ONUNCU BÖLÜM... 6

İlmî Hayat, Eğitim-Öğretim Ve Ashabın Üstünlükleri 6

Birinci Maksad. 6

İnsanlığın Sahip Olduğu En Büyük Ansiklopedinin Kur'an-I Kerim Olduğu. 6

Sünnetin Kur'an-ı Kerim'e Dayandığı, Sahih Hadisin Lafzının Veya Lafzının Bir Kısmının Veyahut Manasının Kur'an'da Bulunduğu. 17

Allah Resülü'nden Nakledilen Hadislerin Sayısı 18

Muteahhırın Ulemadan Butun Sünneti Toplamaya Teşebbüs Eden Olup Olmadığı 21

Ashabın İlim Tahsili Ve Bunun Mescid-i Nebevide Halkalar Şeklinde Olduğu. 24

Allah Resulünün Ashabının Oluşturduğu İlim Halkasının Yanına Gelip Duruşu, Kendileriyle Birlikte Oraya Oturuşu Ve Bunu Zikir Halkasına Tercih Edişi 25

Allah Kesulü Meclisinden Kalkıp Gittiğinde Fıkıh Okutmak Ve Öğütte Bulunmak Üzere Yerine Kimin Geçtiği 26

Ashabın Birbirlerine  Kur'an Okumaları Ve Allah Resulü'nün Onlara Âyetleri Açıklaması 26

Ashabın Kendilerine Ulaşan İlme Ezberleme Ve Müzakere İle İtina Göstermeleri 27

Sünnetin Nakledilmesinde Senede (Rivayet Zinciri) Önem Verilmesinin Emredilmesi 27

Allah Resulünün İsrâiliyyat Haberleri Ve Geçmiş Milletlere Ait Enteresan Hususların Anlatılmasına Müsade Etmesi 27

Kendisinden İlim Öğrenilmesi İçin Allah Resulünün Ashabından Bir Faziletle (Üstünlük) Temayüz Etmiş Kimseyi İnsanlara Bildirmesi 29

Asra Saadette "Allame" Sözünün Arap Ensabı Ve Şiiri En İyi Bilen Kimse İçin Kullanıldığı 30

Allah Resulü'nün Ashabının İlimdeki Zeka Ve Anlayış Seviyelerini, Kabiliyetlerini Araştırması 31

Allah Resulü'nün İlim Ehli İçin Belli Günler Ayırması 31

Ashabın Önce Anlaşılması Kolay Ve Açık Sonra Da Zor Olandan Başlayarak Ve Temel Prensipleri Diğerlerinden Önce Okuyarak İlmi Tedricen Öğrendikleri 32

Ashabın Büyük Yaşta Olmalarına Rağmen İlim Tahsiline Olan Arzuları 32

Ashabın Evlenmeden Önce İlim Tahsilinde Bulunmayı Emretmeleri 32

Ashaptan Tüccar Olanın İlim Tahsil Ettiği, İlimle Meşgul Olanın Da Ticaret Yaptığı 32

Ashabın Eş Ve Cariyelerine İlim Öğrettikleri, Allah Resulünün De Kadınlara Ayrı Bir Gün Tahsis Ettiği 32

Ashabın Allah Resulü'nden Duyduklarını Ezberleme Ve Kaydetmeye İtina Göstermeleri Ve Bunu Nasıl Yaptıkları 33

Ashabın Anlamadıkları Bir Bilgiyi Duyduklarında Onu Anlayıncaya Kadar Tekrar Ettikleri 33

Ashabın, Hazır Olanın Olmayana Tebliğde Bulunmasını Düstur Edinmeleri 34

Ashabın Gece Gündüz İlim Teatisinde Bulunmaları 34

Allah Resulü'nün Yeni Başlayanların Fikri Kapasitelerini Gözetmesi Ve Onlara Tahsili Bitirenlere Öğrettiklerini Öğretmemesi 34

Kendilerine Yazı Yazmayı Öğretmenin Çocukların Babaları Üzerindeki Haklarından Olduğu  35

Asr-ı Saadette Kalem Ve Divit (Hokka) 35

Ashap Zamanında Kamış Kalem.. 36

Sahabe Devrinin Sonlarında Arap Yarımadası'nda Pamuktan Kağıt Yapımının İcad Edilmesi 36

Ashabın Hadisi Yazmaları Ve Allah Resulü'nün Onlara İlmi Kaydetmelerini Emretmesi 37

İslam'ın İlk Zamanlarında Birşey Tedvinde Bulunup Bulunmadıkları, Ashabın Herhangi Bir İlim Dalında Birşey Derleyip Derlemediği Veya Kendi Zamanlarında Ashap Ve Tabiine Tedvin Ve Tasnifin Nisbet Edilip Edilmediği 39

Kumandan Sahabilebin Fethettikleri Ülkelerden Hulefa-yı Raşi-Dine Coğrafi Raporlar İletmeye Özen Göstermeleri 46

Uygarlıkla İlgili Tıp, Kimya, Sanatlar v.b. İlimlere Dair Eski Kitapların Tercümesiyle Ashap Zamanında İlgilenildiği 47

Tasavvuf İlminden İlk Bahsedenlerin Sahabiler Olduğu. 48

İslam'da Nahtv (Gramer) İlmini İlk Koyanların Sahabiler Olduğu. 49

Bedi Türlerinden Biri Olan Tashiple İlk Konuşanın Hz. Ali Olduğu. 50

İmam Eşakinin Kelâm İlminden Bahsetmesi Ve Telifte Bulunmasından Önce Bu Konuda İlk Defa Ashabın Konuştuğu. 51

Ashabın, Kendilerinden Hadis Yazanlara Hadisi İmlâ Ettirmeleri 51

Allah Resulü'nün Sorulan Soruları Cevaplamaya Ne Zaman Çıktığı Ve Kendisine Genel Olarak Nelerin Sorulduğu. 51

Allah Resulü Yanlarından Ayrılınca Ashabın Kendi Aralarında Hadis Müzakere Ettikleri 51

Ashabın Biraraya Geldiklerinde İlim Müzakere Ettikleri Ve Kur'an'dan Bir Sûre Okudukları 52

Ashaptan Alım Olanların Kendi Huzurunda Rivayette Bulunmasını Talebesine Emretmesi 52

Ashabın Kur'an'ı Manasını Belleyerek Tedricen Öğrendikleri 52

Kuranın Kitap Haline Mushaf Adını İlk Defa Kimin Verdiği 53

Mushafların Ücretle Çoğaltılması (İstinsah) Konusunda Ashabın Fetvası 53

Ashap Ve Onların Zamanlarındaki İnsanların Mushafı Çoğaltmaya Önem Vermeleri Ve Kur1 Ani Ondan Okumaları 54

Ashabın Yolculuklarında Mushafı Yanlarında Götürmeye Özen Göstermeleri 55

Ashabın Mushafları Süsleyip Süslemedikleri 56

Hz. Ebubekir Zamaninda Mushafları Muhafaza Eden Görevliler Olduğu. 56

Ashabın Mushafları Öpüp Öpmedikleri 56

Ashabın, Kişinin Sabah Evinden Çıkmadan Önce Mushaf'a Bakıp Okumasını Arzuladıkları 57

Muaviye'nin, Tarih Mecmualarını Korumak Üzere Görevlendirdiği Hizmetçileri Bulunduğu  57

Allah Resulü Zamanında Ashabın Kur’an Öğrettikleri Ve Onların Ücret Almasına Resulullah'ın Müsade Etmesi 57

Ashap Zamanında Mushaplaeın Satılıp Satılmadığı 58

Çocukların Okuma Yazma Öğrenmeleri İçin Okul Açmaları 58

Çocukların Ders Levhalarını Yıkadıkları Suyu Nereye Döktükleri 59

Çocuğu Öğretime Başlattıkları Yaşa Dair Seleften Bir Rivayet Bulunup Bulunmadığı 59

Medine'de Ashaptan Kimlerin Kur1 An Öğrettiği, Allah Resulü'nün Bu Maksatla Taşraya Kimleri Gönderdiği, Sahabeden Kur1 An Hafızı Olanlar, Halka Yazıyı Öğreten Kadın-Erkek, Müslim-Gayrımüslim Kimseler, Resulullah Zamanındaki Müftüler, Rüya Tabircileri, Bugünkü Medreseler Gibi O Zamanlar Kurra'nın Kalması İçin Ev Edinilmesi v.s. 60

Hat İlmini Öğrenmekle Meşgul Olmaları 60

Şiirle Meşgul Olmaya Teşvikleri 61

Ensab İlmi 62

Asr-I Saadette Ferâiz İlminin Revaçta Olduğu Ve Allah Resulü'nün Onu Öğrenme Ve Öğretmeye Teşviki 63

Hulefâ-Yı Râşidin Devrinde Hesapla İlgili Konularda Kendilerine Başvurulanlar. 66

Avrupalıların Arap Rakamlarını Araplardan Almış Oldukları Ve Bu Rakamların Avrupa'ya Hz. Ali Zamanında Girdiği 67

Kendisinden İlim Tahsil Etmede Kureyşliyi Başkasına Tercih Etmeleri 67

İlm-i Nücum'u (Astronomi) Öğrenmeyi Emr. 67

Atıcılık Ve Yüzmeyi Öğrenmeyi Emretmeleri 68

Arapça Öğrenmeyi Emretmeleri 68

Hz. Ömer'in Hata Eden Katiplere Dayak Atmalarını Ve Görevden Almalarını Valilerine Emretmesi 68

Ashabın Hikmet, Tencım (Astroloji), Kıyafe (İz Sürücülük), Musiki, Tıp, Yönetim, Savaş, Siyaset, Tercüme, İmla, Ticaret, Sanat v.b. Konularla Meşgul Oldukları 69

Ashabın Halka Ve Müptedilere (Yeni Başlayanlara) Duymaları Zarar Verecek Hadis Ve Rivayetleri Nakletmekten Sakınmaları 69

Allah Resulü'nün Genç İlim Talebelerine İlgi Gösterilmesine Dair Tavsiyesi 69

Alim Sahabilerin Kendilerinden İlim Tahsil Edenlere İstifade İmkanı Vermeleri, Onları Sıkıntılardan Korumaya Önem Vermeleri Ve Kendilerine Kanat Germeleri 70

O Devirde Kendilerini Tamamen İlme Verenlerin Öğrenim Ve Öğretim Bakımından Özelliği 70

Allah Resulü'nün Hadis Öğrenen Ve Nakledenleri Kendi Halifeleri Olarak Adlandırması 70

Müslümanların Kitaplarına Başlık (İsim) Koymalarına Esas Teşkil Eden Kur'an'ın İçindekiler Ve Başlığı 71

Allah Resulü'nün İlim Talebelerini Anlamadıkları Şeyleri Sormaya Teşvik Etmesi 71

Allah Resulünün Soru Soranlara Kapasitelerine Göre Cevap Vermesi Ve Hutbelerini Durum Ve Şartlara Göre Farklı Okuması 71

Allah Resulü'nün Ashabından Rivayet Ve Nakilde Bulunması 72

Ashabın Birbirlerinden İlim Öğrenmeleri 72

Onlardan Birinin Diğeri Katında Büyük Mevkie Sahip Olmasının, İçtihadına Uygun Düşmeyen Konuda Kendisine Muhalefet Etmesine Mani Olmadığı 73

Ashabın, Kendilerinden İlim Öğrendikleri Kimselere Karşı Gösterdikleri Edep Tavrı 73

Ashabın Tabiinden Rivayette Bulunması 73

Sahabe Büyüklerinin Mevâliden (Azatlı Köle) İlim Tahsili 74

Arap Sahabilerin Müslüman Olan Yahudilerden İlim Tahsil Etmesi 74

Gerçek Ortaya Çıkınca Ashabın Ona Dönmeleri Ve Hakkı İtiraf Etmeleri 74

Allah Resulü'nün Öğretim Konusunda Ashabı Te'dibi Ve Ashabın Bu Konuda Onu İzlemeleri 75

Allah Resulünün Huzurunda Ashabın Münazara Yapmaları 75

İlk Asırlardaki İnsanların Uymaları İçin Nasla Belirlenmiş İlim Talebeleri Adabı Ve Bu Çerçevede Allah Resulü Zamanında İlim Talebelerinin Bilinen Adabının Öğrenilmesi 76

Ashabın Îlim Ve Yaşta Büyük Olanlarının Hakkını Gözettikleri Ve Hocasına Karşı Uymasını Talebeye Tavsiye Ettikleri Kurallar. 77

Allah Resulü'nün Ders Sırasında İlim Veya Yasça Büyük Olanlara Öncelik Vererek İnsanların Yerlerini Belirlemesi 77

Ashabın İlim Talebi Veya Âlî İsnad Maksadıyla Başka Bir Sahabinin Yanına Yolculuk Etmesi 78

Ashabın Birbirlerini Ve Başkalarını Nebevi Mirastan (İlim) Nasip Almaya Teşvik Etmeleri 78

Allah Resulü Zamanında Kassâs (Kıssacı) Ve Resulullah'ın Onun Meclisinde Oturması 79

Allah Resulü'nün Gıda, İlaç Ve Hastalıkların Tedavisine Dair Ortaya Koyduğu Hikemî İlimler Ve Tıbbi Bilgiler İle Bu Konuda Telif Edilen Eserler. 80

Allah Resulü'nun Ashabıyla Birlikte Tarihi Olayları Ve Geçmiş Milletlerin Haberlerini Uzun Uzadıya Ele Alarak Buna Bir Vakit Ayırması Ki Bu Husus Bugün Benzeri Konularda Ders Teatisine Temel Teşkil Eder  83

Ensarın Ok Atımı Öğrenimi İçin Akşam Ve Yatsı Vakitleri Arasını Seçmeleri 84

Muaviye'nin Gece Vaktini Tarihe, Geçmiş Milletlerin Ve Nesillerin Haberlerine Dair Kitapları Dinlemeye Ayırması 84

Ashabın, İster Kafir İster Küçük Biri Olsun, İlmi Kimde Bulurlarsa Almayı Prensip Edinmeleri 84

Hz. Ali'nin İlme Teşviki Ve İlmin Şerefine En Beliğ İfadeyle İşarette Bulunması 84

Ashabın İlim Öğretme Konusunda Bir Sıra Belirlemeleri Ve Toplanan Talebelerden Hangilerine Önce Hangilerine Sonra Sıra Verdikleri 85

Ashabın Ders Esnasında Zaman Zaman Farklı Konulara Geçerek Dikkatleri Tazeledikleri 85

Hurafe Hadisi 86

Ümmü Zer’ Hadisi 86

Birinci Bölümde Geçenlerden Ayrı Olarak Allah Resulü Zamanındaki Erkek Ve Kadın Güldürücüler  88

İkinci Maksad. 90

Ashabın Serî Hükümlerde İçtihada Ehil, Hükümleri Çıkarmaya Ve Teşriî Nasların Mana Ve Yorumlarını Kavramaya Muktedir Oldukları 91

Ashabın Fetva Konusunu Araştırmaları Ve Birbirlerine Havale Etmeleri, Henüz Meydana Gelmemiş Bir Hususta İse Konuşmayı Hoş Karşılamamaları 92

Kimin "Sahabenin En Alimi Ve En Zekisi" Olarak Nitelendirildiği 93

Ashaptan Kimin "İlim Şehrinin Kapısı" Olarak Tanındığı 94

Ashaptan Kimin "Allah'ın Arslant Diye Lakaplandığı 95

Ashaptan "Şeyhülislam" Diye Lakaplanan. 95

Ashaptan "Allah'ın Kılıcf Diye Lakaplanan. 95

Ashaptan Adaleti Dillerde Dolaşan. 96

Ashaptan Heybeti Dillerde Dolaşan. 96

Ashaptan Fazileti Dillerde Dolaşan. 97

Ashaptan Doğruluğu Dillerde Dolaşan. 97

Ashaptan Yürüyüşü Dillerde Dolaşan. 97

Ashaptan Fıkıh Bilgisi Dillerde Dolaşan. 97

Ashaptan "Ümmtin Emini' Lakabım Kazanan. 98

Ashaptan Verdiği Düğün Yemeği Dillerde Dolaşan. 99

Ashaptan Hilmi Dillerde Dolaşan. 99

Ashaptan Meleklerin Kendisinden Haya Ettikleri Kimse. 99

Ashaptan İsabetli Görüş Sahibi Olanlar. 100

Ashaptan İki Elini De Kullananlar. 100

Ashaptan "Zü'l-Amâme" Denilen Kimse. 101

Ashaptan Kılıcı Dillerde Dolaşan. 101

Ashaptan Ordu İçinde Haykırışı Bin Kişiye Bedel Kabul Edilen. 101

Dörtnala Koşan Atı Geçen Sahabi 101

Ashaptan Hakkında Darbımesel Söylenecek Kadar Dehasıyla Tanınan Kimse. 101

Arapların Fars Ve Bizanslılara Karşı Kendisiyle Övünecekleri Kadar Müthiş Kuvvetiyle Tanınan Sahabi 102

Ashaptan Son Derece Uzun Boylu Olanlar. 102

Ashaptan Son Derece Kısa Boylu Olan. 103

Zamanında Belli Bir Konuda Essiz Olmasıyla Dillerde Dolasan Sahabi 103

Ashaptan Güzelliği Dillerde Dolaşan. 104

Ashaptan Mezarları Birbirinden Uzak Yerlerde Bulunan Yedi Kardeş. 104

Babasından Onbir Taş Küçük Olan Sahabi 105

Zamanında Hutbe İçin Oniki Bin Minber Dikilecek Çapta Elinde Fetih Kılıcı Bulunan Sahabi 105

Ashaptan Kendisine Haraç Ödeyen Bin Kölesi Bulunan Sahabi 105

Ashaptan Yüz Ayrı Dil Bilen (Hizmetçilere Sahip) Kimse. 105

Ölümüyle İlmin Onda Dokuzunun Ölmüş Sayıldığı Sahabi 106

Öldüğünde Hz. Ömer'in "Müslümanların Efendisi Öldü" Dediği Sahabi 106

Ashaptan Zengin Ve Refah İçinde Olanlar. 106

Hz. Ali Ve Fatma'nın Kızıyla Evlendiğinde En Yüksek Mehri Veren Sahabi 109

Ashabın Sayısı 110

Medine'de Allah Resulü İle Birlikte En Son Kaç Şahabının Bulunduğu. 110

Allah Resulü'nden En Çok Rivayette Bulunan (Müksirûn) Sahabiler. 111

Ashap İçinde En Büyük Hadis Hafızı Ve İslam'da İlk Muhaddis. 111

Ashaptan Fetva İmamları 112

Ashaptan En Çok Fetva Veren, Fetvalarından Yedi Cilt Derlenen; Deniz, Kuran Alimi, Ümmetin Arif Ve Âbidi Ve Dalgıç Lakaplarıyla Anılan; Yolda Gidişinden Tanınan Ve Babası Vefat Ettiğinde Heybet Ve Azametinden Halkın Bir Ay Taziyeye Gidemediği Kimse. 113

Verdiği Fetvalarda Müçtehîde Nisbetle Mukallid Gibi Kendisini Taklid Eden Tabileri Bulunan Sahabiler  114

Ashaptan İlimde En Üst Seviyede Olanlar. 115

Ashaptan Cömertlik Ve Bağışıyla Tanınanlar. 116

Ümmet İçinde Ferâizi En İyi Bilen Sahabi 118

Ashaptan Ses Ve Tilavet Güzelliğiyle Tanınanlar. 118

Hakkında 'İnsanların En Hatibi" Denilen Sahabi 119

"Ümmetin Hakimi (Bilge)" Lakabıyla Tanınan Sahabi 119

Ashaptan Kadim Kitapları Okuyup Anlayan. 119

Sahabe Kadınlarından Hakkında "İnsanların En Bilgilisi" Denilen. 121

Sahabe Kadınlarının, Hakkında "Eğer Erkek Olsaydı Hilafete Layıktı" Denileni 122

Ashaptan, Hz. Ömer'in "Eğer Yaşıyor Olsaydı Halef Tayin Ederdim" Dediği Azatlı Köle  122

Hakkında "İnsanların En Fasih Konuşanı" Denilen Sahabi 122

Ashaptan Hac Menasikini En İyi Bilen. 123

Halka Altmış Yil Fetva Veren Sahabi 123

Allah Resulü Zamanında Kendisine Alim Denilen Sahabi 123

Allah Resulünün Ashaba Kendilerinden Alim Olana Karşı Ayağa Kalkmalarını Emretmesi 123

Ashaptan Talebelerinin Elini Öptüğü Kimse. 123

Ehli Beyt'ten Olması Sebebiyle Talebesinin Elini Öpen Sahabi 123

Hz. Ömer'in, Hakkında "Onun Başını Öpmek Her Müslümana Borçtur" Dediği Sahabi 124

Hz. Ömer'in, Hakkında "Hiç Kimse Ben Ondan Daha Hayırlıyım, Diyemez' Dediği Sahabi 124

Hz. Ömer Zamanında Medine'ye Geldiğinde Hz. Ömer'in Kendisiyle Birlikte Onu Karşılamaya Çıkmalarını Halka Emrettiği Sahabi 125

Köse Sahabiler Ve Onlardan Halife Olan. 125

Hadım Sahabiler. 125

Muhannes Sahabiler. 126

Tenasül Uzvu Kesik Sahabi 127

Selefin Eski Eserleri Koruyup Korumadıkları 127


ONUNCU BÖLÜM

 

İlmî Hayat, Eğitim-Öğretim Ve Ashabın Üstünlükleri

 

Bu bölümle eser tamamlanmış olup çeşitli konuları içine almaktadır. Huzâi eserinde bu bölümü dört baba ayırmıştır. Genelde bir fayda taşımaması sebebiyle, Huzâi'nin bu bölümde vermiş olduğu bilgiler yerine esere bir başka bölüm eklediğimizi belirtmiştik.[1] Ayrıca bu bölüm, belki de önem bakımından Huzâi'nin bölümlerinin çoğuna denk veya onlardan daha üstündür. Bu bölüme başlarken deriz.

Onuncu Bölüm: Allah Resulü zamanındaki ilmî durumun tesbit ve teşhisi, ashabının bu devirde her fazilet, entellektüel kapasite, ahlâk, güzel adetler, kılık ve kıyafet konusunda sahip olduğu üstünlüğe dairdir. Bu bölüm iki "maksad" dan meydana gelmiştir.

Birinci Maksad: Allah Resulü zamanında öğrenim, öğretim, yazı ve vasıtaları ile benzeri açılardan ilmî durumun tesbit ve teşhisi.

İkinci Maksad: Allah Resulü'nün ashabının her türlü yetenek, entellektüel kapasite, temel karakteristikler ve diğer konularda sahip bulundukları üstünlükler bakımından sosyal durumun tesbit ve teşhisi.[2]

 

Birinci Maksad

 

İnsanlığın Sahip Olduğu En Büyük Ansiklopedinin Kur'an-I Kerim Olduğu

 

Ne önden ne arkadan hiçbir batılın kendisine arız olmadığı ve hikmet sahibi, çok övülen Allah tarafından indirilmiş olan bu büyük bilgi kaynağının okulunda ilk okuyanlar, kılavuzluğunda yetişen, onu yol edinen ve eğitimiyle hidayet bulanlar sahabe-i kirâmdır. Müslümanların bütün ilimleri ondan çıkarmayı nasıl telakki ettikleri konusunda Hafız Suyûti el-ttkân adlı eserinde cazip bir fasla yer vermiştir. Bu fasıl her ne kadar detayh ise de biz cevherlerini anmakla yetineceğiz. Allah kendisine rahmet etsin, Suyûti şöyle der[3]: "Kur'an'dan Çıkarılan İlimlere Dair Altmışbeşinci[4] Bâb". Allah Teâla şöyle buyurur: "Biz Kitab'da hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır" (En'âm 6/38). "Sana bu Kitab'ı, herşeyi açıklayan ve müslümanlara yol gösterici, rahmet ve müjde olarak indirdik" (Nahl 16/89). Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "İleride fitneler meydana gelecektir". Şöyle denildi: "Bunlardan kurtuluş yolu nedir?". Şöyle buyurdu: "Allah'ın Kitabı; onda sizden Öncekilerle sizden sonra geleceklerin haberi, aranızda olup bitenlerin de hükmü mevcuttur". Bu hadisi Tirmizi ve başkaları tahric etmiştir.[5] Said b. Mansûr da îbn Mesud'dan şöyle dediğim tahric eder: "Kim ilim istiyorsa Kur'an'a buşvursun, onda öncekilerin ve sonrakilerin haberi vardır". Beyhaki şöyle der: "Yani ilmin temelleri". Beyhaki, Hasan'dan şu tahricde bulunur: "Allah yüzdört kitap indirdi. Bunların ilimlerini, onlardan dördüne koydu: Tevrat, İncil, Zebur ve Furkân (Kur'an). Sonra da bunlardan üçünün ilimlerini Furkân'a koydu".

İmam Şafii şöyle der: "Ümmetin (alimlerinin) söylediklerinin hepsi Sünnet'in açıklanması, Sünnet'in dile getirdiklerinin hepsi de Kur'an'm açıklanmasından ibarettir. Allah Resulü'nün hükmettiği herşey onun Kur'an'dan anladığıdır". Derim (Suyûti): Allah Resulünün şu sözü de bunu teyid etmektedir: "Ben Allah'ın kitabında helal kıldığından başkasını helal, haram kıldığından başkasını da haram kılmam". Bu hadisi bu lanzla Şafii el-Ümm de tahric etmiştir. Şafii yine şöyle der: "Bir kimsenin başına gelecek hiçbir olay yok ki Allah'ın Kitabı'nda o konuda yol gösterecek bir delil bulunmasın. Eğer 'Bazı hükümler var ki doğrudan doğruya Sünnetle sabit olmuştur' denilirse[6], şöyle deriz: Bu da aslında Allah'ın Kitabı'ndan alınmış sayılır. Çünkü Allah'ın Kitabı, Resule itaati ve onun sözüne göre hareket etmeyi bize farz kılmıştır". İmam Şafii bir defasında Mekke'de şöyle demişti: "Bana dilediğinizi sorun, size onun hakkında Allah'ın Kitabı'ndan haber vereyim". Kendisine "Eşek arısını öldüren kimse hakkında ne dersin?" diye soruldu, şöyle dedi: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının" (Haşr 59/7): Süfyan b. Uyeyne bize haber verdi; o Abdülmelik b. Umeyr'den, o Rib'î b. Hirâş'tan, o Huzeyfe b. Yemân'dan Resulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Benden sonra gelecek olan iki kişiye, Ebubekir ve Ömer'e uyun"[7]. Süfyan bize Mus'ir b. Kidâm'dan, o Kays b. Müslim'den, o Tarık b. Şihab'dan Ömer b. Hattâb'm ihramlı kimsenin eşek arısını öldürmesini emrettiğini rivayet etti.

Buhari, İbn Mesud'dan şöyle dediği rivayetini tahric etti: "Allah güzellik için dövme yapana ve yaptırana, dişlerinin arasım açana, Allah'ın yaratışını değiştirene lanet etsin". Bu söz Beni Esed'den bir kadına ulaştı, kadın ona şöyle dedi: "Senin şu şu kadınlara lanet ettiğine dair haber bana ulaştı". İbn Mesud "Bana ne oluyor ki Allah Resulü"nün lanet ettiğine lanet etmiyeyim, üstelik bu husus Allah'ın Kitabı'nda bulunduğu halde?" karşılığını verince kadın "İki kapak arasındakini (Mushaf in bütününü) okudum, onda senin söylediğini bulamadım" dedi. İbn Mesud şöyle dedi: "Peygamber size ne verdiyse alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının" (Haşr 59/7) âyetini okumadın mı? Kadın "evet okudum" karşılığım verince İbn Mesud, "Allah Resulü böyle yapmayı yasakladı" dedi.[8]

İbn Surâka Kitâbü'l-İ'câz'da[9] Ebubekr İbn Mücâhid'den bir gün şöyle dediğini nakleder: "Alemde hiçbir şey yok ki Allah'ın Kitab'ında bulunmasın". Ona "Hanlar (dükkân) Kur'an'da nerede anılıyor?" diye sorulunca, şöyle dedi: Allah Teâla'nın "Oturulmayan ve içinde eşyanız bulunan evlere (izinsiz) girmenizden dolayı size bir günah yoktur" (Nûr 24/29) ayetinde. Burada sözkonusu edilen, hanlardır.

Birisi şöyle demiştir: Allah'ın kendisine kavrayış bahşettiği kimsenin Kur'an'dan çıkarması mümkün olmayan hiçbir şey yoktur. Hatta bazıları Münafikûn süresindeki "Allah vadesi (eceli) geldiği zaman hiçbir canı ertelemez" (Münafîkûn 63/11) âyetinden Allah Resulü'nün ömrünün altmışüç yıl olduğu sonucunu çıkarmışlardır. Şöyle ki bu sûre altmışüçüncü sûre olup Resulullah'ın yokluğunda aldanmanın (teğâbün) ortaya çıkmasından dolayı ondan sonra da Tegâbün sûresi gelmektedir.

İbn Ebil- Fadl el-Mürsî Tefsirinde[10] şöyle der: Kur'an-ı Kerim evvelki­lerin ve sonrakilerin ilimlerini kendisinde toplamış olup bunlardan hiçbir ilmi, onları sözkonusu edenden (Allah) başkası gerçek anlamda ihata edemez. Sonra, Allah Teala'mn kendisine has kıldığından başkalarını Allah Resulü kavradı. Sonra da bunun çoğunu ondan dört halife, İbn Mesud ve İbn Abbas gibi ashabın büyükleri ve önde gelenleri miras aldılar. Hatta öyle ki İbn Abbas şöyle demiştir: "Bir devenin diz bağlama zinciri kaybolsa, onu Allah'ın Kitabı'nda bulurum". Sonra bunu onlardan ihsanla tabiîn miras aldı. Daha sonra himmetler azaldı, gayretler gevşedi ve ilim ehli zayıfladı, ashab ve tabiinin yüklendiği Kur'an'ın ilimleri ve sair fenlerini yüklenmek­ten aciz kaldılar. Kur'an'ın ilimlerini bölümlere ayırdılar, her grup bunlardan biriyle meşgul oldu; bir grup manalarını anlamaya ve bunlar üzerinde düşünmeye yönelmeden Kur'an'ın dil özelliklerini, kelimelerinin tesbiti, harfllerinin çıkış yerleri ve sayılarını, âyet, sûre, h i z b , n ı s f , r u b ' ve secde sayılarını öğrenmeye çalıştı; âyetleri onar onar öğretme, benzer kelimeleri ve eşanlamlı ayetleri tesbit v.b. hususlarla ilgilendiler. Bunlara k u r r â  denildi.

Nahivciler mureb ve mebni isimler, fiiller, âmil harfler v.b. hususlarla ilgilendiler. İsimler ve tabileri, fiil çeşitleri, lazım ve müteaddi (geçişli-geçişsiz), kelimelerin yazılış şekilleri ve bununla ilgili bütün konularda uzun uzun konuştular. Bazıları müşkil kelimelerini, bazısı ise kelime kelime bütün Kur'an'ı irab etti.

Müfessirler Kur'an'ın lafizlarıyla ilgilendiler ve bir lafzı yalnız bir manaya, birini iki manaya, birini daha fazla manaya delâlet eder buldular. Tek anlamı bulunan lafızda kendi hükmünü uyguladılar, manası kapalı olana açıklık getirdiler. İki veya daha fazla anlamı bulunanlarda ise tercihe yöneldiler, her biri kendi fikrini ifade etti, kendi görüşünün gereğini söyledi.

Kelamcılar "Eğer yerde ve gökte Allah'tan başka ilahlar olsaydı, ikisi de bozulup giderdi" (Enbiya 21/22) âyeti ile benzeri birçok âyet gibi ondaki aklî deliller, asli ve nazarî şevâhidle ilgilendiler. Bunlardan Allah Teâla'nın varlığı, birliği, bekası (sonsuz oluşu), kıdemi (ezeli oluşu), kudreti, ilmi, zatına uygun olmayan şeylerden tenzihini istinbat ettiler ve bu ilmi usûlü'd-dîn (kelâm) diye adlandırdılar.

Bir grup Kur'an hitabının manaları üzerinde düşündüler ve onlardan bazılarının umum, bazılarımn husus v.s. ifade ettiğini gördüler. Kelimelerin hakikat ve mecaz hükümlerini çıkardılar. Tahsis, ihbar, nas, zahir, mücmel, muhkem, müteşâbih, emir, nehiy, nesih ile kıyas türleri, istishâb-ı hal ve istikra konularında söz söylediler. Bunu da u s u 1 - ü fıkıh diye adlandırdılar. Bir grup da Kur'an'daki helal, haram ve diğer hükümler üzerinde doğru bakış ve isabetli fikir yürüttüler, bunun temel esaslarım belirlediler, bu esaslara bağlı ayrıntıları (furû) ortaya koydular. Bu konuyu güzel bir şekilde etraflı olarak ele aldılar veilm-i furû ve fikıh diye adlandırdılar.

Bir grup Kur'an'da geçmiş milletler ve nesillerle ilgili kıssalara göz attılar, onların eserleri ve başlarından geçen olayları naklettiler, hatta dünyanın ve varlığın (eşya) başlangıcım zikrettiler. Bunu tarih ve kısas diye adlandırdılar.

Diğer bazıları Kur'an'da insanların kalplerine işleyen ve dağları unufak edeyazacak hikmet, meşeliler ve öğütlere dikkat etti; Kur'an'dan v a ' d , v a î d , uyarı, muştu, ölümün hatırlatılması, neşir, m e â d , mahşer, hesap, ceza, cennet ve cehenneme dair çeşit çeşit öğütler ve sakındırıcı esaslar çıkardılar. Bu kimseler hatip ve vaiz diye adlandırıldılar.

Bir grup Hz. Yusuf kıssasında semiz sığırlar, hapishane arkadaşları, onun güneş, ay ve yıldızları secde ediyor görmesi rüyalarında olduğu gibi Kur'an'daki rüya tabiri esaslarını tesbit ettiler. Buna rüya tabiri adını verdiler. Her rüyanın yorumunu Kur'an'dan, bunda güçlük çektiklerinde ise Kur'an'ı açıklayan Sünnetten, bu da güçlük belirtince emsal ve hikmetlerden çıkardılar. Sonra halkın konuşmalarında kullandıkları terimlere ve Kur'an'ın "örfü (marufu, iyiliği) emret" (A'râf 7/199) âyetinde işaret ettiği, aralarında bilinen ortak müsbet uygulamalarına baktılar.

Bir grup mirasla ilgili ayetlerdeki payları, sahiplerini ve diğer hususları ele aldılar. Bu, f e r â i z ilmi diye adlandırıldı. Yarım, üçtebir, dörtte bir, altıda bir, sekizde bir gibi payları, payların hesaplanmasını, a v 1[11] meselelerini ve vasıyyet hükümlerini çıkardılar.

Bir grup gece, gündüz, güneş, ay, yıldızlar ve burçlardaki göz kamaştı­rıcı hikmetlere delalet eden âyetlere baktılar. Bundan zaman ilmini çıkar­dılar.

Katipler ve şairler Kur'an'daki lafız fesahatine, nazım mükemmelli­ğine, hitapta üslup çeşitliliğine, başlayış, maksada geçiş ve sonuçlandırışa, ifade güzelliğine, ifadede ayrıntı ve özlülüğe v.s. baktılar. Bundan meâni,    beyân   vebedî  ilimlerini çıkardılar.

İşaret ve hakikat erbab.ı Kur'an'a baktılar, onun lafızlarından kendilerine manalar ve incelikler belirdi. Bunlar için fena, beka, huzur, havf, heybet, üns, vahşet, kabz, b a s t v.b. terimlerle ifade ettikleri özel isimler tesbit ettiler. Bunlar, İslam toplumunun Kur'an'dan çıkardığı ilimlerdir.

Kur'an-ı Kerim ayrıca tıp, c e d e 1 (tartışma, diyalektik), astronomi, geometri, cebir, astroloji gibi tabiî ve felsefî ilimleri de muhtevidir. Tıpa gelince, bunun temeli sağlığı koruma ve gücü kuvvetlendirmeye dayanmakta olup bu da zıt keyfiyetlerin birbirlerini etkilemeleri suretiyle mizacın (tabiatın) itidalini sağlamakla olur. Bu da "...Bu ikisi arasında dengeli olur" (Furkân 25/67) âyetinde toplanmıştır. Sıhhatin bozulduktan sonra düzelmesini, vücudun hastalığa yaklandıktan sonra sağlığa kavuşmasını sağlayacak şeyleri de "...Onun karınlardan renkleri çeşit çeşit bir içecek çıkar ki onda insanlara şifa vardır" (Nahl 16/69) âyeti bize öğretmektedir. Kur'an'da vücutların tedavisi yanında kalplerin tedavisi ve gönüllerin şifâsı da mevcuttur.

Astronomiye gelince, bununla ilgili olarak Kur'an'ın Sûrelerinin satırları arasında göklerin ve yerin yönetiminin, ulvi ve süfli alemlere serpilip yayılan yaratıkların anıldığı âyetler nevcuttur. Geometri "Bir gölgeye gidin ki üç kolludur" (Mürselât 77/30 ) âyetinde dile getirilmiştir.

Cedele gelince, Kur'an âyetleri deliller, Öncüller, tümdengelimler, zorunlu olarak kabul, karşı çıkmak v.b. birçok şey ihtiva eder ki Hz. İbrahim'in Nemrut'la tartışması ve kendi kavmiyle mücadelesi bu konuda büyük bir esastır.

Cebire gelince, sûrelerin başlangıçlarındaki harflerde birbirleriyle içice bir şekilde geçmiş milletlerin tarihleriyle ilgili süreler, yıllar ve günler, bu ümmetin bekası, dünya günlerinden ne kadar geçtiği ve ne kadar kaldığı konusunda bilgiler mevcut olduğu söylenmiştir.[12]

Astroloji ise "...yahut bir bilgi kalıntısı getirin" (Ahkâf 46/4) âyetinde sözkonusu olup İbn Abbas âyeti bu şekilde yorumlamıştır.

Kur'an-ı Kerim'de zaruri ihtiyaçların gerektirdiği sanatların esasları ve aletlerin adları da mevcuttur, "..ve cennet yapraklarını üstüste yamayıp üzerlerine örtmeğe başladılar" (A'raf 7/22) âyetinde geçen terzilik, "Bana demir kütleleri getirin" (Kehf 18/96) ve 'Ve ona demiri yumaşattık" (Sebe 34/10) âyetinde geçen demircilik, birçok âyette "geçen mimarlık, "Gözlerimizin önünde ve vahyimiz gereğince gemiyi yap" (Hûd 11/37) âyetinde geçen marangozluk, "İpliğini kuvvetle büktükten sonra çözen kadın.." (Nalû 16/92) âyetinde geçen yün eğirme, ".. bir ev edinen örümceğe benzerler" (Ankebût 29/41) âyetinde geçen dokumacılık, "Ektiğinizi gördünüz mü?" (Vakıa 56/63) âyetinde geçen çiftçilik, birçok âyette geçen avcılık, "...her bina ustasını ve -dalgıcı" (Sâd 38/37) ve "...ondan (denizden) giyeceğiniz süsler çıkarasınız diye" (Nahl 16/14) âyetinde geçen dalgıçlık, "Musa'nın kavmi, ondan sonra, kendilerinin zinet takımlarından yapılmış böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tanrı diye) benimsediler" (A'raf 7/148) ayetinde geçen kuyumculuk, "O, sırçadan yapılmış cilalı şeffaf (bir zemin)dir" (Nemi 27/44) ve "...lamba cam içerisindedir" (Nûr 24/35) âyetinde geçen camcılık, "Ey Hâmân, haydi benim için çamurun üzerinde ateş yak (arak tuğla imal et de) bana bir kule yap" (Kasas 28/38) âyetinde geçen çömlekçilik, "O gemi ise..." (Kehf 18/79) âyetinde geçen gemicilik, "O (insana) kalemle (yazmayı) öğretti" (Alak 96/4) âyetinde geçen yazı yazma, "... başımın üstünde ekmek taşıyorum" (Yusuf 12/36) ayetinde geçen fırıncılık, "...kızarmış buzağı getirdi" (Hûd 11/69) âyetinde geçen aşçılık, "Elbiseni temizle" (Müdessir 74/4) ve "Havariler dediler ki" (Al-i İmran 3/52) âyetinde -ki havariler çamaşırcı demektir- geçen yıkama ve çamaşırcılık, "...henüz canları çıkmadan kestikleriniz hariç" (Mâide 5/3) ayetinde geçen kasaplık, birçok ayette geçen alışveriş, "Allah'ın boyası..." (Bakara 2/138) ve "Dağlardan (geçen) beyaz, kırmızı, değişik renklerde ve simsiyah yollar" (Fâtır 35/27) âyetinde geçen boyama, "Dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz" (Şuarâ 26/149) âyetinde geçen taş yontuculuğu, birçok ayette geçen kilercilik ve tartıcjık, "...attığın zaman sen atmadın" (Enfâl 8/17) ve "Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın" (Enfâl 8/60) âyetinde geçen atıcılık gibi.

Kur'an'da ayrıca "Biz Kitap'ta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır" (En'âm 6/38) âyetinin anlamını gerçekleştirecek şekilde ev eşyaları, yiyecek ve içecek çeşitlerinin adları, kâinatta olmuş ve olmakta olan her şey hakkında bilgi vardır. Mürsi'nin özetle verilen sözleri burada sona erdi.

İbn Surâka şöyle der: Kur'an'ın mucizevi yönlerinden biri de Allah Teala'nın Kur'an'da  aritmetik sayıları,  toplama,  bölme,  çarpma, muvafakat, te'Iif, münasebet, yarıya bölme ve ikiye katlama gibi hususları zikretmesidir. Böylece, aritmetik konusunda bilgi sahibi olanlar, Allah Resulü'nün gerçeği söylediğini ve Kur'an'm onun katından olmadığını anlamış olurlar. Çünkü Resulullah ne felsefecilere karıştı ne de aritmetik ve geometri öğrendi.

Râgıb el-Isfahâni şöyle der: Allah Teâla peygamberliği bizim peygamberimizle sona erdirip daha önceki peygamberlerin şeriatlarını onun şeriatiyle bir yönden kaldırıp ( n e s h } bir yönden de tamamlayıp kemale erdirince, "Allah tarafından (gönderilmiş) tertemiz sahifeler okuyan bir elçidir" (Beyyine 98/2) âyetiyle dikkat çektiği gibi, ona indirdiği kitabını diğer peygamberlere verdiği kitapların semerelerini kapsar kıldı. Hacminin küçüklüğüne rağmen, beşer aklının sayamayacağı ve dünyevi aletlerin üstesinden gelemeyeceği çok manaları kapsamasını da 'Yeryüzünde bulunan ağaçlar kalem olsa, deniz de (mürekkep olup) arkasından yedi deniz ona yardım etse yine (bunlar tükenir) Allah'ın kelimeleri tükenmez" (Lokman 31/27) âyetinde dikkat çektiği gibi, bu kitabın mucizelerinden biri kıldı. Ayrıca kendisine bakana göstereceği bir aydınlık ve bahşedeceği bir faydayı da taşır:

Bir ay gibidir o ne tarafa dönersen göreceğin Gözlerine canlı bir nur bahşeden Güneş gibi semanın ortasında ışığı Kaplar ülkeleri doğuda ve batıdal.[13]

Ebû Nuaym ve başkaları Abdurrahman b. Ziyâd b. En'um'dan şöyle dediğini rivayet eder: "Hz. Musa'ya şöyle denildi: Ey Musa, kitaplar içinde Ahmed'in kitabı, içinde süt bulunan bir kap gibidir, çalkaladıkça yağını çıkarırsın".

Kadı Ebubekir İbnü'l-Arabî Kânûnu't-te'vil'de şöyle der: "Kur'an'da mevcut ilimler, Kur'an kelimelerinin dörtle çarpımı olarak 77.450 tanedir. Çünkü her kelimenin zahr, batn, hadvematla'ı vardır. Bu sayı, terkip ve kelimeler arası rabıtalar gözönüne alınmaksızın mutlak anlamda sözkonusu olandır. Bunlar gözönüne alınınca elde edilecek ilimler sayılamayacak ve Allah'tan başkasının bilemeyeceği kadar çoktur. Kur'an ilimleri ise üçtür: Tevhîd, tezkir (hatırlatma, uyarı) ve ahkâm. Yaratılanları ve isim, sıfat ve fiilleriyle birlikte yaratanı tanıma tevhide; v a ' d (mükafat sözü), v a î d (ceza sözü), cennet, cehennem, iç ve dışın arındırılması tezkire; bütün teklifler (yükümlülükler), menfaat ve zararların açıklanması, emir, nehiy (yasak) ve m e n d u b da ahkama girer. Bu yüzdendir ki Fatiha sûresi Ümmü'l-Kur'an (Kur'an'm özü) olup onda her üç kısım da mevcuttur. İhlas sûresi de bu üç kısımdan biri olan tevhidi ihtiva etmesi sebebiye Kur'an'm üçte biridir".

îbn Cerir şöyle der: "Kur'an-ı Kerim üç hususu kapsar: Tevhid, ahbâr ve diyanet. Dolayısıyla İhlas sûresi, bütün tevhidi kapsadığı için Kur'an'ın üçte birini oluşturur".

Ali b. îsa şöyle der: "Kur'an otuz hususu kapsar: î'lam (haber verme, bildirme), tenbih (dikkat çekme, uyarı), emir, nehiy, va'd, vaid, cennet ve cehennemi tasvir; Allah'ın adını, sıfatlarını ve fiillerini ikrarı öğretmek; nimetlerini itirafi, muhaliflere karşı delil ortaya koymayı, inkarcıları reddi Öğretmek; arzu, korku, hayır, şer, güzel ve çirkini beyan; hikmetin tavsifi, marifetin fazileti, salihlerin medhi, facirlerin kötülenmesi, teslim, tahsîn, tevkîd, tefrî, kötü ahlakı ve yüce adabı açıklama". Şeyzele şöyle der: Gerçekte îbn Cerir'in söylediği üç husus bunların hepsini, hatta kat kat fazlasını kapsamakta olup Kur'an'ı (bütünüyle) kavramak ve ilginç yönlerini saymak mümkün değildir.

Derim (Suyuti): Allah'ın Kitabı her şeyi kapsamaktadır. İlim çeşitlerine gelince, bunlardan hiçbir konu ve temel oluşturan bir mesele yok ki Kur'an'da ona delalet eden birşey bulunmasın. Kur'an'da mahlukatın enteresan özellikleri, gökler ve yerin yönetimi, ufuk-u a'la'da ve yerin altında bulunan şeyler, yaratılışın başlangıcı, meşhur peygamberler ve meleklerin adları, geçmiş milletlerle ilgili önemli haberler mevcuttur; Hz. Adem'in cennetten çıkarılışıyla ilgili İblisle olan kıssası, Hz. İdris'in göğe kaldırılması, Hz. Nuh kavminin boğulması, birinci ve ikinci Ad kavmi, Semud kavmi, deve, Hz. Yunus'un kavmi, Hz. Şuayb'm kavmi, evvelkiler ve sonrakilerin, Hz. Lut kavmi, Tubbe kavmi ve ashab-ı ress'in kıssaları, Hz. İbrahim'in kavmiyle mücadelesi ve Nemrut'la tartışması, oğlu İsmail'i annesiyle birlikte Mekke'ye bırakması, Kabe'yi inşası kıssası, kurban kıssası, oldukça ayrıntılı olan Hz. Yusuf kıssası, Hz. Musa'nın doğumu, suya atılması, kıptiyi Öldürmesi, Medyen'e gidişi, Hz. Şuayb'ın kızıyla evlenmesi, Tur'da Allah Teâla ile konuşması, Firavun'a gelişi, Mısır'dan çıkışı, düşmanlarının boğuluşu kıssaları, buzağının ve Hz. Musa ile çıkan ve saika ile yokolan topluluğun kıssaları, Öldürülen adam ve ineğin kesilmesi kıssası, Hz. Musa'nın Hz. Hızır'la kıssası, zorbalarla olan kıssası, yeryüzünde bir yol tutup Çin'e kadar giden kavmin kıssası, Tâlut ve Hz. Davud'un Calut'la kıssası ve tabî tutulduğu imtihan, Hz. Süleyman'ın Sebe melikesi ile olan haberi ve imtihanı kıssası, vebadan kaçarak ülkelerinden çıkan ve Allah'ın öldürüp sonra dirilttiği topluluğun kıssası, Zülkarneyn ve güneşin doğuş ve batış yerlerine gidişi, şeddi yapışı kıssası, Hz. Eyyub, Zülkifl ve İlyas kıssası, Meryem ve Hz. İsa'yı doğurması, Hz. İsa'nın peygamber olarak gönderilişi ve göğe yükseltilişi kıssası, Hz. Zekeriya ve oğlu Hz. Yahya'nın kıssası, Ashab-ı Kehf kıssası, Ashab-ı Rakim kıssası, Buhtunnasır kıssası, birinin bahçesi olan iki adamın kıssası, bahçeleri bulunan topluluk kıssası, Hz. İlyas'ın kavminden inananların kıssası, Ashab-ı fil kıssası.

Kur'an-ı Kerim'de Hz. Peygamberle ilgili bilgiler olarak Hz. İbrahim'in ona dua etmesi, Hz. İsa'nın onu müjdelemesi, peygamber olarak gönderilişi, hicreti, gazvelerinden Bakara sûresinde İbnül-Hadrami seriyyesi, Enfâl sûresinde Bedir Gazvesi, Al-i İmrân'da Uhud ve küçük Bedir gazveleri,

 Ahzâb sûresinde Hendek Gazvesi, Fetih suresinde Hudeybiye, Haşr'da Beni Nadir, Tevbe'de Tebük ve Huneyn gazveleri, Mâide'de Veda Haccı, ayrıca Zeyneb bint Cahş'la evlenmesi, cariyesini haram kılışı, hanımlarının kendisine karşı birbirleriyle dayanışmaları, i f k kıssası, İsrâ kıssası, inşikak-ı kamer ve yahudilerin kendisine sihir yapmaları gibi hususlar mevcuttur.

Kur'an'da insanın yaratılışından ölümüne kadar olan hususlar, ölümün keyfiyeti, ruhun alınması ve semaya yükselişinden sonra ona ne yapılacağı, mümin ruha kapının açılması, kâfir olanın atılması, kabir azabı ve suali, ruhların karar kıldıkları yer; Hz. İsa'nın yeryüzüne inişi, d e c c â 1 in, yecüc-nıecüc 'ün, dabbetülarz ve d u h â nın ortaya çıkışı, Kur'an'ın kaldırılması, husuf, güneşin batıdan doğması ve tevbe kapısının kapanması gibi kıyametin büyük alametleri; korku, ölüm ve kıyam üfürmelerinden ibaret olan üç kez sura üfürülmesi, haşir ve neşir, m e v k ı f m tehlikeleri, güneş sıcaklığının şiddeti, Arşın gölgesi, mizan, havuz, sırat, bir grubun hesaba çekilmesi ve diğerlerinin kurtulması, uzuvların şahitlik yapması, kitapların (amel defteri) sağdan, soldan ve arkadan verilmesi, şefaat, makam-ı mahmud, cennet ve kapıları, cennetteki nehirler, ağaçlar, meyveler, zinetler, kaplar, dereceler, Allah Teâlayı görme, cehennem ve kapılan, ondaki vadiler, ceza ve azap türleri, zakkum, h a m î m gibi hususlarla ilgili bilgiler mevcut­tur.

Bir hadiste de geçtiği üzere Kur'an'da bütün esnıâ-i hüsna, mutlak anlamda Allah'ın adlarından bin tanesi, Resuluîlah'ın isimlerinden ise başlıcalan, imanın yetmiş küsur şubesi, İslam'ın 315 temel esası, büyük günah çeşitleri, küçük günahların birçoğu bulunmaktadır.

Kur'an-ı Kerim'de, Hz. Peygamber'den varid olmuş her hadisin tasdiki ve anlatılması ciltler tutacak diğer birçok husus vardır.

Bazı alimler Kur'an'ın ihtiva ettiği hükümleri ele alan müstakil kitaplar kaleme almışlardır[14]: Kadı İsmail, Ebubekr b. Alâ, Ebûbekr er- Râzî (Cessâs kastedilmiştir), İlkiyâ el-Herrâsî, Ebubekr İbnü'I-Arabî, Abdülmün'im İbnü'l-Feres ve İbn Huveyzmendâd gibi.[15] Bazı alimler Kur'an'ın kapsadığı bâtın ilmiyle ilgili müstakil kitaplar yazmışlardır. İbn Berrecân da hadisleri destekleme konusunda Kur'an'ın ihtiva ettiği hususlara dair müstakil bir kitap kaleme almıştır. Ben de el-Iklîl f istinbâti't-Tenzîl adlı bir eser yazdım ve orada, Kur'an'dan çıkarılan bütün fıkhı, aslî (dinin temel esasları) veya itikadî meselelerle bunun dışında bazı hususları zikrettim. Bu eser son derece faydalı olup burada özetle verdiğim konuların etraflı bir açıklaması mahiyetindedir. Bu konuda dileyen ona başvursun.

Fasıl: Gazzâli ve başkaları şöyle der: Kur'an'ı Kerim'deki ahkâm ayetleri beşyüz tanedir. Bazıları yüzelli olduğunu belirtir. Bu son görüş sahiplerinin maksadının muhtemelen sarih âyetler olduğu, çünkü kıssa lar, emsal v.b. hususlarla ilgili âyetlerden de birçok hüküm çıkarıldığı söylenmiştir.

İzzüddin îbn Abdisselam el-İmâm fi edilleti'l-ahkâm adlı kitabında şöyle der[16]: Kur'an âyetlerinin çoğu güzel ahlak ve adabı içeren hükümler taşımaktadır. Ayetlerin bazılarında hükümler açık şekilde belirtilmiştir. Bazılarında ise hükümler istinbat yoluyla elde edilir. Bu da ya başka bir âyetle ilgi kurulmadan olup "Onun (Ebû Leheb) karısı da odun hamalıdır' (Mesed 111/3) âyetinden kafirlerin birbirleriyle evlenmelerinin (nikahlarının hukuken) meşru olduğu, "Artık şimdi onlara (eşlerinize) yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdığını talep edin; şafağın beyaz ipliği siyah iplikten ayırdedilinceye kadar yiyin, için..." (Bakara 2/187) âyetinden de cünüp kimsenin orucunun sahih olduğu hükmünün çıkarılması gibi. Yahut bir başka âyetle ilgisi kurularak olur; "Onun (memeden) ayrılması da iki yıl içinde olmuştur" (Lokman 31/14) âyetinden» en az hamilelik süresinin altı ay olduğu hükümünün çıkarılması gibi. Hükümler bazan ifadeden (sığa) çıkanlılr ki bu açık bir husustur. Bazan haber verme (ihbar) suretiyle olur; "Sizin için helal kılındı" (Bakara 2/187), "Leş size haram kılındı" (Mâide 5/3) ve "Size de oruç yazıldı (farz kılındı)" (Bakara 2/183) âyetlerinde olduğu gibi. Bazan da davranışlara dünya veya ahirette bir hayır veya şer, fayda veya zarar terettüp ettirilmesinden hükümler çıkarılır. Allah Teâla kullarını teşvik, korkutma ve anlamalarını kolaylaştırmak için bu konuda birçok çeşide yer vermiştir. Şöyle ki şeriatin yücelttiği ve övdüğü veya ondan dolayı yapanım övdüğü, kendisini veya yapanını sevdiği, kendisinden veya onu yapandan razı olduğu, dosdoğru olma, bereket veya temizlikle nitelendirdiği, kendisine veya failine "çift ve tek"e, mücahidlerin atlarına ve nefs-i levvâme üzerine and gibi çeşitli şekillerde andiçtiği; Allah'ın kulunu anma veya ona muhabbet duymaya, dünya ve ahirette bir sevap vadetmeye, şükrünü kabule, hidayete ulaşmasına, failini razı kılma­ya, günahlarını af ve kötülüklerini silmeye, onu kabule, failine yardıma veya müjdelemeye, failini temiz olmakla veya fiili' "maruf" olmakla nitelendirmeye, failinden korku ve üzüntüyü nefye veya güven vadine veyahut kendi "velâyef'ine sebep kıldığı; meydana gelmesi için Resulullah'ın dua ettiğini haber verdiği, bir ibadet olmakla nitelendirdiği veya hayat, nur ve şifa gibi övgü vasfıyla andığı davranışlar, bunların yapılmasının vacip veya mendup olarak meşru kılındığına bir delil teşkil eder. Allah'ın terkedilmesini istediği, kendisini veya failin kötülediği, kınadığı, failine buğzettiği, lanet ettiği, kendisinden veya failinden sevgisini veya rızasını nefyettiği, failini hayvanlara veya şeytanlara benzettiği, hidayete erdirmeye veya kabule engel kıldığı, kotu veya çirkin olarak nitelediği, peygamberlerin ondan Allah'a sığındıklarını veya ondan hoşlanmadıklarını belirttiği; felahın nefyine, dünya veya ahirette bir azaba uğramaya, bir kınama, kötüleme, dalalet ve günaha sebep kıldığı, bir çirkinlik, pislik veya günah olarak, fısk veya dalalet olarak nitelediği; bir günah ve kötülüğe, lanet veya gazaba, bir nimetin zevaline, bir azabın, cezanın, kasvet veya zilletin inmesine, nefsin rehin alınmasına, Allah'ın düşmanlığı, savaşı veya alayına sebep kıldığı; Allah'ın onu yapanı unutulmuşluğa terketmesine sebep kıldığı, kendisini ona karşı sabırlı, hilm sahibi ve bağışlayıcı olarak nitelendirdiği, ondan tevbeye çağırdığı, failini pislik ve horlamayla nitelendirdiği, şeytanın işi veya onun süslemesi saydığı, onu yapanı şeytanın dost edindiğini belirttiği; zulüm, haddi aşma, taşkınlık, günah, hastalık gibi kotu bir sıfatla andığı, peygamberlerin kendisinden veya failinden teberri ettikleri, failinden Allah'a şikayette bulundukları, failine açıkça düşmanlık besledikleri, ona uzuntu duymaktan nehyolundukları, failinin dünya veya ahirette hüsrana uğramasına sebep kıldığı, cennet ve nimetlerinden mahrum kalmaya sebep saydığı, failini Allah'ın düşmanı veya Allah'ı onun düşmanı olarak nitelediği, failinin Allah ve Resulû'ne savaş açmış olduğunu veya başkasının günahını yüklendiğini belirttiği, hakkında "olmaz, uygun düşmez" ifadesi kullanılan, sorulduğunda sakınılmasmı emrettiği, aksinin yapılmasını, failinin terkedılmesini emrettiği, yapanların ahirette lanetleştikleri, birbirlerinden teberride bulundukları, birbirlerine beddua okudukları, failini sapıklıkta olmak veya Allah katında hiçbir dayanağa sahip olmamak, Allah Resulü ve ashabından olmamakla nitelendirdiği, ondan sakınmayı kurtuluşa bir sebep kıldığı, onu işlemeyi muslumanlar arasında düşmanlık ve kin doğmasına sebep saydığı, faili için "artık vazgeçecek misin?" ifadesinin kullanıldığı, peygamberleri onu yapana dua etmekden menettiği, onu yapmaya tard, uzaklaştırma, "yapan olsun", "Allah onu oldursun" gibi sözlerin terettüp ettiği; kıyamet gunu Allah'ın onu yapanla konuşmayacağı, ona bakmayacağı, temize çıkarmayacağı, amelinin geçerli olmayacağı, kurduğu düzeni başarıya ulaştırmayacağı ve felaha ermeyeceğini, şeytanın onu takdir ettiğini bildirdiği; yapanın kalbinin sapmasına veya Allah'ın âyetlerinden yuzçevırmesine sebep saydığı, niçin yaptığını sorduğu davranışlar da bunların yapılmasının yasaklandığına delil olup bu yasağın harama delaleti mücerret kerahete (mekruhluğa) delaletinden daha açıktır. Bir fiilin mubah olduğu da "h e 1 a 1 " lafzının kullanılmasından, cunâh (günah, curum), karec (günah, sıkıntı), ısm (günah, şer) ve muahaze bulunmadığının belirtilmesinden, musade verildiği ve af sozkonusu olduğundan sozedılmesi, eşyadaki faydalarla nimette bulunduğunun belirtilmesi, haram olduğu hususunda sükut edilmesi, bir şeyi haram sayana muhalefet gösterilmesi; bizim için yaratıldığının haber verilmesi veya bizden önceki milletlerin davranışlarından kötüleme yapılmadan haber verilmesinden anlaşılır. Bu milletlerin fiilleri Övülerek haber verilirse bu, o fiilin vacip veya müstah ap olarak meşru kılındığına delalet eder." İzzûddin İbn Abdisselam'ın sözleri burada sona erdi.[17]

Başka alimler bazan sükuttan da hüküm çıkarılabileceğini belirtmişlerdir; bir grup alim Kur'an'ın mahluk olmadığı hususunu, Allah'ın insanı onsekiz yerde anıp mahluk olduğunu belirtirken Kur'an'ı eli dört yerde anıp mahluk olduğunu söylememesi ve insan ile Kur'an'ı birarada zikrederken de "Rahman olan Allah Kur'an'ı öğretti, insanı yarattı...' (Rahman 55/1-3) âyetinde olduğu gibi birbirinden farklı şekilde anmasından istidlal etmişlerdir.

el-Itkân'dan nakledilen bilgiler burada sona ermiş olup[18] ne tamam ve geniş bilgilerdir! Bu bilginin aynısı el-İklîl fistinbâti't-Tenzilin mukaddimesinde verilmiş olup ona da bakınız.[19]

Müfessir Ebû Yusuf Abdüsselam b. Muhammed b. Yusuf b. Bündâr el-Kazvinî'nin (ö. 488/1095) biyografisinde, onun Nizamülmülk'e kimsede eşi bulunmayan dört şey hediye ettiği belirtilir. Bunlardan biri, yazısı güzel bir katip tarafından yazılmış bir Mushaf ti. Katip, k u r r â nın görüş ayrılıklarını satırlar arasına kırmızı kalemle, garib lafızların tefsirini yeşil ve irabım da mavi kalemle yazmıştı. Ahidname ve yazışmalarda delil getirmeye uygun âyetlere, va'd vevaîd âyetlerine, taziye ve kutlamalarda yazılan âyetlere de altın yazıyla işaretler koymuştu.[20]

Tamamlayıcı bilgi: Ne Önünden ne ardından bâtılın kendisine nüfuz edemediği Kur'an-ı Kerim'in insanlığın tanıdığı en geniş ansiklopedi olduğunu belirtmiştik. Bugünkü terim anlamıyla ansiklopedi, geçmişte, şimdi ve gelecekte olan hususlarla ilgili olarak akla gelen herşeyi derlemenin gaye edinildiği dâiretü'l- maârif 'ler gibi birçok ilim ve çeşitli anlayışlara dair konuları biraraya toplayan eserlere denir. Kur'an ve muhtevasıyla ilgili olarak andıklarımızdan, onun insanlığın tanıdığı ilk ansiklopedi, dâiretü'l-maârif olduğu anlaşılmış­tır. Bunu Avrupalı büyük alimler de itiraf etmişlerdir. Fransız Dr. Moris[21] şöyle der: Kur'an alimler için ilmî bir mahfil, dilciler için bir sözlük, şiir seven ve duyguları süslemek isteyen kimse için bir aruz kitabı, hukukî düzenlemeler ve kanunlar için de genel bir ansiklopedidir. Dr. Bosvvorth Smith de Muhammed'in Hayatı[22] adlı eserinde şöyle der: Tarihte kimsenin elde edemediği biricik güzel nasip, Muhammed'in (sav) bir zamanda büyük ve muhteşem işlerden üç şey birden kurmuş olmasıdır; O bir ümmî olmasına rağmen bir ümmet, bir imparatorluk ve bir dinin kurucusudur. Pek az okuyabilmesi veya yazabilmesine rağmen belagatta bir muci'ze ve hukukî düzenlemeler, namaz ve din için aynı zamanda bir anayasa olan bir kitap getirmiştir.

İmam Fahreddin er-Râzî büyük tefsiri Mefâtihu'l-gayb'ın baş tarafında şöyle der: Bir zamanlar Fatiha sûresinin hikmetlerinden onbin mesele çıkarılmasının mümkün olduğunu söylemiştim de hasetçiler bunu imkânsız görmüşlerdi. Ben de bu kitabın telifine başlayarak sözünü ettiğim hususun gerçekleşebileceğine delil olması için kendisine bir mukaddime yazdım.[23]

Fâkihı nin Menâhıcu'l-ahlâki's-seniyye adlı eserinde şu bilgi verilir: İbn Âdil Tefsir'inde Kadı Ebubekr İbnü'l-Arabî el-Mâlikî'den, onun Kur'an'dan yetmiş küsur bin ilim çıkardığım naklederek şöyle der: Hz. Ali'nin "Eğer ben Fatiha ile ilgili olarak yetmiş deveyi yükleyecek kadar bilgi ortaya koymak isteseydim, bunu yapardım" veya bu anlamda söylediği sözü senin bilginden uzak değildir. Hatta hocamız Bekri'den, yıllarca üçaylar içinde her sabah besmelenin bazı ilimleri üzerine konuştuğunu ve bir meclisinde şöyle dediğini duydum: "Eğer bunun üzerinde ömür boyu konuşmak isteseydim yine yetmezdi". Ebû Salim el-Ayyâşî'nin Mesâlikü'l-hidâye'sinde[24] Ebü'l-İkrâm Zeynelabidin el-Bekrî'nin biyografisinde, babamın hocası Sîdî Ahmed'in şöyle dediği kendi yazısından nakledilir: "Arif el-Bekrî besmelenin noktası üzerinde ikibin ikiyüz mecliste konuştu". Ebû Süleyman er-Rûdânî Sıla'smda Ebül-Hasan Ali b. İbrahim el- Havfî'nin Kur'an ilimlerine dair yüz "kitap"tan oluşan bir eseri olduğunu belirtir.[25]

Kur'an-ı Kerim'den sonra, tarihin ansiklopedi yazdıklarını itiraf ettiği kimseler İslam alimleridir. Fakat bu konudaki ilk eserlerin konusu ve gayesi, o zamanda mevcut ilimlerin sayımı idi. Sonra da her yeni hedefte olduğu gibi ansiklopedilerde derinleşme gerçekleşti. Bunun ilk ortaya çıkışı hicri IV. yüzyılda olup Seâlibi'nin Yetimetü'd-dehr'i ve başka eserlerde[26] biyografisi verilen İmam Ebu'r-Recâ Muhammed b. Ahmed b. Rebî el-Usvânî eş-Şâfıi (ö. 335/947) dünya tarihi, kısas-ı enbiya, hadis, felsefe, tıp, fıkıh, Müzeni'nin Muhtasar'ı ve bunlardan başka hususlarla ilgili bilgileri kaside şeklinde kaleme almıştır. Bu, matbu Keşfuzzunûn'da zikredilmiş olup orada şu bilgi verilir: Ölümünden önce kendisine kasidesinin kaç beyte ulaştığı sorulmuş, o da '"yüzotuz bine; ilave edeceğim birşeyler daha kaldı" cevabım vermiştir. Bu konuda Keşfuzzunûn'a[27] ve Kemalüddin el-Udfuvî'nin et-Tâliu's-saîd (s. 267) adlı eserine bakınız.[28]  IV. yüzyılda yaşamış birinin bu miktarda bir şiir yazmış olması garip karşılanmamalidir. III. yüzyıl alimlerinden bunun daha garibi vuku bulumuştur. Şöyle ki Ahmed b. Yahya İbnü'l-Murteza Kitâbu'l-Münye ve'1-emel fî şerhi Kitâbi'l-Milel ve'n-nihal'in "Bâbu zikri11-Mu'tezile" bölümünde Bişr b. Mu'temir el-Hilâli el-Bağdâdi'nin biyografisinde, onun bütün muhaliflerine reddiye olarak kaleme aldığı kırk bin beyitlik bir kasidesi olduğunu zikreder.[29] Bu Bişr, Zehebi ve İbnü'l-Buhârî'nin kaydettiklerine göre 210 (825) yılında vefat etmiştir.[30] Verilen rakamlarda mübalağa olduğu konusunda ne düşünürsek düşünelim, bu kasidelerin herbiri yine de beyit sıyısı onaltı bin olan Ilyada'dan daha uzundur.

Ebû Nasr el-Farâbî (Ö. 339/950) ilimlerin sayımı, gayelerini tarif ve onlardan faydalanmanın yollarıyla ilgili kitabını yazdı.[31] Kadı Sâıd, Tabakâtü'l-ümcm'de (s. 62) şöyle der: O, ilimlerin sayımı ve gayelerini tarif konusunda değerli bir kitap olup kendisinden önce benzeri yazılmamış ve metodu kimse tarafından izlenmemiştir. Bütün ilimlerin talipleri onun kılavuzluğundan ve ilkönce ona bakmaktan müstağni değildirler.[32] Kadı İbnû'l-Ezrak da Ravdatu'l-a'lâm'da bu eserden sözle "onda eski ilimleri saydı ve bazı İslamî ilimleri andı" demektedir. Bu eserin pek az mevcudu olup bir yazma nüshası şimdi İspanya'da bulunmaktadır. Latince ve İbranice'ye de tercüme edilen eserin basıldığını duydum.[33] Sonra Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Yusuf el-Hârizmi'nin (Ö. 387/997) Mefâtîhu'l-ulûm'u gelir. Ebu'l-Hasan Ubeydullah[34] b. Ahmed el-Utbî adına telif adilen eser iki "makale1' ye ayrılmıştır. Birinci makale elli iki fasıldan oluşan şu altı baba ayrılmıştır: Fıkıh, kelam, nahiv, kitabet (sekreterya), şiir ve aruz, ahbâr (tarih). İkinci makale ise kırkiki fasıldan oluşan şu bâblara ayrılmıştır: Felsefe, mantık, tıp, aded (aritmetik), hendese (geometri), n ü c û m (astronomi ve astroloji), musiki, h i y e 1 (mekanik cihazlar), kimya. Adı geçen kitap 1895'te Leiden'de, sonra da Mısır'da basılmıştır.[35] Makrizi el-Hitat'da (11,15) tarih ilmiyle ilgili tarifinde bu eserden nakilde bulunarak şöyle eder: "Muhammed b. Ahmed b. Yusuf el-Belhî değerli bir eser olan Mefâtîhu'1-ulûm adlı kitabında şöyle der...".[36] Bir başka Hârizmi de mevcut olup Müfîdü'1-ulûm ve mübîdü'l-hümûm adlı bir kitabı vardır.[37] Ebû Salim el-Ayyâşî el-Hukm bi'l-adl adlı kitabında "Ebubekr el-Hârizmî eş-Şâfiî (Allah ondan, razı olsun) Müfîdü'l-ulûm'da der ki..." şeklinde ondan nakilde bulunur. Bu eser de Mısır'da basılmış olup hacim bakımından bir öncekinden daha büyüktür. Kıt anlayışlıların birçoğu IV. yüzyıl alimlerinin, bu yüzyılda mevcut ilmî terim ve konuları kapsayan, ilim ve fenlere bir giriş kaleme almış olmasını anlayamıyorlar.

Sonra Tuleytula (Toledo) kadısı Sâıd b. Ahmed el-Endelusî (o. 462/1070) Tabakâtû'l-ûmem'i telif etti. Son zamanlarda basılmıştır. Kim ona muttali olursa, V. yüzyıl alimlerinden birinin kaleminden çıkmış olması bakımından, üslubu, geniş mutalası, araştırma ve derlemesinden hayrete düşer. Daha sonra imam Gazzâli ilimlerin çeşitlerini, faydalarını ve konularını kitaplarının birçoğunda ve özellikle Fâtihatü'1-ulûm[38] ile el-Cevâhir'de saymıştır. Gazzâli el-Cevâhir'de ve Kitâbu'l-Erbaîn'de[39] Kur'an-ı Kerim'le ilgili ilimlerin çeşitlerini anıp sonra maksadının yalnız Kur'an'ın kendisine taalluk eden ve hayatla kulların salahının, kendisinin bilinmesine bağlı olduğu ilimleri anmak olduğunu belirterek hepsini saymamaktan dolayı ozur beyan eder. Sonra da sadece bu türlerle ilgili olarak şöyle der: Hiç şüphe duyulmayacak bir açıklıkla anlaşılmıştır ki kendisine ulaşmak insanın gucu dahilinde olmakla birlikte henüz varlık sahnesine çıkmamış bazı ilim türleri mevcuttur. Bazı ilimler varlık sahnesine çıkmış, şimdi yokolmuşlar, bu yüzyıllarda yeryüzünde onları bilen kalmamıştır. Diğer bazı ilimler de var ki onları anlamak ve kavramak insan gucu dahilinde değildir. Gazzâli'nın vefatı 505 (1111) yılındadır.

Sonra Irak'ın ve Hanbelılerin iftiharı Ebû'1-Vefa Ali b. Akıl el-Hanbelî el-Bağdâdî'nin (o. 513/1119) Kitâbû'I-Fünûn'u gelir ki Sıbt Ibnul-Cevzî onun Mir'âtu'z-zamân'daki biyağrafîsinde şöyle der: O ıkiyuz cilt olup Ibn Akü omru boyu toplayıp derlemiştir. Dedem ondan on cilt ihtisarda bulunarak eserlerinde parça parça kaydetmiştir. Ben Bağdat'ta Me'muniyye vakfında ondan yetmiş cilt kadarını gordum ki içinde hikâyeler, münazaralar, tuhaf ve enteresan bilgiler mevcuttu.[40] Sonra yetmiş dokuz yaşında ölen Muhammed b. Hüseyin ez-Zâğûlî[41] eş-Şâfn'nin (o. 559/1164) Kaydu'l-evâbid adlı eseri gelir. Matbu Keşfuzzunûn'da geçtiği üzere bu eser bir mecmua (derleme, koleksiyon) olup müellif onda tefsir, hadis, fikıh ve dil gibi ilimleri zikrederek düzenlemiştir. Muhtemelen hacmi dörtyüz cilde ulaşmaktadır.[42] Zebâdi'nin Rihle'sinde[43] el-Kâmus'tan naklen bu eserin dörtyüz cilt olduğu kesin şekilde belirtilir. Sonra el-Vâdiyâşî el-Berrâk'm (ö. 596/1199) Câmiu'l-fünûn ve kâmiu'z-zünûn adlı eseri gelir ki dokuzuncu cildi n ü c û m a (astronomi-astroloji) dairdir.[44] İbn Şebîb el-Harrânî'nin (ö. 695/1206) Câmiu'l-ulûm'u da Keşfuzzunûn'da anılmıştır.[45] Fahreddin er-Râzî'nin (ö. 606/1209) Câmiu'1-ulûm adlı eseriyle ilgili olarak Keşfuzzunûn'da şöyle denir: "Orta büyüklükte bir cilltten ibaret olan bu eser kırk ilmi kapsamaktadır. Sultan Alaeddin Tekiş el-Hârizmî için telif edilmiş olup gerçekten faydalı bir kitaptır".[46] Keşfuzzunûn'da (II, 571) Fahreddin er-Râzî'nin Hadâiku'I-envâr fi hakâiki'l-esrâr adlı bir eseri olduğu ve onda altmış ilmi ele aldığı belirtilir.[47] Bu tarihlerde müslümanlar tarafından kaleme alınan en büyük Arapça ansiklopedi lerden biri de Şeyh-i Ekber İbnû'l-Arabî el-Hâtimî'nin el-Futûhâtû'I-Mekkiyye'si olup sekiz kalın ciltten oluşmaktadır.[48] Bu büyük kitabın kıvrımlarında saklı tuhafın tuhafı bilgileri dünyaya göstermek için dikkatli birinin ondaki konular, kozmik ilimler ve dinî felsefesiyle ilgili genel bir fihristini yapmasını ne kadar isterdim. Seyyid Celalûddin el-Buhârî'nin Câmiu'1-ulûm adlı bir eseri olduğu da yine Keşfuzzunûn müellifi tarafından zikredilir.[49]

Sonra bunların ardından Şihâbûddin Ahmed b. Adülvehhâb el-Bekri en-Nüveyrî el-Kindî eş-Şâfıi (ö. 732/1332) gelmiş olup Nihâyet'1-ereb fî fünûni'l- edeb adlı eseri vardır. Keşfuzzunûn'da onunla ilgili olarak şöyle denir: Otuz ciltten oluşmaktadır ve her biri çeşitli bâblardan meydana gelen beş "fen"e (bölüm) ayrılmıştır. Birinci Fen: Sema, asâr-ı ulviyye, yer, meâlim-i süfliyye ve onunla ilgili şeyler. Bu fen beş kısma ayrılır. İkinci Fen: İnsan ve onunla ilgili şeyler. Üçüncü Fen: Hayvana dair olup beş kısma ayrılır. Dördüncü Fen: Bitkilere dair olup beş kısma ayrılır. Buna güzel koku[50] türlerine dair beşinci bir kısmı zeyl olarak eklemiştir.

Beşinci Fen: Tarihe dair olup beş kısma ayrılmıştır.[51] Tarihe dair bolum 731 (1331) yılına kadar gelmektedir. Bu eser butun olarak istanbul'un bazı kütüphanelerinde ve Mısır'da Hidiviyye Kutuphanesi'nde mevcut olup şu sıralarda Mısır'da basımına başlanmıştır.[52] Sonra münekkit tarihçi ve nesep alimi Ibn Fadlillah el-Umerî el-Kâtib ed-Dımaşkî (o. 748/1348)[53] gelmiş olup Mesâliku'l-ebsâr fî memâliki'I-emsâr adlı edebiyat, tarih, coğrafya ve tabiî tarihe dair yirmi kusur ciltlik bir eseri vardır. Eseri iki kısma ayırmıştır. Birinci Kısım: Yer (dünya) ve kara ve deniz olarak kapsadıkları. Bu da iki nev'e ayrılmıştır: Mesâlik (yollar) ve memâlik (ülkeler), ikinci Kısım: Yeryüzü sakinleri olarak çeşitli toplumlar. Keşfuzzunûn'da yirmi büyük ciltten meydana geldiği ve Suyûti'nin Tabakâtu'n-nuhât'da belirttiğine göre Şemsuddin Muhammed b. Yusuf el-Kirmânî'nin oğlu tarafından bir zeyl yazıldığı zikredilir.[54]

Sonra imam Şemsuddin Muhammed b. ibrahim b. Sâid el-Ensâri (o. 749/1348) geldi ve İrşâdü'l-kâsıd ilâ esne'I mekâsıd adlı eserini kaleme aldı. Bu eserde ilim türleri ve sınıfları ele alınmış olup toplam altmış ilimden ibarettir. Bunlardan on tanesi aslî olup tali kısımlarıyla birlikte riyâzî, tabiî ve ilahî ilimler ile mantıktan oluşan yedi tanesi nazarî; siyaset, ahlak ve tedbir-i men azil den (ev idaresi) oluşan uçu de amelîdir. Keşfuzzunûn'da İrşâdü'I-kâsid'ın Taşkoprızâde'nın Miftâhu's-saâde'sinin kaynağı olduğu ve eserde butun ilimlerle ilgili olarak dortyüz kitap zikredıldiği belirtilir.[55] Mısır'da 1318 yılında bir cilt halinde basılmıştır. Bende elyazma bir nüshası mevcut olup XI. hicrî yüzyılda Ebû Mehdi Isa es-Seâlibi el-Mekki'den[56] Mekke'de semâ yoluyla nakledilmiştir. Sonra imam Abdurrahman b. Muhammed el-Bistâmî enteresan ve garip konularla yuz kadar ilmi ele aldığı bir kitap yazdı. Bu eserde şer'î ve Arabî ilimlerin kısımlarını da zikretti.[57] Sonra Mevla Lûtfullah b. Hasan et-Tokâdî (o. 900/1495) sultan Bâyezıd adına, bazı ilimleri topladığı ve el-Metâlibû'l-ilâhiyye diye adlandırdığı bir kitap yazdı.[58] Sonra Hâfiz Suyûti geldi ve ondort ilmi kapsayan en-Nikâye'yi telif etti. Bu eser Suyûti ve başkaları tarafından şerhedilmiş, eskiden ve yakın zamanlarda manzum hale getirilmiştir. Onu nazmedenlerden biri X. yüzyıl alimlerinden Şihâbuddin Ahmed b. Abdulhak es-Sunbâtî el-Mısrî olup bu manzumeyi iki cilt halinde de şerhetmiştir.[59]

Sonra hicrî X. yüzyılda allâme Artuki geldi ve Medînetü'1-ulûm fî ta'rifâti'1-ulûm ve terâcimi'I-müellifîn'i yazdı. Bu, ilimler ve kısımlarından bahseden faydalı ve bu konuda yazılmış en meşhur eserdir. Yazı ve sekreterya ile bunun bölümleri, ilimleri ve ortaya çıkış tarihleri ile başlayan eser devamla şiir, edebiyat, tabu ve mekanik ilimler, siyaset ve din konularını ele almış olup Mısır'da Hidiviyye Kütaphanesinde mevcuttur.[60] Fas'ta Medînetül-ulûm'un orta büyüklükte bir cilt hacminde bir nüshasını buldum. Ancak eser İsâmüddin Ebü'1-Hayr Ahmed b. Muslihuddin'e ait olup bu da muhtemelen Taşköprizâde diye bilinen Ebü'I-Hayr İsâmüddin Ahmed b. Muslihuddin Mustafa (ö. 967/1560) olmalıdır. Bu zatın bilinen kitabı Miftâhu's-saâde ve misbâhu's-siyâde olup ilimleri ve kısımları ile şubelerini ele almış, eseri iki "tarafa ayırmıştır. Birincisi ilmin hülasası, ikincisi ise ilimlerin sayımına dair. İlimleri ilahî, itikadı ve ameli olmak üzere üç kısma ayırmış, ahlak ilmini de bütün ilimlerin semeresi yapmıştır. Keşfuzzunûn'da, müellifin bu eserde 150 fenden bahsettiği belirtilir.[61]

Derim: Ben Miftâhu's-saâde'nin eski bir yazma nüshasını buldum ve onda anılan ilimleri saydım, 165 tane çıktı. Kendisinden faydalanılması için onda bulunan ilimlerin işte listesi[62]: Birinci Devha: Ulûm-i âliye'ye dair olup iki şubeden meydana gelmiştir. I. Şu'be: Arabî lafzı alet ilimlerine dair olup bu da lafzî ve hattî (yazıyla ilgili) olmak üzere iki kısma ayrılır. A) Lafzî olanlar: Mehâric-i hurûf, lügat (dil), iştikak, sarf, temyiz, nahiv, meânî, muhâdara, tarih, siyer ve meğâzi, beyân, bedî, tashif, aruz, kâfiye, şiir söyleme, şiirin esasları, inşa, emsal, milletlerin yurtları ve adetleri, müsâmeretü'l-mülûk, lafızları kullanma, ahâcî ve ağlûtât, teressül, sicillât ilimleri. B) Edebiyat ilmi çerçevesinde Arap yazısıyla ilgili ilimler: Yazım kuralları, yazıda hece harflerinin tertibi, harfleri güzelleştirme, çizgilerin doğuşu ve esasları, harflerin düz şekillerinin terkibi, Arapça lafızların imlası ilimleri. II. Şu'be: Manevî alet ilimleri: Mantık, nazar, münazara, cedel, hilaf. İkinci Devha: İtikadı ilimlere dair olup iki şubeye ayrılmıştır. I. Şu'be: Şer'î-itikâdî ilimler: Nevâmis (din, şeriat), kıraat, tecvid, vukuf, resmü'l- Mushaf, nasih ve mensuh, esbab-ı nüzul, garâibül- Kur'an, delâilu 1-i'câz, havâssü'l- Kur'an, dua adabı ve vakti, havâss-ı ruhâniyye, harfler ve isimlerle tasarruf, hadis metni, hadis ricali, hadislerde nasih ve mensuh, esbâb-ı vürûdi'l- hadis, şerhu'l- hadis, te'vilû'l-hadis, rumûzu'l-hadis ve işârâtuh, garâibu luğâti'l-hadis, metâinu'l-hadis, telfiku'l-ahâdis, tıbbu'n- Nebi, mevâiz, dualar ve evrâd, âsâr, usulü'd-din, usulü'l- fıkıh ilimleri. II. Şu'be: İtikadı, hikemi ve felsefi ilimler: İlm-i ilâhi, tasavvuf, siyer, tayr, fena, beka, zühd, verâ, berzah, ahiret, cifr ve kaza ilimleri, ilm-i tabiî, tıb, bâh, baytara, bayzara, nebat, hayvan, saydale, teşrih, kehâle, yemek ve gıdalar, feraset, ihtilâç, nazar fı'1-ketf, tabir-i rüya, kavs-i kuzeh, ahkam-ı nücûm, edvar ve ekvâr, kırânât, sihir, kehanet, keşfü'd-dekk ve izâhu'ş-şekk, hiyel-i sasâniyye, tılsımât, teyâric, hayâl kalıpları içinde ruhları çağırma, azâim, kimya, madenler, marifetü'l-cevâhir, filâha, remel, fal, kura ilimleri. Riyâzî ilimler: Birinci kısım, Hendese ilmi: ukûdu 1-ebniye, menâzir, merâya'l-muhrika, merâkizü'l-eskâl, mesaha, su çıkarma, cerrü'l-eskâl, benkâmât, ta'dil, ziraî aletler, alat-ı ruhâniyye ilimleri. İkinci kısım, Heyet ilmi: zîc ve takvimler, coğrafya, mevâkit, keyfîyyetü'l-irsâd, tanzimü'l-irsâd, tastihü'1-küre, alât-ı zılliyye ilimleri. Üçüncü kısım, aritmetik diye adlandırılan adefilmi: hesap, cebr ve'1-mukâbele, hisâbü'l-hat'eyn, hisâbu d-düver ve'1-vesâya, hisâbü'd-dirhem ve'd-dînâr, havassu'l-a'dâd, et-teâbi'1-adediyye fi'1-hurûb, hurûfu'n-nûrâniyye ve; z- zulmâniyye, tasrif bi'1-ismi'l-azam ilimleri. Dördüncü kısım, Musiki ilmi: Raks, naz ve şive ilimleri. Ameli ilimler: Bunlar da ikiye ayrılır. Birincisi: Fıkıh, feraiz, şurût ve sicillât, marifetu's-sâât, terekeyi taksimi bilme, meviza, dualar ve evrâd, âsâr ilimleri. İkincisi: İhtisâb, vazgeçilemez şeyleri elde etme keyfiye­ti, askeri düzenleme keyfiyeti, milâha, harp aletleri ilimleri. İkinci Nevi: Hikmet-i ameliyye: Ahlak, tedbir-i menzil ve siyâset ilimleri. Bunlarla kitap tamamlanmış olup amlan ilimler bildiğiniz gibi 165 tanedir. Corci Zeydan'm Târihu âdâbi'l-luğatî'l-Arabiyye adlı eserinde (III, 316) bu kitaptaki ilimlerin sayısının 300 olduğu belirtilir.[63] Corci Zeydan bu bilgiyi ikinci cilt 316. sayfada yine verir.[64] Bu esere bakınız. O, Taşköprizâde ile oğlunun kitaplarını karıştırmış olmalıdır. Keşfuzzunûn' da müellif Miftâhu's-saâde'yi[65] zikrettikten sonra şöyle der: Sonra oğlu Kemaledalin Mehmed (ö. 1032/1623) birçok ilaveyle bir cilt halinde tercüme etmiş olup ilimlerin sayısını 500 fenne ulaştırmıştır.[66] Corci Zeydan'ın adıgeçen Târih'inde bu zeylden heberdar olmayışı tuhaftır. Muhtemelen asıl eserle fer'inin (zeyli, tercümesi) her ikisi de Miftâhu's-saâde[67] adıyla tanınmış olup bazan asıl esere işaret edip fer'i kastediyorlar, bazan da aksini yapıyorlardır.[68] Bu yüzdendir ki Keşfuzzunûn müellifinin ilimlerin taksimi faslında Taşköprizâde'nin eserindeki ilimlerin listesini verdiğini ve sayısını 305re ulaştırdığını gördüm.[69] O bununla mezkur zeyli veya başkasını kastetmiş olmalıdır. Bu zeyli 1331 (1913) yılında Merakeş'te gürdüm, hacmi bendeki nüshanın bir kata fazla idi. Bazı ilanlarda gördüğüme göre yakın zamanlarda Hindistan'da basılmıştır. Doğrusunu en iyi Allah bilir. Baba ile oğula ait eserleri birbirinden ayıranlardan biri de el-Mevâhibü'1-fethiyye fi ulûmi'I-luğati'l-Arabivye adlı eserinde Şeyh Hamza Fethullah el-Mısrî'dir. Hamza Fethullah, Taşköprizâde diye meşhur Ahmed b. Mustafa'nın 150 fenni topladığı Mıftâhu's-saâde adlı eseri olduğunu ve oğlu Kemaleddin Mehmed'in buna ilavede bulunarak fennlerin sayısını 500'e ulaştırdığını zikreder (I, 22). Yine bu eserde müellif "ilimlerin en güzel taksimi Taşköprizâde'nin Miftâhu's-saâde'de yaptığıdır" der ve onun nazarî ilimlerden 305 tane saydığını, tefsirin dallan olarak Suyûti'nin el-İtkân'da kaydettiği türleri zikretmesinde olduğu gibi bu konuda bir artırma (mübalağa) temayülü bulunduğunu belirterek itirazda bulunur. Kendisine şu cevap verilir: Eserleri tenkid etmek, onları telife, sağlam ve düzenli kılmaya nisbetle daha kolaydır. Nitekim bu durum büyük yapılarda da müşahede edilir; bir taşını bir taş üzerine koymaya gücü yetmeyen her kıt akıllı, onu yapanı tutup tenkit eder. Daha sonra Keşfuzzunun'da (s. 571) Taşköprizâde'nin oğlu Kemaleddin Mehmed'in, babasına ait Miftâhu's-saâde'yi bazı ilave ve tasarruflarla büyük bir cilt halinde Türkçe'ye tercüme ettiğini ve 1032 yılında vefat ettiğini gördüm.[70] Ona bakınız. Doğrusunu en iyi Allah bilir.

Keşfuzzunûn müellifi, Muhammed Emin b. Sadeddin eş-Şirvâni'nin (Ö. 1036/1626) Osmanlı sultanı Ahmed için bir kitap yazdığını ve onda akli ve nakli ilimlerden elli üç ilmi ele alarak eserini el-Fevâidü'1-hakâniyye el-Ahmedhâniyye diye adlandırdığını zikrederek şu bilgiyi verir: Eseri, sultanın ordusunun düzeni gibi bir mukaddime, meymene (sağ tarafT, meysere (sol taraf), kalb (orta mevki) ve sâke (arka taraf) şeklinde düzenledi. Mukaddime ilmin mahiyeti ve taksimine dairdir. Kalbde serî ilimler, meymenede edebi ilimler, meyserede sayıları 30'u bulan akli ilimler, sâkede de hükümdarların âdabı ilmi ele alınmıştır. Bu sayıyla sınırlı kalması, ebced hesabına göre Ahmed adının tekabül ettiği sayıya denk düşmesi sebebiyledir.[71]

Taşköprizâde'den sonra Abdülkâdir et-Taberi el-Mekkî Uyûnu'l-mesâil min a'yâni'r-resâil adlı eserini telif ederek onda 40 ilmi topladı. Fakat matbu nüshasındaki ilim sayısı bundan azdır.[72] Bundan sonra Mustafa Hacı Halife (ö. 1067/ 1657) Keşfuzzunûn an esâmi'l-kütüb ve'l-funûn adlı eserini yazdı. Bu eser Taşköprizâde'nin büyük ve küçük Miftâh'larında[73] zikrettiği ilim dalları ile bu konularda yazılan kitapları kapsamaktadır. Keşfuzzunûn iki cilt olup kendisiyle birlikte basılan zeyilleri vardır. Fakat eseri basanlar asıl kitapla zeylini birbirinden ayırmadıklarından eseri mütala eden veya ondan nakilde bulunanı tereddütte bırakmaktadırlar. Bunun da sebebi musahhihler ile eseri basanların bilgisizliğidir. Odan sonra Ebû Ali Hasan b. Mesud el-Yûsi el-Mağribi (ö. 1101/1690) el-Kânûn'u[74] yazdı. Yûsi, orta büyüklükte bir ciltten ibaret olan bu eserde ilim, alim ve ilim öğrenen kimseyle ilgili hükümleri ele almış olup üç bâbdan meydana gelmiştir. Müellif birinci babın onuncu faslında ilmin tarifim yapar ve ilimlerin taksiminden bahseder. İlimlerin kısaca eski ve yeni, felsefi ve İslamî şeklinde taksim edildiğini ve bunun daha sağlam olduğunu belirtir, sonra ilimleri ele alarak onları uygun gördüğü şekilde, yani felsefî ve İslamî olarak ikiye ayırır. Önce felsefî olanları, sonra da İslamî olanları ele alır. Bu gerçekten faydalı bir kitap olup birçok konulan ve değerli bilgileri içermektedir. Onun çağdaşlarından Ebû Zeyd Abdurrahman b. Abdülkâdir el-Fâsî (ö. 1096/ 1685) de Kitâbu'l-Uknûn fi mebâdi'1-ulûm adlı eserini yazdı. Recez tarzında manzum bir eser olup yaklaşık 17.000 beyitten oluşmaktadır.[75] Kâdiri'nin Neşrü'l-mesânî adlı eserinde müellifinin biyografisinde bu eserin 150 veya daha fazla ilmi kapsadığı belirtilir.[76] İfrâni'nin Safve'sinde[77] ise 300'den fazla ilmi kapsadığı fakat tamamlanmadığı belirtilir.

İşte el-Uknûn'daki ilim dalları ve her dalın ihtiva ettiği beyit sayısı: İlmü'l-akâid / 29, ilmü't-tefsir / 107, ilmu ıstılâhi'l-hadis / 49, ilmu usûli'1-fi-kıh / 52, ilmu fıkhı'1-ferâiz / 30, ilmü'n-nahv / 56, ilmü't-tasrif / 44, ilmü'l-hat/26, ilmu 1-meâni / 73, ilmü'l-beyân / 31, ilmü'1-bedi / 52, ilmu t-teşrih / 36, ilnıü't-tıb / 124, ilnıü't-tasavvuf / 50, ilmul-kelâm / 62, ilmü'l-kırâât / 303, ilmü's-siyer / 196, ilmü'l-cedel / 118, ilmü'l-ferâiz / 98, ilmü'l-cümel / 46, ilmü'r-resm / 112, ilmü'z-zabt / 45, ilmü'1-arûz / 78, ilmü'l-kavâfi / 24, ilmü'l-edeb / 245, ilmü'l-cirâhât /116, ilimi'1-ilâc / 146, ilmu âdâbi'd-din / 151, ilmü'l-mantık / 61, ilmü't-tecvid /132, ihnü'ş-şenıâil / 89, ilmu 1-hilâfiyât / 80, ilmü'l-ferâiz bi'1-küsûr / 36, ilmu san'ati'l-i'râb / 94, ilmü'1-luğa / 171, ilmü'l-kitâbe/55, ilmu mizâni'ş-şi'r / 77, ilmu'l-mûsikâ/ 72, ilmü'lrbaytara / 115, ilmutıbbi'l-hayevân/74, Umü'l-ezkâri'n-nebeviyye/59, ilmü'l-mükevvenât /174, ilmü'1-vakf ve'l-ibtidâ/120, ilmul-hadis/113, ilmü's-safsata/121, ilmü'l-hisâb/118, ilmu usûli'n-nahv/235, ilmu nezâiri'n-nahv/67, Umu esrâri'r-resm/155, Umu kitâbeti'ş-şi'r/33, ilmu usûli'l-luğa/51, Umu kânûni'l-luğa/84, ümü'l-bayzara/69, ilmu tıbbi't-tayr/86, ilmu t-terbiyye bi'l-ıstılâh/44, ilmü'l-felsefe/121, ilmu âdâbi'l-kırâe/81, ilmü't-târih/178, ilmü'l-fıkıh/474, ilmü11-aded/129, ilmü'1-cebr ve'l-mukâbele/170, ilmü't-teksir/50, ilmü'l-aritmâtîkî/138, Umu l-hendese/148, ilmü'l-cuğrafıyâ/159, ilmü'l-ihtüâc/80, ilmul-firâse/79, ilmii's-siyâset/72, ilmü'r-riyâset/180, ümü'l-ilâhiyyât/151, ilmü'l-aşr/87, ilmü'l-ahkâm/445, ilmü'l-kazâ/151, ilmü'l-fütyâ/48, ilmü't-ta'bir/88, ilmü'l-usturlâb/58, ilmü'r-rub'u'l-mücîb/81, ilmü's-safîhati'z-zerkâliyye/69, ilmü's-safîhati'-şikâriyye/63, ümur-rub'i'l-mukantar/117, ilmü'l-usturlâbil-cenûbi/32, ilmü's-simyâ/289, ümü'l-hikme/113, ilmü'l-kimyâ/ 170, ilmü't-tabiiyyât/190, ilmü'l-âdiyât/118, ilmu hatti'r-reml/240, ilmü'l-ket&81, ilmu 1-evfâk/84, ilmü'l-vesâik/47, ilmu farzi'n-nefekât/480, ilmü'l-burhân/29, ilmü'l-hisbe/533, ilmü'n-nazâre/70, ilmü nazari'l-mevâris/64, ilmü'l-hey'e/344, ilmü'l-felek/147, ilmü'l-Mecisti/31, Umul-cumetrîkâ/24, ilmul-kelâmi'l-irfâni/ 142, ilmu esrâri'd-dîn/104, ilmü'ş-şehâde/172, ilmü'n-nevâmîs/176, ümü'l-menâzir/56, ilmü'l-ensâb/361, ilmü'l-misâha/26, ilmü't-tevkît/59, ilmü'l-irsâd/43, ilmü't-ta'dîl/54, ilmu ahkâmi'n-nücûm/62, ilmu ensâbi'ş-şurefâ/65, ilmü'l-aşr/18, ümü'l-cemi'l-kebir/17, Umu cem'i'l-cem/19, ilmu's-seb'i's-sağir/16, ilmu usuli'd-din/26, ilmü'l-akâidi'l-hâtimiyye/32, ilmü'l-usûli'l-vasatî/37, ilmü'l-hey'eti'l-hâtimiyye/5, ilmü'l-müvellİdât/78, ilmü'd-düvel/20, ilmu arûzi'l-müvelledîn/18, ilmü't-tevkîti'1-me'sûr/44, ümur-rivâye/27, ilmü't-tıbbi'n-nebevi/39, ilmü1 l-fıkhi'ş-şâfiî/527, ilmü'l-fıkh/264, ilmü'l-fıkhi'l-hanbelî/426,, ilmü'l-hey'eti's-seniyye/16, ilmü'n-nücûm/17, ilmü't-tılsımât/19, ilmü'l-garâse/16, ilmü'l-esmâ/19, ilmü'l-ezyâc/15, ilmü'l-filâha/14, ilmu fîlâhati'n-nahl/15, Umu filâhati'd-decâc/16, ilmu füâhati'l-hammâm/15, ilmu fılâhati'l-ivvez ve'l-berek/140, ilmü'l-hurûf/16, ilmü'd-dîma/15, ilmul-kehâne/29, ilmu mîzâni'l-mâ/16, ilmü'l-emsâl/17, ilmü'l-kıyâfe/15, ilmü'l-işâre/16 ilmu esrâri'l-halîka/18, ilmu teşrîhi't-tayr/7, ilmu teşrihi'd-devâbb/20, ilmu firâseti'l-hayevân/15, ilmu ahkâmil-ehille/21, ilmu âli düşmân/20, ümü'l-mesâmitât/7, ilmu tıbbi'n-nebât/17, ilmu esrâri'l-hurûf/33, ilmü'l-istüıdâmât/38, ilmü't-tıbb bi'l-elhân/8, ilmu mesâhati'l-arz/15, Umu i'râbi'l-mu'cem/8, Umu hisâbi't-taht ve'l-mil/21, ilmu ukûdi'l-ebniye/1, ümü'l-mutâbaka/10, ilmü'l-muvâzanât/9, ilmü'l-muâmelâti's-sekkiyye/22, ilmü'l-muâmelâti't-tıbbiyye/17, ilmü'l-muhârecât/17, Umu esrâri'l-aded/16, ilmü'l-iktibâsât/6, ilmü's-siyâsetirl-akliyye/4, ilmu tedbîri't-tabîa/38, ilmu arzi'l-hakîka/1, ilmü'r-riyâza/1, ilmu suveri'l-meâni'l, ilmu ih.tilâfı's-suver/1, ilmu esrâri't-tabîa/1, ilmü't-târihi'n-nücûmî/6, ilmü'l-isti'dâdât/37, ümü'z-zecr/18, ilmü't-tefâül/17, ilmü'l-vefeyât/8, ilmü'l-münâsebât/15, ilmü'l-benkemât/1, ilmü's-sireti'n-nücûmiyye/1, ilmü'l-mâddiyât/1, ilmu hey'eti'l-arz/1, ilmü't-tedrîs/8, ilmü'l-firâseti'r-rûhâniyye/4 ümü't-te'lîf/6, Umu hendeseti'l-eşcâr/18, ilmü't-tevârîhi'l-Kur'âniyye/19, ilmu hendeseti'I-mahrûtât/1, ilraii't-teşkîk/1, ilmü't-tavâiyye/5, ilmü't-tefâvüt/1 ilmü's-siyaseti'ş-Şer'iyye/5, ilmu a'mâri'l-akâkir/74, ilmu ibdâli'l-akâkir/79, ilmu kuva'l-akâkir/11, ilmü'U akrabâzîn/14, ilmü'ş-şa'veze/14, ilmu nevrîk/17, ilmü'ş-şetâre/178, ilmü'ş-şem'ane/15, ilmü'n-necâme/39, ilmu usûli't-tıbb/17, ilmü'l-misâha bi'l-usturlâb/16, ilmü't-ta'bir mine'l-felek/13, ilmü'l-misâha bir'rLrub/l5, ilmü't-tıbb mine'l-hurûf/18, ilmü'l-misâhati'l-felekiyye/17, iimü'l-hey'eti't-tevkitiyye/23, ilmu istinbâti'I-miyâh/27, ilmü'd-darûriyyât/17, ilmü'l-istihdâr/20, ilmü'l-misâha bi'l-hat'eyn/7,[78] ilmü'l-misâha bi'l-cehr/7, ilmü't-tıbb bi'l-hayl/17, ilmü'l-hey'eti'r-rîhiyye/4, ilmu hisâbi'l-cümle/20, ilmü hisâbi't-ta'dîl/19, ilmü'l-istinzâlât/38, ilmü'l-ciliyyân/18, ilmu hisâbi'l-âm/53, ilmü'r-rûhâniyyât/32, ilmü'l-imtizâcât/20, ilmü'l-ihtibârât/18, ilmu hisâbi'l-hat'eyn/8, ilmü'l-cedvel/18, ilmu hisâbi'r-rub/16, ilmü'l-irâfe/18, ilmü'l-ihtibârâti's-seniyye/7, ilmü'l-münâzara/36, ilmu tezâddi'n-nebât/1, ilmü'l-hatti'l-munsif/l[79], ilmu tıbbi'l-hat/10, ilmü'1-hatti'l-mecrûr/l, ilmü't-takvîmât/17, ilmü'l-ihtiyârâti't-tıbbiyye/43, ilmü't-tıbbi'n-nücûmî/17, ilmu vaz'i'l-usturlâb/14, ilmu tahtitu'r-ruhâm/14, ilmü'l-atrîmûnâ/16, ilmu fılâhati'd-devâbb/18, ilmü'l-hankatarât/18, ilmu yedâkubâ/18, ilmü'z-zeyrece/19, ilmü's-sercaa/17, ümü's-sihr/19, ilmu merâkizi'l-eskâl/1, ilmü'l-merâya'l-muhrika/1, ilmu cerri'l-eskâl/1, ilmü'1-Mecisti'l-hâtimiyye/l, ilraü'z-zecr/38, ilmu mizâni'l-melhûn/8, ilmü'l-vecheteyn/1, ilmü'l-irtibâtât/1, Umu tedbîri'l-mehzil/1, ilmü'l-âhbâr/56, ilmu ahbâri'l-mükâşefe/10, ilmu resmi'r-ruhâm/20, ilmü'l-merâi/71, ilmü'l-furûsiyye/19, ilmu tezbîri'l-eşcâr/18, ilmü'z-zirâa/19, ilmu vaz'i'l-cedvel/17, ilmü't-tedâhul/1, ilmu analûtikâ/1, ilmu tûrîka/1, ilmü'1-flrâseti'n-nebeviyye/l, ilmu hiyeli'ş-şerîa/1, ilmu firâseti'l-miskî/1, ilmü'l-mütekâbilât/1, ilmü'l-ihtiyârâti't-tecribiyye/18, ilmü't-tevessüm/8, ilmü'l-ahlâk/11, ilmü'r-raky/1, ilmü'l-muhammesi'l-hâli/27. Böylece bu eserdeki ilim dallarının toplamı 278, önsözdeki 62 beyit eklenince beyit sayısı da 17.383 olmaktadır.

Allâme Şeyh Ali el-Mevsılî de Tevâliu'n-nücûm fî müfâhareti'l-ulûm adlı eseri yazmış olup 73 ilim arasındaki üstünlük konusunu ele almıştır.[80] Ondan sonra Fas kadısı Şeyh Talib b. Hamdûn b. el-Hâc (Ö. 1274/1857) geldi ve el-Ezharü't-tayyibetü'n-neşr fîmâ yeteallak bi-ba'zi'1-ulûm mine'I-mebâdi'I-aşr adlı eserini yazdı. Çok faydalı bir kitap olup Fas'ta basılmıştır.[81] Daha sonra Mısır ulemasının eşsiz şahsiyetlerinden Şeyh Abdülhâdi el-Ebyârî (ö. 1306/1888) Suûdu'l-metâli adlı eserini kaleme aldı ve iki ciltte şerhetti, Mısır'da basılan bu eserde 40 dolayında ilmi toplamıştır. Son derece faydalı olan bu eserde dilediği konuları etraflı ve güzel bir şekilde işlemiştir.[82] Sonra Muhammed Ferid Vecdi Dâiretü'l-maârifini yazdı. Müteaddit ciltlerden oluşan eser defalarca basılmıştır.[83] Yine Ferid Vecdi'nin Kenzü'1-ulûm ve'1-luğa[84] adlı eseri vardır. Bu iki eser, çağımızda kaleme alınan ve tertip, bölümlere ayırma ve kolaylık güzelliği ile çağın ruhuna uygun ve Özlü bir ifade ile bilgilere ulaşmayı sağlayan kitapların en faydalılanndandır. Allah onları hayırla mükâfatlandırsın. Amin.[85]

 

Sünnetin Kur'an-ı Kerim'e Dayandığı, Sahih Hadisin Lafzının Veya Lafzının Bir Kısmının Veyahut Manasının Kur'an'da Bulunduğu

 

Said b. Cübeyr şöyle der: Bana Resulullah'tan hiçbir hadis ulaşmadı ki onu onaylayan bilgiyi Kur1 an'da bulamayayım.[86] İbn Mesud şöyle der: "Size bir hadis naklettiğimde onun Kur'an'daki onayını da haber veririm". Bunu İbn Ebi Hatim tahric eder. İbn Berrecân[87] şöyle der: "Allah Resulü birşey söylememiştir ki Kur'an'da bulunmasın veya Kur'an'da onun aslı (temeli, özü) yakın veya uzak bir şekilde mevcut olmasın. Onu anlayan anlar, görmeyen de görmez. Resulullah'ın hükmettiği ve karara bağladı herşeyde durum böyledir. Talip kimse bunu gayret ve içtihadı, anlayışının miktarı ölçüsünde kavrar".

Ebu 1-Abbas el-Makkari Ezhâru'r-riyâz'da, Ebû Zeyd Abdurrahman b. el-Kasîr el-Gırnâtî'nin, hocası Kadı Iyâz'm eş-Şifâ'da kaydettiği Hz. Peygamber'in "O (Kur'an) haktır, şaka değildir"[88] sözüyle ilgili olarak eş-Şifa'nın kenarına kendi elyazısı ile yazdığı şu bilgiyi nakleder: Abdurrahman şöyle der: Derin bilgi sahibi alimlerden ulaştıklarımızdan biri şöyle dedi: Sahih hadisin lafzını veya lafzının bir kısmını veyahut manasını Kur'an'da arayın, bulursunuz. Anılan söz de bu kabildendir. Hadiste geçen "O haktır, şaka değildir" sözü de Allah Teâlâ'nın "O (Kur'an) muhakkak (hak ile bâtılı) ayırdedici bir sözdür.'O şaka değildir"(T'arık 86/13-14) kelamı ile irtibatlıdır. İmam İbn Merzûk, hocalarından birinin çoğu zaman hadislerin mazmununu ayetlerden çıkardığını belirterek "Sabır ilk çarpış sırasında gerekir.”[89] hadisini zikrederken şöyle dediğini kaydeder: Bu hadisin Kur'an-ı Kerinı'deki benzeri "...sıkıntı, hastalık ve savaş zamanında sabredenler" (Bakara 2/177) ayetidir. Ibn Merzûk'un anlam olarak kaydedilen sözü burada sona erdi. Derim (Makkari): Arkadaşımız ve çağdaşımız, salih ve bereket sahibi fakih, allâme, arif sûfi Sidî Abdurrahman el-Fâsî de (Allah onu korusun) bu yolu izlemiş olup yanında Hz. Fatıma'nın Resulullah'tan (sav) bir hizmetçi istediği ve Resulullah'ın da onunla Hz. Ali'ye "Bu sizin için bir hizmetçiden daha hayırlıdır"[90] buyurduğuna dair hadis okunduğunda şöyle demiştir: Bunu onaylayan âyet şudur: "Baki kalacak olan salih ameller ise Rabbinin katında sevapça daha hayırlıdır" (Kehf 18/46).[91]

Anne tarafından, dedemin dedesi Ebu'1-Feyz Hamdûn Ibnu'l-Hâc'ın Nefhatü'1-miski'd-dâri adlı eserinde[92], Ibn Hacer'in Mukaddime'sine yaptığı manzumesindeki Allah'ın Kitabı sanki sundusten bir dokuma Ve Resulullah'ın sozu desenli nakış sözüyle ilgili olarak, bunun şerhi üzerinde elyazısıyla kendisinin Sahih-i Buharı'yi okuttuğunu ve her bâbda o babın Kur'an'daki mesnedini yazdığını kaydeder. Onun oğlu ve Fas'ta guçlu muhakkik alimlerin sonuncusu Ebû Abdullah Muhammed Tâlıb b. Hamdûn Ibnu'1-Hâc adı geçen babasının biyografisine dair kaleme aldığı Riyâzü'I-verd'de[93] şöyle der: O çoğu zaman Sahih-i Buharı'nin hadislerinin muhtevasını âyetle açıklar ve her konu başlığında onun Kur'an'dan dayandığı âyeti belirtirdi. Bu, ilimlerde derinleşmiş alimlerin metodudur.

Daha önce Suyûti'den nakledildiği üzere Ibn Berrecân[94] -ki 530'dan (1136) sonra Merâkeş'te vefat etmiş olup Ebu'r-Ricâl diye de tanınan arif imam Ebû'l-Hakem Abdusselam b. Abdurrahman b. Berrecân'dır[95] -Kur'an-ı Kerım'de hadisleri destekleyen âyetlerle ilgili bir eser kaleme almıştır. Derim: Ibn Berrecân'ın bu eseri Sahih-i Müslim'in hadisleriyle ilgilidir. Endülüs hattıyla yazılmış bir nüshası bende bulunan ve yazarının kim olduğunu tesbit edemediğim İbn Beşkuvâl'm Sıla'sına ait bir zeylde bu eserin adını da öğrendim. İbn Berrecan'ın biyografisinde müellifin verdiği bilgi şudur: O,' Müslim b. Haccâc'ın Sahih'indeki hadisleri Allah'ın kitabından istihracı hedeflediği Kitabü'l-İrşâd'ı yazdı. Bir bazan bir ayetin nassından, bazan mefhumundan, bazan işaretinden, birbirine uygun veya zıt düşen iki ayetten veya birçok ayetten v.s. sana gösterir. Öyle ki işaret .edilen gayeyle kaleme aldığı eserinin muhtevasıyla ilgili olarak şöyle der: Allah Teala'nın Peygamberi hakkında buyurduğu "O, hevâdan konuşmaz" (Necm 53/3) sözünün manasını göstereceğim.

Bu kitap, müslümanların telif ettiği en nefis ve en enteresan eserlerden biri olup benim nazarımda Huzâi'nin kitabından sonra gelir. Eğer elde edebilseydim sevinirdim.[96]

 

Allah Resülü'nden Nakledilen Hadislerin Sayısı

 

Hz. Peygamber'den rivayet edilen hadislerin sayısını tam olarak vermenin mümkün olmadığı açıktır. Nitekim ashabın sayısı da ancak yaklaşık olarak verilebilmektedir. Çünkü ilk hicri yüzyılda insanlar tam anlamıyla onların sayısını tedvinle meşgul olmadılar. Ahşabın sayısını tam olarak tesbit nasıl mümkün olabilir ki Sahih-i Buharı de Ka'b b. Mâlikin Tebük Gazvesi'ne gidemeyişi kıssasında şöyle dediği zikredilir: "Resulullah'la birlikte bulunan müslümanların sayısı çok olup onları tamamen toplayan bir kitap -ki bununla divanı kastediyor- mevcut değildir"[97]. Irâki'nin Elfiyye'sinde şöyle denir:

Tam olarak sayılamaz onlar, çıktı

Yetmiş bini Tebük seferine, katıldı

Hacca kırk bini ve Allah Resulü vefat ettiğinde

Bu iki sayının toplamı ve artı dört bin ashabı vardı.[98]

Bununla birlikte ashapla ilgili olarak yazılan eserlerde toplam sayılan on bini bulmamaktadır. Bunun da sebebi insanların ilk yüzyılda ashabın sayısı ve kaydedilmeleri konusunda eser yazmakla ilgilenmemeleridir. Fakat imamların belledikleri miktardan hareketle hadislerin sayısını yaklaşık olarak çıkarmak mümkündür. Hafız îbn Nâsiriddin ed-Dımaşkî'nin Şerhu Bediiyyeti'l-beyân'ında şu bilgi verilir: Mütekaddi-min muhaddislerin belledikleri hadis sayısına gelince, Ebubekir b. Abdullah b. Ebi Şeybe'nin belirtiğine göre yirmi bin hadisi imlâ yoluyla yazmayan kimse hadis sahasında yetkili ve mahir kimse (sâhibu hadis) sayılmazdı.[99]

İmam Ebû Tâlib el-Mekkî'nin Kûtü'l-kulûb'unda (I, 147) şu bilgi verilir: İmam Ahmed b. Hanbel'e "kişi yüz bin hadis yazınca fetva verebilir mi?" diye soruldu, o "hayır" dedi. "Ya ikiyüz bin hadis?" diye soruldu, yine^ "hayır" karşılığını verdi. "Ya üçyüzbin hadis?" denildi, "umarım" diye karşılık verdi.[100] Suyûti'nin Simam müşteha'1-ukûl fi münteha'n-nukûl adlı eserinde de şu bilgi verilir: "Ebû Zur'a bir milyon hadis bellemişti. Buhari bunun onda biri olarak yüz bin hadis hıfzetmişti. Bu sayının tümü İmam Ahmed b. Hanbel'in bellediklerinden bir bölümdür."

Gıdâü'l-elbâb'da kaydedildiği üzere Abdülvehhâb el-Verrâk şöyle der: "Ahmed b. Hanbel gibisini görmedim." Kendisine "diğer gördüğün kimselerden üstün olarak onun ilim ve faziletinden gördüğün nedir?" diye sordular, şu karşılığı verdi: "Bir adam ki kendisine altmış bin mesele soruldu, hepsine de "bize haber verdi, bize anlattı, rivayet ettik" şeklinde cevap verdi". İmam Sarsarı[101] de Lâmiyye'sinde şu sözüyle buna işarette bulunur:

Bİr milyon müsned hadis belledi

Nakleden bir kalple ezberleyip tesbit etti

Verdi cevap altmış bin meseleye

"Bize haber verdi" ile, değil sayfalardan nakille.

Seffârîni Şerhu Manzûmeti'l-âdâb'da (II, 359) şöyle der: Dünyada hiçbir imamın bunu yaptığı bilinmemektedir. Seffârini, c. II, s. 369'da da İbnü'l-Cevzî'nin Saydu'l-hâtır'ından şu bilgiyi nakleder: "İmam Ahmed Müsned'i derlemek için dünyayı iki defa dolaştı.[102]  Bir başka yerde "Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i mükerrerler dışında otuz bin hadisi, Tefsir'i ise yüzyirmi bin hadisi ihtiva eder[103]", bir diğer yerde de şöyle der: Aralarında îbn Hacer el-Askalânî'nin de bulunduğu hafızlardan birçoğu şöyle demişlerdir:

"İmam Ahmed b. Hanbel'den başka hiçbir kimse Allah Resulü'nün sünnetini tam bellemiş (ihata etmiş) değildir." Seffârîni şöyle der: Bu, onun kendisiyle bu ümmetin diğer insanlarından, imamların geçenleri ve geleceklerinden üstünlüğe sahip olduğu övünmeğe değer bir husustur (I, 258).

Derim: Bu bilgiye ve bütün sünneti ihata eden kimsenin lakabı olan hâkim vasfına sahip kimsenin mevcut olmadığı ve olamayacağı şeklinde alimlerin söylediği söze bakın. Hafız İbn Hacer'in yukarıda anılan sözü nerede kaydettiğine bakmalı. Ancak ondan nakilde bulunan, söylediğinden emindir. Keşüuzzunûn'da müellif Cem'u'l-cevâmi'den sözederken şöyle der: "Bütün rivayet ve mesmûâta ulaşmanın imkânsızlığı sebebiyle, bütün hadisleri ihata ve istiab iddiasına imkân yoktur"[104] Hafız Suyûti Tedrîbü'r-râvi'nin başında (s. 8) şöyle der: Hafız ların belledikleri hadis sayısıyla ilgili olarak söylenen sözlerden bazıları şöyledir: Ahmed b. Hanbel "Müsned'i yediyüz elli bin hadisten seçtim" der. Ebû Zur'a er-Râzî de "Ahmed b. Hanbel bir milyon hadis ezberlemişti" demiştir. Kendisine "bunu nereden biliyorsun?" diye sorulduğunda, "onunla müzakerede bulundum, bazı konulardaki hadisler üzerine onunla tartıştım." Yahya b. Main "elimle bir milyon hadis yazdım", Buhari "Yüz bin sahih hadis, ikiyüz bin da sahih olmayan hadi bellemişimdir", Müslim "bu sahih m ü s n e d i[105] üçyüz bin dinlenmiş hadisten derledim", Ebû Davud "Resulullah'tan (sav) nakledilen beşyüz bin hadis yazdım ve es-Sünen'in ihtiva ettiği hadisleri bundan seçtim" ve Hâkim de el-Medhal'de şöyle der: Hafızlardan biri beşyüz bin hadis ezberledi. Ebû Ca'fer er-Râzî'yi şöyle derken duydum: Ebû Abdullah b. Vâre'yi şöyle derken duydum: Ben Nisabur'da Ishak b. İbrahim'in yanındaydım, Irak'lı bir adam şöyle dedi: Ahmed b. Hanbel'i şöyle derken duydum: "Hadislerden yediyüz küsur bini sahih 'tir, şu genç -Ebû Zur'a'yı kastederek- yediyüz bin hadisi ezberlemiştir." Beyhaki şöyle der: Ahmed b. Hanbel, bununla hadisler, sahabe ve tabiin sözlerinden sahih olanları kastetmiştir.[106]

Derim: Allah Hafız Beyhaki'ye rahmet etsin. O, Ahmed b. Hanbel'in sözünü açıkladığı bu ifadeyle kalpten gamı ve dinden de en büyük kınamayı giderdi. Şimdilerde fıkıhla ilgilenenlerin birçoğu, Allah'ın dini korumayı tekeffül etmesine rağmen, "bu kadar hadis şimdi nerededir, tedvin edilmedi mi?" demektedirler. Beyhaki açıkladı ki bu büyük rakamlardan maksatları sünneti, ashab ve tabiinin â s â r 'ını kapsayan rivayetlerdir. Yahut da onlar bununla hadisin çeşitli rivayet yollarını kastediyorlar ve her bir yolu bir hadis sayıyorlardı, Bazan hadis bir tane olur da rivayet yolları, lafızlarının farklılığı ve onu rivayet edenlerin çokluğu bakımından bir tek hadis yüz hadis sayılır. Çünkü onlar şöyle derlerdi: Biz bir hadisi yirmi yoldan  ( v e c i h ) yazmazsak onu tanıyanlayız.

Hafız İbnü'l-Cevzî'nin Saydu'l-hâtır[107] adlı eserinin 175. faslında şu bilgi verilir: Benimle hadis alimlerinden biri arasında İmam Ahmed b. Hanbel'in "Resulullah'tan (sav) yedi yüz bin hadis sahih olarak nakledilmiştir" sözüyle ilgili olarak bir konuşma geçti. Ben ona şöyle dedim: "Ahmed b. Hanbel bununla hadislerin rivayet yollarını (tarik) kastetmiştir". O ise "hayır, metinleri kastetmiştir" dedi. Ben de "bu, tasavvuru uzak bir yorumdur" dedim. Sonra Ebû Abdullah el-Hâkim'in, bu şahsın söylediğini destekler mahiyette bir sözünü gördüm. Şöyle ki o Kitabü'l-Medhal ila Kitabi '1-Iklîl 'de şöyle der: "Resuhıllah'ın hadisleri on bine ulaşmaz, demek nasıl caiz olur? Kendisinden erkek ve kadın dörtbin ashabı rivayette bulunmuştur. Bunlar Mekke'de ve sonra da Medine'de yirmi küsur yıl kendisine arkadaşlık etmiş, şer'î hükümlerden ayrı olarak diğer sözlerini, fiillerini, uykusunu, uyanışını, hareketlerini v.s. bellemişlerdir." Tartıştığımız zat Ahmed b. Hanbel'in şu sözünü delil getirdi: "Resulullah'tan yediyüz bin sahih hadis nakledilmiştir. İshak b. Râhûye ezberinden yetmiş bin hadis i irf 1 â ettirirdi. Ebü'l-Abbas Ibn Ukde şöyle der: Ehl-i Beyt'e ait üçyüz bin hadis bellemişimdir". Ben de şöyle dedim: Bu söylenenlerle metinlere işaret edilmiş olması uygun değildir. Bu gerçeğin Hâkim tarafından nasıl farke dilmediğin e hayret ettim. O bilmektedir ki mevcut m ü s n e d 'lerin en kapsamlısı Ahmed b. Hanbel'inki olup onu derlemek için iki defa dünyayı dolaşmıştır. Müsned'i, onbini mükerrer olmak üzere kırkbin hadisten oluşmaktadır. Ahmed b. Hanbel onu yediyüz elli binden fazla hadisten derlediğini söyler. Dikkatli biri, onun bununla rivayet yollarından başkasını kastetmediğini anlamaz olur mu? Eğer yediyüz elli bin hadis Allah Resulü'nün (ayrı ayrı) sözleri olsaydı, bunlar nasıl zayi oldu ve niçin ihmal edildi? Hepsi de Ahmed b. Hanbel'in zamanına ulaştığı halde onlardan seçimde bulunup da gerisini attı mı? Oysa hadis alimleri mevzu (uydurma) ve yalan haberleri bile yazmışlardır. Bunları rivayet eden sahabilerin tabiine nakletmeden vefat ettiklerini söylemek de yakışık düşmez. Çünkü bu rivayetler Ahmed b. Hanbel'e ulaşmış olup bu şekilde birden yokolup gitmeleri düşünülemez. Ayrıca bilinmektedir ki o eğer sahih hadisleri, muhalfarz mevzu rivayetleri ve Resulullah'tan (sav) nakledilen herşeyi toplamış olsaydı yine elli bini bulmazdı. Gerisi ne oldu? Bu hadislerin tabiin sözü olduğu da söylenemez. Çünkü fıkıh alimleri onların görüşlerini naklederek- kaleme almış ve bunlara göre amel etmiş olup bu görüşleri terk de bu bakımdan sözkonusu değildir. O halde her akıl sahibi anlar ki Ahmed b. Hanbel o sözüyle rivayet yollarına işaret etmiştir. Hâkim'in vehmettiği yorum ise doğru değildir. Eğer bu itiraz kendisine arzedilip "geri kalanı nerede?" denilseydi, verecek cevabı olmazdı. Fakat kavramak nadir birşey olup başarıyı lütfeden Allah'tır.[108] İbnü'l-Cevzî'nin sözleri özetle verilmiştir.

İmam Ebü'l-Hasan es-Sindi el-Medeni, Ahmed b. Hanbel'm Müsned ine yaptığı haşiyesinde[109], Tîbi'nin Şerhu'l Mişkât'mdan[110] nak­len Ahmed b. Hanbel'in "hadislerden yediyüz bini sahihtir" sözünü verirken hemen ardından "bu sayı ile kastedilen, hadislerin rivayet yollarıdır, metinleri değil" der. Bu bilginin aslı, el-Hitta (s. 26) müellifinin kendisinden naklettiği üzere Seyyid el-Cürcâni'ye aittir.[111] Keşfuzzunûn'da müellif bu sayılardan bazılarını verdikten sonra şöyle der: Bu sayılar gerçek anlamda olmayıp bundan kasıt sadece çokluk ifade etmektir.[112] Makbilî el-Yemeni el-Alemü'ş-şâmih fi îsâri'1-hak ale'1-âbâ ve'1-meşâyih adlı eserinde Suyûti'nin biyografisinde (s. 392), Suyûti'nin ikiyüz bin hadis ezberlediğini kaydettikten sonra şöyle der: "Bugün bundan daha fazla hadis ezberleyen kimse bulunduğunu sanmıyorum. Daha önce verilen bilgiler de gözönüne alındığında onun bellediği hadis sayısının ikiyüz bin olduğu anlaşılmaktadır. Bu da bazı muhaddislerin diğerlerinden naklen onun altıyüz bin hadis ezberlediğini kaydetmiş olmalarıyla çelişmez. Çünkü muhaddisler bir tek hadisi, rivayette bulunan sahabiye nisbetle tek hadis kabul ederler. Buna göre (metni aynı olan) bir tek hadis Suyûti'nin kitabında rivayet eden sahabîlere nisbetle bazan dört, on veya altmış hadis olur. Ashaba mevkuf olan hadislerde de durum böyledir. Yanlış yorumda bulunmamak için bizim zikrettiğimize dikkat et".

Münâvi, eş-Şemâil'e yazdığı şerhin başında, muhaddislerin ıstılahında "h â f ı z"ı, tarif ederken şöyle der: Hafız, isterse rivayet yollan (t a r i k ) ve isnadlann birden fazla olması suretiyle olsun, metin ve sened olarak yüzbin hadis ezberleyen kimseye denir.[113] Böylece selefin bellediği hadislerin yekûnu ve bunun şimdi mevcut ve tedvin edilmiş bulunanlara nisbeti hususu anlaşılmış olur. Yahut da onların bu çok sayıyla kastettikleri, ister sahih olsun ister olmasın, rivayetlerin tümüdür. Çünkü gerek sağlığında gerek vefatından sonra birçokları Allah Resulü'ne (sav) yalan haber isnad etmişlerdir. Yahut da bununla kastettikleri, amelle birlikte olsun veya olmasın bütün rivayetlerdir.

Ebû Abdullah Muhammed b. Abdüsselam en-Nâsırî ed-Der'î'nin er-Rihletü'l-kübrâ'smda şu bilgi verilir: Ahmed b. Hanbel mutlak olarak dünyanın (en büyük) hafız ıdır. Müsned i buna tanıklık eder. Ona rivayet edilen hadis sayısının ne kadar olduğu sorulduğunda, sahih ve zayıf olarak bir milyon ikiyüz bin olduğunu söyledi. Bunları kimin bellediği sorulduğunda da şu karşılığı verdi: Ben. Şu genç de -Ebû Zur'a er-Râzî'yi işaret ederek- üçte ikisini bellemiştir.

Fakih, vaiz ve nahiv alimi, muhaddislerin kınından sıyrılmış kılıcı olan Ebû Muhammed Abdülkâdir b. Abi'l-Kâsıra el-Irâkî, seleflerinden biri tarafından yazılmış Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inin bende mevcut bir nüshasının başında kendi elyazısıyla bu bilgiyi verdikten sonra şöyle der: Arkadaşımız el-Havdî, Ahmed b. Hanbel'in ezberlediklerinin üçte ikisi olarak Ebû Zur'a er-Râzî'nin ezberlediği sekizyüz bin hadise şu sözüyle işaret eder:

Ya da bir milyon, İbn Hallikân'ın dediği gibi

Rabbim rahmet eyle temel dayanak olan imamlara.[114]

Fakat Havdi, Ahmed b. Hanbel'in yalnız yüzbin hadis bellediğini söylemiştir. Manzumesinin şerhinde ise şöyle der: Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde kırk bin hadis mevcut olup hadislerin sahih olup olmadığına bakmadan yalnızca terki konusunda alimlerin birleşmedikleri rivayetleri tahric etmiştir. Aksini iddia edenler olmakla birlikte Müsned'deki hadislerin hepsi  sahih değildir.

Ebü'l-Hasan es-Sindî tarafından Ahmed b. Hanbel'in Müsned'ine yapılan haşiyede, Müsned'deki hadislerin sayısıyla ilgili olarak İbn Asâkir'den şu bilgi nakledilir: "Müsned'deki hadislerin sayısı, tekrarlar ve oğlu Abdullah'ın ilaveleri dışında otuz bine ulaşmaktadır." Sonra da Müsned'le ilgili olarak Ahmed b. Hanbel'in şöyle dediğini nakleder: "Bu kitabı yediyüz elli bin hadisten derledim. Resulullah'm hadislerinden müslümanların ihtilafa düştükleri hadis için ona bakınız, eğer hadisi onda bulursanız ne âlâ, aksi halde o hadis hüccet sayılmaz."[115]

Sıddık Hasan Han el-Hindî'nin el-Hıtta'smda Ebü'l-Mekârim Ali b. Şihâb es-Sıddıkî'nin şöyle dediği nakledilir: "Anlaşılan şudur ki bu söz İmara Ahmed'e isnadla uydurulmuştur. Çünkü sahih hadis kitaplarında bazı hadisler var ki sıhhatleri konusunda icma bulunduğu halde Müsned'de mevcut değildir"[116] Yine bazı alimlerce sahih sayılan bir takım hadisler var ki içtihad ve anlayışların farklılığı sebebiyle başkaları tarafından hüccet sayılmaz.[117]

Fas ve Mağrib'in hafızı Ebü'1-Alâ el-Irâkî el-Hüseynî'nin imlasından nakledilen bir kayda vakıf oldum ki şöyledir: "Ahmed b. Hanbel şöyle dedi:

Hz. Peygamber1 den rivayet edilen hadislerin toplam sayısı bir milyon ikiyüz bindir. Şu adam -Ebû Zur'a er-Râzi'yi işaret ederek- bunlardan sekizyiiz binini hıfzetmiştir. Geri kalanı hakkında ise söz söylenmiştir (tenkid edilmiştir)". Münâvi, Beyzâvi'den şöyle dediğini nakleder: "Resulullah'tan rivayet edilenlerin hepsi doğru ve kendisiyle istidlal caiz olan hadis değildir. Ahmed b. Hanbel, Şu'be, Buhari ve Müslim'den, hadislerin yarısının yalan olduğunu söyledikleri rivayet edilir. Hadis uyduranların sayısı üçyüz küsurdur. Bunlardan beş tanesinin uydurduğu hadis sayısı ise otuzbeş bindir". Fas muhaddisi Ebû Abdullah Muhammed b. Kasım el-Kassâr, Hammâd b. Zeyd tarafından haber verilen mevzu (uydurma) hadislerin sayısıyla ilgili olarak birinin şu şiirini okudu:

Takva sahibi Hammâd b. Zeyd dedi

Tamamı uydurulan hadislerin

Kerim Peygamberimize isnadla

Oniki bin hadistir ki muteber sayılmaz hepsi de.

Hâfiz Irâki şöyle der: Ukayli, Hammâd b. Zeyd'e ulaşan senediyle, onun şöyle dediğini rivayet eder: Zındıklar Allah Resulü'ne isnadla ondört bin hadis uydurmuşlardır.[118] Mağrib'in iftiharı Kadı Ebubekir İbnu 1-Arabi el-Meâfirî şöyle der: "Allah Teâlâ, Hz. Peygamber'in hadislerini muhafazayı teminat altına almamış, "O zikri (Kur'an'ı) biz indirdik, onun koruyucusu da elbette biziz" (Hıcr 15/9) âyetinin yorumuyla ilgili olarak ulema arasındaki görüş ayrılıklarıyla birlikte, yalnızca Kur'an'ı teminat altına almıştır."[119] Bu bilgi onun el-Kavâsım ve'1-avâsım adlı kitabından kendi lafzıyla nakledilmiştir.[120]

 

Muteahhırın Ulemadan Butun Sünneti Toplamaya Teşebbüs Eden Olup Olmadığı

 

Hafız Celâlüddin Abdurrahman b. Ebubekir es-Süyûtî, 10934 hadisi ihtiva eden el-Câmiu's-sağir adlı eserinin başında şöyle der: Bu kitapta Nebevi sözlerden binlercesini, ve Hz. Mustafa'ya (sav) ait hikmetlerden çeşit çeşit topladım ve yalnız veciz hadislerle yetindim. Allah Resulü'nden nakledilen haberlerin kaynağından halisini özetledim, tahricleri kaydetme­de son derece gayret gösterdim ve bu kitabı herhangi bir yalancı veya uydurmacının ortaya koyduğundan korudum. Böylece el-Fâik[121] ve eş-Şihâb[122] gibi bu türde kaleme alınmış kitaplardan ustun olan eser, kendisinden önce hiçbir kitapta bulunmayan hadis mesleğinin nefis örneklerini ihtiva etmektedir. Eseri el-Câmiu's-Sağir diye adlandırdım. Çünkü, bu butun Nevebi hadisleri toplamayı hedeflediğim ve Cem'u'l-cevâmi diye adlandırdığım buyuk kitaptan yapılmış bir seçmedir.[123] Münâvi bu esere yaptığı buyuk şerhte Suyûti'nin "bi-esrihı" sözü ile ilgli olarak şöyle der: Yani hepsini. Bu gerçekte mevcut olan hadis sayısını ifade bakımından olmayıp müellifin muttali olduğu miktar bakımındandır. Çünkü hadislerin hepsine ulaşması ve eğer tamamlansaydı -ki tamamlayamadan ecel kendisine ulaşmıştır- adı geçen el-Câmi'in[124] ihtiva ettiğinin ötesinde hadislere muttali olması mumkun değildir.[125]

Derim: Adı geçen Cem'u'l-Cevâmi kitabı islam toplumunda benzeri yazılmamış değeri buyuk bir eserdir. Yaklaşık sekiz kalın ciltten meydana gelmiş olup[126] nübüvvet sözlerini etraflıca araştırmış ve insanlara yüce Peygamberlerinin kelamına vukufu kolaylaştırmış, onlara bu sözleri tahric edenleri, isnadlannm kaynaklarını ve ravilerini tanıtmıştır. Kendisinden sona gelen butun muslumanlara yaptığı iyilik buyuk olup ona teşekkür ve bu iyiliğini itiraf etmek imanın halisliğindendir. Munazaracı alım Şeyh Salih el-Makbilî el Yemeni el-Alemü'ş-şâmih adlı eserinde şöyle der: "Faydası dinde görülen ve doğru yolu bulanlardan başaranların kendisinden faydalandıkları bir üstünlüğü sonradan ortaya koyan kimselere Allah lutufta bulunagelmiştir. Nebevi hadisleri bu enteresan şekilde toplamaya kimsenin teşebbüs etmemiş olmasını garip buluyor ve bunun gerçekleşmesini temenni ediyordum. Bu, muhtemelen Allah'ın muteahhirin ulemadan biri için sakladığı bir yüceliktir diyordum. Derken gordum ki Allah Teâla, bu konuda hemen hemen eşi görülmemiş biri olarak bunu el-Câmiu'l-kebir adlı eseriyle imam Suyûtı'ye lütfederek kendisim buna ehil kıldı. O bu gayeyi bu eseri ile el-Câmiu's-Sağir'in başında açıkça belirtmektedir" (s. 392). imam Ibnu'l-Hindî de Kenz'ınin başında, imamla­rın kaleme aldıkları birçok hadis kitabını gördüğünü, fakat bunların içinde faydasının çokluğu ve lafızlarının güzelliğiyle birlikte müellifin sünnetin esaslarını açıkladığı ve mahirane bir şekilde ele aldığı bu eserden daha kapsamlısına rastlamadığım söyler.

Derim: Şu da adı geçen Cem'u'l-cevâmi'in onsozundeki ifadelerdir: Bu değerli ve önemli bir kitaptır. Taşıp yükselen bir oz, butun Nebevi hadisleri tekeffül eden bir eserdir. Bu kitapta butun Nebevi hadisleri toplamayı amaçladım ve yüce musned kitaplarının kapıları için bir anahtar olmaya amade kıldım. İki kısma ayırdım. Birinci kısımda Hz. Peygamber'in (sav) sözünü kendi metniyle veriyor, her yüzüğüne kendi kaşını takıyorum. Hadisin metninden sonra, hadisin sahih, hasen ve zayıf oluşunun anlaşı­lacağı bir yol izleyerek, muteber kitapların müellifi imamlardan kimin o hadisi tahric ettiğini ve ashaptan kimlerin onu rivayet ettiklerini birden ona kadar veya daha fazla sayıda zikrediyorum. İkinci kısımda ise yalnız fiilî hadisleri yahut bir söz, fiil, sebep, müracaat veya benzeri bir hususu kapsayan hadisleri veriyorum. Eseri sahabe müsnedlerine göre düzenledim ve Cem'u'l-cevâmi diye adlandırdım.[127]

Büyük tarihçi ve fakih Ebû Muhammed Abdüsselam b. Hayyât el-Kâdirî el-Fâsî'nin et-Tuhfetü'1-Kâdiriyye'sinde, Mağrib'de şeyhülislam olan Ebû Abdullah el-Kassâr'ın Suyûti'yle ilgili olarak şöyle dediği kaydedilir: "Hiç kimse hadisleri güzel tertip ve düzenlemesiyle birlikte onun sözkonusu eserinde derlediği gibi derlememiştir". Bu eserin bir başka yerinde de şöyle denir: Hadisleri onun bu eserde derlediği gibi kimse derlememiş, kimse onun araştırdığı gibi araştırmamıştır. Muhaddislerin hafızlarından birçokları, hadis metinlerini her hangi bir i s n â d ını anmadan mürsel ve muallak olarak vermişlerdir. Suyûti ise hadisleri başka yollardan isnadları ve m ü t â b i leriyle tahric etti ve mertebeleriyle ilgili hükmü açıkladı.

el-Câmiu'1-kebir'deki hadislerin sayısı, Hafız Ebü11-Alâ el-Irâkî'nin ed-Dürerü'1-levâmi alâ ahâdisi Cem'i'l-cevâmi adlı eserinin başında geçtiği üzere yüz bindir. Suyûti'ye ait bir risalenin kenarında, onun eserlerinin sayısıyla ilgili olarak doğulu alimlerden birinin koyduğu notta, bu Cem'u'l-cevâmi'in adının karşısında şu bilgiyi gördüm: "Allah rahmet etsin bunu tamamlayanı ad an vefat etti. Bu eserde, her biri hakkında değerlendirmede bulunarak yüzbin hadisi toplamıştır. Gayesi bunda bütün Nebevî hadisleri toplamaktı, fakat başaramadan ecel kendisine yetişti".

Bendeki mecmualardan (koleksiyon) birinde, Suyûti'nin bir talebesinden nakledilen şu bilgiyi gördüm: "el-Câmiu'1-kebir'deki hadislerin sayısı seksen bin, ed-Dürrü'1-inensûr'undaki hadis sayısı ise otuzüç bindir". Allâme müksir müsnid Ebü'l-Abbas Ahmed b. Kasım b. Mun*ammed Sâsî el-Bûnî et-Temimî'nin Sebt'inde[128] Suyûti'yi anarken şöyle dediğini okudum: "Suyûti'nin ezberlediği hadis sayısı üçyüz bindir. O şöyle der: 'Eğer daha fazla bulsaydım ezberlerdim.' Onun gayesi bütün hadisleri bir kitapta toplamaktı. Seksen bin hadisi el-Câmiu'1-kebir'inde topladı ve vefat etti. Allah bütün hadislerin bir kitapta toplanmasını murad etmemişti".

el-Câmiu'1-kebîr in bizdeki nüshasının başında, Suyûti'nin bu eseri derlerken mütalasını tamamladığı eserlerin bir listesi mevcuttur. O şöyle der: "Hedeflediğim şekilde bu kitabı tamamlamadan önce ecel yetişmesinden korkuyorum. Allah ona zeyl yazacak birim lütfetsin; o kimse benim mütalasını bitirdiğim kitapları bilirse onlara bakmağa ihtiyaç duymaz, diğer kitaplara bakar." Suyûti burada seksen kitap sayar, sonra el-Câmi'de geçip de bu başlık altında anılmayan eseçler için bir başka fasıl açar. Burada da yetmiş altı kitabın adım verir.[129]

İslam ümmetinin güç ve ilimde geri kalmasından dolayı, Fas'ın iftiharlarından Ebü'1-Alâ el-Irâkî el-Hüseynî el-Fâsî (ö. 1183/1769) dışında doğu ve batı İslam dünyası alimlerinden Cem'u'l-cevâmi'e zeyl yap.an kimse olduğunu hatırlamıyorum. O adı geçen el-Câmî'e büyük ihtimam gösterdi ve el-Câmiu'I-kebir'de tahricleri bulunan kimseleri tanıtan bir eser kaleme aldı. Bu eser temize çekilmiş halde bende mevcuttur.[130] Ebul-Alâ ed-Dürerü'1-levâmi fi'1-kelâm alâ aha di s i Cem'i'l-cevâmi adlı tamamlayamadığı bir eser de telif etmiş olup müellifin kendi yazısıyla yazılmış bir kısmı bende bulunmaktadır.[131] Hocalarımızın hocası allâme Ebû Muhammed Velid b. El-Arabî el-Irâkî ed-Dürrü'n-nefîs'te, Kadı İbnü'1-Hâc da el-Işrâfta[132] Ebü'1-Alâ el-Irâki'nin biyografisini verirken zikrettikleri gibi o Cem'u'l-Cevâmi'e zeyl yapmıştır. Fakat bu her iki müellif de onun ne kadar ilavede bulunduğu ve eserin mahiyeti hakkında bilgi vermemişlerdir. Adı geçen hafızın Selvetü'l-enfâs'taki biyografisinde ise Suyûti'nin el-Câmiu'1-kebir'ine beşbin küsur hadis ilave ettiği kaydedilmektedir. Selvetü'l-enfâs müellifi anılan zeyli er-Risâletü'l-mustatrafe'sinde zikretmeyi ihmal etmiştir. Kendisiyle şifahen görüştüğüm üzere bunu sanki mezkur zeylin Irâki tarafından müstakil olarak yazılmayıp kendisindeki Cem'u'l-cevâmi nüshamın kenarına ilaveler yapılması şeklinde olmasından dolayı yapmıştır. Sonra, doğuda hafızların sonuncusu Şeyh Murtaza ez-Zebidî el-Mısrî'nin Mucem'inde adı geçen Ebü'1-Alâ el-Irâkî'nin biyografisini verdiğini ve onu asrın hanzi olarak nitelendirdikten sonra şöyle dediğini gördüm: Ebu'l-Alâ'nın devamlı talebelerinden biri olan arkadaşımız Muhammed b. Abdüsselam b. Nasır[133], onun bu konudaki vukufu, z abı tveh ı fz ı nın güzelliği ile ilgili olarak şu hayretamiz şeyleri anlattı: O, Suyûti'nin eİTCâmiu'l-kebir'ini okuttuğunda ona yaklaşık onbin kadar hadis ilave etti. Hadisleri kendi nüshasının kenarına kaydederdi. Eğer bunları bir kitaba aktarsaydı bir cilt ederdi". İbn Abdisselâm en-Nâsırî, Ebü'1-Alâ el-Irâkî'yi insanların en iyi tanıyanıydı. Çünkü ondan ders aldı, durumunu tanıdı, onu ve eserlerini derinliğine bilenlerin vasfetmesiyle vasfetti.

Sonra adı geçen İbn Abdisselam en-Nâsırî'nin, hocalarından icazet istemesi üzerine onların kendi elyazılarıyla verdikleri icazetlerini ihtiva edten Künnâşe'sini gördüm. Bunlardan biri de hocası adı geçen Irâki'den İcazet isteği ve bunun ardından onun elyazısıyla kendisine verdiği icazetiydi. Orada hocası Irâki'yi şu övücü ifadeyle vasfeder: Cem'u'l-cevâmi müellifi bütün hadisleri topladığını ileri sürdü. Sonra adı geçen hoca asıl eserin kenarında bulunan külliyetli miktarda hadisi hafızasından ilave etti ki sayısı on bine ulaşmaktadır." İbn Abdisselam en-Nâsıri'nin icazet isteğinde geçen sözleri burada sona erdi. Orada kendi elyazısıyla bir istidradı var ki hocası Irâki kendi elyazısıyla düzeltip ilavede bulunmuştur. Anılan bilgileri ihtiva eden icazet isteği ile diğerlerinin ardından hocası Irâki'nin kendi elyazısıyla icazeti bulunmaktadır. Bu, muhtemelen onun yazdığı son icazettir.

İbnü'l-Hindî el-Mekkî diye tanınan Şeyh Ali el-Müttakî, Cem'u'l-cevâmi ile el-Câmiu's-sağir'i müteaddit kitaplarda fıkıh bâblarına göre düzenledi ki bu eserlerin en büyüğü Kenzü'I-ummâl'dir. Musahhihinin saydığına göre 45959 hadis ihtiva etmektedir.[134] Halbuki İbnü'l-Hindî kitabın başında şöyle der: Kim bu kitabı elde ederse, Cem'u'l-cevâmi'i bâblara ayrılmış olarak ve onda bulunmayan birçok hadisle birlikte elde etmiş olur. Çünkü Suyûti (Allah rahmet etsin) el-Câmiu's-sağir ve zeyline Cem'u'l-cevâmi'de bulunmayan hadisler ilave etmiştir.[135] Kim Cem'u'l-cevâmi'de daha önce geçtiği üzere seksen bin veya daha fazla hadis bulunduğunu ve İbnü'l-Hindî'nin Kenzü'l-ummâl'inde de kırk altı bin kadar hadis olduğunu bilirse, şu husus ortaya çıkmış olur: Ya elimizde mevcut Cem'u'l-cevâmi nüshası mezkur miktarı ihtiva etmeyip yarısını kapsıyor veya İbnü'l-Hindî ondaki mükerrerleri v.s. atmıştır. Bu daha yakın bir ihtimal olmakla birlikte bu eseri inceleyen kimse onda çok sayıda mükerrer bulur ki sağladığı fayda da azdır. Muhtemelen asıl esere bu suretle belirsizlik ve tereddüt eklemiştir. Öyle ki bazan asıl esere müracaatla hadisi bulmak kolayken bunda o kolaylık mevcut değildir.                       

Bu Kenzü'l-ummâl'in Muntahabu Kenzi'l-ummâl adlı bir muhtasarı olup Ahmed b. Hanbel'in Müsned'înin kenarında Mısır'da basılmıştır.[136] Allame Şemsüddin eş-Şevberî el-Mısrî'den nakledildiği üzere adı geçen muhtasar otuziki bin tekrarsız hadis ihtiva etmektedir.

Tenbih: el-Câmiu'1-kebîr'in adı, daha önce kendi Önsözünden de naklen kaydedildiği üzere Cem'u'I-cevâmi'dir. Ebü'1-Alâ el-Irâkî'nin ed-Dürerü'l-levâmi'inin başında şöyle denir: O Cem'u'l-cevâmi olup yaygın olarak el-Câmiu'1-kebir adıyla bilinir. Ebü'1-Alâ ed-Dürer'in kenarına kendi elyazısıyla şunu da yazmıştır: "Buna bak, bu adlandırma İbn Hacer tarafından kendi eserine yapılmış olup Suyûti ise eserini Cem'u'ul-cevâmi diye adlandırmıştır". Muhtemelen el-Cânıiu's-sağir'le Cem'u'l-cevâmi'i ayırmak için el-Câmiu'1-kebir adıyla meşhur olmuştur. Doğrusunu en iyi Allah bilir. İbn Hacer'e ait olduğu zikredilen el-Câmiu'1-kebir ise el-Câmiu'l-kebir fi süneni'l-beşîri'n-nezir adlı eseri olup[137] Münâvi Tavdihu'n-Nuhbe'ye[138] el-Yevâkit ve'd-dürer fî şerhi Nuhbeti ibn Hacer[139] adıyla yaptığı şerhte ibn Hacer'in eserleri içinde kaydetmektedir. Bu eser Keşfuzzunûn müellifi tarafından zikre dilmemiştir. Ebü'1-Alâ el-Irâkî'nin aslında bu adlandırmanın Buhari'ye ait olduğunu söylemesi gerekirdi. Zira Keşfuzzunûn'da şu bilgi verilir: el-Câmiu'1-kebir fî'l-hadis, Buhari'ye ait olup bunu İbn Tâhir zikretmiştir.[140]

Başka bir tenbih: Şeyh Ebü'l-Abbâs el-Bûnî'nin Fihris'inden naklen Hâfiz Suyûti'nin ezberinde bulunan hadislerin üçyüz bine ulaştığı daha önce kaydedilmişti. el-Alemü'ş-şâmih adlı eserden naklen verilen bilgiye göre ise bundan daha azdı. Mahir allânıe Ebû Abdullah Muhammed b. Abdülkâdir el-Fâsî'nin kendi elyazısıyla Suyûti ile ilgili olarak Şa'râni'nin orta Tabakalından naklen şu bilgiyi verdiğini gördüm: Suyûti şöyle der: "Hafız îbn Hacer ikiyüz bini aşkın hadis, Şeyh Osman ed-Diyyemî de yirmi bin hadis ezberlemişti.[141] Ben ise ikiyüz bin hadis ezberledim. Eğer daha fazla bulsaydım ezberlerdim." Muhtemelen dünyada bundan daha çok hadis mevcut değildir. Şa'râni şöyle der: Suyûti kendi zamanında hadis ilimleri konusunda en bilgili insan ve sağlam bir h â f ı z di. Hadis lafızlarının g a r i b lerini ve hadislerden hüküm çıkarmayı bilirdi. İbn Hacer, tahric edeni ve mertebeleri bilinmeyen birçok hadis temize çekti. Suyûti onları tahric etti vehasen,    zayıf v.b. mertebelerini açıkladı.

Üçüncü tenbih: İstanbul'da basılan Keşfuzzunûn'da (I, 1185) kaydedildiğini gördüğüm eserden başka İslam'da hadisleri toplamaya teşebbüs edip de eseri Suyûti'nin ulaştığı sayı kadar hadis ihtiva eden kimse bilmiyorum. Keşfuzzunûn'da müellif, İmam Hafız Hasan b. Ahnıed b. Muhammed es-Semerkandî'nin (ö. 491/1098) Bahru'I-esânid adlı eserini anarak şöyle der: Bu, müellifin yüz bin hadis toplayıp tertiplediği ve tehzib ettiği biAeser olup İslam'da bunun benzeri meydana gelmemiştir. Bunu Zehebi Târihu'l-İslâm'da zikreder.[142] Bu eserin adını şimdi bende mevcut ve 1220'de (1805) istinsah edilmiş Keşfuzzunûn nüshasında bulamadım. Bu bilgi muhtemelen onun üç zeylinden birine aitti. Bu zeyiller biraraya getirilip asla eklenerek basılmış ve neşri gerçekleştirenlerin tedlisi olarak Keşfuzzunûn adı altında Hacı Halifeye nisbet edilmiştir. Oysa insanların karışıklığa düşmemeleri için buna işaret etmeleri gerekirdi. Keşfuzzunûn un bendeki yazma nüshasına baktım, basılı olanın üçte biri kadar veya biraz daha fazla olduğunu gördüm. Böylece, Âkâmü'l-mercân fi âsâri Hindistan'da geçtiği üzere Keşfuzzunûn müellifi 1067 (1657) tarihinde vefat etmiş olmakla birlikte, matbu nüshada XI. yüzyıl sonları ile XII. yüzyılda yaşamış müelliflere ait birçok kitabın varlığıyla ilgili karışıklık giderilmiş oldu. Bazı kimselerin, kendisiyle mezcedilmiş şekilde Keşfuzzunûn un üç zeyli mevcut olduğunu söylemelerini görmem de bu konuya açıklık getirmiş bulunmaktadır. Yukarıda adı geçen Ebû Muhammed Hasan es-Semerkandî'nin biyografisini Vefeyâtü'l-a'yân ve S al ah a d din el-Kütübî'ye ait zeyli Fevâtü'l-Vefeyât ile İbnu s-Sübkî'nin Tabakâtu'ş-şâfiiyye'sinde aradım, fakat bulamadım. Sonra Hafız İbn Nasır ed-Dımaşkî'nin Şerhu Bediiyyeti'l-beyân adlı eserinde biyografisinin verildiğini gördüm. Onunla ilgili olarak şöyle diyordu: Ebû Muhammed Hasan b. Ahmed b. Muhammed b. Kasım b, Cafer el-Kâsımî es-Semerkandî el-Küvehmîsenî[143], sünnetin temel direği olup Nisabur'da ikamet etti. Önde gelen ulemadan Cafer el-Müstağfırî'nin yanında tahsil gördü, ondan ve başkalarından hadis rivayet etti. Kendisinden de, aralarında İsmail et-Teynıî ve Vecih eş-Şahhâmî'nin[144] bulunduğu birçokları rivayette bulundu. O değerli ve hafız bir imam, hadis için seyahat eden güvenilir bir alimdi. Hadis dinledi, topladı ve eser kaleme aldı. Eserlerinden biri Bahru'l-esânîd fi sıhâhi'l-mesânîd'dir. Yüzbin haberi ihtiva etmekte olup seksen büyük cüz den meydana gelmiştir.[145] Böylece İbn Nasır, onun eserinde yalnız bütün m e r f û hadisleri değil, a h b â r ı , yani ashabın â s â r ı ve diğer mevkuf haberleri toplamayı da gaye edindiğini ifade etmiş oluyor ki Suyûti'nin gayesinin daha üstün ve kapsamlı olduğu anlaşılmaktadır.

İbn Asâkir Tarih'inde Hafız Hüseyin b. Ahmed b. Muhammed b. Hüseyin b. Mâsercis en-Nîsâbûri el-Mâsercisî'nin (ö. 365/976) biyografisini vererek şöyle der: Bin üçyüz cüz den oluşan el-Müsnedü'1-kebir'i, tehzibli olarak ve ilelleri açıklayarak telif etti. Ben ondan yüzelli cüz kadarını gördüm. Benim nazarımda, İslam'da ondan daha büyük bir m ü s n e d telif edilmiş değildir. Onun kendi elyazısıyla bin üçyüz cüz eden eserin, v e r r â k lann (kitap çoğaltan) yazısıyla üçbin cüz tutacağım kesinlikle söyleyebilirim. Hz. Ebubekir'in müsnedi ilel ve şevâhidiyle birlikte Mâsercisî'nin yazısıyla on küsur cüz tutmuşken, verrâklar onu altmış küsur cüzde yazdılar. Bu bilgi İbn Asâkir'in Târih'inin muhtasarından nakledilmiştir.[146] îmam Muhammed b. İbrahim el-Vezir el-Yemenî'nin ez-Zehrü'1-bâshn fi'z-zabb an sünneti Ebi'l-Kâsım adlı eserinde (I, 88) şu bilgi verilir: Hafız el-Mâsercisî üçyüz kadar büyük ciltte tamamladığı el-Müsnedü'l-kebir'i derledi.

Başka bir tenbih: Hafız İbn Nasır ed-Dımaşkî, Şerhu Bediiyyeti'l-beyân'ında, Bağdat'ta ikamet eden Yakub b. Şeybe es-Sedûsî el-Basrî'nin biyografisini verirken şöyle der: el-Müsned'i yazdı, fakat tamamlayamadı. Benzeri kaleme alınmamış, ilel ve hadislerin çokluğunda onun gibisi görülmemiştir. Söylendiğine göre yalnız Hz. Ali'nin müsnedi beş büyük ciltten oluşmaktaydı. Bu eseri tahric için onbin dinar harcadı. Evinde Müsned'ini temize çeken varrâk 'ların gecelemesi için hazırlanmış kırk yorgan vardı.[147] Bu bilginin aslı Zehebi'nin Tezkiretü'l-huffâz'ında[148] mevcut olup o adı geçen Müsned'le ilgili olarak şu ilavede bulunur: Bundan daha güzel bir müsned telif edilmemiştir. Denildiğine göre ondan Ebû Hureyre müsnedine ait ikiyüz cüzlük bir nüshası Mısır'da görülmüştür. Zehebi, Sedûsi'nin müsnedlerini yazdığı kimseler olarak şu zevatı zikreder: Aşere-i mübeşşere, İbn Mesud, Ammâr, Abbas ve m e v â 1 i den bazılarının müsnedleri. Sedûsi'nin vefat tarihini 262 (876) olarak kaydeden Zehebi onun Müsned'inden bir cüz elde ettiğini söyler.[149] Bu yüce himmetlere ve yokolup gitmiş büyük işlere bakın! Allah selefe rahmet etsin, halefe de ilham lütfetsin.[150]

 

Ashabın İlim Tahsili Ve Bunun Mescid-i Nebevide Halkalar Şeklinde Olduğu

 

Ebû Nuaym Âdâbü'1-âlim ve'I-müteallim'de ve Deylemi, Ebû Hureyre'den merfû olarak şu tahricde bulunurlar: "Bir alimin huzurunda veya ilim meclisinde oturduğunuzda yaklaşın ve biriniz diğerinin arkasına otursun; Câhiliyye insanlarının oturduğu gibi ayrı ayrı oturmayın".[151] Bu rivayeti Hafız Suyûti Cem'u'l-cevâmi'de zikreder. Hafız el-Heysemî avâid'de "Alimin yanında oturma babı" başlığına yer vererek tçÖyle dediğini kaydeder: "Resulullah (sav) oturduğunda ashabı da onun huzurunda halkalar şeklinde otururlardı". Bunu Bezzâr rivayet eder. Rivayet zincirinde Said b. Selâm var ki Ahmed b. Hanbel onun yalancı olduğunu belirtir. Heysemi, Yezid er-Rakkâşî'den de şunu dediğini nakleder: Enes'in (ra) bize bu hadisi naklederken söylediklerinden biri de şudur: "Allah'a andolsun ki bu, sen ve arkadaşlarının yaptığı gibi değildir, yani biriniz oturuyor diğerleri de onun etrafına toplanıyorlar ve o da konuşuyor. Ashab sabah namazını kıldıktan sonra halkalar şeklinde oturur, Kur'an okur ve farz ve sünnetleri öğrenirlerdi". Yezid er-Rakkâşî zayıftır.[152]

Buharı Sahihte "Mescidde halkalar yapmak ve oturmak babı" başlığına yer verir.[153] Buhari bu başlıkla, böyle yapmak bazılarının arkalarını kıbleye doğru vermelerini gerektirse bile, ilim öğrenme, Kur'an okuma ve zikir v.b. için camide halkalar yapıp oturmanın caiz olduğuna işaret etmiştir. Mescidde dünya işleri için halkalar oluşturmak ise caiz değildir. İbn Mesud'un şu hadisinden kasıt da budur: "Ahir zamanda, mescidlerde halkalar meydana getiren bir topluluk olacak ki arzuları dünyadır. Onlarla birlikte oturmayın. Allah rızası için onlara hiçbir ihtiyaç sözkonusu olamaz". Hafız Irâki bunu Tirmizi'nin şerhinde zikrederek isnadının zayıf olduğunu söyler. Müslim'in Câbir'den (ra) rivayet ettiği şu hadis de bu anlamda yorumlanır: "ResuluUah (sav) mescide girdi, onlar halkalar oluşturmuşlardı, şöyle buyurdu: Bana ne oluyor ki sizi grup halinde görüyorum!".[154] İbn Hacer şöyle der: Allah Resulü, kendisi etrafında halkalanmalannm aksine, oriann fayda ve menfaat sağlamayan birşey için toplanmalarını hoş karşılamadı. Kendisinin etrafında halkalanmaları ise ilim dinlemek içindi.[155]

İmam el-YÛsî, Kânun'unda ilmi yaymanın yollarını zikrettiği bir fasla yer vererek şöyle der: Ders verme şeklinde öğretime gelince, bunun temeli Allah Resulü'nün meclislerinde hükümleri, hikmetleri ve hakikatleri açıklama, Kur'an âyetlerini yorumlama, faziletlerini ve özellikleri zikretme v.b. hususlarla ilgili olarak ashabına yönelik uygulamalarıdır. Ashab bu konularda onun etrafinda toplanıyorlardı. İşte bu, takrir ve açıklamadır. Allah Teâla şöyle buyurmuştur: "Kendilerine indirileni insanlara açıklayasın diye..." (Nahl 16/44). Bunlar ilim halkalarıdır. Ulemanın çevresinde ilim halkaları böyle devam edegeldi, böyle devam ediyor.

Mervezi ve İbn Ebi Şeybe, Ebû Muaviye el-Kindî'den şöyle dediğini tahric ederler: Şam'da Hz. Ömer'in yanına vardım, bana halkın durumunu sorarak şöyle dedi: "Herhalde adam ürkmüş deve gibi mescide giriyor, kendi kavminin meclisini ve kendisini tanıyan birini görürse yanına oturuyor?".

Ben de "hayır, çeşitli meclisler oluşturup oturuyorlar ve hayır öğrenip müzakere ediyorlar" karşılığını verdim. Hz. Ömer şöyle dedi: "Böyle olduğunuz sürece hayır üzere olmaya devam edersiniz".[156]

 

Allah Resulünün Ashabının Oluşturduğu İlim Halkasının Yanına Gelip Duruşu, Kendileriyle Birlikte Oraya Oturuşu Ve Bunu Zikir Halkasına Tercih Edişi

 

Bu konuda, her râvisinin adı ayın harfiyle başlayan müselsel bir hadis bize kadar ulaşmıştır. Ben Abdülhay onu defalarca semâ yoluyla kendisinden almış olarak babam Şeyh Abdülkebir el-Kettânî'dea ve Şeyh Abdülcelil Berrâde el-Medenî, Şeyh Abdülhak el-Allahâbâdî el-Hindî el-Mekkî'den de Mekke'de şifahen, Medine-i Münevvere'nin müsnidi Ebü'l-Hasan Ali b. Tahir el-Vetrî el-Medenî'den Medine'den kitabet yoluyla ve başkalarından rivayet ediyorum: Bu anılanlar şöyle dediler: Abdülgani b. Ebi Said ed-Dihlevî el-Medenî bize Medine'de haber vererek dedi: Bize Âbid es-Sindi el-Ensârî el-Medenî haber verdi: Bana Şeyh Ali b. Abdülhâlık el-Mezcâcî haber verdi. Bize babam haber verdi: Bize Abdülhâlık b. Ebubekir el-Mezcâcî, Alauddin Muhammed Baki el-Mezcâcî'den, o Abdullah b. Salim el-Basrî'den, o İsa b. Muhammed es-Seâlibî'den, o Ali el- Uchûrî'den, o Ömer b. Ülcây'dan, o Hafız Abdurrahman es-Suyûtî'den naklen şöyle dediğini haber verdi: Bize Ebû Hureyre b. Mulakkin haber verdi: Bize Ali b. Ebi'l-Mecd haber verdi: Bize İsa b. Abdurrahman b. Mut'im haber verdi: Bize Abdullah b. Ömer el-Letî haber verdi: Bize Ebü'1-Vakt Abdülevvel b. İsa es-Siczî haber verdi: Bize Abdurrahman b. Muhammed ed-Davudî haber verdi: Bize Abd b. Ahmed es-Serahsî haber verdi: Bize İsa b. Ömer es-Semerkandî haber verdi: Bize İmam Abdullah b. Abdurrahman ed-Dârimî haber verdi: Bize Abdullah b. Yezîd haber verdi: Bize Abdurrahman b. Ziyâd b. En1 um haber verdi: Bize Abdurrahman b. Râfi, Abdullah b. Amr'dan naklen haber verdi: "Resulullah (sav), mescidinde oturmuş iki gruba (meclis) uğradı ve şöyle buyurdu: 'Bu iki meclis de hayırlıdır, ancak biri diğerinden daha faziletlidir. Şunlar Allah'a dua edip yalvarıyorlar, Allah dilerse onlara verir dilerse vermez. Şunlar ise fıkıh ve ilim öğreniyor, bilmeyene öğretiyorlar, binaenaleyh bunlar daha faziletlidirler. Ben ancak bir öğretici olarak gönderilmişimdir'. Resulullah (sav) sonra bu grubun arasına oturdu".

Derim: Hafız ed-Dârimi hadisi Müsned'inin "mukaddime"sinde "İlim ve alimin faziletine dair bâb" başlığı altında (İlk Hindistan baskısı, s. 54) bu şekilde vermiştir.[157] İbn Mâce de Sünen'inde "Alimlerin fazileti ve ilim tahsiline teşvik babı" başlığı altında tahric eder ki metni şöyledir: Bize Bişr b. Hilâl es-Savvâf haber verdi: Bize Davud b. Zibrikân, Bekr b. Huneys'ten, o Abdurrahman b. Ziyâd'dan, o Abdullah b. Yezid'den, o da Abdullah b. Amr'dan şöyle dediğini haber verdi: "Resulullah (sav) birgün hanımlarına ait odalardan birinden çıkıp mescide girdi ve orada iki halka gördü; halkalardan birindekiler Kur'an okuyor ve Allah'a dua ediyorlar, diğerindekiler ise öğreniyor ve öğretiyorlardı. Resulullah 'Bunların hepsi de hayır üzeredirler. Şunlar Kur'an okuyup Allah'a dua ediyorlar, dilerse onlara verir dilerse vermez. Şunlar ise Öğreniyor ve öğretiyorlar, ben ancak öğretici olarak gönderildim' buyurdu ve bunlarla birlikte oturdu"[158] Hasru'ş-şâridde kaydedildiği üzere Hafız Sehâvi şöyle der: "Bu hadis g a r i b olup İbn En'um el-Ifrikî ise su-i hıfzı sebebiyle zayıftır. Fakat metnin ş â h i d leri vardır". Suyûti şöyle der: "İbn Mâce bunu Bekr b. Huneys'in İbn Ziyâd b. En'um'dan, onun Abdullah b. Yezid ve Ebû Abdurrahman el-Hanbelî'den rivayetiyle tahric eder. Hadisi İbn En'um bu ikisinden birlikte, onlar da İbn Amr'dan rivayet ederler". İbn Hacer el-Heytemî el-Mişkât haşiyesinde "iki meclise uğradı" sözüyle ilgili olarak "yani iki halkaya" der.[159]

Suyûti'nin Dürrü's-sehâbe 'sinde Câbir b. Abdullah'ın biyografisinde Veki'in Musannef 'inden naklen şu bilgi verilir: Câbir b. Abdullah'ın Mescid-i Nebevi'de kendisinden ilim öğrenilen bir halkası vardı.[160]

 

Allah Kesulü Meclisinden Kalkıp Gittiğinde Fıkıh Okutmak Ve Öğütte Bulunmak Üzere Yerine Kimin Geçtiği

 

Kûtü'l-kulûb'dan naklen Şerhu'l-İhyâ'da şu bilgi verilir: Abdullah b. Revâha, Resulullah'm ashabına "gelin bir süre iman ilmiyle ilgilenelim" derdi, onlar da yanma oturuyorlar, kendilerine Allah'ı tanıma, tevhid ve ahiret konusunda konuşuyordu. Resulullah'm (sav) kalkmasından sonra onun yerini alırdı. İnsanlar onun yanma toplanır, kendilerine Allah'ı hatırlatır, Resulullah'm söylediği hususlarda onlara dini bilgiler öğretirdi. Resulullah bazan onların yanına çıkıyor, onlar da Abdullah'ın yanında toplanmış bulunuyorlardı, susuyorlar, Resulullah onların yanlarına oturup ilgilenmekte oldukları şeye devam etmelerini emrederek şöyle buyururdu: "Ben bununla emrolundum ve buna davette bulundum". Bunun benzeri Mu az b. Cebel'le ilgili olarak rivayet edilmiş olup o bu ilim konusunda konuşuyordu. Biz bu hadisi, Cündeb'in "Biz Resulullah (sav) ile birlikteydik, bize Kur'an öğretmeden Önce iman (ilmini) Öğretiyordu" hadisini açıklamak üzere rivayet etmiştik.[161]

 

Ashabın Birbirlerine  Kur'an Okumaları Ve Allah Resulü'nün Onlara Âyetleri Açıklaması

 

Sahih-i Müslim'de ve başka eserlerde Ebû Hureyre'den nakledilen uzun bir hadiste şu ifade geçer: "Allah'ın evlerinden birinde Allah'ın kitabını okumak[162] ve kendi aralarında mütala etmek (tedârüs) üzere toplanan hiçbir topluluk yok ki onlara iç huzuru (sekînet) inmesin, rahmet onları bürümesin, melekler onların etrafını çevirmesin ve Allah onları kendi yanındakilere anmasın"[163]. Ali el-Kârî Şerhu'l-Mişkât'da şöyle der: Hadiste geçen "tedârüs" kelimesi, lafızlarını düzeltmek veya manalarını keşfetmek üzere birbirlerine okumaları anlamındadır. İbn Melek de böyle der. Bu kelimeden maksadın, onlardan birinin mesela on ayet (aşır) bir diğerinin başka on ayet okuması... şeklinde alışılagelen karşılıklı ders okuma olması da mümkündür. Bu durumda tilavetten daha Özel bir anlamda veya onun mukabili olur. Ancak Kur'an'a dayanan öğrenme ve öğretme gibi bütün hususlara şamil olması en kuvvetli ihtimaldir.[164] Kur'an ilimlerinin teatisi ve ders verme uygulamasının çok eski olduğuna bakın! Suyûti el-Itkân'da şunu kaydeder: Hz. Peygamber, ashabına Kur'an'ın bütün yorumunu veya çoğunun yorumunu yapmıştır. Ahmed b. Hanbel ve İbn Mâce'nin Hz. Ömer'den tahric ettikleri şu rivayet de bunu teyid etmektedir: "Son nazil olan ayetlerden biri de riba âyeti idi. Resulullah onu açıklamadan vefat etti".[165] Bu sözün mefhumu, Hz. Peygamberin inen her âyeti onlara yorumladığı, ancak nüzulünden hemen sonra vefat etmesinden dolayı bu âyeti açıklayamadığına delâlet etmektedir. Yoksa Hz. Ömer'in özellikle bu âyeti anmasının herhangi bir özelliği yoktur. Bezzâr'm Hz. Aişe'den tahric ettiği "Cebrail'in kendisine Öğretmesinden sonra yorumladığı bazı âyetler dışında, Resulullah Kur'an'dan birşey yorumluyor değildi"[166] hadisi ise Hâüz İbn Kesir'in de söylediği gibi m ü n k e r dir. İbn Cerir ile başkaları ise bu hadisi şöyle yorumlamışlardır: "Hz. Aişe, anlaşılması Resulullah'a zor gelen müşkil ayetlere işaret etmiştir. Resulullah bunları Allah'a sormuş, Allah teâla da Cebrail'in diliyle kendisine inzalde bulunmuştur". el-Hadikatü'n-nediyye'ye bakınız.[167]

 

 

Ashabın Kendilerine Ulaşan İlme Ezberleme Ve Müzakere İle İtina Göstermeleri

 

Ebû Nuaym, Hz. Ali'den şu tahricde bulunur: "Birbirinizi ziyaret edin ve şu hadisi müzakerede bulunun, eğer böyle yapmazsanız yokolup gider".[168] Ebû Ömer İbn Abdilber de İbn Mesud'dan şöyle dediği rivayetini nakleder: "Hadisi müzakere edin, onun bazısı diğerini anlaşılır kılar", İbn Abdilber, Avn b. Abdullah'tan da şöyle dediğini nakleder: "Biz Ümmü'd-Derdâ'ya geldik, onun yanında birbirimize hadis haber verdik. Ona "Ey Ümmud-Derdâ seni usandırdık" dedik, şu karşılığı verdi: Beni usandırmadınız, ben Medine'de ibadette bulunmayı istedim, ilim müzakeresinden -yahut fıkıh müzakeresinden, dedi- daha hoşuma giden birşey bulamadım". Ömer b. Hattâb'dan da şöyle dediğini rivayet eder: "Eğer ben Allah yolunda (cihad için) yürümeseydim (sefere çıkm as aydım) veya alnımı toprağa koymasaydım ya da hurmanın iyisi nasıl toplanırsa öylece sözün güzelini derleyen bir toplulukla-oturmasaydım, Allah'a kavuşmuş olmayı arzulardım". İbn Kuteybe şunu anlatır: Muaviye Hz. Ömer'e şöyle dedi: "İnsanların ilim ehliyle sohbetleri ve mülkümden elde ettiğim yeterli derecede servetten başka dünya lezzetinden geriye birşey kalmadı".

îbn Sa'd Tabakât'da Ebû Said el-Hudrî'den şöyle dediğini tahric eder: "Allah Resulü'nün ashabı oturduklarında sohbet ederlerdi, birine kendilerine bir sûre okumasını emretmeleri veya birinin Kur'an'dan bir sûre okuması dışında, konuştukları şey fıkıhtı".[169] el-Kâmûs'ta şöyle denir: "Fıkıh, bir şeyi bilmek, anlamak ve ince kavrayış anlamına gelmekte olup yüceliğinden dolayı daha çok din ilmi için kullanılır olmuştur". Şemsüddin Îbnü't-Tayyib el-Kâmûs haşiyesinde şöyle der: Bir grup alim fıkhı "gizli bir şeyi bilme" şeklinde kayıtlamış olup meselâ "ben semayı ve yeri anladım (fıkhettim)" denilmez. Fıkhın ince kavrayış ve anlama kuvveti olduğu söylendiği gibi, fıkhın ilimden daha süratli olduğu da söylenmiştir.[170]

 

Sünnetin Nakledilmesinde Senede (Rivayet Zinciri) Önem Verilmesinin Emredilmesi

 

Deylemi, Hz. Ali'den m e r f û olarak şu rivayeti nakleder: "Hadisi yazdığınız zaman i s n â dıyla (rivayet zinciri) birlikte yazın". Suyûti Tedribü'r-râvî'de şöyle der: Bu konuda bundan başka hadisler de vardır.[171] İbn Hacer el-Heytemi Şerhu'l-Mişkât'ta Sahîhayn ve diğer eserlerde geçen "Benden isterse bir tek âyet olsun tebliğde bulunun, başkalarına ulaştırın)"[172] hadisiyle ilgili olarak şöyle der: İsnâd sayesinde mevzu (uydurma) rivayetin diğerlerinden tefrik edilmesi sebebiyle isnadı bilmek farz-ı kifâyelerdendir. Denildiğine göre "benden tebliğde bulunun" ifadesi iki şekilde yorumlanabilir. Birincisi: Sika (güvenilir) birinin, kendisi gibi birinden nakli yoluyla senedin sonuna kadar muttasıl (kopuksuz, bitişik) olması. Çünkü tebliğ "buluğ" dan gelmekte olup o da bir şeyin gayesine ulaşması demektir. İkincisi: Sözün duyulduğu şekilde, hiçbir değişiklik yapılmadan başkasına nakledilmesi. Hadiste aranan ise, "tebliğde bulunun" ifadesinin "Beni İsrail'den haber verin (tahdis)" ifadesinin mukabili olarak kullanılmasından dolayı her iki yorumun birlikte olmasıdır. Bu bilgi İbn Sultân'ın el-Mirkât'mdan nakledilmiştir.[173]

 

Allah Resulünün İsrâiliyyat Haberleri Ve Geçmiş Milletlere Ait Enteresan Hususların Anlatılmasına Müsade Etmesi

 

Bu konuda Sahihayn'da Ebû Hureyre ve İbn Ömer'den nakledilen hadis meşhur olup onda şu ifade geçer: "Beni İsrail'den haber verin, bu hususta size hiçbir sıkıntı (mahzur, günah) yoktur".[174] İbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsil'de şöyle der: Bundan açıkça anlaşılan şudur ki aklın reddetmediği sözlerden olduğunda, isterse adil birinin diğer adil birinden nakli şeklinde gelmiş olmasın, Hz. Peygamber onlarla ilgili olarak zikredilen enteresan hususların nakledilmesine müsade etmiştir. Çünkü buna bağlı bir hüküm sözkonusu olmadığından, rivayetinde kesin kanaat aranması da gerekmez.[175] Alkami şöyle der: "Yani onlardan haber nakletmekte size bir sıkıntı yoktur. Çünkü Resulullah daha Önce ashabın onlardan bilgi almalarını, kitaplarına bakmalarını yasaklamıştı. Sonra ise bu konuda müsamaha hasıl oldu. Yasaklama, İslam hükümleri ve dünyevi kuralların istikrarından önce fitne korkusundan dolayı konulmuştu. Sonra mahzur ortadan kalkınca, onların zamanında meydana gelen olaylarla ilgili haberleri duymada ibret bulunmasından dolayı bu konuda müsade çıktı".[176] Bu, Kâvûkci tarafından ez-Zehebü'1-ibrîz'de nakledilmiş olup güzel bir bilgidir. Münâvi et-Teysîr'de şöyle der: Yani onlardan kıssa, mev'ıza ve benzeri şeyleri haber verin. Senetsiz bile olsar. onlardan nakilde bulunmanızda size bir sıkıntı yoktur. Çünkü zamamn uzunluğundan dolayı senedle rivayet imkânsızdır. Binaenaleyh, haberin onlardan geldiğine dair zann-ı galib yeterlidir.[177]

Ali el-Kârî'nin Şerhu'l-Mişkât'ında geçtiği üzere Seyyid Cemaleddin şöyle der: Burada haber vermekten maksat, Kur1 an1 da zikredilen kıssaların teferruatlandmlması ve Avc b. Unuk'un (veya Anak) hikayesi[178], Beni İsrail'in buzağıya tapmaktan dolayı yaptıkları tevbede nefislerini öldür­meleri[179] gibi hayretimiz olaylarla ilgili kıssaları nakletmektir. Çünkü akıl sahipleri için bunlarda öğüt ve ibret vardır.[180] Fakat Avc b. Unuk'la ilgili haberler uydurmadır. Hâfiz Suyûti bununla ilgili müstakil bir eser yazmış olup ona bakınız.[181]

Tunus kadısı Ebû Hafs Ömer b. Halef b. Mekki el-Himyerî el-Mâzerî'nin Teskîfü'l-lisân ve telkîhu'l-cinân adlı eserinde 41. bâb olan "olduğundan başka şekilde tevili yapılanlar babı" başlığında şu bilgi verilir: Bunlardan biri de Hz. Peygamber'in (sav) "Beni İsrail'den haber verin, bu hususta size hiçbir sıkıntı yoktur" hadisinin anlamının, "size göre doğru olanı ve olmaya­nı Beni İsrail'den haber verin" olduğu şeklindeki yanlış yorumdur. Oysa anlamı bu değildir. Şeyh Ebû Muhammed Abdülhak (Allah onu teyid etsin) şöyle der: Bunun anlamı "Beni İsrail'den haber vermemenizde size bir sıkıntı yoktur" şeklindedir. Çünkü hadiste ilk geçen emir vacib olup o da "Benden isterse bir tek âyet olsun tebliğde bulunun" sözüdür. Buna göre Beni İsrail'le ilgili sözün anlamı da şöyle olur: "Beni İsrail'in haberlerinden size göre doğru olanını haber vermeniz size vacip değildir. Dilerseniz haber verin dilerseniz vermeyin. Eğer haber vermezseniz, benden tebliğde bulunmayınca günaha düşmenizde olduğu gibi size bir günah yoktur."

Sehâvi'nin Fethu'l-Muğis'te kendisinden naklettiği üzere Hatib el-Bağdâdî şöyle der[182]: "Beni İsrail'e ait olup ehl-i kitap'tan nakledilegelen sözleri atmak vacip, ondan yüz çevirmek lâzımdır. Beni İsrail ve diğer geçmiş milletlerle ilgili olarak Hz. Peygamber, ashabı ve selef ulemasından Öğrenilen haberlerin rivayeti ise caiz olup nakledilmesi günah değildir." Hatib daha sonra İmam Şafii'den "Beni İsrail'den haber verin, bu hususta size hiçbir sıkıntı yoktur" hadisiyle ilgili olarak şu yorumu nakleder: "Bu ümmet hakkında gerçekleşmesi muhal bile olsa, onlarla ilgili olarak duyduklarınızı nakletmenizde bir beis yoktur". Sehâvi şöyle der: Fakat bazı alimler "size bir sıkıntı (günah) yoktur" sözünün cümlede "hal" mevkiinde bulunduğunu ve manasının da şöyle olduğunu söylemişlerdir: "Yani Hz. Peygamber, ashabı ve ulemadan öğrenilenleri haber vermek gibi onlarla ilgili olarak naklinde mahzur bulunmayanları haber verin". Nitekim Hatib'in de söylediği gibi bunun rivayeti caizdir. Ben bunu el-Aslu'1-asil fi tahrimi'n-nakl mine't-Tevrât ve'1-İncil[183] adlı eserimde açık şekilde açıkladım.[184]

Derim: Ashaptan eski kitapları okuyanlarla ilgili olarak ileride gelecek konuya bakınız. Hanefî fıkıh kitaplarından allâme el-Haskefî ed-Dımaşkî'nin ed-Dürrü'1-muhtâr fî şerhi Tenviri'I-ebsâr'ında şu bilgi verilir: "Beni İsrail'den haber verin" hadisi, yalan olduğu kesinlikle belli olmayan hayretamiz haberleri hüccet olarak değil de teselli ve ferahlık maksadıyla dinlemenin helal olduğunu ifade eder. Hatta yalan olduğu kesin olanları bile insanlar ve hayvanların diliyle darb-ı mesel, öğüt ve kahraman­lık örnekleri vermek gayesiyle dinlemek de helaldir. Bunu İbn Hacer zikreder. Şemsüddin İbn Abidin bu esere yaptığı Reddü'l-muhtâr adlı haşiyesinde, Haskefi'nin "darb-ı mesel gayesiyle" sözüyle ilgili olarak şöyle der: Mesela Hariri'nin Makâmât'ı gibi. Anlaşılan odur ki Makâmât'da Haris b. Hemmâm ve Serûcî'den nakledilen hikayelerin aslı olmayıp onu mütala edenlerin açıkça görecekleri gibi hikayeleri bu hayretamiz üslupla vermiştir. Meselâ Antere ve el-Melikü'z-Zâhir kıssası da kendisiyle darb-ı mesel v.s. kastedildiğinde buna girer mi? Bu husus araştırmaya değer.

Derim: Binbir Gece veBinbir Gün kıssaları da bu türdendir. Bütün bunlar, nefsi neşelendirmeye ilaveten geçmiş toplumların maceralarını bilmek maksadı güdülmesi bakımından anılan manada ve benzeri anlamdadırlar. Çünkü kıssalar her ne kadar hurafe (masal) kabilinden iseler de onları kurup yazan veya dilleri üzere kaleme alınmış toplumların durumunu dile getirmekten uzak değillerdir. Allah doğrusunu en iyi bilir. İbn Hacer el-Heytemî'nin Fetâvâ'smda şu bilgi geçer: Hariri'nin Makâmât'ı görünüşte yalana dayanmaktaysa da gerçekte böyle olmayıp darb-ı mesel türünden olan, garip yolları ve tuhaf sırları ortaya koyan, benzeri bulunmayan ve hiçbir edibin aklına gelmeyen bir eserdir. Allah onu kaleme alanın çalışmasını mükâfatlandırsın. Kim, içindeki ilimlerle alay ederek onu yalan diye nitelendirirse küfre sapmış olur. İmamlar şöyle demişlerdir: "Kim, bir kâse tirit ilimden daha hayırlıdır derse, küfre sapmış olur". İster alayı kastetsin ister kastetmesin, insan bununla kâfir olursa, ilimle alay edip onu yalan sayanın durumu ne olur sanıyorsunuz? Bu konuda Nablusi'nin Şerhu't-Tarikati'l-Muhammediyye'sine (II, 250) bakınız.[185]

 

Kendisinden İlim Öğrenilmesi İçin Allah Resulünün Ashabından Bir Faziletle (Üstünlük) Temayüz Etmiş Kimseyi İnsanlara Bildirmesi

 

Hafız Ebû Nuaym şöyle der: Bir alim, talebelerinden birinin ilimde kemâl ve olgunluğa erdiğini görünce, kendi ölümünden sonra başlarına yeni olaylar ve güç meseleler geldiğinde insanların kendisine başvurabilmeleri için onun ilimdeki mevki ve derecesine delâlette bulunması gerekir. Ebû Nu­aym bu konuda Huzeyfe'nin Hz. Peygamber'den rivayet ettiği şu hadisi delil gösterir: "Benden sonra gelen (halife)lere tabi olun -Ebûbekir ve Ömer'i işa­ret etti-, Ammâr'ın yolundan gidin, İbn Ümmi Abd size bir haber verince onu tasdik edin"[186]. Şu hadis de bu kabildendir: "Kur'an'ı Übey ve İbn Mesud'dan öğrenin"[187] Böylece Allah Resulü ehliyet sahibine delâlette bulunmuş olup bu kendileri için Resulullah'tan bir şehadettir, Şemsüddin Muhammed b. Mesud et-Turunbâti el-Fâsi[188] de, hocaların bilgilerini tanıtma ve meziyetle­rini takdir için talebelerine verdikleri belgelerin meşruluğuna bu hadisi mesned olarak alır. Onun Bulûğu aksa'l-merâm fi şerefi'1-ilm ve mâ ye-teallak bihi'l-ahkâm[189] adlı eserine bakınız.

Ahmed b. Hanbel ve Tirmizi, Enes'ten (ra) şu rivayeti tahric ederler: "Ümmetimin ümmetime karşı en merhametlisi Ebûbekir, Al­lah'ın emri konusunda en şiddetlileri Ömer, haya bakımından en doğru olanları Osman, helal ve haramı en iyi bilenleri Muâz b. Cebel, ferâizi en iyi bilenleri Zeyd b. Sabit, kıraati en iyi olanları Übey b. Ka'b'dır, her ümmetin bir emini vardır ve bu ümmetin emini de Ebû Ubeyde b. Cerrâh'tır"[190]. KhtYa'labunu İbn Ömer'in rivayeti olarak tahric eder ve şu ilaveyi zikreder: "Hükümde (yargı­lama) en isabetlileri de Ali'dir". Deylemi de bu hadisi Müsnedü'l-Firdevs'te Şeddâd b. Evs'in rivayeti olarak tahric eder ve şu ilaveyi kaydeder: "Ebû Zer ümmetimin en zahidi ve en doğru sözlüsü, Ebu'd-Derdâ ümmetimin en âbidi ve en muttakisi, Muaviye b. Ebi Süfyân da ümmetimin en halimi ve en cö-mertidir"[191]. Bu hadisi Ebû Ömer İbn Abdilber el-İstiâb'da m ü s n e d ve m ü r s e 1 olarak çeşitli rivayet yollarıyla tahric ederek şöyle der: Biz çeşit­li v e c i h lerle Hz. Ömer'den şöyle dediğim rivayet ettik: "Hükümde en isabetlimiz Ali, kırâatta en iyi olanımız da Übey'dir".[192] Suyûti Tarihu'l-hulefâ'da bunun ardından şöyle der: Hocamız Kâfıyeci'ye ayrı ayrı sahabile-re isnadla zikredilen bu faziletlerin Hz. Ebubekir'in (genelde olan) üstünlü­ğü ile çatışıp çatışmadığı soruldu, o hiçbir çatışma ve çelişki bulunmadığı şeklinde cevap verdi.[193]

Cem'u'l-cevâmi ve Mahalli'nin ona yaptığı şerhte geçtiği üzere imam Şafii şöyle der: "F e r â i z le ilgili bir konuda birbirine zıt iki haber (riva­yet) olsa, bunlardan Zeyd'in görüşüne uygun olanı tercih edilir. Bu konuda onun bir görüşü yoksa Mu'âz'm görüşüne uygun olanı, onun da bu konuda bir görüşü yoksa Hz. Ali'nin görüşüne uygun olanı tercih edilir. F e r a i z dışındaki bir konuda birbirine zıt iki haberden ise Muâz'ın görüşüne uygun olanı, bu konuda onun bir görüşü yoksa Hz. Ali'nin görüşüne uygun olanı ter­cih edilir". Mahalli şöyle der: "Şafii'nin üç sahabiye bu tertip üzere muvafa­kati zikretmesi, geçen hadiste bu şekilde tertip olunmalarından dolayıdır. Resulullah'ın (sav) hadisteki "Ferâizi en iyi bileniniz Zeyd'dir" sözü umum ifade eder. "Haram ve helâli en iyi belininiz Muâz'dır" sözünden maksat ise ferâiz dışındaki konulardır. Bunun gibi "Hükümde (kaza, yargı) en isa­betli olanınız Ali'dir" sözü de ferâiz dışındaki hususlar hakkındadır. Muâz'la ilgili söz Hz. Ali ile ilgili sözden daha sarih olduğundan, ferâiz ve diğer konu­larda mevkii ondan öncedir". Attar da Mahalli'nin şerhine yaptığı haşiyede şöyle der: Mahalli'nin bu zikrettiklerinin izahı şöyledir: Hadiste geçen "helâl ve haram" lafızları ile "hükümde en isabetliniz Ali'dir" sözünden anlaşılan kaza (yargı) ilmi â m lafızdır. "Ferâizi en iyi bileniniz" sözünden anlaşı­lan ferâiz lafzı ise hâs tır. Hâs, âm lafza nisbetle Önceliğe sahip olup iki de-Ül arasında uygunluk sağlamak için âm onunla tahsis edilir. Mahalli'nin "on­dan daha sarihtir" sözü de şu anlamdadır: Helâl ve haram hadiste tasrih edilmiş âm lanzlardır, kaza ilmi ise tasrih edilmiş olmayıp "hükümde en isabetliniz Ali'dir" sözünden anlaşılmaktadır. Nitekim Nasır da böyle izah etmiştir.[194]

İbn Abbas'tan şu rivayet nakledilir: Ömer b. Hattâb Câbiye'de halka hi­tap ederek şöyle dedi: "Ey insanlar Kur'an'dan sormak isteyen Übey b. Ka'b'a, ferâizden sormak isteyen Zeyd b. Sâbit'e, fıkıhtan sormak isteyen Muâz b. Cebel'e ve maldan sormak isteyen de bana gelsin. Allah beni ona yö­netici ve dağıtıcı kılmıştır"[195]. Bunu Taberâni el-Mu'cemü'1-evsat'da riva­yet eder. Rivayetin senedinde Süleyman b. Davud b. Husayn mevcut olup  onu zikreden kimse görmedim. Bunu Nureddin el-Heysemî Mecmau'z-zevâid de söyler.[196]

Derim: Mir'âtü'l-mehâsin'de[197], müellifinin babası Şeyh Ebü'l-Mehâsin'den, "Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır" hadisinde olduğu gibi hulefadan her birinin özel bir vasıfla anılmasının anlamıyla ilgili olarak şu bilgi nakledilir: "Bu, dört temel karakter gibi olup insana bunlardan galip olanla hükmedilir. Halifeler de böyledir; onlardan hiçbirisi diğeri hakkında hükme medar olan özellikten mahrum değildir". Bâci'nin el-Muhtasar'ı üzerine el-Mutasar[198] adıyla yazılan eserde (s. 394) "Kıraati en iyi bileni­niz Übey, ferâizi en iyi bileniniz Zeyd'dir..." hadisiyle ilgili olarak şöyle denir: Bu hadiste, adı geçenlerin kendisiyle anıldıkları hususlarda Hulefa-yı Râşidin ve ashabın seçkinlerinden üstün olmalarım gerektiren bir anlam mevcut değildir. Bu sözün manası şudur: Herhangi bir konuda derecesi üs­tün olan kimseye, diğer insanlar arasında kendi eşi veya ondan daha üstün kimseler olsa bile "O, bu konuda insanların en üstünüdür" denmesi caizdir. Bunun gibi, ilimde derinleşen bir kimseye de, her ne kadar bütün insanlar ve ilimlerinin miktarı bilinmiyorsa da "O, insanların en alimidir" demek de caizdir.[199]

Şeyh Receb b. Ahnıed et-Türkî'nin el-Vesiletü'1-Ahmediyye fî şer­hi VTarîkati'l-Muhammediyy e sinde şu bilgi verilir: Dört halifenin üs­tünlükleri (fazilet) konusunda en uygun yorum şudur: Onların her biri, meş­hur oldukları özellik bakımından diğerlerinden üstündür. Çünkü insanın üstünlüğü kendiliğinden olmayıp sahip olduğu özellikleri bakımındandır. Buna göre deriz ki Hz. Ebubekir doğruluğunun baskın gelmesi ve ashap ara­sında bununla şöhret bulması bakımından onların en üstünü, Hz. Ömer ada­let yönünden en üstünleri, Hz. Osman haya bakımından en üstünleri ve Hz. Ali de ilim ve onunla şöhret bulması bakımından onların en üstünüdür. Bezzâzi'nin "Kitâbu edebi'1-kâdî" de şu söyledikleri de bunu teyid eder: "Hi­dayet kılıcı Hz. Muhammed'in (sav) elinde, r i d d e (dinden dönüş) kılıcı Hz. Ebubekir es-Sıddık'ın elinde, fetih kılıcı Hz. Ömer el-Fâruk'un elinde idi. Öyle ki onun zamanında (fethedilen ülkelerde) oniki bin minber (cami) yapıl­dı. B a ğ y (isyan) kılıcı da Hz. Ali el-Murtaza'nın elindeydi"[200]. Şu da var ki bir tek üstünlüğün (fazilet), ya bizzat kendindeki yücelik bakımından ve­ya keyfiyet fazlalığından dolayı, birçok üstünlükten daha tercihe değer ol­ması da mümkündür. Bu bilginin devamı için el-Vesiletü'1-Ahmediyye'ye bakınız.[201]

 

Asra Saadette "Allame" Sözünün Arap Ensabı Ve Şiiri En İyi Bilen Kim­se İçin Kullanıldığı

 

el-İhyâ'da "Kitâbu'l-İlnTde şu rivayet zikredilir: Resulullah (sav), et-raûnda insanların toplanmış olduğu birine rastladı ve "nedir bu?" diye sordu. "A 1 1 â m e bir adam" karşılığını verdiler. Resulullah "ne ile (allâmedir)?" dedi, "şiir ve Arap e n s â b ıyla" dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Fayda vermeyen bir ilim ve zarar vermeyen bir cehâlet"[202]. Hafız el-Irâkî el-Muğnî'de şöyle der: İbn Abdilber bunu Ebû Hureyre'nin rivayeti olarak tahric eder ve zayıf olduğunu belirtir. Hadisin sonunda ise şu ifade vardır: "İlim ya muhkem bir ayet ya sabit bir sünnet veya (Kitap ve Sünnete göre) denkleştirilmiş (yahut bunlardan çıkarılmış) bir miras hissesi (ni bilmekten ibaret)dir".[203] Irâki'nin büyük Tahric'inde ise şu bilgi verilir: Ebû Nuaym bunu Riyâzü'l-müteallimin'de Bakıyye'nin İbn Cüreyc'den, onun Ata'dan, onun Ebû Hureyre'den rivayeti olarak kaydeder ki içinde şu ifade geçer: "Hz. Peygamber mescide girdi, bir adattım etrafında toplanmış bir grup insan gör­dü. "Bu nedir?" diye sordu, "ali â m e bir adam, ey Allah'ın Resulü" dedi­ler. "Allâme nedir?" buyurdu, "insanların Arap ensabını en iyi bileni, şiiri ve Arapların ihtilaf ettikleri hususları en iyi bileni" karşılığını verdiler. Bunun üzerine şöyle buyurdu: "Bu, fayda vermeyen bir ilim ve zarar vermeyen bir cehalettir". Resulullah sonra şöyle buyurdu: "İlim üç şey olup bunların dı­şındakiler fazlalıktır: Muhkem bir âyet, sabit bir sünnet veya denkleştirilmiş bir miras hissesi".[204]

Derim: Anılan hadis ile daha önce geçen ve "Kendisiyle sıla-i rahimde bulunacağınız ölçüde ensâbmızı öğrenin" ifadesinin yer aldığı hadis arasın­da uygunluk bulunduğuna dair el-İhyâ sarihinden şu imayı kaydetmiştik: "Yasaklanan husus, daha önemli olan şeylerdi öğrenmek) den alıkoyacak şe­kilde, buna (e n s â b ilmiyle ilgilenme) dalıp derinleşmektir".[205] Allah Re­sulü sanki bu başlık altında zikredilen sözkonusu hadisle, vasıtaları gaye haline getirenleri ve dereceleri birbirine karıştıranları kastetmiştir. Nice alim var ki insanları kendi bildiği bir ilmi öğrenmeğe yönlendirmek ister ki Allah Resulü'nün sözü de buna teşvik mahiyetindedir. Yoksa Arapların meş­hur günlerini (eyyâmü'1-Arab) ve şiirlerini bihjıek, değer bakı­mından ilimlerin en büyüklerinden olup onunla Kur'an ve sünnette anlaşıl­ması zor hususları kavrama imkânını elde ederiz.[206] et-Tezkire'de Ukbe b. Amir el-Cühenî'nin biyografisinde şu bilgi verilir: O fakih, allâme, Allah'ın Kitabının k â r i i (okuyucu), ferâiz konusunda bilgili, büyük değere sahip şair, fasih ve beliğ bir insandı.[207]

 

Allah Resulü'nün Ashabının İlimdeki Zeka Ve Anlayış Seviyelerini, Kabiliyetlerini Araştırması

 

Buhari bu konuda "Devlet başkanının (İmâm)[208], ashabının bilgisini araştırmak (imtihan) için kendilerine problem arzetmesibâbı" başlığına yer vererek orada Resulullah'm (sav) hurma ağacı ile ilgili bilmecesi kıssasını zikreder. İbn Ömer orada bulunanların en küçüğü idi. O şöyle der: "Onun hurma ağacı olduğu içimden geçti". Sahabiler sonra "Ey Allah'ın Resulü, onun ne olduğunu bize haber ver" dediler, o da "hurma ağacıdır" buyurdu.[209] Fethul-Bârî'de geçtiği üzerce İbn Ömer oradaki on kişiden biriydi. Hâfiz İbn Hacer şöyle der: Onlar arasında Hz. Ebubekir, Ömer, îbn Ömer, Ebû Hurey-re ve Enes de bulunmaktaydı.[210] Muvatta da İbn Kâsım'ın şu rivayeti zikre­dilir: Abdullah şöyle dedi: "Bu hususta içimden geçeni Ömer b. Hattâb'a ha­ber verdim, şöyle dedi: Eğer onu söyleseydin, kızıl deve sürülerine sahip ol­maktan daha çok hoşuma giderdi.”[211]

Bedreddin ez-Zerkeşi Amelu men tabbe H-men habbe[212] adlı kitabın­da şöyle der: "Hurma ağacı (nahle) için "ağaç" (şecere) ifadesi kullanılmaz. Allah Resulünün "bir ağaç var ki yapraklan dökülmez" sözü ise, bunu bilme­ce maksadıyla kullanmış olduğu şeklinde yorumlanır", İbnü't-Tayyib eş-Şerkî, Kastallâni'nin İrşâd'ına yaptığı haşiye ile başka eserlerde, Zeccâc ve başkalarının Arapların "nahle"yi ağaç diye adlandırdığını kaydettiklerini belirterek bunu reddeder. O esere bakınız. Ebû Abdullah İbn Zekri de bu ko­nu başlığıyla ilgili olarak şöyle der: Muhatapları şaşkınlığa düşürmemek için sözün anlamını gizleme konusunda fazla aşırı gitmemek gerekir. Hz. Peygamber onlara bilmeceyi sorarken elinde hurma ağacı göbeği vardı. Bun­da da ipucuna işaret vardır. Resulullah'm (sav) yanıltmaçlardan (uğlûta) menetmesi ise[213], bunların çözülmesi zor muammalar olması veya karşılaşı­lan şeylerden olmaması veyahut soru sorulan kimseyi zor durumda bırak­mak ve taciz etmek maksadı taşımasından dolayıdır.

İbn Ferhûn Dürretü'l-ğavvâs fi muhâdarati'l-havâs adlı bilmece ( e 1 ğ â z } kitabında şu bilgiyi verir: Alim kimsenin, zor meselelerin anla­şılması ve izahı konusunda talebelerinin zihnî kapasitelerini denemek için kendilerine biraz zor meseleler sorup onları eğitmesi gerekir. Bu tür fakihler elgâz, ferâiz alimleri muammeyât, nahivciler muamma, dilciler de a h â c î diye adlandırırlar. Ulema bu konuda birçok eser kaleme almıştır.[214]

 

Allah Resulü'nün İlim Ehli İçin Belli Günler Ayırması

 

Buhari bu konuda önce "Allah Resulü nün öğüt (vaz, nasihat) ve ilim ko­nusunda bıkkınlık duymamaları için ashabın durumuna uygun zaman gö­zetmesi" başlığına yer vererek İbn Mesud'dan şu rivayeti tahric eder: "Resu-lullah (sav) öğüt hususunda bize bıkkınlık gelmemesi için halimize uygun gün (ve zaman) kollardı".[215] Sonra da Enes'ten şu rivayeti tahric eder: "Ko­laylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin".[216] Buhari daha sonra "ilim ehli için belli günler ayıran kimse babı" başlığına yer verir ve Ebû Vâil'e ulaştırdığı senediyle şu rivayeti zikreder: "Abdullah (İbn Mesud) her .perşembe günü halka öğütte bulunurdu. Bir adam ona 'ey Ebû Abdurrah-nıan, bize hergün öğütte bulunmanı ne kadar isterdim' dedi. O şu karşılığı verdi: Size bıkkınlık vermek istemeyişim beni bundan alıkoyuyor. Resulul-lah (sav) bize bıkkınlık vereceği endişesiyle, öğüt konusunda nasıl bizim du­rumumuzu kolluyor idiyse, ben de öğüt için sizin durumunuza uygun zaman kolluyorum".[217] Hâfiz İbn Hacer Fethu'I-Bârî'de şöyle der: Bu hadisten, yi­ne bıkkınlığa yolaçacağı endişesiyle, salih amelde sürekli çabalamayı terkin müstehab olduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar bu konuda devamlılık iste­nen bir şey isede bu iki şekilde olur. Ya hergün zorlanmadan amelde bulunu­lur veya birgün ara verilir. Bu durumda ara verilen gün, ikinci güne daha zinde başlamak için istirahat günü olur. Yahut da yalnız cuma günü devam edilir. Bu husus şahıslara ve durumlara göre değişmekte olup genel kural, zindeliğin gözetilmesi şartıyla ihtiyaçtır.[218]

Ashabın Önce Anlaşılması Kolay Ve Açık Sonra Da Zor Olandan Başlayarak Ve Temel Prensipleri Diğerlerinden Önce Okuyarak İlmi Tedricen Öğrendikleri

 

Buhar i İbn Abbas'tan şu rivayeti nakleder: "Alim ve fakih olan rabbaniler olun". Buhari şöyle der: Rabbani, insanlara büyük ilimler­den önce küçük ilimleri öğreten kimseye denir.[219] Hanz İbn Hacer şöyle der: îlmin küçüğünden maksat meseleleri açık ve anlaşılır olanı, büyüğünden maksat da meseleleri ince olanıdır. Şöyle de denmiştir: Rabbani, insanlara il­min külliyatından Önce cüzziyâtını veya usûl ünden önce f u r û unu ve­ya gayelerinden önce Önbilgilerini öğretir.[220]

 

Ashabın Büyük Yaşta Olmalarına Rağmen İlim Tahsiline Olan Arzuları

 

Buhari "ilim ve hikmetten dolayı gıbta etmek bâbı"nda şöyle der: Allah Resulü'nün ashabı, büyük yaşta olmalarına rağmen ilim Öğrenmişlerdir.[221]

Derim: Onların ilim tahsilindeki uygulamaları "Küçük yaşta öğren­mek, taşa nakış yapmak gibidir"[222] meşhur eser inden dolayı, buna küçük yaşta başlatılmasıdır. Bunun Hz. Ali veya Hz. Hasan'ın sözü olduğu söylen­miştir. İbn Abbas ile Hz. Ali de küçük yaşta ilim tahsil etmişlerdi. Ibnü'1-Ez-rak el-Gırnatî'nin Ravdatü'l-a'lâm adlı eserinde geçtiği üzere alimlerden biri şöyle demiştir: "Büyüğe öğretmek küçüğe öğretmekten daha sağlamdır. Büyük kimse, ben ezberleyemediğim için öğrenemem dememelidir. Çünkü ashap ileri yaşlarda oldukları halde öğrendiler, ilimle meşgul oldular. Onlar ilimde derya idiler". Turtûşi'nin Sirâcü'l-mülûk'unda da şu bilgi verilir: "Resulullah'm ashabı genç ve yaşlı oldukları halde İslamiyet'i kabul ediyor, ilim, Kur'an ve sünneti öğreniyorlardı. Onlar ilim denizleri, hikmet ve fıkı-hın ulu dağları idiler. Ancak şu var ki küçük yaşta ilim tahsili, esaslara vukuf bakımından daha köklü, buna bağlı teferruatta ise daha mahir olmayı sağlar.[223]

 

Ashabın Evlenmeden Önce İlim Tahsilinde Bulunmayı Emretmeleri

 

Buhari Hz. Ömer'den şöyle dediğini tahric eder: "Yönetici (reis) olma­dan önce ilim tahsil edin".[224] Kadı Iyâz bazı alimlerden şu yorumu nakleder: Yani eşleriniz ve evlerinizin sizin ilimle uğraşmanıza engel olmaması için ev­lenmeden önce ilim tahsil edin.[225]

 

Ashaptan Tüccar Olanın İlim Tahsil Ettiği, İlimle Meşgul Olanın Da Ticaret Yaptığı

 

Buhari Sahih'inde "ilimde nöbetleşmek (nobetleşerek ilim tahsili) ba­bı" başlığına yer vererek orada Hz. Ömer'in şu sözünü zikreder: Ben ve en-sardan bir komşum, Resulullah'ın (sav) yanında bulunma konusunda nöbet-Ieşirdik; birgün o bulunurdu, birgün de ben. Ben bulunduğum zaman, o gü­nün vahiy v.s. ile ilgili haberini kendisine ulaştırırdım, o da bulunduğu za­man böyle yapardı.[226] Hâfiz İbn Hacer şöyle der: Hz. Ömer'in o sırada ticaret­le uğraşmakta olduğundan anlaşılacağı üzere, bu rivayette talebenin ilim tahsiline v.s. imkan bulması için, bulunmadığı günlerde elde edemediği bil­gileri sormaya çalışmakla birlikte geçimi konusunu ihmal etmemesi gerekti­ğine delâlet vardır.[227]

 

Ashabın Eş Ve Cariyelerine İlim Öğrettikleri, Allah Resulünün De Kadınlara Ayrı Bir Gün Tahsis Ettiği

 

Buhari bu konuda "Kişinin cariyesi ve ailesine öğretimde bulunması babı" başlığına yer vererek orada Hz. Peygamber'in (sav), kendilerine ecirle­ri iki kat verilecek olan üç kişiyle ilgili sözünü zikreder ki bu kimselerden biri de şudur: "Yanında bir cariyesi olup da ona güzel bir terbiye veren ve güzel bir öğretimde bulunan (tahsil yaptıran) kimse".[228] Buhari sonra "Devlet baş­kanının (imâm) kadınlara öğüt ve Öğretimde bulunması bâbı"na yer verir ve orada Hz. Peygamber'in Bilal'le birlikte çıkması ve söylediklerini kadınlara duyuramadığını düşünerek onlara öğütte bulunması ve sadaka vermelerini emretmesi olayını zikreder.[229] Hâfiz İbn Hacer şöyle der: Buhari bu başlıkla, ailenin (ev halkı) öğretimiyle ilgili teşvikin kişinin kendi ailesine mahsus ol­mayıp bunun devlet başkanı ve onun yetki verdiği kimselere de yönelik olduğuna dikkat çekmiştir.[230] Buhari daha sonra da "Kadınlar için ayrı bir gün ayrılıp ayrılmayacağına dair bâb" başlığına yer vererek kadınların Resulul-lah'a (sav) söyledikleri şu sözleri zikreder: "Sohbetinde bulunmak konusun­da erkekler bize galebe çaldı (onlardan bize fırsat kalmıyor). Kendiliğinden bize birgün ayır". Resulullah (sav) da kendileriyle buluşacağı bir gün tayin etti onlara. O gün onlara öğütte bulundu ve (bazı hususları) emretti.[231]

Latifelerden: İmam Ebû İshak el-İsferâinî, kadın ve erkeklerin rivayet ettikleri ahkam ve hadisler birbiriyle çatışınca, kadının rivayetine öncelik verileceği görüşünde olup bu konuda şöyle der: "Erkek cinsinin daha zabıt (hıfz, kavrayış ve dikkati sağlam) olduğu hususu ancak tek tek fertlerde ortaya çıkınca nazarı itibara alınır. Oysa bütün fertlerde bu z a b t üstünlüğü görülmüş olmayıp kadınların birçoğu erkeklerin birço­ğundan daha z a b t sahibidirler". Bu konuda Zerkeşi İsferâini'yi onaylar, Irâki de bunu ondan naklederek destekler. Sübki Cem'u'l-cevâmi'de aksini savunarak râvinin erkek olmasmı tercihe değer saymıştır. Mahalli şöyle der: "Çünkü erkek genelde kadından daha zabıt sahibidir". Abbâdi de şöyle der: "Görünüşte bu sözden anlaşılan, erkeğin haberinin, kendisinden daha zabıt olduğu bilinen kadının haberine bile takdim (öncelik) edileceğidir. Bu, tartışma götürür. Bunun, râvinin durumunun bilinmemesi durumuyla kayıtlanması isabetten uzak değildir. Fakat o kadının daha zabıt olduğu bili­niyorsa onun haberine öncelik verilir". Üçüncü bir görüş de şudur: Erkek, ka­dınlarla ilgili hükümlerde olanın aksine, kadınlarla ilgili hükümler dışında tercih edilir. Çünkü kadınlarla ilgili hususlarda onlar daha zabt sahibidir­ler. İmamlardan bazıları konuyu daha ayrıntılı olarak ele alıp erkeğe öncelik tanınmasını, kadının rivayet edilen olayın içinde bizzat bulunmaması duru­muna mahsus kılmıştır. Tâcüddin es-Sübkî Terşîhu't-Tevşîh'te babasın­dan şu bilgiyi nakleder: Resulullah'ın dörtten fazla kadınla evlenmesindeki sır şudur ki Allah Teâla şeriatın bâtın ve zahir inin, anılmasından utanılan ve utanılmayan bütün hükümlerinin nakledilmesini istemiştir. Resulullah (sav) insanların en hayalısı idi. Allah da erkeklerin yanında açık­lamaktan haya ettiği konularda kendisinden duydukları sözleri ve gördükle­ri fiillerine dayanan seri hükümleri nakletmeleri ve böylece şeriatin nakli­nin tamamlanması için ona çok kadınla evlenmeyi mubah kılmıştır. Bu tür hükümleri aktaranların çok olması gerektiğinden Allah Resulü'nün hanım­larının sayısı da çok olmuştur. Gusül, hayız, iddet ve benzeri konulardaki hükümlerin çoğu onlardan öğrenilmiştir. Onlar ayrıca Resulullah'ın uykuda ve halvette bulunduğu sırada peygamberliğine dair gördükleri açık mucize­leri, ibadet konusundaki gayret ve çabası ile her akıl sahibinin ancak bir pey­gambere ait olacağını kabul edeceği hususlar gibi kendilerinden başkaları­nın nakletmediği şeyleri de haber vermişlerdir. Bunları onlardan başkası göremezdi. Bununla büyük bir hayır hasıl olmuştur. Tâcüddin es-Sübkî daha sonra bu bilginin benzerini et-Ta'cîz müellifinden nakleder. Bu konuda Attâr tarafından Mahalli'nin şerhine yapılan haşiyeye bakınız.[232]

 

Ashabın Allah Resulü'nden Duyduklarını Ezberleme Ve Kaydetmeye İtina Göstermeleri Ve Bunu Nasıl Yaptıkları

 

Ebû Nuaym, Ebû Ümâme'den şu tahricde bulunur: Allah Resulü (sav) yatsı namazında ashabına "yarın namaz için toplanın, size bildirmek istedi­ğim hususlar var" buyurdu. Onlardan biri şöyle dedi: Ey falan, sen Resulul-lah'ın söyleyeceği ilk kelimeyi, sen de ondan sonrakini belle ki Allah Resu-lu nün sözlerinden birşey kaçırmayasınız.[233]

Derim: Bu, bugün stenografi ilminde uygulanan usuldür.[234]

 

Ashabın Anlamadıkları Bir Bilgiyi Duyduklarında Onu Anlayıncaya Kadar Tekrar Ettikleri

 

Buhari bu konuda "Bir şeyi duyup da onu anlayıncaya kadar duyduğu kimseye başvuraduran kimse babı" başlığına yer vererek orada şu rivayeti zikreder: "Hz. Aişe bilmediği hiçbir şey duymadı ki onu anlayıncaya kadar (öğrendiği kimseye) başvurmaya devam etmesin".[235] Hâfiz Ebû Nuaym, bir­birlerine başvurma ve birbirlerine bilgi vermeyi, belleme ve tahsil formalite­leri konusunda yardımlaşma sözkonusu olduğu için ilim talebelerinin uyma­ları gereken adaptan sayar. Sonra da Enes b. Mâlik'e ulaşan" senediyle İbn Keysân yoluyla tahric ettiği şu hadisi buna delil gösterir: "Biz hemen hemen altmış kişi olarak Resulullah'la birlikte oturuyorduk, bize hadis haber veri­yordu. Sonra ihtiyacı için evine giriyor, biz kendi aramızda şunu, sonra şunu tekrar

 

(müzakere) ediyor ve kalkıyorduk, sanki (bu bilgiler) kalplerimize ekilmiş oluyordu".[236]

 

Ashabın, Hazır Olanın Olmayana Tebliğde Bulunmasını Düstur Edin­meleri

 

Buhari bu konuda "Hazır olan olmayana ilmi tebliğ etsin babı" başlığına yer verir.[237] Eğer onların tebliğ konusundaki hırslan olmasaydı din şimdi XIV. (XX.) yüzyılda bize taptaze ulaşmış olmazdı.[238]

 

Ashabın Gece Gündüz İlim Teatisinde Bulunmaları

 

Buhari bu konuda "Gece ilim ve öğüt babı"[239], sonra "ilim konusunda ge­ce sohbeti babı"[240] başlıklarına yer verir. Hafız İbn Hacer şöyle der; Enes'in, Hz. Peygamberin yatsıdan sonar kendilerine hitabettiğine dair hadisi[241] ile Hz. Ömer'in "Resulullah müslümanlann işleriyle ilgili herhangi bir hususta Ebubekir'le gece sohbet ederdi (görüşürdü)" hadisi de bu konuya girer. Bu son hadis Tirmizi ve Nesâi tarafından tahric edilmiş olup[242] ravileri sikadır­lar. Abdullah b. Amr'ın[243] "Hz. Peygamber sabaha kadar bize Beni İsrail'den sözeder, büyük namazdan[244] başka birşey için kalkmazdı" hadisi de buna gi­rer. Bu hadisi Ebû Davud rivayet etmiş olup[245] İbn Huzeyme sahih olduğunu belirtmiştir. "Namaz kılan veya yolcudan başkası için gece sohbeti yoktur" hadisi ise Ahmed b. Hanbel tarafından rivayet edilmiş olup[246] senesinde meç­hul bir râvi vardır. Hadisin sabit olması halinde, ilim için gece sohbeti yap­mak gece naille namaz kılmak çerçevesinde mütala edilir. Hz. Ömer, Ebû Musa el-Eş'arî ile birlikte gece fıkıh müzakere etmişler. Ebû Musa "namaz kılsak?" demiş, Hz. Ömer de "biz namazdayız" karşılığını vermişti.[247]

Demâmini ilk başlıkla ilgili olarak şöyle der: Buhari bununla, insanla­rın gece ders ve öğütte bulunmalarının sahih olduğuna delil getirmek iste­miştir. Bu, yatsıdan sonra konuşmadan nehyin[248] kapsamına girmez.[249]

 

Allah Resulü'nün Yeni Başlayanların Fikri Kapasitelerini Gözetmesi Ve Onlara Tahsili Bitirenlere Öğrettiklerini Öğretmemesi

 

Buhari bu konuda "Diğerlerinin anlamayacağı endişesiyle ilim öğret­meyi yalnız bir gruba tahsis eden kimse babı" başlığına yer vererek Hz. Ali'nin şu sözünü zikreder: "İnsanlarla anladıkları (akıllarının aldığı) ölçü­de konuşun, Allah ve Resulü'nün yalanlanmasını ister misiniz?".[250] Buhari sonra da, kendisine dini bir müjde verdiğinde Muâz'm Allah Resulü'ne söyle­diği "sevinmeleri için bunu insanlara haber vereyim mi?" sözünü ve Resulullah'ın (sav) "(hayır), o zaman tembellik ederler (salih amelde bulunmazlar)"

şeklindeki cevabını ve Muâzin (ilmi sakladığı, tebliğde bulunmadığı için) günaha düşeceği endişesiyle vefatı sırasında bunu haber verdiğini zikreder.[251] Buhari ayrıca "Bazı insanların kavrayamayıp daha kötü bir du­ruma düşmeleri endişesiyle, (haber vermeyi veya yapmayı) düşündüğü (iste­diği) bazı şeylerden vazgeçen kimse babı" başlığına yer vererek orada Hz. Peygamber'in (sav) Hz. Aişe'ye söylediği şu sözü zikreder: "Eğer senin kav­min küfürden yeni çıkmış olmasalardı Kabe'yi yıkar ve ona iki kapı yapar­dım; birinden insanlar girer, diğerinden çıkarlardı".[252] Hâfiz İbn Hacer şöy­le der; Bu hadisten, mefsedete düşmekten korunmak için maslahatın terke-dileceği ve devlet başkanının harama düşmemek şartıyla daha üstün olma­yan bir yolla bile olsa tebaasını kendi menfaat ve faydalarının gerektirdiği şekilde yöneteceği anlaşılmaktadır.[253]

 

 

 

Kendilerine Yazı Yazmayı Öğretmenin Çocukların Babaları Üzerindeki Haklarından Olduğu

 

ed-Dürrü'I-mensûr'da "Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın" (Enfâl 8/60) âyeti ile ilgili olarak şu bilgi verilir: İbn Ebi'd-Dünyâ Kitâbu'r-Remy'de ve Beyhaki de Şuabü'I-imân'da[254] Râfî'den (ra) şu tah-ricde bulunur. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Çocuğun babası üzerindeki hakkı, ona yazı yazmayı, yüzmeyi ve ok atmayı öğretmesidir".[255] Cessâs'ın Ahkâmu'l- Kur'ân'ında da "Ey inananlar, kendinizi ve ailenizi bir ateşten koruyun ki yakıtı insanlar ve taşlardır" (Tahrim 66/6) âyetiyle ilgili olarak şöyle denir: Bu âyet çocuklarımıza ve ailemize dini, hayrı ve kendisinden müstağni kalınamayacak ahlak kurallarım (adâb) öğretmenin bize görev ol­duğuna delalet eder. "Ailene namazı emret, kendin de o (nun güçlüklerine) na dayan" (Tâhâ 20/132) ve "(önce) en yakın akrabanı uyar" (Şuarâ 26/214) âyetleri de bunun gibidir. Son âyet, kendilerine öğretimde bulunmamız ve Allah'a itaati emretmemiz konusundaki yükümlülüğümüz konusunda ya­kın akrabadan uzak akrabaya doğru bir öncelik bulunduğuna delalet eder. Allah Resulü'nun "Hepiniz çobansınız ve güttüğünüzden sorumlusunuz"[256] hadisi de bunu destekler. Bilindiği üzere çobanın (güden) güttüğünü nasıl koruması, himaye ve maslahatlarını araması gerekiyorsa.onun eğitim ve öğ­retimini yapması da gerekir. Cessâs daha sonra Abdullah b. Ömer'e ulaşan senediyle şu merfû rivayeti tahric eder: "Bir baba çocuğuna güzel bir ahlak­tan (edep) daha hayırlı birşey vermemiştir".[257] O bunu çeşitli rivayet yolla­rıyla tahric eder.[258] Bu hadisi Beyhaki Hz. Aişe'den merfû olarak riva­yet eder: "Çocuğun baba üzerindeki hakkı, ona güzel bir isim koyması, mev­kiini güzel kılması ve ona güzel bir terbiye (eğitim) vermesidir"[259]. Ebû Nu-aym ve Deylemi'nin Ebû Hureyre'den naklettikleri merfû hadiste de Şöyle buyrulur: "Çocuğun baba üzerindeki hakkı, ona güzel bir isim koyma­sı, ergenliğe (buluğ) erince evlendirmesi ve ona yazı yazmayı (kitabı) öğret-mesidir"[260]. Şemsüddin el-Kâvukci ez-Zehebü'1-ibriz'de şöyle der: "Hadis­te geçen "kitâb" dan maksat, Kur'an'ı Öğretmesidir". Deylemi'nin rivayetin­de geçen "aklı erince ona namazı öğretmesi" ifadesi de bunu destekler. Bu­nunla yazının kastedilmesi de muhtemel olup Hakîm et-Tirmizî'nin Nevâdirü'1-usûl 'da, Ebü'ş-Şeyh'in Sevâbü'l-a'mâl'de ve Beyhaki'nin Şua-bü'1-imân'da Resulullah'm azatlısı Râfi'den rivayet ettikleri şu hadis de bu görüşü destekler: "Hz. peygamber'e ey Allah'ın Resulü, bizim onların üzerin­de hakkımız olması gibi çocukların da bizim üzerimizde hakları var mıdır?" diye sordum, şöyle buyurdu: Çocuğun baba üzerindeki hakkı, ona yazıyı, yüzmeyi, atıcılığı öğretmesi ve kendisine helâlden başka rızık yedirmemesi-dir"[261]. Bu hadiste geçen "kitâbef'ten kastedilen yazı olup faydasının kuvve­ti ve üstünlüğünün çokluğundan dolayı istenmiştir. "Sebâha" suda yüzmek, "remâye" ise yay ile atmak demektir. Zamanımızda ise yayla atmanın hük­mü geçerliliğim kaybetmiş olup kurşun ve barutla atışı öğretmekle yer değiş­tirmiştir. Buna dikkat et.[262]

 

Asr-ı Saadette Kalem Ve Divit (Hokka)

 

Nureddîn el-Heysemî Mecmau'z-zevâid'de "Kalemi ile bir hayır veya başka birşeyi yazan kimse babı" başlığını vererek Atâ'dan şöyle dediğini zikreder: Ben İbn Abbas'ın yanındaydım, bir adam ona gelerek şöyle dedi: "Ey İbn Abbas, benim hakkımda ne dersin?" O, "senin hakkında ne diyebili­rim?" deyince, adam "ben kalemle çalışan biriyim", dedi. Bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi: Resulullah'ın (sav) şöyle dediğini duydum: "Kalem sahibi kimse kıyamet günü ateşten kilitlerle kilitlenmiş ateşten bir sandık içinde getirilir. Eğer kalemini Allah rızası ve Allah'a itaat yolunda kullanmışsa sandıktan kurtulur; eğer Allah'a isyan yolunda kullanmışsa kalemi açan ve sivrilten, mürekkebi hazırlayan da dahil olmak üzere sandık yetmiş sonba­har onunla aşağı düşer". Bunu Taberâni el-Mu'cemü'1-evsat veel-Mu'ce-mü'1-kebir'de rivayet eder. Bu rivayetin senedinde Ebû Eyyûb el-Hîrî mev­cut olup o da İsmail b. Ayyâş'tan rivayette bulunmuştur. Anlaşılan bu hadi­sin âfeti (zayıf oluşunun sebebi) Hîri'dir. Çünkü Taberâni el-Mu'ce-mü'1-evsat'da hadisin yalnız Hîri tarafından rivayet edildiğini söyler.[263] Mihbere, sözlükde "devat" (divit, hokka) demek olup içine mürekkep konur. Çeşitli şekillerde okunur ki mi'laka kalıbında mihbere de bunlardan biri­dir. Cevheri yalnız bu okunuşu verir. Firuzâbâdi ise ona karşı çıkarak kendi­sini hatalı bulur (ve mahbere şeklindeki okunuşu tercih eder).[264] Oysa mih­bere şekli hem kıyas hem semâ bakımından doğru olup Fârâbi Divânü'l-edeb'de, Feyyûmi el-Misbâh'ta, Neşvân Şemsü'l-ulûm'da ve Nevevi de et-Tehzib'de bunu ifade ederler. Nevevi ayrıca şöyle der: Mihbere, mürekkep kabıdır.[265] Ferrâ şöyle der: Ka'bü'l-hibr'e (Ka'bü'l-ahbâr) böyle denmesi, ken­disiyle yazdığı mürekkepten dolayıdır. Çünkü onun kitapları vardı, el-Câsûs ale'l-Kâmûs a bakınız. Hafaci de Şerhu'ş-Şifâ'da Ka'b'ın biyografi­sinde ona böyle denmesinin, kendisiyle yazı yazılan mürekkep anlamındaki hibr'le ilgili olduğunu, mürekkeple çok yazmasından dolayı Ka'b'ın da buna nisbet edilerek Ka'bu'1-Hibr diye anıldığını belirtir. Bunu Ezheri anlatır.[266]

 

Ashap Zamanında Kamış Kalem

 

Dârimi'nin Müsned'inde "ilmi yazmada ruhsat verilen kimse bâbı"nda metni şu şekilde olan bir eser (haber) gördüm: "Bize Muhammed b. Said haber verdi: Bize Veki, Abdullah b. Hanş'tan şöyle dediğini haber verdi: On­ları Berâ'nın yanında, kamışın uçlarıyla avuçlarına yazarken gördüm.[267]

Buhari Sahih te "Kitâbu'l-îlm"de "İlmin yazılması babı" başlığına yer verir, sonra Hz. Peygamberin vefatıyla sonuçlanan hastalığı sırasında söy­lediği "Bana bir kitap (yazı malzemesi) getirin, size bir kitap (belge, yazı) ya- zayım (yazdırayım)" sözünü zikreder.[268] el-Fecrü's-sâti'de müellif şöyle der: Hadiste geçen ilk "kitap" kelimesinden maksat kalem, hokka ve kürek kemiği gibi yazı malzemesi olup bu ifadede mecaz-ı hazif vardır.[269]

Ebû Davud Sünen'inde "Misvak bâbı"nda Ebû Seleme b. Abdurrahman yoluyla Zeyd b. Halid el-Cühenî'den şu tahricde bulunur: Resululah'ı (sav) şöyle derken duydum: "Eğer ümmetime zorluk çıkarmayacağını bilseydim her namaz kılışlarında misvak kullanmalarını emrederdim". Ebû Seleme ŞÖyle der: Zeyd'i mescidde oturmuş gördüm, kâtibin kulağına kalemi koyma­sı gibi kulağına misvak koymuştu.[270] Eğer o pâk devirde kâtipler kalemlerini kulaklarının üstüne koymasalardı, Ebû Seleme onlara benzetmede bulun­mazdı. Bu rivayette, kendisiyle temayüz ettikleri bir nitelik ve alametle tanı­nan kimselere atıfla bulundukları görülmektedir. Birinci ciltte yazı ile ilgili bölümde Hz. Peygamberin (sav) Muâviyeye kalemini kulağının üstüne koy­masını emrettiği ve bunun daha hatırlatın olduğunu belirttiği hususu zikredilmişti.[271]

 

Sahabe Devrinin Sonlarında Arap Yarımadası'nda Pamuktan Kağıt Yapımının İcad Edilmesi

 

Şihâbüddin el~Mercânî'nin Vefiyyetü'l-eslâf ında şu bilgi verilir: Ka­ğıt yapımının yaygınlaşması, çoğalması ve ibrişim, pamuk ve kenevirden ya­pılması: Yusuf b. Amr el-Mekkî 88(707) yılı dolaylarında Hicaz'da pamuktan kağıt yapımını icad etti. Musa b. Nusayr da Mağrib memleketlerinde keten ve kenevirden kağıt yaptı. Hülasa her ne kadar bu sanatı Çinliler başlatmış-larsa da müslümanlar onu geliştirmeye önem vermiş, mükemmelliğinin son noktasına ulaştırarak kıtalarda yayıp şehirlerde çoğaltmışlardır. Onlardan da Avrupa'ya geçmiştir. İslam'ın zuhurundan Önce yazı deri üzerine yazılı­yor, az bulunması ve fiyatının pahalı olması sebebiyle de herkesin kolayca bulması mümkün olmuyordu. İslam'da kağıt yapma sanatı ortaya ^ıktı, müslümanlar buna önem verdiler ve kalitesini bakanın şekli kağıt üzerinde görülecek seviyeye ulaştırdılar. Yapraklar çeşitli renklerde ve güzel nakış­larla süslü olurdu.

Nasr el-Hûrinî'nin el-Metâliu'n-Nasriyye'sinde şu bilgi verilir: Hin­distan'dan getirilen kağıtlar bollaşmadan önce ashab ve onları izleyenler Kur'an ayetleri ve diğer şeyleri yaprakları soyulmuş geniş hurma dalına, ko­yun kürek kemikleri ve diğer temiz kemiklerden elde edilen levhalara, ku­maş parçaları ve ceylan derisi gibi derilere yazıyorlardı. Ben bu şekildeki ba­zı Kur'an âyetlerini toplamışımdır. Buhari'de şu hadis zikredilir: "İnananlavdan özürsüz olarak oturanlarla malları ve canlarıyla Allah yolunda ci-had edenler bir olmaz" (Nisa 4/95) âyeti nazil olunca Hz. Peygamber Berâ b. Marûr'a "Bana Zeyd'i çağır, levhayı, hokkayı ve kürek kemiğini... getirsin" buyurdu.[272] Rivayet edildiğine göre Hz. Osman, bazı harflerini düzeltmesi için üzerinde Kur'an'dan bazı ayetler yazılı bulunan bir koyunun kürek ke­miğini Übey b. Ka'b'a gönderdi. Buhari'nin naklettiği bazı rivayetlerde şu hadis zikredilir: Hz. Peygamber (sav) vefatından dört gün önce şöyle buyur­du: "Bana bir kürek kemiği getirin, size bir belge yazayım, benden sonra asla dalâlete sapmayasınız".[273] Rivayet edildiğine göre İmam Şafii kağıdın az oluşundan dolayı meseleleri çoğu zaman kemiklere yazardı. Öyle ki çadırları onlarla doldurmuştu. Ben ceylan derisi üzerine yazılmış bazı Mushaf lar gör­düm. Hz. Osman'ın çoğaltılıp büyük şehirlere gönderilmesini emrettiği Mus-haflar kağıda yazılmıştı. Medine'de kendi yanındaki Mushaf ise Mısır'da gö rüldüğü üzere ceylan derisine yazılmıştı.

İbn Abdilhakem el-Mısrî'nin Fedâilu Ömer b. Abdilaziz adlı eserinde şu bilgi verilir: Ömer, Ebû Bekr Muhammed b. Arar b. Hazm'a şunu yazdı: "Senin Süleyman'a gönderdiğin mektubu okudum; senden önceki Medine valilerine müslümanlarm şu ve şu ihtiyaçları için kağıt gönderildiğini zikre­diyorsun. Bu konuda sana cevabı vermek bana düştü. Bu mektubum sana ulaştığında kalemi incelt, yazıyı ve birçok ihtiyacı bir tek sahifeye topla. Müslümanların beytülmal ine (hazine) zarar verecek fazla söze ihti­yaçları yoktur. Allah'ın selamı üzerine olsun.[274] Bu, Süleyman b. Abdülmelik zamanında taşradaki vali ve yöneticilere yazmak için kağıt dağıtıldığını gös­termekte olup bu durum hicri I. yüzyılın sonlarına rastlamaktadır.[275]

 

Ashabın Hadisi Yazmaları Ve Allah Resulü'nün Onlara İlmi Kaydetmelerini Emretmesi

 

Tirmizi, Ebû Hureyre'den şu rivayeti tahric eder: "Ensardan bir adam Resulullah'ın (sav) yanına oturup kendisinden hadis dinliyor, bundan hoşla­nıyor fakat belleyemiyordu. Bu durumu Resulullah'a şikayette bulundu. Re-sulullah da eliyle yazıya işaret ederek "sağ elinden yardım iste" buyurdu." Tirmizi bu konuda İbn Amr'dan da rivayet bulunduğunu belirttikten sonra şöyle der: Bu hadisin isnadı bu şekilde sağlam değildir.[276]

Râmehürmüzi, Râfi b. Hudeyc'den müsned olarak şu rivayeti nakleder; Ben "ey Allah'ın Resulü, biz senden birşeyler duyup yazıyoruz" dedim, Resu-lullah da "bunu yazın, hiçbir mahzuru yoktur" buyurdu.[277] Abdullah b. Amr'dan da şöyle dediği nakledilir: Resuhıllah'ın yanın&a ashaptan bir grup insan vardı. Ben de onlarlaydım ve topluluğun en küçüğü idim. Resulullah "Kim bana bilerek yalan isnad ederse, ateşten yerine hazırlansın" buyurdu. Topluluk dışarı çıkınca kendilerine şöyle dedim: "Allah Resulü'nden nasıl haber verirsiniz; onun söylediklerini duyduğunuz halde kendisinden hadis nakletmeye dalıp gidiyorsunuz?". Gülerek şöyle dediler: "Ey kardeşimizin oğlu, ondan duyduğumuz herşey yanımızda bir kitaptadır". Bunu Taberâni el-Mu'cemü'1-kebir'de rivayet etmiş olup senedinde bulunan İshak b. Yah­ya b. Talha metrûkû'l-hadis (rivayeti hiçbir şekilde alınma­yan) râvidir. Sümâme'den de şöyle dediği nakledilir: Enes bize "İlmi yazıyla bağlayın (kaydedin)" dedi. Taberâni bunu el-Mu'cemü'1-kebir'de rivayet etmiş olup Heysemi ramilerinin Sahîh'in ravileri olduğunu belirtir.[278] Enes'ten şu rivayet nakledilir: Bir adam ezberinin kötü olduğunu Resu-lullah'a şikayet etti. Resulullah da "sağ elinden yardım iste" buyurdu. Bu ri­vayetin senedinde İsmail b. Yusuf bulunmakta olup zayıf bir râvidir.[279] Ebû Hureyre'den de şu rivayet nakledilir: Bir adam ezberinin kötü olduğunu Re-sulullah'a şikayet etti. Resululah da "ezberin konusunda sağ elinden yardım iste" buyurdu. Bunu Bezzâr rivayet eder. Senedinde Husayb b. Cahdar bu­lunmakta olup yalancıdır  ( k e z z â b ).[280]

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (VII, 14) Enes'in biyografisinde, onun oğulla­rına şöyle dediği kaydedilir: "Ey oğullarım, ilmi yazıyla bağlayın".[281] Ebû Nu-aym, Abdullah b. Amr'dan şu rivayeti tahric eder: "Ey Allah'ın Resulü, sen­den hadisler duyuyorum, yazmama izin verir misiniz?", dedim, "evet" buyur­du. Elimle yazdığım ilk yazı Hz. Peygamber'in Mekke halkına gönderdiği mektuptu.[282] İbn Kani, Asım b. Muhacir el-Kelâî yoluyla, onun babasından naklettiği şu rivayeti tahric eder: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Güzel ya­zı, gerçeğe (hakka) açıklık (vuzuh) kazandırır".[283] Hafız İbn Hacer bu hadisi el-Isâbe'de Muhacir el-Kelâî'nin biyografisinde zikreder.[284] Hakîm, el-Mu'cemü'l-kebir'de Taberâni, Semmûye ve Takyîdü'l-llm'de de Hatib, Râfi b. Hudeyc'den şu rivayeti tahric ederler. Ben "ey Allah'ın Resulü, biz senden birşeyler duyup yazıyoruz" dedim. Ve hadisi zikretti.[285]

İbnü'l-Cevzi el-İlel'de Abdullah b. Amr'dan şu merfû rivayeti tahric eder: "Kim Allah'ın kendisini bağışlaması umuduyla benden kırk hadis ya­zarsa, Allah da onu bağışlar ve kendisine şehidlerin sevabını verir".[286] Ah-medb. Hanbelin Müsned'inde (1,178) Abdullahb. Amr b. Asın müsnedinde şu rivayet zikredilir: Bize Yahya b. İshak haber verdi: Bize Yahya b. Eyyub haber verdi: Bana Ebû Kubeyl haber verdi: Biz Abdullah b. Amr b. As'ın ya-nındaydık, kendisine Kostantiniyye ve Rûmiye şehirlerinden hangisinin da­ha önce fetholunacağı soruldu. Abdullah b. Amr, halkaları bulunan bir san­dık getirterek ondan bir yazı (belge) çıkardı. Abdullah şöyle dedi: Biz bir ara Resulullah'm (sav) etrafında toplanmış yazıyorduk, kendisine o sırada Kos­tantiniyye ve Rûmiye şehirlerinden hangisinin önce fetholunacağı soruldu. Resulullah (sav) Kostantiniyye'yi (İstanbul) kastederek "Hirakl"ın şehri ön­ce fetholunacaktır" buyurdu.[287] Şeyh Ebu 1-Hasan es-Sindî haşiyesinde şöyle der: "Halkaları vardı" ifadesi, noktasız "ha" ile "halkaları bulunan" anla­mında, noktalı "ha" ile ise sandığın sıfatı olarak "eski sandık" anlamındadır. Mecmau'z- zevâid'de şöyle denir: Bu hadisi Ahmed b. Hanbel rivayet etmiş olup ravileri Ebû Kubeyl dışında Sahihin ravileri ölçüsündedir. O ise sika bir râvidir.[288]

tbn Sa'd Tabakât'da (III. kısım, II, 125) Abdullah b. Amr'dan şöyle de­diğini tahric eder: "Kendisinden duyduklarımı yazmak için Allah Resu-lü'nden (sav) izin istedim, bana müsade etti ben de yazdım". Abdullah b. Amr bu yazdıklarını es-Sahifetü's-sâdıka diye adlandırmıştı. İbn Sa'd, Müca-hid'den de şu rivayeti tahric eder: Abdullah b. Amr b. As'ın yanında bir sahi-fe gördüm ve ne olduğunu sordum. Şöyle dedi: "Bu es-Sâdıka'dır. Onda, kendisiyle aramda hiç kimse bulunmadan Resulullah'tan duyduklarım var".[289] Ebû Hureyre'den şu rivayet nakledilir: "Abdullah b. Amr'dan nakle­dilenden başka hiç kimse Resululîah'ın hadisi konusunda benden bilgili de­ğildi. O eliyle yazar ve kalbiyle de ezberlerdi, ben ise kalbimle ezberler fakat elimle yazmazdım. O, kendisinden duyduklarını yazma konusunda Resulul lah'tan izin istedi, o da izin verdi". Bunu Ahmed b. Hanbel[290] ve Tirmizi riva­yet eder. Tirmizi şöyle der: "Bu hasen-sahih bir hadistir". Bu hadi­sin aslı Sahih-i Buhari'de olup Tirmizi el-Câmi'inde "Kitâbu'l-îlm"de "il­mi yazmada ruhsat babı" başlığı altında verir[291], Buhari'nin lafzı ise şöyledir: "...O yazardı, ben yazmazdım".[292] Hafız İbn Hacer Fethu'1-Bârî "Ben yaz­mazdım" sözü ile ilgili olarak şöyle der: İbn Vehb'in Hasan b. Amr b. Umeyye yoluyla tahric ettiği şu rivayet bununla çatışmaktadır: "Ebû Hureyre'nin ya­nında bir hadis rivayet edildi, Ebû Hureyre elimden tutarak beni evine gö­türdü ve bana Resulullah'm hadislerinin yazılı olduğu kitaplar (sayfa, yazılı kağıt) gösterip şöyle dedi: İşte bu benim yanımda yazılıdır". îbn Abdilber şöy­le der: "Hemmâm'ın rivayeti daha sahihtir.[293] İki rivayet arasında şöyle uy­gunluk bulmak da mümkündür: Ebû Hureyre, Hz. Peygamber zamanında yazmayıp ondan sonra yazmıştır". İbn Hacer şöyle der: Bundan daha kuvvet­li ihtimal şudur ki onun yanında yazılı hadislerin bulunması, bunların onun tarafından yazılmış olmasını gerektirmez, Ebû Hureyre'nin yazı yazmadığı sabit olduğuna göre kendi yanındaki yazılı hadislerin onun yazısıyla olmadığı hususu kesinlik kazanır.[294]

Hafız Suyûti Tedribü'r-râvi'de şöyle der: Bir grup (ashap ve tabiinden), hadis yazılmasını mubah kabul edip bizzat yazmışlardır. Hz. Ömer, Ali, oğlu Hasan, İbn Amr, Enes, Câbir, İbn Abbas, İbn Ömer, Hasan-ı Basri, Atâ, Said b. Cübeyr ve. Ömer b. Abdülaziz bunlardan olup Kadı Iyâz bunu ashap ve tabiinin çoğunluğundan bir rivayet olarak nakletmiştir.[295] İbn Asâkir ve el-Medhal'de de Beyhaki, Hasan b. Ali'den şu tahricde bulu­nurlar: Hz. Hasan kendi oğullan ile kardeşinin oğullarına şöyle dedi: Siz kavmin küçüklerisiniz ve başkalarının büyükleri olay azacaksınız. Binaena­leyh ilmi öğrenin, sizden kim onu rivayet veya ezberlemeye güç yetiremezse yazıp evine koysun.[296]

Beğavi Mu'cem'inde Yezîd er-Rakkâşî'den şu tahricde bulunur: "Biz Enes b. Mâlik'e çok üstelediğimizde (soru v.s. çok sorduğumuzda) kendisine ait bir mecmua (sahife, kitap) getirerek bize attı ve "Bu, Resulullah'tan (sav) duyduğum ve yazıp arzettiğim hadislerdir" dedi. Bu rivayeti Hafız Suyûti Tedribü'r-ravi'de (s. 142) zikreder.[297] Muhammed b. Harun er-Rûyânî Müsned'inde şöyle der: Bize Muhammed b. Ziyad haber verdi. Bize Fudayl b. Iyâz, Fâyid'den[298], o da Ubeydullah b. Ali b. Ebi Râfi'den naklen haber ver­di: İbn Abbas, Ebû Râfi'e gelip şöyle derdi: "Resulullah (sav), falan gün ne yaptı?". İbn Abbas'm yanında da onun söylediğini yazan vardı. İbn Sa'd Tabakât'ta Selma'dan şu rivayeti tahric eder: İbn Abbas'ı, yanında levha­larla gördüm. Onlara Ebû Râfi'den naklen Resulullah'm fiillerinden birşey-ler yazıyordu.[299]

İmam Ebû Muhammed İbn Kuteybe MüşkilüT-hadis adlı kitabında, Kur'an'dan başka birşey yazmayı yasaklayan hadisleri ve Resulullah'ın "İl­mi yazıyla bağlayın" sözünü zikrettikten sonra şöyle der: Bunda iki durum sözkonusudur. Birincisi: Sünnetin sünnetle neshi sözkonusudur. Şöyle ki Resulullah (sav) önce sözünün yazılmasını yasaklamış, sonra da sünnetler (hadisler) çoğalıp ezberlenmesi güçleşince yazılması ve kaydedilmesini uygun görmüştür. İkincisi: Yazmayı yalnızca Abdullah b. Amr b. As'a mah­sus kıldı. Çünkü o eski kitapları okuyor, Süryanice ve Arapça yazıyordu. On­dan başka sahabiler ise ümmi olup ancak bir iki tanesi yazı biliyordu. Bunlar da kusursuz ve imlaya uygun şekilde yazamıyorlardı. Resulullah, yazdıkla­rında hata yapacakları endişesiyle onları yazmaktan menetti. Bu konuda Abdullah b. Amr'dan emin olunca kendisine müsade etti, İbn Kuteybe sonra müsned-merfû olarak şu hadisi rivayet eder: "Malın çoğalması, kalemin (kalem erbabının) yaygınlık kazanması ve tüccarların çoğalması kı­yamet alametlerindendir". Amr[300] şöyle der: Biz büyük bir mahallede (oba v.s.) katip arasaydık, satış yapan adam "Falan oğullarının (kabilenin) tücca­rına danışayım" derdi.[301]

el-lklil'de "Deki onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rab-bim şaşmaz ve unutmaz" (Tâhâ 20/52) âyetiyle ilgili olarak şu bilgi zikredi­lir. İbn Ebî Hatim, Ebü'l-Melih'ten şu tahricde bulunur: "İnsanlar bizim yazı yazmamızı ayıplıyorlar, oysa Allah teâla şöyle buyurmuştur: "Deki onların bilgisi Rabbimin katında bir kitaptadır. Rabbim şaşmaz ve unutmaz" (Tâhâ 20/52). Bulkîni şöyle der: "Bu, hadis ve ilmin yazılmasının meşruluğu konu­sunda en güzel hüküm çıkarmadır".[302]

İbnü11-Cevzi Telbisu iblis te şöyle der: Hz. Peygamber Kur'an ve hadi­sin korunmasının zor olduğunu görünce onların yazılmasını emretti. Kur'an'a gelince, Resulullah (sav) kendisine bir âyet nazil olduğunda katibi çağırıp onu kaydederdi. Ayetleri hurma dalına, taş ve kürek kemiklerine ya­zarlardı. Hz. Peygamber'den sonra Hz. Ebubekir Kur'an'ı muhafaza için Mushaf ta topladı. Sonra Hz. Osman ve diğer sahabiler Mushaf ı bu nüsha­dan çoğalttılar. Bütün bunlar Kur'an'ın muhafaza edilerek kendisinden bir şeyin kopup ayrılmaması içindi. Sünnete gelince, Resulullah (sav) İslam'ın ilk zamanlarında insanların yalnız Kur'an'ı yazmalarına müsade ederek "Kur'an'dan başka benden birşey yazmayın”[303] buyurdu. Hadisler çoğalıp ashap tarafından az sayıda bellendiğini görünce kendilerine yazma izni ver­di. İbnu 1-Cevzî sonra bir rivayette geçtiği üzere Ebû Hureyre'nin az ezberle­yebildiğim kendisine şikayet etmesi üzerine Resulullah'm yazıyı kastederek ona söylediği "ezberin konusunda sağ elinden yardım iste"[304] sözünü, sonra da "ilmi yazıyla bağlayın"[305] hadisini zikreder. Bu bilginin devamı için Tel-bisu İblise bakınız.[306]

el-Utbiyye'de İmam Mâlik'in şöyle dediği nakledilir: "Hz. Ömer hadis­leri yazmak istedi veya onlardan yazdı, sonra 'Allah'ın Kitabı'yla birlikte bir kitap (mı?), hayır' dedi." İbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsil'de şöyle der: Bunun manası şudur: Hz. Ömer, Resulullah'tan (sav) nakledilen hadisleri, Kur'an'ı yaptığı gibi, her yerde insanların kendisine bağlı olacakları temel bir kaynak kılmak üzere yazmak istedi. Sonra bundan vazgeçti. Çünkü hadislerin Hz. Peygamber'den naklinin sıhhati, tevatürle nakledilmiş bulunan Kur'an'ın naklindeki sıhhatin kesin oluşu gibi kesinlik arzetmiyordu. Bu yüzden gerek sıhhatleri gerek kendileriyle amel konusunda hadislerle ilgili hükmün görüş ve içtihada bırakılmasını uygun gördü. Kişinin rivayet ettiği hadisi hatırda tutup unutmaması için yazmasında ise herhangi bir kerahet sözkonusu de­ğildir. Resulullah (sav) bir hadisi haber verdi, Yemenli bir adam gelip "Ey Al­lah'ın Resulü, benim için yaz" dedi. Resulullah da "Ebû Fulan için yazın" bu­yurdu. Ebû Hureyre şöyle der: "Abdullah b. Amr'dan nakledilenler hariç Re-sulullah'ın ashabından hiç kimse benden daha fazla hadis kendisinden nak-letmemiştir. O yazardı, ben ise yazmazdım". Eğer alimler hadisi kaydedip tedvinde bulunmasa, onu muhafaza etmese ve sahih olanı zayıf olandan ayırmasalardı ilim yokolup gider, dinin esasları bilinmez kalırdı. Allah onla­rı bu husustaki gayretlerinden dolayı mükâfatların en üstünü ile mükâfatlandırsın.[307] Bu, el-Beyân ve11-tahsil den nakledilmiş olup güzel bir bilgidir.[308]

 

İslam'ın İlk Zamanlarında Birşey Tedvinde Bulunup Bulunmadıkları, Ashabın Herhangi Bir İlim Dalında Birşey Derleyip Derlemediği Veya Kendi Zamanlarında Ashap Ve Tabiine Tedvin Ve Tasnifin Nisbet Edilip Edilmediği

 

Herevi Zemnıü'l-kclâmda şöyle der: "Ne ashap ne tabiin hadisleri yazmış değillerdi. Onlar vergilerle (zekât) ilgili mektup (kitabu's-sadakât)[309] ve araştıranın ancak iyice araştırdıktan sonra vakıf olabileceği az birşey dışında hadisleri yalnız ezbere naklediyor ve sözlü olarak alıyorlardı". Bu bilgi el-Hitta (s.27) müellifi tarafından nakledilmiştir.[310]

İmam Nevevi Tehzibü'1-esmâ ve'1-lugat'da şöyle der; Ashabın himmet ve gayreti cihada, nefs ile mücahedeye ve ibadete yönelmişti. Onlar eser kaleme almak için vakit bulamadılar. Tabiin de böyle olup eser vermemişlerdir.[311]

İmam Ebû Ali el-Yûsî Kânfyı'unda ilmi yaymanın yollan ve bu yolların eskiden beri uygulanageldiğinden sözederken şöyle der: "Telife gelince, bunun esası Hz. Peygamber'in nazil olduğunda vahyi yazdırması, hükümdarlara ve başkalarına gönderdiği mektupları ile vergilere dair mektubu (belge) yazdırmasıyla ilgili uygulamasıdır. Bu mektupta çeşitli konular toplanmış olup bu tedvin edilmiş bir ilim ve telifin ta kendisidir. Her ne kadar Allah kendisini bu konuda müstağni kıldığından bizzat yazmıyor idiyse de yazılmasını emrediyordu. Alim ister kendi eliyle yazsın ister yazmasın gaye ilmi telif, tedvin ve sonsuza ulaştırmaktır. Nice alimler var ki yazmayıp  imlâ ettirirler, bu da bir telif olur". Bu güzel bir bilgidir.

Simtü'l-cevheri'l-fâhir'de şu bilgi verilir: Hz. Peygamber dinî esas ve hükümlerle ilgili olarak müslümanlara kendi eliyle mektuplar (belgeler) yazdı. Bunlardan biri vergilerle (zekât) ilgili olup Hz. Ebubekir'in yanında[312], diğeri de zekatın nisabı v,s. hakkında olup Hz. Ömer'in yanında hulunan mektuptur.[313] Bir diğeri de çeşitli fıkhi konularla ilgili olarak Yemen halkına yazdığı mektup olup bu değerli bir belgedir. Bütün fıkıh-alimleri, onda belirlenen diyet miktarlarını, bu konudaki hükümlerinde esas almışlardır.[314]

Derim: Allah Resulünün Hz. Ebubekir'in yanında olduğu zikredilen mektubu Ahmed b. Hanbel, Ebû Davud, hasen olduğunu belirterek Tirmizi ve Hâkim tarafından Süfyan b. Hüseyin yoluyla, onun İbn Şihâb'dan, onun Salim'den ve onun da İbn Ömer'den rivayeti olarak tahric edilmiştir: "Resulullah (sav) vergilerle (zekat) ilgili mektubu yazdı, fakat âmillerine (vali, vergi memuru) göndermeyip kılıcına bağladı. Vefatına dek böyle kaldı. Sonra Ebubekir onunla amel etti (uyguladı), o vefat edince de Ömer kendi vefatına dek onunla amel etti. Onda, her beş devede bir koyun zekat olarak verileceği belirtilmiştir..." Ve hadisi zikretti.[315] Tirmizi şöyle der: Yunus ve birçokları Zühri'den, o da Salim'den bu hadisi nakletmiş, fakat merfû olarak rivayet etmemişlerdir. Onu Yalnız Süfyan b. Hüseyin merfû olarak rivayet etmiştir.[316] Buhari, Ebû Davud, Nesâi ve İbn Mâce ise Enes'ten "Hz. Ebubekir'in onu (Enes) Bahreyn'e gönderdiğinde kendisine bu mektubu yazdığı" rivayetini naklederek hadisin benzerini zikrederler. Ebû Davud'un bir rivayetinde Hz. Ebubekir'in Enes'e mektup yazdığı ye üzerinde Resulullah'ın (sav) mührünün bulunduğu belirtilir.[317] Hadisi İmam Mâlik Muvatta'da "Kitâbu'z-zekât"â& "sürülerin zekâtı bâbı"nda şöyle diyerek nakleder: "Ömer b. Hattâb'm zekâtla ilgili mektubunu okudum ve orada şu ifadeyi gördüm: Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bu, zekâtla ilgili mektuptur (belgedir)..." ve mektubun metnini zikreder.[318] Kadı Iyâz şöyle der: Mâlik, alimler ve onlardan Önce de halifeler bu mektupta bulunan hükümlere dayandılar. Bundan herhangi birşeyin inkârıyla ilgili olarak sahabeden hiçbir haber nakledilmemiştir.[319]

el-Istibsâr fi ensâbi'l-ensâr'da müellif Amr b. Hazm el-Ensârî'nin biyografisinde şöyle der: Hz. Peygamber onu, kendilerine dini bilgileri öğretmesi için Necran'a âmil tayin etti. Ona farzlar, sünnetler ve vergilerle (zekât) ilgili bir mektup yazdı. Amr b. Hazm'a yazılan bu mektup meşhur olup ulema bu konudaki hükümlerinde onu delil olarak almışlardır, Ebû Ömer, "onun şöhreti, isnadından daha güçlüdür" veya bu anlamda söz söylemiştir.

Derim: Hz. Ömer zamanında tedvin edilen, onun izin ve tensibiyle Akil b, Ebi Tâlib, Mahrame b. Nevfel ve Cübeyr b. Mut'im tarafından yazılan "atâdiv ânı "[320], bu konuda görüş belirten ve İslam'da ilk defa tedvinde bulunanın kim olduğu hususunda söz söyleyen herkesin bilgisine gizli kalmış, bunu farketme m işlerdir. Hz. Ömer şöyle demişti: "İnsanları a t â daki derecelerine göre yazın". Biz her ne kadar daha Önce yerinde açıklandığı üzere[321], bundan önce Hz. Peygamber'in sağlığında ilk müslümanlarm yazılmasını bu konuda esas alıyorsak da Hz. Ömer'in bu divanının İslam'da tedvin edilen ilk şeylerden olması gerekir. Hz. Peygamber zamanındaki yazım, kendisiyle ilgili olarak Buhari'nin "Kitabu'l-Megâzî" de "devlet başkanının halkı yazması babı" başlığına yer vererek orada Resulullah'm (sav) "müslüman olanları bana yazın" sözünü zikrettiğidir.[322] Demâmini bunun Hudeybiye antlaşması yılında olduğunun söylendiğini kaydeder. Binaenaleyh yapılan ilk t e d v i n in bu zikredilen tedvin olduğunu kesinlikle söylemek mümkündür. Şüphe yok ki insanların İslamiyet'e girişleri, hicret ve (İslam ve müslümanlara) yardım konusunda­ki öncelik derecelerine göre yazılması sahabe, İslam liderleri ve onların ço­cuklarının biyografilerinin yazılması konusundaki ilk malzemedir. Bu se­bepledir ki ben bunun yapılan ilk tedvin olduğu görüşündeyim. Çünkü bu, geçenlerin gelecek olanlar için kaydettiği büyük bir malzemedir. Görmü­yor musun ki vakıf kayıtlarından (şimdi sicilleri), sınırlar, komşu yerler, bü­yük aileler ve önde gelenlerinin anılmasıyla birlikte vakıfla bulunan kimse­lerin zamanlarını tanıma konusunda büyük bir fayda elde ediyoruz. İlk müs-lümanlann kaydedildiği belge ile Hz. Ömer'in bu divânı bugün bulun­saydı, İslam büyükleri hakkında en büyük malzeme olurdu. Daha önce ge­lenler, bu ikisinden kalan malumatı elde edip bu konuda elimizde bulunan bilgileri kaleme aldılar. İbn Sa'd'uî Tabakât'ında Numan b. Mâlik'in biyog­rafisini verip onun soyundan gelenlere "Kavâkile" denilmesinin sebebini an­latırken söylediği şu söze bakınız: "Bunun gibi onlar d i v â n da da Beni Kavkal diye adlandırılmışlardı".[323] İbn Sa'd Beni Cüşera ve Zeyd b. Haris b. Hazrec'den sözederken de onların d i v â n da aynı adla çağrıldıklarını söyler.[324]

Ben el-Kunû bimâ hüve matbû(s.47) müellifinin özel bir maksadı ol­madan yazdığı bir ibare buldum ki şöyledir: "İslam fetihlerinin başlamasın­dan çok kısa bir süre sonra yönetim ve yargıyla ilgili işler, vali ve görevlilerin müslümanlar tarafından fethedilen şehir ve bölgelerden coğrafi raporlar göndermelerini zorunlu kıldı. İşte bunlar, Arapların coğrafyaya dair sahip oldukları esaslardır. Müslümanlar Arap yarımadası, İran yani Fars ülkesi olan Acem ve Suriye topraklan konusunda geniş bilgi sahibi oldular. Moğol bölgeleri, Rusya ve Çin'in güneyi ile Hindistan'a dair açıklamalarda bulun­dular. Siyasi yönetimin gereklerinin ortaya koyduğu bu ön bilgilerden yavaş yavaş geniş ve kapsamlı yazılı Arap coğrafya literatürü doğdu. Bugün, bu neslin çocukları olarak biz basılı şekilde bunların mütalasından faydalan­maktayız". Adı geçen esere bakınız.

Halifelere gönderilen coğrafi raporların örneklerinden biri de Mısır'ın fethinden sonra Amr b. As'ın Mısır'ın özellikleriyle ilgili olarak Hz. Ömer'e yazdığı mektuptur. Bu konuda Mısır tarihiyle ilgili eserlere bakınız. Biraz sonra bu mektubun metnini vereceğiz, bekleyin.[325]

Râfii el-Mısrî'nin Târihu âdâbi'1-Arab adlı eserinde şu bilgi verilir: Tedvin (telif) konusunda bilinen ilk şey İbn Abbas'ın kendisine sorulan sorulara verdiği fetvaları yazışıdır (s. 287). Allâme Turunbâti'nin Buluğu aksa'l-tnerâm'ında şu bilgi zikredilir: "Ashap ve tabiinden mahir alimler, Kur'an'ın manalarım herkesin anlayamayacağım görünce Kur'an tefsiriyle meşgul oldular ve kendilerinden sonra gelenlere yol göstermek için tefsirler telif ettiler, Nebevi hadisleri yazdılar. Çünkü bu, teklifin konusu olan husus­ları bilmeye vesile ve bu da istenilene uymaya bir vasıtadır." Bu bilginin ben­zeri Kadı Ebü'1-Feth İbnü'l-Hac'ın el-Ezhârü't-tayyıbetü'n-neşr'inde mevcut olup ona bakınız.

Hânz Suyûti'nin Evâil'inde şu bilgi geçer: "Garibü'l-Kur'an konusunda ilk eser yazan kimse Ebû Ubeyde Ma'mer b. Müsennâ olup bunu İbnü'1-Ez-rak'ın İbn Abbas'a sorduğu sorulardan almıştır".[326] Hafız Zeylai'nin Nas-bu'r-râye fi tahrîci ahâdîsi'l-Hidâye adlı eserinin sonunda (II, 381) şu bil­gi verilir: Vâkıdi, İkrime'den şu müsned rivayeti nakleder; "Ben bu mektubu, İbn Abbas'ın vefatından sonra onun kitapları içinde bularak istinsah ettim. Onda şu bilgiler vardı...". Zeylai burada İkrime'nin söyledikleri olarak Mün-zir b. Sâvâ'nın Hz. Peygamber'e gönderdiği mektubu ve Resulullah'ın da ona cevabım kaydeder.[327] Bundan anlaşıldığına göre, ya bizzat kendi yazdığı ve­ya derlediği olarak İbn Abbas'ın kitapları vardı. Bu, her halükârda yukarıda işaret edilen hususu ve en azından Hz. Peygamber'in mektuplarım çoğaltıp sakladıklarını ifade eder ki bu da tedvinin ta kendisidir. Sonra İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (VII, 141) İbn Sîrîn'in biyografisinde, onun şu sözünün nakle­dildiğini gördüm: "Eğer ben bir kitap edinseydim, Resulullah'ın (sav) mek­tuplarını edinirdim".[328] Sonra Makrizi'nin Hıtat'ında (II, 74), Zeyd b. Es-lem'in şöyle dediğim gördüm: "Hz. Ömer'in, kendisine ahidnâme ya2 dığı kimselerle arasında vaki olan bütün ahidnâme leri koyduğu bir sandığı vardı".[329] Bu, onların resmi yazışma ve benzeri şeylerin biriktirilme-sine büyük önem verdiklerini göstermektedir. Sonra İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (V, 216) Musa b. Ukbe'nin şöyle dediğini gördüm: "Abdullah b. Abbas'ın Medine'de 98 (717) yılında vefat eden azatlısı Küreyb b. Ebi Müs­lim, yanımıza İbn Abbas'ın kitaplarından bir deve yükü kitap bıraktı". Ali b. Abdullah b. Abbas kitap istediğinde "bana şöyle şöyle bir sahife gönder" diye ona yazar, o da onu çoğaltır ve kendisine bir nüshayı gönderirdi. Tabakât'da İbn Abbas'ın azatlısı Küreyb'in biyografisine bakınız.[330] Yine Tabakât'da Said b. Cübeyr'in biyografisinde, onun şöyle dediği kaydedilir: Bazan İbn Ab­bas'a gelir ve dolduruncaya dek sahifeme yazardım, dolduruncaya dek pa-puçlanma ve el ayalarıma yazardım. Bazan da ona gelir ve dönünceye dek hiçbir hadis yazmazdım. Kimse de ona birşey sormazdı.[331]   O yine Tabakât'da şunu söyler: Ben İbn Abbas'a gelir, ondan yazardım.[332] Yine Tabaka t da Said b. Cübeyr'den şöyle dediği nakledir: "Biz Kûfe'de bir husus­ta görüş ayrılığına düştüğümüzde., kendisiyle karşılaştığımda İbn Ömer'e sormak için onu yazar yanımda bulundururdum".[333] Yine Tabakât'da Vikâ b. İyâs'ın şöyle dediği kaydedilir: Azre'nin Said b. Cübeyr'e gelip gitmekte ol­duğunu gördüm. Said b. Cübeyr'in yanında bir kitapta tefsir, onun yamnda ise hokka vardı (bkz. VI, 186).[334]

Derim: İnsanların elinde, Abdullah b. Abbas'a nisbet edilen bir Tefsir dolaşmaktadır. Fakat o bunu telif etmiş olmayıp bu Tefsir'de ondan nakledi­len görüşler toplanmıştır. Bu görüşler içinde ona nisbeti sahih olmayanlar da vardır. İbn Abbas'tan rivayet edilen görüşleri toplayanlardan biri el-Kâmus müellifi Mecdüddin el-Firûzâbâdî olup bu görüşleri Tenvirü'l-mikyâs min tefsiri İbn Abbâs adını verdiği bir kitapta toplamıştır. Bu eser Mısır ve Hindistan'da defalarca basılmıştır.[335] Venşerisi'nin el-Mi'yâr'ında "bidatlar faslı"nda (II, 377) sorulan bir soruya cevabında şu bilgi geçer: Nakil ehli, îbn Abbas'a ait olduğu söylenen tefsirin ona nisbetinin sıhhati konusunda söz söylemişlerdir.[336] İmam Muhammed b. İbrahim el-Vezir el-Yemenî'nin İsârü'I-Hakk ale'1-halk adlı eserinde şu bilgi kaydedilir: Onun görüşlerin­den tam bir tefsir derlenmiş olup ilk asır neslinden bu konuda dayanak kabul edilenlerden başka hiçbir kimse için bu gerçekleşmemiştir. Bu tefsirin ona isnadı sıhhat kazanırsa tefsirlerin en sahihlerinden biri olacaktır.

İbn Sa'd Tabakât'da Şa'bi'den şu tahricde bulunur: Hz. Ömer, Kûfe'de valisi olan Muğire b. Şu'be'ye şu talimatı yazdı: "Yanında bulunan şairleri çağırıp Cahiliyye ve İslamî devirlerde söyledikleri şiirleri söylet ve sonra da bunları bana yaz". Bu kıssa için Hafız Suyûti'nin Cem'u'l-cevâmiıne, son­ra Kenzü'l-ummâl'e (s. 176) bakınız.[337]

Takiyüddin el-Makrizî'nin el-Hıtat'mda (Mısır 1326, IV, 143) şu bilgi verilir: Ebû Said İbn Yunus Târihu Misr'da Hayve b. Şureyh'ten şöyle dedi­ğini nakleder: Hüseyin b. Şüfey'in yanına girdim, şöyle diyordu: "Allah, falan kimsenin cezasım versin!". Kendisine "o ne yaptı?" dedim, "Şüfey'in Abdul­lah b. Amr b. As'dan duyduğu iki mektuba kasdetti. Mektuplardan birisi Re-sulullah'ın (sav) şu hususta verdiği hükmü, şu hususta söylediğini; diğeri de kıyamet günü meydana gelecek olayları ihtiva ediyordu. Onları alıp Havle ile Rebâb'ın arasına attı" karşılığını verdi, Ebû Said İbn Yunus şöyle der: Onun Havle ve Rebâb'dan kastettiği, Fustat'a gelen tarafta köprü reisinin ol­duğu yerde bulunan köprü gemilerinden iki büyük gemidir. Büyüklüklerin­den dolayı bunların altından gemiler geçiyordu.[338]

Hâfiz Zehebi Tezkire tü'1-huffâz'da (I, 37) Câbir b. Abdullah'ın biyog­rafisinde şöyle der: O fakih ve kendi zamanında Medine müftüsüydü. Hz. Peygamber'den pek çok faydalı bilgi aldı. Onun Müslim tarafından tahric edilen küçük bir " m e n s e k "i (hacla ilgili bilgileri muhtevi kitap) vardır.[339] Derim: Zehebi'nin işarette bulunduğu Câbir'e ait " m e n s e k "i Müslim Sahihinde "Kitâbu'l-Hac"d& uzunca vermiş olup yaklaşık dört yaprak hacmindedir. Sahih-i Müslim'i bâblara ayıran, onunla ilgili olarak "Câbir'in uzun hadisi "bâb başlığım vermiştir.[340] Übbi'nin Müslim haşiyesin­de hadisle ilgili olarak Kadı Iyâz'ın şöyle dediği kaydedilir: "Alimler bu ha­disteki fikhî hükümlerle ilgili çok söz söylediler. İbnü'l-Münzir onunla ilgili büyük bir cüz kaleme almış olup yüzelli küsur fıkhı hükmü zikretmiştir. Eğer daha da araştırsaydı bu sayının üzerine ona yakın ilavede bulunabilir­di".[341] Bu bilginin benzerini Suyûti ed-Dibâc'da vermektedir. Câbir'in bili­nen bir s a h i f e si olup İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (V, 344) Mücahid'in bi­yografisinde zikredilmektedir. İbn Sa'd şöyle der: Onlar Mücahid'in, Câbir'in sahife sinden hadis naklettiğini görüyorlardı.[342] Mücahid 102 (720) yılında vefat etmiştir.

Ender araştırmacılardan arkadaşımız Şeyh Tâhir el-Cezâirî ed-Dımaşkî Tevcihü'n-nazar ilâ usûli'1-eser (s. 8) adlı kitabında şöyle der: Bazı insanlar, sahabe asrı ve tabiin devrinin başlarında Kur'an-ı Kerim'den başka hiçbir şeyin yazılmadığı şeklinde yanlış bir kanaate sahiptirler. Oysa durum böyle değildir. Bazı hafızlar, Zeyd b. Sabit'in ferâiz ilmine dair bir ki­tap kaleme aldığını zikrederler. Buhari Sahih'inde Abdullah b. Amr'ın ha­dis yazdığını zikreder.[343] Müslim de Sahihinde, Hz. Ali'nin verdiği kazâi (yargıyla ilgili) hükümlerle ilgili olarak İbn Abbas zamanında telif edilen bir kitabı anarak şöyle der: Davud b. Amr ed-Dabbî bize haber verdi: Nâfl, İbn Ebî Müleyke'den şöyle dediğini bize haber verdi: "Bana bir kitap yazması için İbn Abbas'a mektup yazdım. O bazı şeyleri benden saklayıp yazmıyordu. (Benim hakkımda) şöyle demişti: 'O samimi bir oğuldur, onun için birçok şeyi seçip ayırıyorum, bazı şeyleri de ondan gizliyorum'. İbn Abbas Hz. Ali'nin verdiği hükümlere dair kitabı istedi, ondan birşeyler yazmaya başladı. Bazı şeyler geçerdi ki o şöyle derdi: Allah'a andolsun ki Ali sapmış olmadıkça bununla hükmetmiş olamaz (bunlar onun verdiği hükümler olamaz)".[344] Amr en-Nâkıd bize haber verdi: Süfyân b. Uyeyne, Hişâm b. Huceyr'den[345], o da Tavus'tan şöyle dediğini bize haber verdi: "İbn Abbas'a, içinde Hz. Ali'nin verdiği hükümler bulunan bir kitap getirildi. İbn Abbas-Süfyân b. Uyeyne dirsekten aşağı kolunu işaret ederek- şu kadarı hariç onu silip yoketti".[346] Anlaşılan odur ki İbn Abbas'ın bir dirsek boyu kısmı dışında sildiği bu kitap uzun bir tomar şeklindeydi.[347] Bu bilginin nakledildiği esere bakın, o faydalı­dır. İbn Abbas'ın sildiği kitapla ilgili olarak, onun bir tomar şeklinde olduğu­na dair Cezâiri tarafından belirtilen görüşün aslı, Senûsi'ninde Ikmâlü'l-Ikmâlde kendisinden nakilde bulunduğu üzere Nevevi'ye aittir.[348]

Allah Cezâiri'ye rahmet etsin, Sahih-i Buhar i'de "İlmin yazılması bâ-bı"nda Ebû Cuhayfe'den nakledilen şu haberi hatırlamamış olmalıdır: Ali'ye "sizin yanınızda bir kitap var mı?" dedim, "hayır, Allah'ın Kitabı, müslüman kişiye verilmiş anlayış veya şu s a h i f e de olandan başka" karşılığını ver­di." Osâhife de ne var?" dedim, diyet (akl), esirin fidye verilerek kurta­rılması ve bir müslümanın kâfir (i öldürdüğün)den dolayı kısasla öldürüle-meyeceği (ne dair hüküm)" dedi.[349] Hafız İbn Hacer Fethu'I-Bâri'de şöyle der: Hz. Ali'nin "sahi fe " sözünden maksat, "yazılmış kağıt yaprak" de­mektir. Nesâi'nin Ester yoluyla naklettiği rivayette "kılıcının kınından bir kitap (yazı, belge) çıkardı" ifadesi vardır.[350] Hz. Ali'nin "akl" sözünden maksat da diyettir; yani diyetle ilgili hükümler, miktarları ve türleridir. Bu-hari ve Müslim, Yezid et-Teymî yoluyla, onun Hz. Ali'den şöyle dediği rivaye­tini naklederler: "Bizim yanımızda Allah'ın Kitabı ve bu sahifeden başka okuduğumuz hiçbir şey yoktur". O sahifede "Medine haremdir" ifadesi vardı. Hadis.[351] Müslim, Ebu't-Tufeyl'in Hz. Ali'den naklettiği şu rivayeti zikreder: O, "şu kılıcımın kınında bulunandan başka, Resulullah'm bütün insanlara şamil kümayıp yalnız bize mahsus kıldığı hiçbir şey yoktur" dedi ve bir sahife çıkardı. Sahifede şöyle yazıyordu: "Allah'tan başkası adına hayvan boğazla-yana Allah lanet etsin...". Hadis.[352] Nesâi'nin Ester ve başkaları yoluyla Hz. Ali'den naklettiği rivayette ise s a h i f e de şu ifadenin geçtiği kaydedilir: "Müslümanların kanları birbirine denktir, onların en aşağısı kendileri adına taahhüdde bulunabilir". Hadis.[353] Ahmed b. Hanbel'in Tarık b. Şihâb yoluyla naklettiği rivayette ise, s a h i f e de zekat nisapları olduğu zikredilir.[354] Bu hadisler arasında şöyle uygunluk bulmak mümkündür: S a h i f e bir ta­ne olup bu anılanların hepsi de onda yazılıydı. Kavilerden her biri ondan bel­lemiş olduğunu nakletmiştir.[355] Bedrüddin ed-Demâmînî el-Misbâhta "ve­ya müslüman kişiye verilmiş anlayış" sözüyle ilgili olarak İbnü'l-Müney-yir'in şöyle dediğini kaydeder: O anlayıştan (fehm), dinde derin bilgi sahibi obuayı (tefekkuh) hüküm çıkarmayı (istinbat) ve te'vili kastetmiş­tir. Hadisin lafzının, fıkhın da yazılı olduğunu iktiza edip etmediğini düşü­nün. Zahiren anlaşılan, fıkhın da onlar tarafında yazılmış olduğudur. Çün­kü soruyu soran onlara "sizin yanınızda bir kitap var mı?" diye sormuş, o da "hayır, Allah'ın Kitabı, müslüman kişiye verilmiş anlayış veya şu sahifede olandan başka" demişti. Bu sahifede hadisler ve fıkhı bazı hükümler vardı. Hz. Ali'nin cevabında geçen "kitap" lafzı, fıkıhtan ibaret olan anlayışın o sı­rada yazılı olduğuna delâlet eder. Aksi halde ayrı cinsten istisna-ı munkatı ve kendisine atıf yapılanın da onun gibi olması gerekirdi. Oysa o merfû (ötre harekeli) olup ayrı cinsten müstesna yalnız mensûb (üstün harekeli) halde bulunur. Böylece bu, fıkhın da yazılı olduğu konusunda temel teşkil eder. Hz. Ali'nin Ebü'l-Esved ed-Düelî'ye nahiv ilminin esaslarını koymasını emretti­ğine dair İbn Luyûn'dan naklen ileride verilecek bilgiye bakınız.

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında Hasan-ı Basri'nin biyografisinde (VII, 115) şu bilgi verilir: Yahya b. Said el-Kattân, Hasan-ı Basri'nin Semüre b. Cün-deb'den rivayet ettiği hadisleri bir kitaptan naklettiğini duyduklarını söyler.[356] Yine Tabakât'ta şu bilgi verilir: Affan b. Müslim bize haber vere­rek şöyle dedi: Hammâd b. Seleme, Humeyd'in şöyle dediğini bize haber ver­di: "Hasan-ı Basri'nin ilmi şunun gibi -Afîan bu sırada baş parmaklarıyla şe-hadet parmaklarını birbirine bağlayarak işaretle bulundu- bir sahifedey-di".[357] Yine Tabakât'ta Hasan-ı Basri'nin biyografisinde şu bilgi verilir: Mu­sa b. İsmail bana haber verdi: Seni b. Husayn b. Müslim el-Bâhilî[358] bize şöyle dedi: Abdullah b. Hasan b. Ebi'l-Hasan'a "babanın kitaplarını bana gönder" diye haber yolladım. Bana şu haberi yolladı: "Babamın (Hasan-ı Basri) has­talığı ağırlaşınca "onları benim için topla" dedi, ben de topladım, ne yapaca­ğını bilmiyorduk, kendisine getirdim. Hizmetçiye "tandırı tutuştur" dedi, sonra onları yakmasını emretti ve bir tek sahife dışında hepsi yakıldı. Sehl şöyle der: Abdullah b. Hasan o sahifeyi bana gönderdi. Daha sonra kendisiyle karşılaştım, elçinin bana anlattığı gibi o da bunu bana şifahen haber verdi.[359]

Yine Tabakât'ta Ebû Kılâbe'nin biyografisinde şu bilgi verilir: Ârim b. Fadl bize haber verdi: Hammâd b. Zeyd, Ebû Kılâbe'nin şu vasiyette bulunduğunu bize haber verdi: "Eğer Eyyub hayatta olursa kitaplarımı ona gönde­rin, yoksa yakın".[360] Ebû Kılâbe 104 veya 105 (723) yılında vefat etmiştir. İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (VI, 116) Haris el-A'ver'in biyografisinde, İlbâ b. Ah-mer yoluyla şu rivayet nakledilir: Ali b. Ebi Tâlib halka hitapta bulunarak şöyle dedi: "Kim bir ilmi bir dirheme satın alır?". Haris el-A'ver bir dirheme sayfalar satın alıp Hz. Ali'ye getirdi. Hz. Ali ona birçok ilim (bilgi) yazdı, son­ra halka hitabederek şöyle dedi: Ey Küfe halkı, yarım bir adam size üstün geldi.[361]

Yine İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (VI, 154) Hz. Ali'nin arkadaşlarının bü­yüklerinden biri olan Hucr b. Adi el-Kindî'nin biyografisinde, Hucr'un hiz­metçilerinden birinin şöyle dediği nakledirir: Ben Hucr'a "oğlunun helaya girdiğini ve (sonra) abdest almadığım gördüm" dedim. Hucr "Duvardaki ba­ca deliğinden bana sahifeyi getir" dedi ve okudu: "Rahman ve Rahim olan Al­lah'ın adıyla. Bu, Ali b. Ebi Tâlib'den duyduğumdur. O şöyle der: Temizlik imanın yarısıdır". Hucr b. Adi, bilinen ve güvenilir bir ravidir.[362]

Şeyhülislam Ebû Osman es-Sâbûnî'nin Akidetü's-selef adlı eserinde şu bilgi geçer: Hz. Ömer zamanında müteşâbih âyetlerle ilgili soru soran Sabiğ (veya Subayğ) et-Temimî[363] Medine'ye geldiğinde yanında kitap­lar vardı. İbn Ebi Usaybia Tabakâtü'l-etibbâ'da Haris b. Kelede es-Sekafî et-Tâifî'nin biyografisini verirken onunla ilgili olarak şöyle der: Haris b. Ke-lede'nin Kitâbü'l-Muhâvere fı't-tıbb beynehu ve beyne Kisrâ Nûşirevân adlı bir eseri vardı.[364] İbn Ebi Usaybia, bundan önce onun Kisra ile konuşmasını zikrederken şöyle der: Onunla olan alakasını güzel kıldı ve konuştuklarını yazmasını emretti.[365]

Derim: ibn Sa'd, adı geçen Hâris'in biyografisini, Tabakât'ta ashaptan Taif te yerleşenlerle ilgili başlık altında verir.[366] Zehebi de es-Sahâbe'de onun biyografisini verir ve kendisiyle ilgili olarak şöyle der: "Hâris'in sahabi olup olmadığı konusunda ihtilaf edilmiştir". Sonra da şöyle der: "Hâris'in İran'a giderek ilim tahsil ettiği ve onda maharet kazamp şöhrete kavuştuğu, tıp bilgisi sayesinde mal sahibi olduğu ve İslami döneme yetiştiği söylenir". Fakat İbn Hacer el-İsâbe'de onun biyografisini verirken kendisiyle ilgili ola­rak İbn Ebî Hâtim'den şu nakilde bulunur: "Müslüman olduğu konusundaki bilgi sahih değildir". İbn Hacer sonra "Onun bir rivayetini el-Emâli'l-Mehâmiliyye'de dokuzuncu ciltte ve Askeri'nin et-Tashif inde buldum" der ve onun bazı sözlerini zikreder.[367] Bundan dolayı Ebû Zeyd el-Irâkî İhtisâru'l-İsâbe'de bu bilginin ardından şöyle der: Ibn Hacer onun oğlunun biyografisinde, İbn Abdilber'in onun (Haris) müslüman olduğuna dair bilgi­nin sahih olmadığını söylediğini[368] kaydeder ve sonra "bu İbn Ebi Hâtim'in sözü olup ileride reddedilecektir" der, fakat orada birşey zikretmez.[369] Irâki, hocamızın elyazısıyla verilen kayda göre N'den[370] ve başkalarından onun İs-lamiyeti kabul ettiğini nakleder. Onun müslüman ve sahabi olması takdirin­de, bir sahabinin tıbba dair telifte bulunduğu sonucu ortaya çıkar.

Yine İbn Ebi Usaybia'nın Tabakât'mda, Emeviler devrinde yaşayan ve hicrî 90 (709) yılında Vâsıfta vefat eden meşhur bilgin tabib Teyâzûk'un bi­yografisinde, onun şu kitaplarının olduğu kaydedilir: Oğlu için yazdığı bü­yük bir Künnâşe, Kitâbu İbdâli'l-edviye ve keyfîyyetu dakkihâ ve inkâilıâ ve izâbetiha ve Şey'ün min tefsiri esmâi'l-edviye (Uyûnu'I-enbâ, 1,123).[371]

el-Câsûs ale'l-Kâmus (s. 501) müellifi Ka'bü'1-Hibr ile ilgili olarak şöy­le der: O Ka'b b. Mâni el-Himyerî olup Resulullah (sav) zamanına yetişmiş­tir. Ferrâ şöyle der: Kendisiyle yazdığı şu mürekkepten (hibr) dolayı ona Ka'bü'1-Hibr denilmiştir. Çünkü onun kitapları vardı.[372] Ka'b'ın vefatı Hz. Osman'ın halifeliği sırasındadır.

İbn Sa'd Tabakât'mda, Hz. Peygamber'in vefatından iki yıl önce müs­lüman olan, fakat kendisine yetişemeyip hicri 72 (691) yılında vefat eden Abîde b. Kays es-Selmânî'nin biyografisinde Nu'man b. Kays'a ulaşan sene­diyle Numan'm şöyle dediğini nakleder: Abîde vefatı sırasında kitaplarını getirtip imha etti ve şöyle dedi: Benden sonra birinin onları ele geçirip mak­sadına aykırı bir şekilde kullanmasından korkuyorum.[373] Yine Abîde'den şöyle dediği nakledilir: "Hiçbir kitabımı ebedileştirmeyin (VI, 63)".[374]

Yine İbn Sa'd'ın Tabakât'mda (V, 133) Urve b. Zübeyr'in biyografisinde şu bilgi verilir: Ishak b. Ebi İsrail bize haber verdi: Abdürrezzak b. Hemmâm bize haber verdi: Ma'mer, Hişam b. Urve1 den şöyle dediğini bize haber verdi: Babam Harre günü kendisine ait fikıh kitaplarım yaktı. Daha sonra da şöyle derdi: Onların şimdi yammda olmalarını, ailem ve malımın misline sahip ol­maktan çok arzulardım.[375] Harre vakası hicretin 63. yılında (683) meydana gelmişti ve ashabın birçoğu da hayatta idi. Bazıları şöyle der: Urve'nin kitaplan yazıldıkları gün mü yakıldı? Bilakis onlar ve başka kitaplar birinci yüzyıl boyunca yazılmışlardı. Binaenaleyh Arapların birinci hicri yüzyıl baş­larından itibaren ilimlerini sahifelerde tedvin ettikleri konusunda artık şüp­he kaldı mı? Kitapların hicri birinci yüzyılın sonlan ile ikinci yüzyılın başla­rında çoğaldığına kesin olarak hükmeden bu görüşü, İbn Hallikân'ın eserin­de Ebû Amr b. Alâ'nın biyoğrafîsindeki şu bilgi de teyid eder: Onun fasih ko­nuşan Araplann Arapçası ile yazdığı kitapları, evindeki bir odayı tavanına yakın yere kadar doldurmuştu.[376] Ebû Amr 65 (685) yılında doğmuş ve ikinci yüzyılın ortalannda vefat etmiştir.[377]

Hafız İbn Hacer'in Tehzibü't-Tehzib'inde İbn Şihâb ez-Zührî'nin bi­yografisinde Ma'mer'in, Salih b. Keysan'dan şöyle dediğini naklettiği kayde­dilir: "Ben ve Zühri ilim tahsil ediyorduk. Bana 'gel, sünnetleri (hadisleri) ya­zalım1 dedi ve Hz. Peygamber'den nakledilenleri yazdık. Bana 'gel, ashaptan nakledilen haberleri yazalım' dedi, o yazdı ben yazmadım. O başardı ben ise kaybettim". İbn Hacer, Ebû'z-Zinâd'dan da şunu nakleder: "Biz helâl ve ha­ramı yazardık, İbn Şihâb ise duyduğu herşeyi yazardı. Kendisine muhtaç olunduğunda, onun insanların en bilgilisi olduğunu anladım".[378] Şunu da ha­tırlatmak gerekir ki İbn Şihâb 50 (670) yılında veya ondan bir süre sonra doğ­muş ve 123 (741) yılında vefat etmiştir. Abdullah b. Ömer, Sehl b. Sa'd, Enes, Câbir, Ebu't-Tufeyl, Sâib b. Yezid, Mahmud b. Rebi, Ebu Ümame ve diğerleri gibi bazı sahabilere yetişmiş ve kendilerinden ilim almıştır, Ebû Nuaym el-Hilye'de bu sahabilerin sayısını yirmiden fazlaya ulaştmr.[379] Buna göre İbn Şihâb önce m e r f û sünnetleri ayn olarak yazmış, sonra bunlan ayrı ki­tap haline getirince ashaptan gelen haberleri yazmıştır. İbn Sa'd Tabakât'ında İbn Şihâb'dan şöyle dediğini tahric eder: Biz, şu yöneticiler bi­zi yazmaya zorlayıncaya kadar ilmi yazmaktan hoşlanmazdık. Sonra müslü-manlardan hiçbirinin bundan menedilmemesi gerektiği görüşüne vardık.[380] Yine Tabakât'ta Ma'mer'den şu rivayet nakledilir: "Zühri'den en çok yazan biziz sanıyorduk. Velid Ölünce bir de baktık ki onun kitaplıklanndan çıkan-lan defterler hayvanlara yüklenmiş götürülüyor". Ma'mer, onlar Zühri'nin ilmindendi, diyor.[381] Yine İbn Sa'd'uı Tabakât'ında Muğire b. Abdurrahman b. Haris b. Hişâm'ın biyografisinde şu bilgi verilir: O güvenilir (sika) idi, Resulullah'ın (sav) Meğâzi'si dışında az hadis rivayet etmiştir Meğâzi'yi Ebân b. Osman'dan elde etmişti. Çoğu zaman kendisine okunur, bize de öğrenmemizi emrederdi.[382] Bundan anlaşıldığına göre Meğâzi onun yanında derlenmiş ve yazılmış durumdaydı, İbn Hallikân'm Vefeyâtü'l-a'yân'ında İbn Şihâb'm biyografisinde şu bilgi verilir: O evinde oturduğu za­man kitaplarını etrafına koyar ve onlarla dünya işlerine dair her şeyden ala­kasını keserdi. Hanımı birgün ona şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki şu kitap­lar bana üç kumadan daha ağır gelmektedir".[383] Keşfuzzunurida (II, 301), adı geçen İbn Şihâb'ın Kitâbü'l-Meğâzi adlı bir eseri olduğu kaydedilir.[384] Müellif bu bilgiyi II. cilt 471. sayfada da tekrar eder.[385] Yine Keşfuzzunûn'da şu bilgi verilir: Meğâzi ve siyer konusunda ilk eser yazan kimsenin Urve b. Zübeyr olduğu söylenmiştir. Vehb b. Münebbih de bu konuda eser yazmıştır.[386]

Ahbâr ve kısaa müellifi Vehb b. Münebbih'in (ö. 110/728 veya daha son­ra) Himyer'deki Mütevvece[387] hükümdarları, onların haberleri, kıssaları ve şiirlerine dair bir eseri vardır. İbn Hâllikân, faydalı kitaplardan olduğunu belirttiği bu eseri bizzat gördüğünü ve bir ciltten ibaret olduğunu söyler. Vehb b. Münebbih'in Vefeyâtü'l-a'yân'daki biyografisine bakınız.[388]

İbn Hâllikân Vefeyâtü'l-a'yân'da (1,168) Ebû Hâşim Halid b. Yezid b. Muaviye el-Ümevî'nin (Ö.85/704) biyografisinde onu "ilmin dallarında (fen) Kureyş'in en bilgililerindendi" diye vasıflandırdıktan sonra şöyle der: Kimya ve tıpta söz sahibiydi. Bu iki ilimde derin ve sağlam bilgisi vardı. Onun ilim­deki vukufunu gösteren risaleleri vardır. Kimya sanatını Meriyânus er-Râhib denen bir rahipten öğrenmişti. Bu konuda üç risalesi olup birisi onun­la adı geçen Meriyânus arasında geçenleri, ondan tahsil görüşünü ve işarette bulunduğu rumuzları ihtiva etmektedir. Onun bu konuda, ilminin genişliği ve tasarrufunun güzelliğini gösteren uzunca ve kıtalar halinde şiirleri de vardır.[389]

Îbnü'n-Nedim Fihristinde (s.89), Sicistâni de Kitâbü'l-Muammerîn'de şu bilgiyi zikreder: Muammer (uzun ömürlü) tarihçi ve ensâb alimi Ubeyd (Abid) b. Şeriyye el-Cürhümî (ö. 67/687), Muaviye b. Ebi Süfyân için Kitâbü'l-Mülûk ve alıl?âri'l-mâdin adlı eseri kaleme aldı. Şöyle ki Muaviye onu Yemen'in Sana şehrinden getirtmiş ve kendisine geç­miş milletlerin haberlerini, Arap ve Acem hükümdarlarını, dillerin karışma­sının sebebini ve insanların ülkelere dağılışını v.s. sormuştu. O bunlara ce­vap verince, Muaviye de söylediklerini kaleme almasını (tedvin) em retti ve bu eser Ubeyd'e nisbet edildi. Bu a h b â r a (tarih) dair yazılan ilk eser olup Kitâbü'l-Mülûk ve ahbâru'l-mâdin diye adlandırmıştır. Ubeyd bir başka kitap daha telif etti ve Kitâbü'l-Emsâl diye adlandırdı.[390] Hâfiz İbn Hacer, adı geçen Ubeyd'in biyografisini el-Isâbe'de verir ve Ruşâti'nin Hemedâni'den naklettiği şu rivayeti zikreder: Muaviye Himyer'in haberleri­ni araştırıyordu. Amr b. As ona "Ubeyd b. Şeriyye'ye ne dersin; o Himyer'in haberleri ve e n s â b ı konusunda, hayatta kalanların en bilgilisi dir?" de­di. Muaviye Ubeyd'e yazarak kendisinden haberleri aldı ve bir kitap halinde telif etti. Ona bazı bilgiler eklenmiş ve bazısı çıkarılmış olup birbirine denk iki nüshası bulunmamaktadır.[391]

İbnü'n-Nedim çeşitli yerlerde, Hz. Ali'nin taraftarlarından Ebû Mihnef el-Ezdî tarafından telif edilen ve meşhurlarla başkalarının biyografileri bu­lunan kitapları zikreder.[392] Bu Ebû Mihnef, a h b â r daha ağırlıklı olmak üzere ahbar ve ensâb konusunda bilgi sahibiydi.[393] İbnü'n-Ne­dim, ayrıca Avâne b. Hakem el-Kelbî'nin tarihe dair telif ettiği bir kitabı[394] ile Muaviye'nin, düşmanlarına karşı yardımım sağlamak için kendi nesebine il­hak ettiği meşhur dâhi Ziyâd b. Ebih'in kendi nesebi hususunda bir kitap te­lif ederek oğluna verdiğini de zikreder.[395]

Kadı Hafâci Şerhu'ş-Şifâ'sında (1,175), Hz. Ebubekir zamanında müs-lüman olup 90 (709) yılında vefat eden Ebü'l-Aliye Rufey b. Mihrân'ın biyog­rafisini verirken şöyle der: Onun bir Tefsir'i vardı. (Nesîmü'r-riyâz'dan).[396]

Keşfuzzunûn (s. 13-14) müellifi, Mücahid b. Cebr el-Mekkî'ye (ö. 104/722) bir Tefsir nisbet eder.[397] Ayrıca Katâde b. Diâme es-Sedûsî'ye (ö. 118/736) de bir Tefsir nisbet ederek Hârice b. Mus'ab'ın buna 1000 kadar ha­dis eklediğini belirtir.[398] Yine Keşfuzzunûn'da, Kur'an'da v ü c û h ve n e z â i r 'den sözedilirken Hafız Ebü'l-Ferec İbnü'l-Cevzî'den naklen şu bilgi verilir: Bu konuda bir kitap İbn Abbas'tan rivayet olarak İkrime'ye, bir başka kitap da yine İbn Abbas'tan rivayeti olarak Ali b. Ebi Talha'ya nisbet edilir. Mukâtil b. Süleyman da bu konuda bir eser yazmıştır (Keşfuzzunûn'da "vâv" harfine bkz, s. 628).[399]

Yine Keşfuzzunûn'da "Kâf harfinde Hasan-ı Basri'ye ait Kitâbü'l-Ihlâs zikredilerek şu bilgi verilir: Hatib, Târihu Bağdâd'da Hallacın bi­yografisinde şu malumatı zikreder: Kadı Ebû Ömer el-Malikî, Hallac'la ilgili olarak hüküm vermekten geri durdu. Ta ki ona ait bir kitapta bir görüşü ken­disine okununca ona "bu görüşe nasıl vardın?" diye sordu, o da Hasan'ın Kitâbu'l-Ihlâs'ından aldım dedi. Bunun üzerine "ey kanı helal kılınmış adam, yalan söylüyorsun. Biz Hasan-ı Basri'nin Kitâbü'I-Hılâs'ını Mek­ke'de dinledik (okuduk), onda bu hususta birşey yoktu". Sonra da Hallac'ın öldürülmesine hükmetti.[400] en-Nüketü'1-vefîyye'de de bu bilgi geçmekte olup bu, Kitâbü'l-İhlâs'ın Hasan-ı Basri'ye ait olduğu konusunda Ebû Ömer'den bir itiraftır. Hasan-ı Basri mutlak manada eser kaleme alan ilk kimsedir (Keşfuzzunun, I, 259).[401]

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (II. kısım, VII, 7) Humeyd et-Tavil'in biyogra­fisinde şu bilgi verilir: Hammâd b. Seleme, Humeyd'den naklen bana şunu haber verdi: "O, Hasan-ı Basri'nin kitaplarını alıp istinsah eder (çoğaltır) ve kendisine iade ederdi".[402] İbn Sa'd Tabakalında, (IV, 241) Ömer b. Abdüla-ziz zamanında vefat eden Hasan b. Muhammed b. Hanenyye'nin biyografisi­ni verirken Zâdân ve Meysere'den şu nakilde bulunur: Zâdan ve Meysere, Hasan b. Muhammed'in yanına girdiler ve irca (mürcielik) konusunda yazdığı kitaptan dolayı kendisini kınadılar. Hasan da Zâdan'a şöyle dedi: "Ey Ebû Ömer, onu yazmaktansa Ölmeyi ne kadar isterdim!".[403]

Hocalarımızdan bazısının hocası ve Hicaz'ın hafızı Şeyh Muhammed Abid el-Ensârî es-Sindî Hasru'ş-şârid adlı sebtinde Katâde, Ebü'l-Âliye, Mücahid, Dahhâk ve Ravh b. Ubâde'nin Kitâbü't-Tefsir'lerinin onlardan kendisine kadar varan isnadlarını zikreder. Adı geçen eserde "te" harfine bakınız.

Bütün bu kaydedilenlerle, Hafız Suyûti'nin Tenvirü'l-hevâlik alâ Muvattâi Mâlik'te Şeyh Ebû Talib el-Mekkî'nin Kûtu'l-kulûb adlı eserin­den naklettiği şu bilginin manası da anlaşılmış olur: "Kaleme alınan bu eser­ler 120 veya 130 (748) yılından sonra ortaya çıkmışlardır". [404]O esere bakınız. Kûtü'l-kulûb'un (1,109) ifadesi ise şöyledir: "Kaleme alınan bu eserler 120 (738) yılından sonra ve bütün sahabe ile tabiinin ulularının vefatlarından sonra ortaya çıkmıştır". O sonra da şöyle der: "Bazı kitaplar Said b. Müsey-yeb ile tabiin seçkinlerinin vefatından ve hicri 120 veya daha sonraki yıllarda kaleme alınmıştır".[405]

 

Kumandan Sahabilebin Fethettikleri Ülkelerden Hulefa-yı Raşi-Dine Coğrafi Raporlar İletmeye Özen Göstermeleri

 

Sannâcetü't-tarab fi takaddümâti'l-Arab'da (s.419) şu bilgi verilir: İslam'ın ilk dönemlerinde halifeler, vali ve ordu kumandanlarına, fethettik­leri ve ele geçirdikleri ülkelerin planını (haritasını) çizmelerini emrediyorlardı.[406]

Derim: Bu raporların örneklerinden biri Amr b. As'ın Mısır'ın fethini ta­mamladıktan sonra Emirü'l-Mü'minin Ömer b. Hattab'a göndererek ona Mı­sır'ın özelliklerini anlattığı ve orada uygulayacağı siyaseti açıkladığı şu mektubudur: "Bil ki ey Emiriı 1-mü'minin Mısır kül rengi bir köy (verimli bir toprak), yeşil bir ağaç (yeşillik ve ağaçlan bol), uzunluğu bir ay ve eni on (muhtemelen yaya insanın Mısır'ı uzunluğuna bir ayda, enine ise on günde katedeceğini kastediyor), siyaha çalan dağlarla çevrili, kırmızı veya sarıya Çalan kumu olan, bir ülkedir; ortasını Nil çiziyor, gidiş ve gelişi kolay, güne­şin ve ayın akışı gibi belli zamanlarda suyu azalıp çoğalarak akan, yerin pı­nar ve kaynaklarının yükselttiği, gürültüsü artıp dalgaları büyüyerek etrafa taşınca bazı köylerden diğerlerine ancak küçük gemiler ve hafif sandallarla geçilebilir, yükselişi son noktasına varınca ilk akışındaki gibi tekrar eski ha­line döner, o zaman halk çıkıp vadilerin yukarı taraflarını ve tabanlarını sü­rerek tohum eker ve mahsulü Allah'tan beklerler, mahsûl ortaya çıkıp beli­rince üstten yağmur onu sular, alttan da toprak besler, o zaman sütü bollaşır ve sinekleri çoğalır ve derken Mısır, ey mü'minlerin emiri, beyaz bir inci, si­yah bir anber ve yeşil bir zümrüt olur. Allah yüce ve dilediğini yapandır. Bu memleketleri ıslah edip verimlendiren ve sakinlerini burada karar kıldıran kimse, buranın hasisinin reisi hakkındaki sözünü kabul etmesin, mahsulün vergisini zamanı olmadan almasın, üçte birini köprü ve kanallarına harca­sın. Çalışanlarla durum bu şekilde yoluna girince mal kat kat artar. Başta da sonda da başarıya ulaştıran Allah'tır". Ebü'l-Mehasin en-Nücûmü'z-zâhire fi mülûki Mısr ve'l-Kâhire'de(Leyden 1850) şöyle der: Bu mektup Ömer b. Hattab'a ulaşınca şöyle dedi: "Aferin sana ey İbnü'1-As, bana bir ha­beri öyle vasfettin ki sanki onu görüyor gibiyim".[407]

Meşhur Fransız yazar Uktâf Uzan[408] bu raporu birçok yabancı dile çevi­rip Le Figaro gazetesinde neşretti ve şu sözleriyle vasfetti: "Bu rapor, bütün dünya dillerinde en büyük belagat harikalarından olup ieâzı (özlü oluşu) ve i'câzı (belagatta eşsizlik ve üstünlüğü) bakımından değerli cevherlerindendir". Ayrıca bundan tavsif gücü ve ifade sağlamlığı yanında eşyaya doğru hükmetmeyi, ülkeleri yönetme ve imar siyasetinin keyfiyetini öğrenmeleri için bütün dünya okullarında zorunlu olarak okutulmasını teklif etti. Bu tavsifi İngiliz tarihçilerinden Gibbon ile Dr. Butler de tercüme ettiler. Târihu Amr b. Asa bakınız.[409]

 

Uygarlıkla İlgili Tıp, Kimya, Sanatlar v.b. İlimlere Dair Eski Kitapların Tercümesiyle Ashap Zamanında İlgilenildiği

 

Ebû Osman Amr b. Bahr el-Câhız (ö. 255/869) el-Beyân ve't-tebyîn (Mısır 1313,1,126) adlı eserinde şöyle der: Halid b. Yezid b. Muaviye şair bir hatip, özlü ve fasih konuşan bir kimseydi. O astronomi, ( n ü c û m ) tıp ve kimya kitaplarını tercüme eden ilk kimsedir.[410] İbn Ebi'l-Hadid el-Medâin5 Şerhu Nehci'l-belâğa'da (Mısır baskısı, III, 476) şöyle der: "Halid b. Yezid b. Muaviye mütercim ve felsefecilere ihsanda bulunan, hikmet ehli ve her sa­nat erbabının reislerine yakınlık kuran, astronomi, tıp, kimya, savaş, âdâb ve sanatlarla ilgili kitapları tercüme eden ilk kimsedir". Şüphesiz, adı geçen Halid hicri birinci yüzyılda 85 (702) yılında vefat etmiş olup bu tarihten son­ra sahabeden birçokları yaşamışlardır.

Şemsüddin Muhammed es-Seffârinî kendi Akide'sinin şerhinde Sala-huddin es-Safedî'den naklen şu bilgiyi verir: "Kitapları Arapça'ya tercüme ettiren ilk kimse Abbasi halifesi Me'mûn olmayıp bunu ondan önce birçokları yapmıştır. Yahya b. Halid Fars kitaplarından Kelile ve Dinine'yi Arapça'ya tercüme ettirdi, kendisi için de Yunan kitaplarından el-Mecisti (Almagest) Arapça'ya çevrildi. Yaygın görüş, Yunan kitaplarını Arapça'ya ilk tercüme ettirenin Halid b. Yezid b. Muaviye olduğudur. O bunu, kimya kitaplarına düşkün olduğunda yaptırmıştı." Seffârini s. 10'dan sonra şöyle der: "Halid b. Yezid'e gelince, onun için tıp ve astronomi kitapları Arapça'ya çevrildi. Ken­disi için tıp ve astronomi kitapları Arapça'ya çevrilenin halife Mansûr oldu­ğu da söylenmiştir. Halid'e gelince, onun tutkusu kimya sanatına olup bu ko­nuda risaleleri mevcuttur. Bu bilgiyi Meriyânus er-Râhib er-Rûmî adlı bir rahipten öğrenmişti".[411]

Matbu Keşfuzzunûnda (I, 447) şu bilgi verilir: Halid b. Yezid b. Muavi-ye'ye Mervanoğulları'nın hakimi (bilge) deniyordu. Zihnine sanat takıldı, felsefecilerden bir grubu çağırtıp sanatla ilgili kitapları Yunanca'dan Arap­ça'ya tercüme etmelerini emretti. Bu, İslam'da ilk tercüme işidir.[412]

Suyûti'nin el-Evâil'inde şu bilgi kaydedilir: Kendisi için ilk defa tıp ve astronomi kitapları tercüme edilen kimse Halid b. Yezid b. Muaviye'dir. Bu­nun Mansûr olduğu da söylenmiştir.[413] İbnü'n-Nedim de Fihrist'inde (s. 242, 244) şu bilgiyi zikreder: Kimya sanatı Halid b. Yezîd b. Muaviye zama­nında İskenderiyye okulunda revaçta idi. Bu konuda bir grup bilgin Önde gel­mekteydi ki Estefân el-Kadîm adlı Bizanslı rahip bunlardandı.[414] Bu ve îbn Ebi'l-Hadid'in daha önce geçen sözüyle, Corci Zeydân'ın Târihu âdâbi'1-lu-ğati'l-Arabiyye'de söylediği "onlar muhtemelen Halid b. Yezid için astrono­miyle ilgili birşeyler tercüme ettiler" sözü ve İbnü'l-Kıfti'nin Ahbâru'I-hukemâ'da (s. 286) İbnü's-Sinbadî'nin biyografisinde söylediği "O Kahi-re'de kütüphanede, üzerinde tu küre emir Halid b. Yezid b. Muaviye tarafin-dan gönderilmiştir' diye yazıh olan bir küre gördü" sözünün anlamını kavra­mış olursun.[415]

Derim: Câhız, İbnü'n-Nedim, İbn Hallikân, Îbnul-Kıftî, İbn Ebi'l-Hadîd, Safedi, Suyûti ve diğerlerinden nakledilen bu bilgilerle, İbn Hal­dun'un "Apaçık bilinen bir husustur ki Halid Arap soyundan olup bedeviliğe daha yakındı ve genelde ilim ve sanatlara uzak bulunuyordu. Nasıl olur da terkibe giren maddelerin nitelik ve özelliklerini bilmeye dayanan enteresan bir sanatla alakası olur? Üstelik bu konuyla ilgilenen bilginlerin tabiiyât ve tıbba dair eserleri de o sırada henüz tercüme edilmiş değildi"[416] sözleriyle ot-taya koyduğu basit akıl yürütmesindeki isabetsizlik anlaşılmış olur. İbn Haldun'un hücumunu red için, o zamana yakınlığı ve derin bilgisi bakımın­dan kim olduğu bilinen Ibnü'n-Nedim'in "kimya sanatı Halid zamanında re­vaçta idi" sözü yeter. Böylece İbn Haldun'un çıkardığı sonuç, yanlışlıkta ye­rin dibine geçmiş olur. Allah, doğrusunun en iyi bilir.

Adı geçen Târihu âdâbi'l-luğati'l-Arabiyye'de (I, 233) şu bilgi kayde­dilir: Mervan b. Hakem'in (ö. 65/685) çağdaşı ve Basra'da oturan Mâserceveyh adlı Süryâni asıllı Yahudi bir tabip vardı. Onun zamanında, tıpla ilgili en önemli elkitaplarından (künnâş, künnâşe, hâvi) biri ortaya çıktı. Papaz Ehrûn b. A'yûn tarafından Süryânice yazı­lan bu eseri Mâserceveyh Arapça'ya tercüme etti. Ömer b. Abdülaziz halife olunca bu kitabı Şam'da kütüphanede buldu. Bazı kimseler halifeyi, kendi­sinden faydalanılması için bu eseri müslümanların hizmetine sunmaya teş­vik ettiler. O da bu konuda kırk gün istiharede bulunduktan sonra kitabı hal­kın istifadesine sundu.[417] Şifâü'l-ğalil'de şu bilgi verilir: K ü n â ş , "gurâb" kalıbında bir kelime olup aslı Süryânice'dir. Mecmua (derleme, ko­leksiyon) ve tezkire (ajanda, not defteri) manalarına gelen bu kelime filozofların (hukema) sözlerinde çok geçmekte olup felsefe kitaplarını mütala eden­lerin bildiği üzere onlar bazı kitaplarını da bu şekilde adlandırmışlardır.[418]

 

Tasavvuf İlminden İlk Bahsedenlerin Sahabiler Olduğu

 

İbn Luyûn et-Tücîbî el-İnâletü'1-ümiyye'sinde şöyle der: "Tasavvui ilimleri konusunda ilk söz söyleyen kimse Hz, Âli'dir", Salih alim Ebu 1-Ka-sım Ali b. Muhammed b. Haccû Ziyâü'n-nehâr'da şöyle der: "Ashabın bilgisi Allah ve ahirete dairdi. Kendileri h a v f (korku), hüzün, mücâhede, murakabe, kanaat, sabır, tevekkül, rıza, Allah'tan başka şeylerden kopup yalnız ona bağlanma, derin ve tüm kapsayıcı bir ihlas ehli idiler. Cihad, ne­fisle mücâhede, ikram, güzel ahlakı elde etmeye çalışmak, tevhid, ihlas, ya-kin ve zikir gibi ibadet ve hususları yerine getirmeye ve elde etmeye çalışı­yorlardı, îşte bu da tasavvuf ilmidir. Allah Resulü'nün (sav) hutbe ve tavsiye­lerinin büyük kısmı tasavvufun kapsamına giren hususları içeriyordu. Er­kek ve kadın sahabiler de buna rağbet duyup elde etmeye çalışıyorlardı. Her müslümana vacip olan ilim, zamanında ashabın ilgilenip uyguladığı ilim olup bu ta da tevhid, ihlas ve tevbeden sonuna dek tasavvufun diğer makam­larının bilgisinden ibarettir". Bu bilgilerle, tasavvuf konusunda ilk söz söyle­yen kimsenin Hasan-i Basri olduğuna dair el-Medhal'de geçen bilginin an­lamını bilmiş olursun. Hasan-ı Basri, Hz. Peygamberin hanımlarından Ümmü Seleme tarafından emzirilmiş olup burada kastedilen, onun Hz. Ali'den sonra tasavvuftan sözeden ilk kimse olduğudur.

Daha sonra Kadı İbnül-Hâc'ın ed-Dürrü's-semin'e yaptığı haşiyede Tüsteri'nin er-Risâletül-ilmiyye'sinden şu bilgiyi naklettiğini gördüm: "Hasan-ı Basri şöyle dedi: Tasavvuf ve fakr konusunda ilk söz söyleyen kim­se Hz. Ali'dir". Îbnü'1-Hâc şöyle der: Bu yüzdendir ki babam el-Hikem'e yap­tığı nazımda Hz. Ali'yi tasavvuf ilminin kurucusu saymıştır;

Onun Ali'dir kurucusu

İlim ve hikmet sahibi olan.

Bu bilginin benzerini o el-Ezhârü't-tayyibetü'n-neşr adlı eserinde de tasavvuf ilminin kurucusundan sözederken vermiştir. Kâvukci'nin ez-Ze-hebü'l-ibriz'inde şu bilgi verilir: "Ebû Zer el-Gıfâri, beka ve fena ilmi konusunda konuşan ilk kimsedir."

İmam Ebû Tâlib el-Mekkî'nin Kûtü'l-kulûb'unda şu bilgi kaydedilir: Hasan-ı Basri bu ilmin yolunu açan, bu konuda dilleri çözen, onun manaları­nı dile getiren, nurlarını açığa çıkaran ve peçesini açan ilk kimsedir. Bu ko­nuda söyledikleri, akran ve arkadaşlarının hiç birinden duyulmuş değildi. Kendisine şöyle denildi: "Ey Ebû Said, bu ilimle ilgili öyle şeyler söylüyorsun ki başkasından duymuş değiliz. Kimden aldın bunu?" Hasan-ı Basri "Huzeyfe b. Yemân'dan" karşılığını verdi. Denildiğine göre, Huzeyfe b. Yemân'a "Bu ilimle ilgili olarak öyle şeyler söylüyorsun ki Allah Resulü'nün ashabından hiç kimseden duymadık, nereden aldın bunu?" diye söylenmiş, o da "Resulullah bunu yalnız bana bildirdi" karşılığım vermiştir.[419] Ebû Tâlib el-Mekkî bundan önce şöyle der: Hasan-ı Basri, bu sözettiğimiz ilimde imamımızdır; onun izinden gidiyor, yolunu takip ediyor, kandilinden aydınlanıyoruz. Al­lah'ın izniyle bu bilgiyi, ona varıncaya dek bir imam diğerinden alarak nakle-de geldik. O Bedir'e katılan sahabilerden yetmiş kişiyle görüşmüş, üçyüz sa-habiyi, Osman b. Affân'ı, Ali b. Ebî Tâlib'i... görmüştür.[420] Ebû Tâlib el-Mekkî, bundan önce de şu bilgiyi zikreder: Ali b. Ebi Tâlib Basra mescidinde Hasan-ı Basri'nin ilim halkasına vardı, o bu ilim konusunda konuşuyordu. Kendisini dinledi sonra döndü ve onu dışarı çıkarmadı (Kûtü'l-kulûb, I, 148,149,150).[421] Bundan anlaşılıyor ki efendimiz Hz. Ali'nin onu mescidden çıkardığı ve bu konuda konuşmaktan menettiğini ileri süren kimse yalan söylemiştir.[422]

 

İslam'da Nahtv (Gramer) İlmini İlk Koyanların Sahabiler Olduğu

 

Nahiv alimi Ebü'l-Kasım Abdurrahman b. Ishak ez-Zeccâcî Emâlîsin-de şu tahricde bulunur: Bize Ebû Cafer Muhammed b. Rüstem[423] et-Taberî haber verdi: Bize Ebû Hatim es-Sicistânî haber verdi: Bize Yakub b. Ishak el-Hadramî haber verdi: Bize Said b. Salim el-Bâhilî haber verdi: Bize babam, o dedemden, o da Ebü'l-Esved ed-Düelî'den şöyle dediğini haber verdi: Emi-rü'1-mü'minin Ali b. Ebi Tâlib'in yanına girdim, onu başını önüne eğmiş dü­şünceli bir halde gördüm. Kendisine "ne düşünüyorsun ey emirü'l-mü'mi-nin?" diye sordum, şu karşılığı verdi: "Sizin bu memleketinizde i r â b ha­tası yapılarak konuşulduğunu gördüm. İstedim ki Arapça'nın esaslarına da­ir bir kitap kaleme alayım". Ben de "eğer bunu yaparsan bizi ihya edersin ve dil de bizde kalır" dedim. Üç gün sonra kendisine geldim, bana bir sahife ver­di, içinde şöyle yazıyordu: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Bütün söz (kelâm), isim, fiil ve harften ibarettir. İsim "müsemmâ"'dan (ad verilen şey) haber veren şeydir. Fiil, müSemma'nm hareketinden haber veren şeydir. Harf de ne isim ne fiil olmayan bir manayı haber veren şeydir". Bana sonra şöyle dedi: "Onu incele, uygun gördüğün hususları ekle ve bil ki ey Ebü'l-es-ved, isimler üç türlüdür; açık (zahir), muzmer (şahıs zamiri) ve ne açık ne muzmer olanlar. Alimler ne açık ne muzmer olanları bilme konusunda gay­ret sarfetmişlerdir". Ebü'l-Esved şöyle der: Bununla ilgili olarak bir şeyler derleyerek Hz. Ali'ye arzettim. Nasb harfleri bunlardandı. Bu harflerden inne, enne, leyte, lealle ve keenne'yi zikrettim, lâkinneyi ise anmadım. Bana "onu neden terkettin?" diye sordu, ben de "bunun onlardan olduğunu sanmı­yordum" karşılığım verdim. O da "evet, o onlardandır, onu ekle" dedi.[424] Ha­fız Suyûti bu haberi Evâil'inde ve Cemu'l-cevâmi'de, İbnu 1-Hindi de Ken-zü'1-ummâTde, zikredildiği şekilde Zeccâci'den naklen verirler.[425] Ben bunu Zeccâci'nin matbu Emâli'sinde bulamadım. Muhtemelen başkasında olma­lıdır. Çünkü onun büyük, orta ve küçük Emâli'leri vardır. Mısır'da basılanı küçüğüdür veya başka bir Zeccâci'ye ve muhtemelen Ebû Ishak'a aittir.

el-İsâbe'de Ebü'l-Esved'in biyografisinde, Ebû Ali el-Kâlî'nin Emâlî-sinden naklen şu bilgi verilir: Arapça'nın esaslarım ilk vazeden ve Mushaf ı noktalayan kimse Ebü'l-Esved1 dir. Kendisine kimin yol gösterdiği Ebul-Es-ved'e soruldu," onu Hz. Ali'den aldım" dedi.[426] İsfahani el-Eğâni'de Cafer b. Ebi Harb b. Ebil-Esved ed- Düelî yoluyla onun da babasından şöyle dediğine dair rivayetini tahric eder: Ebü'l-Esved ed-Düelî'ye "bu ilmi, yani hahivi, ne­reden aldın?" diye soruldu, "onun tariflerini Hz. Ali'den aldım" dedi.[427] Bey-haki Şuab'da, İbn Asâkir ve İbnü'n-Neccâr, Sa'saa b. Savhân'dan şu rivayeti tahric ederler: "Hz. Ali, Ebü'l-Esved'e İnsanlar için, dillerini düzeltmelerin­de esas alacakları birşey koy' dedi ve ona ref(ötre\ nasb (üstün) ve eeKkes-re) işaretlerini çizdi". Kenzü'l-ummâl'de "Kitâbu'l-İlm"e bakınız.[428]

Şeyh Ebû Muhammed Abdülkâdir b. Ahmed el-Kûhin el-Fâsî Fih-rist'inde[429], nahiv ilmindeki isnadını, Hz. Ali'den almış olarak Ebü'l-Esved'e ulaştırdığında şöyle der: "Zeccâci'nin Emâli sinde, Beyhaki'nin Şuabü'l-iman'da, Ebü'l-Ferec'in el-Eğâni'de çeşitli yollarla tahric ettikleri üzere o, yani Hz. Ali nahivin kurucusudur. Bu da Hz. peygamber'in 'Ben ilmin şehri, Ali de kapısıdır' sözünün mazhandır. Bu hadisi Tirenizi[430] ve Hâkim, Hz. Ali'den tahric etmişlerdir. Yine Hâkim ve Taberâni de İbn Abbas'tan tahric etmişlerdir."[431] Bu bilgiyi, üzerinde müellifin elyazısı bulunan bir nüshadan aktardım.

Kadı Ebü'1-Feth İbnü'l-Hâc'ın el-Ezhârü't-tayyibetü'n-neşr adlı ese­rinde şu bilgi verilir: İslam gelip de çeşitli milletler birbirine karışınca Arap­ça'nın zayi olmasından korkuldu ve Ali b. Ebi Tâlib bu konuda söz söyleyerek Arapça'nın esaslarını belirledi. Bu yüzden babam S i r e t e dair mimiyye kasidesinde, başkalarını izleyerek onu bu ilmin kurucusu saydı ve bazı beyit­lerden sonra şöyle dedi:

Odur nahivi vazeden, düzenleyen İsim, fiil ve harfi düzensiz olan

Daha sonra Ebu 1-Esved ed-Düelî Arapça'nın kurallarını tesbite, ondan şüphe ve tereddütleri gidermeye teşebbüs etti. Bu yüzden Serisi Şerhu'l-Makâmât'ta ve Ezheri et-Tasrih'te başkalarını izleyerek onu bu ilmin kurucusu sayarlar. Ebü'l-Esved tabiinden olup seksen beş yaşında Basra'da 69 (688) yılında vefat etmiştir.[432] İbn Şaban Elfîyye 'sinde şu sözleriyle buna işaret eder: "Nahiv konusunda bize ilk bilgi veren kimse Hz. Ali'dir. Fahred-din er-Râzî şu bilgiyi haber verir: Hz. Ali, Ebü'l-Esved'e izafet ve imâle konularını yazdı. Sonra Ebü'l-Esved atıf, na't (sıfat), sonra da ta-accüb (ünlem) ve soru konularını kaleme aldı".

Ebyâri'nin Suûdu'l-metâli adlı eserinde şu bilgi verilir: Çeşitli sebep­lerle Hz. Ali veya Hz. Ömer'in emriyle nahivi ilk koyan kimsenin Ebü'l Esved ed-Düelî olduğu hususu şöhret bulmuştur. Hz. Ali veya Hz. Ömer'in emriyle olduğuna dair rivayeti[433], bunların ayrı ayrı zamanlarda meydana geldiği şeklinde yorumlayarak birbiriyle telif mümkündür". Adı geçen Şeyh Ebyâri, el-Kasrü'1-mebni fi havâşi'I-Muğni[434] adlı eserinin başında şu görüşü be­lirtir: "Kendileriyle sözün anlamlarının anlaşıldığı bu ilmin kural ve esasları ashap arasında veya onlardan bazıları arasında bilinmekteydi. Hz. Ali'nin Ebü'l-Esved'e nahiv ilminin esaslarını koymasını emretmesi, bu ilinin emre­den ve emredilen tarafından bilindiğini göstermektedir". Adı geçen haşiyeye bakınız. İbnül-Enbârî Nüzhetü'l-elibbâ fî tabakâti'l-üdebâ'da (s. 11) Ebu 1-Esved'in biyografisinde şöyle der: O nahive dair kendisine nisbet edi­len bir Muhtasar kaleme almıştır. Bunun sebebi de Ziyâd b. Ebih'in ona "halk için birşey telif etseydin" demesidir.[435]

İbnu n-Nedim Fihristinde, kitap toplayanlardan birinin kendisine gösterdiği bir kütüphaneden sözederken bizzat gördüğü şu hususu anlatır: O kütüphanede bulunanlar arasında büyük bir kitaplık vardı. İçinde 300 n-tıl kadar ağırlığında deve derisi, saklar, Mısır kağıdı, Çin kağıdı, Tihâmî ka­ğıt, işlenmiş deri, Horasan kağıdı vardı. Bunların içinde dört yaprak vardı ki Çin kağıdından olduğunu sanıyorum, muhtevası şöyleydi: "Bunda Ebu 1-Es-ved tarafından fail ve mefule dair söylenenler bulunmakta olup Yahya b. Ma'mer tarafindan yazılmıştır." Bunun altında eski bir yazıyla "Bu Allan en-Nahvî'nin yazısıdır", onun da altında "Bu Nadr b. Şümeyl'in yazısıdır" ibare­si vardı. Sonra bu adam öldüğünde kitaplığı kaybettik (el-Fihrist, s. 4O).[436]

Kadı İbnü'l-Ezrak Ravdu'l-a'lâm'da Arapça'nın İslamî ilimler içindeki mevkiini belirttikten sonra şöyle der: "Selef alimleri, taşıdığı maslahatı bil­diklerinden Arapça'nın esaslarını koymaya süratle eğildiler. Daha önce ge­çen bilgilerden de anlaşılacağı üzere, bu ilmin vazedilmesine hulefa-yı râşidin'in bizzat kendileri teşebbüs etmeseler de bunun yapılmasını emre­den ve konularının temellendirilmesinde yol gösterenler onlardır. Şüphesiz bu önde oldukları ve Öncülük ettikleri hayır cümlesindendir. Bunun meşru­luğunun dayanağı, Mushaf in biraraya getirilmesi ve mesâlih-i m ü r s e 1 e kaidesinin gerektirdiği diğer hususların dayandığı delilin ay­nısıdır." O bundan önce de nahiv ilmini ilk koyanın Hz. Ali olduğunu ve Ebü'l-Esved'in ondan aldığını çeşitli yollarla naklettikten sonra şunu zikre­der: Ebü'l-Esved nahivin esaslarını Hz. Ali'nin kendisine öğrettikleri çerçe­vesinde koydu. Alimlerden biri bu manayı, kendisine nisbet edilen bu ilmin kuruluş kapısını açan emirü'1-mu minin Hz. Ali'yle iftihar arzı ve onunla ay­nı adı taşıyan İbn Usfûr'u Övme çerçevesinde dile getirmiştir:

Bize nahvi nakletti Düeli

Kahraman emirü'I-mü'minin'den

Nahve AH başladı, bunun gibi

Sona erdirdi İbn Usfûr Ali.

Bu konuda Hafız Suyûti'nin el-Ahbârü'1-merviyye fi sebebi vaz'i'1-Arabiyye adlı risalesine bakınız.[437]

 

Bedi Türlerinden Biri Olan Tashiple İlk Konuşanın Hz. Ali Olduğu

 

T a s h i f, okunuşu iki türlü olabilen bir söz söylemek anlamında olup.[438] Hz. Ali'nin istinbat ettiği diğer ilimler de burada zikredilecektir.

Bu t a s h i f lerden en zarifi, efendimiz Hz. Ali'nin (Allah yüzünü ke-remlendirsin) şu sözüdür: "Her üzümü, üzüm ağacı verir". Bu söz "Her aybı, cömertlik Örter" sözünüzle t a s h i f kılınır.[439] Dedemin anne tarafından dedesi allâme Ebü'1-Feyz Hamdûn İbnü'1-Hâc en-Nevâfîhu'1-âliyye fî'l-medâihi's-Süleymâniyye adlı şerhinde şöyle der: "Sözünde tasnifle konu­şan ilk kimse Hz. Ali'dir". O esere bakınız. Daha sonra, bu konuyu ondan önce dile getireni gördüm ki o da Medinetü'1-ulûm müellifi olup Şeyh Abdurrah-man el-Bistâmî'den şu bilgiyi nakleder: T a s h i f ilminden ilk sözeden kimse İmam Ali b. Ebi Tâlib olup bu sözlerinden biri şudur: "Basra halkının yokolması rüzgârladır". Hafız Zehebi şöyle der: Bu kelimenin (rüzgâr: rih) tasnifi ancak 200 (815) yılından sonra bilinebilmiştir. Yani "Basra'nın harap oluşu Zencilerledir". İmam Ali'nin bu ilimde eşsiz sanatları vardır.[440]

Şihâbüddin Ahmed b. eş-Şelebî el-Hanefî el-Mısrî'nin İthâfu'r-ruvât bi-müselseli'1-kudât adlı eserinde, efendimiz Hz. Ali'nin ilk olduğu husus­lardan sözedilirken şu bilgi verilir: Zekice t a s h î f ler konusunda ilk söz söyleyenin o olduğu söylenmiştir. Hz. Ali şöyle der: "Her üzüm...". Bu bilginin benzerini İbn Hişâm Mûkidü'l-ezhân ve mûkizü'l-vesnân adlı eserinin dördüncü faslında verir. Şeyh Muhtar b. Ahmed el-Künti el-Vâfî'nin el-Cir'atü's-sâfîye ve'n-nefhatü'1-kâfiye adlı eserinde şu bilgi seçer: Hz. Ali nahiv ilmi, kimya, usturlab, harflerin sırları, hesabın sırları, astroloji (tencim), vefk, tabir, ferâiz, paylaştırma inceliklerini vs. orta­ya koyandır.

Mısır'da medfun Şemsüddin Muhammed b. Muhammed el-Gilânî (el-Füllânî?) ea Dânkevî es-Sûdânî'nin Behcetü'1-âfâk fî ilmi'l-hurûf ve'l-evfâk[441] adlı eserinde şu bilgi verilir: Hz. Ali kevnî harflerin sırlarıyla ilgili el-Cifr ve el-Câmia'ya dair eser kaleme almıştır.[442] Cifr ve camia, bu harflerden çıkarılan sırların anahtarlarından 1700 esastır. Hz. Ali, el-Kenzü'1-bâhir fi şerhi hurûfi'l-meliki'z-zâhir[443] müellifinin söy­lediği gibi, ashaptan yüze yüz kare (vefkini?) vazeden ilk kimsedir.[444]

 

İmam Eşakinin Kelâm İlminden Bahsetmesi Ve Telifte Bulunmasından Önce Bu Konuda İlk Defa Ashabın Konuştuğu

 

Şeyh el-Emir, el-Cevhere haşiyesinde İmam Ebû Ali el-Yûsî'den şu bil­giyi nakleder: Ebü'l-Hasan el-Eş'arî'nin kelâm ilminin kurucusu oldu­ğu hususu şöhret bulmuştur. Oysa durum gerçekte böyle değildir. Aksine Ömer b. Hattâb ve Enes bu konuda konuşmuş olup İmam Malik de daha Eş'ari doğmadan bu hususta bir .risale yazmıştır.

Şeyh İllİş Fetâvâ'sında, kelâm ilminin kurucusuyla ilgili olarak verdiği bir cevap sırasında şöyle der: Uygun olan görüş, k e 1 a m 'm Kur'anî bir ilim olduğudur. Çünkü bu ilim, akaid (inanç esasları), peygam­berlik ve vahye dayanan bilgilerin anılması suretiyle Allah'ın Kelamı'nda geniş şekilde ele alınmıştır (1,13).

Hânz Suyûti Cem'ul-ceyâmi'e yaptığı nazmın şerhinde Ebü'l-Velid el-Bâcî'den şu nakilde bulunur: İbn Ömer kaderi inkâr edenlerle taştışarak on­lara karşı hadisi delil olarak ileri sürdü, İbn Abbas da Hâricilerle tartıştı.

Derim: Kim Beyhaki'nin el-Esmâ ve's-sıfât adlı eserini gözden geçirir­se, kelâmın eski bir ilim olduğu ve Hz. Peygamber, ashap ve tabiin büyükle­rinin bu konuyla ilgilendikleri hususunda şüphesi kalmaz.[445]

 

Ashabın, Kendilerinden Hadis Yazanlara Hadisi İmlâ Ettirmeleri

 

îbn Adi ve el-Medhalde de Beyhaki, Ebü'l-Hattâb Ma'rûf el-Hayyât'tan şöyle dediğini rivayet ederler: Vasile b. Eska'm insanlara hadis­leri imlâ ettirdiğini ve onların da kendisinden hadisleri yazdıklarını gördüm.[446]

 

Allah Resulü'nün Sorulan Soruları Cevaplamaya Ne Zaman Çıktığı Ve Kendisine Genel Olarak Nelerin Sorulduğu

 

Ebû Musa şöyle der: Hz. Peygamber sabah namazını kılınca kendisine yönelerek kimimiz Kur'an'dan, kimimiz ferâizden, kimimiz de rüya tabirin­den sorardık. Bu hadisi Taberâni el-Mu'cemü'I-kebir'de rivayet eder. Hey-sezni şöyle der: Hadisin senedinde Muhammed b. Ömer er-Rûmî mevcut olup Ebû Davud ile Ebû Zur'a onu zayıf, İbn Hibbân ise güvenilir kabul etmiştir.[447]

Faydalı bir bilgi: İbn Sa'd'ın Tabakât'ında (III, 33) Zühri'den şu bilgi nakledilir: Hz. Peygamber, huzura girilmesi için öğleden sonra izin verirdi ki bu sünnettir. Huzura girilmesi için izin isteme görevini azatlısı Enese yapardı.[448] Bundan anlaşıldığı üzere Hz. Peygamber Öğle namazından sonra evine girince, halkın öğle sonrası huzuruna girmelerine müsade ederdi.[449]

 

Allah Resulü Yanlarından Ayrılınca Ashabın Kendi Aralarında Hadis Müzakere Ettikleri

 

Heysemi Mecmau'z-zevâid'de "ilim mütala ve müzakeresi babı" başlı­ğını açarak orada Enes'ten gelen şu rivayeti kaydeder: "Biz hemen hemen altmış kişi olarak Hz. Peygamberle birlikte oturuyorduk. Bize hadis haber veriyordu. Sonra ihtiyacı için evine giriyor, biz kendi aramızda şunu, sonra şunu tekrar (müzakere) ediyor ve kalkıyorduk, sanki (bu bilgiler) kalbimize ekilmiş oluyordu." Bunu Ebû Ya'la rivayet eder. Senedinde Yezîd er-Rakkâşî mevcut olup zayıf bir râvidir.[450]

 

Ashabın Biraraya Geldiklerinde İlim Müzakere Ettikleri Ve Kur'an'dan Bir Sûre Okudukları

 

Hâkim cl-Müstcdrekte Ebû Said'den şu rivayeti tahric eder: Allah Re-sulü'nün ashabı biraraya geldiklerinde ilim müzakere eder ve bir sûre okurlardı.[451]

 

Ashaptan Alım Olanların Kendi Huzurunda Rivayette Bulunmasını Talebesine Emretmesi

 

Beyhaki el-Medhalde sahih bir senedle İbn Abbas'tan şu rivayette bu­lunur: İbn Abbas, Said b. Cübeyr'e "hadis naklet" dedi. O da "sen burada ol­duğun halde hadis mi nakledeyim?" karşılığını verince İbn Abbas şöyle dedi: "Evet, ben burada olduğum halde senin hadis haber vermen Allah'ın sana lütfettiği nimetlerden değil midir? Eğer hata edersen sana bildiririm".[452]

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında Said b. Cübeyr'in biyografisinde de şu bilgi ve­rilir: İbn Abbas, Said'e "hadis naklet" dedi, o "sen şuradayken hadis mi nak­ledeyim?" karşılığım verdi. Bunun üzerine İbn Abbas şöyle dedi: "Ben bura­da olduğum halde hadis haber vermen, Allah'ın sana lütfettiği nimetlerden değil midir? Eğer isabet edersen, bu sana aittir. Eğer hata edersen, sana bil­diririm'".[453]

 

Ashabın Kur'an'ı Manasını Belleyerek Tedricen Öğrendikleri

 

Ebû Abdurrahman es-Sülemî'den şöyle dediği nakledilir: "Allah Resu-lü'nün ashabından bize Kur'an'ı öğreten kimse, onların Resulullah'tan (sav) on âyet öğrendiklerini, bu âyetlerdeki ilim ve ameli bellemeden başka on âyeti Öğrenmediklerini haber vererek şöyle dedi: Resulullah, bize ilim ve ameli öğretirdi". Bu hadisi Ahmed b. Hanbel rivayet eder. Hadisin senedinde Atâ b. Sâib mevcut olup ömrünün sonlarında rivayetlerinde ihtilatta bulunmuştur.[454] İbn Ömer'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: Ömrümden bir hayli süre yaşadım; bizden birimize Kur'an'dan önce iman etme nasip olur, sûre Hz. Muhammed'e (sav) iner, sizin Kur'an'ı öğrendiğiniz gibi o sûredeki helâl ve haramları, sûrede bellemesi gerekli olan hususları öğrenir­di. Sonra insanlar gördüm; onlardan birilerine imandan önce Kur'an veril­miş oluyor, o da Fatihadan sonuna kadar onu okuyor, fakat ne emrettiğini, ne yasakladığını ve bellenmesi gereken hususların ne olduğunu bilmiyor, adi hurmayı saçar gibi onu saçıyor". Bu rivayeti Taberâni el-Mu'cemü'l-evsat'ta nakleder. Heysemi, hadisin ravüerinin Sahih'in ravileri ölçüsünde olduğunu belirtir.[455]

Mecmau bihâri'l-envâr'ın zeylinde "Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğ­renen ve öğretendir"[456] hadisi ile ilgili olarak şu bilgi kaydedilir: Bu, Kur'an öğrenen ve öğretenin fakihten daha üstün olmasını gerektirmez. Çünkü ha­disin muhatapları sahabilerdi ve onlar da fakih idiler; Kur'an'daki nkhi hükümleri, kendilerinden sonra gelenlerin bildiklerinden daha çok biliyorlardı.

el-Câmiu'I-kebir'de "Kur'an'ı öğrenin, garib lafızlarını araştırın. Onun garibleri farzlarıdır, farzları hadleridir (Allah'ın sınırlarını belirlediği emir ve yasaklar), hadleri ise helâl, haram, muhkem, müteşâbih ve emsaldir. Binaenaleyh onun helalini helal, haramını haram kılın, muhkemiyle amel edin, müteşabihine iman edin ve emsalinden de ibret alın" hadisi verilir ve Ebû Hureyre'nin rivayeti olarak Deylemi'ye isnad edilir.[457]

Mu vatta'da şu rivayet nakledilir: "İbn Ömer Bakara sûresini öğren­mek için sekiz yıl onun üzerinde durdu".[458] Bâci el-Miintekâ'da şöyle der: "Bu, haşa onun hafızasının zayıflığından değil, sûrenin farzları, hükümleri ve onunla ilgili hususları öğrenmesinden dolayıdır".[459] Hatib, Mâlik'in riva­yetleri içinde İbn Ömer'den şu tahricde bulunur: "Ömer Bakara sûresini oni-ki yılda öğrendi ve bitirdiğinde bir deve kesti". Bunu Suyûti Tenvirü'l-hevâlik'te nakleder.[460] Venşerisi el-Mi'yâr'da "bidat faslı"nda, insanların Kur'an hükümlerini öğrenmeyip sadece harflerini ezberlemelerini bidatler­den sayar ve İbn Ömer'den naklettiğimiz haberi verdikten sonra şöyle der: "Bunun anlamı şudur: O, sûrenin farzlarım ve hükümlerini öğreniyordu".[461]

İbn Abdisselâm el-Muhâdîsinde, Mücahid'le ilgili olarak Hafız Zehe-bi'den şu bilgiyi nakleder: Mücahid'in şöyle dediğine dair rivayet sahihtir: "Kur'an'ı İbn Abbas'a üç defa arzettim, bu arzlarda her âyetin üzerinde du­rup kiminle ilgili olarak ve nasıl nazil olduğunu ona sorardım".

Ebü'l-Velid İbn Rüşd'ün el-Beyan ve't-tahsil adlı eserinde "el-Câmi" bölümünde şu bilgi verilir: Ebû Musa el-Eş'arî, Hz. Ömer'e o yıl Basra'da birçok insanın Kur'an'ı ezberlediğini yazdı. O da kendisine, onlara maaş bağ­lamasını yazdı. Ebû Musa ertesi yıl bunun kat kat üstünde insanın Kur'an'ı ezberlediğini Hz. Ömer'e yazdı. Hz. Ömer ona şunu söyledi: "Onları kendi hallerine bırak, insanların Kur'anı ezberlemekle meşgul olup onun hüküm­lerini Öğrenmeyi terketmelerinden korkuyorum"[462] Derim: İbnü'l-Hindî, Ebû Musa'nın bu kıssasını Kenzü'l- ummâl'de vermiş olup ona bakınız.[463]

Molla Ali el-Kârî Şerhu Müsnedi Ebî Hanife'de şöyle der: İslam'ın ilk döneminde Kur'an'ı okuyanlar sünneti, namaz v.s. ile ilgili fıkhi hükümleri biliyorlardı. Bu sebepledir ki "Onlara Kur'an'ı en iyi okuyanları imamlık ya­par.[464] hadisi varid olmuştur.

Eskilerin Kur'an'ı ezberlerken hükümlerini de öğrendiklerine dair bize en yakın örneklerden biri de Fas'ta medfun Ebü'l-Abbas Ahmed b. Ali el-Bûsaîdî es-Sûsî'nin Bezlü'I-münâsaha adlı eserinde Der'a'nın üstadı Ebü'l-Kasım el-Vehlânî ed-Der'î'nin biyografisinde verilen şu bilgidir: Arka­daşlarımızdan bazıları ondan şunu duyduklarım bana haber verdiler: O, Kur'an okuduğu levhayı, kıraatlerde tecvid, yazı, irab ve tefsir gibi onunla il­gili hükümlerle birlikte okumadıkça silmezdi. Her ilim dalı için de bir hocası vardı. Bazan bütün konuları hocalarından öğreninceye kadar hafta boyunca levha silinmeden kalırdı.[465]

 

Kuranın Kitap Haline Mushaf Adını İlk Defa Kimin Verdiği

 

İbn Eşte[466] Kitâbü'l-Mesâhif te munkati bir senedle Kehmes yoluyla Büreyde'den şu rivayeti tahric eder: "Kur'an'ı bir mushafta toplayan ilk kim­se Ebû Huzeyfe'nin mevlâsı Salim olup sonra ona bir ad verme konusunda is­tişarede bulundular. Bazıları onun "Sifr" diye adlandırılmasını söyledi. O, 'Bu, yahudüerin kendi kitaplarına verdikleri addır' deyince bunu hoş karşı­lamadılar. O, "Bunun benzereni Habeşistan'da Mushaf diye adlandırdıkla­rım gördüm' dedi ve onu "mushaf" diye adlandırma konusunda görüş birliğini sağladı ve böyle adlandırdılar". Bu konuda Ezhârü'1-urûş fi ahbâri'l-hubûş[467] adlı esere bakınız.

Hâfiz Suyûti'nin el-Vesâil fi ma'rifeti'l-evâil adlı kitabında "ilim bâ-bı"nda şu bilgi verilir: Mushaf ı mushaf diye adlandıran ük kimse Hz. Ebube-kir'dir.[468] Bunu İbn Ebi Şeybe Kitâbü'l-Mesâhif te tahric eder.

Arif en-Nâblusi'nin Şerhu't-Tarikati'l-Muhammediyye'sinde şu bil­gi verilir: Bazan mishafve meskaf şekillerinde de okunan mushaf kelimesi, "ona sahifeleri koyma" anlamındaki "eshafa"kökünden gelir. Sonra Kur'an-ı Kerim için Özel ad konulmuş olup onu bu şekilde adlandıran ilk kimse Hz. Ebubekir'dir. Babam bunu Şerhü'd-Dürer'de zikreder (II, 269). Bu bilginin aynısını Zurkâni Şerhu'l-Muhtasar'da Şeyh Halil'in "Rakve, Kur'an ve Mushaf babı" ile ilgili sözü münasebetiyle kaydetmiştir. Ona bakınız.[469]

 

Mushafların Ücretle Çoğaltılması (İstinsah) Konusunda Ashabın Fetvası

 

İbn Abbas'a Mushaf ı ücretle yazmanın hükmü soruldu, o şöyle dedi: "Bunda bir mahzur yoktur. Onlar sadece şekil çizmiş (musavvir) ve ancak el­lerinin emeğini yemiş oluyorlar". Bu rivayeti Tebrizi el-Mişkât'te zikrederek Rezîn es-Serakusti'ye nisbet eder.[470] Ali el-Kârî de el-Mefâtîh'te (İbn Ab-bas'ın sözüyle ilgili olarak) şöyle der: "Onlar sadece şekil çizmiş oluyorlar", yani harflerin şekillerini nakşediyorlar. "Bir mahzur yoktur"; çünkü Kur'an sözü Allah'ın kadim sıfatı hakkında kullanıldığı gibi iki kapak arasındaki nakışları ifade etmek için de kullanılır. Onlar ücreti yalnız o sıfata delâlet eden bu nakışlar karşılığında almaktalar. Bu yüzdendir ki İbn Abbas "onlar sadece şekil çizmiş oluyorlar", yani harflerin şekillerini çizmiş oluyorlar, de­miştir. Ali el-Kârî sonra da Tîbi'den şu nakilde bulunur: Şekil (suret), heyet ve nakış demek olup burada nakış kastedilmiştir. "Sadece" (innemâ) ifade­sinde "bütünü" iş'ar sözkonusudur, çünkü nakısı ispat ve nakşedüeni ise nef-yetmiştir. Kur'an okuma ve okunan veya yazma ve yazılandan ibaret olarak "bütünü" ifade edince "yazılan" ve "okunan" kadim, yazı ve okuma ise kadim değillerdir. Çünkü bunlar yazan ve okuyanın fiilleridir. Soru sorulan, "okunan" ve "yazılan"ın anlamının farklılığına bakıp bunların insanın sıfat­larından olduğunu görünce ücreti caiz saymıştır.[471]

 

Ashap Ve Onların Zamanlarındaki İnsanların Mushafı Çoğaltmaya Önem Vermeleri Ve Kur1 Ani Ondan Okumaları

 

el-İsâbe de müellif, sahabi Naciye et-Tavâfî'nin biyografisini vererek şöyle der: O mushaflan yazardı.[472] Nâfi b. Zurayb en-Nevfelî'nin biyografisi­ni vererek de şöyle der: O, Hz. Ömer için mushaflan yazandı. Hişâm b. el-Kelbî şöyle der: Hz. Osman için mushaflan yazdı. Hz. Ömer için yazdığı da söylenmiştir.[473]

Dayımız Ebü'l-Mevâhib Cafer b. İdris el-Kettânî Fihrist'inde[474] ve onun derin bilgili muhaddis talebesi Ebû Abdullah Muhammed el-Medenî İbn Celûn da Künnâşe'sinde[475] zikrettiklerine göre, dayımın hocası ve Fas'ta kâdi'l-cemâa olan Îbnü'd-Deyba'm Teysir[476] adlı eserini şerheden Ebû Muhammed Abdülhâdi b. Abdullah el-Alevî el-Medğarî'nin[477] elyazısın-dan, onun allâme dedesi Mevlây et-Tehâmî'nin Hz. Peygamber'in (sav) tere­kesini şu sözleriyle şiir halinde dile getirdiği nakledilmiştir[478]:

Resul dokuz şey geride bıraktı bilinen

Bir seccade, bir teşbih ve bir Mushaf

îki küfe, bir misvak ve bir hasır

Bir tarak, iki nalin ve latif bir ibrik

Bunu yazılı olarak evine koyanın

Devam eder güvenliği ailesi ve konuklarının

Tehâmi Mushaf ve teşbihi terekeden saymış olup muhtemelen garip karşılanır ve reddedilir. Mushaf in terekeden sayılması, Kur'an'ı ilk defa toplayan kimsenin Hz. Ebubekir olduğunun şöhret bulmasından dolayı red­dedilir. O, muhtemelen, Resulullah'm (sav) terekesinden sayılan Mushafla nüzulü sırasında Kur'an'm yazıldığı kemik v.b. sayfaları kastetmiştir. İbn Sa'd Tabakât'ta (III. cilt, I. kısım, s. 202) şöyle der: "Kur'an'ı Mushaf ta top­layan ilk kimse Hz. Ömer'dir".[479]

Huzâi "Divanları ilk düzenleyen kimsenin Hz. Ömer olduğuna dair fa-sıl"da şöyle der: Hz. Ebubekir Kur'an'ı sayfalarda toplatmıştı. Bu sayfalar Hz. Osman zamanına dek müminlerin annesi Hz. Hafsa'mn yanında kaldı. Bunu İbn Atıyye ve başkaları zikreder. Bundan önce de ashaptan bir grup da Kur'an'ı toplamıştı ki Abdullah b. Mesud bunların en meşhurlanndandı. Ebû Ömer İbn Abdilber şöyle der: Arafat'ta olduğu sırada adamın biri Ömer b. Hattâb'ın (ra) yanına gelerek şöyle dedi: "Ben sana Kûfe'den geldim, orada mushaflan ezbere imla ettiren bir adam vardı." Hz. Ömer buna çok kızdı ve "vah sana, kimdir o?" dedi. Adam da "Abdullah b. Mesud" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer'in kızgınlığı gitti, sükunet bulup eski haline döndü ve şöyle dedi: "Allah'a andolsun, insanlar içinde buna ondan daha layık ola­nını bilmiyorum". Şöyle demişlerdir: Hz. Osman Mushaf m yazımını tamam­layınca ashabın yanında bulunan mushafların kendilerinden alınmasını emretti ve Abdullah b. Mesud'un mushafı[480] dışında alındılar. Bu da gösteri­yor ki Hz. Osman'ın mushafindan önce toplanan mushaflar vardı. Bu Mus­hafı Hz. Osman'a nisbet etmeleri ise bunun nüshaları şehirlere gönderilen ve bütün bölgelerde müslümanlarm kendisini esas aldıkları mushaf olmasındandır.[481]

Ben bunu yazdıktan bir süre sonra, daha Önce geçen beyitlerin ardından efendimiz dayımın (Allah rahmet etsin) elyazısıyla yazılmış şu bilgiyi bul­dum: Burada sözü edilen mushaftan maksat, ashabın iki kapak arasında topladıkları Kur'an'dır. Sahih-i Buhâri'de "Hz. Peygamber'in, iki kapak arasında (ashabın toplamış) olduğundan başka birşey bırakmadığını söyle­yenler babı" diye bir başlık mevcut olup Buhari sonra İbn Abbas ve İbnu 1-Hanefiyye'ye varan senediyle şu rivayeti zikreder: "Hz. Peygamber (Kur'an olarak) yalnız bunu bıraktı.[482] Çünkü Kur'an sayfalarda toplanmıştı, Hz. Peygamber'den sonra da bu sayfalar Mushaf ta biraraya getirildi. Böylece telif işi Resulullah (sav) zamanında, sayfalarda toplama Hz. Ebubekir za­manında, mushaflarda çoğaltma ise Hz. Osman zamanında oldu. Kur'an'ın butunu Hz. Peygamber zamanında yazılmıştı, fakat bir tek yerde toplanmış ve sûreleri tertip edilmiş değildi. Bunu Kastallâni söyler.[483]

Derim: Ashabın Kur'an'dan nazil olanları Hz. Peygamber zamanında nüshalar halinde çoğalttıklarım gösteren bir bilgi buldum Şöyle ki Buhari Sahih"te "Kıtâbu'l-Cıhâd"da "Düşman ülkesine mushaflarla yolculuk et­menin mekruh oluşu babı" başlığına yer verir, sonra Ibn Ömer'den şu tahric-de bulunur: "Resulullah (sav) düşman ülkesine Kur'an'la yolculuk etmekten nehyetti".[484] Ishak b. Râhûye'nin Müsned'inde kaydettiği bir rivayette şu lafız geçer: "Resulullah (sav), düşman ülkesine Kur'an'la yolculuk edilmesi­ni, düşmanın onu elde edeceği endişesiyle hoş görmedi". Ahmed b. Hanbel de bu hadisi şu lafızla tahrıc eder: "Düşman ülkesine Mushaf la gitmeyi nehyet-ti".[485] Buhari, yukarıda zikredilen başlıkta şöyle der: "Hz. Peygamber ve as­habı, Kur'an'ı bildikleri halde düşman ülkesine yolculuk yaptılar".[486] Hafız şöyle der: Buharı bu sözle, "Kur'an'la yolculuğun yasaklanmasından maksa­dın, bizzat Kur'an'ın kendisiyle değil de düşman eline geçer endişesiyle Mus­haf la yolculuk olduğuna" işaret etmiştir.[487] Eğer Kur'an'dan nazil olanlar, sayfalar v.b. şeylerde toplanıyor, çoğaltma ve mülk yoluyla insanlar onu elde ediyor olmasaydı, anılan yasağın varıd olması sozkonusu olamazdı. Bunu duşunun.

Ahmed b. Hanbel, Taberâm ve Dârimı, Ebû Umâme'den şu tahricde bu­lunurlar: Veda Haccı sırasında Resulullah (sav) kalkıp şöyle buyurdu: "Ey insanlar, yeryüzünden kaldırılıp alınmadan önce ilmi elde edin". Bir bedevi, kendisine şunu sordu: "Ey Allah'ın Resulü, elimizde mushaflar olduğu, bu mushaflardakım öğrendiğimiz,kadınlarımıza, çocuklarımıza ve hizmetçile­rimize öğrettiğimiz halde, ilim bizden kaldırılır mı?". Resulullah (sav) öfkeli bir halde başım kaldırdı ve şöyle dedi: "Şu yahudıler ve hnstiyanlar, ellerin­de mushaflar olduğu halde, onlardan Peygamberlerinin getirdiği hiçbir şeye tutunmuş değillerdir". Bu fazlalığa Avf b. Malık, Ibn Ömer ve SafVân'ın riva­yet ettiği hadislerden ş a h ı d ler vardır. Bu hadis Ahmed b. Hanbel, Tır-mızı, Taberânı, Dârimi ve Bezzâr tarafından farklı lafızlarla rivayet edilmiş olup hepsinde de bu mana mevcuttur.[488]

Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde Abdullah b. Amr b. As'ın "mus-ned"ınde, ondan şu rivayet nakledilir Bir adam oğluyla birlikte Resulullah'a (sav) gelerek şöyle dedi. "Ey Allah'ın Resulü, benim şu oğlum gunduz Mushafi okuyor, geceleyin de geceliyor (uyuyor)". Resulullah (sav) şöyle buyur­du: "Gündüzü zikirle, geceyi de selametle geçiriyor diye oğlunu kınıyor mu­sun?".[489]

İbnü'l-Arabi'nin Ahkâmu'-Kur'an'ında "Onlardan (Peygamber ha­nımlarından) birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin" (Ahzab 33/53) âyetiyle ilgili olarak şu bilgi verilir: Ayette geçen "birşey (bir meta)"in anlamıyla ilgili dört görüş mevcut olup dördüncüsü bunun "Kur1 an sahifele-ri" olduğu şeklindedir.[490]

el-Minehu'1-bâdiye fi'1-esânîdi'l-âliye'nin[491] 41. müselselinde, mü­ellifinin Kadı Ebubekr İbnü'l-Arabi el-Meâfırî'ye ulaşan isnadıyla şu rivayet nakledilir: Gözüm ağrıdı, Abdullah b. Mesud bana "Mushaf a bak, benim de gözüm ağrıdı Resulullah bana Mushaf a bakmamı söyledi" dedi Ondan baş­ka râvi bu hadiste şu fazlalığı kaydeder:"... Gözüm ağrıdı, Cebrail bana Mus­haf a bakmamı söyledi". Müellif bu hadisi kaydettikten sonra Zenâti'nin Sel-vetü'l-ahzân fi fedâili't-Kur'ân adlı kitabından, Enes'in m e r f û olarak rivayet ettiği şu hadisi nakleder: "Kim Mushaf a bakarak okursa, ya­şadığı sürece gözünde bir rahatsızlık görmez". el-Mineh'e bakınız.[492]

Teşbihe gelince, Şeyh el-Emir Fihristinde[493] şöyle der: Teşbihin, Resu-lullah'ın (sav) ardından bıraktığı eşyadan olduğuna dair yaygın bilgi sahih değildir. İbn Sultan (Ali el-Kârî) bu konuda ondan Önce davranmış olup Şer-hu'1-Mişkât de şöyle der: Bilinen teşbih, Hz. Peygamber zamanında mevcut değildi. Ebü'l-Hasenât Muhammed Abdülhay el-Leknevî el-Hindî de Nüz-hetül-ıtr fi sebhati'z-zikr[494] adlı risalesinde el-Emir ile Ali el-Kârî'nin söz­lerini naklederek onaylar. Zaferü'l-emâni fi şerhi Muhtasari'l-Cürcâni (s. 156) adlı eserinde ise sadece Emir'in sözlerini kaydeder. Bu bilginin ben­zerini İbnü't-Tayyib el-Kâmûs haşiyesinde verir. Doğrusuna gelince, zikir saymak için ashabın teşbih v.s. edinmeleri Allah Resulü'nün sağlığında sa­bit olmuştur. Sonradan ortaya çıkan ise bu tanelerin ipe v.s. dizilmesidir. Ni­tekim Şeyh Abdülgani ed-Dihlevî el-Medenî de bunu söylemiş olup aslında Allah Resulü'nün (sav) at, binek ve yük hayvanı, deve, koyun, yatak, kalkan, ev eşyası v.s. türünden geride bıraktıkları bu anılanlardan çokçadır. Gerçek bilgi Yüce Allah'ın katındadır. er-Rihletü'd-Dereniyye adlı eserimize ba­kınız.[495]

 

Ashabın Yolculuklarında Mushafı Yanlarında Götürmeye Özen Göstermeleri

 

Bu husus bir Önceki başlıkta verilen bilgiler ile Mesudi'nin Mürûcu'z-zeheb'de Hz. Ali ile Muaviye arasında meydana gelen Sıffin vakasından sözederken Hz. Ali'nin zafere ulaşması üzerine Amr b. As'ın mushaflann (mız­rakların ucuna) dikilmesi fikrini verdiğini ve Muaviye'nin ordusundan yak­laşık beşyüz kadar mushafin dikildiğini zikretmesinden[496] anlaşılmaktadır. Kur'an'ın kitap halinde toplanması ile Sıffin Vakası arasında yedi yıl geçmiş olmakla birlikte o sırada mevcut mushaflann hepsi bu değildi. Bu orduda mevcut mushaf sayısına bakın ve orada bulunmayanların mushaflannın ne kadar olabileceğini düşünün!

îbn Sa'd'm Tabakât'mda Ebû Bürde b. Ebî Musa el-Eş'arî'nin biyogra­fisinde, Yezid b. Merdâniye'den şöyle dediği nakledilir: "Ebû Bürde'yi bir de­veye binmiş ve devenin ön tarafına da bir mushaf asılmış olarak gördüm".[497]

Latife: Zurkâni'nin Şerhu'l-Muhtasar'ına şeyh el-Emir el-Kebir'in yaptığı haşiyede hocası Şemsüddin el-Büleydî el-Mâlikî'den şu bilgi nakledi­lir: Kur'an'ı parçalara ayırmak mekruh olup İmam Mâlik şöyle der: "Allah Teâla onu topluyor (bütünleştiriyor), onlar ayırıyorlar". Sonra el-Utbiy-ye'de, İmam Mâlik'in bunu şiddetle mekruh saydığı hususunun kaydedildi­ğini gördüm. İbn Rüşd de el-Beyân ve11-tahsil'de şöyle der: "Kur'an dünya semasına bütün olarak, sonra da Hz. Peygambere peşpeşe parçalar halinde indirildi, ta ki din kemâle erdi. Derken Kur'an yeryüzünde bütün haline geldi ve böylece bütün olarak muhafazası da vacip oldu".[498]

Tenbih: Büyük kütüphanelerde mevcut olup ilk yüzyıllarda yazıldığı sanılan eski mushafları ancak net ve vazıh yazıyla ve fiyat bakımından en pahalı, en güzel ve en kalın kağıtlara yazılmış bulursunuz. Bu da onların bu­nu Kur'an'ı yüceltmek ve ona saygı duymak şeklinde görmelerinden ileri gel­mektedir. Medinetü'1-ulûm'da müellif, mushafları yazma âdabından söze-derken şu bilgiyi verir: "Ömer b. Hattâb bir mushafı ince kalemle yazılıyor görünce katibim döverdi. Büyük bir mushaf görünce de sevinirdi. Hz. Ah" de mushafların küçük tutulmasından hoşlanmazdı".[499] Bunu Ebû Ubeyd Fedâilü'l-Kur'an'da tahric etmiş olup el-îtkân'a bakınız. et-Tarikatü'l-Muhammediyye'de müellif, mushafı küçültmeyi âfetlerden saymıştır. Arif en-Nâblusî de onun şerhinde şöyle der: "Yani onu küçük yapraklara yaz­mak". O sonra da Ebû Hanife'nin mushafin küçültülmesini ve ince kalemle yazılmasını mekruh gördüğünü naklederek ardından şöyle der: Kur'an'ı yaz­mak isteyenin onu en güzel ve en belirgin yazıyla en güzel yaprak ve beyaz kağıda, en kalın kalem ve en parlak mürekkeple yazması, satırları ayırması, harfleri büyük yapması ve Hz. Osman'ın Mushaf ında olduğu gibi kelimele­rin nazmını korumak için, onu ayrıca eklenecek t a ' ş i r işaretleri, ayet sayıları ile vakıf işaretlerinden ayırması gerekir.[500]

 

Ashabın Mushafları Süsleyip Süslemedikleri

 

İbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsil'in "el-Câmi" bölümünde İmam Mâlik'in dedesinin Hz. Osman zamanında yazılmış mushafiyla ilgili bir baş­lığa yer vererek şu bilgiyi kaydeder: İbnü'l-Kasım şöyle dedi: Mâlik bize, de­desine (Ebû Amir el-Esbahî ki sahabi olup olmadığı münakaşalıdır) ait bir Mushaf çıkardı ve Osman b. Affan zamanında yazıldığını haber verdi. Biz onun süsünün gümüşten ve kılıfının da Kabe örtüsünden olduğunu gördük. İmam Mâlik bu bilgiyi bir kez de el-Utbiyye'de tekrarlayarak şöyle der: "Ben onun süsüne herhangi bir ilavede bulunmadım". İbn Rüşd şöyle der: Mushaf in gümüşle süslenmesinin caiz olduğu konusunda bildiğim bir ih­tilaf yoktur. Altınla süslenmesine gelince, caiz fakat mekruh görülmüştür. Muvatta'daki ifadenin zahirinden, caiz olduğu anlaşılmaktadır.[501]

 

Hz. Ebubekir Zamaninda Mushafları Muhafaza Eden Görevliler Olduğu

 

İbn Abdisselâm'ın et-Ta'rif bi-ricâli Muhtasar! İbni'l-Hâcib adlı eserinde Hz. Ebubekir'in biyografisinde şu bilgi verilir: Ömer onun kadısı, Osman kâtibi, Sa'd mushaflarının görevlisi ve Sa'd el-Karz da müezzini idi.[502]

 

Ashabın Mushafları Öpüp Öpmedikleri

 

Şemsüddin Muhammed b. Mustafa el-Kirmânî el-Hanefî'nin Şerhu'l-Ehâdîsi'l-erbaîn'inde (s. 106) şu bilgi verilir: "Hz. Ömer ve Osman her sa­bah Mushaf ı öperlerdi. el-Münye'de geçtiği üzere bunun bidat olduğu da söylenmiştir". Hanefilerin büyük kitaplarından Allâme el-Haskefî ed-Dımaşkî'nin ed-Dürrü'1-muhtâr şerhu Tenvîri'l-ebsâr'mda şu bilgi kay­dedilir: Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer[503] her sabah Mushaf ı alıp öper ve "Rabbimin ahdi, rabbim azze ve cellenin fermanı" derdi. Hz. Osman da Mushafi öper ve yüzüne sürerdi. Bu bilgi için İbn Âbidin'in Reddü'1-muh-tar'ının hamişine (V, 254) bakınız.[504]

Şemsüddin es-Seffârînî el-Hanbelî Şerhu Manzûmeti'l-âdâbda er-Riâye'den şu bilgiyi nakleder: Mushaf ı öpmek müstehaptır. Çünkü İkrime b. Ebi Cehl böyle yapardı. Bunu, aralarında sahih bir isnadla rivayet eden Darımi'nin de bulunduğu bir grup nakletmiş olup Dârimi şöyle der: "ikrime Mushaf ı yüzünün üstüne koyar ve şöyle derdi: Rabbimin kitabı, rabbimin ki­tabı".[505] Dârimi'nin İkrime'den isnadının sahih olduğunu onaylayanlardan biri de Nevevi olup et-Tibyân'da bunu belirtir.[506]

Fas'ta şeyhü'l-cemâa olan Allâme Ebû Abdullah Muhammed b. Abdüs-selam el-Benânî'nin Menâsik'inde şu bilgi verilir: "Kaydedildiğine göre Ha-cerülesved Allah'm yerinde (arz, dünya) onun sağ elidir. Saygı gösterilmesi düşünülen kimsenin sağ elini öpmek de adettir. Allah teşbihten münezzeh olup hacerülesved buna işaret kılınmıştır." Bu, Hacerülesvedin öpülmesi ko­nusunda latif bir yorumdu. Şüphe-yok ki Kur'an-ı Azim Allah'ın sıfatıdır ve öpülraeye Hacerülesvedden daha layıktır. Bundan da Mushaf m, alimin, ve­linin, salih kişinin elinin, salihlerin kabirleri v.b. saygı duyulan şeylerin öpülmesinin meşru olduğu hükmü çıkarılmıştır. Sübki Tabakât'ta bu anla­mı zikretmiştir.[507]

 

Ashabın, Kişinin Sabah Evinden Çıkmadan Önce Mushaf'a Bakıp Okumasını Arzuladıkları

 

Hafız Ebü'l-Kasım el- Gâfıkî el-Mellâhî Fedâilü'I-Kur'an[508] adlı ese­rinde Ebû Talib el-Mekkî'nin Kûtü'l-kulûb'undan şu bilgiyi nakleder: "As­habın birçoğu Kur'an'ı mushaf tan okuyorlar ve ona bakmadan bir günün geçmemesini arzuluyorlardı. Hz. Osman, çok okumasından dolayı, iki mus­haf yıpratmıştı".[509]

Fâsi'nin el-Minehu'1-bâdiye adlı eserinde de şu bilgi verilir: Selef imam ve salihlerinin sabah olduğunda yaptıkları iîk şey mushaf a bakmaktı. Gözünden rahatsızlık duyanlara, Mushaf a bakmasını emrederlerdi.

îbn Sa'd'ın Tabakât'ında (VI, 75) Ebü'l-Âliye'nin biyografisinde Mücâhid'den şu nakilde bulunulur: Abdurrahman b. Ebi- Leyla'nın içinde mushaflar bulunan bir evi vardı. Orada k â r i ler (Kur'an okuyanlar) top­lanır ve yemek dışında pek az ayrıldıkları olurdu.[510]

Bütün bu bilgilerle, Tuhfetü'l-ekâbir'de İbn Ebi Zeyd'in Muhta-sar'ından naklen verilen şu bilginin isabetsizliğini anlamış olursunuz: "Kur'an'ı mushaftan okumak eskiden uygulanan bir husus değildi. Onu ilk defa ihdas eden ve mescidde mushaftan okumaya zorlayan kimse Haccâc'dır". Yine et-Tuhfe'ye, "Kim Kur'an'ı ezberlerse Allah onun ana-ba-basından azabı hafifletir"[511] hadisine bakınız.[512]

 

Muaviye'nin, Tarih Mecmualarını Korumak Üzere Görevlendirdiği Hizmetçileri Bulunduğu

 

Mesudi'nin Mürûcu'z-zeheb indeki biyografisinde (1304 Mısır matba­ası baskısı, II, 52), Muaviye'nin gece sohbetinde hükümdarların hareket tarzları (siyer), haberleri, savaşlar ve tuzaklardan bahseden mecmualar ha­zır bulundurduğu, bunları kendisine okuyan düzenli hizmetçileri bulundu­ğu kaydedilir. Bunlar, o mecmuaları okumak ve korumakla görevlendiril­mişlerdi.[513]

 

Allah Resulü Zamanında Ashabın Kur’an Öğrettikleri Ve Onların Ücret Almasına Resulullah'ın Müsade Etmesi

 

Buhari Sahih'te îbn Abbas'ın Resulullah'tan (sav) naklettiği şu rivaye­ti tahric eder: "Karşılığında ücret aldığınız işlerin en haklı olanı Allah'ın ki­tabı (ile ilgili olanYdır".[514] İbn Battal şöyle der: "Bu, öğretim v.b. hususlarda umum ifade eder. İmam Mâlik, Şâfıi ve Ahmed b. Hanbel ücretle Kur1 an öğ­retme ve onunla muska yapmayı caiz görmüşlerdir".[515]

Meccâci şöyle der: Bu hadis, İmam Mâlik ile onun görüşüne katılıp Kur'an öğretme karşılığında ücret almanın caiz olduğunu söyleyenlerin ka-naitinin doğruluğuna açık şekilde delâlet etmektedir. Diğer bazıları da bu­nun caiz olmadığı görüşünde olup yine bu hususla ilgili rivayet edilen bir ha­disi delil gösterirler ki hadisin zahiri ücret almanın haram olmasını gerektir­mektedir. Bu hadis, Malikiler ve onların görüşünü paylaşanlar tarafından te'vil edilmiştir.

Buhari'de şu hadis nakledilir: "Seni onunla, sendeki Kur'an karşılığın­da (mehir olarak) evlendirdim".[516] Ubâde'nin rivayet ettiği hadiste de şu ifa­de geçer: "Ehl-i Suffe'den bazı insanlara Kur'an öğretiyordum".[517] Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde Hz. Aişe'den şöyle dediği rivayet edilir: "Bir adam Resulullah'ın (sav) yanında hayırla anıldı. Resulullah, görmüyor musunuz o Kur'an öğretiyor, buyurdu" (Aişe müsnedi, s. 66'ya bakınız).[518]

el-Ecvibetü'1-mühimme'de Suyûti'den şu bilgi nakledilir: Çocuklara Kur'an öğretmek İslam'ın temel esaslarından biridir; böylece onlar, heva ve heveslerin yerleşmesi, masiyet ve dalâlet lekeleriyle kararmadan önce fitrat üzere büyür, kalplerine hikmet nurları yerleşmiş olur. Hz. Peygamber, ken­disine gelen Arap heyetlerine, müslüman olmalarından sonra, birbirlerine Kur'an okutmalarını, din esaslarım öğretmelerini ve müezzin tayin etmele­rini şart koşardı.

İkinci Bölüm'de[519] Hz. Peygamber'in insanları Kur'an öğrenmeye teşvi­ki, her tarafa muallimler göndermesi gibi bu hususlarla ilgili sarih delâletler geçmişti.[520] Orada vermeyi unuttuğumuz şu hadis vardır: "Kur'an'ı öğrenin ve okuyun. Muhakkak ki Kur'an'ı öğrenen, okuyan ve ona göre hareket eden kimse için Kur'an'ın öğrenilmesif-miskle doldurulmuş deriden bir torba (tu­lum) gibidir ki kokusu her tarafta yayılır. Onu öğrenip te uyuyan (okumak­tan geri kalan) kimsenin misali de miskle dolu olup ağzı bağlı deriden torba gibidir." Bu hadisi Tirmizi, Nesâi, İbn Mâce ve İbn Hibbân, Ebû Hurey-re'den tahric etmişlerdir. Tirmizi bu hadis için hasen-garib değer lendirmesinde bulunur.[521] Bir de şu hadisi anmalıyız: "Allah'ın Kitabı'nı Öğ­renin ve onunla zenginlesin; nefsimi elinde (kudretinde) tutan Allah'a an-dolsun ki o kaçıp kurtulmaya, ayak zinciri bağlanmış hamile deveden daha yatkındır". Bunu Ahmed b. Hanbel, Ukbe b. Amir'den tahric eder.[522] Bu ko­nuda hadisler çoktur.

Ebü'l-Mehâsin en-Nebhânî'nin Nücûmu'l-mühtedin fî delâili nü­büvveti Sevyidi'l-mürselin adlı eserinde şu bilgi verilir: Ashabın bir kısmı Kur'an'ı bütünüyle ezberlemişti, bir kısmı çoğunu, bir kısmı da azını ezberle­mişti. Onların kimi diğerinin ezberlemediğini ezberlemişti. Kur'an'dan hiç­bir şey ezberlemeyen ise yok gibiydi. Öyle ki Hz. Ömer ganimetlerin, Kur'an'ı ezberlemeleri ölçüsüne göre dağıtılmasını emretmişti. Bununla da din ve dünyaya rağbet artmış olurdu (s. 401).

Veliyüddin İbn Haldun el-İber mukaddimesinde "çocukların eğitimi fash"nda şöyle der: Bil ki çocuklara Kur'an'ı öğretmek dinin şiarlarından bi­ridir. Onunla kalplere imanın kök salması ve Kur'an âyetleriyle inanç esas­larının yerleşmesi sebebiyle müslümanlar buna önem vermiş ve bütün şe­hirlerinde onu temel almışlardır. Böylece Kur'an, daha sonra hasıl olacak melekelerin kendisine dayandığı eğitimin esası oldu.[523] İbn Haldun sonra şöyle der: İslami gelenek, teberrük ve sevap maksadı ile gençlik cinnetinde çocuğa arız olacak afetler ve ilimden alıkoyan engellerden endişe duyup bun­ları Kur'an'la savmak maksadıyla Kur'an öğretimini öne almıştır.[524]

Her çağ ve zamanda İslam toplumunun durumu hep böyle olageldi. Hat­ta mezhep imamları Kur'an Öğrenim ve öğretiminin farz olduğunu söylemiş­lerdir, Kur'an'ın manalarım bilmek de böyledir. Çünkü bu en Önemli gaye ve en büyük arzudur, Meccâci'nin eserinde Gabrini'den naklen şu bilgi verilir: Ona, bazıları namaz için mescid yapımı ve çocuklarına hocanın Kur'an öğret­mesinden imtina eden bir köy halkının buna zorlanıp zorlanamayacağı so­ruldu. Şöyle cevap verdi: "Mescid yapımına mecbur tutulmaları vaciptir. Ço­cuklarını eğitmeye icbar edilmeleri de böyledir". Bu bilginin aynısını Ukbâni de verir.

Tenbih: İbn Gâzi'nin Sahih-i Buharı şerhinde İbn Battâl'dan şu bilgi nakledilir: Ebû Hanife ve bir görüşüne göre de Şâfıi, müslüman olmalarım umarak harbî vezimmîye Kur'an, ilim ve fikıh öğretilmesine ce­vaz vermişlerdir.[525]

 

Ashap Zamanında Mushaplaeın Satılıp Satılmadığı

 

Şeyh Ebû Ali İbn Rahhâl, Sahih-i Buharı şerhinde Hz. Osman zama­nında mushaflann satıldığını ve ashabın buna karşı çıkmadığını nakleder. Bu bilgi, adı geçen eserde "icâre bâbı"nda Buhari'nin "Mushaf bile olsa..." sö­züyle ilgili olarak verilmiştir.

İlk çoğaltılıp satışa sunulan Mushaf acaba kaça satıldı? Pahası yazan ve çoğaltanın değeri ölçüsünde mi, istinsahın yapıldığı deri v.b. yazı malze­mesine göre miydi? Bu konuda da istikbalin, araştırıcıya kesin sözü söyleme imkânı vereceği muhakkaktır. Allah doğrusunu en iyi bilendir.[526]

 

Çocukların Okuma Yazma Öğrenmeleri İçin Okul Açmaları

 

Sahih-i Buhari'de "Kitâbü'd-Diyâf'da şu rivayet nakledilir: "Ümmü Seleme okul öğretmenine haber yollayarak kendisine çocuklar göndermesi­ni istedi".[527] Buhari el-Edebü'1-müfred'de "çocuklara selam verme babı" başlığını açar ve İbn Ömer'e ulaştırdığı şu müsned rivayeti kaydeder: "İbn Ömer, okulda çocuklara selam verirdi".[528]

Büyük üstad Şeyh Muhtar el-Küntî'ye çarşamba, perşembe ve Cuma günleri hocanın talebeyi okutmamasıyla (tatil) ilgili esasın ne olduğu sorul­du, o şu cevabı verdi: Hz. Ömer'in halifeliğinden Önce ashaptan bir kimse kü­çük kardeşini ve kızını okutur, zihinlerinin canlılığından dolayı da büyük bü­yükten öğreniyordu. Fetihler genişleyip Arap olmayanlar ve bedeviler müs-lüman olunca ve çocukların da sayısı çoğalınca Hz. Ömer okullar açılmasını emretti ve çocukların eğitim ve öğretimi için görevliler tayin etti. Onlar bü­tün hafta boyunca okutmayı sürdüyorlardı. Hz. Ömer Suriye'yi fethedip Me­dine'ye döndüğünde kendisini aralarında çocuklar da olduğu halde Medine-liler karşıladı. Onu karşıladıkları gün çarşambaydı. Çarşamba akşamı, per­şembe günü ve cumanın başından bir süre onunla birlikte oldular. Hz. Ömer de bunu mektep çocuklarının dinlenmeleri için bir uygulama (sünnet) haline getirdi ve bu uygulamayı kaldıracak kimseye de bedduada bulundu. Sonra da selef, günümüze kadar meşru (resmi, hukukî) istirahatlar (tatil) konu­sunda ona uydular. Bu da Kurban Bayramı günü ile onu izleyen üç gün, Hz. Peygamber'in doğumuna duyulan sevinçten dolayı pazartesi günü, mevlid-den üçgün önce ve üçgün sonra ile mevlid günü ki bunları tecmîmât (ıstıra-hatler) diye adlandırmışlardır.[529]

Enteresan bir olay: Eşheb ve İbn Nâfi'in İmam Mâlik'ten rivayetlerine göre Âmir b. Abdullah laubali bir oğlunu Allah'ın Kitabı'm ezberlemesi için hapsetti. Malik kendisine gelerek onun Allah'ın Kitabı'm hıfzettiğini ve salı­vermesini söyledi. O da kendisine "onun için, Allah'ın Kitabı'm ezberlediği yerden daha hayırlı yer yoktur" diyerek oğlunu salıvermekten çekindi. Ukbâni'nin Tuhfetü'n-nâzır'ına bakınız.[530]

 

Çocukların Ders Levhalarını Yıkadıkları Suyu Nereye Döktükleri

 

İbn Ebi Cemre'nin Muhtasar1 ına Meccâci'nin yaptığı şerhte şu bilgili geçer: Enes b. Malik şöyle dedi: "Çocukların öğretmeni levhaların suyunu gö­zetmez ve nereye döktüklerini sormazsa onun hangi din üzere öleceğini göz-leyedur; yahudilik mi, hristiyanlık mı?". Ona "ashab nasıl yapıyordu, ey Enes?" diye sorulunca şu cevabı verdi: "Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali zama­nında levhaları silmek için büyük bir kap edinilirdi, hergün bir çocuk su geti­rir, sonra da levhaların yıkandığı su bir çukura dökülürdü". İbn Arâfe şöyle der: "O suyu mezarların yanında bir çukura dökmek bizim adetimizdi." Son­ra Bürzüli'nin Nevâzil'inde İbn Sahnûn'un Adâbü'l-müteallimin inden naklen Enes'in söylediklerini şu lafızla zikrettiğini gördüm: "Mektep çocuk­ları Allah'ın katından indirileni ayaklarıyla sildiklerinde, öğretmen İslami­yet'ini arkasına atmış olur ve sonra da artık Allah'a kavuştuğunda nasıl ka­vuştuğu önemli değildir!". Enes'e, eğiticilerin Hz. Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali zamanında nasıl yaptıkları soruldu, o şöyle dedi: "Eğiticinin çamaşır yıkadığı bir leğeni vardı. Her çocuk kendi nöbetinde temiz su getirip ona dö­kerdi. O suyla levhalarını silerlerdi, sonra yerde bir çukur açıp bu suyu oraya dökerlerdi ve su çekilip kururdu".

Kurtubi, Tefsir'inin mukaddimesinde şu bilgiyi nakleder: "Selef, lev­haların yıkandığı suyla şifa ararlardı".[531] İbnü'l-Hâc'ın el-Medhal'inde de şu bilgi verilir: Bu su, bir denize, bir kuyuya veya temiz bir çukura dökülür, ayakla çiğnenmez.[532]

 

Çocuğu Öğretime Başlattıkları Yaşa Dair Seleften Bir Rivayet Bulunup Bulunmadığı

 

Muhaddis Şeyh Muhanımed Tahir el-Fettenî Mecmau bihâri'l-envâr[533] adlı eserinin "Cami" kitabının hatimesinde (II, 513) şöyle der: Ho­camız, iki el-Câmi'i[534] bâblar halinde düzenleyen ve İbnü'l-Hindî el-Mekkı diye meşhur Şeyh Ali el-Müttakî'ye, bu memleketlerin çoğunda adet olduğu üzere küçüklere dört yıl dört ay ve dört günlük olduklarında Kur'an öğretme­ye başlamaları konusunda hadis veya seleften bir eser bulunup bulunmadı­ğını yazdık. Allah kendisinden razı olsun, bazılarından duyduğu "Hz. Peygamber'in göğsünün yarılması ve okumasının emredilmesi o sıradaydı" şek­lindeki rivayetten başka bu konuda itimad edilebilecek bir nakil bulunmadı­ğı cevabını yazdı. Bu, ihtilaflı olmakla birlikte, eğer sahihse, zikredilen uy­gulama ondan istinbat edilmiştir. Zerkeşi buna "fakat meşhur haberlere ay­kırıdır" ilavesinde bulunur.

Demâmini Sahih-i Buharı'ye yaptığı haşiyenin "Kitâbu'z-Zekât" bölü­münde, Hz. Peygamber'in torunu Hasan'ın ağzından zekat olarak toplanmış hurmayı çıkardığına dair kıssayla[535] ilgili olarak şöyle der: Bu hadiste, ço­cukların bir şeyden nehyedilip te niçin nehyedildikieri kendilerine öğretildi­ğinde büyümüş ve böylece şeriate dair bilgi sahibi olarak teklif (sorumluluk) çağına ermiş bulunduklarına dair delil vardır. Buna karşılık İmam Malik ço­cuğa Kur'an Öğretilmesini hoş görmemiş ve yedi v.s. yaşlarında bir çocuğun Kur'an'ı ezberlediği kendisine söylendiğinde iyi karşılamamıştı. Bu bilgiyi İbnü'l-Müneyyir kaydeder. Ben, Allah en doğrusunu bilir, İmam Malik'in bunu, harfleri mahreç lerinden (çıkış yeri) çıkarma gereğini tam olarak yerine getiremeyeceği veya çocuğun okumasında acele etmenin, müsamaha edilmesi gereken ve çocukların bünyesini güçlendiren, nefislerini ferahlatan oyun oynamalarını engelleyeceği endişesiyle hoş görmediğini sanıyorum. Buhari'nin de bu başlığa yer vermesindeki maksadı, çocukları eğitmede mu­tedil davranmaya tenbihtir.

Tuhfetü'l-ekâbir müellifi, İbnü'l-Müneyyir'in bu sözünü eserinde naklederek onaylar. Bu esere ve Şa'râni'nin Keşfü'l-ğumme'de zikrettiği şu bilgiye bakınız: Hz. Peygamber özellikle kavmin Kur'an'ı ençok bileni oldu­ğunda temyiz çağına ulaşmış çocuğun imamlık yapmasına ruhsat vermiştir. Amr b. Selime[536], Resulullah (sav) zamanında altı, yedi veya sekiz yaşlarında iken kendi kavmine imamlık yapıyordu. İbn Abbas şöyle der: "Sahabüer he­nüz buluğa ermemiş çocukları 'henüz günahları yoktur' diyerek Öne geçirip (imam yapıp) onlarla namaz kılıyorlardı". Bunun üzerine Allah Teâla "Şu kendilerini temize çıkaranları görmedin mi?" (Nisa 4/49) -yani emsallerini temize çıkaranları- âyetini indirdi. Allah Teâla şöyle buyurur: "Kendinizi (övüp) temize çıkarmayın" (Necm 53/32). Yani sizden başka emsallerinizi.[537]

Derim: Amr b. Selime el-Cermî'nin Şa'râni tarafından zikredilen kıssa­sına Hâfiz el-İsâbe'deki biyografisinde işaret ederek şöyle der: Onlar Amr b. Selime'yi, küçük olmasına rağmen imamlığa geçirdiler. Çünkü o, kendileri­nin Kur'an'ı en çok bileniydi. Bu hadisi Buhari[538] tahric etmiştir.[539]

Şüphe yok ki bu bilgi, ashabın çocukların eğitim ve Öğretimine küçük yaşta başladıklarını açık şekilde göstermektedir. Bununla, Meccâci'nin Muhtasara İbn Ebi Cemre'ye yaptığı şerhte İbnü'l-Hâc'm el-Medhal'in-den naklettiği şu bilginin isabetsizliğini anlamış olursunuz: Selef, çocukları­nı yedi yaşına geldiklerinde okutuyorlardı. İnsanların çoğu çocuklarını daha küçükken okuturlar ki bu faydasız bir yormadan öte birşey değildir.[540] Kastallâni, "çocuklara Kur'an'ı Öğretme bâbi'nda şöyle der: Süfyan b. Uyey-ne dört yaşındayken Kur'an'ı ezberlemişti.

Müsellemü's-sübût'un[541] şerhi Fevâtihu'r-rahamût'ta şu bilgi veri­lir: "İmam Şafii beş yaşındayken Muvatta'yı ezberlemişti." Sonuç olarak ya bu durumun kabiliyet ve temayüllere göre farklılık arzettiği veya Keşfü'l-ğumme'de verilen bilginin, onların sözkonusu yaşta Kur'an'ın tümünü ez­berledikleri hususunda sarih olmayıp bir kısmını ezberledikleri anlamına geldiği söylenebilir. Bu da İmam Mâlik'in mekruh gördüğü husus değildir. Melevi'nin Süllem şerhine Sabbân'm yaptığı haşiyede[542] gördüğüm şu bilgi tuhaftır: "İbn Merzûk, Hunci'nin Cümel'ini[543], manzumesinde belirttiği üzere, daha altı yaşındayken manzum hale getirmişti". Bazıları bunu İbnü'l-Hâcib'le ilgili olarak zikrederler. Şinkıt sahrası halkına karışıp onlarla bir­likte yaşayan kimse, bunun gibi bir durumu büsbütün garip karşılamaz. Bizim yayuüanmış olan Keşfü'1-lebs an hadisi vadu'1-yed ale'r-re's[544] adlı risalemizin sonuna bakımz.

Bu konuda sözün özü el-Utbiyye'de geçen şu bilgidir: "İmam Mâlik'e yedi yaşında Kur'an'ı ezberleyen çocuğun durumu soruldu, şöyle dedi: Bu­nun gerekli olduğu görüşünde değilim". İbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsil'de, İmam Mâlik'in şöyle dediğini kaydeder: Bu gerekmez. Çünkü bu ancak onu gerçekten küçük olduğu bir yaşta eğitim ve öğretime yöneltmek, kendisine yumuşak davranmayı terkle mümkün olur ki Resulullah (sav) şöyle buyur­muştur: "Allah yumuşaktır (refik) ve bütün işlerde yumuşak davranılması-na sever".[545]

 

Medine'de Ashaptan Kimlerin Kur1 An Öğrettiği, Allah Resulü'nün Bu Maksatla Taşraya Kimleri Gönderdiği, Sahabeden Kur1 An Hafızı Olanlar, Halka Yazıyı Öğreten Kadın-Erkek, Müslim-Gayrımüslim Kimseler, Resulullah Zamanındaki Müftüler, Rüya Tabircileri, Bugünkü Medreseler Gibi O Zamanlar Kurra'nın Kalması İçin Ev Edinilmesi v.s.

 

Bu konularla ilgili başlıklar İkinci Bölüm'ün başında geçti. Bunlar bu bölüme daha uygun olmakla birlikte Huzâi'nin tertibine uyarak orada kay­dettim. Bu bölümde ise benzer konulan bir araya getirmek ve ilimle ilgili bö­lümün bu yüce devrin ilmî seviyesini tam göstermesi ve ihata etmesi maksa­dıyla onlara atıfta bulundum.[546]

 

Hat İlmini Öğrenmekle Meşgul Olmaları

 

Ebû Hureyre'den Resulullah'ın (sav) şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Peygamberlerden biri yazı yazar (veya

 

çizgi çizer) idi. Kimin yazısı o yazıya uygun düşerse, bilgi sahibi olur".[547] Bunu Bezzar hocası Ebü's-Sabbâh Mu-hammed b. Leys'ten rivayet etmiştir. İbn Hibbân, Ebü's-Sabbâh Muhammed b. Leys'i es-Sikât'ta zikrederek hakkında "hata eder ve muhalif rivayette bulunurdu" değerlendirmesinde bulunur.[548] Hadisin diğer ravileri ise Sa-hih'in ravileri gibidir. İbn Abbas'tan da Süfyân'm şöyle dediği nakledilir: Ben bunu Nebi'den (sav) başka bir kimseden öğrenmiş değilim; O, "...yahut bir bilgi (ilim) kalıntısı getirin" (Ahkâf 46/4) âyetiyle ilgili olarak "yazı" de­miştir. Bunu Ahmed b. Hanbel ve el-Mu'cemü'1-evsatta Taberâni rivayet ederler. Ancak o şöyle der: Resulullah'a (sav) yazı (hat) soruldu, şöyle buyur­du: "O, ilimden bir kalıntıdır". Heysemi şöyle der: Ahmed b. Hanbel'in ravile-ri Sahihin ravileridir. Taberâni de bunu yine el-Evsat'ta İbn Abbas'tan mevkuf olarak rivayet etmiştir: O, Allah Teâla'nm "yahut bir bilgi kalıntısı" sözüyle ilgili olarak "yazının güzelliği" der.[549]

el-Mevâhibü'1-fethiyye fî ulûmi'I-Arabiyye'de Hafız İbnü'1-Cev-zi'den şu nakilde bulunulur: Ashabın Mushaf-ı Kerim'i yazmaları, onların özellikle ortografi (imlâ, yazı) ilmi konusundaki büyük üstünlükleri ve her il­min uygulama alanına konulmasında anlayışlarının derinliğini gösterir (s. 17).

Hâfiz Suyûti, nahiv ilminin daha önceden mevcut olduğu hususunu, na-hivcilerin vâv, yâ, hemze, med ve kasr bulunan kelimeleri talil ettikleri şe­kilde Mushaf m yazılmış olmasından çıkarmakta olup onlar yalı kelimeleri yâ ile, vâvh. kelimeleri de elifle yazıyorlardı. Ebyâri el-Kasrü'1-mebnî ala havâşi'l-Muğnî'de bunu şu şekilde izah eder: Şeyh Debbâğ'ın el-İbrîz'de zikrettiği gibi Kur'an yazısı tevkifidir.[550] Bu durum gördüğünüz gibi ashabın bunu bilmesini geçersiz kurnaz. Çünkü onlar bunu Resulullah'tan (sav) öğ­renmişlerdi. İbn Abdilhakem, Leys b. Sa'd'den şöyle dediğini rivayet eder: Arar b. As, Ömer b. Hattâb'm yanına geldi. Hz. Ömer, Mısır'da kendi yerine kimi görevli bıraktığını sordu, O da Mücâhid b. Cebr'i bıraktığım söyledi. Hz. Ömer, "Gazvân'ın kızının azatlısı!" dedi, o da "evet, o yazma bilir" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: "Muhakkak ki ilim, sahibini yüceltir".[551]

 

Şiirle Meşgul Olmaya Teşvikleri

 

İmam Nevevi, Tehzibü'1-esmâ ve'1-luğât adlı eserinin başında Arap dilinin üstün bir mevki ve yüce bir makamda bulunduğunu, Allah'ın Kitabı ve Resulullah'm sünnetinin onun vasıtasıyla anlaşıldığını kaydettikten son­ra şöyle der: Anlayış sahipleri Arapça ile ilgilenmeye ve Arap şiirleri, hitabe­leri, nesirleri ve onlarla ilgili diğer hususları belleyerek onu sağlamca öğren­meye gayret gösterdiler. Soy ve yurt bakımından fasih olmaları ve dili ezbere bilmelerine rağmen bu itina ashap zamanında da vardı. İbn Abbas, Hz. Aişe ve başkaları şiir ve diyalektlerden yaygın olarak bilinenleri ezberlemişlerdi. Hz. Ömer ve oğlunun, Arapça'yı belleme konusundaki aşırılıklarından dola­yı çocuklarını dövmeleri ise apaçık bilinen nakillerdendir.[552]

Ebû Nuaym Riyâzü'l-müteallimin'de Arapça'yı dil ve gramer olarak Öğrenmeyi andıktan sonra şöyle der: "Sonra şiirden bir nebze bilmelidir. Çünkü o Arapların divanı olup sonrakilere miras olarak bırakılmış, övülme­si ve kötülenmesi baki, şerri ve hayrı mevcuttur. Şiirde şahid ve hazır, atasö­zü, açıklama, izah, Kur'an'ın garib lafızlarını ve Resulullah'ın (sav) sünneti­nin manalarını beyan vardır". Ebû Nuaym sonra da Hz. Aişe'den müsned olarak şu rivayeti nakleder: "Şiire önem verin, çünkü o dilinizi hatadan sa­lim kılar". Yine o eserde İbnu 1-Enbârî'nin İbn Abbas'tan naklettiği şu riva­yet yer alır: "Şiir Arapların divanıdır; Allah'ın Arap diliyle indirdiği Kur'an'dan bir harf size kapalı kalınca (onu anlamaymca), Arap dilinin di­vanına başvurun, bunun anlamını kavramayı onda arayın".[553]

Ebü'l-Hasan Ali el-Hureyşî'nin Şerhu'ş-Şifâ'sında şu bilgi verilir: Şiiri araştırmak, diğer ilimler gibi sünnettir. Hatta müvelledun'un şiiri de dahil olmak üzere farz-ı kifâyeden de sayılmıştır. Bunu Suyûti Şerhu Manzumeti'1-meâni 'de zikreder.

Buhari Sahihinde, mescidde şiir okumanın caiz olduğuna dair bir başlığa yer vermiştir.[554] Muvatta'da da namazla ilgili bâbların sonunda, İmam Mâlik kendisine şu haberin ulaştığını nakleder: "Ömer b. Hattâb mes­cidin bir kenarında Butayha denilen bir revak yaptırdı ve "kim şamata et­mek, şiir okumak ve sesini yükseltmek (yüksek sesle konuşmak) istiyorsa şu revaka çıksın' dedi".[555]

Derim: Bunun, mescide bitişik olarak ilim Öğrenenler, zikredenler, itikâfa girenler ve dünyadan eletek çekenler için medrese ve ribatlar yapıl­ması hususunda dayanak olması sahihtir. Zamanımızda bir grup alim asha­bın şiirleriyle ilgili müstakil eserler kaleme almış olup bunlardan birisi Türk'tür. Onun eserinin ilk cildini gördüm.[556] Hafız İbn Seyyidinnâs'm Hz. Peygamber'i öven sahabilerle ilgili müstakil bir kitap kaleme aldığı ve onda iki yüz kadar sahabiyi saydığı daha önce kaydedilmişti.[557]

 

Ensab İlmi

 

Ebû Hureyre'den şöyle dediği nakledilir: "Ensâbınızı (soy kütüğü), kendisiyle sıla-i rahimde bulunacağınız Ölçüde öğrenin".[558] Bunu Taberâni el-Mu'cemü'1-evsat'ta rivayet eder. Heysemi şöyle der: Bu rivayetin senedinde Ebul-Esbât Bişr b. Râfi mevcut olup hadis otoriteleri onun zayıf olduğu konusunda birleşmişlerdir. Heysemi, Resulullah'ın (sav) "Ensâbınızı, kendisiyle sıla-i rahimde bulunacağınız ölçüde öğrenin" buyurduğuna dair Alâ b. Hârice'den naklettiği hadisi tam olarak sıla-i rahim bahsinde vermiştir. Bu hadisi Taberâni el-Mu'ccmü'I-kebir'de rivayet etmiş olup Heysemi onun ravilerinin mevsuk (güvenilir) olduğunu söyler.[559]

Suyûti bu hadisi el-Câmiu's-sağir'de şu lafızla kaydeder: "Ensâbınızı, kendisiyle sıla-i rahimde bulunacağınız ölçüde Öğrenin; muhakkak ki sıla-i rahim ailede muhabbet, malda çoğalma sebebi olup eceli de geciktireceği umulur".[560] Suyûti bunu Ebû Hureyre'nin rivayeti olarak Ahmed b. Hanbel, Tirmizi ve Hâkim'e isnad eder.[561] et-Teysir'de müellif, Hâkim'in bu hadis için sahih değerlendirmesinde bulunduğunu ve diğerlerinin de onu onayladıklarım kaydeder.[562] Onu onaylayanlardan biri de Zehebi'dir.[563] Heysemi şöyle der: Bu hadisin çeşitli rivayet yolları mevcut olup en kuvvetlisi Taberâni'nin Alâ b. Hârice'nin rivayeti olarak tahric ettiğidir. Bu hadis Hz. Ömer'den de rivayet edilmiş olup İbn Hazm ravileri mevsuk fakat inkıtaı bulunan bir isnadla kaydetmiştir. İbn Zenceveyh (Zencûye), Ebû Hureyre'nin rivayeti olarak şu hadisi tahric eder: "Ensâbınızı, sıla-i rahimde bulunacağınız Ölçüde Öğrenin, daha öteye gitmeyin. Arapça'dan da Allah'ın Kitabı'nı bilecek kadar öğrenin, daha öteye gitmeyin"[564]. Zebîdi el-Ithâf ta şöyle der: Böylece, yukarıda geçen hadis ile ensâb ilminin faydasız bir ilim olduğuna dair hadis[565] arasında uygunluk sağlanmış olup yasaklanan husus, daha önemli olan şeyleri öğrenmekten alıkoyacak şekilde buna dalıp derinleşmektir.[566]

el-İsâbe'de müellif, Nahhâr b. Evs'in biyografisini vererek şöyle der: Hz. Peygamber'e ulaşmıştır. Ensâb konusunda allâme idi. öyle ki İbnü'l-Kelbî onun için "Arapların ensâbı en iyi bileni idi" demiştir. O, Muaviye'ye "Aba sana birşey söylemez, seninle konuşan onun içinde olandır" diyen kimsedir.[567]

"Nesep ilmi, fayda vermeyen bir ilim ve zarar vermeyen bir cehalettir"[568] rivayetine gelince, Hafız Feth'te şöyle der: Bu haber m e r f û olarak rivayet edilmiş olup "Lâ yesbuf'tur.[569] Hz. Ömer'den de rivayet edilmiş olup o da "lâ yesbuf'tar. Hafiz İbn Hazm Cemhere'sinin baş tarafında bu rivayetin bâtıl (uydurma) olduğuna dair delil getirerek e n s â b ilmini, bilinmemesi zarar veren faydalı ilimlerden saymıştır. Çünkü nesep ilminin kişilere farz olan kısmı vardır. İbn Hazm "Ensâbınızı, kendisiyle sıla-i rahimde bulunacağınız ölçüde öğrenin" sözünü Hz. Ömer'e isnadla vererek şöyle der: Ebubekir es-Sıddık, Ebül-Cehm b. Huzeyfe el-Adevî ve Cübeyr b. Mut'im b. Adî b. Nevfel b. Abdimenâf insanların ensâbı en iyi bilenlerinden idiler.[570] Hz. Ömer, Ali ve Osman da bu konuda alim idiler. Ancak biz Hz. Ebubekir, Ebü'1-Cehm ve Cübeyr'i, bütün Arapların ensabı konusundaki derin bilgileri sebebiyle onlardan önce zikrettik. Resulullah (sav) Hassan b. Sâbit'e, Kureyş ensabı konusunda ihtiyaç duyduğu bilgileri Hz. Ebubekir'den öğrenmesini emretti. Bu, "Nesep ilmi, fayda vermeyen bir ilim ve zarar vermeyen bir cehalettir" sözünü Allah Resulü'ne isnad eden kimsenin söylediğini yalanlar. Çünkü bu sözün sahih olmamasına karşılık bizim zikrettiğimiz herşey ise sahih ve meşhur olup en az hadis bilgisine sahip kimselerin bilebileceği sabit isnadlarla nakledilmiştir. Ömer b. Hattâb, Osman b. Affan ve Ali b. Ebi Talib divan lan tesbit ettiklerinde, bunu kabilelere göre düzenlemekten başka şekilde yapmamışlardı. Eğer onların e n s â b konusunda bilgileri olmasaydı bunu yapamazlardı. Böylece, zikrettiğimize aykırı bütün görüşler geçersiz olmuştur.[571] Bu bilgiyi, Mağrib'in nessâbesi (ensâb alimi) ve nakibül-eşrafi Ebü'r-Rebî el-Havvât'ın (Allah ona rahmet etsin) elyazısıyla yazılan bendeki Cemhere nüshasından naklettim.

Târihu'l-hulefâ'da Hz. Ebubekir'in biyografisinde şu bilgi verilir; Ebubekir es-Sıddık, Arapların ve özellikle Kureyş'in ensâbı konusunda insanların en bilgilisiydi. İbn Ishak, Yakub b, Ütbe'den, onun da ensardan bir şeyhten naklettiği şu rivayetini tahric eder: Cübeyr b. Mut'im Kureyş ve bütün Arapların ensâbı konusunda Kureyş'in en bilgilisiydi. O şöyle derdi: Ben nesep bilgisini Ebubekir es-Sıddık'tan öğrendim, o Arapların ensâbı en iyi bileniydi.[572]

İbn Abdilber el-İstiâb'da Abdullah b. Büreyde'ye ulaşan senediyle şu tahricde bulunur: Muaviye b. Ebi Süfyân Dağfel-'i çağırarak kendisine Arapça'dan, halkın ensâb ından ve nücumdan (astronomi) sordu. Onun alim biri olduğunu gördü ve "buları nereden belledin ey Dağfel?" diye sordu, o da şu karşılığı verdi: "Bunu, kavrayan bir kalp ve soran bir dil sayesinde belledim. İlmin felaketi, unutmaktır". Bunun üzerine Muaviye ona şöyle dedi: Yezid'e git ve ona halkın ensâbını, nücum ilmini ve Arapça'yı Öğret.[573] Adı geçen Dağfel, allâme ve nesep alimi Dağfel b. Hanzale es-Sedûsî eş-Şeybânî'dir. Bunu İbn Abdilber söyler.

Yazarlardan biri şöyle der: Nesep ilmi, gerçekte şahıslar ve kabilelerin nesebini bilmekten ibaret değildir. Çünkü bu, ilim demeye değmeyecek basit bir bilgidir. Nessâbeler, bu şahıs ve kabilelerin haberlerini bilirlerdi ki bu da tarihtir. Bu bilginin e n s â b ilmi diye adlandırılmasının sebebi, muhte­melen, a h b â r alimlerinin en önemli faydalarından biri kabileleri dalla­rına ayırmak ve aralarındaki uzaklığın çokluğuna rağmen dalları ana kökle­rine ilhakı bilme olan ensâb konusunda merci olmalarıdır. Onlardan bu ilim­de ihtisas sahibi olup bilgilerini kendi etraflarında halkalananlara Öğreten­ler vardı.[574]

 

Asr-I Saadette Ferâiz İlminin Revaçta Olduğu Ve Allah Resulü'nün Onu Öğrenme Ve Öğretmeye Teşviki

 

Mâliki mezhebinin hânzı ve Mağrib'in Hattâb'ı Ebû Ali İbn Rahhâl el-Muhtasar a yaptığı büyük şerhte şöyle der: F e r â i z ilmi, kendisinde al­tıda bir hissesi ve diğerleri, kimlere ait oldukları, bir halden diğerine hacb ve sairenin açıklanmış olması sebebiyle Kur'anî bir ilimdir. Ashabın bu husus­taki içtihad ve ihtilafları, bu konuya verdikleri önemin büyüklüğünden ileri gelmektedir. Resulullah'm (sav) teşvikte bulunması bu konuda yeter. İbnü'l-Arabî ve Seytâni'nin belirttiklerine göre feraizin farz-ı kifâye olduğu icmaen sabittir.

Derim: İbn Mâce ve Hâkim, Ebû Hureyre'den şöyle dediğini tahric eder­ler: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Ferâizi Öğrenin ve insanlara öğretin. Ferdiz, ilmin yarısı olup unutulacaktır. O, ümmetimden çekilip alınacak ilk ilimdir".[575] Hadisin senedinde Hafs b. Ömer mevcut olup metruktür. Ebû Hureyre'den şu rivayet nakledilir: Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: "Ferâiz ile Kur'an'ı öğrenin ve insanlara öğretin. Ben (aranızdan) geçip gideceğim. İlim de kalkacak (mensupları ölecek) ve fitneler ortaya çıkacak. Öyle ki iki kişi bir miras hissesinde anlaşmazlığa düşecekler ve aralarında hüküm ve­recek birini bulamayacaklardır". Bunu Tirmizi Ebû Hureyre'den tahric et­miş olup onda  " ı z d ı r a p "    bulunduğunu söyler.[576]

Bu hadisin aynısı Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i ve Hâkim'in eserinde tbn Mesud'dan nakledilmiştir.[577] Dârimi de el-Câmi'in başında "alimlere uyma bâbı'nda tahric etmiştir.[578] F e r â i z kelimesinin tekili olan fa­riza "...Allah'tan bir farizadır" (Nisa 4/11) âyetinde geçer.

Şirâzi el-Elkâb'da ve başkaları bunun aynısını tahric ederler, el-Câmiu'l-kebir'e bakınız.[579] Dârimi'nin Müsned'inde Hz. Ömer'den şu riva­yet tahric edilir: "Kur'an'ı Öğrendiğiniz gibi ferâizi, lahm (irabı) ve sünnetleri öğrenin". Dârimi yine Hz. Ömer'den şu tahricde bulunur: "Ferâizi öğrenin, çünkü o sizin dininiz cümlesindendir". Abdullah'tan da şu tahricde bulunur: "Kur'an'ı ve ferâizi öğrenin; olur ki kişi daha önce bildiği bir ilme muhtaç hale gelir veya onu bilmeyen bir topluluk kalır". Sonra Ebû Musa'dan şu tahricde bulunur: "Kim Kur'an'ı bilir de ferâizi bilmezse, yüzü olmayan başa veya yüzsüz kimseye benzer". Hasan'dan da şu tahricde bulunur: "Sahabiler Kur'an, ferâiz ve menâsiki (hacla ilgili hükümler) öğretmeye[580] rağbet eder­lerdi". Yine Abdullah'tan şu tahricde bulunur: Kim Kur'an'ı okursa ferâizi de öğrensin. Bir bedevi ile Karşılaştığında o kendisine "ey muhacir, Kur'an'ı okur musun?" der. Eğer, "evet" derse, bedevi ona "ferâiz biliyor musun?" der, eğer "evet" derse bu, bir fazlalık ve hayırdır. Eğer "hayır" derse, bedevi şöyle der: "ey muhacir, bana üstünlüğün nedir?".[581]

Ukbâni'rûn Tuhfetü'n-nâzır'ında el-Müstahrece'nin "cami" bölü­münden naklen şu bilgi verilir: Bana ulaştığına göre İbn Mesud şöyle derdi: "Sizden biriniz ferâiz, haccm uygulaması ve talak konusunda hüküm vere­mezse, onun bâdiye halkına (bedeviler) ne üstünlüğü olur?".[582] İbn Rüşd şöy­le der: Bunun anlamı açıktır. Çünkü bâdiye halkı bilgisiz olup şehir halkının onlara üstünlüğü ancak dini konulardaki bilgileridir. Allah Teâlâ şöyle bu­yurur: "Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltir" (Mücâdile 58/11).

İbnü'l-Arabi Ahkâm'da şöyle der[583]: Ferâiz ilmi ashabın nazarın­da en yüce ilim ve en büyük tartışma konularıydı. Resulullah (sav), faydası­nın büyüklüğünü takdir etmede mübalağa ve elde etmeye insanları teşvik için onu "ilmin yarısı" diye adlandırmıştır. Sanki o şerefiyle, öğrenilen bütün ilimlerin yarısına denktir. Mâlik'in talebeleri onun şöyle dediğini nakleder­ler: Kişi ferâiz, nikâh, talak ve yeminlerle ilgili konularda hüküm vermedik­çe alim müftü sayılmaz. İbnü'l-Arabi şöyle der: Bu, anılan esasların dindeki önemi ve müslümanlar arasında yaygın olarak meydana geldiğine işarettir. Matîtî Nihâye'sinde[584] bazı hadisleri zikrettikten sonra şöyle der: Ashap ve tabiinden bir grup alim ferâiz öğretimine teşvikte bulundular. Sebte'de mu­kim olan Ebû Ishak İbrahim b. Ebubekir et-Tilimsânî el-Vaşkî (Allah ona rahmet etsin) ferâize dair meşhur r e c e z inde[585] şöyle der:

Bize peygamber oldu Muhammed Mustafa

En doğru yola ulaştıran insanları

Açıkladı helâli ve haramı

Belirledi hadleri ve hükümleri

Teşvik etti de etti feraiz ilminin öğrenimini

Allah'ın salâtı olsun üzerine onun

Buyurdu bu konuda "onu öğrenin,

Sonra öğretin onu hepsine insanların".

Kıldı onu yarısı ilimlerin

O değer bakımından en yücesidir ilimlerin

Ve zaruridir hiç şüphesiz

Onu edinmeyi kendime farz bilirim

Çünkü olmaz zaman olmaksızın

Bir mirasçı insanlar içinde veya miras bırakan

İmam Ebû Yusuf Yakub b. Musa es-Seytânî[586] bunun şerhinde şöyle der: Hz. Peygamber'in "Ferâiz ilmin yarısıdır"[587] sözü, benzeri diğer ilimlere karşı onu te'kide ve onlara karşı üstünlüğüne delalet eder. Hz. peygamber, ferâizin bu üstün dereceye sahip olmasından dolayı da insana onu elde et­mek için gayret sarfetmesini, elde ettikten sonra da bütün insanların hizme­tinde kullanmasını emretti. Hz. Peygamber'in "O, ilmin yarısıdır" sözüyle il­gili olarak iki soru sözkonusu olur. ŞÖyleki Resulullah (sav) f e r â i z le il­gili olarak "O, ilmin yarısıdır" ve ayrıca "Güzel soru sormak ilmin yarısı­dır"[588] buyurmuştur. Halbuki bir şeyin ikiden fazla yarısı olamaz. Geride kalan ilimlerin sayısı ise bu ikisinden kat kat fazladır. İkinci soru ise sudun Feraizle ilgili meseleler, fıkıh dışındaki diğer şer'i ilimlerin meseleleri bir ta­rafa, fıkıh meselelerine nisbetle bile onda bir oranı karşılamaz. İlk soruya iki yönden cevap verildi. Birincisi şudur: Hz. Peygamber'in "Güzel soru sormak ilmin yarısıdır" sözü, soru soran ve soru sorulan açısından, diğer hadis ise f e r a i z in öteki ilimlerle ilgisi bakımından sözkonusu edilmiştir. İkisi belli bir hususta varid olmuş değildir. İkincisi şudur: Bu söz ferâize teşvik konusunda, üstünlük ve mübalağa bakımından mecaz ifade eder. Resulul-lah'ın (sav) "Hac, Arafat'tır"[589], "Üzüntü yaşlılığın yarısı, tedbir yaşamanın yarısı ve sevgi de aklın yarısıdır"[590] sözleri de bunun gibi olup burada sözko-nusu edilen hususların nisbet edildikleri şeyler bakımından taşıdıkları önem ve üstünlüğe dikkat çekmeyi ifade eder. Karâfi şöyle der; Bu soru, fazla bilgili olmayan bir f e r â i z alimine soruldu, verecek cevap bulamadı. Yu­karıda sözkonusu edilen ikinci soruya da iki şekilde cevap verildi. Birincisi şudur: F e r â i z ilmi, muhtevası bakımından küçük olduğu halde başka­larından daha çok kendisine ihtiyaç duyulan büyük fayda taşıyorsa, bu du­rumda, kendisinden daha çok mesele ihtiva eden başka ilimlere denk olur. Bu husus mahsûsâtta (duyularla kavranan şeyler) çokçadır. İkincisi şudur: İnsanın yapmakla emrolunduğu şeyler, biri hayatta diğeri ölüm sonrasıyla ilgili olmak üzere iki kısımdır. F e r â i z , bu açıdan bakılınca yarım sayı­lır. Buna karşı da, ölümden sonra hakkında dini hüküm sözkonusu olan hu­susların yalnız ferâiz değil, nazarî ve malî vasiyetlerle cenazeye dair mesele­ler de olduğu söylenerek itirazda bulunulmuştur. Bu itiraza şu şekilde cevap verilmiştir: Bunlardan sözedilmesinin farzın hakkı ve bunların ferâiz cüm­lesinden olduğunu kabul ediyoruz. Yahut şöyle denir: Vasiyet ölüm sonrası­na yönelik olmayıp ölüm sonrasıyla ilgili olan yalnız onun infazıdır. Meyda­na gelmesi ise ölümden öncedir. Ayrıca, mirasın aksine, her durumda gerekli de değildir. "Kitâbü'l~Cenâiz"de bulunan konular ise dirilerle alakalıdır. Buna karşı da şu itiraz ileri sürülmüştür: F e r â i z i öğrenmek yaşayan kimseye yönelik bir husus olup ölüye ne yapılacağı ve ölüyle ilgili konularda muhatap yaşayan[591] kimselerdir. Bütün bu yorumlar zorlamadan ibaret olup Hz. Peygamber'in bu sözünün, "Hac, Arafat'tır" ve benzeri sözleri gibi mübalağa maksadıyla söylendiğini ifade etmek en uygun olanıdır. Öyle sanı­yorum ki Karâfi'nin söylediğini görmeyen müteahhirin ulemadan biri şöyle der: Bu ilimle uğraşanların çoğu, ferâiz ilminin üstünlüğüne Ebû Hurey-re'den nakledilen hadisi[592] delil göstermişlerdir. Bunlar, sözkonusu hadiste geçen "ferâiz" ifadesini, mirasçının hissesi anlamındaki "farz" şeklinde yorumlamışlardır. Ancak anlaşılan, bunun uzak bir yorum olduğu­dur. Hadiste kastedilen şey ibadet, muamelat ve diğer hususlardaki "teklifi farzlar" olup bu anlamda ferâizin ilmin "yarısı" ve "üçte biri" oluşu da sahih olur. O sonra da ikinci itirazı kaydederek şöyle der: Hadiste geçen "ferâiz'ıfa-desinden ne kastedildiği bellidir. Çünkü ferâizin özel ilim dalı anlamında kullanılışı ve onunla mirasçıların hisselerinin kastedilişi, ilim dalları ve te­rimlerin ortaya çıktığı sırada fukahanın ortaya koyduğu bir terimdir. İs­lam'ın ilk zamanlarında ise sadece sözlükte "takdir ve kesinlik" anlamına ge­len "farz"dan müştak olarak genel anlamı çerçevesinde kullanılıyor ve be­lirttiğimiz gibi kayıtsız şekilde kullanıldığında bundan yalnız bütün farzlar kastediliyordu. Bu da ferâizin şer'î bakımdan ifade ettiği anlam olup kendi zamanlarında kastedilen manadan başkasına yorumlanmaması gerekir ki bu da onların maksatlarına en uygun olanıdır. Yukarıda sözü edilen müteahhirin alimin söyledikleri bunlar olup onun sözlerinden, ferâiz alimlerinin, hatta yalnız bir kısmının sözkonusu hadisi esas alıp onunla yetindikleri an­laşılmaktadır. Oysa durum böyle olmayıp İbn Mâce, muhaddisler, fakihler, müfessirler ve noterlerin birçoğu bu hadisi lafız veya manasıyla "Kitâbu'l-Ferâiz"in başında kaydetmiş ve ardından da ashap ve tabiinden buna delâlet eden â s â r ı (haber, rivayet) zikretmiştir. Bu rivayetlerde "ferâiz" ifadesi geçmektedir ve hepsi de bunu "mirasçıların hissesi" şeklinde anlamış olup onlar kelimenin sözlük ve şer'î anlamı konusunda be­rikinden daha bilgiliydiler. Ebû Yusuf es-Seytânî'nin sözü burada bitti.

Derim: Seytâni'nin "müteahhirin ulemadan biri" sözüyle kastettiği kimse Veliyüddin İbn Haldun olup zikredilen hususları el-Iber mukaddime­sinde ele almıştır[593]. Şeytânı de onunla birlikte selef alimlerinden mirasla il­gili konu başlıklarında bu hadisi ananları araştırmıştır. Bu konuda İmam Tirmizi'yi anmak yeter. O ferâizle ilgili konu başlıkları açar ve sonra "Kim bir mal bırakırsa, malın onun varislerine ait olduğuna dair hadisle ilgili bâb"[594], ikinci olarak da "Ferâizi öğretmeye dair hadisle ilgili bâb"[595] başlığı­na yer verir ve konuyla ilgili sözkonusu hadisi zikreder. İbn Mâce ve başkala­rı da bunun gibidir. Buhari'nin çağdaşı Ebû muhammed ed-Dârimi'yi anmak da yeter ki o Müsned'inde "Kitâbü'l-Ferâiz" başlığına yer vererek bu konu­da ashaptan birçok rivayet zikretmiştir. Biz bunları, konunun başında ver­dik. Bu da miras ilmi için "ferâiz ilmi" tabirinin çok eskiden beri kullanıldığı hususunda en büyük delildir.

İbnü'l-Esir'in en-Nihâye'sinde İbn Ömer'in rivayet ettiği "ilim üç şey olup bunlardan biri (Kitap ve Sünnete göre) denkleştirilmiş (yahut bunlar­dan çıkarılmış) bir miras hissesKni bilmekten ibaretidir" hadisiyle ilgili ola­rak şu bilgi verilir: Bununla, Kitap ve Sünnette zikredilen pay ve hisselere uygun şekilde paylaştırmada adaleti kastetmiştir. Şöyle de denmiştir: Kitap ve sünnette hakkında nas bulunmasa bile Kitap ve sünnetten çıkarılmış ol­masını kastetmiştir ki böylece nassa uygun olmuş olur. Şöyle de denmiştir: "Adil fariza", müslümanların üzerinde ittifak ettikleridir.[596]

Hocalarımızdan bazıları İbn Haldun'un görüşünü red mahiyetinde şöy­le dediler: Nesâi'nin rivayetinde hadisin sonundaki "öyle ki iki kişi miras his­sesinde anlaşmazlığa düşecekler ve aralarında hüküm verecek birini bula­mayacaklar"[597] ifadesi, Allah Teâla'nın "Allah'tan bir farizadır" (Nisa 4/11) sözü, diğer hadisteki "Sizin, ferâizi en iyi bileniniz Zeyd b. Sabittir"[598] ifadesi İbn Haldun'un görüşünün gerçeğe uzak olduğunu ortaya koymakta, diğerle­rinin görüşünü desteklemektedir. Onun ferâizle ilgili olarak "fukahamn or­taya koyduğu bir terimdir" sözü ise kabul edilir değildir.

Münâvi de et-Teysir'de hadisi iki ihtimal çerçevesinde zikrederek şöy­le der: Burada " ferâiz" den kastedilenin miras ilmi olduğu söylendiği gibi, hadiste ferâizle birlikte Kur'an'ın da anılmış olduğu karinesinden hare­ketle bunun, Allah'ın kullarına farz kıldığı şeyler olduğu da söylenmiştir.[599] Mecmau bihâri'l-envâr müellifi de İbn Haldun'un görüşüne meyletmiş ol­makla birlikte böyle yapmıştır. Doğrusunu en iyi Allah bilir. Dahası var; ben Şeyh Ebû Ali İbn Rahhâl'in el-Muhtasar şerhinde Seytâni'nin sözünün ar­dından şöyle dediğini gördüm: "İbn Haldun'un söylediği doğrudur. Gerçeği Allah bilir. Hadisten kastedilen, vaciplere önem vermeye teşviktir. Vacipler menduba nisbetle ilmin yarısıdır. Haramları terk vacip, mekruhu terk de menduptur. Caize gelince, usul alimlerinin onunla ilgili olarak söyledikleri­ni bilirsin. Seytâni'nin işaret ettiği rivayetlere gelince, onlardan hüküm çı­karmak için sahih olmaları şartı vardır. Buna da muhaddislerden mütehas­sıs kimseler karar verir. Bunu anla".

Bu iddia, bilindiği üzere Dârimi, İbn Mâce ve diğer alimler tarafından sözkonusu hadisle ilgili olarak mirasa dair bölümlerde başlık açılmasıyla ge­çersiz kılınmıştır. Hüküm çıkarmak ise, üzerinde ittifak edilen bir husus ol­duğu üzere bazan da hasen hadisle olur. Evet, Ebû Ali İbn Rahhâl şöyle der: "Güzel soru sormak ilmin yarısıdır"[600] hadisinde ilimden kastedilen, doğru­sunu Allah bilir, Şeytani ile muttali olduğum başka alimler işaret etmeseler de, kendisiyle ilgili olarak soru sorulan ilimdir. Bir kimsenin bir alime "vitrin hükmü nedir, vacip mi mendup mu?" diye sormasında olduğu gibi. Alim de sözgelimi ona şöyle der: "o vaciptir" veya "o menduptur". Böylece soran kim­senin sorusu, hakkında cevap verilen ilmin yansı olur. Çünkü onun soru sor­ması ve alimin cevabıyla bu hüküm ortaya çıkmış olur. Şöyle ki o soru sor­makla, cevap verenin cevap vermesine yardımcı olmuştur. Soran için yalnız tasavvur yönü, cevap veren alim için de yalnız tasdik yönü sözkonusudur. Di­lersen "soran kimse suret", "alim hükümdür" de diyebilirsin. Dilersen "so­ran, hüküm için mahal hazırladı", "alim de hükmü bu mahalle indirdi" de di­yebilirsin. Bu hadisten bizim anladığımız budur. Fetva vermek durumunda kalan kimse, güzel soru sormanın değerini bilir. Şöyle ki Allah Resulü'nün de (sav) belirttiği gibi, özellikle soru soran kimse zeki birisiyse sorusunda, ce­vap verecek olanı aklına gelmeyen şeylere yöneltecek hükümlere genel çer­çevede işarette bulunur.

İbn Rahhâl'in bu açıklaması güzel bir açıklamadır.[601]

 

Hulefâ-Yı Râşidin Devrinde Hesapla İlgili Konularda Kendilerine Başvurulanlar

 

İmam Ebû Yusuf es-Seytânî Şerhu't-Tilimsâniyye'de bir uyan başlı­ğı açarak şu bilgiyi verir: Miras ilminde ihtiyaç duyulan hususlardan biri de hesap ilmidir. Kişinin payları tespitteki iktidarı da hesaptaki gücü ölçü­sünde olur. Eğer hesap bilmeyen bir fakih ise f e r â i z le ilgili işlemleri ya­pamaz. Üstesinden gelebileceği olanca iş, avamdan birinin aklıyla kavraya­bileceği türden basit paylardır. Hz. Ömer'den nakledildiğine göre, ona bir miras payı sorulmuş o da "Said b. Cübeyr'e sorun; o da bu konuda benim bil­diğim kadarı biliyor, ancak o hesapta benden daha bilgilidir" demiştir. Anla­şıldığına göre Hz. Ömer hesap bildiği halde konuyu Said'e havale etmiştir. Çünk selef alimleri kendilerine bir soru sorulduğunda onu başkasına havale ederlerdi. Bazan da bu, her biri arkadaşına havale ederek bir grup arasında dolaşır ve hatta bazı durumlarda ilk önce kendisine sorulan kimseye döner gelirdi.

İmam İbn Kunfuz el-Kısmıtinî'nin, İbn Ebi'r-Ricâl'in astronomiye dair manzumesine yaptığı şerhte[602] şu bilgi verilir: İmam Fahreddin'e "sahabiler matematik ve geometri ilminin incelikleri konusunda derin bilgi sahibi de­ğillerdi" dediğinden dolayı karşı çıkılmış ve Şihâbüddin de "bu, ashabın du­rumuna vakıf olanlar katında bilinen hususa aykırıdır" demiştir. Şa'bi şöyle der: "Ben Ali b. Ebi Tâlib'den daha iyi hesap bileni görmedim." Başkası da şöyle der: "O, Sıfîîn olaylarım Allah Teâla'nm "Hâ mîtn, ayn sin kâf (Şûra 42/1) sözünden çıkarmıştı". Ashabın, ilimlerin inceliklerine dair bu ve diğer durumları bilinmektedir.

Karâfi'nin el-Furûk'unda (II, 240) şu bilgi verilir: Hesapla alakalı na­dir fıkhi meselelerden biri de Ali b. Ebi Tâlib'le ilgili olarak anlatılan şu me­seledir: Şöyle ki birinde beş, diğerinde de üç ekmek bulunan iki kişi oturup ekmek yediler. Üçüncü biri de yanlarına oturup onlarla birlikte yemeye baş­ladı. Yemek bittikten sonra bu adam onlara sekiz dirhem vererek "bunu, her-birinizden yediğim ölçüde aranızda paylaştırın" dedi. Üç ekmeği olan şöyle dedi: "O, yediğinin yarısını benim ekmeğimden yarısını da senin ekmeğin­den yedi; bana yansını, dört dirhemi ver". Diğeri de ona şöyle dedi: "Sana üç dirhemden fazlasını vermem. Benim beş ekmeğim olduğundan ben beş dir­hem, senin de üç ekmeğin olduğundan sen de üç dirhem alacaksın". Üç ekme­ği olan, şeriatın karar vereceğinden başkasını kabul etmeyeceğine yemin et­ti. Hz. Ali'ye duva açtılar; O, üç ekmeği olana bir, beş ekmeği olana ise yedi dirhem verilmesine hükmetti. Üç ekmeği olan kimse bundan yakındı. Hz. AH ona şöyle dedi: "Ekmekler sekiz tane, siz de üç kişisiniz.-Her biriniz üç ek­mekten, bir ekmeğin üçte biri kadar eksik yemişsiniz. Bu durumda senin üç ekmeğinden geriye yalnız bir ekmeğin üçte biri kalmış olup diğer adam se-ninkinden ancak bu kadarını yiyebilmiştir. Senin arkadaşın da kendi ekme­ğinden üç ekmekten bir ekmeğin üçte biri kadar azını yemiştir. Onun beş ek­meğinden ise geriye iki ekmek ve bir ekmeğin üçte biri kalmıştır. Bu da dir­hem sahibinin yediği olarak yedi tane üçte bir eder. Sonuç olarak adam se-ninkinden bir ekmeğin üçte birini, onunkinden ise bunun yedi katını yemiş­tir. Dolayısıyla sen bir dirhem o da yedi dirhem haketmiştir". Bu, fetva veren fakih ve hüküm veren hakimin muhtaç olduğu fıkhı bir mesele olup gördüğü­nüz gibi ancak ince bir hesapla bilinebilir.[603]

İbn Asâkir, Abdurrahman b. Ebi Amire el-Muzenî'den şu tahricde bulu­nur: Hz. Peygamber, Muaviye için şöyle dedi: "Allahım ona Kitab ve hesabı öğret. Onu azaptan koru".[604] İbnü'n-Neccâr da İrbâz'dan şu rivayeti tahric eder: Resulullah'ı (sav), Muaviye için "Allahım ona Kitab ve hesabı öğret, onu azaptan koru"[605] derken duydum.

Medine tü'1-ulûm'da müellif, hesab-ı ukûd 'dan sözederken Şöyle der: ukûddan maksat parmakların bağlanmasıdır. Teşehhüdde elin uyluklar üstüne nasıl konulacağına dair hadiste "Hz. Peygamber (parmak­larım) elli beş şeklinde bağlardı"[606] diye geçtiği üzere ashap bu ilmi uygula­maktaydı. Bununla, elli beşin konulusu şekli değil de parmakların konuluş şekli kastedilmiş olup o da baş parmakla şehadet parmağı dışındakilerin bağlanması, baş parmağın şehadet parmağıyla birlikte, onun altına gelecek şekilde salıverilmesidir.[607] cs-Şerhu'1-celi alâ beyteyi'l-Mevsilî'ye bakı­nız.[608]

 

Avrupalıların Arap Rakamlarını Araplardan Almış Oldukları Ve Bu Rakamların Avrupa'ya Hz. Ali Zamanında Girdiği

 

Bunu Şihabüddin el-Mercâni Vefîyyet'te (s. 33) şöyle diyerek belirtir: Arap rakamları onların memleketlerine 40 (660) yılında Hz. Ali'nin halifeliği sırasında girdi.[609]

 

Kendisinden İlim Tahsil Etmede Kureyşliyi Başkasına Tercih Etmeleri

 

Cem'u'l-cevâmi'de İbn Ebi Şeybe ve İbn Cerir'in, İbn Ebi Hasme'den naklettikleri şu m e r f û rivayet kaydedilir: "Kureyş'ten öğrenin, ona öğ­retmeyin. Kureyş'i öne alın, geriye bırakmayın. Kureyş'e mensup olanın, başka iki kişi kadar kuvveti vardır".[610] Münâvi et-Teysir'de bunu "şecaat, görüş ve ihtiyatla" sınırladı. O, "ona öğretmeyin" ifadesini de bu hususlarla kayıtlayarak "çünkü o bu konularda bilgi sahibidir" der.[611] Öğrenim konusunda zahiren anlaşılan ise onlar tarafından bilinen konularda genellik olup bu şeyleri onlardan öğrenmek daha iyidir. Çünkü onlar hilafet evi, vahyin in­diği yer, reislik ve yöneticilik kaynağıdırlar. Deylemi Müsnedü'l-fîrdevs'te İbn Ömer'den şu merfû rivayeti tahric eder: "İlmi şeref ehline sorun, eğer onlar katında bir ilim varsa onu yazın, onlar yalan söylemezler".[612]

 

İlm-i Nücum'u (Astronomi) Öğrenmeyi Emr

 

Ebû Nuaym Ravdu'l-müteallimin'de İbn Ebi Evfa'dan şu tahricde bu­lunur: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Allah'ın kullarının en hayırlıları, Allah'ı zikir (ibadet) için güneşi, ayı, yıldızları ve hilâlleri gözetleyenlerdir". Sonra isnadı Ebu'd-Derdâ'ya varan ve onda mevkuf olan şu rivayeti nakle­der: "Allah'ın kullarından Allah'a en sevimli olanlar Allah'ı sevenler ve Al­lah'ı insanlara sevdirenler; güneşi, ayı, yıldızları ve hilâlleri Allah'ın zikri için gözetleyenlerdir". Sonra İbn Ömer'e varan senediyle şu merfû rivayeti kaydeder: "Ensabınızı, kendisiyle sıla-i rahimde bulunacağınız ölçüde, yıl­dızlan da karanlıkta yolunuzu bulacağınız kadar öğrenin".[613] Beyhaki ve Mukaddesi de îbn Ebi Evfâ'ya ulaşan senedleriyle ondan şu merfû riva yeti tahric ederler: "Allah'ın kullarının en hayırlıları, Allah'ı zikir için güne­şi, ayı, yıldızları ve hilâlleri gözetleyenlerdir".[614] Ebû Nuaym sonra senedi Ebû Hureyre'ye ulaşan şu mevkuf rivayeti kaydeder: "Dikkat edin, ümmetin en hayırlıları, namaz vakitleri için güneşi gözetleyenlerdir". Suyûti her iki el-Cami'de[615], İbn Ömer'den rivayet edilen şu merfû hadisi kaydeder: "Yıldızları, yeryüzü ve denizin karanlıklarında kendileriyle yolu­nuzu bulacağınız ölçüde öğrenin, daha Ötesine geçmeyin".[616] Bu rivayeti İbn Merdûye'nin Tefsir'inde, Hatîb'in de Kitâbu'n-Nücûm'da naklettiğini be­lirten Suyûti, el-Câmiu'1-kebir'de ise bunu Ebu'ş-Şeyh[617] ve Deylemi'ye is-nad eder. Münâvi şöyle der: 'Yıldızları öğrenin", Yani onların hükümlerinin ilmini. Çünkü bu mutlaka olması gerek zaruri bir husustur. Münâvi, "daha ötesine geçmeyin" ifadesiyle ilgili olarak da şöyle der: Yani bundan ötesiyle ilgilenmekten sakının. Çünkü müneccimlik, kehânete götürür. Öğrenmesi­ne müsade edilen ise tesir etme ilmi değil, kolaylık sağlama ilmidir.[618]

Suûdu'l-metâli'de şu bilgi verilir: İlm-i felek1 (astronomi) farz-ı kifayedir. Namaz vakitlerinin onunla bilinmesinden dolayı farz-ı ayın oldu­ğu da söylenmiştir.  İlm-i   f e 1 e k 'in faziletiyle ilgili âyet ve hadisler vardır. Allah Teâla şöyle buyurur: "Güneşi ışık, ayı nur yapan; yılların sayı­sını ve (vakitlerin) hesabı (nı) bilmeniz için aya konaklar düzenleyen odur" (Tunus 10/5). Yine şöyle buyurur: "Karanın ve denizin karanlıklarında yo­lu bulmanız için size yıldızlan yaratan odur" (En'âm 6/97). Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Vakti Öğrenin, bazısı diğerlerine haber verenler gibi olmayın". Ayette geçen "yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için" ifadesine gelince, "sinin" (yıllar) "serce"nin çoğuludur. Bu da Arabî veya Kıptî yılı olur. Arabi olan da ya hilâli veya kamerî-hesâbî olur. Kıptî olan ise şemsîdir. Suûdu'l-metâli müellifinin sözleri burada bitmiş olup o esere bakınız.

Hanefi imamlardan el-Hidâye müellifi, Muhtârâtü'n-nevâzİl adlı eserinde şöyle der: İlm-i nücûm'a gelince, o bizatihi "hasen" (güzel) olup "mezmûm" (kötülenmiş) değildir. Bu ilim iki kısım olup biri "hesâbî"dir. Bu hak (gerçek, meşru) olup Kur'an'da sözü edilmiştir. Allah Teâla şöyle bu­yurur: "Güneş de ay da hesap ile (cereyan etmekte)dir" (Rahman 55/5). Yani onların seyri hesap iledir. Yıldızların seyri ve feleklerin hareketlerinden Al­lah'ın kaza ve kaderine inananak olaylarla ilgili hükümler çıkarmak caizdir. Bu, Allah'ın kazasına inanarak doktorun sıhhat ve hastalık hakkında hü­küm vermesine benzer. Fakat bununla gaybı bildiğini iddia edecek olursa küfre sapmış olur.

Hafız Hatib el-Bağdâdî'nin Kitâbü'1-Kavl fi Umi'n-nücûmi'l-mahmûdi minhu ve'1-mezmûm adlı bir eseri olup İbn Süleyman er-Rûdânî tarafından Sılada zikredilmiştir.[619]

 

Atıcılık Ve Yüzmeyi Öğrenmeyi Emretmeleri

 

Buhari Sahih'te "Atışa, yani okla v.s. atmayı öğrenmeye teşvik babı" başlığına yer vererek orada Allah Teâla'nın "Onlara karşı gücünüz yettiğin­ce kuvvet hazırlayın" (Enfâl 8/60) buyruğunu zikreder.[620] İbn Hacer Fet-hu'1-Bârî de şöyle der: Bu âyette geçen "kuvvef'in "atış" olduğu şeklinde yo­rum yapılmış olup bu husus Müslim'in Ukbe b. Amir'den rivayet ettiği hadiste[621] geçer ki lafzı şöyledir: Resulullah'ı (sav) minberde şöyle derken duydum: "Onlara karşı gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın; (âyetini okudu ve şöyle buyurdu:) dikkat edin kuvvet, atmaktır". Resuİullah bu (son sözünü) üç kez tekrarladı.[622] Beyzâvi şöyle der: Resuİullah (sav), muhtemelen atış en kuvvetlisi olduğu için onu Özellikle anmıştır.

Ebû Davud, Ukbe'den şu  m e r f û  rivayeti nakleder: "Allah bir tek okla üç kişiyi cennete sokar; yapımında yalnız hayrı uman yapımcısını, atıcı­sını ve atıcıya oku (getirip) vereni. Atış yapın, binin; atmanızı binmenizden daha çok severim".[623] Bu hadiste şu ifade de geçer: "Kim atıcılığı, öğrendik­ten sonra ondan yüz çevirerek terkederse, bu nankörlük ettiği bir nimettir". Müslim'de de şu rivayet nakledilir: "Kim atıcılığı öğrenir de sonra terkederse bizden değildir veya isyan etmiştir".[624] Übbi şöyle der: Bunun manası "bize bağlı ve bizim zümremize dahil değil" demektir. Nevevi şöyle der: Bu, öğren­dikten sonra atıcılığı unutma konusunda son derece şiddetli bir tavır olup özürsüz yere atıcılığı terketmek şiddetli kerahetle mekruhtur.[625]

İbn Ebi Cemre şöyle der: "Rivayet edildiğine göre Resulullah (sav), as­habın atış yaptığı bir yere uğradı ve cennet bahçelerinden bir bahçe dedi. Bu­nun manası şudur: Yani burada yapılan amel, cennet bahçelerinden bir bah­çeyi gerektirir." Bu bilgi, onun Behcetü'n-nüfûs adlı eserinden nakledil­miştir.

Suyûti el-Câmiu'1-kebir'dfr "Atıcılığı ve Kur'an'ı öğrenin" hadisini kaydederek Ebû Said'in rivayeti olarak Deylemi'ye isnad eder.[626] Sonra yine aynı eserde "Atıcılığı öğrenin, muhakkak ki iki hedef arası, cennet bahçele­rinden bir bahçedir" hadisini vererek Ebû Hureyre'nin rivayeti olarak Dey­lemi'ye isnad eder.[627] İbn Mende de bunu İsmail b. Ayyaş yoluyla Süleyman b. Amr'dan tahric etmiştir. ed-Dürrü'1-mensûr'da "Onlara karşı gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın" (Enfâl 8/60) âyetiyle ilgili bilgilere bakınız.[628] Ayrıca sanatlar bölümünde atıcılık ve yüzücülükle ilgili olarak verilen bilgi­lere bakınız.[629]

 

Arapça Öğrenmeyi Emretmeleri

 

Suyûti el-Câmiu'1-kebir'de "Kur'an'ı ezberlemeyi öğrendiğiniz gibi onda lahnı (okuyuş hataları) da öğrenin" hadisini vererek Übey b. Ka'b'ın ri­vayeti olarak Deylemi'ye isnad eder.[630]

 

Hz. Ömer'in Hata Eden Katiplere Dayak Atmalarını Ve Görevden Almalarını Valilerine Emretmesi

 

Kadı İbnü'l-Ezrak'ın Ravdatü'l-a'lâm'ında İbnü'l-Enbârî'nin şu riva­yeti kaydedilir: Ebû Musa el-Eş'arî'nin katibi, Hz. Ömer'e gönderilen mektupta "min Ebû Musa"[631] diye yazdı. Hz. Ömer de Ebû Musa'ya şöyle yazdı: "Bu mektubum sana geldiğinde kâtibine bir kırbaç vur ve onu görevinden al"[632]. Yine rivayet edildiğine göre Hz. Ömer bir adamın hata ettiğini duydu­ğunda hatasını düzeltirdi, onun lahnettiğini görünce de kırbaçla vururdu. Nakledildiğine göre Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, Allah'ın Kitabı'nda lahn yapmasından dolayı oğluna vururdu.[633]

 

Ashabın Hikmet, Tencım (Astroloji), Kıyafe (İz Sürücülük), Musiki, Tıp, Yönetim, Savaş, Siyaset, Tercüme, İmla, Ticaret, Sanat v.b. Konularla Meşgul Oldukları

 

Bu konular, geçen bölümlerde ayrı ayrı başlıklar altında ayrıntılı şekil­de ele alınmıştır.[634]

 

Ashabın Halka Ve Müptedilere (Yeni Başlayanlara) Duymaları Zarar Verecek Hadis Ve Rivayetleri Nakletmekten Sakınmaları

 

Hz. Ali şöyle der: "İnsanlara anladıkları şeyleri söyleyin, anlamadıkla­rını da bırakın; Allah ve Resulü'nün yalanlanmasını ister misiniz?". Bunu Buhari rivayet etmiştir.[635] Beyhaki Şuab'da Mikdâm b. Ma'dikerib'den şu rivayette bulunur: "İnsanlara rabblerinden bahsettiğiniz zaman, onlara anlaşılmaz ve güç gelen şeyler anlatmayın".[636] Deylemi de İbn Abbas'tan şu merfû rivayeti tahric eder: "Ey İbn Abbas, onlara akıllarının almayacağı bir söz söyleme, böyle yapman fitneye düşmelerine yolaçar".[637] Ukayli ile İbn Asâkir, Osman b. Davud'un Dahhâk b. Muzâhim'den, onun da İbn Abbas'tan şu rivayetini tahric ederler: Sahabüer, "Ey Allah'ın Resulü, senden duyduk­larımızın hepsim haber verelim mi?" dediler, Resulullah şöyle buyurdu: "Evet. Ancak bir topluluğa akıllarının almayacağı bir şeyi anlatmanız hariç. Çünkü bu durum bazılarının fitneye düşmelerine yolaçar". İbn Abbas da bazı şeyleri gizler, bir topluma ifşa etmezdi.[638] Abdullah b. Mesud şöyle dedi: "Bir topluluğa akıllarının almadığı bir söz söylemeye gör, mutlaka bazıları için fitneye yolaçar". Bunu Müslim rivayet eder.[639] Sahih-i Buhari'de de Ebû Hureyre'den şu rivayet nakledilir: "Resulullah'tan (sav) iki kap (dolusu bilgi) belledim. Bunların birini açıkladım (yaydım), eğer diğerini açığa vursaydım şu gırtlağım kesilirdi".[640] Bizim Edâu'1-hakki'l-farz adlı kitabımızda bu ko­nuyla ilgili bölüme bakınız.[641]

 

Allah Resulü'nün Genç İlim Talebelerine İlgi Gösterilmesine Dair Tavsiyesi

 

Ebû Nuaym'ın Riyâzu'l-müteallimin adlı eserinde Şehr b. Hav-şeb'den şu rivayet nakledilir: Biz çocuktuk[642], Ebû Said el-Hudrî'ye gelir, ona soru sorardık. O şöyle derdi: "Resulullah'ın tavsiye ettiklerine merhaba; Resulullah şöyle buyurdu: Dinî bilgiler Öğrenmek üzere size bir topluluk gele­cektir. Onlara Öğretin ve kendilerine iyi davranın".[643] Adı geçen eserde şu bil­gi geçer: Râmehürmüzi de bunu Ebû Said el-Hudrî'den rivayet etmiştir: Ebû Said gençleri görünce şöyle derdi: "Resulullah'ın tavsiye ettiklerine merha­ba; O, size hadis belletmemizi ve mecliste yerinizi geniş tutmamızı bize em­retti".[644] Hafız Heysemi Mecmau'z-zevâid'de bu konuyla ilgili olarak "Gençleri ilim tahsiline teşvik babı" adıyla bir başlık açmıştır (bkz. s. 50).[645]

Şerhu1 t-Tilimsâniy ye' de

Ve eğer gözetirse onu, insaflı davranan

Var yirmi yaşındakilere bir özür, kabul edilen

sözleriyle ilgili olarak söylenenlere bakınız.

İbnü'l-Cevzi "Gençleri ilimde yaşlılara tercih babı" başlığını açarak Zeyd b. Sabitten şu müsned rivayeti nakleder: Resulullah (sav) şöyle buyur­du: "İlmi gençlere emanet edin".[646] İbn Abdilber ve Beyhaki de Zühri'den şu rivayeti tahric ederler: Hz. Ömer'in meclisi genç ve olgun yaşta kurrâya tah­sis edilmişti. Bazan onlara damşır ve şöyle derdi: "Yaşının genç oluşu sizden birinizi görüşünü belirtmekten alıkoymasın. Çünkü ilim yaşın

 

büyüklük ve küçüklüğüne bağlı olmayıp Allah onu dilediği yere koyar".[647]

 

Alim Sahabilerin Kendilerinden İlim Tahsil Edenlere İstifade İmkanı Vermeleri, Onları Sıkıntılardan Korumaya Önem Vermeleri Ve Kendilerine Kanat Germeleri

 

Kadı İbnü'l-Ezrak'ın Ravdatül-a'lâm adlı eserinde İbn Abbas'tan şu rivayet nakledilir: "İnsanların benim katımda en. değerli olanı, insanları ya-np geçerek yanıma gelip oturan sohbet arkadaşımdır. Eğer onun anlına sine­ğin konmasına engel olabilseydim olurdum." Bir rivayette de bu ifade şöyle geçer: "Onun üzerine sinek konur, bu da bana eziyet verir."[648]

 

O Devirde Kendilerini Tamamen İlme Verenlerin Öğrenim Ve Öğretim Bakımından Özelliği

 

Veliyüddin İbn Haldun eUİber mukaddimesinde "İslam'da ilim men­suplarının çoğunun Acemlerden (Arap olmayanlar) olduğuna dair fasıl" da konuşurken şöyle der: İnsanlar ilk zamanlar tedvin ve telife ihtiyaç duyma­dılar. Ashap ve tabiin zamanında durum böyle devam etti. Onlar, kendilerini İlmin bellenmesi ve nakline verenleri kur râ, yani Kitabı okuyanlar di­ye adlandırmışlardı. Bunlar ümmî değillerdi. Buna işaretle, o zamanlar Kur'an'ı belleyenlere kurrâ adı verilmişti. Onlar Allah'ın Kitabı ve Resulul-lah'tan nakledilen sünneti okuyorlardı. Zira onlar şer'i hükümleri ancak Al­lah'ın Kitabı'ndan ve genelde onun yorum ve açıklaması olan hadisten Öğre­niyorlardı".[649] İbn Haldun'un sözü burada bitti. Allah ondan razı olsun, bu fa­sılda söylediklerinde isabetsizlikler mevcut olup[650], burada andığı hususa karşı da Sa'd el-Kârî diye bilinen Sa'd b. Ubeyd el-Ensârî'nin, İbn Sa'd'ın Tabakât'ındaki (III, 30) biyografisinde verilen şu bilgi ileri sürülebilir: "O, el-Kârî diye adlandırılmıştı. Resulullah'ın (sav) ashabı içinde ondan başka " k â r î " diye adlandırılan biri yoktu".[651] Bununla birlikte, Birinci Bölüm­de sayıları geçtiği üzere ensar ve diğerlerinden Kur'an hafızlan çoktu.[652]

Sonra yine Tabakât'ta Haram b. Milhân el-Ensârî1 nin biyografisinde Enes'ten nakledilen şu rivayeti buldum: Bazı insanlar Resulullah'a (sav) ge­lerek "Bizimle, bize Kur'an ve Sünnet'i öğretecek adamlar gönder" dediler. Resulullah da kendilerine kurrâ denilen yetmiş kişiyi onlara gönderdi. Dayım Haram da onlardandı. Onlar Kur'an okuyor, gece tekrar ve mütala edip Öğreniyorlardı".[653] Bu rivayetin aslı Sahih-i Buharı de olup[654] bu, muh­temelen İbn Haldun'un "bundan sonra alimler tahannükle (çenenin altından geçirerek sarık bağlamak) başkalarından ayırdedilir oldular" sözünün de dayanağıdır.

Karâfi el-Furûk'ta (II, 130) şöyle der: İmam Mâlik, tahannük yapmış kırk kişi kendisine icazet vermedikçe fetva vermeye başlamadı. Çünkü çene­nin altından geçirerek sarık bağlamak ulemanın şiarıydı. Hatta İmam Mâlik'e tahannük yapmadan namaz kılmanın hükmü soruldu, bir mahzuru (beis) olmadığını söyledi. Bu da bu şekilde sarık bağlamanın varlığına işaret olup böyle yapmak eski zamanlarda fetva ehlinin özelliğiydi.[655]

 

Allah Resulü'nün Hadis Öğrenen Ve Nakledenleri Kendi Halifeleri Olarak Adlandırması

 

İbn Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilir: Resulullah (sav) "Allah'ım be­nim halifelerime rahmet et!" diye" dua etti, biz "halifelerin kimdir, ey Allah'ın Resulü?" dedik. Şu karşılığı verdi: "Hadislerimi rivayet eden ve onları insan­lara Öğretenler". Bunu Taberâni el-Mu'cemü'1-evsat'ta rivayet eder. Hey-semi şöyle der: Bu rivayetin senedinde Ahmed b. İsa el-Hâşimî mevcut olup Dârekutni onun için k e z z â b (yalancı) demiştir.[656] Suyûti de el-Câmiu'l-kebir de bu rivayeti naklederek Taberâni'nin el-Mu'cemü'1-ev safına isnad eder.[657] Bu hadisi Râmehürmüzi el-Muhaddisü'1-fâsıl'da, Ebü'l-Es'ad Hibetullah el-Kuşeyrî ve Ebü'1-Feth es-Sâbunî birlikte el-Erbaîn'de, Hatib Şerefu ashâbi'l-hadis'te, Deylemi, İbnü'n-Neccar, Nizâmülmülk Emâli sinde, Nasr el-Makdisî el-Hucce'de, Ebû Ali b. Hu-neys ed-Dineverî Hadis'inde rivayet etmişlerdir.[658] Mağrib hafızlarından Ebü'l-Kasım el-Azefî de onu ed-Dürrü'1-munazzam'da tahric etmiş olup ona bakınız.

Münâvi Feyzü'l-Kadir'de şöyle der: Bu, hadis ehli için övünülecek en büyük şey olup onlar gerçekte Resulullah'm halifeleridirler.[659] Bu yüzdendir ki ilk asırda muhaddise "emirü'l-mü'minin" denii di. Hâfiz Suyûti et-Tedrib'de şöyle der: Muhaddise emirü'l-mü'minin lakabı verilmesi bu hadisten alınmıştır. Süfyân, İbn Râhuye, Buhari ve başkaları eskiden bu lakapla anılan muhaddislerdir.[660]

Hafız Ebû Ali Hasan b. Muhammed el-Basrî'nin et-Tebyîn bi-men sümmiye emire'l-mü'minîn adlı bir eseri olup orada şu bilgiyi zikreder:

Muhaddislerden ilk defa bu şekilde adlandırılan kimse Ebü'z-Zinâd, ondan sonra Mâlik, Muhammed b. Ishak, Şu'be b. Haccâc, Süfyân, Abdullah b. Mübarek ve Dârekutni'dir. et-Ta'rif bi-rioâli Muhtasarı İbni'l-Hâcib'e bakınız.

Derim: Müteahhirin ulemadan hadiste   emirü'l-mü'mi-n i n diye adlandırılanlardan biri de Hâfiz İbn Hacer'dir (Allah ona rahmet etsin). Çağdaşlarımızdan muhaddis mukri Ebû Abdullah Muhammed Habi-bullah el-Cekenî eş-Şinkıtî'nin Hediyyetü'l-muğîs fî umerâi'l-mü'minin fı'1-hadîs adlı bir manzumesi vardır.[661]

 

Müslümanların Kitaplarına Başlık (İsim) Koymalarına Esas Teşkil Eden Kur'an'ın İçindekiler Ve Başlığı

 

Meşhur tarikatin lideri olan arif alim Şeyh Ebû Muhammed Muhtar b. Ebubekr el-Küntînin el-Ecvibetü'l mühimme li-men lehu bi-emri dini-hi himme adlı eserinde şu bilgi verilir: Bir eserin içindekileri (plan, prog­ram) konusunda temel dayanak Allah Teâla'nın şu sözüdür: "Bu (Kur'an) insanlara bir tebliğdir. Bununla uyarılmaları, onun yalnız tek tanrı olduğu­nu bilmeleri ve sağduyu sahiplerinin öğüt almaları için (gönderilmiştir)" (İbrahim 14/52). İlimde derinleşmiş alimler bu âyetin Kur'an'ın planı olduğu konusunda görüş birliğine varmışlardır. Çünkü bu âyet Kur'an'daki bütün farzları, bütün muamelatı, bütün yasaklardan alıkoymayı, Allah'ı tanıma ve birlemeyle ilgili bütün bilgileri, Allah'ın Peygamberlerinin hakkını bildir­mesini, ölüm, kabir azabı, haşir ve neşir, mizan, sırat, cennet ve cehennem gibi ahirete ait bütün hususlarla ilgili bilgileri kapsamaktadır. Bu ayetten hareketle fakihler plan üzerinden satışı caiz görmüşlerdir.

Derim: Ben ilk yaprağına mezkûr âyetin yazıldığı bir Mushaf gördüm.[662]

 

Allah Resulü'nün İlim Talebelerini Anlamadıkları Şeyleri Sormaya Teşvik Etmesi

 

Ebû Nuaym "ve alimlere soru sormaya teşvik edilmeleri" der, sonra da Ebû Cuhayfe'den şu müsned rivayeti nakleder: Şöyle denirdi: "Büyüklerle otur, büyüklere karış!". Başkaları bu rivayete şu ilavede bulunur: "Alimlere sor". Bunu Ebû Mâlik en-Nehaî, Seleme'den merfû olarak rivayet eder. Ebû Nuaym sonra Seleme'den, onun da Ebû Cuhayfe'den şu merfû rivayeti ni nakleder: "Alimlerle oturun, büyüklere sorun ve bilgelere (hakîm) karı­şın".[663]

İbn Abdilber Kitâbu'l-İlm'de "İlim talebinde ısrar ve soru sormanın övülmesi babı" başlığını verir. Ancak bu konuda aşırılık veya övülen şekil dı­şında soru sorulması halinde terk matlub olduğundan, İbn Abdilber bu başlı­ğı tamamlayıcı olarak şöyle der: "ve menedilen şekilde soru sormanın zemmi". O, bu başlık altında bazı âsârı verir ki bunlara Hz. Peygamber'in "Dil tutukluğunun ilacı soru sormaktır"[664] sözüyle başlar. Hz. Aişe'den de şu ri­vayeti nakleder: "Allah ensar kadınlarına rahmet etsin, haya, dinleri konu­sunda soru sormaktan onları alıkoymadı".[665] Meşhur hadiste de "Güzel soru sormak ilmin yarısıdır"[666] buyrulur. Bu hadisi tahric edenler için el-Beyânü'l-mu'rib amma verede fi ehli'l-Yemen ve'1-Mağrib adlı risale­min baş taraiina bakınız. İbn Abbas'a "Bu ilmi nasıl elde ettin?" diye sorulun­ca, "soran bir dil ve kavrayan bir kalple" karşılığını vermiştir.[667]

 

Allah Resulünün Soru Soranlara Kapasitelerine Göre Cevap Vermesi Ve Hutbelerini Durum Ve Şartlara Göre Farklı Okuması

 

Hz. Peygamber'in, soru soranlara ve fetva isteyenlere verdiği ce­vaplar üzerinde düşünen kimse, bu cevapların şahıslara, durumlara, mua­melelere ve örflere göre farklılık belirttiğini görür. Nitekim Sahihayn ve di­ğer eserlerde geçtiği üzere, Hz. Peygamber'e amellerin en faziletlisinin han­gisi olduğu sorulduğunda her sorana ayrı bir fazileti söyleyerek farklı cevap vermiştir.[668] Nevevi Şerhu Müslim'de şöyle der: Hz. Peygamber soru soran­ların her birine, kendisi için faydalı ve kendisine özgü gördüğü şeyle cevap vermiştir. Bazan soru soranlardan birinin gururlu olduğunu ve insanlardan uzak durduğunu görerek ona yemek yedirme ve selamı yaymanın en faziletli amel olduğu cevabını verirdi. Bir diğerinin eline ve diline az itina gösterdiği­ni görür, ona da başka bir cevap verirdi. Yahut da Resulullah (sav) onlarla il­gili olarak bu hususlarda endişe duyar veya soru sorduklarında her birinin ihtiyacını hissedip ona göre cevap verirdi.[669] Şeyh Ebû Abdullah es-Senûsî Mükemmilu İkmâli'l-İkmâlde bazı alimlerin şöyle dediğini kaydeder: Bir tek soruya ayrı ayrı cevapların verilmesi, maslahatların şahıslara, durumla­ra ve örflere göre değiştiğine delildir. Müteahhirin ulemanın belirttiği gibi bu durum fetvalarda da sözkonusudur.

Abdülhak'ın Ahkâm'ına İmam İbn Merzûk'un yaptığı şerhte[670] şu bilgi verilir: Dediler ki durumların farklılığına bağlı olarak cevapların farklı ol­ması, imam ve vaizin halka bilmediklerini Öğretmesinin, unuttuklarını ha­tırlatmasının ve onları ihmal ettiklerini anlamaya teşvik etmesinin vacip ol­duğunu göstermektedir. Bu yüzden Doğu İslam dünyası hatipleri ile Endü­lüs'ün önde gelen alimleri zamana bağh ihtiyaçlara göre, bu konuda halkın ne yapacağına dikkat çekmek için, hutbeleri farklı okumayı adet edinegel-mişlerdir. Böylece dinleyen için en büyük fayda sağlanmış olur. Mağribliler bu hususu ihmal ve hatta ilim mensupları öteden beri bunu tenkit ve inkâr etmişlerdir. Eğer bu kimseler Hz. Peygamber'in ve halifelerinin hutbeleri­nin muhtevasını bilselerdi bunu inkâr etmezlerdi. Bu, seleften gelen meşhur bir metod olup okuduğum hutbelerimin şerhinde bunun delillerini zikretmişimdir.[671]

 

Allah Resulü'nün Ashabından Rivayet Ve Nakilde Bulunması

 

Resulullah (sav) hutbesinde haber verdiği Cessâse kıssasında Temim ed-Darî'den.rivayette bulunmuş olup bu kıssa Sahih-i Müslim'in sonunda geçmektedir.[672] Resulullah, Mâlik b.Müzevvid'den de rivayette bulunmuş olup onun adının Mâlik b. Merâre, Mâlik b. Merâre er-Rehâvî (er-Rühâvî) ol­duğu da söylenmiştir.[673] İbn Mende'nin es-Sahabe'de Zur'a b. Zî Ye-zen'den[674] yaptığı tahric şöyledir: Hz. Peygamber ona bir mektup yazdı: "Mâlik b. Müzevvid er-Rehâvî bana, senin müslüman olduğunu ve müşrik­lerle savaştığını haber verdi. Sana hayır müjdelerim".[675] Sözkonusu rivayet­lerden biri de Hz. Peygamber'in annesinden naklettiği bir hadisteki rivayet olup annesi kendisine, doğumu sırasında Şam ve Busrâ saraylarının aydın­landığını haber vermiştir.[676] Bir diğer rivayet de Hz. Peygamber'in Übey b. Ka'b'dan kıraatte bulunmasıyla ilgili olup Resulullah şöyle buyurmuştur: "Allah, Beyyine sûresini sana okumamı bana emretti". Seyyid Semhûdi el-Cevâhir'de şöyle der: Bu hadisten çıkarılan faydalı bilgilerden (sonuç, hü­küm) biri de üstün kimsenin kendisinden aşağı durumda olan birinden ilim almaktan geri durmaması gerektiğidir.[677]

Derim: Bu, büyük kimselerin küçüklerden rivayette bulunması konu­sunda da temel dayanaktır. Keşfuzzunûn'da geçtiği üzere dört halifenin ve başkalarının birçok hükümde Hz. Aişe'den rivayette bulunmaları[678] da bu cümledendir. Bu rivayet turu, Nevevi'nin Takrîb'ınde kaydedilen 41. turdur.[679] Dediklerine göre bu latif bir tur olup hadiste takdim-tehirden (inkılâb) emin olmak bunun faydalarındandır. Böylece senedde i nkıl âb olduğu hususunda zan ve tevehhum sozkonusu olmaz. Bunun bir faydası da Ebû Davud'un Hz. Aişe'den merfû olarak rivayet ettiği "İnsan­lara mevkilerine göre davranın"[680] hadisiyle amel ederek ilim ehline kendi mevkilerine göre muamele etmektir. Faydaya rağbet de bu türe hamledilmektedir. Çunku fayda müminin yitiği olup buyuk, kuçuk, talebe ve akran nerede bulursa alır.[681]

 

Ashabın Birbirlerinden İlim Öğrenmeleri

 

Bu da sünneti nakletmenin şekil ve yollarından bindir. Gerçekten önemli bir rivayet turu olup Bulkîni Mehâsinü'l-ıstılâh'ta zikretmiştir. Ib-nu s-Salâh ve onu izleyenler hadis türleri içinde bunu anmamışlardır. Çun­ku genelde olan husus, ashabın Hz. Peygamber'den ve tabiinin de ashaptan rivayetidir. Bu turun misallerinden bin, her biri diğerinden rivayette bulu­nan dört sahabinin biraraya geldikleri hadistir; Zuhri, Sâib b. Yezıd'den, o Huveytıb b. Abduluzza'dan, o Abdullah b. Sa'dî'den, o da Hz. Ömer'den şu merfû hadisi rivayet eder: "Sen onu al; arzulu ve istekli olmadan sana bu maldan geleni al; böyle kendiliğinden gelmeyen malın ise peşinde nefsini koşturma".[682] Halid b. Ma'dân'ın Kesir b. Murre'den, onun Nuaym b. Hebbâr'dan, onun Mıkdâm b. Ma'dıkerıb'den, onun Ebû Eyyub Avf b. Mâlik'ten rivayeti de bu kabildendir.

ikisi mu'minlerin annesi ve ikisi de Hz. Peygamber'ın üvey kızları olan dört sahabi kadının rivayet ettiği bir hadis mevcut olup Müslim, Tırmizi, Nesâi ve Ibn Mâce bunu Ibn Uyeyne'den, o Zulıri'den, o Urve'den, o Zeyneb bint Ummu Seleme'den[683], o Habibe bınt Ummu Habıbe'den, o annesi Ununu Habibe'den, o da Zeyneb bint Cahş'tan (Allah onlardan razı olsun) rivayet et­miştir: "Resulullah (sav) birgun yuzu kızarmış olarak uyandı, şöyle diyordu: Yaklaşmış olan bir serden dolayı vah Araplara!' Ben 'ey Allah'ın resulü, içi­mizde salihler bulunduğu halde helak olur muyuz?' dedim, şöyle buyurdu: Evet, çirkin işler (günah, fuhuş) çoğalınca".[684]

Bazı alimler bu tur hadisleri ayrı bir cuz halinde derlemişlerdir. Bu cuzlerden birinde, sahabeden beş kişinin biraraya geldiği bir hadis geçmekte olup Abdullah b. Amr b. As'uı Osman b. Afîan'dan, onun Ömer b. Hattâb'dan, onun Ebubekir es-Sıddik'ten ve onun da Bilal1 den naklettiği şu rivayeti kap­samaktadır: "Ölüm, her müslüman için keffârettir".[685]

 

Onlardan Birinin Diğeri Katında Büyük Mevkie Sahip Olmasının, İçtihadına Uygun Düşmeyen Konuda Kendisine Muhalefet Etmesine Mani Olmadığı

 

Ravdatü'l-a'lâm'da Şeyh Ebü'l-Abbas İbn Zâğ et-Tilimsânî'den şu bil­gi nakledilir: Talebenin bazı konularda başka alimlerin kabul ettiği bir daya­nak ve delil bulunması halinde hocasına muhalefeti, talebenin hocaya karşı saygısızlığı sayılmaz. Fakat devamlı saygı ve gerekli hürmeti elden bırak­mamalıdır. Ibn Abbas, kendilerinden ilim almakla birlikte Hz. Ömer, Ali ve Zeyd b. Sabite muhalefet etmiştir.

Hafız Suyûti, ashabın siyasî ve dinî konulardaki ihtilaflar sebebiyle bir­birleriyle ilgilerini kestiklerini ispat ettiği bir risale kaleme almıştır.[686]

 

Ashabın, Kendilerinden İlim Öğrendikleri Kimselere Karşı Gösterdikleri Edep Tavrı

 

Ebû Nuaym, İbn Abbas'tan şu tahricde bulunur: "Bir adamda hadis ol­duğu bana ulaşsa, onun kapısına varırım, o Öğle uykusuna (kaylule) yatmış olur ve ben ridamı onun kapısını önüne serip otururum, rüzgâr üstüme top­rak savurur. Adam çıkıp beni görür ve 'Ey Allah Resulü'nün amcası oğlu, sa­na ne oldu, sana gelmem için bana haber göndermeli değil miydin?" der, ben de şöyle derim: Sana gelip senden hadis sormaya ben daha müstehakım".[687]

İbn Abdilber Kitâbü'l-Ilm'de, İbn Abbas'tan şöyle dediğini nakleder: "Allah Resulü'nün ashabımn ilminin tümünü ensardan şu oymağın yanında buldum. Onlardan birinin kapısında öğlen uykusuna yatsanı, eğer onun ya­nına girmek için izin istesem bana izin verilir, fakat ben bununla onun hoş­nutluğunu ararım".[688] Ebu'z-Zinâd, babasından şöyle dediğini rivayet eder: "Ömer b. Abdülaziz'in Ubeydullah b. Abdullah'a gelip ona İbn Abbas'ın ilmi­ni sorduğunu gördüm. Bazan (girmesi için) ona müsade ediyor, bazan engel­liyordu".[689]

Hatib el-Câmi'de Hz. Ali'den, şu tahricde bulunur: "Alimin içinde bu­lunduğu topluluğu topluca selamlayıp ona ayrıca selam vermen, onun ününe oturman, onun yanında elinle işarette bulunmaman, kaş-göz işareti yapma­man, onun görüşüne muhalif olarak 'falan kimse şöyle dedi' dememen, ya­nında kimsenin gıybetini yapmaman, meclisinde fısıldaşmaman, elbisesini tutmaman, usandığında üstüne varmaman, sohbetinin uzunluğundan dola­yı bıkkınlık gösterip yüz çevirmemen alimin senin üzerindeki hakkındandır. O, kendisinden senin üzerine ne zaman birşey düşecek diye gözleyeceğin hurma ağacı durumundadır. Alim mü'minin sevabı, gece namaz kılıp gün­düz oruç tutan ve Allah yolunda gaza eden kimseninkinden daha büyüktür. Alim öldüğü zaman İslam'da, kıyamet gününe kadar hiçbir şeyin kapatama­yacağı bir gedik açılır".[690]

 

Ashabın Tabiinden Rivayette Bulunması

 

Bu, önemli ve faydası çok bir rivayet türüdür. Çünkü yaygın olan du­rum, tabiinin sahabeden ve onların da Resulullah'tan rivayette bulunmala­rıdır. Hatta bazıları ashabın tabiinden rivayette bulunmuş olduklarını ka­bul etmeyerek şöyle demiştir: "Ashabın tabiinden rivayeti yalnız İsrâiliyyât ve mevkûfât ta olmuştur". Durum böyle olmayıp Hafız Irâki bu şart­la rivayet edilen hadisleri toplamış ve sayılarını yirmiye ulaştırmıştır.[691] Bunlardan biri Enes b. Mâlik'in, adı amlmayan oğlundan rivayet ettiği ha­distir. İbn Süleyman er-Rûdanî Sıla'da "Ra" harfinde Hafız Ebû Bekir Ah-med b. Ali el-Hatîb'in Rivâyâtü's-sahâbe ani't-tâbiîn adlı kitabını[692] zik­retmişti. Ona bakınız.[693]

 

Sahabe Büyüklerinin Mevâliden (Azatlı Köle) İlim Tahsili

 

el-İstîâb'da Bilâl'ın biyografisinde Ali b. Ömer'in şöyle dediği kaydedi­lir: Ashaptan aralarında Ebubekir es-Sıddik, Ömer b. Hattâb, Üsâme b. Zeyd, Abdullah b. Ömer, Ka'b b. Ucre, Berâ b. Azib ve başkalarının bulundu­ğu bir grup Bilâl'den rivayette bulunmuşlardır.[694]

İbn Sa'd'm Tabakât'ında Suheyb'in biyografisinde şu bilgi verilir: Hz, Ömer vefatı sırasında ashaba yaptığı tavsiyeler çerçevesinde "size namazı Suheyb kıldırsın" demişti. Hz. Ömer vefat edince müslümanlar baktılar ki Suheyb onun. emriyle kendilerine vakit namazlarını kıldırıyor, Şuheyb'i öne geçirdiler ve Hz. Ömer'in cenaze namazını da o kıldırdı".[695] Hz. Ömer gibi bi­risinin cenaze namazım kıldırmak üzere önce geçirilen kimsenin durumu bu konuda size yeter.

el-İstiâb ve Nevevi'nin Tehzîb'inde Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Sâlim'in biyografisinde şu bilgi verilir: Hz. Ömer onu çokça överdi, hatta vefatından Önce vasiyette bulunduğunda "eğer Salim hayatta olsaydı halifelik görevini şûra'ya tevdi etmezdim" demişti. İbn Abdilber şöyle der: "Benim nazarımda bu, Hz. Ömer'in halifelik konusunda görüşünü açıkladığını gösterir. Allah en doğrusunu bilir". el-Istiâb'dan.[696]

 

Arap Sahabilerin Müslüman Olan Yahudilerden İlim Tahsil Etmesi

 

Hz. Peygamber'in Medine'ye gelişinden sonra İslam'a ilk girenlerden biri Abdullah b. Selam ve ailesidir. O devamlı şekilde Hz. Peygamberle bir­likte olmuş ve kendisinden çok ilim almıştır. Ebû Hureyre, Abdullah b. Mu-ğaffel, Enes, Abdullah b. Hanzala, Kays ve başkaları da Abdullah b. Se-lam'dan rivayette bulunmuşlardır. "De ki: Benimle sizin aranızda Allah'ın ve yanında Kitab'ın bilgisi bulunanların şahit olması yeter" (Ra'd 13/43) âyeti de onun hakkında nazil olmuştur.[697]

Buhari'nin et-Târihu's-sağir'inde " c e y y i d " bir senedle Yezid b. Umeyre ez-Zübeydî'den şu rivayet nakledilir: Hz. Muaz vefat edeceği sırada kendisine "bize tavsiyede bulun" denildi, o da şöyle dedi: İlmi Ebu'd-Derdâ, İbn Mesud ve Yahudi iken müslüman olan Abdullah b. Selam'ın yanında arayın.[698]

Beğavi el-Mu'cem'de " c e y y i d " bir senedle Abdullah b. Muğaf-fel'den şu tahricde bulunur: Abdullah b. Selam Hz. Ali'yi Irak'a gitmekten alıkoymaya çalışarak şöyle dedi: "Allah Resulü'nün kabrinden ayrılma, eğer onu terkedersen ebediyyen göremezsin". Hz. Ali de "sen içimizden salih bir adamsın" dedi.[699] Ashabın önde gelenlerinden birçoğu tanınmış Ka'b el-Hibr'den (Ka'b el-Ahbâr) ilim aldılar. İbn Zekri el-Fâsî'nin el-Fevâidü'l-müttebaa fî'1-avâidi'l-mübtedaa adlı eserine bakınız.[700]

 

Gerçek Ortaya Çıkınca Ashabın Ona Dönmeleri Ve Hakkı İtiraf Etmeleri

 

İbn Abdilber, Abdullah b. Mus'ab'dan şöyle dediğini nakleder: Ömer b. Hattâb şöyle dedi: Kadınların mehirlerini kırk û k i y y e den fazla yapma­yın. İsterse bu —Zeyd b. Husayn el-Hârisi'yi kastederek— asabe sahibi ol­sun. Kim bundan fazla yaparsa, fazlalığı beytülmale koyarım". Bunun üzeri­ne kadınlar safından uzun boylu ve sözünü esirgemeyen bir kadın kalkıp "gerçek öyle değil" dedi, Hz. Ömer "niçin?" deyince şu karşılığı verdi: Çünkü Allah Teâla "Onlardan birine yüklerle mal vermiş olsanız bile verdiğinizden hiçbir şeyi geri almayın" (Nisa 4/20) buyurmuştur. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: "Bir kadın isabet, bir erkek hata etti".[701]

Muhammed b. Ka'b el-Kurazî'den şu rivayet nakledilir: Bir adam Hz. Ali'ye bir mesele sordu, o da birşey söyledi. Adam "öyle değil şöyle şöyledir, ey emiru 1-mu minin" deyince Hz. AliJ'sen isabet ettin bense hata; her bilgi sahi­binin üstünde ondan daha iyi bilen biri vardır" dedi.[702]

İbn Battal şunu anlattı: Muaz b. Cebel'in bir arkadaşı İbn Mesudun ya­nına geldi. Onun arkadaşları adama "sen mü'min misin?" diye sordular. Adam "evet" karşılığını verdi. Onlar "cennet ehlinden mi?" deyince, adam şöyle dedi: "Günahlarım var, Allah'ın onları ne yapacağını bilemiyorum. Eğer günahlarımın affolunacağını bilseydim, cennet ehli bir mü'min olduğu­mu size söylerdim". Bunun üzerine topluluk gülüştü. İbn Mesud onların ya­nına çıktığında, kendisine "Şunu tuhaf bulmuyor musun, mü'min olduğunu söylüyor fakat cennet ehlinden olduğunu söylemiyor" dediler. İbn Mesud şöyle dedi: "Bu iki husustan birini söylediğinde diğerini de ona tabi kılmış olursun". Adam şöyle dedi: "Allah Muaz'a rahmet etsin, beni alimlerin sürç­mesinden sakındırmıştı. Bu senden bir sürçmedir. İman Allah'a, melekleri­ne, kitaplarına, peygamberlerine, cennete, cehenneme, yeniden dirilişe ve mizana inanmaktan ibarettir. Bizim ise günahlarımız var ve Allah'ın onları ne yapacağını bilemiyoruz. Eğer affolunduklarını bilseydik cennet ehlinden bir mü'min olduğumuzu söylerdik". Bunun üzerine İbn Mesud şöyle dedi: "Doğru söyledin ey kardeşim".[703]

 

Allah Resulü'nün Öğretim Konusunda Ashabı Te'dibi Ve Ashabın Bu Konuda Onu İzlemeleri

 

Hâfiz Ebû Nuaym şöyle der: Talebenin hocaya soru sormayı bir alışkan­lık haline getirmesi halinde hocanın onu hafifçe tedip etmesinde bir mahzur yoktur. Ebû Nuaym sonra da Ebû Said el-Hudrî'nin rivayet ettiği şu hadisi buna delil getirdi: "Resulullah (sav) namaz kılmaya çıktı, bir bedevi kendisi­ne rastlayıp birşey sordu. Resulullah da ona "bu fetva vakti değil" dedi. Bedevi tekrar sordu, bunun üzerine Allah Resulü öfkelendi ve yanındaki kır­baç veya birşeyle ona vurdu".[704]

Ebû Nuaym bir başka yerde, bir başka kusurla ilgili olarak hafif tedibi hoş görmeye dair tenbihini zikretti. Bu tür kusurlardan biri de bir hususu anlattıktan sonra ikinci kez soru sorma alışkanlığıdır. Böyle yapan biri azar­lanır. Ebû Nuaym buna da Ebû Hureyre'den tahric ettiği şu hadisi delil gös­terir: Hz. Peygamber bir bedeneyi (büyükbaş kurbanlık hayvan) süren bir adam gördü ve ona "hayvana bin" buyurdu. Adam "o kurbanlıktır" dedi, Re­sulullah yine "ona bin" buyurdu, adam da "o kurbanlıktır" karşılığını verdi. Bunun üzerine Resulullah (sav) "yazıklar olsun sana, bin ona" buyurdu. Al­lah Resulü bu sözü ikinci veya üçüncü defasında söylemişti.[705]

Tedibi gerektiren bir başka husus ta kişinin üsteleyip durmasıdır. Bu durumda ona nasihat etmelidir. Ebû Nuaym buna da delil olarak Ebu'd-Derdâ'dan rivayet ettiği şu hadisi gösterir: Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Kim Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmadan ölürse cennete girer". Ben "zina et­se, hırsızlık yapsa da mı?" dedim, "evet" karşılığım verdi. Ben "şarap içse de mi?" dedim, "evet, Ebu'd-Derdâ'nın burnu sürtse de!" dedi.[706] Ebû Nuaym[707] şöyle der: Eğer dördüncü kez de sorarsa ona hafif şekilde dayak atmasında bir beis yoktur. O buna da Muâz b. Cebel'den rivayet ettiği şu hadisi delil gös­terir: Ben "Ey Allah'ın Resulü, söylediğimiz her şeyle muahaze edilir ve bun­lar aleyhimize yazılır mı?" dedim. Hz. Peygamber Muaz'ın omuzuna defalar­ca vurduktan sonra şöyle dedi: "Annen seni kaybetsin ey Muaz, insanları bu­runları üstüne ateşe kapayan lüzumsuz sözlerden başkası mıdır?".[708] Bunun zımnında, öğretmenin tedip ve cezalandırmasına karşı talebenin sabır gös­termesini talep mevcuttur.

Yanağıma vurduğu tokat bir alimin

Bana daha lezzetlidir halis şarap içmekten.

Kâsâni Bedâiu's-senâi'de[709] şu bilgiyi zikreder: Abdullah b. Abbas bir kölesinin ayaklarım bağlayarak kendisine Kur'an'ın tevilini öğretti. Bu hu­sus diğer şehirlerde de karşı çıkılmayarak adet halini aldı. Böylece bu bir ic-ma olmuş oldu.

İbn Sa'd da Tabakât'ta (İkinci kısım, II, 133) îkrime'den şu tahricde bu­lunur: İbn Abbas benim ayaklarımı bukağıya takar, bana Kur'an ve sünnet­leri öğretirdi.[710]

 

Allah Resulünün Huzurunda Ashabın Münazara Yapmaları

 

Ebû Nuayra Edebü'Hlm'de, alimin huzurunda ilim konusunda yarış­ma ve münazara yapmakda bir beis olmadığını belirtir ve Ebû Hureyre'den şu m ü s n e d hadisi rivayet eder: "Muhakkak ki Resulullah'ın (sav) hu­zurunda çok tartıştığımızı gördüm". Ebû Nuaym şöyle der: Bununla birlikte hocanın huzurunda bulunmanın gerektirdiği edebi de gözetmek gerekir.[711]

 

 

İlk Asırlardaki İnsanların Uymaları İçin Nasla Belirlenmiş İlim Talebeleri Adabı Ve Bu Çerçevede Allah Resulü Zamanında İlim Talebelerinin Bilinen Adabının Öğrenilmesi

 

İmam Ebû Nuaym Âdâbü'l-mütealüm'de bununla ilgili olarak bir bâb başlığı açar ve orada çeşitli hususları zikreder:

1) Misvak kullanmaya devam etmek. Bu, sözkonusu özelliklerden uyulması istenen ilk şeydir. Ebû Nuaym şöyle der: Akşam olunca meclislerin alimlerin oturmaları, bilgelerin konuşmaları, tahsillilerin müzakereleri ve muhaliflerin müzakerelerinden hali olmadığı bilinmektedir. Bu yüzden kişi kendisini süsleyecek ve uygun hale getirecek şeylerle hazırlanmalıdır. Buna da misvakla başlamalı ve misvak kullanmaya devam etmelidir. Ebû Nuaym bu hususta İbn Abbas'tan şu tahricde bulunur: Sahabüer Hz. Peygamber'in yanına geliyorlar, misvak kullanmıyorlardı. Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Yanıma giriyor,  misvak kullanmıyorsunuz; eğer (bunu istemekle) ümmetime zorluk çıkarmış olmasaydım, kendilerine namazı farz kıldığım gibi misvak kullanmayı da onlara farz kılardım".[712]

2) Uzadıklarında tırnaklarını kesmek. Bu konuda delil de Ebû Eyyub el-Ensârî'den tahric ettiği şu hadistir: Bir adam Hz. Peygamber'e gelip ona göğün haberini sordu. Allah Resulü şöyle buyurdu: "Tırnaklarını kuşların tırnakları gibi, içinde pislik ve kir olarak koyup bana göğün haberini mi soruyorsun?".[713]

3) Parmakların orta ve dip boğumlarını temizlemek. Buna delil İbn Abbas'm rivayet ettiği şu hadistir: Cebrail Hz. Peygamber'e gelmede gecikti ve bu durum dile getirildi. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Bana gelmede nasıl gecikmesin, siz çevremdesiniz, misvak kullanmıyor[714], tırnaklarınızı kesmiyor, bıyıklarınızı kısaltmıyor ve parmak mafsallarınızı temizlemiyorsunuz".[715] Ebû Nuaym şöyle der: Berâcim, içten parmak mafsallarmdaki düğüm (orta boğum), revâcib ise bir kimse bir şahsın elini tuttuğunda parmak uçlarının ulaştığı yerdir (dip boğum).

4) Kişinin, rahatsızlık duyduğu bir ter veya koku duyduğunda yıkanması. Buna delil de Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadistir: "İnsanlar Medine'nin Avali kesiminden cumaya toz toprak içinde geliyorlar, vücutlarına toz ve ter siniyor, kokuyorlardı. Bir defasında Resulullah benim yammdayken onlardan biri huzuruna geldi. Resulullah şöyle buyurdu: Bari bugün için yıkansanız".[716]

5) Uzadığında bıyığından alması. Buna delil de Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği şu hadistir: "Sakalı uzatın, bıyığı alın".[717]

6) Saçı olanın saçını taraması. Buna delil Câbir'den rivayet ettiği şu hadistir: Hz. Peygamber saçı başı dağınık bir adam gördü ve şöyle buyurdu: "Şu kimse saçını tarayacak birşey bulamamış mıdır?"[718]

7) Saçlarına yağ sürmeyi, tarayıp düzeltmeyi ihmal etmemesi. Buna delil,   Câbir'in  rivayet  ettiği  şu  hadistir:   Ebû  Katâde'nin  kulak yumuşaklarına inen çok saçı vardı. Resulullah'a bunu sordu, Resulullah şöyle buyurdu: "Onu yağla ve iyi bak".[719]

8) Elbisesini temiz tutmaya gayret göstermesi ve kirlenmeden koruması. Buna delil yine Câbir'den rivayet edilen şu hadistir: Hz. Peygamber geldi ve saçı uzun zamandan beri taranmamış bir adam gördü ve şöyle buyurdu: "Şu kimse elbisesini yıkayacak ve saçını temizleyip tarayacak birşey bulamamış mı?".[720] Ebu's-Salih'in şöyle dediği rivayet edilir: "Dünyadan, giyinip Ebû Hureyre ile birlikte oturacağım iki beyaz elbiseden başka birşeye sahip olmayı temenni etmiş değilim".

9) İmkân bulduğunda güzel koku sürünmesi. Buna delil Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadistir: "Hz. Peygamber ashabının yanına kötü kokuyla çıkmaktan hoşlanmazdı. Gecenin sonunda güzel koku sürünürdü."

10) Kötü kokulu yemekleri yemekten sakınması. Bunun delili Atâ'dan rivayet edilen şu hadistir: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Kim şu bakladan yerse, çıkıp mescidlerimize gelmesin".[721]

11) Yağlı bir et yediği zaman yanındaki kimseyi rahatsız etmemesi için elini yıkaması. Buna delil İbn Ömer'den rivayet edilen şu hadistir: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Kim bu etten birşey yerse elinin bulaşığını yıkasın, yamnda bulunan kimseye eziyet vermesin".[722]

12) Alimi ve onunla birlikte oturanları geğirtiyle rahatsız etmekten sakınıp geğirtisini tutması. Bunun delili de îbn Ömer'den rivayet edilen şu hadistir: Bir adam Resulullah'ın (sav) yanında geğirdi. ResuIIullah şöyle buyurdu: 'Tanımızda geğirme"[723]

13) Giyilmesi caiz olmayan elbiseler giymemesi. Bunun delili Abdullah b. Amr'dan rivayet edilen şu hadistir: "Resulullah (sav) benim üzerimde asfurla (sarıya) boyanmış iki elbise görüp şöyle buyurdu: Ey Abdullah b. Arar, bunlar kâfirlerin elbisesidir, giyme".[724]

14) Beyaz elbise giymesi. Çünkü bu ilim ehli için müstehap olup delili de Semüre'nin Resulullah'tan (sav) rivayet ettiği şu hadistir: "Beyazı tercih edin, çünkü o sizin en hayırlı elbisenizdir. Ölülerinizi onda kefenleyin, dirileriniz onu giysin. O en güzel ve en temiz olandır".[725]

15) Sarık sarması. Zira bu ilim ehlinin süsüdür. Ebû Nuaym bu konuda İbn Abbas'tan şu rivayeti tahric etmiştir: Resulullah şöyle buyurdu: "Sarık sarın, hilminiz artar".[726]

16) İlim tahsiline güç yetirebilmesi için sıhhatini korumaya önem vermesi. Ebû Nuaym bu konuyl-a ilgili olarak bazı hususlar zikretti ki başlıcaları şunlardır: Kavrayış ve hafiza gücünü azaltacak, nefis ve bedende zayıflığa yolaçacak şeylerden sakınması, kan vermeye ve ilaç olacak şeyler içmeye alışması, yeşillik yerde ve akarsu kenarında oturarak görme gücünü kuvvetlendirmesi, şişmanlamaya yolaçacak şeyleri terkederek vücudunu sıhhatli beslemesi, dersten kesilmemesi için çok yiyip içmeyi terketmesi. Ebû Nuaym sonra bu kurallardan her biri için bir delil getirmiş olup onun İbnü'l-Ezrak tarafından Ravdatü'l-a'lâm'da Özetlenen sözlerine bakınız.

Bu baldan tatlı ve susuz kimseye soğuk sudan daha lezzetli olup aydın kimsenin bugün öğretmen ve ilim talipleri için ehli tarafindan söylenenlere muttali olduğu ölçüde, Resulullah (sav) zamanında yaygın olan bu İslamî âdâbla sevinci artar ve kaydettiklerimizle sevinir. Çünkü böylece dininin ve öğretilerinin sıhhati koruma ve faydalı tasarrufa önem verme, ilerleme, temizlik ve uygarlık konusunda en ileri öğretiler olduğunu bilmiş olur. Bu konuda Ebû Nuaym el-Isfahânî'nin Adabü'l-müteallim, Hafız Abdülgani b. Said el-Bağdâdî'nin Âdâbü'l-muhaddis, Nevevi'nin Tehzib'inin şerhinin mukaddimesine, Şeyh Bedrüddin İbn Cemâa'nın Tezkiretü's-sâmi ve'1-mütekellim fi âdabi'1-âlim ve'1-müteallım[727],   Seyyid Semhûdi'nin Cevâhirü'l-ikdeyn, İbnü'l-Ezrak'ın Ravda, Sehâvi'nin Şerhu Elfıyyeti'l-Irâkî, Turunbâti'nin Buluğu aksa'l meram adlı eserlerine bakınız. Seleften Taberâni ve Harâiti de güzel ahlak konusunda eser yazmış olup Harâiti'nin biri güzel ahlaka biri kötü ahlaka dair iki eseri vardır.[728]

 

Ashabın Îlim Ve Yaşta Büyük Olanlarının Hakkını Gözettikleri Ve Hocasına Karşı Uymasını Talebeye Tavsiye Ettikleri Kurallar

 

Ebû Nuaym bu hususu Adabü'1-müteaHimîn'de zikretmiş ve buna delil olarak da bilinen şu olayı göstermiştir: Zeyd b. Sabit bineğe binmek isteyerek ayağını üzengiye koydu, İbn Abbas da ona üzengiyi tuttu. Zeyd şöyle dedi: "Ey Allah Resulü'nün amcası oğlu, onu bırak". İbn Abbas da "Biz alimlere ve büyüklere böyle yaparız" karşılığım verdi.[729] Belhi Aynu'l-Umde "saygı maksadıyla alimlerin üzengisi tutulur" dediğinde, onun eserini şerheden Molla Ali el-Kârî, İbn Abbas'm bu kıssasını zikrettikten sonra şöyle der: Hz. Ömer, binmesi için Zeyd'in üzengisini tuttu ve "Zeyd ve arkadaşlarına böyle davranın" dedi.

Ahmed b. Hanbel ve Tirmizi İbn Abbas'tan, yine Ahmed b. Hanbel ile Hâkim de Ubâde b. Samit'ten şu m e r f û hadisi tahric etmişlerdir: "Büyüğümüze saygı göstermeyen, küçüğümüze merhamet etmeyen ve alimimizin hakkını tanımayan kimse bizden değildir".[730]

 

Allah Resulü'nün Ders Sırasında İlim Veya Yasça Büyük Olanlara Öncelik Vererek İnsanların Yerlerini Belirlemesi

 

Bu hususu Ebû Nuaym zikretmiş olup Sahih-i Buhari de İbn Mesud'dan rivayet edilen şu hadisi delil göstermiştir: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Sizden akıl ve anlayış sahibi olanlar yanımda olsun, sonra da onların ardından gelenler bulunsun".[731] Ayrıca Semüre'nin rivayet ettiği şu hadisi delil göstermiştir: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Bedeviler, namazda kendilerine uymak üzere muhacirlerle ensarın arkasında dursunlar".[732] Bu uygulamayı ahlak edinmeyi emretmek ve ders meclislerinde talebeleri hakkında bunu nazarı itibara almak İmam Mâlik'in hareket tarzı idi.

Bu konuyla ilgili ayrıntıları İbnü'I-Arabi Ahkâm'da zikretmiştir. Sözkonusu meclislerden biri Hz. Peygamber'in meclisi olup orada öncelik hicret, ilim ve yaşa göredir. Bir diğeri cuma meclisi olup önceliğin akıl ve anlayışa göre olduğu imamın yanındaki yer dışında öncelik erken gelişe göredir. Bir diğeri zikir (öğüt) meclisi olup burada herkes geldiğinde meclisin son tarafında boş bulduğu yere oturur. Bir diğeri savaş meclisi olup burada insanlardan kahraman ve lider özelliği taşıyanlar öne geçirilir. Bir diğeri görüş ve danışma meclisi olup burada işten anlayan kimse öne geçirilir. Bu, bir yönden zikir meclisine dahildir. Bütün bunları şu âyet-i kerime tazammun eder: "...ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin" (Mücadile58/ll). Böylece kişi önce imanıyla ve ikinci olarak da ilmiyle yükselir. Sahih-i Buharî'de şu rivayet nakledilir: Ömer b. Hattâb, İbn Abbas'ı büyük sahabilerden öne geçirdi. Bu konuda Hz. Ömer'le konuştular, o da kendilerini ve İbn Abbas'ı çağırdı. Onlara Nasr sûresinin tefsirin sordu, sustular. İbn Abbas ise şöyle dedi: "Bu sûre, Resulullah'ın (sav) ecelinin geldiğini göstermekte olup Allah bunu kendisine bildirmiştir." Hz. Ömer de şöyle dedi: "Ben bu sûreden ancak senin bildiğini biliyorum!".[733]

 

Ashabın İlim Talebi Veya Âlî İsnad Maksadıyla Başka Bir Sahabinin Yanına Yolculuk Etmesi

 

Kadı İbnü'l-Arabî el-Meâfîrî şöyle der: "İlim tahsili için şeriat ehlinden seyahat eden ilk kimse Hz. Musa'dır".[734] Gazzâli de şöyle der: "Ashab zamanından zamanımıza kadar ilim sahasında adı geçip de ilmi yolculukla elde etmeyen ve onun için yolculukta bulunmayan pek az kimse vardır". Genelde ilim için yolculuk yapmak konusuyla ilgili emir Kur'an-ı Kerim'de şu âyette vaki olmuştur: "Her topluluktan bir grubun toplanıp dini iyice öğrenmeleri ve kavimleri kendilerine dönüp geldikleri zaman (Allah'ın yasak kıldığı şeylerden) kaçınmaları için onları uyarmaları gerekmez mi?" (Tevbe 9/122).[735]

İbn Abdilber, Mâlik b. Dinar'dan şu nakilde bulunur: Allah Teâla Hz. Musa'ya şunu vahyetti: "Demirden iki nalin edin, sonra ilim ara, ta ki nalinlerin parçalansın ve asan kırılsın". Buhari Sahihinde "İlim talebi için yolculuk babı" başlığına yer vererek şu rivayeti zikreder: "Câbir b. Abdullah, bir tek hadis için bir aylık mesafaye Abdullah b. Üneys'in yanına yolculuk etti".[736] İbn Abbas'tan da "seyahat eden" (Tevbe 9/112)[737] ifadesinden kastedilenlerin ilim talipleri olduğu nakledilir. İbn Mesud şöyle der: "Eğer Allah'ın Kitabı konusunda benden daha bilgili birini bilseydim onun yanma yolculuk ederdim".[738] Seyahatin faydalan ve seyahatte bulunanlarla ilgili olarak Hatib el-Bağdâdî müstakil bir cüz kaleme almıştır.[739]

 

Ashabın Birbirlerini Ve Başkalarını Nebevi Mirastan (İlim) Nasip Almaya Teşvik Etmeleri

 

Onların Nebevi mirastan kastettikleri ilimdir. Çünkü peygamberler ne bir dinar ne bir dirhem değil sadece ilim miras bırakmışlardır. Ashabın bu teşviki Resulullah'ın (sav) vefatından sonra sözkonusudur.

Taberâni el-Mu'cemü'1-evsat'ta, Seyyid Semhûdi Cevâhirü'l-ikdeyn'de hasen bir senedle Ebû Hureyre'den şu rivayeti tahric ederler: Ebû Hureyre Medine pazarına uğradı ve orada durarak şöyle dedi: "Ey pazar halkı, sizi alıkoyan nedir?" Onlar "nedir bu (sözünü ettiğin)?" dediler, o da "Hz. Peygamber'in mirası paylaştırılıyor, sizse buradasınız! Gidip ondan nasibinizi almalı değil misiniz?" karşılığını verdi. Onlar "nerede?" diye sordular, o da "mescidde" dedi. Pazar halkı süratle çıkıp gittiler, Ebû Hureyre de onlar dönünceye kadar kendileri için pazarda bekledi. Dönüp geldiklerinde Ebû Hureyre "ne oldu?" dedi, onlar "mescide gittik, içeri girdik, orada paylaşılan birşey görmedik" karşılığını verdiler. Ebû Hureyre onlara "mescidde kimseyi görmediniz mi?" diye sordu, onlar "evet, namaz kılan, Kur'an okuyan, helal ve haramı müzakere eden gruplar gördük" dediler. Bunun üzerine Ebû Hureyre onlara "vah size, işte bu efendimiz Hz. Muhammed'in. (sav) mirasıdır!" dedi.[740]

Ebû Ömer İbn Abdilber, Selman b. Mihrân'dan şu nakilde bulunur: Kurrâ'dan birini duydum şöyle diyordu: "Bana ulaşan habere göre Irak'ta bir topluluk ilim üzerine tartışıyorlar, biri 'bunlar kimdir?' diye soruyor, ona şöyle deniliyor: Allah Resulü'nün mirasını paylaşan bir topluluk!".[741]

 

Allah Resulü Zamanında Kassâs (Kıssacı) Ve Resulullah'ın Onun Meclisinde Oturması

 

Ahmed b. Hanbel ve Ebû Ya'Ia, Ebû Ümâme'den şöyle dediğini tahric ettiler: Resulullah (sav) bir topluluğa uğradı, bir k a s s â s (kâss, çoğulu: kussâs) da kıssa anlatıyordu. Resululiah'ı görünce durakladı, Hz. Peygamber ona "anlat, şurada fecir vaktinden güneş doğuncaya kadar oturmam, bana dört köle azat etmemden daha sevimlidir, Şurada ikindi namazından güneş batıncaya kadar oturmam, bana dört köle azat etmemden daha sevimlidir" buyurdu. Hafız Heysemi bu hadisi Mecmau'z-zevâid'de kaydederek Ahmed b. Hanbel'e ve Taberâni'nin el-Mu'cemü'l-kebir'ine isnad ederek şöyle der: Ravileri mevsuk tur (güvenilir), fakat senedinde, Ebû Ümâme'den nakleden Ebü'1-Ca'd vardır. Eğer o Ebü'1-Ca'd el-Gatafânî ise, Sahihin ravilerindendir, eğer başka biriyse onu tanımıyorum.[742]

Bedir ehlinden birinden de Resulullah'ın (sav) şöyle dediğini duyduğu nakledilir: "Böyle bir mecliste oturmam, bana dört köle azat etmemden daha sevimlidir". Şu'be şöyle der: "Hangi meclisi kastediyor?" dedim, "o kassâsdı" cevabım verdi. Bunu Ahmed b. Hanbel rivayet etmiş olup senedinde Kerdûs b. Kays vardır. İbn Hibban onun güvenilir olduğunu söylemiştir. Hadisin diğer ravileri de Sahih'in ravileridirler.[743]

Abdülcebbâr el-Havlânî'den şöyle dediği nakledilir: Allah Resulü'nün ashabından biri mescide girdi, Ka'b da kıssa anlatıyordu. Şöyle dedi: "Kim bu?". Onlar da "Ka'b bize kıssa anlatıyor" karşılığını verdiler. Bunun üzerine o şöyle dedi: Resululiah'ı şöyle derken duydum: "Emir (yönetici), memur ve kendini beğenmişten başkası kıssa anlatmaz". Bu haber Ka'b'a ulaştı, ondan sonra artık kıssa anlattığı görülmedi. Bunu Ahmed b. Hanbel rivayet eder.[744] Heysemi, bu hadisin isnadımn sahih olduğunu söyler. Avf b. Mâlik'ten şöyle dediği nakledilir: Resululiah'ı (sav) şöyle derken duydum: "Emir, me'mur ve gösteriş düşkünü (mütekellif, çalımlı) olandan başkası kıssa anlatmaz". Bunu "mütekellif" ifadesi olmaksızın Ebû Davud rivayet etmiştir.[745] Taberâni de el-Mu'cemü'1-evsat'ta rivayet etmiştir. Heysemi şöyle der: Bunun senedinde Ebül-Abbâs er-Razı mevcut olup onun biyografisini veren kimse görmedim. Ubâde b. Samit'ten, Hz. peygamberin şöyle buyurduğu nakledilir: "Emir, me'mur ve gösteriş düşkününden başkası kıssa anlatmaz". Bunu Taberâni el-Mu'cemü'1-kebir'de rivayet etmiş olup isnadı hasendir.[746]

Molla Ali el-Kârî Şerhü'l-Mişkât'ta şöyle der: Kass, kıssa, ahbâr (tarih v.s.) ve mev'ıza anlatmak demektir. Bundan maksadın özellikle hutbe olduğu da söylenmiştir.[747] Ondan başkaları şöyle der: Kasas, kıssa anlatmak demek olup kendilerine vazeden kimse kastedilerek vaaz için de kullanılır. Bu da ya emir veya memur kimse olur veya her ikisinin de vazetmesi caizdir. Kendini beğenmiş kimseye gelince, o da liderlik ve böbürlenme gayesiyle vazeder. Bu ise hutbede kabul edilemez olup bu konuda yetki emirler veya onların bununla görevli kıldıkları kimselere aittir. Tîbi Şerhu'l-Mişkât'ta şöyle der: "Kim vazeder ve kıssa anlatırsa onların grubuna dahil olup işi yöneticilere bırakılmıştır". Mecmau bihâri'l-envâr'a bakınız.

Suyûti'nin el-Iklü'inde "Onlara Allah'ın günlerini hatırlat" (İbrahim 14/5) âyetiyle ilgili olarak İbnu 1-Arabî'den şöyle dediği nakledilir: Bu âyet, kalpleri yumuşatan vaaz konusunda temeldir.[748]

Derim: Bu başlık altında kaydedilen hadisler, seleften bazılarının kıssa anlatmayı reddetmeleri ve kıssacıları kötülemeleriyle çelişmez. Gazzâli el-İhyâ'da Hasan-ı Basri'nin kıssalarında ahiret ilmi, ölümü hatırlatma, nefsin ayıpları, amellerin afetleri, şeytanın vesveseleri ve bunlardan sakınma yollarına dikkat çekme, Allah'ın nimet ve lütuflarını, kulun şükürde kusurunu hatırlatma, dünyanın aşağılığı ve geçiciliği, zamanın azlığı, ahiretin önemi ve ahiret hallerini tanıtma gibi konularda konuştuğunu belirttikten sonra şöyle der: "İşte bu, şer'an övülen öğüttür." Gazzâli sonra "tezkir" (Öğüt) adını hurafelerine veren, övülen öğüt verme yolundan sapıp ayrılıklar, fazlalık ve noksanlığın yol bulduğu, Kur'an'da varid kıssalardan ayrılan ve onlara ilavede bulunan kıssalarla meşgul olan kimseler hakkında konuşarak şöyle der: Kimi kıssalar var ki dinlemesi fayda, kimi de var ki doğru bile olsa zarar verir. Sonuç olarak, övülen kıssalar Kur'an'da mevcut olanlarla sahih kitaplarda bulunan haberlerden ibarettir.[749] İthafta müellif şöyle der: İbn Ebi Şeybe ve Mervezi İbn Sirin'den şöyle dediğini tahric ederler: Basra'da bir kıssacının kıssa anlattığı haberi Hz. Ömer'e ulaştı, ona şu âyeti yazdı: "Elif, lam, ra, bunlar apaçık kitub'ın ayetleridir. Biz onu Arapça bir Kur'an olarak indirdik ki anlayasmız. Biz bu Kur'an'ı vahyetmekle, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz" (Yusuf 12/1-3). Adam Hz. Ömer'in maksadını anladı ve kıssacılıktan vazgeçti. Abd b. Humeyd Tefsir'inde Kays b. Sa'd'dan şu tahricde bulunur: İbn Abbas, Ubeyd b. Umeyr'e uğradı, o kıssa anlatıyordu. İbn Abbas şöyle dedi: "Kitab'da İsmail'i de an" (Meryem 19/54), "Kitab'da İdris'i de an" (Meryem 19/56); bize Allah'ın (ibret olarak zikrettiği) günlerini an ve Allah'ın övdüğü kimseleri öv.[750]

Bu konuda Hafız Îbnü'l-Cevzî'nin Kitâbü'l-Kussâs ve'1-müzekki-rin[751], Ebû Ahmed b. Amr b. Ebû Asım'ın Kitâbü'l-Müzekkir ve't-tezkîr ve'z-zikr, Hafız Irâki'nin el-Bâis ale'l-halâs min havâdisi'l-kussâs[752] adlı eserlerine bakınız. Hafız Suyûti'nin de k a s s â s lara dair bir risalesi vardır.[753]

Zebidi İthafta şöyle der: Zikrettiklerimizin hülasası şudur ki ilmin türlerinde mahir alim, Allah Resulü'nün hadislerini hıfzeden, sahihini zayıfından ayırdeden, müsnedini, maktûunu ve munfasılını anlayan, tarih ve selefin siyerini bilen, zahidlerin haberlerini belleyen, Allah'ın dininde fakih, Arapça ve lügat bilgisine sahip kimseden başkasının insanlara kıssa anlatmaması gerekir. Bütün bunların temeli de Allah'tan sakınma (takva) olup bu insanların mallarına karşı olan tamahı kişinin kalbinden çıkarır. İbnul-Cevzî de bu şekilde tesbit ve değerlendirmede bulunmuş olup onun eserine bakınız.[754]

Tenbih: Ebû Nuaym ve Askeri'nin tahric ettiklerine göre Temim ed-Dârî ayakta kıssa anlatmak konusunda Hz. Ömer'den izin istedi. Hz. Ömer kendisine izin. verdi, o da ayakta kıssa anlattı.[755]

Önemli bir bilgi: İbn Sa'd Tabakât'ında Ümmü'l-Hasan el-Basrî'nin biyografisini vererek Üsâme b. Zeyd'e varan senediyle, onun da annesinden rivayeti olarak şu tahricde bulunur: Ümmü'l Hasan el-Basrî'yi kadınlara kıssa anlatırken gördüm.[756] Bu Ümmü'l-Hasan büyük sahabilerin zamanında yaşadı ve Ummü Seleme ile Resulullah'ın (sav) diğer hanımla­rından rivayette bulundu. İbn Sa'd'ın Tabakât'ında Hasan'dan şöyle dediği nakledilir: "Esved b. Serî[757] şair bir adamdı ve bu mescidde kıssa anlatan ilk kimseydi. O şöyle der: "Resulullah ile birlikte dört gazvede bulundum". Yine Tabakât'ta Hasan'dan şu rivayet nakledilir: Esved b. Seri mescidin arka ta-rafinda öğütte (tezkir) bulunurdu. Tabakât'ta (VII, 28) Esved'in biyografisi­ne bakınız.[758]

 

Allah Resulü'nün Gıda, İlaç Ve Hastalıkların Tedavisine Dair Ortaya Koyduğu Hikemî İlimler Ve Tıbbi Bilgiler İle Bu Konuda Telif Edilen Eserler

 

Ahmed Taşköprizâde Miftâhu's-saâde'de[759] Hz. Peygamber'in tıbbı il­mini, insanların kendisiyle meşgul oldukları ilimler çerçevesinde zikreder. O şöyle der: Tıbb-ı Nebevi ilmi, ferâizin fikıhtan ve göz doktorlu­ğunun tıptan çıkışı gibi hadisten ortaya çıkmıştır. Bu insan vücudunun bes­lenip korunması konusunda Hz. Peygamberin ne söylediği hususunun öğre­nildiği bir ilimdir. Konu ve esasları hadis ilmine kıyas yapılarak belirlenir. Gaye ve faydası ise gizli kalmayacak kadar açıktır. Bu konuda İmam el-Müstağfirî üstün bir eser kaleme almıştır. İbn Tarhân'ın kitabından daha kapsamlı ve faydalısı ise yoktur. Dileyen onu bulabilir.[760]

Keşfuzzunûn müellifi de bu ilimle ilgili olarak bir başlık açmış olup şöyle der: Bu konuda eser kaleme alanlardan biri de Ebû Nuaym el-Isfahânî'dir. Ebü'l-Hasan Alf b. Musa er-Radî, Me'mûn için bu konuyu kap­sayan bir risale yazdı. Bu konuda Habib en-Nisâbûrî, İbnü's-Sünnî, Abdül-melik b. Habib ve Hafız Suyûti de eser yazmışlardır. Suyûti'nin eserinin adı el-Menhecü's-sevî ve'1-menhelü'r-revî fî't-tıbbi'n- nebevi[761] olup baş tarafı şöyledir: "Her nefse yaratılışını veren Allah'a hamdolsun..." Eser üç "fenn"e ayrılmış olup birincisi tıbbın kuralları, ikincisi ilaçlar ve gıdalar, üçüncüsü de hastalıkların tedavisine dairdir.[762]

Derim: Suyûti bu eserini Hafiz Zehebi'nin et-Tıbbü'n-nebevi adlı ese­rinden özetlemiştir. O eser de bu tertipte olup defalarca basılmıştır.[763] Keşfuzzunûn müellifi, İbn Tarhân'ın Taşköprizâde tarafından kaydedilen eserini zikretmemiştir. Bu, bir ciltlik nefis bir eser olup adı el-Ahkâmü'n-nebeviyye fî's-sınâati't-tıbbıyye'dir. Müellifi İmam Ebü'l-Hasan Ali b. Mühezzebüddin Ebü'l-Mekârim Abdülkerim b. Tarhân b. Baki el-Hamevî es-Safedî[764] olup Matlau'n-nücûm fi şerefi'l-ulemâ ve'1-ulûm adlı eserin de müellifidir. İbn Tarhân tıbba dair eserini on baba ayırmış ve Buhari ile Müslim'in ittifakla tahric ettikleri tıpla ilgili kırk hadise dayandırmıştır. Bi­rinci bâb hastalıklar ve tedavisi, tedavi olunmayı emir, tabipliği bilinmediği halde tedaviyle uğraşan kimseler hakkında varid olan hadislere dairdir. İkinci bâb yeme, içme, uyku v.b. konularda sağlığın konunmasıyla ilgili hu­suslara delalet eden hadislere dairdir. Üçüncü bâb tıbbın temeli, bunun va­hiy, tecrübe veya kıyas mı olduğu, vazedilişi, fazileti, akla ve şeriate uygunluğuna dairdir. Dördüncü bâb ise sıhhat ve fazileti ve bu konuda varid olmuş hadislere dairdir. Beşinci bâb hastalık ve fazileti, bu konuda varid ol­muş haberler ve biraz da muskaya dair bilgileri ihtiva etmektedir. Altıncı bâb hasta ziyaretinin fazileti ve bu konuda varid olmuş Nebevi hadislere da­irdir. Yedinci bâb ilk kırk hadisten ayrılıp çıkarılan ve bunların çoğuna dik­kat çeken tıpla ilgili hadislere dairdir. Sekizinci bâb tedavinin mi tedaviyi terketmenin mi daha faziletli olduğu konusundaki görüş ayrılığı ve her gru­bun dayandığı delillere dairdir. Dokuzuncu bâb perhiz ve fazileti ile perhizli için yazılan şeye dairdir. Onuncu bâb müfred (basit, bileşik olmayan) ilaçlar, güçleri, faydalan, bunlarla ilgili tıbbî hadisler v.s. hakkındadır. Bu eser na­dir bulunan ve müellifinin biyografisinin doğan tüneği olan bir kitaptır. Ben­de eski bir nüshası mevcut olup doğulu bir katip tarafından Şam Nâsıriyye kütüphanesinde ve müellifin devrine yakın bir zamanda yazılmıştır. Onu 1324 (1906) yılındaki ziyaretim sırasında Medine-i Münevvere'de elde et­miştim.

Hafız İbn Kayyim Tıbb-ı Nebeviye dair faydalı bir bölüme Zadü'l-meâd'da yer vermiş, Şihâbüddin el-Kastallânî de el-Mevâhibü'1-ledüniy-ye'de onu izlemiştir. Bunların her ikisi de daha önce geçenlerin verdikleri bilgilerin özünü kaydetmişlerdir. Allah onları hayırla mükafatlandırsın.

Şihâbüddin Ahmed b. Salih el-Ektâvî ed-Der'î'nin el-Hediyyetü'l-makbûle fi huleli't-tibbi'l-meşmûle[765] adlı eserinde şöyle denir:

Bu Nebi Mustafa, seçilen

Ve efendisi gelenlerin ve geçenlerin

Afsunladı, tedavi etti, tedavi oldu ve kan aldırdı

Tevekkülle ki onda biraraya geldi

Doğru tevekkülü emir

Bizim gibilerden tasrih ifade eder

Tedavide sünneti var Resulün

Ve hastanın gönlünü hoşetmek.

Müellif el-Hediyye'sinin şerhinde şöyle der: Burada nakli uzun süre­cek, ehli tarafından esas ve teferruatıyla bilinen birçok hadisin ve çok sayıda muteber haberin tasrih ettiği gibi tedaviye sâri (Hz. Peygamber) tarafından izin verilmesi konusunda, onun bizzat uygulaması ve bu hususta kendisin­den nakledilenler yeter.

Cenab-ı Peygamber'den bu konuda nakledilen hikmet incileriyle ilgi­lenmeye İslam bilgelerinden biri olan Şeyh Davud el-Antâkî de önem vermiş olup et-Tezkire'de çeşitli yerlerde bu hususa temas etmiştir. Bunlardan bi­ri istiskâ (hidropisi, vücudun bir yerinde su toplanması) hastalığını anlattı­ğı yerdir. Burada sözü, sözkonusu hastalığın ilacının deve sütü ve idrarı ol­duğunu anmaya getirerek şöyle der: Bu, istiskâ hastalığının her üç türünde de gayedir. Özellikle develer çölde bulunurlarsa. Çünkü bu durumda yavşan otu ve misk otu ile güzelleşir. Bu konuda şeriat sahibinden hadisler nakledil­miş olup İbnu s-Sünnî, Ebû Nuaym, Ahmed b. Hanbel ve garîb bir hadis de Tirmizi tarafından tahric edilmiştir.[766] Antâkİ daha sonra Ureniyyin kıssası­nı zikreder ki özeti şudur: Bir kavim Medine'de Hz. Peygamberin yanına gel­di ve bir rivayete göre sıtmaya bir diğerine göre ise Medine havası kendileri­ne iyi gelmeyerek karın ağrısı ve kötü bir kokuya musab oldular. Bir diğer ri­vayette ise karınlarının bozulduğu kaydedilir. Resulullah (sav) da onları zekât develerinin yanına gönderdi; develerin süt ve idrarından içtiler. Onla­rın kıssası meşhurdur. Hz. Peygamber'in bunu emretmesi istiskanın zayıfla­tıcı ve bulaşıcı bir özellik taşımasından olup müfret (basit) ilaçlar bahsinde geçtiği üzere bu anılan hususlarda sözkonusu hastalığa tetabuk eden kesici, açıcı ve giderici Özellikler mevcuttur. Son rivayette "berriyye" ile tahsiste bulunması[767] ya olayın bir defadan fazla meydana geldiğini ve böyle yapma­ları emrolunanlann hastalığının daha şiddetli olduğunu gösterir ki tavşan otu ve beşparmak ağacı gibi bu konuda bizzat etkili olan halis maddeleri otla­malarından dolayı "beriyye" özellikle belirtilmiştir. Veya olay bir tek defa meydana gelmiştir ve bu durumda ise mutlakm mukayyede hamledilmesi (develerden çöl develerinin kastedilmesi) sözkonusudur. Bu olaydan hare­ketle bazı müçtehidler, Hz. Peygamberin emrinden dolayı eti yenilen hay­vanların idrarının temiz olduğunu ileri sürmüşlerdi. Bazıları ise bu emrin sözkonusu hayvan idrarının temizliğini gerektirmediğini, zaruret taayyün ettiğinde lokmayı şaraba batırıp yemekte olduğu gibi bunun da zaruretten dolayı caiz olduğunu belirtmişlerdir. Şu da bilinmelidir ki Hz. Peygamber'in kendisine has şeylerle tedavide bulunması, bunun sözkonusu hastalığa fay­dalı olmasını gerektirmez. Çünkü Resulullah (sav) bazan aklın uygulanma­sını uygun görmediği şeylerle de tedavide bulunuyordu. Kim bu konuda bir şeye muttali olursa bilmeli ki bu bir tür mucize sayılır. Mülâibü'l-esinne ile ilgili kıssada geçtiği üzere o Hz. Peygamber'e istiskadan dolayı şikayette bu­lundu, o da üzerine tükürdüğü bir toprak parçasını kendisine gönderdi. Onu içtiğinde iyileşti.[768] el-Tezkire'den verilen bilgiler burada sona erdi.Davud el-Antâkî'nin cüzam ve humma ile ilgili olarak yazdıklarına bakarsanız hay­ret edersiniz.

İbn Kayyim et-Turuku'1-hükmiyye'sinde (s. 164) Hz. Peygamber'in "Cüzamlılara uzun süre bakmayın"[769] sözü ile ilgili olarak şöyle der: Bunda büyük bir fayda mevcut olup o da şudur: Tabiat intikal edici olup cüzamlıya bakış sürdürülünce tabiatın nakli yoluyla bunun kendisine de isabet etme­sinden korkulur. Halk arasında tecrübe edilmiştir ki cinsi münasebet sı­rasında cima eden kimse bir şeye baksa ve bakışını sürdürse o şeyin özelliği çocuğa geçer. Beyhaki[770] ve başkalarının kaydettiklerine göre Hz. Peygam­ber Beni Gıfâr kabilesinden bir kadınla evlendi ve zifafa girdi. Kadına elbise­sini çıkarmasını emretti, o da çıkardı. Hz. Peygamber kadının memesi yanın­da bir beyazlık gördü ve yatağı terketti. Sabah olunca da kadına ailesinin ya­nına gitmesini söyleyerek mehrini verdi.[771]

Yine İbn Kayyim'in Zâdü'l-meâd'ı ve Mecdüddin el-Fîrüzâbâdî'nin Sifrü's-saâde'sinde şu bilgi verilir: Hz. Peygamber balık ile sütü, süt ile ekşi şeyleri, iki sıcağı iki soğuğu, iki yapışkanı, iki kabız edici şeyi, bir kabız edi­ciyle bir müshili, iki müshili, iki katı şeyi, biri çabuk diğeri geç hazmedilen iki şeyi, kızartılan ile pişirileni, taze ile kurutulmuşu, süt ile yumurtayı ve et ile sütü birlikte yemezdi. Bayat bir yemeği, kokmuş yiyeceği, tuzlu ve ekşi yiye­cekleri de yemezdi. Hazım maksadıyla suyla karıştırılmış süt, ıslatılmış hurma suyu ve son derece soğuk suyla karıştırılmış bal yediği sabittir.[772]

Hz. Peygamber'in yiyecekleri ve bununla ilgili hususlar hakkında geniş bilgi için Fâkihi'nin el-Menâhicü's-seniyye'si ile efendimiz babamın sün­nete dair eserine bakın, hayretten hayrete düşersiniz.

Birbirini yalanlayan sözlerden biri de filozof İbn Haldun'un tarihinin mukaddimesinde tedavi türleri ve dayanaklarıyla ilgili bilgi verirken zikret­tiği şu husustur: Ümran ehlinden bedevilerin çoğu zaman bazı şahısların kı­sıtlı tecrübelerine dayandırdıkları ve kabilenin yaşlı erkek ve kadınlarından tevarüs ettikleri bir tedavi usulleri vardır. Bazan bununla sıhhate kavuşul-duğu olursa da bu tabiî bir kurala ve mizaca uygunluğa dayanmamaktadır. Araplar arasında Haris b. Kelede ve başkaları gibi bu tür tanınmış tabipler vardı. Şeriyât'ta nakledilen tedavi yollan da bu kabilden olup vahye dayan­mamaktadır. Bu, Araplar arasında uygulanagelen bir adetten ibarettir.[773] İbn Haldun'un katı sözleri sona erdi. Aferin allame Şeyh Abdülhadi el-Ebyârî el-Mısrî'ye ki Suûdu'l-metâli'de (II, 155) onun sözlerinin ardından şöyle der: "Derim ki bu bir sürçme olup nazara alınmaması gerekir. Nasıl olur ki Hz. Peygamber, bal içmesini emredip de iyileşmeyen karnı ağrıyan adama 'Allah doğru söyledi, senin karnın yalan söyledi'[774] buyurmuştur".

Şeyh Davud'un daha önce kaydettiğimiz sözünü okuduğun zaman, onun bu konudaki inancının İbn Haldun'unkinden daha sağlam olduğunu görürsün. Soylu at bazantökezler. Mükemmellik yalnız Allah'a mahsustur. Bu konuyu Suyûti'nin el-lklîl'de Kirmâni'nin el-Acâib adlı kitabından nak­lettiği bir latife ile kapatalım: Hristiyan bir tabip Ali b. Hüseyin'e "Sizin kita­bınızda tıp ilmine dair hiçbir şey yoktur. İlim iki tanedir: Ebdan (vücut) ilmi ve edyân (din) ilmi" dedi. O da şu karşılığı verdi: Allah tıbbı yarım âyette top­lamış olup o da şudur: "Yiyin için, fakat israf etmeyin" (A'râf 7/31). Bunun üzerine tabip şöyle dedi: "Sizin kitabınız Calinûs'a (Galen) hiçbir tedavi şekli bırakmamış!".[775]

Hafız İbn Receb, "Allah, dolduğu zaman mideden daha kötü olan bir kap yaratmamıştır. Mide mutlaka doldurulacaksa üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe ve üçte birini de hava için (nefes alıp vermeye) ayır”[776] hadisi ile ilgili olarak şöyle der: Bu, tıbbın bütün esaslarını kendisinde toplayan büyük bir esastır. Rivayet edildiğine göre tabip İbn Mâseveyh bu hadisi îbn Ebî Hayseme'nin eserinde okuduğunda şöyle demiştir: Eğer insanlar bu sözleri, yani Hz. Peygamberin "İnsanoğluna, bir daha yiyinceye kadar belini doğ­rultacak birkaç lokma yeter"[777] sözünü uygulasalardı hastalıklardan sela­mette olur ve hastaneler ile eczacı dükkânları kapanırdı, Kurtubi Şerhu'l-esmâ'da şöyle der: Eğer Bokrat (Hıpokrat) bu bölümlemeyi duysaydı, bu hik­metten dolayı hayrette kalırdı[778], İhyâ'da şu bilgi verilir: Bu hadis, yani mi­denin üçe bölünmesi hadisi felsefecilerden birine zikredildi, o "az yeme konu­sunda bundan daha esaslı bir söz duymadım" dedi.[779] Bundaki hikmet eseri­nin apaçık olduğunda şüphe yoktur.

İbn Kayyım Zâdü'l-meâd'da şöyle der: Gıda alma mertebeleri (ölçüsü) üçtür: Birincisi (asgari) ihtiyaç mertebesi, ikincisi kifayet (yeterlilik) merte­besi, üçüncüs de fazlalık mertebesidir. Hz, Peygamber, gücünün düşmeyece­ği ve zayıflamayacağı ölçüde belini doğrultacak birkaç lokmanın kişiye yete­ceğini, eğer bunu aşmak istiyorsa midesinin üçte birini yemeye, üçte birini suya ve diğer üçte birini de nefese ayırmasını haber vermiştir. Bu da vücut ve kalp için en faydalı olanıdır.[780] Bilginin devamı için adıgeçen esere bakınız.

Seffârini'nin Şerhu Manzumeti'l-âdâb'ında geçtiği üzere Ahmed b. Hanbel'in Müsned'inde Hz. Aişe'den şöyle dediği nakledilir: "Allah Resulü, ailesinden biri (hastalıktan) şikayette bulunduğunda, o iki taraftan birine ulaşıncaya (yani iyileşinceye veya ölünceye) kadar (ilaç bulunan) çömleği ateşten indirmezdi".[781] Bu, sekizinci Bölüm'de tıpla ilgili bâbda Ekensûs'un el-Ceyşü'1-aremrem adlı eserinden nakledilen bilginin de[782] temeli olup ona bakınız.[783]

 

Allah Resulü'nun Ashabıyla Birlikte Tarihi Olayları Ve Geçmiş Milletlerin Haberlerini Uzun Uzadıya Ele Alarak Buna Bir Vakit Ayırması Ki Bu Husus Bugün Benzeri Konularda Ders Teatisine Temel Teşkil Eder

 

Buhari, "ilimle ilgili olarak gece sohbeti (semer) babı"[784] başlığına yer verir. Ebû Hassân'ın Abdullah b. Amr'dan rivayeti olarak Ebû Davud'un tah-ric edip Ebû Huzeyme'nin de sahih olduğunu kaydettiği, ancak Buhari'nin şartına uygun olmayan rivayet şöyledir: "Hz. Peygamber sabaha kadar bize Beni İsrail'den söz eder, farz nanîazdan başkası için kalkmazdı".[785] Bunu Ah-med b. Hanbel ve el-Mu'cemü'I-kebir'de Taberâni tahric etmiş olup Heysemi ravilerinin Sahihin ravileri olduğunu belirtir. İmrân b. Husayn'dan şu rivayet nakledilir: "Resulullah bütün gece boyu bize Benî İsrail'den sözeder, farz namazdan başkası için kalkmazdı".[786]

Derim: Hz. Peygamber bunu Allah'ın emrine uyarak yapmış olup Kur'an'da şöyle buyrulur: "Onlara Allah'ın günlerini (geçmiş milletlerin başlarına gelen olayları) hatırlat" (İbrahim 14/5).[787] Bir diğer âyet de şöyle­dir: "Allah size (helal ve haram olanı) açıklamak ve sizi sizden öncekilerin yollarına iletmek istiyor" (Nisa 4/26). Bu âyetlerin anlamı şudur: "Onlara geçmiş milletlerin başından geçen olayları anlat" ve "Allah size bilmediğiniz maslahatlarınızı ve güzel amellerinizi öğretmek, yollarına tabi olmanız için sizden önce gelip geçmiş hayır ve anlayış sahibi kimselerin yollarına sizi ulaştırmak ister". Tarih ilminde, geçmiş milletler ve yokolmuş nesillerin du­rumları; şahısların adlan, lakap, künye ve neseplerinin tesbiti, adet ve ha­berleri, ilimlerinin ürünleri, eserleri, sanatları, alışkanlıkları, düşüş ve yük­selişleri kapsamlı bir şekilde ele alınarak araştırılır. Bu bir ilim olup millet­ler ve nesillerin akıllıları o konuda yansır, hükümdarları iftihar duyar. Hat­ta avamdan ve sıradan kimseler bile onu bilmeyi arzular, onu elde etmek için yollara düşülür, seyahatler yapılır. Allah'ın bize Kur'an'da peygamberler ve ümmetleri arasında geçen şeyleri anlatması, onların sürelerini, yurtlarını, Sebe, Ahkâf, Hicr, Mekke, Medine, Medyen ve Mısır gibi yerlerinin adlarını açıklaması sana yeter. Bununla, zamanın devirlerinin, dönüşümün, tazeli­ğin, solup gidişin, imarın ve yıkılışın birbirini takib ettiğini bize açıkladı. Gerçeklere bakmamız, onlarla ilgili olarak münakaşa yapmamız, zanlardan uzaklaşıp onlara meyletmememiz, Allah'ın yarattığı harikaları görmemiz için dolaşmamızı emretti. Kullarına, sığındıkları ve içinde korundukları yü­ce dağlar, içinden çıkanlardan faydalanıp üzerinde de yolculuk ettikleri ge­niş ve taşkın denizler, çiçeklerle süslenmiş ve meyvelerle bezenmiş bahçeler lütfetti. Bize (Hz. Yusuf un atıldığı) kuyuyu (Yusuf 12/10)[788], Kehfı (Kehf 18/20), hendeği (uhdûd: Burûc 85/4), mağarayı (Tevbe 9/40), sarayı (Hac 22/45), evi (İsra 17/93), yurdu (A'raf 7/145), köyleri (Kasas 28/59), şehirleri (A'râf 7/111), burçları (Nisa 4/28), kaleleri (Haşr 59/2), meskenleri (Kasas 28/58), kilise ve havraları (Hac 22/40), oturma yerleri (mekâid: Cin 72/9), di­rekleri (Ra'd 13/2), kaleleri (Sebe 34/13) mescidleri (Bakara 2/114), meclisle­ri (Mücâdile 58/11), çağrışmayı (Gâfır 40/32), vadiyi ve kayayı (Fecir 89/9) zikretti. Büyük ümitlerin ardına düşmeyip uzak yeri ulaşılması imkânsız gören, rahat yatağı seçilmiş yer (cennet) için terketmeyip oturanları kınadı. Allah Teâla şöyle buyurdu: "Yeryüzünü gezip dolaşmadılar mı ki kendile­rinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler? Onlar bunlardan da­ha çok, daha kuvvetli ve yeryüzündeki eserleri bakımından daha sağlam idi­ler. (Bununla birlikte) kazandıkları, kendilerinden hiçbir şeyi savmadı" (Mü'min 40/82). Bakmaya, düşünmeye ve ibret almaya teşvikle de şöyle buyurdu: "De ki: Yeryüzünü gezin, Öncekilerin sonunun nasıl olduğuna ba­kın" (Rûm 30/42).

Bu konunun baş taralında zikredilen husus "Gece sohbeti, yalnız na­maz kılan veya yolculuk eden kimse için vardır"[789] hadisiyle çelişmez. Bu ha­dis Ahmed b. Hanbel taranndan, meçhul bir ravi bulunan bir senedle rivayet edilmiştir. Hâfiz el-Feth'te şöyle der: Hadisin sabit olduğunu kabul duru­munda, ilim için gece sohbeti yapmak nafile namaz kılmaya dahil edilir. Ni­tekim Hz. Ömer, Ebû Musa ile geceleyin fıkıh müzakeresinde bulunmuş, Ebû Musa "namaz?" deyince, Hz. Ömer "biz namazdayız" karşılığını vermişti.[790]

Derim: Hafız İbn Hacer'in işaret ettiği kıssa Abdürrezzak ve İbn Ebî Şeybe tarafından Ebubekir b. Ebû Musa'dan naklen tahric edilmiştir: Ebû Musa yatsıdan sonra Ömer b. Hattâb'a geldi. Hz. Ömer ona "niçin geldin?" dedi, o da "seninle konuşmaya geldim" karşılığını verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer oturdu, uzun süre konuştu, sonra Ebû Musa "namaz, ey müminlerin emîri?" dedi, Hz. Ömer de "ben namazdayım!" cevabını verdi.[791]

 

Ensarın Ok Atımı Öğrenimi İçin Akşam Ve Yatsı Vakitleri Arasını Seçmeleri

 

Buhari Sahihte "Akşam namazı vakti babı" başlığını açar, sonra Râfi b. Hudeyc'e ulaşan senediyle şu rivayeti nakleder: "Biz akşam namazını Hz. Peygamberle birlikte kılıyor, birimiz geri dönüyor ve (bu sırada attığı) okla­rının yerlerini görüyordu".[792] Hâfiz İbn Hacer Feth'te şöyle der: 'Yani ok at­tığında oklarının ulaştığı yeri".[793] Ahmed b. Hanbel Müsned'inde Ali b. Bilâl'in ensardan bazı kimselerden şöyle dediklerine dair rivayetini kayde­der: "Biz Resulullah'la birlikte akşam namazı kılıyor, sonra geri dönüyor ve evlerimize gelinceye kadar ok atma yarışı yapıyorduk. Oklarımızın (düştü­ğü) yerleri bize gizli kalmıyordu".[794] Bu hadisin isnadı hasen olup metinde geçen "nebi" kelimesi de Arap okları anlamındadır.[795]

 

Muaviye'nin Gece Vaktini Tarihe, Geçmiş Milletlerin Ve Nesillerin Haberlerine Dair Kitapları Dinlemeye Ayırması

 

Mesudi Mürûcu'z-zeheb de (II, 52) Muaviye'nin biyografisinde şu bil­giyi zikreder: Muaviye'nin âdeti şöyleydi: Sabah namazını kıldıktan sonra oturur ve kıssalarını bitirinceye kadar k a s s â s ı dinlerdi. Yatsı namazı­nı kıldıktan sonra ise maiyet ve yakınlarına izin verir, vezirler gecenin başın­dan bir süre diledikleri hususlarda onunla müşaverede bulunurlardı. Muaviye gecenin üçte birine kadar Arapların tarih ve önemli günleri, Acemler ve hükümdarları, tebaalarına karşı siyasetleri, milletlerin hükümdarlarının hareket tarzları, savaşları, tebaalarına karşı uyguladıkları siyaset v.b. geç­miş milletlerin haberleriyle ilgili sohbette bulunurdu. Sonra girip gecenin üçte biri kadar uyurdu. Sonra'kalkıp oturur, hükümdarların hareket tarzla­rı ve haberleri, savaşlar, savaş hileleri konusundaki defterleri getirtir, bu­nunla görevli hizmetçileri ona okurlardı. Bunlar, o defterlerin korunması ve okunmasıyla görevliydiler. Böylece her gece birçok haber, siyer, rivayet ve si­yaset türleri dinlemiş olurdu. Sonra çıkar sabah namazım kılardı.[796]

 

Ashabın, İster Kafir İster Küçük Biri Olsun, İlmi Kimde Bulurlarsa Almayı Prensip Edinmeleri

 

Ebû Nuaym, Enes b. Mâlik'ten şu tahricde bulunur: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "İlim mü'minin yitiğidir, nerede bulursa alır".[797] Hâfiz Ebû Ömer İbn Abdilber şöyle der: Hz. Ali'nin bir konuşmasında şöyle dediğim on­dan rivayet etmiştik: "İlim mü'minin yitiğidir, onu isterse müşriklerden ol­sun alın. Sizden biri, hikmeti dinlediği kimseden almaktan sakın çekinme­sin". Yine Hz. Ali'den şu rivayet nakledilir: "Hikmet mü'minin yitiğidir, is­terse müşriklerin elinde olsun, onu arar". Kadı İbnu 1-Ezrak'ın Ravdatü'l-a'lâm'ına bakınız. Daha önce de geçtiği üzere sahabiler, kâfir oldukları hal­de Bedir esirlerinden ve Medine Yahudilerinden yazı yazmayı öğrenmişler­di.[798]

Hafız İbn Teymiyye'nin Fetâvâ'sında şu bilgi geçer: Hak (gerçek) kimin tarafindan söylenirse söylensin kabul edilir. Muâz b. Cebel, Ebû Davud tara­fından Sünen'de nakledilen meşhur sözünde şöyle der: "İster kâfir -veya fâcir dedi- olsun gerçeği getiren herkesten kabul edin. Bilgenin de haktan sapmasından sakının". Şöyle denildi: "Kâfirin gerçeği söylediğini nasıl bile­lim?". O da "gerçeğin üzerinde bir nur vardır" dedi veya bu anlamda birşey söyledi.[799]

"İlim Çin'de de olsun alın"[800] hadisi meşhurdur. Her ne kadar bu hadis­ten ilim tahsili için yolculuk kastedilmişse de Şeyh Rifâa et-Tahtâvî'nin de belirttiğine göre Çin halkının o sırada putperest oldukları bilinmektedir.[801]

 

Hz. Ali'nin İlme Teşviki Ve İlmin Şerefine En Beliğ İfadeyle İşarette Bulunması

 

Hz. Ali'nin bir hutbesinde şöyle dediği nakledilir: "Bilin ki insanlar yap­tıkları iyi şeylerle ölçülürler. Her kişinin değeri, yaptığı iyi şeydir. O halde ilimde söz söyleyin ki değerleriniz ortaya çıksın".[802] Yine bu manada "Kişi di­linin altında saklıdır" veya muhtemelen "parmaklarının altında" demiştir. Yine şöyle demiştir: "Kişi iki küçüğü ile ölçülür; kalbi ve diliyle". Karâfi şöyle der: O "iki eliyle..." dememiştir. Yani kişi bu ikisiyle itibara alınır; bu ikisi onu yükseltirse yükselir, alçaltırsa alçalır. Kalp hikmetin kaynağı olup dil de onun tercümanıdır. Bu ikisi dışında kalanlar ise hesaba katılmayacak uzak yardımcılardır.

Hz. Ali şu şiiri söylemiştir:

İnsanlar temsil bakımından birbirlerine denktirler

Babalan Adem, anneleri Havva'dır

Eğer soylulardan bir Övünç ileri sürersen

Bizim soy bağımız toprak ve suyadır

Onlar hidayet üzereler ve bunu isteyene de klavuzlar

Kişinin değeri yaptığı iyi şeyle ölçülür

Cahillerse ilim ehline düşmandırlar

Kendin için ilim ara ve edep kazan

İnsanlar ölüdürler ilim ehliyse diri.

Şeyh Ebû Ömer İbn Abdilber şöyle der: "Hz. Ali'nin 'Her kişinin değeri yaptığı iyi şeyle ölçülür' sözü enteresan ve çok değerli bir sözdür. İnsanlar ona doğru kanatlandıkça kanatlandılar. Şairlerden bir grup duydukları hay­ranlık ve güzelliğine olan sevgilerinden dolayı onu manzum hale getirdiler". İbn Abdilber daha sonra bazı şairlerin bu anlamdaki şiirlerini kaydetti.[803] Ravdu'l-a'lâm fi menzileti'l-Arabiyye min ulûmi'l-îslâm adlı esere ba­kınız.

Faydalı bir bilgi: Mütekaddimin ulemadan ilmin faziletine dair müsta­kil kitap yazanlar şunlardır: Ebû Hayseme[804], Yusuf b. Yakub el-Kâdî, İbn Ebî Asım, Ishak b. Râhûye, Ebû Bekr Ahmed b. Ali el-Mervezî, Ebu 1-Abbas Ahmed b. Ali el-Mürhibî, Adem b. Ebi İyâs, Ebû Nuaym'm Fadlü'l-âlimi'l-afîf ale'l-câhili'ş-şerîf, Ebû Abdullah Muhammed b. Ebi's-Sıdk el-Adevî'nin adı geçen Ebû Hayseme Züheyr b. Harb'ın Kitâbü'l-İlm'inden yaptığı bir seçme, Hâfiz İbn Abdilber, Şemsüddin Muhammed b. Abdurrah-man el-Esâbî el-Hasenî el-Yemenî'nin Neşrü tayyi't-ta'rif fî fadli hamele-ti'1-ilmi'ş-şerifi. Bunlardan başka müteahhirin ulemadan birçokları bu ko­nuda kitap yazmışlardır. Arif el-Bekrî de ilmin faziletine dair varid olan ha­dislerle ilgili bir eser kaleme almış olup hadislerin sayısını beşyüze ulaştır­mıştır. Bazıları, bu konuda hiçbir sahih hadis bulunmadığını söylemişse de bu büyük bir hatadır. İbn Abdilber'in Fadlü'1-ilm[805], bunun Fâkihi'ye ait ihtisarı ve Hâfiz Zebidi'nin Şerhu'l-thyâ'sına[806] bakın, hayrette kalırsınız.[807]

 

Ashabın İlim Öğretme Konusunda Bir Sıra Belirlemeleri Ve Toplanan Talebelerden Hangilerine Önce Hangilerine Sonra Sıra Verdikleri

 

Ebû Nuaym Hilye'de İbn Abbas'ın biyografisinde, ondan şu rivayeti tahric eder: İlim talebeleri onun etrafında izdiham meydana getirip yolu da­ralttıklarında, onları öncelik konusunda branşlarına göre sıralar, Önce gele­ni nazara almazdı. Önce Kur'an ve kıraatleri ile bu konuda dilediklerini sorinak isteyenleri çağırtırdı. Onların dersi bitince Kur'an tefsir ve tevilini öğ­renmek isteyenleri çağırtır, bunları ikinci dereceye koyardı. Bunların da dersi bitince helâl, haram ve fıkıh öğrenmek isteyenleri çağırtarak üçüncü dereceye koyardı. Bunların da dersi sona erince ferâiz v.b. konuları öğren­mek isteyenleri çağırtırdı.[808]

Ravdatü'l-a'lâm da geçtiği üzere Şeyh Ebü'l-Abbas İbn Zâğ şöyle der: Allah en doğrusunu bilir, o ferâizle miras ilmini kastetmiş olup onunla ilgile­nenleri dördüncü dereceye koymuştur. Bunların da dersi sona erince Arap­ça, şiir, garib sözleri öğrenmek isteyenleri çağırtarak onları da beşinci dere­ceye koyardı.[809]

 

Ashabın Ders Esnasında Zaman Zaman Farklı Konulara Geçerek Dikkatleri Tazeledikleri

 

tbn Ebi Şeybe, Ebû Seleme'den şu tahricde bulunur: Resulullah'ın (sav) ashabı ne itidalden sapan ne uyuşuk kimselerdi; meclislerinde şiir okur, Ca-hiliyye devrindeki durumlarım anarlardı. Diniyle ilgili bir konuda onlardan birine sataşılınca da deli olmuş gibi gözleri dönerdi.[810]

İbnü'l-Enbârî, Ebubekr es-Sekafî'den şu m e r f û rivayeti tahric eder: "Onlar bir defa şunu bir defa şunu okurlardı, yani Kur'an ve şiiri". Münâvi şöyle der: Bu, talebenin zihni durduğunda şiir, hikâye v.b. şeylerle onu ferahlatmak gerektiğine işaret etmektedir. Çünkü zihin kapanınca ma­nayı tasavvur etmekten başka yöne kayar. Kimse de bundan selamette ol­maz ve hiçbir insan zihninin kavrama zorluğuna ve kalbinin tasavvura gale­be çalmasına güç yetiremez.

Kadı Iyâz Şerhu hadisi Ümmi Zer'de Ebu'd-Derdâ'dan şöyle dediğini nakleder: "Ben nefsimi, haktan kendisini bıktıracak şeyleri ona yüklerim endişesiyle, boş şeylerle (bâtıl) dinlendiririm".[811] Şeyh Abdülkâdir el-Fâkihî el-Mekkî, Menâhicü'l-ahlâki's-seniyye fi mebâhici ahlâki's-sünniyye'de Übey'den şöyle dediğini nakleder: "Hakka karşı daha coşkulu olmak İçin bazı boş şeylerle (batıl) dinlenirim". Fakihi bunun ardından şöyle der: Onun "bâtıl"dan maksadı, açıkça anlaşılacağı üzere bir tür mubah oyundur. Yine Kadı Iyaz, Muhammed b. Ishak'tan şöyle dediğini nakleder: İbn Abbas talebeleriyle birlikte oturduğunda onlara bir süre hadis nakleder, sonra "iş­tahımızı açın!" der ve Arapların sözlerini anlatmaya başlardı. Sonra tekrar derse döner, bunu defalarca yapardı.[812] Fâkihi'nin Menâhic inde şu bilgi verilir: fbn Abbas, derse dalıp gittiklerinde talebelerine şöyle derdi: "İştah açın!". Yani latifeye yönelin, şiirlerinizi okuyun. Muhakkak ki nefis, beden­lerin usanması gibi usanır". Kadı Iyâz bu rivayetlerde geçtiği üzere "iştah aç­ma" emretmenin anlamıyla ilgili olarak şöyle der: Yani hadis, fıkıh ve Kur'an ilminden usandığınız zaman şiire, Arapların ahbarına başlayın. Ni­tekim deve de tatlı bitkilerden usanınca iştah açıcı (ekşi), tuzlu olanları otlar.[813]

 

Hurafe Hadisi

 

Tirmizi'nin Şemailinde Hz. Aişe'ye varan senediyle şu hadis rivayet edilir: Resulullah (sav) bir gece hanımlarına birşey anlattı. Onlardan bir ha­nım "söylenen söz hurafe sözüdür sanki"dedi. Hz. peygamber "hurafe nedir, biliyor musunuz?" dedi ve ekledi: Uzre kabilesinden bir adam vardı, Cahiliy-ye devrinde cinler onu esir aldılar. Bir zaman onların içinde kaldı, sonra ken­disini insanlara iade ettiler. O da halka onlar içinde gördüğü tuhaflıkları an­latıyordu. Halk buna "hurafe sözü" dediler.[814]

İbnü'l-Muâfâ şöyle der: Halkın avamı "şu hurafedir" sözünün anlamını şöyle anlar: Bu, gerçeği olmayan söz demektir. Gece sohbetlerinde söylenir ve enteresan şeylerle nadir haberlerden derlenir, aslı esası yoktur. "İpek el­bise" sözünde olduğu gibi, bunda da cins, bir kısmına izafe edilmiştir. Buna göre sözkonusu hurafe kelimesi "ahrefe's-semerete"den (meyveyi topladı) türemiş olup toplanmış meyveye "hurfe" denir. Bu yüzden, meyve toplandı­ğı için de bu mevsime "hârif (sonbahar) denmiştir. Bu sözler de kendisiyle vakit geçirmek için toplanmış meyve kabilinden sayılır. Kişi bunadığı za­man kendisine "harufe" demelerini de bu anlamda görüyorum. Çünkü o bu durumda, gülünen ve hayret duyulan şeyler söyler. Yine bu anlamda "fekih-tu keza", yani ona hayret ettim denir. Mizaha "fükâhe" denmesi de insanları sevindirmesi ve ondan zevk alınmasından dolayıdır. Şöyle denmiştir: 'Yal­nızlık, kendisini ibadete verenlerin meyvesidir". Zemahşeri Rebîü'l-ebrâr'da şöyle der: Arapların "hurrâfe" şeklinde "ra" harfini şeddeli oku­duklarını duydum. Onlar boş şeyleri de "harârif diye adlandırmışlardır.[815]

 

Ümmü Zer’ Hadisi

 

eş-Şemâil de Resulullah'ın (sav) gece sohbetindeki konuşmasıyla ilgili bâb başlığında Hz. Aişe'den şu rivayet nakledilir:

Bir zamanlar onbir kadın biraraya gelip kocalarının durumlarıyla ilgili hiçbir şeyi saklamadan birbirlerine haber vereceklerine dair sözleştiler.

Birinci kadın şöyle dedi: Benim kocam, sarp bir dağın başında bulunan arık bir devenin etidir. Yeri düz değil ki yanma çıküabüsin. Kendisi de semiz değil ki alınıp götürülsün.

İkinci kadın şöyle dedi: Kocamın halini açığa vurup yayamam. Çünkü kusurlarını noksansız olarak sayamamaktan korkarım. Eğer onun fenalık­larını sayacak olursam açık gizli her şeyini sayıp dökmek zorunda kalaca­ğım.

Üçüncü kadın şöyle dedi: Benim kocam ahmağın biridir; ayıplarım söy­lesem beni boşar, susup söylemesem beni kendisinden uzak bırakır.

Dördüncü kadın şöyle dedi: Benim kocam Tihâme'nin gecesi gibidir; ne sıcaktır ne soğuk, kendisinden ne korkulur ne de usanılır.

Beşinci kadın şöyle dedi: Kocam eve geldiğinde (avdan dönen) bir pars gibidir (avını yemeyip bana getirir, koynumda mışıl mışıl uyur). Evden çıkın­ca da dışarıda bir arslan gibidir. Evde ne alıp sattığımı hiç sormaz.

Altıncı kadın şöyle der: Benim kocam oburdur; yerken ortada ne varsa siler süpürür, içerken de kap kaçağı kurutur. Yatarken yorganına bürünür (bir kenara çekilir). Hüznümü anlayıp gidermek için elini elbisemden içeri sokmaz.

Yedinci kadın şöyle dedi: Benim kocam iktidarsız aptalın biridir. Dert ve huysuzluk kaynağıdır. İnsanın ya başını yarar, ya bir yerini kırar veya hem yarar hem kırar.

Sekizinci kadın şöyle dedi: Kocam, kendisine dokununca vücudu tavşan gibi yumuşaktır. Güzel kokulu bir bitki gibi de hoş kokar.

Dokuzuncu kadın şöyle dedi: Kocamın evi yüksek direklidir. Kılıcının kını uzundur (kendisi uzun boyludur). Ocağının külü çoktur (cömerttir). Evi de misafir kabulüne uygun yerdedir.

Onuncu kadın şöyle dedi: Benim kocam (in adı) Malik'tir, hem de nelere mâliktir. Hayalinizden geçen her güzel şeye sahiptir. Geniş ağıllan olan sürü sürü develeri vardır, fakat yayılacak yerleri azdır (yayılmaya gönderilmeyip kesime hazır tutulurlar). Develer ud sesi duyunca, boğazlanacaklarını an­larlar.

Onbirinci kadın (Ümmü Zer') şöyle dedi: Benim kocam Ebû Zer'dir, ama ne Ebû Zer'! Kulaklarımı mücevheratla hareket ettirdi. Bakın, pazularımı nasıl tombullaştırdı! Bana rahat bir hayat sağladı, yüceltti. Ben de buna uy­dum, huzur ve sükuna kavuştum. O beni Şık dağının eteğinde küçücük bir koyun sürüsü sahibi olan kabilede buldu. Beni oradan alarak atları kişne-yen, develeri böğüren, ekinleri sürülüp harmanlanan bir yere getirdi. Onun yanında ne söylesem geri çevrilmez. Sabaha kadar uyurum, kimse uyan­dırmaz. O kadar çok süt içerim ki artık içmeye halim kalmaz. Ebû Zerin bir annesi var, bilseniz ne kadındır o! Sandıkları, anbarları dolup taşar. Evi rahat ve geniştir. Ebû Zer'in oğlu, bilseniz ne zarif bir delikanlıdır! Yattığı yer, kılıcı çekilmiş bir kın gibidir. Kendisi boylu poslu olup karnı çıkık değildir, dört aylık bir kuzunun koluyla doyar. Ebû Zer'in bir kızı var, bilseniz ne kız­dır o! Babasının, anasının sözünü dinler. Ölçülü vücudu, elbisesini doldurur. Bu halleriyle o akranını (veya ortağını) kıskandırır. Ebû Zer'in cariyesi, bil­seniz ne cariyedir! Aile sırlarımızı kimseye söylemez. Malımızı saçıp savur-maz. Huzurumuzu kaçırmaz. Evimizi tertemiz tutar.

Ümmü Zer' devamla şöyle dedi: Bir gün süt tulumları çalkanmağa baş­ladığı bir sırada (ilkbaharda veya sabah erken) Ebû Zer evden çıktı. Yolda, pars gibi iki çocuğu, göğsünün altında iki narı andıran memeleriyle oynayan bir kadın gördü. Beni boşayıp onu aldı. Ondan sonra ben asil ve zengin biriyle evlendim. Bu kocam fütursuz yürür, en güzel ata binerdi. Hat (Umanda bir yer) yapımı mızrağım eline alır, akşama doğru sürüleri önüne katarak bana gelir, bunların her birinden bana birer çift verdikten sonra "Ümmü Zer, ye ve iç, akrabalarına da dağıt!" derdi. Ümmü Zer bu arada şöyle dedi: Ne var ki onun bana verdiği şeylerin hepsini biraraya toplasam, yine de Ebû Zer'in en küçük kabını doldurmaz.

Hz. Aişe şöyle demiştir: Hz. Peygamber, bunun üzerine bana şöyle dedi: "Ey Aişe, Ümmü Zer'e göre Ebû Zer ne ise, ben de sana karşı öyleyim. Fakat (onun yaptığının aksine) ben seni boşamayacağım".[816]

İmamlar bu hadisten, geçmiş milletler ve yokolup gitmiş nesillerden bahsetme ve onlardan örnek vermenin caiz olduğu hükmünü çıkarmışlardır. Çünkü onların yaşayışlarında ibret alanlar için ibret, basiret sahipleri için görülecek şeyler, çok araştıran için fayda elde etmek sozkonusudur. Şüphe­siz bu hadiste, özellikle de kadınlar tarafından nakledildiğinde, kocalara ve­fa göstermeye ve onlar aleyhine bakış ve kalbin kaymasına mani olmaya teş­vik vardır. Kadı Iyâz şöyle der: Bu hadisten, nefsi ferahlatmak ve kalbi cila­lamak için hoş ve nadir hikâyeler, güzel haberler anlatmanın caiz olduğu hükmü çıkarılmaktadır.[817]

Ebû İsa et-Tirmizî bu hadisle ilgili olarak Resulullah'ın (sav) gece soh-betindeki konuşmasıyla ilgili bâb başlığını açarak bu hadisle hurafe hadisle­rini vermiştir. Hz. Ali'den şöyle dediği rivayet edilir: "Bu nefisleri zaman za­man ferahlatın, çünkü onlar da demirin paslanması gibi paslanırlar." Abdul­lah b. Abbas'tan da yanındakiler Kur'an ve tefsirden sonra hadise daldıkla­rında "iştah açın!" dediği rivayet edilir. Yani fikıh, hadis ve Kur'an ilminden bıktığınızda şiire ve Arapların haberlerine başlayın. Ebu'd-Derdâ'nın şu sö­zü de bu anlamdadır: "Hak konusunda bana yardımcı olması için bazı oyun­larla dinlenirim". Hz. Ali de şöyle demiştir: "Kalp (bir şeyden) hoşlanmadığında görmez olur". Ancak bütün bunlar, devamlı olmadığında meşrudur. Ama kişi bunu alışkanlık haline getirir de bu Özelliğiyle tanınır, bunu edinir ve bununla insanları coşturup güldürürse, bu davranış kötülenen (mez-mum) bir davranış olup övünülen birşey değildir. Bundan çıkarılan bir hü­küm de, Resulullah'ın bu hadiste yaptığı gibi, muhaddis ve alimin ilminden etrafındakilere icmalen verdiklerini kendiliğinden açması ve onlara ayrıntı­lı olarak açıklaması gerektiğidir. Resulullah (sav) Hz. Aişe'ye "Ben sana Ebû zer gibiyim" demişti. Hz. Aişe şöyleder: "Resulullah bunu söyledikten sonra hadisi haber vermeye başladı". Hz. Peygamber'in ashabına meseleleri önce icmalen anlatıp sonra da ayrıntılarıyla açıkladığı hususu birçok hadiste ri­vayet edilmiştir. Bunu Kadı Iyâz söyler.[818]

Bu hadisin ihtiva ettiği bilgilerin önemi ve bundan çıkarılan hükümle­rin çokluğundan dolayı Buhari'nin hocalarından İsmail b. Üveys[819] onu müs­takil bir cüz, Sabit b. Kasım, Zübeyr b. Bekkâr müstakil bir eser, Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm Garibü'l-Jıadis'te, Ebû Muhammed İbn Kuteybe, İbnü'l-Enbârî, Ishak el-Kelebâzî ve Ebü'l-Kasım Abdülhalim b. Hayyan el-Mısrî müstakil bir eser, sonra Zemahşeri el-Fâik'te, sonra da Kadı Iyâz müstakil bir eser halinde açıklamışlardır. Kadı Iyâz'ın eseri en kapsamlı ve en hacim­lisi olup orta bir cüz halinde bende mevcuttur.[820] İmam Râfii de bu konuyu kaleme aldı ve tümünü Târihu Kazvin'de kaydetti. Hâfiz Suyûti, Tirmi-zi'nin Şemailine yaptığı talikte bu eseri olduğu gibi nakletmiştir. Râfii eserine Zerretü'd-dar' bi-hadisi Ümmi Zer' adını vermiştir. Hafız Mu­hammed b. Nâsirüddin ed-Dımaşkî'nin Rub'u'1-fer' fî şerhi hadîsi Ümmi Zer', Tacüddin Abdülbaki k Abdülmecid el-Mekkî'nin (ö. 743/1342) Matra-bu's-sem' fi şerhi hadîsi Ümmi Zer' adlı eserleri vardır. Sonra da Arif Ebü'l-Hasan İbn Vefa el-Mısrî tasavvuf ve işaret ehlinin bakış açısıyla, Şeyh Murtaza ez-Zebidî ve başkaları eser kaleme aldılar.[821]

 

Birinci Bölümde Geçenlerden Ayrı Olarak Allah Resulü Zamanındaki Erkek Ve Kadın Güldürücüler

 

Bunlardan biri Nuaymân b. Amr b. Rifaa el-Ensârî olup Akabe biatmda bulunmuş, Bedir ve ondan sonraki savaşlara katılmıştır. İbnü'1-Esir onun Üsdü'1-ğâbe deki biyografisinde şöyle der: Çok şakacıydı, Resulullah (sav) onun şakalarına gülerdi. O Süveybit b. Harmele'nin arkadaşıydı. Onlarla il­gili bir hadis şudur: "Hz. Ebubekir, yanında Nuayman ve Süveybit b. Harmele olduğu halde Şam (Suriye) yolculuğuna çıktı. Onların ikisi de Bedir asha­bından idiler. Süveybit, bu yolculuk sırasında erzak görevlisiydi. Nuaymân ona gelerek "bana yiyecek ver" dedi. O da "hayır, Ebubekir gelmedikçe ver­mem" karşılığını verdi. Nuaymân şakacı biriydi, ona "seni kızdıracağım" de­di ve deve getiren bazı insanların yanına gitti. Onlara, "benden mahir bir Arap hizmetçi satın ahn" dedi ve "o iftiracı biri olup muhtemelen hür olduğu­nu söyleyecektir. Eğer bundan dolayı onu terkedecekseniz şimdi bırakın, hizmetçimi aleyhime çevirmeyin" diye ekledi. Onlar da "hayır, onu senden on genç deveye satın alıyoruz" dediler. Nuaymân develeri alıp o toplulukla bir­likte sürmeye kovuldu ve onları getirip bağladı. Sonra adamlara "işte o şu­dur, alın" dedi. Onlar da gelip "kalk, seni satın aldık" dediler. Süveybit ise "o yalancıdır, ben hür bir kimseyim" dedi. Onlar "biz senin haberini aldık" diye­rek boynuna ip vurup götürdüler. Hz. Ebubekir geldi, kendisine olanlar ha­ber verildi. O da bir grup adamla gitti ve develeri iade ederek Süveybit'i aldı­lar. Hz. Peygamberin yanına geldiklerinde durumu kendisine bildirdiler. Hz. Peygamber ve ashabı buna Bir yıl boyu güldüler.[822]

Abbâd b. Mus'ab[823], Rabia b. Osman yoluyla şu rivayette bulunur: Bir bedevi Resulullah'a (sav) geldi ve devesini mescidin yanına çökerterek mes­cide girdi. Hz. Peygamberin ashabından bazıları Nuayman'a "onu kessen de yesek, canımız et istedi, Resulullah onun bedelini öder" dediler. Nuaymân deveyi kesti, sonra bedevi çıkıp devesini görünce "eyvah, ey Muhammed, (sav) onu kestiler!" diye haykırdı. Bunun üzerine Resulullah (sav) dışarı çıktı ve onu kimin yaptığını sordu. Nuaymân'ın yaptığını söylediler. Resulullah onun peşine düşerek soruşturmaya başladı. Nuaymân'ı, Dubâa bint Zübeyr b. Abdülmuttalib'in evinde saklanmış buldular. Biri onun yerini göstererek yüksek sesle "onu görmedim, ey Allah'ın Resulü" dedi ve parmağıyla da onun yerini işaret etti. Resulullah onu çıkardı ve "niçin bunu yaptın?" diye sordu, o da "seni bana getirenler, ey Allah'ın Resulü, onlar bana emrettiler" dedi. Bu­nun üzerine Resulullah onun yüzünü silip gülmeye başladı ve devenin bede­lini ödedi. Nuaymân'ın mizaha dair haberleri meşhurdur. Şarap içerdi, Re­sulullah'a getirirler, ona naliniyle vurur, ashabına da emreder onlar da na-linleriyle vurur ve üstüne toprak saçarlardı. Bu durum çok tekrarlanınca Re-sulullah'ın ashabından biri ona "Allah sana lanet etsin" dedi. Bunun üzerine Allah Resulü "öyle deme, o Allah ve Resulü'nü sever" buyurdu.[824]

Hâfiz Suyûti Kûtü'l-muğtezi alâ Camii't-Tirmizî' de şöyle der: "As­hap, had cezalarıyla ilgili olarak başkalarından ayrı hükümlere tabidirler. Bu yüzden kendilerine has bir özellik olarak, başkaları işlediğinde fisklarına hükmedilen davranışlarla fasık addedilmezler." Suyûti sonra da bu kıssayı kaydederek şöyle der: Hz. Peygamber, onun Allah ve Resulüne içten besledi­ği sevginin doğruluğunu bilerek öldürülmesini terkle kendisine ikramda bu-lunmuştur. Allah Resulü, dilediği kimseye dilediği hükmü uygulamak yetki­sine sahiptir.

el-Isâbe'de şu bilgi verilir: Zübeyr b. Bekkâr şöyle dedi: Nuaymân, Me­dine'ye güzel birşey gelmezdi ki ondan satın almasın. Sonra onu Resulullah'a (sav) getirerek "bunu sana hediye ediyorum" derdi. Onun sahibi Nuayman'a gelip bedelini istediğinde, kendisini Resulullah'a getirerek "buna malının bedelini ver" derdi. Resulullah "onu bana hediye etmedin mi?" diye sorunca da şu karşılığı verirdi: "Vallahi bende onun bedeli yoktur, senin onu yemeni istemiştim!." Bunun üzerine Resulullah güler ve mal sahibine bedelinin ve­rilmesini emrederdi. Zübeyr, deve olayım Rabia b. Osman yoluyla başka bir şekilde tahric eder. Rabia şöyle dedi: Bir bedevi devesini mescidin yanında çökerterek Resullullah'ın yanına girdi. Ashaptan bazıları Nuayman el-Ensârî'ye "onu kesseydin de yeseydik, canımız et istedi" dediler, o da kesti. Bedevi çıktı ve "eyvah, ey Muhammed, onu kestiler" diye haykırdı. Hz. Pey­gamber dışarı çıktı ve "bunu kim yaptı?" diye sordu. Nuayman'ın yaptığım söylediler. Bunun üzerine Resulullah onun peşine düşüp soruşturmaya baş­ladı ve Dubâa bint Zübeyr b. Abdülmuttalib'in evine girip üstü hurma çubuk-lanyla Örtülü bir künkün altına gizlenmiş buldu. Bir adam onun olduğu yeri Resulullah'a gösterdi, o da Nuayman'ı çıkardı ve niçin öyle yaptığını sordu. O da "seni bana getirenler, ey Allah'ın Resulü, onlar bana emrettiler bunu" de­di. Hz. Peygamber de onun yüzünden toprağı silerek gülmeye başladı. Sonra bedeviye devenin bedelini verdi. Yine Zübeyr b. Bekkâr şöyle der: Amcam, dedemden bana şu rivayeti nakletti: Mahreme b. Nevfel 115 yaşına varmıştı. Mescidde kalkıp bevletmek istedi, insanlar ona "mescid, mescid!" diye ses­lendiler. Nuayman onun elini tutarak uzaklaştırdı, sonra mescidin bir başka köşesine götürüp oturtarak "buraya bevlet" dedi. insanlar yine ona seslendi­ler. Mahreme "vah size, beni bu yere kim getirdi?" dedi, onlar da Nuayman karşılığım verdiler. Bunun üzerine Mahreme şöyle dedi: "Allah'a andolsun, onu eğer elime geçirirsem, şu asamla öyle bir vurayım ki feleği şaşsın!". Bu haber Nuayman'a ulaştı. Nuayman bir zaman fırsat kolladı ve birgün onu gördü, Hz. Osman da mescidin bir kenarında namaz kılıyordu. Mahreme'ye "Nuaymân'a bir yapacağın vardı, değil mi?" dedi, o da "evet" karşılığını verdi. Nuayman Mahreme'nin elinden tutup Hz. Osman'ın yanında durdurdu, o namaz kıldığında öteye beriye bakmazdı, "işte şu Nuaymân'dır" dedi. Mah­reme de asasını iyice tutup Hz. Osman'a vurdu ve başım yaraladı. Ona "emi-ru 1-müminine vurdun" diye seslendiler. Ve Zübeyr kıssanın devamını anla­tır. Zübeyr şöyle der: Ali b. Salih bana dedem Abdullah b, Mus'ab'dan[825] şu ri­vayeti nakletti: Nuayman, Ebû Süfyan b. Hâris'e[826] rastladı ve ona "ey Allah'ın düşmanı, sen ensarın efendisi Nuayman b. Amr'ı hicvedensin" dedi, Ebû Süfyân ondan özür diledi. Nuayman geri dönüp gidince, Ebû Süfyan'a "onu söyleyen Nuaymân'dı" dediler, o da hayrette kaldı. Onun Süveybit b. Harmele ile olan kıssası, Süveybit'in biyografisinde geçmişti. Abdürrezzak şöyle der: Bize Ma'mer, Eyyûb'dan, o da Muhammed b. Sîrin'den[827] nakletti: Allah Resulü'nün ashabından bazı insanlar bir su kenarında konakladılar. Nuaymân b. Amr, o yer halkına "şöyle şöyle olacak!" diye kehânette bulunu­yor, onlar süt ve yemek getiriyorlar, Nuaymân da arkadaşlarına gönderiyor­du. Onun kâhinlik yaptığı haberi Hz. Ebubekir'e ulaşınca, "o günden beri kendimi Nuaymân'ın kehânetinden yiyor görüyorum!" dedi ve parmağım bo­ğazına sokarak karnındakileri kustu.[828]

İbn Asâkir, İbn Abbas'ın azatlısı İkrime'den şu tahricde bulunur: Ab­dullah b. Revâha hanımının yanında uzanmıştı, sonra hücreye çıktı ve bir ca-riyesiyle cinsi münasebette bulundu. Hanımı uyanıp onu yanında görmeyin­ce dışarı çıktı ve onu cariyesinin karnı üzerinde gördü. Geri dönüp keskin bı­çağı aldı, Abdullah b. Revâha onunla yanında bıçağı olarak karşılaştı. Hanı­mına "nedir halin?" diye sordu, o da "ne mi halim? Seni olduğun yerde bulsay-dım, bıçaklardım" dedi. O "ben neredeydim?" dedi, hanımı "cariyenin karnı üstünde" karşılığım verdi. AbduÜah b. Revâha "değildim", hanımı da "evet, öyleydin" dedi. Bunun üzerine Abdullah, "Allah Resulü, birimiz cünüp oldu­ğunda Kur'an okumaktan nehyetti" dedi, hanımı "o halde oku" dedi. O şöyle dedi:

Geldi bize Resulullah okuyor kitabını Nasıl ki doğar yeni bir ay sabahtan Körlükten sonra getirdi hidayeti ve kalplerimiz Ona kesin olarak inandı ki söylediği olur aynen Geçirir geceyi, ayrı olarak yanı döşeğinden Döşekler müşriklerle ağırlaştığı zaman.

Bunun üzerine hanımı "Ben Allah'a inandım, gözüm yalan söylemiş. Abdullah b. Revâha "hemen Resulullah'a (sav) giderek haber verdim, azı diş­leri görününceye dek güldü" der.[829]

İbn Asâkir, Zühri'den şu tahricde bulunur: Abdullah b. Huzâfe[830] mi­zahçı ve boş şeyler konuşan biri diye Resulullah'a şikâyet edildi. Resulullah şöyle buyurdu: "Onu bırakıverin, onun Allah ve Resulü'nü seven bir kalbi vardır".[831]

Hz. Peygamber zamanında Medine-i Münevvere ve. Mekke-i Muazza-ma'da güldürücü kadınlarla ilgili bir rivayet de İbn Ebî Davud'un Leys'e ula­şan senediyle, onun da Amre'den naklettiği şu rivayetimizdir[832]: Mekkeli işsiz güçsüz bir kadın vardı, kadınları güldürüyor, şarkı söylüyordu. Medi­ne'de de onun gibi bir kadın vardı. Mekke'deki Medine'ye geldi ve tanıştılar. Her ikisi Hz. Aişe'nin yanına geldiler, Hz. Aişe ikisinin uyuşmasından dolayı hayret duydu ve Mekkeli olana "bunu tanıyor muydun?" dedi, o "hayır, karşı­laştık ve tanıştık" dedi. Hz. Aişe güldü ve Resulullah'ın (sav) şöyle buyurdu­ğunu söyledi: "Ruhlar donanmış ordulardır; onlardan birbirleriyle tanışan­lar birleşir, birbirinden hoşlanmayanlarsa aynin*".[833]

Zübeyr b. Bekkâr'ın Kitâbü'l-Mizâh ve'1-fükâhe sinde İbn Şihâb'ın Urve'den, onun da Hz. Aişe'den naklettiği şu rivayet yer alır: Mekke'de bir kadın vardı, Kureyş kadınlarının yanına girerek onları güldürüyordu. Hic­ret edip te Allah kendisine genişlik sağlayınca Medine'ye girdi. Hz. Aişe de­vamla şöyle diyor: O kadın benim yanıma geldi, kendisine "ey falanca, sana ne takdim edeyim?" dedim, "size kalmış" karşılığını verdi. Ben "nerede ko­nakladın?" dedim, "Medine'de insanları güldüren bir kadın olan falancaya" dedi. Resulullah (sav) geldi ve "falan güldürücü kadın sizin yanınızda mı?" diye sordu, Hz. Aişe "evet" dedi. Ona "kimin yanına misafir oldun?" diye sor­du, o da "falanca güldürücü kadının" dedi. Bunun üzerine Allah Resulü şöyle dedi: "Allah'a hamdolsun. Ruhlar donanmış ordulardır; onlardan birbirle­riyle tanışanlar birleşir, birbirinden hoşlanmayanlarsa ayrılırlar".[834] Bu bil­giler için Sehâvi'nin ol-Mekâsıdü'1-hasene, muhaddis Şemsüddin Muhammed b. Akile el-Mekkî'nin Arüsü'l-efrâh fi mana hadisi'l-ervâh'ına bakınız.

Havvât b. Cübeyr'in Câhiliyye devrinde Zâtünnihyeyn ile olan kıssası meşhurdur. O şöyle demişti:

O (kadın) tutup yapıştı iki yağ tulumuna cimri elleriyle

Yağı üzerine titreyerek, fırsatı kollayıp işi bitirmekse benim isimdir.[835]

el-İstibsâr da şu bilgi verilir: Zâtünnihyeyn, (iki yağ tulumu sahibi) Beni Teymullah b. Sa'lebe[836] kabilesinden bir kadındır. Câhiliyye devrinde yağ satardı. Onunla ilgili olarak "Zâtünnihyeyn'den daha meşgul!" darbı­meseli söylenmiştir. Resulullah (sav) Havvât'a Zâtünnihyeyn'i sordu, o güle­rek şöyle dedi: Ey Allah'ın Resulü, Allah beni bir malla rızıklandırmış, ben sürü sürü develerden sonra helak olmaktan Allah'a sığınırım! Havvât şairdi.[837]

Bir grup alim, adı geçen Havvât'tan şu tahricde bulunmuştur: Resulul-lah'la birlikte Merrüzzahrân'da konakladım. Çadırımdan çıktım, bir de bak­tım ki bir grup kadın sohbet ediyorlar, hoşuma gittiler, dönüp heybemden bir elbise çıkararak giydim, sonra onların yanına oturdum. Resulullah çadırın­dan çıktı ve "ey Abdullah, niçin onların yanında oturuyorsun?" buyurdu, ben de "ey Allah'ın Resulü, devem kaçtı, ona bir ip arıyorum!" dedim. Resulullah geçip gitti, ben de onu izledim. Üst elbisesini (rida) bana verdi ve Erâk vadisi­ne girip ihtiyacım giderdi, abdest aldı, sonra geldi ve "kaçan deven ne yaptı?" dedi. Sonra oradan göçtük, her konak yerinde benimle karşılaştığında "ey Abdullah, kaçan deven ne yaptı?" dedi durdu. Öyle ki ben kendi kendime "Al­lah'a andolsun, ondan özür dileyip gönlünü töhmetten kurtaracağım" dedim. Birgün bana yine aynı şeyi söyledi, ben de "Seni hak ile gönderene yemin ede­rim ki, bu deve, ben müslüman olduğumdan beri kaçmamıştır!".[838]

Derim: Buraya ilave edilmesi uygun olan biri de tanınmış Cuha'dır. O tabiinden sayılmakta olup güzel sözleri derlenmiş ve son derece tatlıdırlar. el-Kâmûs'ta şu bilgi verilir: Çuha, hüdâ kelimesinin kalıbında olup Ebu'l-Gusn Düceyn b. Sâbit'in[839] lakabıdır. Şemsüddin Muhammed b. Tayyib eş-Şerki Haşiyetü'l-Kâmûs ta, sonra Hafız Murtaza ez-Zebidî Tâcü'l-arûs'ta, sonra Şeyh Abdülhadi el-Ebyârî Neylü'l emânî de, her üçü de Ârii eş-Şa'rânî'nin el-Menhecü'1-mutahhar li'1-kalb ve'I-fuad adlı eserinden şu bilgiyi naklederler: Celâlüddin es-Suyûti'nin elyazısıyla da gördüğüm üzere Abdullah tâbiindendir. Annesi, Enes b. Mâlik'in annesinin hizmetçi-siydi. Abdullah son derece müsamahalı ve temiz kalpli biriydi. Ona nisbet edilen güldürücü hikâyeleri duyduğu zaman, kişinin onunla alay etmesi uy­gun düşmez. Aksine, onun bereketinden faydalanmayı Allah'tan dilemeli­dir. Celâlüddin Suyûti şöyle der: Ondan nakledilen güldürücü hikâyelerin çoğunun aslı yoktur. Tâcü'1-arûs ta müellif, hocası Şerki'den şu nakilde bu­lunur: Birçokları ona nisbetle birçok keramet ve bilgiler zikretmişlerdir (bkz. Tâcü'1-arûs, X, 68 ve Neylü'l-emâni alâ Mukaddimeti'l-Kastallâni, s. 89).[840]

Allâme Seyyid Muhammed Kibrit el-Medenî Rihle'sinde[841] şöyle der: Bazı mecmualarda Çuha ile gilgili olarak, onun faziletli ve şakacı biri oldu­ğu, halkın onun diliyle birçok nükte ve güzel söz uydurduğuna dair bilgi gör­düm. İbn Ebi'1-Yümn el-Gıfârî'nin bu konuda bir eseri olup bin varaktan oluşmaktadır. Nüzhetü'l-Celis'te şu bilgi verilir: Çoğunluk, tefsir müellifi ve künyesi Ebü'1-Kass olan Hâce Nâsirüddin el-Fezârî'nin (ö. 386/996), ciddi­yet ve şakaya dair darbı meselleri kaydedilen Çuha olduğu görüşündedir. İmam Zübeyr b. Bekkâr'ın el-Fükâhe ve'1-mizâh, Kadı İsmail b. Ishak el-Mâlikî'nin en-Nevâdir ve'n-nütef[842], Hafız Temmâm b. Muhammed er-Râzî'nin[843] en-Nevâdir, Da'lec'in en-Nevâdir adlı eserleri olup ŞeyhÂbidi es-Sindî bunları Hasnı'ş-şârid'de zikreder. Bu esere "Fe" ve "Nûn" harfle­rine bakınız.[844]

 

İkinci Maksad

 

Allah Resulü'nün ashabının sahip oldukları üstünlüklere, temayüz et­tikleri entellektüel seviye ve özelliklere, İslamiyet'in ilk zamanlarda Medine-i Münevvere'nin, en kısa bir zamanda dünyaya hakim olan büyük bir uygarlığa başkent yapılan bir şehirde olması gereken işler, fikirler, özellik­ler ve hayatla ilgili meşgalelerdeki farklılık ve sınıflarla hayran bırakıcı bir mecmua oluşturduğunu gösteren diğer hususlara, bu parlak devir ve temiz şehrin sosyal durumda ihtilaf ve ihtilat ile ilkelerde birleşme konusunda var­dığı seviye ve bunun geçmiş zamanlar ve nesiller boyunca tarihin kaydettiği en nadir durumlardan biri olduğuna dairdir. Bu "Maksad" da çeşitli bâblardan oluşmaktadır.[845]

 

Ashabın Serî Hükümlerde İçtihada Ehil, Hükümleri Çıkarmaya Ve Teşriî Nasların Mana Ve Yorumlarını Kavramaya Muktedir Oldukları

 

İmam Ebû Bekr Ahmedb. Ali el-Cessâs, Ahkâmül-Kur'ân da "(Yapa­cağın) işder) hakkında onlara danış" (Âl-i îmrân 3/159) âyetiyle ilgili olarak şöyle der: Ayette çeşitli faydalı bilgiler mevcuttur. Bunlardan biri, ashabın derecesini, içtihad ehli olduklarım ve görüşlerine uymanın caiz olduğunu in­sanlara bildirmesidir. Çünkü Allah onları, Hz. Peygamber'in kendilerine da­nışacağı, içtihadlan ve Allah'ın hükümlerinde naslara uygunluğu aramala­rına razı olacağı bir dereceye yükseltmiştir. Bir diğer husus ta niyyet ve sa­mimiyetleri bakımından Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış olmalarıdır. Eğer böyle olmasaydı, onlara danışmasını Hz. Peygamber'e emretmezdi. Bu da onların imanlarının sıhhat ve sağlamağını, ilimdeki derecelerini gösterir.[846] Cessâs'ın Ahkâm'mda "Allah'a itaat edin, Resule ve sizden olan emir sahip­lerine itaat edin" (Nisa 4/59) âyetine de bakınız.[847]

İmam Tâcüddin es-Sübkî el-İbhâc[848] fi şerhi ıl-Minhâc adlı eserinin başında fikıh usulünü ve derecesinin büyüklüğünü, onun içtihadın temeli ol­duğunu açıkladıktan sonra şöyle der: Eğer sen "Ashab, tabiin ve etbâu't-tâbiinden alimler, büyük müçtehidlerdendiler. Fıkıh usulü ilmi ise Şafii ge­lip o konuda eser eser verinceye dek mevcut değildi, onu nasıl içtihadın şartı kılar?" dersen, ben de şöyle derim: Ashap ve onlardan sonra gelenler tabiî olarak onu biliyorlardı, Halil ve Sibeveyhi gelmeden önce aynı şekilde nahvi de bildikleri gibi. Dilleri doğru, zihinleri sağlam, kavrayışları Arap dilinin anlam ve inceliklerine hazır ve yatkındı. Çünkü onlar, dilin kendilerinden öğrenildiği kimselerdiler. Onlardan sonra ise diller bozuldu, kavrayışlar de­ğişti. Bu yüzden nahive ihtiyaç duyulduğu gibi fıkıh usulüne de ihtiyaç du­yuldu. Bil ki içtihadın mükemmel olması üç şeye dayanmaktadır. Birincisi, Arapça, fıkıh usulü ve zihni hataya düşmekten koruyacak aklî ilimlerden ih­tiyaç duyulanlar gibi zihni süsleyen ilimleri, bu ilimler kişide meleke oluştu­racak şekilde edinmek. Ashap usulü fıkhı, öğrenim görmeden bizden daha iyi biliyorlardı. Bizden bunu öğrenenlerin gayesi, onların sahip bulundukları anlayışın bir kısmına ulaşmak olup bunda bazan hata bazan da isabet eder. İkincisi, baktığı delilin şeriata uygun olup olmadığını anlayacak kadar, şeri­atın temel esaslarının çoğunu kavramasıdır. Üçüncüsü ise, kendisine şeria-tin maksadını ve açıkça belirtilmiş olmasa da bu hususta kendisi için hüküm alacak şeyi kavramasını sağlayıcı bir güç kazandıracak seviyede Mekâsıd-ı şeria (elinin temel gayeleri) konusunda egzersiz ve araştırma yapmış olması­dır. Kişi bu seviyeye ulaşıp sözkonusu üç hususu elde edince ietihadda kâmil kimselerin derecesine ulaşmış olur. Ashabın bu üç hususta insanların en mükemmelleri oldukları bilinmektedir. Birinci hususta tabiî olarak, ikinci ve üçüncüde ise vahyi müşahede etmeleri ve Hz. Peygamberin ahvalini bil­melerinden dolayı en mükemmel idiler. Onlar nerede, kendilerinden sonra gelenler nerede![849], Sübki'nin sözlerinin özeti.

İmam Hafız Ebû Şâme el-Makdisî eş-Şâfn, Muhtasara Kitabi '1-Mü-emmel fi'r-redd ile^-emri'1-evvel adlı eserinde (s. 10) şöyle der: Hükümle­ri bilmek ve delillerinden çıkarmak önce ashaba, sonra onların ardından ge­lenlere Özgüydü. Onlar bir olayla karşılaştıklarında o konuda Allah'ın hük­münü Allah'ın Kitabı'nda ve Hz. Peygamber'in sünnetinde araştırırlardı.

Allah Resulü'ne Övgü yazanların sultanı İmam Şerefüddin Ebû Abdul­lah el-Bûsîrî, Hemziyye'sinde ashap hakkında şöyle der:

Hepsi de hükümlerinde içtihad sahibiydiler

Ve doğru hüküm veren. Hepsi de birbirlerine denktiler

Allah kendilerinden razıydı, onlar da

Ondan; hata nasıl nisbet edilir onlara?

İbn Hacer, Bûsîrî'nin "içtihad sahibi" sözüyle ilgili olarak şöyle der: Çünkü hepsinde bütün içtihad şartları fazlasıyla mevcuttu. Bu yüzden on­lardan birinin herhangi bir konuda bir başkasını taklid ettiği bilinmemekte­dir. İnsanlar onlardan, rivayette bulunan herkese fetva soruyorlar, o soru­lan da içtihadıyla fetva veriyor ve hiçbiri diğerine itirazda bulunmuyordu. Ancak sarih bir nassa muhalefet sözkonusu ise kendilerine söylenirdi; kimi­leri görüşünden o nassa döner, kimi de nassı tevil eder veya onu bir başka meseleyle karşılaştırırdı.

Bu bilginin benzerini Abdullah Züneybir es-Selâvî ve Ebû Abdullah Be-nis el-Fâsî kaydederler. Cevceri[850] şöyle der: "Onların vardıkları hükümler nefsin hevasından kaynaklanmış olmayıp aksine ister isabet ister hata et­sinler kendilerini sevaba nail kılacak içtihadın şartlarını taşıyan tam içti-haddan doğmuştur". Bu bilginin benzerini Ebû Abdullah el-Hudeykî, Şeyh Süleyman el-Cemel el-Misrî, es-Savmaî et-Tâdelî ve Hemziyye'yi şerheden başkaları da kaydetmişlerdir. Şerif es-Sicilmâsî şerhinde şöyle der: Onlar alimler ve kendilerine uyulan imamlardırlar. Çünkü onlar kendisi sayesin­de, kendilerinden sonra gelen bütün insanlardan temayüz ettikleri Hz. Pey­gamberin ilmini tevarüs etmişlerdi. Kur'an onların diliyle, bildikleri sebep­ler ve içinde bulundukları olaylar hakkında nazil olmuştu. Böylece onlar Kur'an'ın mana ve mefhumunu, nass ve içtihadla elde edilen hükümlerini anlamış oldular. Şîrazi Tabakâtü'l-ulemâ'da şöyle der: "Bu sebepledir ki Ebû Ubeyde Kitâbü'l-Mecâz'da[851] şöyle der: Ashaptan herhangi birinin Kur'an'dan birşeyi öğrenmek için Resulullah'a (sav) başvurduğu nakledil-memiştir. Resulullah'ın hitabı onların diliyleydi; manasını biliyor, mefhu­munu kavrıyorlardı. Resulullah'ın yaptığı ibadetler, hareket tarzı (siyer) ve siyasetteki uygulamalarından ibaret olan fiillerinin tümünü de müşahede etmiş, öğrenmişler ve bunlar defalarca tekrarlanmış olup bu konuda derin bilgi sahibi olmuşlardı. Ancak onlardan fetva ve hüküm vermekle meşhur olanlar belli bir gruptur".[852] Hz. Peygamber'in yanında devamlı bulunma­yanlar ise bu seviyede değillerdi. Nakledildiğine göre Hasan-ı Basri kendi zamanında ashaba fetva veriyordu.[853] Bu, Hz. Peygamber'in "Kendisine teb­liğde bulunulan nice kimse var ki (tebliği yapan ilk) duyandan daha kavra­yışlıdır"[854] sözünü de tasdik etmektedir. Şerif es-Sicilmâsî daha sonra, İbn Hacer'in daha önce anılan ve ashabın çoğunun böyle olduğua dair sözlerini kaydeder. Bu durum onların çoğunluğuna nisbetle böyledir. Hasan-ı Basri gibi birisiyle ilgili olarak söylenecek şudur ki ashaptan ona soru soran kimse bunu içtihad gücü ve melekesini bizzat sarfetmeden yapıyordu. Hasan-ı Bas­ri kendisine fetva verip sahabi buna bakarak delili üzerinde düşünmede gay­retini sarfedince içtihadı Hasan-ı Basri'nin fetvasına denk düşüyordu. Sicilmâsi sonra Cevceri'nin daha önce geçen sözünün ardından söylediği şu sözleri delil getirir: "İçtihad ve hükümlerinin hiçbirinin arzu ve hevesten kaynaklanmadığı konusunda onların hepsi birbirine denk ve eşitti."

Şihâbüddin el-Heysemî Şerhu'l-Hemziyye'de, Bûsîri'nin "Hepsi de hükümlerinde içtihad sahibiydiler" sözüyle ilgili olarak "yani doğru, isabetli hüküm sahibi", "Hepsi de birbirlerine denktiler" sözüyle ilgili olarak da "sa-habiliğin aslında, fazilet, ilim, içtihad ve hükümleri Allah için ortaya koymanın aslında eşittiler" der. Ancak bu hususlarda fazlalık konusunda birbirle­rinden farklıydılar. O halde İbn Ömer'in "Ebubekir en bilgilimizdi" sözü, Hz. Ömer'in Hz. Ali'ye soru sorup onun cevaplaması ve Hz. Ömer'in de "Ey Ebü'l-Hasan, Allah senin içinde bulunmadığın ümmeti mübarek kılmaz" sözü, Hz. Ömer'in İbn Abbas'ı, kendilerinde bulmadığını onda görmesinden dolayı mu­hacir ve ensarm yaşlılarından öne alması, Muaviye'nin çözümü zor husus­larda Hz. Ali'ye adam gönderip soru sorması ve onun da buna cevap vermesi birbiriyle çelişen hususlar değildir. Ailesinden biri Hz. Ali'ye düşmanımıza (Muaviye) neden cevap veriyorsun?" demiş, o da "onun bize muhtaç olup soru sorması yetmez mi?" karşılığını vermişti.

Bâcûri Şerhu's-Süllem'e yaptığı haşiyede, ashaptan hiçbirinin herhangi bir konuda başka birini taklid ettiği hususunun bilinmediğine dair İbn Hacer'in sözünü zikrettikten sonra şöyle der: "Fakat bazı alimler, ashap arasında müçtehid ve mukallidlerin bulunduğu görüşünü tercih etmişler­dir".[855] Ancak orada, İbn Hacer'in zikrettiğini geçersiz kılan birşey kaydet­miş değildir. Bunu düşün. Allah Teâla doğruyu en iyi bilendir.

Ben sonra Müsellemü's-sübûtun şerhi Fevâtihu'r-rahamût ta

" r e ' y (içtihad) sözkonusu olan hususlarda sahabi görüşünün (kavl-i sa-habi) sünnete ilhak edilip edilmeyeceği" konusunu ele alıp yalnız Şeyhayn'ın (Hz. Ebubekir ve Ömer) görüşlerinin sünnete ilhak edilebileceğine dair bir görşü zikrettikten sonra[856] müellifin şöyle dediğini gördüm: Bu konudaki tartışmanın, halifeler, ezvâc-ı mutahharat, abâdile, Enes ve Huzeyfe gibi ömürlerini Allah Resulü'nün sohbetinde geçirip onun yüce ahlakım edinen­ler ile onların tabakasında bulunanlar üzerinde olması gerekir, Mekke fethi sırasında müslüman olanlar üzerinde değil. Çünkü bunların çoğu için Şer'i hükümleri bilmek ancak taklid yoluyla mümkün olmuştur.[857]

 

Ashabın Fetva Konusunu Araştırmaları Ve Birbirlerine Havale Etmeleri, Henüz Meydana Gelmemiş Bir Hususta İse Konuşmayı Hoş Karşılamamaları

 

Hafız Ebû Şâme Muhtasara Kitabi'l-Müemmel'de, daha önce kendi­sinden nakledilen sözün ardından şöyle der: Sahabiler fetvayı birbirlerine havale ederler ve her biri isterdi ki başkası onun yerine fetva versin. Onlar­dan bir grup daha meydana gelmemiş bir meselede konuşmayı hoş karşıla-mazdı ve soran kimseye "olay olmuş mu?" diye sorar, eğer "hayır" cevabını verirse "onu meydana gelinceye kadar bırak, sonra onda içtihad edilir" der­lerdi. Bütün bunları, hakkında bilgileri bulunmayan konulara dalmaktan korkuları ve ibadet ile cihad gibi daha Önemli hususlarla meşgul olmaların­dan dolayı yapıyorlardı. Bir olay meydana geldiğinde ise ona mutlaka bakı­lırdı. Tavus, Ömer b. Hattâb'ın minberde "Allah Teâla her müslümana, he­nüz meydana gelmemiş bir şeyi sormayı yasaklamıştır" dediğini ve yalnız meydana gelmiş hususlarda hüküm verdiğini nakleder. Abdurrahman b. Şureyh'ten nakledildiğine göre Ömer b. Hattâb şöyle derdi: "Bu güç ve çapra­şık şeylerden sakının, bunlar meydana geldiğinde Allah onları değerlendi­ren ve açıklayanı gönderir". Muâz b. Cebel'in de şöyle dediği nakledilir: "Ey insanlar, meydana gelmedikçe imtihan (bela, deneme) konusunda acele et­meyin, aksi halde şurada burada yokolup gidersiniz. Eğer meydana gelme­den önce acele etmezseniz, müslümanlar, kendisine sorulduğunda cevap ve­recek birinin içlerinde bulunmasından mahrum kalmazlar". İbn Ömer'e fet­va sorulduğunda "müslümanların işini yüklenen şu emire (yönetici) git" di­yerek onun boynuna yüklerdi. Bununla, fetva, yargı ve hüküm vermenin velayet (yönetim) ve saltanatın (siyasî otorite) gereklerinden olduğuna işa­ret etmiştir.

Abdurrahman b. Ebi Leyla şöyle der: "Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) ashabından ensardan yüzyirmi kişiye ulaştım. Onlardan hiçbiri yoktu ki bir hadisi haber verince kardeşinin onun yerine haber vermesini, bir konu­da fetva sorulsun da kardeşinin kendi yerine cevap vermesini istemesin". Bir rivayette geçtiğine göre onlardan birine birşey soruluyor, o berikine havale ediyor ve derken tekrar ilk sorulana dönüp geliyordu.

Derim: İbn Sa'd, Abdurrahman b. Ebî Leyla'nın anılan sözünü ondan çe­şitli yol ve rivayetlerle Tabakât mdaki biyografisinde (VI, 75) tahric etmiştir.[858] Abdülgani b. Said de Edebü'l-muhaddis'te Davud b. Ebî Hind yoluyla şu tahricde bulunur: "Şa'bi'ye, 'size birşey sorulduğunda ne yapardı­nız?' dedim, 'uzmanına denk geldin; kişiye birşey sorulduğunda arkadaşına, onlara fetva ver, derdi'. Bu, öncekine dönüp gelinceye kadar devam ederdi".

Müslim'in Sahih inde Ebü'l-Minhâl'den şu rivayet nakledilir: "Ebü'l-Minhâl, Zeyd b. Erkam'a sarfla (paranın parayla değişimi) ilgili bir soru sor­du, Zeyd 'Berâ b. Âzib'e sor' dedi, o Berâ'ya sordu, Berâ da 'Zeyd'e sor' dedi".[859]

 

Kimin "Sahabenin En Alimi Ve En Zekisi" Olarak Nitelendirildiği

 

Hafız Suyûti Târîhu'l-hulefâ smda Hz. Ebubekir'in biyografisini ve­rirken "onun ilmi, ashabın en alimi ve en zekisi olduğuna dair fasıl" diye bir başlık açar, sonra Nevevi'nin[860] Tehzib'inden şu nakilde bulunur: Bizim mezhep imamlarımız onun Sahihayn'daki hadiste geçen şu sözünü ilminin büyüklüğüne delil göstermişlerdir: "Allah'a andolsun, namazla zekâtı bir­birinden ayıranlarla savaşacağım. Vallahi eğer onlar Resulullah'a (sav) vermekte oldukları bir dişi oğlağı (veya hayvan bağladıkları bir ipi) benden esirgeyecek olurlarsa kendileriyle savaşırım".[861] Şeyh Ebû Ishak Tabakât'ında bu ve başka rivayetlerden hareketle Hz. Ebubekir'in ashabın en bilgilisi olduğu sonucunu çıkarır.[862] Çünkü bu konuyla ilgili hüküm husu­sunda ondan başka bütün sahabiler görüş belirtmekten çekindiler. Sonra konuyla ilgili olarak kendisiyle görüşünce onun görüşünün doğruluğunu an­ladılar ve benimsediler. Kendisine, Hz. Peygamber zamanında halka kimle­rin fetva verdiği sorulduğunda İbn Ömer'in "Ebubekir ve Ömer; onlardan başkasını bilmiyorum" diye karşılık verdiğine dair rivayeti nakletmiştik.[863] Sahihayn'da Hz. Peygamberin vefatından önce irad ettiği "Allah'ın dünya ve kendi katındaki arasında muhayyer kıldığı kul"a dair hutbesinde şu bilgi geçer: "Bunun üzerine Ebubekir ağladı, biz onun ağlamasına hayret ettik. Oysa 'muhayyer bırakılan' kimse Allah Resulü idi. Ebubekir bizim en bilgilimizdi".[864] Sakife hadisinde Hz. Ömer'in "o insanların en bilgilileri ve Al­lah'tan en çok korkanlarındandı" sözü geçer.

İbn Kesir şöyle der. Hz. Sıddık ashabın Kur'an'ı en iyi bileniydi. Çünkü "Topluluğa, Kur'an'ı en iyi bilenleri (okuyarları) imamlık yapar"[865] buyur­muş olan Resulullah (sav) ashaba namaz kıldırmak üzere onu imam yapmıştı.[866] Hz. Ebubekir, ashabın sünneti en iyi bileniydi de. Nitekim bir­çok konuda sahabe ona başvurmuş, Resulullah'tan bellediği ve onların bil­medikleri sünnetleri kendilerine nakletmiş, ihtiyaç halinde ortaya koymuş­tur. Nasıl böyle olmasın ki Resulullah'a Peygamberliğin gelişinden (bi'set) vefatına dek onun sohbetine devam etmişti. O ayrıca Allah'ın en zeki ve akıllı kullarından biriydi. Kendisinden az miktarda müsned hadis rivayet edilme­sinin sebebi ise hilafet süresinin azlığı ve Resulullah'tan sonra vefatının çabuk olmasıdır. Eğer zamanı uzun olsaydı kendisinden gerçekten çok hadis nakledilir, nakledenler ondan hiçbir hadis bırakmaz rivayet ederlerdi. Fa­kat onun zamanındaki sahabilerden hiçbiri, kendisinin de rivayetinde ortak olduğu bir hadisi ondan rivayete ihtiyaç duymuyordu. Onlar yalnız kendile­rinin bilmedikleri hadisleri ondan naklediyorlardı. O, insanların e n s â b ı ve rüya tabirini en iyi bil eni erinden di de.[867] Şuyûti daha sonra Hz. Ebubekir'den rivayet edilen hadislerle ilgili bir fasıl açarak onun rivayet ettiği hadislerin sayısını 104'e çıkarır ve bunları kaydeder.[868] O aynca asha­bın görüş bakımından en isabetlisi, kavrayış bakımından en mükemmeli idi.[869] Suyûti'nin Târihu'l-hulefâ sına bakınız.

Daha önce geçtiği ve ileride bir gruptan nakledileceği üzere Hz. Ali ilim yönünden ashabın en üstünü ve en şöhretlisi idi. Hz. Alinin ilmi, fetvaları, hikmetleri ve olaylarla ilgili çözümleri buna şahitlik eder. Onun biyografisi­ne dair yazılmış eserlere bakınız. Bu eserler sayılamayacak kadar çoktur.[870]

 

Ashaptan Kimin "İlim Şehrinin Kapısı" Olarak Tanındığı

 

Tirmizi, Hz. Ali'nin rivayet ettiği şu merfû hadisi tahric eder: "Ben il­min şehriyim, Ali de kapısı". Tirmizi bu hadisin münker olduğunu söyler.[871] Bir grup alim bunun bâtıl (uydurma) olduğunu kesin olarak belirtir. Fakat Hânz Ebû Said el-Alâî şöyle der: Doğru olan, bu rivayetin tarikleri (rivayet yolları) bakımından h a s e n olduğu, sahih veya zayıf olmadığıdır. Hele mevzu (uydurma) hiç değildir. Hânz İbn Hacer de bir fetvasında bunu söyler. Hafız Suyûti ed-Dürerü'1-mensûre'de şöyle der: Ben, Alâi ile îbn Hacer'in sözlerini et-Taakkubât ale'l-Mevzûât'ta genişçe ele aldım.[872]

Bu rivayetin mihenk taşı Hz. Ali efendimizin sahibolduğu derin ilimdir; bu ilim sayesinde ona boyunlar eğilmiş, her din ve milletin bilge ve felsefeci­leri ona itaat etmiştir. Hz. Ali'nin İbn Abbas'la birlikte besmeledeki "bâ" harfi ile ilgili olarak yatsı vaktinden sabah fecrin doğuşuna kadar oturup ko­nuştukları hususu Karafi'den naklen zikredilmişti.[873] îbnu 1-Müseyyeb, Hz. Ali'den başka "bana sorun!" diyen kimse bulunmadığım söyler.[874] İbn Abbas şöyle der: "Hz. Ali'ye ilmin onda dokuzu verilmiştir. Allah'a andolsun ki o, ge­ri kalan onda birde de onlara ortaktır." İbn Abbas yine şöyle der: "Bir şey (bil­gi, hüküm) Ali'den naklen sabit olmuşsa, biz onu bırakıp başkasına başvur-mazdık".[875] Ashabın büyüklerinin ona soru sordukları, birçok konuda onun fetva ve görüşlerine dönmüş oldukları hususu meşhurdur. Tasavvuf ilimle­rinin tarik ve silsilelerinin de ona erişmesi sana yeter! İlim şehrinin kapısı olarak, İslam'da hiçbir tarikat göremezsin ki ona ulaşmasın, silsilesi ona varmasın.

Şeyh Mustafa el-Bekri Teşyidü'l-mekâne li-men hafeze'lemâne adlı eserde şöyle der: Hz. Âli işbaşına geldiğinde hakikatlerin işaret taşlarını yaydı, gizliliklerin sırlarını açtı, ondan iki oğlu Hasan ve Hüseyin ile Kümeyi b. Ziyâd ve Hasan-ı Basri zikir ve telkin tarikini aldılar. Nakşibendilik dahil bütün tarikatler de ondan kollara ayrıldı. Nakşiliğin biri Hz. Ali'ye, diğeri Hz. Selman'a ulaşan iki silsilesi vardır. O Cefr'inde[876], uygun gördüğü ru­muzlarla kaderin sırrından sözetti. O, ariflerin kalplerine açılan kapı olup ondan içeri girdiler ve apaçık olan şey onlara aşikâr oldu, alim olanlar kendi­lerine aşikâr olan gizli sırrın hakikatine erdiler. Fakat o oğullarına, sırları inkâr ehlinden korumak için, kendilerine verdiği sırrı gizlemelerini tavsiye etti. Kümeyi b. Ziyâd kendisine "hakikaf'i sorunca ona cevap verdi. O "bunu açıklamak istiyorum" dedi, Hz. Ali kendisine icabet etti. O daha da istedi, o da fazla bilgi verdi, sonra da şöyle dedi: "Fecir doğdu, kandili söndür!". Yani, sorduğunla ilgili olarak "beyan fecri doğdu"; "kandili söndür," yani açıklamış olduğum ve senin içi açıklık kazanan soruyu.

Kadı İbnü'l-Hâc'ın Hâşiyetü'd-Dürri's-semin inde, tasavvuf ilminin kurucusunun Hz. Ali efendimiz (Allah yüzünü keremlendirsin) olduğuna da­ir kendisinden daha önce nakledilen malumatın ardından şu bilgi verilir: Ba­zı şeyhler onunla ilgili olarak şöyle dediler: Hz. Ali'ye ledün ilmi verilmiştir. Gerçek veliliğin ve ilahi marifetlerin kaynağı olan veliliğe nisbet, ancak onun cihet ve hakikatiyle sahih olur. O Muhammedi evliyanın hepsinin ima­mı, asılları ve Muhammedi hazrete intisaplarının menşei ve Ahmedî velayetin mazharıdır, O dünyada, Hz. Peygamber'in "Ben hikmetin evi, Ali de kapısıdır" sözüyle kendisine özgü kıldığı en yüce ariftir. İbnü'1-Hac, bu bilginin aynısını el-Ezhâru't-tayyibetü'n-neşr de de vererek şu ilavede bulunur: "Velayeti ondan Hasan-ı Basri almıştır. Eğer sen er-Rihletü'l-Ayyâşiyye'de Şeyh Hasan el-Acîmî'den nakledildiği üzere bugün mevcut kırk tasavvuf tarikatının çoğunun kaynağının Hasan-ı Basri'ye ulaştığını söylersen, şu cevap verilir: Suyûti ve başkalarının da sahih olduğunu kay­dettiklerine göre Hasan-ı Basri, Hz. Ali'yi görmüştür. Tasavvuf ehlinin söy­lediği üzere, bu durumda tarikati ondan almış olmasında bir mani yoktur. Çünkü şeyhten ilim almanın dille olması bu tarikte şart değildir. İstenilen husus, müridin hidayete ermesi ve kalbinde nurların parlamasının himmet ve hal ile olmasıdır". Bizim, Tirmizi'nin el-Câmi ine yaptığımız talike bakı­nız.

Veliyüddin İbn Haldun bu konuda söz söylemiş olup tasavvuf hırkası­nın isnad zincirini Hz. Ali'ye ulaştıranları şu sözleriyle taneder: "O bu dü­şünceden beri olup ashap arasında kendisine ne bir mezhep ne tarikat ve ne de bir elbise Özgü kılınmış değildir. Aksine Hz. Ebubekir ve Ömer, Resulul-lah'tan sonra insanların en zahid ve âbidleriydiler. Onlardan hiçbirine dinde ve özellikle kendisinden tevarüs edilecek bir şey özgü kılınmış değildi. Asha­bın hepsi dinde, zühd ve mücahedede örnek idiler".[877] Bu bilgi özet olarak ve­rilmiştir.

Aferin Şeyh Abdülhadi el-Ebyârî'ye ki Suûdu'l-metâli'de, onun sözü­nün hemen ardından şöyle der: Bu sözde bir benlik ifadesi mevcuttur. Çünkü onda meşayihin büyüklerini kötüleme ve tarikatlerin Hz. Ali'ye ulaştığına dair icmalarını geçersiz sayma sözkonusudur. Bu, onların ahvalini mütalaa eden ve tarikatlerinin kitaplarına muttali olanlara gizli kalmayan bir husus olup buna rıza göstermeye hevesi elvermemektedir. Oysa Resulullah (sav), "Allah Resulünün, kıyamet gününe kadar olmuş ve olacak şeyleri kendisine öğrettiği"ne[878] dair Huzeyfe hadisi, Ebû Hureyre'nin "Resulullah'tan iki kap ilim aldım..."[879] hadisi ve bunlardan başka hadislerin de gösterdiği gibi, dile­diği kimselere ilim ve tariklerden dilediğini özgü kılıyordu.

Bazı alimler Hz. Ali'nin Resulullah'tan rivayetlerini ayrı kitap halinde derlemişlerdir. İbn Süleyman er-Rûdânî Sila'sında, Hz. Ali için Müsned derleyenleri zikretmiş olup bu kimseler şunlardır: Mutayyen diye tanınan Ebû Cafer Muhammed b. Abdullah el-Hadramî, Kadı Ebû Ishak İsmail b. Is-hak, EbÛ Muhammed Abdurrahman b. Osman b. Ebi Nasr ve başkaları.[880]

Hadimi Şerhu't-Tarikati'l-Muhammediyye'de şöyle der: Bütün ar­kalar (mezhepler) usûl ve furûda Hz. Ali'ye intisab ederler. Bunun gibi, bâtın tasfiyesinde de mutasavvıflar ona intisab ederler. Müfessirlerin lideri olan İbn Abbas da onun talebesidir.

Derim: Kim efendimiz Hz. Ali'nin ilminin genişliğini ve onun Nebevi ilim şehrinin kapısı olduğunun mihengini öğrenmek istiyorsa İbn Ebi'l-Ha-did'in Şerhu Nehci'l-belâğa sini iyice incelesin, hesaba gelmeyen bir şaş­kınlık duyar.[881]

 

Ashaptan Kimin "Allah'ın Arslant Diye Lakaplandığı

 

Savaşta öne atılması ve Allah düşmanlarına karşı ataklığından dolayı Hamza b. Abdülmuttalib'e "Allah'ın Arslanı" denirdi. O Bedir savaşı günü kendisi için "Ben Allah'ın ve Resulü1 nün arslanıyım" demişti. Deylemi, İbn Abdissamed'den, onun da dedesinden şu rivayetini tahric eder: Resulullah şöyle buyurdu: "Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki yedi gökte 'Ham­za b. Abdülmuttalib Allah'ın ve Resulü'nün arslamdır'yazılıdır".[882]

 

Ashaptan "Şeyhülislam" Diye Lakaplanan

 

İslam'da ilk defe  Şeyhülislam    diye lakaplanan kimsenin Ebubekir  es-Sıddık  olduğu  hususu   daha  önce   Hafız   Sehâvi'den nakledilmişti.[883] Beyzâvi Tefsir'inde "İnanmış olanlara rastladıklarında 'inandık'derler" (Bakara 2/14) âyetiyle ilgili olarak şu bilgi verilir: Abdullah b. Übey, Hz. Ebubekir'e "Merhaba Beni Temîm'in efendisi ve Şeyhülislam olan Sıddık'a" dedi.[884] Bu kıssayı Vahidi tahric etmiş olup[885] İbn Hacer bunun münker olduğunu söyleyip isnadını zikrettikten sonra şöyle der: Bu, altın sil­silesi (rivayet zinciri) değil, yalan silsilesidir.

Fakat Kadı Hafâci el-İnâye'de şöyle der: "Ashab zamanında Şey-hu I i s 1 a m tabiriyle Hz. Ebubekir ve Ömer kaste di lirdi. O ikisi Ş e y -h a y n dır". Şeyhülislam tabiri, İbn Nâsırüddin ed-Dımaşkî'nin er-Reddü'l-vâfir de kaydettiği üzere büyük münekkitler katında şu an­lamdadır: Allah Kitabı'nı inceleyen, Resulullah'ın sünnetine uyan, Kur'an'ın ahkâmını, kıraat vecihlerini, nasih ve mensuhunu bilme konusun­da önde gelen, muhkem âyetlere göre amel ve müteşabihlere iman eden, anı­lan hususlarla isnad, nakil ve amel bakımından sünneti bilmede, Kitab ve sünnetten usul ve furûu istinbatta kendisine Arap dilinden yardımcı olan şeyleri iyi bilen, Allah'ın kendisirîe farz kıldıklarını yerine getiren, şanı Yüce Allah'a karşı tevazu ile Allah'ın kendisi için gönderdiği hükümlere yapışan, dil sürçmesinden korkan, masumluğu iddia etmeyen ve saygı gösterilmesin­den dolayı ferahlık duymayan kimsedir (bk. age., s. 10).

Hafız Sehâvi, hocası İbn Hacer'in menakıbına dair kaleme aldığı el-Cevâhir adlı eserinde şöyle der: Selef alimleri Ş eyhulialam tabiri ni Kitab ve sünneti inceleyen, aklî ve naklî ilimlerde derin kimseler için kul­lanıyorlardı. Bazan da bununla, velilik derecesine ulaşan kimse nitelendiril­miştir. Bu tabir, Ş e y h a y n dan, yani Hz. Ebubekir ve Ömer'den sonra önde gelen kimseler arasında meşhur olmuş değildi. Her ikisinin bu şekilde vasfedilmesi varid olmuştur. Sehâvi daha sonra Taberi'nin er-Riyâzu'n-nadire adlı eserinden naklen, Hz. Ali'den bu tabiri Ş e y h a y n için kul­landığı bir haber kaydeder. el-İnâye'ye bakınız.[886]

 

Ashaptan "Allah'ın Kılıcf Diye Lakaplanan

 

Bu kimse Halid b. Velid olup İslamdaki eserinin (yaşayış ve yaptıkları­nın) güzelliği ve müşriklerle savaştaki sadakati sebebiyle Resulullah (sav) onu "Allah'ın kılıcı" diye adlandırmıştır. Hz. Peygamber onunla İlerime b. Ebu Cehil'e baktığında "Allah ölüden diriyi çıkarır" (Rûm 30/19) âyetini okurdu. Çünkü o ikisi ashabın seçkinlerinden, babalarıysa Allah ve Resu-lü'nün düşmanlarıydılar. Halid b. Velid Huneyn savaşında Resulullah'ın or­dusunun ön kısmındaydı. Kureyş'in taptığı putları kırıp yıkmakla görevlen­dirilen de oydu. Onları yıktığında içlerinden duyduğu sesin Câhız tarafin-dan yapılan tahliline bakınız. Bunu Seâlibi Simârü'l-kulûb'da (s. 17) nakletmiştir.

Hz. Peygamber vefat edip dinden dönme (ridde) hareketleri meydana geldiğinde Hz. Halid güzel bir deneyim gösterdi. Hz. Ebubekir'in yanında te­mel bir direkti. Hz. Ebubekir tarafından Tuleyha'ya gönderildi, onu hezime­te uğrattı. Yemâme halkıyla sulh yaptı, Fecâa'mn kızını nikahladı. Vefat et­tiğinde Beni Muğire kabilesinden zülfünü veya saçını kesip onun kabri üze­rine koymayan kadın kalmadı. Kadınlar onun üzerinde yüksek sesle ağla­yınca, bazıları bunu hoş karşılamadılar. Hz. Ömer şöyle dedi: "Beni Muğire kadınlarını bırakın Ebû Süleyman'a ağlasın, gözyaşlarını kovayla akıtsın­lar".[887]

 

Ashaptan Adaleti Dillerde Dolaşan

 

"İki Ömer'in sireti" (Siretü'l-Umereyn) tabiri kullanılır ki iki Ömer'den kastedilen Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer olup haklarında darb-ı mesel söylen­miştir. Çünkü Resulullah'tan sonra yönetime onlar gibisi gelmemiştir. Abdülmelik b. Mervan şöyle diyordu: Ey tebaa topluluğu, bize insafla davra­nın; bizden Hz. Ebubekir ve Ömer'in s i r e t ini (hareket tarzım) istiyor, fa­kat ne bizde ne kendinizde sevgili Ebubekir ve Ömer'in siretini göremiyorsu­nuz!

Ebü'l-Buhteri şöyle der:

Tebaa hep olageldi sireti içre

Ömer'in, Mütevekkil'in uygulamış olduğu.

Belagat ehlinden biri, bir hükümdarın şöyle dediğini kaydeder: "Bir Ömer sureti, bir ay sureti gördüm". Hz. Aişe'den şöyle dediği nakledilir: "Ömer anılınca adalet anılmış olur, adalet anılınca Allah anılmış olur[888], Al­lah anılınca da rahmet iner". Yine Hz. Aişe'den şöyle dediği nakledilmiştir: "Meclislerinizi Ömer'i anarak süsleyin".[889] Şeyhlerden biri şöyle dedi: "Kim bir sıkıntı duyarsa şöyle desin: Ey Ömer, sen bir vadiye sapmadın ki şeytan ondan başka bir vadiye sapmasın!".[890] Çünkü sıkıntıların çoğu şeytanın tah­rikinden kaynaklanmakta olup şeytan sizi fakirlikle korkutur ve çirkin işler yapmanızı emreder.

el-Utbiyye'de İmam Mâlik'in şöyle dediği nakledilir: Hz. Aişe şöyle de­di: "Meclisinizin güzel olmasını istiyorsanız Ömer'i anın".[891] İbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsil'de şöyle der: Hz. Aişe'nin sözü açıktır, çünkü Hz. Ömer'in hareket tarzı ve takib ettiği yol gönülleri ferahlatsın., nefislerin hoşnutluk duyduğu şeylerdendir.[892] Hz. Ömer'in hareket tarzı milletleri meşgul etmeye devam etmekte, yankısı her çağ ve zamanda insanlarda yankılanmaktadır. Onun hareket tarzıyla ilgili olarak yazılan eserleri, hatta yalnız Batılılarca kaleme alınan eserleri araştırmaya koyulsaydım çok zaman alırdı. Alexand-re Mazas'nın "Doğunun Önemli Şahsiyetleri" adlı iki ciltlik ve 1847'de Pa­ris'te basılan eserine[893] bakınız. Efendimiz Hz. Ömer'in bu eserdeki biyog­rafisi 106-160. sayfalar arasındadır. Ayrıca Batı dillerindeki çeşitli tarihî sözlük ve ansiklopedilere bakınız.[894]

 

Ashaptan Heybeti Dillerde Dolaşan

 

Şa'bi şöyle der: "Ömer'in kamçısı, Haccâc'ın kılıcından daha korkutucu idi".[895] Horasan hâkimi Hünnüzan'ın Hz. Ömer'e esir olarak getirilişi, evin­de bulunmadığı bir zamana tesadüf etmişti. Hürmüzan'ı gözetmekle görevli olan kimse Hz. Ömer'in bulunduğu yeri araştırdı ve onu bir mescidde başını kırbacının üzerine koyup uyumuş halde buldu. Hürmüzan, Hz. Ömer'i gö­rünce şöyle dedi: "Allah'a andolsun ki ey hoş ve rahat hükümdar, adaleti uy-guladın ve uyudun. Andolsun ki ben İran hükümdarlarından (kisra) taç sa­hibi dört hükümdara hizmet ettim, şu kamçının sahibinden korktuğum ka­dar hiçbirinden korkmadım".[896]

İbnü'l-Cevzî Siretu Ömer'de 45. bâb olarak onun kalplere saldığı kor­kunun şiddetine dair konu başlığı açarak orada Kasım b. Muhammed'den şöyle dediğini rivayet eder: Ömer bir defasında yürüyor arkasından da as­haptan bazıları yürüyorlardı. Bir ara lüzum duyup arkasına dönünce, onlar­dan dizlerinin bağı çözülmeyen kalmadı! Bunun üzerine Hz. Ömer'in gözleri yaşanp ağladı ve sonra şöyle dedi: "Allah'ım biliyorsun ki ben senden, onla­rın benden korkmalarından daha çok korkuyorum!".[897] Ikrime'den şu rivayet nakledilir: Bir hacamatçı, Ömer b. Hattâb'ın saçlarını kısaltıyordu. Ömer heybetli biriydi, öksürerek boğazını temizledi, adam (korkudan) abdestini bozdu. Ömer ona kırk dirhem verilmesini emretti. Bu h a c c â m 'in adı Said b. Heylem'di.[898] Onun bu kıssasını Suyûti CemVl-cevâmi'de İbn Sa'd ve Hatîb'e isnad eder. Abdullah b. Abbas'tan şu rivayet-nakledilir: "Bir yıl bekledim, Ömer'e bir âyeti sormak istiyordum, heybetinden dolayı sorama­dım". Bu bilgi için Hâfiz İbnü'l-Cevzî'nin Siretu Ömer'inde, onun heybetiyle ilgili baba bakınız.

İbn Asâkir Hz. Aişe'den şu tahricde bulunur: Kendisiyle Hz. Peygamber arasında bir konuşma oldu. Resulullah (sav) "Benimle senin aranda Ebube-ldr'in (hakem) olmasına razı olur musun?" buyurdu, ben "hayır" dedim. "Ara­mızda Ömer'in olmasına razı olur musun?" buyurdu, ben "hangi Ömer?" de­dim, "Hattab'ın oğlu" karşılığım verdi. Ben "vallahi, ben Ömer'den korka­rım" dedim. Bunun üzerine Resulullah şöyle buyurdu: "Şeytan da Ömer'den korkar". Bir rivayette ise "Ömer'i sezmekten" ifadesi vardır.[899]

 

Ashaptan Fazileti Dillerde Dolaşan

 

Muhammed b. Mükerrem'in Ebû Ali el-Basîr'e "senin fuzuli işlerin, an-dolsun, Hz. Ali'nin faziletlerinden çoktur!" demesinde olduğu gibi, Hz. Ali'nin faziletlerinin çokluğu darbımesel olmuştur. Câhız şöyle der: "İslami­yet'e girişte öncelik anıldığında, İslam'ı müdafaa ve kahramanlık anıldığın­da, dinde bilgi sahibi oluş anıldığında, insanların birbirleriyle yardımlaştık-lan hususlarda zühd anıldığında, bütün bu Özelliklerde yeryüzünde Ali'den başka adı anılan kimse yoktur". Hasan-ı Basri şöyle der: "Kişi bazan alim olur fakat âbid olmaz, âbid olur alim olmaz, âbid ve alim olur akıllı olmaz. Sü­leyman b. Yesâr âlim, âbid ve akıllıdır". Sealibi, Simârü'l-kulûb da şöyle der: Bak bakalım, Süleyman'ın hasletleri Hz. Ali'ninkiler yanında nerede kalır?

Hafız İbnü'l-Cevzi Esne'1-metalib fi menâkıbı Ali b. Ebi Tâlib adlı kitabında (s. 59) şöyle der: "Çeşitli ilimlerdeki bütün üstünlükler, bütün gü­zellik ve huy güzelliği onda zirveye ulaşmıştır: Kur1 an, hadis, fikıh, yargı (ka­za), tasavvuf, kahramanlık, velilik, cömertlik, zühd, verâ, güzel ahlak, akıl, takva ve görüş isabeti...". İmam Ahmed b. Hanbel'in şöyle dediği nakledilir: "Allah Resulü'nün ashabından hiçbiri, Ali b. Ebi Tâlib'in sahibolduğu fazilet­lere sahib olmuş değildir."[900]

 

Ashaptan Doğruluğu Dillerde Dolaşan

 

Doğrulukta Ebû Zer (ra) hakkında darbımesel söylenir olmuştu. Hz. Peygamber'in "Ne gök altında, ne yer üstünde peygamberlerden sonra Ebû Zer'den daha doğru sözlüsünü banndırmamıştır" sözü meşhurdur.[901]

Seâlibi Simârü'l-kulub'da şöyle der: Darbımesel olarak duydukları­mın en güzellerinden biri Sâhib'in yalancı insanla ilgili olarak söylediği "Fâhite onun yanında Ebû Zer sayılır!" sözüdür. Çünkü ona göre Fâhite ya­lan konusunda, Ebû Zer de doğruluk konusunda darbımesel olarak verilmiş­tir.[902]

 

Ashaptan Yürüyüşü Dillerde Dolaşan

 

Bu konuda Simâk b. Haraşe el-Ensârî darbımesel olarak anılırdı. O kahraman ve cesur biri olup ayakların kaydığı yerde öne atılmayı adet edin­mişti. İslam'da güzel izlenimler bırakmış olup enteresan bir gurur yürüyüşü vardı. Hz. Peygamber savaş alanında iki saf arasında salınıp yürürken ona baktı ve şöyle buyurdu: "Bu, bu yer dışında Allah 'in buğzettiği bir yürüyüş-för".[903] Ona "zü'l-meşhere" (zırhlı) denirdi. Çünkü bir zırhı vardı ki savaşta giydiğinde, önüne çıkan kimse iflah etmezdi. Simârü'l-kulûb'a bakınız.[904]

 

Ashaptan Fıkıh Bilgisi Dillerde Dolaşan

 

Hasken tarafından derlenen Müsnedu Ebî Hanîfe'de Hammâd'dan, onun da İbrahim'den şu rivayeti kaydedilir: Allah Resulü'nün ashabından Abdullah b. Mesud, Huzeyfe b. Yemân, Ebû Musa el-Eş'arî ve başkaları bir evde toplandılar, kamet getirildi, birbirlerine "ey falan, öne geçip namaz kıl­dır" dediler, söylenen kabul etmedi. Ev sahibi, İbn Mesud'a "imamlığa sen geç ey Ebû Abdurrahman" dedi, o da geçip onlara namaz kıldırdı. İbn Sultan bu eserin şerhinde şöyle der: Çünkü İbn Mesud onların en faziletlisiydi. De­nildi ki o dört halifeden sonra sahabenin en fakih olanıdır.[905]

Kâmûs müellifi, ashaptan A b â d i 1 e (Abdullahlar)[906] diye anılan­lardan sözedip İbn Mesudun onlardan olmadığını kaydedince[907], Kâri bu­nunla ilgili olarak şöyle der: Çünkü İbn Mesud onlardan daha büyük olup A b â d i 1 e 'den sayılmaz. Bu yüzdendir ki muhaddisler katında Abdullah denilince o anlaşılır.

Fıkıhta A b â d i 1 e darbımesel olarak anılırdı. Bunlar Abdullah b. Mesud, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer b. Hattâb, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Amr b. Âs olup ashabın fakihleri, keskin görüşlüleri ve alimle-rindendiler. Ashabın kavrayışlılarından ve Abdullah adlılarından Abdullah b. Cafer b. Ebî Talib ile Abdullah b. Ebubekir es-Sıddık da vardır. Simârü'l-kulûb'da böyle kaydedilmiştir.

Irâki'nin kendi Elfîyye'sine yaptığı şerhte şu bilgi verilir: Ahmed b. Hanbel'e " A b â d i 1 e kimdir?" diye soruldu, o şöyle dedi: "Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Amr". Ona "ya İbn Mesud?" denildi, "hayır" karşılığını verdi. Beyhaki şöyle der: Çünkü îbn Mesud önce vefat etti, berikiler ise yaşadılar, onların ilmine ihtiyaç duyuldu.

Bir konuda görüş birliğine vardıklarında, "bu Abâdile'nin görüşüdür" denil­di. Muhaddisler ve başkalarına göre A b â d i 1 e ile ilgili meşhur görüş budur.[908] Sıhâh müellifi, Abdullah b. Zübeyr'i hariç tutarak bu sayıyı yalnız üçüne hasretmiştir.[909] Kâmûs müellifi, Cevheri'nin Sıhâh ta İbn Mesudu onlardan saydığını söyleyerek hata etmiştir. Şemsüddin İbnü't-Tayyib eş-Şerkî Kâmûs haşiyesinde şöyle der: Sıhâh m okunmuş sahih nüshalarında onun amldığuıa dair birşey mevcut olmayıp elliden fazla nüshayı inceledim, onun anıldığını görmedim.[910] A b â d i 1 e ile ilgili kalan bilgiler için adı ge­çen haşiyeye bakınız.

Kemâlüddin İbnü'l-Hümâm'ın Fethul-Kadir inde şu bilgi verilir: "Abâdile adı, ashaptan nkıh ve fetva konusunda şöhret bulanlar hak­kında kullanılmıştır". Şemsüddin İbn Abidin ed-Dımaşkî Şerhu'l-Menâr a yaptığı Nesemâtü'l-eshâr adlı haşiyede şöyle der: Buna göre, İbn Nu-ceym'in de belirttiğine üzere İbn Mesud, Zeyd b. Sabit, LJbey b. Ka'b, Muâz b. Cebel ve Hz. Aişe gibi ashaptan fıkıh konusunda meşhur olan herkes A b â d i 1 e tabirinin kapsamına girer.[911]

 

Ashaptan "Ümmtin Emini' Lakabım Kazanan

 

Bu, Ebû Ubeyde b. Cerrah olup ashabın büyüklerindendi. Hz. Peygam­ber onunla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Her ümmetin bir emini var, be­nim ümmetimin emini de Ebû Ubeyde b. Cerrâh'tır." Bu hadisi Buhari E ne s'ten, Ahmed b. Hanbel Ömer ve Halid b. Velid'den, Beyhaki ve Nesâi Enes'ten, İbn Ebi Şeybe Katâde'den, Ebû Nuaym Fedâilu's-sahâbe'de Ebu-bekir'den, İbn Asâkir Câbir b. Abdullah'tan, o da Halid b. Velid'den, Hatib ve İbn Asâkir Ümmü Seleme'den tahric etmişlerdir.[912]

Kûtü'l-Muğtezî de geçtiği üzere Tîbi şöyle der: "Emin", emîr kalıbı gi­bi olup güvenilir ve razı olunan kimse demektir. Emin olma her ne kadar onunla diğer sahabiler arasında ortak bir özellik ise de Hz. Peygamber onu, kendisinde galib halde bulunan bir sıfatla bilhassa anmıştır. Ebû Ubeyde, bu özelliğin anlamında başkalarına nisbetle sahip olduğu fazlalık bakımından özellikle bununla anılmıştır.[913]

Ebû Ubeyde ile ilgili bir övünç vesilesi: İbn Sa'd, İbn Ebî Necih'ten[914] şu tahricde bulunur: Ömer b. Hattâb, yanında oturanlara "temennide bulu­nun!" dedi, onlar da bulundular. O şöyle dedi: "Ben ise Ebû Ubeyde gibi olan­larla dolu bir ev temenni ediyorum." Bir adam ona "ben İslam'ı önemseme­miş değilim" dedi, o da "benim kastım da odur" karşılığını verdi.[915]

îbn Kudâme'nin el-İstibsâr mda Muâz b. Cebel'in biyografisinde şu bilgi verilir: Hz. Ömer bir gün ashaba "temennide bulunun" dedi. Her biri birşey temenni etti. Hz. Ömer de şöyle dedi: Ben de, keşke şu ev Ebû Ubeyde b. Cerrah, Muâz b. Cebel, Ebû Huzeyfe'nin mevlâsı Salim ve Huzeyfe b. Yemân gibilerle dolu olsa diye temenni ediyorum.

Mısırlılardan Ebû Ubeyde'nin biyografisini yazanlardan biri şöyle dedi: O, Bizanslılar katında tatlı ahlaklı ve doğru sözlü olarak şöhret bulmuştur. Şam'ın fethi sırasında Şam halkına can güvenliği verdi, müslüman olma­yanlara oradan çıkmak istediklerinde malından hatırı sayılır bir miktarla ayrılmalarına müsade etti. Onlardan çıkmak isteyenlere, çıkacağı andan iti­baren üç günlük e m â n tanıdı* ki bu süre içinde İslam orduları onları ya-kalamayacaklardı. Bu olayla ilgili olarak yazan Batılı tarihçilerden biri şöy­le der: O yüzyılda müslüman ordularının kumandanı olan bu yüce sahabinin vasıflan, ilerleme ve uygarlıkla meşhur yeni yüzyılların ordularının kuman­danlarında toplanmış olsaydı onları izzet ve şerefin zirvesine çıkarır, kendi­lerinden zulmün ayıplarını kaldırırlardı. Zamanımızda uygar büyük devlet­lerin ordularının en büyük kumandanları, fatihler arasında eşi bulunmayan bu yüce kumandanın derecesine ulaşamaz, onun adaleti, hilmi ve vefasıyla ilgili her menkıbe çağdaş devletlerin bütün ordularının büyük kumandanla­rım utandırır ve ayıplar.[916]

 

Ashaptan Verdiği Düğün Yemeği Dillerde Dolaşan

 

er-Riyâzü'l-müstetâbe de geçtiği üzere Eş'as b. Kays b. Ma'dikerib el-Kindî, kavmi içinde itaat edilen soylu biriydi. Hicretin onuncu yılında kav­mi Kinde ile birlikte Hz. Peygamber'e geldi ve müslüman olup Yemen'e dön­düler. Eş'as sonra r i d d e (dinden dönüş) hareketleri sırasında dinden döndü, Hz. Ebubekir'in süvarileri onu esir alarak kendisine getirdiler ve tek­rar müslüman oldu. Hz. Sıddık'a şöyle dedi: "Beni savaşın için alıkoy ye kız-kardeşini benimle evlendir". Hz. Ebubekir de baba-bir kız kardeşi Ümmü Ferve'yi onunla evlendirdi. Seâlibi şöyle der: Zifafa gireceği günün sabahı bir kılıcı kınından çıkardı ve karşılaşıp da kesmediği eti yenen dört ayaklı hiçbir hayvan kalmadı! Halk "Ebû Eş'as yine dinden döndü!" dedi. Sonra o şöyle de­di: "Andolsun, eğer biz memleketimizde olsaydık, düğün yemeğimiz bundan farklı olurdu! Şu etlerden kesip alın ve (kesilen hayvanların) bedelleri husu­sunda da (benimle) anlaşın". Medine'de bu etlerden girmeyen ev kalmadı. Kurban bayramına bundan daha çok benzeyen bir gün daha geçmedi ve Medine halkı Eş'as'ın düğün yemeğini darbımesel olarak andılar: "Eş'as'tan daha büyük düğün yemeği verdi!".

Şeyh Muhtar el-Küntfnin el-Ecvibetü'1-fadıla'sında Hafız Münzi-ri'den şu rivayet nakledilir: "Haberi bize ulaşan en büyük düğün yemeği (ve­lime) Eş'as b. Kays el-Rindî'ninÜmmü Ferve ile evlendiğinde verdiği yemek olup deve, sığır ve koyundan bin baş hayvanın kesildiği bir yemekti", el-İsâbe'de onun biyografisine bakınız.[917]

 

Ashaptan Hilmi Dillerde Dolaşan

 

Hilimde Ahnef b. Kays et-Temimi es-Sa'dî darbımesel olarak anılıyor­du. Ahmed b. Hanbel'in ez-Zühd ünde Hasan'ın Ahnef ten naklettiği şu ri­vayet kaydedilir: "Ben halim (yumuşak huylu, ağırbaşlı) değilim, halim gö­rünüyorum".[918]

Nevevi Tehzib'de meşhur sahabi Kays b. Asım'ın biyografisini vererek şöyle der: O, Beni Temim elçilik heyeti içinde Resulullah'a (sav) geldi. Resu-lullah onu görünce şöyle buyurdu: "Bu, çadırlarda yaşayanların (bedeviler) efendisidir". Kays kavrayışlı ve halim biriydi. H i 1 i m le meşhurdu. Ahnef b. Kays'a "hilmi kimden öğrendin?" diye soruldu, şöyle dedi: Kays b. Asıra'dan. Şöyle ki onu bir gün evinin avlusunda kılıcının bağıyla ihtiba yap­mış (sırt ve baldırlarım kemer v.s. ile sarıp oturma) halde kavmine konuşu­yor gördüm. Eli arkasından bağlanmış biri ile öldürülmüş bir kişi getirildi ve "kardeşinin oğlu, senin oğlunu öldürdü" dendi. Andolsun o ne kuşağını çözdü ne de sözünü kesti. Sözünü tamamladıktan sonra kardeşinin oğluna dönerek şöyle dedi: "Ey kardeşimin oğlu, yaptığın ne kötüdür; Rabbinin katında gü­naha girdin, sıla-ı rahmini kestin ve amcanın oğlunu öldürdün, kendi okunla kendini vurdun, sayını azalttın!". Sonra diğer oğluna şöyle dedi: "Kalk oğ­lum, amca oğlunun ipini çöz, kardeşini toprağa ver ve annene de oğlunun di­yeti olarak yüz deve götür, o garip kalmıştır".[919]

Câhız şöyle der: Şiirlerde Lokman'ın (as) h i 1 m i ni zikrettiler, Kays b. Âsım'ı, Muâviye b. Ebi Süryan'ı ve birçok kimseyi andılar. Fakat bu ismin ( h i 1 m ) Ahnef b. Kays için tasavvurunu gördüğümüz gibi hiçbir insanla bitişip kaynaştığını ve dillerde dolaştığım görmedik. O üstelik fitnelerin ço­ğunda reis idi ve avam, havas, zâhid, bozguncu, hulefa-yı râşidin, yönetimi ele geçiren hükümdarlar katındaki durumu, sağlığında ve ölümünden son­raki durumu, ancak övünülecek (izlenecek, mesnûn) bir durum olarak görül­müştür. Binaenaleyh, rivayet edildiği ve anıldığı üzere, Hz. Peygamber'in onun hakkında bir duası olmalı, o da buna nail olmuş bulunmalıdır. Veya o, benzerlerinde görülmeyen bir durum olarak, itilasının derinliğinden hüsn-i niyetini gizlerdi.

Derim: Hz. Peygamber'in ona "Allah'ım Ahnef e mağfiret et" diye duası­nı Hafız el-îsâbe'nin üçüncü kısmındaki biyografisinde kaydederek Ah­nef in bundan dolayı şöyle dediğini zikreder: "Amellerimden hiçbiri benim katımda bundan daha umut verici değildir." Ahmed b. Hanbel Kitâbü'z-Zühd'de[920] Cübeyr b. Habib yoluyla şu tahricde bulunur: "İki kişi Ahnef b. Kays'a, Resulullah'ın kendisi için dua ettiğini haber verdiler, o secde etti".[921]

Bediiyyetü'l-beyân'da Ebû Zer el-Gıfârî'nin biyografisinde şu bilgi verilir: O ümmetin halimi, imamların bir tanesi, Suriye (Şam) halkının müftüsü ve Şam'ın (Dımaşk) İslam'daki ilk kadısıdır.[922]

 

Ashaptan Meleklerin Kendisinden Haya Ettikleri Kimse

 

Şeyh Yusuf b. Ömer Şerhu'r-Risâle de uyluğun avret olup olmadığı ko­nusunu ele alırken şöyle der: "Hz. Peygamber uyluğunu Hz. Ebubekir ve Ömer'in yanında açmış, Hz. Osman'ın yanında ise örtmüştü". Şeyh Ebü'l-Irşâd Ali el-Uchûrî şöyle der: "Bu, Hz. Osman'ın Resulullah katında, ş e y -h a y n (Hz. Ebubekir ve Ömer) gibi yanlarında uyluğu açmak caiz olan ya­kınlarından olmadığım gösterir". Zurkâni Şerhu'l-Muhtasar'da şöyle der: Bu görüş münakaşa götürür. Çünkü Resulullah'ın (sav) onun yanında örtün­mesi bir sebepten dolayı olup o da meleklerin bile Hz. Osman'dan utanmala­rıdır. Hz. Aişe'den şu rivayet nakledilir: "Hz. Peygamber iki uyluğu açık ola­rak oturmuştu. Ebubekir içeri girmek için izin istedi, ona izin verdi ve olduğu durumda devam etti. Ömer izin istedi, ona da izin verdi ve olduğu durumda kaldı. Sonra Osman izin istedi, Hz. Peygamber elbisesini örtündü. Onlar kal­kıp gittiklerinde 'ey Allah'ın Resulü, Ebubekir ve Ömer izin istediler, onlara izin verdin ve durumunu bozmadın. Osman senden izin isteyince elbiseni ör­tündün' dedim, şöyle buyurdu: Allah'a andolsun ki meleklerin kendisinden haya ettikleri bir insandan ben haya etmeyeyim mi?". Bu hadisi Ahmed b. Hanbel rivayet eder.[923]

Hafız Sehâvi'ye meleklerin Hz. Osman'dan haya ettikleri yerler sorul­du, söyle dedi: İtimat edilir bir hadiste bu hususa vâkıf olmuş değilim, fakat hocamız Bedrüddin en-Nessâbe "mecmûa'larından birinde Cemalüddin el-Kâzrûnî'den şu bilgiyi nakleder: Resulullah (sav) Medine'de Enes'in evinde muhacirlerle ensar arasında m u â h â t (kardeşlik) kurduğunda Hz. Os­man göğsü açık olarak öne çıktı ve melekler ondan geri durdular. Resulullah ona göğsünü örtmesini emretti, melekler de yerlerine döndüler. Hz. Peygam­ber onlara geri durmalarının sebebini sordu, "Osman'dan utanmamızdan" dediler.

Derim: Taberâni el-Mu'cemü'l-kebir de, İbn Asâkir de Târihinde Zeyd b. Sabitten şöyle dediğini rivayet ederler: Resulullah (sav) şöyle buyur­du: "Osman bana uğradı, yanımda meleklerden bir grup vardı, şöyle dediler: İnsanlardan bir şehid, kavmi onu öldürüyor! Biz ondan haya ediyoruz".[924] Sünbâti'nin Şerhu Sahihi Müslim'ine bakınız.[925]

 

Ashaptan İsabetli Görüş Sahibi Olanlar

 

O, Bedir savaşı günü kendisine danışılan Hubâb b. Münzir b. Cemûh'tur. Resulullah onun görüşünü benimsemiş, Cebrail de inerek "(isa­betli) görüş, Hubâb'ın söylediğidir" demişti.[926] Onun Câhiliyye devrinde (or­taya koyduğu) meşhur görüşleri vardı. Öyle ki"Zü'r-re'y" (görüş sahibi) diye lakaplanmıştı. Beni Saide Sakifesi gününde "Biz onun kaşınma kütüğü[927] ve destekle tutulan meyve yüklü hurma ağacıyız"[928] diyendir.

İbn Asâkir, Talha b. Ubeydullah'tan şu m e r f u rivayeti tahric eder: Resulullah (sav) "Amr b. As sağlam (olgun) görüşlüdür" buyurdu.[929] Taberâni ve Said b. Mansur, Talha'dan şu mernı rivayeti tahric ederler: "Ey Amr, sen İslam'da sağlam görüş sahibisin".[930]

İbn Sa'd'ın Tabakât uıda şu bilgi verilir: Hz. Peygamber, Beni Kureyza ve Beni Nadir'le yapılan savaşlarda ashapla istişarede bulundu, Hubâb b. Münzir kalkıp şöyle dedi: "Köşklerin arasına inip şunlann haberini diğerle­rinden, onların haberlerini de berikilerden kesseniz?". Resulullah da onun görüşünü benimsedi.[931]

 

Ashaptan İki Elini De Kullananlar

 

O, Huzâa'dan Umeyr b. Abdiamr olup her iki eliyle de çalışırdı, kendisi­ne "zü'1-yedeyn" (iki elli) denildi. Ona "zü'ş-şimâleyn" (iki sollu) deniyordu. O, Hz. Peygamber'in namaz sırasında sehiv (dalgınlık, unutkanlık) yaptığına dair hadiste anılan kimsedir. Hafız İbn Hacer şöyle der: Ona "zü'ş-şimâleyn" denirdi, Hz. Peygamber " z ü ' 1-yemineyn"   (İki sağlı) diye adlandırdı.[932]

el-Kâmûs'ta Zülyedeyn, Harbak'tır denir.[933] Fâsi de el-Kâmûs haşiyesinde şöyle der: "Harbak kelimesi kesre ile (Hirbak şeklinde) oku­nur. Buhari şerhlerinde geçtiği üzere o Sâriye veya Amr'ın oğludur. Ebû Hayyân'ın Şerhu't-Teshil inde ise adının Hamlâk olduğu kaydedilir ki bu 1 g a r i b ' olup muhaddisler zikretmemişlerdir. Onun Züşşimâleyn olup olmadığı hususu ihtilaflıdır. Sahih görüş, et-Tevşih, el-İrşâd, el-Feth ve diğer Buhari şerhlerinde geçtiği üzere, onun başkası olduğudur." İbnü't-Tayyib'in sözleri burada sona erdi.

el-Isâbe'de Züşşimâleyn'in biyografisinde Taberâni'nin Ebû Şeybe el-Vâsıü yoluyla, onun da Hakem'den şu rivayeti kaydedilir: Ammâr şöyle dedi: Hz. Peygamber'le birlikte, hepsi de her iki elini kullanan üç kişi vardı: Züşşimâleyn, Ömer b. Hattâb ve Ebû Leylâ.[934]

Üsdü'1-ğâbe'de Ömer b. Hattâb'ın biyografisinde şu bilgi verilir: O so­laktı, her iki elini de kullanırdı.[935]

 

 

Ashaptan "Zü'l-Amâme" Denilen Kimse

 

Bu, Said b. Âs b. Ümeyye olup Seâlibi Simârü'l-kulûb da (s. 231) şöyle der: Ona z ü 1 a m â m e (sarık sahibi) denirdi. Çünkü Câhiliyye devrin­de o sarığını giydiği zaman, çıkarmcaya dek hiçbir Kureyşli sarığım giyemez­di. Nasıl ki Harb b. Ümeyye de bir cenazede hazır bulunduğunda, o kalkma­dıkça Ölünün ailesi ağlayamazdı. Nitekim Ebû Tâlib yemek yedirdiğinde de başkası yediremezdi.

Derim: Üsdü'1-ğâbe'de Said'in biyografisinde şu bilgi verilir: Onun de­desi Ebû Uhayha[936] Mekke'de sarık giydiğinde, ona saygı ifadesi olarak, hiç­bir kimse onun sarığının renginde sarık giymezdi. Ona " Z ü ' t - t â c " denirdi.[937] Muhtemelen doğru olanı da budur.[938]

 

Ashaptan Kılıcı Dillerde Dolaşan

 

Güç durumlarda kılıcı darbımesel olarak anılan kimse Ali b. Ebî Ta-lib'di. Sâhib'in dediği gibi:

Uddan ve sağılan deveden daha güzel

Ve memeleri yeni tomurcuklanmış taze genç kızdan

Ergenliğe yaklaşmış gencin boyudur, gümüşten, kalıba dökülmüş

Ve kaşları birbirine ulanmış

Sor ümmete kimleri vurdu

Ali b. Ebî Tâlib'in kılıcı.[939]

 

Ashaptan Ordu İçinde Haykırışı Bin Kişiye Bedel Kabul Edilen

 

İmam Ahmed, Hâkim ve Ebû Yala, Enes ve Câbir'den şu rivayeti tahric ederler: Resulullah (sav) şöyle buyurdu: "Muhakkak ki Ebû Talha'nın ordu içinde sesi, bir topluluktan daha hayırlıdır (daha iyidir)".[940] Semmûye ve İbn Sa'd da Tabakât'ta Enes'ten şu merfû rivayeti tahric ederler: "Ebû Tal­ha'nın ordu içinde sesi, bin kişiden daha hayırlıdır".[941] Hâkim, Câbir'den şu merfû rivayeti tahric eder: "Ebû Talha'nın ordu içinde sesi, bin kişiden daha hayırlıdır".[942] Abd. b. Humeyd, Enes'ten şu tahricde bulunur: "Muhak­kak ki Ebû Talha'nın sesi, müşriklere bir topluluktan daha şiddetlidir".[943]

Bu Ebû Talha, Zeyd b. Sehl el-Ensârî olup ashabın cengâverleri, büyük­leri ve çetin okçularından biridir. ez-Zehebü'1-İbriz'de şu bilgi verilir: "Bin kişinin heybetinin mübalağa kabilinden değil de hakikaten bir kişide top­lanmasında olumsuz karşılanacak bir durum sözkonusu değildir. Bu husus, insanlardan bazı kimseler için gerçekten vaki olmuştur".[944]

 

Dörtnala Koşan Atı Geçen Sahabi

 

Dürrü's-sehâbe de müellif, Seleme b. Ekva'ın biyografisini vererek şöyle der: Cengâver ve mahir bir atıcıydı.[945] Mağrib'te gaza maksadıyla Mı­sır'a gitti, dörtnala koşan atı geçerdi.[946]

 

Ashaptan Hakkında Darbımesel Söylenecek Kadar Dehasıyla Tanınan Kimse

 

et-Ta'rif bi-ricâli Muhtasarı İbni'l-Hâcib de Zehebi'den naklen şu bilgi verilir: Kureyş'in dahilerinin Ebubekir ve Ebû Ubeyde olduğu söylenir.

el-İsti âb da Muğire b. Şu'be'nin biyografisinde şu bilgi verilir: Mücâlid, Şa'bi'den şöyle dediğini rivayet eder: Arap dahileri dörttür: Muâviye b. Ebî Süfyân, Ainr b. Âs, Muğire b. Şu'be ve Ziyâd. Muâviye temkin ve hilimde, Amr karmaşık meselelerde, Muğire ani ve süratli kavrayışta, Ziyâd da kü­çük ve büyük işlerde deha idi. Riyâşi, Asmai'den şöyle dediğini nakleder: Muâviye şöyle derdi: Ben temkinden, Amr bedahetten, Ziyâd büyük küçük işlerden, Muğire ise büyük işlerden dolayı dehaydık. İbn Abdilber naklettiği bilginin ardından şöyle der: Ebû Ömer şöyle der: Dediklerine göre Kays b. Sad b. Ubâde, kendisindeki kerem ve faziletle birlikte dehada bunlardan aşağı değildi.[947]

İbn Abdilber'in Behcetü'l-mecâlis'inde Amr b. Âs'ın şöyle dediği kay­dedilir: Ben bedahetten, Muâviye temkinden, Muğire de karmaşık mesele­lerden dolayı dahiyiz.[948]

Dürrü's-sehâbe de şu bilgi verilir: Muğire hakkında "Muğiretü'r-re'y" tabiri kullanılıyordu.[949] Şa'bi şöyle der: Muğire'yi şöyle derken duydum: "kimse bana galebe çalmış değildir". Kabise b. Câbir şöyle der: Muğire b. Şu'be'ye arkadaşlık yaptım, eğer bir şehrin sekiz kapısı olsa ve her birinden ancak bir hile (tedbir) ile çıkılabilse, Muğire bütün kapılarından çıkar.[950]

Simârü'l-kulûb'da şu bilgi verilir: Muâviye'nin dehası konusu şöhret bulmuş, yaygınlık kazanmış ve bu hususta rivayet ve hikâyeler çoğalmıştır. Dahilerin dört kişi olduğu hususunda icma olmuştur: Muâviye, Amr b. As, Muğire b. Şu'be ve Ziyâd b. Ebîh. Muâviye'nin özelliği deha sahibi oluşu ve in­ceden inceye araştırmasıdır. Görüşlerinin başıyla işlerin sonunu kasteden diğer üçü de ona eklenmiştir. O, diğerleri muttali olmadıkça hiçbir şeye ka­rar vermez, ciddi işlerin karanlığında ancak onların görüşlerinin kandille-riyle aydınlanırdı. Böylece hükümranlığı yolunda gitti ve dünya gemini ona verdi. Onun ve üç arkadaşının dehası örnek teşkil etti. Dehada onlarla bir­likte Kays b. Sa'd b. Ubâde ve Abdullah b. Büdeyl b. Verkâ el-Huzâî'den baş­kası anılmazdı.[951]

 

Arapların Fars Ve Bizanslılara Karşı Kendisiyle Övünecekleri Kadar Müthiş Kuvvetiyle Tanınan Sahabi

 

Hafız Suyûti Dürrü's-sehâbe fi men dahale Mısr mine's-sahâbe de Kays b. Sa'd b. Ubâde'nin[952] biyografisini verip onunla ilgili olarak şöyle der:

Ebû Abdullah ashabın zahid, saygın, cengâver ve itaat edilenlerinden biriy­di. Yaşlı bir kadın ona "farelerin azlığını sana şikayet ediyorum!" dedi, o şu karşılığı verdi: "Bu ne güzel kinayedir. Onun evini ekmek, et, yağ ve hurmay­la doldurun!" Kaysın nereye gitse yanında götürdüğü bir çanağı vardı. Bir münadisi (çığırtkan) "ete ve tiride gelin!" diye bağırırdı.[953] Babası ve dedesi de ondan önce böyle yaparlardı.

O son derece uzun boyluydu. Bizans hükümdarı, Muâviye'ye "bana Arapların en uzun boylusunun pantolonunu gönder" diye mektup yazdı. Muâviye de Kays'ın pantolonunu alıp orduda en uzun askerin burnu hizasın­da tuttu, pantolunun ucu yere ulaştı. Bir başka rivayet de şöyledir: Bizans hükümdarı ordusundan, biri Bizans'ın en güçlüsü diğeri de en uzunu olduğu­nu ileri sürdüğü iki kişiyi göndererek şöyle dedi: "Eğer senin ordunda buna kuvveti, şuna da boyu konusunda üstünlük sağlayan olursa sana şu kadar esir gönderirim; ama ordunda bunlara benzer kimse bulunmazsa benimle üç yıllık mütareke yap".[954] Muâviye de kuvvet konusunda Muhammedi). Hane-fiyye'yi çağırdı, Muhammed oturdu ve elini Bizanslı'ya verdi. Bizanslı onu kaldırmak maksadıyla hareket ettirmek veya yerinden oynatmak için bütün gücünü kullandı, fakat bunu başaramadı. Sonra Bizanslı oturdu ve elini İb-nü'1-Hanefiyye'ye verdi, İbnü'l-Hanefiyye onu bir çırpıda tutarak havaya kaldırdı, sonra yere attı. Muâviye buna büyük bir sevinç duydu ve Kays b. Sa'd b. Ubâde'nin pantolonunu isteyerek onu uzunboylu Bizanslıya verdi. O pantolonu giydi; pantolon onun memelerine ulaştı, paçaları da yere sürünü­yordu. Bizanslı onun galibiyetini itiraf etti.[955]

 

Ashaptan Son Derece Uzun Boylu Olanlar

 

Üsdü'1-ğâbe de Hz. Ömer'in biyografisinde şu bilgi verilir: U2un boy­luydu, bir hayvanın üstündeymiş gibi boyda insanlara fark atmıştı.[956] Sub-hu'1-a'şâ'da müellif şöyle der: Boyunun uzunluğundan dolayı Ömer b. Hat-tâb sanki binmiş, insanlar da yürüyorlar gibiydi. Adi b. Hatim bindiği za­man, ayaklan neredeyse yerde sürünüyordu. Cerîr b. Abdullah el-Becelî de böyleydi.[957]

Derim: Abdullah b. Ahmed Zevâidü'l-Müsned'de Cerir b. Abdullah el-Becelî'nin ayakkabısının uzunluğunun bir arşın (zira) olduğunu rivayet eder.[958] Kalkaşandi sonra şöyle der: Ali b. Abdullah b. Abbas son derece uzun boyluydu. Babası Abdullah ondan, dedesi de babasından daha uzundu.[959]

îbn Sa'd'ın Tabakât'ında Abbas'ın biyografisinde şu bilgi verilir: Bedir savaşında esir alındığında, kendisi için bir gömlek arandı da Abdullah b. Übey'in gömleğinden başka ona olabilecek gömlek Medine'de bulamadılar. Abdullah b. Übey ona giydirdi, üzerindeydi.[960] Yine Tabakât ta Abbas b. Ab-dulmuttalib'in, insanlar içinde kulak yumuşağı göğe en yakın kimse olduğu kaydedilir.[961]

Derim: Seriyyetul-Habat ve anber balığının sahile vuruşu kıssasında şu bilgi geçer: Ebû Ubeyde balığın kaburga kemiklerinden birini alarak dikti ve en uzun boylu deveye baktı, deve onun altından geçti. Sonra kendisiyle birlikte bulunan en uzun boylu adamın geçmesini istedi. Ibn Ishak'm Ubâde b. Sâmit'ten yaptığı rivayette şöyle denir: Sonra yanımızdaki en cüsseli deve­ye bizden en cüsseli adamın binmesini emretti, adam ona binip kemiğin al­tından geçti, başı ona değmedi.[962] Bu kıssa Sahih-i Buhari'de geçmekte­dir.[963] Hafız Fethin mukaddimesinde, sözkonusu adamın Kaya b. Sa'd oldu­ğunu kesin bir ifadeyle belirtir. Kastallâni de el-İrşâd da onu izler. Hâfiz Feth'te şöyle der: Onun adına muttali olamadım, Kays olduğunu sanıyo­rum. O uzun boylulukta meşhurdu. Onun Muâviye ile olan kıssası da meş­hurdur. Bizans hükümdarı Muâviye'ye, kendilerinden en uzun adamı gön­derdiğinde, Kays pantolonunu çıkarmış, Bizanslının boyu uzunluğunda gel­mişti. Şöyle ki bir taran onun burnu hizasında olmuş diğer taran da yere değ­mişti. Kays pantolonunu mecliste çıkardığı için kınanmış, bunun üzerine şu şiiri okumuştu:

İstedim bilsin insanlar ki

O Kays'ın pantolonudur ve elçiler şahid olsunlar

Ve demesinler Kays ortadan kayboldu, bu

Ad kavminden birinin pantolonudur, Semûd'dan kalan.[964]

Derim: Bu Kays, bir önceki konu başlığında boyunun uzunluğu anılan­dır. Fakat Nevevi Tehzib'de onun biyografisinde şöyle der: İbn Abdilber şöy­le der: Onun, Muâviye'nin yanında pantolonla ilgili haberi bâtıl (uydur ma) olup aslı yoktur.[965]

Ashaptan uzun boyuyla tanınanlardan biri de Zübeyr b. Avvâm olup DürrüVsehâbe'de şöyle denir: "Zübeyr b. Avvâm bineğe bindiğinde ayak­ları yere Bürünürdü". Bunu Zübeyr b. Bekkâr tahric eder. Ebû Nuaym ve İbn Asâkir, Urve'den şöyle dediğini tahric ederler: "Zübeyr uzun boyluydu; hay­vana bindiğinde ayakları yere sürünürdü".

Muhammed b. Rebi şöyle der: On kişi İslam'a yetişti ki her birinin boyu on karıştı. Bunlar Ubâde b. Sâmit, Sa'd b. Muâz, Kays b. Sa'd b. Ubâde, Cerir b. Abdullah el-Becelî, Adî b. Hatim et-Tâî, Amr b. Ma'dikerib ez-Zübeydî, Eş'aa b. Kays el-Kindî, Lebid b. Reoia, Ebû Zeyd et-Tâî ve Âmir b. Tufeyl olup Tuleyha b. Huveylid'in[966] olduğu da söylenmiştir.

Hâfiz Heysemi Mecmada "Hadisi sika (güvenilir) râvilerden rivayet bâbı"nda Munakka b. Husayn'dan şu rivayeti nakleder: "Ben Resulullah'a geldim; bir devenin üstündeydi. Esved de yanındaydı ve başı Resulullah'ın başı hizasındaydı. İnsanlardan onun gibi uzun boylusunu görmedim. Ona yaklaştığımda sanki yukarıdan üstüme düşüyordu ki Resulullah kendisine mani oldu". Ve bir hadis zikretti.[967] Bu kıssayı Taberani el-Mu'cemü'1-ke-bir'de, İbn Sa'd da Munakka'mn Tabakât'taki (VII, 43) biyografisinde vermişlerdir.[968]

 

Ashaptan Son Derece Kısa Boylu Olan

 

Abdullah b. Mesud kısa boyluydu; kısalığından dolayı, oturan biri neredeyse onunla aynı hizada olurdu.[969]

 

Zamanında Belli Bir Konuda Essiz Olmasıyla Dillerde Dolasan Sahabi

 

Ebubekir es-Sıddık e n s â b ı bilmede, Ömer b. Hattâb heybette, Osman b. Affân Kur1 an okumada (tilâvet), Ali b. Ebi Tâlib yargıda (kaza), Muâviye bakış açısı çokluğunda, Ebû Ubeyde b. Cerrah emânette, Ebû Zer doğrulukta, Übey b. Ka'b Kur'an konusunda, Zeyd b. Sabit f e r â i z de, îbn Abbas Kur'an tefsirinde, Amr b. Âs d e h a da ve Ebû Musa el-Eşarî de iç huzurunda eşsizdiler.[970]

Abbas b. Ali el-Mûsevî eî-Mekkî Nüzhetü'l-celîs adlı eserinde, herhangi bir şeyde kendilerinden sonra nail olanların bulunmadığı saadetle rızıklanan kimseleri anarken şöyle der: Bunlar şu kimselerdir: Çağının nessâbesi (ensâb alimi) olan Ebubekir es-Sıddık, yargıda Ali b. Ebî Tâlib, emanette Ebû Ubeyde, doğrulukta Ebû Zer, Kur'an konusunda Übey b. Ka'b...[971]

 

Ashaptan Güzelliği Dillerde Dolaşan

 

Gerir b. Abdullah el-Becelî mükemmel bir güzelliğe sahipti. Hatta Hz. Ömer onunla ilgili olarak "O, bu ümmetin Yusuf udur" demişti.[972] Hz. Peygamber onu seviyor ve bundan dolayı kendisine ikramda bulunuyordu.[973] Münâvi Feyzü'l-Kadir de şöyle der: Hz. Ömer'in onunla ilgili sözü îbn Sa'd ve İhtilâfü'l-kulûb da da Harâiti tarafından tahric edilmiştir.[974]

Kendisine vardığı zaman, Re sulu 11 ah (sav) onun hakkında şöyle demişti: "Şu aralıktan (veya şu kapıdan) uğur ve bereket sahiplerinin en hayırlısı girecek, yüzünde melek silmesi (izi) vardır!".[975] Bu hadisi îbn Ebî Şeybe, Taberâni ve Ebû Nuaym tahric etmişlerdir.[976] Taberâni ondan şu tahricde bulunur: "Elçilik heyetleri ResuluÜah'a geldiğinde beni çağırdı ve benimle onlara övündü".[977]

Taberâni el-Mu'cemü'1-kebir de ve Hakîm, Sabır b. Salim b. Humeyd b. Yezid yoluyla, onun da babası Yezîd'den şu rivayetini tahric ederler: Kızkardeşim Ümmü'l-Kassâf[978], babası Abdullah b. Damre'den şu haberi nakletti: Abdullah b. Datnre Hz. Peygamberin yanında oturmuştu, derken Cerir çıkageldi ve Resulullah ona ridasını serdi.[979]

Sahih-i Buhari ve Tirmizi'nin Şemailinde[980] Cerir'den şu rivayet nakledilir: "Hz. Peygamber, ben müslüman olduğumdan beri beni (huzuruna girmem veya kendisinden isteklerim konusunda) hiç engellemedi ve beni görüp te gülümsemediği hiç olmadı".[981] Münâvi, "beni engellemedi" sözüyle ilgili olarak şöyle der: "En yalanları ve hizmetçileri ile birlikte olarak beni kendi yanına girmekten engellemedi". İbn Sultan (Ali el-Kârî) şöyle der: "Hz. Peygamber'in onu her gördüğünde gülümsemesi, muhtemelen, onu güzelliğin mazharı olarak görmesinden dolayıdır. Çünkü o mükemmel bir güzelliğe sahipti".

Tirmizi yine Şemailde Cerir'den şu rivayeti nakleder: Ömer'in huzuruna çıkarıldım. Cerir ridâsmı (üst giysisi) atıp bir izâr (belden aşağıyı örten elbise) içinde yürüdü. Hz. Ömer ona "ridânı al" dedi ve topluluğa şöyle hitabetti: Bize Hz. Yusuf un (as) sureti konusunda ulaşan bilgi hariç, Cerir'den daha güzel kimseyi görmedim.[982] İbrahim b. İsmail el-Küheylî yoluyla şu rivayet nakledilir: "Cerir'in boyu altı arşındı". Abdülmelik b. Ömer şöyle der: "Cerir b. Abdullah'ı gördüm, yüzü ay parçası gibiydi, ayakkabısı da bir arşındı". Muvakkari şöyle der: "Cerir uzun boyluydu; boyu devenin örgücüne ulaşıyordu, ayakkabısı da bir arşın boyundaydı." Bu bilgilerin hepsi için Alkami'nin Hâşiyetü'I-Câmii's-sağir'inde "Size bir kavmin kerimi (lider, ulu, soylu) geldiğinde ona ikramda bulunun"[983] hadisine bakınız.

İbn Sultan Şer hu'ş-Şe mailde Amr b. Hureys'in mevlâsı Ebû Osman'dan, onun da Abdülmelik b. Umeyr'den şu rivayetini nakleder: "Cerir b. Abdullah'ı gördüm, yüzü ay parçası gibiydi."

Güzelliği hususunda darbımesel olarak anılanlardan biri de Dıhye el-Kelbî idi. Cebrail (as) onun suretinde inerdi. İçli Târihte Avâne b. Ha­kem'den şu rivayette bulunur: "İnsanların en güzeli, Cebrail'in kendi suretinde indiği kimsedir". İbn Abbas söyle der: "Dıhye Medine'ye geldiğinde çıkıp ona bakmayan hiçbir feraceli kadın (örtünmüş, Örtünme çağma gelmiş) kalmadı".[984] Bunu İbn Kuteybe el-Ğarib'de söyler.

Daha önce el-Futûhâtü'1-Mekkiyye'den naklen kaydedildiği üzere Dihye'nin yaratılıştaki güzelliğinin eseri şu noktaya vardı ki Medine'ye gelip halk onu karşıladığında, kendisini görüp te karnındaki çocuğu düşürmeyen kadın kalmadı. Ayni'nin Umdetü'l-kârTsinden de Dihye'nin, kendisiyle ka­dınların fitneye düşmeleri endişesiyle yüzünde yaşmakla gezdiği nakledil­mişti. Birinci ciltte elçilerle ilgili bâblara bakınız.[985]

 

Ashaptan Mezarları Birbirinden Uzak Yerlerde Bulunan Yedi Kardeş

 

Nefisler (ruhlar, şahsiyetler) büyük olunca Onların istekleri konusunda yorulur bedenler.

Dürrü's-sehâbe'de Müslim'den şu rivayet nakledilir: Ben yücelikte, bir tek annenin çocukları olup bir tek evde doğup kabirleri birbirinden uzak yerlerde bulunanlar gibisini görmedim; Abbas'ın oğullarından Abdullah Tâif te, Ubeydullah Medine'de, Fâdl Suriye'de, Ma'bed ve Abdurrahman Ifri-kiyye'de, Kuşem Semerkand'ta, Kesir de Yenbûda. Fadl'ın Ecnadeyn'de, Ubeydullah'ın Ifrikiyye'de olduğu da söylenmiştir.[986]

Derim: Fadl'ın kabri şimdi Filistin Remle'sinde bilinmektedir. Ben 1324'te (1906) Remle üzerinden Beytülmakdis'e gittiğimde onu ziyaret et­tim, orada hadis nakledip rivayette bulundum. Abbas'ın Fadl, Abdullah, Ma'bed, Kuşem, Abdurrahraan ve Ümmü Habib adlı altı çocuğunun annesi Ümmu 1-Fadl Lübâbe el-Kübrâ bint Hâris'tir. Abdullah b. Yezid el-Hilâlî onunla ilgili olarak şöyle der:

Hiçbir soylu kadın doğurmadı bir erkekten Ümmü'1-Fadl'ın karnından doğan altı gibi Ona saygı gösterdi olgun kadın ve erkekler.

İbn Sa'd'ın Tabakât'ına bakınız.[987] Burada şairin şu sözünü örnek ver­meye değer:

Bizim var iki kabrimiz biri Lencer'de

Biri Sin'de, ne kabirlerdir onlar

Şu Sin'dekinin yayıldı fetihleri

Şunu da sular yağmur damlaları.[988]

 

Babasından Onbir Taş Küçük Olan Sahabi

 

Dürrü's-sehâbe'de müellif, Abdullah b. Amr b. Âs'ın biyografisini ve­rirken ondan sözle şöyle der: Babasından önce müslüman oldu, ondan onbir yaş küçüktü. İbn Gazinin Buharı şerhinde "Kitâbu'ş-Şehâdât"t& Fakra'nın "ben oniki yaşındayken müslüman oldum" sözüyle ilgili olarak İbn Ha-cer'den şu bilgi nakledilir: Bu, Fakra el-Kûfî'dir. Amr b. Âs'dan sözle de bu­nun benzeri bilgi verilmiş olup onunla oğlu Abdullah arasında yalnızca oniki yaş bulunduğunu zikretmişlerdir.[989]

 

Zamanında Hutbe İçin Oniki Bin Minber Dikilecek Çapta Elinde Fetih Kılıcı Bulunan Sahabi

 

Bu sahabi Ömer b. Hattab olup bu bilgiyi hanefi alimlerden Bezzâzi "Edebü'l-kâdTde kaydetmiş'olup[990] ondan da mahir alim el-Hâc Receb b. Ah-med et-Türkî, et-Tarikatül-Muhammediyye şerhi el-VesîIetü'1-Ahme-diyye'de (I, 271) nakleder. Onun sahabeden belli bir konuda yetenekli olan kimselerle ilgili sözü daha önce geçmişti.[991]

 

Ashaptan Kendisine Haraç Ödeyen Bin Kölesi Bulunan Sahabi

 

Dürrü's-sehâbe de, Zübeyr b. Avvâm'ın biyografisinde, kendisine ha­raç ödeyen bin kölesi olduğu ve onun bu haracın hepsini tasadduk ettiği kay­dedilir. Bunu Yakub b. Süfyan tahric etmiş olup Zübeyr b. Avvâm evine on­dan hiçbir şey sokmazdı.[992]

Bu bilginin aynısı Zübeyr b. Avvam'ın biyografisinde Yakub b. Süfyan'a isnadla verilmiş olup Zübeyr ondan evine hiçbir şey sokmazdı.[993] Ebû Abdul­lah İbn Ebi'l-Hisâl el-Gâfikî'nin Zıllü'l-ğamâmesinde şöyle denir: Her yeni günde tasadduk eder / Tam bin kölenin haracım.[994]

 

Ashaptan Yüz Ayrı Dil Bilen (Hizmetçilere Sahip) Kimse

 

Zübeyr b. Avvâm'ın her biri ayrı dil konuşan yüz hizmetçisi vardı. Bu bilgi Abdullah b. Zübeyr'le ilgili olarak, elçiler ve mütercimlerle ilgili konu­larda geçmişti.[995] Bu, ashabın bilgi ve kültürünün genişlik ve köklülüğünü gösteren enteresan birşeydir. Ben herhangi bir devlet ve toplumdan bunun gibisinin nakledildiğini biliyor değilim.

Farshlardan nakledilen olanca şey, Harezmi'nin Mefâtîhu'1-ulûm un­da kaydedildiği üzere onların hükümdarlarının kendi meclislerinde Fars dil­lerinden biri olan Pehlevice ile konuştukları; helada, yalnız başlarına ve ha­mamda soyunmuş halde, kulüplerde ve yıkanma yerlerinde Huzistân bölge­sine nisbet edilen Hûziyye ile; tebaanın bir ihtiyaçlarını dile getirdiklerinde veya haksızlıklardan şikâyette bulunduklarında pohpohlama ve yaltaklan­maya en uygun dil olan Nabatice ile; hakimler ve onlara uygun durumda olanların Fars bölgesinin dili (Fârisiyye) ile konuştuklarıdır.[996] İbn Âbidin'in Haşiyetü'd-Dür'de (Reddü'1-muhtâr, I, 33) İbn Kemalpaşa'dan naklen verdiği bilgi de şöyledir: Farsça beş dildir: Hükümdarların meclislerinde ko­nuştukları Pehlevice, hükümdarın kapısında olanların konuştukları[997] Darice, hakimler ve onlara uygun durumda olanların konuştukları Fârisiyye, hükümdarlar ve eşrafın helada, kendi başlarına oldukları ve hamamda so­yunmuş halde bulundukları sırada konuştukları Huzistân dili olan Hursiy-ye, Süryan'a (Irak) nisbet edilen Süryânice.[998]

Derim: Bu, mevcut başlık altında Abdullah b. Zübeyr'in köleleri ve onla-rm efendisi hakkında verilene nisbetle son derece azdır.[999]

 

Ölümüyle İlmin Onda Dokuzunun Ölmüş Sayıldığı Sahabi

 

İhyâu ulûmi'd-din'de "Kitâbü'l-İlm"de şu bilgi verilir: Ömer b. Hattâb vefat ettiğinde Abdullah b. Mesud şöyle dedi: "İlmin onda dokuzu öl­dü". İthaftı sâdetİ'l-müttakîn'de (I, 325) müellif şöyle der: Bunu el-Kût müellifi senedsiz olarak rivayet eder. Ebû Hayseme de Kitâbü'I-İlm de tah-ric ederek şöyle der: Cerir bize A'meş'ten, o İbrahim'den Abdullah b. Me-sud'un şöyle dediğini nakletti: "Ben öyle sanıyorum ki onun ölümüyle ilmin onda dokuzu ölmüştür". Ebû Hayseme'nin lafzı şöyledir: "Ben öyle sanıyo­rum ki Ömer ilmin onda dokuzunu götürdü".[1000] el-Kût'ta müellif şöyle der: İbn Mesud "ilim" kelimesini elif-lam ile m arife yapmış sonra da "Allah'ı bil­me" şeklinde yorumlanmıştır. Kendisine "Allah Resulü'nün ashabı çok sayı­da bulunduğu halde böyle mi diyorsun?" diye sorulduğunda şu karşılığı ver­di: Ben ilimle, sizin kastettiğiniz ilmi değil Allah'ı tanımayı kastediyorum.[1001] Bu bilginin aynısını Nevevi Tehzibü'1-esmâ ve'1-luğât'ta[1002] Hz. Ömer'in biyografisinde İbn Mesud'dan nakletmiştir.[1003]

 

Öldüğünde Hz. Ömer'in "Müslümanların Efendisi Öldü" Dediği Sahabi

 

Tezkiretü'l-huffâz'da Übey b. Ka'b'ın biyografisinde şu bilgi verilir: Ömer b. Hattâb ona saygı duyar ve kendisinden fetva sorardı. Übey vefat et­tiğinde, Hz. Ömer "Müslümanların efendisi öldü" dedi.[1004]

 

Ashaptan Zengin Ve Refah İçinde Olanlar

 

îbn Seyyidinnâs Siret'inde Tebük Gazvesi'nden bahsederken şöyle der: Hz. Osman bu gazvede hiç kimsenin yapmadığı kadar büyük bir infakta bulundu.[1005] îbn Hişâm şöyle der: Kendisine güvendiğim biri bana şunu haber verdi: Osman Tebük gazvesinde c e y ş ü ' 1 - u s r e 'ye bin dinar infakta bulundu. Resulullah "Allahım Osman'dan razı ol, ben ondan razıyım" dedi.[1006]

Burhanüddin el-Halebî Nûru'n-nibrâs'ta şöyle der: Hz. Osman ordu­yu 750 deve 50 atla donattı. Bunu îbn Abdilber söyler. O sonra da Esed b. Mu­sa'dan şunu nakleder: Ebû Hilâl er-Râsibî bana haber verdi: Katâde bize şu­nu haber verdi: Osman, ceyşü'l-usre'de bin deve ve yetmiş ata yük vurdu.[1007]

Tirmizi Camiinde, Hâkim, Ahmed b. Hanbel, Taberâni ve Hilye'de de

Ebû Nuaym, sahabi Abdurrahman b. Hubâb es-Selemi den[1008] şöyle dediğini tahric ederler: Hz. Peygamberi gördüm, ceyşü'l-usre'ye yardım için teşvikte bulunuyordu. Osman şöyle dedi: "Keçe ve semerleriyle birlikte yüz deveyi Al­lah yolunda infakı üstleniyorum". Hz. Peygamber sonra tekrar orduya yar­dım için teşvikte bulundu. Osman şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, keçe ve se­merleriyle birlikte iki yüz deveyi Allah yolunda infakı üstleniyorum". Resu­lullah sonra yine teşvikte bulundu. Osman şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü, keçe ve semerleriyle üçyüz[1009] deveyi Allah yolunda infakı üstleniyorum". Resulullah'ı (sav) şöyle diyerek minberden iniyor gördüm: "Osman'ın bundan sonra artık amel etmesi gerekmez". Tirmizi şöyle der: Bu hadisin isnadı "c e y y i d "dir.[1010]

Yine Tirmizi'nin Câmi'inde Abdurrahman b- Semüre'den şu rivayet nakledilir: "Osman, ceyşu 1-usre'yi hazırladığımda Resulullah'a bin dinar getirdi ve kucağına döktü".[1011] Tirmizi şöyle der[1012]: Aksine Ebû Ya'la el-Mevsılî'nin Müsned'inde onun senediyle şu rivayet nakledilir: "Osman cey-şü'1-usre'yi donattı, yediyüz ukiyye altın getirdi".[1013] İbn Adi Huzeyfe'den, Ebû Nuaym da Ebû Musa'nın müsnedinde şu tahricde bulunur: "Hz. Pey­gamber, çıktığı bir gazve sırasında Osman'a haber göndererek yardım istedi. O da kendisine onbin dinar gönderdi ve onları önüne koydu". Bunu Zehebi el-Mizân'da Ishak b. İbrahim es-Sekafî'nin biyografisinde zikreder.[1014]

İbn Sa'd Tabakât ta Muhammed b. Rabîa b. Hâris'ten şu tahricde bulu­nur: Hz. Peygamberin ashabı, korunacak ve süslenilecek elbise konusunda hanımlarına müsamahalı davranırlardı (bol harcamada bulunurlardı). O sonra şöyle der: "Osman'ın üzerinde ikiyüz dirhem değerinde desenli bir tür kumaştan elbise gördüm". Osman şöyle dedi: "Bu Nâile'nin elbisesi olup ona giydinniştim. Elbiseyi giyip onu sevindiriyorum".[1015]

Yine Tabakât'ta şu tahricde bulunulur: "Hz. Osman, Zübeyr b. Avvâm'a altıyüz bin (dirhem) mükafat verdi".[1016] Efendimiz Sa'd b. Rebi şöyle der: "Ben ensann malı en çok olanıyım".[1017] Hz. Peygamber'in duası bereke-tiyle Mikdâd b. Esved'in bol malı vardı.[1018] Hz. Peygamber bunun gibi Urve b. Ca'd için de dua etmişti. Urve şöyle der: "Ben Künâse'de (Küfede bir yer) ka­lıyor, kırk bin (dirhem) kâr etmedikçe dönmüyordum".[1019] Buharı, Urve hadi­sinde şöyle der: "O toprak bile alsaydı ondan kâr ederdi".[1020]

Hafâci ve Benâni Şerhu'ş-Şifâ da şöyle derler: Hakim b. Hizam îslamî devirde hac yaptığında yüz bedene (deve, sığır) ve bin koyunu h e d y (kurban) olarak kesti. Boyunlarında "Hakîm b. Hizamdan Allah için azatlı­lar" ifadesi işlenmiş gümüş gerdanlık bulunan yüz tane de hizmetçi azad etti (bkz. Nesîmü'r-riyâz, I, 406).[1021]

Abdurrahman b. Avf m zenginliği o dereceye vardı ki Hâfiz Sami'nin de belirttiği gibi, o bir taş kaldırsa altında altın bulacağını umduğunu söylemiş­tir. Allah ona lütufta bulundu, vefat ettiğinde terekesindeki altın baltalarla kesildi, öyle ki bundan dolayı eller nasırlaştı.[1022] Yine o elli bin dinar vasiyette bulundu[1023], bir günde otuz köle azadetti.[1024] Hz. Peygamber zamanında malı­nın yarısı olarak dörtbin (dirhem), sonra kırk bin (dirhem), sonra kırk bin di­nar, sonra beşyüz at, sonra da bin beşyüz deve Allah yolunda tasadduk etti.[1025]

Tirmizi'de şu rivayet yeralır: Abdurrahman b. Avf mü'minlerin annele­rine, dörtyüz bin (dirheme) satılan bir bahçe vasiyet etti. Tirmizi bu hadisin hasen-garib olduğunu söyler.[1026] Urve b. Zübeyr şöyle der: Abdur­rahman b. Avf, Bedir savaşına katılanlardan kalan her kişi için dört yüz di­nar vasiyette bulundu. Onlar yüz kişiydiler, vasiyet edileni aldılar, Osman da halife olarak alanlar içinde payını aldı. O Allph yolunda bin de at vasiyet etti.[1027] Enes şöyle der: Onu ölümünden sonra (kendilerine intikal etmek üze­re) hanımlarından her biri için yüzbin (dirhem) bağışta bulunduğunu gördüm.[1028] Hâfiz Fethu'1-Bâri de bunun hemen ardından şöyle der: o vefat ettiğinde dört hanımı vardı. Bu durumda bütün terekesi 3.200.000 eder. Bu da "H u m s " bahsinde izahı geçen[1029] Zübeyr b. Avvâm'ın terekesine nis-betle son derece azdır. Muhtemeldir ki bu dinardır, Zübeyr'inki ise dirhem­dir. Çünkü Abdurrahman b. Avf in malının çokluğu son derece meşhur ol­muştur. "Kitâbu'n'Nikâh"t& velime babına bakınız.[1030]

el-Istiab da şu bilgi verilir: Abdurrahman b. Avf ticarette nasipli bir tüccardı. Çok mal kazandı, miras olarak Bakide otlayan bin deve, üçbin ko­yun ve yüz at bıraktı. O Curf ta sulamada kullanılan yirmi hayvanla ekin ekiyor ve bundan evinin yıllık yiyeceğini sağlıyordu.[1031] Rivayet edildiğine gö­re hastalığı sırasında boşadığı hanımı, sekizde bir hissesinin üçte biri karşı­lığında 83.000 (dirhem) ile sulhetti. Bu miktarla, Abdurrahman b. Avf m mi­rasının sekizde birinin dörtte biri karşılığında sulhettiği de söylenmiştir.[1032]

Cafer b. Burkan[1033] şöyle der: "Abdurrahman b. Avf in otuz bin köle azad ettiği haberi bana ulaşü". Bunu Ebû Nuaym Hilyede tahric eder.[1034] İbn Sa'd da Tabakât da şu tahricde bulunur: Abdurrahman b. Avf, ensardan bir ka duıla otuz bin dirhem (mehir) karşılığında evlendi.[1035] Onun sadakaları anılamayacak ve sayılamayacak kadar çoktu.

Hz. Osman'ın halifeliği sırasında halk Hz. Ömer zamanında olduğun­dan daha çok refaha kavuştu. Mesken, giyecek ve yiyecekte nefis şeyleri kul­landılar, mal mülk kazandılar. Mesudi Mürûcu'z-zeheb de şöyle der: Hz. Osman zamanında ashaptan bir grup mal, mülk ve evler elde ettiler. Öldü­rüldüğü gün, onun hazinedarı yanında yüz elli bin dinarı ve bir milyon dirhe­mi vardı. Vâdilkura, Hayber ve başka yerlerdeki mülklerinin değeri ikiyüz bin dinardı. Çok sayıda at ve deve bıraktı. Zübeyr'in ölümden sonraki malı el­li bin dinardı. Ayrıca bin at ve bin cariye bırakmıştı.[1036]

Derim: İbn Sa'd'ın Tabakât'ında şu bilgi verilir: Zübeyr b. Avvâm ar­dından dört hanım bırakmıştı. Her kadına sekizde bir miras hissesinin dört­te biri olarak 1.100.000 (dirhem) pay düştü. Bütün malı böylece 35.200.000 dirhem ediyordu. Yine Tabakât'da Süfyân b. Uyeyne'den şu bilgi nakledilir: Zübeyr'in mirası kırk milyon (dirhem) üzerinden taksim edildi. Hişam b. Ur-ve babasından şöyle dediğini nakleder: Zübeyr'in miras bıraktığı malın değe­ri elli bir veya elli iki milyon (dirhem) idi. Yine Tabakât'ta Urve'den şu riva­yet nakledilir: Zübeyr'in Mısır'da (Kahire), İskenderiyye ve Kûfe'de arazile­ri, Basra'da da evleri vardı. Medine vadisindeki köylerden elde ettiği gelirleri vardı (Tabakât, III, 77).[1037]

Münâvi'nin Şerlıu'ş-Şemâil'inde Hz. Peygamberin katıkları babında, İbn Mesud'la ilgili olarak şu bilgi verilir: el-Keşşâf ta müellif şöyle der: Riva­yet edildiğine göre o köle ve hayvanları dışında doksan bin dinar miras bırak­tı. Mesudi Mürûcu'z-zeheb'de şöyle der: Talha'mn Irak'tan elde ettiği geliri hergün için bin dinardı, Serât tarafından elde ettiği ise bundan daha çoktu.[1038]

Derim: İbn Sa'd'ın Tabakât'ında şu bilgi verilir: Talha Irak'tan dört yüz ile beşyüz bin arasında (yıllık)[1039] gelir, Serât'ta da onbeş bin dinar veya bun­dan az veya daha fazla gelir elde ediyordu. Medine vadisi köylerinde de gelir­leri vardı. Beni Teym'den hiç kimseyi fakir bırakmaz, kendisi ve ailesinin ki­fayet miktarı geçimini sağlar, bekârlarını evlendirir, fakirlerine hizmetçi ve­rir, borçlularının borcunu öderdi. Geliri geldiğinde her yıl Hz. Aişe'ye onbin dirhem gönderirdi. Subayha et-Teymî'nin[1040] otuzbun dirhem borcunu ödemişti.[1041] İbn Sa'd'ın Tabakât'ında şu bilgi verilir: Talha'mn elinde, kırmızı yakutu bulunan altın bir yüzük vardı.[1042] Yine Tabakât'ta Amr b. Âs'tan şöyle dediği rivayet edilir: Bana haber verildiğine göre Talha, her birinde üç kıntâr[1043] altın bulunan sığır derisinden yapılmış yüz torba miras bıraktı.[1044]

Mesudi sonra şöyle der: Abdurrahman b. Avf in ağılında yüz at, bin deve ve onbin koyun vardı. Öldüğünde bıraktığı mirasın sekizde birinin dörtte biri seksen dört bin dirhlemdi. Zeyd b. Sabitin de yüzbin dinar tutan mal ve mül­künden başka baltalarla kesilen altın ve gümüşü vardı. Zübeyr Basra, Mısır (Kahire), îskenderiyye ve Kûfe'de ev yaptırdı. Talha Kûfe'de ev yaptırdı. Me­dine'deki evini de alçı, tuğla ve Hint ardıcından yüksek şekilde yaptırdı. Sa'd b. Ebi Vakkâs evini Akik'te tavam yüksek, avlusu geniş ve üstünde balkon­lar olarak yaptı. Mikdâd da evini Medine'de Cüruf diye bilinen mevkide içi ve dışı alçılı olarak yaptı.[1045]

İbn Asâkir'in Târih'inde şu bilgi verilir: Hz. Osman'ı öldüren isyancı­lar, öldürüldüğü gün büjtün malını yağmaladılar. Malı 30.500.000 dirhemdi.[1046] el-İsâbe'de müellif, Hamza b. Eyfa el-Hemdânî'nin biyografisi­ni vererek İbnü'l-Kelbî'den naklen şu rivayeti zikreder: O, Hz. Ömer zama­nında Şam'a (Suriye) hicret etti, yanında dört bin köle vardı, hepsini azadetti.[1047] Ahmed b. Hanbel'in Müsned inde Enes'ten şu rivayet nakledilir: Hz. Aişe bir ara evindeydi, Medine'de bir ses duydu ve "bu nedir?" dedi, Ab­durrahman b. Avf in Şam'dan gelen ve herşey yüklü bulunan kervanı oldu­ğunu söylediler. Enes şöyle der: "Kervan yediyüz deve idi, Medine sesten tit­redi". Ve kıssayı zikretti. Kıssada şu bilgi geçer: Abdurrahman b. Avf bu de­veleri semer ve yükleriyle birlikte Allah yolunda tasadduk etti.[1048]

Ashabın zenginlerinden sayılanlardan biri de Amr b. Âs'tır. İbn Asâkir şu tahricde bulunur: Amr, Veht (Tâif te bir bahçesi) bağlarım bir milyon adet çubukla aşılardı. Her çubuk da bir dirhemdi. Bir milyon çubuğa ihtiyaç gös­teren bağın geliri ne kadar olur! Onun Mısır'da birçok evi, Dımaşk'ta (Şam) da evleri vardı. Bunlardan biri Ceyrûn'da, biri Câbiye tarafında idi. Biri Benî Uhayha biri de Maristân diye biliniyordu.[1049] İbn Asâkir'in Târihine bakınız. Çağdaşlardan biri şöyle der: Tarihçilerin, Amr b. Âsin servetiyle ilgili olarak zikrettiklerini akıl kabul etmez.

Ashabın zenginlerinden biri de Amr b. Hureys el-Kureşî el-Mahzûmî'dir. Nevevi Tehzib'de onun biyografisini vererek şöyle der: Resulullah (sav) onun başını okşadı ve alışverişinin bereketli olmasına dua etti. O da büyük bir mal kazandı. O Küfe halkının en zengini idi. Kûfe'e ev edinen ilk Kureyşli olup orada Emeviler zamanında valilik yapmıştır.[1050]

el-İsâbe'de Huveytib b. Abdüluzza'nın biyografisinde şu bilgi verilir: Hz. Peygamber ondan bir mal borç istedi, o da kendisine kırk bin (dirhem) borç verdi. Medine'de yerleşti ve vefatına dek orada kaldı. Mekke'deki evini Muâviye'ye kırk bin dinara sattı. Bazıları bunu çok buldu, Huveytib şöyle de­di: Beş aile ferdi bulunan biri için bu nedir ki!.[1051]

Derim: Bu, ailelerinin geçimi ve masrafları konusunda yaptıkları har­camanın miktarını gösterir. İbn Sa'd'm Tabakât'ında (IV, 2) Süfyân b. Re-bi'den şu rivayet nakledilir: Basra halkından bir zâhid topluluğu içinde Mek­ke'ye gittim. Şöyle dedik: "Keşke Resulullah'ın (sav) ashabından birine bak-saydık ve kendisiyle sohbet etseydik!". Derken Abdullah b. Amr b. Âs'a götü­rüldük. Evine vardığımızda üç yüz kadar yük devesi gördük, şöyle dedik: Ab­dullah b. Amr bütün bunlarla mı-haccetti? Şöyle dediler: Evet o, mevâlisi ve dostları.[1052]

Ashabın zenginlerinden biri de Hz. Peygamber'in hizmetçisi, efendimiz Enes'tir: İbn Sa'd Tabakât ta şu tahricde bulunur: Enes b. Mâlik, Allah Re-sulü'nün ashabı içinde mala karşı en hırslı olanı idi.[1053]

İbn Hacer el-Heytemi Şerhu'l-Hemziyye'de Busîri'nin ashapla ilgili

Zenginler, nezih ve iffetliler, fakirler Alimler, imamlar ve emirler

sözü münasebetiyle şöyle der: Ashaptan Abdurrahman b. Avf ve Osman gibi elinde mal olanlar, Allah için bunu biriktiriyor ve şer'î harcama yerlerine sarfediyorlardı. Malı ne övünme ne fani meta biriktirmek için değil bunun için kazanıyordu. Bu sebepledir ki rivayet edildiğine göre Abdurrahman b. Avf otuz bin köle azad etti. O ve Hz. Osman Tebük Gazvesi'nde aklı hayrete düşürecek kadar tasaddukta bulundular. Zübeyr b. Avvâm'ın, kendisine ha­raç ödeyen bin kölesi vardı. Bununla birlikte çok borçlu olarak vefat etti. Ab­durrahman b. Avf in miras olarak bıraktığının sekizde birinin dörtte birinin seksen bin dinar[1054] etmesi, onun malı Allah için biriktirdiği hususu ile çeliş­mez. Bunun anlamı, onun elinde bulunanı bir defada harcamayıp sakladığı ve her zaman ve durumda matlub olanı sarfettiğidir. Hz. Peygamberin bü­tün elindekini bir defada harcaması ise ya ashabının zaruri ihtiyaçlarını kar­şılamak lüzumundan dolayı olmuş veya onun harikulade işlerdeki durumu­nun başkalarının bu konuda kendisim örnek alacakları bir husus olmadığı ve onların bununla mükellef tutulmadıkları şeklinde yorumlanır.

Bu bilginin benzeri Ebû Abdullah Züneybir ea-Selâvî, Şerif ea-Sicilmâsi ve Ebû Abdullah el-Hudaykî es-Susî tarafından her üçünün el-Hemziyye şerhlerinde verilmiş olup

Dünyaya karşı isteksiz oldular bilinmedi Ona ne meyilleri ne rağbetleri

sözüyle ilgili olarak Hudayki şu ilavede bulunur: Ashabın dünyaya rağbet et­memeleri (zahid olmaları), daha önce geçtiği üzere zengin olmaları, Hz. Pey-gamber'in Enes ve Abdurrahman b. Avf a duasıyla olduğu gibi bazılarının mal kazanmaları ve Hz. Peygamberin "Salih (temiz, helâl) mal, salih kişi­nin elinde ne güzeldir"[1055] sözüyle çelişmez. Çünkü onlar malı Allah için bi­riktiriyorlardı. Tuhfetü'l-ekâbir'de Abdurrahman b. Avf m cennete emek­leyerek (düşe kalka) gireceğine dair hadisle[1056] ilgili yere bakınız.

Sultan el-Melikül-Eşref çağının hafızı Şemsüddin es-Sehâvî'ye "Allahım kim beni seviyorsa onu yeterli ölçüde rızıklandır, kim de bana buğzeder-se onun mal ve çocuklarını çoğalt" hadisinin sahih olup olmadığım ve bunun­la Hz. Peygamber'in Enes'e mal ve çocuklarının artması için dua etmesinin nasıl uzlaştırılacağını sordu. Sehavi ona yaklaşık iki forma (kürrâse) hac­minde ve içeriği şu mealde olan gerçekten nefis bir cevap verdi: "Mezkur ha­dis çeşitli yollarla rivayet edilmiştir. Resulullah'ın (sav) Enes'e duası[1057] ise bundan daha sahih olup Hz. Peygamber'in Enes için dua ettiği mal helal ve meşru olarak istenendir". Anılan cevap çok faydalı olup ona bakınız.

İnce manalı sözlerden biri de Mağrib'de şeyhül-cemâa olan Ebû Abdul­lah Muhammed b. Sûde'nin Fehrese'sinde hocası Vecihüddin el-Ayderûs'un "Allah rızkı kullarına bollaştırsaydı yeryüzünde azarlardı' (Şûra 42/27) âyetiyle ilgili olarak söylediği şu sözdür: "Ayette geçen "ibadihi" (onun kulları) ifadesindeki zamir rızık kelimesine râcidir (rızkın kulları), ism-i şerife (Allah) değildir. Allah, Osman b. Affân, Abdurrahman b. Avf ve başkalarına rızkı bolca verdi, fakat onlardan azgınlık sadır olmadı". Mezkur Fehrese'ye bakınız. Ben sonra Seyyid Ayderûs'un bu hususta geçil­miş olduğunu gördüm ki anılan sözü ondan önce arif İbn Vefa eserinde söyle­miştir.[1058]

 

Hz. Ali Ve Fatma'nın Kızıyla Evlendiğinde En Yüksek Mehri Veren Sahabi

 

Şeyh Muhtar el-Küntî el-Ecvibetü'1-mühimme'de Hafız Demiri'den naklen şu bilgiyi zikreder: Haberi bize ulaşan en yüksek mehir Hz. Ömer'in olup Hz. Ali'nin kızı Ümmü Gülsüm[1059] ile evlendiğinde vermişti. Ona mehir olarak kırk bin dinar ödemişti. Kendisine bu durum soruldu, o şöyle dedi: Allah'a andolsun, bende kadınlara karşı bir rağbet yoktur, fakat ben Resulullah'ın (sav) "Kıyamet günü benim nesep ve sebebimden başka her nesep ve se­bep kesilir"[1060] söylediğini duydum ve onunla aramdaki nesebin güçlenmesi­ni istedim, o nasıl benim kızımla evlendiyse ben de onun kızıyla (torunu) ev­lenmeyi arzuladım. Bu büyük malı da Hz. Peygambere akrabalığıma hür­metin verdim.[1061] Oysa Hz. Ömer mehir konusunda aşırılıktan menetmişti. Fakat bir kadın "...Onlardan birine yüklerle mal vermiş olsanız dahi verdi­ğinizden hiçbir şeyi geri almayın" (Nisa 4/20) âyetini delil göstererek onu susturmuştu. Fethu'l-Bâri'de, kadının Hz. Ömer'le kıssasına bakınız.[1062]

 

Ashabın Sayısı

 

Hafız Ebû Zur'a er-Râzî, kendisine "Resulullah'ın (sav) hadislerinin dört bin tane olduğu söyleniyor, değil mi?" diyen kimseye şu karşılığı verdi: "Kimdir bunu söyleyen? Allah onun dişlerini söksün, bu zındıkların sözüdür. Resulullah'ın hadislerini kim sayabilir; o vefat ettiğinde kendisinden hadis dinleyen ve rivayet eden yüzon bin ashabı vardı". Ebû Zur'a'ya "bunlar nere­deydiler, nerede ondan duydular?" diye soruldu, şöyle dedi: "Medine ve Mek­ke halkı ile bu ikisi arasında bulunan bedevi Araplar. Kendisiyle birlikte Ve­da Haccı'nda bulunanların hepsi onu gördüler ve Arafat'ta kendisinden din­lediler". İbn Fethûn Zeylü'l-Istîâb'da bunu kaydettikten sonra şöyle der: "Ebû Zur'a, özellikle ravileri soranlara böyle cevap verdi, ya diğer ashaptan sözetseydi!" Sehâvi de Şerhu'l-Elfiyye'de bunun ardından şöyle der: "Hz. Peygamber'in sağlığında gazvelerde ve bunun dışında vefat eden sahabiler bu sayıya dahil değildir".[1063]

Şemsüddin el-Birmâvî Şerhu'z-Zehri'l-bessâm'da şöyle der: "Ebû Zur'a'dan bu konuda yapılan en sahih nakil, İbnü'l-Medînî'nin Kitâbu's-Sahâbe'ye yaptığı zeylde rivayet ettiği gibi, Hz. Peygamber'den hadis dinle­yip rivayet edenlerin sayısının yüz yirmi dört bin olduğudur". Birmâvi buna ihtimal vermez. Şemdüddin es-Seffârinî de Akide'sine yaptığı şerhte şöyle der: "Hafız Suyûti el-Hasâisu's-suğra'da bu sayıyı kesin şekilde belirtmiş olup hocamız Şihâbüddin el-Menînî Akide'nin nazmında bunu şu sözüyle zikreder: Onların sayısı peygamberlerinkine yaklaşır" (1,47). Bununla bir­likte İbn Fethûn el-İstîâb'da geçen sahabe sayışım üçbih beşyüz olarak tes-bit etmiş ve yaklaşık o kadar da kendisi ilavede bulunmuştur. Zehebi et-Tecrîd'de şöyle der: Bu eserde geçen sahabilerin hepsi muhtemelen sekiz bin kişidir. Bu sayıdan fazla değilseler, eksik değildirler.[1064]

Hâfiz İbn Hacer şöyle der: "Ashap konusunda eser kaleme alanların hepsi, ashabın adlarını tesbitte Ebû Zur'a'dan naklen verilen sayının onda birine vakıf olabilmiş değildirler". Ebû Musa şöyle der: "Onların her birisi, ashabın sayısını, araştırmaları ve bilgilerinin vardığı sınır çerçevesinde ha­ber vermişlerdir". Sehâvi şöyle der: "İsimlerin kapalı kalmasının sebebi, ço­ğunun bedevi oluşu ve Veda Haccı'nda hazır bulunmuş olmalarıdır".[1065]

Ashabı tanıma konusunda mütekaddimin ve müteahhirin ulemadan bir grup alim eser telif etmişlerdir[1066]: Vâkıdi'nin kâtibi İbn Sa'd, Ebû Ahmed Hasan b. Abdullah el-Askerî, Kadı Abdülbaki b. Kani, Ebû Ali îbnu s-Seken, Ebû Abdullah Muhammed b. Mende, Ebû Hatim Muhammed b. Hibbân, Ebû Musa el-Medînî, Beğavi, İbn Abdilber. Bu sonuncusu ashap konusunda telif­te bulunanların en meşhurudur. İbnü'1-Esir, Zehebi, İbn Hacer. İbn Hacer'in eseri el-İsâbe olup bu eserlerin en kapsamlısı ve ifade bakımından en uygu­nudur. Kendisinden sonra ise, ihtisar v.s. yoluyla ona hizmette bulunanlar­dan başkası bu alanda gelmemiştir. Fas'ta son olarak onu ihtisar edenlerden biri Ebû Zeyd el-Irâki el-Huseynî olup bende bu ihtisarın, müellifin kendi el-zasıyla Ayın harfine kadar olan kısmı mevcuttur.[1067]

 

Medine'de Allah Resulü İle Birlikte En Son Kaç Şahabının Bulunduğu

 

Gazzâli ihyada "Rub'u'l-ibâdât" bölümünde, bâtını amellerden tilâvetle ilgili üçüncü bâbda şöyle der: "Resulullah (sav) vefat ettiğinde yirmi bin sahabisi vardı".[1068] Hâfiz Irâki şöyle der: O, muhtemelen, Medine olan sa-habileri kastetmiştir.[1069] Âburi ve Sâci tarafından kaleme alınan Menâkıb'ında[1070] geçtiği üzere İmam Şafii'den İbn Abdilhakem yoluyla şu ri­vayet nakledilir: "Resulullah (sav) vefat ettiğinde müslümanlann sayısı alt­mış bindi. Bunun otuz bini Medine'de, otuz bini de Arap kabileleri ve diğerlerindeydi". Beyhaki'nin İbrahim b. Ali et-Taberî yoluyla Ahmed b. Han-bel'den yaptığı rivayette o şöyle der: "Resullulah (sav) vefat etti, ardında otuz bin kişi namaz kıldı". Sehâvi Fethu'l-muğis'te şöyle der: Daha önce geçen bilgiyle uyuşması için, muhtemelen o Medine'de olanları kastetmiştir.[1071]

 

Allah Resulü'nden En Çok Rivayette Bulunan (Müksirûn) Sahabiler

 

Ashaptan rivayeti en çok olanlar (müksirûn), Ibn Kesir ve baş­kalarının kendisinden naklettikleri üzere Ahmed b. Han bel'e göre, rivayet ettikleri hadislerin sayısı bini aşanlardır. Bunlar da altı kişidir; Enes[1072], Ab­dullah b. Ömer, Aişe, Abdullah b. Abbas, Câbir ve Ebû Hureyre. Ebû Hurey-re icmaen onların en çok rivayette bulunanıdır. Endülüs hâfizı Baki b. Mah-led'in Müsned'inde onlardan yaptığı şu rivayetler de bunu gösterir: Ebû Hu­reyre'den 5374, İbn Ömer'den 2630, Enes'ten 2283, Hz. Aişe'den 2210, İbn Abbas'tan 1660 ve Câbir'den 1540 hadis. Bunların bir de yedincisi olup Hafız Irâki, İbn Kesir'i izleyerek ona işarette bulunmuştur: Ebû Said el-Hudri. Ba­ki b. M ahi e d onun da 1170 hadisini rivayet etmiştir.[1073]

Burhaneddin el-Halebî bunu şiir halinde şöyle dile getirir:

Ebû Said, Hudre'ye nisbetle anılır

Yedincisidir onların, kasidede ihmal edilmiş

Bir diğeri şöyle der:

Ashaptan yedisi binden fazla naklettiler

Nebi'den, Allah'ın elçisi, Mudar'ın en hayırlısı

Ebû Hureyre, Sa'd, Câbir, Enes,

Sıddıka, îbn Abbas ve İbn Ömer.

İbn Kesir müksirûna İbn Mesud ve Abdullah b. Amr b. Âs'ı da dahil eder. Fakat bunların Baki b. Mahled tarafından nakledilen hadisleri­nin sayısı bine ulaşmaz; ilkinin hadisleri 848, diğerinin ise 700'dür.[1074]

Tenbih: İbn Sa'd Tabakât ta Muhammed b. Ömer[1075] el-Eslemî'nin şöy­le dediğini kaydeder: Resulullah'ın (sav) ashabının büyüklerinden rivayet az olmuştur. Çünkü onlar, kendilerine ihtiyaç duyulmasından önce vefat et­mişlerdi. Ömer b. Hattab ve Ali b. Ebi Talib'den çok rivayette bulunuldu, çünkü onlar yönetime geldiler, kendilerine soru soruldu, halk arasında hü­küm verdiler. Resulullah'ın her sahabisi kendisine uyulan ve yaptıkları hıf­zedilen birer önderdiler. Onlara fetva soruldu fetva verdiler, hadisleri dinle­di ve rivayet ettiler. Allah Resulü'nün Hz. Ebubekir, Osman, Talha, Zübeyr, Sa'd b. Ebî Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Ebû Ubeyde b. Cerrah, Said b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Übey b. Ka'b, Sa'd b. Ubâde, Ubâde.b. Sâmit, Üseyd b. Hudayr[1076], Muâz b. Cebel ve benzerleri gibi büyük sahabileri, diğerlerine nisbetle kendisinden daha az rivayette bulunmuşlardır. Bunlardan, Resu­lullah'ın ashabının Câbir b. Abdullah, Ebû Said el-Hudrî, Ebû Hureyre, Ab­dullah b. Abbas, Râfi b. Hattâb, Abdullah b. Amr b. Âs, Abdullah b. Abbas, Râfi b. Hudeyc, Enes b. Malik, Berâ b. Âzib ve benzerleri gibi gençlerinden olduğu kadar rivayet nakledilmemîştir. Çünkü bunlar hayatta kalıp uzun ömür sürdüler, insanlar kendilerine ihtiyaç duydular. Allah Resulü nün as­habından birçokları gelip geçti. Bunlardan kimi, muhtemelen, Resulul-lah'tan rivayette bulunanlardan daha çok kendisinin sohbetinde bulundu­ğu, oturup dinlediği halde Resulullah'tan hiçbir şey rivayet etmemiştir. Fa­kat biz onlarla ilgili bu durumu ya hadis rivayetinden sakınmaları veya as­habın çokluğundan dolayı kendilerine ihtiyaç duyulmadığı yahut da ibadet ve Allah yolunda cihad seferleriyle meşgul olduklarına yorumluyoruz. Böy­lece Resulullah'tan hiçbir rivayet kendilerinden nakledilmeden göçüp gittiler.[1077]

Faide: Bir grup alim Abdullah b. Amr'ın Müsned'ini ayrı bir eser halin­de tasnif etmiş olup Bağdat muhaddisi Ebû Hayseme Züheyr b. Harb bunlar­dandır.[1078]

 

Ashap İçinde En Büyük Hadis Hafızı Ve İslam'da İlk Muhaddis

 

Daha önce Ebû Hureyre'nin ashabın ençok hadis belleyeni (en hânzi) ol­duğunu belirtmiştik. Nevevi bu konuda icma olduğunu kaydeder. Bunu Said b. Ebi'l-Hasan ve İbn Hanbel söylemiş olup Îbnü's-Salâh, Irâki Elfiyye de ve başkaları da onları izleyerek söylemişlerdir.[1079] Zehebi Tezkiretü'l-huffâz da onun biyografisini verir ve Şafii'den şu nakilde bulunur: Ebû Hu-reyre, zamanında hadis rivayet edenlerin en h â f ı z ı idi. Kehmes, Ab­dullah b. Şakik'in şöyle dediğini rivayet eder: Ebû Hureyre şöyle dedi: "Resu-lullah'ın ashabı içinde, onun hadisini benden daha iyi hıfzeden birini bilmi­yorum". Zehebi, İbn Ömer'in Ebû Hureyre'ye şöyle dediğini zikreder: "Sen bi­zim, Resulullah'm (sav) hadislerini en iyi bilenimiz ve (hadisleri bellemede) en devamhmızsın".[1080] Yine Zehebi, Ebubekr b. Ebî Dâvud'dan şöyle dediğini zikreder: Ben Sicistân'da rüyamda Ebû Hureyre'yi gördüm ve kendisine şöy­le dedim: "Seni seviyorum". O da şöyle dedi: "Ben dünyada ilk sâhibü'l-hadisim (hadis ile meşgul olan, muhaddis)".[1081]

İbn Nâsirüddin ed-Dımaşkî Şerhu Bediiyyeti'l-beyân'da Ebû Hurey­re'nin biyografisinde şöyle der: "O, çağında ashabın hâfızıveen çok ha­dis rivayet edeniydi." Ebû Hureyre Müsned'ini Baki b. Mahled'den başka Taberâni, İsmail b. Ishâk el-Kâdî, Ebu Bekr Ahmed b. Ali el-Mervezî, Ebü'l-Abbas Ahmed b. Muhammed el-Berkî ve başkaları gibi bir grup alim müsta­kil olarak tasnif etmişlerdir. Fevâtihu'r-rahamût alâ Müsellemi's-sübût müellifi, Irâki'nin şöyle dediğini nakleder: Ashap, kim mü'minlerin iki emiri Hz. Ebubekir ve Ömer'den fetva isterse, Ebû Hureyre, Muâz b. Ce­bel ve başkalarından da fetva isteyebileceği ve hiçbir olumsuz tavır görme­den onların görüşüne göre amel edebileceği hususunda icma etmiştir.[1082] Fevâtihu'r-rahamût ta bir başka yerde müellif şöyle der: Ebû Hureyre müçtehid bir fakihtir, fakihliğinde şüphe yoktur. O Resululah zamanında ve ondan sonra fetva verirdi. İbn Abbas'm görüş ve fetvasına karşı çıkardı. Fah-rulislam'ın[1083] UsuTünün bir şerhinde şu bilgi verilir: Buhari şöyle dedi: On­dan muhacir ve ensarın çocuklarından yedi yüz kişi ve ashaptan bir grup ri­vayette bulundu.[1084]

Derim: Ben Tunus'ta, oranın mâliki müftüsü üstad Şeyh Muhammed en-Neccâr'ın Şemsü'z-zahîre fi beyânı fadli ve fıkhi Ebî Hureyre adlı değerli bir risalesine muttali oldum.[1085] Hafız İbn Kayyim el-Vâbilü's-say-yib'de Abdullah b. Abbas'm hıfzım ve nkhmı anarken şöyle der: İbn Abbas'm fetvaları, tefsiri ve istinbatı, EbûJHureyre'nin fetvaları ve tefsirine nisbetle nerede kalır? Ebû Hureyre ondan daha hânzdır, hatta o mutlak olarak üm­metin hafızıdır. Hadisi duyduğu gibi nakleder, geceleri ders olarak verirdi. Onun himmeti hıfza, hıfzettiğini duyduğu gibi tebliğe yönelikti. İbn Abbas'ın himmeti ise fikha, istinbata, nasları yarıp ondan nehirler akıtmaya ve hazi­nelerini çıkarmaya yönelikti. Bunun gibi insanlar da ondan sonra iki kısım­dır: Bir loşun hafız lardır, zabt, hıfz ve duydukları gibi edaya önem verir­ler. Bir kısım da istinbata, naslardan hüküm çıkarmaya önem veren kimselerdir.[1086]

Derim: Çağdaşlarımızdan biri şöyle der: İslâmî dönemdeki hafız lann tarihi Abdullah b. Abbas'la başlar. Kulaklarına çalman hiçbir şey yoktu ki kavrayıp bellemesin. İbn Ebî Rebia'nın kasidesini ilk duyuşun­da hemen belledi. Şüphesiz ki onun göğsü Arapların hazine siy di; tefsirde, hadiste, helal, haram, Arapça ve şiirde müracaatları ona idi. Bazı ravilerin Zühri'den, onun Ikrime ve onun da İbn Abbas'tan "Her yetmiş yılda bir, her-şeyi hıfzeden biri doğar" dediğine dair naklettiği rivayet sahihse, İbn Ab-bas'ın kendisi İslam'da ilk yetmişin mümessili olur. Fakat haber Ikrime'nin yalanlarından ise, bununla hocası İbn Abbas'ı çirkinlik bulunan bir mübala­ğayla en doğru vasıfla vasfetmiş olur.[1087]

 

Ashaptan Fetva İmamları

 

Ashaptan çok fetva verenler yedi kişidir: Hz. Ömer, Âli, İbn Mesud, İbn Ömer, İbn Abbas, Zeyd b. Sabit ve Hz. Aişe. İbn Hazm şöyle der: Bunlardan her birinin fetvalarından kalın birer cilt derlenmesi mümkündür.[1088] Bu yedi kişiyi fetva konusunda yirmi kişi izler: Hz. Ebubekr, Osman, Ebû Musa, Muâz, Sa'd b. Ebi Vakkâs, Ebû Hureyre, Enes, Abdullah b. Amr b. Âs, Sel-man, Câbir, Ebû Said, Talha, Zübeyr, Abdurrahman b. Avf, İmran b. Hu-sayn, Ebû Bekre, Ubâde b. Sâmit, Muaviye, İbnü'z-Zübeyr, Ümmü Seleme, îbn Hazm şöyle der: Bunlardan her birinin fetvalarından da küçük birer cüz derlenmesi mümkündür. Ashaptan yaklaşık yüzyirmi kişi de son derece az fetva vermişlerdir. Bunlardan ancak bir, iki veya üç mesele rivayette bulun­muşuzdur. İbn Hazm, Übey b. Ka'b, Ebu'd-Derdâ, Ebû Talha, Mikdâd ve di­ğerlerini anarak şöyle der: Bunların hepsinin fetvalarından ise araştırma sonucu küçük bir tek cüz derlemek mümkündür. Bu bilgiyi Sehâvi Fethü'l-muğis'te, Suyuti de Tedribü'r-râvi de kaydeder.[1089]

İbn Asâkir'in Târihinde Endülüs'ün hânzi ve iftiharı Baki b. Mahled'in biyografisinde şu bilgi verilir: "O ashap, tabiin ve onlardan başkalarının fet­vaları konusunda eser kaleme aldı. Eserde İbn Ebi Şeybe'nin Musannef' i, Abdürrezzak b. Hemmâm'ın Musannef i, Said b. Mansur'un ve başkaları­nın Musannef lerini aştı ve bu eserlerde hiç yer almayan büyük bir ilim der­ledi. Onun bu ve diğer eserleri, İslam'da benzeri olmayan temel kaynaklar ol­dular". İbn Asâkir'in Târih'inin muhtasarına (III, 279) bakınız.[1090]

Derim: Bu ve ileride İbn Kayyim'den naklen verilecek İbn Hazmın "İbn Abbas'ın fetvaları ayrı olarak yedi cilt oluşturur"[1091] sözüyle, Nevevi'nin Tehzibü'1-esmâ ve'1-luğât'ta söylediği şu sözü (n isabetsizliğini) anlarsın: "Ashaptan ancak sayılı meseleler rivayet edilmiştir. Çünkü onların fetvaları meydana gelen olaylara hasredilmiş olup henüz vuku bulmamış hususlarla ilgili soru sormaktan insanları menederlerdi. Onların himmeti, İslam keli­mesinin yüceltilmesi için kafirlerle cihada, nefisle mücahedeye ve ibadete... yönelikti".[1092] Ashap Resulullah (sav) zamanında ilim öğrenen ve Öğretenler, ticaret yapanlar ve ziraatle uğraşanlar olmak üzere kısımlara ayrılmışlar­dır. Herhangi bir yıl umumî seferberlik olduğu zaman hariç, sürekli savaş­mıyorlardı. Eğer içlerinden bir grup fetva ve öğretimle meşgul olup kendile­rini buna vermeselerdi, onların zamanında müslüman olan yüzler, binler ve milyonlara dini bilgileri kim öğretti? Allah doğrusunu en iyi bilir.

Latife: İbn Rüşd'ün el-Beyân ve't-tahsîl adlı eserinin "Cami" bölümünde şu bilgi verilir: Rivayet edilir ki Ebu Hureyre fetva vermeyi terketti. Kendisine bu durum sorulunca şöyle dedi: "Vücudum zayıfladı, kalp te vü­cuttan bir parçadır. Vücudumun zayıflaması gibi kavrayışımın da zayıfla­mış olmasından korkuyorum".[1093]

 

Ashaptan En Çok Fetva Veren, Fetvalarından Yedi Cilt Derlenen; Deniz, Kuran Alimi, Ümmetin Arif Ve Âbidi Ve Dalgıç Lakaplarıyla Anılan; Yolda Gidişinden Tanınan Ve Babası Vefat Ettiğinde Heybet Ve Azametinden Halkın Bir Ay Taziyeye Gidemediği Kimse

 

Ashabın mutlak anlamda en çok fetva vereni, Ahmed b. Hanbel'in söylediğine göre Abdullah b, Abbas'tır. Şöyle ki ashabın büyükleri, kendileri­ne fetva soranları ona gönderiyorlardı. Nasıl olmasın ki Allah Resulü ona "Allah'ım ona kitab'ı Öğret"[1094] veya bir başka lafızla "Allah'ım onu dinde bilgi sahibi kıl, ona tevili öğret"[1095], bir diğer lafizla "Allah'ım ona hikmeti ve Kitab'ın tevilini öğret"[1096] veya bir diğer lafızla "Allah'ım onu bereketli kıl ve ondan yay"[1097] şeklinde dua etmiştir. İbn Ömer şöyle der: "O, kalanların, efendimiz Muhammed'e (sav) indirileni en iyi bilenidir". Ebû Bekre şöyle der: "O Basra'da yanımıza geldi. Arapların içinde haşmet, ilim, beyan ve gü­zellikte onun gibisi yoktu". Hz. Aişe şöyle der: "O, insanların haca en iyi bile­nidir". Onun "deniz" diye vasıflandınlması Sahih-i Buhari'de ve diğer eser­lerde geçmektedir. Bununla vasfedilmesi, Mücâhid'in dediği gibi ilminin çokluğu sebebiyledir. Atâ'dan şöyle dediği rivayet edilir: "Deniz şöyle dedi, deniz yaptı".[1098] O bununla İbn Abbasi kastediyordu. Birçokları onu ümme­tin alimi (hibrü'l-ümme), bazısı Arapların alimi (hibrü'l-Arab), Kur'an'ın tercümanı, ümmetin âbid ve zahidi (rabbâniyyü'l-ümme) diye adlandırmış­tır. Bu bilgi için Fethu'I-muğis'e bakınız.[1099]

İbn Abbas'ın el-İsâbe'deki biyografisinde şu bilgi verilir: Ona Arapla­rın alimi (hibrü'l-Arab) denirdi. Söylendiğine göre ona bu lakabı veren Mağ-rib hükümdarı Gregory (Gregorius) idi.[1100] O Abdullah b. Ebû Şerhle birlikte gazaya çıktı, Gregory ile görüştü. Gregory kendisine şöyle dedi: "Senin ancak Arapların alimi olman gerekir". Bunu İbn Düreyd el-Ahbâru'1-mensûre de söyler.[1101]

İbn Abbas'ın el-İstiâb'daki biyografisinde şu bilgi verilir: Ömer b. Hat-tâb onu sever, arar ve yakınlık gösterir, ashabın büyükleriyle birlikte ona da­nışırdı. Onunla ilgili olarak Hz. Ömer şöyle derdi: "Olgun genç, soran bir dili, kavrayan bir kalbi var". Tâvûs şöyle der: "Ashaptan beşyüz kadarına ulaş­tım, İbn Abbas'ı anıp ta kendisine aykırı görüş belirttikleri zaman, eninde so­nunda onun görüşüne dönüp gelirlerdi". Yezid b. el-Esam şöyle dedi: "Muavi-ye, yanında İbn Abbas olarak hac yolculuğuna çıktı. Muaviye ve İbn Abbas'ın ilim talebelerinden oluşan ayrı birer grupları vardı." Hz. Ömer içtihadı ve müslümanlan gözetip himayeye önem vermesine rağmen zor meseleler için İbn Abbas'ı çağırırdı. Rivayet edildiğine göre Muaviye birgün İbn Abbas1 a baktı, o konuşuyordu, gözüyle onu izledi ve şu beyitleri okudu:

Söylediğinde, söyleyecek birşey bırakmıyor başkasına

İsabetli olarak ve dilini alay için kullanmadı

Dil sözü çevirir çekindiğinde, o

Kendinden emin bakar, doğanın bakışı gibi.[1102]

Yine İbn Abdilber, Atâ'dan şu tahricde bulunur: Kimileri İbn Abbas'a şi­ir ve e n s âb , kimileri Arapların tarihî günleri ve olayları, kimileri ilim ve fikıh için gelirlerdi. Bu gruplardan hiçbiri yoktu ki o isteklerini karşılamış olmasın.[1103] Zübeyr b. Bekkâr el-Muvaffakiyât'ta, Hz. Ömer'in bir konuda kendisiyle görüşüp küçük yaşına rağmen onun görüşüne döndükten sonra şöyle dediğini tahric eder: "Ey İbn Abbas, kim sizin denizlerinize dalıp dibine varıncaya dek orada sizinle yüzeceğini zannediyorsa güç yetirilmeyecek bir şeyi düşünmüştür".

İbn Sa'd, İbn Abbas'tan şu tahricte bulunur: Birgün Ömer b. Hattâb'm yanma geldim, Yala b. Ümeyye'nin Yemenden kendisine yazdığı bir mesele­yi bana sordu. Kendisine cevap verdim, şöyle dedi: "Nübüvvet evinden ko­nuştuğuna şahitlik ederim".[1104] Dineveri, Medâini'den şu tahricde bulunur: Ali b. Ebî Tâlib, Abdullah b. Abbas hakkında şöyle dedi: "O işleri kavrayışı ve aklından dolayı, gabya ince bir perdenin arkasından bakar".

Tezkiretü'l-huffâz'da İbn Abbas'ın biyografisinde A'meş'ten şu nakil­de bulunulur: Ali, İbn Abbas'ı hac yaptırmakla görevlendirdi. O bir gün bir hutbe okudu kî Türkler ve Bizanslılar kendisini dinleselerdi müslüman olur­lardı. Sonra da Nûr sûresini okuyup tefsirine başladı.[1105]

Hâfiz İbn Kayyim el-Vâbilü's-sayyib adlı eserinde şöyle der: Ümmetin alimi ve Kur'an'm tercümanı olan bu Abdullah b. Abbas'ın Hz. Peygam-ber'den duyduğu, "duydum" ve "gördüm" dediği hadis sayısı yirmi hadise ulaşmaz. Hadislerin çoğunu sahabeden dinlemiş olup hadisi kavrayış ve ondan hüküm çıkarma kabiliyeti bereketli kılınmış, ta ki dünyayı ilim ve fıkıh­la doldurmuştur. Ebû Muhammed İbn Hazm şöyle der: Onun fetvaları yedi büyük ciltte toplanmış olup bu da onu derleyenin ulaştığı Ölçüdedir. Yoksa İbn Abbas'ın ilmi deniz gibidir; fıkıh, hüküm çıkarma ve Kur'an'ı kavrayışı insanlara üstünlük sağlayacak seviyedeydi. Onların dinledikleri gibi o da dinledi, Kur'an'ı belledikleri gibi o da belledi, fakat onun toprağı toprakların en temizi ve ziraate en uygunu olup ona nassları ekti ve her çeşitten güzel çiftler bitirdi. Bu, Allah'ın lütfü olup onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.[1106]

İbn Süleyman Sıla'smda şu bilgiyi zikreder: Ebû Muhammed Da'lec b. Ahmed es-Sicistânî, Abdullah b. Abbas'ın Müsned ini ayn bir eser halinde derlemiştir.[1107] Hafız İbn Receb'in de Nûru'l-iktibâs £1 mişkâti vasiyyeti İbn Abbas adlı bir eseri vardır.[1108] Hazreci'nin Hulâsa'sında şu bilgi verilir: Musa b. Ubeyde şöyle dedi: Hz. Ömer, İbn Abbas'a danışır ve ona "dalgıç" der­di. Sa'd şöyle der: "Ben İbn Abbas'tan daha hızlı kavrayan, daha akıllı, daha çok bilgi ve daha geniş hilim sahibi kimseyi görmedim. Ömer'in onu zor me­seleler için çağırdığını gördüm". Derime şöyle der: İbn Abbas yoldan geçtiğin­de, kadınlar "misk mi geçti, İbn Abbas mı?" derlerdi. Mesrûk şöyle der: Ben İbn Abbas'ı gördüğümde "insanların en güzeli" derdim, konuştuğunda "in­sanların en fasih konuşanı", anlattığında "insanların en bilgilisi" derdim.[1109]

Muhammed b. Ebi'1-Alâ b. Semmâk'ın Revnaku't-tahbîr fî hükmi's-siyâse ve't-tedbîr'i ile Karâfî'nin el-Furûk'unda (II, 195) şu bilgi verilir: Rivayet edildiğine göre Abbas b. Abdülmuttalib vefat ettiğinde bu durum oğ­lu Abdullah'a çok ağır geldi. Abdullah b. Abbas, insanlara saygı telkin eden biriydi; çünkü o Kur'an'ın tercümanı, son derece akıllı, güzellik, azamet ve Övgüye değer hasletlere sahipti. İnsanlar, onu ululamaları, telkin ettiği say­gıdan duydukları heybet ve kaybımn büyüklüğünden dolayı ona taziyede bu­lunmaktan çekindiler. Çünkü Abbas, Resulullah'm amcasıydı ve onun vefa­tından sonra da babası gibi kaldı. "İnsanların en cesuru kimdir?" denilince "Abbas" karşılığı verilirdi, "insanların en bilgilisi kimdir?" denilince "Abbas" karşılığı verilirdi, "insanların en cömerdi kimdir?" denilince de "Abbas" kar­şılığı verilirdi. Vefat ettiğinde bu durum ve musibet insanlara ve oğlu Abdul­lah'a ağır geldi. İnsanlar ona taziyede bulunmakta geri durdular. Tarihçile­rin kaydettikleri üzere bir ay böyle kaldılar. Bir ay sonra bâdiyeden bir bede­vi geldi, Abdullah b. Abbas'ı sordu. Niçin aradığını sordular, o da taziyede bu­lunmak istediğini söyledi. Bunun üzerine halk da kendileri için taziye kapısı açması umuduyla onunla birlikte gittiler. Adam Abdullah b. Abbas'ı görünce ona "Allah'ın selamı üzerine olsun ey Ebü'1-Fazl" dedi, o da onun selamını al­dı, adam şu şiiri okudu:

Sabret biz de seninle sabredelim Zira tebaanın sabrı liderin sabnyladır Abbas'tan bir hayırdır, ondan sonra senin ecrin Andolsun senden de Abbas'a bir hayırdır

Abdullah şiiri dinleyince üzüntüsü gitti, insanlar da taziyeye koyuldular.[1110]

Tamamlayıcı bilgi: İlk asır alimlerinden fikhi görüşleri tedvin edilenler­den biri de Hasan-ı Basri olup Hânz Ebû Muhammed îbn Hazm'ın Endülüs halkının mefahirine dair risalesinde şu bilgi geçer: "Kadı Muhammed b, Yümn b. Müferric'in, Hasan-ı Basri'nin fıkhına dair yedi ciltlik bir eseri ve Zühri'nin fıkhını derlediği birçok kitabı vardır." İbn Hazm'ın sözkonusu risa­lesi için Neflıu't-tib'e (II, Î32) bakınız.[1111]

 

Verdiği Fetvalarda Müçtehîde Nisbetle Mukallid Gibi Kendisini Taklid Eden Tabileri Bulunan Sahabiler

 

İbnü'l-Medinî şöyle der: Allah Resulü'nün (sav) ashabının ilmi, kendile­rinden ilim alınan üç şahısta son noktasma ulaşmıştır. Bunlar da Abdullah b. Mesud, Zeyd b. Sabit ve İbn Abbas'tır.[1112] Hânz Irâki, Elfiyye'de buna işa­retle şöyle der:

O ve Zeyd ve îbn Abbas ki onların Fıkıhta tabileri var, görüşlerine uyan.[1113]

İbn Abbas'a gelince, Şemsüddin İbn Âbidin el-Hanefî ed-Dımaskî, ed-Dürrü'l-muhtâr a yaptığı haşiyenin baş tarafında (s. 40) şu bilgiyi zikre­der: Abbasi devleti hükümdarları, her ne kadar kadıları ve şeyhülislamları­nın çoğu hanefi idiyse de, dedeleri îbn Abbas'm mezhebi üzere idiler.[1114] Bu esere bakınız ve önceki başlıkta geçtiği üzere görüş ve fetvaları İbn Hazm'dan önce yedi cilt halinde tedvin edildiği halde insanların onun mez­hebine uymaya niçin yönelmediklerini düşünün. Allah doğrusunu en iyi bi­lir. Sonra, adı geçen İbn Âbidin'in "iydeyn bâbı"nda şöyle dediğini gördüm: Bayram tekbirleri konusunda İbn Abbas'ın görüşü, imamın ilk rekatta yedi, ikinci rekatta ise altı tekbir alması şeklindedir. el-Hidâye de müellif şöyle der: "Abbasi halifelerinin emirleri sebebiyle bugün çoğunluğun uygulaması da bu şekildedir". ez-Zahîriyye'de müellif şöyle der: "Bu Ebû Yusuf ve Mu-hammed'in böyle yaptıklarına dair rivayetin tevilidir. Çünkü Harun Reşid onlara ceddinin görüşüne uygun şekilde tekbir getirmelerini emretmişti. Onlar da kendi mezhep ve görüşleri olarak değil de onun enirine uyarak böy­le yapmışlardı". el-Mi'râc da müellif şöyle der: Çünkü Allah'a isyan olma­yan konularda devlet başkanına itaat vaciptir". İbn Âbidin'in haşiyesine (I, 583) bakınız.[1115]

İbn Mesud'a gelince, Tenvirü'l-ebsâr'm hanefi alim Hasken1 tarafın­dan yapılan şerhi ed-Dürrü'1-muhtâr'da şu bilgi verilir: Dediler ki fikhı Ab­dullah b. Mesud ekti, Alkame suladı, İbrahim en-Nehaî biçti, Hammâd har­manda dövdü, Ebû Hanife öğüttü, Ebû Yusuf hamur yaptı, Muhammed pi­şirdi, diğer insanlar da onun ekmeğini yiyorlar.

Birisi şu şiiri söylemiştir:  

Fıkıh İbn Mesud'un ektiğidir, Alkame Biçeni, sonra İbrahim dövenidir, Nu'man öğüteni, Yakub hamurcusu, Muhammed pişireni ve yiyeni de insanlar

ed-Dürrü'1-muhtâr'm haşiyesini yazan, "onu ekti" sözüyle ilgili ola­rak şöyle der: Yani fikhın furûunu istinbat konusunda ilk konuşan Abdullah b. Mesud'dur.[1116]

 

Ashaptan İlimde En Üst Seviyede Olanlar

 

Mesrûk b. Ecda şöyle der: Allah Resulünün ashabındaki ilim yedi kişi­de en üst seviye ulaşü: Zeyd, Ebu'd-Derdâ, Übey b. KsCb, Ömer b. Hattâb, Ab­dullah b. Mesud ve Ali b. Ebi Tâlib. İlk dördünün ilmi de Ali ve İbn Mesud'da doruğa ulaşmıştır. Şa'bi, Ebu'd-Derdâ'nm yerine Ebû Musa el-Eş'arî'yi sayar.[1117]

Hâkim, şu merfu rivayeti tahric eder: "Ebû Hureyre ilmin kabıdır".[1118] İmam Ahmed, İbn Mesud'dan şu rivayeti tahric eder: Resulullah (sav), ken­disine şöyle dedi: "Allah sana rahmet etsin, sen bilen Calim) ve öğretilen­sin".[1119] İbn Sa'd'ın Tabakâtmda şu bilgi verilir: Ebû Musa el-Eş'arî, İbn Mesud'u kastederek şöyle dedi: "Şu alim (hibr) içimizde olduğu sürece bana soru sormayın".[1120] Yine Tabakât ta şu tahricde bulunulur: Abdullah b. Mesud birgün çıkageldi, Hz. Ömer oturuyordu, onu görür görmez şöyle dedi: "İlimle (veya fıkıhla, dedi) dolu çoban torbası!".[1121] el-Kâmûs ta müellif şöyle der: Küneyf, İbn Mesudun lakabı olup çobanın torbasına (kinf) teşbihen Hz. Ömer tarafından kendisine verilmiştir.[1122] İbnü't-Tayyib Hâşiyetü'l-Kâmûs ta şöyle der: Bu rivayet bilinen ve meşhur olandır, ez-Zahîriyye ve başka eserlerde geçen ve Resullulah'ın (sav) ona "İlimle dolu çoban torbası" dediğine dair rivayetin aksine. Zira bu rivayet bilinen bir rivayet değildir.

Abdürrezzak, Beyhaki ve İbn Ebi Şeybe, Ebû SüfVan'dan, onun da hoca­larından, Hz. Ömer'in recmedilmesini emrettiği hamile bir kadınla ilgili ola­rak naklettiği şu rivayeti tahric ederler: Muâz b. Cebel o kadının doğum ya­pıncaya kadar (recminin tehir edilerek) hapsedilmesi yönünde görüş belirtti. Muâz'ın tavsiyesi sonucu gerçek ortaya çıktı, Hz. Ömer şöyle dedi: "Anneler Muâz gibisini doğurmadılar, eğer Muâz olmasaydı Ömer helak olmuştu".[1123] İbn Sa'd, Şehr b. Havşeb'den şöyle dediğini tahric eder: "Alimler kıyamet gü­nü getirildiklerinde, Muâz b. Cebel Önlerinde taştan bir kule olur".[1124]

el-Istibsâr'da Ferve b. Nevfel'in şöyle dediği kaydedilir: Ben Abdullah b. Mesud'la birlikte oturuyordum, şöyle dedi: "Muaz Allah'a itaat eden, onu birleyen bir ümmet (her iyiliği kendinde toplayan bir lider) idi, müşriklerden değildi". Ben, "Ey Ebû Abdurrahman, Allah Teâla İbrahim... bir ümmet idi' (Nahl 16/120) buyuruyor" dedim. O "Muaz..." sözünü tekrarladı. Onun sözü­nü tekrarladığını görünce anladım ki bunu özellikle söylüyor ve sustum. Bu­nun üzerine şöyle dedi: Biliyormusun "ümmet" nedir, "kânit" nedir? Ben, "en iyi Allah bilir" dedim. Şöyle dedi: Ümmet odur ki insanlara hayrı Öğretir, önderlik yapar ve kendisine uyulur. "Kânit" ise Allah'a itaatkâr demektir. Muâz da böyledir; hayrı öğretir ve Allah'a itaatkârdır.[1125]

İbn Sa'd, Abdullah b. Ka'b b. Mâlik'ten, onun babası, onun da kendi babasından[1126] şu rivayetini tahric eder: "Ömer b. Hattâb şöyle dedi: Muâz b. Cebel Şam'a (Suriye) gitmek üzere yola çıktı, onun bu çıkışı Medine ve halkı­nı fikıh ve onun kendilerine fetva verdiği hususlarda muhtaç duruma düşür­dü. Halkın kendisine ihtiyacı sebebiyle, ona engel olması için Ebubekir'le ko­nuştum, isteğimi kabul etmedi". Ka'b b. Mâlik şöyle der: Muâz b. Cebel Medi­ne'de Rusulullah (sav) ve Ebubekir'in sağlığında halka fetva verirdi.[1127] İbn Ebi Şeybe, İbn Mesud'dan şu tahricde bulunur: Muâz, Allah Resulü zama­nındaki muallimlerden biriydi.

Deylemi, îbn Abbas'tan şu m e r f û rivayeti tahric eder: "Her ümme­tin bir alimi vardır, bu ümmetin alimi de Abdullah b. Ömer'dir".[1128]

Tenbih: Mâliki ve Hanbeli fıkıhlarının silsilelerinin çoğu Abdullah b. Ömer'e, Hanefi fikhının silsilelerinin çoğu Abdullah b. Mesud'a, Şafii fikhının silsilelerinin çoğu da Abdullah b. Abbas'a (Allah hepsinden razı olsun) ulaşır. Bu konuda Şeyh Muhammed Âbid es-Sindi el-Hanefî'nin Hasru'ş-şârid'inde "Fe" harfine bakınız. Çoğunluğun dışında ise silsileler bunlar­dan başka sahabi fakihlere ulaşır. Kenzü'r-rivâyeti'l-mecmû, er-Rihle-tü'I-Ayyâşiyye ve başka eserlere bakınız.[1129]

 

Ashaptan Cömertlik Ve Bağışıyla Tanınanlar

 

Ashabın büyükleri ve meşhurları cömertlikte başkalarına üstün geldi­ler. Cömertlik konusunda onlardan enteresan şeyler nakledilir. Onların kendi nefisleri ve çocukları konusundaki cömertlikleri sana yeter, malları konusunda ise hayda hayda cömerttiler. Hz. Ebubekir'in bütün malını, Hz. Ömer'in ise malının yarısını Hz. Peygamber'e getirişleri bilinmektedir. Bu­nu Dârimi, Ebû Davud ve Tirmizi tahric eder. Tirmizi bu rivayetin hasen-sa-hih olduğunu söyler. Ayrıca Nesâî, İbn Ebi Asım, îbn Şahin es-Sünne'de, Hâkim, Ebû Nuaym Hilye'de, Beyhaki, İbnü'd-Düreys ve başkaları tahric etmişlerdir.[1130]

Hz. Osman'ın ceyşü'l-usre'yi donatması olayı meşhurdur.[1131] Bu konuda kendisiyle ilgili olarak enteresan haber nakledilenlerden biri de Hazrec'in lideri efendimiz Sa'd b. Ubâde'dir. O ashap içinde "kâmil" diye la-kaplanan kimsedir. Dârekutni Kitâbü'I-Eshiyâ da[1132] onun biyografisini vermiştir. el-Isâbe'de de şu bilgi verilir: O, babası ve dedesi cömertlikte meş­hurdular. Onların bir köşkü vardı, hergün onun üzerinden "kim et ve içyağı seviyorsa Düleym b. Hârise'nin[1133] köşküne gelsin" diye çağrı yapılırdı. Onun yemek saham, Hz. Peygamberle birlikte hanımlarının evlerini dolaşırdı. İbn Ebi'd-Dünya, İbn Şirin yoluyla şu tahricde bulunur: Akşam olduğunda kimi ashab-ı suffe'den birisini, kimi ikisini, kimi de bir grubu götürürdü. Sa'd ise her akşam onlardan seksen kişiyi yemeğe götürürdü.[1134] Ibnü'l-Hindî, Ken-zü'I-ummâl'de onun faziletleriyle ilgili başlıkta bunu zikreder. Sa'd şöyle derdi: "Allah'ım bana izzet (ululuk) bahşet; cömertlik olmadan ululuk olmaz, mal olmadan da cömertlik olmaz. Allah'ım az mal bana yaramaz, ben de onunla salah bulmam".[1135] Ebubekir el-Gaylâniyyât'ta ve İbn Asâkir, Câbir b. Abdullah ile Câbir b. Semüre'den şu tahricde bulunurlar: Hz. Peygamber onları, başında Kays b. Sa'd b. Ubâdenin bulunduğu bir ordu ( b a ' s ) içir de gönderdi. Yemeğe iştahları çekti, Kays onlara dokuz deve kesti. Bu durum Re sulu 11 ah1 a anlatılınca şöyle buyurdu: "Cömertlik bu ev halkının ahlakı­dır". İbn Ebi'd-Dünyâ, Râfi b. Hudeyc'den şöyle dediğini tahric eder: Ebû Ubeyde geldi, yanında da Ömer b. Hattâb vardı. Kays b. Sa'd'a şöyle dedi: "Kesmemen için yemin ediyorum". Onlar kesince haber Resulullah'a (sav) ulaştı, şöyle buyurdu: "O cömertlik evindedir". (Kenzü'l-ummâl, VII, 84).[1136]

el-Istibsâr fi ensâbi'l-ensâr'da şu bilgi verilir: Denildiğine göre bütün ensar içinde bir tek evden olmak üzere peşpeşe gelen dört yemek verici Kays b. Sa'd b. Ubâde b. Düleym'den başkası yoktur.[1137] Diğer Araplar için böyle bir durum mevcut değildir. İbn Ömer bir köşk üzerinde bir şiir gördü ve Nâfi'e şöyle dedi: "Bu onun dedesinin köşküdür; onun münadisi her yıl bir gün 'kim et ve içyağı istiyorsa Düleym'in evine gelsin' diye çağrıda bulunur­du. Düleym öldü Ubâde bu şekilde çağrı yaptı, sonra Ubâde vefat etti Sa'd böyle çağrıda bulundu, sonra da Kays'ı böyle yapıyor gördüm". İbn Kudâme şöyle der: Kays b. Sa'd adları anılan cömertlerden biri olup cömertlik ve cesa­rette onunla ilgili olarak nakledilen haberler meşhurdur. Bunların en meş­huru da şudur: Onun birçok alacağı vardı, hastalandı, ziyaretçilerini az bul­du, kendisine "onlardaki alacakların sebebiyle gelmeye utanıyorlar" dendi. Bunun üzerine bir münadiye "Kimde Kays b. Sa'd'ın bir alacağı varsa onu kendisine bağışlamıştır" diye çağrıda bulunmasını emretti. Bunun üzerine insanlar ona geldiler, öyle ki kendisiyle onun yanına çıktıkları merdiveni kırdılar.[1138]

el-İsâbe'de Sa'd b. Ubâde'nin azatlısı Sintâs'm biyografisinde şu bilgi verilir: O, Darekutni'nin el-Eshiyâ'smda[1139] anılmış olup Dârekutni, Mu-hammed b. Abdülaziz'den şu tahricde bulunur: Bir yıl Sa'd b. Ubâde, bir yıl da oğlu Kays b. Sa'd gazaya çıkardı. Sa'd ashapla birlikte gazaya çıktı, Resu­lullah'a (sav) müslüman olan çok sayıda misafir geldi. Bu haber orduda bulu­nan Sa'd'e ulaştı, Sa'd şöyle dedi: Eğer Kays benim oğlum ise "Ey Sintâs, anahtarları getir ve Resulullah'a (sav) ihtiyacını çıkar" der, Sintâs da "Ba­bandan bir yazı getir" der, o da onun burnunu sürtüp anahtarları alır ve Resulullah'ın ihtiyacını çıkarır. Gerçekten de böyle oldu ve Kays Allah Resulü için yüz vesk yiyecek çıkardı.

Şam (Suriye) muhaddisi Seffârîni Şerhu Manzûmeti'l-âdâb'da (II, 99) Ebû Bekr Ahmed b. Mervân el-Mâlikî ed-Dineverî'nin el-Mecâlis ine at­fen Man b. Kesir'in babasından naklettiği şu rivayete yer verir: "Sa'd b. Ubâde, Resulullah'a (sav) beyin dolu bir tabak veya sahan getirdi. Resulul-lah 'Ey Ebû Sabit bu nedir?" diye sordu, o da 'seni hak ile gönderene andol-sun, kırk hayvan boğazladım, diledim ki seni beyinle doyurayım' dedi. Resu-lullah ondan yedi ve Sa'd'a hayır duada bulundu". İbrahim b. Habib şöyle der: Duydum ki bu hadis Hayzurân'a anlatıldı, o da malından bir kısmım bö­lüp Sa'd b. Ubâde'nin oğluna verdi ve şöyle dedi: "Resulullah'a yaptığından dolayı Sa'd'ın oğlunu ödüllendiriyorum". Seffarîni şöyle der: Hayzurân, Ha­run Reşid'in annesi olup Berberi bir cariyeydi, hayrata vardı. Bu kıssayı İbn Asâkir tahric etmiş olup[1140] Hânz Suyûti Cem'u'l-Cevâmi'de, İbnü'l-Hindî de Kenzül-ummâl'de (VII, 40) yermişlerdir.

Derim: Bu kıssa, bu dönemle ilgili olarak gelen ve bolluk, refah ve leziz yemeklerin varlığını gösteren en büyük olaylardan olup bu durum da Medi­ne'deki ümran gücünü, bu sayıda hayvan kesme imkânına sahip olduğunu, bunun da malı zayi etme sayılmadığını ve ashabm nasıl ucuzuyla pahalısıyla Resulullah'a (sav) yaklaşmaya vesile kabul edilen amellerde bulunduklarını gösterir.

el-Isâbe'de geçtiği üzere İbnü'l-Müseyyeb, Sa'd'dan şu rivayeti nakle­der: Biz Resulullah'ın yarımdaydık, derken Abbas çıkageldi. ResuluHah "Bu Kureyş'in en cömertidir" dedi.[1141] Ebû Nuaym, Müsevvir b. Mahrame'den şu tahricde bulunur: Abdurrahman b. Avf bir arazisini Osman'a kırk bin dinara sattı ve bu malı Beni Zühre, müslümanlarnı fakirleri ve mü'minlerin annele­ri (Allah Resulü1 nün eşleri) arasında paylaştırdı. Beni de bundan bir malla Hz. Aişe'ye gönderdi. Hz. Aişe onun için şöyle dedi: Ben Resulullah'ı (sav) "Benden sonra size salihlerden başkası merhamet etmez" derken duydum, Allah İbn Avf a cennetin selsebilinden içirsin.[1142] Bu, Hulefa-yı Râşidin za­manında arazilerin nasıl yüksek paha ettiğini gösterir. Şimdi değeri seksen bin riyal eden bir belde büyük bir belde olup anılan bedelle o zamanda alman arazi ne kadardı acaba? Bu, ayrıca, ashabın büyük çapta harcama, iyilik ve bağışta bulunduklarını gösterir. Bu değerli himmetlere ve yüce hasletlere aferin!

İmam Ahmed b. Hanbel ve Ebû Nuaym şu tahricde bulunurlar: Hz. Aişe bir ara evindeyken Medine'yi titreten bir ses duydu ve ne olduğunu sordu. "Abdurrahman b. Avf a ait bir kervan, Şam'dan (Suriye) geliyor" dediler. Kervan yedi yüz deveden oluşuyordu. Hz. Aişe şöyle dedi: Ben Resulullah'ı şöyle derken duydum: "Ben Abdurrahman b. Avf ı cennete emekleyerek (düşe kalka) giriyor gördüm". Bu haber İbn Avf a ulaştı, o Hz. Aişe'ye geldi ve kendisine ulaşan haberi sordu, o da kendisina haber verdi. İbn Avf şöyle de­di: Seni şahit tutarım ki bunları yükleri, semer ve keçeleriyle birlikte Allah yolunda verdim.[1143]

Ebû Nuaym ve İbn Asâkir, Zühri'den şu tahricde bulunur: Abdurrah-man b. Avf, Resulullah (sav) zamanında malımn yarısı olarak dört bin (di­nar) tasadduk etti. Sonra da kırk bin dinar tasadduk etti. Sonra beşyüz atı yükleyip Allah yolunda verdi, sonra bin beşyüz deveyi yükleyip Allah yolun­da verdi. Bütün malını ticaretten sağlamıştı.[1144]

îbn Hacer el-Heytemi Şerhu'l-Hemziyye'de "Zübeyr'in, kendisine ha­raç ödeyen bin kölesi vardı"[1145] şeklinde bilgi verirken, Şemsüddin el-Hıfhî bunun haşiyesinde şöyle der: Yani hergün; o da meclisinde bunu tasadduk eder, bir dirhem bırakmazdı.

Rüyâni ve İbn Asâkir, Habib b. Ebi Sâbit'ten şu tahricde bulunur: Ebû Eyyüb el-Ensârî Muaviye'ye* geldi ve bir borcu olduğunu söyleyerek yakındı, fakat onda hoşlandığı değil de hoşlanmadığı bir durum gördü ve şöyle dedi: Resulullah'ı (sav) "Benden sonra bencillik göreceksiniz" derken duydum. Muaviye, "peki size ne söyledi?" diye sordu, o da Resulullah'ın "Sabredin!" di­ye buyurduğunu söyledi. Muâviye, "o halde sabredin" karşılığını verince, Ebû Eyyûb şöyle dedi: "Allah'a andolsun, asla senden birşey istemem". Ebû Eyyûb Basra'ya gelip İbn Abbas'a misafir oldu, İbn Abbas onun için evini bo­şaltarak "Sana, Resulullah'a yaptığını yapacağım" dedi ve ailesine emretti, onlar da çıktılar. Ebû Eyyûb'a da "Evde olan herşey senindir" dedi ve kendi­sine kırk bin dirhemle yirmi köle verdi. Bu bilgi için Kenzü'l-ummâl de Ebû Eyyûb'un faziletleri bahsine bakınız.[1146]

Nevevi Tehzibü'l-esmâ'da büyük sahabi Iyâz b. Ganm'ın biyografisini vererek şöyle der: Salih, faziletli ve cömert biriydi. Kendisine "kafilenin azı­ğı" denirdi; insanlara kendi azığım yedirir, azığı bitince de onlara devesini keserdi.[1147]

 

Ümmet İçinde Ferâizi En İyi Bilen Sahabi

 

Hafız İbn Nâsıriddin ed-Dımaşkî, Zeyd b. Sâbit'in biyografisinde şöyle der: 'Yüce vahyin katibi, insanların ferâizi en iyi bileni ve en sağlam hüküm vereni, adı anılagelen kurradan ve meşhur imamlardın biridir", el-Ezhârü't-tayyibetü'n-neşr'de geçtiği üzere Süheyli şöyle der: Hz. Ömer Suriye'de bulunduğu sırada, Medine'de bulunan Zeyd b. Sâbit'e yazar, kendi adından önce onun adıyla başlardı. Dedenin mirası konusunda güçlükle kar­şılaşınca, konuyu kendisine sormak üzere bizzat yürüyerek Zeyd b. Sabit'in evine gitmişti.

İbn Sa'd, Süleyman b. Yesâr'dan şu tahricde bulunur: Ne Ömer ne Os­man kaza (yargı), fetva, ferâiz ve kıraat konusunda Zeyd b. Sâbit'e hiçbir kimseyi tercih etmezlerdi.[1148] Yine İbn Sa'd, Şalim b. Abdullah'tan şu tahricde bulunur: Zeyd b. Sabit vefat ettiği gün İbn Ömer'in yanındaydım, şöyle dedi: "Bugün insanların âlimi öldü". İbn Ömer şöyle der: Bugün Allah ona rahmet etsin, Ömer'in halifeliği sırasında insanların alim ve allamesiydi. Ömer onları memleketlere dağıttı ve kendi görüşlerine göre fetva vermelerini yasakladı. Zeyd b. Sabit ise Medine'de oturdu, Medine hal­kı ve başkalarına fetva verdi.[1149] "Sizin ferâizi en iyi bileniniz Zeyd'dir" hadi­si bilinmektedir. Ahmed b. Hanbeİ bunu sahih bir senedle tahric etmiştir.[1150] İbnü'1-Esîr Üsdü'l-ğâbe'de efendimiz Zeyd'in biyografisinde bunu zikrettik­ten sonra şöyle der: Şafii bu hadisle amel ederek ferâiz konusunda onun gö­rüşünü esas almıştır.[1151]

Derim: İmam Ebû Abdullah Muhammed b. Ebi'l Kasım İbnü'I-Kâdî'nin[1152] el-Bahrü'1-fâiz fimâ tazammanehu ismu Zeyd mine'l-ferâiz adlı eserinde dikkat çektiği üzere İmam Mâlik de dört mesele dışında ferâiz konusunda mezhebini Zeyd b. Sâbifin görüşleri üzerine kurmuştur. Zeyd'in (ra) görüşlerine dayanan bütün ferâiz meselelerini tesbit eden bu il­ginç kitap enteresan birlik ve hayret verici uygunluğun eşsiz örneklerinden biridir. Kadı İbnü'1-Hâc bu Kitâbü'l-Bahr'ın müellifinin kim olduğunu tes­bit edememiş olup bu yüzden eseri zikretmiş, müellifinin de adını vermeden kendisinden "müteahhirin ulemadan biri" şeklinde sözetmiştir. Doğrusunu en iyi Allah bilir.[1153]

 

Ashaptan Ses Ve Tilavet Güzelliğiyle Tanınanlar

 

İmam Ahmed b. Hanbel, el-Edebü'1-müfredde Buhari ve Nesâi, Bü-reyde'den şu m e r f û rivayeti tahric ederler: "Abdullah b. Kays'a, Âl-i Davud'un mizmârlanndan bir mizmâr verilmiştir".[1154] Müslim de Ebû Mu­sa'dan şu m e r f û rivayeti tahric eder: "Dün gece senin kıraatini dinlememi görmeliydin! Muhakkak ki sana Âl-i Davud'un mizmarlanndan bir mizmâr verilmiştir".[1155]

Hafız İbn Hacer, Ebû Musa el-Eş'arî'nin biyografisinde şöyle der: O, üm­metin dört kadısından biri ve ilmi kendisinde toplayandır. Ses güzelliğinde kimse onu tutamazdı. Okuduğunda, Âl-i Davud'un mizmarlanndan biri onunladır gibiydi.[1156] Zehebi Tezkiretü'l-huufâz'da onun biyografisini ve­rir ve Nehdi'den[1157] şu nakilde bulunur: Ben Ebû Musa el-Eş'arî'nin sesinden daha güzel ne bir mizmâr ne bir tanbur ve ne de bir çeng dinledim. Bize na­maz kıldırırdı, isterdik ki Bakara sûresini okusun.[1158]

 

Hakkında 'İnsanların En Hatibi" Denilen Sahabi

 

İbn Sa'd'ın Tabekât'ında (VI, 35) Simâk b. Harb'den şu rivayet nakle­dilir: Muaviye, Numan b. Beşir'i Kûfe'ye âmil tayin etti. O, Allah'a yemin ederim ki dünya ehlinden konuşurken dinlediğim en hatip kimseydi.[1159]

 

"Ümmetin Hakimi (Bilge)" Lakabıyla Tanınan Sahabi

 

Abdurrahman b. Cebr'den şu rivayet nakledilir: Muaviye şöyle dedi: "Dikkat edin, Ebu'd-Derdâ hakimlerden (bilge) biridir. Dikkat edin, Ka'b el-Ahbâr alimlerden biridir". Bunu el-Câsûs(s. 501) müellifi nakleder: Deyle-mi, İbn Abbas'tan şu m e r f û rivayeti tahric eder: "Her ümmetin bir hakimi var, bu ümmetin hakimi de Ebû Hüreyre'dir".[1160] İbn Asâkir, Cübeyr b. Nüfeyr'den mürsel-merfû olarak şu tahricde bulunur: "Her üm­metin bir hakimi var, bu ümmetin hakimi de Ebû Hureyre'dir".[1161]

Zehebi Tezkiretü'l-huffâz da Ebu'd-Derdâ'nın biyografisini vererek onun hakkında şöyle der: O, rabbani bir imamdır. "O, bu ümmetin hakimi­dir" denirdi. Kur'an'ı Allah Resulü'nden (sav) öğrenerek hıfzetti. Suriye hal­kının alimi, Şam halkının mukrii, fakih ve kadıları idi. İbn Ebî Müleyke şöy­le der: Yezid b. Muaviye'yi şöyle derken duydum: "Ebu'd-Derdâ, derde deva olan alim fakihlerden biridir".[1162] Leys b. Sa'd, falandan (birisinden) şöyle de­diğini rivayet eder: "Ebu'd-Derdâ'yı gördüm, mescide giriyordu, yanında hükümdarlannki gibi tabileri vardı, ona ilmi soruyorlardı".[1163] Daha önce geçen hakim, müneccim vekıyâfe ilmini bilen kimseyle ilgili ko­nu başlıklarına bakınız.[1164]

 

Ashaptan Kadim Kitapları Okuyup Anlayan

 

İbn Sa'd ve İbn Asâkir, Abdullah b. Selâm'dan şu rivayeti tahric ederler: "Resulullah (sav) bir gece Kur'an'ı, bir gece de Tevrat'ı okumamı bana emret­ti".[1165] Suyûti Cem'u'l-cevâmi'de şöyle der: Bu rivayette İbrahim b. Mu-hammed b. Ebi Yahya el-Medenî mevcut olup o da zayıftır.[1166] Zehebi Tezki-retü'l-huffâz'da bu Abdullah b. Selâm'ın biyografisini verir ve İbrahim b. Ebi Yahya'dan şu rivayeti nakleder: Bize Muâz b. Abdurrahman b. Yusuf b. Abdullah b. Selam, babasından şu rivayeti haber verdi: O, Resulullah'a (sav) gelerek şöyle dedi: "Ben Kur'an ve Tevrat'ı okudum". Resulullah da "Bir gece bunu, bir gece de şunu oku" buyurdu. Zehebi şöyle der: Eğer bu rivayet sahih-se, bunda Tevrat'ı tekrarlama ve üzerinde düşünme konusunda ruhsat vardır.[1167]

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında şu rivayet kaydedilir: Hz. Ali'ye Selman el-Fârisî soruldu, şöyle dedi: "Kendisine ilk ilimle son ilim verilmiştir. Onun ya­nındaki (bilgi) kavranılmaz".[1168] Bir diğer rivayette de şöyle dediği kaydedi­lir: "İlk ve son kitabı okumuştur. O suyu tükenmez bir denizdi".[1169]

Zehebi'nin Tezkiretü'l-huffâz ında da Ebû Hureyre'den şu rivayet nakledilir: Ebû Hureyre, Ka'b'a rastladı ve ona haber verip soru sormaya başladı. Ka'b şöyle dedi: "Tevrat'ı okumadığı halde, onda olanı Ebû Hurey­re'den daha iyi bileni görmedim".[1170] Tezkiretü'l-huffâz'da Abdullah b. Amr b. Âa'ın biyografisinde şu bilgi verilir: Ehl-i Kitâb'ın kitaplarından bir kısmını elde etti, onları mütalaya devam etti ve onlarda enteresan şeyler gördü.[1171]

İbn Sa'd'ın Tabakât'ında Şerik b. Halife'den şu rivayet nakledilir: Ab­dullah b. Amr'ı Süryanice okuyor gördüm.[1172] Buhari, Atâ b. Yesâr'dan şu tahricde bulunur: Abdullah b. Ainr b. Âs'a rastladım ve "Bana Resulullah'ın (Tevrat'taki) özelliğini haber ver" dedim. O da şöyle dedi: "Peki. Allah'a an-dolsun ki o Tevrat'ta, Kur'an'daki bazı özellikleriyle anılmıştır".[1173] Şihabüd-din el-Hafâcî Şerhu'ş-Şifâ'da bu hadisle ilgili olarak şöyle der: Eğer "Abdul­lah Kureyşli bir Araptır, ona Tevrat'ta olanı sormak uygun düşmez. Fukaha da Tevrat ve diğer kadim kitapları okumanın caiz olmadığını söyler. O halde bunun anlamı nedir?" dersen, şöyle derim: Daha Önce geçtiği üzere Abdullah okur ve yazardı. Burhaneddin el-Halebî el-Muktefâ'da şöyle der: O Tevrat'ı belliyordu. Bezzâr şu rivayette bulunur: Abdullah b. Amr b. Âs, kendisini rü­yada bir elinde bal diğerinde de yağ olup onları yalıyor gördü. Sabah olunca bunu Resulullah'a (sav) anlattı, Resulullah şöyle dedi: "Sen iki kitabı, Tevrat ve Kur'an'ı okuyorsun".[1174] O her ikisini de okuyordu. Tevrat'ı okuma yasağı­na gelince, fukaha bunu sarahatle belirtmişse de Hz. Peygamber zamanında birçok sahabinin itirazsız şekilde bunu yapmış olmalarından dolayı bu mut­lak anlamda değildir. Bu yasak, onda neshedileni ve tahrif olunanı[1175] ayıra-mayıp bununla uğraşmakla zamanını boşa harcayan kimseler hakkındadır. Başkaları bundan menedilmez, aksine, R e c m kıssasında[1176] olduğu gibi Tevrat'ta inkâr ettikleri hükümle kendilerini ilzam için bunun yapılması is­tenir (1,189).[1177]

Hafâci'nin Bezzâr'a isnadla verdiği Abdullah b, Amr b. Âs'ın rüyası Ahmed b. Hanbel ve Beğavi tarafindan Vâhib el-Meâfirî yoluyla, onun Abdullah b. Amr b. Âs'tan rivayeti olarak tahric edilmiştir.[1178] Ebu'l-Hasan es-Sindî de Ahmed b. Hanbel'in Müsned ine yaptığı haşiyede Abdullah b. Amr b. Âs'ın "müsned'înin başında Ahmed b. Hanbel ve Beğavi'ye isnadla verir. Tevrat'ı mütala etme ve yazmanın caiz olduğuna dair görüşün Vehb b. Münebbih'e nisbet edildiğini açıkça belirten İbn Hacer, Vehb'in insanların Tevrat'ı en iyi bileni olduğunu söyler.[1179]

Ebü'1-Celd el-Cevnî'nin, İbn Sa'd'ın Tabakât mdaki biyografisinde (VII, 161) şu bilgi verilir: Ebu'1-Celd her yedi günde bir Kur'an'ı okur, her altı günde bir de Tevrat'ı hatmederdi. Tevrat'a bakarak okurdu ve hatmedeceği gün halk bunun için toplanırdı. Onun hatmi sırasında rahmet indiği söylenir.[1180]

Derim: Bununla, Zerkeşi'nin et-Telkîh te geçen "Tevrat ve İncil'i yaz­ma ve bakma (okuma) ile meşguliyetin caiz olmadığı konusunda icma bulun­duğu; Resulullah'ın (sav) Hz. Ömer'in yanında Tevrat'tan birşey yazılı bir sayfa gördüğünde kızdığı ve 'Eğer Musa hayatta olsaydı, bana tabi olmak­tan başka yapacağı olmazdı' buyurduğu, eğer böyle birşey günah olmasaydı Resulullah kızmazdı" sözünüfn isabet derecesini) anlarsın. Şeyh Zekeriyya el-Ensârî Sahih-i Buhari şerhinde Şemsüddin el-Birmâvî'den şu lafizla bu bilginin benzerini nakleder: Hânz İbn Hacer'e aferin ki şöyle diyerek Zerke-şi'ye itirazda bulunur: Anlaşılan şudur ki bunun mekruhluğu tenzihen olup tahrimen değildir. Bu konuda en uygun olanı, iki hususu birbirinden ayır­maktır. Şöyle ki bu konuda yetenekli olmayan ve imanda derinleşmemiş kimselerin, bunlardan birşeye bakması (okuması) caiz değil, imam derin ola­nın ise özellikle muhalifi red konusunda ihtiyaç duyulduğunda caizdir. Üm­metten birçokları böyle yapmışlardır. Zerkeşi'nin, Resulullah'ın kızmasın­dan haram hükmünü çıkarması ve "Eğer günah olmasıydı ona kızmazdı" id­diasına karşı şu itiraz ileri sürülür: Resulullah (sav) bazan mekruh bir fiilin işlenmesine, Muaz'ın sabah namazında kıraati uzatmasına kızmasındaki gibi bazan kendisine yakışmayan birinin evla olan davranışa muhalif dav­ranmasına ve kayıp deveyle ilgili soru soran kimse misalinde olduğu gibi ba­zan da açık bir hususu anlamada kusurlu kimseye de kızmıştır.[1181] Şeyh Ze­keriyya el-Ensârî bu sözlerin ardından şöyle der: Bu görüş delil bakımından daha açık ve kuvvetlidir. Bu bilgiler el-Fecrü's-sâti den nakledilmiş olup onda "Kitâbü't-Tevhid'ın sonuna bakınız.

Hafız İbn Hacer'in bu sözlerini Şihâbüddin İbn Hacer el-Heytemî de Fetevâ'sındafl, 49) naklederek ardından şöyle der: Onun söylediği apaçık olup kaçınılmazdır. Zerkeşi ve başkalarının zikrettiği herşey, buna gücü yet­meyen veya yetip de ona bakmakla dinî bir maslahat gözetmeyen kimseyle ilgilidir. Gücü yeten ve maksadı da bu olanı menetmeye delil yoktur. Tevrat ve İncil'le ilgili olarak anılanlar ileride gelecektir.[1182]

Bu kitapları okumanın hükmüyle bağlantılı olan bir husus ta onlardan nakilde bulunmaktır. Tekmile tü'1-Dibâc da Ebü'l-Abbas Ahmed b. Bakî in biyografisinde şu bilgi verilir: Tevrat ve İncil'den nakilde bulunmak, Burha-nüddin el-Bikâî ile Hânz Sehâvi arasında tartışma konusu olan meseleler­den biridir. Her biri diğerini red konusunda eser kaleme almış olup Bikâi bu­nun caiz olduğunu, Sehâvi ise caiz olmadığını savunmuştur.

Derim: Sehâvi eserine el-Aslü'1-asîl fi tahrîmi'n-nakl mine't-

Tevrât ve'1-Incîl[1183] adını vermiş olup ona bakınız. İmam Şerefüddin Yahya el-Münâvî'nin, torunu Şeyh Abdurrauf el-Münâvî'nin Tabakât'ındaki bi­yografisinde onun nesir yazılarından sözedilirken şu bilgi verilir: "Bu yazı­lardan biri de Bikâi'nin Münâsebâtül-Kur'ân'ına[1184], Bikâi'nin çağdaşla­rından aralarında Sehâvi'nin de bulunduğu bir grubun, Tevrat ve İncil'den nakilde bulunmasına karşı çıkmaları üzerine yazdığı takrizdir. Bu alimler­den bazıları Tevrat ve İncil'den nakilde bulunmanın haram olduğuna ve bu­nu içerdiğinden dolayı da münâsebatın silinmesinin vecip olduğuna fetva verdiler. Şerefüddin el-Münâvî de, Bikâi'nin yaptığının güzel olduğunu dile getiren ilk kişi olarak sözkonusu eserin üzerine şunu yazmıştır: Onun bazı münasebâtla ilgili olarak Tevrat ve İncil'deki bilgilerle izahta bulunduğu söylenemez. Çünkü o bu konuda, Hz. Peygamber'in vasfı hususunda Abdul­lah b, Amr'ın ve ondan sonra da tanınmış alimlerin yaptığında oldu gibi, usûl ehli İslam imamlarına tabi olmuştur. Böylece, nakilde bulunmanın, sözko­nusu husus kendi katında açıklık arzeden kimseye caiz, şüphe belirten kim­seye de yasak olduğu kesinlik kazanır". Bu bilgi Tabakât'dan nakledilmiştir.[1185]

Faydalı bir bilgi: Şihabüddin İbn Hacer el-Heytemî'nin Şerhu'l-Minhâc ında şu bilgi verilir: "Hz. Peygamber'in Tevrat için ayağa kalktığı hususu sahihtir". Bu rivayette, semavi kitaplar ve Özellikle Kur'an-ı Kerim için ayağa kalkılacağına delil vardır. Bu konuda İbn Teymiyye'nin Fetevâ'sına, Seffarini'nin adaba dair menzumesinin şerhine ve Şafii fıkıh kitaplarından Birmâvi'nin el-Gâye üzerine yaptığı haşiyeye[1186] bakınız.

Derim: Bu, Şeyh Abdülgani en-Nâblusî'nin er-Reddü'1-metîn alâ müntakısi'ş-Şeyh Muhyiddin adlı eserinde zikrettiği şu hükmün de te­melidir: Hanefi alimler, cünüp kimsenin Tevrat, Zebur ve incil'i okumasının mekruh olduğunu naklederler. Çünkü hepsi de Allah'ın kelâmı olup bazıları­nın bu kitaplarda değiştirdikleri yerler belli değildir ve değiştirilmeyen kı­sımları daha çoktur. Dolayısıyla onlara dokunmaktan sakınmak ihtiyat ge­reğidir. Çünkü değiştirilmeyene saygı göstermek vaciptir. Haram ve mubah hükmü bir şeyde birleştiğinde haram oluş ağır basar. el-Mübteğâ'da şu bilgi verilir: "Cünüp kimsenin Tevrat, Zebur, İncil ve tefsir kitaplarına dokunma­sı caiz değildir". Bunu babam el-Ihkâm adlı eserinde zikreder (I, 81). Bu bil­ginin aynısını İbn Âbidin Hâşiyetü'd-Dür'de Şerhu'l-Münye'den[1187] nak­len vererek şu ilavede bulunur: Bununla, Şafii alimlerinden bazılarının, on­ların (gayrimüslimler) elinde bulunan Tevrat ve İncil parçalarıyla istinca et­menin caiz olduğuna dair görüşlerinin fasid olduğu açıklık kazanır. Böyle bir şey büyük bir ölçüsüzlüktür. Çünkü Allah Teâla onların kitapları baştan so­na kadar değiştirdiklerim bize bildirmemiştir,. Kur'an'da neshedilen âyetlerde olduğu gibi, kitabın mensuh olması onu Allah'ın kelamı olmaktan çıkarmaz (1,122, 204).[1188] O, bu bilginin benzerini Kuhistâni'deıı naklen de verir.[1189]

Bütün bu bilgilerden daha enteresanı, yine ed-Dürrü'1-muhtâr da ve­rilen şu bilgidir: "Teferruatla ilgili bilgiler: Kişinin namazda Kur'an'ı Farsça olarak okuması veya Tevrat veyahut İncil'i okuması halinde, okuduğu şey bir kıssa ise namaz bozulur, bir zikirse bozulmaz". İbn Âbidin Reddü'l-Muhtâr'da şöyle der: Bu tafsilatlı izahı, sözkonusu iki görüşü uzlaştırmak için Fethu'l-Kadir müellifi tercih etmiştir. Bu iki görüş de el-Hidâye müel­lifinin kaydettiği şu görüşlerdir: Bu okuduğuyla birlikte, kendisiyle nama­zın sahih olacağı kadar da Arapça okursa, namazın fasid olmayacağı konu­sunda ihtilaf yoktur. Necmeddin en-Nesefî ile Kadıhan ise İmameyne göre namazın bozulacağını belirtmişlerdir. el-Bahru'r-râik müellifi bu konuda Feth müellifini izlemiş, en- Nehrü'1-fâik te de müellif bu görüşü güçlü say­mıştır. Bu yüzden de şârih (ed-Dürrü'1-muhtar müellifi) bunu kesin ola­rak belirtmiştir.[1190] İbn Âbidin daha sonra İbn Vehbân'ın Manzume'sinden şunu nakleder:

İlk suhuflarda yazılanları okusa bile Teşbih gibi olduğunda, (namazı) bozmaz

İbn Âbidin şöyle der: İlk suhuflar (Suhuf-i ulâ) ifadesine gelince, suhuf sahife'nin çoğuludur. Bundan maksat da Tevrat, İncil ve Zebur'dur. Bu ko­nuda söylenenlerin tamamı el-Manzûmetü'1-Vehbânivye şerhlerindedir (I, 341).[1191]

Bu konuda gösterilen müsamaha çerçevesinde Nablusi'nin Şerhu't-Tarikati'l-Muhammediyye'sinde (II, 361) geçen şu bilgi kaydedilebilir: Alimler Ehl-i Kitabın muska yapmaları konusunda ihtilaf etmiş olup Ebubekir caiz olduğu, Mâlik ise değiştirmiş oldukları kısımdan olabileceği endişesiyle mekruh olduğu görüşünü benimsemiştir. Bunu caiz gören şöyle der: Zahiren anlaşılan, onların muskayı değiştirmedikleridir. Çünkü değiş­tirdikleri diğer kısımların aksine, muskayı değiştirmede bir gayeleri olmaz.

Hâfiz Ebû Ömer İbn Abdilber'in el-Kâfi'sinde de şu bilgi verilir: Zim-mi'nin müslümana Allah'ın kelimeleri ve isimleriyle muska yapması ca­izdir.[1192]

 

Sahabe Kadınlarından Hakkında "İnsanların En Bilgilisi" Denilen

 

Zehebi Tezkiretü'l-huffâz da Hz. Aişe'nin biyografisini vererek şöyle der: Ashap fakihlerinin en büyüklerindendi. Resulullah'ın ashabının fakih-leri ona başvururlardı. Onlardan bir grup kendisinden fikıh öğrenmişlerdir. Kabise b. Züeyb'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hz. Aişe insanların en bilgilisiydi, ashabın büyükleri ona soru sorarlardı". Ebû Bürde[1193] babasından şu rivayette bulunur: "Hz. Peygamberin ashabı olarak hakkında tereci-düte düştüğümüz hiçbir hadis yok ki Hz. Aişe'ye sorduğumuzda onunla ilgili bir bilgi kendisinde bulmayalım". Zehebi şöyle der: Hz. Aişe derin ilim sahi­biydi. Urve şöyle derdi: "Tıp konusunda ondan daha bilgilisini görmedim". Ali b. Müshir şöyle der: Hişâm bize babasından şu nakilde bulundu: İnsan­lardan Kur'an, farz, helâl, haram, şiir, Arap kelâmı ve e n s â b konusunda Aişe'den daha bilgilisini görmedim.[1194]

Hâkim, Atâ'dan şöyle dediğini tahric eder: Hz. Aişe halk içinde insanla­rın en fakihi, en bilgilisi ve görüşü en güzel olanıydı.[1195] Hâkim, Zühri'den de şöyle dediğini tahric eder: "Eğer bütün insanların (ashap) ilmi toplansa, son­ra da Hz. Peygamberin hanımlarının ilmi toplansa, Hz. Aişe onların ilmi en genişi olurdu.[1196] Kasım b. Muhammed şöyle der: Hz. Aişe Ebubekir, Ömer ve Osman'ın halifeliği sırasında bağımsız olarak fetva verirdi. Bu durum vefat edinceye dek devam etti.[1197]

Ebû Abdullah el-Gâfıkî'nin Zıllü'l-ğamâme sinde Hz. Aişe hakkında şöyle denilir: "Râvilerin en râvisi / müftülerin en fakihi / en uzak yerlerden gelinir kendisine / bir sünnet ve farzın bilgisi için / rivayet eder Araplara ait halis bir şiiri / fesahat ve yorumda enteresan / tıpta da büyük nasip sahibi."

Ebü'z-Zinâd'dan şöyle dediği rivayet edilir: "Ben şiir rivayeti konusun­da Urve'den daha üstününü görmedim". Kendisine "Ey Ebû Abdullah, riva­yetlerin ne kadar çok!" denildi, o şu karşılığı verdi: "Hz. Aişe'nin rivayetine kıyasla benim rivayetim nedir ki! O hiç bir durumla karılaşmadı ki o konuda bir şiir okumasın". Zühri şöyle der: Eğer Hz. Aişe'nin ilmi, Hz. Peygamberin hanımlarının ilmiyle biraraya getirilseydi, onun ilmi daha üstün olurdu".[1198]

İbn Sa'd Tabakât ta Mesrûk'tan şu tahricde bulunur: Mesrûk'a "Hz. Aişe farzları iyi bilir miydi?" diye soruldu, şu karşılığı verdi: "Allah'a andol-sun, ben Hz. Muhammedin (sav) ashabının büyüklerini ona farzları soruyor gördüm".[1199] Hânz Ebû Mansur Abdülmuhsin b. Muhammed Ali el-Bağdâdî, Hz. Aişe'nin sahabeye istidraklerini ihtiva eden bir cüz derlemiştir.[1200] Ebu-bekr İbn Hayr el-İşbilî el-Ümevî Mu'cem inde (s. 124) bu cüzü zikrederek Bağdâdi'ye ulaşan isnadım kaydetmiştir.

Bizim kütüphanemizde Hafız Suyûti'nin konuyla ilgili Aynu'l-isâbe fişti dr âki Âişe ale's-sahâbe adını verdiği bir cüzü mevcuttur. Suyûti ese­rin baş tarafında şöyle der: Bu bir cüz olup bunda İmam Bedrüddin ez-Zerkeşî'nin el-İcâbe li-îrâdi ma'stedrekethu Âişe ale's-sahâbe adlı kitabini, mümkün olan ilavelerle özetledim. Şeyh Bedrüddin, bu konuda eser yazmada meşhur fakih ve muhaddis üstad Ebû Mansur Abdülmuhsin b. Mu-hammed b. Ali b. Tâhir el-Bağdâdî'yi geçmiş olup bu hususta yirmi beş hadisi isnadlanyla hocalarından naklettiği bir eser vücuda getirmiştir. Suyûti son­ra adıgeçen eserini şu şekilde bâblara ayırır: Taharet babı, namaz babı, nikâh babı, oruç babı, hac babı, alışveriş babı, nikâh babı, cami (karma, çeşit­li konular) babı. Eserin sonunda da şöyle der: "Bunlar Zerkeşi'nin kaydettik­leri olup ben onun kaydettiklerinden bazı şeyleri hazfettim. Çünkü bunlar istidrâk türünden değillerdi. Bu ilaveleri ise o anmamıştır". Sonra Suyûti bu ilaveleri verir.

Ebû Bekr Abdullah b. Ebi Davud (Sünen müellifi), Ebû Muhammed Yahya b. Muhammed b. Sâid ve başkaları Hz. Aişe'nin müsned hadislerini derleyip müstakil birer eser meydana getirmişlerdir. Rûdâni'nin Sıla'sında Müsned lere bakınız.[1201]

 

Sahabe Kadınlarının, Hakkında "Eğer Erkek Olsaydı Hilafete Layıktı" Denileni

 

İbn Abdüsselam'ın et-Ta'rif bi-ricâli Muhtasari İbni'l-Hâcib adlı eserinde şu bilgi verüir: Ali b. Ebi Tâlib'den şöyle dediği rivayet edilir: "Eğer bir kadın halife olsaydı, Aişe halife olurdu."[1202]

 

Ashaptan, Hz. Ömer'in "Eğer Yaşıyor Olsaydı Halef Tayin Ederdim" Dediği Azatlı Köle

 

el-İstibsâr da Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Salim'in biyografisinde şu bilgi verilir: Azatlıların faziletlilerinden, ashabın seçkin ve büyüklerindendi, kurradan sayılırdı. Hz. Ömer onu aşın derecede överdi. Vefatı sırasında şöy­le dediği rivayet edilir: "Eğer Salim hayatta olsaydı halifeliği şûraya bırak­mazdım". Rivayet edildiğine göre, ilk muhacirler Küba'ya geldiklerinde ara­larında Ömer b. Hattâb ve Ebû Seleme b. Abdülesed de bulunduğu halde Ebû Huzeyfe'nin azatlısı Salim onlara imamlık yapıyordu. Salim onların en çok Kur'an belleyeniydi. Allah Resulü'nün "Ümmetim içinde onun gibisini vare-den Allah'a hamdederim" dediği rivayet edilir. el-İstibsâr'a bakınız.[1203]

 

Hakkında "İnsanların En Fasih Konuşanı" Denilen Sahabi

 

Hâkim, Musa b. Talha'dan şu tahricde bulunur: "Aişe'den daha fasihini görmedim".[1204] Hâkim, Ahnef b. Kays'tan da şu tahricde bulunur: "Ebubekir, Ömer, Osman, Ali ve diğer halifelerin hutbelerim dinledim, hiçbir yaratığın ağzından Aişe'ninkinden daha fasih ve güzel söz duymadım".[1205] Bunu Suyûti Aynü'I-isâbe'de kaydeder.[1206]

 

 

Ashaptan Hac Menasikini En İyi Bilen

 

Selahuddin es-Safedî Nektü'l-himyân'da Abdullah b. Ömer'in biyog­rafisini vererek şöyle der: Resulullah'ın sağlığında seriyyelerden geri kalma­dı. Onun vefatından sonra da fitneden önce ve fitne sırasında hacca düşkün­dü. Ashabın hac menasikini en iyi bileni olduğu söylenir.[1207]

 

Halka Altmış Yil Fetva Veren Sahabi

 

et-Ta'rif bi-ricâli Muhtasari İbni'l-Hâcib de Abdullah b. Ömer b. Hattab'ın biyografisi verilirken şu bilgi kaydedilir: O İslam'da altmış yıl fet­va verdi1.[1208] İbn Nâfi şöyle der: İbn Ömer bin insan azad etmeden vefat etme­di.[1209]

 

Allah Resulü Zamanında Kendisine Alim Denilen Sahabi

 

Bu tabirin (aüxa==hibr) İbn Abbas hakkında kullanıldığı hususu daha önce geçmişti. Hâkim, İbn Ömer'den şu marfiı rivayeti tahric eder: "Bu üm­metin alimi (hibr) Abdullah b. Abbas'tır".[1210] Ebû Ali Muhammed b. Ali b. Mualla es-Sebtî Mensek'inde şu bilgiyi zikreder: Sa'd b. Muâz yanlarına gel­diğinde, Hz. Peygamber'in ensara "Aliminiz için ayağa kalkın"[1211] buyurdu­ğuna dair bir rivayet varid olmuştur. Seyyid Semhûdi el-Vefâ'da Vâkıdi'den şu nakilde bulunur: Muhaynk, Beni Nadir kabilesinden alim (hibr) biriydi. Hz. Peygamber'e iman etti ve yedi bahçeden oluşan malını Resulullah'a bıraktı.[1212]

 

Allah Resulünün Ashaba Kendilerinden Alim Olana Karşı Ayağa Kalkmalarını Emretmesi

 

İbn Mualla es-Sebtî Mensek'inde içeri giren kimse için ayağa kalkma­dan sözedip Sa'd hadisi ve Hz. Peygamber'in ashaba "Efendiniz (veya alimi­niz) için ayağa kalkın" sözünü kaydederken şöyle der: "Hibr" alim demektir. Eğer bu lafız (hibr) mahfuz ise, bu alim için kalkma konusunda bir nas-ür. Biz bu lafa Sünen de bu şekilde "hâ-ı gayrı mu'ceme" ile[1213] Lü'lüi yoluy­la rivayet ettik.

İmam Nevevi'nin Kitâbu't-Terhîs fi'1-ikrâm bi'1-kıyâm li-zevi'l-fadl ve'1-meziyye fî'I-İslam alâ ciheti'1-birri ve't-tevkîr ve'1-ihtirâm lâ ale'r-riyâ ve'1-i'zâm adh bir eseri olup yakm zamanlarda basılmıştır.[1214] İb-nü'l-Hac el-Medhal de onun bu eserdeki görüşlerini tenkit etmiş[1215], İbn Ha-cer el-Heytemî de müstakil bir eserle Nevevi'yi desteklemiştir.[1216]

 

Ashaptan Talebelerinin Elini Öptüğü Kimse

 

Enes b. Malik'in ümmü veledi (çocuk yaptığı cariyesi) Cemile'den şöyle dediği rivayet edilir: Sabit, Enes'e geldiğinde Enes şöyle derdi: "Ey câriye, ba­na güzel koku getir de elime süreyim; Sabit elimi öpmeden etmez". Bunu Ebû Yala rivayet etmiş olup râvileri güvenilirdirler. Bunu Seyyid Semhûdi Cevâhirü'l-ikdeyn de söyler.[1217]

 

Ehli Beyt'ten Olması Sebebiyle Talebesinin Elini Öpen Sahabi

 

İbn Asâkir, Ammâr b. Ebi Ammâr'dan şu rivayeti tahric eder: Zeyd b. Sabit bir gön bineğe bindi, İbn Abbas onun üzengisini tuttu. Zeyd ona "Ey Al­lah Resulü'nün amcası oğlu bırak" dedi, o da "Biz alim ve büyüklerimize böy­le davranmakla emrolunduk" karşılığım verdi.[1218] Zeyd "Bana elini göster" dedi, o da elini çıkardı. Zeyd de onun elini öperek "Biz de peygamberimizin ehl-i beytine böyle davranmakla emrolunduk" dedi. Bu rivayeti Kenzü'l-ummâl de Zeyd b. Sâbit'in menakıbında[1219] bu lafızla veren müellif, İbnü'n-Neccâr'ın da İbn Abbas'tan şu tahricde bulunduğunu kaydeder: İbn Abbas, Zeyd b. Sâbit'in üzengisini tuttu ve sonra "Biz öğretmenlerimiz ve yaşlıları­mızın üzengilerini tutmakla emrolunduk" dedi.[1220]

Bazı hocalarımızın hocası, Hicaz muhaddisi ve müsnidi Şeyh Muham-med Âbid es-Sindî, el öpmeyle ilgili risalesinde şöyle der: Zeyd'in "Peygambe­rimizin ehl-i beytine böyle davranmakla emrolunduk" sözünden, şeref sahibi (saygın) kimsenin elinin öpülmesinin Hz. Peygamber tarafından emrolun-duğu anlaşılmaktadır. Çünkü İbnü's-Salah ve Hâfiz İbn Hacer'in kaydettiği üzere sahabinin "emrolunduk" sözü, "r e f" (merfu rivayet) hükmü taşır. Zira sahabiye Hz. Peygamberden başka emreden yoktur. Allah Resulü tara­fından emredilen birşey de yapılmadığı zaman kişi günaha girmiş olur. Buna göre, şeref sahibi kimsenin elini öpmeyen her insan Hz. Peygamber'in emri­ne muhalefetle günah işlemiş olur. Allah Teâla şöyle buyurur: "Onun (Allah Resulü'nün) emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belanın çarpmasın­dan, yahut onlara acı bir azabın uğramasından sakınsınlar" (Nur 24/63). El öpmeyen kimsenin durumu bu olunca, öpmeyi tümden reddeden kimsenin durumu ne olur? Böyle birinin suçu daha büyük, günahı daha çok olur.

Hâfiz Ebû Bekr Muhammed b. İbrahim b. Mukri, el Öpmek ve bu konuda varid olan rivayetlere dair müstakil bir c ü z kaleme almıştır. Benim de Hz. Peygamber'in elini öpenlere dair bir risalem vardır. Şeyh Muhammed Âbid es-Sindî el-Ensârî'nin de bu konuyla ilgili nefis bir risalesi olup bende mev­cuttur.[1221]

 

Hz. Ömer'in, Hakkında "Onun Başını Öpmek Her Müslümana Borçtur" Dediği Sahabi

 

Beyhaki Şuab'da ve İbn Asâkir, Ebû Râfi'den şu tahricde bulunurlar: Ömer b. Hattâb Rûm'a (Bizans) karşı bir ordu gönderdi, içlerinde Resulul-lah'm ashabından Abdullah b. Huzâfe adlı biri vardı. Bizanslılar onu esir alıp hükümdarlarına götürdüler ve "Bu Muhammed'in (sav) ashabındandır" dediler. Hükümdar ona "Hıristiyan olup da seni mülk ve saltanatıma ortak kılmamı ister misin?" diye sordu. O şu karşılığı verdi: "Eğer bütün sahip ol­duğunu ve Arapların bütün sahip olduğunu, Efendimiz Muhammed'in (sav) dininden göz açıp kapamak kadar bir süre için dönmem karşılığında versen, yine yapmam." Bunun üzerine hükümdar "O halde seni öldürürüm" dedi. O da "Dilediğini yap" karşılığını verdi. Hükümdar emretti. Abdullah b. Huzâfe çarmıha çekildi. Okçulara "onun elleri ve ayaklarına yakın yere atış yapın" dedi ve kendisi ona Hıristiyanlığı teklif ediyor, o ise reddediyordu. Hüküm­dar sonra emretti, çarmıhtan indirildi. Sonra bir kazan istedi, su doldurulup kaynatıldı. Sonra müslümanlardan iki esir getirilmesini emretti, birinin ka­zana atılmasını istedi, bu arada o da Abdullah'a Hıristiyanlığı teklif ediyor, o ise reddediyordu. Sonra onun kazana götürülmesini emretti. Götürüldüğün­de ağladı, hükümdara onun ağladığı söylendi. O Abdullah'ın döndüğünü zannedip geri getirilmesini söyledi ve kendisine yine Hıristiyanlığı teklif et­ti, o da reddetti. Hükümdar "Niçin ağladın?" diye sordu, o şu karşılığı verdi: "Ben kendi kendime şöyle dedim: Şimdi şu kazana atılıp gideceksin!". Oysa ben vücudumdaki kıllar sayısınca canım olsa da Allah yolunda kazana atılsa diye arzuluyordum! Bunun üzerine hükümdar şöyle dedi: "Başımı Öpmen karşılığında, seni serbest bırakmamı ister misin?". Abdullah "Ben ve bütün müslüman esirler" dedi, o da "olsun, sen ve bütün müslüman esirler" dedi. Kendi kendime "Allah düşmanlarından biri; beni ve bütün müslüman esirle­ri serbest bırakması karşılığında başını öpeceğim, ne gam!" diye söylendim, diyen Abdullah hükümdara yaklaşıp başını öptü, o da esirleri kendisine tes­lim etti. Abdullah esirlerle birlikte. Hz. Ömer'e geldi ve durumu ona haber verdi. Hz. Ömer "Abdullah b. Huzâfe'nin başım öpmek her müslümana borç­tur, ilk başlayan da benim" dedi ve kalkıp onun başım öptü.[1222]

İbnü'l-Hindî bu kıssayı Kenzü'l-ummâl'de (VII, 62) Abdullah b. Huzâ­fe'nin menakıbı başlığında bu şekilde verir.[1223] Hâfiz İbn Hacer de onun el-İsâbe'deki biyografisinde bu kıssayı verir ve Beyhaki'nin kıssayı Dırâr b. Amr yoluyla, onun da Ebû Râfî'den rivayeti olarak tahric ettiğini zikreder. İbn Asâkir bu kıssaya, İbn Abbas'ın m e v s û 1 rivayeti ve Zühri'nin m ü r s e 1 lerinden olarak Hişam b. Osman'ın Fevâid'inden de bir diğer hadisi ş â h i d olarak tahric eder.[1224] el-İsâbe ve Kenzü'l-ummâl e bakı­nız.[1225]

 

Hz. Ömer'in, Hakkında "Hiç Kimse Ben Ondan Daha Hayırlıyım, Diyemez' Dediği Sahabi

 

Nevevi Tehzib'de efendimiz sahabi Uveym b. Sâide el-Ensârî'nin bi­yografisini vererek şöyle der: Hz. Ömer'in halifeliği sırasında vefat etti. Hz. Ömer onun kabri üzerinde durup şöyle dedi: Hiçbir kimse "Ben bu kabrin sa­hibinden daha hayırlıyım" diyemez. Resulullah (sav) için hiçbir sancak çekil­medi ki Uveym onun gölgesi altında bulunmasın.[1226]

 

 

Hz. Ömer Zamanında Medine'ye Geldiğinde Hz. Ömer'in Kendisiyle Birlikte Onu Karşılamaya Çıkmalarını Halka Emrettiği Sahabi

 

İbn Sa'd, Beni Amirden bir adamdan, onun da bir dayısından rivayeti olarak şu tahricde bulunur: Selman Hz. Ömer'e geldiğinde, Hz. Ömer halka" Bizimle birlikte çıkın, Selman'ı karşılayalım" dedi. İbnü'l-Hindî bu rivayeti onun "Fedâilü's-sahâbe" bölümündeki biyografisinde vermiş olup[1227], riva­yet İbn Sa'd'ın Tabakâtında da (IV, 61) mevcuttur.[1228] Bu da Selman'ın onla­rın nazarında taşıdığı büyük değeri göstermektedir.[1229]

 

Köse Sahabiler Ve Onlardan Halife Olan

 

Dürrü's-sehâbe de müellif, Abdullah b. Zübeyr b. Avvâm'ın biyogra­fisini vererek onu "emirü'l-mü'minin" diye vasıflandırır ve kendisiyle ilgili olarak şöyle der: O fasih konuşan ve cesur biriydi. Köseydi, sakalı yoktu.[1230]

Ebû Ömer İbn Abdilber ve el-İstibsâr'da da İbn Kudâme, Zübeyr b. Bekkâr'dan şu bilgiyi naklederler: Kays b. Sa'd b. Ubâde, Abdullah b. Zübeyr ve Kadı Şureyh'in yüzlerinde ne bir kıl ne de sakaldan birşey vardı.[1231] Şu be­yit, ezberlenmek için onları biraraya toplar:

Kays b. Sa'd, yok yüzünde bir kıl tbnü'z-Zübeyr ve saçı-başı ağarmış Şureyh gibi.

Sünenü'l-mühtedîn müellifi, eserinin başında Demiri ve başkaların­dan naklen bu üçünü zikrederek Ahnef b. Kays'ı ilave eder. O halde köse olan efendiler (lider, soylu) dört kişi olup bunlardan üç tanesi sahabidir. İbn Kudâme'nin el-İstibsâr'mda şu bilgi verilir: Ensar şöyle derdi: "Kays b. Sa'd'a kendi mallarımızla bir sakal alsak!". Bununla birlikte o (Allah kendi­sinden razı olsun) güzeldi.[1232]

 

Hadım Sahabiler

 

Mencûr Şerhu'l-Menhec de İbn Rüşd'den şu nakilde bulunur: "Hadım kimseleri İslam'da istihdam eden ilk kimse Muaviye'dir". Bu bilgiyi ben el-Beyân ve't-tahsîl de şu ifadeyle buldum: "Muaviye'nin camilerde maksure yaptıran, kendisi için koruma (muhafız) edinen, önünde soylu atlar bağla­nan, İslam'da hadımları istihdam eden ve minberin basamaklarını onbeşe çıkaran ilk kimse olduğu söylenmiştir". Bu bilgi el-Beyân'ın "Cami" bölü­münden nakledilmiştir.[1233]

Tuhfetü'l-muhibbîn ve'1-ahbâb fîmfi li'1-müzennibîn mine'l-ensâb'da müellif, "elif harfinde "ağvâs"tan(?) sözederken şöyle der: İs­lam'da ilk defa hadımları istihdam eden kimse Muaviye'dir. Hz. Peygam­berin hadım bir hizmetçisi vardı. Doğrusunu Allah bilir, bu sahabinin ha­dımlığı yaratılıştan olmalıdır. Ulemanın çoğunluğu hadımlaştırmayı (ha-dımlaşmayı) mekruh kabul etmişlerdir. Hadımlarla ilgili hükümler fikıh ki­taplarında zikredilmiştir. Allâme Abdülkâdir et-Taberî el-Mekkî Neş'etü's-sülâfe fi şe'ni'l-hilâfe adlı eserinde bu hükümleri kaydederek hadımlar­dan uzun uzadıya sözetmiştir. Gerçekten faydalı bir kitap olan bu esere bakınız. Hadımları Haremeyn-i Şerifeyn'de Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Ha-ram'da ilk defa istihdam eden kimse de Selahaddin Eyyûbi'dir. O sonra, ha­dımları istihdamın dayanağım Allâme Cemâlüddin el-Kattân'ın Tuhfetü'l-muhibbîn li'1-mahbûb fi tenzihi Mescidi'r-resûl min külli hasiyyin ve mecbûb adlı eseri ile Hafız Sehâvi'nin Târihu'l-Medineti'ş-şerife sinden nakleder. Onların söyledikleri için et-Tuhfe ye bakınız.

Hâfiz Suyûti'nin Âkâmü'l-ıkyân fi ahkâmi'l-hisyân ve't-tavsiyyetu bihim[1234] diye adlandırdığı bir risale gördüm. Bu risalede "Hadım sahabi-ler" diye bir başlık açarak Me'bûr ile Zinbâ el-Cüzâmî'nin mevlâsı Sender'in biyografisini verir. Sonuncusunun biyografisinde şu rivayeti zikreder: O Re-sulullah'a (sav) "bana tavsiyede bulun" dedi, Resulullah da "seni her müslü-mana tavsiye (vasiyyet) ediyorum" buyurdu. O sonra Hz. Ebubekir'e geldi ve Hz. Ebubekir vefatına dek onun nafakasını sağladı. Sonra Hz. Ömer'e gitti, Hz. Ömer ona "istersen yanımda kal, sana bir miktar mal vereyim, istersen bak hangi yeri seviyorsan senin için (belge, talimat) yazayım" dedi. O da Mı­sır'ı tercih etti, Amr b. As'ın yanına vardığında o kendisine geniş bir arazi ve bir ev iktâ etti. Sender, Abdülmelik b. Mervân zamanına dek yaşadı. Mu-hammed b. Rebi el-Cîzî Kitâbu's-sahâbeti'l-lezîne dahalû Mısır'da onu anar ve Mısırlıların kendisinden iki hadis rivayet ettiklerini belirtir.[1235]

 

 

 

Muhannes Sahabiler

 

Muhanneslik, yumuşaklık ve gevşeklik (kırıtma) demektir, el-Misbâh'ta şu bilgi verilir: Bazıları buna "kadınlara karşı arzu duymaz" ila­vesinde bulunurlar. Hâfiz îbn Hacer şöyle der: "O, davranış ve konuşmasın­da kadına benzeyen kimsedir".[1236] Sahih-i Buhari'de "Kitabu'n-Nikâh''ta "Kadına benzeyenlerin kadının yanma girmesinin yasak olması babı" başlığı verilir, sonra Ümmü Seleme'den şu tahricde bulunulur: Hz. Peygamber Um-mü Seleme'nin yanındaydı ve evde de bir muhannes vardı. Muhannes, Üm­mü Seleme'nin kardeşi Abdullah b. Ebu Ümeyye'ye şöyle dedi: Allah yarın Tâif in fethini size nasip kılarsa, Gaylân'ın kızını bulma konusunda sana yol gösteririm; o(nun karnı) Önden dört, arkadan (baktığında da, iki yandan) se­kiz büklümdür!". Bunun üzerine Resulullah (sav) "bunu yanınıza sokmayın" buyurdu.[1237]

İbn Hacer Fethu'1-Bâri de şöyle der: Tâif Gazvesi'yle ilgili bahiste geç­tiği üzere o muhannesin adı Hît idi. Bunu İbn Uyeyne, İbn Cüreyc'den nak­len isnadım belirtmeden zikretmiştir. İbn Habîb el-Vâdıha'da Mâlik'in ka­tibi Habib'den şu rivayeti nakleder: Mâlik'e "Süfyan b. Uyeyne, Gaylân'ın kızı hadisinde, muhannesin Hît olduğu ilavesinde bulunur. Senin kitabında ise Hît yoktur" dedim. İmam Mâlik, şöyle dedi: "Öyledir, o doğru söylemiştir". Cürcâni Târihinde Zühri yoluyla, onun Ali b. Hüseyin b. Ali'den şu rivayeti­ni tahric eder: Hît adlı bir muhannes Hz. Peygamber'in hanımlarının yanına girerdi. Ebû Ya'lâ, Ebû Avâne ve İbn Hibbân, hepsi de Yunus yoluyla Züh-ri'den, onun Urve'den, onun da Hz. Aişe'den şu rivayetini tahric ederler: "Hît... girerdi" (Hadis). Müstağfiri, Muhammed b. Münkedir'in mürseli ola­rak şunu rivayet eder: "Hz. Peygamber, kadınlarla ilgili olarak söylediği iki sözden dolayı Hît'i sürgüne gönderdi". İbn Ishak el-Meğâzi'de ilgili hadiste geçen muhannesin adının Mâti olduğunu zikreder. Bu ad Mâti olup Mâni ol­duğu da söylenmiştir. Muhammed b. İbrahim et-Teymî'den şu rivayet nakle­dilir: Tâif Gazvesi'nde, Resulullah'ın yanında teyzesi Fâhite bint Amr b. Âiz'in bir azatlısı vardı, muhannesti. Kendisine Mâti denirdi. Bu, Hz. Pey­gamber'in hanımlarının yanına girer, evinde bulunurdu. Hz. Peygamber onun ne kadınlarla ilgili olarak erkeklerin anladığı şeyleri anladığım ne de bu hususta arzusu bulunduğunu sanmıyordu. Hz. Peygamber onun Halid b. Velid'e şöyle dediğini duydu: "Ey Halid, Tâif i fethettiğinizde sakın Bâdiye bint Gaylân b. Seleme'yi elden kaçırma; o önden dört, arkadan da sekiz bük­lümdür!". Resulullah (sav) bunu duyunca, "Ben bu habisi, duyduğu şeyi an­lamıyor sanırdım" dedi ve hanımlarına "onu yanınıza sokmayın" buyurdu. Bunun üzerine o Resulullah'ın evine sokulmadı. Ebû Musa el-Medinî, Mâti'in Hît'in lakabı olduğu veya aksi olduğu veyahut bu ikisinin ayrı kişiler oldukları hususunda ihtilaf bulunduğunu nakleder. Vâkıdi bunların ayrı ki­şiler olduklarım kesin şekilde belirterek şöyle der: Hît, Abdullah b. Ebi Ümeyye'nin, Mâti ise Fâhite'nin mevlâsıydı. Resulullah her ikisini birlikte Himâ'ya sürdü.[1238] İbn Hacer şöyle der: Bundan, kendilerinin güzelliklerine arzu duyan kimselerden kadınları uzak tutup mani olmanın gerekliliği anla­şılır. Bu hadis, herhangi bir konuda kendilerinden şüphe duyulanların sür­gün edilmesi hususunda delildir. Hadiste ayrıca, kadınlara benzeyenlerin, kendilerine mani olmada yol olarak taayyün etmesi halinde evlerden çıkarıl­mak ve sürgüne gönderilmekle tazir cezasına çarptırılacakları hükmü anla­şılır. Zahirden anlaşılan bunun vacip olduğudur. Erkeklerin kadınlara, ka­dınların da erkeklere benzemesi, bilerek ve isteyerek olması halinde ittifak­la haramdır. Böyle yapan kimsenin lanetlendiği hususu "Kitâbu'l-Libâs"ta gelecektir.[1239]

Buharı "Kitâbu'l-Hudûd'da "Günah işleyenler ve muhanneslerin sür­gün edilmesi babı" başlığını açarak İbn Abbas'tan şu rivayeti tahric eder: Hz. Peygamber, kadınlara benzeyen erkeklerle erkeklere benzeyen kadınlara lanet ederek "onları evlerinizden çıkarın" buyurdu ve kendisi falanı, Hz. Ömer de falanı çıkardı.[1240]

eş-Şerhu'1-celî alâ beyteyil-Mevsılî'de şu bilgi verilir: Hz. Peygam­ber zamanında Medine'de üç muhannes vardı. Bunlar Hît[1241], Hidm[1242] ve Mâti[1243] idi. Resulullah, bunlardan Hît1 i Hâh'a sürdü. Şöyle ki Resulullah, onda gördüğü konuşma yumuşaklığı ve gevşeklikten (kırıtıldık) dolayı ken­disini arzu sahibi olmayan erkeklerden sanıyordu. Bu yüzden o Resulul-lah'ın hanımlarının yanma giriyordu. Hz. Peygamber bir defasında içeri gir­diğinde onun bir Arap cariyeyi vasfederek şöyle dediğini duydu: "Ayağa kalk­tığında ikiye katlanır, oturduğunda ise yayılır. İki uyluğu arasında saklı bir-Şey var ki tersine çevrilmiş kaba benzer". Bunun üzerine Resulullah "Ben bu habisin, bu sözü söyleyebileceğini sanmazdım" veya söylediğini söyledi ve onu Hâh'a sürdü. Resulullah'ın (sav) vefatından sonra ise Medine'de altı mu­hannes vardı.

Hafiz İbn Hacer el-İsâbe'de Enceşe'nin biyografisinde şöyle der: Vasile b. Eska'ın rivayet ettiği hadiste şu bilgi geçer: Enceşe Resulullah zamanında muhanneslerdendi. Taberâni "f t h i 1 î n " bir senedle Vâsile'den şu tah-ricde bulunur: Resulullah, muhannesleri lanetleyerek şöyle buyurdu: "On­ları evlerinizden çıkarın". Resulullah Enceşe'yi, Ömer de falanı çıkardı.[1244]

Yine el-İsâbe'de müellif, Ene'nin biyografisini verir ve Barudiden şu nakilde bulunur: Barudi, İbrahim b. Muhacir yoluyla, onun Ebubekir b. Hafs'tan rivayeti olarak şu tahricde bulunur: Hz. Aişe, Medine'de bulunanEne adlı bir muhannese şöyle dedi: "Abdurrahman b. Ebubekir'e nişanlaya­cağımız bir kadını tanıma konusunda bize yardımcı olur musun?". O da evet dedi ve kadım şöyle vasfetti: "O önden dört, arkadan da sekiz büklüm olan bir kadındır". Resulullah onu duydu ve şöyle buyurdu: "Ey Ene, Medine'den Hamrâülesed'e çıkıp git, evin orada olsun. Medine'ye de bayram olmadıkça girme". Müellif, bu biyografi için "ze" rumuzunu kullanır.[1245] Ebû Zeyd el-Irâkî'ye hayret ki o bu biyografiyi "Ene el-Muhannes" şeklinde ihtisar etmiş­tir. Ancak onun adım İnne şeklinde kaydetmiş olup Allah kendisine rahmet etsin, hata etmiştir. Zehebi'nin et-Tecrid inde onun muhannes olduğu kay­dedilir. Süheyli, Resulullah zamanındaki muhanneslerin Hît, Hidm ve Mâti olduğunu söyler.[1246]

Yine el-İsâbe'de müellif, "He" harfinde Hît'in biyografisini vererek şöyle der: Hît el-Muhannes. O kadınların yanına giren kişidir. Adının Mâti olduğu da söylenir.[1247] İbn Hacer ona "Sin" harfiyle işaret etmiş olup bu Ebû Musa el-Medinî'nin tahrici olduğuna işarettir. Yine el-İsâbe'de Fâhite bint Amr b. Âiz b. İmrân b. Mahzûm'un mevlâsı Mâti el-Muhannes'in biyografisini vererek şu bilgiyi kaydeder: O ve Hît, Hz. Peygamber'in evlerinde idiler. O, Hz. Aişe'ye, kardeşi Abdurrahman b. Ebubekir'e nişanlamak üzere bir kadın aradığını duyunca şöyle dedi: "Sana falancayı tavsiye ederim; o önden dört, arkadan sekiz büklümdür". Hz. Peygamber onu duydu ve Himâ'ya sürdü. İbn Vehb Camiinde Haris b. Abdurrahman'dan, onun İbn Ebi Zi'b'den, onun da Ebû Seleme b. Abdurrahman'dan şu rivayetini kaydeder: Hz. Peygamber zamanında muhannesler iki taneydi, birine Hît diğerine Mâti denirdi. Mâti öldü, Hît ondan sonra da yaşadı. İbn Vehb şöyle der: Ebû Maşeri duyan biri, onun şöyle dediğini bana haber verdi: Resulullah (sav) ona dayak atılmasını emretti ve dayak atıldı.[1248]

Tenbih: Hâfiz Ebû Muhammed İbn Hazm el-İhkâm fi usûli'1-ahkâm da (V, 19) şöyle der: Sahabi, nifakları sürüp giden ve ölünceye kadar bu vasıflarıyla şöhret bulan münafıklardan ve Hît el-Muhannes ve onun duru­munda olup da hak etmesi sebebiyle Resulullah tarafından sürgüne gönderi­len kimselerden olmaması kaydıyla, isterse bir an olsun Resulullahla (sav) birlikte oturup isterse bir kelime veya daha fazla olsun ondan dileyen veya kavradığı bir hususu Resulullah'ta müşahede eden kimsedir. Kim bu belirt­tiğimiz özellikleri taşırsa o sahabi olup hepsi de âdil, önder (imam), faziletli, razı olmuş ve razı olunmuşlardır. Onları yüceltmek, kendilerine saygı duy­mak, onlar için istiğfar dilemek ve onları sevmek bize farzdır. Onlardan biri­nin tasadduk ettiği bir hurma, bizden birinin sahip olduğunun hepsini tasad-duk etmesinden daha faziletlidir. Onlardan birinin Resulullah'ın yanında bir oturuşu, bizden birinin bütün zamanını ibadetle geçirmesinden daha üstündür.[1249]

 

Tenasül Uzvu Kesik Sahabi

 

el-İsâbe'de müellif, Hz. Peygamber'in ümmü veledi Mâriye el-Kıbtiy-ye'nin yakını olup Mısır'dan onunla birlikte gelen hadım Me'bûr el-Kibtt'nin biyografisini vererek Taberâni'den şu bilgiyi nakleder: O, Mâriye yanındaki mevkiinden dolayı nefsini köreltmeye razı olup iki bacağı arasında bulunanı kesti. Öyle ki az-çok birşey bırakmadı (Hadis).[1250] Şeyh Tayyib Şerhu'1-El-fiyye'de şöyle der: Mukavkıs'ın onu hadım şekilde hediye etmiş olduğuna dair rivayet, onu iki husyesi bulunmayarak kesilen tenasül uzvu mevcut şe­kilde hediye etmiş olması ihtimalinden dolayı, Me'bûr'un kendi uzvunu kes­tiği haberiyle çelişmez.[1251]

el-İsâbe'de müellif, Ebû Meryem el-Hasî'nin (hadım) biyografisini ve­rerek şöyle der: Ebû Meryem, Hz. Peygamber'e yetişmiş olup İlan Mende onu zikretmiş ve Evzâi yoluyla, onun da Süleyman b. Musa'dan naklettiği şu ri­vayeti tahric etmiştir: Tâvus'a şöyle dedim: Hz. Peygamber'e ulaşmış bulu­nan Ebû Meryem el-Hasî, şöyle dediğini bana haber verdi: "Beni, hadım ol­mayan birine havale et".[1252] Bu rivayetin aynısı Üsdü'l-ğâbe'de verilmiş olup müellif, bunu İbn Mende ve Ebû Nuaym'm tahric ettiğini söyler.[1253]

Nûru'n-nibrâs ta müellif şöyle der: Ashap içinde bu Me'bûr ile Sendei adlı bir diğerinden başka hadım bilmiyorum.[1254]

 

Selefin Eski Eserleri Koruyup Korumadıkları

 

Muaviye'nin, Ka'b'm hırkasını aşırı bir fiyatla satın aldığı bilinmektedir.[1255] Hali d, Ebû Zem'a ve başkalarının, Resulullah'm saçını muhafaza ettikleri nakledilmekte ve bilinmektedir.[1256] Enes'in annesinin, Resulullah'm terini muhafaza ettiği de bilinen bir husustur.[1257]

el-Utbiyye'de şu bilgi verilir: İmam Mâlike, gördüğü Resulullah'a (sav) ait nalinin ölçülerinin nasıl olduğu soruldu, o şöyle dedi: 'Tuvarlağımsı ve arka taran inceydi, arkadan ince ve ökçeliydi". Ben "iki bağı var mıydı?" di­ye sordum, o "evet, öyle sanıyorum" karşılığını verdi. O şöyle dedi: Anneleri Ümmü Kulsüm tarafından Ebû Rabia el-Mahzûmî'nin evlatlarının yanında idi. Mâliki şunu haber verirken duydum: "Ömer b. Hattab'ın evlatlarının ya­nında kıldan bir yatak ve bir zil (çıngırak) vardı. Bu yatak Hz. Hafsa'ya aitti". Kendisine, zil olayı nedir, diye sordum. Bilmiyorum, bana böyle haber ulaştı, dedi. İbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsil'de şöyle der: Bağlanmaları veya kay­bolmaları halinde bulundukları yer, sesleriyle bilinsin diye ziller develerin boyunlarına asılıyordu. Bu rivayette zil kıssasını sormanın sebebi kullanıl­maları yasaklandığı halde zilleri niçin muhafaza edip önem verdiklerini be­lirtmektir. O ise soruya cevap vermiş değildir. Cevap şudur: Her ne kadar kullanılmaları caiz değilse de kendisiyle eski zaman hatırlanacağı ve yüce seleften vefat edenlere rahmet dileneceği için muhafaza edilmesinde fayda vardır.[1258]

BÂB: Babların sonuncusu ve kitabın özü yaptığım bu bâb, Allah Resu-lü'nün vücut özellikleri ve ahlaki vasıftan konusunda bana ulaşan en kap­samlı hadis olan İbn Ebi Hâle hadisine dairdir. Bu babı inceleyen hiçbir kim­se, bu ahval, düzen ve ahlak sahibi insanın, insanlığı irşad ve evrenin yöneti­mini gerçekleştirmeye, yeryüzünün doğu ve batısında devletler kurmaya ye­tenekli kimseler yetiştirmiş olmasını garipsemez.

Kadı muammer müsnid Nasrullah b. Abdülkâdir el-Hatib ed-Dımaşkî "âli" olarak Şam'da semâ yoluyla bize haber verdi, o Ömer b. Mustafa el-Âmidî'den, o Mustafa er-Rahmetî el-Eyyûbî'den, o Arif Abdülğani en-Nâblusî'den, o Necmeddin b. Bedreddin el-Gazzî'den, o da babasından şöyle dediğini haber verdi: Bize şeyhülislam Zekeriyya el-Ensârî haber verdi, bize İzzeddin İbnü'l-Furât, İbrahim et-Tenûhî'den naklen haber verdi: Bize Dilâsi, İbn Tâmtît'ten[1259] naklen haber verdi: Bize İbnü's-Sâiğ, Ebû Amr İbnüt-Tevzerî'den, o Ebû MuhammedİbnBertale'den, o da Ebü'l-Hasan el-Gaükîden naklen haber verdi: Bize kadı Ebü'1-Fazl Iyâz haber vererek şöyle dedi: Bize kadı Ebû Ali Hasan b. Muhammed el-Hâfız (Allah rahmet etsin) 580 (1184) yılında kendisine "kırâaf'ımla haber verdi: Bize Ebü'1-Kasım Abdullah b. Tahir et-Temimî haber verdi, ona okudum: Size haber veriyorum ki fakih edip Ebû Bekir Muhammed b. Abdullah b. Hasan emNisâburî ile Şeyh fakih Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed b. Hasan el-Muhammedî ve Kadı Ebû Ali Hasan b. Ali b. Cafer el-Vahşî şöyle dediler: Bize Ebü'l-Kasım Ali b. Ahmed b. Muhammed b. Hasan el-Huzâî haber verdi: Ebu Said Heysem b. Küleyb eş-Şâşi[1260] haber verdi: Bize Ebû İsa Muhammed b. İsa b. Sevre el-Hâfiz[1261] haber verdi: Bize Süfyan b. Veki haber verdi: Bize Cümey' b. Ömer b. Abdurrahman el-İclî kendi kitabından "imlâ" yoluyla haber verdi: Mü'minlerin annesi Hz. Hatice'nin önceki kocası Ebû Hâle'nin evladından Beni Temim'den Ebû Abdullah künyeli biri bana İbn Ebi Hâle'den, o da Hasan b. Ali b. Ebi Tâlib'den (ra) şöyle dediğini haber verdi: Bir şeyi vasfetmede mahir olan dayım Hind b. Ebi Hâle'ye Resulullah'ın özelliklerini ( h i 1 y e ) sordum, umdum ki onun özelliklerinden kendisine tutunacağım birşeyler bana anlatır. O şöyle dedi: "Hz. Peygamber saygındı, kendisine saygı duyulurdu. Yüzü ayın dolunay halinde olduğu gibi aydın ve parlaktı. Orta boylu kimseden daha uzun, ince uzun boyludan daha kısaydı. Başı büyükçe, saçları kıvırcık ile düz arasıydı. Saçları ayrılır durumda olduğunda iki tarafa ayırır, değilse böyle yapmazdı. Saçlarını uzattığında iki kulağının memelerini aşardı. Yüzü hafif kırmızı karışığı beyaz ve parlaktı. Alnı geniş, kaşları yay gibi ve uçları göz uçlarına kadar inerdi. Kaşları çatık olmayıp uçları birbirine yakındı ve iki kaşı arasında öfkelendiği zaman kabarıp beliren bir damar vardı. Burnunun üst kısmı yüksekçe idi ve bir nurla kaplıydı; dikkatle bakmayan biri burun kemiğinin üstü yüksek, ortası düz ve uç kısmını basık sanırdı. Sakalı sık ve büyükçe idi. Yanakları yumru olmayıp düzdü. Ağzı geniş, ön dişleri seyrek ve inci gibiydi. Göğsünün ortasından göbeğine kadar ince bir çizgi gibi inen kılları vardı. Boynu uzunca ve gümüş parlaklığındaydı. Bütün uzuvları birbirleriyle uygunluk içindeydi. İrice fakat birbirleriyle mütenasiptiler. Karnı ve göğsü aynı hizada düzdü. İki omuzunun arası genişti. Mafsal kemikleri iriydi. Soyunduğunda vücudu gayet parlak ve nurluydu. Göğsünün ortasında göbeğine kadar inen ince kıllar bir çizgi meydana getirirdi. İki memesi üzerinde, karnında ve göğsünden göbeğine inen çizgiden başka vücudunun ön tarafında kıl yoktu. Omuzlarında, kollarında ve göğsünün üstünde kıllar vardı. Bilek kemikleri uzun, avuç içleri geniş, el ve ayak parmakları kalın ve büyüce, parmakları uzunca idi. Elleri, ayakları ve diğer organları mütenasip bir uzunluk ve kalınlıkta idi. İbnü'l-Enbârî burada geçen "asab" kelimesini "kasab" şeklinde rivayet eder. Düz tabanlı değildi. Ayaklarının üstü düz olup su döküldüğünde üzerinde kalmayıp etrafa akardı. Yürüdüğünde ayağını yüksekçe kaldırır, sağa sola meyletmeden gideceği yöne hafifçe eğilerek yürürdü. Ayaklarını yere yumuşakça basar, adımlarım süratle ve uzunca atardı. Yürüdüğünde sanki yüksek bir yerden iniyor gibi yürürdü. Bir tarafa döndüğünde bütün vücuduyla dönerdi. Gözleri çoğunlukla etrafa değil önüne bakardı. Yere bakışı gökyüzüne bakışından daha çoktu. Bakışı çoğunlukla gözucu ile olurdu. Ashabının arkasından yürür, karşılaştığı kimselere, onlardan önce davranıp selam verirdi."

"Bana Hz. Peygamberin konuşmasını anlatmasını istedim, şöyle dedi: Resulullah (sav) sürekli bir hüzün ve düşünce halindeydi, rahatlık hali yoktu. Gerekmedikçe konuşmazdı, uzun süre susardı (susması daha uzundu). Konuşmayı başından sonuna kadar fesahatle sürdürürdü. "Gevâmiu'l-kelim" (çok anlamı, az ve özlü sözle ifade) ile konuşur, sözlerinde söylemesi gerekenden fazla ve eksik söz bulunmazdı. Kimseyi incitmez ve horlamazdı. Az bile olsa nimeti tazim eder, bir nimeti asla kötülemez, lezzetinden dolayı bir yemeği kötülemez veya övmezdi. Dünya malı ve mülkü için öfkelenmez, dünyaya ait işlerden dolayı darılmazdı. Hakka saldınldığında ise, hak yerini buluncaya kadar öfkesi önlenemezdi. Buna karşılık kendi şahsıyla ilgili bir hususta öfkelenmez bunun için intikam düşünmezdi. Bir şeye işaret ettiğinde (parmağıyla değil) eliyle işaret ederdi. Bir şeye hayret ettiğinde avuçları yukarı bakar haldeyse aşağı çevirir, aşağı bakıyorsa yukarı çevirirdi. Konuşurken sağ eliyle sol elinin baş parmağının iç tarafına vururdu. Birine kızdığında onu azarlamayıp aksine yumuşak davranır, vazgeçme ve afta mübalağalı davranırdı. Sevinçli olduğunda ise gözlerini yumardı. Gülmesi tebessüm şeklinde idi ve bu sırada temiz, saf ve berrak inci taneleri gibi olan dişleri görünürdü."

Hasan b. Ali şöyle der: Bu özellikleri bir süre Hüseyin b. Ali'ye (kardeşi) haber vermemiştim. Sonra haber verdiğimde, onun bunu benden önce dayım Hind'e sormuş olduğunu, hatta babasından Hz. Peygamber'in hane-i saadetindeki durumunu, ashabı ile olan muamelesini sorduğunu gördüm. Hüseyin Resulullah'ın özelliklerine dair herşeyi sorup araştırmıştı. Hz. Hüseyin şöyle der: Babama, Resulullah'ın evine nasıl girdiğini sordum, şöyle dedi: Resulullah efendimiz hane-i saadetine girdiğinde, evde geçirdiği zamanı üçe bölerdi. Zamanın bir kısmını Allah için, birini ailesi ve birini de kendisi için ayırmıştı. Kendisi için ayırdığı zamanı da kendisiyle insanlar arasında bölüştürmüştü. Bu vakitte, kendisine yakın dostları huzura girer, burada elde ettiklerini diğer insanlara da aktarırlar, böylece Kesulullah'ın huzuruna girme imkânı bulamayanlar da bu toplantılardan gerekli faydayı sağlarlardı. Allah Resulü onlar için faydalı olan hiçbir şeyi kendilerinden saklamazdı. Ümmete ayırdığı zamanla ilgili uygulaması şöyleydi: İlim ve takva sahiplerinin herkesten önce huzura girmelerine müsaade ederdi. Bir şeyi taksim etmesi, herkesin dindeki faziletine göreydi. Huzura girenlerin bir kısmı yalnız bir ihtiyaç, bazısı da birçok ihtiyaç sahibi olup Resulullah her biriyle gerekli şekilde meşgul olur, sorularına gerekli şekilde cevap verir, sonra da şöyle buyururdu: 'Burada bulunanlar, öğretilenleri burada olmayanlara haber versinler. Bana gelerek ihtiyaçlarını bildiremeyenlerin ihtiyaçlarını bana bildirin. Kim ihtiyacını iletemeyen kimsenin ihtiyacını bir yöneticiye haber verirse, Allah kıyamet günü onun ayaklarını (sırat üzerinde) sabit kılar.' Huzura girenler bu anılanlardan başka birşeyi dile getirmedikleri gibi Hz. Peygamber de dinî fayda ve dünyevî ihtiyaçlarla ilgili olmayan faydasız sözler söylenmesinden hoşnut olmazdı. Süfyan b. Veki'in rivayet ettiği hadiste Hz. Ali şöyle der: Onlar huzura, sığınan (muhtaç) kimseler olarak girerler, oradan tam bir manevî zevk almış olarak ayrılır, dinde bilgi sahibi olarak çıkarlardı."

Hz. Hüseyin, babama "Bana Resulullah'ın evden çıktıktan sonraki durumu ve ne yaptığı hakkında haber ver" dedim, şöyle dedi: Hz. Peygamber dilini faydasız sözlerden korurdu. Ancak ashabını ilgilendiren, aralarında sevgi bağı oluşturacak, onları birbirinden ayırmayacak şeyleri konuşurdu. Her toplumun saygın kimselerine ikramda bulunur ve onları kendi kavimlerine yönetici tayin ederdi. Hiç kimseden güleryüz ve güzel ahlâkım esirgemeden, insanlara karşı ihtiyatlı olur, kendisini korurdu. Meclisinde göremediği ashabını araştırır, aralarında olup bitenleri halka sorardı. Güzeli güzel görür ve koruyup gözetir, çirkini çirkin görür ve ondan sakındınrdı. Her işi mutedil ve dengeli olup biri diğerini tutmazhk etmezdi. Ashabın iş ve görevleri konusunda gaflet ve tembellik gösterecekleri endişesiyle, onların durumundan gafil kalmazdı (onları devamlı gözetip ikaz ederdi). Herşeye istidadı vardı. Hakkı yerine getirmede kusur etmez, hakka tecavüze de imkân vermezdi. İnsanların ona en yakın olanları, onların en seçkinleri; onun katında en üstünleri, dinde ihlas sahibi olanlar; en yüce mevkide olanlar ise zayıflara en çok yardım ve iyilikte bulunanlarıydı."

Hz. Hüseyin şöyle der: "Babama, Resulullah'ın meclisinin nasıl olduğunu, neler yaptığım sordum, şöyle dedi: Allah Resulü'nün bir yere oturuş veya kalkışı ancak Allah'ı zikir üzere idi (oturuşu ve kalkışı sırasında Allah'ı zikrederdi). Oturmakta olan bir topluluğun yanına geldiğinde, meclisin son bulduğu yerdeki boş yere oturup üst tarafa geçmez, başkalarına da böyle yapmalarını emreder, üst tarafa geçmekten menederdi. Kendisiyle birlikte oturan herkese nasibini verirdi (gerekli iltifatta bulunurdu). Öyle ki her biri, Resulullah katında kendisinden daha üstün tutulan biri olmadığını sanırdı. Birisi kendisiyle otursa veya ona ihtiyacını bildirse, sabır ve tahammül göstererek o kimse kendisi kalkıp gitmedikçe usanç belirtmezdi. Birisi kendisinden birşey istese reddetmeyip verir., istediği şey yoksa güzel bir sözle savuştururdu. Onun güzel ahlâk ve cömertliği bütün insanları kuşatmış, herkes ondan nasibini almıştı. Onlara bir baba gibiydi, onlar da onun katında hak konusunda hepsi biribirine yakın, ancak takva konusunda yek diğerine üstündüler. Bir başka rivayette "onun katında hepsi hak konusunda birbirine denkti" ifadesi vardır. Meclisi hilim, haya, sabır ve güven meclisi idi. Orada yüksek sesle konuşulmaz, hiçbir haram davranış olmaz, kimsenin ayıbı söylenmezdi. Onun meclisinde bulunanlar ancak takvalanyla birbirine karşı öncelik ve üstünlüğe sahiptiler. Hepsi de mütevazı, büyüklere saygı, küçüklere sevgi gösterirler, ihtiyaç sahiplerini diğerlerine tercih eder, memleketlerinden uzakta bulunanlara merhametle davranırlardı."

Hz. Hüseyin şöyle der: Babama Hz. Peygamber'in meclisinde bulunanlara karşı hareket tarzım sordum, şöyle dedi: Resulullah daima güleryüzlü ve yumuşak huylu idi. Esirgeme ve bağışlaması çoktu, katı kalpli değildi. Hiç kimseyle çekişmez, bağırıp çağırmaz, kötü söz söylemez, kimseyi ayıplamaz ve aşırı şekilde övmezdi. Hoşlanmadığı şeyi görmezlikten gelir, umanı umutsuzluğa düşürmezdi. Kendisini üç şeyden; gösteriş, çok konuşma ve kendisini ilgilendirmeyen şeylerden uzak tutmuştu. İnsanları üç halde de kendi hallerine bırakır, halleriyle ilgilenmezdi: Hiç kimseyi kınayıp kötülemez, ayıplarını anmaz ve kusurlarını araştırmazdı. Yalnız sevap ve hayır umduğu bir konuda konuşurdu. Konuştuğunda, meclisinde bulunanlar, başlarına kuş konmuş gibi sessiz ve hareketsiz dururlar, sözünü bitirip susunca söyleyeceklerini söylerlerdi, kendisinin yanında asla tartışıp çekişmezler di. Hz. Peygamber'in huzurunda onlardan biri konuşurken, konuşması bitinceye kadar diğerleri susardı. Onlardan sonrakinin sözü (arzu ve rağbette) ilk öncekinin sözünden farksızdı (veya önce başlayanın sözü, sonraki tarafından kesilmezdi). Meclisinde bulunanlar birşeye gülseler o da güler, bir şeye hayret etseler o da ederdi. Yabancıların konuşma ve sorularındaki sertlik ve kabalığa karşı sabır gösterirdi. Şöyle buyururdu: "Bir ihtiyaç sahibinin, ihtiyacını talep ettiğini gördüğünüzde ona yardım edin". Gerçeği yansıtmayan övgüyü kabul etmezdi. Sözünü bitirmedikçe kimsenin sözünü kesmez, ancak sözünü tamamlaması veya kalkıp gitmesi halinde kesmiş olurdu". Süfyan b. Veki'in rivayet ettiği hadis burada sona erdi.

Başka bir rivayetin ravisi şu ilavede bulunur: Babama "Hz. Peygamber'in susması nasıldı?" diye sordum, şöyle dedi: Resulullah'ın susması dört şey, hilm, sakınma, takdir ve tefekkür üzere idi. Takdiri, insanlara eşit bakış ve dinleyişte kendisini gösterir, tefekkürü ise baki ve fani olan (dünya va ahiret) üzerinde olurdu. Hilm ve sabrı kendisinde toplamıştı, hiçbir şey kendisini kızdırmaz di. Sakınmasında ise dört haslet birararaya gelmişti. Başkalarının da uyması için güzel ve meşru olanı yapması, diğer insanların da kendisini örnek alıp vazgeçmesi için çirkin şeyleri terketmesi, ümmetinin salahına vesile olacak görüş ortaya koymaya çaba sarfetmesi, onların hem dünya hem ahiret mutluluklarını sağlayacak şeyler üzerinde himmetini toplaması".[1262]

Kadı Ebubekr İbnü'l-Arabî el-Kavâsım ve'1-avâsım adlı eserinde şöyle der, ki ben de ondan nakletmişimdir: Ebü'l-Kasım İbnul-Manzûr[1263], Hz. Peygamberin Hind ve başkaları tarafından rivayet edilen hadislerde anılan sıfatları okunduğunda Rıdvan el-Feylesofun[1264] şöyle dediğini duyduğunu Zukâku'l-Kanâdil'de bana haber verdi: "Bu özellikler ancak bir peygamberin olabilir ve bunlar yanında delil olarak da başka birşeye ihtiyaç yoktur. Vücut özelliklerinin mutedil olması ahlakın itidaline delalet eder. Bu, aydınlatan nurdan ve katında batıl bulunmayan haktan sudur eden bir yaratılıştır. Yaratılışta mükemmelliğin son noktasında vücuda gelinceye dek yolunda ne bir karanlık ne bir afetle karşılaşmadı". O sonra bunu şu sözleriyle izah ederek konuşmasına son verdi: "Kim Efendimiz Hz. Muhammed'in (sav) sözlerine, izah ettiği manalara, açıkladığı maksatlara, haber verdiği varlıklara, düzenlediği organizasyona, gerçekleştirdiği eğitime ve gerek sözlü gerek fiili bütün ahlak ölçülerinin bu düzen çerçevesine girdiğine bakarsa, kesin olarak bunun insanın gücü üstünde bir iş olduğunu, onu kendileri içinde koruyup muhafaza edenin ancak var edenleri, kendileri için eğitip çıkaranın ancak onları bilen ve yaratanın olduğunu kavrar. Bu da " ı s m e t " (Peygamberlerin günahtan korunmuş olmaları) konusunda son noktadır. Hamd ve minnet Allah'adır". Adı geçen eserden özetle verilmiştir.

Burada artık dinleyiciye bu parlak Nebevi yüzyılın durumuyla ilgili olarak bu kadarla yetinmekten dolayı özür beyan ederek çalışmamızı bitirmek, yoksul kalemi işin son bulması sebebiyle dinlenmeye vermek yolu bize göründü. Şöyle ki bu, şimdilik derlenmesi ve arzı mümkün olandır, yoksa bunlar o devirde geçerli olan sanatlar, ticaret, uygulama ve ilimlerin tümü değildir elbette. Hayır hayır, bu hepsi değildir. Çünkü bize ulaşan hususlar, aralarında büyük mesafeler bulunan birçok merhale boyunca mevcut olanlardan bilgileri ençok tedvin edilmiş (yazıya geçirilmiş) bulunanlardır. Zira kesin olan şudur ki o zamanlarda her konuda mevcut herşeye bugün tam bir ayrıntıyla ne biz sahibiz ne de bizden öncekiler sahip olmuştur. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Birincisi: İlk asır insanlarının Kur'an'la yetinmeleri ve başka şeylerin ona karışması endişesiyle tedvine tam ve yeterli bir önem vermemeleridir. İkinci yüzyılda insanlar başka şeylerin Kur'an'a karışmaması konusunda emin olunca, kendi durum ve rolleri bakımından önemli gördükleri ve tedvine ihtiyaç duydukları konuların bazılarında tedvine yöneldiler. Ancak bu kitabın konusu olan hususlarda tedvin fırsatını değerlendirmemişlerdi. Eğer bu konuda tedvinde bulunsalardı bu, ibretlerin son noktası ve olağanüstü birşey olurdu. Şöyle ki şimdi bu konularda vakıf olduklarımızı, gazveler, olaylar ve mesellerin içinden çıkarıp almaktayız, yoksa onlar bizzat bu türden haberleri vermeyi tasarlamış değillerdir. Şu sözü söyleyen kimseye aferin: "Şöhreti ufukları kaplayan İslam uygarlığı, zamanının yakınlığı, kendisi ve mensuplarının eserlerinin şimdiye kadar korunup muhafaza edilmesine rağmen kapalılık konusunda neredeyse araştırmacıların eski tarihlerine vakıf olabilmek için yokolup gitmiş eserleri ve yeraltı kalıntılarından hare­ketle araştırmada bulundukları yokolup gitmiş milletlerin uygarlığına ben­zemektedir". O yine şöyle der: Babanın hayatına andolsun, nerede o tarih ki selefin haberlerini, geçmiş gitmiş uygarlıkları, yaşayış tarzları, zanaatları, adetleri, kıyafetleri ve idare, yargı, siyaset, askerlik, eğitim, okullar, imalat­haneler v.b. hususlar gibi bu ümmetin ilerlemesi ve sosyal durumuyla ilgili yönetim düzenleri hakkındaki bilgileri bize ayrıntılarıyla bildirsin. İkinci­si: Daha öncekilerin âsâr ve siyere dair kitaplarımın çoğu bugün ya yokol-muş veya olmaktadır. Bunlardan mevcut olanlarsa yeterli değildir. Çünkü yazılan ve derlenen eserlerin çoğu istilalar sırasında yakılmıştır. Bu çerçeve­de Moğol istilasında, tarihin daha korkuncunu anmadığı ölçüde kitap zayi ol­du. Dicle'ye o kadar kitap atıldı ki akıntısı durdu ve atılan îslami eserlerin mürekkeplerinden dolayı suyu karardı. Hatta ben selefin eserlerinin çoğu­nun Moğol istilasından önce yokolmasından şikayet edildiğini gördüm. Şöyle ki Hafız İbnü'l-Cevzî Saydu'l-hâtır adlı eserinde şöyle der: "İlk devirlerdeki ulemanın himmeti yüksek olup ömürlerinin özü olan eserleri bunu göster­mektedir. Ancak bu eserlerin çoğu yokolup gitmiştir. Çünkü talebelerin him­meti zayıfladı, uzun eserlere arzu duymayıp muhtasarları ister oldular, son­ra da bunlardan ders gördükleri bazısıyla yetinir oldular. Böylece kitaplar çoğaltılmadan yokolup gitti".[1265] Arap tarihi, Endülüs'te Kurtuba şehrinden Allah'ın memleketlerinin en çok kitap bulunanı diye sözeder.[1266] İspanya hristiyardan Kurtuha'yı istila ettiklerinde ele geçirdikleri bütün müslüman kitaplarını yaktılar. Yaktıkları kitaplar bir milyon ellibin ciltti. Bunu bir tek günde alev haline getirdiler. Sonra Endülüs'teki doksan kütüphaneye yönel­diler ve her memlekette mevcut Arap eserlerinden elde ettikleri herşeyi telef ettiler. Bunu Mundi(?) tarihinde zikreder. Onların tarihçilerinden biri olan Vilis (Wells?) de şöyle der: İspanyolların Endülüs'te yaktıkları kitap sayısı bir milyon beşbin cilttir.[1267]

Vefîyyetü'l-eslâf ta müellif şöyle der: Tuleytula (Toledo) piskoposu yüce İslam kitaplarından seksen küsur bin kitap yaktı.[1268] Frenkler Gırna­tayı (Granada) ele geçirdiklerinde nefis kitaplardan bir milyonu aşkın kitap yaktılar. Onlar, müslümanlarm aralarında bırakmak kendilerine ağır gelen şeylerle yüklü olup Merakeş'e gitmekte olan üç gemiye elkoyarak yüklerini Escurial kütüphanesine bıraktılar. Sonra da bunlar yandı, geriye bir kısmı kaldı. Bu eserlerin katalogu Suriyeli hıristiyanlardan biri tarafından yapıldı[1269] ve bu kitaplardan, bugüne dek dünya alimlerinin gidip geldiği bir kütüphane oluşturdular. Katalogu hazırlayanların zamanında mevcut ki­taplar 1851 ciltti. Ben meşhur Muhammed Mahmud eş-Şinkıtî'nin Sultan Abdülhamid zamanında oraya gittiği sırada yaptığı Arapça katalogunun bir kısmını gördüm. Bu da kütüphanede varlığı sanılan miktara nisbetle ger­çekten Önemsiz sayılır, hele Endülüs kütüphanelerinde bulunan miktara nisbetle ise bir değer ifade etmez. el-Vâfi fi'1-mes'eleti'ş-şarkiyye müellifi[1270], İslami dönemde yalnız Kurtuba kütüphanesinde altıyüz bin cilt seçme kitap bulunduğunu belirtir (s. 172). Bu bilgi Vefiyyetü'l-eslâf tan nakledilmiştir. Mercâni Vefiyyetü'l-eslâf ta, zikredilen bazı bilgileri an­dıktan sonra şöyle der: Sonuç olarak, İslam alimlerinin eserlerinden geriye ancak azın azı birşey kalabildi, (s. 325).

Mısırlı tarihçilerden biri şöyle der: "Müslümanların yazdığı kitaplar­dan Haçlılar, Moğollar ve-İspanyollar'ın yaktıklarından geriye kalanı, deniz­den ancak bir noktadır". Bu yüzden eskiden demiştim ki selefin eserlerini iki yağmacı güç yoketti: insan orduları ve hayvan orduları. el-Vâfi fi'1-mes'ele-ti'ş-şarkiyye adlı tarihte (s. 171) Avrupa kütüphanelerinin Fas ve Irak kü­tüphanelerinden alınan kitaplarla zenginleştikleri kaydedilir ki adı geçen eserde müellifin sözlerine bakınız. Bugün eğer Avrupa kütüphanelerinden bize birşey naklederek veya neşirle lütufta bulunursa faydalanırız, aksi hal­de bu hazineler, onların yanma endişesiyle su dolapları ve yangın söndürme cihazlarıyla kuşatılmış, gece ve gündüz muhanzlanyla korunan kütüphane­lerinde saklı kalır.

Ebû Muhammed Abdullah et-Ticânî Rihle sinde Hafsi sultanı Ebû Ze-keriyya el-Hafsî'nin (ö. 647/1249) Tunus'taki kütüphanesinde otuz bin cilt kitap bulunduğunu[1271], bunun zamanla azalıp altı bine kadar düştüğünü zikrettiğinde şöyle der: Bu durum, adı geçen hükümdarın yakın adamların­dan ve devletin alimlerinden olan Bâce kadısı Hasan b. Muammer el-Hevârî et-Tarâblusî'ye anlatılarak sebebi soruldu, o şöyle dedi: "Yağmur ve insan eli!". Cezayirli hocalarımızdan biri bu durumu irdeleyerek şöyle der: "Tem­belliklerin birbirini izlemesi ve rahatlıkta sükun bulunması". Şeyh Mesud Cemû'un Minhâcu resmi'l-Kur'ân fi şerhi Mevridi'z-zem'ân adlı kita­bında sözünü ettiği kitapların adlarından bugüne kalanlar nerededir? Şöyle ki talebesi İbn Âşir el-Hâfî es-Selevî'nin Kunâşe sinde Şerhu'l-Akîle den naklettiği ve benim de onun elyazısından naklettiğim üzere o " bu ümmetin müellifleri her dalda sayısız eser kaleme aldılar" der, sonra da Gırnata'da bir talebede büyük ebatta kalın bir cilt halinde ve üzerinde "kitap adlarına dair ellibeşinci cilt" ifadesi yazılmış bir kitap gören birinden nakilde bulunur. Ondan geriye daha ne kadar kaldığı bilinmez. Bu kitapta eserin yalnız adı, mü­ellifi, memleketi ve özellikle ölüm tarihinin yazılı olduğu gözönüne alındı­ğında bu ciltlerin ne kadar kitap adı içerdiklerini varın düşünün!

Kadı İbn Hallikân, Sâhib b. Abbâd'm biyografisinde şu bilgiyi zikreder: Buhara hükümdarlarından Nuh b. Mansûr, kendisine vezir yapmak üzere ona haber gönderdi. Sâhib b. Abbâd'ın bu görevden afnni istemesi konusun­da ileri sürdüğü özürlerden biri de hükümdara yalnız kitaplarını taşımak için dörtyüz deveye ihtiyaç duyduğunu söylemesidir.[1272] Adı geçen İbn Abbâd IV. yüzyılda yaşamış olup Safer 385 (Mart 995) tarihinde vefat etmiştir. Bu, bir tek kişinin bir tek bölgede sahip olduğu ise, çeşitli bölge ve şehirlere yayıl­mış bundan başka kimselerin durumu ne olur? Bu, müslümanlarda bir tek ilimde üçyüz yıllık bir zamanda telif sanatının ulaştığı seviye ise, ondan son­ra ulaştıkları seviyenin ne olacağını düşünün!

Hâfiz Suyûti el-Müzhir de, adı geçen Sâhib b. Abbâd olayını anlattık­tan sonra şöyle der: Kitapların çoğu Moğollar ve başkalarının sebep oldukla­rı karışıklıklar sırasında yokoldu. Öyle ki mütekaddimin ve müteahhirin ulemaya ait dille ilgili mevcut kitaplar bir tek deve yükü bile etmez.[1273] Bu bilgi, Ebü'l-Abbas el-Hilâlfnin Fethu'l-Kuddüs fi şerhi hutbeti'l-Kâmûs'undan nakledilmiştir. Hilâli, adı geçen eserinde İbn Abbâd'ın dört­yüz deveye ihtiyaç duyduğuna dair İbn Hallikân'ın kaydettiği rivayet ile alt­mış deveye ihtiyaç duyduğuna dair başkaları tarafından nakledilen rivayet arasında, Suyûti1 nin zikrettiği sayıdan fazlasının dil dışındaki konulara dair kitaplar olduğunu belirterek uygunluk belirtir. Fethu'l-Kuddüs'e bakınız.

Hanefi alim Haskefi'nin Tenvirü'I-ebsâr'ın şerhi olan ed-Dürrü*l-muhtâr adlı eserinde şu bilgi verilir: "Ebû Hanife'nin talebesi Muhammed b. Hasan'ın (ö. 189/805) dini ilimlerle ilgili 999 kitap kaleme aldığı söylenir". İmam Şafii şöyle der: Muhammed b. Hasan'm ilminden bir deve yükü kitap edindim.[1274] Hicri ikinci yüzyılda bu bir müellif olarak eserlerinin sayısı, ba­zıları altmış defterden oluşan bin kitaba ulaşıyor, bir diğer alim olarak İmam Mâlikin şer'i hükümlere dair imlâ ettirdiği eserler yüzelli cilde varıyorsa, bu çağda yaşayan diğer alimlerin ve onlardan sonra gelenlerinki ne kadardır?

Ebü'l-Hasan el-Uchûrî, er-Risâle'nin girişine yazdığı haşiyede İmam Mâlik'le ilgili olarak İmamü'l-Harameyn'den şu nakilde bulunur: O kendi mezhebinde şer'î hükümlere dair yaklaşık yüzelli cilt eser imla ettirdi. Hin­distan Haydarabad kadilkudatı Hudabahş[1275], önce el-Muktatef dergisin­de, sonra da Ferid Vecdi'nin Dâiretü'l-maârif inde neşredilen makalesinde şu bilgiyi verir. Vâkıdi'nin kitapları altıyüz sandığı dolduruyor ve bunları tasunak için de yüzyirmi deve gerekiyordu (VIII. ciltte "kitap" mad. bkz).[1276]

Hâfiz Suyûti ed-Deverânü'1-felekî alâ İbni'l-Kerekî'de şöyle der: "Ümmetin alimlerinin birbirlerine reddiye olarak kaleme aldıkları eserler toplanmış olsaydı ciltleri bulurdu". Alimlerin birbirlerine reddiye olarak yazdıkları eserler ciltler tutarsa bir başka konuda yazdıkları ne kadar olur? Ben mümkün olduğu ölçüde fehrese ve sebtlerin adlarını toplamaya çalıştım sayıları bini aştı[1277]. Oysa Keşfuzzunûn'da bu türden eserlerin sayısı bu­nun onda birini bile bulmaz. Nerede bu rakam nerede Sultan IV. Muradın sır kâtiplerinin reisi ve maliye veziri olan[1278] Hacı Halife diye meşhur Musta­fa b. Abdullah'ın Keşfuzzunûn an esâmi'l-kütüb ve'1-fünûn adlı eserinin içerdikleri! Onun topladığı eserlerin ulaştığı rakam 18.550'dir. Üstelik o XI. yüzyılda yaşamış müteahhirin ulemadandır. Bu konuda kendisinden önce bir grup alim eser yazmışlardır. Bunlardan biri daha önce 56. cildini gördüğü zikredilen kimsenin haber verdiği kitabın müellifidir. Bir diğeri ed-Dür-rü's-semin fi esmâi'l-muöannifînin yazarıdır. Bu eser bir cilt halinde bende mevcut olup yazarı İbnü's-Sââtî el-Bağdâdî (ö. 674/1275} diye bilinen mahir tarihçi İmam Tâcüddin Ebû Tâlib Ali b. Ecneb b. Osman b. Abdul­lah'tır.[1279] Onun biyografisi Zehebi'nin Tezkiretü'l-huffâz'ında verilmiş olup[1280] bu kitabı yalnız bizim kütüphanede bulunan eserlerdendir. Bunu Keşfuzzunûn müellifi "elif harfinde Ahbâru'l-musannifin adıyla, altı cilt ve Ebu 1-Hasan Ali b. Ecneb el-Bağdadînin (ö. 674/1275) eseri olarak kaydetmiştir.[1281] Dâl harfinde ise bu eserin adını ed-Dürrü's-semin diye vererek müellifini zikretmemiştir.[1282] Bu, ondan beklenmeyen tuhaf birşey-dir.

Bu konuda eser yazanlardan birisi de Cemalüddin İbnü'l-Kıftî es-Saîdî olup Udfuvi et-Tâliu's-saîdde onun biyografisini vererek Ahbâru'l-musannifîn ve mâ sannefû adlı eserini zikreder. Bir diğeri İmam et-Tûfî el-Bağdâdî[1283] olup İslam'da eser yazanlar ve eserleriyle ilgili sekiz ciltlik de­ğerli bir kitap yazmıştır. Bunun bazı ciltleri İstanbul kütüphanelerinden bi-rindedir. Bir diğeri İmam Ebu 1-Berekât Muhammed b. İbrahim İbnü'1-Hâc el-Bellifikî el-Endelüsî olup eserlerin adlan ve müelliflerinin tanıtımına da­ir alfabetik olarak düzenlediği bir eseri vardır.[1284] Bir diğeri Şerefıiddin Muhammed b. Ma'mer el-Makdisî el-Kâtib (ö. 712/1312) olup el-Kasîdetü'l-yâiyye fi esmâi'l-kütübi'l-ilmiyye adlı eseri vardır. Matbu Keşfuzzu­nûn da bu manzume ile ilgili olarak şöyle denir: "Bu konuda, ondan başka bir eser yazanı görmedim. Manzum eser yazmanın ve gerekli kapsamda ol­masının kısıtlılığını da bilmekteyim".[1285] Bu, Keşfuzzunûn müellifinin ga­rip bir kusurudur. O, bu konuyla ilgili olarak Îbnü's-Sââtî, Tûfi, İbnül-H&c ve başkalarına ait naklettiğimiz eserleri görmemiş olmalıdır. Üstelik Keşfuzzunûn müellifi, bilindiği gibi, İbnü's-Sââtî'nin eserini Keşfuz­zunûn'da iki yerde, elif ve dâl harflerinde zikretmiştir. Geçen bilgilere bakı­nız.                   

Şeyhülislam Muhammed b. Ebi's-Sürür el-Bekrî es-Sıddıkî el-Mısrî'nin (ö. 1087/1676), İbn Enceb el-Bağdâdî'nin kitabının üslubunda ve müellifle­rin tarihine dair müteaddit ciltli bir eseri vardır. Bir grup alim Keşfuzzunûn'a zeyl yazmış olup bunlardan biri İbrahim b. Ali el-Hanefî er-Rûmî'dir (ö. 1189/1775). Onun ez-Zeyl alâ Keşfi'z-zunûn li-Kâtib Çelebî fi esmâil-kütüb ve'1-ilhâkât adlı bir eseri olup Silkü'd-dürer müellifi ta­rafından biyografisinde verilmiştir.[1286] Zeyl yazanlardan biri de Kemâlüddin Muhammed b. Mustafa el-Bekrî el-Gaazî el-Hanefî'dir (ö. 1196/1782). Sil­kü'd-dürer müellifi şöyle der: Tuhaf bir üslupla, kitap adlarına dair bir eser yazdı ve Keşfu'z-zunûn fi esmâi'ş-şurûh ve'1-mütûn adını verdi.[1287] Zeyl yazanlardan biri de çağdaşımız, uzun ömürlü, itina sahibi miralay İsmail Paşa olup aslen Bağdatlı, doğum veya yerleşim bakımından da İstanbullu­dur. Keşfuzzunûn'a iki ciltlik bir zeyl yazmıştır. Ayrıca müellifler ve eserle­rine dair dört büyük ciltlik bir diğer kitabı vardır. 1321 (1903) yılında yetmiş yaşını aşkın halde hayattaydı.[1288] Çağdaşımız itinalı araştırmacı Şeyh Cemil el-Azm el-Beyrûtî'nin on ciltlik bir Keşfuzzunûn zeyli olduğuna dair haber bana ulaştı.[1289] Arkadışımız, araştırmacı ve arkeolog Seyyid Hasan Hüsnî Abdülvehhâb et-Tûnisî'ni[1290] de Delilü'l-bâhisîn ammen ellefe mine'l-Ifrikıyyîn adlı bir eseri olup bana üç ciltten oluştuğunu, kendi şartına uyan­ların yazdığı kitaplardan binlercesinin adını kapsadığım, sekiz yüz kadar bi­yografi içerdiğini ve her eseri, bulunduğu yer, hacmi, hattatı ve basılmışsa basımı gibi hususları belirterek inceden inceye tavsif ettiğini bildirmişti.

Ebü'l-Mehâsin Muhammed b. Halil el-Kâvukcî et-Tarâblusî'nin Kevâkibü't-tarsîf fimâ li'1-Hanefiyye mine't-tasnîf[1291] adlı bir eseri var­dır. Eseri bilen biri anmış olup ben vakıf olamadım. Hindistan'ın muhaddis ve alimi Ebü'l-Hasenât Muhammed Abdülhay el-Leknevî el-Ensâri'nin[1292] Ferhatü'l-müderrisîn bi-zikri'1-müellefât ve'1-müellifîn adlı bir eseri vardır. Ondan Önce de Hâfiz Kasım b. Kutluboğa hanefi alimlerinden eser yazanlara dair Tacü't-terâcim adlı kitabı yazmıştı. Bu eser Beytü'1-Mak-dis'te Halidiyye Kütüphanesinde bulunmaktadır.[1293]

Müelliflerin adlarıyla ilgili olarak, anılanlardan başkaları da eser yaz­mışlardır. Selvetü'l-enfâs'ta Ebû Hafs Ömer b. el-Mekkî eş-Şerkâvî'nin (Ö. 1260/1844, Fas) biyografisinde şu bilgi verilir: "Onun bir Salavât ı mevcut olup tevriye ve tevcih yoluyla salata dair eserlerin adlarını içerir". Subhu'l-a'şâ'da müellif şöyle der: Eskiden halife ve hükümdarlar kütüphanelere bü­yük önem verirlerdi. Böylece birçok esere ve değerli kütüphanelere sahip ol­dular. Denildiğine göre İslam'da en büyük kütüphaneler üç taneydi. Bunlar­dan biri Abbasi halifelerinin Bağdat'taki kütüphanesiydi. Sayılamayacak kadar çok ve değer biçilemeyecek kadar nefis kitaplara sahipti. Moğolların Bağdat'ı yıkmasına kadar böyle devam etti. İkincisi, Fatımi halifelerinin Mı­sır'daki kütüphanesidir. Her ilim dalından nefis kitapları toplayan en büyük kütüphanelerden biriydi. Son halifeleri Âdıd'm Ölümüyle devletleri son bu­luncaya kadar varlığını korudu. Üçüncüsü ise Endülüs'te Emevi halifeleri­nin kütüphanesiydi. En büyük kütüphanelerden biri olup Mülûk-u Tavâif in Endülüs'ü istilasıyla devletleri son buluncaya kadar varlığım sürdürdü.[1294]

Derim: Sannâcetü't-tarab'da şu bilgi verilir: Denildiğine göre Abdur-rahman en-Nâsır el-Ümevî Kurtuba'da 400.000 cilt, bazılarının dediğine gö­re ise 600.000 cilt kitap toplamıştı.[1295] Kalkaşandi Subhu'1-a'şâ da şöyle der: Bil ki yazılan kitaplar sayılamayacak kadar çok, sayılan kuşatılmaya­cak kadar büyüktür, özellikle İslam dininde yazılan kitaplar. Bunun benzeri hiçbir dinde yazılmış, hiçbir ümmet tarafından ortaya konulabilmiş değildir.[1296]

Derim: Söylemek gerekir ki bugün yeryüzünde en büyük İslamî kütüp­hane Mısır'daki Hidiviyye Kütüphanesidir. Bu kütüphane, bugün İslam dünyasında hiçbir kütüphanenin toplamadığı kadar kitaba sahiptir. Katalo­gu on cilt olup muhtemelen katalogun basılmasından sonra da katalog hazır­lanırken mevcut bulunan kitap kadar ilave olmuştur. Ferid Vecdi'nin Dâiretü'l-maârif inde şu bilgi verilir: Bu kütüphanede bulunan basılı ki­tapların sayısı 84.508, yazmaların sayısı 19.000 olup bunların içinde 189 mushaf vardır. Bu mushafiardan 27 tanesi Kufi hatla ceylan derisine yazıl­mıştır. Kütüphanede 117 (735) yılında yazılmış bir papirüs mevcut olup ondaki en eski eserdir. Kütüphanedeki en eski kitap ise Şafii'nin er-Risâle'si olup talebesi Rebî el-Cizi tarafından 264 (878) yılında yazılmıştır.[1297]

Hidiviyye Kütüphanesi'ni İstanbul kütüphaneleri izler. Bu kütüphane­ler çok sayıda olup onlarda bulunan enteresan ve tezyinattı kitaplar başka kütüphanelerde bulunmaz.[1298] Bugün yanıp yokolmalarmdan korkuyorum. Ne olurdu Ankaralılar onları Avrupa'da satsalardı da İslam'a, ilimlerine ve kitaplarına yönelik yağma ve tuzaklarından bu kitaplar kurtulmuş olsaydı. Ne olurdu Milletler Cemiyeti bunlarla ilgilenseydi. Sonra Şeyhülislam Arif Hikmet'in Medine-i Münevvere'deki kütüphanesi gelir. Fakat bana ulaşan habere göre ondaki kitapların çoğu darmadağınık durumdadır.[1299] Sonra Mı­sır'daki Özel kütüphanelerden, itinalı büyük araştırmacı Ahmed Teymur el-Mısrî'nin kütüphanesi gelmektedir. Seyyid Hasan Hüsni Abdülvehhab bana bu kütüphanede 24.000 cilt kitap bulunduğunu ve bunlardan yedi bin kada­rının müellif hattıyla olduğunu haber verdi.[1300] Bu kütüphaneyi büyük yazar Ahmed Zeki'ninki izler. Bu kütüphanede de çok ve güzel kitaplar bulunmaktadır.[1301] Maalesef Mısır ve diğer yerlerdeki matbaalar şimdilerde çoğunlukla müteahhirin ulemanın kitaplarım basmaya önem vermektedir­ler. Çoğu zaman da mütekaddimin ulemanın II-V. yüzyıllarda yazılan, fay­daları ve mevcutlarının azlığından dolayı önem verilmeye daha layık olan eserlerinin tarafına bakılmaksızın bir tek kitabın basımı defalarca tekrar­lanmaktadır. Yayınevi sahiplerinin onlara bakışlarını çevirmemeleri devam ederse tamamen yokolup gitmelerinden endişe ediyorum. Çünkü onlardan mevcut olanların çoğu da azlıkları yanında yıpranmış ve neredeyse yokola-cak durumdadır. Ben yazarları ve himmet sahiplerini bu önemli konuda yaz­maya davet ediyorum. Bu, neredeyse yokolmaya yüztutmuş eski İslamî eser­leri neşre yayınevi sahiplerini teşvikten ve bu da kitapların adlarım, bulun­dukları yerleri tesbit edecek bir hazırlık komisyonu kurulması ve sonra da en önemli, en eski ve nadirlerinden başlayarak yayımlamaktan ibarettir. Başa­rıya ulaştıran ancak Allah'tır.

Yanan yanmış, yağmalanan yağmalanmış, istifadeden alıkonan alı-konmuş ve saklanan saklanmış olsa da İslam uygarlığının gelişmeleri için temel kaynak Kur'an-ı Kerim'dir. Herşeyi mükemmel şekilde içeren ve asır­lar boyunca unutulmadan muhafaza edilmesi, bu İslam uygarlığının temel özelliklerinin muhafazasında en büyük etken olan Kur'an-ı Kerim. Mağrib toplumları bundan nasiplerin en bolunu almıştır. O derecede ki şöyle demiş­lerdir: "Kur'an Arap diliyle indi, Acemler tefsir etti, Mağribliler hıfzetti, Mısırlılar okudu, en güzel şekilde Türkler dinledi[1302] ve uhrevî kısmıyla Yemen halkı amel etti". Kur'an nazil olalı ondört yüzyıldır insanlar ondan istinbatta bulunmakta, anlayışlar, maksatlar, zevkler ve ilmî, ahlakî, kanunî, tarihî ve felsefî ilimlerin çeşitliliği içinde ondan hüküm çıkarmaktadırlar. O, bugüne dek harikuladelikleri tükenmeyen, bitmeyen bir denizdir. Kur'an'ın ilerle­me, uygarlık ve ümran kaynağı olduğuna dair en eşsiz yönü, kozmik ilimle­rin herhangi bir dalıyla ilgili olup da kendisini veya ona delalet eden şeyi Kur'an'dan çıkaramayacağın hiçbir hususun bulunmamasıdır. Bugün bun­daki nihaî gayeyi kavrayan Mısır, Şam ve Irak'k müslümanlar bu işle ilgilen­meye başlamış ve bu yüzyılın ihtiyaçları, bu yüzyılda revaç gören ve gerçekte İslamî ilimlerden olup başka bir renk ve şekil almış bulunan hususlar çerçe­vesinde Kur'an'ın cevherlerini çıkarmaya, muhtevasını anlamaya başlamış­tır.

Şam'da bilge yazar ve üstad Muhammed b. Ahmed el-İskenderânî tabii ilimleri, yerde bulunan suların sırları ve mecralarını, taşlar ve faydalarını, bitkiler ve hikmetleri ile özelliklerini Kur'an'dan çıkarmaya teşebbüs etti. Onun bu eseri eşsiz olup üç ciltten oluşmaktadır. Adı Keşfü'l-esrâri'n-nûrâniyyeti'l-Kur'âniyye fîmâ yeteallak bi'1-ecrâmi's-semâviyye ve'1-ardiyye ve'1-hayvanât ve'n-nebâtât ve'1-cevâhiri'l-ma'deniyye olup 1299 yılında basılmıştır.[1303] Allame ve büyük Türk astronom Ahmed Muhtar Paşa Muvâfakatü'l-âyi'l-Kur'âniyye li'1-ulûmi'l-felekiyye adlı eseri yazdı ve onda yetmiş kadar âyeti topladı. Yine astronomi alanında te­mayüz etmiş bir Türk zabiti bu ilmin esaslarını Kur'an'ı Kerim'e uygulama konusunda bir kitap yazdı. Bu konuda, arkadaşımız allâme üstad, Mısır'ın alimi Şemsüddin Muhammed b. Bahit el-Mutî el-Hanefî'nin bir cilt halinde basılan eserinden[1304] daha geniş ve kapsamlısı yoktur. Mısırlı yazar Şeyh Tantâvi Cevheri Nizâmü'1-âlem ve'1-ümem, Nahdetü'1-ümme ve hayâtuhâ, Mizânü'l-Cevâhir ve Cemâlü'1-alem gibi eserlerinde[1305] dik­katini astronomik ilimlere ve bunların temellerini Kur'an'dan çıkarmaya, güneş ve ışıklarına, ay ve aydınlığına, gökyüzü ve yıldızlarına yöneltti. Ma­hir araştırmacı yazar Ferid Vecdi de el-Hayât dergisi ve şu eserlerinde ko­nuyu işledi: Kenzü'1-ulûm ve'1-luğa, Dâiretu maârif, el-İslâm ve'I-me-deniyye, Tefsir'i ve mukaddimesi Safvü'l-irfân bi-istihrâci'I-ulûmi'n-nefsiyye ve'1-kavânîni'l-ictimâiyye ve'1-ulûmi'l-umrâniyye mine'l-Kur'ân ve cevâhirih.[1306] Çağdaşlarımızdan Hibetullah eş-Şehristânî adlı Şii alim de el-Hey'e ve'1-İslâm adlı bir eser[1307] yazmış olup astronomik ilim­ler alanında büyük bir mesafeyi kapattığı önemli önbilgiler vermiştir. Ne gü­zel ve kullanışlı bir kitaptır!

Bu arkadaşınız elektrik ve buhara dair esaslar ile trenlerin, otomobille­rin, denizaltılann ve uçan balonların yürütülmesi gibi bunları bilmenin so­nuçlarını Kuran ve Sünnet'ten hareketle ortaya koyduğu kitabını yazdı. Bu eseri el-Yevâkitü's-semine fi'1-ahâdisi'l-kâdiye bi-zuhûri sikketi'I-hadîde ve vusûlihâ ile'l-Medine diye adlandırdım. 1329 yılnıda Ceza­yir'de basılmış olup Fransızca'ya çevrildiğine dair haber bana ulaştı. Kur'an ve Sünnet'in enteresan yönlerinden biri gelecek zaman için lüzumlu olup kendilerinde sarahaten ve nass olarak bahsi geçmeyen hususları başkala­rından almaktan bizi menetmemeleridir. Çünkü din ilerleme esaslarını ve uygarlığın bütün yollarım desteklemeyi tekeffül eder. Bize yasakladığı, sa­dece diğer milletlerin zararlı olan ahlâk ve adaplarıdır. İnsanlara faydalı olan ve faydası açık bulunan şeylere gelince, İslâm dininin onun yoluna engel çıkarması asla sözkonusu olmaz.

el-Utbiyye'de Mâlikb. Enesin şöyle dediği kaydedilir: Ömer b. Abdüla-ziz'in şöyle dediği bana ulaştı: Allah Resulü ve ondan sonraki yöneticiler yol­lar (sünnetler) çizdiler, bunlara uymak Allah'ın kitabını tasdik, ona itaati kemale erdirmek ve dini konusunda güç kazanmak olup hiç kimse onları kal­dıramaz, değiştiremez ve onlara aykırı bir düşünce ve tavır takınamaz. Kim onlara uyarsa doğru yolu bulur, onlardan yardım alan muzaffer olur, onlara karşı çıkansa mü'minlerin yolundan başkasına uymuş olur. O yüz çevirdikçe Allah da ondan yüz çevirir ve cehenneme gönderir. O varılacak ne kötü bir yerdir.[1308] İbn Rüşd el-Beyân ve't-tahsil'de şöyle der: "Onların çizdiği yola uymak, Allah'ın kitabına uymaktır". Aykırılık, muhalif araştırmacının ku­surundan veya prensiplere ve İslam'a karşı donukluğun hakim olmasından dolayı varsayılmaktadır. İslam milletleri Kurtuba, Fas, Kayravan, Bağdat ve Kazvin'deki parlak İslam uygarlığı zamanında, bu yol üzere daha iyi olanı alageldiler. Bu yüzdendir ki onların buluşları bir sımrda durmadı, ilerleme yolunda karşılarında bir engel bulmadılar. Bu sırada Avrupa derin uyku-sundayken onlar kendilerini başkalarına önder yapan şeyleri gerçekleştirdi­ler. Başka milletlerin büyük tarihçileri onların bu durumlarını itiraf ettiler. Size daha önce adı geçen tarihçi Sedillot'un el-Maârifü'1-Mısriyye idaresi ta-rafından Arapça'ya çevrilip 1309'da bastırılan Hulâsatu târihi'1-Arab[1309] adlı eserinden bir bahis nakledelim. O şöyle der: "Arapların buluşları, pusu­layı, kağıt, barut ve ateşli silahlar yapımını keşfetmelerine dair onyedinci bölüm: Arapların Cebelitarık boğazının başlangıcından Asya sınırının biti­mine dek yayümalarryla birlikte dünyaya yayılan uygarlaşmayla ilgili sebep ve müsebbipler hakkında daha önce bilgi vermiştik. Geriye Arapların kağıt, pusula ve top barutunu bulmalanyla bütün dünyada edebî, siyasî ve askerî alanlarda meydana gelen değişikliklerden sözetmek kaldı. Bunları icadet-me ve Avrupalılara Öğretme şerefini Araplar'ın elinden alan bazı Batılıların söylediklerine itibar edilmez. Bu kimseler, nisbet edildikleri kimseye nisbeti şüpheli olan bazı metinlerde bu şeylerin Araplardan başkaları tarafından bulunduğuna dair gördükleri bilgilere dayanarak Çinlilerin bunları eski za­mandan beri bildiklerini ileri sürerler. Nitekim matbaanın Miladi VIII. yüz-yıldanberi Çin'de mevcut olduğu da iddia edilmiştir. Evet, Araplar ipekten kağıt yapmayı Çinlilerden öğrendiler. Eğer onlar basım sanatım da başkala­rından önce bilselerdi Araplar bunu da onlardan alırdı. Onların pusulayı kullandıkları nasıl düşünülür ki 1800 yılına kadar yerkürenin güney kutbu­nun alev alev yanan bir ateş olduğuna inanıyorlardı. Barut kullanmasını da biliyorlar mıydı? İzleri mevcut çeşitli kullanımlar Arapların bunu kullandı­ğım göstermektedir; 690 (miladi) yılında Mekke'yi kuşatmaları sırasında çe­şitli bombalar kullanmaları; XIII. yüzyılda Mısır'da kalelere atmak için... den elde ettikleri ve gökgürültüsü gibi ses çıkaran barutu kullanmaları gibi. Bunun kullanımı, XI. yüzyılda Tunus hükümdarının İşbiliye emiriyle birlik­te düzenledikleri gösterinin (?) vasfedilişinde anılır. 1300 yılında Cebelita-rık'ın kuşatılmasında, Gırnata hükümdarı İsmail'in 1324'te Bayta[1310] şehri­ni kuşatmasında, 1340'ta Tarife kuşatmasında da kullanıldı. Bu kuşatmalar sırasında barutla mermi atılmış olup İspanya hristiyanları da bu sırada ba­rut kullanmaya başlamışlardır. Araplar pusulayı XI. yüzyılda kara ve deniz yolculuklarında ve mescid mihraplarının tesbitinde kullandılar. 650 miladî yılında Semerkand ve Buhara'da ipekten kağıt imal edildi. Sonra 706 miladi yılında Yusuf b. Ömer ipek yerine pamuk kullanarak Dımaşkî kağıdı yaptı. XIII. yüzyılda Kastiliya'da Garb kağıdı kullanıldı, buradan da kağıt kullanı­mı Fransa, İtalya ve Almanya'ya geçti. Kaydetmiş olduğumuz bilgiler, bu­günkü Batı uygarlığının bütün alanlarına Arapların nasıl egemen oldukları­nı gösterir. Yine bundan anlaşılıyor ki IX. yüzyıldan XV. yüzyıla kadar, Araplar'da, zamanın duyduğu en geniş edebiyatlar mevcuttu. Velud fikirleri ve nefis buluşlarının sonuçları, Ortaçağ tarihine dair malzemeler, seyahat ve sefer haberleri, meşhur kimselerin hareket tarzlarına (siret) dair ansiklo­pediler, benzeri olmayan sanatlar, yüce fikirleri ve önemli buluşlarına dela­let eden yapıları gibi bütün konularda onların Avrupalıların üstadları oldu­ğunu gösterir. Bütün bunlardan dolayı, uzun zamandan beri Batılıların aşa­ğıladıkları Muhammedi ümmetin yüceliğini itiraf etmek gerekir" (s. 267). Bu esere başvurun enteresan şeyler bulacaksınız. Zikrettiklerimize ilave olarak, büyük bir Avrupalı tarihçiden duyduklarınızdan daha fazla delil ge­tirmeye ihtiyacımız yoktur. İyi anlayış ve daha fazla düşünmeyle gözleri çer-çöpten koruyun, kusurları gizleyin ve çirkini örtülerle örtün.

"Allah'ım kuvvetimin zayıflığım, gücümün azlığını (çaresizliğimi) ve insanlar nazanndaki hakirliğimi sana arz (şikayet) ediyorum. Ey merha­metlilerin en merhametlisi, sen mustazafların rabbisin. Sen benim rabbim-sin, beni kime bırakıyorsun? Beni asık suratla karşılayacak yabancıya mı, işimi eline tevdi ettiğin düşmana mı bırakacaksın? Eğer bana karşı kızgın değilsen başıma gelenlere ne gam! Fakat lütfedeceğin afiyet (ve korumanın sınırı bunları bana göstermeyecek kadar) daha geniştir. Gazabının üstüme inmesinden veya hoşnutsuzluğuna duçar olmaktan, karanlıkları parlatan, dünya ve ahiret işlerinin salahının temeli olan yüce yüzünün nuruna sığını­nın. Sen razı oluncaya kadar hoşnutluk sanadır. Güç ve kuvvet ancak senin­le vardır. Allahım seni tenzih ederim, hamd sanadır. Senden başka ilah ol­madığına şehadet ediyor, senden bağışlanma diliyor, sana tevbe ediyorum. Kötülük işledim, kendime zulmettim, beni bağışla. Şüphesiz, günahları sen­den başkası affedemez. Hamd Allah'adır ve bu yeter. Selam onun seçkin kul­larına olsun".[1311]

Bu kitabı fakir Muhammed Abdülhay el-Kettânî 1341 (1923) yılının mübarek Şevval ayında Fas'ta kendi eliyle yazdı. Allah ona ihsanını lütfet­sin. Amin. Sonra, iki yıl veya daha fazla süre bu eserle meşgul olarak tekrar gözden geçirdim. Böylece, gözden geçirerek, mukaddimede adıgeçen eserle­re başvurarak düzeltme, geliştirme, ilave ve başlıkların düzenlenmesi 1346 (1927) yılında Fas'ta (Allah onu lütfuyla korusun) tamamlandı. Bu eserlere, daha önce adı anılmamış şu eserleri de ilave ettim: Zurkâni'nin Şerhu'1-M u-vatta, Avnu'l-Vedûd alâ Süneni Ebî Davûd[1312] , Abdullah b. Abdülha-kem el-Mısri'nin Fedâilu Ömer b. Abdilaziz, Muhammed[1313] b. İbrahim el-Vezir el-Yemenînin er-Ravdu'1-bâsim fi'z-zabb an sünneti Ebi'l-Kâsım, Ahmed b. Muhammed b. Yunus eş-Şelebî el-Hanefî el-Mısrî'nin İthâfu'r-ruvât bi-müselseli'1-kudât[1314], Seffârini'nin tevhide dair kendi manzumesine yaptığı şerh[1315], İbnü'l-Cevzi'nin Saydu'l-hâtır[1316], İbn Hazm'ın Naktu'1-arûs, İbn Semmâk el-Endelüsî'nin Ravdu't-tahbîr fi hükmi' s-siyâse ve11-tedbîr, Diyârbekri'nin Târihu'l-Hamîs, el-Hediy-yetü'l-makbûle fi huleli't-tıbbi'l-meşmûle ve Ahmed b. Salih el-Ektâvî ed-Der'î'nin buna şerhi[1317], Ahmed b. Murtaza'mn el-Münye ve'1-emel fi şerhi Kitâbi'l-Milel ve'n-nihal, Yakâti'nin Ünsü's-semir fimâ vekaa beyne'1-Ferezdak ve Cerir, Yûsi'nin el-Kânûn'u, Ebû Salim el-Ayyâşî'nin el-Hukm bi'l-adl ve'1-insâfİ'r-râfi li'1-hilâf, Tâvûdi b. Sûde'nin Şerhu't-Tuhfesi ve Fihristi, Kitâbu Vasfil-berîd, İbn Ebi'r-Ricâl'in astronomiye dair manzumesine îbn Kunfuz el-Kısmitinî'nin yaptığı şerh[1318], Şeyh Muhtar el-Küntî'nin el-Cir'atü'1-kâfiye, İbn Hazm'ın el Ihkâm fi usûli'l-ahkâm.

Hamd Allah'adır ve bu yeter. Selam onun seçkin kullarına olsun.[1319]

 

 

 

 

 



[1] bkz. 1,70. Kettânî, elde ettiği Tahrîcü'd-delâlât nüshasında onuncu bölüm (bkz. 1 Abbas, 3.773-789) eksik olduğundan bunun yerine geçmek üzere bu bölümü eklemiş olup hacim bakımından bütün eserinin üçte birini meydana getirmektedir. Tahric'in onuncu bölümü, eserin tam neşirleri yapılmadan önce ve özellikle et-Terâtib'deki eksikliğin giderilmesi maksadıyla Mustafa Fayda tarafından Şehidali Paşa nüshası esas alınarak neşredilmiştir ("el- Huzâi'nin Tahric'inin Neşredilmeyen Son Bölümü", Ankara Ünv. İlahiyat Fakültesi Dergisi, XX, 1975, s.173-198).

[2] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/1.

[3] el-İtkân, IV, 24-37.

[4] Metinde Altmışbirinci şeklinde geçmiştir.

[5] Tirmizi, Fedâilü'l-Kur'an 14.

[6] "Fein kUe" (denilirse) ifadesi metinde "kalü" (az) şeklinde geçmiştir.

[7] Mectnau'z-zevâid, IX, 295.

[8] Buharı, Libâs 81,83,84,86, Tefsîru'l-Kur'an 59/4.

[9] bkz. Kehhâle, XI,176.

[10] bkz. Zirikli.VII, 110.

[11] Belirli hisse sahiplerinin paylarının toplamının ortak paydadan fazla olması anlamına gelen bu terim için bkz. Hamdi Döndüren, "Avl", DİA, IV, 117-118.

[12] Bazı sûrelerin başlarındaki huruf-u mukatta ile ilgili pek önem verilmeyen bu görüş için bkz. İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Ankara 1976, s. 142-143.

[13] Râgıb el-îsfahâni, el-Müfredât, s. 5 (mukaddime).

[14] Kur'an-ı Kerimle ilgili ilimler ve bu konularda yazılmış eserler için bkz. Ali Şevvâh Ishak, Mu'cemu musennefâti'l-Kur'ani'l-kerim, I-IV, Riyad 1403-1404/1983-1984.

[15] Bir üstteki dipnotta kaydedilen eserde (1,94-105) ahkamu'l-Kur'an'la ilgili olarak 35 eser zikredilmiş olup bu konuda ayrıca bkz. Bedreddin Çetiner, "Ahkâmu'l-Kur'an", DİA, I, 551-55.

[16] îbn Abdisselâm, el-İmâm, nşr. Rıdvan Muhtar b. Garbiyye, Beyrut 1407/1987, s. 79-80, 87,105-106, 284.

[17] bkz. el-İmâm, s. 79-80,87,105-106,284. Metindeki hata ve eksiklikler, sözkonuau bilgilerin bu eserde farklı yerlerde ve oldukça dağınık verilmesinden dolayı, iktibasın yapıldığı el-İtkân'dan ikmal edilmiştir.

[18] el-ttkân, IV, 24-37.

[19] el-İklîl, s. 11-23.

[20] Aynı bilgi için bkz. Sübki, Tabakâtu's-Şâfiiyye, V, 121-122; Zehebi, A'lâmu'n-nübelâ, XVIII, 618-619.

[21] Bu zat, Mahomet (Paris 1957) adlı bir eseri olan Maurice Gaudefroy-Demombynes olabilir.

[22] Bosworth Smith, Muhammad and Muhammadanism (London 1876, Lahore1974). Bkz. Munawar Ahmad Anees ve Alia N. Athar, Guide to Sira and Hadith Literatüre in Western Languages, London-Nev York 1986, s. 167 (nr. 1474).

[23] Mefâtihu'1-gayb, 1,3.

[24] Mesâliku'I-hidâye ilâ meâlimi'r-rivâye (GAL, Suppl., II, 711).

[25] Rûdâni, Sıla, s. 306. (Havfî'nin ö. 430/1039) Kitabu'l-Burhân fi tefsiri (ulûmi)'l-Kur'ân adlı, yazmaları mevcut bir eseri vardır (bkz. GAL, I, 523; Suppl., I', 279).

[26] bkz. Zirikli, VI, 200; Kehhâle, VIII, 260.

[27] Keşfuzzunûn, II, 1342-43. Katip Çelebi bu bilgiyi Sübki'den (bkz. Tabakâtu'ş-Şafiiyye, III, 70) almıştır.

[28] et-Tâliu's-saîd, Kahire 1966, s. 485.

[29] İbnü'l-Murteza, Tabakâtu'l-Mu'tezile, nşr. Susanna Dimald-Wilzer, Beyrut 1961, s. 52.

[30] Zehebi, A'lâmü'n-nübelâ, X, 203.

[31] Farabi'nin İhsâu'1-ulûm adlı bu eseri için bkz. El, II, 781.

[32] Tabakâtü'1-Ümem, s. 62.

[33] Bu eserin baskı ve tercümeleri için bkz. El, II, 781.

[34] Metinde Abdullah şeklinde geçmiştir. Bu zat Sâmâni hükümdarı Nuh b. Mansur'un veziridir.

[35] Bu eser ve muhtevanı için bkz. El, IV, 1068-69.

[36] el-Hıtat, I, 258.

[37] Hârızmı'ye nısbet edilen ve birkaç defa bu şekilde basılan eser Zekerıyya el-Kazvınî'ye (o 682/1283) aittir (bkz Mufidu'1-ulûm, nşr M Abdulkâdır Atâ, Beyrut 1405/1985, naşir mukaddimesi, s 5-7).

[38] Kahire de (1322,1329) basılmıştır (Bedevi, Muellefâtu'l-Gazzâlî, Kuveyt 1977, s 263, nr 84).

[39] Kitâbu'I-Erbaîn, Cevâhiru'l-Kur'an in uçuncu bolumu olup bazan ayrı olarak bu adla anılmış, her ıkı eser de birçok defa basılmıştır (Muellefâtu'l-Gazzâlî, s 143-151, nr 37-38).

[40] Bu bilgi için bkz Zehebı, A'lâmü'n-nubelâ, XIX, 445, G Makdısı, IbnAkîl , El, III, 699-700.

[41] Metinde Zâgûkî şeklinde geçmiştir.

[42] Keşfuzzunûn, II, 1367; Kehhâle, IX, 254.

[43] Abdülmecid b. Ali ez-Zebâdî'nin (ö. 1163/1750) Bülûğru'l-merâm bi'r-rîhle ilâ beytillahi'l-harâm adlı eseri olmalıdır (SuppL, II, 676). Zebâdi kelimesi metinde Ziyâdi şeklinde geçmiştir.

[44] İbnül-Berrâk veya el-Berrâk diye anılan bu zatın lakabı metinde el-Berrâr şeklinde geçmiştir (GAL, I, 658-659; Zirikli, VII,168; Kehhâle, XI, 39).

[45] Keşfuzzunûn, I, 565; GAL, SuppI.,II, 161-162; Kehhâle, I, 211.

[46] Keşfuzzunûn, I, 565.

[47] Age., 1,633. Hakâik kelimesi metinde hadâik şeklinde geçmiştir.

[48] bkz. Age., II, 1985-86; A. Ateş, "İbn al-Arabî", El, III, 708-709.

[49] Keşfuzzunûn, I, 565. Celâluddin Muhammed b. Ahmed el- îdî el-Buharî (ö. 668/1270) için bkz. el-Cevâhiru'1-mudiyye, III, 55-56.

[50] Metinde ve Keşfuzzunûn'da tıb şeklinde geçen kelime tîb (güzel koku) olacaktır, bkz. Nihâyetü'1-ereb, XII, 1.

[51] Keşfuzzunûn, II, 1985-86 Metindeki hata ve düşükler buradan tamamlanmıştır.

[52] Kamre'de (1923-1985) 27 cilt olarak basılmıştır.

[53] Vefat tarihi 749 (1349) olacaktır (bkz Kehhâle, II, 204, K.S Salibi,'Ibn Fadlallah", El, III, 758-759).

[54] Keşfuzzunûn, II, 1662, Buğyetü'1-vuât, I, 279 (Kırmanı nın biyografisinde).

[55] Keşfuzzunûn, I, 66, Miftâhu's-saaâde, naşir mukaddimesi, I, 15,59   Eserin muelıfi İbnul-Ekfânı diye tanınmış olup eser ve neşirleri için bkz GAL, II, 171, Suppl., II, 169, J J Vıtkam, "Ibn al-Akfânî", El, Suppl., s 381.

[56] bkz Fihrisu'l-fehâris, 1,500-503,11,806-809.

[57] Bıstâmı Co 858/1454) için bkz Kehhâle, V, 184, M Smıth,' al-Bıstâmı, El, I, 1248.

[58] Keşfuzzunûn, II, 1905, eş-Şekâiku'n-nu'mâniyye, s 279-284.

[59] Keşfuzzunûn, II, 1970-1971, Suppl., II, 195.

[60] Medinetü'l-ulûm aslında Miftâhu's-saâde'nin naşiri tarafından etraflıca açık­landığı üzere bu eserin yine Taşköprizâde'ye ait muhtasarı olup Artukî diye bir şahıs da yoktur. Bu yanlıştık Ebcedü'1-ulûm müellifi Sıddık Hasan Han'ın verdiği hatalı bilgiden kaynaklanmıştır (bkz. Ebcedü'1-ulûm,  I, 5). Sıddık Hasan Han'ın muhtemelen faydalandığı Bankipur Huda Bahş Kütüphanesi"nde 2234 numarada kayıtlı Medinetû'l- ulûm nüshasında İzniki'ye ait olduğuna dair kayıt bulunması (bkz. Suppl., II, 633) bu yanlış kanaate sebep olmuş, İzniki adı da bir nokta kaymasıyla Kettâni tarafından Artuki şeklinde okunmuştur. Geniş bilgi için bkz. Miftahu's-saâde, naşir mukaddimesi, I, 82-93.

[61] Keşfuzzunûn, II, 1762.

[62] Kettâni'nin kaydettiği ile Miftâhu's-saâde'nin matbu nüshasındaki "içindekiler" kısmı arasında gerek ana ve alt bölümler gerek bir başlık altında kaydedilen ilimler arasında farklılıklar mevcut olup kelime hataları dışında düzeltme yapılmamıştır.

[63] Corci Zeydan, III, 332.

[64] Corci Zeydan, II, 540.

[65] Metinde Miftâhu'1-ulûm şeklinde geçmiştir.

[66] Keşfuzzunûn, II, 1762.

[67] Metinde Mîftâhu'l-ulf.m şeklinde geçmiştir.

[68] Durum gerçekte bSyîe olmayıp İsamüddin Ahmed Efendinin eseri Miftâhu's-saâde, oğlu Kemaleddin Mehmed tarafından yapılan tercümesi ise Mevzûâtü'l-ulûm adını taşımaktadır.

[69] Keşfuzzunûn, 1,14-17. Mehmed Efendi de Mevzûâtü'l-ulûm'da (I, 16} babasının üçyüzden fazla ilim adı saydığını söyler.

[70] Keşfuzzunûn, II, 1906.

[71] Keşfuzzunûn, II, 1906. Metindeki düşüklük ve hatalar için aslıyla karşılaştırınız. Şirvâni için de bkz. Muhibbi, Hulâsatü'1-eser, III, 475-476; Kehhâle, IX, 73-74; GAL, II, 603, Suppl., II, 673.

[72] Taberi'nin (ö. 1033/ 1624) bu eseri basılmıştır (Kahire 1316). bkz. Muhibbi, II, 457-464; Suppl., II, 509.

[73] Kettâni'nin küçük Miftâh'tan neyi kastettiği anlaşılmamaktadır. Katip Çelebi'nin faydalandığı eserler arasında Taşköprizâde'nin Miftâhu's-saâde'si ile Nevâdirûi-ahbâr fi menâkİbi'l-ahyâr adlı eserleri olduğu bilinmektedir (bkz. Keşfuzzunûn, Türkçe mukaddime, I, 9). Kettâni'nin bununla Miftâhu's-saâde'nin muhtasarı Medînetü'l-ulûm'u kastetmiş olması da muhtemeldir.

[74] el-Kânûn alâ ahkâmi'1-ilm ve ahkâmi'I-âlim ve ahkâmı'1-müteallim (Fas 1310, 1315). bkz. Fihrisü'l-fehâris, II, 1154-1161; GAL, II, 605, Suppl., II, 675-76; Serkis, II, 1958-59.

[75] Fihrisü'l-fehâris, II, 735-36; Suppl., II, 694-95; Kehhâle, V, 145.

[76] Neşrü'l-mesânî, II, 325.

[77] Safvetu men inteşer min ahbâri sulehâi'1-karni'l-hâdi aşer (Suppl., II, 681-82).

[78] krş. Miftâhu's-saâde, I, 392. Metinde "httâbeyn" şeklinde geçmiştir.

[79] Bu ifadenin hattul-Mushaf (Miftâh, I, 93) veya el-hattu'l-mansûb (bkz. El, IV, 1119) olması da muhtemeldir.

[80] Bu zat İbnü'l-Mahallî diye bilinen Muhammed b. Ahmed b. AH el-Mevsilî (ö. 890/1485) olacaktır (bkz. ed-Dav'u'1-lâmi', VII, 16-17; Izâhu'l-meknûn, II, 88).

[81] Fihrisü'l-fehâris,   I,   465-466;   Abbas   b.   İbrahim,   el-İ'lâm, VI,   306-308. Brockelmann bu eseri el-Medhal müellifi Ibnü'1-Hâc el-Abderî'nin eserleri içinde göstermiştir (Suppl, II, 95).

[82] Eserin tam adı Suûdu'l-metâli lî-suûdi'1-mutâU olup müellifin vefat tarihi de 1305 (1887) olarak geçmektedir. (Suppl., II, 74; Kehhâle, VI, 203).

[83] On cilt halinde basılmıştır. (Kahire 1910-1918,1923). bkz. Serkis, II. 1451; Suppl, III, 325.

[84] Bu eser de matbudur (Kahire 1333-34). bkz. Suppl., III, 325.

[85] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/1-24.

[86] Bu konuda ayrıca bkz. İ'lâmü'l-muvakkîîn, II, 313.

[87] Metinde bu isim burada ve ileride İbn Burhan şeklinde geçmiştir.

[88] bkz. Hafâci, Nesîmü'r-riyâz, II, 533.

[89] Buharı, Cenâız 32, 43, Ahkâm 11, Müslim, Cenâız 14-15.

[90] Buharı, Nefekât 7, Müslim, Zıkr 63-81.

[91] Makkan, Ezhâru'r-riyâz, IV, 318-319.

[92] GAS, 1,130, Abbas b ibrahim, eM'lâm.III, 117-130 Ibn Hacer'in Mukaddime'sını nazmederek Nefhatü'1-miski'd-dârî adıyla ayrıca şerhetmıştır.

[93] Fihrisu'l-fehâris, I, 465.

[94] Metinde Ibn Burhan şeklinde geçmiştir.

[95] Ibn Berrecân (o 536/1141) için bkz Zehebı, A'Iâmu'n-nubelâ, XX 72-74, Suyûtı, Tabakâtu'l-mufessirin, s 68, Mjftâhu's-Saâde, II, 111-112, 537; GAL, I, 559, Suppl., I, 775-776.

[96] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/24-26.

[97] Buhari, Meğâzi 79; Müslim, Tevbe 53; Fethu'1-Bârî, XVI, 242. Metinde "müslümanlar" kelimesi yerine "ashab" kelimesi geçmekte olup Kettâni bu rivayeti doğrudan Buhari'den değil, sözkonusu kelimenin "ashab" şeklinde kaydedildiği Elfiyye'den (s. 353) almıştır.

[98] Elfiyyetü'l-hadis, a. 352-353. Metindeki hatalar için aslına bakılmalıdır. Ashabın sayısı için aynca bkz. Zebîdi, İthâfu's-sâde, 1,187-188.

[99] bkz. Tedribü'r-râvî, s. 11.

[100] Kûtü'I-kulûb, 1,147.

[101] bkz. Suppl., I, 443.

[102] Saydu'l-hâtır, s. 246. "Hatır" kelimesi metinde "Havâtir" şeklinde geçmiştir. Ibnu 1-Cevzi devamla Müsned'in onbini mükerrer olmak üzere kırk bin hadis ihtiva ettiğini belirtir.

[103] İbn Ebî Ya'la ve Zehebi'nin yüzyirmi bin hadis ihtiva ettiğini kaydettikleri bu tefsirin bugüne ulaşıp ulaşmadığı bilinmemektedir, (bkz. M. Yaşar Kandemir, "Ahmed b. Hanbel", DIA, II, 79).

[104] Keşfuzzunûn, I, 597.

[105] Bununla kendi Sahih'ini kastetmiştir.

[106] Tedribü'r-râvi, s.12. Metinde Ebû Davud'la ilgili cümlenin baş tarafı düştüğü gibi başka hatalar da mevcuttur.

[107] Metinde Saydu'I-havâtır şeklinde geçmiştir.

[108] Saydü'l-hâtır, s. 246-247. Tercüme sırasında metindeki düşüklükler giderildiği gibi asıl kaynakta lüzumlu görülen bilgiler de çevrilmiştir.

[109] Keşfuzzunûn, II, 1680; Fihrisü'l-fehâris, 1,148.

[110] Suppl., I, 621, II, 67.

[111] el-Hıtta'da (s. 57-58) Ahmed b. Hanbel'in Müsned'ini yediyüz elli bin hadisten derlediği, bir hadiste ihtilaf edildiğinde bu esere başvurulması, burada bulunmayan hadisin ise hüccet sayılamayacağına dair sözü kaydedildikten sonra Seyyid Şerifin yukarıdaki sözü zikredilir.

[112] Keşfuzzunûn, I, 597. Suyuti'nin Cem'u'l-Cevânıi'inden bahsedilirken İbn Hanbel, Buhari ve Müslim'in ezberledikleri hadis sayısı kaydedildikten sonra anılan ifadeye yer verilmiştir.

[113] Münâvi, Şerhu'ş-Şemâil.1, 6.

[114] Ahmed b. Hanbel ve Ebû Zur'a'nın ezberiyle ilgili olarak şiirin ilk beytinde verilen rakamlar anlaşılmadığı ve asıl kaynakla karşılaştırma imkânı da bulunmadığı için tercüme edilmemiştir.

[115] Bu söz için bkz. Saydu'l-hâtir, s. 247; el-Hıtta, s. 57-58.

[116] el-Hitta, s. 58.

[117] bkz. Ali el-Kârî, el-Esrârü'1-tnerfûa, s. 73-74.

[118] Irâki, Elfîyye,s. 123. Burada Ondört bin olan rakam el-Esrârü'I- merfûa'da (s. 61) oniki bin şeklinde geçmektedir.

[119] Allah Teâla Kur'an'ı muhafaza edeceğini beyan buyurduğu gibi onu açıklayacağını da belirtmiştir (bkz. Kıyâme 75/17-19). Bu durumda Kur'an'ın muhafazası, onu açıklayan sünnetin de muhafazasını gerektirdiğinden, Kur'an gibi, en azından sahih sünnetin muhafazasının da tekeffül edildiğini söylemek mümkündür.

[120] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/26-32.

[121] İbn Gannâm'ın eseridir (bkz. Feyzü'l-Kadîr, I, 22).

[122] Daha önce birçok vesileyle geçtiği üzere Kudâi nın esendir.

[123] bkz Feyzu'I-Kadîr, I, 19-23

[124] el-Câmiu'1-Kebîr (Cem'u'l-Cevâmi) kastedilmiştir.

[125] Feyzül-Kadîr, I, 23-24.

[126] el-Câmiu's-Sağîr ve zevâıdı ile Cem'u'l-cevâmi'm yazılan kısmı ve Munâvı nın el-Câmiu'1-ezher'ı bırarada Abbas Ahmet Şakr ve Ahmed Abdulcevâd tarafından Câmiu'l-ahâdis adıyla on cilt halinde neşredilmiştir (Kahire 19849).

[127] bkz. Kenzü'l-ummâl, I, 9-11; Câmiu'l-ahâdis, I, 9-10. Bu eserlerin ilkinde kâfıl kelimesi kâmil, ersadtuhu da terassadtu şeklinde, diğerinde ise yu'refu kelimesi bi-turuk şeklinde geçmiştir.

[128] Fihrisü'l-Fehâris, I, 236-239.

[129] Bkz. Kenzü'l-ummâl, I, 20-22; Câmiu'l-ahâdis,/, "sd".

[130] Eserin adı Fethu'l-basîr fi't-ta'rif bi'r-ricâli'1-muharreci lehüm fî'1-Câmii'l-kebir'dir (Fihrisü'l-fehâris, II, 819).

[131] Aynı yer.

[132] el-İşrâf alâ men bi-Fâs min meşâhiri'l-eşrâf {Fihrisü'l-fehâris, I, 465).

[133] Fihrisü'l-fehâris, II, 820, 903.

[134] Muttaki el-Hindî'nin sözü edilen diğer eserleri Menhecü'l-ummâl fî süneni'l-akvâl, el-Ikmâl li-Menheci'1-ummâl ve Gâyetü'l-ummâl fi süneni'I-akval'dir. Kenzü'l-ummâl'in mevcut baskısında (I-XVI, Beyrut 1399/1979) 46624 rivayet kaydedilmiştir.

[135] Kenzü'l-ummâl, I, 4.

[136] Kahire 1313 (bkz. SuppI,II, 519).

[137] Şakir Mahmud, îbn Hacer el-Askalâni, I, 369. Burada "fî" yerine "min" şeklinde kaydedilmiştir.

[138] tbn Hacer'in kendi Nuhbetü'l-fîker'ine Nüzhetü'n-nazar fi tavdihî Nuhbeti'l-fiker adıyla yaptığı şerhtir (Age.f I, 288-293).

[139] Age, I, 296.

[140] Keşfuzzunûn, I, 571.

[141] Şa'râni'den nakledilen bu bilgi ve Osman ed-Diyyemî için bkz. Fihrisü'l-Fehâris, I, 409-410.

[142] bkz. Zehebi, A'lâmü'n-nübelâ, XIX, 206 (Eserin adı Bahru'l-esânîd fi sıhâhi'l-mesanîd olarak kaydedilmiştir).

[143] Metinde el-Kûfıhani şeklinde geçmiştir (bkz. A'lâmu'n-nübelâ, XIX, 205).

[144] Metinde ismail et-Temîmî ve Vecih eş-Şahhâli şeklinde geçmiştir (bkz. A'lâmÜ'n-nübelâ, XIX, 206).

[145] Bu bilgi için bkz. A'lâmü'n-nübelâ, XIX, 205-206.

[146] Abdülkâdir Bedrân, Tehzîbu Târihi Dımaşk, IV, 354-355; A'lâmü'n-nübelâ, XVI, 287-289.

[147] bkz. Târîhu Bağdad, XIV, 281-283; A'lâmü'n-nübelâ, XII, 476-479.

[148] Metinde Tabakâtü'l-huffâz şeklinde geçmiştir.

[149] Tezkiretü'l-huffâz, II, 577-578. Metinde Ammâr ve Abbas isimleri düşmüş olup bu bilgi A'lâmü'n-nübelâ'da da geçmektedir.

[150] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/32-39.

[151] Deylemi, el-Firdevs, I, 271 (nr. 1053); Kenzü'l-ummâL X, 239 (nr. 29269). Manaları yaklaşık olmakla birlikte metin ve bu kaynaklardaki lafızlar arasında bazı küçük farklılıklar mevcuttur.

[152] Mecmau'z-zevâid, 1,132.

[153] Buhari, Salât 84.

[154] Müslim, Salât 119.

[155] Fethui-Bâri, III, 137. Müslim'in rivayeti burada da geçmektedir.

[156] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/39-41.

[157] Dârimi, Mukaddime 32; Mişkâtü'l-Mesâbîh, I, 85-86 (nr. 257).

[158] tbn Mâce, Mukaddime 16.

[159] Ali el-Kârî, Mirkâtü'l-mefâtîh, I, 251.

[160] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/41-42.

[161] Kûtü'l-kuiûb, 1,150. Metindeki hata ve düşükler İçin aslına bakınız.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/42.

[162] Metinde "öğrenmek" şeklinde geçmiştir.

[163] Müslim, Zikr 38; Mişkâtü'l-Mesâbîh, I, 71 (nr. 204).

[164] Mirkâtü'l-mefâtih, I, 223.

[165] İbn Mâce, Ticârât 58.

[166] krş. Mecmau'z-zevâid, VI, 303. (Burada "kendi görüşüyle (re'y) yorumlamazdı" ve "Cebrail'in öğrettiği sayılı âyetler dışında" ifadeleri vardır).

[167] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/43.

[168] krş. Kenzü'l-ummâl, X, 304 (nr. 29522): "Birbirinizi ziyaret edin, hadisi mütala edin, onu yokolmaya terk etmeyin."

[169] bkz. dipnot 424.

[170] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/44.

[171] Tedrîbü'r-râvî, s. 286. Deylemi'nin rivayeti de burada geçmektedir.

[172] Buharı, Enbiyâ 50; Tirmizi, İlim 13; Mîrkâtü'l-mefâtîh, I, 70 (nr. 198). Son eserde, hadisin Buhari tarafından tahric edildiğine işarette bulunulmuş olup Müslim'den sozedümemiştir.

[173] Ali el-Kârî, Mirkâtü'l-mefâtîh, I, 218-219.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/44-45.

[174] Buhari, Enbiya 50; Ebû Davud, ilim 11; Tirmizi, İlim 13.

[175] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 525. Metindeki bazı hatalar için aslına bakınız.

[176] Bu bilginin aynısı ibn Hacer tarafından verilmiş olup (Fethu'1-Bârî, XIII, 261 Alkami de muhtemelen buradan almıştır.

[177] et-Teysîr'de ilgili yerde (I, 435) bu bilgiye rastlanmamakla birlikte Feyzü'l-Kadîr'de (III, 206) kısmen benzeri ifadeler mevcuttur.

[178] bkz. Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyyât, Ankara 1979, s. 290.

[179] bkz. Bakara 2/54.

[180] Mirkâtü'l-mefâtîh, I, 213.

[181] el-Evc fi haberi Avc adlı bu risale Suyûti'nin el-Hâvî fi'1-fetâvâ'sı içinde (II, 586-590) neşredilmiştir.

[182] Hatîb el-Bağdâdî, el-Câmî li-ahlâki'r-râvî, II, 114,115,117.

[183] Sehâvi'nin ed-Dav'u'1-lâmi'de (VIII, 18) kendi yazdığı biyografisinde bu şekilde kaydedilen eser Keşfuzzunun'da (I, 107} el-Aslu'l-asîl fî tahrîmi'n-nazar fİ't-Tevrât ve'I-İncîl şeklinde geçmektedir.

[184] Sehâvi, Fethu'l-Muğîs, II, 348.

[185] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/45-47.

[186] Müsned, V, 385; Mecmau'z-zevâid, IX, 295; Kenzü'l-ummâl,XI, 640 (nr. 33115). Metinde fahiş hatalar mevcut olup bu kaynaklara bakılmalıdır.

[187] Buhari, Fedâilu'l-ashâb 27, Menâkıbu'l-ensâr 14. Burada dört kişiden öğrenmeleri emredilerek Abdullah b. Mesud, Salim, Übey b. Ka'b ve Muâz b. Cebel'in adları verilmiştir.

[188] Bkz. Fihrisü'l-fehâris, I, 535-536.

[189] Brockelmann bu eseri, Bülûğu'l-meram..., müellifini de Turunbülâli şeklinde kaydetmiştir (Suppl., II, 873).

[190] Müsned, III, 184, 281; Tirmizi, Mukaddime 11. Tirmizi'nin rivayetinde "Hükümde en isabetlileri Ali'dir" ifadesi de mevcuttur.

[191] Bu paragrafta verilen rivayetlerin hepsi Suyûti tarafından Târlhu'l-hulefâ 'da (s. 53) zikredilmiş olup Muaviye ile ilgili bilgi metinde yanlış geçmiştir.

[192] el-İstîâb, I, 50.

[193] Târîhu'l-hulefâ, s. 53. Burada İbn Abdilber'in söyledikleri mevcut olmayıp metinde bir takdim-tehir yapılmış olmalıdır. Suyûti'nin sözü, Deylemi'nin rivayetinden sonra gelecektir.

[194] Attâr, Hâşiyetü'l-Attâr, II, 415. Ayrıca Dördüncü Bölüm'de "Allah resulü'nün Kadıları" başlığına bakınız. Bu metinde adı geçen Nasır, Mahalli şerhine haşiye yazan Nâsirüddin el-Lekânî olmalıdır (bkz. Suppl; II, 105).

[195] el-Emvâl, s. 285; es-Sünenü'I-kübrâ, VI, 349; Kenzü'l-ummâl, IV, 556 (nr. 11638). Ayrıca Dördüncü Bölüm'de "Mirasları Paylaştıran" başlığına bakınız.

[196] Mecmau'z-zevâid, 1,135.

[197] Mîr'âtü'l-mehâsin min ahbâri'ş-Şeyh Ebi'l-Mebâsin (Fas 1324). bkz. Suppl., II, 681, 694.

[198] Metinde el-Muktasar şeklinde yanlış geçen bu eser Bâci'nin el-Muhtasar adlı eserinin muhtasarıdır. Bâci'nin eseri de Tahâvi'nin Müşkilü'l-âsâr'ının muhtasarıdır (bkz. Ahmet Özel, "Bâci", DİA, IV, 415).

[199] Ebul-Mehâsin, el-Mu'tasar mine'l-Muhtasar, II, 270-271.

[200] el-Fetâva'1-Bezzâziyye, V, 133.

[201] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/48-50.

[202] bkz. Kenzü'l-ummâl, X, 218 (tır. 29156).

[203] İhyâu ulûmi'd-din, I, 46. Hadisin bu son kısmı ve yorumu için bkz. Hattâbi, III, 30C-307 (Ebû Davud, Ferâiz 1).

[204] Bu bilginin hepsi için bkz. Zebidi, İthâfu's-sâde, I, 224-225. Son hadis için ayrıca bkz. Kenzü'l-ummâl, X, 280 (nr. 29443).

[205] el-İhyâ sârini Zebidi'nin (İthâfu's-sâde, I, 225) bu sözü için ileride gelecek olan "Ensâb timi" başlığına da bakınız.

[206] Burada el-Kâmûs   ve   Tâcü'l-arûs'tan naklen  âlim,   alîm,  allâm,  allâme kelimelerinin okunuş ve kalıpları hakkında verilen bilgi tercüme edilmemiştir. Allâm ve AUâme'nin nessâbe (nesep alimi) anlamına geldiği  de burada kaydedilmiştir (Tâcü'I-arûs, VIII, 405-406).

[207] Tezkiretü'l-huffâz, 1,42-43. Şair ve Bonrasıyla ilgili bilgi metinde düşmüştür.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/51-52.

[208] İmam kelimesi metinde alim şeklinde geçmiştir.

[209] Resulullah ashaba "bir ağaç var ki yaprakları dökülmez, o müslüman gibidir, nedir bu" diye sorar, oradakiler çölde yetişen ağaçları söylemeye koyulurlar, çıkaramayınca da Resulullah'tan söylemesini isterler (Buhari, ilim 5).

[210] Fethu'1-Bârî, Bulak 1300,1,136.

[211] Bu rivayet için bkz. îbn Ferhûn, Dürretü'l-ğavvâs, s. 65; Umdetü'1-kârî, I, 388. Ayrıca bkz. Buhari, İlim 50.

[212] Brockelmann bu eseri Lisanüddin Îbnü'l-Hatib'in kitapları arasında zikretmiştir (GAL, II, 340, Suppl,II, 373).

[213] Ebû Davud, İlim 8; Hattâbi, IV, 65-66.

[214] Dürretü'l-ğavvâs, s. 65-66. Metinde birçok hata olup aslına bakılmalıdır. Bu konuda yazılmış bazı eserler için bkz. Keşfuzzunûn, 1,13-149-150, II, 1741-1742; M. Bencheneb, "Lughz", El, V, 806-807.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/52-53.

[215] Buhari, İlim 11.

[216] Buhari, İlimli.

[217] Buhari, İlim 12.

[218] Fethu'1-Bârî, I, 257. Bu yorum, bir önceki babda zikredilen İbn Mesud'un rivayetiyle ilgilidir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/53.

[219] Buhari îlim 10. Hadiste geçen ulema lafzı bazı rivayetlerde, hukemâ (bilge) veya hulemâ (hilim sahibi) şeklindedir. Metinde ikinci defa geçen ulema kelimesi ise aslında mevcut değildir.

[220] Fethu'1-Bârî, 1,255; Umdetü'1-kârî, I, 422-423. Rabbani ile ilgili olarak zikredilen bazı yorumlar şöyledir: Bilge fakih, arif, ilmiyle amel eden ve başkalarına öğreten alim.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/54.

[221] Buhari, İlim 15.

[222] bkz. Beyhaki, el-Medhal, s. 375 (nr. 640); Sirûeü'l-mülûk, s. 109.

[223] Sirâcü'l-mülûk, s. 109.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/54.

[224] Buhari, İlim 15.

[225] Bu yorumla ilgili olarak bkz. Beyhaki, el-Medhal, s. 265 (nr. 373-374); Umdetü'l-kârî, I, 436.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/55.

[226] Buhari, İlim 27. Metinde hatalar vardır.

[227] Fethu'1-Bârî, I, 286.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/55.

[228] Buhari, İlim 31.

[229] Buhari, îlim 32.

[230] Fethu'l-Bârî, I, 295.

[231] Buhari, İlim 35.

[232] Attâr, Hâşiyetü'l-Attâr, II, 407-408. Bu paragrafta verilen bilginin hepsi buradan alınmıştır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/55-57.

[233] bkz. Mecmau'z-zevâid, I, 46. Metinde "sen de ondan sonrakini" ifadesi iki defa, burada bir defa geçmektedir.

[234] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/57.

[235] Buhari, ilim 36. Metinde "bilmediği" kelimesi düşmüştür.

[236] Mecmau'z-zevâid, 1,161. Metinde fahiş hatalar vardır. Ayrıca bkz. s. 93.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/57.

[237] Buhari, îlim 37. Bu başlık altında konuyla ilgili çeşitli hadisler rivayet edilmiştir.

[238] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/57.

[239] Buhari, İlim 40.

[240] Buhari, İlim 41.

[241] Buhari, Mevâkitu's-salât 40.

[242] Tirmizi, Salât 12; Müsned, I, 26, 34.

[243] Metinde Abdullah b. Ömer şeklinde geçmiştir.

[244] Farz namaz kastedilmiştir.

[245] Ebû Davud, ilim 11.

[246] Müsned, I, 412, 444; Tirmizi, Mevâkît 12.

[247] Fethu'1-Bârî, I, 322. Zikredilen bilginin hepsi burada mevcuttur.

[248] Buharı, İlim 49.

[249] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/58.

[250] Buharı, İlim 49.

[251] Buhari, İlim 49. Hz. Peygamber'in Muâz'a (ra), verdiği müjde şudur: "Kalben samimi olarak Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve Hz. Muhammed'in onun peygamberi olduğuna şehadet eden hiç kimse yok ki Allah ona ateşi (cehennemi) haram kılmasın".

[252] Buhari, İlim 48; Umdetü'l-kfiiİ, II, 173.

[253] Fethu'I-Bârî, I, 337.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/58-59.

[254] Şuabü'1-imân, VI, 401 (nr. 8665); Kenzü'l-ummâl, XVI, 443 (nr. 35340).

[255] Suyûti, ed-Dürrü'1-mensûr, IV, 88.

[256] Bu hadisle ilgili geniş bilgi için bkz. Mecmau'z-zevâid, V, 207-208.

[257] Şuabü'1-imân, VI, 399 (nr. 8653); Mecmau'z-zevâid, VIII, 159; Kenzü'l-ummâl, XVI, 456 (nr. 45411).

[258] Cessâs, Ahkâmu'l-Kur'ân, III, 466-467. Metinde bu son kısımda hata vardır. Çünkü Cessâs sözkonusu rivayeti yalnız bir yolla vermiş ve ardından ibn Abbas'ın naklettiği "Çocuğun baba üzerindeki hakkı, ona güzel bir isim ve terbiye vermesidir" hadisini zikretmiştir. Böylece metinde daha sonra Beyhaki'den nakledilen rivayetle de ilgi kurulmuş olur.

[259] Şuabu'I-İmân, VI, 401-402 (nr. 8667). Kenzü'l-ummâl, XVI, 417 {nr. 45193). Burada ve metinde "meudiahu" (mevkiini) şeklinde geçen kelime ilk kaynakta "min murdiihi" (emzireni) şeklindedir.

[260] Kenzü'l-ummâl, XVI, 417 (nr. 45191.

[261] Nevâdirü'I-usûl, I, 239; Şuabü'1-imân, VI, 401 (nr. 8665); Kenzü'l-ummâl, XVI, 44a (nr. 45340).

[262] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/59-60.

[263] Mecmau'z-zevâid, I, 136; Kenzü'l-ummâl, VI, 86 (nr. 14957). Hîrî nisbesi Mecmau'z-zevâid'de Cîzî şeklinde geçmektedir. Metinde "mürekkebi hazırlayan" ifadesiyle ilgili olarak verilen sarf bilgileri tercüme edilmemiştir.

[264] el-Kâmûsu't-muhît, "hibr" mad.

[265] Dîvânü'1-edeb, I, 301; el-Misbâhu'1-münîr, s. 117; Şemsü'1-ulûm, I, 387; Tehzibü'1-esmâ, II/l, 61(Metinde bu eserden yapılan iktibasta hibr kelimesi ekber şeklinde geçmiştir). Feyyûmi mahbere şeklini tercih etmiştir.

[266] Hafaci, Nesîmü'r-riyâz, 1,108,152. Burada Ka'b'ın ilminden dolayı, alim anlamına gelen hibr kelimesine nisbetle böyle anıldığına dair bir görüş de zikredilmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/60-61.

[267] Dârimi, Mukaddime 43. Metinde Vekî kelimesi Ebû Veki, Berâ da yerâ şeklinde geçmiştir.

[268] Buharı, İlim 39.

[269] bkz. Fethu'1-Bârî, I, 315.

[270] Ebû Davud, Taharet 25.

[271] bkz. I, 210.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/61-62.

[272] Buhari, Fedâilü'l-Kur'an 4. Ayrıca bkz. Buharı, Tefsiru sûre 4/18, Cihad 31.

[273] Buhari, İlim 39, Cizye 6, Cihâd 176.

[274] Siretu Ömer b. Abdilaziz, s. 60. Metinde hata ve düşükler olup aslına bakılmalıdır.

[275] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/62-63.

[276] Tirmizi, îlim 12. Abdullah b. Amr, metinde İbn Ömer şeklinde geçmiştir.

[277] Takyîdü'1-ilm, s. 72, 73; Tedrîbü'r-râvî, s. 286; Mecmau'z-zevâid, I, 151. Bazı rivayetlerde "yazıyoruz" yerine "yazalım mı?" ifadesi vardır.

[278] Mecmau'z-zevâid,   I, 151-152. Metinde Ishak b. Yahya'dan sonrası mevcut olmadığından son hadisle ilgili değerlendirme ilk hadise ait hale gelmiştir.

[279] Age, 1,152.

[280] Aynı yer. Husayb b. Cahdar, metinde Hatib b. Mecdar şeklinde geçmiştir. Ayrıca bkz. el-Kâmil fi duafâi'r-ricâl, III, 939.

[281] tbn Sa'd,VII,22.

[282] Takyî'dü'1-ilm, s. 81. Abdullah b. Amr, metinde Abdullah b. Ömer şeklinde geçmiştir.

[283] Kenzü'l-ummâl, X, 244 (nr. 29304).

[284] el-İsfibe, III, 535. Metinde ve burada vuzuh şeklinde geçen kelime, Kenzü'l-ummâl'de Seleme'nin rivayetinde aynı anlamda vazah olarak geçer.

[285] Takyîdü'I-ilm, s. 72,73; Tedrîbü'r-râvî, s. 286; Mecmau'z-zevâid, 1,151. Daha önce geçtiği üzere Resulullah "yazın, hiçbir mahzuru yoktur" buyurmuştur, (bkz. dipnot 255).

[286] el-îlelü'l-mütenâhiye, I, 124. Abdullah b. Amr metinde îbn Ömer şeklinde geçmiştir.

[287] Müsned, II, 176.

[288] Mecmau'z-zevûid, VI, 219.

[289] İbn Sa'd, IV, 262. Ayrıca bkz. Müsned, II, 192, 207.

[290] Müsned, II, 403.

[291] Tirmizi tlim 12. Metinde verilen lafız Müsned'e ait olup Tirmizi'nin lafzı biraz farklıdır.

[292] Buhari, İlim 39.

[293] Metinde bu cümle düşmüş olup Hemmâm'ın rivayetiyle Ahmed b. Hanbel ve Tirmizi'nin naklettiği hadis kastedilmiştir.

[294] Fethu'1-Bârî, I, 314.

[295] Tedrîbü'r-râvî, s. 285. Metinde İbn Abbas'tan sonra anılanlar düşmüştür.

[296] el-Medhal, s. 372 (nr. 632). Ayrıca bkz. s. 421 (nr. 772). Metinde hatalar mevcut olup aslına bakılmalıdır.

[297] Tedrîbü'r-râvî, s. 269.

[298] Fâyid (veya Fâid) ismi metinde Âid şeklinde yanlış geçmiştir (bkz. Tehzîbu't-Tehzîb, VIII, 256).

[299] Tabakât, II, 371.

[300] Hadisin râvisi Amr b. Tağlib kastedilmiştir.

[301] ibn Kuteybe, Te'vilü muhtelifi'l-hadîs, s. 286-287. Bu rivayette düşüklük ve takdim-tehir olmalıdır. Nesâi'nin yine Amr b. Tağlib'den rivayeti şöyledir: "Malın çoğalması, ticaretin yaygınlık kazanması, cehaletin ortaya çıkması (artması, çoğalması), kişinin satış yaparken 'hayır, fulan oğullarının tüccarına danışayım' demesi   ve   büyük   bir   mahallede   katip   aranıp   bulunmaması   kıyamet alametlerindendir" (Nesâi, Buyu 3). Sindi, Nesâi haşiyesinde (VII, 244), bu rivayetteki "en yazhare'l-cehlü" ifadesinde cehl yerine birçok rivayette İlim kelimesinin geçtiğini ve bu durumda "yazhare" fiilinin "zail olma, ortadan kalkma" anlamına  geldiğini belirtir.   Suyûti'nin  kaydettiği   aynı   rivayette,   malın çoğalmasından Bonra "ilmin çoğalması" (yeksüre'l-ilmu) ilavesi (Câmiu'l-ahâdîs, III, 65, nr. 7879), Kenzü'l-ummâl'de ise bunun yerine "kalemin çoğalması" ifadesi vardır (XIV, 231, nr. 38520). Berzenci ise bu konuda kaydettiği bir rivayette geçen "kalemin yaygınlaşması" (feşvü'l-kalem) ifadesini, alimlerin azalıp katiplerin çoğalması şeklinde yorumlar (el-Işâa li-eşrâti's-sâa, s. 71-72).  Suyûti'nin kaydettiği bir diğer rivayet ise "ilmin ortadan kalkması, kalemin yaygınlık kazanması (yazhare'l-kalem) ve ticaretin çoğalması kıyamet alametlerindendir" şeklindedir (Câmiu'l-ahâdîs, III, 66, nr. 7880).

[302] el-İklîl, 8. 177.

[303] Te'vîlu muhlelifi'l-hadîs, s. 286; Mecmau'z-zevâid, 1,152; Kenzü'I-Ummâl, I, 199 (nr. 1005).

[304] Mecmau'z-zevâid, 1,152.

[305] Aynı yer.

[306] Telbîsu İblis, s. 326.

[307] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 194.

[308] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/63-68.

[309] Hz. Peygamber'in yazdığı bu mektup için bkz. I, 249.

[310] el-Hitta, s. 59.

[311] Tehzîbü'I-esmâ, I/l, 52.

[312] Bkz. 1,249.

[313] Ebû Davud, Zekât 4.

[314] Bkz. I, 245-249.

[315] Müsm-d, II, 14; Ebû Davud, Zekât 4; Tirmizi, Zekât 4; el-Müstedrek, I, 392.

[316] Tirmizi, Zekât 4.

[317] Buhari, Zekât 37; Ebû Davud, Zekât 4; İbn Mâce, Zekât 10; Nesâi, Zekât 5.

[318] Muvatta, Zekât 11. Bu paragrafta verilen bütün bilgileri çin bkz. Zurkâni, Şerhu'l-Muvatta, II, 112.

[319] Zurkâni, II, 114.

[320] bkz. I, 297-301; Mustafa Payda, "Atâ", DİA, IV, 33-34.

[321] bkz. I, 293-294.

[322] Buhari, Cihâd 181.

[323] İbn Sa'd, III, 548.

[324] İbn Sa'd, IH, 534.

[325] Bir sonraki konu başlığına bakınız.

[326] Suyûti, Evâil, b. 99. Burada sözü edilen İbnü'l-Ezrak, Harici reislerinden Nâfı b. Ezrak olup bu konuda bkz. DIA, I, 79.

[327] Nasbu'r-râye, IV, 420.

[328] îbn Sa'd, VII, 194.

[329] el-Hıtat, I, 295.

[330] îbn Sa'd, V, 293.

[331] Age., VI, 257. Metinde hata olup aslına bakınız.

[332] Aynı yer.

[333] Age.,VI, 258.

[334] Age., VI, 266. Vikâ adı metinde Rikâ şeklinde geçmiştir (Ayrıca bkz. Tehzîbü't-Tehzîb, XI, 122).

[335] Tenvîrü'l-mikbâs... diye de anılan bu eser için bkz. El, II, 926. Dr. Abdülaziz b. Abdullah el-Humeydî, İbn Abbas'ın onbeş temel hadis kitabında yeralan tefsire dair görüşlerini, Firûzâbâdi'nin topladıkları da dahil olmak üzere Tefsiru İbn Abbâs ve merviyyâtubu fi't-tefsir min kütûbi's-sünne (Riyad ts.) adıyla iki cilt halinde neşretmiştir (bkz. DİA,I, 79).

[336] el-Mi'yâr, II, 482.

[337] Kenzü'I-ummâl, III, 850 (nr. 8935). "İstinşâd" kelimesi metinde "istişhâd" şeklinde geçmiştir.

[338] el-Hıtat, H, 332. Hayve adı metinde Hayât şeklinde geçmiş olup diğer düşüklükler için aslına bakılmalıdır.

[339] Tezkiretü'l-huffâz, I, 43.

[340] Müslim, Hac 147 (bâb 19). Burada başlık "Nebi'nin haccı babı" şeklindedir.

[341] Kadı Iyâz'dan nakledilen bu bilgi için bkz. Nevevi, Şerhu Müslim, VIII, 170.

[342] îbn Sa'd, V, 467. Bu söz İbn Sa'd'ın olmayıp başkalarından nakletmıştir.

[343] Buhari, İlim 39.

[344] Müslim, Mukaddime 13.

[345] Metinde Hişâm b. Hucr şeklinde geçmiştir.

[346] Müslim, Mukaddime 14.

[347] Tâhir el-Cezâirî, Tevcihü'n-nazar, s. 8-9.

[348] Nevevi, Şerhu Müslim, I, 83.

[349] Buhari, İlim 39.

[350] Nesâi, Kasâme 9.

[351] Buharı, Medine 1; Müslim, Itk 20.

[352] Müslim, Edâhi 45.

[353] Nesâi, Kasâme 10-13. Ayrıca bkz. Ebû Davud, Diyât 11; Hattâbi, IV, 667.

[354] Müsned, I, 100,102.

[355] Fethu'1-Bârî, 1,311. Paragrafın baş tarafında Fethu'l-Bârîden yapılan nakilden sonra verilen bilgilerin hepsi aynı yerden alınmıştır.

[356] İbn Sa'd, VII, 157.

[357] Age, VII, 159. Metnin anlaşılması için gerekli bilgiler asıl kaynaktan ilave edilmiştir.

[358] Metinde "Sehl b. Husayn, Müslim el-Bâhili'den..." şeklinde geçmiştir.

[359] Age, VII, 174-175; A'lâmü'n-nübelâ, IV, 584; M. Ravvâs el-Kal'acî, Mevsûatu fıkhi'l-Hasan el-Basrî, I, 23.

[360] İbn Sa'd, VII, 185.

[361] îbn Sa'd, VI, 168.

[362] îbn Sa'd, VI, 220.

[363] bkz. el-İsâbe, II, 198-199.

[364] İbn Ebi Usaybia, Uyûnu'1-enbâ, s. 167; GAS, III, 202.

[365] Uyûnu'1-enbâ, s. 165.

[366] İbn Sa'd, V, 507.

[367] el-İsâbe, I, 288.

[368] bkz. el-İstîâb, I, 289.

[369] el-lsâbe, I, 276, 288.

[370] Bu rumuzdan hangi kaynağın kastedildiği anlaşılmamakla birlikte Nesâi olabilir.

[371] Uyûnu'1-enbâ, s. 181; GAS, III, 207-208.

[372] el-Câsûs ale'l-Kâmûs, s. 501. Metinde, bilginin hepsi Ferrâ'dan nakledilmiş şekilde geçmiştir.

[373] İbn Sa'd, VI, 94.

[374] Age, VI, 94. Bazı alimlerin kitaplarını imha etmelerini tenkitle ilgili olarak bkz. İbnü'l-Cevzî, Telbîsu İblis, s. 325-328.

[375] Age, V, 179. Harre, Medine'nin kuzey-doğusunda bir yer olup Yezid b. Muaviye zamanında Medine'de başgösteren ayaklanma üzerine gönderilen ordu ile ayaklananlar arasında yapılan kanlı savaşla meşhur olmuştur. (EI.III, 226-227).

[376] İbn Hallikân, Vefeyâtü'l-a'yan, III, 466; El, 1,106.

[377] Ebû Amr, Arap filolojisinin kurucularından ve kıraat-ı seb'a imamlarından biri olup 154 (770) yılında vefat etmiştir. Doğum tarihi 70 (689) olarak da kaydedilir (Zirikli, III, 72; R. Blachere, "Abû Amr", El, I, 105-106).

[378] Tehzîbü't-Tehzîb, IX, 442; A'lamü'n-nÜbelâ, V, 332.

[379] Hilyetü'l-evlİyâ, III, 372.

[380] îbn Sa'd, II, 389; Beyhaki, el-Medhal, s. 309 (nr. 739); Hilyetü'l-evliyâ, III, 363.

[381] İbn Sa'd, II, 389; Hilyetü'l-evliya, III, 361; A'lâmü'n-nübelâ, V, 334.

[382] İbn Sa'd, V, 210.

[383] Vefeyâtü'l-a'yân, IV, 177-178.

[384] Keşfuzzunûn, II, 1460.

[385] Age.II, 1747.

[386] Aynı yer.

[387] Metinde Mütevvecîn şeklinde geçmiştir. Ayrıca bkz. İA, XIII, 261.

[388] VefeyâtÜ'l-a'yân, VI, 35.

[389] Age, II, 224. er-Râhib, metinde er- Rûmî şeklinde geçmiş olup bu konuda ayrıca bakınız: GAS, IV, 110-111. Safedi bu ismi Meriyânus er-Râhib er-Rûmî şeklinde kaydeder (el-Vâfî, XIII, 270).

[390] el-Fihrist, s. 102.

[391] el-İsâbe, III, 101.

[392] el-Fihrist, s. 105-106.

[393] bkz. H.A.R. Gibb, "Abû Mikhnaf', El, I, 140.

[394] el-Fihrist, s. 103.

[395] Age, s. 101.

[396] bkz. A'lâmü'n-nübelâ, IV, 207-214; Davudi, Tabakâtü'l-müfessirin, 1,173.

[397] Keşfuzzunûn, I, 452. Cebr kelimesi metinde Hibr, Keşfuzzunûn'da ise Cübeyr şeklinde yanlış geçmiştir, (bkz. GAS, I, 29).

[398] Keşfuzzunûn, I, 456; GAS, I, 31-32.

[399] Keşfuzzunûn, II, 2001. Ayrıca bkz. İsmail Cerrahoğlu, "Ali b. Ebû Talha", DİA, II, 386-387.

[400] Târîhu Bağdâd, VIII, 138. Burada ve Metinde Ebû Ömer şeklinde geçen isim Keşfuzzunun'da Ebû Amr şeklinde yanlış kaydedilmiştir. Ayrıca bkz. El, III, 101.

[401] Keşfuzzunun, II, 1387.

[402] İbn Sa'd, VII, 252.

[403] Age,V,328.

[404] Tenvîrü'l-hevâlik, I, 6. Suyûti'nin islam'da ilk telif ve tedvinle ilgili olarak burada kaydettiği açıklamaya bakınız.

[405] Kûtü'l'kulûb, 1,159. Metindeki düşüklük aslından ikmal edilmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/69-82.

[406] Sannâcetü't-tarab, s. 419.

[407] en-Nücûmü'z-zâhire, 1,32-33; Ahmed Zeki Safvet, Cemheretü resâili'l- Arab, I, 190-192. Raporun metninde çeşitli düşüklük ve ifade farklılıkları mevcut olup bu eserlerle karşılaştırınız.

[408] Bu ismin orijinali tesbit edilememiştir.

[409] Butler'in^The Arab conquest of Egypt (London 1901 adh bir eseri olup Tarîhu Amr b. As (Kahire 1340/1922) da Hasan İbrahim Hasan'ındır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/83-84.

[410] el-Beyân ve't-tebyîn, I, 219.

[411] Safedi, el-Vâfî bi'1-Vefeyât, XIII, 270. Meriyânus er-Râhib er-Rûmî, metinde Meryâs er-Ravdî şeklinde geçmiştir. Ayrıca bkz. dipnot 366.

[412] Keşfuzzunûn, I, 681. Hakîm kelimesi metinde hâkim şeklinde geçmiştir.

[413] el-Evail, s. 116.

[414] el-Fihrist, s. 304,419.

[415] Ahbâru'l-hukemâ, s. 286; Târihu âdâbi'l-luğati'l-Arabiyye, 1,226-227. Kettâni Îbnü'n-Nedim ve Îbnü'l-Kıfti'ye atfen verdiği bilgileri Corci Zeydân'ın eserinden almıştır.

[416] İbn Haldun, Mukaddime, s. 474.

[417] Târihu âdâbi'l-luğati'l-Arabiyye, I, 227. Mâserceveyh ve Ehrûn (Ahron) ile sözkonusu eserleri için bkz. GAS, III, 166-168, 206-207.

[418] Şifâu'l-ğalîl, s. 199.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/84-86.

[419] Kûtü'l-kulûb, 1,150.

[420] Age,1,149.

[421] Age, I, 148.

[422] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/86-87.

[423] Metinde Ream şeklinde geçmiştir.

[424] Zeccâci, Emâli'z-Zeccficî, s. 238-239; Suyûti, el-Ahbâru'1-merviyye, s. 50. Metinde birçok hata ve düşüklük olup bu kaynaklarla karşılaştırılmalıdır.

[425] Evâil, s. 119; Kenzü'l-ummâl, X, 283-284 (nr. 29456). Son eserde "onu ekle" ifadesi, "benim için onu ekledi" şeklindedir.

[426] el-İsâbe, II, 242.

[427] el-Eğânî, XII, 299.

[428] Şuabü'l-imân, II, 259 {nr. 1684); Kenzü'l-ummâl,X, 284 (nr. 29457). Savhân adı metinde Tavhân şeklinde geçmiştir.

[429] Bkz. El, V, 353-354.

[430] Tirmizi, Menâkıb 20. Burada ilim yerine hikmet kelimesi geçmekte olup Tirmizi hadisin garib-münker olduğunu söyler.

[431] el-Müstedrek,  III, 127. Zehebi bu hadisi bâtıl   sayarak Hâkim'in onu sahih kabul etmesini tenkit eder (Aynı yer). Ayrıca bkz. Semhûdi, Cevâhiru'l-ikdeyn, 1/1,125.

[432] Bkz. J. W. Pück, "Abu'l-Aswad al-Duali", El, I, 106-107.

[433] Ebü'l-Esved'in bunu Hz. Ömer'in emriyle yaptığına dair rivayet için bkz. İbnü'l-Enbâri, Nüzhetü'l-elibbâ, s. 8; Suyûti, el-Ahbârü'1-mervİyye, s. 50.

[434] ibn Hişâm'ın Muğni'l-Iebîb adlı eserine Emir el-Ezherî tarafından yapılan şerhin haşiyesidir(Suppl., II, 18, 742).

[435] Nüzhetü'l-elibbâ, s. 9; el-Ahbâru'1-merviyye, s, 51.

[436] el-Fihrist, s. 46.

[437] el-Ahbârü'1-merviyye, et-Tuhfetü'1-behiyye adlı risaleler mecmuası içinde (s. 49-53) neşredilmiştir (İstanbul 1302).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/88-91.

[438] Tashif, bir ifadede, kelimelerdeki noktayı kaldırmak, ilave etmek, harf takdim ve tehiri yapmak suretiyle farklı bir anlam ortaya çıkarmaktır {bkz. Keşşâfu ıstılâhâti'l-fünûn, II, 836).

[439] İlk cümlenin Arapça'sı "Küllü inebin, el-kermu tu'tîh" olup "Küllü aybin, el-keremü yuğtîh" şeklinde okumakla ikinci anlam verilmiş olur.

[440] bkz. Miftâhu's-saâde, I, 277.

[441] Brockelmann eserin adını Behcetü'1-âfâk ve izâhu'1-lebs ve'1-iğlâk fi ilmi'l-hurûf ve'1-evfâk şeklinde vermiş olup (GAL, II, 480-481) metinde kitap adından sonra zikredilen üç kelimenin mahiyeti anlaşılamamıştır. Sûdâni ile ilgili olarak ayrıca bkz. Fihrisü'l-fehâris, II, 1023; Kehhâle, XI, 258. Behcetü'1-âfâk in bir yazması Laleli Ktp. nr. 1521'de bulunmaktadır (İA, XIII, 258).

[442] Bu konu ve el-Cifr ile el-Câmia adlı eserler için bkz. Keşfuzzunûn, I, 591-592; Tehânevi, 1, 202-203; İA, III, 44.

[443] Keşfuzzunûn, II, 1514.

[444] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/91-92.

[445] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/92.

[446] Beyhaki, el-Medhal, s. 419 (nr. 768). Hadisin değerlendirilmesi ve geçtiği diğer kaynaklar için buraya bakınız.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/92.

[447] Mecmau'z-zevâid, 1,159.

[448] İbn Sa'd, III, 49. Enese adı metinde Enes şeklinde geçtiği gibi "izin verirdi" ifadesi de "izin vermezdi" şeklindedir.

[449] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/93.

[450] Mecmau'z-zevâid, 1,161.Ayrıca bkz. s. 57.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/93.

[451] el-Müstedrek, I, 94. Burada, ashabın biraraya gelip oturduklarında birinin bir sûre okuması veya birine okumasını emretmesi dışında fıkıh müzakere ettikleri kaydedilmiştir.(bkz. s. 44)

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/93.

[452] el-Medhal, s. 373 (nr. 635).

[453] İbn Sa'd, VI, 256-257.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/94.

[454] Mecmau'z-zevâid, 1,165. Kettâni bu ve müteakip rivayeti bu eserden nakletmiş olup metinde Ahmed b. Hanbel'den başka ibn Sa'd'ın da Tabakât'da bu hadisi naklettiğine dair kayıt yanlış olmalıdır.

[455] Age, 1,165. Metinde bilgi düşmüş olup aslına bakılmalıdır.

[456] Buhari, Fedâilu'l-Kur'an 21.

[457] Suyûti, Câmiu'I-ahâdîs, III, 611 (nr. 10470); Kenzü'l-ummâl, I, 529 (nr. 2369).

[458] Muvatta, Kur'an 11.

[459] el-MÜntekâ, I, 349; Zurkâni, Şerhu'I-Muvatta, II, 19; el-Mi'yâr, XI, 173.

[460] Tenvîrü'l-hevâÜk, I, 209; Zurkâni, II, 19.

[461] el-Mi'yâr, II, 463.

[462] el-Beyân ve't-tahsîl, XVIII, 331-332. Burada, metindekinin aksine "Kur'an'ı ezberledi" (hıfzetti) yerine "okudu" ifadesi, el-Müntekâ'da (I, 349) ise "cemetti" ifadesi geçmektedir.

[463] krş. Kenzü'l-ummâl, II, 285-286 (nr. 4019), X, 268 <nr. 29403).

[464] Buharı, Ezan 54; Ebû Davud, Salât 60.

[465] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/94-96.

[466] îbn Eşte, Muhammed b. Abdullah el-Isfahânî (ö. 360/971, için bk. Kehhâle, X, 237.

[467] Suyûti'nin eseridir (GAL, II, 203, Suppl., II, 198).

[468] Suyûti, Evâil, s. 99.

[469] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/96.

[470] Mişkâtü'l-mesâbîh, II, 78 (nr. 2782).

[471] Mirkâtü'l-mefâtîh, III, 298. Metinde hatalar mevcut olup aslına bakılmalıdır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/96-97.

[472] el-İsâbe, III, 542.

[473] Age, III, 545. Ayrıca bkz. Hişam b. Muhammed el-Kelbî, Cemheretü'n-neseb, s. 62; Usdü'1-ğâbe, V, 303.

[474] bkz. Fihrisü'l-fehâris, 1,186-188.

[475] Age, I, 300,307; Kehhâle, VIII, 248.

[476] Teysîrü'l-vüsûl ilâ Câmii'1-usûl {Fihrisü'l-fehâris, I, 412-415).

[477] Fihrisü'l-fehâris, 1,413; Kehhâle, VI, 204.

[478] Hz. Peygamber'in terekesiyle ilgili olarak Hammad b.  Ishak (ö 267/881 Tereketü'n-Nebî adlı bir eser kaleme almıştır (Beyrut 1404/1984, nşr. Ekrem Ziya el-Ömeri).

[479] İbn Sa'd, III, 281. Mushaf kelimesi, burada su/ıu/'fsahifeler) şeklinde geçmiştir.

[480] Bu mushafla ilgili olarak bkz. DIA, I, 116.

[481] Huzâi, Tahric, s. 247.

[482] Buhari, Fedâilü'l-Kur'an 16.

[483] Kastallâni, Irşâdu's-sârî, VII, 446 {Buharı, Fedâılu 1 Kur an 3).

[484] Buharı, Cıhâd 129.

[485] Bu ıkı rivayet için bkz Fethu'1-Bârî, XII, 97.

[486] Buharı, Cıhâd 129.

[487] Fethu'1-Bâri, XII, 98.

[488] Tırmızı, Ilım 5.

[489] Müsned, II, 173.

[490] Ahkâmu'l-Kur'ân, III, 1578.

[491] Ebû Abdullah el-Fâsî'nin eseridir (bkz. Fihrisü'l-fehâris, II, 595-602; Suppl., II, 703).

[492] Enco ve İbn Abbas'tan nakledilen benzer rivayetler için bkz. Kenzü'l-ummâl, 1,536 (nr. 2406, 2407). Evs es-Sekafî'den de şu rivayet nakledilir: "Kim Kur'an'ı Mushaf tan okursa kendisine iki bin sevap, Mushaf a bakmadan okuyana ise bin sevap verilir" . (Aynı yer, nr. 2405).

[493] Fihrisü'l-fehâris, I, 133-.134.

[494] Leknevi'nin bu ve bir sonraki eseri için bkz. Suppl., II, 858.

[495] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/97-100.

[496] MürÛcu'z-zeheb, II, 400.

[497] îbn Sa'd, VI, 268.

[498] el-Beyân ve't-tahsü, XVIII, 148. Metindeki bilginin hemen tamamı hatalı olup aslına bakılmalıdır.

[499] Aynı bilgi için bkz. Miftâhu's-saâde, II, 374.

[500] Bu bilgi için bkz. el-Fetâva'1-Hindiyye, V, 323. "Teâşir" kelimesi metinde "Tefasir" şeklinde geçmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/101-102.

[501] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 33-34, XVIII, 275. Hanefi mezhebine göre altın ve gümüşle süslenmesinde mahzur yoktur. Ebû Yusuf ise bunu mekruh saymıştır (el-Fetâva'l-Hindiyye, V, 323).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/102.

[502] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/102.

[503] Metinde tbn Ömer şeklinde geçmiştir.

[504] tbn Âbidin, Reddü'I-muhtâr, VI, 384. Metinde el-Münye olarak geçen kitap adı burada el-Kunye şeklinde kaydedilmiştir.

[505] Dârimi, Fedâilü'l-Kur'ân 4.

[506] et-Tibyân fî âdâbi hameleti'l-Kur'ân, s. 113.

[507] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/102-103.

[508] Mellâhi'nin (ö. 619/1222) eserinin adı Lemehâtü'l-envâr ve nefebâtü'l-ezhâr fi fedâili'l-Kur'ân'dır (Kehhâle, X, 262-263).

[509] Kûtü'l-kulûb, I, 61.

[510] Bu bilgi Ebü'l-Âliyye'nin (Tabakât, VII, 112-117) değil Abdurrahman b. Ebi Leyla'nın biyografisinde geçmektedtir (VI, 110).

[511] krş. Müsned, 1,148,149; Kenzü'l-ummâl, I, 537 (nr. 2408).

[512] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/103-104.

[513] Mürûcu'z-zeheb, III, 41.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/104.

[514] Buhari, îcâre 16, Tıb 34.

[515] Bu konudaki görüşler için bkz. Tecrid-i Sarih Tercemesi, VII, 45-53.

[516] Buhari, Nikâh 50.

[517] EbÛ Davud, BuyÛ 36.

[518] Müsned, VI, 66.

[519] Metinde "Birinci Bölüm" denilmiştir.

[520] Bkz. 1,122-126.

[521] Tirmizi, Sevâbu'l-Kur'ân 2; îbn Mâce, Mukaddime 16.

[522] Müsned, IV, 146,150,153; Ayrıca bkz. Kurtubi, Tefsir, 1,15.

[523] tbn Haldun, Mukaddime, s. 505-506.

[524] Age., s. 507-508.

[525] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/104-106.

[526] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/106.

[527] Buhari, Diyât 27.

[528] el-Edebü'1-müfred, s. 223 (nr. 1076). Metinde "mekteb" olarak geçen kelime burada aynı anlama gelen "küttâb" şeklinde kaydedilmiştir.

[529] Şeyh Muhtar el-Küntî'nin (ö. 1226/1811) verdiği bu bilgi, mensup olduğu Kunte kabilesinin yaşadığı Moritanya ve Mali yörelerindeki gelenekle ilgili olmalıdır.

[530] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/106-107.

[531] Kurtubi, Tefsir, I, 27.

[532] el-Medhal, II, 317.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/107-108.

[533] bkz. GAL, II, 458, Suppl.,II, 601-602.

[534] Suyûti'nin el-Câmiu'1-kebîr ve el-Câmiu's-sağîr'i kastedilmiştir.

[535] Buhari, Zekât 60.

[536] Metinde Amr b. Ebî Selime şeklinde geçmiştir.

[537] Keşfü'l-ğumme, 1,168. Ayrıca bkz. Üsdü'1-ğâbe, IV, 234-235.

[538] Buhari, Meğazi 53.

[539] el-İsâbe II, 541.

[540] el-Medhal, II, 315.

[541] Metinde Süllemü'a-sübût şeklinde geçmiştir.

[542] Bu, Abdurrahman el-Ahdari'nin es-Süllemü'1-mürevnak adlı eserine Ahmed b. Abdülfettah el-Melevî'nin yaptığı şerhe Muhammed b. Ali es-Sabbân'ın haşiyesidir (GAL, II, 371-372, 467, 614).

[543] bkz. GAL, I, 697,Suppl., 1,838.

[544] Metinde Keşfü'l-libâs... şeklinde geçmiştir (bkz. c. I, s. XXIII).

[545] el-Beyân ve't-tahsîl, XVIII, 287. Metindeki hata ve düşükler için bu esere bakılmalıdır. Mezkur hadis için bkz. Buhari, Edeb 35; Müslim, Birr 47.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/108-110.

[546] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/110.

[547] Mecmau'z-zevâid, 1,192. Bu söz bir sahabinin kehanet, uğursuzluk ve ardından Çizgi çizilmesi (fal, remel) ile ilgili olarak sorduğu soru üzerine söylenmiş olup bu hususla ilgili rivayet ve yorumları için bkz. Müslim, Mesâcid 33; Ebû Davud, Salât 168, Tıb 23; Hattâbi, IV, 230; Nevevi, Şerhu Müslim, V, 23; İbn Haldun, Mukaddime, s. 103.

[548] Kitâbu's-Sikât, IX, 135.

[549] Mecmau'z-zevâid, 1,192.

[550] Abdülaziz ed-Debbağ, el-İbrîz, s. 101. Müellif bununla Kur'an yazısının nassa dayandığını kastetmiş ve buna da bazı kelimelerin Kur'an'da farklı yazılışlarını örnek göstermiştir.

[551] İbn Abdilhakem, Fütûhu Misr, s. 179; KenzÜl-ummâl, X, 253-254 (nr. 29356).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/110-111.

[552] Tehzîbü'1-esmâ, I/l, 2. Metindeki hata ve düşükler için aslına bakınız.

[553] krş. Kenzü'l-ummâl, III, 862 (nr. 8961).

[554] Buhari, Salât 68. Ayrıca bkz. Buhari, Edeb 90.

[555] Muvatta, Kasru's-salât fî's-sefer 93. Ayrıca bkz. I, 173.

[556] Bu eser Ali Fehmi Cabiç'e ait olup bu konuda bkz. I, 285.

[557] bkz. 1,285.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/111-112.

[558] Kenzü'l-ummâl, III, 358 (nr. 6926), X, 220 (nr. 29162).

[559] Mecmau'z-zevâid, 1,192, VIII, 152.

[560] Kenzü'l-ummâl, III, 358 (nr. 6926).

[561] Müsned, II, 374; Tirmizi, Birr 49; el-Müstedrek, IV, 161.

[562] Münâvi, et-Teysîr, 1,451.

[563] bkz. el-Müstedrek, IV, 161.

[564] Kenzü'l-ummâl, X, 220 (nr. 29162).

[565] bkz. dipnot 186.

[566] Ithâfu sâdeti'l-müttakîn, I, 225. Bu paragrafta verilen bilginin hepsi buradan alınmıştır. Ayrıca bkz. dipnot 189.

[567] el-İsâbe, III, 583. Metinde Temmâm, el-İsâbe'de ise Nahhâm şeklinde geçen isim yanlıştır (bkz. İbn Hazm, Cemhere, s. 448; Zirikli, VIII, 329).

[568] bkz. Dipnot 186, 188.

[569] Bu ifade mevzu (uydurma) ve zayıf rivayet için kullanılır.

[570] krş. I, 299. Ensâb konusunda ashaptan zamanımıza kadar gelip geçmiş ikiyüz alim hakkında İbn Funduk'un Lübâbü'l-ensâb ve'1-elkâb ve'1-a'kâb adlı eserinin başında (Kum 1410,1, 9-145) Âyetullah en-Necefî tarafından bilgi verilmiştir.

[571] tbn Hazm, Cemheretü'n-neseb, s. 4-5.

[572] Târîhu'l-hulefâ, s. 48. Yakub b.Utbe, metinde Yakub b. Anbese şeklinde geçmiştir (bkz. Tehzîbü1t-Tehzîb,XI,392).

[573] el-İstiâb, I, 477-479.

[574] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/112-115.

[575] İbn Mâce, Ferâiz 1; el-Müstedrek, IV, 332. Her iki kaynakta da "insanlara" kelimesi mevcut olmayıp bunun için bkz. Kenzü'l-ummâl, X, 166 (nr. 28862).

[576] Tirmizi, Ferâiz 2; el-Müstedrek, IV, 332.

[577] el-Müstedrck, IV, 333.

[578] Dârimi, Mukaddime 24.

[579] Suyûti, Câmiu'l-ahâdîs, III, 609 (nr. 10462).

[580] Metinde "öğrenmeye" şeklinde geçmiştir.

[581] Bu rivayetlerin hepsi için bkz. Dârimi, Ferâiz 1.

[582] bkz. İbnü'l-Arabi, Ahkâmü'l-Kur'ân, I, 331.

[583] krş. Age., I, 330.

[584] Ali b. Abdullah el-Matîtî (ö. 570/1174), en-Nihâye ve't-tamâm fî ma'rifeti'l-vesâik ve'1-ahkâm (Kehhâle, VII, 129;Suppl., I, 661).

[585] İbrahim b. Ebûbekr el-Vaşkî et-Tilimsânî'nin bu eserinin adı el-Manzûmetü't-Tilimsâniyye'dir (ed-Dibâcü'1-müzheb, s. 90-91; Ta'rifü'l- halef, s. 13-14; Suppl., I, 666). Metinde Raski, bazı kaynaklarda Vakşi şeklinde geçen nisbesi yanlıştır (krş. el-Lübâb, III, 367).

[586] Brockelmann'ın Yakub. b. Musa el-Bustânî (es-Sebtâni?) şeklinde kaydettiği bu isim (Suppl., I, 666) Ahmed baba tarafından Yakub b. Abdullah es-Seytâni olarak zikretilmiştir (Neylü'l-ibtihâc, s. 349).

[587] Kenzü'I-ummâl, X, 166, (nr. 28862).

[588] Kenzü'I-ummâl, X, 238 (nr. 29262). Ayrıca bkz. dipnot 537.

[589] Ebû Davud, Menâsik 68; Kenzü'I-ummâl, V, 63 (nr. 12061), 64 (nr. 12065).

[590] Kenzü'l-ummâl, III, 49 (nr. 5435), XVI, 114 (nr. 44100).

[591] Metinde "hay" (yaşayan, diri) kelimesi, burada ve yukarıda "hak" şeklinde geçmiştir.

[592] bkz. dinpot 537.

[593] Mukaddime, s. 418.

[594] Tirmizi, Perâiz 1.

[595] Tirmizi, Ferâiz 2.

[596] en-Nihâye, III, 191. Ayrıca bkz. dipnot 187, 188.

[597] bkz. dinpot 538, 539.

[598] bkz, dipnot 179, 183.

[599] et-Teysîr, I, 451-452.

[600] bkz. dipnot 537, 550.

[601] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/115-120.

[602] bkz. El, 688, 844.

[603] el-Purûk, II, 240. Metindeki düşüklükler aslından tamamlanmıştır.

[604] Kenzü'l-ummâl, XIII, 588 (nr. 37511).

[605] Mecmuu'z-zevâid, IX, 356; Kenzü'l-ummâl, XI, 749 (nr. 33656).

[606] Müslim'in rivayetinde (Mesâcid 115) bu rakam elli uç olarak geçmektedir Ayrıca bkz. ibn Âbıdin, Reddü'l-Muhtar, I, 508-509.

[607] bkz. Miftâhu's-saâde, I, 394.

[608] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/120-122.

[609] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/122.

[610] Kenzü'l-ummâl, XII, 25 (nr 33808).

[611] et-Teysîr, I, 452.

[612] el-Firdevs, II, 306 (nr. 3384).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/122-123.

[613] Câmiu'l-ahâdîs, III, 611 (nr. 10473); Kenzü'l-ummâl, X, 219 (nr. 29161).

[614] et-Teysîr, I, 318; Kenzü'l-ummâl, VII, 683 (nr. 20902).

[615] el-Câmiu'1-kebîr ile el-Câmiu's-sağîr kastedilmiştir.

[616] et-Teysîr, I, 452; Kenzü'l-ummâl, X, 142 (nr. 28721), 217 (nr. 29153).

[617] Metinde İbnü'ş-Şeyh şeklinde geçmiş olup doğrusu Ebu'ş-Şeyh olmalıdır.

[618] et-Teysîr, I, 452.

[619] Bu eserde ra, ayn, kâf, kef ve nûn harflerinde sözkonusu esere rastlanmamıştır. Hatib'ın Risale fi ilmî'n-nücûm: Heli'ş-Şürûu fîhi mahmûdün ev mezmûm adıyla zikredilen eseri bu olmalıdır, (bkz. GAS, VII, 29; EL IV, 1112).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/123-124.

[620] Buhari, Cihâd 78.

[621] Müslim, İmâre 167; Ebû Davud, Cıhâd 23.

[622] Fethu'1-Bârî, XII, 47.

[623] Ebû Davud, Cihâd 23.

[624] Müslim, îmâre 169.

[625] Nevevi, Şerhu Müslim, XIII, 65. "Özürsüz yere" ifadesi metinde düşmüştür.

[626] Deylemi, el-Firdevs, II, 43 (nr. 2244); Kenzü'I-ummâl, IV, 355 (nr. 10871).

[627] Deylemi, el-Firdevs, II, 43 (nr. 2245); Kenzü'l-ummâl, IV, 355 (nr. 10872).

[628] ed-Dürrü'1-mensûr, IV, 83.

[629] Bkz. II, 316-317.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/124-125.

[630] Suyûti, Câmiu'l-ahâdîs, III, 612 (nr. 10474); Kenzü'l-ummâl, I, 611 (nr. 2808).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/125.

[631] "Ebu Musa'dan" anlamındaki bu ifadenin doğrusu "min Ebî Musa'dır.

[632] Kenzü'l-ummâl, X, 309 (nr. 29550). Hz. Ömer, Amr b. As'a da hata eden katibini dövmesini yazmıştır. (İbnü'l-Cevzi, Menâkıbu emiri'l-mü'minin, s. 129).

[633] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/125-126.

[634] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/126.

[635] Buhari, İlim 49; Fethu'1-Bârî, I, 337-338.

[636] Şuabü'1-imân, II, 281 (nr. 1766). 'Yuğrabu"kelimesi metinde "yu'zibu" şeklinde geçmiştir.

[637] Deylemi, el-Firdevs, V, 359 (nr. 8434).

[638] Kenzü'l-ummâl, X, 307 (nr. 29537). Ayrıca bkz. Lisânü'l-mîzân, IV, 140.

[639] bkz. Fethu'1-Barî, I, 338.

[640] Buhari, İlim 42.

[641] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/126-127.

[642] "Nahnuğilmân" ifadesi metinde "an ğilmân" şeklinde geçmiştir.

[643] el-Câmi li-ahlâki'r-râvî, I, 202 {nr. 357). Ebû Said'den nakledilen benzeri rivayetler için bkz. îbn Mâce, Mukaddime 22; Beyhaki, el-Medhal, s. 368-369; Şerefu a sh âb i'1-hadîs, s. 21-22; Kenzüi-ummâl, X, 248 (nr. 29325).

[644] Râmehürmüzi, el-Muhaddisü'1-fâsıl, s. 175 (nr. 20); Câmiu beyâni'1-ilm, I, 176.

[645] Mecmau'z-zevâid, 1,125.

[646] Aynı rivayet için bkz. el-Câmi li-ahlâki'r-râvî, I, 309 (nr. 671). Burada "kendilerinden razı olduğunuzda" kaydı mevcut olup dipnotta da rivayetin uydurma olduğu belirtilmiştir.

[647] Haz. Ömer'in gençlere danıştığına dair rivayetler için bkz. el-Muhaddisü'1-fâsıl, s. 193 (nr. 64); Câmiu beyâni'1-ilm, I, 85.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/127.

[648] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/128.

[649] Mukaddime, s. 510.

[650] Bu konuda bazı görüşleri ve tenkidi için bkz. I, 3.

[651] îbn Sa'd, III, 458.

[652] bkz., 1,126-129.

[653] îbn Sa'd, III, 514.

[654] Buharı, Meğâzı 28.

[655] el-Furûk, II, 130.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/128-129.

[656] Heysemi, Mecmau'z-zevâid, 1,126.

[657] Suyûti, Câmiu'l-ahâdîs, II, 31-32 (nr. 4005).

[658] el-Muhaddisü'1-fâsıl, s. 163; Şerefu ashâbi'I-hadîs, s. 31; el-Firdevs, I, 479 (nr. 1960); Cevâhirü'l-ikdeytt, I/l, 102. 8u rivayetin tenkidi için el-Firdevs'te ilgili dipnota bakınız.

[659] Feyzü'l-Kadîr, II, 149 (nr. 1544).

[660] Tedrîbü'r-râvî, b. 333.

[661] Şinkıti'nin (ö. 1944) küçük bir manzumeden ibaret bu eseri Remzi Sadeddin Dımaşkiyye tarafından şerhle neşredilmiştir (Beyrut 1410/1989).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/129-130.

[662] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/130.

[663] Kenzü'l-ummâl, XI, 177 (nr. 25583), 178 (nr. 25584).

[664] el-Muhaddisü'l-fasıl, s. 358 (nr. 297, 298). Aynca bkz. Ebu Davud, Taharet 125.

[665] İbn Abdilber, Câmiu beyâni'1-ilm, I, 105-111.

[666] el-Muhaddisü4I-fâsıl, s. 358-359 (nr. 299); Mecmau'z-zevâid, I, 160; Kenzü'l-ummâl, X, 238 {nr. 29262).

[667] Bu sözü, kendisine Muaviye'nin sorması üzerine Di'bil en-Nessâbe de söylemiştir (Câmiu beyâni'1-ilm, 1,106).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/130-131.

[668] Buhari, iman 18, Hac 4, Tevhid 48, 56; Müslim, imân 135,136.

[669] Bu konudaki yorumlar için bkz. Nevevi, Şerhu Müslim, I, 77-79.

[670] Bu eser İbn Merzûk el-Hatîb'in, Abdulhak b. Abdurrahman el-Işbilî'nin el-Ahkâm adlı es.- ine yaptığı şerh olmalıdır (bkz. Suppl., I, 634; Fihrisü'l-fehâris, I, 521).

[671] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/131-132.

[672] Müslim, Fiten 119; Ebû Davud, Melâhim 14,15.

[673] Bu isim Mâlik b. Merâre, Mâlik b. Murre veya Mâlik b. Fezâre şeklinde kaydedilmiştir. (Üsdü'1-ğâbe, V, 48; el-İsâbe, III, 354).

[674] Metinde Yezân şeklinde geçmiştir.

[675] bkz. Hamıdullah, el-Vesaik, s. 222 (nr. 109). Burada ısım Mâlik b. Murre şeklinde geçmiş olup "savaştığını" ifadesi de "ayrıldığını" şeklindedir.

[676] İbn Kesir, Sire, 1,206; Keşfuzzunûn, 1,914.

[677] Cevâhirü'l-ikdeyn, 1/1,273.

[678] Keşfuzzunûn, I, 914.

[679] et-Takrîb, s 84.

[680] Ebû Davud, Edeb 23, Kenzu'l-ummâl, III, 109 (nr 5717).

[681] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/132-133.

[682] Bkz   Buharı, Zekât 51, Ahkâm 17, Musned, I, 17   Metinde hata ve düşükler mevcuttur Resulullah (sav), Hz Ömer e bir atâ (maaş, ihsan) vermiş, Hz Ömer ise onu kendisinden daha muhtaç birine vermesini isteyince yukarıda anılan sözü söylemiştir.

[683] Metinde bu ilk ısım düşmüştür.

[684] Buharı, Fıten 4, 28, Müslim, Fıten 1, Tırmızı, fiten 23, Ibn Mâce, Fıten 9.

[685] Enes'in rivayeti için bkz. Kenzü'l-ummâl, XV, 548 (nr. 42122); el-Firdevs,  IV, 239 (nr. 6717). Hadisin geçtiği diğer kaynaklar ve değerlendirilmesi için son esere bakınız.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/133-134.

[686] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/134.

[687] el-Câmi li-ahlâki'r-râvî, I, 158 (nr. 215); Câmiu beygni'1-ilm, 1,103,112.

[688] el-Câmi, 1,159 (nr. 216); Câmiu beyâni'1-ilm, 1,115.

[689] Câmiu beyâni'I-ilm, 1,116. Abdullah kelimesi metinde düşmüştür.

[690] el-Câmi U-ahlâki'r-râvî, I, 199 (nr. 347). Metinde bazı hatalar vardır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/134-135.

[691] bkz. Sehâvi, Fethu'l-Muğîs, III, 171-172.

[692] Sılatü'I-halef, s. 249.

[693] Ashaptan  bazılarının  tabiinden   rivayette  bulundukları   hususunda  bkz. Cevâhirü'Mkdeyn, I/l, 275.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/135.

[694] el-İstîâb, 1,142.

[695] îbn Sa'd, III, 229-230.

[696] el-İstîâb, II, 71; Tehzîbü'l-esmâ, l/l, 206.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/135-136.

[697] bkz, Mustafa Fayda, "Abdullah b. Selâm", DİA, I, 134-135.

[698] et-Târîhu's-sağîr, I, 73; A'lâmü'n-nübelâ, II, 418. Muaz b. Cebel dört kişiyi tavsiye etmiş olup diğeri de Selman el-Fârisî'dır.

[699] bkz. İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-nihâye, VII, 234.

[700] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/136.

[701] Câmiu beyâni'l-ilm, I, 159; Kenzü'I-ummâl, XVI, 538 (nr. 45800).

[702] Câmiu beyâni'l-ilm, I, 159; Kenzü'l-ummâl, X, 301-302 (nr. 29517).

[703] Mevsûatü fıkhı Abdullah b. Mesûd, s. 13-14.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/137.

[704] Kenzü'l-ummâl, X, 243 (nr. 29291).

[705] Buhari, Hac 103; Kenzü'l-ummâl, V, 232 (nr. 12717).

[706] Hilyetüİ-evliyâ, 1,226. Ebû Zer'le ilgili benzer rivayet için bkz. Buhari, Libâs 24; ,   Müslim, îmân 154.

[707] Metinde Ebu'd-Derdâ şeklinde geçmiş olup doğrusu Ebû Nuaym olmalıdır.

[708] Mecmau'2-zevâid, X, 300.

[709] Metinde Usûlü'l-bedâi şeklinde geçmiştir.

[710] İbn Sa'd, II, 386.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/137-138.

[711] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/139.

[712] Kenzü'l-ummâl, IX, 318 (nr. 26210). Ayrıca bkz. Age.» K, 318 (nr. 26211), 315 (nr. 26193); Mecmau'z-zevâid, II, 97.

[713] el-Câmi li-ahlâki'r-râvî, /, 374 (nr. 861); Mecmau'z-zevâid, V, 167-168; Kenzü'l-ummâl, VI, 659 (nr. 17259,17260).

[714] "Testennûn" kelimesi metinde "testenkûn" şeklinde geçmiştir.

[715] Mecmau'z-zevâid, V, 167; Kenzü'l-ummâl, VI, 659 (nr. 17261).

[716] Buhari, Cuma 15. Metinde düşüklük ve farklılık vardır.

[717] Buhari, Libâs 65; Müslim, Tahâre 52-55.

[718] Ebû Davud, Libâs 14; Nesâi, Zinet 60; el-Müâtedrek, IV, 186.

[719] Mecmau'z-zevâid, V, 164. Ayrıca bkz. Nesâi, Zinet 60.

[720] Benzer rivayet için bkz. Ebû Davud, Libâs 14; el-Müstedrek, IV, 186.

[721] Benzer rivayetler için bkz. Mecmau'z-zevâid, II, 17-18.

[722] Age,V,30.

[723] Kenzü'l-ummâl, XV, 260 (nr. 40868).

[724] Müslim, Libâs 27. Amr kelimesi metinde Ömer şeklinde geçmiştir.

[725] Mecmau'z-zevâid, V, 128.

[726] Feyzüİ-Kadîr, I, 555 (nr. 1142, 1143); Mecmau'z-zevâid, V, 119; Kenzü'l-ummâl, XV, 305 (nr. 41135). Hilm kelimesi metinde "hubb" şeklinde geçmiştir.

[727] Bu eser Muhammed Haşim en-Nedvî (Haydarabad 1354) ve Hişâm Neşşâbe tarafından et-Türâsü't-terbeviyyi'1-İslâmi fi hams mahtûtât adlı eser içinde (Beyrut 1988, s. 93-187) neşredilmiştir. Bu eser içinde neşredilen diğer kitaplar da İbn Sina'nın Kitâbü's-Siyâse, Gazzâli'nin Minhâcü'l-müteallim, İbn Hacer el-Heytemi'nin Tahrirüi-makal fi âdâbin ve ahkâmın yahtâcü ileyhâ müeddibü'l-etfâl'dır. Nasîrüddin et-Tûsî'nin de Adâbü'l-müteallimîn adlı bir risalesi Yahya el-Haşşâb tarafından neşredilmiştir (Mecelletü Ma'hedi'l-mahtûtâti'l-Arabiyye, III, Kahire 1957, s. 267-284).

[728] Muhammed b. Cafer el-Harâitî'nin (ö. 327/939) bu konuyla ilgili iki eseri Mekârimü'l-ahlâk ve MesâviÜ'l-ahlâk adlarını taşımakta olup ilk eserin Hafız Ebû Tahir Ahmed b. Muhammed es-Selefî tarafından kaleme alınan el-Müntekâ min kitabi Mekârimi'l-ahlâk ve meâlîhâ ve mahmûdi tarâikihâ adlı versiyonu Muhammed Muti' el-Hâfız ve Gazve Büdeyr tarafından neşredilmiştir (Dımaşk 1406/1986).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/139-142.

[729] bkz. Kenzü'l-ummâl, XIII, 396 (nr. 37061). Burada İbn Abbas'ın "alimlerimize ve büyüklerimize böyle davranmakla emrolunduk" dediği, buna karşılık Zeyd b. Sabit'in de onun elini öperek "biz de peygamberimizin ailesinden olanlara böyle davranmakla emrolunduk" dediği kaydedilmiştir.

[730] Müsned, I, 257, II, 207; Tirmizi, Birr 15; el-Müstedrek, 1,122.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/142.

[731] Müslim, Salât 122,123.

[732] Kenzü'I-ummâl, VII, 626 (nr. 20591).

[733] Ahkâmu'I-Kur'ân, IV, 1760-1761. İbn Abbas'la ilgili bu rivayetin teferruatı için bkz. Buhari, Tefsir 110/3; Hilyetü'l-evliya, I, 317.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/142-143.

[734] bkz. er-Rihle fi talebi'l-hadîs, s. 97-108.

[735] bkz. İbn Abdilber, Câmiu beyâni'1-ilm, s. 12-13.

[736] Buharı, İlim 19; el-Câmi li-ahlâki'r-râvî, II, 225; er-Rihle fi talebi'1-hadî.s, s.110.

[737] Ayetin tamamı şöyledir: "Onlar tevbe eden, ibadet eden, hamdeden, seyahat eden, rüku eden, secde eden, iyiliği emredip kötülükten sakındıran ve Allah'ın (yasak) sınırlarını koruyan insanlardır, O mü'minleri müjdele" (Tevbe 9/112).

[738] er-Rihle fi talebi'l-hadîs, s. 95.

[739] Bu eserin adı er-Rihle fi talebi'l-hadîs olup Nureddin Itr tarafınden neşredilmiştir (Beyrut 1395/1975). Bu konuda ayrıca bkz. Hatib, el-Câmi li-ahlâki'r-râvî, II, 223-248.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/143-144.

[740] Cevâhirü'I-ikdeyn, I, 93-94; Mecmau'z-zevâid, I, 123-124.

[741] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/144.

[742] Müsned, V, 261; Mecmau'z-zevâid, 1,190; el-Kussâs ve'l-müzekkirîn,s. 15. krş. Ebû Davud, İlim 13.

[743] Mecmau'z-zevâid, I, 190.

[744] Müsned, IV, 233, VI, 29.

[745] Ebû Davud, İlim 13. Burada "mütekellif" yerine "muhtâl" {kendini beğenmiş, gururlu) kelimesi geçmektedir. Emirden maksat yönetici, me'mur ise onun bu konuda yetkili kıldığı kimse veya alimler gibi Allah tarafından buna memur kılınan kimse demektir (Mirkâtü'l-mefâtîh, I, 245. Ayrıca bkz. Hattâbi, IV, 72).

[746] Konu başından buraya kadar verilen bilgilerin hepsi Mecmau'z-zevâid'den (1,190) nakledilmiştir.

[747] Ali el-Kârî, Mirkâtü'l-mefâtîh, I, 245.

[748] el-İklîl, s. 158.

[749] İhyâu ulûmi'd-dîn, I, 52. Metinde bazı hatalar mevcut olup aslına bakılmalıdır.

[750] Zebîdi, İthâfu sâdeti'l-müttakîn, I, 244-245.

[751] Bu eser Muhammed Said b. Besyûni Zağlûl tarafından neşredilmiştir (Beyrut 1406/1986).

[752] Zeynüddin el-Irâkî'nin eseridir (GAL, II, 78).

[753] Suyûti'nin Tahzîrü'I-havâs min ekâzîbi'l-kussâs (nşr. Muhammed Sabbâğ, Beyrut 1973) adlı eseri olmalıdır.

[754] Zebidi, a.g.e., I, 246; İbnü11-Cevzî, el-Kussâs ve'1-müzekkirîn, s. 22-25.

[755] el-Kussâs, s. 20.

[756] İbn Sa'd, VIII, 476.

[757] Metinde, burada ve aşağıda Esved b. Süvay' şeklinde geçmiştir.

[758] İbn Sa'd, VII, 46.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/145-147.

[759] Metinde Miftâhu'1-ulûm şeklinde geçmiştir.

[760] krş. Miftâhu's-saâde, II, 380. Burada, yukarıda anılan bilgilerin az bir kısmı geçmektedir.

[761] Suyûti'nin el-Menhecü's-sevî (et-Tıbbü'n-nebevî) adlı eseri Hasan Muhammed Makbul el-Ehdel tarafından neşredilmiştir. (Beyrut-San'a 1406/1986). Bu konuda yazılmış meşhur kitapların bir listesi için bkz. Age., naşir mukaddimesi, s. 37-39.

[762] Keşfuzzunûn, II, 1095,1882.

[763] Zehebi'nin et-Tıbbü'n-nebevî adlı eseri Ahmed Rıfat el-Bedrâvî tarafından da neşredilmiş   olup   (Beyrut   1410/1990,   III.   baskı)   Suyûti'nin   eseri   ile karşılaştırıldığında tertipleri farklı olduğu gibi Suyûti'nin eserinin daha hacimli ve daha fazla konulara yer verdiği görülür, ibn Kayyim'in et-Tıbbü'n-nebevî adlı eseri de Abdühlâlık Adıl Ezheri (Kahire 1377/1957) ve Abdülkâdir el-Arnaut-Şuayb el-Arnaut tarafından neşredilmiştir (Beyrut 1983). Abdüllatif el-Bağdâdî el-Tıbb mine'l-Kitâb ve's-Sünne (nşr. Abdülmu'ti Emin Kal'aci, Beyrut 1406/1986), Mahmud Nazım en-Nesimî de modern tıpla karşılaştırmalı olarak et-Tıbbü'n-nebevî ve'1-ilmü'l-hadîs (I-III, Beyrut 1404/1984) adlı bir eser yazmıştır. N. Perron'un La Medecine du Prophete (Paris-Alger 1860) adlı eseri ile Suyûti ve Mahmud b. Muhammed el-Cağayni'ye ait eserlerin Cyril Elgood tarafından yapılan ingilizce tercümesini de (Tıbbu'n-Nabbi or Medicine of Prophet, Bruges 1962) zikretmek gerekir.

[764] îbn Tarhân'ın (ö. 720/1320) bu eseri basılmıştır (Kahire 1374/1955).

[765] Bu zatın el-Manzûmetü't-tıbbiyye fi'1-ilâcât ve'1-edviyeti'l-merdiyye ve ed-Dürerü'l-mahmûle ve'1-hediyyetü'l-makbûle fi huleli't-tıbbi'l-me'mûle adlı eserleri mevcut olup sonuncusu el-Hediyyetü'1-makbûle fi ilmi't-tıbb (Kahire 1291, 49 sayfa) adıyla basılmıştır (Serkis, I, 373; Suppl., II, 713).

[766] Bu rivayetler için bkz, Suyûti, et-Tıbbu'n-nebevî, s. 345-346.

[767] Davud el-Antâki burada Ibn Abbas'tan iki rivayet nakletmiş olup sonuncusunda "çöl develeri" (el-ibilu'1-berrıyye) ifadesi geçmektedir.

[768] Antâki, Tezkire, I, 8,10-11. Mülâibü11-esinne, Ebû Berâ Amir b. Malik el-Kilâbfdir (bkz. Üsdü'1-ğâbe, III, 140; el-İsâbe, II, 25S. Bu kaynaklarda, Hz. Peygamber'in bir tulum bal gönderdiği kaydedilmiştir).

[769] Mecmau'z-zevâid, V, 100-101.

[770] es-Sünenü'1-kübrâ, VII, 256-257; İbn Kesir, Sire, IV, 594.

[771] et-Turuku'I-hükmiyye, s. 286.

[772] ZâdÜ'I-meâd. IV, 223; Sifrü's-saâde, s. 239-240.

[773] Mukaddime, s. 465.

[774] Buhari, Tıbb 4.

[775] el-İklîl, s 128. Ayrıca bkz. Kurtubi, Tefsir, VII, 192.

[776] Suyûti, et-Tıbbu'n-nebevî, s. 152.

[777] Müsued, IV, 132; Tirmizi, Zühd 47; İhya, II, 5-6, III, 103; Suyûti, age., s. 151.

[778] Kurtubi, Tefsir, VII, 192.

[779] İhyâu ulûmi'd-din, III, 111.

[780] ZâdÜ'1-meâd, IV, 18.

[781] Müsned, VI, 242; İbn Mâce, Tıb 5; Suyûti, et-Tıbbu'n-nebevî, s. 233.

[782] bkz. II, 212.

[783] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/148-153.

[784] Buhari, İlim 41.

[785] Ebû Davud, İlim 11. Amr, metinde Ömer şeklinde geçmiştir. Aynı bilgi için bkz. Fethu'1-Bârî, 1,322.

[786] Mecmau'z-zevâid, 1,191, VIII, 264.

[787] Ayetin tamamı şöyledir: "Andolsun ki biz Musa'yı da 'kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar, onlara Allah'ın gönlerini hatırlat' diye âyetlerimizle göndermiştik. Şüphesiz bunda sabreden, şükreden harkes için ayetler (ibret verici işaretler) vardır".

[788] Burada kaydedilen kelimelerin geçtiği birer ayet örnek olarak parantez içinde zikredilmiştir.

[789] Müsned, I, 444.

[790] Fethu'1-Bârî, I, 322.

[791] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/153-154.

[792] Buhari, Mevâkit 18.

[793] Fethu'1-Bâri, III, 227.

[794] Müsned, IV, 36.

[795] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/155.

[796] Mürûcu'z-zeheb, III, 39-41. Kettâni bu bilgiyi özetle vermiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/155.

[797] Keşfü'l-haffi, II, 89 (nr. 1766); el-Mekâsıdu'1-hasene, s. 310. Bazı rivayetlerde"ilim", bazılarında "hikmet" ifadesi geçmiş olup bu konuda bkz. Beyhaki, el-Medhal, s. 283-285 (nr. 412-413); Sehâvi.age., 310-312 (nr. 415); Aclûni, age., I, 435-436 (nr. 1159).

[798] bkz. 1,130-131.

[799] Benzeri bir rivayet için bkz. Ebû Davud, Sünne 5.

[800] Câmiu beyâni'1-ilm, I, 9-10; Kenzü'l-ummâl, X, 138 (nr. 28697, 28698).

[801] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/155-156.

[802] Câmiu beyâni'1-İlm, 1,119.

[803] Age., 1,119-120.

[804] Metinde îbn Ebi Hayseme şeklinde geçmiştir. Ebû Hayseme'nin Kitâbu'l-ilm'i Salih Tuğ tarafından neşredilmiştir. (Zuheyr'ubn Harb ve Kitâb'ul-ilm Adlı Eseri, İstanbul 1984). Ebû Hayseme'nin çağdaşı Haris el-MuhaBİbî'nin de aynı adlı bir eseri vardır (Tuğ, s. 53).

[805] Câmiu beyâni'1-ilm ve fadlih, 1,16 v.d.

[806] Zebîdi, ithâfu sâdeti'l-müttakîn, I, 64-129.

[807] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/156-157.

[808] Hilyetü'l-evliyâ, I, 320-321.

[809] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/157-158.

[810] İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, V, 278 (nr. 26058), VII, 158 (nr. 34957). Metinde bazı kelimeler farklı olup tercümede ana kaynak eses alınmıştır.

[811] Kadı Iyaz, Buğyetü'r-râid, s. 38. Buradaki ifade "Hak konusunda bana yardımcı olmaBi için bazı oyunlarla dinlendiririm" şeklindedir.

[812] Age., s. 38.

[813] Aynı yer.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/158-159.

[814] eş-Şemâil, s. 128.

[815] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/159.

[816] Bu hadis için bkz. Buhari, Nikâh 82; Müslim, Fedâilu's-sahâbe 92; eş-Şemâil, s. 129-137. Tercümesi için bkz. Tecrid-i Sarih Tercemesi, XI, 306-312; M. Yaşar Kandemır, al-Kâdî İyâd ve Buğyat ar-râid fîmâ fî hadis Umm Zar' min al-favâid, istanbul 1977 (yayımlanmamış doktora tezi), s. 65-69.

[817] Kadı lyâz, Buğyetü'r-râid, s. 37.

[818] Bu paragrafta verilen bilgi için bkz. Kadı Iyaz, s. 37-39.

[819] ibn Ebi Üveys İsmail b. Abdullah olacaktır.

[820] Kadı Iyâz'ın Buğyetü'r-râid limâ tadammenehu hadisu Ümmü Zer mine'l-fevâid adlı bu eseri Salahuddin el-îdlibî, Muhammed Hasan Ecânif ve Muhammed Abdüsselam eş-Şerkâvî tarafından neşredilmiştir (Rabat 1395/1975). M Yaşar Kandemir de dört nüshasını esas alarak eseri neşre hazırlamıştır (bkz. dipnot 757). Esere şerh yazanlar için bkz. M. Yaşar Kandemir, s. 51-57.

[821] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/159-162.

[822] Üsdü'l-ğâbe, V, 351-352.

[823] Metinde Iyad b. Mus'ab şeklinde geçmiştir.

[824] Üsdü'I-ğâbe, V, 352. Ayrıca bkz. Umdetü'1-kârî, XIX, 246.

[825] el-İsabe'de Abdan b. Musab şeklinde yanlış geçmiştir (krş. Aiâmü'n-nübelâ. VIII, 517, XII, 312).

[826] Metinde Süfyan b. Harb şeklinde geçmiştir, krş. Üsdü'1-ğâbe, VI, 145.

[827] Metinde Ömer b. Şîrîn şeklinde geçmiştir.

[828] Bu paragrafta verilen bilginin hepsi el-İsâbe'den (III, 570) alınmıştır. Son rivayet için bkz. Abdürrezzak es-San'anî, el-Musannef, XI, 209 (nr. 20346).

[829] İbn Asâkir, Târihu Medineti Dımaşk (Ayn harfi biyografileri), nşr. Şükri Faysal ve dğr., Dımaşk 1402/1981, IV, 344.

[830] Metinde Abd b. Huzâfe şeklindedir.

[831] Kenzüİ-ummâl, XIII, 490-491 (nr. 37281).

[832] Kettâni bu rivayeti Sehavi'den nakletmiş olup söz de ona aittir. İbn Ebi Davud adı da metinde "Ebû Davud'un Sünen'inde" şeklinde yanlış kaydedilmiştir.

[833] el-Mekâsıdü'1-hasene, s. 103-104 (nr. 95). Ayrıca bkz. EbÛ Ya'la, Müsned, VII, 344 (nr. 4381); Fethu'1-Bârî,  XIII, 108 (Buhari, Enbiya 2); Mecmau'z-zevâid, VIII, 88.

[834] el-Mekâsıdü'1-hasene, s. 104.

[835] bkz. Üsdü'1-ğâbe, II, 148; Meydânı, Mecmau'l-emsâl, II, 184.

[836] Metinde Beni Fethullah b. Sa'lebe şeklinde geçmiştir.

[837] Bu bilgiler için bkz. Mecmau'l-emsâl, II, 184-185.

[838] bkz. Üsdü'1-ğâbe, II, 149. Metindeki düşük ve hatalar buradan tashih ve ikmal edilmiştir.

[839] Metinde Ebu'l-Gusayn t>. Sabit şeklinde geçmiştir.

[840] Tâcü'1-arûs, X, 68 (cha maddesi); A'lâmü'n-nübelâ, VIII, 172-173; Ch. Pellat, "Etjuha", El, II, 590-592.

[841] bkz. Suppl., II, 538; Kehhâle, XI, 161.

[842] Suppl., I, 347.

[843] GAL, 1,176, Suppl, I, 278.

[844] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/162-168.

[845] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/168.

[846] Ahkâmu'l-Kur'ân, II, 41. Metindeki bazı hata ve düşükler için bu esere bakınız.

[847] Age., II, 213-214.

[848] Metinde el-Ibtihâc şeklinde, Tâcüddin de. Takiyüddin şeklinde geçmiş olup Takiyüddin es-Sübkî bu zatın babası, el-İbtihâc  da Nevevi'nin furûa dair Minhâcü't-tâlibîn adlı eserine onun yaptığı şerhtir.

[849] el-İbhâc, I, 8-9. Metindeki hata ve düşükler için asıl kaynağa bakılmalıdır.

[850] Cevceri'nin (ö. 889/1484) de Hemziyye şerhi vardır (Kehhâle, X, 260).

[851] Metinde şahıs adı Ebû Ubeyd, eseri de Kitâbü'l-Mecâbî şeklinde geçmiştir. Ebû Ubeyde ve Mecâzü'l-Kur'ân'ı için bkz. El, 1,158.

[852] Tabakâtü'l-fukahâ, s. 17. Metindeki bazı hatalar için aslına bakılmalıdır.

[853] Age., s. 91-92.

[854] Buhari, İlim, 9.

[855] Bâcüri, Hâşiyetü's-SüUem, s. 16.

[856] Burada Ebubekr er-Râzî, Ebû Said el-Birdaî, Fahrulislam el-Pezdevî, Şemsül-eimme es-Serahsî, imâm Malik, eski görüşünde Şâfıî ve bir rivayette de Ahmed b. Hanbel'e göre, içtihad sözkonusu hususlarda sahabi görüşünün sahabi olmayanlar için sünnet seviyesinde sayıldığı kaydedildikten sonra zayıf bir görüş olarak yukarıda işaret edilen husus zikredilir.

[857] Fevâtihu'r-rahamût, II, 186.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/168-171.

[858] tbn Sa'd, VI, 110.

[859] Müslim, Musâkât 87.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/171-172.

[860] Metinde Zehebi şeklinde geçmiştir.

[861] Buhari, Zekât 1, î'tisâm 2; Müslim, îmân 32. Hadisle ilgili geniş açıklama için bkz. Tecrid-i Sarih Tercemesi, V, 20-24.

[862] Ebû Ishak eş-Şirâzî, Tabakât, s. 18-19.

[863] bkz. 1,139.

[864] Buhari, Fedâilu's-sahâbe 3; Müslim, Fedâilu's-sahâbe 2. Nevevi'den yapılan nakil burada sona ermiştir (Tarîhu'l-hulefâ, s. 46-47; Tehzibü'1-esmâ, 1/2,190).

[865] Buhari, Ezan 54; Ebû Davud, Salât 60.

[866] tbn Kesir, el-Bidâye ve'n-nihâye, V, 236.

[867] Târihu'l-hulefâ, s. 47.

[868] Age., s. 96-104.

[869] Age., s. 49.

[870] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/172-174.

[871] Tirmizi, Menâkıb 20. Burada ilim yerine hikmet geçtiği gibi hadisin de garib-münker olduğu belirtilmiştir. Suyûti'nin Târihu'l-hulefâ'da kaydettiği (s. 187) rivayet ise metinde geçtiği gibidir.

[872] Suyûti, age., s. 187. Ayrıca bkz. Keşfü'1-hafâ, I, 235-237 (nr. 618); el-Mekâsıdü'l-hasene, s. 169-171 (nr. 189).

[873] bkz. I, 4 (Karafı, el-Furûk, IV, 167).

[874] Suyûti, s. 188.

[875] Aynı yer.

[876] bkz. El, II, 376.

[877] Mukaddime, s. 445.

[878] bkz. İbn Manzûr, Muhtasara Târîhİ Dımask, VI, 249-250.

[879] Buhari, tlim 42. Aynca bkz. dipnot 597.

[880] Sılatü'l-halef, s. 354.

[881] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/174-176.

[882] Deylemi, el-Firdevs, IV, 376-377 (nr. 7094).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/176.

[883] bkz. 1,83.

[884] bkz. Ebussuud, Tefsir, 1,46.

[885] Vahidi, Esbâbü'n-nüzûl, s. 12.

[886] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/176-177.

[887] Halid b. Velid'le ilgili olarak verilen bilgiler için bkz. Üsdü'l-ğâbe, II, 109-112; îbn Manzûr, Muhtasara Târihi Dımaşk, VIII, 5-28.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/177-178.

[888] Sözün bu kısmı İbn Abbas'tan da rivayet edilmiştir (bkz. Üsdü'1-ğâbe, IV, 162; Kenzü'l-ummâl, XII, 588, nr. 35826).

[889] Kenzü'l-ummâl, XII, 588 (nr. 35828), 596 (nr. 35859).

[890] Bu hadis için bkz. Müsned, 1,182; tbnül-Cevzî, Menâkıbu Ömer b. Hattâb, s. 23.

[891] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 354.

[892] Age., XVIII, 355.

[893] Alexandre Mazas, Les Hommes illustrâa de l'Orient, MI, Paris 1847 (Başlangıçtan Fatih'e kadar kronolojik olarak düzenlenmiştir).

[894] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/178-179.

[895] Benzeri bilgi için bkz. tbn Şebbe, II, 686.

[896] tbn Sa'd, III, 293; İbn Şebbe, II, 692.

[897] İbnü'l-Cevzî, s. 134. Metindeki hatalar için aslına bakınız.

[898] Aynı yer; tbn Sa'd, III, 287. Metindeki hatalar için aslına bakınız.

[899] Kenzü'l-unımâl, XII, 592 (nr. 35841). "His" kelimesi metinde "kasen" şeklinde geçmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/179-180.

[900] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/180.

[901] Mecmau'z-zev&id, IX, 329, 330.

[902] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/180.

[903] İbn Sa'd, III, 556-557; Üsdü'1-ğâbe, II, 451. Bu sahabi Ebû Dücâne künyesiyle meşhurdur.

[904] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/181.

[905] Ali el-Kârî, Şerhu Müanedi Ebî Hanife, s. 127. "En fakih olanı" ifadesi metinde "en faziletli olanı" şeklinde geçmiştir.

[906] bkz. Raşit Küçük, "Abâdile", DİA, I, 7.

[907] el-K&mûs, "abd" mad.

[908] bkz. Sehâvi, Fethu'l-Muğîs, III, 118-119.

[909] Sıhâh, "abd" mad. (îbn Ömer, İbn Abbas ve İbn Amr zikredilmiştir).

[910] bkz. Sıhâh, "abd" mad (Müessesetü'r-risâle neşri, s. 379, dipnot 1).

[911] îbn Âbidin, Nesemâtü'l-eshâr, s. 197.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/181-182.

[912] Bu rivayetler için bkz. Buhari, Fedâilü'l-ashâb 21; Müsned, III, 133, 175, 184; Tirmizi, Menâkıb 32; Kenzü"l-umınâl,XI, 713-714 (nr. 33479-33482, 33484), XIII, 258 (nr. 36761).

[913] bkz. Fethu'1-Bârî, XIV, 241.

[914] Metinde İbn Necîh şeklinde geçmiştir.

[915] Îbn Sa'd, III, 413; Kenzü'l-ummfil, XIII, 258 (nr. 36761).

[916] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/182-183.

[917] el-İsâbe, 1,51-52.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/183-184.

[918] ez-Zühd, g. 286; el-İsâbe, 1,102.

[919] Tehzibü'1-esmâ, I/l, 62-63. Metindeki hatalar için hu esere bakınız.

[920] ez-Zühd, s. 286.

[921] el-İBâbe, 1,100-101.

[922] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/184-185.

[923] Müsned, VI, 62; Mecmau'z-zevâid, IX, 81-82. Müslim (Fedailü's-sahabe 26) tarafından nakledilen rivayette "iki uyluğu veya iki baldırı" ifadesi vardır.

[924] Muhtasaru Târihi Dımaşk, XVI, 132;Mecmau'z-zevâi<L IX, 82.

[925] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/185-186.

[926] îbn Sa'd, II, 15.

[927] Uyuz devenin kaşınmayla iyileşmesi gibi, görüşüyle şifa bulunanlarız.

[928] îbn Sa'd, III, 567-568; Üsdü'1-ğâbe, I, 436.

[929] Muhtasaru Târihi Dımaşk, XIX, 236. Ubeydullah metinde Abdullah şeklinde geçmiştir.

[930] Mecmau'z-zevâid, IX, 352.

[931] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/186.

[932] Fethu'1-Bârî, VI, 121 vd.; el-İsabe, 1,489, III, 33. Ayrıca bkz. İbn Sa'd, III, 167-168.

[933] el-Kâmûs, "harbak" mad.

[934] el-İsâbe, 1,486.

[935] Üsdü'1-ğâbe, IV, 180.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/186-187.

[936] Metinde Uhayha şeklinde geçmiştir.

[937] Üsdü'1-gâbe, U, 392; Subhu'1-a'sâ, 1,452. Adı geçen Said, Said b. Âs b. Said b. Âs b. Ümeyye'dir.

[938] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/187.

[939] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/187-188.

[940] Müsned, III, 261; Müstedrek, III, 353; Mecmau'z-zevâid, IX, 312. Metinde "fie" (topluluk) kelimesi "m«"(yüz) şeklinde geçmiştir.

[941] ibn Sa'd, III, 505.

[942] Müstedrek, III, 352.

[943] Mecmau'z-zevâid, IX, 312.

[944] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/188.

[945] bkz. Üsdü'l-ğabe, II, 423.

[946] bkz. Muhtasaru Târihi Dımaşk, X, 85.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/188.

[947] el-İstiâb, III, 389. Ayrıca bkz. Üsdü'1-ğâbe, V, 248; Muhtasara Târihî Dımask, XIX, 249-250.

[948] Behcetü'I-mecâlis, 1,424. Burada Zıyâd'ın da büyük ve küçük işlerde deha olduğu kaydedilmiştir.

[949] bkz. A'lâmü'n-nübelâ, III, 22.

[950] Age., III, 30.

[951] bkz. A'lâmü'n-nübelâ, III, 108.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/188-189.

[952] Metinde Kays b. Ubâde şeklinde geçmiştir.

[953] Age., III, 106; el-İstiâb, III, 230;Muhtesaru Târihi Dımask, XXI, 107. Metindeki bazı hatalar için bu kaynaklara bakınız.

[954] Muhtasara Târihi Dımask, XXI, 113-114.

[955] İbn Abdilber, Kays'ın pantplonuyla ilgili haberin isnadsız ve uydurma olduğunu söyler (el-İstîâb, III, 231; Üsdü'1-ğâbe, IV, 427).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/189-190.

[956] Üsdü'1-ğâbe, IV, 180.

[957] Subhu'1-a'sâ, I, 447.

[958] Muhtasara Târihi Dımask, VI, 35.

[959] Subhu'l-a'şâ, I, 447-448. Ali kelimesi metinde düşmüştür.

[960] İbn Sa'd, IV, 13.

[961] İbn Sa'd, IV, 23.

[962] İbn Hişâm, Sire, II, 632-633.

[963] Buhari, Meğâzı 65.

[964] Fethu'1-Bârî, XVI, 201; Muhtasara Târihi Dımaşk, XXI, 113. Muâviye ondan pantolonunu isteyince, Kays bir kenara çekilerek pantolunu çıkarıp vermiş. Muâviye "Allah sana rahmet etsin, bunu kastetmiş değildim, evine gidip gönderseydin!" deyince, o da bu şiirle karşılık vermiştir. Metindeki hatalar için anılan kaynaklara bakınız.

[965] Tehzîbü'1-esmâ. 1/2, 52. Ayrıca bkz. dipnot 888.

[966] Metinde Talha b. Huveylid şeklinde geçmiştir (krş. Üsdü'1-ğâbe, III, 95).

[967] Mecmau'z-zevâid, 1,140.

[968] tbn Sa'd, VII, 63.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/190-192.

[969] Subhu'1-a'şâ, 1,448.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/193.

[970] Age., 1,453.

[971] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/193.

[972] Umdetül-kâri, XIII, 361;Mirkâtü'l-Mefâtîh,IV, 596.

[973] Feyzü'l-Kadir, I, 242.

[974] Bu bilgi için bkz. Kenzül-ummâL XIII, 326 (nr. 36920).

[975] Müsned, III, 359-360.

[976] Îbn Ebi Şeybe, et-Mıuannef, XII, 153;Kenzü'I-ummâl, XIII, 326 (nr. 36922).

[977] Kenzü'l-ummâl, XIII, 327 (nr. 36924).

[978] Metinde Ümmü'l-Kaddâb şeklinde geçmiştir.

[979] Age., XIII, 328 (nr. 36928), 329 (nr. 36929).

[980] Şemail, s. 115 (nr. 230).

[981] Buhari, Cihâd 162; Kenzü11-ummâl, XIII, 326 (nr. 36921).

[982] Şemail,  s. 112 (nr. 222).

[983] bkz. 1,113.

[984] bkz. 1,265.

[985] bkz. I, 265-266.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/193-195.

[986] bkz. Subhu'1-a'şâ, I, 447. Burada Abdurrahman ve Kesir dışında kalan beş kişi zikredilmiştir.

[987] İbn Sa'd, VIII, 278.

[988] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/195.

[989] el-lsâbe, II, 352. Burada yaş farkının oniki, Subhul-a'şa da (I, 446) ise onüç olduğu kaydedilmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/196.

[990] el-Fetâva'1-Bezzâziyye, V, 133.

[991] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/196.

[992] bkz. 1,281.

[993] el-îsâbe, 1,546.

[994] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/196.

[995] bkz. I, 281.

[996] Mefâtîhu'l-ulûm, s. 72.

[997] Bu kısım ile bir sonraki cümlede geçen Fârisiyye kelimesi metinde düşmüştür.

[998] Reddü'I-muhtfir, 1,483.

[999] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/196-197.

[1000] Kitâbü'1-İlm, s. 106.

[1001] Zebidi, İthaf, I, 235.

[1002] Tehzibü'1-esmâ, 1/2, 5.

[1003] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/197.

[1004] Tezkiretü'l-huffâz, 1,17.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/198.

[1005] UyûnÜ'I-eser,  II, 276; es-Sîretü'l-Halebiyye,III, 100.

[1006] îbn Hişâm, II, 518; îbn Kesir, es-Sire, IV, 6. Bu iki kaynakta "bin dinar" olan bilgi, metinde "iki bin dinar" şeklinde geçmiştir, tçinde bulunulan şartların zorluğundan dolayı bu orduya "güçlük ordusu* anlamında ceyşü'1-usre denmiştir.

[1007] Bu konuda çeşitli rivayetler için bkz. es-Siretü'1-Halebiyye, III, 100.

[1008] Abdurrahman adı metinde Abdullah şeklinde geçmiştir.

[1009] Metinde sekiz yüz şeklinde geçmiştir.

[1010] Tirmizi, Menâkıb 18; Müsned, IV, 75; Müstedrek, III, 102; Hilyetü'l-evliyâ, I, 59; îbn Kesir, age., IV, 398.

[1011] Tirmizi, Menâkıb 18; İbn Kesir, IV, 6; Kenzü'l-ummâl, XI, 593 (nr. 32845).

[1012] İlgili yerde Tirmizi'nin böyle bir sözü mevcut olmayıp Ebû.Ya'la'ya ait sözkonusu rivayet Muttaki el-Hindî tarafından zikredilmiştir.

[1013] Kenzü'l-ummâl, XIII, 62 (nr. 36257).

[1014] Mîzânü'l-i'tidâl, I, 176. "Yesteinuhu" kelimesi metinde "yesteslifuhu" şeklinde geçer.

[1015] ibn Sa'd, III, 58.

[1016] îbn Sa'd, III, 107.

[1017] bkz. el-İsâbe, II, 26;Fethu'l-Bârî, XIX, 278.

[1018] Muhtasara Târihi Dımaşk, XXV, 208, 213.

[1019] Age.,XVI,347.

[1020] Buhari, Menâkıb 28.

[1021] Nesİmü'r-riyâz, I, 328; Muhtasara Tfirîhi'd-Dımask, VII, 238.

[1022] Age,, XIV, 362; Üsdü'1-ğâbe, III, 485; ibn Sa'd, III, 136.

[1023] Muhtasara Târîhi Dımaşk, XIV, 361. Burada "Allah yolunda" ifadesi vardır.

[1024] Üsdüi-ğâbe, III, 481; el-İsâbe, II, 396.

[1025] Üsdü'l-fcâbe, III, 483; Hilyetü'l-evlİyâ, 1,99; Muhtasara Târîhi Dımask, XIV, 351. Metinde düşüklük olup tercüme bu kaynaklara'göre yapılmıştır.

[1026] Tirmizi, Menâkıb 25. Burada "hadika" ve "biat" kelimeleri yanlış olarak "Huzeyfe" ve "yeb'asu" şeklinde geçmiş, Tuhfetü'I-ahvezfde ise (X, 253) metindeki gibi doğru kaydedilmiştir.

[1027] Üsdü'I-ğ&be, III, 484; Muhtasara Târihi Dımask, XIV, 351.

[1028] Age., XIV, 362; Fethu'1-Bârî, XIX, 281.

[1029] Fethu'1-Bârî, XII, 213. Zübeyr b. Avvâm'ın malının tümünün 50.200.000 (dirhem) olduğu söylenmiştir.

[1030] Age.,XIX,281.

[1031] îbn Sa'd, III, 136; el-îstîâb, II, 396; Muhtagaru Târîhi Dımaşk,X/V, 362.

[1032] el-İstîâb, II, 396.

[1033] Metinde Yurkân şeklinde geçmiştir <krş. Tehzîbü't-Tehzîb, II, 84).

[1034] Hilyetü'l-evlİyâ, I, 99; Muhtasara Târîhi Dımaşk, XIV, 359.

[1035] İbn Sa'd, III, 126.

[1036] Mürûcu'z-zeheb, II, 341-342. Metindeki hata ve düşükler için bu kaynağa bakınız.

[1037] îbn Sa'd, III, 109-110. Ayrıca bkz. Fethu'1-Bârî, XII, 213-215.

[1038] Mürûcu'z-zeheb, II, 342. Ayrıca bkz. tbn Sa'd, III, 221.

[1039] Bu meblağ yıllık ve dirhem olmalıdır. Ayrıca yukarıda verilen günlük "bin dinar" ifadesi de "bin dirhem" olmalıdır (krş. İbn Sa'd, III, 221).

[1040] Metinde Teym kelimesi Temîm, bu da Temimi şeklinde geçmiştir (krş. Üsdü'1-ğâbe, III, 9).

[1041] İbn Sa'd, III, 221. Vefatında emlak ve mallarının değeri otuz milyon dirhem, nakit parası ise iki milyon ikiyüz bin dirhem ve ikiyüz bin dinardı (İbn Sa'd, III, 221-222).

[1042] İbn Sa'd, III, 222.

[1043] Mısır'da 44. 93, Tunus'ta 53.9, Suriye'de 256.4 kg. olan bir ağırlık ölçüsü.

[1044] İbn Sa'd, III, 222.

[1045] Mürûcu'z-zeheb, II, 342-343. Metindeki hata ve düşükler için bu esere bakınız.

[1046] Muhtasara Târihi Dımaşk, XVI, 248. Burada ilaveten ikiyüz elli bin dinar, Rebeze'de bin deve, Birieris ve Vadilkurâ'da tasadduk ettiği ikiyüz bin dinar değerinde malı bırakmış olduğu kaydedilmiştir.

[1047] el-İsabe, I, 380.

[1048] Müsned, VI, 115; İbn Sa'd, III, 132.

[1049] Evlerle ilgili bilgi için bkz. Muhtasara Târihi Dımask, XIX, 232.

[1050] Tehzîbü'1-esmâ, 1/2, 26. Bu görevi için bkz. İbn Sa'd, VI, 23.

[1051] el-İsabe, I, 364.

[1052] İbn Sa'd, IV, 267.

[1053] İbn Sa'd, VII, 18.

[1054] Daha önce de geçtiği üzere bu dinar değil dirhem olmalıdır.

[1055] Müsned, IV, 197,202.

[1056] İbn sa'd, III, 132; Muhtasara Târihi Dımaşk, XIV, 347. Ayrıca bkz. dipnot 1064.

[1057] Muhtasara Târihi Dımaşk, V, 68; Nesîmü'r-riyâz, I, 326.

[1058] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/198-204.

[1059] Metinde Zeyneb şeklinde geçmiştir.

[1060] Mecmau'z-zevâid, IX, 173.

[1061] Üsdü'1-ğâbe, VII, 367; el-tsfibe, IV, 492; Mecmau'z-zevâid, IV, 271-272.

[1062] Fethu'I-Bârî, XIX, 245.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/204-205.

[1063] Baştan buraya kadar verilen bilgi için bkz. Fethu'l-Muğfc, III, 121. Ayrıca bkz. Fevâtihu'r-rahamût, II, 159.

[1064] krş. Fethu'l-Muğîs, III, 123.

[1065] Age., III, 123. Metinde düşüklükler mevcut olup buradan ikmal edilmiştir.

[1066] bkz. Age., III, 92-93.

[1067] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/205-206.

[1068] İhyâu ulûmi'd-din, I, 374.

[1069] Fethu'l-Mugis, III, 122.

[1070] Bu iki zat için bkz. Kehhâle, IV, 184 (Sâci), VIII, 191 (Âburi).

[1071] Fethu'l-Muğİs, III, 122.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/206.

[1072] Metinde Sa'd olarak geçmiştir.

[1073] Age., III, 116-117.

[1074] Age., III, 117.

[1075] Metinde Amr şeklinde geçmiştir.

[1076] Metinde Esed b. Hudayr şeklinde geçmiştir.

[1077] tbn Sa'd, II, 376-377. Kettâni'nin Özet olarak verdiği bu bilgilerdeki düşüklükler ikmal edilmekle birlikte rivayet durumlarıyla ilgili olarak ashap hakkında geniş bilgi için asıl kaynağa bakılmalıdır.

[1078] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/207-208.

[1079] Fethu'l-Muğis, III, 116.

[1080] Tezkiretü'l-huffâz, I, 36. Eserin adı metinde Tabakâtu'l-huffâz şeklinde geçmiştir.

[1081] Age., I, 33-34. Ebubekr b. Ebû Davud, metinde Ebubekr b. Davud şeklinde geçmiştir.

[1082] Fevâtihu'r-rahamût, II, 407.

[1083] Metinde Fahruddin şeklinde geçmiştir. Kastedilen zat Fahrulislam Ebü'I-Usr el-Pezdevî'dir (bkz. Ahmet özel, Hanefî Fıkıh Alimleri, s. 41).

[1084] Fevâtihu'r-rahamût, II, 146,177.

[1085] bkz. Terâcimü'I-müellİfine't-Tûnisiyyin, V, 16-18. Burada eserin adı Şemsü'z-zahîre fî menâkıbı ve hkhi Ebî Hureyre şeklinde geçmiştir.

[1086] el-Vâbilü's-sayyib, s. 71. Metindeki düşükler buradan ikmal edilmiştir.

[1087] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/208-209.

[1088] bkz. 1,140 (dipnot 115).

[1089] Tedrİbü'r-rfivî, b. 404-405; Fethu'l-Muğtfs, III, 117-118. Muaviye metinde düşmüştür.

[1090] Abdülkâdir Bedrân, Tehzİbu Târihi Dımaşk, III, 282. Metindeki düşüklükler bu eserden ikmal edilmiştir.

[1091] İbn Kayyim, el-V&bilü's-sayyib, s. 70.

[1092] Tehzîbü'1-esmâ, I/l, 52.

[1093] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/210-211.

[1094] Kenzü'l-ummâl, XIII, 458 (nr. 37190).

[1095] Age., XIII, 459 (nr. 37193); Mecmau'z-zevâid, IX, 276.

[1096] Kenzü'l-ummâl, XI, 731 (nr. 33586).

[1097] Age., XI, 731 (nr. 33585).

[1098] İbn Sa'd, II, 366.

[1099] Fethu'l-Muğis, III, 117-118. İbn Abbasla ilgili anılan rivayetler için ayrıca bkz. el-İstîâb, II, 352; Fethu'l-Bârî,XIV, 249,250.

[1100] Metinde ve el-İsâbe'de Mağrib yerine Arap şeklinde geçen kelime, el-İsâbe'nin Bicâvi neşrinde (IV, 141) Mağrib şeklindedir. Kuzey Afrika'da vali olan Bizans asilzadesi Gregory için için bkz. İA, 1,45, X, 767; El, I, 54.

[1101] el-İsâbe, II, 330.

[1102] el-İstSâb, II, 352-355. Metinde "sakr" kelimesi, "sağr" şeklinde geçmiştir.

[1103] Affe., II, 357. Son cümle metinde hatalı kaydedilmiştir.

[1104] İbn Sa'd, II, 369.

[1105] Tesikiretü'l-huffâz, I, 40-41. Eserin adı metinde Tabakâtü'l-huffâz şeklinde geçmiştir.

[1106] el-Vâbilü's-sayyib, s. 70. "Etyab" kelimesi metinde "ahsab", "ekbalühâ" da "emselühâ" şeklinde geçmiştir.

[1107] Rûdâni, Sıla, s. 357.

[1108] Dr. Abdülaziz b. Abdullah el-Humeydî de onun onbeş hadis kitabında yeralan tefsire dair görüşlerini Tefsiru İbn Abbas ve merviyyâtühu fi't-tefsîr min kütübi's-günne (I-II, Riyad te.) adıyla toplayıp yayımlamıştır, (bkz. dipnot 312).

[1109] Hazreci, Hulâsa, s. 203.

[1110] el-Purûk, II, 195-196. Metinde ve bu eserde "ba'de vefatihi" (onun vefatından sonra) şeklinde geçen ifade muhtemelen "ba'de vefâti ebîhi" (babasının vefatından sonra) olmalıdır, krş. DİA, 1,17.

[1111] Nefhu't-tîb, III, 170.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/211-214.

[1112] Fethu'l-Muğis, III, 119-120.

[1113] Age., III, 90.

[1114] İbn Abidin, Reddü'l-muhtâr, I, 56.

[1115] Age., II, 172. Aynca bkz. el-Hidaye, I, 86.

[1116] Reddü'l-muhtâr, I, 49-50.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/214-215.

[1117] Fethu'l-Mu&is, III, 120. "îlim" kelimesi metinde ilk geçtiği yerde düşmüştür.

[1118] Müstedrek, III, 509.

[1119] Müsned, 1,379; Kenzü'l-ummâl, XI, 71 (nr. 33468).

[1120] tbn Sa'd, II, 343.

[1121] îbn Sa'd, II, 344.

[1122] el-Kâmûs, "knf' mad.

[1123] Abdürrezzâk, el-Musannef.VÜ. 354-355 (nr. 13454); İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, X, 88; Kenzü'l-ummâl, XIII, 583-84 (nr. 37499). Kocası iki yıl gaip olan kadın hamile kalınca recmine hükmedilmiş, çocuk doğunca babası kendisine benzediğini görüp davadan vazgeçmiş ve kadın da cezadan kurtulmuştur.

[1124] tbn Sa'd, II, 348.

[1125] İbn Sa'd, II, 349.

[1126] Bu üçlü rivayet zinciri yerine, metinde Şehr b. Havşab zikredilmiştir!

[1127] İbn Sa'd, II, 348.

[1128] Kenzü'l-ummâl, XI, 720 (nr. 33516).

[1129] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/215-217.

[1130] Tirmizi, Menâkıb 16; Dârimi, Zekât 26; Müstedrek, I, 414; es-Sünenü'1-kübrâ, IV, 181.

[1131] bkz. dipnot 932-941.

[1132] Metinde Kitâbü'l-îstifayâ şeklinde yanlış geçen eser cömertlerle ilgili olup 1934'te Kalküta'da neşredilmiştir (GAS, I, 208). Cömertlik örnekleriyle ilgili olarak îbn Abdulmun'im et-Tenûhî'nin de el-Müstecâd min fealâti'l-ecvâd adlı bir eseri vardır (nşr. Yusuf el-Büstânî, Kahire 1985).

[1133] Metinde Dek b. Harise şeklinde geçmiştir.

[1134] el-İsfibe, II, 30; Üsdü'I-ğâbe, II, 356.

[1135] Bu söz için bkz. İbn Sa'd, III, 614; el-İsâbe, II, 30.

[1136] Kenzü'l-ummâl, XI, 742-43 (nr. 33628), XIII, 576-77 (nr. 37477, 37478), 404 (nr. 37082-83).

[1137] bkz. Usdü'1-ğâbe, II, 356. Burada ve daha sonra gelen Düleym kelimeleri metinde Düleyc şeklinde geçmiştir.

[1138] bkz. îbn Abdilmun'im, el-Müstecâd, s. 125.

[1139] Metinde el-İstihyâ şeklinde geçmiştir. Ayrıca el-İsâbe'de Sintâs adına da rastlanmamıştır.

[1140] bkz. Muhtasara Târihi Dımask, IX, 241.

[1141] el-tsâbe, II, 271.

[1142] İbn Sa'd, III, 132-133.

[1143] îbn Sa'd, III, 132; Üsdü'l-gfibe, III, 483; Muhtasaru Târîhi Dımask, XIV, 353. Ayrıca bkz. dipnot 983.

[1144] Üsdü'1-ğâbe, III, 483; Muhtasaru Târîhi Dımask, XIV, 351.

[1145] bkz. I, 281, III, 196.

[1146] Kenzü'l-ummâl, XIII, 614-615 (nr. 37470). tbn Abbas, ona ne kadar borcu olduğunu soruyor, yirmi bin olduğunu öğrenince kırk bin dirhemle yirmi köle veriyor (bkz. Muhtasaru Târîhi Dımaşk, VII, 340-341).

[1147] Tehzîbü'1-esmâ, 1/2, 43; Üsdü'l-fcâbe, IV, 328. Metinde düşüklükler yanında "rekb" kelimesi de "râkib" şeklinde geçmiştir.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/217-220.

[1148] İbn Sa'd, II, 359.

[1149] İbn Sa'd, II, 361.

[1150] Müsned, III, 281.

[1151] Üsdü'1-gâbe, II, 279.

[1152] bkz. Kehhâle, XI, 147.

[1153] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/220-221.

[1154] Müsned, II, 369; Buhari, Fedâilü'l-Kur'ân 31; Nesâi, Iftitâh 83.

[1155] Müslim, Müsâfirîn 235.

[1156] bkz. el-İsfibe, II, 360. Aynı ibare olmamakla birlikte benzer ifadeler vardır.

[1157] Metinde İbnül-Hindî şeklinde geçmiştir.

[1158] Tezkiretü'l-huffâz, I, 24.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/221-222.

[1159] tbn Sa'd, VI, 54.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/222.

[1160] Deylemi, el-Firdevs, III, 337 (nr. 5015); Kenzü'l-ummâl, XI, 718 (nr. 33507).

[1161] Kenzü'l-ummâl, XI, 718 (nr. 33509). Cübeyr, metinde Cebr şeklinde geçmiştir (bkz. İbn Sa'd, VII, 440).

[1162] bkz. Muhtasara Tarihi Dımaşk, XX, 36.

[1163] Tezkiretü'l-huffâz, I, 24-25. Ayrıca bkz. A'lâmü'n-ntibela, II, 347.

[1164] bkz. II, 223-228.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/222-223.

[1165] Kenzü'l-ummâl, XIII, 482 (nr. 37264). Ayrıca bkz. Age. XIII, 481 (nr. 37263); Muhtasara Târihi Dımaşk, XII, 252.

[1166] Aynı yer.

[1167] Tezkiretü'l-huffâz, I, 27.

[1168] İbn Sa'd, IV, 85. "Kavranılmaz" ifadesi, metinde "kavranır mı?" şeklindedir.

[1169] İbn Sa'd, IV, 86.

[1170] Tezkiretü'l-huffâz, I, 36. Eserin adı metinde Tabakâtü'l-huffâz şeklinde geçmiştir.

[1171] Age., 1,42.

[1172] İbn Sa'd, IV, 266.

[1173] Buhari, Buyu 50.

[1174] Mecmau'z-zevâid, VII, 184.

[1175] Bu kelime metinde "çıkarılanı" şeklinde geçmiştir.

[1176] Bkz. Ahmet Özel, İslam Hukukunda Ülke Kavramı, s. 364-365.

[1177] Haffici, Nesîmü'r-riyâz, 1,148.

[1178] Müsned, II, 222.

[1179] bkz. Fethu'1-Bârî, XXVIII, 324.

[1180] İbnSa'd,VII,222.

[1181] Fethu'1-Bârî, XXVIII, 325.

[1182] İbn Hacer, el-Fetâvâ'1-kübrâl'l-fıkhiyye, I, 49-50.

[1183] bkz. Keşfuzzunûn, 1,107. Eserin adı burada biraz farklıdır.

[1184] Bu eserin adı Nazmü'd-dürer fi tenâsübi'1-ây ve'8-süver(c. I, XXII, Haydarabad 1969*1984) olup âyet ve sûreler arasındaki münasebet ve insicamı esas alan bir tefsirdir, bkz. DİA-VI, 149.

[1185] Münâvi, el-Kevâkibü'd-dürriyye fî menâkibi's-sâdeti's-BÛfiyye, S. Uludağ özel kütüphanesi, vr. 187b.

[1186] Ebû Şucâ el-Isfahânî'nin Gâyetü'l-ihtisâr adlı eserine tbn Kasım el-Gazzî tarafından yapılan şerhe Birmâvi'nin yazdığı haşiyedir (DÎA, VI, 204).

[1187] Metinde Şerhu'l-Menîni şeklinde yanlış geçmiştir.

[1188] tbn Âbidin, Reddü'l-muhtâr, 1,173,175.

[1189] Age.,1,340.

[1190] Age., 1,485. Metindeki hata ve düşükler aslından tashih ve ikmal edilmiştir.

[1191] Age., I, 486.  Şurûhu'l-Vehbâniyye    ifadesi metinde Serhu'l-Vehhâbiyye şeklinde geçmiştir.

[1192] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/223-227.

[1193] Metinde Ebû Büreyde şeklinde geçmiştir.

[1194] Tezkiretü'l-huffâz, I, 27-28. Metindeki hatalar aslından düzeltilmiştir.

[1195] el-Müstedrek, IV, 14.

[1196] Age-, IV, 11.

[1197] tbn Sa'd, II, 375.

[1198] Bu bilgi için bkz. el-İsâbe, IV, 360.

[1199] tbn Sa'd, II, 375, VII, 66; el-Müstedrek, IV, ll;Mecmau'z-zevâid, DC, 242.

[1200] Bağdâdi'nin bu eseri ile, Suyûti ve Zerkeşi'nin matbu olan eserleri için bkz. DİA, II, 204.

[1201] Sılatü'l-halef, s. 359-360.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/227-229.

[1202] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/229.

[1203] Bu bilgiler için bkz. Üsdü'1-ğâbe, II, 305-306. İbn Şebbe, Salimden ayrı olarak Hz. Ömer'in eğer hayatta olsalardı çeşitli özelliklerinden dolayı Ebû Ubeyde'yi ve Muaz b. Cebel'i halife tayin edeceğine dair sözlerini de kaydeder (T&rîhu'l-MedSne, III, 886).

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/229.

[1204] el-Müstedrek, IV, 11.

[1205] Aynı yer.

[1206] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/230.

[1207] Aynı bilgi için bkz. Safedi, el-Vâfİ, VII, 363.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/230.

[1208] Üsdü'1-ğâbe, III,242;el-Vfifi, VII, 364.

[1209] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/230.

[1210] el-Müstedrek, III, 535.

[1211] Bu rivayet bazı kaynaklarda "Efendiniz için" veya "Hayırlınız için" (Müslim, Cihad 64; Ebû Davud, Edeb 144), bazı kaynaklarda ise yalnız "Efendiniz için "(Mecmau'z-zevâid, VI, 138; Kenzü'l-ummâl, IX, 153, nr. 25483) şeklinde geçmiştir.

[1212] bkz. II, 160-161.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/230.

[1213] Yani lafzın "kayr" değil de "hibr" şeklinde geçtiği kastedilmiştir.

[1214] bkz. Serkis, II, 1877.

[1215] el-Medhal, I, 158-197. tbn Hacer'in sözkonusu eseri de Tahrîrü'l-kelâm fi'l-kıyâm inde zikri mevlidi hayri'l-enftm (İzâhui-meknûn, I, 233) olabilir.

[1216] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/231.

[1217] Cevâhirü'l-ikdeyn, I, 333. Bu kaynakta metin hatalıdır.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/231.

[1218] Rivayetin bu kısmı için bkz. Age., I, 332.

[1219] Kenzü'l-ummâl, XIII, 396 (nr. 37061).

[1220] Age., XIII, 396 (nr. 37062).

[1221] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/231-232.

[1222] Şuabü'1-imân, II, 244-245 (nr. 1639). Metinde bazı hatalar vardır.

[1223] Kenzü'l-ummâl, XIII, 491-492 (nr. 37282).

[1224] el-İsâbe, II, 296-297. Ayrıca bkz. Muhtasara Târihi Dımaşk, XII, 105-106.

[1225] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/232-233.

[1226] Tehzlbü'1-esmâ, 1/2,41.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/233.

[1227] Kenzü'l-ummâl, XIII, 422 (nr. 37122).

[1228] İbn Sa'd, IV, 86.

[1229] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/233.

[1230] bkz. el-İstSâb, II, 302.

[1231] Age., III, 230-231.

[1232] bkz. el-İstîâb, III, 231.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/234.

[1233] el-Beyân ve't-tahsîl, XVII, 533.

[1234] bkz. GAL, II, 192.

[1235] Aynı bilgiler için bkz. el-İs&be, III, 84-85.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/234-235.

[1236] Fethu'1-Bârî, XIX, 398.

[1237] Buhar i, Nikâh 113; Müslim, Selâm 32. Ayrıca bkz. Selâm 33.

[1238] Fethu'1-Bârî,   XIX, 397-398. Metinde hatalar mevcut olup aslıyla karşılaş­tırılmalıdır.

[1239] Age., XIX, 400-401.

[1240] Buharı, Hudûd 33. Metinde düşüklük vardır.

[1241] Üsdü'1-ğâbe, V, 423. Metinde His şeklinde geçmiştir.

[1242] el-İsâbe, III, 600, 615. Metinde Hirm şeklinde geçmiştir.

[1243] Üsdü'1-ğâbe, V, 5. Metinde Mâni şeklinde geçmiştir.

[1244] el-İsâbe, 1,67-68. Vasile adı metinde Vâbile şeklinde geçmiş olup "fi hi lîn" ifadesi de cerhin 5 veya 6. mertebesindeki râvi için kullanılır.

[1245] el-İsâbe, I, 75. "Z" rumuzu Zehebi'nin Tecridine ilaveyi ifade eder.

[1246] Bu isimler metinde Hîs, Hirm ve Mâni şeklinde geçmiştir.

[1247] el-İsâbe, III, 614.

[1248] Age., III, 336. Hima metinde Hamrâülesed şeklinde geçmiştir.

[1249] el-İhkâm, II, 163. Metinde hata ve düşüklük mevcuttur.

Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/235-238.

[1250] el-Isâbe, III, 335. Taberâni, metinde Taberi şeklinde geçmiştir.

[1251] Aynı bilgi için üstteki kaynağa bakınız.

[1252] Age., IV, 189-190.

[1253] Üsdti'1-ğâbe, VI, 284.

[1254] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/238-239.

[1255] bkz. I, 287. Otuz bin dirheme satın almıştır.

[1256] Bu konuda bkz. İbn Sa'd, I, 431.

[1257] Muhtasaru Târihi Dımaşk, V, 69. Hz. Peygamber öğle uykusuna yattığı bir defasında terlerini alıp güzel kokularına karıştırıyordu.

[1258] el-Beyân ve't-tahsîl,   XVII,  118-119. Metinde birçok hata olup  aslıyla karşılaştırılmalıdır.

[1259] Metinde Tâmitet şeklindedir (bkz. Fıhrisü'l-fehâris, 1,128).

[1260] Metinde Şasi şeklinde geçmiştir (krş. A'lâmü'n-nübelâ, XV, 359).

[1261] Bu zat meşhur muhaddis Tirmizi'dir.

[1262] îbn Ebi Hâle hadisi ve açıklaması için bkz. Nesimü'r-riy&z, II, 166-196.

[1263] Metinde Îbnül-Menfûh şeklinde geçin ismin doğrusu bu olmalıdır. Bu zatın vefatı 520/1126'dır (bkz. A'lâmü'n-nübelâ, XIX, 518).

[1264] Bu zat da tbn Rıdvan el-Feylesof (ö. 453/1061) olmalıdır (bkz. A'lâmü'n-nübelâ, XVIII, 105-106).

[1265] Saydü'I-hfitır, s. 440. Metinde Saydu'l-havâtır şeklinde geçmiştir.

[1266] Yalnız II. Hakem'in kütüphanesinde dörtyüz bin üzerinde kitap vardı (Provençal, Histoire de FEspagne musulmane, III, 498. İslam dünyasındaki diğer kütüphaneler için bkz. A. Metz, I, 322-332; S. Hunke, s. 276-281).

[1267] Sigrid Hunke (s. 454) bu miktarın Gırnata'da yakıldığını Boyler.

[1268] bkz. A. Gürkan, s. 258. Tuleytula yerine Gırnata geçmektedir.

[1269] bkz. GAL, Suppl., I, 7.

[1270] Emin b. İbrahim Şümeyyil'in eseri olup îskenderiyye'de (1296/1879) basılmıştır (Serkis, 1,1144).

[1271] bkz. Muhammed el-Arûeî el-Matavî, es-Saltanatü'1-Hafeiyye, Beyrut 1406/1986, b. 159.

[1272] Vefeyâtü'l-a'yân, I, 231; Sannâcetü't-tarab, s. 391.

[1273] el-Müzhir, I, 97. Burada deve sayısı altmış olarak geçmekte olup ayrıca metinde hatalar mevcuttur.

[1274] IbnÂbıdin, Reddü'l-muhtâr, I, 50-51.

[1275] Haydarabad Yüksek Mahkemesi baş hakimi olan Hudabahş'm Bankipur'da kurduğu Oriental Public Library meşhurdur (bkz. DİA, V, 60; El, V, 43-44).

[1276] Dâiretü maârifı'l-karni'l-işrîn, VIII, 68.

[1277] Bununla Fihrisü'l-fehâris adlı eserini kastetmiştir (bkz. c. I, b. XXII).

[1278] Katip Çelebi (ö. 1067/1657) Anadolu muhasebesi kaleminde şakird olmuş, süvari mukabelesinde görev yapmış ve sonra da ikinci halifeliğe yükselmiştir (İA, VI, 432-433).

[1279] Kureşi, el-Cevâhirui-mudiyye, II, 546.

[1280] Tezkiretü'l-huffâz, IV, 1469.

[1281] Keafuzxunûn, 1,30.

[1282] Atfe., I, 730. Eserin müellifi İbnü'l-Kıftf olarak verilmiştir. (Aynca bkz. tzâhu'İ* meknûn, I, 444).

[1283] Kehhale, IV, 266.

[1284] Fİhrisü'l-fehâris, 1,153.

[1285] Keşfuzzunûn, II, 1349. Yâiyye kelimesi metinde bâiyye şeklinde geçmiştir.

[1286] Silkü'd-dürer, 1,14-15; Kehhâle, 1,65.

[1287] Silkü'd-dürer, IV, 14-15.

[1288] Bağdatlı İsmail Paşanın (ö. 1920) her iki eseri de ikişer ciltlik olup sonuncusu dört cilt değildir (bkz. DİA, IV, 446-448).

[1289] es-Sırru'1-masûn zeylu Keşfi'z-zunûn adlı bu eserin Keşfuzzunûn hacminde olduğu kaydedilir. (Zirikli, II, 134; Serkis, II, 1341-1342).

[1290] bkz. DİA, I, 284.

[1291] Serkis, II, 1490-1491; Fihrisü'l-fehâris, 1,104-106.

[1292] FihrİsÜ'l-fehâris, II, 728-730; Kehhâle, XI, 235.

[1293] Eser Leipzig (1862) ve Bağdat'ta (1962) basılmıştır.

[1294] Subhu'1-a'şâ, 1,466-467. Metinde birçok düşüklük vardır. İslam'da kütüphaneler için şu esere bkz. Muhammed Mahir Hamâde,  el-Mektebât fi'1-îslâm, Beyrut 1401/1981.

[1295] Sannâcetü't-tarab, s. 389.

[1296] Subhu'l-a'şfl, 1,467.

[1297] Dâiretü maârif, VIII, 82-86. Hidiviyye Kütüphanesi bugün diğer bazı koleksiyonlarla birlikte Mısır Milli Kütüphanesi haline gelmiştir.

[1298] Bugün yalnız Süleymaniye Kütüphanesinde 100.000'i aşkın yazma kitap bulunmaktadır.

[1299] Arif Hikmet Bey 12.000 ciltlik kütüphanesinden şuraya 5000 kitap vakfetmiştir (DİA, III, 365).

[1300] Bu kütüphanede 20.000 cilt kitap mevcuttur (DİA, II, 140).

[1301] Bu kütüphanede 18.700 cilt kitap mevcuttur (DİA, II, 163).

[1302] Bu manada söylenen bir söz de şudur: "Kur'an Mekke'de nazil oldu, Kahire'de okundu, istanbul'da yazıldı".

[1303] Yazarın 1299'da (1882) hayatta olduğu, eserin 1297'de basıldığı kaydedilir (Serkis, I, 438; Suppl., II, 778).

[1304] Eserin adı Huccetullah alâ halîkatih fi beyânı hakîkati'l-Kur'ân mtne'I-ulûmi'l-kevnlyye ve'1-umrâniyye olup Kahire'de (1323) basılmıştır (DÎA, IV, 489).

[1305] Serkis, II, 1243-1244; Zirikli, III, 333-334.

[1306] Serkis, II, 1451-1452; Zirikli, VII, 220-221.

[1307] Serkis, II, 1155.

[1308] el-Beyân ve't-tahsîl, XVIII, 374. Metinde hata ve düşükler mevcuttur.

[1309] Bu eser L. P. Sedillot'un Histoire des Arabes (Paris 1854) adlı kitabının tehzib ve tercümesidir (Kahire 1309). bkz. Serkis, II, 1368; DİA, II, 434.

[1310] Bu yer Hısnıişker (Huescar) olmalıdır. 724'te (1324) İsmail b. Ferec b. İsmail b. Yusuf tarafından topla alınmıştır (el-İhâta fi ahbâri Gırnata, I, 390; "Bârûd", El, 1057).

[1311] Hz. Peygamber'in tebliğ için gittiği ve taşlandığı Taif ten ayrıldıktan sonra yaptığı duadır.

[1312] Pencâbi'nin eseridir (I- II, Leknev 1318. bkz. GAS, 1,151).

[1313] Metinde Ömer şeklinde geçmiştir.

[1314] Şelebi, metinde Şibli şeklinde geçmiştir (bkz. Kehhale, II, 78-79).

[1315] Gıdâu'l-elbâb şerhu Manzûmeti'l-ftdâb (GAL, Suppl, II, 393,449).

[1316] Metinde Saydu'l-havfttır şeklinde geçmiştir

[1317] krş. Suppl., II, 713; Kehhâle, XIII, 359.

[1318] Bkz. EI, III, 844.

[1319] Kettani, Hz.Peygamber’in Yönetimi, Et-teratibu’l-idariyye, İz Yayıncılık: 3/239-256.