden, meyve toplandığı için de
bu mevsime "hârif (sonbahar) denmiştir. Bu sözler de kendisiyle vakit
geçirmek için toplanmış meyve kabilinden sayılır. Kişi bunadığı zaman
kendisine "harufe" demelerini de bu anlamda görüyorum. Çünkü o bu
durumda, gülünen ve hayret duyulan şeyler söyler. Yine bu anlamda
"fekih-tu keza", yani ona hayret ettim denir. Mizaha
"fükâhe" denmesi de insanları sevindirmesi ve ondan zevk alınmasından
dolayıdır. Şöyle denmiştir: 'Yalnızlık, kendisini ibadete verenlerin
meyvesidir". Zemahşeri Rebîü'l-ebrâr'da şöyle der: Arapların
"hurrâfe" şeklinde "ra" harfini şeddeli okuduklarını
duydum. Onlar boş şeyleri de "harârif diye adlandırmışlardır.[815]
eş-Şemâil de
Resulullah'ın (sav) gece sohbetindeki konuşmasıyla ilgili bâb başlığında Hz.
Aişe'den şu rivayet nakledilir:
Bir zamanlar onbir
kadın biraraya gelip kocalarının durumlarıyla ilgili hiçbir şeyi saklamadan
birbirlerine haber vereceklerine dair sözleştiler.
Birinci kadın şöyle
dedi: Benim kocam, sarp bir dağın başında bulunan arık bir devenin etidir. Yeri
düz değil ki yanma çıküabüsin. Kendisi de semiz değil ki alınıp götürülsün.
İkinci kadın şöyle
dedi: Kocamın halini açığa vurup yayamam. Çünkü kusurlarını noksansız olarak
sayamamaktan korkarım. Eğer onun fenalıklarını sayacak olursam açık gizli her
şeyini sayıp dökmek zorunda kalacağım.
Üçüncü kadın şöyle
dedi: Benim kocam ahmağın biridir; ayıplarım söylesem beni boşar, susup söylemesem
beni kendisinden uzak bırakır.
Dördüncü kadın şöyle
dedi: Benim kocam Tihâme'nin gecesi gibidir; ne sıcaktır ne soğuk, kendisinden
ne korkulur ne de usanılır.
Beşinci kadın şöyle
dedi: Kocam eve geldiğinde (avdan dönen) bir pars gibidir (avını yemeyip bana
getirir, koynumda mışıl mışıl uyur). Evden çıkınca da dışarıda bir arslan
gibidir. Evde ne alıp sattığımı hiç sormaz.
Altıncı kadın şöyle
der: Benim kocam oburdur; yerken ortada ne varsa siler süpürür, içerken de kap
kaçağı kurutur. Yatarken yorganına bürünür (bir kenara çekilir). Hüznümü
anlayıp gidermek için elini elbisemden içeri sokmaz.
Yedinci kadın şöyle
dedi: Benim kocam iktidarsız aptalın biridir. Dert ve huysuzluk kaynağıdır.
İnsanın ya başını yarar, ya bir yerini kırar veya hem yarar hem kırar.
Sekizinci kadın şöyle
dedi: Kocam, kendisine dokununca vücudu tavşan gibi yumuşaktır. Güzel kokulu
bir bitki gibi de hoş kokar.
Dokuzuncu kadın şöyle
dedi: Kocamın evi yüksek direklidir. Kılıcının kını uzundur (kendisi uzun
boyludur). Ocağının külü çoktur (cömerttir). Evi de misafir kabulüne uygun
yerdedir.
Onuncu kadın şöyle
dedi: Benim kocam (in adı) Malik'tir, hem de nelere mâliktir. Hayalinizden
geçen her güzel şeye sahiptir. Geniş ağıllan olan sürü sürü develeri vardır,
fakat yayılacak yerleri azdır (yayılmaya gönderilmeyip kesime hazır
tutulurlar). Develer ud sesi duyunca, boğazlanacaklarını anlarlar.
Onbirinci kadın (Ümmü
Zer') şöyle dedi: Benim kocam Ebû Zer'dir, ama ne Ebû Zer'! Kulaklarımı
mücevheratla hareket ettirdi. Bakın, pazularımı nasıl tombullaştırdı! Bana
rahat bir hayat sağladı, yüceltti. Ben de buna uydum, huzur ve sükuna
kavuştum. O beni Şık dağının eteğinde küçücük bir koyun sürüsü sahibi olan
kabilede buldu. Beni oradan alarak atları kişne-yen, develeri böğüren, ekinleri
sürülüp harmanlanan bir yere getirdi. Onun yanında ne söylesem geri çevrilmez.
Sabaha kadar uyurum, kimse uyandırmaz. O kadar çok süt içerim ki artık içmeye
halim kalmaz. Ebû Zerin bir annesi var, bilseniz ne kadındır o! Sandıkları,
anbarları dolup taşar. Evi rahat ve geniştir. Ebû Zer'in oğlu, bilseniz ne
zarif bir delikanlıdır! Yattığı yer, kılıcı çekilmiş bir kın gibidir. Kendisi
boylu poslu olup karnı çıkık değildir, dört aylık bir kuzunun koluyla doyar.
Ebû Zer'in bir kızı var, bilseniz ne kızdır o! Babasının, anasının sözünü
dinler. Ölçülü vücudu, elbisesini doldurur. Bu halleriyle o akranını (veya
ortağını) kıskandırır. Ebû Zer'in cariyesi, bilseniz ne cariyedir! Aile
sırlarımızı kimseye söylemez. Malımızı saçıp savur-maz. Huzurumuzu kaçırmaz.
Evimizi tertemiz tutar.
Ümmü Zer' devamla
şöyle dedi: Bir gün süt tulumları çalkanmağa başladığı bir sırada (ilkbaharda
veya sabah erken) Ebû Zer evden çıktı. Yolda, pars gibi iki çocuğu, göğsünün
altında iki narı andıran memeleriyle oynayan bir kadın gördü. Beni boşayıp onu
aldı. Ondan sonra ben asil ve zengin biriyle evlendim. Bu kocam fütursuz yürür,
en güzel ata binerdi. Hat (Umanda bir yer) yapımı mızrağım eline alır, akşama
doğru sürüleri önüne katarak bana gelir, bunların her birinden bana birer çift
verdikten sonra "Ümmü Zer, ye ve iç, akrabalarına da dağıt!" derdi.
Ümmü Zer bu arada şöyle dedi: Ne var ki onun bana verdiği şeylerin hepsini
biraraya toplasam, yine de Ebû Zer'in en küçük kabını doldurmaz.
Hz. Aişe şöyle
demiştir: Hz. Peygamber, bunun üzerine bana şöyle dedi: "Ey Aişe, Ümmü
Zer'e göre Ebû Zer ne ise, ben de sana karşı öyleyim. Fakat (onun yaptığının aksine)
ben seni boşamayacağım".[816]
İmamlar bu hadisten,
geçmiş milletler ve yokolup gitmiş nesillerden bahsetme ve onlardan örnek
vermenin caiz olduğu hükmünü çıkarmışlardır. Çünkü onların yaşayışlarında ibret
alanlar için ibret, basiret sahipleri için görülecek şeyler, çok araştıran için
fayda elde etmek sozkonusudur. Şüphesiz bu hadiste, özellikle de kadınlar
tarafından nakledildiğinde, kocalara vefa göstermeye ve onlar aleyhine bakış
ve kalbin kaymasına mani olmaya teşvik vardır. Kadı Iyâz şöyle der: Bu
hadisten, nefsi ferahlatmak ve kalbi cilalamak için hoş ve nadir hikâyeler,
güzel haberler anlatmanın caiz olduğu hükmü çıkarılmaktadır.[817]
Ebû İsa et-Tirmizî bu
hadisle ilgili olarak Resulullah'ın (sav) gece soh-betindeki konuşmasıyla
ilgili bâb başlığını açarak bu hadisle hurafe hadislerini vermiştir. Hz.
Ali'den şöyle dediği rivayet edilir: "Bu nefisleri zaman zaman
ferahlatın, çünkü onlar da demirin paslanması gibi paslanırlar." Abdullah
b. Abbas'tan da yanındakiler Kur'an ve tefsirden sonra hadise daldıklarında
"iştah açın!" dediği rivayet edilir. Yani fikıh, hadis ve Kur'an
ilminden bıktığınızda şiire ve Arapların haberlerine başlayın. Ebu'd-Derdâ'nın
şu sözü de bu anlamdadır: "Hak konusunda bana yardımcı olması için bazı
oyunlarla dinlenirim". Hz. Ali de şöyle demiştir: "Kalp (bir şeyden)
hoşlanmadığında görmez olur". Ancak bütün bunlar, devamlı olmadığında
meşrudur. Ama kişi bunu alışkanlık haline getirir de bu Özelliğiyle tanınır,
bunu edinir ve bununla insanları coşturup güldürürse, bu davranış kötülenen
(mez-mum) bir davranış olup övünülen birşey değildir. Bundan çıkarılan bir hüküm
de, Resulullah'ın bu hadiste yaptığı gibi, muhaddis ve alimin ilminden
etrafındakilere icmalen verdiklerini kendiliğinden açması ve onlara ayrıntılı
olarak açıklaması gerektiğidir. Resulullah (sav) Hz. Aişe'ye "Ben sana Ebû
zer gibiyim" demişti. Hz. Aişe şöyleder: "Resulullah bunu söyledikten
sonra hadisi haber vermeye başladı". Hz. Peygamber'in ashabına meseleleri
önce icmalen anlatıp sonra da ayrıntılarıyla açıkladığı hususu birçok hadiste
rivayet edilmiştir. Bunu Kadı Iyâz söyler.[818]
Bu hadisin ihtiva
ettiği bilgilerin önemi ve bundan çıkarılan hükümlerin çokluğundan dolayı
Buhari'nin hocalarından İsmail b. Üveys[819] onu
müstakil bir cüz, Sabit b. Kasım, Zübeyr b. Bekkâr müstakil bir eser, Ebû
Ubeyd Kasım b. Sellâm Garibü'l-Jıadis'te, Ebû Muhammed İbn Kuteybe,
İbnü'l-Enbârî, Ishak el-Kelebâzî ve Ebü'l-Kasım Abdülhalim b. Hayyan el-Mısrî
müstakil bir eser, sonra Zemahşeri el-Fâik'te, sonra da Kadı Iyâz müstakil bir
eser halinde açıklamışlardır. Kadı Iyâz'ın eseri en kapsamlı ve en hacimlisi
olup orta bir cüz halinde bende mevcuttur.[820]
İmam Râfii de bu konuyu kaleme aldı ve tümünü Târihu Kazvin'de kaydetti. Hâfiz
Suyûti, Tirmi-zi'nin Şemailine yaptığı talikte bu eseri olduğu gibi
nakletmiştir. Râfii eserine Zerretü'd-dar' bi-hadisi Ümmi Zer' adını vermiştir.
Hafız Muhammed b. Nâsirüddin ed-Dımaşkî'nin Rub'u'1-fer' fî şerhi hadîsi Ümmi
Zer', Tacüddin Abdülbaki k Abdülmecid el-Mekkî'nin (ö. 743/1342)
Matra-bu's-sem' fi şerhi hadîsi Ümmi Zer' adlı eserleri vardır. Sonra da Arif
Ebü'l-Hasan İbn Vefa el-Mısrî tasavvuf ve işaret ehlinin bakış açısıyla, Şeyh
Murtaza ez-Zebidî ve başkaları eser kaleme aldılar.[821]
Bunlardan biri Nuaymân
b. Amr b. Rifaa el-Ensârî olup Akabe biatmda bulunmuş, Bedir ve ondan sonraki
savaşlara katılmıştır. İbnü'1-Esir onun Üsdü'1-ğâbe deki biyografisinde şöyle
der: Çok şakacıydı, Resulullah (sav) onun şakalarına gülerdi. O Süveybit b.
Harmele'nin arkadaşıydı. Onlarla ilgili bir hadis şudur: "Hz. Ebubekir,
yanında Nuayman ve Süveybit b. Harmele olduğu halde Şam (Suriye) yolculuğuna
çıktı. Onların ikisi de Bedir ashabından idiler. Süveybit, bu yolculuk
sırasında erzak görevlisiydi. Nuaymân ona gelerek "bana yiyecek ver"
dedi. O da "hayır, Ebubekir gelmedikçe vermem" karşılığını verdi.
Nuaymân şakacı biriydi, ona "seni kızdıracağım" dedi ve deve getiren
bazı insanların yanına gitti. Onlara, "benden mahir bir Arap hizmetçi
satın ahn" dedi ve "o iftiracı biri olup muhtemelen hür olduğunu
söyleyecektir. Eğer bundan dolayı onu terkedecekseniz şimdi bırakın, hizmetçimi
aleyhime çevirmeyin" diye ekledi. Onlar da "hayır, onu senden on genç
deveye satın alıyoruz" dediler. Nuaymân develeri alıp o toplulukla birlikte
sürmeye kovuldu ve onları getirip bağladı. Sonra adamlara "işte o şudur,
alın" dedi. Onlar da gelip "kalk, seni satın aldık" dediler.
Süveybit ise "o yalancıdır, ben hür bir kimseyim" dedi. Onlar
"biz senin haberini aldık" diyerek boynuna ip vurup götürdüler. Hz.
Ebubekir geldi, kendisine olanlar haber verildi. O da bir grup adamla gitti ve
develeri iade ederek Süveybit'i aldılar. Hz. Peygamberin yanına geldiklerinde
durumu kendisine bildirdiler. Hz. Peygamber ve ashabı buna Bir yıl boyu
güldüler.[822]
Abbâd b. Mus'ab[823],
Rabia b. Osman yoluyla şu rivayette bulunur: Bir bedevi Resulullah'a (sav) geldi
ve devesini mescidin yanına çökerterek mescide girdi. Hz. Peygamberin
ashabından bazıları Nuayman'a "onu kessen de yesek, canımız et istedi,
Resulullah onun bedelini öder" dediler. Nuaymân deveyi kesti, sonra bedevi
çıkıp devesini görünce "eyvah, ey Muhammed, (sav) onu kestiler!" diye
haykırdı. Bunun üzerine Resulullah (sav) dışarı çıktı ve onu kimin yaptığını
sordu. Nuaymân'ın yaptığını söylediler. Resulullah onun peşine düşerek
soruşturmaya başladı. Nuaymân'ı, Dubâa bint Zübeyr b. Abdülmuttalib'in evinde
saklanmış buldular. Biri onun yerini göstererek yüksek sesle "onu
görmedim, ey Allah'ın Resulü" dedi ve parmağıyla da onun yerini işaret
etti. Resulullah onu çıkardı ve "niçin bunu yaptın?" diye sordu, o da
"seni bana getirenler, ey Allah'ın Resulü, onlar bana emrettiler"
dedi. Bunun üzerine Resulullah onun yüzünü silip gülmeye başladı ve devenin
bedelini ödedi. Nuaymân'ın mizaha dair haberleri meşhurdur. Şarap içerdi, Resulullah'a
getirirler, ona naliniyle vurur, ashabına da emreder onlar da na-linleriyle
vurur ve üstüne toprak saçarlardı. Bu durum çok tekrarlanınca Re-sulullah'ın
ashabından biri ona "Allah sana lanet etsin" dedi. Bunun üzerine
Allah Resulü "öyle deme, o Allah ve Resulü'nü sever" buyurdu.[824]
Hâfiz Suyûti
Kûtü'l-muğtezi alâ Camii't-Tirmizî' de şöyle der: "Ashap, had cezalarıyla
ilgili olarak başkalarından ayrı hükümlere tabidirler. Bu yüzden kendilerine
has bir özellik olarak, başkaları işlediğinde fisklarına hükmedilen
davranışlarla fasık addedilmezler." Suyûti sonra da bu kıssayı kaydederek
şöyle der: Hz. Peygamber, onun Allah ve Resulüne içten beslediği sevginin
doğruluğunu bilerek öldürülmesini terkle kendisine ikramda bu-lunmuştur. Allah
Resulü, dilediği kimseye dilediği hükmü uygulamak yetkisine sahiptir.
el-Isâbe'de şu bilgi
verilir: Zübeyr b. Bekkâr şöyle dedi: Nuaymân, Medine'ye güzel birşey gelmezdi
ki ondan satın almasın. Sonra onu Resulullah'a (sav) getirerek "bunu sana
hediye ediyorum" derdi. Onun sahibi Nuayman'a gelip bedelini istediğinde,
kendisini Resulullah'a getirerek "buna malının bedelini ver" derdi.
Resulullah "onu bana hediye etmedin mi?" diye sorunca da şu karşılığı
verirdi: "Vallahi bende onun bedeli yoktur, senin onu yemeni
istemiştim!." Bunun üzerine Resulullah güler ve mal sahibine bedelinin verilmesini
emrederdi. Zübeyr, deve olayım Rabia b. Osman yoluyla başka bir şekilde tahric
eder. Rabia şöyle dedi: Bir bedevi devesini mescidin yanında çökerterek
Resullullah'ın yanına girdi. Ashaptan bazıları Nuayman el-Ensârî'ye "onu
kesseydin de yeseydik, canımız et istedi" dediler, o da kesti. Bedevi
çıktı ve "eyvah, ey Muhammed, onu kestiler" diye haykırdı. Hz. Peygamber
dışarı çıktı ve "bunu kim yaptı?" diye sordu. Nuayman'ın yaptığım
söylediler. Bunun üzerine Resulullah onun peşine düşüp soruşturmaya başladı ve
Dubâa bint Zübeyr b. Abdülmuttalib'in evine girip üstü hurma çubuk-lanyla
Örtülü bir künkün altına gizlenmiş buldu. Bir adam onun olduğu yeri
Resulullah'a gösterdi, o da Nuayman'ı çıkardı ve niçin öyle yaptığını sordu. O
da "seni bana getirenler, ey Allah'ın Resulü, onlar bana emrettiler
bunu" dedi. Hz. Peygamber de onun yüzünden toprağı silerek gülmeye
başladı. Sonra bedeviye devenin bedelini verdi. Yine Zübeyr b. Bekkâr şöyle
der: Amcam, dedemden bana şu rivayeti nakletti: Mahreme b. Nevfel 115 yaşına
varmıştı. Mescidde kalkıp bevletmek istedi, insanlar ona "mescid,
mescid!" diye seslendiler. Nuayman onun elini tutarak uzaklaştırdı, sonra
mescidin bir başka köşesine götürüp oturtarak "buraya bevlet" dedi.
insanlar yine ona seslendiler. Mahreme "vah size, beni bu yere kim
getirdi?" dedi, onlar da Nuayman karşılığım verdiler. Bunun üzerine
Mahreme şöyle dedi: "Allah'a andolsun, onu eğer elime geçirirsem, şu
asamla öyle bir vurayım ki feleği şaşsın!". Bu haber Nuayman'a ulaştı.
Nuayman bir zaman fırsat kolladı ve birgün onu gördü, Hz. Osman da mescidin bir
kenarında namaz kılıyordu. Mahreme'ye "Nuaymân'a bir yapacağın vardı,
değil mi?" dedi, o da "evet" karşılığını verdi. Nuayman
Mahreme'nin elinden tutup Hz. Osman'ın yanında durdurdu, o namaz kıldığında
öteye beriye bakmazdı, "işte şu Nuaymân'dır" dedi. Mahreme de
asasını iyice tutup Hz. Osman'a vurdu ve başım yaraladı. Ona "emi-ru
1-müminine vurdun" diye seslendiler. Ve Zübeyr kıssanın devamını anlatır.
Zübeyr şöyle der: Ali b. Salih bana dedem Abdullah b, Mus'ab'dan[825] şu
rivayeti nakletti: Nuayman, Ebû Süfyan b. Hâris'e[826]
rastladı ve ona "ey Allah'ın düşmanı, sen ensarın efendisi Nuayman b.
Amr'ı hicvedensin" dedi, Ebû Süfyân ondan özür diledi. Nuayman geri dönüp
gidince, Ebû Süfyan'a "onu söyleyen Nuaymân'dı" dediler, o da
hayrette kaldı. Onun Süveybit b. Harmele ile olan kıssası, Süveybit'in
biyografisinde geçmişti. Abdürrezzak şöyle der: Bize Ma'mer, Eyyûb'dan, o da
Muhammed b. Sîrin'den[827]
nakletti: Allah Resulü'nün ashabından bazı insanlar bir su kenarında konakladılar.
Nuaymân b. Amr, o yer halkına "şöyle şöyle olacak!" diye kehânette
bulunuyor, onlar süt ve yemek getiriyorlar, Nuaymân da arkadaşlarına
gönderiyordu. Onun kâhinlik yaptığı haberi Hz. Ebubekir'e ulaşınca, "o
günden beri kendimi Nuaymân'ın kehânetinden yiyor görüyorum!" dedi ve
parmağım boğazına sokarak karnındakileri kustu.[828]
İbn Asâkir, İbn
Abbas'ın azatlısı İkrime'den şu tahricde bulunur: Abdullah b. Revâha hanımının
yanında uzanmıştı, sonra hücreye çıktı ve bir ca-riyesiyle cinsi münasebette
bulundu. Hanımı uyanıp onu yanında görmeyince dışarı çıktı ve onu cariyesinin
karnı üzerinde gördü. Geri dönüp keskin bıçağı aldı, Abdullah b. Revâha onunla
yanında bıçağı olarak karşılaştı. Hanımına "nedir halin?" diye
sordu, o da "ne mi halim? Seni olduğun yerde bulsay-dım, bıçaklardım"
dedi. O "ben neredeydim?" dedi, hanımı "cariyenin karnı
üstünde" karşılığım verdi. AbduÜah b. Revâha "değildim", hanımı
da "evet, öyleydin" dedi. Bunun üzerine Abdullah, "Allah Resulü,
birimiz cünüp olduğunda Kur'an okumaktan nehyetti" dedi, hanımı "o
halde oku" dedi. O şöyle dedi:
Geldi bize Resulullah
okuyor kitabını Nasıl ki doğar yeni bir ay sabahtan Körlükten sonra getirdi
hidayeti ve kalplerimiz Ona kesin olarak inandı ki söylediği olur aynen Geçirir
geceyi, ayrı olarak yanı döşeğinden Döşekler müşriklerle ağırlaştığı zaman.
Bunun üzerine hanımı
"Ben Allah'a inandım, gözüm yalan söylemiş. Abdullah b. Revâha "hemen
Resulullah'a (sav) giderek haber verdim, azı dişleri görününceye dek
güldü" der.[829]
İbn Asâkir, Zühri'den
şu tahricde bulunur: Abdullah b. Huzâfe[830] mizahçı
ve boş şeyler konuşan biri diye Resulullah'a şikâyet edildi. Resulullah şöyle
buyurdu: "Onu bırakıverin, onun Allah ve Resulü'nü seven bir kalbi
vardır".[831]
Hz. Peygamber
zamanında Medine-i Münevvere ve. Mekke-i Muazza-ma'da güldürücü kadınlarla
ilgili bir rivayet de İbn Ebî Davud'un Leys'e ulaşan senediyle, onun da
Amre'den naklettiği şu rivayetimizdir[832]:
Mekkeli işsiz güçsüz bir kadın vardı, kadınları güldürüyor, şarkı söylüyordu.
Medine'de de onun gibi bir kadın vardı. Mekke'deki Medine'ye geldi ve
tanıştılar. Her ikisi Hz. Aişe'nin yanına geldiler, Hz. Aişe ikisinin
uyuşmasından dolayı hayret duydu ve Mekkeli olana "bunu tanıyor
muydun?" dedi, o "hayır, karşılaştık ve tanıştık" dedi. Hz.
Aişe güldü ve Resulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu söyledi: "Ruhlar
donanmış ordulardır; onlardan birbirleriyle tanışanlar birleşir, birbirinden
hoşlanmayanlarsa aynin*".[833]
Zübeyr b. Bekkâr'ın
Kitâbü'l-Mizâh ve'1-fükâhe sinde İbn Şihâb'ın Urve'den, onun da Hz. Aişe'den
naklettiği şu rivayet yer alır: Mekke'de bir kadın vardı, Kureyş kadınlarının
yanına girerek onları güldürüyordu. Hicret edip te Allah kendisine genişlik
sağlayınca Medine'ye girdi. Hz. Aişe devamla şöyle diyor: O kadın benim yanıma
geldi, kendisine "ey falanca, sana ne takdim edeyim?" dedim,
"size kalmış" karşılığını verdi. Ben "nerede konakladın?"
dedim, "Medine'de insanları güldüren bir kadın olan falancaya" dedi.
Resulullah (sav) geldi ve "falan güldürücü kadın sizin yanınızda mı?"
diye sordu, Hz. Aişe "evet" dedi. Ona "kimin yanına misafir
oldun?" diye sordu, o da "falanca güldürücü kadının" dedi.
Bunun üzerine Allah Resulü şöyle dedi: "Allah'a hamdolsun. Ruhlar donanmış
ordulardır; onlardan birbirleriyle tanışanlar birleşir, birbirinden hoşlanmayanlarsa
ayrılırlar".[834] Bu
bilgiler için Sehâvi'nin ol-Mekâsıdü'1-hasene, muhaddis Şemsüddin Muhammed b.
Akile el-Mekkî'nin Arüsü'l-efrâh fi mana hadisi'l-ervâh'ına bakınız.
Havvât b. Cübeyr'in
Câhiliyye devrinde Zâtünnihyeyn ile olan kıssası meşhurdur. O şöyle demişti:
O (kadın) tutup
yapıştı iki yağ tulumuna cimri elleriyle
Yağı üzerine
titreyerek, fırsatı kollayıp işi bitirmekse benim isimdir.[835]
el-İstibsâr da şu
bilgi verilir: Zâtünnihyeyn, (iki yağ tulumu sahibi) Beni Teymullah b. Sa'lebe[836]
kabilesinden bir kadındır. Câhiliyye devrinde yağ satardı. Onunla ilgili olarak
"Zâtünnihyeyn'den daha meşgul!" darbımeseli söylenmiştir. Resulullah
(sav) Havvât'a Zâtünnihyeyn'i sordu, o gülerek şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü,
Allah beni bir malla rızıklandırmış, ben sürü sürü develerden sonra helak
olmaktan Allah'a sığınırım! Havvât şairdi.[837]
Bir grup alim, adı
geçen Havvât'tan şu tahricde bulunmuştur: Resulul-lah'la birlikte
Merrüzzahrân'da konakladım. Çadırımdan çıktım, bir de baktım ki bir grup kadın
sohbet ediyorlar, hoşuma gittiler, dönüp heybemden bir elbise çıkararak giydim,
sonra onların yanına oturdum. Resulullah çadırından çıktı ve "ey
Abdullah, niçin onların yanında oturuyorsun?" buyurdu, ben de "ey
Allah'ın Resulü, devem kaçtı, ona bir ip arıyorum!" dedim. Resulullah
geçip gitti, ben de onu izledim. Üst elbisesini (rida) bana verdi ve Erâk
vadisine girip ihtiyacım giderdi, abdest aldı, sonra geldi ve "kaçan
deven ne yaptı?" dedi. Sonra oradan göçtük, her konak yerinde benimle
karşılaştığında "ey Abdullah, kaçan deven ne yaptı?" dedi durdu. Öyle
ki ben kendi kendime "Allah'a andolsun, ondan özür dileyip gönlünü
töhmetten kurtaracağım" dedim. Birgün bana yine aynı şeyi söyledi, ben de
"Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, bu deve, ben müslüman olduğumdan
beri kaçmamıştır!".[838]
Derim: Buraya ilave
edilmesi uygun olan biri de tanınmış Cuha'dır. O tabiinden sayılmakta olup
güzel sözleri derlenmiş ve son derece tatlıdırlar. el-Kâmûs'ta şu bilgi
verilir: Çuha, hüdâ kelimesinin kalıbında olup Ebu'l-Gusn Düceyn b. Sâbit'in[839]
lakabıdır. Şemsüddin Muhammed b. Tayyib eş-Şerki Haşiyetü'l-Kâmûs ta, sonra
Hafız Murtaza ez-Zebidî Tâcü'l-arûs'ta, sonra Şeyh Abdülhadi el-Ebyârî Neylü'l
emânî de, her üçü de Ârii eş-Şa'rânî'nin el-Menhecü'1-mutahhar li'1-kalb
ve'I-fuad adlı eserinden şu bilgiyi naklederler: Celâlüddin es-Suyûti'nin
elyazısıyla da gördüğüm üzere Abdullah tâbiindendir. Annesi, Enes b. Mâlik'in
annesinin hizmetçi-siydi. Abdullah son derece müsamahalı ve temiz kalpli
biriydi. Ona nisbet edilen güldürücü hikâyeleri duyduğu zaman, kişinin onunla
alay etmesi uygun düşmez. Aksine, onun bereketinden faydalanmayı Allah'tan
dilemelidir. Celâlüddin Suyûti şöyle der: Ondan nakledilen güldürücü
hikâyelerin çoğunun aslı yoktur. Tâcü'1-arûs ta müellif, hocası Şerki'den şu
nakilde bulunur: Birçokları ona nisbetle birçok keramet ve bilgiler
zikretmişlerdir (bkz. Tâcü'1-arûs, X, 68 ve Neylü'l-emâni alâ Mukaddimeti'l-Kastallâni,
s. 89).[840]
Allâme Seyyid Muhammed
Kibrit el-Medenî Rihle'sinde[841]
şöyle der: Bazı mecmualarda Çuha ile gilgili olarak, onun faziletli ve şakacı
biri olduğu, halkın onun diliyle birçok nükte ve güzel söz uydurduğuna dair
bilgi gördüm. İbn Ebi'1-Yümn el-Gıfârî'nin bu konuda bir eseri olup bin
varaktan oluşmaktadır. Nüzhetü'l-Celis'te şu bilgi verilir: Çoğunluk, tefsir
müellifi ve künyesi Ebü'1-Kass olan Hâce Nâsirüddin el-Fezârî'nin (ö. 386/996),
ciddiyet ve şakaya dair darbı meselleri kaydedilen Çuha olduğu görüşündedir.
İmam Zübeyr b. Bekkâr'ın el-Fükâhe ve'1-mizâh, Kadı İsmail b. Ishak el-Mâlikî'nin
en-Nevâdir ve'n-nütef[842],
Hafız Temmâm b. Muhammed er-Râzî'nin[843] en-Nevâdir,
Da'lec'in en-Nevâdir adlı eserleri olup ŞeyhÂbidi es-Sindî bunları
Hasnı'ş-şârid'de zikreder. Bu esere "Fe" ve "Nûn" harflerine
bakınız.[844]
Allah Resulü'nün
ashabının sahip oldukları üstünlüklere, temayüz ettikleri entellektüel seviye
ve özelliklere, İslamiyet'in ilk zamanlarda Medine-i Münevvere'nin, en kısa bir
zamanda dünyaya hakim olan büyük bir uygarlığa başkent yapılan bir şehirde
olması gereken işler, fikirler, özellikler ve hayatla ilgili meşgalelerdeki
farklılık ve sınıflarla hayran bırakıcı bir mecmua oluşturduğunu gösteren diğer
hususlara, bu parlak devir ve temiz şehrin sosyal durumda ihtilaf ve ihtilat
ile ilkelerde birleşme konusunda vardığı seviye ve bunun geçmiş zamanlar ve
nesiller boyunca tarihin kaydettiği en nadir durumlardan biri olduğuna dairdir.
Bu "Maksad" da çeşitli bâblardan oluşmaktadır.[845]
İmam Ebû Bekr Ahmedb.
Ali el-Cessâs, Ahkâmül-Kur'ân da "(Yapacağın) işder) hakkında onlara
danış" (Âl-i îmrân 3/159) âyetiyle ilgili olarak şöyle der: Ayette çeşitli
faydalı bilgiler mevcuttur. Bunlardan biri, ashabın derecesini, içtihad ehli
olduklarım ve görüşlerine uymanın caiz olduğunu insanlara bildirmesidir. Çünkü
Allah onları, Hz. Peygamber'in kendilerine danışacağı, içtihadlan ve Allah'ın
hükümlerinde naslara uygunluğu aramalarına razı olacağı bir dereceye
yükseltmiştir. Bir diğer husus ta niyyet ve samimiyetleri bakımından Allah'ın
hoşnutluğunu kazanmış olmalarıdır. Eğer böyle olmasaydı, onlara danışmasını Hz.
Peygamber'e emretmezdi. Bu da onların imanlarının sıhhat ve sağlamağını,
ilimdeki derecelerini gösterir.[846]
Cessâs'ın Ahkâm'mda "Allah'a itaat edin, Resule ve sizden olan emir sahiplerine
itaat edin" (Nisa 4/59) âyetine de bakınız.[847]
İmam Tâcüddin es-Sübkî
el-İbhâc[848] fi şerhi ıl-Minhâc adlı
eserinin başında fikıh usulünü ve derecesinin büyüklüğünü, onun içtihadın
temeli olduğunu açıkladıktan sonra şöyle der: Eğer sen "Ashab, tabiin ve
etbâu't-tâbiinden alimler, büyük müçtehidlerdendiler. Fıkıh usulü ilmi ise
Şafii gelip o konuda eser eser verinceye dek mevcut değildi, onu nasıl
içtihadın şartı kılar?" dersen, ben de şöyle derim: Ashap ve onlardan
sonra gelenler tabiî olarak onu biliyorlardı, Halil ve Sibeveyhi gelmeden önce
aynı şekilde nahvi de bildikleri gibi. Dilleri doğru, zihinleri sağlam,
kavrayışları Arap dilinin anlam ve inceliklerine hazır ve yatkındı. Çünkü onlar,
dilin kendilerinden öğrenildiği kimselerdiler. Onlardan sonra ise diller
bozuldu, kavrayışlar değişti. Bu yüzden nahive ihtiyaç duyulduğu gibi fıkıh
usulüne de ihtiyaç duyuldu. Bil ki içtihadın mükemmel olması üç şeye
dayanmaktadır. Birincisi, Arapça, fıkıh usulü ve zihni hataya düşmekten
koruyacak aklî ilimlerden ihtiyaç duyulanlar gibi zihni süsleyen ilimleri, bu
ilimler kişide meleke oluşturacak şekilde edinmek. Ashap usulü fıkhı, öğrenim
görmeden bizden daha iyi biliyorlardı. Bizden bunu öğrenenlerin gayesi, onların
sahip bulundukları anlayışın bir kısmına ulaşmak olup bunda bazan hata bazan da
isabet eder. İkincisi, baktığı delilin şeriata uygun olup olmadığını anlayacak
kadar, şeriatın temel esaslarının çoğunu kavramasıdır. Üçüncüsü ise, kendisine
şeria-tin maksadını ve açıkça belirtilmiş olmasa da bu hususta kendisi için
hüküm alacak şeyi kavramasını sağlayıcı bir güç kazandıracak seviyede Mekâsıd-ı
şeria (elinin temel gayeleri) konusunda egzersiz ve araştırma yapmış olmasıdır.
Kişi bu seviyeye ulaşıp sözkonusu üç hususu elde edince ietihadda kâmil
kimselerin derecesine ulaşmış olur. Ashabın bu üç hususta insanların en
mükemmelleri oldukları bilinmektedir. Birinci hususta tabiî olarak, ikinci ve
üçüncüde ise vahyi müşahede etmeleri ve Hz. Peygamberin ahvalini bilmelerinden
dolayı en mükemmel idiler. Onlar nerede, kendilerinden sonra gelenler nerede![849],
Sübki'nin sözlerinin özeti.
İmam Hafız Ebû Şâme
el-Makdisî eş-Şâfn, Muhtasara Kitabi '1-Mü-emmel fi'r-redd ile^-emri'1-evvel
adlı eserinde (s. 10) şöyle der: Hükümleri bilmek ve delillerinden çıkarmak
önce ashaba, sonra onların ardından gelenlere Özgüydü. Onlar bir olayla
karşılaştıklarında o konuda Allah'ın hükmünü Allah'ın Kitabı'nda ve Hz.
Peygamber'in sünnetinde araştırırlardı.
Allah Resulü'ne Övgü
yazanların sultanı İmam Şerefüddin Ebû Abdullah el-Bûsîrî, Hemziyye'sinde
ashap hakkında şöyle der:
Hepsi de hükümlerinde
içtihad sahibiydiler
Ve doğru hüküm veren.
Hepsi de birbirlerine denktiler
Allah kendilerinden
razıydı, onlar da
Ondan; hata nasıl
nisbet edilir onlara?
İbn Hacer, Bûsîrî'nin
"içtihad sahibi" sözüyle ilgili olarak şöyle der: Çünkü hepsinde
bütün içtihad şartları fazlasıyla mevcuttu. Bu yüzden onlardan birinin
herhangi bir konuda bir başkasını taklid ettiği bilinmemektedir. İnsanlar
onlardan, rivayette bulunan herkese fetva soruyorlar, o sorulan da içtihadıyla
fetva veriyor ve hiçbiri diğerine itirazda bulunmuyordu. Ancak sarih bir nassa
muhalefet sözkonusu ise kendilerine söylenirdi; kimileri görüşünden o nassa
döner, kimi de nassı tevil eder veya onu bir başka meseleyle karşılaştırırdı.
Bu bilginin benzerini
Abdullah Züneybir es-Selâvî ve Ebû Abdullah Be-nis el-Fâsî kaydederler. Cevceri[850]
şöyle der: "Onların vardıkları hükümler nefsin hevasından kaynaklanmış
olmayıp aksine ister isabet ister hata etsinler kendilerini sevaba nail
kılacak içtihadın şartlarını taşıyan tam içti-haddan doğmuştur". Bu
bilginin benzerini Ebû Abdullah el-Hudeykî, Şeyh Süleyman el-Cemel el-Misrî,
es-Savmaî et-Tâdelî ve Hemziyye'yi şerheden başkaları da kaydetmişlerdir. Şerif
es-Sicilmâsî şerhinde şöyle der: Onlar alimler ve kendilerine uyulan
imamlardırlar. Çünkü onlar kendisi sayesinde, kendilerinden sonra gelen bütün
insanlardan temayüz ettikleri Hz. Peygamberin ilmini tevarüs etmişlerdi.
Kur'an onların diliyle, bildikleri sebepler ve içinde bulundukları olaylar
hakkında nazil olmuştu. Böylece onlar Kur'an'ın mana ve mefhumunu, nass ve
içtihadla elde edilen hükümlerini anlamış oldular. Şîrazi Tabakâtü'l-ulemâ'da
şöyle der: "Bu sebepledir ki Ebû Ubeyde Kitâbü'l-Mecâz'da[851]
şöyle der: Ashaptan herhangi birinin Kur'an'dan birşeyi öğrenmek için
Resulullah'a (sav) başvurduğu nakledil-memiştir. Resulullah'ın hitabı onların
diliyleydi; manasını biliyor, mefhumunu kavrıyorlardı. Resulullah'ın yaptığı
ibadetler, hareket tarzı (siyer) ve siyasetteki uygulamalarından ibaret olan
fiillerinin tümünü de müşahede etmiş, öğrenmişler ve bunlar defalarca
tekrarlanmış olup bu konuda derin bilgi sahibi olmuşlardı. Ancak onlardan fetva
ve hüküm vermekle meşhur olanlar belli bir gruptur".[852] Hz.
Peygamber'in yanında devamlı bulunmayanlar ise bu seviyede değillerdi.
Nakledildiğine göre Hasan-ı Basri kendi zamanında ashaba fetva veriyordu.[853] Bu,
Hz. Peygamber'in "Kendisine tebliğde bulunulan nice kimse var ki (tebliği
yapan ilk) duyandan daha kavrayışlıdır"[854]
sözünü de tasdik etmektedir. Şerif es-Sicilmâsî daha sonra, İbn Hacer'in daha
önce anılan ve ashabın çoğunun böyle olduğua dair sözlerini kaydeder. Bu durum
onların çoğunluğuna nisbetle böyledir. Hasan-ı Basri gibi birisiyle ilgili
olarak söylenecek şudur ki ashaptan ona soru soran kimse bunu içtihad gücü ve
melekesini bizzat sarfetmeden yapıyordu. Hasan-ı Basri kendisine fetva verip
sahabi buna bakarak delili üzerinde düşünmede gayretini sarfedince içtihadı
Hasan-ı Basri'nin fetvasına denk düşüyordu. Sicilmâsi sonra Cevceri'nin daha
önce geçen sözünün ardından söylediği şu sözleri delil getirir: "İçtihad
ve hükümlerinin hiçbirinin arzu ve hevesten kaynaklanmadığı konusunda onların
hepsi birbirine denk ve eşitti."
Şihâbüddin el-Heysemî
Şerhu'l-Hemziyye'de, Bûsîri'nin "Hepsi de hükümlerinde içtihad
sahibiydiler" sözüyle ilgili olarak "yani doğru, isabetli hüküm
sahibi", "Hepsi de birbirlerine denktiler" sözüyle ilgili olarak
da "sa-habiliğin aslında, fazilet, ilim, içtihad ve hükümleri Allah için
ortaya koymanın aslında eşittiler" der. Ancak bu hususlarda fazlalık
konusunda birbirlerinden farklıydılar. O halde İbn Ömer'in "Ebubekir en
bilgilimizdi" sözü, Hz. Ömer'in Hz. Ali'ye soru sorup onun cevaplaması ve
Hz. Ömer'in de "Ey Ebü'l-Hasan, Allah senin içinde bulunmadığın ümmeti
mübarek kılmaz" sözü, Hz. Ömer'in İbn Abbas'ı, kendilerinde bulmadığını
onda görmesinden dolayı muhacir ve ensarm yaşlılarından öne alması,
Muaviye'nin çözümü zor hususlarda Hz. Ali'ye adam gönderip soru sorması ve
onun da buna cevap vermesi birbiriyle çelişen hususlar değildir. Ailesinden
biri Hz. Ali'ye düşmanımıza (Muaviye) neden cevap veriyorsun?" demiş, o da
"onun bize muhtaç olup soru sorması yetmez mi?" karşılığını vermişti.
Bâcûri Şerhu's-Süllem'e
yaptığı haşiyede, ashaptan hiçbirinin herhangi bir konuda başka birini taklid
ettiği hususunun bilinmediğine dair İbn Hacer'in sözünü zikrettikten sonra
şöyle der: "Fakat bazı alimler, ashap arasında müçtehid ve mukallidlerin
bulunduğu görüşünü tercih etmişlerdir".[855]
Ancak orada, İbn Hacer'in zikrettiğini geçersiz kılan birşey kaydetmiş
değildir. Bunu düşün. Allah Teâla doğruyu en iyi bilendir.
Ben sonra
Müsellemü's-sübûtun şerhi Fevâtihu'r-rahamût ta
" r e ' y
(içtihad) sözkonusu olan hususlarda sahabi görüşünün (kavl-i sa-habi) sünnete
ilhak edilip edilmeyeceği" konusunu ele alıp yalnız Şeyhayn'ın (Hz.
Ebubekir ve Ömer) görüşlerinin sünnete ilhak edilebileceğine dair bir görşü
zikrettikten sonra[856]
müellifin şöyle dediğini gördüm: Bu konudaki tartışmanın, halifeler, ezvâc-ı
mutahharat, abâdile, Enes ve Huzeyfe gibi ömürlerini Allah Resulü'nün
sohbetinde geçirip onun yüce ahlakım edinenler ile onların tabakasında
bulunanlar üzerinde olması gerekir, Mekke fethi sırasında müslüman olanlar
üzerinde değil. Çünkü bunların çoğu için Şer'i hükümleri bilmek ancak taklid
yoluyla mümkün olmuştur.[857]
Hafız Ebû Şâme
Muhtasara Kitabi'l-Müemmel'de, daha önce kendisinden nakledilen sözün ardından
şöyle der: Sahabiler fetvayı birbirlerine havale ederler ve her biri isterdi ki
başkası onun yerine fetva versin. Onlardan bir grup daha meydana gelmemiş bir
meselede konuşmayı hoş karşıla-mazdı ve soran kimseye "olay olmuş
mu?" diye sorar, eğer "hayır" cevabını verirse "onu meydana
gelinceye kadar bırak, sonra onda içtihad edilir" derlerdi. Bütün
bunları, hakkında bilgileri bulunmayan konulara dalmaktan korkuları ve ibadet
ile cihad gibi daha Önemli hususlarla meşgul olmalarından dolayı yapıyorlardı.
Bir olay meydana geldiğinde ise ona mutlaka bakılırdı. Tavus, Ömer b.
Hattâb'ın minberde "Allah Teâla her müslümana, henüz meydana gelmemiş bir
şeyi sormayı yasaklamıştır" dediğini ve yalnız meydana gelmiş hususlarda
hüküm verdiğini nakleder. Abdurrahman b. Şureyh'ten nakledildiğine göre Ömer b.
Hattâb şöyle derdi: "Bu güç ve çapraşık şeylerden sakının, bunlar meydana
geldiğinde Allah onları değerlendiren ve açıklayanı gönderir". Muâz b. Cebel'in
de şöyle dediği nakledilir: "Ey insanlar, meydana gelmedikçe imtihan
(bela, deneme) konusunda acele etmeyin, aksi halde şurada burada yokolup
gidersiniz. Eğer meydana gelmeden önce acele etmezseniz, müslümanlar,
kendisine sorulduğunda cevap verecek birinin içlerinde bulunmasından mahrum
kalmazlar". İbn Ömer'e fetva sorulduğunda "müslümanların işini
yüklenen şu emire (yönetici) git" diyerek onun boynuna yüklerdi. Bununla,
fetva, yargı ve hüküm vermenin velayet (yönetim) ve saltanatın (siyasî otorite)
gereklerinden olduğuna işaret etmiştir.
Abdurrahman b. Ebi
Leyla şöyle der: "Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) ashabından ensardan
yüzyirmi kişiye ulaştım. Onlardan hiçbiri yoktu ki bir hadisi haber verince
kardeşinin onun yerine haber vermesini, bir konuda fetva sorulsun da
kardeşinin kendi yerine cevap vermesini istemesin". Bir rivayette
geçtiğine göre onlardan birine birşey soruluyor, o berikine havale ediyor ve
derken tekrar ilk sorulana dönüp geliyordu.
Derim: İbn Sa'd,
Abdurrahman b. Ebî Leyla'nın anılan sözünü ondan çeşitli yol ve rivayetlerle
Tabakât mdaki biyografisinde (VI, 75) tahric etmiştir.[858]
Abdülgani b. Said de Edebü'l-muhaddis'te Davud b. Ebî Hind yoluyla şu tahricde
bulunur: "Şa'bi'ye, 'size birşey sorulduğunda ne yapardınız?' dedim,
'uzmanına denk geldin; kişiye birşey sorulduğunda arkadaşına, onlara fetva ver,
derdi'. Bu, öncekine dönüp gelinceye kadar devam ederdi".
Müslim'in Sahih inde
Ebü'l-Minhâl'den şu rivayet nakledilir: "Ebü'l-Minhâl, Zeyd b. Erkam'a
sarfla (paranın parayla değişimi) ilgili bir soru sordu, Zeyd 'Berâ b. Âzib'e
sor' dedi, o Berâ'ya sordu, Berâ da 'Zeyd'e sor' dedi".[859]
Hafız Suyûti
Târîhu'l-hulefâ smda Hz. Ebubekir'in biyografisini verirken "onun ilmi,
ashabın en alimi ve en zekisi olduğuna dair fasıl" diye bir başlık açar,
sonra Nevevi'nin[860]
Tehzib'inden şu nakilde bulunur: Bizim mezhep imamlarımız onun Sahihayn'daki
hadiste geçen şu sözünü ilminin büyüklüğüne delil göstermişlerdir:
"Allah'a andolsun, namazla zekâtı birbirinden ayıranlarla savaşacağım.
Vallahi eğer onlar Resulullah'a (sav) vermekte oldukları bir dişi oğlağı (veya
hayvan bağladıkları bir ipi) benden esirgeyecek olurlarsa kendileriyle
savaşırım".[861]
Şeyh Ebû Ishak Tabakât'ında bu ve başka rivayetlerden hareketle Hz. Ebubekir'in
ashabın en bilgilisi olduğu sonucunu çıkarır.[862]
Çünkü bu konuyla ilgili hüküm hususunda ondan başka bütün sahabiler görüş
belirtmekten çekindiler. Sonra konuyla ilgili olarak kendisiyle görüşünce onun
görüşünün doğruluğunu anladılar ve benimsediler. Kendisine, Hz. Peygamber
zamanında halka kimlerin fetva verdiği sorulduğunda İbn Ömer'in "Ebubekir
ve Ömer; onlardan başkasını bilmiyorum" diye karşılık verdiğine dair
rivayeti nakletmiştik.[863]
Sahihayn'da Hz. Peygamberin vefatından önce irad ettiği "Allah'ın dünya ve
kendi katındaki arasında muhayyer kıldığı kul"a dair hutbesinde şu bilgi
geçer: "Bunun üzerine Ebubekir ağladı, biz onun ağlamasına hayret ettik.
Oysa 'muhayyer bırakılan' kimse Allah Resulü idi. Ebubekir bizim en
bilgilimizdi".[864]
Sakife hadisinde Hz. Ömer'in "o insanların en bilgilileri ve Allah'tan en
çok korkanlarındandı" sözü geçer.
İbn Kesir şöyle der.
Hz. Sıddık ashabın Kur'an'ı en iyi bileniydi. Çünkü "Topluluğa, Kur'an'ı
en iyi bilenleri (okuyarları) imamlık yapar"[865]
buyurmuş olan Resulullah (sav) ashaba namaz kıldırmak üzere onu imam yapmıştı.[866] Hz.
Ebubekir, ashabın sünneti en iyi bileniydi de. Nitekim birçok konuda sahabe
ona başvurmuş, Resulullah'tan bellediği ve onların bilmedikleri sünnetleri
kendilerine nakletmiş, ihtiyaç halinde ortaya koymuştur. Nasıl böyle olmasın
ki Resulullah'a Peygamberliğin gelişinden (bi'set) vefatına dek onun sohbetine
devam etmişti. O ayrıca Allah'ın en zeki ve akıllı kullarından biriydi.
Kendisinden az miktarda müsned hadis rivayet edilmesinin sebebi ise hilafet
süresinin azlığı ve Resulullah'tan sonra vefatının çabuk olmasıdır. Eğer zamanı
uzun olsaydı kendisinden gerçekten çok hadis nakledilir, nakledenler ondan
hiçbir hadis bırakmaz rivayet ederlerdi. Fakat onun zamanındaki sahabilerden
hiçbiri, kendisinin de rivayetinde ortak olduğu bir hadisi ondan rivayete
ihtiyaç duymuyordu. Onlar yalnız kendilerinin bilmedikleri hadisleri ondan
naklediyorlardı. O, insanların e n s â b ı ve rüya tabirini en iyi bil eni erinden
di de.[867] Şuyûti daha sonra Hz.
Ebubekir'den rivayet edilen hadislerle ilgili bir fasıl açarak onun rivayet ettiği
hadislerin sayısını 104'e çıkarır ve bunları kaydeder.[868] O
aynca ashabın görüş bakımından en isabetlisi, kavrayış bakımından en mükemmeli
idi.[869]
Suyûti'nin Târihu'l-hulefâ sına bakınız.
Daha önce geçtiği ve
ileride bir gruptan nakledileceği üzere Hz. Ali ilim yönünden ashabın en üstünü
ve en şöhretlisi idi. Hz. Alinin ilmi, fetvaları, hikmetleri ve olaylarla
ilgili çözümleri buna şahitlik eder. Onun biyografisine dair yazılmış eserlere
bakınız. Bu eserler sayılamayacak kadar çoktur.[870]
Tirmizi, Hz. Ali'nin
rivayet ettiği şu merfû hadisi tahric eder: "Ben ilmin şehriyim, Ali de
kapısı". Tirmizi bu hadisin münker olduğunu söyler.[871] Bir
grup alim bunun bâtıl (uydurma) olduğunu kesin olarak belirtir. Fakat Hânz Ebû
Said el-Alâî şöyle der: Doğru olan, bu rivayetin tarikleri (rivayet yolları)
bakımından h a s e n olduğu, sahih veya zayıf olmadığıdır. Hele mevzu (uydurma)
hiç değildir. Hânz İbn Hacer de bir fetvasında bunu söyler. Hafız Suyûti
ed-Dürerü'1-mensûre'de şöyle der: Ben, Alâi ile îbn Hacer'in sözlerini
et-Taakkubât ale'l-Mevzûât'ta genişçe ele aldım.[872]
Bu rivayetin mihenk
taşı Hz. Ali efendimizin sahibolduğu derin ilimdir; bu ilim sayesinde ona
boyunlar eğilmiş, her din ve milletin bilge ve felsefecileri ona itaat
etmiştir. Hz. Ali'nin İbn Abbas'la birlikte besmeledeki "bâ" harfi
ile ilgili olarak yatsı vaktinden sabah fecrin doğuşuna kadar oturup konuştukları
hususu Karafi'den naklen zikredilmişti.[873]
îbnu 1-Müseyyeb, Hz. Ali'den başka "bana sorun!" diyen kimse
bulunmadığım söyler.[874] İbn
Abbas şöyle der: "Hz. Ali'ye ilmin onda dokuzu verilmiştir. Allah'a
andolsun ki o, geri kalan onda birde de onlara ortaktır." İbn Abbas yine
şöyle der: "Bir şey (bilgi, hüküm) Ali'den naklen sabit olmuşsa, biz onu
bırakıp başkasına başvur-mazdık".[875]
Ashabın büyüklerinin ona soru sordukları, birçok konuda onun fetva ve
görüşlerine dönmüş oldukları hususu meşhurdur. Tasavvuf ilimlerinin tarik ve
silsilelerinin de ona erişmesi sana yeter! İlim şehrinin kapısı olarak,
İslam'da hiçbir tarikat göremezsin ki ona ulaşmasın, silsilesi ona varmasın.
Şeyh Mustafa el-Bekri
Teşyidü'l-mekâne li-men hafeze'lemâne adlı eserde şöyle der: Hz. Âli işbaşına
geldiğinde hakikatlerin işaret taşlarını yaydı, gizliliklerin sırlarını açtı,
ondan iki oğlu Hasan ve Hüseyin ile Kümeyi b. Ziyâd ve Hasan-ı Basri zikir ve
telkin tarikini aldılar. Nakşibendilik dahil bütün tarikatler de ondan kollara
ayrıldı. Nakşiliğin biri Hz. Ali'ye, diğeri Hz. Selman'a ulaşan iki silsilesi
vardır. O Cefr'inde[876],
uygun gördüğü rumuzlarla kaderin sırrından sözetti. O, ariflerin kalplerine
açılan kapı olup ondan içeri girdiler ve apaçık olan şey onlara aşikâr oldu,
alim olanlar kendilerine aşikâr olan gizli sırrın hakikatine erdiler. Fakat o
oğullarına, sırları inkâr ehlinden korumak için, kendilerine verdiği sırrı
gizlemelerini tavsiye etti. Kümeyi b. Ziyâd kendisine "hakikaf'i sorunca
ona cevap verdi. O "bunu açıklamak istiyorum" dedi, Hz. Ali kendisine
icabet etti. O daha da istedi, o da fazla bilgi verdi, sonra da şöyle dedi:
"Fecir doğdu, kandili söndür!". Yani, sorduğunla ilgili olarak
"beyan fecri doğdu"; "kandili söndür," yani açıklamış
olduğum ve senin içi açıklık kazanan soruyu.
Kadı İbnü'l-Hâc'ın
Hâşiyetü'd-Dürri's-semin inde, tasavvuf ilminin kurucusunun Hz. Ali efendimiz
(Allah yüzünü keremlendirsin) olduğuna dair kendisinden daha önce nakledilen
malumatın ardından şu bilgi verilir: Bazı şeyhler onunla ilgili olarak şöyle
dediler: Hz. Ali'ye ledün ilmi verilmiştir. Gerçek veliliğin ve ilahi
marifetlerin kaynağı olan veliliğe nisbet, ancak onun cihet ve hakikatiyle
sahih olur. O Muhammedi evliyanın hepsinin imamı, asılları ve Muhammedi
hazrete intisaplarının menşei ve Ahmedî velayetin mazharıdır, O dünyada, Hz.
Peygamber'in "Ben hikmetin evi, Ali de kapısıdır" sözüyle kendisine
özgü kıldığı en yüce ariftir. İbnü'1-Hac, bu bilginin aynısını
el-Ezhâru't-tayyibetü'n-neşr de de vererek şu ilavede bulunur: "Velayeti
ondan Hasan-ı Basri almıştır. Eğer sen er-Rihletü'l-Ayyâşiyye'de Şeyh Hasan
el-Acîmî'den nakledildiği üzere bugün mevcut kırk tasavvuf tarikatının çoğunun
kaynağının Hasan-ı Basri'ye ulaştığını söylersen, şu cevap verilir: Suyûti ve
başkalarının da sahih olduğunu kaydettiklerine göre Hasan-ı Basri, Hz. Ali'yi
görmüştür. Tasavvuf ehlinin söylediği üzere, bu durumda tarikati ondan almış
olmasında bir mani yoktur. Çünkü şeyhten ilim almanın dille olması bu tarikte
şart değildir. İstenilen husus, müridin hidayete ermesi ve kalbinde nurların
parlamasının himmet ve hal ile olmasıdır". Bizim, Tirmizi'nin el-Câmi ine
yaptığımız talike bakınız.
Veliyüddin İbn Haldun
bu konuda söz söylemiş olup tasavvuf hırkasının isnad zincirini Hz. Ali'ye
ulaştıranları şu sözleriyle taneder: "O bu düşünceden beri olup ashap
arasında kendisine ne bir mezhep ne tarikat ve ne de bir elbise Özgü kılınmış
değildir. Aksine Hz. Ebubekir ve Ömer, Resulul-lah'tan sonra insanların en
zahid ve âbidleriydiler. Onlardan hiçbirine dinde ve özellikle kendisinden
tevarüs edilecek bir şey özgü kılınmış değildi. Ashabın hepsi dinde, zühd ve
mücahedede örnek idiler".[877] Bu
bilgi özet olarak verilmiştir.
Aferin Şeyh Abdülhadi
el-Ebyârî'ye ki Suûdu'l-metâli'de, onun sözünün hemen ardından şöyle der: Bu
sözde bir benlik ifadesi mevcuttur. Çünkü onda meşayihin büyüklerini kötüleme
ve tarikatlerin Hz. Ali'ye ulaştığına dair icmalarını geçersiz sayma
sözkonusudur. Bu, onların ahvalini mütalaa eden ve tarikatlerinin kitaplarına
muttali olanlara gizli kalmayan bir husus olup buna rıza göstermeye hevesi
elvermemektedir. Oysa Resulullah (sav), "Allah Resulünün, kıyamet gününe
kadar olmuş ve olacak şeyleri kendisine öğrettiği"ne[878]
dair Huzeyfe hadisi, Ebû Hureyre'nin "Resulullah'tan iki kap ilim
aldım..."[879]
hadisi ve bunlardan başka hadislerin de gösterdiği gibi, dilediği kimselere
ilim ve tariklerden dilediğini özgü kılıyordu.
Bazı alimler Hz.
Ali'nin Resulullah'tan rivayetlerini ayrı kitap halinde derlemişlerdir. İbn
Süleyman er-Rûdânî Sila'sında, Hz. Ali için Müsned derleyenleri zikretmiş olup
bu kimseler şunlardır: Mutayyen diye tanınan Ebû Cafer Muhammed b. Abdullah
el-Hadramî, Kadı Ebû Ishak İsmail b. Is-hak, EbÛ Muhammed Abdurrahman b. Osman
b. Ebi Nasr ve başkaları.[880]
Hadimi Şerhu't-Tarikati'l-Muhammediyye'de
şöyle der: Bütün arkalar (mezhepler) usûl ve furûda Hz. Ali'ye intisab
ederler. Bunun gibi, bâtın tasfiyesinde de mutasavvıflar ona intisab ederler.
Müfessirlerin lideri olan İbn Abbas da onun talebesidir.
Derim: Kim efendimiz
Hz. Ali'nin ilminin genişliğini ve onun Nebevi ilim şehrinin kapısı olduğunun
mihengini öğrenmek istiyorsa İbn Ebi'l-Ha-did'in Şerhu Nehci'l-belâğa sini
iyice incelesin, hesaba gelmeyen bir şaşkınlık duyar.[881]
Savaşta öne atılması
ve Allah düşmanlarına karşı ataklığından dolayı Hamza b. Abdülmuttalib'e
"Allah'ın Arslanı" denirdi. O Bedir savaşı günü kendisi için
"Ben Allah'ın ve Resulü1 nün arslanıyım" demişti. Deylemi, İbn
Abdissamed'den, onun da dedesinden şu rivayetini tahric eder: Resulullah şöyle
buyurdu: "Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki yedi gökte 'Hamza b.
Abdülmuttalib Allah'ın ve Resulü'nün arslamdır'yazılıdır".[882]
İslam'da ilk defe Şeyhülislam
diye lakaplanan kimsenin Ebubekir
es-Sıddık olduğu hususu
daha önce Hafız
Sehâvi'den nakledilmişti.[883]
Beyzâvi Tefsir'inde "İnanmış olanlara rastladıklarında
'inandık'derler" (Bakara 2/14) âyetiyle ilgili olarak şu bilgi verilir:
Abdullah b. Übey, Hz. Ebubekir'e "Merhaba Beni Temîm'in efendisi ve Şeyhülislam
olan Sıddık'a" dedi.[884] Bu
kıssayı Vahidi tahric etmiş olup[885] İbn
Hacer bunun münker olduğunu söyleyip isnadını zikrettikten sonra şöyle der: Bu,
altın silsilesi (rivayet zinciri) değil, yalan silsilesidir.
Fakat Kadı Hafâci
el-İnâye'de şöyle der: "Ashab zamanında Şey-hu I i s 1 a m tabiriyle Hz.
Ebubekir ve Ömer kaste di lirdi. O ikisi Ş e y -h a y n dır". Şeyhülislam
tabiri, İbn Nâsırüddin ed-Dımaşkî'nin er-Reddü'l-vâfir de kaydettiği üzere büyük
münekkitler katında şu anlamdadır: Allah Kitabı'nı inceleyen, Resulullah'ın
sünnetine uyan, Kur'an'ın ahkâmını, kıraat vecihlerini, nasih ve mensuhunu
bilme konusunda önde gelen, muhkem âyetlere göre amel ve müteşabihlere iman
eden, anılan hususlarla isnad, nakil ve amel bakımından sünneti bilmede, Kitab
ve sünnetten usul ve furûu istinbatta kendisine Arap dilinden yardımcı olan
şeyleri iyi bilen, Allah'ın kendisirîe farz kıldıklarını yerine getiren, şanı
Yüce Allah'a karşı tevazu ile Allah'ın kendisi için gönderdiği hükümlere
yapışan, dil sürçmesinden korkan, masumluğu iddia etmeyen ve saygı
gösterilmesinden dolayı ferahlık duymayan kimsedir (bk. age., s. 10).
Hafız Sehâvi, hocası
İbn Hacer'in menakıbına dair kaleme aldığı el-Cevâhir adlı eserinde şöyle der:
Selef alimleri Ş eyhulialam tabiri ni Kitab ve sünneti inceleyen, aklî ve naklî
ilimlerde derin kimseler için kullanıyorlardı. Bazan da bununla, velilik
derecesine ulaşan kimse nitelendirilmiştir. Bu tabir, Ş e y h a y n dan, yani
Hz. Ebubekir ve Ömer'den sonra önde gelen kimseler arasında meşhur olmuş
değildi. Her ikisinin bu şekilde vasfedilmesi varid olmuştur. Sehâvi daha sonra
Taberi'nin er-Riyâzu'n-nadire adlı eserinden naklen, Hz. Ali'den bu tabiri Ş e
y h a y n için kullandığı bir haber kaydeder. el-İnâye'ye bakınız.[886]
Bu kimse Halid b.
Velid olup İslamdaki eserinin (yaşayış ve yaptıklarının) güzelliği ve
müşriklerle savaştaki sadakati sebebiyle Resulullah (sav) onu "Allah'ın
kılıcı" diye adlandırmıştır. Hz. Peygamber onunla İlerime b. Ebu Cehil'e
baktığında "Allah ölüden diriyi çıkarır" (Rûm 30/19) âyetini okurdu.
Çünkü o ikisi ashabın seçkinlerinden, babalarıysa Allah ve Resu-lü'nün
düşmanlarıydılar. Halid b. Velid Huneyn savaşında Resulullah'ın ordusunun ön
kısmındaydı. Kureyş'in taptığı putları kırıp yıkmakla görevlendirilen de oydu.
Onları yıktığında içlerinden duyduğu sesin Câhız tarafin-dan yapılan tahliline
bakınız. Bunu Seâlibi Simârü'l-kulûb'da (s. 17) nakletmiştir.
Hz. Peygamber vefat
edip dinden dönme (ridde) hareketleri meydana geldiğinde Hz. Halid güzel bir
deneyim gösterdi. Hz. Ebubekir'in yanında temel bir direkti. Hz. Ebubekir
tarafından Tuleyha'ya gönderildi, onu hezimete uğrattı. Yemâme halkıyla sulh
yaptı, Fecâa'mn kızını nikahladı. Vefat ettiğinde Beni Muğire kabilesinden
zülfünü veya saçını kesip onun kabri üzerine koymayan kadın kalmadı. Kadınlar
onun üzerinde yüksek sesle ağlayınca, bazıları bunu hoş karşılamadılar. Hz.
Ömer şöyle dedi: "Beni Muğire kadınlarını bırakın Ebû Süleyman'a ağlasın,
gözyaşlarını kovayla akıtsınlar".[887]
"İki Ömer'in
sireti" (Siretü'l-Umereyn) tabiri kullanılır ki iki Ömer'den kastedilen
Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer olup haklarında darb-ı mesel söylenmiştir. Çünkü
Resulullah'tan sonra yönetime onlar gibisi gelmemiştir. Abdülmelik b. Mervan
şöyle diyordu: Ey tebaa topluluğu, bize insafla davranın; bizden Hz. Ebubekir
ve Ömer'in s i r e t ini (hareket tarzım) istiyor, fakat ne bizde ne
kendinizde sevgili Ebubekir ve Ömer'in siretini göremiyorsunuz!
Ebü'l-Buhteri şöyle
der:
Tebaa hep olageldi
sireti içre
Ömer'in, Mütevekkil'in
uygulamış olduğu.
Belagat ehlinden biri,
bir hükümdarın şöyle dediğini kaydeder: "Bir Ömer sureti, bir ay sureti
gördüm". Hz. Aişe'den şöyle dediği nakledilir: "Ömer anılınca adalet
anılmış olur, adalet anılınca Allah anılmış olur[888], Allah
anılınca da rahmet iner". Yine Hz. Aişe'den şöyle dediği nakledilmiştir:
"Meclislerinizi Ömer'i anarak süsleyin".[889]
Şeyhlerden biri şöyle dedi: "Kim bir sıkıntı duyarsa şöyle desin: Ey Ömer,
sen bir vadiye sapmadın ki şeytan ondan başka bir vadiye sapmasın!".[890]
Çünkü sıkıntıların çoğu şeytanın tahrikinden kaynaklanmakta olup şeytan sizi
fakirlikle korkutur ve çirkin işler yapmanızı emreder.
el-Utbiyye'de İmam
Mâlik'in şöyle dediği nakledilir: Hz. Aişe şöyle dedi: "Meclisinizin
güzel olmasını istiyorsanız Ömer'i anın".[891] İbn
Rüşd el-Beyân ve't-tahsil'de şöyle der: Hz. Aişe'nin sözü açıktır, çünkü Hz.
Ömer'in hareket tarzı ve takib ettiği yol gönülleri ferahlatsın., nefislerin hoşnutluk
duyduğu şeylerdendir.[892] Hz.
Ömer'in hareket tarzı milletleri meşgul etmeye devam etmekte, yankısı her çağ
ve zamanda insanlarda yankılanmaktadır. Onun hareket tarzıyla ilgili olarak
yazılan eserleri, hatta yalnız Batılılarca kaleme alınan eserleri araştırmaya
koyulsaydım çok zaman alırdı. Alexand-re Mazas'nın "Doğunun Önemli
Şahsiyetleri" adlı iki ciltlik ve 1847'de Paris'te basılan eserine[893]
bakınız. Efendimiz Hz. Ömer'in bu eserdeki biyografisi 106-160. sayfalar
arasındadır. Ayrıca Batı dillerindeki çeşitli tarihî sözlük ve ansiklopedilere
bakınız.[894]
Şa'bi şöyle der:
"Ömer'in kamçısı, Haccâc'ın kılıcından daha korkutucu idi".[895]
Horasan hâkimi Hünnüzan'ın Hz. Ömer'e esir olarak getirilişi, evinde
bulunmadığı bir zamana tesadüf etmişti. Hürmüzan'ı gözetmekle görevli olan
kimse Hz. Ömer'in bulunduğu yeri araştırdı ve onu bir mescidde başını
kırbacının üzerine koyup uyumuş halde buldu. Hürmüzan, Hz. Ömer'i görünce
şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki ey hoş ve rahat hükümdar, adaleti
uy-guladın ve uyudun. Andolsun ki ben İran hükümdarlarından (kisra) taç sahibi
dört hükümdara hizmet ettim, şu kamçının sahibinden korktuğum kadar
hiçbirinden korkmadım".[896]
İbnü'l-Cevzî Siretu
Ömer'de 45. bâb olarak onun kalplere saldığı korkunun şiddetine dair konu
başlığı açarak orada Kasım b. Muhammed'den şöyle dediğini rivayet eder: Ömer
bir defasında yürüyor arkasından da ashaptan bazıları yürüyorlardı. Bir ara
lüzum duyup arkasına dönünce, onlardan dizlerinin bağı çözülmeyen kalmadı!
Bunun üzerine Hz. Ömer'in gözleri yaşanp ağladı ve sonra şöyle dedi:
"Allah'ım biliyorsun ki ben senden, onların benden korkmalarından daha
çok korkuyorum!".[897]
Ikrime'den şu rivayet nakledilir: Bir hacamatçı, Ömer b. Hattâb'ın saçlarını
kısaltıyordu. Ömer heybetli biriydi, öksürerek boğazını temizledi, adam
(korkudan) abdestini bozdu. Ömer ona kırk dirhem verilmesini emretti. Bu h a c
c â m 'in adı Said b. Heylem'di.[898]
Onun bu kıssasını Suyûti CemVl-cevâmi'de İbn Sa'd ve Hatîb'e isnad eder.
Abdullah b. Abbas'tan şu rivayet-nakledilir: "Bir yıl bekledim, Ömer'e bir
âyeti sormak istiyordum, heybetinden dolayı soramadım". Bu bilgi için
Hâfiz İbnü'l-Cevzî'nin Siretu Ömer'inde, onun heybetiyle ilgili baba bakınız.
İbn Asâkir Hz.
Aişe'den şu tahricde bulunur: Kendisiyle Hz. Peygamber arasında bir konuşma
oldu. Resulullah (sav) "Benimle senin aranda Ebube-ldr'in (hakem) olmasına
razı olur musun?" buyurdu, ben "hayır" dedim. "Aramızda
Ömer'in olmasına razı olur musun?" buyurdu, ben "hangi Ömer?" dedim,
"Hattab'ın oğlu" karşılığım verdi. Ben "vallahi, ben Ömer'den
korkarım" dedim. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Şeytan da
Ömer'den korkar". Bir rivayette ise "Ömer'i sezmekten" ifadesi
vardır.[899]
Muhammed b. Mükerrem'in
Ebû Ali el-Basîr'e "senin fuzuli işlerin, an-dolsun, Hz. Ali'nin
faziletlerinden çoktur!" demesinde olduğu gibi, Hz. Ali'nin faziletlerinin
çokluğu darbımesel olmuştur. Câhız şöyle der: "İslamiyet'e girişte
öncelik anıldığında, İslam'ı müdafaa ve kahramanlık anıldığında, dinde bilgi
sahibi oluş anıldığında, insanların birbirleriyle yardımlaştık-lan hususlarda
zühd anıldığında, bütün bu Özelliklerde yeryüzünde Ali'den başka adı anılan
kimse yoktur". Hasan-ı Basri şöyle der: "Kişi bazan alim olur fakat âbid
olmaz, âbid olur alim olmaz, âbid ve alim olur akıllı olmaz. Süleyman b. Yesâr
âlim, âbid ve akıllıdır". Sealibi, Simârü'l-kulûb da şöyle der: Bak
bakalım, Süleyman'ın hasletleri Hz. Ali'ninkiler yanında nerede kalır?
Hafız İbnü'l-Cevzi
Esne'1-metalib fi menâkıbı Ali b. Ebi Tâlib adlı kitabında (s. 59) şöyle der:
"Çeşitli ilimlerdeki bütün üstünlükler, bütün güzellik ve huy güzelliği
onda zirveye ulaşmıştır: Kur1 an, hadis, fikıh, yargı (kaza), tasavvuf,
kahramanlık, velilik, cömertlik, zühd, verâ, güzel ahlak, akıl, takva ve görüş
isabeti...". İmam Ahmed b. Hanbel'in şöyle dediği nakledilir: "Allah
Resulü'nün ashabından hiçbiri, Ali b. Ebi Tâlib'in sahibolduğu faziletlere
sahib olmuş değildir."[900]
Doğrulukta Ebû Zer
(ra) hakkında darbımesel söylenir olmuştu. Hz. Peygamber'in "Ne gök
altında, ne yer üstünde peygamberlerden sonra Ebû Zer'den daha doğru sözlüsünü banndırmamıştır"
sözü meşhurdur.[901]
Seâlibi
Simârü'l-kulub'da şöyle der: Darbımesel olarak duyduklarımın en güzellerinden
biri Sâhib'in yalancı insanla ilgili olarak söylediği "Fâhite onun yanında
Ebû Zer sayılır!" sözüdür. Çünkü ona göre Fâhite yalan konusunda, Ebû Zer
de doğruluk konusunda darbımesel olarak verilmiştir.[902]
Bu konuda Simâk b.
Haraşe el-Ensârî darbımesel olarak anılırdı. O kahraman ve cesur biri olup
ayakların kaydığı yerde öne atılmayı adet edinmişti. İslam'da güzel izlenimler
bırakmış olup enteresan bir gurur yürüyüşü vardı. Hz. Peygamber savaş alanında
iki saf arasında salınıp yürürken ona baktı ve şöyle buyurdu: "Bu, bu yer
dışında Allah 'in buğzettiği bir yürüyüş-för".[903] Ona
"zü'l-meşhere" (zırhlı) denirdi. Çünkü bir zırhı vardı ki savaşta
giydiğinde, önüne çıkan kimse iflah etmezdi. Simârü'l-kulûb'a bakınız.[904]
Hasken tarafından
derlenen Müsnedu Ebî Hanîfe'de Hammâd'dan, onun da İbrahim'den şu rivayeti
kaydedilir: Allah Resulü'nün ashabından Abdullah b. Mesud, Huzeyfe b. Yemân,
Ebû Musa el-Eş'arî ve başkaları bir evde toplandılar, kamet getirildi,
birbirlerine "ey falan, öne geçip namaz kıldır" dediler, söylenen
kabul etmedi. Ev sahibi, İbn Mesud'a "imamlığa sen geç ey Ebû
Abdurrahman" dedi, o da geçip onlara namaz kıldırdı. İbn Sultan bu eserin
şerhinde şöyle der: Çünkü İbn Mesud onların en faziletlisiydi. Denildi ki o
dört halifeden sonra sahabenin en fakih olanıdır.[905]
Kâmûs müellifi, ashaptan
A b â d i 1 e (Abdullahlar)[906]
diye anılanlardan sözedip İbn Mesudun onlardan olmadığını kaydedince[907],
Kâri bununla ilgili olarak şöyle der: Çünkü İbn Mesud onlardan daha büyük olup
A b â d i 1 e 'den sayılmaz. Bu yüzdendir ki muhaddisler katında Abdullah
denilince o anlaşılır.
Fıkıhta A b â d i 1 e
darbımesel olarak anılırdı. Bunlar Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas, Abdullah
b. Ömer b. Hattâb, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Amr b. Âs olup ashabın
fakihleri, keskin görüşlüleri ve alimle-rindendiler. Ashabın kavrayışlılarından
ve Abdullah adlılarından Abdullah b. Cafer b. Ebî Talib ile Abdullah b.
Ebubekir es-Sıddık da vardır. Simârü'l-kulûb'da böyle kaydedilmiştir.
Irâki'nin kendi
Elfîyye'sine yaptığı şerhte şu bilgi verilir: Ahmed b. Hanbel'e " A b â d
i 1 e kimdir?" diye soruldu, o şöyle dedi: "Abdullah b. Abbas,
Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Amr". Ona "ya İbn
Mesud?" denildi, "hayır" karşılığını verdi. Beyhaki şöyle der:
Çünkü îbn Mesud önce vefat etti, berikiler ise yaşadılar, onların ilmine
ihtiyaç duyuldu.
Bir konuda görüş
birliğine vardıklarında, "bu Abâdile'nin görüşüdür" denildi.
Muhaddisler ve başkalarına göre A b â d i 1 e ile ilgili meşhur görüş budur.[908]
Sıhâh müellifi, Abdullah b. Zübeyr'i hariç tutarak bu sayıyı yalnız üçüne
hasretmiştir.[909] Kâmûs müellifi,
Cevheri'nin Sıhâh ta İbn Mesudu onlardan saydığını söyleyerek hata etmiştir.
Şemsüddin İbnü't-Tayyib eş-Şerkî Kâmûs haşiyesinde şöyle der: Sıhâh m okunmuş
sahih nüshalarında onun amldığuıa dair birşey mevcut olmayıp elliden fazla
nüshayı inceledim, onun anıldığını görmedim.[910] A b
â d i 1 e ile ilgili kalan bilgiler için adı geçen haşiyeye bakınız.
Kemâlüddin
İbnü'l-Hümâm'ın Fethul-Kadir inde şu bilgi verilir: "Abâdile adı, ashaptan
nkıh ve fetva konusunda şöhret bulanlar hakkında kullanılmıştır".
Şemsüddin İbn Abidin ed-Dımaşkî Şerhu'l-Menâr a yaptığı Nesemâtü'l-eshâr adlı
haşiyede şöyle der: Buna göre, İbn Nu-ceym'in de belirttiğine üzere İbn Mesud,
Zeyd b. Sabit, LJbey b. Ka'b, Muâz b. Cebel ve Hz. Aişe gibi ashaptan fıkıh
konusunda meşhur olan herkes A b â d i 1 e tabirinin kapsamına girer.[911]
Bu, Ebû Ubeyde b.
Cerrah olup ashabın büyüklerindendi. Hz. Peygamber onunla ilgili olarak şöyle
buyurmuştur: "Her ümmetin bir emini var, benim ümmetimin emini de Ebû
Ubeyde b. Cerrâh'tır." Bu hadisi Buhari E ne s'ten, Ahmed b. Hanbel Ömer
ve Halid b. Velid'den, Beyhaki ve Nesâi Enes'ten, İbn Ebi Şeybe Katâde'den, Ebû
Nuaym Fedâilu's-sahâbe'de Ebu-bekir'den, İbn Asâkir Câbir b. Abdullah'tan, o da
Halid b. Velid'den, Hatib ve İbn Asâkir Ümmü Seleme'den tahric etmişlerdir.[912]
Kûtü'l-Muğtezî de
geçtiği üzere Tîbi şöyle der: "Emin", emîr kalıbı gibi olup
güvenilir ve razı olunan kimse demektir. Emin olma her ne kadar onunla diğer
sahabiler arasında ortak bir özellik ise de Hz. Peygamber onu, kendisinde galib
halde bulunan bir sıfatla bilhassa anmıştır. Ebû Ubeyde, bu özelliğin anlamında
başkalarına nisbetle sahip olduğu fazlalık bakımından özellikle bununla
anılmıştır.[913]
Ebû Ubeyde ile ilgili
bir övünç vesilesi: İbn Sa'd, İbn Ebî Necih'ten[914] şu tahricde
bulunur: Ömer b. Hattâb, yanında oturanlara "temennide bulunun!"
dedi, onlar da bulundular. O şöyle dedi: "Ben ise Ebû Ubeyde gibi olanlarla
dolu bir ev temenni ediyorum." Bir adam ona "ben İslam'ı önemsememiş
değilim" dedi, o da "benim kastım da odur" karşılığını verdi.[915]
îbn Kudâme'nin
el-İstibsâr mda Muâz b. Cebel'in biyografisinde şu bilgi verilir: Hz. Ömer bir
gün ashaba "temennide bulunun" dedi. Her biri birşey temenni etti.
Hz. Ömer de şöyle dedi: Ben de, keşke şu ev Ebû Ubeyde b. Cerrah, Muâz b.
Cebel, Ebû Huzeyfe'nin mevlâsı Salim ve Huzeyfe b. Yemân gibilerle dolu olsa
diye temenni ediyorum.
Mısırlılardan Ebû
Ubeyde'nin biyografisini yazanlardan biri şöyle dedi: O, Bizanslılar katında
tatlı ahlaklı ve doğru sözlü olarak şöhret bulmuştur. Şam'ın fethi sırasında
Şam halkına can güvenliği verdi, müslüman olmayanlara oradan çıkmak
istediklerinde malından hatırı sayılır bir miktarla ayrılmalarına müsade etti.
Onlardan çıkmak isteyenlere, çıkacağı andan itibaren üç günlük e m â n tanıdı*
ki bu süre içinde İslam orduları onları ya-kalamayacaklardı. Bu olayla ilgili olarak
yazan Batılı tarihçilerden biri şöyle der: O yüzyılda müslüman ordularının
kumandanı olan bu yüce sahabinin vasıflan, ilerleme ve uygarlıkla meşhur yeni
yüzyılların ordularının kumandanlarında toplanmış olsaydı onları izzet ve
şerefin zirvesine çıkarır, kendilerinden zulmün ayıplarını kaldırırlardı.
Zamanımızda uygar büyük devletlerin ordularının en büyük kumandanları,
fatihler arasında eşi bulunmayan bu yüce kumandanın derecesine ulaşamaz, onun
adaleti, hilmi ve vefasıyla ilgili her menkıbe çağdaş devletlerin bütün
ordularının büyük kumandanlarım utandırır ve ayıplar.[916]
er-Riyâzü'l-müstetâbe
de geçtiği üzere Eş'as b. Kays b. Ma'dikerib el-Kindî, kavmi içinde itaat
edilen soylu biriydi. Hicretin onuncu yılında kavmi Kinde ile birlikte Hz.
Peygamber'e geldi ve müslüman olup Yemen'e döndüler. Eş'as sonra r i d d e
(dinden dönüş) hareketleri sırasında dinden döndü, Hz. Ebubekir'in süvarileri
onu esir alarak kendisine getirdiler ve tekrar müslüman oldu. Hz. Sıddık'a
şöyle dedi: "Beni savaşın için alıkoy ye kız-kardeşini benimle
evlendir". Hz. Ebubekir de baba-bir kız kardeşi Ümmü Ferve'yi onunla
evlendirdi. Seâlibi şöyle der: Zifafa gireceği günün sabahı bir kılıcı kınından
çıkardı ve karşılaşıp da kesmediği eti yenen dört ayaklı hiçbir hayvan kalmadı!
Halk "Ebû Eş'as yine dinden döndü!" dedi. Sonra o şöyle dedi:
"Andolsun, eğer biz memleketimizde olsaydık, düğün yemeğimiz bundan farklı
olurdu! Şu etlerden kesip alın ve (kesilen hayvanların) bedelleri hususunda da
(benimle) anlaşın". Medine'de bu etlerden girmeyen ev kalmadı. Kurban
bayramına bundan daha çok benzeyen bir gün daha geçmedi ve Medine halkı
Eş'as'ın düğün yemeğini darbımesel olarak andılar: "Eş'as'tan daha büyük
düğün yemeği verdi!".
Şeyh Muhtar
el-Küntfnin el-Ecvibetü'1-fadıla'sında Hafız Münzi-ri'den şu rivayet
nakledilir: "Haberi bize ulaşan en büyük düğün yemeği (velime) Eş'as b.
Kays el-Rindî'ninÜmmü Ferve ile evlendiğinde verdiği yemek olup deve, sığır ve
koyundan bin baş hayvanın kesildiği bir yemekti", el-İsâbe'de onun
biyografisine bakınız.[917]
Hilimde Ahnef b. Kays
et-Temimi es-Sa'dî darbımesel olarak anılıyordu. Ahmed b. Hanbel'in ez-Zühd
ünde Hasan'ın Ahnef ten naklettiği şu rivayet kaydedilir: "Ben halim
(yumuşak huylu, ağırbaşlı) değilim, halim görünüyorum".[918]
Nevevi Tehzib'de
meşhur sahabi Kays b. Asım'ın biyografisini vererek şöyle der: O, Beni Temim
elçilik heyeti içinde Resulullah'a (sav) geldi. Resu-lullah onu görünce şöyle
buyurdu: "Bu, çadırlarda yaşayanların (bedeviler) efendisidir". Kays
kavrayışlı ve halim biriydi. H i 1 i m le meşhurdu. Ahnef b. Kays'a "hilmi
kimden öğrendin?" diye soruldu, şöyle dedi: Kays b. Asıra'dan. Şöyle ki
onu bir gün evinin avlusunda kılıcının bağıyla ihtiba yapmış (sırt ve
baldırlarım kemer v.s. ile sarıp oturma) halde kavmine konuşuyor gördüm. Eli
arkasından bağlanmış biri ile öldürülmüş bir kişi getirildi ve "kardeşinin
oğlu, senin oğlunu öldürdü" dendi. Andolsun o ne kuşağını çözdü ne de
sözünü kesti. Sözünü tamamladıktan sonra kardeşinin oğluna dönerek şöyle dedi:
"Ey kardeşimin oğlu, yaptığın ne kötüdür; Rabbinin katında günaha girdin,
sıla-ı rahmini kestin ve amcanın oğlunu öldürdün, kendi okunla kendini vurdun,
sayını azalttın!". Sonra diğer oğluna şöyle dedi: "Kalk oğlum, amca
oğlunun ipini çöz, kardeşini toprağa ver ve annene de oğlunun diyeti olarak
yüz deve götür, o garip kalmıştır".[919]
Câhız şöyle der:
Şiirlerde Lokman'ın (as) h i 1 m i ni zikrettiler, Kays b. Âsım'ı, Muâviye b.
Ebi Süryan'ı ve birçok kimseyi andılar. Fakat bu ismin ( h i 1 m ) Ahnef b.
Kays için tasavvurunu gördüğümüz gibi hiçbir insanla bitişip kaynaştığını ve
dillerde dolaştığım görmedik. O üstelik fitnelerin çoğunda reis idi ve avam,
havas, zâhid, bozguncu, hulefa-yı râşidin, yönetimi ele geçiren hükümdarlar
katındaki durumu, sağlığında ve ölümünden sonraki durumu, ancak övünülecek
(izlenecek, mesnûn) bir durum olarak görülmüştür. Binaenaleyh, rivayet
edildiği ve anıldığı üzere, Hz. Peygamber'in onun hakkında bir duası olmalı, o
da buna nail olmuş bulunmalıdır. Veya o, benzerlerinde görülmeyen bir durum
olarak, itilasının derinliğinden hüsn-i niyetini gizlerdi.
Derim: Hz.
Peygamber'in ona "Allah'ım Ahnef e mağfiret et" diye duasını Hafız
el-îsâbe'nin üçüncü kısmındaki biyografisinde kaydederek Ahnef in bundan
dolayı şöyle dediğini zikreder: "Amellerimden hiçbiri benim katımda bundan
daha umut verici değildir." Ahmed b. Hanbel Kitâbü'z-Zühd'de[920]
Cübeyr b. Habib yoluyla şu tahricde bulunur: "İki kişi Ahnef b. Kays'a,
Resulullah'ın kendisi için dua ettiğini haber verdiler, o secde etti".[921]
Bediiyyetü'l-beyân'da
Ebû Zer el-Gıfârî'nin biyografisinde şu bilgi verilir: O ümmetin halimi,
imamların bir tanesi, Suriye (Şam) halkının müftüsü ve Şam'ın (Dımaşk)
İslam'daki ilk kadısıdır.[922]
Şeyh Yusuf b. Ömer
Şerhu'r-Risâle de uyluğun avret olup olmadığı konusunu ele alırken şöyle der:
"Hz. Peygamber uyluğunu Hz. Ebubekir ve Ömer'in yanında açmış, Hz.
Osman'ın yanında ise örtmüştü". Şeyh Ebü'l-Irşâd Ali el-Uchûrî şöyle der:
"Bu, Hz. Osman'ın Resulullah katında, ş e y -h a y n (Hz. Ebubekir ve
Ömer) gibi yanlarında uyluğu açmak caiz olan yakınlarından olmadığım
gösterir". Zurkâni Şerhu'l-Muhtasar'da şöyle der: Bu görüş münakaşa
götürür. Çünkü Resulullah'ın (sav) onun yanında örtünmesi bir sebepten dolayı
olup o da meleklerin bile Hz. Osman'dan utanmalarıdır. Hz. Aişe'den şu rivayet
nakledilir: "Hz. Peygamber iki uyluğu açık olarak oturmuştu. Ebubekir
içeri girmek için izin istedi, ona izin verdi ve olduğu durumda devam etti.
Ömer izin istedi, ona da izin verdi ve olduğu durumda kaldı. Sonra Osman izin
istedi, Hz. Peygamber elbisesini örtündü. Onlar kalkıp gittiklerinde 'ey
Allah'ın Resulü, Ebubekir ve Ömer izin istediler, onlara izin verdin ve
durumunu bozmadın. Osman senden izin isteyince elbiseni örtündün' dedim, şöyle
buyurdu: Allah'a andolsun ki meleklerin kendisinden haya ettikleri bir insandan
ben haya etmeyeyim mi?". Bu hadisi Ahmed b. Hanbel rivayet eder.[923]
Hafız Sehâvi'ye
meleklerin Hz. Osman'dan haya ettikleri yerler soruldu, söyle dedi: İtimat
edilir bir hadiste bu hususa vâkıf olmuş değilim, fakat hocamız Bedrüddin
en-Nessâbe "mecmûa'larından birinde Cemalüddin el-Kâzrûnî'den şu bilgiyi
nakleder: Resulullah (sav) Medine'de Enes'in evinde muhacirlerle ensar arasında
m u â h â t (kardeşlik) kurduğunda Hz. Osman göğsü açık olarak öne çıktı ve
melekler ondan geri durdular. Resulullah ona göğsünü örtmesini emretti,
melekler de yerlerine döndüler. Hz. Peygamber onlara geri durmalarının
sebebini sordu, "Osman'dan utanmamızdan" dediler.
Derim: Taberâni
el-Mu'cemü'l-kebir de, İbn Asâkir de Târihinde Zeyd b. Sabitten şöyle dediğini
rivayet ederler: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Osman bana uğradı,
yanımda meleklerden bir grup vardı, şöyle dediler: İnsanlardan bir şehid, kavmi
onu öldürüyor! Biz ondan haya ediyoruz".[924]
Sünbâti'nin Şerhu Sahihi Müslim'ine bakınız.[925]
O, Bedir savaşı günü
kendisine danışılan Hubâb b. Münzir b. Cemûh'tur. Resulullah onun görüşünü
benimsemiş, Cebrail de inerek "(isabetli) görüş, Hubâb'ın
söylediğidir" demişti.[926]
Onun Câhiliyye devrinde (ortaya koyduğu) meşhur görüşleri vardı. Öyle
ki"Zü'r-re'y" (görüş sahibi) diye lakaplanmıştı. Beni Saide Sakifesi
gününde "Biz onun kaşınma kütüğü[927] ve
destekle tutulan meyve yüklü hurma ağacıyız"[928]
diyendir.
İbn Asâkir, Talha b.
Ubeydullah'tan şu m e r f u rivayeti tahric eder: Resulullah (sav) "Amr b.
As sağlam (olgun) görüşlüdür" buyurdu.[929]
Taberâni ve Said b. Mansur, Talha'dan şu mernı rivayeti tahric ederler:
"Ey Amr, sen İslam'da sağlam görüş sahibisin".[930]
İbn Sa'd'ın Tabakât
uıda şu bilgi verilir: Hz. Peygamber, Beni Kureyza ve Beni Nadir'le yapılan
savaşlarda ashapla istişarede bulundu, Hubâb b. Münzir kalkıp şöyle dedi:
"Köşklerin arasına inip şunlann haberini diğerlerinden, onların
haberlerini de berikilerden kesseniz?". Resulullah da onun görüşünü
benimsedi.[931]
O, Huzâa'dan Umeyr b.
Abdiamr olup her iki eliyle de çalışırdı, kendisine "zü'1-yedeyn" (iki
elli) denildi. Ona "zü'ş-şimâleyn" (iki sollu) deniyordu. O, Hz.
Peygamber'in namaz sırasında sehiv (dalgınlık, unutkanlık) yaptığına dair
hadiste anılan kimsedir. Hafız İbn Hacer şöyle der: Ona
"zü'ş-şimâleyn" denirdi, Hz. Peygamber " z ü ' 1-yemineyn" (İki sağlı) diye adlandırdı.[932]
el-Kâmûs'ta Zülyedeyn,
Harbak'tır denir.[933]
Fâsi de el-Kâmûs haşiyesinde şöyle der: "Harbak kelimesi kesre ile (Hirbak
şeklinde) okunur. Buhari şerhlerinde geçtiği üzere o Sâriye veya Amr'ın
oğludur. Ebû Hayyân'ın Şerhu't-Teshil inde ise adının Hamlâk olduğu kaydedilir
ki bu 1 g a r i b ' olup muhaddisler zikretmemişlerdir. Onun Züşşimâleyn olup
olmadığı hususu ihtilaflıdır. Sahih görüş, et-Tevşih, el-İrşâd, el-Feth ve
diğer Buhari şerhlerinde geçtiği üzere, onun başkası olduğudur."
İbnü't-Tayyib'in sözleri burada sona erdi.
el-Isâbe'de
Züşşimâleyn'in biyografisinde Taberâni'nin Ebû Şeybe el-Vâsıü yoluyla, onun da
Hakem'den şu rivayeti kaydedilir: Ammâr şöyle dedi: Hz. Peygamber'le birlikte,
hepsi de her iki elini kullanan üç kişi vardı: Züşşimâleyn, Ömer b. Hattâb ve
Ebû Leylâ.[934]
Üsdü'1-ğâbe'de Ömer b.
Hattâb'ın biyografisinde şu bilgi verilir: O solaktı, her iki elini de
kullanırdı.[935]
Bu, Said b. Âs b.
Ümeyye olup Seâlibi Simârü'l-kulûb da (s. 231) şöyle der: Ona z ü 1 a m â m e
(sarık sahibi) denirdi. Çünkü Câhiliyye devrinde o sarığını giydiği zaman,
çıkarmcaya dek hiçbir Kureyşli sarığım giyemezdi. Nasıl ki Harb b. Ümeyye de
bir cenazede hazır bulunduğunda, o kalkmadıkça Ölünün ailesi ağlayamazdı.
Nitekim Ebû Tâlib yemek yedirdiğinde de başkası yediremezdi.
Derim: Üsdü'1-ğâbe'de
Said'in biyografisinde şu bilgi verilir: Onun dedesi Ebû Uhayha[936]
Mekke'de sarık giydiğinde, ona saygı ifadesi olarak, hiçbir kimse onun
sarığının renginde sarık giymezdi. Ona " Z ü ' t - t â c " denirdi.[937]
Muhtemelen doğru olanı da budur.[938]
Güç durumlarda kılıcı
darbımesel olarak anılan kimse Ali b. Ebî Ta-lib'di. Sâhib'in dediği gibi:
Uddan ve sağılan
deveden daha güzel
Ve memeleri yeni
tomurcuklanmış taze genç kızdan
Ergenliğe yaklaşmış
gencin boyudur, gümüşten, kalıba dökülmüş
Ve kaşları birbirine
ulanmış
Sor ümmete kimleri
vurdu
Ali b. Ebî Tâlib'in
kılıcı.[939]
İmam Ahmed, Hâkim ve
Ebû Yala, Enes ve Câbir'den şu rivayeti tahric ederler: Resulullah (sav) şöyle
buyurdu: "Muhakkak ki Ebû Talha'nın ordu içinde sesi, bir topluluktan daha
hayırlıdır (daha iyidir)".[940]
Semmûye ve İbn Sa'd da Tabakât'ta Enes'ten şu merfû rivayeti tahric ederler:
"Ebû Talha'nın ordu içinde sesi, bin kişiden daha hayırlıdır".[941]
Hâkim, Câbir'den şu merfû rivayeti tahric eder: "Ebû Talha'nın ordu içinde
sesi, bin kişiden daha hayırlıdır".[942]
Abd. b. Humeyd, Enes'ten şu tahricde bulunur: "Muhakkak ki Ebû Talha'nın
sesi, müşriklere bir topluluktan daha şiddetlidir".[943]
Bu Ebû Talha, Zeyd b.
Sehl el-Ensârî olup ashabın cengâverleri, büyükleri ve çetin okçularından
biridir. ez-Zehebü'1-İbriz'de şu bilgi verilir: "Bin kişinin heybetinin
mübalağa kabilinden değil de hakikaten bir kişide toplanmasında olumsuz
karşılanacak bir durum sözkonusu değildir. Bu husus, insanlardan bazı kimseler
için gerçekten vaki olmuştur".[944]
Dürrü's-sehâbe de
müellif, Seleme b. Ekva'ın biyografisini vererek şöyle der: Cengâver ve mahir bir
atıcıydı.[945] Mağrib'te gaza
maksadıyla Mısır'a gitti, dörtnala koşan atı geçerdi.[946]
et-Ta'rif bi-ricâli
Muhtasarı İbni'l-Hâcib de Zehebi'den naklen şu bilgi verilir: Kureyş'in
dahilerinin Ebubekir ve Ebû Ubeyde olduğu söylenir.
el-İsti âb da Muğire
b. Şu'be'nin biyografisinde şu bilgi verilir: Mücâlid, Şa'bi'den şöyle dediğini
rivayet eder: Arap dahileri dörttür: Muâviye b. Ebî Süfyân, Ainr b. Âs, Muğire
b. Şu'be ve Ziyâd. Muâviye temkin ve hilimde, Amr karmaşık meselelerde, Muğire
ani ve süratli kavrayışta, Ziyâd da küçük ve büyük işlerde deha idi. Riyâşi,
Asmai'den şöyle dediğini nakleder: Muâviye şöyle derdi: Ben temkinden, Amr
bedahetten, Ziyâd büyük küçük işlerden, Muğire ise büyük işlerden dolayı
dehaydık. İbn Abdilber naklettiği bilginin ardından şöyle der: Ebû Ömer şöyle
der: Dediklerine göre Kays b. Sad b. Ubâde, kendisindeki kerem ve faziletle
birlikte dehada bunlardan aşağı değildi.[947]
İbn Abdilber'in
Behcetü'l-mecâlis'inde Amr b. Âs'ın şöyle dediği kaydedilir: Ben bedahetten,
Muâviye temkinden, Muğire de karmaşık meselelerden dolayı dahiyiz.[948]
Dürrü's-sehâbe de şu
bilgi verilir: Muğire hakkında "Muğiretü'r-re'y" tabiri
kullanılıyordu.[949]
Şa'bi şöyle der: Muğire'yi şöyle derken duydum: "kimse bana galebe çalmış
değildir". Kabise b. Câbir şöyle der: Muğire b. Şu'be'ye arkadaşlık
yaptım, eğer bir şehrin sekiz kapısı olsa ve her birinden ancak bir hile
(tedbir) ile çıkılabilse, Muğire bütün kapılarından çıkar.[950]
Simârü'l-kulûb'da şu
bilgi verilir: Muâviye'nin dehası konusu şöhret bulmuş, yaygınlık kazanmış ve
bu hususta rivayet ve hikâyeler çoğalmıştır. Dahilerin dört kişi olduğu
hususunda icma olmuştur: Muâviye, Amr b. As, Muğire b. Şu'be ve Ziyâd b. Ebîh.
Muâviye'nin özelliği deha sahibi oluşu ve inceden inceye araştırmasıdır.
Görüşlerinin başıyla işlerin sonunu kasteden diğer üçü de ona eklenmiştir. O,
diğerleri muttali olmadıkça hiçbir şeye karar vermez, ciddi işlerin
karanlığında ancak onların görüşlerinin kandille-riyle aydınlanırdı. Böylece
hükümranlığı yolunda gitti ve dünya gemini ona verdi. Onun ve üç arkadaşının
dehası örnek teşkil etti. Dehada onlarla birlikte Kays b. Sa'd b. Ubâde ve
Abdullah b. Büdeyl b. Verkâ el-Huzâî'den başkası anılmazdı.[951]
Hafız Suyûti
Dürrü's-sehâbe fi men dahale Mısr mine's-sahâbe de Kays b. Sa'd b. Ubâde'nin[952]
biyografisini verip onunla ilgili olarak şöyle der:
Ebû Abdullah ashabın
zahid, saygın, cengâver ve itaat edilenlerinden biriydi. Yaşlı bir kadın ona
"farelerin azlığını sana şikayet ediyorum!" dedi, o şu karşılığı
verdi: "Bu ne güzel kinayedir. Onun evini ekmek, et, yağ ve hurmayla
doldurun!" Kaysın nereye gitse yanında götürdüğü bir çanağı vardı. Bir
münadisi (çığırtkan) "ete ve tiride gelin!" diye bağırırdı.[953]
Babası ve dedesi de ondan önce böyle yaparlardı.
O son derece uzun
boyluydu. Bizans hükümdarı, Muâviye'ye "bana Arapların en uzun boylusunun
pantolonunu gönder" diye mektup yazdı. Muâviye de Kays'ın pantolonunu alıp
orduda en uzun askerin burnu hizasında tuttu, pantolunun ucu yere ulaştı. Bir
başka rivayet de şöyledir: Bizans hükümdarı ordusundan, biri Bizans'ın en
güçlüsü diğeri de en uzunu olduğunu ileri sürdüğü iki kişiyi göndererek şöyle
dedi: "Eğer senin ordunda buna kuvveti, şuna da boyu konusunda üstünlük
sağlayan olursa sana şu kadar esir gönderirim; ama ordunda bunlara benzer kimse
bulunmazsa benimle üç yıllık mütareke yap".[954]
Muâviye de kuvvet konusunda Muhammedi). Hane-fiyye'yi çağırdı, Muhammed oturdu
ve elini Bizanslı'ya verdi. Bizanslı onu kaldırmak maksadıyla hareket ettirmek
veya yerinden oynatmak için bütün gücünü kullandı, fakat bunu başaramadı. Sonra
Bizanslı oturdu ve elini İb-nü'1-Hanefiyye'ye verdi, İbnü'l-Hanefiyye onu bir
çırpıda tutarak havaya kaldırdı, sonra yere attı. Muâviye buna büyük bir sevinç
duydu ve Kays b. Sa'd b. Ubâde'nin pantolonunu isteyerek onu uzunboylu
Bizanslıya verdi. O pantolonu giydi; pantolon onun memelerine ulaştı, paçaları
da yere sürünüyordu. Bizanslı onun galibiyetini itiraf etti.[955]
Üsdü'1-ğâbe de Hz.
Ömer'in biyografisinde şu bilgi verilir: U2un boyluydu, bir hayvanın
üstündeymiş gibi boyda insanlara fark atmıştı.[956]
Sub-hu'1-a'şâ'da müellif şöyle der: Boyunun uzunluğundan dolayı Ömer b. Hat-tâb
sanki binmiş, insanlar da yürüyorlar gibiydi. Adi b. Hatim bindiği zaman,
ayaklan neredeyse yerde sürünüyordu. Cerîr b. Abdullah el-Becelî de böyleydi.[957]
Derim: Abdullah b.
Ahmed Zevâidü'l-Müsned'de Cerir b. Abdullah el-Becelî'nin ayakkabısının
uzunluğunun bir arşın (zira) olduğunu rivayet eder.[958]
Kalkaşandi sonra şöyle der: Ali b. Abdullah b. Abbas son derece uzun boyluydu.
Babası Abdullah ondan, dedesi de babasından daha uzundu.[959]
îbn Sa'd'ın
Tabakât'ında Abbas'ın biyografisinde şu bilgi verilir: Bedir savaşında esir
alındığında, kendisi için bir gömlek arandı da Abdullah b. Übey'in gömleğinden
başka ona olabilecek gömlek Medine'de bulamadılar. Abdullah b. Übey ona giydirdi,
üzerindeydi.[960] Yine Tabakât ta Abbas b.
Ab-dulmuttalib'in, insanlar içinde kulak yumuşağı göğe en yakın kimse olduğu
kaydedilir.[961]
Derim:
Seriyyetul-Habat ve anber balığının sahile vuruşu kıssasında şu bilgi geçer:
Ebû Ubeyde balığın kaburga kemiklerinden birini alarak dikti ve en uzun boylu
deveye baktı, deve onun altından geçti. Sonra kendisiyle birlikte bulunan en
uzun boylu adamın geçmesini istedi. Ibn Ishak'm Ubâde b. Sâmit'ten yaptığı
rivayette şöyle denir: Sonra yanımızdaki en cüsseli deveye bizden en cüsseli
adamın binmesini emretti, adam ona binip kemiğin altından geçti, başı ona
değmedi.[962] Bu kıssa Sahih-i
Buhari'de geçmektedir.[963]
Hafız Fethin mukaddimesinde, sözkonusu adamın Kaya b. Sa'd olduğunu kesin bir
ifadeyle belirtir. Kastallâni de el-İrşâd da onu izler. Hâfiz Feth'te şöyle
der: Onun adına muttali olamadım, Kays olduğunu sanıyorum. O uzun boylulukta
meşhurdu. Onun Muâviye ile olan kıssası da meşhurdur. Bizans hükümdarı
Muâviye'ye, kendilerinden en uzun adamı gönderdiğinde, Kays pantolonunu
çıkarmış, Bizanslının boyu uzunluğunda gelmişti. Şöyle ki bir taran onun burnu
hizasında olmuş diğer taran da yere değmişti. Kays pantolonunu mecliste
çıkardığı için kınanmış, bunun üzerine şu şiiri okumuştu:
İstedim bilsin
insanlar ki
O Kays'ın pantolonudur
ve elçiler şahid olsunlar
Ve demesinler Kays
ortadan kayboldu, bu
Ad kavminden birinin
pantolonudur, Semûd'dan kalan.[964]
Derim: Bu Kays, bir
önceki konu başlığında boyunun uzunluğu anılandır. Fakat Nevevi Tehzib'de onun
biyografisinde şöyle der: İbn Abdilber şöyle der: Onun, Muâviye'nin yanında
pantolonla ilgili haberi bâtıl (uydur ma) olup aslı yoktur.[965]
Ashaptan uzun boyuyla
tanınanlardan biri de Zübeyr b. Avvâm olup DürrüVsehâbe'de şöyle denir:
"Zübeyr b. Avvâm bineğe bindiğinde ayakları yere Bürünürdü". Bunu
Zübeyr b. Bekkâr tahric eder. Ebû Nuaym ve İbn Asâkir, Urve'den şöyle dediğini
tahric ederler: "Zübeyr uzun boyluydu; hayvana bindiğinde ayakları yere
sürünürdü".
Muhammed b. Rebi şöyle
der: On kişi İslam'a yetişti ki her birinin boyu on karıştı. Bunlar Ubâde b.
Sâmit, Sa'd b. Muâz, Kays b. Sa'd b. Ubâde, Cerir b. Abdullah el-Becelî, Adî b.
Hatim et-Tâî, Amr b. Ma'dikerib ez-Zübeydî, Eş'aa b. Kays el-Kindî, Lebid b.
Reoia, Ebû Zeyd et-Tâî ve Âmir b. Tufeyl olup Tuleyha b. Huveylid'in[966] olduğu
da söylenmiştir.
Hâfiz Heysemi Mecmada
"Hadisi sika (güvenilir) râvilerden rivayet bâbı"nda Munakka b.
Husayn'dan şu rivayeti nakleder: "Ben Resulullah'a geldim; bir devenin
üstündeydi. Esved de yanındaydı ve başı Resulullah'ın başı hizasındaydı. İnsanlardan
onun gibi uzun boylusunu görmedim. Ona yaklaştığımda sanki yukarıdan üstüme
düşüyordu ki Resulullah kendisine mani oldu". Ve bir hadis zikretti.[967] Bu
kıssayı Taberani el-Mu'cemü'1-ke-bir'de, İbn Sa'd da Munakka'mn Tabakât'taki (VII,
43) biyografisinde vermişlerdir.[968]
Abdullah b. Mesud kısa
boyluydu; kısalığından dolayı, oturan biri neredeyse onunla aynı hizada olurdu.[969]
Ebubekir es-Sıddık e n
s â b ı bilmede, Ömer b. Hattâb heybette, Osman b. Affân Kur1 an okumada
(tilâvet), Ali b. Ebi Tâlib yargıda (kaza), Muâviye bakış açısı çokluğunda, Ebû
Ubeyde b. Cerrah emânette, Ebû Zer doğrulukta, Übey b. Ka'b Kur'an konusunda,
Zeyd b. Sabit f e r â i z de, îbn Abbas Kur'an tefsirinde, Amr b. Âs d e h a da
ve Ebû Musa el-Eşarî de iç huzurunda eşsizdiler.[970]
Abbas b. Ali el-Mûsevî
eî-Mekkî Nüzhetü'l-celîs adlı eserinde, herhangi bir şeyde kendilerinden sonra
nail olanların bulunmadığı saadetle rızıklanan kimseleri anarken şöyle der:
Bunlar şu kimselerdir: Çağının nessâbesi (ensâb alimi) olan Ebubekir es-Sıddık,
yargıda Ali b. Ebî Tâlib, emanette Ebû Ubeyde, doğrulukta Ebû Zer, Kur'an
konusunda Übey b. Ka'b...[971]
Gerir b. Abdullah
el-Becelî mükemmel bir güzelliğe sahipti. Hatta Hz. Ömer onunla ilgili olarak
"O, bu ümmetin Yusuf udur" demişti.[972] Hz.
Peygamber onu seviyor ve bundan dolayı kendisine ikramda bulunuyordu.[973]
Münâvi Feyzü'l-Kadir de şöyle der: Hz. Ömer'in onunla ilgili sözü îbn Sa'd ve
İhtilâfü'l-kulûb da da Harâiti tarafından tahric edilmiştir.[974]
Kendisine vardığı
zaman, Re sulu 11 ah (sav) onun hakkında şöyle demişti: "Şu aralıktan
(veya şu kapıdan) uğur ve bereket sahiplerinin en hayırlısı girecek, yüzünde
melek silmesi (izi) vardır!".[975] Bu
hadisi îbn Ebî Şeybe, Taberâni ve Ebû Nuaym tahric etmişlerdir.[976]
Taberâni ondan şu tahricde bulunur: "Elçilik heyetleri ResuluÜah'a
geldiğinde beni çağırdı ve benimle onlara övündü".[977]
Taberâni
el-Mu'cemü'1-kebir de ve Hakîm, Sabır b. Salim b. Humeyd b. Yezid yoluyla, onun
da babası Yezîd'den şu rivayetini tahric ederler: Kızkardeşim Ümmü'l-Kassâf[978],
babası Abdullah b. Damre'den şu haberi nakletti: Abdullah b. Datnre Hz.
Peygamberin yanında oturmuştu, derken Cerir çıkageldi ve Resulullah ona
ridasını serdi.[979]
Sahih-i Buhari ve
Tirmizi'nin Şemailinde[980]
Cerir'den şu rivayet nakledilir: "Hz. Peygamber, ben müslüman olduğumdan
beri beni (huzuruna girmem veya kendisinden isteklerim konusunda) hiç
engellemedi ve beni görüp te gülümsemediği hiç olmadı".[981]
Münâvi, "beni engellemedi" sözüyle ilgili olarak şöyle der: "En
yalanları ve hizmetçileri ile birlikte olarak beni kendi yanına girmekten
engellemedi". İbn Sultan (Ali el-Kârî) şöyle der: "Hz. Peygamber'in
onu her gördüğünde gülümsemesi, muhtemelen, onu güzelliğin mazharı olarak
görmesinden dolayıdır. Çünkü o mükemmel bir güzelliğe sahipti".
Tirmizi yine Şemailde
Cerir'den şu rivayeti nakleder: Ömer'in huzuruna çıkarıldım. Cerir ridâsmı (üst
giysisi) atıp bir izâr (belden aşağıyı örten elbise) içinde yürüdü. Hz. Ömer
ona "ridânı al" dedi ve topluluğa şöyle hitabetti: Bize Hz. Yusuf un
(as) sureti konusunda ulaşan bilgi hariç, Cerir'den daha güzel kimseyi görmedim.[982]
İbrahim b. İsmail el-Küheylî yoluyla şu rivayet nakledilir: "Cerir'in boyu
altı arşındı". Abdülmelik b. Ömer şöyle der: "Cerir b. Abdullah'ı
gördüm, yüzü ay parçası gibiydi, ayakkabısı da bir arşındı". Muvakkari
şöyle der: "Cerir uzun boyluydu; boyu devenin örgücüne ulaşıyordu,
ayakkabısı da bir arşın boyundaydı." Bu bilgilerin hepsi için Alkami'nin
Hâşiyetü'I-Câmii's-sağir'inde "Size bir kavmin kerimi (lider, ulu, soylu)
geldiğinde ona ikramda bulunun"[983]
hadisine bakınız.
İbn Sultan Şer hu'ş-Şe
mailde Amr b. Hureys'in mevlâsı Ebû Osman'dan, onun da Abdülmelik b. Umeyr'den
şu rivayetini nakleder: "Cerir b. Abdullah'ı gördüm, yüzü ay parçası
gibiydi."
Güzelliği hususunda
darbımesel olarak anılanlardan biri de Dıhye el-Kelbî idi. Cebrail (as) onun
suretinde inerdi. İçli Târihte Avâne b. Hakem'den şu rivayette bulunur:
"İnsanların en güzeli, Cebrail'in kendi suretinde indiği kimsedir".
İbn Abbas söyle der: "Dıhye Medine'ye geldiğinde çıkıp ona bakmayan hiçbir
feraceli kadın (örtünmüş, Örtünme çağma gelmiş) kalmadı".[984]
Bunu İbn Kuteybe el-Ğarib'de söyler.
Daha önce
el-Futûhâtü'1-Mekkiyye'den naklen kaydedildiği üzere Dihye'nin yaratılıştaki
güzelliğinin eseri şu noktaya vardı ki Medine'ye gelip halk onu karşıladığında,
kendisini görüp te karnındaki çocuğu düşürmeyen kadın kalmadı. Ayni'nin
Umdetü'l-kârTsinden de Dihye'nin, kendisiyle kadınların fitneye düşmeleri
endişesiyle yüzünde yaşmakla gezdiği nakledilmişti. Birinci ciltte elçilerle
ilgili bâblara bakınız.[985]
Nefisler (ruhlar,
şahsiyetler) büyük olunca Onların istekleri konusunda yorulur bedenler.
Dürrü's-sehâbe'de
Müslim'den şu rivayet nakledilir: Ben yücelikte, bir tek annenin çocukları olup
bir tek evde doğup kabirleri birbirinden uzak yerlerde bulunanlar gibisini
görmedim; Abbas'ın oğullarından Abdullah Tâif te, Ubeydullah Medine'de, Fâdl
Suriye'de, Ma'bed ve Abdurrahman Ifri-kiyye'de, Kuşem Semerkand'ta, Kesir de
Yenbûda. Fadl'ın Ecnadeyn'de, Ubeydullah'ın Ifrikiyye'de olduğu da
söylenmiştir.[986]
Derim: Fadl'ın kabri
şimdi Filistin Remle'sinde bilinmektedir. Ben 1324'te (1906) Remle üzerinden
Beytülmakdis'e gittiğimde onu ziyaret ettim, orada hadis nakledip rivayette
bulundum. Abbas'ın Fadl, Abdullah, Ma'bed, Kuşem, Abdurrahraan ve Ümmü Habib
adlı altı çocuğunun annesi Ümmu 1-Fadl Lübâbe el-Kübrâ bint Hâris'tir. Abdullah
b. Yezid el-Hilâlî onunla ilgili olarak şöyle der:
Hiçbir soylu kadın
doğurmadı bir erkekten Ümmü'1-Fadl'ın karnından doğan altı gibi Ona saygı
gösterdi olgun kadın ve erkekler.
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ına bakınız.[987]
Burada şairin şu sözünü örnek vermeye değer:
Bizim var iki kabrimiz
biri Lencer'de
Biri Sin'de, ne
kabirlerdir onlar
Şu Sin'dekinin yayıldı
fetihleri
Şunu da sular yağmur
damlaları.[988]
Dürrü's-sehâbe'de
müellif, Abdullah b. Amr b. Âs'ın biyografisini verirken ondan sözle şöyle
der: Babasından önce müslüman oldu, ondan onbir yaş küçüktü. İbn Gazinin Buharı
şerhinde "Kitâbu'ş-Şehâdât"t& Fakra'nın "ben oniki
yaşındayken müslüman oldum" sözüyle ilgili olarak İbn Ha-cer'den şu bilgi
nakledilir: Bu, Fakra el-Kûfî'dir. Amr b. Âs'dan sözle de bunun benzeri bilgi
verilmiş olup onunla oğlu Abdullah arasında yalnızca oniki yaş bulunduğunu
zikretmişlerdir.[989]
Bu sahabi Ömer b.
Hattab olup bu bilgiyi hanefi alimlerden Bezzâzi "Edebü'l-kâdTde
kaydetmiş'olup[990]
ondan da mahir alim el-Hâc Receb b. Ah-med et-Türkî, et-Tarikatül-Muhammediyye
şerhi el-VesîIetü'1-Ahme-diyye'de (I, 271) nakleder. Onun sahabeden belli bir
konuda yetenekli olan kimselerle ilgili sözü daha önce geçmişti.[991]
Dürrü's-sehâbe de,
Zübeyr b. Avvâm'ın biyografisinde, kendisine haraç ödeyen bin kölesi olduğu ve
onun bu haracın hepsini tasadduk ettiği kaydedilir. Bunu Yakub b. Süfyan
tahric etmiş olup Zübeyr b. Avvâm evine ondan hiçbir şey sokmazdı.[992]
Bu bilginin aynısı
Zübeyr b. Avvam'ın biyografisinde Yakub b. Süfyan'a isnadla verilmiş olup
Zübeyr ondan evine hiçbir şey sokmazdı.[993] Ebû
Abdullah İbn Ebi'l-Hisâl el-Gâfikî'nin Zıllü'l-ğamâmesinde şöyle denir: Her
yeni günde tasadduk eder / Tam bin kölenin haracım.[994]
Zübeyr b. Avvâm'ın her
biri ayrı dil konuşan yüz hizmetçisi vardı. Bu bilgi Abdullah b. Zübeyr'le
ilgili olarak, elçiler ve mütercimlerle ilgili konularda geçmişti.[995] Bu,
ashabın bilgi ve kültürünün genişlik ve köklülüğünü gösteren enteresan
birşeydir. Ben herhangi bir devlet ve toplumdan bunun gibisinin nakledildiğini
biliyor değilim.
Farshlardan nakledilen
olanca şey, Harezmi'nin Mefâtîhu'1-ulûm unda kaydedildiği üzere onların
hükümdarlarının kendi meclislerinde Fars dillerinden biri olan Pehlevice ile
konuştukları; helada, yalnız başlarına ve hamamda soyunmuş halde, kulüplerde
ve yıkanma yerlerinde Huzistân bölgesine nisbet edilen Hûziyye ile; tebaanın
bir ihtiyaçlarını dile getirdiklerinde veya haksızlıklardan şikâyette
bulunduklarında pohpohlama ve yaltaklanmaya en uygun dil olan Nabatice ile;
hakimler ve onlara uygun durumda olanların Fars bölgesinin dili (Fârisiyye) ile
konuştuklarıdır.[996] İbn
Âbidin'in Haşiyetü'd-Dür'de (Reddü'1-muhtâr, I, 33) İbn Kemalpaşa'dan naklen
verdiği bilgi de şöyledir: Farsça beş dildir: Hükümdarların meclislerinde konuştukları
Pehlevice, hükümdarın kapısında olanların konuştukları[997] Darice,
hakimler ve onlara uygun durumda olanların konuştukları Fârisiyye, hükümdarlar
ve eşrafın helada, kendi başlarına oldukları ve hamamda soyunmuş halde
bulundukları sırada konuştukları Huzistân dili olan Hursiy-ye, Süryan'a (Irak)
nisbet edilen Süryânice.[998]
Derim: Bu, mevcut
başlık altında Abdullah b. Zübeyr'in köleleri ve onla-rm efendisi hakkında
verilene nisbetle son derece azdır.[999]
İhyâu ulûmi'd-din'de
"Kitâbü'l-İlm"de şu bilgi verilir: Ömer b. Hattâb vefat ettiğinde
Abdullah b. Mesud şöyle dedi: "İlmin onda dokuzu öldü". İthaftı
sâdetİ'l-müttakîn'de (I, 325) müellif şöyle der: Bunu el-Kût müellifi senedsiz
olarak rivayet eder. Ebû Hayseme de Kitâbü'I-İlm de tah-ric ederek şöyle der: Cerir
bize A'meş'ten, o İbrahim'den Abdullah b. Me-sud'un şöyle dediğini nakletti:
"Ben öyle sanıyorum ki onun ölümüyle ilmin onda dokuzu ölmüştür". Ebû
Hayseme'nin lafzı şöyledir: "Ben öyle sanıyorum ki Ömer ilmin onda
dokuzunu götürdü".[1000]
el-Kût'ta müellif şöyle der: İbn Mesud "ilim" kelimesini elif-lam ile
m arife yapmış sonra da "Allah'ı bilme" şeklinde yorumlanmıştır.
Kendisine "Allah Resulü'nün ashabı çok sayıda bulunduğu halde böyle mi
diyorsun?" diye sorulduğunda şu karşılığı verdi: Ben ilimle, sizin
kastettiğiniz ilmi değil Allah'ı tanımayı kastediyorum.[1001] Bu
bilginin aynısını Nevevi Tehzibü'1-esmâ ve'1-luğât'ta[1002]
Hz. Ömer'in biyografisinde İbn Mesud'dan nakletmiştir.[1003]
Tezkiretü'l-huffâz'da
Übey b. Ka'b'ın biyografisinde şu bilgi verilir: Ömer b. Hattâb ona saygı duyar
ve kendisinden fetva sorardı. Übey vefat ettiğinde, Hz. Ömer "Müslümanların
efendisi öldü" dedi.[1004]
îbn Seyyidinnâs
Siret'inde Tebük Gazvesi'nden bahsederken şöyle der: Hz. Osman bu gazvede hiç
kimsenin yapmadığı kadar büyük bir infakta bulundu.[1005]
îbn Hişâm şöyle der: Kendisine güvendiğim biri bana şunu haber verdi: Osman
Tebük gazvesinde c e y ş ü ' 1 - u s r e 'ye bin dinar infakta bulundu.
Resulullah "Allahım Osman'dan razı ol, ben ondan razıyım" dedi.[1006]
Burhanüddin el-Halebî
Nûru'n-nibrâs'ta şöyle der: Hz. Osman orduyu 750 deve 50 atla donattı. Bunu
îbn Abdilber söyler. O sonra da Esed b. Musa'dan şunu nakleder: Ebû Hilâl er-Râsibî
bana haber verdi: Katâde bize şunu haber verdi: Osman, ceyşü'l-usre'de bin
deve ve yetmiş ata yük vurdu.[1007]
Tirmizi Camiinde,
Hâkim, Ahmed b. Hanbel, Taberâni ve Hilye'de de
Ebû Nuaym, sahabi
Abdurrahman b. Hubâb es-Selemi den[1008]
şöyle dediğini tahric ederler: Hz. Peygamberi gördüm, ceyşü'l-usre'ye yardım
için teşvikte bulunuyordu. Osman şöyle dedi: "Keçe ve semerleriyle
birlikte yüz deveyi Allah yolunda infakı üstleniyorum". Hz. Peygamber
sonra tekrar orduya yardım için teşvikte bulundu. Osman şöyle dedi: "Ey
Allah'ın Resulü, keçe ve semerleriyle birlikte iki yüz deveyi Allah yolunda
infakı üstleniyorum". Resulullah sonra yine teşvikte bulundu. Osman şöyle
dedi: "Ey Allah'ın Resulü, keçe ve semerleriyle üçyüz[1009]
deveyi Allah yolunda infakı üstleniyorum". Resulullah'ı (sav) şöyle
diyerek minberden iniyor gördüm: "Osman'ın bundan sonra artık amel etmesi
gerekmez". Tirmizi şöyle der: Bu hadisin isnadı "c e y y i d
"dir.[1010]
Yine Tirmizi'nin
Câmi'inde Abdurrahman b- Semüre'den şu rivayet nakledilir: "Osman, ceyşu
1-usre'yi hazırladığımda Resulullah'a bin dinar getirdi ve kucağına döktü".[1011]
Tirmizi şöyle der[1012]:
Aksine Ebû Ya'la el-Mevsılî'nin Müsned'inde onun senediyle şu rivayet
nakledilir: "Osman cey-şü'1-usre'yi donattı, yediyüz ukiyye altın
getirdi".[1013]
İbn Adi Huzeyfe'den, Ebû Nuaym da Ebû Musa'nın müsnedinde şu tahricde bulunur:
"Hz. Peygamber, çıktığı bir gazve sırasında Osman'a haber göndererek
yardım istedi. O da kendisine onbin dinar gönderdi ve onları önüne koydu".
Bunu Zehebi el-Mizân'da Ishak b. İbrahim es-Sekafî'nin biyografisinde zikreder.[1014]
İbn Sa'd Tabakât ta
Muhammed b. Rabîa b. Hâris'ten şu tahricde bulunur: Hz. Peygamberin ashabı,
korunacak ve süslenilecek elbise konusunda hanımlarına müsamahalı davranırlardı
(bol harcamada bulunurlardı). O sonra şöyle der: "Osman'ın üzerinde ikiyüz
dirhem değerinde desenli bir tür kumaştan elbise gördüm". Osman şöyle
dedi: "Bu Nâile'nin elbisesi olup ona giydinniştim. Elbiseyi giyip onu
sevindiriyorum".[1015]
Yine Tabakât'ta şu
tahricde bulunulur: "Hz. Osman, Zübeyr b. Avvâm'a altıyüz bin (dirhem)
mükafat verdi".[1016]
Efendimiz Sa'd b. Rebi şöyle der: "Ben ensann malı en çok olanıyım".[1017]
Hz. Peygamber'in duası bereke-tiyle Mikdâd b. Esved'in bol malı vardı.[1018]
Hz. Peygamber bunun gibi Urve b. Ca'd için de dua etmişti. Urve şöyle der:
"Ben Künâse'de (Küfede bir yer) kalıyor, kırk bin (dirhem) kâr etmedikçe
dönmüyordum".[1019]
Buharı, Urve hadisinde şöyle der: "O toprak bile alsaydı ondan kâr
ederdi".[1020]
Hafâci ve Benâni
Şerhu'ş-Şifâ da şöyle derler: Hakim b. Hizam îslamî devirde hac yaptığında yüz
bedene (deve, sığır) ve bin koyunu h e d y (kurban) olarak kesti. Boyunlarında
"Hakîm b. Hizamdan Allah için azatlılar" ifadesi işlenmiş gümüş
gerdanlık bulunan yüz tane de hizmetçi azad etti (bkz. Nesîmü'r-riyâz, I, 406).[1021]
Abdurrahman b. Avf m
zenginliği o dereceye vardı ki Hâfiz Sami'nin de belirttiği gibi, o bir taş
kaldırsa altında altın bulacağını umduğunu söylemiştir. Allah ona lütufta
bulundu, vefat ettiğinde terekesindeki altın baltalarla kesildi, öyle ki bundan
dolayı eller nasırlaştı.[1022]
Yine o elli bin dinar vasiyette bulundu[1023],
bir günde otuz köle azadetti.[1024]
Hz. Peygamber zamanında malının yarısı olarak dörtbin (dirhem), sonra kırk bin
(dirhem), sonra kırk bin dinar, sonra beşyüz at, sonra da bin beşyüz deve
Allah yolunda tasadduk etti.[1025]
Tirmizi'de şu rivayet
yeralır: Abdurrahman b. Avf mü'minlerin annelerine, dörtyüz bin (dirheme)
satılan bir bahçe vasiyet etti. Tirmizi bu hadisin hasen-garib olduğunu söyler.[1026]
Urve b. Zübeyr şöyle der: Abdurrahman b. Avf, Bedir savaşına katılanlardan
kalan her kişi için dört yüz dinar vasiyette bulundu. Onlar yüz kişiydiler,
vasiyet edileni aldılar, Osman da halife olarak alanlar içinde payını aldı. O
Allph yolunda bin de at vasiyet etti.[1027]
Enes şöyle der: Onu ölümünden sonra (kendilerine intikal etmek üzere)
hanımlarından her biri için yüzbin (dirhem) bağışta bulunduğunu gördüm.[1028]
Hâfiz Fethu'1-Bâri de bunun hemen ardından şöyle der: o vefat ettiğinde dört
hanımı vardı. Bu durumda bütün terekesi 3.200.000 eder. Bu da "H u m s
" bahsinde izahı geçen[1029]
Zübeyr b. Avvâm'ın terekesine nis-betle son derece azdır. Muhtemeldir ki bu
dinardır, Zübeyr'inki ise dirhemdir. Çünkü Abdurrahman b. Avf in malının
çokluğu son derece meşhur olmuştur. "Kitâbu'n'Nikâh"t& velime
babına bakınız.[1030]
el-Istiab da şu bilgi
verilir: Abdurrahman b. Avf ticarette nasipli bir tüccardı. Çok mal kazandı,
miras olarak Bakide otlayan bin deve, üçbin koyun ve yüz at bıraktı. O Curf ta
sulamada kullanılan yirmi hayvanla ekin ekiyor ve bundan evinin yıllık
yiyeceğini sağlıyordu.[1031]
Rivayet edildiğine göre hastalığı sırasında boşadığı hanımı, sekizde bir
hissesinin üçte biri karşılığında 83.000 (dirhem) ile sulhetti. Bu miktarla,
Abdurrahman b. Avf m mirasının sekizde birinin dörtte biri karşılığında
sulhettiği de söylenmiştir.[1032]
Cafer b. Burkan[1033]
şöyle der: "Abdurrahman b. Avf in otuz bin köle azad ettiği haberi bana
ulaşü". Bunu Ebû Nuaym Hilyede tahric eder.[1034]
İbn Sa'd da Tabakât da şu tahricde bulunur: Abdurrahman b. Avf, ensardan bir ka
duıla otuz bin dirhem (mehir) karşılığında evlendi.[1035]
Onun sadakaları anılamayacak ve sayılamayacak kadar çoktu.
Hz. Osman'ın
halifeliği sırasında halk Hz. Ömer zamanında olduğundan daha çok refaha
kavuştu. Mesken, giyecek ve yiyecekte nefis şeyleri kullandılar, mal mülk
kazandılar. Mesudi Mürûcu'z-zeheb de şöyle der: Hz. Osman zamanında ashaptan
bir grup mal, mülk ve evler elde ettiler. Öldürüldüğü gün, onun hazinedarı
yanında yüz elli bin dinarı ve bir milyon dirhemi vardı. Vâdilkura, Hayber ve
başka yerlerdeki mülklerinin değeri ikiyüz bin dinardı. Çok sayıda at ve deve
bıraktı. Zübeyr'in ölümden sonraki malı elli bin dinardı. Ayrıca bin at ve bin
cariye bırakmıştı.[1036]
Derim: İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında şu bilgi verilir: Zübeyr b. Avvâm ardından dört hanım bırakmıştı.
Her kadına sekizde bir miras hissesinin dörtte biri olarak 1.100.000 (dirhem)
pay düştü. Bütün malı böylece 35.200.000 dirhem ediyordu. Yine Tabakât'da
Süfyân b. Uyeyne'den şu bilgi nakledilir: Zübeyr'in mirası kırk milyon (dirhem)
üzerinden taksim edildi. Hişam b. Ur-ve babasından şöyle dediğini nakleder:
Zübeyr'in miras bıraktığı malın değeri elli bir veya elli iki milyon (dirhem)
idi. Yine Tabakât'ta Urve'den şu rivayet nakledilir: Zübeyr'in Mısır'da
(Kahire), İskenderiyye ve Kûfe'de arazileri, Basra'da da evleri vardı. Medine
vadisindeki köylerden elde ettiği gelirleri vardı (Tabakât, III, 77).[1037]
Münâvi'nin
Şerlıu'ş-Şemâil'inde Hz. Peygamberin katıkları babında, İbn Mesud'la ilgili
olarak şu bilgi verilir: el-Keşşâf ta müellif şöyle der: Rivayet edildiğine
göre o köle ve hayvanları dışında doksan bin dinar miras bıraktı. Mesudi
Mürûcu'z-zeheb'de şöyle der: Talha'mn Irak'tan elde ettiği geliri hergün için
bin dinardı, Serât tarafından elde ettiği ise bundan daha çoktu.[1038]
Derim: İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında şu bilgi verilir: Talha Irak'tan dört yüz ile beşyüz bin arasında
(yıllık)[1039] gelir, Serât'ta da
onbeş bin dinar veya bundan az veya daha fazla gelir elde ediyordu. Medine
vadisi köylerinde de gelirleri vardı. Beni Teym'den hiç kimseyi fakir
bırakmaz, kendisi ve ailesinin kifayet miktarı geçimini sağlar, bekârlarını
evlendirir, fakirlerine hizmetçi verir, borçlularının borcunu öderdi. Geliri
geldiğinde her yıl Hz. Aişe'ye onbin dirhem gönderirdi. Subayha et-Teymî'nin[1040] otuzbun
dirhem borcunu ödemişti.[1041]
İbn Sa'd'ın Tabakât'ında şu bilgi verilir: Talha'mn elinde, kırmızı yakutu
bulunan altın bir yüzük vardı.[1042]
Yine Tabakât'ta Amr b. Âs'tan şöyle dediği rivayet edilir: Bana haber
verildiğine göre Talha, her birinde üç kıntâr[1043]
altın bulunan sığır derisinden yapılmış yüz torba miras bıraktı.[1044]
Mesudi sonra şöyle
der: Abdurrahman b. Avf in ağılında yüz at, bin deve ve onbin koyun vardı.
Öldüğünde bıraktığı mirasın sekizde birinin dörtte biri seksen dört bin
dirhlemdi. Zeyd b. Sabitin de yüzbin dinar tutan mal ve mülkünden başka
baltalarla kesilen altın ve gümüşü vardı. Zübeyr Basra, Mısır (Kahire),
îskenderiyye ve Kûfe'de ev yaptırdı. Talha Kûfe'de ev yaptırdı. Medine'deki
evini de alçı, tuğla ve Hint ardıcından yüksek şekilde yaptırdı. Sa'd b. Ebi
Vakkâs evini Akik'te tavam yüksek, avlusu geniş ve üstünde balkonlar olarak
yaptı. Mikdâd da evini Medine'de Cüruf diye bilinen mevkide içi ve dışı alçılı
olarak yaptı.[1045]
İbn Asâkir'in
Târih'inde şu bilgi verilir: Hz. Osman'ı öldüren isyancılar, öldürüldüğü gün
büjtün malını yağmaladılar. Malı 30.500.000 dirhemdi.[1046]
el-İsâbe'de müellif, Hamza b. Eyfa el-Hemdânî'nin biyografisini vererek
İbnü'l-Kelbî'den naklen şu rivayeti zikreder: O, Hz. Ömer zamanında Şam'a
(Suriye) hicret etti, yanında dört bin köle vardı, hepsini azadetti.[1047]
Ahmed b. Hanbel'in Müsned inde Enes'ten şu rivayet nakledilir: Hz. Aişe bir ara
evindeydi, Medine'de bir ses duydu ve "bu nedir?" dedi, Abdurrahman
b. Avf in Şam'dan gelen ve herşey yüklü bulunan kervanı olduğunu söylediler.
Enes şöyle der: "Kervan yediyüz deve idi, Medine sesten titredi". Ve
kıssayı zikretti. Kıssada şu bilgi geçer: Abdurrahman b. Avf bu develeri semer
ve yükleriyle birlikte Allah yolunda tasadduk etti.[1048]
Ashabın zenginlerinden
sayılanlardan biri de Amr b. Âs'tır. İbn Asâkir şu tahricde bulunur: Amr, Veht
(Tâif te bir bahçesi) bağlarım bir milyon adet çubukla aşılardı. Her çubuk da
bir dirhemdi. Bir milyon çubuğa ihtiyaç gösteren bağın geliri ne kadar olur!
Onun Mısır'da birçok evi, Dımaşk'ta (Şam) da evleri vardı. Bunlardan biri
Ceyrûn'da, biri Câbiye tarafında idi. Biri Benî Uhayha biri de Maristân diye
biliniyordu.[1049]
İbn Asâkir'in Târihine bakınız. Çağdaşlardan biri şöyle der: Tarihçilerin, Amr
b. Âsin servetiyle ilgili olarak zikrettiklerini akıl kabul etmez.
Ashabın zenginlerinden
biri de Amr b. Hureys el-Kureşî el-Mahzûmî'dir. Nevevi Tehzib'de onun biyografisini
vererek şöyle der: Resulullah (sav) onun başını okşadı ve alışverişinin
bereketli olmasına dua etti. O da büyük bir mal kazandı. O Küfe halkının en
zengini idi. Kûfe'e ev edinen ilk Kureyşli olup orada Emeviler zamanında
valilik yapmıştır.[1050]
el-İsâbe'de Huveytib
b. Abdüluzza'nın biyografisinde şu bilgi verilir: Hz. Peygamber ondan bir mal
borç istedi, o da kendisine kırk bin (dirhem) borç verdi. Medine'de yerleşti ve
vefatına dek orada kaldı. Mekke'deki evini Muâviye'ye kırk bin dinara sattı.
Bazıları bunu çok buldu, Huveytib şöyle dedi: Beş aile ferdi bulunan biri için
bu nedir ki!.[1051]
Derim: Bu, ailelerinin
geçimi ve masrafları konusunda yaptıkları harcamanın miktarını gösterir. İbn
Sa'd'm Tabakât'ında (IV, 2) Süfyân b. Re-bi'den şu rivayet nakledilir: Basra
halkından bir zâhid topluluğu içinde Mekke'ye gittim. Şöyle dedik: "Keşke
Resulullah'ın (sav) ashabından birine bak-saydık ve kendisiyle sohbet
etseydik!". Derken Abdullah b. Amr b. Âs'a götürüldük. Evine vardığımızda
üç yüz kadar yük devesi gördük, şöyle dedik: Abdullah b. Amr bütün bunlarla
mı-haccetti? Şöyle dediler: Evet o, mevâlisi ve dostları.[1052]
Ashabın zenginlerinden
biri de Hz. Peygamber'in hizmetçisi, efendimiz Enes'tir: İbn Sa'd Tabakât ta şu
tahricde bulunur: Enes b. Mâlik, Allah Re-sulü'nün ashabı içinde mala karşı en
hırslı olanı idi.[1053]
İbn Hacer el-Heytemi
Şerhu'l-Hemziyye'de Busîri'nin ashapla ilgili
Zenginler, nezih ve
iffetliler, fakirler Alimler, imamlar ve emirler
sözü münasebetiyle
şöyle der: Ashaptan Abdurrahman b. Avf ve Osman gibi elinde mal olanlar, Allah
için bunu biriktiriyor ve şer'î harcama yerlerine sarfediyorlardı. Malı ne
övünme ne fani meta biriktirmek için değil bunun için kazanıyordu. Bu
sebepledir ki rivayet edildiğine göre Abdurrahman b. Avf otuz bin köle azad
etti. O ve Hz. Osman Tebük Gazvesi'nde aklı hayrete düşürecek kadar tasaddukta
bulundular. Zübeyr b. Avvâm'ın, kendisine haraç ödeyen bin kölesi vardı.
Bununla birlikte çok borçlu olarak vefat etti. Abdurrahman b. Avf in miras
olarak bıraktığının sekizde birinin dörtte birinin seksen bin dinar[1054]
etmesi, onun malı Allah için biriktirdiği hususu ile çelişmez. Bunun anlamı,
onun elinde bulunanı bir defada harcamayıp sakladığı ve her zaman ve durumda
matlub olanı sarfettiğidir. Hz. Peygamberin bütün elindekini bir defada
harcaması ise ya ashabının zaruri ihtiyaçlarını karşılamak lüzumundan dolayı
olmuş veya onun harikulade işlerdeki durumunun başkalarının bu konuda kendisim
örnek alacakları bir husus olmadığı ve onların bununla mükellef tutulmadıkları
şeklinde yorumlanır.
Bu bilginin benzeri
Ebû Abdullah Züneybir ea-Selâvî, Şerif ea-Sicilmâsi ve Ebû Abdullah el-Hudaykî
es-Susî tarafından her üçünün el-Hemziyye şerhlerinde verilmiş olup
Dünyaya karşı isteksiz
oldular bilinmedi Ona ne meyilleri ne rağbetleri
sözüyle ilgili olarak
Hudayki şu ilavede bulunur: Ashabın dünyaya rağbet etmemeleri (zahid
olmaları), daha önce geçtiği üzere zengin olmaları, Hz. Pey-gamber'in Enes ve
Abdurrahman b. Avf a duasıyla olduğu gibi bazılarının mal kazanmaları ve Hz.
Peygamberin "Salih (temiz, helâl) mal, salih kişinin elinde ne
güzeldir"[1055]
sözüyle çelişmez. Çünkü onlar malı Allah için biriktiriyorlardı.
Tuhfetü'l-ekâbir'de Abdurrahman b. Avf m cennete emekleyerek (düşe kalka) gireceğine
dair hadisle[1056]
ilgili yere bakınız.
Sultan
el-Melikül-Eşref çağının hafızı Şemsüddin es-Sehâvî'ye "Allahım kim beni
seviyorsa onu yeterli ölçüde rızıklandır, kim de bana buğzeder-se onun mal ve
çocuklarını çoğalt" hadisinin sahih olup olmadığım ve bununla Hz.
Peygamber'in Enes'e mal ve çocuklarının artması için dua etmesinin nasıl
uzlaştırılacağını sordu. Sehavi ona yaklaşık iki forma (kürrâse) hacminde ve
içeriği şu mealde olan gerçekten nefis bir cevap verdi: "Mezkur hadis
çeşitli yollarla rivayet edilmiştir. Resulullah'ın (sav) Enes'e duası[1057]
ise bundan daha sahih olup Hz. Peygamber'in Enes için dua ettiği mal helal ve
meşru olarak istenendir". Anılan cevap çok faydalı olup ona bakınız.
İnce manalı sözlerden
biri de Mağrib'de şeyhül-cemâa olan Ebû Abdullah Muhammed b. Sûde'nin
Fehrese'sinde hocası Vecihüddin el-Ayderûs'un "Allah rızkı kullarına
bollaştırsaydı yeryüzünde azarlardı' (Şûra 42/27) âyetiyle ilgili olarak
söylediği şu sözdür: "Ayette geçen "ibadihi" (onun kulları)
ifadesindeki zamir rızık kelimesine râcidir (rızkın kulları), ism-i şerife
(Allah) değildir. Allah, Osman b. Affân, Abdurrahman b. Avf ve başkalarına
rızkı bolca verdi, fakat onlardan azgınlık sadır olmadı". Mezkur
Fehrese'ye bakınız. Ben sonra Seyyid Ayderûs'un bu hususta geçilmiş olduğunu
gördüm ki anılan sözü ondan önce arif İbn Vefa eserinde söylemiştir.[1058]
Şeyh Muhtar el-Küntî
el-Ecvibetü'1-mühimme'de Hafız Demiri'den naklen şu bilgiyi zikreder: Haberi
bize ulaşan en yüksek mehir Hz. Ömer'in olup Hz. Ali'nin kızı Ümmü Gülsüm[1059]
ile evlendiğinde vermişti. Ona mehir olarak kırk bin dinar ödemişti. Kendisine
bu durum soruldu, o şöyle dedi: Allah'a andolsun, bende kadınlara karşı bir
rağbet yoktur, fakat ben Resulullah'ın (sav) "Kıyamet günü benim nesep ve
sebebimden başka her nesep ve sebep kesilir"[1060]
söylediğini duydum ve onunla aramdaki nesebin güçlenmesini istedim, o nasıl
benim kızımla evlendiyse ben de onun kızıyla (torunu) evlenmeyi arzuladım. Bu
büyük malı da Hz. Peygambere akrabalığıma hürmetin verdim.[1061]
Oysa Hz. Ömer mehir konusunda aşırılıktan menetmişti. Fakat bir kadın
"...Onlardan birine yüklerle mal vermiş olsanız dahi verdiğinizden hiçbir
şeyi geri almayın" (Nisa 4/20) âyetini delil göstererek onu susturmuştu.
Fethu'l-Bâri'de, kadının Hz. Ömer'le kıssasına bakınız.[1062]
Hafız Ebû Zur'a
er-Râzî, kendisine "Resulullah'ın (sav) hadislerinin dört bin tane olduğu
söyleniyor, değil mi?" diyen kimseye şu karşılığı verdi: "Kimdir bunu
söyleyen? Allah onun dişlerini söksün, bu zındıkların sözüdür. Resulullah'ın
hadislerini kim sayabilir; o vefat ettiğinde kendisinden hadis dinleyen ve
rivayet eden yüzon bin ashabı vardı". Ebû Zur'a'ya "bunlar neredeydiler,
nerede ondan duydular?" diye soruldu, şöyle dedi: "Medine ve Mekke
halkı ile bu ikisi arasında bulunan bedevi Araplar. Kendisiyle birlikte Veda
Haccı'nda bulunanların hepsi onu gördüler ve Arafat'ta kendisinden dinlediler".
İbn Fethûn Zeylü'l-Istîâb'da bunu kaydettikten sonra şöyle der: "Ebû
Zur'a, özellikle ravileri soranlara böyle cevap verdi, ya diğer ashaptan
sözetseydi!" Sehâvi de Şerhu'l-Elfiyye'de bunun ardından şöyle der:
"Hz. Peygamber'in sağlığında gazvelerde ve bunun dışında vefat eden
sahabiler bu sayıya dahil değildir".[1063]
Şemsüddin el-Birmâvî
Şerhu'z-Zehri'l-bessâm'da şöyle der: "Ebû Zur'a'dan bu konuda yapılan en
sahih nakil, İbnü'l-Medînî'nin Kitâbu's-Sahâbe'ye yaptığı zeylde rivayet ettiği
gibi, Hz. Peygamber'den hadis dinleyip rivayet edenlerin sayısının yüz yirmi
dört bin olduğudur". Birmâvi buna ihtimal vermez. Şemdüddin es-Seffârinî
de Akide'sine yaptığı şerhte şöyle der: "Hafız Suyûti
el-Hasâisu's-suğra'da bu sayıyı kesin şekilde belirtmiş olup hocamız Şihâbüddin
el-Menînî Akide'nin nazmında bunu şu sözüyle zikreder: Onların sayısı
peygamberlerinkine yaklaşır" (1,47). Bununla birlikte İbn Fethûn
el-İstîâb'da geçen sahabe sayışım üçbih beşyüz olarak tes-bit etmiş ve yaklaşık
o kadar da kendisi ilavede bulunmuştur. Zehebi et-Tecrîd'de şöyle der: Bu
eserde geçen sahabilerin hepsi muhtemelen sekiz bin kişidir. Bu sayıdan fazla
değilseler, eksik değildirler.[1064]
Hâfiz İbn Hacer şöyle
der: "Ashap konusunda eser kaleme alanların hepsi, ashabın adlarını
tesbitte Ebû Zur'a'dan naklen verilen sayının onda birine vakıf olabilmiş değildirler".
Ebû Musa şöyle der: "Onların her birisi, ashabın sayısını, araştırmaları
ve bilgilerinin vardığı sınır çerçevesinde haber vermişlerdir". Sehâvi
şöyle der: "İsimlerin kapalı kalmasının sebebi, çoğunun bedevi oluşu ve
Veda Haccı'nda hazır bulunmuş olmalarıdır".[1065]
Ashabı tanıma
konusunda mütekaddimin ve müteahhirin ulemadan bir grup alim eser telif
etmişlerdir[1066]:
Vâkıdi'nin kâtibi İbn Sa'd, Ebû Ahmed Hasan b. Abdullah el-Askerî, Kadı
Abdülbaki b. Kani, Ebû Ali îbnu s-Seken, Ebû Abdullah Muhammed b. Mende, Ebû
Hatim Muhammed b. Hibbân, Ebû Musa el-Medînî, Beğavi, İbn Abdilber. Bu
sonuncusu ashap konusunda telifte bulunanların en meşhurudur. İbnü'1-Esir,
Zehebi, İbn Hacer. İbn Hacer'in eseri el-İsâbe olup bu eserlerin en kapsamlısı
ve ifade bakımından en uygunudur. Kendisinden sonra ise, ihtisar v.s. yoluyla
ona hizmette bulunanlardan başkası bu alanda gelmemiştir. Fas'ta son olarak
onu ihtisar edenlerden biri Ebû Zeyd el-Irâki el-Huseynî olup bende bu
ihtisarın, müellifin kendi el-zasıyla Ayın harfine kadar olan kısmı mevcuttur.[1067]
Gazzâli ihyada
"Rub'u'l-ibâdât" bölümünde, bâtını amellerden tilâvetle ilgili üçüncü
bâbda şöyle der: "Resulullah (sav) vefat ettiğinde yirmi bin sahabisi
vardı".[1068]
Hâfiz Irâki şöyle der: O, muhtemelen, Medine olan sa-habileri kastetmiştir.[1069]
Âburi ve Sâci tarafından kaleme alınan Menâkıb'ında[1070]
geçtiği üzere İmam Şafii'den İbn Abdilhakem yoluyla şu rivayet nakledilir:
"Resulullah (sav) vefat ettiğinde müslümanlann sayısı altmış bindi. Bunun
otuz bini Medine'de, otuz bini de Arap kabileleri ve diğerlerindeydi".
Beyhaki'nin İbrahim b. Ali et-Taberî yoluyla Ahmed b. Han-bel'den yaptığı
rivayette o şöyle der: "Resullulah (sav) vefat etti, ardında otuz bin kişi
namaz kıldı". Sehâvi Fethu'l-muğis'te şöyle der: Daha önce geçen bilgiyle
uyuşması için, muhtemelen o Medine'de olanları kastetmiştir.[1071]
Ashaptan rivayeti en
çok olanlar (müksirûn), Ibn Kesir ve başkalarının kendisinden naklettikleri
üzere Ahmed b. Han bel'e göre, rivayet ettikleri hadislerin sayısı bini
aşanlardır. Bunlar da altı kişidir; Enes[1072],
Abdullah b. Ömer, Aişe, Abdullah b. Abbas, Câbir ve Ebû Hureyre. Ebû Hurey-re
icmaen onların en çok rivayette bulunanıdır. Endülüs hâfizı Baki b. Mah-led'in
Müsned'inde onlardan yaptığı şu rivayetler de bunu gösterir: Ebû Hureyre'den
5374, İbn Ömer'den 2630, Enes'ten 2283, Hz. Aişe'den 2210, İbn Abbas'tan 1660
ve Câbir'den 1540 hadis. Bunların bir de yedincisi olup Hafız Irâki, İbn
Kesir'i izleyerek ona işarette bulunmuştur: Ebû Said el-Hudri. Baki b. M ahi e
d onun da 1170 hadisini rivayet etmiştir.[1073]
Burhaneddin el-Halebî
bunu şiir halinde şöyle dile getirir:
Ebû Said, Hudre'ye
nisbetle anılır
Yedincisidir onların,
kasidede ihmal edilmiş
Bir diğeri şöyle der:
Ashaptan yedisi binden
fazla naklettiler
Nebi'den, Allah'ın
elçisi, Mudar'ın en hayırlısı
Ebû Hureyre, Sa'd,
Câbir, Enes,
Sıddıka, îbn Abbas ve
İbn Ömer.
İbn Kesir müksirûna
İbn Mesud ve Abdullah b. Amr b. Âs'ı da dahil eder. Fakat bunların Baki b.
Mahled tarafından nakledilen hadislerinin sayısı bine ulaşmaz; ilkinin hadisleri
848, diğerinin ise 700'dür.[1074]
Tenbih: İbn Sa'd
Tabakât ta Muhammed b. Ömer[1075]
el-Eslemî'nin şöyle dediğini kaydeder: Resulullah'ın (sav) ashabının
büyüklerinden rivayet az olmuştur. Çünkü onlar, kendilerine ihtiyaç
duyulmasından önce vefat etmişlerdi. Ömer b. Hattab ve Ali b. Ebi Talib'den
çok rivayette bulunuldu, çünkü onlar yönetime geldiler, kendilerine soru
soruldu, halk arasında hüküm verdiler. Resulullah'ın her sahabisi kendisine
uyulan ve yaptıkları hıfzedilen birer önderdiler. Onlara fetva soruldu fetva
verdiler, hadisleri dinledi ve rivayet ettiler. Allah Resulü'nün Hz. Ebubekir,
Osman, Talha, Zübeyr, Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Ebû Ubeyde b.
Cerrah, Said b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Übey b. Ka'b, Sa'd b. Ubâde, Ubâde.b.
Sâmit, Üseyd b. Hudayr[1076],
Muâz b. Cebel ve benzerleri gibi büyük sahabileri, diğerlerine nisbetle
kendisinden daha az rivayette bulunmuşlardır. Bunlardan, Resulullah'ın
ashabının Câbir b. Abdullah, Ebû Said el-Hudrî, Ebû Hureyre, Abdullah b.
Abbas, Râfi b. Hattâb, Abdullah b. Amr b. Âs, Abdullah b. Abbas, Râfi b.
Hudeyc, Enes b. Malik, Berâ b. Âzib ve benzerleri gibi gençlerinden olduğu
kadar rivayet nakledilmemîştir. Çünkü bunlar hayatta kalıp uzun ömür sürdüler,
insanlar kendilerine ihtiyaç duydular. Allah Resulü nün ashabından birçokları
gelip geçti. Bunlardan kimi, muhtemelen, Resulul-lah'tan rivayette
bulunanlardan daha çok kendisinin sohbetinde bulunduğu, oturup dinlediği halde
Resulullah'tan hiçbir şey rivayet etmemiştir. Fakat biz onlarla ilgili bu
durumu ya hadis rivayetinden sakınmaları veya ashabın çokluğundan dolayı
kendilerine ihtiyaç duyulmadığı yahut da ibadet ve Allah yolunda cihad
seferleriyle meşgul olduklarına yorumluyoruz. Böylece Resulullah'tan hiçbir
rivayet kendilerinden nakledilmeden göçüp gittiler.[1077]
Faide: Bir grup alim
Abdullah b. Amr'ın Müsned'ini ayrı bir eser halinde tasnif etmiş olup Bağdat
muhaddisi Ebû Hayseme Züheyr b. Harb bunlardandır.[1078]
Daha önce Ebû
Hureyre'nin ashabın ençok hadis belleyeni (en hânzi) olduğunu belirtmiştik.
Nevevi bu konuda icma olduğunu kaydeder. Bunu Said b. Ebi'l-Hasan ve İbn Hanbel
söylemiş olup Îbnü's-Salâh, Irâki Elfiyye de ve başkaları da onları izleyerek
söylemişlerdir.[1079]
Zehebi Tezkiretü'l-huffâz da onun biyografisini verir ve Şafii'den şu nakilde
bulunur: Ebû Hu-reyre, zamanında hadis rivayet edenlerin en h â f ı z ı idi.
Kehmes, Abdullah b. Şakik'in şöyle dediğini rivayet eder: Ebû Hureyre şöyle
dedi: "Resu-lullah'ın ashabı içinde, onun hadisini benden daha iyi
hıfzeden birini bilmiyorum". Zehebi, İbn Ömer'in Ebû Hureyre'ye şöyle
dediğini zikreder: "Sen bizim, Resulullah'm (sav) hadislerini en iyi
bilenimiz ve (hadisleri bellemede) en devamhmızsın".[1080]
Yine Zehebi, Ebubekr b. Ebî Dâvud'dan şöyle dediğini zikreder: Ben Sicistân'da
rüyamda Ebû Hureyre'yi gördüm ve kendisine şöyle dedim: "Seni
seviyorum". O da şöyle dedi: "Ben dünyada ilk sâhibü'l-hadisim (hadis
ile meşgul olan, muhaddis)".[1081]
İbn Nâsirüddin
ed-Dımaşkî Şerhu Bediiyyeti'l-beyân'da Ebû Hureyre'nin biyografisinde şöyle
der: "O, çağında ashabın hâfızıveen çok hadis rivayet edeniydi." Ebû
Hureyre Müsned'ini Baki b. Mahled'den başka Taberâni, İsmail b. Ishâk el-Kâdî,
Ebu Bekr Ahmed b. Ali el-Mervezî, Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muhammed el-Berkî ve
başkaları gibi bir grup alim müstakil olarak tasnif etmişlerdir.
Fevâtihu'r-rahamût alâ Müsellemi's-sübût müellifi, Irâki'nin şöyle dediğini
nakleder: Ashap, kim mü'minlerin iki emiri Hz. Ebubekir ve Ömer'den fetva
isterse, Ebû Hureyre, Muâz b. Cebel ve başkalarından da fetva isteyebileceği
ve hiçbir olumsuz tavır görmeden onların görüşüne göre amel edebileceği hususunda
icma etmiştir.[1082]
Fevâtihu'r-rahamût ta bir başka yerde müellif şöyle der: Ebû Hureyre müçtehid
bir fakihtir, fakihliğinde şüphe yoktur. O Resululah zamanında ve ondan sonra
fetva verirdi. İbn Abbas'm görüş ve fetvasına karşı çıkardı. Fah-rulislam'ın[1083]
UsuTünün bir şerhinde şu bilgi verilir: Buhari şöyle dedi: Ondan muhacir ve
ensarın çocuklarından yedi yüz kişi ve ashaptan bir grup rivayette bulundu.[1084]
Derim: Ben Tunus'ta,
oranın mâliki müftüsü üstad Şeyh Muhammed en-Neccâr'ın Şemsü'z-zahîre fi beyânı
fadli ve fıkhi Ebî Hureyre adlı değerli bir risalesine muttali oldum.[1085]
Hafız İbn Kayyim el-Vâbilü's-say-yib'de Abdullah b. Abbas'm hıfzım ve nkhmı
anarken şöyle der: İbn Abbas'm fetvaları, tefsiri ve istinbatı, EbûJHureyre'nin
fetvaları ve tefsirine nisbetle nerede kalır? Ebû Hureyre ondan daha hânzdır,
hatta o mutlak olarak ümmetin hafızıdır. Hadisi duyduğu gibi nakleder,
geceleri ders olarak verirdi. Onun himmeti hıfza, hıfzettiğini duyduğu gibi
tebliğe yönelikti. İbn Abbas'ın himmeti ise fikha, istinbata, nasları yarıp
ondan nehirler akıtmaya ve hazinelerini çıkarmaya yönelikti. Bunun gibi
insanlar da ondan sonra iki kısımdır: Bir loşun hafız lardır, zabt, hıfz ve
duydukları gibi edaya önem verirler. Bir kısım da istinbata, naslardan hüküm
çıkarmaya önem veren kimselerdir.[1086]
Derim:
Çağdaşlarımızdan biri şöyle der: İslâmî dönemdeki hafız lann tarihi Abdullah b.
Abbas'la başlar. Kulaklarına çalman hiçbir şey yoktu ki kavrayıp bellemesin.
İbn Ebî Rebia'nın kasidesini ilk duyuşunda hemen belledi. Şüphesiz ki onun
göğsü Arapların hazine siy di; tefsirde, hadiste, helal, haram, Arapça ve
şiirde müracaatları ona idi. Bazı ravilerin Zühri'den, onun Ikrime ve onun da
İbn Abbas'tan "Her yetmiş yılda bir, her-şeyi hıfzeden biri doğar"
dediğine dair naklettiği rivayet sahihse, İbn Ab-bas'ın kendisi İslam'da ilk
yetmişin mümessili olur. Fakat haber Ikrime'nin yalanlarından ise, bununla
hocası İbn Abbas'ı çirkinlik bulunan bir mübalağayla en doğru vasıfla
vasfetmiş olur.[1087]
Ashaptan çok fetva
verenler yedi kişidir: Hz. Ömer, Âli, İbn Mesud, İbn Ömer, İbn Abbas, Zeyd b.
Sabit ve Hz. Aişe. İbn Hazm şöyle der: Bunlardan her birinin fetvalarından
kalın birer cilt derlenmesi mümkündür.[1088] Bu
yedi kişiyi fetva konusunda yirmi kişi izler: Hz. Ebubekr, Osman, Ebû Musa,
Muâz, Sa'd b. Ebi Vakkâs, Ebû Hureyre, Enes, Abdullah b. Amr b. Âs, Sel-man,
Câbir, Ebû Said, Talha, Zübeyr, Abdurrahman b. Avf, İmran b. Hu-sayn, Ebû
Bekre, Ubâde b. Sâmit, Muaviye, İbnü'z-Zübeyr, Ümmü Seleme, îbn Hazm şöyle der:
Bunlardan her birinin fetvalarından da küçük birer cüz derlenmesi mümkündür.
Ashaptan yaklaşık yüzyirmi kişi de son derece az fetva vermişlerdir. Bunlardan
ancak bir, iki veya üç mesele rivayette bulunmuşuzdur. İbn Hazm, Übey b. Ka'b,
Ebu'd-Derdâ, Ebû Talha, Mikdâd ve diğerlerini anarak şöyle der: Bunların
hepsinin fetvalarından ise araştırma sonucu küçük bir tek cüz derlemek
mümkündür. Bu bilgiyi Sehâvi Fethü'l-muğis'te, Suyuti de Tedribü'r-râvi de
kaydeder.[1089]
İbn Asâkir'in
Târihinde Endülüs'ün hânzi ve iftiharı Baki b. Mahled'in biyografisinde şu
bilgi verilir: "O ashap, tabiin ve onlardan başkalarının fetvaları
konusunda eser kaleme aldı. Eserde İbn Ebi Şeybe'nin Musannef' i, Abdürrezzak
b. Hemmâm'ın Musannef i, Said b. Mansur'un ve başkalarının Musannef lerini
aştı ve bu eserlerde hiç yer almayan büyük bir ilim derledi. Onun bu ve diğer
eserleri, İslam'da benzeri olmayan temel kaynaklar oldular". İbn
Asâkir'in Târih'inin muhtasarına (III, 279) bakınız.[1090]
Derim: Bu ve ileride
İbn Kayyim'den naklen verilecek İbn Hazmın "İbn Abbas'ın fetvaları ayrı
olarak yedi cilt oluşturur"[1091]
sözüyle, Nevevi'nin Tehzibü'1-esmâ ve'1-luğât'ta söylediği şu sözü (n
isabetsizliğini) anlarsın: "Ashaptan ancak sayılı meseleler rivayet
edilmiştir. Çünkü onların fetvaları meydana gelen olaylara hasredilmiş olup
henüz vuku bulmamış hususlarla ilgili soru sormaktan insanları menederlerdi.
Onların himmeti, İslam kelimesinin yüceltilmesi için kafirlerle cihada,
nefisle mücahedeye ve ibadete... yönelikti".[1092]
Ashap Resulullah (sav) zamanında ilim öğrenen ve Öğretenler, ticaret yapanlar
ve ziraatle uğraşanlar olmak üzere kısımlara ayrılmışlardır. Herhangi bir yıl
umumî seferberlik olduğu zaman hariç, sürekli savaşmıyorlardı. Eğer içlerinden
bir grup fetva ve öğretimle meşgul olup kendilerini buna vermeselerdi, onların
zamanında müslüman olan yüzler, binler ve milyonlara dini bilgileri kim
öğretti? Allah doğrusunu en iyi bilir.
Latife: İbn Rüşd'ün
el-Beyân ve't-tahsîl adlı eserinin "Cami" bölümünde şu bilgi verilir:
Rivayet edilir ki Ebu Hureyre fetva vermeyi terketti. Kendisine bu durum
sorulunca şöyle dedi: "Vücudum zayıfladı, kalp te vücuttan bir parçadır.
Vücudumun zayıflaması gibi kavrayışımın da zayıflamış olmasından
korkuyorum".[1093]
Ashabın mutlak anlamda
en çok fetva vereni, Ahmed b. Hanbel'in söylediğine göre Abdullah b, Abbas'tır.
Şöyle ki ashabın büyükleri, kendilerine fetva soranları ona gönderiyorlardı.
Nasıl olmasın ki Allah Resulü ona "Allah'ım ona kitab'ı Öğret"[1094]
veya bir başka lafızla "Allah'ım onu dinde bilgi sahibi kıl, ona tevili öğret"[1095],
bir diğer lafizla "Allah'ım ona hikmeti ve Kitab'ın tevilini öğret"[1096]
veya bir diğer lafızla "Allah'ım onu bereketli kıl ve ondan yay"[1097]
şeklinde dua etmiştir. İbn Ömer şöyle der: "O, kalanların, efendimiz
Muhammed'e (sav) indirileni en iyi bilenidir". Ebû Bekre şöyle der:
"O Basra'da yanımıza geldi. Arapların içinde haşmet, ilim, beyan ve güzellikte
onun gibisi yoktu". Hz. Aişe şöyle der: "O, insanların haca en iyi
bilenidir". Onun "deniz" diye vasıflandınlması Sahih-i
Buhari'de ve diğer eserlerde geçmektedir. Bununla vasfedilmesi, Mücâhid'in
dediği gibi ilminin çokluğu sebebiyledir. Atâ'dan şöyle dediği rivayet edilir:
"Deniz şöyle dedi, deniz yaptı".[1098] O
bununla İbn Abbasi kastediyordu. Birçokları onu ümmetin alimi (hibrü'l-ümme),
bazısı Arapların alimi (hibrü'l-Arab), Kur'an'ın tercümanı, ümmetin âbid ve
zahidi (rabbâniyyü'l-ümme) diye adlandırmıştır. Bu bilgi için Fethu'I-muğis'e
bakınız.[1099]
İbn Abbas'ın
el-İsâbe'deki biyografisinde şu bilgi verilir: Ona Arapların alimi
(hibrü'l-Arab) denirdi. Söylendiğine göre ona bu lakabı veren Mağ-rib hükümdarı
Gregory (Gregorius) idi.[1100] O
Abdullah b. Ebû Şerhle birlikte gazaya çıktı, Gregory ile görüştü. Gregory
kendisine şöyle dedi: "Senin ancak Arapların alimi olman gerekir".
Bunu İbn Düreyd el-Ahbâru'1-mensûre de söyler.[1101]
İbn Abbas'ın
el-İstiâb'daki biyografisinde şu bilgi verilir: Ömer b. Hat-tâb onu sever, arar
ve yakınlık gösterir, ashabın büyükleriyle birlikte ona danışırdı. Onunla
ilgili olarak Hz. Ömer şöyle derdi: "Olgun genç, soran bir dili, kavrayan
bir kalbi var". Tâvûs şöyle der: "Ashaptan beşyüz kadarına ulaştım,
İbn Abbas'ı anıp ta kendisine aykırı görüş belirttikleri zaman, eninde sonunda
onun görüşüne dönüp gelirlerdi". Yezid b. el-Esam şöyle dedi:
"Muavi-ye, yanında İbn Abbas olarak hac yolculuğuna çıktı. Muaviye ve İbn
Abbas'ın ilim talebelerinden oluşan ayrı birer grupları vardı." Hz. Ömer
içtihadı ve müslümanlan gözetip himayeye önem vermesine rağmen zor meseleler
için İbn Abbas'ı çağırırdı. Rivayet edildiğine göre Muaviye birgün İbn Abbas1 a
baktı, o konuşuyordu, gözüyle onu izledi ve şu beyitleri okudu:
Söylediğinde,
söyleyecek birşey bırakmıyor başkasına
İsabetli olarak ve
dilini alay için kullanmadı
Dil sözü çevirir
çekindiğinde, o
Kendinden emin bakar,
doğanın bakışı gibi.[1102]
Yine İbn Abdilber,
Atâ'dan şu tahricde bulunur: Kimileri İbn Abbas'a şiir ve e n s âb , kimileri
Arapların tarihî günleri ve olayları, kimileri ilim ve fikıh için gelirlerdi.
Bu gruplardan hiçbiri yoktu ki o isteklerini karşılamış olmasın.[1103]
Zübeyr b. Bekkâr el-Muvaffakiyât'ta, Hz. Ömer'in bir konuda kendisiyle görüşüp
küçük yaşına rağmen onun görüşüne döndükten sonra şöyle dediğini tahric eder:
"Ey İbn Abbas, kim sizin denizlerinize dalıp dibine varıncaya dek orada
sizinle yüzeceğini zannediyorsa güç yetirilmeyecek bir şeyi düşünmüştür".
İbn Sa'd, İbn
Abbas'tan şu tahricte bulunur: Birgün Ömer b. Hattâb'm yanma geldim, Yala b.
Ümeyye'nin Yemenden kendisine yazdığı bir meseleyi bana sordu. Kendisine cevap
verdim, şöyle dedi: "Nübüvvet evinden konuştuğuna şahitlik ederim".[1104]
Dineveri, Medâini'den şu tahricde bulunur: Ali b. Ebî Tâlib, Abdullah b. Abbas
hakkında şöyle dedi: "O işleri kavrayışı ve aklından dolayı, gabya ince
bir perdenin arkasından bakar".
Tezkiretü'l-huffâz'da
İbn Abbas'ın biyografisinde A'meş'ten şu nakilde bulunulur: Ali, İbn Abbas'ı
hac yaptırmakla görevlendirdi. O bir gün bir hutbe okudu kî Türkler ve
Bizanslılar kendisini dinleselerdi müslüman olurlardı. Sonra da Nûr sûresini
okuyup tefsirine başladı.[1105]
Hâfiz İbn Kayyim
el-Vâbilü's-sayyib adlı eserinde şöyle der: Ümmetin alimi ve Kur'an'm tercümanı
olan bu Abdullah b. Abbas'ın Hz. Peygam-ber'den duyduğu, "duydum" ve
"gördüm" dediği hadis sayısı yirmi hadise ulaşmaz. Hadislerin çoğunu
sahabeden dinlemiş olup hadisi kavrayış ve ondan hüküm çıkarma kabiliyeti
bereketli kılınmış, ta ki dünyayı ilim ve fıkıhla doldurmuştur. Ebû Muhammed
İbn Hazm şöyle der: Onun fetvaları yedi büyük ciltte toplanmış olup bu da onu
derleyenin ulaştığı Ölçüdedir. Yoksa İbn Abbas'ın ilmi deniz gibidir; fıkıh,
hüküm çıkarma ve Kur'an'ı kavrayışı insanlara üstünlük sağlayacak seviyedeydi.
Onların dinledikleri gibi o da dinledi, Kur'an'ı belledikleri gibi o da
belledi, fakat onun toprağı toprakların en temizi ve ziraate en uygunu olup ona
nassları ekti ve her çeşitten güzel çiftler bitirdi. Bu, Allah'ın lütfü olup
onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.[1106]
İbn Süleyman Sıla'smda
şu bilgiyi zikreder: Ebû Muhammed Da'lec b. Ahmed es-Sicistânî, Abdullah b.
Abbas'ın Müsned ini ayn bir eser halinde derlemiştir.[1107]
Hafız İbn Receb'in de Nûru'l-iktibâs £1 mişkâti vasiyyeti İbn Abbas adlı bir
eseri vardır.[1108]
Hazreci'nin Hulâsa'sında şu bilgi verilir: Musa b. Ubeyde şöyle dedi: Hz. Ömer,
İbn Abbas'a danışır ve ona "dalgıç" derdi. Sa'd şöyle der: "Ben
İbn Abbas'tan daha hızlı kavrayan, daha akıllı, daha çok bilgi ve daha geniş
hilim sahibi kimseyi görmedim. Ömer'in onu zor meseleler için çağırdığını
gördüm". Derime şöyle der: İbn Abbas yoldan geçtiğinde, kadınlar
"misk mi geçti, İbn Abbas mı?" derlerdi. Mesrûk şöyle der: Ben İbn Abbas'ı
gördüğümde "insanların en güzeli" derdim, konuştuğunda "insanların
en fasih konuşanı", anlattığında "insanların en bilgilisi"
derdim.[1109]
Muhammed b. Ebi'1-Alâ
b. Semmâk'ın Revnaku't-tahbîr fî hükmi's-siyâse ve't-tedbîr'i ile Karâfî'nin
el-Furûk'unda (II, 195) şu bilgi verilir: Rivayet edildiğine göre Abbas b.
Abdülmuttalib vefat ettiğinde bu durum oğlu Abdullah'a çok ağır geldi.
Abdullah b. Abbas, insanlara saygı telkin eden biriydi; çünkü o Kur'an'ın
tercümanı, son derece akıllı, güzellik, azamet ve Övgüye değer hasletlere
sahipti. İnsanlar, onu ululamaları, telkin ettiği saygıdan duydukları heybet
ve kaybımn büyüklüğünden dolayı ona taziyede bulunmaktan çekindiler. Çünkü
Abbas, Resulullah'm amcasıydı ve onun vefatından sonra da babası gibi kaldı.
"İnsanların en cesuru kimdir?" denilince "Abbas" karşılığı
verilirdi, "insanların en bilgilisi kimdir?" denilince
"Abbas" karşılığı verilirdi, "insanların en cömerdi
kimdir?" denilince de "Abbas" karşılığı verilirdi. Vefat
ettiğinde bu durum ve musibet insanlara ve oğlu Abdullah'a ağır geldi.
İnsanlar ona taziyede bulunmakta geri durdular. Tarihçilerin kaydettikleri
üzere bir ay böyle kaldılar. Bir ay sonra bâdiyeden bir bedevi geldi, Abdullah
b. Abbas'ı sordu. Niçin aradığını sordular, o da taziyede bulunmak istediğini
söyledi. Bunun üzerine halk da kendileri için taziye kapısı açması umuduyla
onunla birlikte gittiler. Adam Abdullah b. Abbas'ı görünce ona "Allah'ın
selamı üzerine olsun ey Ebü'1-Fazl" dedi, o da onun selamını aldı, adam
şu şiiri okudu:
Sabret biz de seninle
sabredelim Zira tebaanın sabrı liderin sabnyladır Abbas'tan bir hayırdır, ondan
sonra senin ecrin Andolsun senden de Abbas'a bir hayırdır
Abdullah şiiri
dinleyince üzüntüsü gitti, insanlar da taziyeye koyuldular.[1110]
Tamamlayıcı bilgi: İlk
asır alimlerinden fikhi görüşleri tedvin edilenlerden biri de Hasan-ı Basri
olup Hânz Ebû Muhammed îbn Hazm'ın Endülüs halkının mefahirine dair risalesinde
şu bilgi geçer: "Kadı Muhammed b, Yümn b. Müferric'in, Hasan-ı Basri'nin
fıkhına dair yedi ciltlik bir eseri ve Zühri'nin fıkhını derlediği birçok
kitabı vardır." İbn Hazm'ın sözkonusu risalesi için Neflıu't-tib'e (II, Î32)
bakınız.[1111]
İbnü'l-Medinî şöyle
der: Allah Resulü'nün (sav) ashabının ilmi, kendilerinden ilim alınan üç
şahısta son noktasma ulaşmıştır. Bunlar da Abdullah b. Mesud, Zeyd b. Sabit ve
İbn Abbas'tır.[1112]
Hânz Irâki, Elfiyye'de buna işaretle şöyle der:
O ve Zeyd ve îbn Abbas
ki onların Fıkıhta tabileri var, görüşlerine uyan.[1113]
İbn Abbas'a gelince,
Şemsüddin İbn Âbidin el-Hanefî ed-Dımaskî, ed-Dürrü'l-muhtâr a yaptığı
haşiyenin baş tarafında (s. 40) şu bilgiyi zikreder: Abbasi devleti
hükümdarları, her ne kadar kadıları ve şeyhülislamlarının çoğu hanefi idiyse
de, dedeleri îbn Abbas'm mezhebi üzere idiler.[1114] Bu
esere bakınız ve önceki başlıkta geçtiği üzere görüş ve fetvaları İbn Hazm'dan
önce yedi cilt halinde tedvin edildiği halde insanların onun mezhebine uymaya
niçin yönelmediklerini düşünün. Allah doğrusunu en iyi bilir. Sonra, adı geçen
İbn Âbidin'in "iydeyn bâbı"nda şöyle dediğini gördüm: Bayram
tekbirleri konusunda İbn Abbas'ın görüşü, imamın ilk rekatta yedi, ikinci
rekatta ise altı tekbir alması şeklindedir. el-Hidâye de müellif şöyle der:
"Abbasi halifelerinin emirleri sebebiyle bugün çoğunluğun uygulaması da bu
şekildedir". ez-Zahîriyye'de müellif şöyle der: "Bu Ebû Yusuf ve
Mu-hammed'in böyle yaptıklarına dair rivayetin tevilidir. Çünkü Harun Reşid
onlara ceddinin görüşüne uygun şekilde tekbir getirmelerini emretmişti. Onlar
da kendi mezhep ve görüşleri olarak değil de onun enirine uyarak böyle
yapmışlardı". el-Mi'râc da müellif şöyle der: Çünkü Allah'a isyan olmayan
konularda devlet başkanına itaat vaciptir". İbn Âbidin'in haşiyesine (I,
583) bakınız.[1115]
İbn Mesud'a gelince,
Tenvirü'l-ebsâr'm hanefi alim Hasken1 tarafından yapılan şerhi
ed-Dürrü'1-muhtâr'da şu bilgi verilir: Dediler ki fikhı Abdullah b. Mesud
ekti, Alkame suladı, İbrahim en-Nehaî biçti, Hammâd harmanda dövdü, Ebû Hanife
öğüttü, Ebû Yusuf hamur yaptı, Muhammed pişirdi, diğer insanlar da onun
ekmeğini yiyorlar.
Birisi şu şiiri
söylemiştir:
Fıkıh İbn Mesud'un
ektiğidir, Alkame Biçeni, sonra İbrahim dövenidir, Nu'man öğüteni, Yakub
hamurcusu, Muhammed pişireni ve yiyeni de insanlar
ed-Dürrü'1-muhtâr'm
haşiyesini yazan, "onu ekti" sözüyle ilgili olarak şöyle der: Yani
fikhın furûunu istinbat konusunda ilk konuşan Abdullah b. Mesud'dur.[1116]
Mesrûk b. Ecda şöyle
der: Allah Resulünün ashabındaki ilim yedi kişide en üst seviye ulaşü: Zeyd,
Ebu'd-Derdâ, Übey b. KsCb, Ömer b. Hattâb, Abdullah b. Mesud ve Ali b. Ebi
Tâlib. İlk dördünün ilmi de Ali ve İbn Mesud'da doruğa ulaşmıştır. Şa'bi,
Ebu'd-Derdâ'nm yerine Ebû Musa el-Eş'arî'yi sayar.[1117]
Hâkim, şu merfu
rivayeti tahric eder: "Ebû Hureyre ilmin kabıdır".[1118]
İmam Ahmed, İbn Mesud'dan şu rivayeti tahric eder: Resulullah (sav), kendisine
şöyle dedi: "Allah sana rahmet etsin, sen bilen Calim) ve öğretilensin".[1119]
İbn Sa'd'ın Tabakâtmda şu bilgi verilir: Ebû Musa el-Eş'arî, İbn Mesud'u
kastederek şöyle dedi: "Şu alim (hibr) içimizde olduğu sürece bana soru
sormayın".[1120]
Yine Tabakât ta şu tahricde bulunulur: Abdullah b. Mesud birgün çıkageldi, Hz.
Ömer oturuyordu, onu görür görmez şöyle dedi: "İlimle (veya fıkıhla, dedi)
dolu çoban torbası!".[1121]
el-Kâmûs ta müellif şöyle der: Küneyf, İbn Mesudun lakabı olup çobanın
torbasına (kinf) teşbihen Hz. Ömer tarafından kendisine verilmiştir.[1122]
İbnü't-Tayyib Hâşiyetü'l-Kâmûs ta şöyle der: Bu rivayet bilinen ve meşhur
olandır, ez-Zahîriyye ve başka eserlerde geçen ve Resullulah'ın (sav) ona
"İlimle dolu çoban torbası" dediğine dair rivayetin aksine. Zira bu
rivayet bilinen bir rivayet değildir.
Abdürrezzak, Beyhaki
ve İbn Ebi Şeybe, Ebû SüfVan'dan, onun da hocalarından, Hz. Ömer'in
recmedilmesini emrettiği hamile bir kadınla ilgili olarak naklettiği şu
rivayeti tahric ederler: Muâz b. Cebel o kadının doğum yapıncaya kadar
(recminin tehir edilerek) hapsedilmesi yönünde görüş belirtti. Muâz'ın tavsiyesi
sonucu gerçek ortaya çıktı, Hz. Ömer şöyle dedi: "Anneler Muâz gibisini
doğurmadılar, eğer Muâz olmasaydı Ömer helak olmuştu".[1123]
İbn Sa'd, Şehr b. Havşeb'den şöyle dediğini tahric eder: "Alimler kıyamet
günü getirildiklerinde, Muâz b. Cebel Önlerinde taştan bir kule olur".[1124]
el-Istibsâr'da Ferve
b. Nevfel'in şöyle dediği kaydedilir: Ben Abdullah b. Mesud'la birlikte
oturuyordum, şöyle dedi: "Muaz Allah'a itaat eden, onu birleyen bir ümmet
(her iyiliği kendinde toplayan bir lider) idi, müşriklerden değildi". Ben,
"Ey Ebû Abdurrahman, Allah Teâla İbrahim... bir ümmet idi' (Nahl 16/120)
buyuruyor" dedim. O "Muaz..." sözünü tekrarladı. Onun sözünü
tekrarladığını görünce anladım ki bunu özellikle söylüyor ve sustum. Bunun
üzerine şöyle dedi: Biliyormusun "ümmet" nedir, "kânit"
nedir? Ben, "en iyi Allah bilir" dedim. Şöyle dedi: Ümmet odur ki
insanlara hayrı Öğretir, önderlik yapar ve kendisine uyulur. "Kânit"
ise Allah'a itaatkâr demektir. Muâz da böyledir; hayrı öğretir ve Allah'a
itaatkârdır.[1125]
İbn Sa'd, Abdullah b.
Ka'b b. Mâlik'ten, onun babası, onun da kendi babasından[1126] şu
rivayetini tahric eder: "Ömer b. Hattâb şöyle dedi: Muâz b. Cebel Şam'a
(Suriye) gitmek üzere yola çıktı, onun bu çıkışı Medine ve halkını fikıh ve
onun kendilerine fetva verdiği hususlarda muhtaç duruma düşürdü. Halkın
kendisine ihtiyacı sebebiyle, ona engel olması için Ebubekir'le konuştum,
isteğimi kabul etmedi". Ka'b b. Mâlik şöyle der: Muâz b. Cebel Medine'de
Rusulullah (sav) ve Ebubekir'in sağlığında halka fetva verirdi.[1127]
İbn Ebi Şeybe, İbn Mesud'dan şu tahricde bulunur: Muâz, Allah Resulü zamanındaki
muallimlerden biriydi.
Deylemi, îbn Abbas'tan
şu m e r f û rivayeti tahric eder: "Her ümmetin bir alimi vardır, bu
ümmetin alimi de Abdullah b. Ömer'dir".[1128]
Tenbih: Mâliki ve Hanbeli
fıkıhlarının silsilelerinin çoğu Abdullah b. Ömer'e, Hanefi fikhının
silsilelerinin çoğu Abdullah b. Mesud'a, Şafii fikhının silsilelerinin çoğu da
Abdullah b. Abbas'a (Allah hepsinden razı olsun) ulaşır. Bu konuda Şeyh
Muhammed Âbid es-Sindi el-Hanefî'nin Hasru'ş-şârid'inde "Fe" harfine
bakınız. Çoğunluğun dışında ise silsileler bunlardan başka sahabi fakihlere
ulaşır. Kenzü'r-rivâyeti'l-mecmû, er-Rihle-tü'I-Ayyâşiyye ve başka eserlere
bakınız.[1129]
Ashabın büyükleri ve
meşhurları cömertlikte başkalarına üstün geldiler. Cömertlik konusunda
onlardan enteresan şeyler nakledilir. Onların kendi nefisleri ve çocukları
konusundaki cömertlikleri sana yeter, malları konusunda ise hayda hayda
cömerttiler. Hz. Ebubekir'in bütün malını, Hz. Ömer'in ise malının yarısını Hz.
Peygamber'e getirişleri bilinmektedir. Bunu Dârimi, Ebû Davud ve Tirmizi
tahric eder. Tirmizi bu rivayetin hasen-sa-hih olduğunu söyler. Ayrıca Nesâî,
İbn Ebi Asım, îbn Şahin es-Sünne'de, Hâkim, Ebû Nuaym Hilye'de, Beyhaki,
İbnü'd-Düreys ve başkaları tahric etmişlerdir.[1130]
Hz. Osman'ın
ceyşü'l-usre'yi donatması olayı meşhurdur.[1131] Bu
konuda kendisiyle ilgili olarak enteresan haber nakledilenlerden biri de
Hazrec'in lideri efendimiz Sa'd b. Ubâde'dir. O ashap içinde "kâmil"
diye la-kaplanan kimsedir. Dârekutni Kitâbü'I-Eshiyâ da[1132]
onun biyografisini vermiştir. el-Isâbe'de de şu bilgi verilir: O, babası ve
dedesi cömertlikte meşhurdular. Onların bir köşkü vardı, hergün onun üzerinden
"kim et ve içyağı seviyorsa Düleym b. Hârise'nin[1133]
köşküne gelsin" diye çağrı yapılırdı. Onun yemek saham, Hz. Peygamberle
birlikte hanımlarının evlerini dolaşırdı. İbn Ebi'd-Dünya, İbn Şirin yoluyla şu
tahricde bulunur: Akşam olduğunda kimi ashab-ı suffe'den birisini, kimi
ikisini, kimi de bir grubu götürürdü. Sa'd ise her akşam onlardan seksen kişiyi
yemeğe götürürdü.[1134]
Ibnü'l-Hindî, Ken-zü'I-ummâl'de onun faziletleriyle ilgili başlıkta bunu
zikreder. Sa'd şöyle derdi: "Allah'ım bana izzet (ululuk) bahşet;
cömertlik olmadan ululuk olmaz, mal olmadan da cömertlik olmaz. Allah'ım az mal
bana yaramaz, ben de onunla salah bulmam".[1135]
Ebubekir el-Gaylâniyyât'ta ve İbn Asâkir, Câbir b. Abdullah ile Câbir b.
Semüre'den şu tahricde bulunurlar: Hz. Peygamber onları, başında Kays b. Sa'd
b. Ubâdenin bulunduğu bir ordu ( b a ' s ) içir de gönderdi. Yemeğe iştahları
çekti, Kays onlara dokuz deve kesti. Bu durum Re sulu 11 ah1 a anlatılınca
şöyle buyurdu: "Cömertlik bu ev halkının ahlakıdır". İbn
Ebi'd-Dünyâ, Râfi b. Hudeyc'den şöyle dediğini tahric eder: Ebû Ubeyde geldi,
yanında da Ömer b. Hattâb vardı. Kays b. Sa'd'a şöyle dedi: "Kesmemen için
yemin ediyorum". Onlar kesince haber Resulullah'a (sav) ulaştı, şöyle
buyurdu: "O cömertlik evindedir". (Kenzü'l-ummâl, VII, 84).[1136]
el-Istibsâr fi
ensâbi'l-ensâr'da şu bilgi verilir: Denildiğine göre bütün ensar içinde bir tek
evden olmak üzere peşpeşe gelen dört yemek verici Kays b. Sa'd b. Ubâde b.
Düleym'den başkası yoktur.[1137]
Diğer Araplar için böyle bir durum mevcut değildir. İbn Ömer bir köşk üzerinde
bir şiir gördü ve Nâfi'e şöyle dedi: "Bu onun dedesinin köşküdür; onun
münadisi her yıl bir gün 'kim et ve içyağı istiyorsa Düleym'in evine gelsin'
diye çağrıda bulunurdu. Düleym öldü Ubâde bu şekilde çağrı yaptı, sonra Ubâde
vefat etti Sa'd böyle çağrıda bulundu, sonra da Kays'ı böyle yapıyor
gördüm". İbn Kudâme şöyle der: Kays b. Sa'd adları anılan cömertlerden
biri olup cömertlik ve cesarette onunla ilgili olarak nakledilen haberler
meşhurdur. Bunların en meşhuru da şudur: Onun birçok alacağı vardı, hastalandı,
ziyaretçilerini az buldu, kendisine "onlardaki alacakların sebebiyle
gelmeye utanıyorlar" dendi. Bunun üzerine bir münadiye "Kimde Kays b.
Sa'd'ın bir alacağı varsa onu kendisine bağışlamıştır" diye çağrıda
bulunmasını emretti. Bunun üzerine insanlar ona geldiler, öyle ki kendisiyle
onun yanına çıktıkları merdiveni kırdılar.[1138]
el-İsâbe'de Sa'd b.
Ubâde'nin azatlısı Sintâs'm biyografisinde şu bilgi verilir: O, Darekutni'nin
el-Eshiyâ'smda[1139]
anılmış olup Dârekutni, Mu-hammed b. Abdülaziz'den şu tahricde bulunur: Bir yıl
Sa'd b. Ubâde, bir yıl da oğlu Kays b. Sa'd gazaya çıkardı. Sa'd ashapla
birlikte gazaya çıktı, Resulullah'a (sav) müslüman olan çok sayıda misafir
geldi. Bu haber orduda bulunan Sa'd'e ulaştı, Sa'd şöyle dedi: Eğer Kays benim
oğlum ise "Ey Sintâs, anahtarları getir ve Resulullah'a (sav) ihtiyacını
çıkar" der, Sintâs da "Babandan bir yazı getir" der, o da onun
burnunu sürtüp anahtarları alır ve Resulullah'ın ihtiyacını çıkarır. Gerçekten
de böyle oldu ve Kays Allah Resulü için yüz vesk yiyecek çıkardı.
Şam (Suriye) muhaddisi
Seffârîni Şerhu Manzûmeti'l-âdâb'da (II, 99) Ebû Bekr Ahmed b. Mervân el-Mâlikî
ed-Dineverî'nin el-Mecâlis ine atfen Man b. Kesir'in babasından naklettiği şu
rivayete yer verir: "Sa'd b. Ubâde, Resulullah'a (sav) beyin dolu bir
tabak veya sahan getirdi. Resulul-lah 'Ey Ebû Sabit bu nedir?" diye sordu,
o da 'seni hak ile gönderene andol-sun, kırk hayvan boğazladım, diledim ki seni
beyinle doyurayım' dedi. Resu-lullah ondan yedi ve Sa'd'a hayır duada bulundu".
İbrahim b. Habib şöyle der: Duydum ki bu hadis Hayzurân'a anlatıldı, o da
malından bir kısmım bölüp Sa'd b. Ubâde'nin oğluna verdi ve şöyle dedi:
"Resulullah'a yaptığından dolayı Sa'd'ın oğlunu ödüllendiriyorum".
Seffarîni şöyle der: Hayzurân, Harun Reşid'in annesi olup Berberi bir
cariyeydi, hayrata vardı. Bu kıssayı İbn Asâkir tahric etmiş olup[1140]
Hânz Suyûti Cem'u'l-Cevâmi'de, İbnü'l-Hindî de Kenzül-ummâl'de (VII, 40)
yermişlerdir.
Derim: Bu kıssa, bu
dönemle ilgili olarak gelen ve bolluk, refah ve leziz yemeklerin varlığını
gösteren en büyük olaylardan olup bu durum da Medine'deki ümran gücünü, bu
sayıda hayvan kesme imkânına sahip olduğunu, bunun da malı zayi etme
sayılmadığını ve ashabm nasıl ucuzuyla pahalısıyla Resulullah'a (sav)
yaklaşmaya vesile kabul edilen amellerde bulunduklarını gösterir.
el-Isâbe'de geçtiği
üzere İbnü'l-Müseyyeb, Sa'd'dan şu rivayeti nakleder: Biz Resulullah'ın
yarımdaydık, derken Abbas çıkageldi. ResuluHah "Bu Kureyş'in en
cömertidir" dedi.[1141]
Ebû Nuaym, Müsevvir b. Mahrame'den şu tahricde bulunur: Abdurrahman b. Avf bir
arazisini Osman'a kırk bin dinara sattı ve bu malı Beni Zühre, müslümanlarnı
fakirleri ve mü'minlerin anneleri (Allah Resulü1 nün eşleri) arasında
paylaştırdı. Beni de bundan bir malla Hz. Aişe'ye gönderdi. Hz. Aişe onun için
şöyle dedi: Ben Resulullah'ı (sav) "Benden sonra size salihlerden başkası
merhamet etmez" derken duydum, Allah İbn Avf a cennetin selsebilinden
içirsin.[1142] Bu, Hulefa-yı Râşidin
zamanında arazilerin nasıl yüksek paha ettiğini gösterir. Şimdi değeri seksen
bin riyal eden bir belde büyük bir belde olup anılan bedelle o zamanda alman
arazi ne kadardı acaba? Bu, ayrıca, ashabın büyük çapta harcama, iyilik ve
bağışta bulunduklarını gösterir. Bu değerli himmetlere ve yüce hasletlere
aferin!
İmam Ahmed b. Hanbel
ve Ebû Nuaym şu tahricde bulunurlar: Hz. Aişe bir ara evindeyken Medine'yi
titreten bir ses duydu ve ne olduğunu sordu. "Abdurrahman b. Avf a ait bir
kervan, Şam'dan (Suriye) geliyor" dediler. Kervan yedi yüz deveden
oluşuyordu. Hz. Aişe şöyle dedi: Ben Resulullah'ı şöyle derken duydum:
"Ben Abdurrahman b. Avf ı cennete emekleyerek (düşe kalka) giriyor
gördüm". Bu haber İbn Avf a ulaştı, o Hz. Aişe'ye geldi ve kendisine
ulaşan haberi sordu, o da kendisina haber verdi. İbn Avf şöyle dedi: Seni
şahit tutarım ki bunları yükleri, semer ve keçeleriyle birlikte Allah yolunda
verdim.[1143]
Ebû Nuaym ve İbn
Asâkir, Zühri'den şu tahricde bulunur: Abdurrah-man b. Avf, Resulullah (sav)
zamanında malımn yarısı olarak dört bin (dinar) tasadduk etti. Sonra da kırk
bin dinar tasadduk etti. Sonra beşyüz atı yükleyip Allah yolunda verdi, sonra
bin beşyüz deveyi yükleyip Allah yolunda verdi. Bütün malını ticaretten
sağlamıştı.[1144]
îbn Hacer el-Heytemi
Şerhu'l-Hemziyye'de "Zübeyr'in, kendisine haraç ödeyen bin kölesi
vardı"[1145]
şeklinde bilgi verirken, Şemsüddin el-Hıfhî bunun haşiyesinde şöyle der: Yani
hergün; o da meclisinde bunu tasadduk eder, bir dirhem bırakmazdı.
Rüyâni ve İbn Asâkir,
Habib b. Ebi Sâbit'ten şu tahricde bulunur: Ebû Eyyüb el-Ensârî Muaviye'ye*
geldi ve bir borcu olduğunu söyleyerek yakındı, fakat onda hoşlandığı değil de
hoşlanmadığı bir durum gördü ve şöyle dedi: Resulullah'ı (sav) "Benden
sonra bencillik göreceksiniz" derken duydum. Muaviye, "peki size ne
söyledi?" diye sordu, o da Resulullah'ın "Sabredin!" diye
buyurduğunu söyledi. Muâviye, "o halde sabredin" karşılığını verince,
Ebû Eyyûb şöyle dedi: "Allah'a andolsun, asla senden birşey istemem".
Ebû Eyyûb Basra'ya gelip İbn Abbas'a misafir oldu, İbn Abbas onun için evini boşaltarak
"Sana, Resulullah'a yaptığını yapacağım" dedi ve ailesine emretti,
onlar da çıktılar. Ebû Eyyûb'a da "Evde olan herşey senindir" dedi ve
kendisine kırk bin dirhemle yirmi köle verdi. Bu bilgi için Kenzü'l-ummâl de
Ebû Eyyûb'un faziletleri bahsine bakınız.[1146]
Nevevi Tehzibü'l-esmâ'da
büyük sahabi Iyâz b. Ganm'ın biyografisini vererek şöyle der: Salih, faziletli
ve cömert biriydi. Kendisine "kafilenin azığı" denirdi; insanlara
kendi azığım yedirir, azığı bitince de onlara devesini keserdi.[1147]
Hafız İbn Nâsıriddin
ed-Dımaşkî, Zeyd b. Sâbit'in biyografisinde şöyle der: 'Yüce vahyin katibi,
insanların ferâizi en iyi bileni ve en sağlam hüküm vereni, adı anılagelen
kurradan ve meşhur imamlardın biridir", el-Ezhârü't-tayyibetü'n-neşr'de
geçtiği üzere Süheyli şöyle der: Hz. Ömer Suriye'de bulunduğu sırada, Medine'de
bulunan Zeyd b. Sâbit'e yazar, kendi adından önce onun adıyla başlardı. Dedenin
mirası konusunda güçlükle karşılaşınca, konuyu kendisine sormak üzere bizzat
yürüyerek Zeyd b. Sabit'in evine gitmişti.
İbn Sa'd, Süleyman b.
Yesâr'dan şu tahricde bulunur: Ne Ömer ne Osman kaza (yargı), fetva, ferâiz ve
kıraat konusunda Zeyd b. Sâbit'e hiçbir kimseyi tercih etmezlerdi.[1148]
Yine İbn Sa'd, Şalim b. Abdullah'tan şu tahricde bulunur: Zeyd b. Sabit vefat
ettiği gün İbn Ömer'in yanındaydım, şöyle dedi: "Bugün insanların âlimi
öldü". İbn Ömer şöyle der: Bugün Allah ona rahmet etsin, Ömer'in
halifeliği sırasında insanların alim ve allamesiydi. Ömer onları memleketlere
dağıttı ve kendi görüşlerine göre fetva vermelerini yasakladı. Zeyd b. Sabit
ise Medine'de oturdu, Medine halkı ve başkalarına fetva verdi.[1149]
"Sizin ferâizi en iyi bileniniz Zeyd'dir" hadisi bilinmektedir.
Ahmed b. Hanbeİ bunu sahih bir senedle tahric etmiştir.[1150]
İbnü'1-Esîr Üsdü'l-ğâbe'de efendimiz Zeyd'in biyografisinde bunu zikrettikten
sonra şöyle der: Şafii bu hadisle amel ederek ferâiz konusunda onun görüşünü
esas almıştır.[1151]
Derim: İmam Ebû
Abdullah Muhammed b. Ebi'l Kasım İbnü'I-Kâdî'nin[1152]
el-Bahrü'1-fâiz fimâ tazammanehu ismu Zeyd mine'l-ferâiz adlı eserinde dikkat
çektiği üzere İmam Mâlik de dört mesele dışında ferâiz konusunda mezhebini Zeyd
b. Sâbifin görüşleri üzerine kurmuştur. Zeyd'in (ra) görüşlerine dayanan bütün
ferâiz meselelerini tesbit eden bu ilginç kitap enteresan birlik ve hayret
verici uygunluğun eşsiz örneklerinden biridir. Kadı İbnü'1-Hâc bu
Kitâbü'l-Bahr'ın müellifinin kim olduğunu tesbit edememiş olup bu yüzden eseri
zikretmiş, müellifinin de adını vermeden kendisinden "müteahhirin ulemadan
biri" şeklinde sözetmiştir. Doğrusunu en iyi Allah bilir.[1153]
İmam Ahmed b. Hanbel,
el-Edebü'1-müfredde Buhari ve Nesâi, Bü-reyde'den şu m e r f û rivayeti tahric
ederler: "Abdullah b. Kays'a, Âl-i Davud'un mizmârlanndan bir mizmâr
verilmiştir".[1154]
Müslim de Ebû Musa'dan şu m e r f û rivayeti tahric eder: "Dün gece senin
kıraatini dinlememi görmeliydin! Muhakkak ki sana Âl-i Davud'un mizmarlanndan
bir mizmâr verilmiştir".[1155]
Hafız İbn Hacer, Ebû
Musa el-Eş'arî'nin biyografisinde şöyle der: O, ümmetin dört kadısından biri
ve ilmi kendisinde toplayandır. Ses güzelliğinde kimse onu tutamazdı.
Okuduğunda, Âl-i Davud'un mizmarlanndan biri onunladır gibiydi.[1156]
Zehebi Tezkiretü'l-huufâz'da onun biyografisini verir ve Nehdi'den[1157] şu
nakilde bulunur: Ben Ebû Musa el-Eş'arî'nin sesinden daha güzel ne bir mizmâr
ne bir tanbur ve ne de bir çeng dinledim. Bize namaz kıldırırdı, isterdik ki
Bakara sûresini okusun.[1158]
İbn Sa'd'ın
Tabekât'ında (VI, 35) Simâk b. Harb'den şu rivayet nakledilir: Muaviye, Numan
b. Beşir'i Kûfe'ye âmil tayin etti. O, Allah'a yemin ederim ki dünya ehlinden
konuşurken dinlediğim en hatip kimseydi.[1159]
Abdurrahman b.
Cebr'den şu rivayet nakledilir: Muaviye şöyle dedi: "Dikkat edin,
Ebu'd-Derdâ hakimlerden (bilge) biridir. Dikkat edin, Ka'b el-Ahbâr alimlerden
biridir". Bunu el-Câsûs(s. 501) müellifi nakleder: Deyle-mi, İbn Abbas'tan
şu m e r f û rivayeti tahric eder: "Her ümmetin bir hakimi var, bu ümmetin
hakimi de Ebû Hüreyre'dir".[1160]
İbn Asâkir, Cübeyr b. Nüfeyr'den mürsel-merfû olarak şu tahricde bulunur:
"Her ümmetin bir hakimi var, bu ümmetin hakimi de Ebû Hureyre'dir".[1161]
Zehebi
Tezkiretü'l-huffâz da Ebu'd-Derdâ'nın biyografisini vererek onun hakkında şöyle
der: O, rabbani bir imamdır. "O, bu ümmetin hakimidir" denirdi.
Kur'an'ı Allah Resulü'nden (sav) öğrenerek hıfzetti. Suriye halkının alimi,
Şam halkının mukrii, fakih ve kadıları idi. İbn Ebî Müleyke şöyle der: Yezid
b. Muaviye'yi şöyle derken duydum: "Ebu'd-Derdâ, derde deva olan alim
fakihlerden biridir".[1162]
Leys b. Sa'd, falandan (birisinden) şöyle dediğini rivayet eder:
"Ebu'd-Derdâ'yı gördüm, mescide giriyordu, yanında hükümdarlannki gibi
tabileri vardı, ona ilmi soruyorlardı".[1163]
Daha önce geçen hakim, müneccim vekıyâfe ilmini bilen kimseyle ilgili konu
başlıklarına bakınız.[1164]
İbn Sa'd ve İbn
Asâkir, Abdullah b. Selâm'dan şu rivayeti tahric ederler: "Resulullah
(sav) bir gece Kur'an'ı, bir gece de Tevrat'ı okumamı bana emretti".[1165]
Suyûti Cem'u'l-cevâmi'de şöyle der: Bu rivayette İbrahim b. Mu-hammed b. Ebi
Yahya el-Medenî mevcut olup o da zayıftır.[1166]
Zehebi Tezki-retü'l-huffâz'da bu Abdullah b. Selâm'ın biyografisini verir ve
İbrahim b. Ebi Yahya'dan şu rivayeti nakleder: Bize Muâz b. Abdurrahman b.
Yusuf b. Abdullah b. Selam, babasından şu rivayeti haber verdi: O, Resulullah'a
(sav) gelerek şöyle dedi: "Ben Kur'an ve Tevrat'ı okudum". Resulullah
da "Bir gece bunu, bir gece de şunu oku" buyurdu. Zehebi şöyle der:
Eğer bu rivayet sahih-se, bunda Tevrat'ı tekrarlama ve üzerinde düşünme
konusunda ruhsat vardır.[1167]
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında şu rivayet kaydedilir: Hz. Ali'ye Selman el-Fârisî soruldu, şöyle
dedi: "Kendisine ilk ilimle son ilim verilmiştir. Onun yanındaki (bilgi)
kavranılmaz".[1168]
Bir diğer rivayette de şöyle dediği kaydedilir: "İlk ve son kitabı
okumuştur. O suyu tükenmez bir denizdi".[1169]
Zehebi'nin
Tezkiretü'l-huffâz ında da Ebû Hureyre'den şu rivayet nakledilir: Ebû Hureyre, Ka'b'a
rastladı ve ona haber verip soru sormaya başladı. Ka'b şöyle dedi:
"Tevrat'ı okumadığı halde, onda olanı Ebû Hureyre'den daha iyi bileni
görmedim".[1170]
Tezkiretü'l-huffâz'da Abdullah b. Amr b. Âa'ın biyografisinde şu bilgi verilir:
Ehl-i Kitâb'ın kitaplarından bir kısmını elde etti, onları mütalaya devam etti
ve onlarda enteresan şeyler gördü.[1171]
İbn Sa'd'ın
Tabakât'ında Şerik b. Halife'den şu rivayet nakledilir: Abdullah b. Amr'ı
Süryanice okuyor gördüm.[1172]
Buhari, Atâ b. Yesâr'dan şu tahricde bulunur: Abdullah b. Ainr b. Âs'a
rastladım ve "Bana Resulullah'ın (Tevrat'taki) özelliğini haber ver"
dedim. O da şöyle dedi: "Peki. Allah'a an-dolsun ki o Tevrat'ta,
Kur'an'daki bazı özellikleriyle anılmıştır".[1173]
Şihabüd-din el-Hafâcî Şerhu'ş-Şifâ'da bu hadisle ilgili olarak şöyle der: Eğer
"Abdullah Kureyşli bir Araptır, ona Tevrat'ta olanı sormak uygun düşmez.
Fukaha da Tevrat ve diğer kadim kitapları okumanın caiz olmadığını söyler. O
halde bunun anlamı nedir?" dersen, şöyle derim: Daha Önce geçtiği üzere
Abdullah okur ve yazardı. Burhaneddin el-Halebî el-Muktefâ'da şöyle der: O
Tevrat'ı belliyordu. Bezzâr şu rivayette bulunur: Abdullah b. Amr b. Âs,
kendisini rüyada bir elinde bal diğerinde de yağ olup onları yalıyor gördü.
Sabah olunca bunu Resulullah'a (sav) anlattı, Resulullah şöyle dedi: "Sen
iki kitabı, Tevrat ve Kur'an'ı okuyorsun".[1174] O
her ikisini de okuyordu. Tevrat'ı okuma yasağına gelince, fukaha bunu
sarahatle belirtmişse de Hz. Peygamber zamanında birçok sahabinin itirazsız
şekilde bunu yapmış olmalarından dolayı bu mutlak anlamda değildir. Bu yasak,
onda neshedileni ve tahrif olunanı[1175]
ayıra-mayıp bununla uğraşmakla zamanını boşa harcayan kimseler hakkındadır.
Başkaları bundan menedilmez, aksine, R e c m kıssasında[1176] olduğu
gibi Tevrat'ta inkâr ettikleri hükümle kendilerini ilzam için bunun yapılması
istenir (1,189).[1177]
Hafâci'nin Bezzâr'a
isnadla verdiği Abdullah b, Amr b. Âs'ın rüyası Ahmed b. Hanbel ve Beğavi
tarafindan Vâhib el-Meâfirî yoluyla, onun Abdullah b. Amr b. Âs'tan rivayeti
olarak tahric edilmiştir.[1178]
Ebu'l-Hasan es-Sindî de Ahmed b. Hanbel'in Müsned ine yaptığı haşiyede Abdullah
b. Amr b. Âs'ın "müsned'înin başında Ahmed b. Hanbel ve Beğavi'ye isnadla
verir. Tevrat'ı mütala etme ve yazmanın caiz olduğuna dair görüşün Vehb b.
Münebbih'e nisbet edildiğini açıkça belirten İbn Hacer, Vehb'in insanların
Tevrat'ı en iyi bileni olduğunu söyler.[1179]
Ebü'1-Celd
el-Cevnî'nin, İbn Sa'd'ın Tabakât mdaki biyografisinde (VII, 161) şu bilgi
verilir: Ebu'1-Celd her yedi günde bir Kur'an'ı okur, her altı günde bir de
Tevrat'ı hatmederdi. Tevrat'a bakarak okurdu ve hatmedeceği gün halk bunun için
toplanırdı. Onun hatmi sırasında rahmet indiği söylenir.[1180]
Derim: Bununla,
Zerkeşi'nin et-Telkîh te geçen "Tevrat ve İncil'i yazma ve bakma (okuma)
ile meşguliyetin caiz olmadığı konusunda icma bulunduğu; Resulullah'ın (sav)
Hz. Ömer'in yanında Tevrat'tan birşey yazılı bir sayfa gördüğünde kızdığı ve
'Eğer Musa hayatta olsaydı, bana tabi olmaktan başka yapacağı olmazdı'
buyurduğu, eğer böyle birşey günah olmasaydı Resulullah kızmazdı" sözünüfn
isabet derecesini) anlarsın. Şeyh Zekeriyya el-Ensârî Sahih-i Buhari şerhinde
Şemsüddin el-Birmâvî'den şu lafizla bu bilginin benzerini nakleder: Hânz İbn
Hacer'e aferin ki şöyle diyerek Zerke-şi'ye itirazda bulunur: Anlaşılan şudur
ki bunun mekruhluğu tenzihen olup tahrimen değildir. Bu konuda en uygun olanı,
iki hususu birbirinden ayırmaktır. Şöyle ki bu konuda yetenekli olmayan ve
imanda derinleşmemiş kimselerin, bunlardan birşeye bakması (okuması) caiz
değil, imam derin olanın ise özellikle muhalifi red konusunda ihtiyaç
duyulduğunda caizdir. Ümmetten birçokları böyle yapmışlardır. Zerkeşi'nin,
Resulullah'ın kızmasından haram hükmünü çıkarması ve "Eğer günah
olmasıydı ona kızmazdı" iddiasına karşı şu itiraz ileri sürülür: Resulullah
(sav) bazan mekruh bir fiilin işlenmesine, Muaz'ın sabah namazında kıraati
uzatmasına kızmasındaki gibi bazan kendisine yakışmayan birinin evla olan
davranışa muhalif davranmasına ve kayıp deveyle ilgili soru soran kimse
misalinde olduğu gibi bazan da açık bir hususu anlamada kusurlu kimseye de
kızmıştır.[1181] Şeyh Zekeriyya
el-Ensârî bu sözlerin ardından şöyle der: Bu görüş delil bakımından daha açık
ve kuvvetlidir. Bu bilgiler el-Fecrü's-sâti den nakledilmiş olup onda
"Kitâbü't-Tevhid'ın sonuna bakınız.
Hafız İbn Hacer'in bu
sözlerini Şihâbüddin İbn Hacer el-Heytemî de Fetevâ'sındafl, 49) naklederek
ardından şöyle der: Onun söylediği apaçık olup kaçınılmazdır. Zerkeşi ve
başkalarının zikrettiği herşey, buna gücü yetmeyen veya yetip de ona bakmakla
dinî bir maslahat gözetmeyen kimseyle ilgilidir. Gücü yeten ve maksadı da bu
olanı menetmeye delil yoktur. Tevrat ve İncil'le ilgili olarak anılanlar
ileride gelecektir.[1182]
Bu kitapları okumanın
hükmüyle bağlantılı olan bir husus ta onlardan nakilde bulunmaktır. Tekmile
tü'1-Dibâc da Ebü'l-Abbas Ahmed b. Bakî in biyografisinde şu bilgi verilir:
Tevrat ve İncil'den nakilde bulunmak, Burha-nüddin el-Bikâî ile Hânz Sehâvi
arasında tartışma konusu olan meselelerden biridir. Her biri diğerini red
konusunda eser kaleme almış olup Bikâi bunun caiz olduğunu, Sehâvi ise caiz
olmadığını savunmuştur.
Derim: Sehâvi eserine
el-Aslü'1-asîl fi tahrîmi'n-nakl mine't-
Tevrât ve'1-Incîl[1183]
adını vermiş olup ona bakınız. İmam Şerefüddin Yahya el-Münâvî'nin, torunu Şeyh
Abdurrauf el-Münâvî'nin Tabakât'ındaki biyografisinde onun nesir yazılarından
sözedilirken şu bilgi verilir: "Bu yazılardan biri de Bikâi'nin
Münâsebâtül-Kur'ân'ına[1184],
Bikâi'nin çağdaşlarından aralarında Sehâvi'nin de bulunduğu bir grubun, Tevrat
ve İncil'den nakilde bulunmasına karşı çıkmaları üzerine yazdığı takrizdir. Bu
alimlerden bazıları Tevrat ve İncil'den nakilde bulunmanın haram olduğuna ve
bunu içerdiğinden dolayı da münâsebatın silinmesinin vecip olduğuna fetva
verdiler. Şerefüddin el-Münâvî de, Bikâi'nin yaptığının güzel olduğunu dile
getiren ilk kişi olarak sözkonusu eserin üzerine şunu yazmıştır: Onun bazı
münasebâtla ilgili olarak Tevrat ve İncil'deki bilgilerle izahta bulunduğu
söylenemez. Çünkü o bu konuda, Hz. Peygamber'in vasfı hususunda Abdullah b,
Amr'ın ve ondan sonra da tanınmış alimlerin yaptığında oldu gibi, usûl ehli
İslam imamlarına tabi olmuştur. Böylece, nakilde bulunmanın, sözkonusu husus
kendi katında açıklık arzeden kimseye caiz, şüphe belirten kimseye de yasak
olduğu kesinlik kazanır". Bu bilgi Tabakât'dan nakledilmiştir.[1185]
Faydalı bir bilgi:
Şihabüddin İbn Hacer el-Heytemî'nin Şerhu'l-Minhâc ında şu bilgi verilir:
"Hz. Peygamber'in Tevrat için ayağa kalktığı hususu sahihtir". Bu
rivayette, semavi kitaplar ve Özellikle Kur'an-ı Kerim için ayağa kalkılacağına
delil vardır. Bu konuda İbn Teymiyye'nin Fetevâ'sına, Seffarini'nin adaba dair
menzumesinin şerhine ve Şafii fıkıh kitaplarından Birmâvi'nin el-Gâye üzerine
yaptığı haşiyeye[1186] bakınız.
Derim: Bu, Şeyh
Abdülgani en-Nâblusî'nin er-Reddü'1-metîn alâ müntakısi'ş-Şeyh Muhyiddin adlı
eserinde zikrettiği şu hükmün de temelidir: Hanefi alimler, cünüp kimsenin
Tevrat, Zebur ve incil'i okumasının mekruh olduğunu naklederler. Çünkü hepsi de
Allah'ın kelâmı olup bazılarının bu kitaplarda değiştirdikleri yerler belli
değildir ve değiştirilmeyen kısımları daha çoktur. Dolayısıyla onlara
dokunmaktan sakınmak ihtiyat gereğidir. Çünkü değiştirilmeyene saygı göstermek
vaciptir. Haram ve mubah hükmü bir şeyde birleştiğinde haram oluş ağır basar.
el-Mübteğâ'da şu bilgi verilir: "Cünüp kimsenin Tevrat, Zebur, İncil ve
tefsir kitaplarına dokunması caiz değildir". Bunu babam el-Ihkâm adlı
eserinde zikreder (I, 81). Bu bilginin aynısını İbn Âbidin Hâşiyetü'd-Dür'de
Şerhu'l-Münye'den[1187]
naklen vererek şu ilavede bulunur: Bununla, Şafii alimlerinden bazılarının, onların
(gayrimüslimler) elinde bulunan Tevrat ve İncil parçalarıyla istinca etmenin
caiz olduğuna dair görüşlerinin fasid olduğu açıklık kazanır. Böyle bir şey
büyük bir ölçüsüzlüktür. Çünkü Allah Teâla onların kitapları baştan sona kadar
değiştirdiklerim bize bildirmemiştir,. Kur'an'da neshedilen âyetlerde olduğu
gibi, kitabın mensuh olması onu Allah'ın kelamı olmaktan çıkarmaz (1,122, 204).[1188] O,
bu bilginin benzerini Kuhistâni'deıı naklen de verir.[1189]
Bütün bu bilgilerden
daha enteresanı, yine ed-Dürrü'1-muhtâr da verilen şu bilgidir:
"Teferruatla ilgili bilgiler: Kişinin namazda Kur'an'ı Farsça olarak
okuması veya Tevrat veyahut İncil'i okuması halinde, okuduğu şey bir kıssa ise
namaz bozulur, bir zikirse bozulmaz". İbn Âbidin Reddü'l-Muhtâr'da şöyle
der: Bu tafsilatlı izahı, sözkonusu iki görüşü uzlaştırmak için Fethu'l-Kadir
müellifi tercih etmiştir. Bu iki görüş de el-Hidâye müellifinin kaydettiği şu
görüşlerdir: Bu okuduğuyla birlikte, kendisiyle namazın sahih olacağı kadar da
Arapça okursa, namazın fasid olmayacağı konusunda ihtilaf yoktur. Necmeddin
en-Nesefî ile Kadıhan ise İmameyne göre namazın bozulacağını belirtmişlerdir.
el-Bahru'r-râik müellifi bu konuda Feth müellifini izlemiş, en- Nehrü'1-fâik te
de müellif bu görüşü güçlü saymıştır. Bu yüzden de şârih (ed-Dürrü'1-muhtar
müellifi) bunu kesin olarak belirtmiştir.[1190]
İbn Âbidin daha sonra İbn Vehbân'ın Manzume'sinden şunu nakleder:
İlk suhuflarda
yazılanları okusa bile Teşbih gibi olduğunda, (namazı) bozmaz
İbn Âbidin şöyle der:
İlk suhuflar (Suhuf-i ulâ) ifadesine gelince, suhuf sahife'nin çoğuludur.
Bundan maksat da Tevrat, İncil ve Zebur'dur. Bu konuda söylenenlerin tamamı
el-Manzûmetü'1-Vehbânivye şerhlerindedir (I, 341).[1191]
Bu konuda gösterilen
müsamaha çerçevesinde Nablusi'nin Şerhu't-Tarikati'l-Muhammediyye'sinde (II, 361)
geçen şu bilgi kaydedilebilir: Alimler Ehl-i Kitabın muska yapmaları konusunda
ihtilaf etmiş olup Ebubekir caiz olduğu, Mâlik ise değiştirmiş oldukları kısımdan
olabileceği endişesiyle mekruh olduğu görüşünü benimsemiştir. Bunu caiz gören
şöyle der: Zahiren anlaşılan, onların muskayı değiştirmedikleridir. Çünkü değiştirdikleri
diğer kısımların aksine, muskayı değiştirmede bir gayeleri olmaz.
Hâfiz Ebû Ömer İbn
Abdilber'in el-Kâfi'sinde de şu bilgi verilir: Zim-mi'nin müslümana Allah'ın
kelimeleri ve isimleriyle muska yapması caizdir.[1192]
Zehebi
Tezkiretü'l-huffâz da Hz. Aişe'nin biyografisini vererek şöyle der: Ashap
fakihlerinin en büyüklerindendi. Resulullah'ın ashabının fakih-leri ona
başvururlardı. Onlardan bir grup kendisinden fikıh öğrenmişlerdir. Kabise b.
Züeyb'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Aişe insanların en
bilgilisiydi, ashabın büyükleri ona soru sorarlardı". Ebû Bürde[1193]
babasından şu rivayette bulunur: "Hz. Peygamberin ashabı olarak hakkında
tereci-düte düştüğümüz hiçbir hadis yok ki Hz. Aişe'ye sorduğumuzda onunla
ilgili bir bilgi kendisinde bulmayalım". Zehebi şöyle der: Hz. Aişe derin
ilim sahibiydi. Urve şöyle derdi: "Tıp konusunda ondan daha bilgilisini
görmedim". Ali b. Müshir şöyle der: Hişâm bize babasından şu nakilde
bulundu: İnsanlardan Kur'an, farz, helâl, haram, şiir, Arap kelâmı ve e n s â
b konusunda Aişe'den daha bilgilisini görmedim.[1194]
Hâkim, Atâ'dan şöyle
dediğini tahric eder: Hz. Aişe halk içinde insanların en fakihi, en bilgilisi
ve görüşü en güzel olanıydı.[1195]
Hâkim, Zühri'den de şöyle dediğini tahric eder: "Eğer bütün insanların
(ashap) ilmi toplansa, sonra da Hz. Peygamberin hanımlarının ilmi toplansa,
Hz. Aişe onların ilmi en genişi olurdu.[1196]
Kasım b. Muhammed şöyle der: Hz. Aişe Ebubekir, Ömer ve Osman'ın halifeliği
sırasında bağımsız olarak fetva verirdi. Bu durum vefat edinceye dek devam etti.[1197]
Ebû Abdullah
el-Gâfıkî'nin Zıllü'l-ğamâme sinde Hz. Aişe hakkında şöyle denilir:
"Râvilerin en râvisi / müftülerin en fakihi / en uzak yerlerden gelinir
kendisine / bir sünnet ve farzın bilgisi için / rivayet eder Araplara ait halis
bir şiiri / fesahat ve yorumda enteresan / tıpta da büyük nasip sahibi."
Ebü'z-Zinâd'dan şöyle
dediği rivayet edilir: "Ben şiir rivayeti konusunda Urve'den daha
üstününü görmedim". Kendisine "Ey Ebû Abdullah, rivayetlerin ne
kadar çok!" denildi, o şu karşılığı verdi: "Hz. Aişe'nin rivayetine
kıyasla benim rivayetim nedir ki! O hiç bir durumla karılaşmadı ki o konuda bir
şiir okumasın". Zühri şöyle der: Eğer Hz. Aişe'nin ilmi, Hz. Peygamberin
hanımlarının ilmiyle biraraya getirilseydi, onun ilmi daha üstün olurdu".[1198]
İbn Sa'd Tabakât ta
Mesrûk'tan şu tahricde bulunur: Mesrûk'a "Hz. Aişe farzları iyi bilir
miydi?" diye soruldu, şu karşılığı verdi: "Allah'a andol-sun, ben Hz.
Muhammedin (sav) ashabının büyüklerini ona farzları soruyor gördüm".[1199]
Hânz Ebû Mansur Abdülmuhsin b. Muhammed Ali el-Bağdâdî, Hz. Aişe'nin sahabeye
istidraklerini ihtiva eden bir cüz derlemiştir.[1200]
Ebu-bekr İbn Hayr el-İşbilî el-Ümevî Mu'cem inde (s. 124) bu cüzü zikrederek
Bağdâdi'ye ulaşan isnadım kaydetmiştir.
Bizim kütüphanemizde
Hafız Suyûti'nin konuyla ilgili Aynu'l-isâbe fişti dr âki Âişe ale's-sahâbe
adını verdiği bir cüzü mevcuttur. Suyûti eserin baş tarafında şöyle der: Bu
bir cüz olup bunda İmam Bedrüddin ez-Zerkeşî'nin el-İcâbe li-îrâdi ma'stedrekethu
Âişe ale's-sahâbe adlı kitabini, mümkün olan ilavelerle özetledim. Şeyh
Bedrüddin, bu konuda eser yazmada meşhur fakih ve muhaddis üstad Ebû Mansur
Abdülmuhsin b. Mu-hammed b. Ali b. Tâhir el-Bağdâdî'yi geçmiş olup bu hususta
yirmi beş hadisi isnadlanyla hocalarından naklettiği bir eser vücuda
getirmiştir. Suyûti sonra adıgeçen eserini şu şekilde bâblara ayırır: Taharet
babı, namaz babı, nikâh babı, oruç babı, hac babı, alışveriş babı, nikâh babı,
cami (karma, çeşitli konular) babı. Eserin sonunda da şöyle der: "Bunlar
Zerkeşi'nin kaydettikleri olup ben onun kaydettiklerinden bazı şeyleri
hazfettim. Çünkü bunlar istidrâk türünden değillerdi. Bu ilaveleri ise o
anmamıştır". Sonra Suyûti bu ilaveleri verir.
Ebû Bekr Abdullah b.
Ebi Davud (Sünen müellifi), Ebû Muhammed Yahya b. Muhammed b. Sâid ve başkaları
Hz. Aişe'nin müsned hadislerini derleyip müstakil birer eser meydana
getirmişlerdir. Rûdâni'nin Sıla'sında Müsned lere bakınız.[1201]
İbn Abdüsselam'ın
et-Ta'rif bi-ricâli Muhtasari İbni'l-Hâcib adlı eserinde şu bilgi verüir: Ali
b. Ebi Tâlib'den şöyle dediği rivayet edilir: "Eğer bir kadın halife
olsaydı, Aişe halife olurdu."[1202]
el-İstibsâr da Ebû
Huzeyfe'nin azatlısı Salim'in biyografisinde şu bilgi verilir: Azatlıların
faziletlilerinden, ashabın seçkin ve büyüklerindendi, kurradan sayılırdı. Hz.
Ömer onu aşın derecede överdi. Vefatı sırasında şöyle dediği rivayet edilir:
"Eğer Salim hayatta olsaydı halifeliği şûraya bırakmazdım". Rivayet
edildiğine göre, ilk muhacirler Küba'ya geldiklerinde aralarında Ömer b.
Hattâb ve Ebû Seleme b. Abdülesed de bulunduğu halde Ebû Huzeyfe'nin azatlısı
Salim onlara imamlık yapıyordu. Salim onların en çok Kur'an belleyeniydi. Allah
Resulü'nün "Ümmetim içinde onun gibisini vare-den Allah'a hamdederim"
dediği rivayet edilir. el-İstibsâr'a bakınız.[1203]
Hâkim, Musa b.
Talha'dan şu tahricde bulunur: "Aişe'den daha fasihini görmedim".[1204]
Hâkim, Ahnef b. Kays'tan da şu tahricde bulunur: "Ebubekir, Ömer, Osman,
Ali ve diğer halifelerin hutbelerim dinledim, hiçbir yaratığın ağzından
Aişe'ninkinden daha fasih ve güzel söz duymadım".[1205]
Bunu Suyûti Aynü'I-isâbe'de kaydeder.[1206]
Selahuddin es-Safedî
Nektü'l-himyân'da Abdullah b. Ömer'in biyografisini vererek şöyle der:
Resulullah'ın sağlığında seriyyelerden geri kalmadı. Onun vefatından sonra da
fitneden önce ve fitne sırasında hacca düşkündü. Ashabın hac menasikini en iyi
bileni olduğu söylenir.[1207]
et-Ta'rif bi-ricâli
Muhtasari İbni'l-Hâcib de Abdullah b. Ömer b. Hattab'ın biyografisi verilirken
şu bilgi kaydedilir: O İslam'da altmış yıl fetva verdi1.[1208]
İbn Nâfi şöyle der: İbn Ömer bin insan azad etmeden vefat etmedi.[1209]
Bu tabirin
(aüxa==hibr) İbn Abbas hakkında kullanıldığı hususu daha önce geçmişti. Hâkim,
İbn Ömer'den şu marfiı rivayeti tahric eder: "Bu ümmetin alimi (hibr)
Abdullah b. Abbas'tır".[1210]
Ebû Ali Muhammed b. Ali b. Mualla es-Sebtî Mensek'inde şu bilgiyi zikreder:
Sa'd b. Muâz yanlarına geldiğinde, Hz. Peygamber'in ensara "Aliminiz için
ayağa kalkın"[1211]
buyurduğuna dair bir rivayet varid olmuştur. Seyyid Semhûdi el-Vefâ'da
Vâkıdi'den şu nakilde bulunur: Muhaynk, Beni Nadir kabilesinden alim (hibr)
biriydi. Hz. Peygamber'e iman etti ve yedi bahçeden oluşan malını Resulullah'a
bıraktı.[1212]
İbn Mualla es-Sebtî
Mensek'inde içeri giren kimse için ayağa kalkmadan sözedip Sa'd hadisi ve Hz.
Peygamber'in ashaba "Efendiniz (veya aliminiz) için ayağa kalkın"
sözünü kaydederken şöyle der: "Hibr" alim demektir. Eğer bu lafız
(hibr) mahfuz ise, bu alim için kalkma konusunda bir nas-ür. Biz bu lafa Sünen
de bu şekilde "hâ-ı gayrı mu'ceme" ile[1213]
Lü'lüi yoluyla rivayet ettik.
İmam Nevevi'nin
Kitâbu't-Terhîs fi'1-ikrâm bi'1-kıyâm li-zevi'l-fadl ve'1-meziyye fî'I-İslam
alâ ciheti'1-birri ve't-tevkîr ve'1-ihtirâm lâ ale'r-riyâ ve'1-i'zâm adh bir
eseri olup yakm zamanlarda basılmıştır.[1214]
İb-nü'l-Hac el-Medhal de onun bu eserdeki görüşlerini tenkit etmiş[1215],
İbn Ha-cer el-Heytemî de müstakil bir eserle Nevevi'yi desteklemiştir.[1216]
Enes b. Malik'in ümmü
veledi (çocuk yaptığı cariyesi) Cemile'den şöyle dediği rivayet edilir: Sabit,
Enes'e geldiğinde Enes şöyle derdi: "Ey câriye, bana güzel koku getir de
elime süreyim; Sabit elimi öpmeden etmez". Bunu Ebû Yala rivayet etmiş
olup râvileri güvenilirdirler. Bunu Seyyid Semhûdi Cevâhirü'l-ikdeyn de söyler.[1217]
İbn Asâkir, Ammâr b.
Ebi Ammâr'dan şu rivayeti tahric eder: Zeyd b. Sabit bir gön bineğe bindi, İbn
Abbas onun üzengisini tuttu. Zeyd ona "Ey Allah Resulü'nün amcası oğlu
bırak" dedi, o da "Biz alim ve büyüklerimize böyle davranmakla
emrolunduk" karşılığım verdi.[1218]
Zeyd "Bana elini göster" dedi, o da elini çıkardı. Zeyd de onun elini
öperek "Biz de peygamberimizin ehl-i beytine böyle davranmakla
emrolunduk" dedi. Bu rivayeti Kenzü'l-ummâl de Zeyd b. Sâbit'in
menakıbında[1219] bu
lafızla veren müellif, İbnü'n-Neccâr'ın da İbn Abbas'tan şu tahricde
bulunduğunu kaydeder: İbn Abbas, Zeyd b. Sâbit'in üzengisini tuttu ve sonra
"Biz öğretmenlerimiz ve yaşlılarımızın üzengilerini tutmakla
emrolunduk" dedi.[1220]
Bazı hocalarımızın
hocası, Hicaz muhaddisi ve müsnidi Şeyh Muham-med Âbid es-Sindî, el öpmeyle
ilgili risalesinde şöyle der: Zeyd'in "Peygamberimizin ehl-i beytine
böyle davranmakla emrolunduk" sözünden, şeref sahibi (saygın) kimsenin
elinin öpülmesinin Hz. Peygamber tarafından emrolun-duğu anlaşılmaktadır. Çünkü
İbnü's-Salah ve Hâfiz İbn Hacer'in kaydettiği üzere sahabinin
"emrolunduk" sözü, "r e f" (merfu rivayet) hükmü taşır.
Zira sahabiye Hz. Peygamberden başka emreden yoktur. Allah Resulü tarafından
emredilen birşey de yapılmadığı zaman kişi günaha girmiş olur. Buna göre, şeref
sahibi kimsenin elini öpmeyen her insan Hz. Peygamber'in emrine muhalefetle
günah işlemiş olur. Allah Teâla şöyle buyurur: "Onun (Allah Resulü'nün)
emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belanın çarpmasından, yahut onlara
acı bir azabın uğramasından sakınsınlar" (Nur 24/63). El öpmeyen kimsenin
durumu bu olunca, öpmeyi tümden reddeden kimsenin durumu ne olur? Böyle birinin
suçu daha büyük, günahı daha çok olur.
Hâfiz Ebû Bekr
Muhammed b. İbrahim b. Mukri, el Öpmek ve bu konuda varid olan rivayetlere dair
müstakil bir c ü z kaleme almıştır. Benim de Hz. Peygamber'in elini öpenlere
dair bir risalem vardır. Şeyh Muhammed Âbid es-Sindî el-Ensârî'nin de bu
konuyla ilgili nefis bir risalesi olup bende mevcuttur.[1221]
Beyhaki Şuab'da ve İbn
Asâkir, Ebû Râfi'den şu tahricde bulunurlar: Ömer b. Hattâb Rûm'a (Bizans)
karşı bir ordu gönderdi, içlerinde Resulul-lah'm ashabından Abdullah b. Huzâfe
adlı biri vardı. Bizanslılar onu esir alıp hükümdarlarına götürdüler ve
"Bu Muhammed'in (sav) ashabındandır" dediler. Hükümdar ona
"Hıristiyan olup da seni mülk ve saltanatıma ortak kılmamı ister
misin?" diye sordu. O şu karşılığı verdi: "Eğer bütün sahip olduğunu
ve Arapların bütün sahip olduğunu, Efendimiz Muhammed'in (sav) dininden göz
açıp kapamak kadar bir süre için dönmem karşılığında versen, yine yapmam."
Bunun üzerine hükümdar "O halde seni öldürürüm" dedi. O da
"Dilediğini yap" karşılığını verdi. Hükümdar emretti. Abdullah b.
Huzâfe çarmıha çekildi. Okçulara "onun elleri ve ayaklarına yakın yere
atış yapın" dedi ve kendisi ona Hıristiyanlığı teklif ediyor, o ise
reddediyordu. Hükümdar sonra emretti, çarmıhtan indirildi. Sonra bir kazan
istedi, su doldurulup kaynatıldı. Sonra müslümanlardan iki esir getirilmesini
emretti, birinin kazana atılmasını istedi, bu arada o da Abdullah'a
Hıristiyanlığı teklif ediyor, o ise reddediyordu. Sonra onun kazana
götürülmesini emretti. Götürüldüğünde ağladı, hükümdara onun ağladığı
söylendi. O Abdullah'ın döndüğünü zannedip geri getirilmesini söyledi ve
kendisine yine Hıristiyanlığı teklif etti, o da reddetti. Hükümdar "Niçin
ağladın?" diye sordu, o şu karşılığı verdi: "Ben kendi kendime şöyle
dedim: Şimdi şu kazana atılıp gideceksin!". Oysa ben vücudumdaki kıllar
sayısınca canım olsa da Allah yolunda kazana atılsa diye arzuluyordum! Bunun
üzerine hükümdar şöyle dedi: "Başımı Öpmen karşılığında, seni serbest
bırakmamı ister misin?". Abdullah "Ben ve bütün müslüman
esirler" dedi, o da "olsun, sen ve bütün müslüman esirler" dedi.
Kendi kendime "Allah düşmanlarından biri; beni ve bütün müslüman esirleri
serbest bırakması karşılığında başını öpeceğim, ne gam!" diye söylendim,
diyen Abdullah hükümdara yaklaşıp başını öptü, o da esirleri kendisine teslim
etti. Abdullah esirlerle birlikte. Hz. Ömer'e geldi ve durumu ona haber verdi.
Hz. Ömer "Abdullah b. Huzâfe'nin başım öpmek her müslümana borçtur, ilk
başlayan da benim" dedi ve kalkıp onun başım öptü.[1222]
İbnü'l-Hindî bu
kıssayı Kenzü'l-ummâl'de (VII, 62) Abdullah b. Huzâfe'nin menakıbı başlığında
bu şekilde verir.[1223]
Hâfiz İbn Hacer de onun el-İsâbe'deki biyografisinde bu kıssayı verir ve
Beyhaki'nin kıssayı Dırâr b. Amr yoluyla, onun da Ebû Râfî'den rivayeti olarak
tahric ettiğini zikreder. İbn Asâkir bu kıssaya, İbn Abbas'ın m e v s û 1
rivayeti ve Zühri'nin m ü r s e 1 lerinden olarak Hişam b. Osman'ın
Fevâid'inden de bir diğer hadisi ş â h i d olarak tahric eder.[1224]
el-İsâbe ve Kenzü'l-ummâl e bakınız.[1225]
Nevevi Tehzib'de
efendimiz sahabi Uveym b. Sâide el-Ensârî'nin biyografisini vererek şöyle der:
Hz. Ömer'in halifeliği sırasında vefat etti. Hz. Ömer onun kabri üzerinde durup
şöyle dedi: Hiçbir kimse "Ben bu kabrin sahibinden daha hayırlıyım"
diyemez. Resulullah (sav) için hiçbir sancak çekilmedi ki Uveym onun gölgesi
altında bulunmasın.[1226]
İbn Sa'd, Beni Amirden
bir adamdan, onun da bir dayısından rivayeti olarak şu tahricde bulunur: Selman
Hz. Ömer'e geldiğinde, Hz. Ömer halka" Bizimle birlikte çıkın, Selman'ı
karşılayalım" dedi. İbnü'l-Hindî bu rivayeti onun
"Fedâilü's-sahâbe" bölümündeki biyografisinde vermiş olup[1227],
rivayet İbn Sa'd'ın Tabakâtında da (IV, 61) mevcuttur.[1228] Bu
da Selman'ın onların nazarında taşıdığı büyük değeri göstermektedir.[1229]
Dürrü's-sehâbe de
müellif, Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm'ın biyografisini vererek onu
"emirü'l-mü'minin" diye vasıflandırır ve kendisiyle ilgili olarak
şöyle der: O fasih konuşan ve cesur biriydi. Köseydi, sakalı yoktu.[1230]
Ebû Ömer İbn Abdilber
ve el-İstibsâr'da da İbn Kudâme, Zübeyr b. Bekkâr'dan şu bilgiyi naklederler:
Kays b. Sa'd b. Ubâde, Abdullah b. Zübeyr ve Kadı Şureyh'in yüzlerinde ne bir kıl
ne de sakaldan birşey vardı.[1231] Şu
beyit, ezberlenmek için onları biraraya toplar:
Kays b. Sa'd, yok
yüzünde bir kıl tbnü'z-Zübeyr ve saçı-başı ağarmış Şureyh gibi.
Sünenü'l-mühtedîn
müellifi, eserinin başında Demiri ve başkalarından naklen bu üçünü zikrederek
Ahnef b. Kays'ı ilave eder. O halde köse olan efendiler (lider, soylu) dört
kişi olup bunlardan üç tanesi sahabidir. İbn Kudâme'nin el-İstibsâr'mda şu
bilgi verilir: Ensar şöyle derdi: "Kays b. Sa'd'a kendi mallarımızla bir
sakal alsak!". Bununla birlikte o (Allah kendisinden razı olsun) güzeldi.[1232]
Mencûr Şerhu'l-Menhec
de İbn Rüşd'den şu nakilde bulunur: "Hadım kimseleri İslam'da istihdam
eden ilk kimse Muaviye'dir". Bu bilgiyi ben el-Beyân ve't-tahsîl de şu
ifadeyle buldum: "Muaviye'nin camilerde maksure yaptıran, kendisi için
koruma (muhafız) edinen, önünde soylu atlar bağlanan, İslam'da hadımları
istihdam eden ve minberin basamaklarını onbeşe çıkaran ilk kimse olduğu
söylenmiştir". Bu bilgi el-Beyân'ın "Cami" bölümünden nakledilmiştir.[1233]
Tuhfetü'l-muhibbîn
ve'1-ahbâb fîmfi li'1-müzennibîn mine'l-ensâb'da müellif, "elif harfinde
"ağvâs"tan(?) sözederken şöyle der: İslam'da ilk defa hadımları
istihdam eden kimse Muaviye'dir. Hz. Peygamberin hadım bir hizmetçisi vardı.
Doğrusunu Allah bilir, bu sahabinin hadımlığı yaratılıştan olmalıdır. Ulemanın
çoğunluğu hadımlaştırmayı (ha-dımlaşmayı) mekruh kabul etmişlerdir. Hadımlarla
ilgili hükümler fikıh kitaplarında zikredilmiştir. Allâme Abdülkâdir et-Taberî
el-Mekkî Neş'etü's-sülâfe fi şe'ni'l-hilâfe adlı eserinde bu hükümleri
kaydederek hadımlardan uzun uzadıya sözetmiştir. Gerçekten faydalı bir kitap
olan bu esere bakınız. Hadımları Haremeyn-i Şerifeyn'de Mescid-i Nebevi ve
Mescid-i Ha-ram'da ilk defa istihdam eden kimse de Selahaddin Eyyûbi'dir. O
sonra, hadımları istihdamın dayanağım Allâme Cemâlüddin el-Kattân'ın
Tuhfetü'l-muhibbîn li'1-mahbûb fi tenzihi Mescidi'r-resûl min külli hasiyyin ve
mecbûb adlı eseri ile Hafız Sehâvi'nin Târihu'l-Medineti'ş-şerife sinden
nakleder. Onların söyledikleri için et-Tuhfe ye bakınız.
Hâfiz Suyûti'nin
Âkâmü'l-ıkyân fi ahkâmi'l-hisyân ve't-tavsiyyetu bihim[1234] diye
adlandırdığı bir risale gördüm. Bu risalede "Hadım sahabi-ler" diye
bir başlık açarak Me'bûr ile Zinbâ el-Cüzâmî'nin mevlâsı Sender'in biyografisini
verir. Sonuncusunun biyografisinde şu rivayeti zikreder: O Re-sulullah'a (sav)
"bana tavsiyede bulun" dedi, Resulullah da "seni her müslü-mana
tavsiye (vasiyyet) ediyorum" buyurdu. O sonra Hz. Ebubekir'e geldi ve Hz.
Ebubekir vefatına dek onun nafakasını sağladı. Sonra Hz. Ömer'e gitti, Hz. Ömer
ona "istersen yanımda kal, sana bir miktar mal vereyim, istersen bak hangi
yeri seviyorsan senin için (belge, talimat) yazayım" dedi. O da Mısır'ı
tercih etti, Amr b. As'ın yanına vardığında o kendisine geniş bir arazi ve bir
ev iktâ etti. Sender, Abdülmelik b. Mervân zamanına dek yaşadı. Mu-hammed b.
Rebi el-Cîzî Kitâbu's-sahâbeti'l-lezîne dahalû Mısır'da onu anar ve
Mısırlıların kendisinden iki hadis rivayet ettiklerini belirtir.[1235]
Muhanneslik,
yumuşaklık ve gevşeklik (kırıtma) demektir, el-Misbâh'ta şu bilgi verilir:
Bazıları buna "kadınlara karşı arzu duymaz" ilavesinde bulunurlar.
Hâfiz îbn Hacer şöyle der: "O, davranış ve konuşmasında kadına benzeyen
kimsedir".[1236]
Sahih-i Buhari'de "Kitabu'n-Nikâh''ta "Kadına benzeyenlerin kadının
yanma girmesinin yasak olması babı" başlığı verilir, sonra Ümmü Seleme'den
şu tahricde bulunulur: Hz. Peygamber Um-mü Seleme'nin yanındaydı ve evde de bir
muhannes vardı. Muhannes, Ümmü Seleme'nin kardeşi Abdullah b. Ebu Ümeyye'ye
şöyle dedi: Allah yarın Tâif in fethini size nasip kılarsa, Gaylân'ın kızını
bulma konusunda sana yol gösteririm; o(nun karnı) Önden dört, arkadan
(baktığında da, iki yandan) sekiz büklümdür!". Bunun üzerine Resulullah
(sav) "bunu yanınıza sokmayın" buyurdu.[1237]
İbn Hacer Fethu'1-Bâri
de şöyle der: Tâif Gazvesi'yle ilgili bahiste geçtiği üzere o muhannesin adı
Hît idi. Bunu İbn Uyeyne, İbn Cüreyc'den naklen isnadım belirtmeden
zikretmiştir. İbn Habîb el-Vâdıha'da Mâlik'in katibi Habib'den şu rivayeti
nakleder: Mâlik'e "Süfyan b. Uyeyne, Gaylân'ın kızı hadisinde, muhannesin
Hît olduğu ilavesinde bulunur. Senin kitabında ise Hît yoktur" dedim. İmam
Mâlik, şöyle dedi: "Öyledir, o doğru söylemiştir". Cürcâni Târihinde
Zühri yoluyla, onun Ali b. Hüseyin b. Ali'den şu rivayetini tahric eder: Hît
adlı bir muhannes Hz. Peygamber'in hanımlarının yanına girerdi. Ebû Ya'lâ, Ebû
Avâne ve İbn Hibbân, hepsi de Yunus yoluyla Züh-ri'den, onun Urve'den, onun da
Hz. Aişe'den şu rivayetini tahric ederler: "Hît... girerdi" (Hadis).
Müstağfiri, Muhammed b. Münkedir'in mürseli olarak şunu rivayet eder:
"Hz. Peygamber, kadınlarla ilgili olarak söylediği iki sözden dolayı Hît'i
sürgüne gönderdi". İbn Ishak el-Meğâzi'de ilgili hadiste geçen muhannesin
adının Mâti olduğunu zikreder. Bu ad Mâti olup Mâni olduğu da söylenmiştir.
Muhammed b. İbrahim et-Teymî'den şu rivayet nakledilir: Tâif Gazvesi'nde,
Resulullah'ın yanında teyzesi Fâhite bint Amr b. Âiz'in bir azatlısı vardı,
muhannesti. Kendisine Mâti denirdi. Bu, Hz. Peygamber'in hanımlarının yanına
girer, evinde bulunurdu. Hz. Peygamber onun ne kadınlarla ilgili olarak
erkeklerin anladığı şeyleri anladığım ne de bu hususta arzusu bulunduğunu
sanmıyordu. Hz. Peygamber onun Halid b. Velid'e şöyle dediğini duydu: "Ey
Halid, Tâif i fethettiğinizde sakın Bâdiye bint Gaylân b. Seleme'yi elden
kaçırma; o önden dört, arkadan da sekiz büklümdür!". Resulullah (sav)
bunu duyunca, "Ben bu habisi, duyduğu şeyi anlamıyor sanırdım" dedi
ve hanımlarına "onu yanınıza sokmayın" buyurdu. Bunun üzerine o
Resulullah'ın evine sokulmadı. Ebû Musa el-Medinî, Mâti'in Hît'in lakabı olduğu
veya aksi olduğu veyahut bu ikisinin ayrı kişiler oldukları hususunda ihtilaf
bulunduğunu nakleder. Vâkıdi bunların ayrı kişiler olduklarım kesin şekilde
belirterek şöyle der: Hît, Abdullah b. Ebi Ümeyye'nin, Mâti ise Fâhite'nin
mevlâsıydı. Resulullah her ikisini birlikte Himâ'ya sürdü.[1238]
İbn Hacer şöyle der: Bundan, kendilerinin güzelliklerine arzu duyan kimselerden
kadınları uzak tutup mani olmanın gerekliliği anlaşılır. Bu hadis, herhangi
bir konuda kendilerinden şüphe duyulanların sürgün edilmesi hususunda
delildir. Hadiste ayrıca, kadınlara benzeyenlerin, kendilerine mani olmada yol
olarak taayyün etmesi halinde evlerden çıkarılmak ve sürgüne gönderilmekle
tazir cezasına çarptırılacakları hükmü anlaşılır. Zahirden anlaşılan bunun
vacip olduğudur. Erkeklerin kadınlara, kadınların da erkeklere benzemesi,
bilerek ve isteyerek olması halinde ittifakla haramdır. Böyle yapan kimsenin
lanetlendiği hususu "Kitâbu'l-Libâs"ta gelecektir.[1239]
Buharı
"Kitâbu'l-Hudûd'da "Günah işleyenler ve muhanneslerin sürgün
edilmesi babı" başlığını açarak İbn Abbas'tan şu rivayeti tahric eder: Hz.
Peygamber, kadınlara benzeyen erkeklerle erkeklere benzeyen kadınlara lanet
ederek "onları evlerinizden çıkarın" buyurdu ve kendisi falanı, Hz.
Ömer de falanı çıkardı.[1240]
eş-Şerhu'1-celî alâ
beyteyil-Mevsılî'de şu bilgi verilir: Hz. Peygamber zamanında Medine'de üç
muhannes vardı. Bunlar Hît[1241],
Hidm[1242] ve Mâti[1243]
idi. Resulullah, bunlardan Hît1 i Hâh'a sürdü. Şöyle ki Resulullah, onda
gördüğü konuşma yumuşaklığı ve gevşeklikten (kırıtıldık) dolayı kendisini arzu
sahibi olmayan erkeklerden sanıyordu. Bu yüzden o Resulul-lah'ın hanımlarının
yanma giriyordu. Hz. Peygamber bir defasında içeri girdiğinde onun bir Arap
cariyeyi vasfederek şöyle dediğini duydu: "Ayağa kalktığında ikiye
katlanır, oturduğunda ise yayılır. İki uyluğu arasında saklı bir-Şey var ki
tersine çevrilmiş kaba benzer". Bunun üzerine Resulullah "Ben bu
habisin, bu sözü söyleyebileceğini sanmazdım" veya söylediğini söyledi ve
onu Hâh'a sürdü. Resulullah'ın (sav) vefatından sonra ise Medine'de altı muhannes
vardı.
Hafiz İbn Hacer
el-İsâbe'de Enceşe'nin biyografisinde şöyle der: Vasile b. Eska'ın rivayet
ettiği hadiste şu bilgi geçer: Enceşe Resulullah zamanında muhanneslerdendi.
Taberâni "f t h i 1 î n " bir senedle Vâsile'den şu tah-ricde
bulunur: Resulullah, muhannesleri lanetleyerek şöyle buyurdu: "Onları
evlerinizden çıkarın". Resulullah Enceşe'yi, Ömer de falanı çıkardı.[1244]
Yine el-İsâbe'de
müellif, Ene'nin biyografisini verir ve Barudiden şu nakilde bulunur: Barudi,
İbrahim b. Muhacir yoluyla, onun Ebubekir b. Hafs'tan rivayeti olarak şu
tahricde bulunur: Hz. Aişe, Medine'de bulunanEne adlı bir muhannese şöyle dedi:
"Abdurrahman b. Ebubekir'e nişanlayacağımız bir kadını tanıma konusunda
bize yardımcı olur musun?". O da evet dedi ve kadım şöyle vasfetti:
"O önden dört, arkadan da sekiz büklüm olan bir kadındır". Resulullah
onu duydu ve şöyle buyurdu: "Ey Ene, Medine'den Hamrâülesed'e çıkıp git,
evin orada olsun. Medine'ye de bayram olmadıkça girme". Müellif, bu
biyografi için "ze" rumuzunu kullanır.[1245]
Ebû Zeyd el-Irâkî'ye hayret ki o bu biyografiyi "Ene el-Muhannes"
şeklinde ihtisar etmiştir. Ancak onun adım İnne şeklinde kaydetmiş olup Allah
kendisine rahmet etsin, hata etmiştir. Zehebi'nin et-Tecrid inde onun muhannes
olduğu kaydedilir. Süheyli, Resulullah zamanındaki muhanneslerin Hît, Hidm ve
Mâti olduğunu söyler.[1246]
Yine el-İsâbe'de
müellif, "He" harfinde Hît'in biyografisini vererek şöyle der: Hît
el-Muhannes. O kadınların yanına giren kişidir. Adının Mâti olduğu da söylenir.[1247]
İbn Hacer ona "Sin" harfiyle işaret etmiş olup bu Ebû Musa
el-Medinî'nin tahrici olduğuna işarettir. Yine el-İsâbe'de Fâhite bint Amr b.
Âiz b. İmrân b. Mahzûm'un mevlâsı Mâti el-Muhannes'in biyografisini vererek şu
bilgiyi kaydeder: O ve Hît, Hz. Peygamber'in evlerinde idiler. O, Hz. Aişe'ye,
kardeşi Abdurrahman b. Ebubekir'e nişanlamak üzere bir kadın aradığını duyunca
şöyle dedi: "Sana falancayı tavsiye ederim; o önden dört, arkadan sekiz
büklümdür". Hz. Peygamber onu duydu ve Himâ'ya sürdü. İbn Vehb Camiinde
Haris b. Abdurrahman'dan, onun İbn Ebi Zi'b'den, onun da Ebû Seleme b.
Abdurrahman'dan şu rivayetini kaydeder: Hz. Peygamber zamanında muhannesler iki
taneydi, birine Hît diğerine Mâti denirdi. Mâti öldü, Hît ondan sonra da
yaşadı. İbn Vehb şöyle der: Ebû Maşeri duyan biri, onun şöyle dediğini bana
haber verdi: Resulullah (sav) ona dayak atılmasını emretti ve dayak atıldı.[1248]
Tenbih: Hâfiz Ebû
Muhammed İbn Hazm el-İhkâm fi usûli'1-ahkâm da (V, 19) şöyle der: Sahabi,
nifakları sürüp giden ve ölünceye kadar bu vasıflarıyla şöhret bulan
münafıklardan ve Hît el-Muhannes ve onun durumunda olup da hak etmesi
sebebiyle Resulullah tarafından sürgüne gönderilen kimselerden olmaması
kaydıyla, isterse bir an olsun Resulullahla (sav) birlikte oturup isterse bir
kelime veya daha fazla olsun ondan dileyen veya kavradığı bir hususu
Resulullah'ta müşahede eden kimsedir. Kim bu belirttiğimiz özellikleri taşırsa
o sahabi olup hepsi de âdil, önder (imam), faziletli, razı olmuş ve razı
olunmuşlardır. Onları yüceltmek, kendilerine saygı duymak, onlar için istiğfar
dilemek ve onları sevmek bize farzdır. Onlardan birinin tasadduk ettiği bir
hurma, bizden birinin sahip olduğunun hepsini tasad-duk etmesinden daha
faziletlidir. Onlardan birinin Resulullah'ın yanında bir oturuşu, bizden
birinin bütün zamanını ibadetle geçirmesinden daha üstündür.[1249]
el-İsâbe'de müellif,
Hz. Peygamber'in ümmü veledi Mâriye el-Kıbtiy-ye'nin yakını olup Mısır'dan
onunla birlikte gelen hadım Me'bûr el-Kibtt'nin biyografisini vererek
Taberâni'den şu bilgiyi nakleder: O, Mâriye yanındaki mevkiinden dolayı nefsini
köreltmeye razı olup iki bacağı arasında bulunanı kesti. Öyle ki az-çok birşey
bırakmadı (Hadis).[1250]
Şeyh Tayyib Şerhu'1-El-fiyye'de şöyle der: Mukavkıs'ın onu hadım şekilde hediye
etmiş olduğuna dair rivayet, onu iki husyesi bulunmayarak kesilen tenasül uzvu
mevcut şekilde hediye etmiş olması ihtimalinden dolayı, Me'bûr'un kendi uzvunu
kestiği haberiyle çelişmez.[1251]
el-İsâbe'de müellif,
Ebû Meryem el-Hasî'nin (hadım) biyografisini vererek şöyle der: Ebû Meryem,
Hz. Peygamber'e yetişmiş olup İlan Mende onu zikretmiş ve Evzâi yoluyla, onun
da Süleyman b. Musa'dan naklettiği şu rivayeti tahric etmiştir: Tâvus'a şöyle
dedim: Hz. Peygamber'e ulaşmış bulunan Ebû Meryem el-Hasî, şöyle dediğini bana
haber verdi: "Beni, hadım olmayan birine havale et".[1252] Bu
rivayetin aynısı Üsdü'l-ğâbe'de verilmiş olup müellif, bunu İbn Mende ve Ebû Nuaym'm
tahric ettiğini söyler.[1253]
Nûru'n-nibrâs ta
müellif şöyle der: Ashap içinde bu Me'bûr ile Sendei adlı bir diğerinden başka
hadım bilmiyorum.[1254]
Muaviye'nin, Ka'b'm
hırkasını aşırı bir fiyatla satın aldığı bilinmektedir.[1255]
Hali d, Ebû Zem'a ve başkalarının, Resulullah'm saçını muhafaza ettikleri nakledilmekte
ve bilinmektedir.[1256]
Enes'in annesinin, Resulullah'm terini muhafaza ettiği de bilinen bir husustur.[1257]
el-Utbiyye'de şu bilgi
verilir: İmam Mâlike, gördüğü Resulullah'a (sav) ait nalinin ölçülerinin nasıl
olduğu soruldu, o şöyle dedi: 'Tuvarlağımsı ve arka taran inceydi, arkadan ince
ve ökçeliydi". Ben "iki bağı var mıydı?" diye sordum, o
"evet, öyle sanıyorum" karşılığını verdi. O şöyle dedi: Anneleri Ümmü
Kulsüm tarafından Ebû Rabia el-Mahzûmî'nin evlatlarının yanında idi. Mâliki
şunu haber verirken duydum: "Ömer b. Hattab'ın evlatlarının yanında
kıldan bir yatak ve bir zil (çıngırak) vardı. Bu yatak Hz. Hafsa'ya
aitti". Kendisine, zil olayı nedir, diye sordum. Bilmiyorum, bana böyle
haber ulaştı, dedi. İbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsil'de şöyle der: Bağlanmaları
veya kaybolmaları halinde bulundukları yer, sesleriyle bilinsin diye ziller
develerin boyunlarına asılıyordu. Bu rivayette zil kıssasını sormanın sebebi
kullanılmaları yasaklandığı halde zilleri niçin muhafaza edip önem
verdiklerini belirtmektir. O ise soruya cevap vermiş değildir. Cevap şudur:
Her ne kadar kullanılmaları caiz değilse de kendisiyle eski zaman hatırlanacağı
ve yüce seleften vefat edenlere rahmet dileneceği için muhafaza edilmesinde
fayda vardır.[1258]
BÂB: Babların
sonuncusu ve kitabın özü yaptığım bu bâb, Allah Resu-lü'nün vücut özellikleri
ve ahlaki vasıftan konusunda bana ulaşan en kapsamlı hadis olan İbn Ebi Hâle
hadisine dairdir. Bu babı inceleyen hiçbir kimse, bu ahval, düzen ve ahlak
sahibi insanın, insanlığı irşad ve evrenin yönetimini gerçekleştirmeye,
yeryüzünün doğu ve batısında devletler kurmaya yetenekli kimseler yetiştirmiş
olmasını garipsemez.
Kadı muammer müsnid
Nasrullah b. Abdülkâdir el-Hatib ed-Dımaşkî "âli" olarak Şam'da semâ
yoluyla bize haber verdi, o Ömer b. Mustafa el-Âmidî'den, o Mustafa er-Rahmetî
el-Eyyûbî'den, o Arif Abdülğani en-Nâblusî'den, o Necmeddin b. Bedreddin
el-Gazzî'den, o da babasından şöyle dediğini haber verdi: Bize şeyhülislam
Zekeriyya el-Ensârî haber verdi, bize İzzeddin İbnü'l-Furât, İbrahim
et-Tenûhî'den naklen haber verdi: Bize Dilâsi, İbn Tâmtît'ten[1259]
naklen haber verdi: Bize İbnü's-Sâiğ, Ebû Amr İbnüt-Tevzerî'den, o Ebû
MuhammedİbnBertale'den, o da Ebü'l-Hasan el-Gaükîden naklen haber verdi: Bize
kadı Ebü'1-Fazl Iyâz haber vererek şöyle dedi: Bize kadı Ebû Ali Hasan b.
Muhammed el-Hâfız (Allah rahmet etsin) 580 (1184) yılında kendisine
"kırâaf'ımla haber verdi: Bize Ebü'1-Kasım Abdullah b. Tahir et-Temimî
haber verdi, ona okudum: Size haber veriyorum ki fakih edip Ebû Bekir Muhammed
b. Abdullah b. Hasan emNisâburî ile Şeyh fakih Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed
b. Hasan el-Muhammedî ve Kadı Ebû Ali Hasan b. Ali b. Cafer el-Vahşî şöyle
dediler: Bize Ebü'l-Kasım Ali b. Ahmed b. Muhammed b. Hasan el-Huzâî haber
verdi: Ebu Said Heysem b. Küleyb eş-Şâşi[1260]
haber verdi: Bize Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre el-Hâfiz[1261]
haber verdi: Bize Süfyan b. Veki haber verdi: Bize Cümey' b. Ömer b.
Abdurrahman el-İclî kendi kitabından "imlâ" yoluyla haber verdi:
Mü'minlerin annesi Hz. Hatice'nin önceki kocası Ebû Hâle'nin evladından Beni
Temim'den Ebû Abdullah künyeli biri bana İbn Ebi Hâle'den, o da Hasan b. Ali b.
Ebi Tâlib'den (ra) şöyle dediğini haber verdi: Bir şeyi vasfetmede mahir olan
dayım Hind b. Ebi Hâle'ye Resulullah'ın özelliklerini ( h i 1 y e ) sordum,
umdum ki onun özelliklerinden kendisine tutunacağım birşeyler bana anlatır. O
şöyle dedi: "Hz. Peygamber saygındı, kendisine saygı duyulurdu. Yüzü ayın
dolunay halinde olduğu gibi aydın ve parlaktı. Orta boylu kimseden daha uzun,
ince uzun boyludan daha kısaydı. Başı büyükçe, saçları kıvırcık ile düz
arasıydı. Saçları ayrılır durumda olduğunda iki tarafa ayırır, değilse böyle
yapmazdı. Saçlarını uzattığında iki kulağının memelerini aşardı. Yüzü hafif
kırmızı karışığı beyaz ve parlaktı. Alnı geniş, kaşları yay gibi ve uçları göz
uçlarına kadar inerdi. Kaşları çatık olmayıp uçları birbirine yakındı ve iki
kaşı arasında öfkelendiği zaman kabarıp beliren bir damar vardı. Burnunun üst
kısmı yüksekçe idi ve bir nurla kaplıydı; dikkatle bakmayan biri burun
kemiğinin üstü yüksek, ortası düz ve uç kısmını basık sanırdı. Sakalı sık ve
büyükçe idi. Yanakları yumru olmayıp düzdü. Ağzı geniş, ön dişleri seyrek ve
inci gibiydi. Göğsünün ortasından göbeğine kadar ince bir çizgi gibi inen
kılları vardı. Boynu uzunca ve gümüş parlaklığındaydı. Bütün uzuvları
birbirleriyle uygunluk içindeydi. İrice fakat birbirleriyle mütenasiptiler.
Karnı ve göğsü aynı hizada düzdü. İki omuzunun arası genişti. Mafsal kemikleri
iriydi. Soyunduğunda vücudu gayet parlak ve nurluydu. Göğsünün ortasında
göbeğine kadar inen ince kıllar bir çizgi meydana getirirdi. İki memesi
üzerinde, karnında ve göğsünden göbeğine inen çizgiden başka vücudunun ön
tarafında kıl yoktu. Omuzlarında, kollarında ve göğsünün üstünde kıllar vardı.
Bilek kemikleri uzun, avuç içleri geniş, el ve ayak parmakları kalın ve büyüce,
parmakları uzunca idi. Elleri, ayakları ve diğer organları mütenasip bir uzunluk
ve kalınlıkta idi. İbnü'l-Enbârî burada geçen "asab" kelimesini
"kasab" şeklinde rivayet eder. Düz tabanlı değildi. Ayaklarının üstü
düz olup su döküldüğünde üzerinde kalmayıp etrafa akardı. Yürüdüğünde ayağını
yüksekçe kaldırır, sağa sola meyletmeden gideceği yöne hafifçe eğilerek
yürürdü. Ayaklarını yere yumuşakça basar, adımlarım süratle ve uzunca atardı.
Yürüdüğünde sanki yüksek bir yerden iniyor gibi yürürdü. Bir tarafa döndüğünde
bütün vücuduyla dönerdi. Gözleri çoğunlukla etrafa değil önüne bakardı. Yere
bakışı gökyüzüne bakışından daha çoktu. Bakışı çoğunlukla gözucu ile olurdu.
Ashabının arkasından yürür, karşılaştığı kimselere, onlardan önce davranıp
selam verirdi."
"Bana Hz.
Peygamberin konuşmasını anlatmasını istedim, şöyle dedi: Resulullah (sav)
sürekli bir hüzün ve düşünce halindeydi, rahatlık hali yoktu. Gerekmedikçe
konuşmazdı, uzun süre susardı (susması daha uzundu). Konuşmayı başından sonuna
kadar fesahatle sürdürürdü. "Gevâmiu'l-kelim" (çok anlamı, az ve özlü
sözle ifade) ile konuşur, sözlerinde söylemesi gerekenden fazla ve eksik söz
bulunmazdı. Kimseyi incitmez ve horlamazdı. Az bile olsa nimeti tazim eder, bir
nimeti asla kötülemez, lezzetinden dolayı bir yemeği kötülemez veya övmezdi.
Dünya malı ve mülkü için öfkelenmez, dünyaya ait işlerden dolayı darılmazdı.
Hakka saldınldığında ise, hak yerini buluncaya kadar öfkesi önlenemezdi. Buna
karşılık kendi şahsıyla ilgili bir hususta öfkelenmez bunun için intikam
düşünmezdi. Bir şeye işaret ettiğinde (parmağıyla değil) eliyle işaret ederdi.
Bir şeye hayret ettiğinde avuçları yukarı bakar haldeyse aşağı çevirir, aşağı
bakıyorsa yukarı çevirirdi. Konuşurken sağ eliyle sol elinin baş parmağının iç
tarafına vururdu. Birine kızdığında onu azarlamayıp aksine yumuşak davranır,
vazgeçme ve afta mübalağalı davranırdı. Sevinçli olduğunda ise gözlerini
yumardı. Gülmesi tebessüm şeklinde idi ve bu sırada temiz, saf ve berrak inci
taneleri gibi olan dişleri görünürdü."
Hasan b. Ali şöyle
der: Bu özellikleri bir süre Hüseyin b. Ali'ye (kardeşi) haber vermemiştim.
Sonra haber verdiğimde, onun bunu benden önce dayım Hind'e sormuş olduğunu,
hatta babasından Hz. Peygamber'in hane-i saadetindeki durumunu, ashabı ile olan
muamelesini sorduğunu gördüm. Hüseyin Resulullah'ın özelliklerine dair herşeyi
sorup araştırmıştı. Hz. Hüseyin şöyle der: Babama, Resulullah'ın evine nasıl
girdiğini sordum, şöyle dedi: Resulullah efendimiz hane-i saadetine girdiğinde,
evde geçirdiği zamanı üçe bölerdi. Zamanın bir kısmını Allah için, birini
ailesi ve birini de kendisi için ayırmıştı. Kendisi için ayırdığı zamanı da
kendisiyle insanlar arasında bölüştürmüştü. Bu vakitte, kendisine yakın
dostları huzura girer, burada elde ettiklerini diğer insanlara da aktarırlar,
böylece Kesulullah'ın huzuruna girme imkânı bulamayanlar da bu toplantılardan
gerekli faydayı sağlarlardı. Allah Resulü onlar için faydalı olan hiçbir şeyi
kendilerinden saklamazdı. Ümmete ayırdığı zamanla ilgili uygulaması şöyleydi:
İlim ve takva sahiplerinin herkesten önce huzura girmelerine müsaade ederdi.
Bir şeyi taksim etmesi, herkesin dindeki faziletine göreydi. Huzura girenlerin
bir kısmı yalnız bir ihtiyaç, bazısı da birçok ihtiyaç sahibi olup Resulullah
her biriyle gerekli şekilde meşgul olur, sorularına gerekli şekilde cevap
verir, sonra da şöyle buyururdu: 'Burada bulunanlar, öğretilenleri burada
olmayanlara haber versinler. Bana gelerek ihtiyaçlarını bildiremeyenlerin
ihtiyaçlarını bana bildirin. Kim ihtiyacını iletemeyen kimsenin ihtiyacını bir
yöneticiye haber verirse, Allah kıyamet günü onun ayaklarını (sırat üzerinde)
sabit kılar.' Huzura girenler bu anılanlardan başka birşeyi dile getirmedikleri
gibi Hz. Peygamber de dinî fayda ve dünyevî ihtiyaçlarla ilgili olmayan
faydasız sözler söylenmesinden hoşnut olmazdı. Süfyan b. Veki'in rivayet ettiği
hadiste Hz. Ali şöyle der: Onlar huzura, sığınan (muhtaç) kimseler olarak
girerler, oradan tam bir manevî zevk almış olarak ayrılır, dinde bilgi sahibi
olarak çıkarlardı."
Hz. Hüseyin, babama
"Bana Resulullah'ın evden çıktıktan sonraki durumu ve ne yaptığı hakkında
haber ver" dedim, şöyle dedi: Hz. Peygamber dilini faydasız sözlerden
korurdu. Ancak ashabını ilgilendiren, aralarında sevgi bağı oluşturacak, onları
birbirinden ayırmayacak şeyleri konuşurdu. Her toplumun saygın kimselerine
ikramda bulunur ve onları kendi kavimlerine yönetici tayin ederdi. Hiç kimseden
güleryüz ve güzel ahlâkım esirgemeden, insanlara karşı ihtiyatlı olur,
kendisini korurdu. Meclisinde göremediği ashabını araştırır, aralarında olup
bitenleri halka sorardı. Güzeli güzel görür ve koruyup gözetir, çirkini çirkin
görür ve ondan sakındınrdı. Her işi mutedil ve dengeli olup biri diğerini
tutmazhk etmezdi. Ashabın iş ve görevleri konusunda gaflet ve tembellik
gösterecekleri endişesiyle, onların durumundan gafil kalmazdı (onları devamlı
gözetip ikaz ederdi). Herşeye istidadı vardı. Hakkı yerine getirmede kusur
etmez, hakka tecavüze de imkân vermezdi. İnsanların ona en yakın olanları,
onların en seçkinleri; onun katında en üstünleri, dinde ihlas sahibi olanlar;
en yüce mevkide olanlar ise zayıflara en çok yardım ve iyilikte
bulunanlarıydı."
Hz. Hüseyin şöyle der:
"Babama, Resulullah'ın meclisinin nasıl olduğunu, neler yaptığım sordum,
şöyle dedi: Allah Resulü'nün bir yere oturuş veya kalkışı ancak Allah'ı zikir
üzere idi (oturuşu ve kalkışı sırasında Allah'ı zikrederdi). Oturmakta olan bir
topluluğun yanına geldiğinde, meclisin son bulduğu yerdeki boş yere oturup üst
tarafa geçmez, başkalarına da böyle yapmalarını emreder, üst tarafa geçmekten
menederdi. Kendisiyle birlikte oturan herkese nasibini verirdi (gerekli
iltifatta bulunurdu). Öyle ki her biri, Resulullah katında kendisinden daha
üstün tutulan biri olmadığını sanırdı. Birisi kendisiyle otursa veya ona
ihtiyacını bildirse, sabır ve tahammül göstererek o kimse kendisi kalkıp
gitmedikçe usanç belirtmezdi. Birisi kendisinden birşey istese reddetmeyip
verir., istediği şey yoksa güzel bir sözle savuştururdu. Onun güzel ahlâk ve
cömertliği bütün insanları kuşatmış, herkes ondan nasibini almıştı. Onlara bir
baba gibiydi, onlar da onun katında hak konusunda hepsi biribirine yakın, ancak
takva konusunda yek diğerine üstündüler. Bir başka rivayette "onun katında
hepsi hak konusunda birbirine denkti" ifadesi vardır. Meclisi hilim, haya,
sabır ve güven meclisi idi. Orada yüksek sesle konuşulmaz, hiçbir haram davranış
olmaz, kimsenin ayıbı söylenmezdi. Onun meclisinde bulunanlar ancak takvalanyla
birbirine karşı öncelik ve üstünlüğe sahiptiler. Hepsi de mütevazı, büyüklere
saygı, küçüklere sevgi gösterirler, ihtiyaç sahiplerini diğerlerine tercih
eder, memleketlerinden uzakta bulunanlara merhametle davranırlardı."
Hz. Hüseyin şöyle der:
Babama Hz. Peygamber'in meclisinde bulunanlara karşı hareket tarzım sordum,
şöyle dedi: Resulullah daima güleryüzlü ve yumuşak huylu idi. Esirgeme ve
bağışlaması çoktu, katı kalpli değildi. Hiç kimseyle çekişmez, bağırıp
çağırmaz, kötü söz söylemez, kimseyi ayıplamaz ve aşırı şekilde övmezdi.
Hoşlanmadığı şeyi görmezlikten gelir, umanı umutsuzluğa düşürmezdi. Kendisini
üç şeyden; gösteriş, çok konuşma ve kendisini ilgilendirmeyen şeylerden uzak
tutmuştu. İnsanları üç halde de kendi hallerine bırakır, halleriyle
ilgilenmezdi: Hiç kimseyi kınayıp kötülemez, ayıplarını anmaz ve kusurlarını
araştırmazdı. Yalnız sevap ve hayır umduğu bir konuda konuşurdu. Konuştuğunda,
meclisinde bulunanlar, başlarına kuş konmuş gibi sessiz ve hareketsiz dururlar,
sözünü bitirip susunca söyleyeceklerini söylerlerdi, kendisinin yanında asla
tartışıp çekişmezler di. Hz. Peygamber'in huzurunda onlardan biri konuşurken,
konuşması bitinceye kadar diğerleri susardı. Onlardan sonrakinin sözü (arzu ve
rağbette) ilk öncekinin sözünden farksızdı (veya önce başlayanın sözü, sonraki
tarafından kesilmezdi). Meclisinde bulunanlar birşeye gülseler o da güler, bir
şeye hayret etseler o da ederdi. Yabancıların konuşma ve sorularındaki sertlik
ve kabalığa karşı sabır gösterirdi. Şöyle buyururdu: "Bir ihtiyaç
sahibinin, ihtiyacını talep ettiğini gördüğünüzde ona yardım edin".
Gerçeği yansıtmayan övgüyü kabul etmezdi. Sözünü bitirmedikçe kimsenin sözünü
kesmez, ancak sözünü tamamlaması veya kalkıp gitmesi halinde kesmiş
olurdu". Süfyan b. Veki'in rivayet ettiği hadis burada sona erdi.
Başka bir rivayetin
ravisi şu ilavede bulunur: Babama "Hz. Peygamber'in susması nasıldı?"
diye sordum, şöyle dedi: Resulullah'ın susması dört şey, hilm, sakınma, takdir
ve tefekkür üzere idi. Takdiri, insanlara eşit bakış ve dinleyişte kendisini
gösterir, tefekkürü ise baki ve fani olan (dünya va ahiret) üzerinde olurdu.
Hilm ve sabrı kendisinde toplamıştı, hiçbir şey kendisini kızdırmaz di. Sakınmasında
ise dört haslet birararaya gelmişti. Başkalarının da uyması için güzel ve meşru
olanı yapması, diğer insanların da kendisini örnek alıp vazgeçmesi için çirkin
şeyleri terketmesi, ümmetinin salahına vesile olacak görüş ortaya koymaya çaba
sarfetmesi, onların hem dünya hem ahiret mutluluklarını sağlayacak şeyler
üzerinde himmetini toplaması".[1262]
Kadı Ebubekr
İbnü'l-Arabî el-Kavâsım ve'1-avâsım adlı eserinde şöyle der, ki ben de ondan
nakletmişimdir: Ebü'l-Kasım İbnul-Manzûr[1263],
Hz. Peygamberin Hind ve başkaları tarafından rivayet edilen hadislerde anılan
sıfatları okunduğunda Rıdvan el-Feylesofun[1264]
şöyle dediğini duyduğunu Zukâku'l-Kanâdil'de bana haber verdi: "Bu
özellikler ancak bir peygamberin olabilir ve bunlar yanında delil olarak da
başka birşeye ihtiyaç yoktur. Vücut özelliklerinin mutedil olması ahlakın
itidaline delalet eder. Bu, aydınlatan nurdan ve katında batıl bulunmayan
haktan sudur eden bir yaratılıştır. Yaratılışta mükemmelliğin son noktasında
vücuda gelinceye dek yolunda ne bir karanlık ne bir afetle karşılaşmadı".
O sonra bunu şu sözleriyle izah ederek konuşmasına son verdi: "Kim
Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) sözlerine, izah ettiği manalara, açıkladığı
maksatlara, haber verdiği varlıklara, düzenlediği organizasyona, gerçekleştirdiği
eğitime ve gerek sözlü gerek fiili bütün ahlak ölçülerinin bu düzen çerçevesine
girdiğine bakarsa, kesin olarak bunun insanın gücü üstünde bir iş olduğunu, onu
kendileri içinde koruyup muhafaza edenin ancak var edenleri, kendileri için
eğitip çıkaranın ancak onları bilen ve yaratanın olduğunu kavrar. Bu da "
ı s m e t " (Peygamberlerin günahtan korunmuş olmaları) konusunda son
noktadır. Hamd ve minnet Allah'adır". Adı geçen eserden özetle
verilmiştir.
Burada artık
dinleyiciye bu parlak Nebevi yüzyılın durumuyla ilgili olarak bu kadarla
yetinmekten dolayı özür beyan ederek çalışmamızı bitirmek, yoksul kalemi işin
son bulması sebebiyle dinlenmeye vermek yolu bize göründü. Şöyle ki bu,
şimdilik derlenmesi ve arzı mümkün olandır, yoksa bunlar o devirde geçerli olan
sanatlar, ticaret, uygulama ve ilimlerin tümü değildir elbette. Hayır hayır, bu
hepsi değildir. Çünkü bize ulaşan hususlar, aralarında büyük mesafeler bulunan
birçok merhale boyunca mevcut olanlardan bilgileri ençok tedvin edilmiş (yazıya
geçirilmiş) bulunanlardır. Zira kesin olan şudur ki o zamanlarda her konuda
mevcut herşeye bugün tam bir ayrıntıyla ne biz sahibiz ne de bizden öncekiler
sahip olmuştur. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Birincisi: İlk asır
insanlarının Kur'an'la yetinmeleri ve başka şeylerin ona karışması endişesiyle
tedvine tam ve yeterli bir önem vermemeleridir. İkinci yüzyılda insanlar başka
şeylerin Kur'an'a karışmaması konusunda emin olunca, kendi durum ve rolleri
bakımından önemli gördükleri ve tedvine ihtiyaç duydukları konuların bazılarında
tedvine yöneldiler. Ancak bu kitabın konusu olan hususlarda tedvin fırsatını
değerlendirmemişlerdi. Eğer bu konuda tedvinde bulunsalardı bu, ibretlerin son
noktası ve olağanüstü birşey olurdu. Şöyle ki şimdi bu konularda vakıf
olduklarımızı, gazveler, olaylar ve mesellerin içinden çıkarıp almaktayız,
yoksa onlar bizzat bu türden haberleri vermeyi tasarlamış değillerdir. Şu sözü
söyleyen kimseye aferin: "Şöhreti ufukları kaplayan İslam uygarlığı,
zamanının yakınlığı, kendisi ve mensuplarının eserlerinin şimdiye kadar korunup
muhafaza edilmesine rağmen kapalılık konusunda neredeyse araştırmacıların eski
tarihlerine vakıf olabilmek için yokolup gitmiş eserleri ve yeraltı
kalıntılarından hareketle araştırmada bulundukları yokolup gitmiş milletlerin
uygarlığına benzemektedir". O yine şöyle der: Babanın hayatına andolsun,
nerede o tarih ki selefin haberlerini, geçmiş gitmiş uygarlıkları, yaşayış
tarzları, zanaatları, adetleri, kıyafetleri ve idare, yargı, siyaset, askerlik,
eğitim, okullar, imalathaneler v.b. hususlar gibi bu ümmetin ilerlemesi ve
sosyal durumuyla ilgili yönetim düzenleri hakkındaki bilgileri bize
ayrıntılarıyla bildirsin. İkincisi: Daha öncekilerin âsâr ve siyere dair
kitaplarımın çoğu bugün ya yokol-muş veya olmaktadır. Bunlardan mevcut olanlarsa
yeterli değildir. Çünkü yazılan ve derlenen eserlerin çoğu istilalar sırasında
yakılmıştır. Bu çerçevede Moğol istilasında, tarihin daha korkuncunu anmadığı
ölçüde kitap zayi oldu. Dicle'ye o kadar kitap atıldı ki akıntısı durdu ve
atılan îslami eserlerin mürekkeplerinden dolayı suyu karardı. Hatta ben selefin
eserlerinin çoğunun Moğol istilasından önce yokolmasından şikayet edildiğini
gördüm. Şöyle ki Hafız İbnü'l-Cevzî Saydu'l-hâtır adlı eserinde şöyle der:
"İlk devirlerdeki ulemanın himmeti yüksek olup ömürlerinin özü olan
eserleri bunu göstermektedir. Ancak bu eserlerin çoğu yokolup gitmiştir. Çünkü
talebelerin himmeti zayıfladı, uzun eserlere arzu duymayıp muhtasarları ister
oldular, sonra da bunlardan ders gördükleri bazısıyla yetinir oldular. Böylece
kitaplar çoğaltılmadan yokolup gitti".[1265]
Arap tarihi, Endülüs'te Kurtuba şehrinden Allah'ın memleketlerinin en çok kitap
bulunanı diye sözeder.[1266]
İspanya hristiyardan Kurtuha'yı istila ettiklerinde ele geçirdikleri bütün
müslüman kitaplarını yaktılar. Yaktıkları kitaplar bir milyon ellibin ciltti.
Bunu bir tek günde alev haline getirdiler. Sonra Endülüs'teki doksan
kütüphaneye yöneldiler ve her memlekette mevcut Arap eserlerinden elde
ettikleri herşeyi telef ettiler. Bunu Mundi(?) tarihinde zikreder. Onların
tarihçilerinden biri olan Vilis (Wells?) de şöyle der: İspanyolların Endülüs'te
yaktıkları kitap sayısı bir milyon beşbin cilttir.[1267]
Vefîyyetü'l-eslâf ta
müellif şöyle der: Tuleytula (Toledo) piskoposu yüce İslam kitaplarından seksen
küsur bin kitap yaktı.[1268]
Frenkler Gırnatayı (Granada) ele geçirdiklerinde nefis kitaplardan bir milyonu
aşkın kitap yaktılar. Onlar, müslümanlarm aralarında bırakmak kendilerine ağır
gelen şeylerle yüklü olup Merakeş'e gitmekte olan üç gemiye elkoyarak yüklerini
Escurial kütüphanesine bıraktılar. Sonra da bunlar yandı, geriye bir kısmı kaldı.
Bu eserlerin katalogu Suriyeli hıristiyanlardan biri tarafından yapıldı[1269] ve
bu kitaplardan, bugüne dek dünya alimlerinin gidip geldiği bir kütüphane
oluşturdular. Katalogu hazırlayanların zamanında mevcut kitaplar 1851 ciltti.
Ben meşhur Muhammed Mahmud eş-Şinkıtî'nin Sultan Abdülhamid zamanında oraya
gittiği sırada yaptığı Arapça katalogunun bir kısmını gördüm. Bu da kütüphanede
varlığı sanılan miktara nisbetle gerçekten Önemsiz sayılır, hele Endülüs
kütüphanelerinde bulunan miktara nisbetle ise bir değer ifade etmez. el-Vâfi
fi'1-mes'eleti'ş-şarkiyye müellifi[1270],
İslami dönemde yalnız Kurtuba kütüphanesinde altıyüz bin cilt seçme kitap
bulunduğunu belirtir (s. 172). Bu bilgi Vefiyyetü'l-eslâf tan nakledilmiştir.
Mercâni Vefiyyetü'l-eslâf ta, zikredilen bazı bilgileri andıktan sonra şöyle
der: Sonuç olarak, İslam alimlerinin eserlerinden geriye ancak azın azı birşey
kalabildi, (s. 325).
Mısırlı tarihçilerden
biri şöyle der: "Müslümanların yazdığı kitaplardan Haçlılar, Moğollar
ve-İspanyollar'ın yaktıklarından geriye kalanı, denizden ancak bir
noktadır". Bu yüzden eskiden demiştim ki selefin eserlerini iki yağmacı
güç yoketti: insan orduları ve hayvan orduları. el-Vâfi fi'1-mes'ele-ti'ş-şarkiyye
adlı tarihte (s. 171) Avrupa kütüphanelerinin Fas ve Irak kütüphanelerinden
alınan kitaplarla zenginleştikleri kaydedilir ki adı geçen eserde müellifin
sözlerine bakınız. Bugün eğer Avrupa kütüphanelerinden bize birşey naklederek
veya neşirle lütufta bulunursa faydalanırız, aksi halde bu hazineler, onların
yanma endişesiyle su dolapları ve yangın söndürme cihazlarıyla kuşatılmış, gece
ve gündüz muhanzlanyla korunan kütüphanelerinde saklı kalır.
Ebû Muhammed Abdullah
et-Ticânî Rihle sinde Hafsi sultanı Ebû Ze-keriyya el-Hafsî'nin (ö. 647/1249)
Tunus'taki kütüphanesinde otuz bin cilt kitap bulunduğunu[1271],
bunun zamanla azalıp altı bine kadar düştüğünü zikrettiğinde şöyle der: Bu
durum, adı geçen hükümdarın yakın adamlarından ve devletin alimlerinden olan
Bâce kadısı Hasan b. Muammer el-Hevârî et-Tarâblusî'ye anlatılarak sebebi
soruldu, o şöyle dedi: "Yağmur ve insan eli!". Cezayirli
hocalarımızdan biri bu durumu irdeleyerek şöyle der: "Tembelliklerin
birbirini izlemesi ve rahatlıkta sükun bulunması". Şeyh Mesud Cemû'un
Minhâcu resmi'l-Kur'ân fi şerhi Mevridi'z-zem'ân adlı kitabında sözünü ettiği
kitapların adlarından bugüne kalanlar nerededir? Şöyle ki talebesi İbn Âşir
el-Hâfî es-Selevî'nin Kunâşe sinde Şerhu'l-Akîle den naklettiği ve benim de
onun elyazısından naklettiğim üzere o " bu ümmetin müellifleri her dalda
sayısız eser kaleme aldılar" der, sonra da Gırnata'da bir talebede büyük
ebatta kalın bir cilt halinde ve üzerinde "kitap adlarına dair ellibeşinci
cilt" ifadesi yazılmış bir kitap gören birinden nakilde bulunur. Ondan
geriye daha ne kadar kaldığı bilinmez. Bu kitapta eserin yalnız adı, müellifi,
memleketi ve özellikle ölüm tarihinin yazılı olduğu gözönüne alındığında bu
ciltlerin ne kadar kitap adı içerdiklerini varın düşünün!
Kadı İbn Hallikân,
Sâhib b. Abbâd'm biyografisinde şu bilgiyi zikreder: Buhara hükümdarlarından
Nuh b. Mansûr, kendisine vezir yapmak üzere ona haber gönderdi. Sâhib b.
Abbâd'ın bu görevden afnni istemesi konusunda ileri sürdüğü özürlerden biri de
hükümdara yalnız kitaplarını taşımak için dörtyüz deveye ihtiyaç duyduğunu
söylemesidir.[1272]
Adı geçen İbn Abbâd IV. yüzyılda yaşamış olup Safer 385 (Mart 995) tarihinde
vefat etmiştir. Bu, bir tek kişinin bir tek bölgede sahip olduğu ise, çeşitli
bölge ve şehirlere yayılmış bundan başka kimselerin durumu ne olur? Bu,
müslümanlarda bir tek ilimde üçyüz yıllık bir zamanda telif sanatının ulaştığı
seviye ise, ondan sonra ulaştıkları seviyenin ne olacağını düşünün!
Hâfiz Suyûti el-Müzhir
de, adı geçen Sâhib b. Abbâd olayını anlattıktan sonra şöyle der: Kitapların
çoğu Moğollar ve başkalarının sebep oldukları karışıklıklar sırasında yokoldu.
Öyle ki mütekaddimin ve müteahhirin ulemaya ait dille ilgili mevcut kitaplar
bir tek deve yükü bile etmez.[1273] Bu
bilgi, Ebü'l-Abbas el-Hilâlfnin Fethu'l-Kuddüs fi şerhi hutbeti'l-Kâmûs'undan
nakledilmiştir. Hilâli, adı geçen eserinde İbn Abbâd'ın dörtyüz deveye ihtiyaç
duyduğuna dair İbn Hallikân'ın kaydettiği rivayet ile altmış deveye ihtiyaç
duyduğuna dair başkaları tarafından nakledilen rivayet arasında, Suyûti1 nin
zikrettiği sayıdan fazlasının dil dışındaki konulara dair kitaplar olduğunu
belirterek uygunluk belirtir. Fethu'l-Kuddüs'e bakınız.
Hanefi alim
Haskefi'nin Tenvirü'I-ebsâr'ın şerhi olan ed-Dürrü*l-muhtâr adlı eserinde şu
bilgi verilir: "Ebû Hanife'nin talebesi Muhammed b. Hasan'ın (ö. 189/805)
dini ilimlerle ilgili 999 kitap kaleme aldığı söylenir". İmam Şafii şöyle
der: Muhammed b. Hasan'm ilminden bir deve yükü kitap edindim.[1274]
Hicri ikinci yüzyılda bu bir müellif olarak eserlerinin sayısı, bazıları
altmış defterden oluşan bin kitaba ulaşıyor, bir diğer alim olarak İmam Mâlikin
şer'i hükümlere dair imlâ ettirdiği eserler yüzelli cilde varıyorsa, bu çağda
yaşayan diğer alimlerin ve onlardan sonra gelenlerinki ne kadardır?
Ebü'l-Hasan el-Uchûrî,
er-Risâle'nin girişine yazdığı haşiyede İmam Mâlik'le ilgili olarak
İmamü'l-Harameyn'den şu nakilde bulunur: O kendi mezhebinde şer'î hükümlere
dair yaklaşık yüzelli cilt eser imla ettirdi. Hindistan Haydarabad kadilkudatı
Hudabahş[1275], önce el-Muktatef
dergisinde, sonra da Ferid Vecdi'nin Dâiretü'l-maârif inde neşredilen
makalesinde şu bilgiyi verir. Vâkıdi'nin kitapları altıyüz sandığı dolduruyor
ve bunları tasunak için de yüzyirmi deve gerekiyordu (VIII. ciltte
"kitap" mad. bkz).[1276]
Hâfiz Suyûti
ed-Deverânü'1-felekî alâ İbni'l-Kerekî'de şöyle der: "Ümmetin alimlerinin
birbirlerine reddiye olarak kaleme aldıkları eserler toplanmış olsaydı ciltleri
bulurdu". Alimlerin birbirlerine reddiye olarak yazdıkları eserler ciltler
tutarsa bir başka konuda yazdıkları ne kadar olur? Ben mümkün olduğu ölçüde
fehrese ve sebtlerin adlarını toplamaya çalıştım sayıları bini aştı[1277].
Oysa Keşfuzzunûn'da bu türden eserlerin sayısı bunun onda birini bile bulmaz.
Nerede bu rakam nerede Sultan IV. Muradın sır kâtiplerinin reisi ve maliye
veziri olan[1278]
Hacı Halife diye meşhur Mustafa b. Abdullah'ın Keşfuzzunûn an esâmi'l-kütüb
ve'1-fünûn adlı eserinin içerdikleri! Onun topladığı eserlerin ulaştığı rakam
18.550'dir. Üstelik o XI. yüzyılda yaşamış müteahhirin ulemadandır. Bu konuda
kendisinden önce bir grup alim eser yazmışlardır. Bunlardan biri daha önce 56.
cildini gördüğü zikredilen kimsenin haber verdiği kitabın müellifidir. Bir
diğeri ed-Dür-rü's-semin fi esmâi'l-muöannifînin yazarıdır. Bu eser bir cilt halinde
bende mevcut olup yazarı İbnü's-Sââtî el-Bağdâdî (ö. 674/1275} diye bilinen
mahir tarihçi İmam Tâcüddin Ebû Tâlib Ali b. Ecneb b. Osman b. Abdullah'tır.[1279]
Onun biyografisi Zehebi'nin Tezkiretü'l-huffâz'ında verilmiş olup[1280] bu
kitabı yalnız bizim kütüphanede bulunan eserlerdendir. Bunu Keşfuzzunûn
müellifi "elif harfinde Ahbâru'l-musannifin adıyla, altı cilt ve Ebu
1-Hasan Ali b. Ecneb el-Bağdadînin (ö. 674/1275) eseri olarak kaydetmiştir.[1281]
Dâl harfinde ise bu eserin adını ed-Dürrü's-semin diye vererek müellifini
zikretmemiştir.[1282]
Bu, ondan beklenmeyen tuhaf birşey-dir.
Bu konuda eser
yazanlardan birisi de Cemalüddin İbnü'l-Kıftî es-Saîdî olup Udfuvi
et-Tâliu's-saîdde onun biyografisini vererek Ahbâru'l-musannifîn ve mâ sannefû
adlı eserini zikreder. Bir diğeri İmam et-Tûfî el-Bağdâdî[1283]
olup İslam'da eser yazanlar ve eserleriyle ilgili sekiz ciltlik değerli bir
kitap yazmıştır. Bunun bazı ciltleri İstanbul kütüphanelerinden bi-rindedir.
Bir diğeri İmam Ebu 1-Berekât Muhammed b. İbrahim İbnü'1-Hâc el-Bellifikî
el-Endelüsî olup eserlerin adlan ve müelliflerinin tanıtımına dair alfabetik
olarak düzenlediği bir eseri vardır.[1284]
Bir diğeri Şerefıiddin Muhammed b. Ma'mer el-Makdisî el-Kâtib (ö. 712/1312)
olup el-Kasîdetü'l-yâiyye fi esmâi'l-kütübi'l-ilmiyye adlı eseri vardır. Matbu
Keşfuzzunûn da bu manzume ile ilgili olarak şöyle denir: "Bu konuda,
ondan başka bir eser yazanı görmedim. Manzum eser yazmanın ve gerekli kapsamda
olmasının kısıtlılığını da bilmekteyim".[1285]
Bu, Keşfuzzunûn müellifinin garip bir kusurudur. O, bu konuyla ilgili olarak
Îbnü's-Sââtî, Tûfi, İbnül-H&c ve başkalarına ait naklettiğimiz eserleri
görmemiş olmalıdır. Üstelik Keşfuzzunûn müellifi, bilindiği gibi,
İbnü's-Sââtî'nin eserini Keşfuzzunûn'da iki yerde, elif ve dâl harflerinde
zikretmiştir. Geçen bilgilere bakınız.
Şeyhülislam Muhammed
b. Ebi's-Sürür el-Bekrî es-Sıddıkî el-Mısrî'nin (ö. 1087/1676), İbn Enceb
el-Bağdâdî'nin kitabının üslubunda ve müelliflerin tarihine dair müteaddit
ciltli bir eseri vardır. Bir grup alim Keşfuzzunûn'a zeyl yazmış olup bunlardan
biri İbrahim b. Ali el-Hanefî er-Rûmî'dir (ö. 1189/1775). Onun ez-Zeyl alâ
Keşfi'z-zunûn li-Kâtib Çelebî fi esmâil-kütüb ve'1-ilhâkât adlı bir eseri olup
Silkü'd-dürer müellifi tarafından biyografisinde verilmiştir.[1286]
Zeyl yazanlardan biri de Kemâlüddin Muhammed b. Mustafa el-Bekrî el-Gaazî
el-Hanefî'dir (ö. 1196/1782). Silkü'd-dürer müellifi şöyle der: Tuhaf bir
üslupla, kitap adlarına dair bir eser yazdı ve Keşfu'z-zunûn fi esmâi'ş-şurûh
ve'1-mütûn adını verdi.[1287]
Zeyl yazanlardan biri de çağdaşımız, uzun ömürlü, itina sahibi miralay İsmail
Paşa olup aslen Bağdatlı, doğum veya yerleşim bakımından da İstanbulludur.
Keşfuzzunûn'a iki ciltlik bir zeyl yazmıştır. Ayrıca müellifler ve eserlerine
dair dört büyük ciltlik bir diğer kitabı vardır. 1321 (1903) yılında yetmiş yaşını
aşkın halde hayattaydı.[1288]
Çağdaşımız itinalı araştırmacı Şeyh Cemil el-Azm el-Beyrûtî'nin on ciltlik bir
Keşfuzzunûn zeyli olduğuna dair haber bana ulaştı.[1289]
Arkadışımız, araştırmacı ve arkeolog Seyyid Hasan Hüsnî Abdülvehhâb
et-Tûnisî'ni[1290] de
Delilü'l-bâhisîn ammen ellefe mine'l-Ifrikıyyîn adlı bir eseri olup bana üç
ciltten oluştuğunu, kendi şartına uyanların yazdığı kitaplardan binlercesinin
adını kapsadığım, sekiz yüz kadar biyografi içerdiğini ve her eseri, bulunduğu
yer, hacmi, hattatı ve basılmışsa basımı gibi hususları belirterek inceden
inceye tavsif ettiğini bildirmişti.
Ebü'l-Mehâsin Muhammed
b. Halil el-Kâvukcî et-Tarâblusî'nin Kevâkibü't-tarsîf fimâ li'1-Hanefiyye
mine't-tasnîf[1291]
adlı bir eseri vardır. Eseri bilen biri anmış olup ben vakıf olamadım.
Hindistan'ın muhaddis ve alimi Ebü'l-Hasenât Muhammed Abdülhay el-Leknevî
el-Ensâri'nin[1292]
Ferhatü'l-müderrisîn bi-zikri'1-müellefât ve'1-müellifîn adlı bir eseri vardır.
Ondan Önce de Hâfiz Kasım b. Kutluboğa hanefi alimlerinden eser yazanlara dair
Tacü't-terâcim adlı kitabı yazmıştı. Bu eser Beytü'1-Mak-dis'te Halidiyye
Kütüphanesinde bulunmaktadır.[1293]
Müelliflerin adlarıyla
ilgili olarak, anılanlardan başkaları da eser yazmışlardır. Selvetü'l-enfâs'ta
Ebû Hafs Ömer b. el-Mekkî eş-Şerkâvî'nin (Ö. 1260/1844, Fas) biyografisinde şu
bilgi verilir: "Onun bir Salavât ı mevcut olup tevriye ve tevcih yoluyla
salata dair eserlerin adlarını içerir". Subhu'l-a'şâ'da müellif şöyle der:
Eskiden halife ve hükümdarlar kütüphanelere büyük önem verirlerdi. Böylece
birçok esere ve değerli kütüphanelere sahip oldular. Denildiğine göre İslam'da
en büyük kütüphaneler üç taneydi. Bunlardan biri Abbasi halifelerinin
Bağdat'taki kütüphanesiydi. Sayılamayacak kadar çok ve değer biçilemeyecek
kadar nefis kitaplara sahipti. Moğolların Bağdat'ı yıkmasına kadar böyle devam
etti. İkincisi, Fatımi halifelerinin Mısır'daki kütüphanesidir. Her ilim
dalından nefis kitapları toplayan en büyük kütüphanelerden biriydi. Son halifeleri
Âdıd'm Ölümüyle devletleri son buluncaya kadar varlığını korudu. Üçüncüsü ise
Endülüs'te Emevi halifelerinin kütüphanesiydi. En büyük kütüphanelerden biri
olup Mülûk-u Tavâif in Endülüs'ü istilasıyla devletleri son buluncaya kadar
varlığım sürdürdü.[1294]
Derim:
Sannâcetü't-tarab'da şu bilgi verilir: Denildiğine göre Abdur-rahman en-Nâsır
el-Ümevî Kurtuba'da 400.000 cilt, bazılarının dediğine göre ise 600.000 cilt
kitap toplamıştı.[1295]
Kalkaşandi Subhu'1-a'şâ da şöyle der: Bil ki yazılan kitaplar sayılamayacak
kadar çok, sayılan kuşatılmayacak kadar büyüktür, özellikle İslam dininde
yazılan kitaplar. Bunun benzeri hiçbir dinde yazılmış, hiçbir ümmet tarafından
ortaya konulabilmiş değildir.[1296]
Derim: Söylemek
gerekir ki bugün yeryüzünde en büyük İslamî kütüphane Mısır'daki Hidiviyye
Kütüphanesidir. Bu kütüphane, bugün İslam dünyasında hiçbir kütüphanenin
toplamadığı kadar kitaba sahiptir. Katalogu on cilt olup muhtemelen katalogun
basılmasından sonra da katalog hazırlanırken mevcut bulunan kitap kadar ilave
olmuştur. Ferid Vecdi'nin Dâiretü'l-maârif inde şu bilgi verilir: Bu
kütüphanede bulunan basılı kitapların sayısı 84.508, yazmaların sayısı 19.000
olup bunların içinde 189 mushaf vardır. Bu mushafiardan 27 tanesi Kufi hatla
ceylan derisine yazılmıştır. Kütüphanede 117 (735) yılında yazılmış bir
papirüs mevcut olup ondaki en eski eserdir. Kütüphanedeki en eski kitap ise
Şafii'nin er-Risâle'si olup talebesi Rebî el-Cizi tarafından 264 (878) yılında
yazılmıştır.[1297]
Hidiviyye
Kütüphanesi'ni İstanbul kütüphaneleri izler. Bu kütüphaneler çok sayıda olup
onlarda bulunan enteresan ve tezyinattı kitaplar başka kütüphanelerde bulunmaz.[1298]
Bugün yanıp yokolmalarmdan korkuyorum. Ne olurdu Ankaralılar onları Avrupa'da
satsalardı da İslam'a, ilimlerine ve kitaplarına yönelik yağma ve tuzaklarından
bu kitaplar kurtulmuş olsaydı. Ne olurdu Milletler Cemiyeti bunlarla
ilgilenseydi. Sonra Şeyhülislam Arif Hikmet'in Medine-i Münevvere'deki
kütüphanesi gelir. Fakat bana ulaşan habere göre ondaki kitapların çoğu
darmadağınık durumdadır.[1299]
Sonra Mısır'daki Özel kütüphanelerden, itinalı büyük araştırmacı Ahmed Teymur
el-Mısrî'nin kütüphanesi gelmektedir. Seyyid Hasan Hüsni Abdülvehhab bana bu
kütüphanede 24.000 cilt kitap bulunduğunu ve bunlardan yedi bin kadarının
müellif hattıyla olduğunu haber verdi.[1300] Bu
kütüphaneyi büyük yazar Ahmed Zeki'ninki izler. Bu kütüphanede de çok ve güzel
kitaplar bulunmaktadır.[1301]
Maalesef Mısır ve diğer yerlerdeki matbaalar şimdilerde çoğunlukla müteahhirin
ulemanın kitaplarım basmaya önem vermektedirler. Çoğu zaman da mütekaddimin
ulemanın II-V. yüzyıllarda yazılan, faydaları ve mevcutlarının azlığından
dolayı önem verilmeye daha layık olan eserlerinin tarafına bakılmaksızın bir
tek kitabın basımı defalarca tekrarlanmaktadır. Yayınevi sahiplerinin onlara
bakışlarını çevirmemeleri devam ederse tamamen yokolup gitmelerinden endişe
ediyorum. Çünkü onlardan mevcut olanların çoğu da azlıkları yanında yıpranmış
ve neredeyse yokola-cak durumdadır. Ben yazarları ve himmet sahiplerini bu
önemli konuda yazmaya davet ediyorum. Bu, neredeyse yokolmaya yüztutmuş eski
İslamî eserleri neşre yayınevi sahiplerini teşvikten ve bu da kitapların
adlarım, bulundukları yerleri tesbit edecek bir hazırlık komisyonu kurulması
ve sonra da en önemli, en eski ve nadirlerinden başlayarak yayımlamaktan
ibarettir. Başarıya ulaştıran ancak Allah'tır.
Yanan yanmış,
yağmalanan yağmalanmış, istifadeden alıkonan alı-konmuş ve saklanan saklanmış
olsa da İslam uygarlığının gelişmeleri için temel kaynak Kur'an-ı Kerim'dir.
Herşeyi mükemmel şekilde içeren ve asırlar boyunca unutulmadan muhafaza
edilmesi, bu İslam uygarlığının temel özelliklerinin muhafazasında en büyük
etken olan Kur'an-ı Kerim. Mağrib toplumları bundan nasiplerin en bolunu
almıştır. O derecede ki şöyle demişlerdir: "Kur'an Arap diliyle indi,
Acemler tefsir etti, Mağribliler hıfzetti, Mısırlılar okudu, en güzel şekilde
Türkler dinledi[1302] ve
uhrevî kısmıyla Yemen halkı amel etti". Kur'an nazil olalı ondört
yüzyıldır insanlar ondan istinbatta bulunmakta, anlayışlar, maksatlar, zevkler
ve ilmî, ahlakî, kanunî, tarihî ve felsefî ilimlerin çeşitliliği içinde ondan
hüküm çıkarmaktadırlar. O, bugüne dek harikuladelikleri tükenmeyen, bitmeyen
bir denizdir. Kur'an'ın ilerleme, uygarlık ve ümran kaynağı olduğuna dair en
eşsiz yönü, kozmik ilimlerin herhangi bir dalıyla ilgili olup da kendisini
veya ona delalet eden şeyi Kur'an'dan çıkaramayacağın hiçbir hususun
bulunmamasıdır. Bugün bundaki nihaî gayeyi kavrayan Mısır, Şam ve Irak'k
müslümanlar bu işle ilgilenmeye başlamış ve bu yüzyılın ihtiyaçları, bu
yüzyılda revaç gören ve gerçekte İslamî ilimlerden olup başka bir renk ve şekil
almış bulunan hususlar çerçevesinde Kur'an'ın cevherlerini çıkarmaya,
muhtevasını anlamaya başlamıştır.
Şam'da bilge yazar ve
üstad Muhammed b. Ahmed el-İskenderânî tabii ilimleri, yerde bulunan suların
sırları ve mecralarını, taşlar ve faydalarını, bitkiler ve hikmetleri ile
özelliklerini Kur'an'dan çıkarmaya teşebbüs etti. Onun bu eseri eşsiz olup üç
ciltten oluşmaktadır. Adı Keşfü'l-esrâri'n-nûrâniyyeti'l-Kur'âniyye fîmâ
yeteallak bi'1-ecrâmi's-semâviyye ve'1-ardiyye ve'1-hayvanât ve'n-nebâtât
ve'1-cevâhiri'l-ma'deniyye olup 1299 yılında basılmıştır.[1303]
Allame ve büyük Türk astronom Ahmed Muhtar Paşa Muvâfakatü'l-âyi'l-Kur'âniyye
li'1-ulûmi'l-felekiyye adlı eseri yazdı ve onda yetmiş kadar âyeti topladı.
Yine astronomi alanında temayüz etmiş bir Türk zabiti bu ilmin esaslarını
Kur'an'ı Kerim'e uygulama konusunda bir kitap yazdı. Bu konuda, arkadaşımız
allâme üstad, Mısır'ın alimi Şemsüddin Muhammed b. Bahit el-Mutî el-Hanefî'nin
bir cilt halinde basılan eserinden[1304]
daha geniş ve kapsamlısı yoktur. Mısırlı yazar Şeyh Tantâvi Cevheri
Nizâmü'1-âlem ve'1-ümem, Nahdetü'1-ümme ve hayâtuhâ, Mizânü'l-Cevâhir ve Cemâlü'1-alem
gibi eserlerinde[1305]
dikkatini astronomik ilimlere ve bunların temellerini Kur'an'dan çıkarmaya,
güneş ve ışıklarına, ay ve aydınlığına, gökyüzü ve yıldızlarına yöneltti. Mahir
araştırmacı yazar Ferid Vecdi de el-Hayât dergisi ve şu eserlerinde konuyu
işledi: Kenzü'1-ulûm ve'1-luğa, Dâiretu maârif, el-İslâm ve'I-me-deniyye,
Tefsir'i ve mukaddimesi Safvü'l-irfân bi-istihrâci'I-ulûmi'n-nefsiyye
ve'1-kavânîni'l-ictimâiyye ve'1-ulûmi'l-umrâniyye mine'l-Kur'ân ve cevâhirih.[1306]
Çağdaşlarımızdan Hibetullah eş-Şehristânî adlı Şii alim de el-Hey'e ve'1-İslâm
adlı bir eser[1307]
yazmış olup astronomik ilimler alanında büyük bir mesafeyi kapattığı önemli
önbilgiler vermiştir. Ne güzel ve kullanışlı bir kitaptır!
Bu arkadaşınız
elektrik ve buhara dair esaslar ile trenlerin, otomobillerin, denizaltılann ve
uçan balonların yürütülmesi gibi bunları bilmenin sonuçlarını Kuran ve
Sünnet'ten hareketle ortaya koyduğu kitabını yazdı. Bu eseri
el-Yevâkitü's-semine fi'1-ahâdisi'l-kâdiye bi-zuhûri sikketi'I-hadîde ve
vusûlihâ ile'l-Medine diye adlandırdım. 1329 yılnıda Cezayir'de basılmış olup
Fransızca'ya çevrildiğine dair haber bana ulaştı. Kur'an ve Sünnet'in enteresan
yönlerinden biri gelecek zaman için lüzumlu olup kendilerinde sarahaten ve nass
olarak bahsi geçmeyen hususları başkalarından almaktan bizi menetmemeleridir.
Çünkü din ilerleme esaslarını ve uygarlığın bütün yollarım desteklemeyi
tekeffül eder. Bize yasakladığı, sadece diğer milletlerin zararlı olan ahlâk
ve adaplarıdır. İnsanlara faydalı olan ve faydası açık bulunan şeylere gelince,
İslâm dininin onun yoluna engel çıkarması asla sözkonusu olmaz.
el-Utbiyye'de Mâlikb.
Enesin şöyle dediği kaydedilir: Ömer b. Abdüla-ziz'in şöyle dediği bana ulaştı:
Allah Resulü ve ondan sonraki yöneticiler yollar (sünnetler) çizdiler, bunlara
uymak Allah'ın kitabını tasdik, ona itaati kemale erdirmek ve dini konusunda
güç kazanmak olup hiç kimse onları kaldıramaz, değiştiremez ve onlara aykırı
bir düşünce ve tavır takınamaz. Kim onlara uyarsa doğru yolu bulur, onlardan
yardım alan muzaffer olur, onlara karşı çıkansa mü'minlerin yolundan başkasına
uymuş olur. O yüz çevirdikçe Allah da ondan yüz çevirir ve cehenneme gönderir.
O varılacak ne kötü bir yerdir.[1308]
İbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsil'de şöyle der: "Onların çizdiği yola uymak,
Allah'ın kitabına uymaktır". Aykırılık, muhalif araştırmacının kusurundan
veya prensiplere ve İslam'a karşı donukluğun hakim olmasından dolayı
varsayılmaktadır. İslam milletleri Kurtuba, Fas, Kayravan, Bağdat ve
Kazvin'deki parlak İslam uygarlığı zamanında, bu yol üzere daha iyi olanı
alageldiler. Bu yüzdendir ki onların buluşları bir sımrda durmadı, ilerleme
yolunda karşılarında bir engel bulmadılar. Bu sırada Avrupa derin
uyku-sundayken onlar kendilerini başkalarına önder yapan şeyleri gerçekleştirdiler.
Başka milletlerin büyük tarihçileri onların bu durumlarını itiraf ettiler. Size
daha önce adı geçen tarihçi Sedillot'un el-Maârifü'1-Mısriyye idaresi
ta-rafından Arapça'ya çevrilip 1309'da bastırılan Hulâsatu târihi'1-Arab[1309]
adlı eserinden bir bahis nakledelim. O şöyle der: "Arapların buluşları, pusulayı,
kağıt, barut ve ateşli silahlar yapımını keşfetmelerine dair onyedinci bölüm:
Arapların Cebelitarık boğazının başlangıcından Asya sınırının bitimine dek
yayümalarryla birlikte dünyaya yayılan uygarlaşmayla ilgili sebep ve
müsebbipler hakkında daha önce bilgi vermiştik. Geriye Arapların kağıt, pusula
ve top barutunu bulmalanyla bütün dünyada edebî, siyasî ve askerî alanlarda
meydana gelen değişikliklerden sözetmek kaldı. Bunları icadet-me ve
Avrupalılara Öğretme şerefini Araplar'ın elinden alan bazı Batılıların
söylediklerine itibar edilmez. Bu kimseler, nisbet edildikleri kimseye nisbeti
şüpheli olan bazı metinlerde bu şeylerin Araplardan başkaları tarafından
bulunduğuna dair gördükleri bilgilere dayanarak Çinlilerin bunları eski zamandan
beri bildiklerini ileri sürerler. Nitekim matbaanın Miladi VIII. yüz-yıldanberi
Çin'de mevcut olduğu da iddia edilmiştir. Evet, Araplar ipekten kağıt yapmayı
Çinlilerden öğrendiler. Eğer onlar basım sanatım da başkalarından önce
bilselerdi Araplar bunu da onlardan alırdı. Onların pusulayı kullandıkları
nasıl düşünülür ki 1800 yılına kadar yerkürenin güney kutbunun alev alev yanan
bir ateş olduğuna inanıyorlardı. Barut kullanmasını da biliyorlar mıydı? İzleri
mevcut çeşitli kullanımlar Arapların bunu kullandığım göstermektedir; 690
(miladi) yılında Mekke'yi kuşatmaları sırasında çeşitli bombalar kullanmaları;
XIII. yüzyılda Mısır'da kalelere atmak için... den elde ettikleri ve
gökgürültüsü gibi ses çıkaran barutu kullanmaları gibi. Bunun kullanımı, XI. yüzyılda
Tunus hükümdarının İşbiliye emiriyle birlikte düzenledikleri gösterinin (?)
vasfedilişinde anılır. 1300 yılında Cebelita-rık'ın kuşatılmasında, Gırnata
hükümdarı İsmail'in 1324'te Bayta[1310]
şehrini kuşatmasında, 1340'ta Tarife kuşatmasında da kullanıldı. Bu kuşatmalar
sırasında barutla mermi atılmış olup İspanya hristiyanları da bu sırada barut
kullanmaya başlamışlardır. Araplar pusulayı XI. yüzyılda kara ve deniz
yolculuklarında ve mescid mihraplarının tesbitinde kullandılar. 650 miladî
yılında Semerkand ve Buhara'da ipekten kağıt imal edildi. Sonra 706 miladi
yılında Yusuf b. Ömer ipek yerine pamuk kullanarak Dımaşkî kağıdı yaptı. XIII. yüzyılda
Kastiliya'da Garb kağıdı kullanıldı, buradan da kağıt kullanımı Fransa, İtalya
ve Almanya'ya geçti. Kaydetmiş olduğumuz bilgiler, bugünkü Batı uygarlığının
bütün alanlarına Arapların nasıl egemen olduklarını gösterir. Yine bundan
anlaşılıyor ki IX. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar, Araplar'da, zamanın duyduğu en
geniş edebiyatlar mevcuttu. Velud fikirleri ve nefis buluşlarının sonuçları,
Ortaçağ tarihine dair malzemeler, seyahat ve sefer haberleri, meşhur kimselerin
hareket tarzlarına (siret) dair ansiklopediler, benzeri olmayan sanatlar, yüce
fikirleri ve önemli buluşlarına delalet eden yapıları gibi bütün konularda
onların Avrupalıların üstadları olduğunu gösterir. Bütün bunlardan dolayı,
uzun zamandan beri Batılıların aşağıladıkları Muhammedi ümmetin yüceliğini
itiraf etmek gerekir" (s. 267). Bu esere başvurun enteresan şeyler
bulacaksınız. Zikrettiklerimize ilave olarak, büyük bir Avrupalı tarihçiden
duyduklarınızdan daha fazla delil getirmeye ihtiyacımız yoktur. İyi anlayış ve
daha fazla düşünmeyle gözleri çer-çöpten koruyun, kusurları gizleyin ve çirkini
örtülerle örtün.
"Allah'ım
kuvvetimin zayıflığım, gücümün azlığını (çaresizliğimi) ve insanlar nazanndaki
hakirliğimi sana arz (şikayet) ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi,
sen mustazafların rabbisin. Sen benim rabbim-sin, beni kime bırakıyorsun? Beni
asık suratla karşılayacak yabancıya mı, işimi eline tevdi ettiğin düşmana mı
bırakacaksın? Eğer bana karşı kızgın değilsen başıma gelenlere ne gam! Fakat
lütfedeceğin afiyet (ve korumanın sınırı bunları bana göstermeyecek kadar) daha
geniştir. Gazabının üstüme inmesinden veya hoşnutsuzluğuna duçar olmaktan,
karanlıkları parlatan, dünya ve ahiret işlerinin salahının temeli olan yüce
yüzünün nuruna sığınının. Sen razı oluncaya kadar hoşnutluk sanadır. Güç ve
kuvvet ancak seninle vardır. Allahım seni tenzih ederim, hamd sanadır. Senden
başka ilah olmadığına şehadet ediyor, senden bağışlanma diliyor, sana tevbe
ediyorum. Kötülük işledim, kendime zulmettim, beni bağışla. Şüphesiz, günahları
senden başkası affedemez. Hamd Allah'adır ve bu yeter. Selam onun seçkin kullarına
olsun".[1311]
Bu kitabı fakir
Muhammed Abdülhay el-Kettânî 1341 (1923) yılının mübarek Şevval ayında Fas'ta
kendi eliyle yazdı. Allah ona ihsanını lütfetsin. Amin. Sonra, iki yıl veya
daha fazla süre bu eserle meşgul olarak tekrar gözden geçirdim. Böylece, gözden
geçirerek, mukaddimede adıgeçen eserlere başvurarak düzeltme, geliştirme,
ilave ve başlıkların düzenlenmesi 1346 (1927) yılında Fas'ta (Allah onu
lütfuyla korusun) tamamlandı. Bu eserlere, daha önce adı anılmamış şu eserleri
de ilave ettim: Zurkâni'nin Şerhu'1-M u-vatta, Avnu'l-Vedûd alâ Süneni Ebî
Davûd[1312] , Abdullah b.
Abdülha-kem el-Mısri'nin Fedâilu Ömer b. Abdilaziz, Muhammed[1313] b.
İbrahim el-Vezir el-Yemenînin er-Ravdu'1-bâsim fi'z-zabb an sünneti
Ebi'l-Kâsım, Ahmed b. Muhammed b. Yunus eş-Şelebî el-Hanefî el-Mısrî'nin İthâfu'r-ruvât
bi-müselseli'1-kudât[1314],
Seffârini'nin tevhide dair kendi manzumesine yaptığı şerh[1315], İbnü'l-Cevzi'nin
Saydu'l-hâtır[1316],
İbn Hazm'ın Naktu'1-arûs, İbn Semmâk el-Endelüsî'nin Ravdu't-tahbîr fi hükmi'
s-siyâse ve11-tedbîr, Diyârbekri'nin Târihu'l-Hamîs, el-Hediy-yetü'l-makbûle fi
huleli't-tıbbi'l-meşmûle ve Ahmed b. Salih el-Ektâvî ed-Der'î'nin buna şerhi[1317],
Ahmed b. Murtaza'mn el-Münye ve'1-emel fi şerhi Kitâbi'l-Milel ve'n-nihal,
Yakâti'nin Ünsü's-semir fimâ vekaa beyne'1-Ferezdak ve Cerir, Yûsi'nin
el-Kânûn'u, Ebû Salim el-Ayyâşî'nin el-Hukm bi'l-adl ve'1-insâfİ'r-râfi
li'1-hilâf, Tâvûdi b. Sûde'nin Şerhu't-Tuhfesi ve Fihristi, Kitâbu
Vasfil-berîd, İbn Ebi'r-Ricâl'in astronomiye dair manzumesine îbn Kunfuz
el-Kısmitinî'nin yaptığı şerh[1318],
Şeyh Muhtar el-Küntî'nin el-Cir'atü'1-kâfiye, İbn Hazm'ın el Ihkâm fi
usûli'l-ahkâm.
Hamd Allah'adır ve bu
yeter. Selam onun seçkin kullarına olsun.[1319]
[1] bkz. 1,70. Kettânî, elde ettiği Tahrîcü'd-delâlât
nüshasında onuncu bölüm (bkz. 1 Abbas, 3.773-789) eksik olduğundan bunun yerine
geçmek üzere bu bölümü eklemiş olup hacim bakımından bütün eserinin üçte birini
meydana getirmektedir. Tahric'in onuncu bölümü, eserin tam neşirleri yapılmadan
önce ve özellikle et-Terâtib'deki eksikliğin giderilmesi maksadıyla Mustafa
Fayda tarafından Şehidali Paşa nüshası esas alınarak neşredilmiştir ("el-
Huzâi'nin Tahric'inin Neşredilmeyen Son Bölümü", Ankara Ünv. İlahiyat
Fakültesi Dergisi, XX, 1975, s.173-198).
[2] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/1.
[3] el-İtkân, IV, 24-37.
[4] Metinde Altmışbirinci şeklinde geçmiştir.
[5] Tirmizi, Fedâilü'l-Kur'an 14.
[6] "Fein kUe" (denilirse) ifadesi metinde
"kalü" (az) şeklinde geçmiştir.
[7] Mectnau'z-zevâid, IX, 295.
[8] Buharı, Libâs 81,83,84,86, Tefsîru'l-Kur'an 59/4.
[9] bkz. Kehhâle, XI,176.
[10] bkz. Zirikli.VII, 110.
[11] Belirli hisse sahiplerinin paylarının toplamının ortak
paydadan fazla olması anlamına gelen bu terim için bkz. Hamdi Döndüren,
"Avl", DİA, IV, 117-118.
[12] Bazı sûrelerin başlarındaki huruf-u mukatta ile ilgili
pek önem verilmeyen bu görüş için bkz. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Ankara
1976, s. 142-143.
[13] Râgıb el-îsfahâni, el-Müfredât, s. 5 (mukaddime).
[14] Kur'an-ı Kerimle ilgili ilimler ve bu konularda
yazılmış eserler için bkz. Ali Şevvâh Ishak, Mu'cemu musennefâti'l-Kur'ani'l-kerim,
I-IV, Riyad 1403-1404/1983-1984.
[15] Bir üstteki dipnotta kaydedilen eserde (1,94-105)
ahkamu'l-Kur'an'la ilgili olarak 35 eser zikredilmiş olup bu konuda ayrıca bkz.
Bedreddin Çetiner, "Ahkâmu'l-Kur'an", DİA, I, 551-55.
[16] îbn Abdisselâm, el-İmâm, nşr. Rıdvan Muhtar b.
Garbiyye, Beyrut 1407/1987, s. 79-80, 87,105-106, 284.
[17] bkz. el-İmâm, s. 79-80,87,105-106,284. Metindeki hata
ve eksiklikler, sözkonuau bilgilerin bu eserde farklı yerlerde ve oldukça
dağınık verilmesinden dolayı, iktibasın yapıldığı el-İtkân'dan ikmal
edilmiştir.
[18] el-ttkân, IV, 24-37.
[19] el-İklîl, s. 11-23.
[20] Aynı bilgi için bkz. Sübki, Tabakâtu's-Şâfiiyye, V,
121-122; Zehebi, A'lâmu'n-nübelâ, XVIII, 618-619.
[21] Bu zat, Mahomet (Paris 1957) adlı bir eseri olan
Maurice Gaudefroy-Demombynes olabilir.
[22] Bosworth Smith, Muhammad and Muhammadanism (London
1876, Lahore1974). Bkz. Munawar Ahmad Anees ve Alia N. Athar, Guide to Sira and
Hadith Literatüre in Western Languages, London-Nev York 1986, s. 167 (nr.
1474).
[23] Mefâtihu'1-gayb, 1,3.
[24] Mesâliku'I-hidâye ilâ meâlimi'r-rivâye (GAL, Suppl.,
II, 711).
[25] Rûdâni, Sıla, s. 306. (Havfî'nin ö. 430/1039)
Kitabu'l-Burhân fi tefsiri (ulûmi)'l-Kur'ân adlı, yazmaları mevcut bir eseri
vardır (bkz. GAL, I, 523; Suppl., I', 279).
[26] bkz. Zirikli, VI, 200; Kehhâle, VIII, 260.
[27] Keşfuzzunûn, II, 1342-43. Katip Çelebi bu bilgiyi
Sübki'den (bkz. Tabakâtu'ş-Şafiiyye, III, 70) almıştır.
[28] et-Tâliu's-saîd, Kahire 1966, s. 485.
[29] İbnü'l-Murteza, Tabakâtu'l-Mu'tezile, nşr. Susanna
Dimald-Wilzer, Beyrut 1961, s. 52.
[30] Zehebi, A'lâmü'n-nübelâ, X, 203.
[31] Farabi'nin İhsâu'1-ulûm adlı bu eseri için bkz. El, II, 781.
[32] Tabakâtü'1-Ümem, s. 62.
[33] Bu eserin baskı ve tercümeleri için bkz. El, II, 781.
[34] Metinde Abdullah şeklinde geçmiştir. Bu zat Sâmâni
hükümdarı Nuh b. Mansur'un veziridir.
[35] Bu eser ve muhtevanı için bkz. El, IV, 1068-69.
[36] el-Hıtat, I, 258.
[37] Hârızmı'ye nısbet edilen ve birkaç defa bu şekilde
basılan eser Zekerıyya el-Kazvınî'ye (o 682/1283) aittir (bkz Mufidu'1-ulûm,
nşr M Abdulkâdır Atâ, Beyrut 1405/1985, naşir mukaddimesi, s 5-7).
[38] Kahire de (1322,1329) basılmıştır (Bedevi,
Muellefâtu'l-Gazzâlî, Kuveyt 1977, s 263, nr 84).
[39] Kitâbu'I-Erbaîn, Cevâhiru'l-Kur'an in uçuncu bolumu
olup bazan ayrı olarak bu adla anılmış, her ıkı eser de birçok defa basılmıştır
(Muellefâtu'l-Gazzâlî, s 143-151, nr 37-38).
[40] Bu bilgi için bkz Zehebı, A'lâmü'n-nubelâ, XIX, 445, G
Makdısı, IbnAkîl , El, III, 699-700.
[41] Metinde Zâgûkî şeklinde geçmiştir.
[42] Keşfuzzunûn, II, 1367; Kehhâle, IX, 254.
[43] Abdülmecid b. Ali ez-Zebâdî'nin (ö. 1163/1750)
Bülûğru'l-merâm bi'r-rîhle ilâ beytillahi'l-harâm adlı eseri olmalıdır (SuppL,
II, 676). Zebâdi kelimesi metinde Ziyâdi şeklinde geçmiştir.
[44] İbnül-Berrâk veya el-Berrâk diye anılan bu zatın
lakabı metinde el-Berrâr şeklinde geçmiştir (GAL, I, 658-659; Zirikli, VII,168;
Kehhâle, XI, 39).
[45] Keşfuzzunûn, I, 565; GAL, SuppI.,II, 161-162; Kehhâle,
I, 211.
[46] Keşfuzzunûn, I, 565.
[47] Age., 1,633. Hakâik kelimesi metinde hadâik şeklinde
geçmiştir.
[48] bkz. Age., II, 1985-86;
A. Ateş, "İbn al-Arabî", El, III, 708-709.
[49] Keşfuzzunûn, I, 565. Celâluddin Muhammed b. Ahmed el-
îdî el-Buharî (ö. 668/1270) için bkz. el-Cevâhiru'1-mudiyye, III, 55-56.
[50] Metinde ve Keşfuzzunûn'da tıb şeklinde geçen kelime
tîb (güzel koku) olacaktır, bkz. Nihâyetü'1-ereb, XII, 1.
[51] Keşfuzzunûn, II, 1985-86 Metindeki hata ve düşükler
buradan tamamlanmıştır.
[52] Kamre'de (1923-1985) 27 cilt olarak basılmıştır.
[53] Vefat tarihi 749 (1349) olacaktır (bkz Kehhâle, II,
204, K.S Salibi,'Ibn Fadlallah", El, III, 758-759).
[54] Keşfuzzunûn, II, 1662, Buğyetü'1-vuât, I, 279 (Kırmanı
nın biyografisinde).
[55] Keşfuzzunûn, I, 66, Miftâhu's-saaâde, naşir
mukaddimesi, I, 15,59 Eserin muelıfi
İbnul-Ekfânı diye tanınmış olup eser ve neşirleri için bkz GAL, II, 171,
Suppl., II, 169, J J Vıtkam, "Ibn al-Akfânî", El, Suppl., s 381.
[56] bkz Fihrisu'l-fehâris, 1,500-503,11,806-809.
[57] Bıstâmı Co 858/1454) için bkz Kehhâle, V, 184, M
Smıth,' al-Bıstâmı, El, I, 1248.
[58] Keşfuzzunûn, II, 1905, eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye, s
279-284.
[59] Keşfuzzunûn, II, 1970-1971, Suppl., II, 195.
[60] Medinetü'l-ulûm aslında Miftâhu's-saâde'nin naşiri
tarafından etraflıca açıklandığı üzere bu eserin yine Taşköprizâde'ye ait
muhtasarı olup Artukî diye bir şahıs da yoktur. Bu yanlıştık Ebcedü'1-ulûm
müellifi Sıddık Hasan Han'ın verdiği hatalı bilgiden kaynaklanmıştır (bkz.
Ebcedü'1-ulûm, I, 5). Sıddık Hasan
Han'ın muhtemelen faydalandığı Bankipur Huda Bahş Kütüphanesi"nde 2234
numarada kayıtlı Medinetû'l- ulûm nüshasında İzniki'ye ait olduğuna dair kayıt
bulunması (bkz. Suppl., II, 633) bu yanlış kanaate sebep olmuş, İzniki adı da
bir nokta kaymasıyla Kettâni tarafından Artuki şeklinde okunmuştur. Geniş bilgi
için bkz. Miftahu's-saâde, naşir mukaddimesi, I, 82-93.
[61] Keşfuzzunûn, II, 1762.
[62] Kettâni'nin kaydettiği ile Miftâhu's-saâde'nin matbu
nüshasındaki "içindekiler" kısmı arasında gerek ana ve alt bölümler
gerek bir başlık altında kaydedilen ilimler arasında farklılıklar mevcut olup
kelime hataları dışında düzeltme yapılmamıştır.
[63] Corci Zeydan, III, 332.
[64] Corci Zeydan, II, 540.
[65] Metinde Miftâhu'1-ulûm şeklinde geçmiştir.
[66] Keşfuzzunûn, II, 1762.
[67] Metinde Mîftâhu'l-ulf.m şeklinde geçmiştir.
[68] Durum gerçekte bSyîe olmayıp İsamüddin Ahmed Efendinin
eseri Miftâhu's-saâde, oğlu Kemaleddin Mehmed tarafından yapılan tercümesi ise
Mevzûâtü'l-ulûm adını taşımaktadır.
[69] Keşfuzzunûn, 1,14-17. Mehmed Efendi de
Mevzûâtü'l-ulûm'da (I, 16} babasının üçyüzden fazla ilim adı saydığını söyler.
[70] Keşfuzzunûn, II, 1906.
[71] Keşfuzzunûn, II, 1906. Metindeki düşüklük ve hatalar
için aslıyla karşılaştırınız. Şirvâni için de bkz. Muhibbi, Hulâsatü'1-eser,
III, 475-476; Kehhâle, IX, 73-74; GAL, II, 603, Suppl., II, 673.
[72] Taberi'nin (ö. 1033/ 1624) bu eseri basılmıştır
(Kahire 1316). bkz. Muhibbi, II, 457-464; Suppl., II, 509.
[73] Kettâni'nin küçük Miftâh'tan neyi kastettiği
anlaşılmamaktadır. Katip Çelebi'nin faydalandığı eserler arasında
Taşköprizâde'nin Miftâhu's-saâde'si ile Nevâdirûi-ahbâr fi menâkİbi'l-ahyâr
adlı eserleri olduğu bilinmektedir (bkz. Keşfuzzunûn, Türkçe mukaddime, I, 9).
Kettâni'nin bununla Miftâhu's-saâde'nin muhtasarı Medînetü'l-ulûm'u kastetmiş
olması da muhtemeldir.
[74] el-Kânûn alâ ahkâmi'1-ilm ve ahkâmi'I-âlim ve
ahkâmı'1-müteallim (Fas 1310, 1315). bkz. Fihrisü'l-fehâris, II, 1154-1161;
GAL, II, 605, Suppl., II, 675-76; Serkis, II, 1958-59.
[75] Fihrisü'l-fehâris, II, 735-36; Suppl., II, 694-95;
Kehhâle, V, 145.
[76] Neşrü'l-mesânî, II, 325.
[77] Safvetu men inteşer min ahbâri sulehâi'1-karni'l-hâdi
aşer (Suppl., II, 681-82).
[78] krş. Miftâhu's-saâde, I, 392. Metinde
"httâbeyn" şeklinde geçmiştir.
[79] Bu ifadenin hattul-Mushaf (Miftâh, I, 93) veya
el-hattu'l-mansûb (bkz. El, IV, 1119) olması da muhtemeldir.
[80] Bu zat İbnü'l-Mahallî diye bilinen Muhammed b. Ahmed
b. AH el-Mevsilî (ö. 890/1485) olacaktır (bkz. ed-Dav'u'1-lâmi', VII, 16-17;
Izâhu'l-meknûn, II, 88).
[81] Fihrisü'l-fehâris,
I, 465-466; Abbas
b. İbrahim, el-İ'lâm, VI, 306-308. Brockelmann bu eseri el-Medhal
müellifi Ibnü'1-Hâc el-Abderî'nin eserleri içinde göstermiştir (Suppl, II, 95).
[82] Eserin tam adı Suûdu'l-metâli lî-suûdi'1-mutâU olup
müellifin vefat tarihi de 1305 (1887) olarak geçmektedir. (Suppl., II, 74;
Kehhâle, VI, 203).
[83] On cilt halinde basılmıştır. (Kahire 1910-1918,1923).
bkz. Serkis, II. 1451; Suppl, III, 325.
[84] Bu eser de matbudur (Kahire 1333-34). bkz. Suppl.,
III, 325.
[85] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/1-24.
[86] Bu konuda ayrıca bkz. İ'lâmü'l-muvakkîîn, II, 313.
[87] Metinde bu isim burada ve ileride İbn Burhan şeklinde
geçmiştir.
[88] bkz. Hafâci, Nesîmü'r-riyâz, II, 533.
[89] Buharı, Cenâız 32, 43, Ahkâm 11, Müslim, Cenâız 14-15.
[90] Buharı, Nefekât 7, Müslim, Zıkr 63-81.
[91] Makkan, Ezhâru'r-riyâz, IV, 318-319.
[92] GAS, 1,130, Abbas b ibrahim, eM'lâm.III, 117-130 Ibn
Hacer'in Mukaddime'sını nazmederek Nefhatü'1-miski'd-dârî adıyla ayrıca şerhetmıştır.
[93] Fihrisu'l-fehâris, I, 465.
[94] Metinde Ibn Burhan şeklinde geçmiştir.
[95] Ibn Berrecân (o 536/1141) için bkz Zehebı,
A'Iâmu'n-nubelâ, XX 72-74, Suyûtı, Tabakâtu'l-mufessirin, s 68,
Mjftâhu's-Saâde, II, 111-112, 537; GAL, I, 559, Suppl., I, 775-776.
[96] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/24-26.
[97] Buhari, Meğâzi 79; Müslim, Tevbe 53; Fethu'1-Bârî,
XVI, 242. Metinde "müslümanlar" kelimesi yerine "ashab"
kelimesi geçmekte olup Kettâni bu rivayeti doğrudan Buhari'den değil, sözkonusu
kelimenin "ashab" şeklinde kaydedildiği Elfiyye'den (s. 353)
almıştır.
[98] Elfiyyetü'l-hadis, a. 352-353. Metindeki hatalar için
aslına bakılmalıdır. Ashabın sayısı için aynca bkz. Zebîdi, İthâfu's-sâde,
1,187-188.
[99] bkz. Tedribü'r-râvî, s. 11.
[100] Kûtü'I-kulûb, 1,147.
[101] bkz. Suppl., I, 443.
[102] Saydu'l-hâtır, s. 246. "Hatır" kelimesi
metinde "Havâtir" şeklinde geçmiştir. Ibnu 1-Cevzi devamla Müsned'in
onbini mükerrer olmak üzere kırk bin hadis ihtiva ettiğini belirtir.
[103] İbn Ebî Ya'la ve Zehebi'nin yüzyirmi bin hadis ihtiva
ettiğini kaydettikleri bu tefsirin bugüne ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir,
(bkz. M. Yaşar Kandemir, "Ahmed b. Hanbel", DIA, II, 79).
[104] Keşfuzzunûn, I, 597.
[105] Bununla kendi Sahih'ini kastetmiştir.
[106] Tedribü'r-râvi, s.12. Metinde Ebû Davud'la ilgili
cümlenin baş tarafı düştüğü gibi başka hatalar da mevcuttur.
[107] Metinde Saydu'I-havâtır şeklinde geçmiştir.
[108] Saydü'l-hâtır, s. 246-247. Tercüme sırasında metindeki
düşüklükler giderildiği gibi asıl kaynakta lüzumlu görülen bilgiler de
çevrilmiştir.
[109] Keşfuzzunûn, II, 1680;
Fihrisü'l-fehâris, 1,148.
[110] Suppl., I, 621, II, 67.
[111] el-Hıtta'da (s. 57-58) Ahmed b. Hanbel'in Müsned'ini
yediyüz elli bin hadisten derlediği, bir hadiste ihtilaf edildiğinde bu esere
başvurulması, burada bulunmayan hadisin ise hüccet sayılamayacağına dair sözü
kaydedildikten sonra Seyyid Şerifin yukarıdaki sözü zikredilir.
[112] Keşfuzzunûn, I, 597. Suyuti'nin Cem'u'l-Cevânıi'inden
bahsedilirken İbn Hanbel, Buhari ve Müslim'in ezberledikleri hadis sayısı
kaydedildikten sonra anılan ifadeye yer verilmiştir.
[113] Münâvi, Şerhu'ş-Şemâil.1, 6.
[114] Ahmed b. Hanbel ve Ebû Zur'a'nın ezberiyle ilgili
olarak şiirin ilk beytinde verilen rakamlar anlaşılmadığı ve asıl kaynakla
karşılaştırma imkânı da bulunmadığı için tercüme edilmemiştir.
[115] Bu söz için bkz. Saydu'l-hâtir, s. 247; el-Hıtta, s.
57-58.
[116] el-Hitta, s. 58.
[117] bkz. Ali el-Kârî, el-Esrârü'1-tnerfûa, s. 73-74.
[118] Irâki, Elfîyye,s. 123. Burada Ondört bin olan rakam
el-Esrârü'I- merfûa'da (s. 61) oniki bin şeklinde geçmektedir.
[119] Allah Teâla Kur'an'ı muhafaza edeceğini beyan
buyurduğu gibi onu açıklayacağını da belirtmiştir (bkz. Kıyâme 75/17-19). Bu
durumda Kur'an'ın muhafazası, onu açıklayan sünnetin de muhafazasını
gerektirdiğinden, Kur'an gibi, en azından sahih sünnetin muhafazasının da
tekeffül edildiğini söylemek mümkündür.
[120] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/26-32.
[121] İbn Gannâm'ın eseridir (bkz. Feyzü'l-Kadîr, I, 22).
[122] Daha önce birçok vesileyle geçtiği üzere Kudâi nın
esendir.
[123] bkz Feyzu'I-Kadîr, I, 19-23
[124] el-Câmiu'1-Kebîr (Cem'u'l-Cevâmi) kastedilmiştir.
[125] Feyzül-Kadîr, I, 23-24.
[126] el-Câmiu's-Sağîr ve zevâıdı ile Cem'u'l-cevâmi'm
yazılan kısmı ve Munâvı nın el-Câmiu'1-ezher'ı bırarada Abbas Ahmet Şakr ve
Ahmed Abdulcevâd tarafından Câmiu'l-ahâdis adıyla on cilt halinde
neşredilmiştir (Kahire 19849).
[127] bkz. Kenzü'l-ummâl, I, 9-11; Câmiu'l-ahâdis, I, 9-10.
Bu eserlerin ilkinde kâfıl kelimesi kâmil, ersadtuhu da terassadtu şeklinde,
diğerinde ise yu'refu kelimesi bi-turuk şeklinde geçmiştir.
[128] Fihrisü'l-Fehâris, I, 236-239.
[129] Bkz. Kenzü'l-ummâl, I, 20-22; Câmiu'l-ahâdis,/,
"sd".
[130] Eserin adı Fethu'l-basîr fi't-ta'rif
bi'r-ricâli'1-muharreci lehüm fî'1-Câmii'l-kebir'dir (Fihrisü'l-fehâris, II,
819).
[131] Aynı yer.
[132] el-İşrâf alâ men bi-Fâs min meşâhiri'l-eşrâf
{Fihrisü'l-fehâris, I, 465).
[133] Fihrisü'l-fehâris, II, 820, 903.
[134] Muttaki el-Hindî'nin sözü edilen diğer eserleri
Menhecü'l-ummâl fî süneni'l-akvâl, el-Ikmâl li-Menheci'1-ummâl ve
Gâyetü'l-ummâl fi süneni'I-akval'dir. Kenzü'l-ummâl'in mevcut baskısında
(I-XVI, Beyrut 1399/1979) 46624 rivayet kaydedilmiştir.
[135] Kenzü'l-ummâl, I, 4.
[136] Kahire 1313 (bkz. SuppI,II, 519).
[137] Şakir Mahmud, îbn Hacer el-Askalâni, I, 369. Burada
"fî" yerine "min" şeklinde kaydedilmiştir.
[138] tbn Hacer'in kendi Nuhbetü'l-fîker'ine Nüzhetü'n-nazar
fi tavdihî Nuhbeti'l-fiker adıyla yaptığı şerhtir (Age.f I, 288-293).
[139] Age, I, 296.
[140] Keşfuzzunûn, I, 571.
[141] Şa'râni'den nakledilen bu bilgi ve Osman ed-Diyyemî
için bkz. Fihrisü'l-Fehâris, I, 409-410.
[142] bkz. Zehebi, A'lâmü'n-nübelâ, XIX, 206 (Eserin adı
Bahru'l-esânîd fi sıhâhi'l-mesanîd olarak kaydedilmiştir).
[143] Metinde el-Kûfıhani şeklinde geçmiştir (bkz.
A'lâmu'n-nübelâ, XIX, 205).
[144] Metinde ismail et-Temîmî ve Vecih eş-Şahhâli şeklinde
geçmiştir (bkz. A'lâmÜ'n-nübelâ, XIX, 206).
[145] Bu bilgi için bkz. A'lâmü'n-nübelâ, XIX, 205-206.
[146] Abdülkâdir Bedrân, Tehzîbu Târihi Dımaşk, IV, 354-355;
A'lâmü'n-nübelâ, XVI, 287-289.
[147] bkz. Târîhu Bağdad, XIV, 281-283; A'lâmü'n-nübelâ,
XII, 476-479.
[148] Metinde Tabakâtü'l-huffâz şeklinde geçmiştir.
[149] Tezkiretü'l-huffâz, II, 577-578. Metinde Ammâr ve
Abbas isimleri düşmüş olup bu bilgi A'lâmü'n-nübelâ'da da geçmektedir.
[150] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/32-39.
[151] Deylemi, el-Firdevs, I, 271 (nr. 1053); Kenzü'l-ummâL
X, 239 (nr. 29269). Manaları yaklaşık olmakla birlikte metin ve bu
kaynaklardaki lafızlar arasında bazı küçük farklılıklar mevcuttur.
[152] Mecmau'z-zevâid, 1,132.
[153] Buhari, Salât 84.
[154] Müslim, Salât 119.
[155] Fethui-Bâri, III, 137. Müslim'in rivayeti burada da
geçmektedir.
[156] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/39-41.
[157] Dârimi, Mukaddime 32; Mişkâtü'l-Mesâbîh, I, 85-86 (nr.
257).
[158] tbn Mâce, Mukaddime 16.
[159] Ali el-Kârî, Mirkâtü'l-mefâtîh, I, 251.
[160] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/41-42.
[161] Kûtü'l-kuiûb, 1,150. Metindeki hata ve düşükler İçin
aslına bakınız.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/42.
[162] Metinde "öğrenmek" şeklinde geçmiştir.
[163] Müslim, Zikr 38; Mişkâtü'l-Mesâbîh, I, 71 (nr. 204).
[164] Mirkâtü'l-mefâtih, I, 223.
[165] İbn Mâce, Ticârât 58.
[166] krş. Mecmau'z-zevâid, VI, 303. (Burada "kendi
görüşüyle (re'y) yorumlamazdı" ve "Cebrail'in öğrettiği sayılı
âyetler dışında" ifadeleri vardır).
[167] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/43.
[168] krş. Kenzü'l-ummâl, X, 304 (nr. 29522):
"Birbirinizi ziyaret edin, hadisi mütala edin, onu yokolmaya terk
etmeyin."
[169] bkz. dipnot 424.
[170] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/44.
[171] Tedrîbü'r-râvî, s. 286. Deylemi'nin rivayeti de burada
geçmektedir.
[172] Buharı, Enbiyâ 50; Tirmizi, İlim 13;
Mîrkâtü'l-mefâtîh, I, 70 (nr. 198). Son eserde, hadisin Buhari tarafından
tahric edildiğine işarette bulunulmuş olup Müslim'den sozedümemiştir.
[173] Ali el-Kârî, Mirkâtü'l-mefâtîh, I, 218-219.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/44-45.
[174] Buhari, Enbiya 50; Ebû Davud, ilim 11; Tirmizi, İlim
13.
[175] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 525. Metindeki bazı
hatalar için aslına bakınız.
[176] Bu bilginin aynısı ibn Hacer tarafından verilmiş olup
(Fethu'1-Bârî, XIII, 261 Alkami de muhtemelen buradan almıştır.
[177] et-Teysîr'de ilgili yerde (I, 435) bu bilgiye
rastlanmamakla birlikte Feyzü'l-Kadîr'de (III, 206) kısmen benzeri ifadeler
mevcuttur.
[178] bkz. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyyât, Ankara
1979, s. 290.
[179] bkz. Bakara 2/54.
[180] Mirkâtü'l-mefâtîh, I, 213.
[181] el-Evc fi haberi Avc adlı bu risale Suyûti'nin el-Hâvî
fi'1-fetâvâ'sı içinde (II, 586-590) neşredilmiştir.
[182] Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmî li-ahlâki'r-râvî, II,
114,115,117.
[183] Sehâvi'nin ed-Dav'u'1-lâmi'de (VIII, 18) kendi yazdığı
biyografisinde bu şekilde kaydedilen eser Keşfuzzunun'da (I, 107}
el-Aslu'l-asîl fî tahrîmi'n-nazar fİ't-Tevrât ve'I-İncîl şeklinde geçmektedir.
[184] Sehâvi, Fethu'l-Muğîs, II, 348.
[185] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/45-47.
[186] Müsned, V, 385; Mecmau'z-zevâid, IX, 295;
Kenzü'l-ummâl,XI, 640 (nr. 33115). Metinde fahiş hatalar mevcut olup bu
kaynaklara bakılmalıdır.
[187] Buhari, Fedâilu'l-ashâb 27, Menâkıbu'l-ensâr 14.
Burada dört kişiden öğrenmeleri emredilerek Abdullah b. Mesud, Salim, Übey b.
Ka'b ve Muâz b. Cebel'in adları verilmiştir.
[188] Bkz. Fihrisü'l-fehâris, I, 535-536.
[189] Brockelmann bu eseri, Bülûğu'l-meram..., müellifini de
Turunbülâli şeklinde kaydetmiştir (Suppl., II, 873).
[190] Müsned, III, 184, 281; Tirmizi, Mukaddime 11.
Tirmizi'nin rivayetinde "Hükümde en isabetlileri Ali'dir" ifadesi de
mevcuttur.
[191] Bu paragrafta verilen rivayetlerin hepsi Suyûti
tarafından Târlhu'l-hulefâ 'da (s. 53) zikredilmiş olup Muaviye ile ilgili
bilgi metinde yanlış geçmiştir.
[192] el-İstîâb, I, 50.
[193] Târîhu'l-hulefâ, s. 53. Burada İbn Abdilber'in
söyledikleri mevcut olmayıp metinde bir takdim-tehir yapılmış olmalıdır.
Suyûti'nin sözü, Deylemi'nin rivayetinden sonra gelecektir.
[194] Attâr, Hâşiyetü'l-Attâr, II, 415. Ayrıca Dördüncü
Bölüm'de "Allah resulü'nün Kadıları" başlığına bakınız. Bu metinde
adı geçen Nasır, Mahalli şerhine haşiye yazan Nâsirüddin el-Lekânî olmalıdır
(bkz. Suppl; II, 105).
[195] el-Emvâl, s. 285; es-Sünenü'I-kübrâ, VI, 349;
Kenzü'l-ummâl, IV, 556 (nr. 11638). Ayrıca Dördüncü Bölüm'de "Mirasları
Paylaştıran" başlığına bakınız.
[196] Mecmau'z-zevâid, 1,135.
[197] Mîr'âtü'l-mehâsin min ahbâri'ş-Şeyh Ebi'l-Mebâsin (Fas
1324). bkz. Suppl., II, 681, 694.
[198] Metinde el-Muktasar şeklinde yanlış geçen bu eser
Bâci'nin el-Muhtasar adlı eserinin muhtasarıdır. Bâci'nin eseri de Tahâvi'nin
Müşkilü'l-âsâr'ının muhtasarıdır (bkz. Ahmet Özel, "Bâci", DİA, IV,
415).
[199] Ebul-Mehâsin, el-Mu'tasar mine'l-Muhtasar, II,
270-271.
[200] el-Fetâva'1-Bezzâziyye, V, 133.
[201] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/48-50.
[202] bkz. Kenzü'l-ummâl, X, 218 (tır. 29156).
[203] İhyâu ulûmi'd-din, I, 46. Hadisin bu son kısmı ve
yorumu için bkz. Hattâbi, III, 30C-307 (Ebû Davud, Ferâiz 1).
[204] Bu bilginin hepsi için bkz. Zebidi, İthâfu's-sâde, I,
224-225. Son hadis için ayrıca bkz. Kenzü'l-ummâl, X, 280 (nr. 29443).
[205] el-İhyâ sârini Zebidi'nin (İthâfu's-sâde, I, 225) bu
sözü için ileride gelecek olan "Ensâb timi" başlığına da bakınız.
[206] Burada el-Kâmûs
ve Tâcü'l-arûs'tan naklen âlim,
alîm, allâm, allâme kelimelerinin okunuş ve kalıpları hakkında verilen bilgi tercüme
edilmemiştir. Allâm ve AUâme'nin nessâbe (nesep alimi) anlamına geldiği de burada kaydedilmiştir (Tâcü'I-arûs, VIII,
405-406).
[207] Tezkiretü'l-huffâz, 1,42-43. Şair ve Bonrasıyla ilgili
bilgi metinde düşmüştür.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/51-52.
[208] İmam kelimesi metinde alim şeklinde geçmiştir.
[209] Resulullah ashaba "bir ağaç var ki yaprakları
dökülmez, o müslüman gibidir, nedir bu" diye sorar, oradakiler çölde
yetişen ağaçları söylemeye koyulurlar, çıkaramayınca da Resulullah'tan
söylemesini isterler (Buhari, ilim 5).
[210] Fethu'1-Bârî, Bulak 1300,1,136.
[211] Bu rivayet için bkz. îbn Ferhûn, Dürretü'l-ğavvâs, s.
65; Umdetü'1-kârî, I, 388. Ayrıca bkz. Buhari, İlim 50.
[212] Brockelmann bu eseri Lisanüddin Îbnü'l-Hatib'in
kitapları arasında zikretmiştir (GAL, II, 340, Suppl,II, 373).
[213] Ebû Davud, İlim 8; Hattâbi, IV, 65-66.
[214] Dürretü'l-ğavvâs, s. 65-66. Metinde birçok hata olup
aslına bakılmalıdır. Bu konuda yazılmış bazı eserler için bkz. Keşfuzzunûn,
1,13-149-150, II, 1741-1742; M. Bencheneb, "Lughz", El, V, 806-807.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/52-53.
[215] Buhari, İlim 11.
[216] Buhari, İlimli.
[217] Buhari, İlim 12.
[218] Fethu'1-Bârî, I, 257. Bu yorum, bir önceki babda
zikredilen İbn Mesud'un rivayetiyle ilgilidir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık:
3/53.
[219] Buhari îlim 10. Hadiste geçen ulema lafzı bazı
rivayetlerde, hukemâ (bilge) veya hulemâ (hilim sahibi) şeklindedir. Metinde
ikinci defa geçen ulema kelimesi ise aslında mevcut değildir.
[220] Fethu'1-Bârî, 1,255; Umdetü'1-kârî, I, 422-423.
Rabbani ile ilgili olarak zikredilen bazı yorumlar şöyledir: Bilge fakih, arif,
ilmiyle amel eden ve başkalarına öğreten alim.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık:
3/54.
[221] Buhari, İlim 15.
[222] bkz. Beyhaki, el-Medhal, s. 375 (nr. 640);
Sirûeü'l-mülûk, s. 109.
[223] Sirâcü'l-mülûk, s. 109.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/54.
[224] Buhari, İlim 15.
[225] Bu yorumla ilgili olarak bkz. Beyhaki, el-Medhal, s.
265 (nr. 373-374); Umdetü'l-kârî, I, 436.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/55.
[226] Buhari, İlim 27. Metinde hatalar vardır.
[227] Fethu'1-Bârî, I, 286.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/55.
[228] Buhari, İlim 31.
[229] Buhari, îlim 32.
[230] Fethu'l-Bârî, I, 295.
[231] Buhari, İlim 35.
[232] Attâr, Hâşiyetü'l-Attâr, II, 407-408. Bu paragrafta
verilen bilginin hepsi buradan alınmıştır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/55-57.
[233] bkz. Mecmau'z-zevâid, I, 46. Metinde "sen de
ondan sonrakini" ifadesi iki defa, burada bir defa geçmektedir.
[234] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/57.
[235] Buhari, ilim 36. Metinde "bilmediği"
kelimesi düşmüştür.
[236] Mecmau'z-zevâid, 1,161. Metinde fahiş hatalar vardır.
Ayrıca bkz. s. 93.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/57.
[237] Buhari, îlim 37. Bu başlık altında konuyla ilgili
çeşitli hadisler rivayet edilmiştir.
[238] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/57.
[239] Buhari, İlim 40.
[240] Buhari, İlim 41.
[241] Buhari, Mevâkitu's-salât 40.
[242] Tirmizi, Salât 12; Müsned, I, 26, 34.
[243] Metinde Abdullah b. Ömer şeklinde geçmiştir.
[244] Farz namaz kastedilmiştir.
[245] Ebû Davud, ilim 11.
[246] Müsned, I, 412, 444; Tirmizi, Mevâkît 12.
[247] Fethu'1-Bârî, I, 322. Zikredilen bilginin hepsi burada
mevcuttur.
[248] Buharı, İlim 49.
[249] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/58.
[250] Buharı, İlim 49.
[251] Buhari, İlim 49. Hz. Peygamber'in Muâz'a (ra), verdiği
müjde şudur: "Kalben samimi olarak Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve
Hz. Muhammed'in onun peygamberi olduğuna şehadet eden hiç kimse yok ki Allah
ona ateşi (cehennemi) haram kılmasın".
[252] Buhari, İlim 48; Umdetü'l-kfiiİ, II, 173.
[253] Fethu'I-Bârî, I, 337.
Kettani,
Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/58-59.
[254] Şuabü'1-imân, VI, 401 (nr. 8665); Kenzü'l-ummâl, XVI,
443 (nr. 35340).
[255] Suyûti, ed-Dürrü'1-mensûr, IV, 88.
[256] Bu hadisle ilgili geniş bilgi için bkz.
Mecmau'z-zevâid, V, 207-208.
[257] Şuabü'1-imân, VI, 399 (nr. 8653); Mecmau'z-zevâid,
VIII, 159; Kenzü'l-ummâl, XVI, 456 (nr. 45411).
[258] Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân, III, 466-467. Metinde bu son
kısımda hata vardır. Çünkü Cessâs sözkonusu rivayeti yalnız bir yolla vermiş ve
ardından ibn Abbas'ın naklettiği "Çocuğun baba üzerindeki hakkı, ona güzel
bir isim ve terbiye vermesidir" hadisini zikretmiştir. Böylece metinde
daha sonra Beyhaki'den nakledilen rivayetle de ilgi kurulmuş olur.
[259] Şuabu'I-İmân, VI, 401-402 (nr. 8667). Kenzü'l-ummâl,
XVI, 417 {nr. 45193). Burada ve metinde "meudiahu" (mevkiini)
şeklinde geçen kelime ilk kaynakta "min murdiihi" (emzireni)
şeklindedir.
[260] Kenzü'l-ummâl, XVI, 417 (nr. 45191.
[261] Nevâdirü'I-usûl, I, 239; Şuabü'1-imân, VI, 401 (nr.
8665); Kenzü'l-ummâl, XVI, 44a (nr. 45340).
[262] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/59-60.
[263] Mecmau'z-zevâid, I, 136; Kenzü'l-ummâl, VI, 86 (nr.
14957). Hîrî nisbesi Mecmau'z-zevâid'de Cîzî şeklinde geçmektedir. Metinde
"mürekkebi hazırlayan" ifadesiyle ilgili olarak verilen sarf
bilgileri tercüme edilmemiştir.
[264] el-Kâmûsu't-muhît, "hibr" mad.
[265] Dîvânü'1-edeb, I, 301; el-Misbâhu'1-münîr, s. 117;
Şemsü'1-ulûm, I, 387; Tehzibü'1-esmâ, II/l, 61(Metinde bu eserden yapılan
iktibasta hibr kelimesi ekber şeklinde geçmiştir). Feyyûmi mahbere şeklini
tercih etmiştir.
[266] Hafaci, Nesîmü'r-riyâz, 1,108,152. Burada Ka'b'ın
ilminden dolayı, alim anlamına gelen hibr kelimesine nisbetle böyle anıldığına
dair bir görüş de zikredilmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/60-61.
[267] Dârimi, Mukaddime 43. Metinde Vekî kelimesi Ebû Veki,
Berâ da yerâ şeklinde geçmiştir.
[268] Buharı, İlim 39.
[269] bkz. Fethu'1-Bârî, I, 315.
[270] Ebû Davud, Taharet 25.
[271] bkz. I, 210.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/61-62.
[272] Buhari, Fedâilü'l-Kur'an 4. Ayrıca bkz. Buharı,
Tefsiru sûre 4/18, Cihad 31.
[273] Buhari, İlim 39, Cizye 6, Cihâd 176.
[274] Siretu Ömer b. Abdilaziz, s. 60. Metinde hata ve
düşükler olup aslına bakılmalıdır.
[275] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/62-63.
[276] Tirmizi, îlim 12. Abdullah b. Amr, metinde İbn Ömer
şeklinde geçmiştir.
[277] Takyîdü'1-ilm, s. 72, 73; Tedrîbü'r-râvî, s. 286;
Mecmau'z-zevâid, I, 151. Bazı rivayetlerde "yazıyoruz" yerine
"yazalım mı?" ifadesi vardır.
[278] Mecmau'z-zevâid,
I, 151-152. Metinde Ishak b. Yahya'dan sonrası mevcut olmadığından son
hadisle ilgili değerlendirme ilk hadise ait hale gelmiştir.
[279] Age, 1,152.
[280] Aynı yer. Husayb b. Cahdar, metinde Hatib b. Mecdar
şeklinde geçmiştir. Ayrıca bkz. el-Kâmil fi duafâi'r-ricâl, III, 939.
[281] tbn Sa'd,VII,22.
[282] Takyî'dü'1-ilm, s. 81. Abdullah b. Amr, metinde Abdullah
b. Ömer şeklinde geçmiştir.
[283] Kenzü'l-ummâl, X, 244 (nr. 29304).
[284] el-İsfibe, III, 535. Metinde ve burada vuzuh şeklinde
geçen kelime, Kenzü'l-ummâl'de Seleme'nin rivayetinde aynı anlamda vazah olarak
geçer.
[285] Takyîdü'I-ilm, s. 72,73; Tedrîbü'r-râvî, s. 286;
Mecmau'z-zevâid, 1,151. Daha önce geçtiği üzere Resulullah "yazın, hiçbir
mahzuru yoktur" buyurmuştur, (bkz. dipnot 255).
[286] el-îlelü'l-mütenâhiye, I, 124. Abdullah b. Amr metinde
îbn Ömer şeklinde geçmiştir.
[287] Müsned, II, 176.
[288] Mecmau'z-zevûid, VI, 219.
[289] İbn Sa'd, IV, 262. Ayrıca bkz. Müsned, II, 192, 207.
[290] Müsned, II, 403.
[291] Tirmizi tlim 12. Metinde verilen lafız Müsned'e ait
olup Tirmizi'nin lafzı biraz farklıdır.
[292] Buhari, İlim 39.
[293] Metinde bu cümle düşmüş olup Hemmâm'ın rivayetiyle
Ahmed b. Hanbel ve Tirmizi'nin naklettiği hadis kastedilmiştir.
[294] Fethu'1-Bârî, I, 314.
[295] Tedrîbü'r-râvî, s. 285. Metinde İbn Abbas'tan sonra
anılanlar düşmüştür.
[296] el-Medhal, s. 372 (nr. 632). Ayrıca bkz. s. 421 (nr.
772). Metinde hatalar mevcut olup aslına bakılmalıdır.
[297] Tedrîbü'r-râvî, s. 269.
[298] Fâyid (veya Fâid) ismi metinde Âid şeklinde yanlış
geçmiştir (bkz. Tehzîbu't-Tehzîb, VIII, 256).
[299] Tabakât, II, 371.
[300] Hadisin râvisi Amr b. Tağlib kastedilmiştir.
[301] ibn Kuteybe, Te'vilü muhtelifi'l-hadîs, s. 286-287. Bu
rivayette düşüklük ve takdim-tehir olmalıdır. Nesâi'nin yine Amr b. Tağlib'den
rivayeti şöyledir: "Malın çoğalması, ticaretin yaygınlık kazanması,
cehaletin ortaya çıkması (artması, çoğalması), kişinin satış yaparken 'hayır,
fulan oğullarının tüccarına danışayım' demesi
ve büyük bir
mahallede katip aranıp
bulunmaması kıyamet
alametlerindendir" (Nesâi, Buyu 3). Sindi, Nesâi haşiyesinde (VII, 244),
bu rivayetteki "en yazhare'l-cehlü" ifadesinde cehl yerine birçok
rivayette İlim kelimesinin geçtiğini ve bu durumda "yazhare" fiilinin
"zail olma, ortadan kalkma" anlamına
geldiğini belirtir.
Suyûti'nin kaydettiği aynı
rivayette, malın çoğalmasından
Bonra "ilmin çoğalması" (yeksüre'l-ilmu) ilavesi (Câmiu'l-ahâdîs,
III, 65, nr. 7879), Kenzü'l-ummâl'de ise bunun yerine "kalemin
çoğalması" ifadesi vardır (XIV, 231, nr. 38520). Berzenci ise bu konuda
kaydettiği bir rivayette geçen "kalemin yaygınlaşması"
(feşvü'l-kalem) ifadesini, alimlerin azalıp katiplerin çoğalması şeklinde
yorumlar (el-Işâa li-eşrâti's-sâa, s. 71-72).
Suyûti'nin kaydettiği bir diğer rivayet ise "ilmin ortadan
kalkması, kalemin yaygınlık kazanması (yazhare'l-kalem) ve ticaretin çoğalması
kıyamet alametlerindendir" şeklindedir (Câmiu'l-ahâdîs, III, 66, nr.
7880).
[302] el-İklîl, 8. 177.
[303] Te'vîlu muhlelifi'l-hadîs, s. 286; Mecmau'z-zevâid,
1,152; Kenzü'I-Ummâl, I, 199 (nr. 1005).
[304] Mecmau'z-zevâid, 1,152.
[305] Aynı yer.
[306] Telbîsu İblis, s. 326.
[307] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 194.
[308] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 3/63-68.
[309] Hz. Peygamber'in yazdığı bu mektup için bkz. I, 249.
[310] el-Hitta, s. 59.
[311] Tehzîbü'I-esmâ, I/l, 52.
[312] Bkz. 1,249.
[313] Ebû Davud, Zekât 4.
[314] Bkz. I, 245-249.
[315] Müsm-d, II, 14; Ebû Davud, Zekât 4; Tirmizi, Zekât 4;
el-Müstedrek, I, 392.
[316] Tirmizi, Zekât 4.
[317] Buhari, Zekât 37; Ebû Davud, Zekât 4; İbn Mâce, Zekât
10; Nesâi, Zekât 5.
[318] Muvatta, Zekât 11. Bu paragrafta verilen bütün
bilgileri çin bkz. Zurkâni, Şerhu'l-Muvatta, II, 112.
[319] Zurkâni, II, 114.
[320] bkz. I, 297-301; Mustafa Payda, "Atâ", DİA,
IV, 33-34.
[321] bkz. I, 293-294.
[322] Buhari, Cihâd 181.
[323] İbn Sa'd, III, 548.
[324] İbn Sa'd, IH, 534.
[325] Bir sonraki konu başlığına bakınız.
[326] Suyûti, Evâil, b. 99. Burada sözü edilen İbnü'l-Ezrak,
Harici reislerinden Nâfı b. Ezrak olup bu konuda bkz. DIA, I, 79.
[327] Nasbu'r-râye, IV, 420.
[328] îbn Sa'd, VII, 194.
[329] el-Hıtat, I, 295.
[330] îbn Sa'd, V, 293.
[331] Age., VI, 257. Metinde
hata olup aslına bakınız.
[332] Aynı yer.
[333] Age.,VI, 258.
[334] Age., VI, 266. Vikâ adı metinde Rikâ şeklinde
geçmiştir (Ayrıca bkz. Tehzîbü't-Tehzîb, XI, 122).
[335] Tenvîrü'l-mikbâs... diye de anılan bu eser için bkz.
El, II, 926. Dr. Abdülaziz b. Abdullah el-Humeydî, İbn Abbas'ın onbeş temel
hadis kitabında yeralan tefsire dair görüşlerini, Firûzâbâdi'nin topladıkları
da dahil olmak üzere Tefsiru İbn Abbâs ve merviyyâtubu fi't-tefsir min
kütûbi's-sünne (Riyad ts.) adıyla iki cilt halinde neşretmiştir (bkz. DİA,I,
79).
[336] el-Mi'yâr, II, 482.
[337] Kenzü'I-ummâl, III, 850 (nr. 8935).
"İstinşâd" kelimesi metinde "istişhâd" şeklinde geçmiştir.
[338] el-Hıtat, H, 332. Hayve adı metinde Hayât şeklinde
geçmiş olup diğer düşüklükler için aslına bakılmalıdır.
[339] Tezkiretü'l-huffâz, I, 43.
[340] Müslim, Hac 147 (bâb 19). Burada başlık "Nebi'nin
haccı babı" şeklindedir.
[341] Kadı Iyâz'dan nakledilen bu bilgi için bkz. Nevevi,
Şerhu Müslim, VIII, 170.
[342] îbn Sa'd, V, 467. Bu söz İbn Sa'd'ın olmayıp
başkalarından nakletmıştir.
[343] Buhari, İlim 39.
[344] Müslim, Mukaddime 13.
[345] Metinde Hişâm b. Hucr şeklinde geçmiştir.
[346] Müslim, Mukaddime 14.
[347] Tâhir el-Cezâirî, Tevcihü'n-nazar, s. 8-9.
[348] Nevevi, Şerhu Müslim, I, 83.
[349] Buhari, İlim 39.
[350] Nesâi, Kasâme 9.
[351] Buharı, Medine 1; Müslim, Itk 20.
[352] Müslim, Edâhi 45.
[353] Nesâi, Kasâme 10-13. Ayrıca bkz. Ebû Davud, Diyât 11;
Hattâbi, IV, 667.
[354] Müsned, I, 100,102.
[355] Fethu'1-Bârî, 1,311. Paragrafın baş tarafında
Fethu'l-Bârîden yapılan nakilden sonra verilen bilgilerin hepsi aynı yerden
alınmıştır.
[356] İbn Sa'd, VII, 157.
[357] Age, VII, 159. Metnin anlaşılması için gerekli
bilgiler asıl kaynaktan ilave edilmiştir.
[358] Metinde "Sehl b. Husayn, Müslim el-Bâhili'den..."
şeklinde geçmiştir.
[359] Age, VII, 174-175; A'lâmü'n-nübelâ, IV, 584; M. Ravvâs
el-Kal'acî, Mevsûatu fıkhi'l-Hasan el-Basrî, I, 23.
[360] İbn Sa'd, VII, 185.
[361] îbn Sa'd, VI, 168.
[362] îbn Sa'd, VI, 220.
[363] bkz. el-İsâbe, II, 198-199.
[364] İbn Ebi Usaybia, Uyûnu'1-enbâ, s. 167; GAS, III, 202.
[365] Uyûnu'1-enbâ, s. 165.
[366] İbn Sa'd, V, 507.
[367] el-İsâbe, I, 288.
[368] bkz. el-İstîâb, I, 289.
[369] el-lsâbe, I, 276, 288.
[370] Bu rumuzdan hangi kaynağın kastedildiği anlaşılmamakla
birlikte Nesâi olabilir.
[371] Uyûnu'1-enbâ, s. 181; GAS, III, 207-208.
[372] el-Câsûs ale'l-Kâmûs, s. 501. Metinde, bilginin hepsi
Ferrâ'dan nakledilmiş şekilde geçmiştir.
[373] İbn Sa'd, VI, 94.
[374] Age, VI, 94. Bazı alimlerin kitaplarını imha
etmelerini tenkitle ilgili olarak bkz. İbnü'l-Cevzî, Telbîsu İblis, s. 325-328.
[375] Age, V, 179. Harre, Medine'nin kuzey-doğusunda bir yer
olup Yezid b. Muaviye zamanında Medine'de başgösteren ayaklanma üzerine
gönderilen ordu ile ayaklananlar arasında yapılan kanlı savaşla meşhur
olmuştur. (EI.III, 226-227).
[376] İbn Hallikân, Vefeyâtü'l-a'yan, III, 466; El, 1,106.
[377] Ebû Amr, Arap filolojisinin kurucularından ve kıraat-ı
seb'a imamlarından biri olup 154 (770) yılında vefat etmiştir. Doğum tarihi 70
(689) olarak da kaydedilir (Zirikli, III, 72; R. Blachere, "Abû Amr", El, I, 105-106).
[378] Tehzîbü't-Tehzîb, IX, 442; A'lamü'n-nÜbelâ, V, 332.
[379] Hilyetü'l-evlİyâ, III, 372.
[380] îbn Sa'd, II, 389; Beyhaki, el-Medhal, s. 309 (nr.
739); Hilyetü'l-evliyâ, III, 363.
[381] İbn Sa'd, II, 389; Hilyetü'l-evliya, III, 361;
A'lâmü'n-nübelâ, V, 334.
[382] İbn Sa'd, V, 210.
[383] Vefeyâtü'l-a'yân, IV, 177-178.
[384] Keşfuzzunûn, II, 1460.
[385] Age.II, 1747.
[386] Aynı yer.
[387] Metinde Mütevvecîn şeklinde geçmiştir. Ayrıca bkz. İA,
XIII, 261.
[388] VefeyâtÜ'l-a'yân, VI, 35.
[389] Age, II, 224. er-Râhib, metinde er- Rûmî şeklinde
geçmiş olup bu konuda ayrıca bakınız: GAS, IV, 110-111. Safedi bu ismi
Meriyânus er-Râhib er-Rûmî şeklinde kaydeder (el-Vâfî, XIII, 270).
[390] el-Fihrist, s. 102.
[391] el-İsâbe, III, 101.
[392] el-Fihrist, s. 105-106.
[393] bkz. H.A.R. Gibb, "Abû Mikhnaf', El, I, 140.
[394] el-Fihrist, s. 103.
[395] Age, s. 101.
[396] bkz. A'lâmü'n-nübelâ, IV, 207-214; Davudi,
Tabakâtü'l-müfessirin, 1,173.
[397] Keşfuzzunûn, I, 452. Cebr kelimesi metinde Hibr,
Keşfuzzunûn'da ise Cübeyr şeklinde yanlış geçmiştir, (bkz. GAS, I, 29).
[398] Keşfuzzunûn, I, 456; GAS, I, 31-32.
[399] Keşfuzzunûn, II, 2001. Ayrıca bkz. İsmail Cerrahoğlu,
"Ali b. Ebû Talha", DİA, II, 386-387.
[400] Târîhu Bağdâd, VIII, 138. Burada ve Metinde Ebû Ömer
şeklinde geçen isim Keşfuzzunun'da Ebû Amr şeklinde yanlış kaydedilmiştir.
Ayrıca bkz. El, III, 101.
[401] Keşfuzzunun, II, 1387.
[402] İbn Sa'd, VII, 252.
[403] Age,V,328.
[404] Tenvîrü'l-hevâlik, I, 6. Suyûti'nin islam'da ilk telif
ve tedvinle ilgili olarak burada kaydettiği açıklamaya bakınız.
[405] Kûtü'l'kulûb, 1,159. Metindeki düşüklük aslından ikmal
edilmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/69-82.
[406] Sannâcetü't-tarab, s. 419.
[407] en-Nücûmü'z-zâhire, 1,32-33; Ahmed Zeki Safvet,
Cemheretü resâili'l- Arab, I, 190-192. Raporun metninde çeşitli düşüklük ve
ifade farklılıkları mevcut olup bu eserlerle karşılaştırınız.
[408] Bu ismin orijinali tesbit edilememiştir.
[409] Butler'in^The Arab conquest of Egypt (London 1901 adh
bir eseri olup Tarîhu Amr b. As (Kahire 1340/1922) da Hasan İbrahim
Hasan'ındır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/83-84.
[410] el-Beyân ve't-tebyîn, I, 219.
[411] Safedi, el-Vâfî bi'1-Vefeyât, XIII, 270. Meriyânus
er-Râhib er-Rûmî, metinde Meryâs er-Ravdî şeklinde geçmiştir. Ayrıca bkz.
dipnot 366.
[412] Keşfuzzunûn, I, 681. Hakîm kelimesi metinde hâkim
şeklinde geçmiştir.
[413] el-Evail, s. 116.
[414] el-Fihrist, s. 304,419.
[415] Ahbâru'l-hukemâ, s. 286; Târihu
âdâbi'l-luğati'l-Arabiyye, 1,226-227. Kettâni Îbnü'n-Nedim ve Îbnü'l-Kıfti'ye
atfen verdiği bilgileri Corci Zeydân'ın eserinden almıştır.
[416] İbn Haldun, Mukaddime, s. 474.
[417] Târihu âdâbi'l-luğati'l-Arabiyye, I, 227. Mâserceveyh
ve Ehrûn (Ahron) ile sözkonusu eserleri için bkz. GAS, III, 166-168, 206-207.
[418] Şifâu'l-ğalîl, s. 199.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık:
3/84-86.
[419] Kûtü'l-kulûb, 1,150.
[420] Age,1,149.
[421] Age, I, 148.
[422] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/86-87.
[423] Metinde Ream şeklinde geçmiştir.
[424] Zeccâci, Emâli'z-Zeccficî, s. 238-239; Suyûti,
el-Ahbâru'1-merviyye, s. 50. Metinde birçok hata ve düşüklük olup bu
kaynaklarla karşılaştırılmalıdır.
[425] Evâil, s. 119; Kenzü'l-ummâl, X, 283-284 (nr. 29456).
Son eserde "onu ekle" ifadesi, "benim için onu ekledi"
şeklindedir.
[426] el-İsâbe, II, 242.
[427] el-Eğânî, XII, 299.
[428] Şuabü'l-imân, II, 259 {nr. 1684); Kenzü'l-ummâl,X, 284
(nr. 29457). Savhân adı metinde Tavhân şeklinde geçmiştir.
[429] Bkz. El, V, 353-354.
[430] Tirmizi, Menâkıb 20. Burada ilim yerine hikmet
kelimesi geçmekte olup Tirmizi hadisin garib-münker olduğunu söyler.
[431] el-Müstedrek,
III, 127. Zehebi bu hadisi bâtıl
sayarak Hâkim'in onu sahih kabul etmesini tenkit eder (Aynı yer). Ayrıca
bkz. Semhûdi, Cevâhiru'l-ikdeyn, 1/1,125.
[432] Bkz. J. W. Pück, "Abu'l-Aswad al-Duali", El,
I, 106-107.
[433] Ebü'l-Esved'in bunu Hz. Ömer'in emriyle yaptığına dair
rivayet için bkz. İbnü'l-Enbâri, Nüzhetü'l-elibbâ, s. 8; Suyûti,
el-Ahbârü'1-mervİyye, s. 50.
[434] ibn Hişâm'ın Muğni'l-Iebîb adlı eserine Emir el-Ezherî
tarafından yapılan şerhin haşiyesidir(Suppl., II, 18, 742).
[435] Nüzhetü'l-elibbâ, s. 9; el-Ahbâru'1-merviyye, s, 51.
[436] el-Fihrist, s. 46.
[437] el-Ahbârü'1-merviyye, et-Tuhfetü'1-behiyye adlı
risaleler mecmuası içinde (s. 49-53) neşredilmiştir (İstanbul 1302).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/88-91.
[438] Tashif, bir ifadede, kelimelerdeki noktayı kaldırmak,
ilave etmek, harf takdim ve tehiri yapmak suretiyle farklı bir anlam ortaya
çıkarmaktır {bkz. Keşşâfu ıstılâhâti'l-fünûn, II, 836).
[439] İlk cümlenin Arapça'sı "Küllü inebin, el-kermu
tu'tîh" olup "Küllü aybin, el-keremü yuğtîh" şeklinde okumakla
ikinci anlam verilmiş olur.
[440] bkz. Miftâhu's-saâde, I, 277.
[441] Brockelmann eserin adını Behcetü'1-âfâk ve
izâhu'1-lebs ve'1-iğlâk fi ilmi'l-hurûf ve'1-evfâk şeklinde vermiş olup (GAL,
II, 480-481) metinde kitap adından sonra zikredilen üç kelimenin mahiyeti
anlaşılamamıştır. Sûdâni ile ilgili olarak ayrıca bkz. Fihrisü'l-fehâris, II,
1023; Kehhâle, XI, 258. Behcetü'1-âfâk in bir yazması Laleli Ktp. nr. 1521'de
bulunmaktadır (İA, XIII, 258).
[442] Bu konu ve el-Cifr ile el-Câmia adlı eserler için bkz.
Keşfuzzunûn, I, 591-592; Tehânevi, 1, 202-203; İA, III, 44.
[443] Keşfuzzunûn, II, 1514.
[444] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/91-92.
[445] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 3/92.
[446] Beyhaki, el-Medhal, s. 419 (nr. 768). Hadisin
değerlendirilmesi ve geçtiği diğer kaynaklar için buraya bakınız.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/92.
[447] Mecmau'z-zevâid, 1,159.
[448] İbn Sa'd, III, 49. Enese adı metinde Enes şeklinde
geçtiği gibi "izin verirdi" ifadesi de "izin vermezdi"
şeklindedir.
[449] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/93.
[450] Mecmau'z-zevâid, 1,161.Ayrıca bkz. s. 57.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/93.
[451] el-Müstedrek, I, 94. Burada, ashabın biraraya gelip
oturduklarında birinin bir sûre okuması veya birine okumasını emretmesi dışında
fıkıh müzakere ettikleri kaydedilmiştir.(bkz. s. 44)
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/93.
[452] el-Medhal, s. 373 (nr. 635).
[453] İbn Sa'd, VI, 256-257.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/94.
[454] Mecmau'z-zevâid, 1,165. Kettâni bu ve müteakip
rivayeti bu eserden nakletmiş olup metinde Ahmed b. Hanbel'den başka ibn
Sa'd'ın da Tabakât'da bu hadisi naklettiğine dair kayıt yanlış olmalıdır.
[455] Age, 1,165. Metinde bilgi düşmüş olup aslına
bakılmalıdır.
[456] Buhari, Fedâilu'l-Kur'an 21.
[457] Suyûti, Câmiu'I-ahâdîs, III, 611 (nr. 10470);
Kenzü'l-ummâl, I, 529 (nr. 2369).
[458] Muvatta, Kur'an 11.
[459] el-MÜntekâ, I, 349; Zurkâni, Şerhu'I-Muvatta, II, 19;
el-Mi'yâr, XI, 173.
[460] Tenvîrü'l-hevâÜk, I, 209; Zurkâni, II, 19.
[461] el-Mi'yâr, II, 463.
[462] el-Beyân ve't-tahsîl, XVIII, 331-332. Burada,
metindekinin aksine "Kur'an'ı ezberledi" (hıfzetti) yerine
"okudu" ifadesi, el-Müntekâ'da (I, 349) ise "cemetti"
ifadesi geçmektedir.
[463] krş. Kenzü'l-ummâl, II, 285-286 (nr. 4019), X, 268
<nr. 29403).
[464] Buharı, Ezan 54; Ebû Davud, Salât 60.
[465] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/94-96.
[466] îbn Eşte, Muhammed b. Abdullah el-Isfahânî (ö.
360/971, için bk. Kehhâle, X, 237.
[467] Suyûti'nin eseridir (GAL, II, 203, Suppl., II, 198).
[468] Suyûti, Evâil, s. 99.
[469] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/96.
[470] Mişkâtü'l-mesâbîh, II, 78 (nr. 2782).
[471] Mirkâtü'l-mefâtîh, III, 298. Metinde hatalar mevcut
olup aslına bakılmalıdır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/96-97.
[472] el-İsâbe, III, 542.
[473] Age, III, 545. Ayrıca bkz. Hişam b. Muhammed el-Kelbî,
Cemheretü'n-neseb, s. 62; Usdü'1-ğâbe, V, 303.
[474] bkz. Fihrisü'l-fehâris, 1,186-188.
[475] Age, I, 300,307; Kehhâle, VIII, 248.
[476] Teysîrü'l-vüsûl ilâ Câmii'1-usûl {Fihrisü'l-fehâris,
I, 412-415).
[477] Fihrisü'l-fehâris, 1,413; Kehhâle, VI, 204.
[478] Hz. Peygamber'in terekesiyle ilgili olarak Hammad
b. Ishak (ö 267/881 Tereketü'n-Nebî adlı
bir eser kaleme almıştır (Beyrut 1404/1984, nşr. Ekrem Ziya el-Ömeri).
[479] İbn Sa'd, III, 281. Mushaf kelimesi, burada
su/ıu/'fsahifeler) şeklinde geçmiştir.
[480] Bu mushafla ilgili olarak bkz. DIA, I, 116.
[481] Huzâi, Tahric, s. 247.
[482] Buhari, Fedâilü'l-Kur'an 16.
[483] Kastallâni, Irşâdu's-sârî, VII, 446 {Buharı, Fedâılu 1
Kur an 3).
[484] Buharı, Cıhâd 129.
[485] Bu ıkı rivayet için bkz Fethu'1-Bârî, XII, 97.
[486] Buharı, Cıhâd 129.
[487] Fethu'1-Bâri, XII, 98.
[488] Tırmızı, Ilım 5.
[489] Müsned, II, 173.
[490] Ahkâmu'l-Kur'ân, III, 1578.
[491] Ebû Abdullah el-Fâsî'nin eseridir (bkz.
Fihrisü'l-fehâris, II, 595-602; Suppl., II, 703).
[492] Enco ve İbn Abbas'tan nakledilen benzer rivayetler
için bkz. Kenzü'l-ummâl, 1,536 (nr. 2406, 2407). Evs es-Sekafî'den de şu
rivayet nakledilir: "Kim Kur'an'ı Mushaf tan okursa kendisine iki bin
sevap, Mushaf a bakmadan okuyana ise bin sevap verilir" . (Aynı yer, nr.
2405).
[493] Fihrisü'l-fehâris, I, 133-.134.
[494] Leknevi'nin bu ve bir sonraki eseri için bkz. Suppl.,
II, 858.
[495] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/97-100.
[496] MürÛcu'z-zeheb, II, 400.
[497] îbn Sa'd, VI, 268.
[498] el-Beyân ve't-tahsü, XVIII, 148. Metindeki bilginin
hemen tamamı hatalı olup aslına bakılmalıdır.
[499] Aynı bilgi için bkz. Miftâhu's-saâde, II, 374.
[500] Bu bilgi için bkz. el-Fetâva'1-Hindiyye, V, 323.
"Teâşir" kelimesi metinde "Tefasir" şeklinde geçmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/101-102.
[501] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 33-34, XVIII, 275. Hanefi
mezhebine göre altın ve gümüşle süslenmesinde mahzur yoktur. Ebû Yusuf ise bunu
mekruh saymıştır (el-Fetâva'l-Hindiyye, V, 323).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/102.
[502] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/102.
[503] Metinde tbn Ömer şeklinde geçmiştir.
[504] tbn Âbidin, Reddü'I-muhtâr, VI, 384. Metinde el-Münye
olarak geçen kitap adı burada el-Kunye şeklinde kaydedilmiştir.
[505] Dârimi, Fedâilü'l-Kur'ân 4.
[506] et-Tibyân fî âdâbi hameleti'l-Kur'ân, s. 113.
[507] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/102-103.
[508] Mellâhi'nin (ö. 619/1222) eserinin adı
Lemehâtü'l-envâr ve nefebâtü'l-ezhâr fi fedâili'l-Kur'ân'dır (Kehhâle, X,
262-263).
[509] Kûtü'l-kulûb, I, 61.
[510] Bu bilgi Ebü'l-Âliyye'nin (Tabakât, VII, 112-117)
değil Abdurrahman b. Ebi Leyla'nın biyografisinde geçmektedtir (VI, 110).
[511] krş. Müsned, 1,148,149; Kenzü'l-ummâl, I, 537 (nr.
2408).
[512] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/103-104.
[513] Mürûcu'z-zeheb, III, 41.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/104.
[514] Buhari, îcâre 16, Tıb 34.
[515] Bu konudaki görüşler için bkz. Tecrid-i Sarih
Tercemesi, VII, 45-53.
[516] Buhari, Nikâh 50.
[517] EbÛ Davud, BuyÛ 36.
[518] Müsned, VI, 66.
[519] Metinde "Birinci Bölüm" denilmiştir.
[520] Bkz. 1,122-126.
[521] Tirmizi, Sevâbu'l-Kur'ân 2; îbn Mâce, Mukaddime 16.
[522] Müsned, IV, 146,150,153; Ayrıca bkz. Kurtubi, Tefsir,
1,15.
[523] tbn Haldun, Mukaddime, s. 505-506.
[524] Age., s. 507-508.
[525] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/104-106.
[526] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/106.
[527] Buhari, Diyât 27.
[528] el-Edebü'1-müfred, s. 223 (nr. 1076). Metinde
"mekteb" olarak geçen kelime burada aynı anlama gelen
"küttâb" şeklinde kaydedilmiştir.
[529] Şeyh Muhtar el-Küntî'nin (ö. 1226/1811) verdiği bu
bilgi, mensup olduğu Kunte kabilesinin yaşadığı Moritanya ve Mali yörelerindeki
gelenekle ilgili olmalıdır.
[530] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/106-107.
[531] Kurtubi, Tefsir, I, 27.
[532] el-Medhal, II, 317.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/107-108.
[533] bkz. GAL, II, 458, Suppl.,II, 601-602.
[534] Suyûti'nin el-Câmiu'1-kebîr ve el-Câmiu's-sağîr'i
kastedilmiştir.
[535] Buhari, Zekât 60.
[536] Metinde Amr b. Ebî Selime şeklinde geçmiştir.
[537] Keşfü'l-ğumme, 1,168. Ayrıca bkz. Üsdü'1-ğâbe, IV,
234-235.
[538] Buhari, Meğazi 53.
[539] el-İsâbe II, 541.
[540] el-Medhal, II, 315.
[541] Metinde Süllemü'a-sübût şeklinde geçmiştir.
[542] Bu, Abdurrahman el-Ahdari'nin es-Süllemü'1-mürevnak
adlı eserine Ahmed b. Abdülfettah el-Melevî'nin yaptığı şerhe Muhammed b. Ali
es-Sabbân'ın haşiyesidir (GAL, II, 371-372, 467, 614).
[543] bkz. GAL, I, 697,Suppl., 1,838.
[544] Metinde Keşfü'l-libâs... şeklinde geçmiştir (bkz. c.
I, s. XXIII).
[545] el-Beyân ve't-tahsîl, XVIII, 287. Metindeki hata ve
düşükler için bu esere bakılmalıdır. Mezkur hadis için bkz. Buhari, Edeb 35;
Müslim, Birr 47.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/108-110.
[546] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/110.
[547] Mecmau'z-zevâid, 1,192. Bu söz bir sahabinin kehanet,
uğursuzluk ve ardından Çizgi çizilmesi (fal, remel) ile ilgili olarak sorduğu
soru üzerine söylenmiş olup bu hususla ilgili rivayet ve yorumları için bkz.
Müslim, Mesâcid 33; Ebû Davud, Salât 168, Tıb 23; Hattâbi, IV, 230; Nevevi,
Şerhu Müslim, V, 23; İbn Haldun, Mukaddime, s. 103.
[548] Kitâbu's-Sikât, IX, 135.
[549] Mecmau'z-zevâid, 1,192.
[550] Abdülaziz ed-Debbağ, el-İbrîz, s. 101. Müellif bununla
Kur'an yazısının nassa dayandığını kastetmiş ve buna da bazı kelimelerin
Kur'an'da farklı yazılışlarını örnek göstermiştir.
[551] İbn Abdilhakem, Fütûhu Misr, s. 179; KenzÜl-ummâl, X,
253-254 (nr. 29356).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/110-111.
[552] Tehzîbü'1-esmâ, I/l, 2. Metindeki hata ve düşükler
için aslına bakınız.
[553] krş. Kenzü'l-ummâl, III, 862 (nr. 8961).
[554] Buhari, Salât 68. Ayrıca bkz. Buhari, Edeb 90.
[555] Muvatta, Kasru's-salât fî's-sefer 93. Ayrıca bkz. I,
173.
[556] Bu eser Ali Fehmi Cabiç'e ait olup bu konuda bkz. I,
285.
[557] bkz. 1,285.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/111-112.
[558] Kenzü'l-ummâl, III, 358 (nr. 6926), X, 220 (nr.
29162).
[559] Mecmau'z-zevâid, 1,192, VIII, 152.
[560] Kenzü'l-ummâl, III, 358 (nr. 6926).
[561] Müsned, II, 374; Tirmizi,
Birr 49; el-Müstedrek, IV, 161.
[562] Münâvi, et-Teysîr, 1,451.
[563] bkz. el-Müstedrek, IV, 161.
[564] Kenzü'l-ummâl, X, 220 (nr. 29162).
[565] bkz. dipnot 186.
[566] Ithâfu sâdeti'l-müttakîn, I, 225. Bu paragrafta
verilen bilginin hepsi buradan alınmıştır. Ayrıca bkz. dipnot 189.
[567] el-İsâbe, III, 583. Metinde Temmâm, el-İsâbe'de ise
Nahhâm şeklinde geçen isim yanlıştır (bkz. İbn Hazm, Cemhere, s. 448; Zirikli,
VIII, 329).
[568] bkz. Dipnot 186, 188.
[569] Bu ifade mevzu (uydurma) ve zayıf rivayet için kullanılır.
[570] krş. I, 299. Ensâb konusunda ashaptan zamanımıza kadar
gelip geçmiş ikiyüz alim hakkında İbn Funduk'un Lübâbü'l-ensâb ve'1-elkâb
ve'1-a'kâb adlı eserinin başında (Kum 1410,1, 9-145) Âyetullah en-Necefî
tarafından bilgi verilmiştir.
[571] tbn Hazm, Cemheretü'n-neseb, s. 4-5.
[572] Târîhu'l-hulefâ, s. 48. Yakub b.Utbe, metinde Yakub b.
Anbese şeklinde geçmiştir (bkz. Tehzîbü1t-Tehzîb,XI,392).
[573] el-İstiâb, I, 477-479.
[574] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/112-115.
[575] İbn Mâce, Ferâiz 1; el-Müstedrek, IV, 332. Her iki
kaynakta da "insanlara" kelimesi mevcut olmayıp bunun için bkz.
Kenzü'l-ummâl, X, 166 (nr. 28862).
[576] Tirmizi, Ferâiz 2; el-Müstedrek, IV, 332.
[577] el-Müstedrck, IV, 333.
[578] Dârimi, Mukaddime 24.
[579] Suyûti, Câmiu'l-ahâdîs, III, 609 (nr. 10462).
[580] Metinde "öğrenmeye" şeklinde geçmiştir.
[581] Bu rivayetlerin hepsi için bkz. Dârimi, Ferâiz 1.
[582] bkz. İbnü'l-Arabi, Ahkâmü'l-Kur'ân, I, 331.
[583] krş. Age., I, 330.
[584] Ali b. Abdullah el-Matîtî (ö. 570/1174), en-Nihâye
ve't-tamâm fî ma'rifeti'l-vesâik ve'1-ahkâm (Kehhâle, VII, 129;Suppl., I, 661).
[585] İbrahim b. Ebûbekr el-Vaşkî et-Tilimsânî'nin bu
eserinin adı el-Manzûmetü't-Tilimsâniyye'dir (ed-Dibâcü'1-müzheb, s. 90-91;
Ta'rifü'l- halef, s. 13-14; Suppl., I, 666). Metinde Raski, bazı kaynaklarda
Vakşi şeklinde geçen nisbesi yanlıştır (krş. el-Lübâb, III, 367).
[586] Brockelmann'ın Yakub. b. Musa el-Bustânî (es-Sebtâni?)
şeklinde kaydettiği bu isim (Suppl., I, 666) Ahmed baba tarafından Yakub b.
Abdullah es-Seytâni olarak zikretilmiştir (Neylü'l-ibtihâc, s. 349).
[587] Kenzü'I-ummâl, X, 166, (nr. 28862).
[588] Kenzü'I-ummâl, X, 238 (nr. 29262). Ayrıca bkz. dipnot
537.
[589] Ebû Davud, Menâsik 68; Kenzü'I-ummâl, V, 63 (nr.
12061), 64 (nr. 12065).
[590] Kenzü'l-ummâl, III, 49 (nr. 5435), XVI, 114 (nr. 44100).
[591] Metinde "hay" (yaşayan, diri) kelimesi,
burada ve yukarıda "hak" şeklinde geçmiştir.
[592] bkz. dinpot 537.
[593] Mukaddime, s. 418.
[594] Tirmizi, Perâiz 1.
[595] Tirmizi, Ferâiz 2.
[596] en-Nihâye, III, 191. Ayrıca bkz. dipnot 187, 188.
[597] bkz. dinpot 538, 539.
[598] bkz, dipnot 179, 183.
[599] et-Teysîr, I, 451-452.
[600] bkz. dipnot 537, 550.
[601] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/115-120.
[602] bkz. El, 688, 844.
[603] el-Purûk, II, 240. Metindeki düşüklükler aslından
tamamlanmıştır.
[604] Kenzü'l-ummâl, XIII, 588 (nr. 37511).
[605] Mecmuu'z-zevâid, IX, 356; Kenzü'l-ummâl, XI, 749 (nr.
33656).
[606] Müslim'in rivayetinde (Mesâcid 115) bu rakam elli uç
olarak geçmektedir Ayrıca bkz. ibn Âbıdin, Reddü'l-Muhtar, I, 508-509.
[607] bkz. Miftâhu's-saâde, I, 394.
[608] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/120-122.
[609] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/122.
[610] Kenzü'l-ummâl, XII, 25 (nr 33808).
[611] et-Teysîr, I, 452.
[612] el-Firdevs, II, 306 (nr. 3384).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/122-123.
[613] Câmiu'l-ahâdîs, III, 611 (nr. 10473); Kenzü'l-ummâl,
X, 219 (nr. 29161).
[614] et-Teysîr, I, 318; Kenzü'l-ummâl, VII, 683 (nr.
20902).
[615] el-Câmiu'1-kebîr ile el-Câmiu's-sağîr kastedilmiştir.
[616] et-Teysîr, I, 452; Kenzü'l-ummâl, X, 142 (nr. 28721),
217 (nr. 29153).
[617] Metinde İbnü'ş-Şeyh şeklinde geçmiş olup doğrusu
Ebu'ş-Şeyh olmalıdır.
[618] et-Teysîr, I, 452.
[619] Bu eserde ra, ayn, kâf, kef ve nûn harflerinde
sözkonusu esere rastlanmamıştır. Hatib'ın Risale fi ilmî'n-nücûm: Heli'ş-Şürûu
fîhi mahmûdün ev mezmûm adıyla zikredilen eseri bu olmalıdır, (bkz. GAS, VII,
29; EL IV, 1112).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/123-124.
[620] Buhari, Cihâd 78.
[621] Müslim, İmâre 167; Ebû Davud, Cıhâd 23.
[622] Fethu'1-Bârî, XII, 47.
[623] Ebû Davud, Cihâd 23.
[624] Müslim, îmâre 169.
[625] Nevevi, Şerhu Müslim, XIII, 65. "Özürsüz
yere" ifadesi metinde düşmüştür.
[626] Deylemi, el-Firdevs, II, 43 (nr. 2244); Kenzü'I-ummâl,
IV, 355 (nr. 10871).
[627] Deylemi, el-Firdevs, II, 43 (nr. 2245); Kenzü'l-ummâl,
IV, 355 (nr. 10872).
[628] ed-Dürrü'1-mensûr, IV, 83.
[629] Bkz. II, 316-317.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/124-125.
[630] Suyûti, Câmiu'l-ahâdîs, III, 612 (nr. 10474);
Kenzü'l-ummâl, I, 611 (nr. 2808).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/125.
[631] "Ebu Musa'dan" anlamındaki bu ifadenin
doğrusu "min Ebî Musa'dır.
[632] Kenzü'l-ummâl, X, 309 (nr. 29550). Hz. Ömer, Amr b.
As'a da hata eden katibini dövmesini yazmıştır. (İbnü'l-Cevzi, Menâkıbu
emiri'l-mü'minin, s. 129).
[633] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/125-126.
[634] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/126.
[635] Buhari, İlim 49; Fethu'1-Bârî, I, 337-338.
[636] Şuabü'1-imân, II, 281 (nr. 1766).
'Yuğrabu"kelimesi metinde "yu'zibu" şeklinde geçmiştir.
[637] Deylemi, el-Firdevs, V, 359 (nr. 8434).
[638] Kenzü'l-ummâl, X, 307 (nr. 29537). Ayrıca bkz.
Lisânü'l-mîzân, IV, 140.
[639] bkz. Fethu'1-Barî, I, 338.
[640] Buhari, İlim 42.
[641] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/126-127.
[642] "Nahnuğilmân" ifadesi metinde "an
ğilmân" şeklinde geçmiştir.
[643] el-Câmi li-ahlâki'r-râvî, I, 202 {nr. 357). Ebû Said'den
nakledilen benzeri rivayetler için bkz. îbn Mâce, Mukaddime 22; Beyhaki,
el-Medhal, s. 368-369; Şerefu a sh âb i'1-hadîs, s. 21-22; Kenzüi-ummâl, X, 248
(nr. 29325).
[644] Râmehürmüzi, el-Muhaddisü'1-fâsıl, s. 175 (nr. 20);
Câmiu beyâni'1-ilm, I, 176.
[645] Mecmau'z-zevâid, 1,125.
[646] Aynı rivayet için bkz. el-Câmi li-ahlâki'r-râvî, I,
309 (nr. 671). Burada "kendilerinden razı olduğunuzda" kaydı mevcut
olup dipnotta da rivayetin uydurma olduğu belirtilmiştir.
[647] Haz. Ömer'in gençlere danıştığına dair rivayetler için
bkz. el-Muhaddisü'1-fâsıl, s. 193 (nr. 64); Câmiu beyâni'1-ilm, I, 85.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/127.
[648] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/128.
[649] Mukaddime, s. 510.
[650] Bu konuda bazı görüşleri ve tenkidi için bkz. I, 3.
[651] îbn Sa'd, III, 458.
[652] bkz., 1,126-129.
[653] îbn Sa'd, III, 514.
[654] Buharı, Meğâzı 28.
[655] el-Furûk, II, 130.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/128-129.
[656] Heysemi, Mecmau'z-zevâid, 1,126.
[657] Suyûti, Câmiu'l-ahâdîs, II, 31-32 (nr. 4005).
[658] el-Muhaddisü'1-fâsıl, s. 163; Şerefu ashâbi'I-hadîs,
s. 31; el-Firdevs, I, 479 (nr. 1960); Cevâhirü'l-ikdeytt, I/l, 102. 8u
rivayetin tenkidi için el-Firdevs'te ilgili dipnota bakınız.
[659] Feyzü'l-Kadîr, II, 149 (nr. 1544).
[660] Tedrîbü'r-râvî, b. 333.
[661] Şinkıti'nin (ö. 1944) küçük bir manzumeden ibaret bu
eseri Remzi Sadeddin Dımaşkiyye tarafından şerhle neşredilmiştir (Beyrut
1410/1989).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/129-130.
[662] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/130.
[663] Kenzü'l-ummâl, XI, 177 (nr. 25583), 178 (nr. 25584).
[664] el-Muhaddisü'l-fasıl, s. 358 (nr. 297, 298). Aynca
bkz. Ebu Davud, Taharet 125.
[665] İbn Abdilber, Câmiu beyâni'1-ilm, I, 105-111.
[666] el-Muhaddisü4I-fâsıl, s. 358-359 (nr. 299);
Mecmau'z-zevâid, I, 160; Kenzü'l-ummâl, X, 238 {nr. 29262).
[667] Bu sözü, kendisine Muaviye'nin sorması üzerine Di'bil
en-Nessâbe de söylemiştir (Câmiu beyâni'1-ilm, 1,106).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/130-131.
[668] Buhari, iman 18, Hac 4, Tevhid 48, 56; Müslim, imân
135,136.
[669] Bu konudaki yorumlar için bkz. Nevevi, Şerhu Müslim,
I, 77-79.
[670] Bu eser İbn Merzûk el-Hatîb'in, Abdulhak b.
Abdurrahman el-Işbilî'nin el-Ahkâm adlı es.- ine yaptığı şerh olmalıdır (bkz.
Suppl., I, 634; Fihrisü'l-fehâris, I, 521).
[671] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/131-132.
[672] Müslim, Fiten 119; Ebû Davud, Melâhim 14,15.
[673] Bu isim Mâlik b. Merâre, Mâlik b. Murre veya Mâlik b.
Fezâre şeklinde kaydedilmiştir. (Üsdü'1-ğâbe, V, 48; el-İsâbe, III, 354).
[674] Metinde Yezân şeklinde geçmiştir.
[675] bkz. Hamıdullah, el-Vesaik, s. 222 (nr. 109). Burada
ısım Mâlik b. Murre şeklinde geçmiş olup "savaştığını" ifadesi de
"ayrıldığını" şeklindedir.
[676] İbn Kesir, Sire, 1,206; Keşfuzzunûn, 1,914.
[677] Cevâhirü'l-ikdeyn, 1/1,273.
[678] Keşfuzzunûn, I, 914.
[679] et-Takrîb, s 84.
[680] Ebû Davud, Edeb 23, Kenzu'l-ummâl, III, 109 (nr 5717).
[681] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/132-133.
[682] Bkz Buharı,
Zekât 51, Ahkâm 17, Musned, I, 17
Metinde hata ve düşükler mevcuttur Resulullah (sav), Hz Ömer e bir atâ
(maaş, ihsan) vermiş, Hz Ömer ise onu kendisinden daha muhtaç birine vermesini
isteyince yukarıda anılan sözü söylemiştir.
[683] Metinde bu ilk ısım düşmüştür.
[684] Buharı, Fıten 4, 28, Müslim, Fıten 1, Tırmızı, fiten
23, Ibn Mâce, Fıten 9.
[685] Enes'in rivayeti için bkz. Kenzü'l-ummâl, XV, 548 (nr.
42122); el-Firdevs, IV, 239 (nr. 6717).
Hadisin geçtiği diğer kaynaklar ve değerlendirilmesi için son esere bakınız.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/133-134.
[686] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/134.
[687] el-Câmi li-ahlâki'r-râvî, I, 158 (nr. 215); Câmiu
beygni'1-ilm, 1,103,112.
[688] el-Câmi, 1,159 (nr. 216); Câmiu beyâni'1-ilm, 1,115.
[689] Câmiu beyâni'I-ilm, 1,116. Abdullah kelimesi metinde
düşmüştür.
[690] el-Câmi U-ahlâki'r-râvî, I, 199 (nr. 347). Metinde
bazı hatalar vardır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/134-135.
[691] bkz. Sehâvi, Fethu'l-Muğîs, III, 171-172.
[692] Sılatü'I-halef, s. 249.
[693] Ashaptan
bazılarının tabiinden rivayette
bulundukları hususunda bkz. Cevâhirü'Mkdeyn, I/l, 275.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/135.
[694] el-İstîâb, 1,142.
[695] îbn Sa'd, III, 229-230.
[696] el-İstîâb, II, 71; Tehzîbü'l-esmâ, l/l, 206.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/135-136.
[697] bkz, Mustafa Fayda, "Abdullah b. Selâm",
DİA, I, 134-135.
[698] et-Târîhu's-sağîr, I, 73; A'lâmü'n-nübelâ, II, 418.
Muaz b. Cebel dört kişiyi tavsiye etmiş olup diğeri de Selman el-Fârisî'dır.
[699] bkz. İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-nihâye, VII, 234.
[700] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/136.
[701] Câmiu beyâni'l-ilm, I, 159; Kenzü'I-ummâl, XVI, 538
(nr. 45800).
[702] Câmiu beyâni'l-ilm, I, 159; Kenzü'l-ummâl, X, 301-302
(nr. 29517).
[703] Mevsûatü fıkhı Abdullah b. Mesûd, s. 13-14.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/137.
[704] Kenzü'l-ummâl, X, 243 (nr. 29291).
[705] Buhari, Hac 103; Kenzü'l-ummâl, V, 232 (nr. 12717).
[706] Hilyetüİ-evliyâ, 1,226. Ebû Zer'le ilgili benzer rivayet
için bkz. Buhari, Libâs 24; , Müslim,
îmân 154.
[707] Metinde Ebu'd-Derdâ şeklinde geçmiş olup doğrusu Ebû
Nuaym olmalıdır.
[708] Mecmau'2-zevâid, X, 300.
[709] Metinde Usûlü'l-bedâi şeklinde geçmiştir.
[710] İbn Sa'd, II, 386.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/137-138.
[711] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/139.
[712] Kenzü'l-ummâl, IX, 318 (nr. 26210). Ayrıca bkz. Age.»
K, 318 (nr. 26211), 315 (nr. 26193); Mecmau'z-zevâid, II, 97.
[713] el-Câmi li-ahlâki'r-râvî, /, 374 (nr. 861);
Mecmau'z-zevâid, V, 167-168; Kenzü'l-ummâl, VI, 659 (nr. 17259,17260).
[714] "Testennûn" kelimesi metinde
"testenkûn" şeklinde geçmiştir.
[715] Mecmau'z-zevâid, V, 167; Kenzü'l-ummâl, VI, 659 (nr.
17261).
[716] Buhari, Cuma 15. Metinde düşüklük ve farklılık vardır.
[717] Buhari, Libâs 65; Müslim, Tahâre 52-55.
[718] Ebû Davud, Libâs 14; Nesâi, Zinet 60; el-Müâtedrek,
IV, 186.
[719] Mecmau'z-zevâid, V, 164. Ayrıca bkz. Nesâi, Zinet 60.
[720] Benzer rivayet için bkz. Ebû Davud, Libâs 14;
el-Müstedrek, IV, 186.
[721] Benzer rivayetler için bkz. Mecmau'z-zevâid, II,
17-18.
[722] Age,V,30.
[723] Kenzü'l-ummâl, XV, 260 (nr.
40868).
[724] Müslim, Libâs 27. Amr kelimesi metinde Ömer şeklinde
geçmiştir.
[725] Mecmau'z-zevâid, V, 128.
[726] Feyzüİ-Kadîr, I, 555 (nr. 1142, 1143); Mecmau'z-zevâid,
V, 119; Kenzü'l-ummâl, XV, 305 (nr. 41135). Hilm kelimesi metinde
"hubb" şeklinde geçmiştir.
[727] Bu eser Muhammed Haşim en-Nedvî (Haydarabad 1354) ve
Hişâm Neşşâbe tarafından et-Türâsü't-terbeviyyi'1-İslâmi fi hams mahtûtât adlı
eser içinde (Beyrut 1988, s. 93-187) neşredilmiştir. Bu eser içinde neşredilen
diğer kitaplar da İbn Sina'nın Kitâbü's-Siyâse, Gazzâli'nin
Minhâcü'l-müteallim, İbn Hacer el-Heytemi'nin Tahrirüi-makal fi âdâbin ve
ahkâmın yahtâcü ileyhâ müeddibü'l-etfâl'dır. Nasîrüddin et-Tûsî'nin de
Adâbü'l-müteallimîn adlı bir risalesi Yahya el-Haşşâb tarafından neşredilmiştir
(Mecelletü Ma'hedi'l-mahtûtâti'l-Arabiyye, III, Kahire 1957, s. 267-284).
[728] Muhammed b. Cafer el-Harâitî'nin (ö. 327/939) bu
konuyla ilgili iki eseri Mekârimü'l-ahlâk ve MesâviÜ'l-ahlâk adlarını taşımakta
olup ilk eserin Hafız Ebû Tahir Ahmed b. Muhammed es-Selefî tarafından kaleme
alınan el-Müntekâ min kitabi Mekârimi'l-ahlâk ve meâlîhâ ve mahmûdi tarâikihâ
adlı versiyonu Muhammed Muti' el-Hâfız ve Gazve Büdeyr tarafından
neşredilmiştir (Dımaşk 1406/1986).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/139-142.
[729] bkz. Kenzü'l-ummâl, XIII, 396 (nr. 37061). Burada İbn
Abbas'ın "alimlerimize ve büyüklerimize böyle davranmakla emrolunduk"
dediği, buna karşılık Zeyd b. Sabit'in de onun elini öperek "biz de
peygamberimizin ailesinden olanlara böyle davranmakla emrolunduk" dediği
kaydedilmiştir.
[730] Müsned, I, 257, II, 207; Tirmizi, Birr 15; el-Müstedrek, 1,122.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/142.
[731] Müslim, Salât 122,123.
[732] Kenzü'I-ummâl, VII, 626 (nr. 20591).
[733] Ahkâmu'I-Kur'ân, IV, 1760-1761. İbn Abbas'la ilgili bu
rivayetin teferruatı için bkz. Buhari, Tefsir 110/3; Hilyetü'l-evliya, I, 317.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/142-143.
[734] bkz. er-Rihle fi talebi'l-hadîs, s. 97-108.
[735] bkz. İbn Abdilber, Câmiu beyâni'1-ilm, s. 12-13.
[736] Buharı, İlim 19; el-Câmi li-ahlâki'r-râvî, II, 225;
er-Rihle fi talebi'1-hadî.s, s.110.
[737] Ayetin tamamı şöyledir: "Onlar tevbe eden, ibadet
eden, hamdeden, seyahat eden, rüku eden, secde eden, iyiliği emredip kötülükten
sakındıran ve Allah'ın (yasak) sınırlarını koruyan insanlardır, O mü'minleri
müjdele" (Tevbe 9/112).
[738] er-Rihle fi talebi'l-hadîs, s. 95.
[739] Bu eserin adı er-Rihle fi talebi'l-hadîs olup Nureddin
Itr tarafınden neşredilmiştir (Beyrut 1395/1975). Bu konuda ayrıca bkz. Hatib,
el-Câmi li-ahlâki'r-râvî, II, 223-248.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/143-144.
[740] Cevâhirü'I-ikdeyn, I, 93-94; Mecmau'z-zevâid, I,
123-124.
[741] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/144.
[742] Müsned, V, 261; Mecmau'z-zevâid, 1,190; el-Kussâs
ve'l-müzekkirîn,s. 15. krş. Ebû Davud, İlim 13.
[743] Mecmau'z-zevâid, I, 190.
[744] Müsned, IV, 233, VI, 29.
[745] Ebû Davud, İlim 13. Burada "mütekellif"
yerine "muhtâl" {kendini beğenmiş, gururlu) kelimesi geçmektedir.
Emirden maksat yönetici, me'mur ise onun bu konuda yetkili kıldığı kimse veya
alimler gibi Allah tarafından buna memur kılınan kimse demektir
(Mirkâtü'l-mefâtîh, I, 245. Ayrıca bkz. Hattâbi, IV, 72).
[746] Konu başından buraya kadar verilen bilgilerin hepsi
Mecmau'z-zevâid'den (1,190) nakledilmiştir.
[747] Ali el-Kârî, Mirkâtü'l-mefâtîh, I, 245.
[748] el-İklîl, s. 158.
[749] İhyâu ulûmi'd-dîn, I, 52. Metinde bazı hatalar mevcut
olup aslına bakılmalıdır.
[750] Zebîdi, İthâfu sâdeti'l-müttakîn, I, 244-245.
[751] Bu eser Muhammed Said b. Besyûni Zağlûl tarafından
neşredilmiştir (Beyrut 1406/1986).
[752] Zeynüddin el-Irâkî'nin eseridir (GAL, II, 78).
[753] Suyûti'nin Tahzîrü'I-havâs min ekâzîbi'l-kussâs (nşr.
Muhammed Sabbâğ, Beyrut 1973) adlı eseri olmalıdır.
[754] Zebidi, a.g.e., I, 246; İbnü11-Cevzî, el-Kussâs
ve'1-müzekkirîn, s. 22-25.
[755] el-Kussâs, s. 20.
[756] İbn Sa'd, VIII, 476.
[757] Metinde, burada ve aşağıda Esved b. Süvay' şeklinde
geçmiştir.
[758] İbn Sa'd, VII, 46.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/145-147.
[759] Metinde Miftâhu'1-ulûm şeklinde geçmiştir.
[760] krş. Miftâhu's-saâde, II, 380. Burada, yukarıda anılan
bilgilerin az bir kısmı geçmektedir.
[761] Suyûti'nin el-Menhecü's-sevî (et-Tıbbü'n-nebevî) adlı
eseri Hasan Muhammed Makbul el-Ehdel tarafından neşredilmiştir. (Beyrut-San'a
1406/1986). Bu konuda yazılmış meşhur kitapların bir listesi için bkz. Age.,
naşir mukaddimesi, s. 37-39.
[762] Keşfuzzunûn, II, 1095,1882.
[763] Zehebi'nin et-Tıbbü'n-nebevî adlı eseri Ahmed Rıfat
el-Bedrâvî tarafından da neşredilmiş
olup (Beyrut 1410/1990,
III. baskı) Suyûti'nin
eseri ile karşılaştırıldığında
tertipleri farklı olduğu gibi Suyûti'nin eserinin daha hacimli ve daha fazla
konulara yer verdiği görülür, ibn Kayyim'in et-Tıbbü'n-nebevî adlı eseri de
Abdühlâlık Adıl Ezheri (Kahire 1377/1957) ve Abdülkâdir el-Arnaut-Şuayb
el-Arnaut tarafından neşredilmiştir (Beyrut 1983). Abdüllatif el-Bağdâdî
el-Tıbb mine'l-Kitâb ve's-Sünne (nşr. Abdülmu'ti Emin Kal'aci, Beyrut
1406/1986), Mahmud Nazım en-Nesimî de modern tıpla karşılaştırmalı olarak
et-Tıbbü'n-nebevî ve'1-ilmü'l-hadîs (I-III, Beyrut 1404/1984) adlı bir eser
yazmıştır. N. Perron'un La Medecine du Prophete (Paris-Alger 1860) adlı eseri
ile Suyûti ve Mahmud b. Muhammed el-Cağayni'ye ait eserlerin Cyril Elgood
tarafından yapılan ingilizce tercümesini de (Tıbbu'n-Nabbi or Medicine of
Prophet, Bruges 1962) zikretmek gerekir.
[764] îbn Tarhân'ın (ö. 720/1320) bu eseri basılmıştır
(Kahire 1374/1955).
[765] Bu zatın el-Manzûmetü't-tıbbiyye fi'1-ilâcât
ve'1-edviyeti'l-merdiyye ve ed-Dürerü'l-mahmûle ve'1-hediyyetü'l-makbûle fi
huleli't-tıbbi'l-me'mûle adlı eserleri mevcut olup sonuncusu
el-Hediyyetü'1-makbûle fi ilmi't-tıbb (Kahire 1291, 49 sayfa) adıyla
basılmıştır (Serkis, I, 373; Suppl., II, 713).
[766] Bu rivayetler için bkz, Suyûti, et-Tıbbu'n-nebevî, s.
345-346.
[767] Davud el-Antâki burada Ibn Abbas'tan iki rivayet nakletmiş
olup sonuncusunda "çöl develeri" (el-ibilu'1-berrıyye) ifadesi
geçmektedir.
[768] Antâki, Tezkire, I, 8,10-11. Mülâibü11-esinne, Ebû
Berâ Amir b. Malik el-Kilâbfdir (bkz. Üsdü'1-ğâbe, III, 140; el-İsâbe, II, 25S.
Bu kaynaklarda, Hz. Peygamber'in bir tulum bal gönderdiği kaydedilmiştir).
[769] Mecmau'z-zevâid, V, 100-101.
[770] es-Sünenü'1-kübrâ, VII, 256-257; İbn Kesir, Sire, IV,
594.
[771] et-Turuku'I-hükmiyye, s. 286.
[772] ZâdÜ'I-meâd. IV, 223; Sifrü's-saâde, s. 239-240.
[773] Mukaddime, s. 465.
[774] Buhari, Tıbb 4.
[775] el-İklîl, s 128. Ayrıca bkz. Kurtubi, Tefsir, VII,
192.
[776] Suyûti, et-Tıbbu'n-nebevî, s. 152.
[777] Müsued, IV, 132; Tirmizi,
Zühd 47; İhya, II, 5-6, III, 103; Suyûti, age., s. 151.
[778] Kurtubi, Tefsir, VII, 192.
[779] İhyâu ulûmi'd-din, III, 111.
[780] ZâdÜ'1-meâd, IV, 18.
[781] Müsned, VI, 242; İbn Mâce, Tıb 5; Suyûti,
et-Tıbbu'n-nebevî, s. 233.
[782] bkz. II, 212.
[783] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/148-153.
[784] Buhari, İlim 41.
[785] Ebû Davud, İlim 11. Amr, metinde Ömer şeklinde
geçmiştir. Aynı bilgi için bkz. Fethu'1-Bârî, 1,322.
[786] Mecmau'z-zevâid, 1,191, VIII, 264.
[787] Ayetin tamamı şöyledir: "Andolsun ki biz Musa'yı
da 'kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara Allah'ın gönlerini hatırlat'
diye âyetlerimizle göndermiştik. Şüphesiz bunda sabreden, şükreden harkes için
ayetler (ibret verici işaretler) vardır".
[788] Burada kaydedilen kelimelerin geçtiği birer ayet örnek
olarak parantez içinde zikredilmiştir.
[789] Müsned, I, 444.
[790] Fethu'1-Bârî, I, 322.
[791] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 3/153-154.
[792] Buhari, Mevâkit 18.
[793] Fethu'1-Bâri, III, 227.
[794] Müsned, IV, 36.
[795] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/155.
[796] Mürûcu'z-zeheb, III, 39-41. Kettâni bu bilgiyi özetle
vermiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/155.
[797] Keşfü'l-haffi, II, 89 (nr. 1766);
el-Mekâsıdu'1-hasene, s. 310. Bazı rivayetlerde"ilim", bazılarında
"hikmet" ifadesi geçmiş olup bu konuda bkz. Beyhaki, el-Medhal, s.
283-285 (nr. 412-413); Sehâvi.age., 310-312 (nr. 415); Aclûni, age., I, 435-436
(nr. 1159).
[798] bkz. 1,130-131.
[799] Benzeri bir rivayet için bkz. Ebû Davud, Sünne 5.
[800] Câmiu beyâni'1-ilm, I, 9-10; Kenzü'l-ummâl, X, 138
(nr. 28697, 28698).
[801] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/155-156.
[802] Câmiu beyâni'1-İlm, 1,119.
[803] Age., 1,119-120.
[804] Metinde îbn Ebi Hayseme şeklinde geçmiştir. Ebû
Hayseme'nin Kitâbu'l-ilm'i Salih Tuğ tarafından neşredilmiştir. (Zuheyr'ubn
Harb ve Kitâb'ul-ilm Adlı Eseri, İstanbul 1984). Ebû Hayseme'nin çağdaşı Haris
el-MuhaBİbî'nin de aynı adlı bir eseri vardır (Tuğ, s. 53).
[805] Câmiu beyâni'1-ilm ve fadlih, 1,16 v.d.
[806] Zebîdi, ithâfu sâdeti'l-müttakîn, I, 64-129.
[807] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 3/156-157.
[808] Hilyetü'l-evliyâ, I, 320-321.
[809] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/157-158.
[810] İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, V, 278 (nr. 26058), VII,
158 (nr. 34957). Metinde bazı kelimeler farklı olup tercümede ana kaynak eses
alınmıştır.
[811] Kadı Iyaz, Buğyetü'r-râid, s. 38. Buradaki ifade
"Hak konusunda bana yardımcı olmaBi için bazı oyunlarla
dinlendiririm" şeklindedir.
[812] Age., s. 38.
[813] Aynı yer.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/158-159.
[814] eş-Şemâil, s. 128.
[815] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/159.
[816] Bu hadis için bkz. Buhari, Nikâh 82; Müslim,
Fedâilu's-sahâbe 92; eş-Şemâil, s. 129-137. Tercümesi için bkz. Tecrid-i Sarih
Tercemesi, XI, 306-312; M. Yaşar Kandemır, al-Kâdî İyâd ve Buğyat ar-râid fîmâ
fî hadis Umm Zar' min al-favâid, istanbul 1977 (yayımlanmamış doktora tezi), s.
65-69.
[817] Kadı lyâz, Buğyetü'r-râid, s. 37.
[818] Bu paragrafta verilen bilgi için bkz. Kadı Iyaz, s.
37-39.
[819] ibn Ebi Üveys İsmail b. Abdullah olacaktır.
[820] Kadı Iyâz'ın Buğyetü'r-râid limâ tadammenehu hadisu
Ümmü Zer mine'l-fevâid adlı bu eseri Salahuddin el-îdlibî, Muhammed Hasan
Ecânif ve Muhammed Abdüsselam eş-Şerkâvî tarafından neşredilmiştir (Rabat
1395/1975). M Yaşar Kandemir de dört nüshasını esas alarak eseri neşre
hazırlamıştır (bkz. dipnot 757). Esere şerh yazanlar için bkz. M. Yaşar
Kandemir, s. 51-57.
[821] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/159-162.
[822] Üsdü'l-ğâbe, V, 351-352.
[823] Metinde Iyad b. Mus'ab şeklinde geçmiştir.
[824] Üsdü'I-ğâbe, V, 352. Ayrıca bkz. Umdetü'1-kârî, XIX,
246.
[825] el-İsabe'de Abdan b. Musab şeklinde yanlış geçmiştir
(krş. Aiâmü'n-nübelâ. VIII, 517, XII, 312).
[826] Metinde Süfyan b. Harb şeklinde geçmiştir, krş.
Üsdü'1-ğâbe, VI, 145.
[827] Metinde Ömer b. Şîrîn şeklinde geçmiştir.
[828] Bu paragrafta verilen bilginin hepsi el-İsâbe'den
(III, 570) alınmıştır. Son rivayet için bkz. Abdürrezzak es-San'anî,
el-Musannef, XI, 209 (nr. 20346).
[829] İbn Asâkir, Târihu Medineti Dımaşk (Ayn harfi
biyografileri), nşr. Şükri Faysal ve dğr., Dımaşk 1402/1981, IV, 344.
[830] Metinde Abd b. Huzâfe şeklindedir.
[831] Kenzüİ-ummâl, XIII, 490-491 (nr. 37281).
[832] Kettâni bu rivayeti Sehavi'den nakletmiş olup söz de
ona aittir. İbn Ebi Davud adı da metinde "Ebû Davud'un Sünen'inde"
şeklinde yanlış kaydedilmiştir.
[833] el-Mekâsıdü'1-hasene, s. 103-104 (nr. 95). Ayrıca bkz.
EbÛ Ya'la, Müsned, VII, 344 (nr. 4381); Fethu'1-Bârî, XIII, 108 (Buhari, Enbiya 2);
Mecmau'z-zevâid, VIII, 88.
[834] el-Mekâsıdü'1-hasene, s. 104.
[835] bkz. Üsdü'1-ğâbe, II, 148; Meydânı, Mecmau'l-emsâl,
II, 184.
[836] Metinde Beni Fethullah b. Sa'lebe şeklinde geçmiştir.
[837] Bu bilgiler için bkz. Mecmau'l-emsâl, II, 184-185.
[838] bkz. Üsdü'1-ğâbe, II, 149. Metindeki düşük ve hatalar
buradan tashih ve ikmal edilmiştir.
[839] Metinde Ebu'l-Gusayn t>. Sabit şeklinde geçmiştir.
[840] Tâcü'1-arûs, X, 68 (cha maddesi); A'lâmü'n-nübelâ,
VIII, 172-173; Ch. Pellat, "Etjuha", El, II, 590-592.
[841] bkz. Suppl., II, 538;
Kehhâle, XI, 161.
[842] Suppl., I, 347.
[843] GAL, 1,176, Suppl, I, 278.
[844] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/162-168.
[845] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/168.
[846] Ahkâmu'l-Kur'ân, II, 41. Metindeki bazı hata ve düşükler
için bu esere bakınız.
[847] Age., II, 213-214.
[848] Metinde el-Ibtihâc şeklinde, Tâcüddin de. Takiyüddin
şeklinde geçmiş olup Takiyüddin es-Sübkî bu zatın babası, el-İbtihâc da Nevevi'nin furûa dair Minhâcü't-tâlibîn
adlı eserine onun yaptığı şerhtir.
[849] el-İbhâc, I, 8-9. Metindeki hata ve düşükler için asıl
kaynağa bakılmalıdır.
[850] Cevceri'nin (ö. 889/1484) de Hemziyye şerhi vardır
(Kehhâle, X, 260).
[851] Metinde şahıs adı Ebû Ubeyd, eseri de Kitâbü'l-Mecâbî
şeklinde geçmiştir. Ebû Ubeyde ve Mecâzü'l-Kur'ân'ı için bkz. El, 1,158.
[852] Tabakâtü'l-fukahâ, s. 17. Metindeki bazı hatalar için
aslına bakılmalıdır.
[853] Age., s. 91-92.
[854] Buhari, İlim, 9.
[855] Bâcüri, Hâşiyetü's-SüUem, s. 16.
[856] Burada Ebubekr er-Râzî, Ebû Said el-Birdaî,
Fahrulislam el-Pezdevî, Şemsül-eimme es-Serahsî, imâm Malik, eski görüşünde
Şâfıî ve bir rivayette de Ahmed b. Hanbel'e göre, içtihad sözkonusu hususlarda
sahabi görüşünün sahabi olmayanlar için sünnet seviyesinde sayıldığı
kaydedildikten sonra zayıf bir görüş olarak yukarıda işaret edilen husus
zikredilir.
[857] Fevâtihu'r-rahamût, II, 186.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/168-171.
[858] tbn Sa'd, VI, 110.
[859] Müslim, Musâkât 87.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/171-172.
[860] Metinde Zehebi şeklinde geçmiştir.
[861] Buhari, Zekât 1, î'tisâm 2; Müslim, îmân 32. Hadisle
ilgili geniş açıklama için bkz. Tecrid-i Sarih Tercemesi, V, 20-24.
[862] Ebû Ishak eş-Şirâzî, Tabakât, s. 18-19.
[863] bkz. 1,139.
[864] Buhari, Fedâilu's-sahâbe 3; Müslim, Fedâilu's-sahâbe
2. Nevevi'den yapılan nakil burada sona ermiştir (Tarîhu'l-hulefâ, s. 46-47;
Tehzibü'1-esmâ, 1/2,190).
[865] Buhari, Ezan 54; Ebû Davud, Salât 60.
[866] tbn Kesir, el-Bidâye ve'n-nihâye, V, 236.
[867] Târihu'l-hulefâ, s. 47.
[868] Age., s. 96-104.
[869] Age., s. 49.
[870] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/172-174.
[871] Tirmizi, Menâkıb 20. Burada ilim yerine hikmet geçtiği
gibi hadisin de garib-münker olduğu belirtilmiştir. Suyûti'nin
Târihu'l-hulefâ'da kaydettiği (s. 187) rivayet ise metinde geçtiği gibidir.
[872] Suyûti, age., s. 187. Ayrıca bkz. Keşfü'1-hafâ, I,
235-237 (nr. 618); el-Mekâsıdü'l-hasene, s. 169-171 (nr. 189).
[873] bkz. I, 4 (Karafı, el-Furûk, IV, 167).
[874] Suyûti, s. 188.
[875] Aynı yer.
[876] bkz. El, II, 376.
[877] Mukaddime, s. 445.
[878] bkz. İbn Manzûr, Muhtasara Târîhİ Dımask, VI, 249-250.
[879] Buhari, tlim 42. Aynca bkz. dipnot 597.
[880] Sılatü'l-halef, s. 354.
[881] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/174-176.
[882] Deylemi, el-Firdevs, IV, 376-377 (nr. 7094).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/176.
[883] bkz. 1,83.
[884] bkz. Ebussuud, Tefsir, 1,46.
[885] Vahidi, Esbâbü'n-nüzûl, s. 12.
[886] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/176-177.
[887] Halid b. Velid'le ilgili olarak verilen bilgiler için
bkz. Üsdü'l-ğâbe, II, 109-112; îbn Manzûr, Muhtasara Târihi Dımaşk, VIII, 5-28.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/177-178.
[888] Sözün bu kısmı İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir
(bkz. Üsdü'1-ğâbe, IV, 162; Kenzü'l-ummâl, XII, 588, nr. 35826).
[889] Kenzü'l-ummâl, XII, 588 (nr. 35828), 596 (nr. 35859).
[890] Bu hadis için bkz. Müsned, 1,182; tbnül-Cevzî,
Menâkıbu Ömer b. Hattâb, s. 23.
[891] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 354.
[892] Age., XVIII, 355.
[893] Alexandre Mazas, Les Hommes illustrâa de l'Orient, MI,
Paris 1847 (Başlangıçtan Fatih'e kadar kronolojik olarak düzenlenmiştir).
[894] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/178-179.
[895] Benzeri bilgi için bkz. tbn Şebbe, II, 686.
[896] tbn Sa'd, III, 293; İbn Şebbe, II, 692.
[897] İbnü'l-Cevzî, s. 134. Metindeki hatalar için aslına
bakınız.
[898] Aynı yer; tbn Sa'd, III, 287. Metindeki hatalar için aslına bakınız.
[899] Kenzü'l-unımâl, XII, 592 (nr. 35841). "His"
kelimesi metinde "kasen" şeklinde geçmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/179-180.
[900] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/180.
[901] Mecmau'z-zev&id, IX, 329, 330.
[902] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/180.
[903] İbn Sa'd, III, 556-557; Üsdü'1-ğâbe, II, 451. Bu
sahabi Ebû Dücâne künyesiyle meşhurdur.
[904] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/181.
[905] Ali el-Kârî, Şerhu Müanedi Ebî Hanife, s. 127.
"En fakih olanı" ifadesi metinde "en faziletli olanı"
şeklinde geçmiştir.
[906] bkz. Raşit Küçük, "Abâdile", DİA, I, 7.
[907] el-K&mûs, "abd" mad.
[908] bkz. Sehâvi, Fethu'l-Muğîs, III, 118-119.
[909] Sıhâh, "abd" mad. (îbn Ömer, İbn Abbas ve
İbn Amr zikredilmiştir).
[910] bkz. Sıhâh, "abd" mad (Müessesetü'r-risâle
neşri, s. 379, dipnot 1).
[911] îbn Âbidin, Nesemâtü'l-eshâr, s. 197.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/181-182.
[912] Bu rivayetler için bkz. Buhari, Fedâilü'l-ashâb 21;
Müsned, III, 133, 175, 184; Tirmizi, Menâkıb 32; Kenzü"l-umınâl,XI,
713-714 (nr. 33479-33482, 33484), XIII, 258 (nr. 36761).
[913] bkz. Fethu'1-Bârî, XIV, 241.
[914] Metinde İbn Necîh şeklinde geçmiştir.
[915] Îbn Sa'd, III, 413; Kenzü'l-ummfil, XIII, 258 (nr.
36761).
[916] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/182-183.
[917] el-İsâbe, 1,51-52.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/183-184.
[918] ez-Zühd, g. 286; el-İsâbe, 1,102.
[919] Tehzibü'1-esmâ, I/l, 62-63. Metindeki hatalar için hu
esere bakınız.
[920] ez-Zühd, s. 286.
[921] el-İBâbe, 1,100-101.
[922] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/184-185.
[923] Müsned, VI, 62; Mecmau'z-zevâid, IX, 81-82. Müslim
(Fedailü's-sahabe 26) tarafından nakledilen rivayette "iki uyluğu veya iki
baldırı" ifadesi vardır.
[924] Muhtasaru Târihi Dımaşk, XVI, 132;Mecmau'z-zevâi<L
IX, 82.
[925] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/185-186.
[926] îbn Sa'd, II, 15.
[927] Uyuz devenin kaşınmayla iyileşmesi gibi, görüşüyle
şifa bulunanlarız.
[928] îbn Sa'd, III, 567-568;
Üsdü'1-ğâbe, I, 436.
[929] Muhtasaru Târihi Dımaşk, XIX, 236. Ubeydullah metinde
Abdullah şeklinde geçmiştir.
[930] Mecmau'z-zevâid, IX, 352.
[931] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/186.
[932] Fethu'1-Bârî, VI, 121 vd.; el-İsabe, 1,489, III, 33.
Ayrıca bkz. İbn Sa'd, III, 167-168.
[933] el-Kâmûs, "harbak" mad.
[934] el-İsâbe, 1,486.
[935] Üsdü'1-ğâbe, IV, 180.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/186-187.
[936] Metinde Uhayha şeklinde geçmiştir.
[937] Üsdü'1-gâbe, U, 392; Subhu'1-a'sâ, 1,452. Adı geçen
Said, Said b. Âs b. Said b. Âs b. Ümeyye'dir.
[938] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/187.
[939] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/187-188.
[940] Müsned, III, 261; Müstedrek, III, 353;
Mecmau'z-zevâid, IX, 312. Metinde "fie" (topluluk) kelimesi
"m«"(yüz) şeklinde geçmiştir.
[941] ibn Sa'd, III, 505.
[942] Müstedrek, III, 352.
[943] Mecmau'z-zevâid, IX, 312.
[944] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/188.
[945] bkz. Üsdü'l-ğabe, II, 423.
[946] bkz. Muhtasaru Târihi Dımaşk, X, 85.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/188.
[947] el-İstiâb, III, 389. Ayrıca bkz. Üsdü'1-ğâbe, V, 248;
Muhtasara Târihî Dımask, XIX, 249-250.
[948] Behcetü'I-mecâlis, 1,424. Burada Zıyâd'ın da büyük ve
küçük işlerde deha olduğu kaydedilmiştir.
[949] bkz. A'lâmü'n-nübelâ, III, 22.
[950] Age., III, 30.
[951] bkz. A'lâmü'n-nübelâ, III, 108.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/188-189.
[952] Metinde Kays b. Ubâde şeklinde geçmiştir.
[953] Age., III, 106; el-İstiâb, III, 230;Muhtesaru Târihi
Dımask, XXI, 107. Metindeki bazı hatalar için bu kaynaklara bakınız.
[954] Muhtasara Târihi Dımask, XXI, 113-114.
[955] İbn Abdilber, Kays'ın pantplonuyla ilgili haberin
isnadsız ve uydurma olduğunu söyler (el-İstîâb, III, 231; Üsdü'1-ğâbe, IV,
427).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/189-190.
[956] Üsdü'1-ğâbe, IV, 180.
[957] Subhu'1-a'sâ, I, 447.
[958] Muhtasara Târihi Dımask, VI, 35.
[959] Subhu'l-a'şâ, I, 447-448. Ali kelimesi metinde
düşmüştür.
[960] İbn Sa'd, IV, 13.
[961] İbn Sa'd, IV, 23.
[962] İbn Hişâm, Sire, II, 632-633.
[963] Buhari, Meğâzı 65.
[964] Fethu'1-Bârî, XVI, 201; Muhtasara Târihi Dımaşk, XXI,
113. Muâviye ondan pantolonunu isteyince, Kays bir kenara çekilerek pantolunu
çıkarıp vermiş. Muâviye "Allah sana rahmet etsin, bunu kastetmiş değildim,
evine gidip gönderseydin!" deyince, o da bu şiirle karşılık vermiştir.
Metindeki hatalar için anılan kaynaklara bakınız.
[965] Tehzîbü'1-esmâ. 1/2, 52. Ayrıca bkz. dipnot 888.
[966] Metinde Talha b. Huveylid şeklinde geçmiştir (krş.
Üsdü'1-ğâbe, III, 95).
[967] Mecmau'z-zevâid, 1,140.
[968] tbn Sa'd, VII, 63.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/190-192.
[969] Subhu'1-a'şâ, 1,448.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/193.
[970] Age., 1,453.
[971] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/193.
[972] Umdetül-kâri, XIII, 361;Mirkâtü'l-Mefâtîh,IV, 596.
[973] Feyzü'l-Kadir, I, 242.
[974] Bu bilgi için bkz. Kenzül-ummâL XIII, 326 (nr. 36920).
[975] Müsned, III, 359-360.
[976] Îbn Ebi Şeybe, et-Mıuannef, XII, 153;Kenzü'I-ummâl,
XIII, 326 (nr. 36922).
[977] Kenzü'l-ummâl, XIII, 327 (nr. 36924).
[978] Metinde Ümmü'l-Kaddâb şeklinde geçmiştir.
[979] Age., XIII, 328 (nr.
36928), 329 (nr. 36929).
[980] Şemail, s. 115 (nr. 230).
[981] Buhari, Cihâd 162; Kenzü11-ummâl, XIII, 326 (nr.
36921).
[982] Şemail, s. 112
(nr. 222).
[983] bkz. 1,113.
[984] bkz. 1,265.
[985] bkz. I, 265-266.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/193-195.
[986] bkz. Subhu'1-a'şâ, I, 447. Burada Abdurrahman ve Kesir
dışında kalan beş kişi zikredilmiştir.
[987] İbn Sa'd, VIII, 278.
[988] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/195.
[989] el-lsâbe, II, 352. Burada yaş farkının oniki,
Subhul-a'şa da (I, 446) ise onüç olduğu kaydedilmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/196.
[990] el-Fetâva'1-Bezzâziyye, V, 133.
[991] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/196.
[992] bkz. 1,281.
[993] el-îsâbe, 1,546.
[994] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/196.
[995] bkz. I, 281.
[996] Mefâtîhu'l-ulûm, s. 72.
[997] Bu kısım ile bir sonraki cümlede geçen Fârisiyye
kelimesi metinde düşmüştür.
[998] Reddü'I-muhtfir, 1,483.
[999] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/196-197.
[1000] Kitâbü'1-İlm, s. 106.
[1001] Zebidi, İthaf, I, 235.
[1002] Tehzibü'1-esmâ, 1/2, 5.
[1003] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/197.
[1004] Tezkiretü'l-huffâz, 1,17.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/198.
[1005] UyûnÜ'I-eser,
II, 276; es-Sîretü'l-Halebiyye,III, 100.
[1006] îbn Hişâm, II, 518; îbn Kesir,
es-Sire, IV, 6. Bu iki kaynakta "bin dinar" olan bilgi,
metinde "iki bin dinar" şeklinde geçmiştir, tçinde bulunulan
şartların zorluğundan dolayı bu orduya "güçlük ordusu* anlamında
ceyşü'1-usre denmiştir.
[1007] Bu konuda çeşitli rivayetler için bkz.
es-Siretü'1-Halebiyye, III, 100.
[1008] Abdurrahman adı metinde Abdullah şeklinde geçmiştir.
[1009] Metinde sekiz yüz şeklinde geçmiştir.
[1010] Tirmizi, Menâkıb 18; Müsned, IV, 75; Müstedrek, III,
102; Hilyetü'l-evliyâ, I, 59; îbn Kesir, age., IV, 398.
[1011] Tirmizi, Menâkıb 18; İbn Kesir, IV, 6; Kenzü'l-ummâl,
XI, 593 (nr. 32845).
[1012] İlgili yerde Tirmizi'nin böyle bir sözü mevcut olmayıp
Ebû.Ya'la'ya ait sözkonusu rivayet Muttaki el-Hindî tarafından zikredilmiştir.
[1013] Kenzü'l-ummâl, XIII, 62 (nr. 36257).
[1014] Mîzânü'l-i'tidâl, I, 176. "Yesteinuhu"
kelimesi metinde "yesteslifuhu" şeklinde geçer.
[1015] ibn Sa'd, III, 58.
[1016] îbn Sa'd, III, 107.
[1017] bkz. el-İsâbe, II, 26;Fethu'l-Bârî, XIX, 278.
[1018] Muhtasara Târihi Dımaşk, XXV, 208, 213.
[1019] Age.,XVI,347.
[1020] Buhari, Menâkıb 28.
[1021] Nesİmü'r-riyâz, I, 328; Muhtasara Tfirîhi'd-Dımask,
VII, 238.
[1022] Age,, XIV, 362;
Üsdü'1-ğâbe, III, 485; ibn Sa'd, III, 136.
[1023] Muhtasara Târîhi Dımaşk, XIV, 361. Burada "Allah
yolunda" ifadesi vardır.
[1024] Üsdüi-ğâbe, III, 481; el-İsâbe, II, 396.
[1025] Üsdü'l-fcâbe, III, 483; Hilyetü'l-evlİyâ, 1,99;
Muhtasara Târîhi Dımask, XIV, 351. Metinde düşüklük olup tercüme bu
kaynaklara'göre yapılmıştır.
[1026] Tirmizi, Menâkıb 25. Burada "hadika" ve
"biat" kelimeleri yanlış olarak "Huzeyfe" ve
"yeb'asu" şeklinde geçmiş, Tuhfetü'I-ahvezfde ise (X, 253) metindeki
gibi doğru kaydedilmiştir.
[1027] Üsdü'I-ğ&be, III, 484; Muhtasara Târihi Dımask,
XIV, 351.
[1028] Age., XIV, 362;
Fethu'1-Bârî, XIX, 281.
[1029] Fethu'1-Bârî, XII, 213. Zübeyr b. Avvâm'ın malının
tümünün 50.200.000 (dirhem) olduğu söylenmiştir.
[1030] Age.,XIX,281.
[1031] îbn Sa'd, III, 136; el-îstîâb, II, 396; Muhtagaru
Târîhi Dımaşk,X/V, 362.
[1032] el-İstîâb, II, 396.
[1033] Metinde Yurkân şeklinde geçmiştir <krş.
Tehzîbü't-Tehzîb, II, 84).
[1034] Hilyetü'l-evlİyâ, I, 99; Muhtasara Târîhi Dımaşk, XIV,
359.
[1035] İbn Sa'd, III, 126.
[1036] Mürûcu'z-zeheb, II, 341-342. Metindeki hata ve
düşükler için bu kaynağa bakınız.
[1037] îbn Sa'd, III, 109-110. Ayrıca bkz. Fethu'1-Bârî, XII,
213-215.
[1038] Mürûcu'z-zeheb, II, 342. Ayrıca bkz. tbn Sa'd, III,
221.
[1039] Bu meblağ yıllık ve dirhem olmalıdır. Ayrıca yukarıda
verilen günlük "bin dinar" ifadesi de "bin dirhem"
olmalıdır (krş. İbn Sa'd, III, 221).
[1040] Metinde Teym kelimesi Temîm, bu da Temimi şeklinde
geçmiştir (krş. Üsdü'1-ğâbe, III, 9).
[1041] İbn Sa'd, III, 221. Vefatında emlak ve mallarının
değeri otuz milyon dirhem, nakit parası ise iki milyon ikiyüz bin dirhem ve
ikiyüz bin dinardı (İbn Sa'd, III, 221-222).
[1042] İbn Sa'd, III, 222.
[1043] Mısır'da 44. 93, Tunus'ta 53.9, Suriye'de 256.4 kg.
olan bir ağırlık ölçüsü.
[1044] İbn Sa'd, III, 222.
[1045] Mürûcu'z-zeheb, II, 342-343. Metindeki hata ve
düşükler için bu esere bakınız.
[1046] Muhtasara Târihi Dımaşk, XVI, 248. Burada ilaveten
ikiyüz elli bin dinar, Rebeze'de bin deve, Birieris ve Vadilkurâ'da tasadduk
ettiği ikiyüz bin dinar değerinde malı bırakmış olduğu kaydedilmiştir.
[1047] el-İsabe, I, 380.
[1048] Müsned, VI, 115; İbn
Sa'd, III,
132.
[1049] Evlerle ilgili bilgi için bkz. Muhtasara Târihi
Dımask, XIX, 232.
[1050] Tehzîbü'1-esmâ, 1/2, 26. Bu görevi için bkz. İbn Sa'd,
VI, 23.
[1051] el-İsabe, I, 364.
[1052] İbn Sa'd, IV, 267.
[1053] İbn Sa'd, VII, 18.
[1054] Daha önce de geçtiği üzere bu dinar değil dirhem
olmalıdır.
[1055] Müsned, IV, 197,202.
[1056] İbn sa'd, III, 132; Muhtasara Târihi Dımaşk, XIV, 347.
Ayrıca bkz. dipnot 1064.
[1057] Muhtasara Târihi Dımaşk, V, 68; Nesîmü'r-riyâz, I,
326.
[1058] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/198-204.
[1059] Metinde Zeyneb şeklinde geçmiştir.
[1060] Mecmau'z-zevâid, IX, 173.
[1061] Üsdü'1-ğâbe, VII, 367; el-tsfibe, IV, 492; Mecmau'z-zevâid,
IV, 271-272.
[1062] Fethu'I-Bârî, XIX, 245.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/204-205.
[1063] Baştan buraya kadar verilen bilgi için bkz.
Fethu'l-Muğfc, III, 121. Ayrıca bkz. Fevâtihu'r-rahamût, II, 159.
[1064] krş. Fethu'l-Muğîs, III, 123.
[1065] Age., III, 123. Metinde düşüklükler mevcut olup
buradan ikmal edilmiştir.
[1066] bkz. Age., III, 92-93.
[1067] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/205-206.
[1068] İhyâu ulûmi'd-din, I, 374.
[1069] Fethu'l-Mugis, III, 122.
[1070] Bu iki zat için bkz. Kehhâle, IV, 184 (Sâci), VIII,
191 (Âburi).
[1071] Fethu'l-Muğİs, III, 122.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/206.
[1072] Metinde Sa'd olarak geçmiştir.
[1073] Age., III, 116-117.
[1074] Age., III, 117.
[1075] Metinde Amr şeklinde geçmiştir.
[1076] Metinde Esed b. Hudayr şeklinde geçmiştir.
[1077] tbn Sa'd, II, 376-377. Kettâni'nin Özet olarak verdiği
bu bilgilerdeki düşüklükler ikmal edilmekle birlikte rivayet durumlarıyla
ilgili olarak ashap hakkında geniş bilgi için asıl kaynağa bakılmalıdır.
[1078] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/207-208.
[1079] Fethu'l-Muğis, III, 116.
[1080] Tezkiretü'l-huffâz, I, 36. Eserin adı metinde
Tabakâtu'l-huffâz şeklinde geçmiştir.
[1081] Age., I, 33-34. Ebubekr b. Ebû Davud, metinde Ebubekr
b. Davud şeklinde geçmiştir.
[1082] Fevâtihu'r-rahamût, II, 407.
[1083] Metinde Fahruddin şeklinde geçmiştir. Kastedilen zat
Fahrulislam Ebü'I-Usr el-Pezdevî'dir (bkz. Ahmet özel, Hanefî Fıkıh Alimleri,
s. 41).
[1084] Fevâtihu'r-rahamût, II, 146,177.
[1085] bkz. Terâcimü'I-müellİfine't-Tûnisiyyin, V, 16-18.
Burada eserin adı Şemsü'z-zahîre fî menâkıbı ve hkhi Ebî Hureyre şeklinde
geçmiştir.
[1086] el-Vâbilü's-sayyib, s. 71. Metindeki düşükler buradan
ikmal edilmiştir.
[1087] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 3/208-209.
[1088] bkz. 1,140 (dipnot 115).
[1089] Tedrİbü'r-rfivî, b. 404-405; Fethu'l-Muğtfs, III,
117-118. Muaviye metinde düşmüştür.
[1090] Abdülkâdir Bedrân, Tehzİbu Târihi Dımaşk, III, 282.
Metindeki düşüklükler bu eserden ikmal edilmiştir.
[1091] İbn Kayyim, el-V&bilü's-sayyib, s. 70.
[1092] Tehzîbü'1-esmâ, I/l, 52.
[1093] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/210-211.
[1094] Kenzü'l-ummâl, XIII, 458 (nr. 37190).
[1095] Age., XIII, 459 (nr.
37193); Mecmau'z-zevâid, IX, 276.
[1096] Kenzü'l-ummâl, XI, 731 (nr. 33586).
[1097] Age., XI, 731 (nr. 33585).
[1098] İbn Sa'd, II, 366.
[1099] Fethu'l-Muğis, III, 117-118. İbn Abbasla ilgili anılan
rivayetler için ayrıca bkz. el-İstîâb, II, 352; Fethu'l-Bârî,XIV, 249,250.
[1100] Metinde ve el-İsâbe'de Mağrib yerine Arap şeklinde
geçen kelime, el-İsâbe'nin Bicâvi neşrinde (IV, 141) Mağrib şeklindedir. Kuzey
Afrika'da vali olan Bizans asilzadesi Gregory için için bkz. İA, 1,45, X, 767;
El, I, 54.
[1101] el-İsâbe, II, 330.
[1102] el-İstSâb, II, 352-355. Metinde "sakr" kelimesi,
"sağr" şeklinde geçmiştir.
[1103] Affe., II, 357. Son cümle
metinde hatalı kaydedilmiştir.
[1104] İbn Sa'd, II, 369.
[1105] Tesikiretü'l-huffâz, I, 40-41. Eserin adı metinde
Tabakâtü'l-huffâz şeklinde geçmiştir.
[1106] el-Vâbilü's-sayyib, s. 70. "Etyab" kelimesi
metinde "ahsab", "ekbalühâ" da "emselühâ"
şeklinde geçmiştir.
[1107] Rûdâni, Sıla, s. 357.
[1108] Dr. Abdülaziz b. Abdullah el-Humeydî de onun onbeş
hadis kitabında yeralan tefsire dair görüşlerini Tefsiru İbn Abbas ve
merviyyâtühu fi't-tefsîr min kütübi's-günne (I-II, Riyad te.) adıyla toplayıp
yayımlamıştır, (bkz. dipnot 312).
[1109] Hazreci, Hulâsa, s. 203.
[1110] el-Purûk, II, 195-196. Metinde ve bu eserde
"ba'de vefatihi" (onun vefatından sonra) şeklinde geçen ifade
muhtemelen "ba'de vefâti ebîhi" (babasının vefatından sonra)
olmalıdır, krş. DİA, 1,17.
[1111] Nefhu't-tîb, III, 170.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/211-214.
[1112] Fethu'l-Muğis, III, 119-120.
[1113] Age., III, 90.
[1114] İbn Abidin, Reddü'l-muhtâr, I, 56.
[1115] Age., II, 172. Aynca bkz. el-Hidaye, I, 86.
[1116] Reddü'l-muhtâr, I, 49-50.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/214-215.
[1117] Fethu'l-Mu&is, III, 120. "îlim" kelimesi
metinde ilk geçtiği yerde düşmüştür.
[1118] Müstedrek, III, 509.
[1119] Müsned, 1,379; Kenzü'l-ummâl, XI, 71 (nr. 33468).
[1120] tbn Sa'd, II, 343.
[1121] îbn Sa'd, II, 344.
[1122] el-Kâmûs, "knf' mad.
[1123] Abdürrezzâk, el-Musannef.VÜ. 354-355 (nr. 13454); İbn
Ebi Şeybe, el-Musannef, X, 88; Kenzü'l-ummâl, XIII, 583-84 (nr. 37499). Kocası
iki yıl gaip olan kadın hamile kalınca recmine hükmedilmiş, çocuk doğunca
babası kendisine benzediğini görüp davadan vazgeçmiş ve kadın da cezadan
kurtulmuştur.
[1124] tbn Sa'd, II, 348.
[1125] İbn Sa'd, II, 349.
[1126] Bu üçlü rivayet zinciri yerine, metinde Şehr b. Havşab
zikredilmiştir!
[1127] İbn Sa'd, II, 348.
[1128] Kenzü'l-ummâl, XI, 720 (nr. 33516).
[1129] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/215-217.
[1130] Tirmizi, Menâkıb 16; Dârimi, Zekât 26; Müstedrek, I,
414; es-Sünenü'1-kübrâ, IV, 181.
[1131] bkz. dipnot 932-941.
[1132] Metinde Kitâbü'l-îstifayâ şeklinde yanlış geçen eser
cömertlerle ilgili olup 1934'te Kalküta'da neşredilmiştir (GAS, I, 208).
Cömertlik örnekleriyle ilgili olarak îbn Abdulmun'im et-Tenûhî'nin de
el-Müstecâd min fealâti'l-ecvâd adlı bir eseri vardır (nşr. Yusuf el-Büstânî,
Kahire 1985).
[1133] Metinde Dek b. Harise şeklinde geçmiştir.
[1134] el-İsfibe, II, 30; Üsdü'I-ğâbe, II, 356.
[1135] Bu söz için bkz. İbn Sa'd, III, 614; el-İsâbe, II, 30.
[1136] Kenzü'l-ummâl, XI, 742-43 (nr. 33628), XIII, 576-77
(nr. 37477, 37478), 404 (nr. 37082-83).
[1137] bkz. Usdü'1-ğâbe, II, 356. Burada ve daha sonra gelen
Düleym kelimeleri metinde Düleyc şeklinde geçmiştir.
[1138] bkz. îbn Abdilmun'im, el-Müstecâd, s. 125.
[1139] Metinde el-İstihyâ şeklinde geçmiştir. Ayrıca
el-İsâbe'de Sintâs adına da rastlanmamıştır.
[1140] bkz. Muhtasara Târihi Dımask, IX, 241.
[1141] el-tsâbe, II, 271.
[1142] İbn Sa'd, III, 132-133.
[1143] îbn Sa'd, III, 132; Üsdü'l-gfibe, III, 483; Muhtasaru
Târîhi Dımask, XIV, 353. Ayrıca bkz. dipnot 983.
[1144] Üsdü'1-ğâbe, III, 483; Muhtasaru Târîhi Dımask, XIV,
351.
[1145] bkz. I, 281, III, 196.
[1146] Kenzü'l-ummâl, XIII, 614-615 (nr. 37470). tbn Abbas,
ona ne kadar borcu olduğunu soruyor, yirmi bin olduğunu öğrenince kırk bin
dirhemle yirmi köle veriyor (bkz. Muhtasaru Târîhi Dımaşk, VII, 340-341).
[1147] Tehzîbü'1-esmâ, 1/2, 43; Üsdü'l-fcâbe, IV, 328.
Metinde düşüklükler yanında "rekb" kelimesi de "râkib"
şeklinde geçmiştir.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/217-220.
[1148] İbn Sa'd, II, 359.
[1149] İbn Sa'd, II, 361.
[1150] Müsned, III, 281.
[1151] Üsdü'1-gâbe, II, 279.
[1152] bkz. Kehhâle, XI, 147.
[1153] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/220-221.
[1154] Müsned, II, 369; Buhari, Fedâilü'l-Kur'ân 31; Nesâi,
Iftitâh 83.
[1155] Müslim, Müsâfirîn 235.
[1156] bkz. el-İsfibe, II, 360. Aynı ibare olmamakla birlikte
benzer ifadeler vardır.
[1157] Metinde İbnül-Hindî şeklinde geçmiştir.
[1158] Tezkiretü'l-huffâz, I, 24.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/221-222.
[1159] tbn Sa'd, VI, 54.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/222.
[1160] Deylemi, el-Firdevs, III, 337 (nr. 5015);
Kenzü'l-ummâl, XI, 718 (nr. 33507).
[1161] Kenzü'l-ummâl, XI, 718 (nr. 33509). Cübeyr, metinde
Cebr şeklinde geçmiştir (bkz. İbn Sa'd, VII, 440).
[1162] bkz. Muhtasara Tarihi Dımaşk, XX, 36.
[1163] Tezkiretü'l-huffâz, I, 24-25. Ayrıca bkz.
A'lâmü'n-ntibela, II, 347.
[1164] bkz. II, 223-228.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/222-223.
[1165] Kenzü'l-ummâl, XIII, 482 (nr. 37264). Ayrıca bkz. Age.
XIII, 481 (nr. 37263); Muhtasara Târihi Dımaşk, XII, 252.
[1166] Aynı yer.
[1167] Tezkiretü'l-huffâz, I, 27.
[1168] İbn Sa'd, IV, 85. "Kavranılmaz" ifadesi,
metinde "kavranır mı?" şeklindedir.
[1169] İbn Sa'd, IV, 86.
[1170] Tezkiretü'l-huffâz, I, 36. Eserin adı metinde
Tabakâtü'l-huffâz şeklinde geçmiştir.
[1171] Age., 1,42.
[1172] İbn Sa'd, IV, 266.
[1173] Buhari, Buyu 50.
[1174] Mecmau'z-zevâid, VII, 184.
[1175] Bu kelime metinde "çıkarılanı" şeklinde
geçmiştir.
[1176] Bkz. Ahmet Özel, İslam Hukukunda Ülke Kavramı, s.
364-365.
[1177] Haffici, Nesîmü'r-riyâz, 1,148.
[1178] Müsned, II, 222.
[1179] bkz. Fethu'1-Bârî, XXVIII, 324.
[1180] İbnSa'd,VII,222.
[1181] Fethu'1-Bârî, XXVIII, 325.
[1182] İbn Hacer, el-Fetâvâ'1-kübrâl'l-fıkhiyye, I, 49-50.
[1183] bkz. Keşfuzzunûn, 1,107. Eserin adı burada biraz
farklıdır.
[1184] Bu eserin adı Nazmü'd-dürer fi tenâsübi'1-ây ve'8-süver(c.
I, XXII, Haydarabad 1969*1984) olup âyet ve sûreler arasındaki münasebet ve
insicamı esas alan bir tefsirdir, bkz. DİA-VI, 149.
[1185] Münâvi, el-Kevâkibü'd-dürriyye fî
menâkibi's-sâdeti's-BÛfiyye, S. Uludağ özel kütüphanesi, vr. 187b.
[1186] Ebû Şucâ el-Isfahânî'nin Gâyetü'l-ihtisâr adlı eserine
tbn Kasım el-Gazzî tarafından yapılan şerhe Birmâvi'nin yazdığı haşiyedir (DÎA,
VI, 204).
[1187] Metinde Şerhu'l-Menîni şeklinde yanlış geçmiştir.
[1188] tbn Âbidin, Reddü'l-muhtâr, 1,173,175.
[1189] Age.,1,340.
[1190] Age., 1,485. Metindeki hata ve düşükler aslından
tashih ve ikmal edilmiştir.
[1191] Age., I, 486.
Şurûhu'l-Vehbâniyye ifadesi
metinde Serhu'l-Vehhâbiyye şeklinde geçmiştir.
[1192] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/223-227.
[1193] Metinde Ebû Büreyde şeklinde geçmiştir.
[1194] Tezkiretü'l-huffâz, I, 27-28. Metindeki hatalar
aslından düzeltilmiştir.
[1195] el-Müstedrek, IV, 14.
[1196] Age-, IV, 11.
[1197] tbn Sa'd, II, 375.
[1198] Bu bilgi için bkz. el-İsâbe, IV, 360.
[1199] tbn Sa'd, II, 375, VII, 66; el-Müstedrek, IV, ll;Mecmau'z-zevâid,
DC, 242.
[1200] Bağdâdi'nin bu eseri ile, Suyûti ve Zerkeşi'nin matbu
olan eserleri için bkz. DİA, II, 204.
[1201] Sılatü'l-halef, s. 359-360.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/227-229.
[1202] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/229.
[1203] Bu bilgiler için bkz. Üsdü'1-ğâbe, II, 305-306. İbn
Şebbe, Salimden ayrı olarak Hz. Ömer'in eğer hayatta olsalardı çeşitli
özelliklerinden dolayı Ebû Ubeyde'yi ve Muaz b. Cebel'i halife tayin edeceğine
dair sözlerini de kaydeder (T&rîhu'l-MedSne, III, 886).
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/229.
[1204] el-Müstedrek, IV, 11.
[1205] Aynı yer.
[1206] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/230.
[1207] Aynı bilgi için bkz. Safedi, el-Vâfİ, VII, 363.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/230.
[1208] Üsdü'1-ğâbe, III,242;el-Vfifi, VII, 364.
[1209] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/230.
[1210] el-Müstedrek, III, 535.
[1211] Bu rivayet bazı kaynaklarda "Efendiniz için"
veya "Hayırlınız için" (Müslim, Cihad 64; Ebû Davud, Edeb 144), bazı
kaynaklarda ise yalnız "Efendiniz için "(Mecmau'z-zevâid, VI, 138;
Kenzü'l-ummâl, IX, 153, nr. 25483) şeklinde geçmiştir.
[1212] bkz. II, 160-161.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/230.
[1213] Yani lafzın "kayr" değil de "hibr"
şeklinde geçtiği kastedilmiştir.
[1214] bkz. Serkis, II, 1877.
[1215] el-Medhal, I, 158-197. tbn Hacer'in sözkonusu eseri de
Tahrîrü'l-kelâm fi'l-kıyâm inde zikri mevlidi hayri'l-enftm (İzâhui-meknûn, I,
233) olabilir.
[1216] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/231.
[1217] Cevâhirü'l-ikdeyn, I, 333. Bu kaynakta metin
hatalıdır.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/231.
[1218] Rivayetin bu kısmı için bkz. Age., I, 332.
[1219] Kenzü'l-ummâl, XIII, 396 (nr. 37061).
[1220] Age., XIII, 396 (nr. 37062).
[1221] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/231-232.
[1222] Şuabü'1-imân, II, 244-245 (nr. 1639). Metinde bazı
hatalar vardır.
[1223] Kenzü'l-ummâl, XIII, 491-492 (nr. 37282).
[1224] el-İsâbe, II, 296-297. Ayrıca bkz. Muhtasara Târihi
Dımaşk, XII, 105-106.
[1225] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 3/232-233.
[1226] Tehzlbü'1-esmâ, 1/2,41.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/233.
[1227] Kenzü'l-ummâl, XIII, 422 (nr. 37122).
[1228] İbn Sa'd, IV, 86.
[1229] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye,
İz Yayıncılık: 3/233.
[1230] bkz. el-İstSâb, II, 302.
[1231] Age., III, 230-231.
[1232] bkz. el-İstîâb, III, 231.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/234.
[1233] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 533.
[1234] bkz. GAL, II, 192.
[1235] Aynı bilgiler için bkz. el-İs&be, III, 84-85.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz
Yayıncılık: 3/234-235.
[1236] Fethu'1-Bârî, XIX, 398.
[1237] Buhar i, Nikâh 113; Müslim, Selâm 32. Ayrıca bkz.
Selâm 33.
[1238] Fethu'1-Bârî,
XIX, 397-398. Metinde hatalar mevcut olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.
[1239] Age., XIX, 400-401.
[1240] Buharı, Hudûd 33. Metinde düşüklük vardır.
[1241] Üsdü'1-ğâbe, V, 423. Metinde His şeklinde geçmiştir.
[1242] el-İsâbe, III, 600, 615.
Metinde Hirm şeklinde geçmiştir.
[1243] Üsdü'1-ğâbe, V, 5. Metinde Mâni şeklinde geçmiştir.
[1244] el-İsâbe, 1,67-68. Vasile adı metinde Vâbile şeklinde
geçmiş olup "fi hi lîn" ifadesi de cerhin 5 veya 6. mertebesindeki
râvi için kullanılır.
[1245] el-İsâbe, I, 75. "Z" rumuzu Zehebi'nin
Tecridine ilaveyi ifade eder.
[1246] Bu isimler metinde Hîs, Hirm ve Mâni şeklinde
geçmiştir.
[1247] el-İsâbe, III, 614.
[1248] Age., III, 336. Hima metinde Hamrâülesed şeklinde
geçmiştir.
[1249] el-İhkâm, II, 163. Metinde hata ve düşüklük mevcuttur.
Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık:
3/235-238.
[1250] el-Isâbe, III, 335. Taberâni,
metinde Taberi şeklinde geçmiştir.
[1251] Aynı bilgi için üstteki kaynağa bakınız.
[1252] Age., IV, 189-190.
[1253] Üsdti'1-ğâbe, VI, 284.
[1254] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/238-239.
[1255] bkz. I, 287. Otuz bin dirheme satın almıştır.
[1256] Bu konuda bkz. İbn Sa'd, I, 431.
[1257] Muhtasaru Târihi Dımaşk, V, 69. Hz. Peygamber öğle
uykusuna yattığı bir defasında terlerini alıp güzel kokularına karıştırıyordu.
[1258] el-Beyân ve't-tahsîl,
XVII, 118-119. Metinde birçok
hata olup aslıyla karşılaştırılmalıdır.
[1259] Metinde Tâmitet şeklindedir (bkz. Fıhrisü'l-fehâris,
1,128).
[1260] Metinde Şasi şeklinde geçmiştir (krş. A'lâmü'n-nübelâ,
XV, 359).
[1261] Bu zat meşhur muhaddis Tirmizi'dir.
[1262] îbn Ebi Hâle hadisi ve açıklaması için bkz.
Nesimü'r-riy&z, II, 166-196.
[1263] Metinde Îbnül-Menfûh şeklinde geçin ismin doğrusu bu
olmalıdır. Bu zatın vefatı 520/1126'dır (bkz. A'lâmü'n-nübelâ, XIX, 518).
[1264] Bu zat da tbn Rıdvan el-Feylesof (ö. 453/1061)
olmalıdır (bkz. A'lâmü'n-nübelâ, XVIII, 105-106).
[1265] Saydü'I-hfitır, s. 440. Metinde Saydu'l-havâtır
şeklinde geçmiştir.
[1266] Yalnız II. Hakem'in kütüphanesinde dörtyüz bin
üzerinde kitap vardı (Provençal, Histoire de FEspagne musulmane, III, 498.
İslam dünyasındaki diğer kütüphaneler için bkz. A. Metz, I, 322-332; S. Hunke,
s. 276-281).
[1267] Sigrid Hunke (s. 454) bu miktarın Gırnata'da
yakıldığını Boyler.
[1268] bkz. A. Gürkan, s. 258. Tuleytula yerine Gırnata
geçmektedir.
[1269] bkz. GAL, Suppl., I, 7.
[1270] Emin b. İbrahim Şümeyyil'in eseri olup îskenderiyye'de
(1296/1879) basılmıştır (Serkis, 1,1144).
[1271] bkz. Muhammed el-Arûeî el-Matavî,
es-Saltanatü'1-Hafeiyye, Beyrut 1406/1986, b. 159.
[1272] Vefeyâtü'l-a'yân, I, 231; Sannâcetü't-tarab, s. 391.
[1273] el-Müzhir, I, 97. Burada deve sayısı altmış olarak
geçmekte olup ayrıca metinde hatalar mevcuttur.
[1274] IbnÂbıdin, Reddü'l-muhtâr, I, 50-51.
[1275] Haydarabad Yüksek Mahkemesi baş hakimi olan Hudabahş'm
Bankipur'da kurduğu Oriental Public Library meşhurdur (bkz. DİA, V, 60; El, V,
43-44).
[1276] Dâiretü maârifı'l-karni'l-işrîn, VIII, 68.
[1277] Bununla Fihrisü'l-fehâris adlı eserini kastetmiştir
(bkz. c. I, b. XXII).
[1278] Katip Çelebi (ö. 1067/1657) Anadolu muhasebesi
kaleminde şakird olmuş, süvari mukabelesinde görev yapmış ve sonra da ikinci
halifeliğe yükselmiştir (İA, VI, 432-433).
[1279] Kureşi, el-Cevâhirui-mudiyye, II, 546.
[1280] Tezkiretü'l-huffâz, IV, 1469.
[1281] Keafuzxunûn, 1,30.
[1282] Atfe., I, 730. Eserin müellifi İbnü'l-Kıftf olarak
verilmiştir. (Aynca bkz. tzâhu'İ* meknûn, I, 444).
[1283] Kehhale, IV, 266.
[1284] Fİhrisü'l-fehâris, 1,153.
[1285] Keşfuzzunûn, II, 1349. Yâiyye kelimesi metinde bâiyye
şeklinde geçmiştir.
[1286] Silkü'd-dürer, 1,14-15; Kehhâle, 1,65.
[1287] Silkü'd-dürer, IV, 14-15.
[1288] Bağdatlı İsmail Paşanın (ö. 1920) her iki eseri de
ikişer ciltlik olup sonuncusu dört cilt değildir (bkz. DİA, IV, 446-448).
[1289] es-Sırru'1-masûn zeylu Keşfi'z-zunûn adlı bu eserin
Keşfuzzunûn hacminde olduğu kaydedilir. (Zirikli, II, 134; Serkis, II,
1341-1342).
[1290] bkz. DİA, I, 284.
[1291] Serkis, II, 1490-1491; Fihrisü'l-fehâris, 1,104-106.
[1292] FihrİsÜ'l-fehâris, II, 728-730; Kehhâle, XI, 235.
[1293] Eser Leipzig (1862) ve Bağdat'ta (1962) basılmıştır.
[1294] Subhu'1-a'şâ, 1,466-467. Metinde birçok düşüklük
vardır. İslam'da kütüphaneler için şu esere bkz. Muhammed Mahir Hamâde, el-Mektebât fi'1-îslâm, Beyrut 1401/1981.
[1295] Sannâcetü't-tarab, s. 389.
[1296] Subhu'l-a'şfl, 1,467.
[1297] Dâiretü maârif, VIII, 82-86. Hidiviyye Kütüphanesi
bugün diğer bazı koleksiyonlarla birlikte Mısır Milli Kütüphanesi haline
gelmiştir.
[1298] Bugün yalnız Süleymaniye Kütüphanesinde 100.000'i
aşkın yazma kitap bulunmaktadır.
[1299] Arif Hikmet Bey 12.000 ciltlik kütüphanesinden şuraya
5000 kitap vakfetmiştir (DİA, III, 365).
[1300] Bu kütüphanede 20.000 cilt kitap mevcuttur (DİA, II,
140).
[1301] Bu kütüphanede 18.700 cilt kitap mevcuttur (DİA, II,
163).
[1302] Bu manada söylenen bir söz de şudur: "Kur'an
Mekke'de nazil oldu, Kahire'de okundu, istanbul'da yazıldı".
[1303] Yazarın 1299'da (1882) hayatta olduğu, eserin 1297'de
basıldığı kaydedilir (Serkis, I, 438; Suppl., II, 778).
[1304] Eserin adı Huccetullah alâ halîkatih fi beyânı
hakîkati'l-Kur'ân mtne'I-ulûmi'l-kevnlyye ve'1-umrâniyye olup Kahire'de (1323)
basılmıştır (DÎA, IV, 489).
[1305] Serkis, II, 1243-1244;
Zirikli, III,
333-334.
[1306] Serkis, II, 1451-1452;
Zirikli, VII,
220-221.
[1307] Serkis, II, 1155.
[1308] el-Beyân ve't-tahsîl, XVIII, 374. Metinde hata ve
düşükler mevcuttur.
[1309] Bu eser L. P. Sedillot'un Histoire des Arabes (Paris
1854) adlı kitabının tehzib ve tercümesidir (Kahire 1309). bkz. Serkis, II, 1368; DİA, II, 434.
[1310] Bu yer Hısnıişker (Huescar) olmalıdır. 724'te (1324)
İsmail b. Ferec b. İsmail b. Yusuf tarafından topla alınmıştır (el-İhâta fi
ahbâri Gırnata, I, 390; "Bârûd", El, 1057).
[1311] Hz. Peygamber'in tebliğ için gittiği ve taşlandığı
Taif ten ayrıldıktan sonra yaptığı duadır.
[1312] Pencâbi'nin eseridir (I- II, Leknev 1318. bkz. GAS, 1,151).
[1313] Metinde Ömer şeklinde geçmiştir.
[1314] Şelebi, metinde Şibli şeklinde geçmiştir (bkz.
Kehhale, II, 78-79).
[1315] Gıdâu'l-elbâb şerhu Manzûmeti'l-ftdâb (GAL, Suppl, II,
393,449).
[1316] Metinde Saydu'l-havfttır şeklinde geçmiştir
[1317] krş. Suppl., II, 713;
Kehhâle, XIII,
359.
[1318] Bkz. EI, III, 844.
[1319] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi,
Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/239-256.