Otuz İkinci Bölüm: MEKKE DÖNEMİNİN SON ÜÇ YILI
32.1.
MEKKE DÖNEMİNİN SON ÜÇ YILI
Otuz İkinci
Bölüm: MEKKE DÖNEMİNİN SON ÜÇ YILI
32.1. MEKKE
DÖNEMİNİN SON ÜÇ YILI
Biz daha önce Rasûlullah.
(a.s.)'ın, Bi'set sonrası 10. yılda Taife yaptığı seyahatten bahsettik. Bu
seyahatten sonra Rasûlullah (a.s.) iyice anladı ki, Kureyşlilerden herhangi
bir hayır beklenmediği gibi, Beni Sakif’in de doğru yola gelmesine imkân
yoktur. Beni Sakif’in doğru yola gelmesi bir yana, bu kabile İslâmi davete
tahammül etmeye bile razı değildi. Hatta, Hz. Peygamber (a.s.) Taif'te
öylesine büyük bir hakarete ve işkenceye maruz kaldı ki, Mekke'de
peygamberlikten sonra geçirdiği 10 yılda bile bunun benzerine rastlanmamıştı.
Böylece, Rasûlullah (a.s.) Mekkeli
ve Taiflilerden ümidini kestikten sonra Ukâz, Mecenne, Zül-Mecaz panayırlarında
ve Hac mevsiminde Mina'da toplanan diğer Arap kabilelerine dikkatini çevirdi.
Rasûlullah daha ünce de bu yerlerde halkı İslâma davet ediyordu ama, bu defa
davetinin mahiyeti biraz değişikti. Rasûlullah, bu defa muhtelif kabileleri
İslâma davet etmekle kalmıyor, onların reis ve ileri gelenleriyle şahsen
görüşüp kendisine ve diğer müslümanlara maddi destek sağlamaya çalışıyordu.
Rasûlullah (a.s.) bu reislere diyordu ki: "Bakın, Kureyşliler Allah'ın
davetinin yolunu tıkamışlardır ve artık sizin yardımınız olmadan davet işi
hızla yürüyemez". Musa bin Ukbe'nin İmam Zührî'ye dayanarak verdiği
bilgiye göre Hz. Peygamber (a.s.) Medine'ye hicret etmeden önce görüştüğü her
kabileye ve ileri gelenlerine şöyle derdi: "Bana eman verin ve benim davetimi
destekleyin ki, Allah'ın kelâmını herkese iletebileyim." Bu gibi davet ve
telkinler sırasında Ebu Cehl ve Ebu Leheb başta olmak üzere Kureyş'in diğer
pek çok serserileri her zaman Rasûlullah (a.s.)'ı takip ediyorlardı ve Arap
kabilelerinin onun vaaz ve telkinlerine kulak asmamaları İçin çağrıda ve
tehditte bulunuyorlardı. Bu adamlar bazen Rasûlullah (a.s.)'a taş veya toprak
atıyorlardı. Fakat Rasûlullah (a.s.) İslâmi davetini her zamanki metanet ve
ciddiyetiyle sürdürüyordu. Bu arada, Rasûlullah (a.s.) umre, ziyaret, veya
ticaret maksadıyla Mekke'ye gelen kişileri de Hak dinine davet ediyor, onların
kendisini desteklemelerini istiyor ve mümkünse memleketlerine kendisini
çağırmalarını teklif ediyordu.
32.1.1. Hz. Peygamber'in Görüştüğü Kabileler
Rasûlullah (a.s.)'ın Hak daveti
için yaptığı bu yolculuklarda görüştüğü kabilelerin listesine baktığımızda
görüyoruz ki, kendisinin Arabistan'ın doğu kıyısından batı kıyısına ve güneyden
kuzeye kadar görüşmediği veya temas kurmadığı tek bir güçlü kabile yoktu.
Bunlardan bazılarının isimlerini aşağıda belirtiyoruz:
1) Kinde: Bu, güney Arabistan'ın
en büyük kabilelerinden biri olup Hadramût'tan Yemen'e kadar olan bölgeye
hâkimdi.
2) Kelb: Bu, Kuda'a'nın bir
koluydu ve Kuzey Arabistan'da Dûmet-ul Cendel'den Tebûk'a kadar olan bölgeye
hâkimdi.
3) Beni Bekr bin Vâil: Bu,
Arabistan'ın savaşçı kabilelerinden biriydi ve ülkenin ortalarından Doğu
kıyısına kadar etkisini sürdürüyordu. Bu kabile M.S. 3001 de ilk
defa İran imparatorluğuna kafa tutmuş ve peygamberlik döneminde tekrar
İranlılarla savaşa girerek düşmana büyük kayıplar verdirmişti. Tarihte bu
savaş, Zikâr savaşı adıyla biliniyor.
4) Beni el-Bekka: Bu, Beni Amir
bin Sa'sa'a'nın bir kolu olup Mekke ile Irak yolu boyunca hakimiyetini
sürdürüyordu.
5) Sa'lebe bin Ukâbe: Beni Bekr
bin Vâil'in bir kolu.
6) Beni Şeyban bin Sa'lebe: Beni
Sa'lebe bin Ukâbe'nin bir kolu.
7) Beni el-Hâris bin Ka'b: Beni
Temim'in bir kolu.
8) Beni Hanife: Bu, Beni Bekr bin
Vâil'in bir kolu olup Yemâme'de otururdu. Müseyleme (Kezzab) bu kabileye
mensuptu. Hz. Ebu Bekr'in halifeliği sırasında sahte peygamberler fitnesi
ortaya çıkınca müslümanlar en çok bu kabile ile uğraşmak zorunda kalmışlardı.
Bu kabile de Arabistan'ın savaşçı kabilelerinden biriydi.
9) Beni Süleym: Bu da, Kays-ı
Aylan kabilelerinin en büyüğüydü ve Hayber yakınlarında yukarı Necd bölgesinde
oturuyordu. Bu kabilenin adamları el-Kurâ vadisine Teymâ'ya kadar yayılmış
durumda idiler.
10) Beni Amir bin Sa'sa'a:
Havazin'in bir kolu olup Necd'de oturuyorlardı. Havazin de Kays'ı
Aylân'dandılar. Bunlar daha sonra Taif in bir bölgesine yerleştiler. Kabilenin
bazı üyeleri yazı Taif te kışı da Necd'de geçirirlerdi.
11) Beni Abs: Bu da Kays-ı
Aylân'ın bu kolu olan Gatafan'ın bir yan kabilesi idi. Necd'de oturuyor ve
savaşçı kabilelerden biri sayılıyordu. Câhiliyye döneminde bazı kabilelerle çok
uzun savaşlara girdi. Bu savaşlardan Dâhis ve Ğabrâ' tarihe geçmişlerdir.
12) Beni Üzre: Bu, Beni Abdullah
bin Gatafan'ın bir koluydu.
13) Gassân: Bu, Güney Arabistan'ın
hatırı sayılır kavimlerinden biriydi. Daha sonra kuzey Arabistan'a geçip
yerleşmişti. Çeşitli kabileleri bünyesinde toplayan Gassanlıların bazısı
Hıristiyan ve bazısı müşrikti. Gassanlıların bir devletçiği Bizanslılara tabi
olmuştu.
14) Fezâre: Bu Gatafan'ın büyük
bir yan kabilesiydi ve Necd ile el-Kurâ vadisinde otururdu.
15) Beni Abdullah: Bu, Kelb'in yan
kabilelerinden biriydi.
16) Beni Muharib bin Hafse: Bu,
Adnanlı kabilelerden biriydi.
Hz. Peygamber (a.s.)'in İslâm
dinini yaymak üzere yaptığı çeşitli geziler sırasında görüştüğü kabilelerin
belli başlıları bunlardı. Arabistan'ın jeopolitik durumu göz önünde
bulundurulur ve yukarıda adlarını yazdığımız kabilelerin toplumdaki durumları,
sayıları, güçleri, zenginliği ve yiğitliği ele alınırsa bunların sadece bir
tanesinin bile Rasûlullah (a.s.)'ın davetini kabul etmesi halinde İslâm
dininin hayli güçleneceği ve günden güne gelişeceğinden kimsenin şüphesi
olmayacaktı.
32.1.2. Rasûlullah (a.s.)'ın Kabilelerle Görüşmesi
Sırasında Meydana Gelen Olaylar
Hz. Peygamber (a.s.)'in
kabilelerle görüşmek üzere yaptığı çeşitli geziler çok ilginç olmuş ve
bunlarda bazı dikkate değer olaylar meydana gelmiştir. Rasûlullah, bu geziler
sırasında çeşitli adamlarla buluşmuş ve çoğu üzücü olmasına rağmen bazı
sevindirici olaylarla da karşılaşmıştır. Mûsâ bin Ukbe'nin "Meğâzi"de
belirttiği gibi kabilelerin çoğu şu cevabı verirlerdi: "Bir insanı, mensup
olduğu millet ve toplum daha iyi bilir. Bizzat kendi milletinde fesâd ve kavga
çıkarmış olan ve milleti tarafından reddedilmiş olan bir kişi bize ne verebilir
ki?" Fakat bazı kabileler sadece İslâm'ın davetini reddetmekle kalmadılar,
Rasûlullah (a.s.)'a çok kaba ve çirkin davrandılar. İbni Cerir, İbni Hişâm ve
Hâfız İbni Kesir'in Muhammed bin İshâk'a dayanarak ifade ettiklerine göre bir
defasında Rasûlullah (a.s.) Kinde'nin toplantı yerine gitti ve Kindelilerin
yardımını talep etti. Fakat, Kindeliler bu talebi reddettiler. Rasûlullah
(a.s.) Kelb kabilelerinden Beni Abdullah'a gitti ve kendilerine "Allahu
Teâlâ atanıza iyi bir isim bahsetmiştir, siz bana yardım edin" dedi, ama
onlar da bu isteği reddettiler. Rasûlullah (a.s.), daha sonra Beni Hanife'ye
gitti, fakat bu kabile daha da kötü davrandı; ve bulundukları yerden Rasûlullah
(a.s.)'ı kovdu.
32.1.2.1. Beni Hemdân'a Mensup Bir Şahsın Tereddüdü
İmam Ahmed ile Hâkim ve bazı diğer
muhaddisler Hz. Câbir bin Abdullah'a atfen Rasûlullah (a.s.)'ın halka şöyle
seslenerek yol kat ettiğini kaydetmişlerdir: "Beni kendi kabilesine
götürecek bir adam var mı?" Bu çağrıyı duyan Hamdan kabilesine mensup bir
şahıs Rasûlullah (a.s.)'a geldi ve onu kendi kabilesine götürmeye razı oldu.
Ama daha sonra kabilesinin kendisine kötü muamele yapacağından korktuğu için
Rasûlullah (a.s.)'a döndü ve şöyle dedi: "Ben şimdi kabileme gidiyorum.
Onlara senden söz edeceğim ve gelecek yıl Hac mevsiminde seninle görüşeceğim."
Bundan sonra bu adamdan haber alınamadı.
32.1.2.2. Beni Bekr bin Vâil İle Mülakat
Hafız Ebû Nuaym ve Yahya bin
Sa'id-ul Ümevi; Kelbi'ye dayanarak diyorlar ki, bir defasında Rasûlullah (a.s.)
Beni Bekr bin Vail'e gitti ve onlarla sohbet ederken "savaş durumunuz
nasıl" diye sordu. Onlar dediler ki "biz ne İran'la savaşacak
durumdayız, ne de İran'a karşı kimseyi koruyabiliriz." Rasûlullah (a.s.)
şöyle dedi: "Bir gün gelecek, siz onların menzillerine ineceksiniz,
onların kadınlarıyla evleneceksiniz ve onların evlâtlarını esir
alacaksınız." Bu görüşmeden sonra Rasûlullah (a.s.) oradan ayrıldı ve
oraya Ebû Leheb geldi ve halka şöyle dedi: "Bu adam eskiden çok iyi idi,
ama şimdi aklını kaçırmıştır." Beni Bekr bin Vail'e mensup olanlar da dediler
ki: "Evet, İranlılardan bahsedince onun akli dengesinin yerinde olmadığına
kanaat getirdik." Bu vak'a gösteriyor ki, o sıralarda hiçbir Arap,
Arapların İran gibi muazzam bir saltanatı yerle bir edip bütün İran'a hâkim
olacaklarını akıllarının uçlarına bile getiremiyordu. Böyle bir şeyi onlarca
sadece deli-divane bir kişi söyleyebilirdi. Ama, aradan 15-16 sene geçmedi ki,
aynı adamlar Rasûlullah (a.s.)'ın söylediklerinin harfiyen gerçekleştiğine
şahit oldular.
32.1.2.3. Beni Amir bin Sa'sa'a İle Görüşme
İbni İshâk'ın, İmam Zührî'ye
dayanarak naklettiğine göre Rasûlullah (a.s.) bir defasında Beni Sa'sa'a'nın
oturdukları bölgeye gitti ve davetini onlara iletti. Beni Amir'e mensup Beyhare
bin Firaş dedi ki: "Vallahi Kureyş'in bu gencini yanıma alsam bütün
Arabistan'ı elime geçirebilirim."
Bu adam daha sonra Rasûlullah
(a.s.)'a şöyle dedi: "Diyelim ki, sizin işinizde sizinle ortak olduk ve
Allah da sizi muhaliflerinize galip kıldı. Bundan sonra siyasi iktidar bizim
olacak mı?" Rasûlullah (a.s.) cevap verdi: "Bu iş Allah'ın elindedir.
O kime isterse iktidar verir." Bunun üzerine Beyhare bin Firaş şöyle dedi:
"Vay be, biz gırtlağımızı Araplara teslim edeceğiz âma Allah sizi galip
kılınca iktidarı bize değil başkalarına vereceksiniz. Gidin, biz böyle bir şey
istemiyoruz." Beni Amir bin Sa'sa'a'ya mensup olanlar hacdan sonra
memleketlerine dönünce Rasûlullah (a.s.) ile görüşme olayını yaşlı bir şeyhe
anlattılar ki, şöyle idi: "Kureyşli Beni Abdulmuttalib'in bir genci bize
geldi. Kendisinin peygamber olduğunu iddia ediyordu ve bizden yardım talep
ediyordu. O bizim memleketimize gelmek istiyordu. Biz onunla şunları şunları
konuştuk. Sonra onu geri çevirdik." Yaşlı şeyh bu hikâyeyi duyunca başını
elleri arasına aldı ve şöyle dedi: "Ey Beni Amir, bu hatayı telafi etmeliyiz.
Biz büyük bir fırsatı kaçırdık. Elinde canım olan Allah'a yemin ederim ki,
hiçbir İsmaili hiçbir zaman böyle bir şey uydurmamıştır. Bu mutlaka doğrudur.
Siz o zaman aklınızı mı kaçırmıştınız?"
31.1.2.4. Beni Şeybân bin Sa'lebe İle Görüşme
Ebû Nuaym, Hâkim ve Beyhakî Hz.
Abdullah bin Abbas'a dayanarak Hz. Ali'nin bir rivâyetini nakletmişlerdir. Bu
rivayet şöyledir: "Ben (Ali) bir defasında Rasûlullah (a.s.) ve Ebu Bekr
ile Minâ'da çeşitli kabilelere gidiyorduk. Biz şöyle dolaşırken çok görkemli
bir toplantıya vardık. Burada bulunanların hepsi varlıklı ve yaşlı, başlı
kimselerdi. Hz. Ebû Bekr sordu, "sizler kimsiniz?" Onlar dediler ki:
"Biz Beni Şeybân bin Sa'lebe'liyiz." Bunun üzerine Hz. Ebû Bekr
Rasûlullah (a.s.)'a dönerek şöyle dedi: "Annem ve babam size fedâ olsun.
Bunlardan daha muhterem şahsiyetleri daha göremezsiniz." Bu toplantıda
Mefrûk bin Amr, Hâni bin Kabisa, Müsennâ bin Hâris ve Nu'man bin Şerik
hazırdılar.
Hz. Ebû Bekr'e yakın olan Mefrûk
dedi ki: "Galiba siz Kureyş'tensiniz". Hz. Ebu Bekr dedi ki:
"Belki de siz biliyorsunuzdur, buraya Allah'ın Rasûlü teşrif etmişlerdir.
Huzurunuzdaki şahsiyet ise kendileridirler." Mefrûk, "evet, biz böyle
bir şey işittik" dedi ve sonra dikkatini Rasûlullah (a.s.)'a çevirdi.
Rasûlullah (a.s.) kendisine şöyle dedi: "Ben sizi İslâm'a davet ediyorum.
Siz, Allah'ın tek olduğuna, hiçbir ortağı olmadığına, ibadete layık olan tek
varlığın Allah olduğuna ve benim de O'nun Rasûlü olduğuma şahadet ediniz.
Sizden yardım ve emân talep ediyorum. Böylece, Allah'ın bana verdiği vazifeyi
tam manasıyla yerine getirebilirim. Zira
Kureyş, Allah’ın işini durdurmak
için ittifak kurmuştur. Kureyş, Allah’ın Rasûlünü tekzip etmiş ve Hak yerine
Batıldan yana çıkmıştır. Halbuki, Allah kullarının yardımına muhtaç değildir ve
kendi başına Mahmûd'dur". Mefrûk dedi ki: "Kureyşli kardeş, sen başka
neyi emrediyorsun?" Bunun üzerine Rasûlullah (a.s.) En'âm sûresinin
151'den 153'e kadar olan ayetlerini okudu. Mefrûk daha sonra şunları söyledi:
"Ey Kureyşli kardeş sen başka neyi vaaz ediyorsun? Vallahi bu,
dünyalıların kelâmı değildir. Zira böyle bir şey olsaydı, ben anlardım."
Bundan sonra Rasûlullah (a.s.) Nahl sûresinin 90. ayetini tilavet etti. Mefrûk
şunları söyledi: "Vallahi, ey Kureyşli birader, siz en güzel ahlâki
vasıflara ve iyi amellere davet ettiniz. Sizi yalanlayan millet çok aptal ve
akılsızdır." Bundan sonra Mefrûk, Hâni bin Kab Îsa’ya işaret ederek kendi
kabilesinin şeyhi ve din adamı olduğunu söyledi. Hâni dedi ki: "Ey
Kureyşli kardeş, ben sizin söylediklerinizi duydum ve sizi teyid ediyorum.
Fakat, bizim bir toplantıda aniden dinimizi değiştirip sizin dininizi kabul
etmemiz biraz acele bir iş olacaktır. Arkamızda milletimiz vardır ki, onun rey
ve fikrini almadan onlara bir şey empoze etmemiz doğru olmayacaktır. Biz şimdi
memleketimize geri dönüyoruz, siz kendi işinize bakın. Biz meseleyi gözden
geçireceğiz. Siz bunun neticelerinin ne olacağını düşünün." Bundan sonra
Hâni, Müsennâ bin Haris'i Rasûlullah (a.s.)a tanıştırdı ve kendisinin bir şeyh
ve askeri komutan olduğunu bildirdi. Müsennâ dedi ki: "Ey Kureyşli
kardeş, ben senin sözlerini dinledim ve beğendim. Fakat, benim cevabım da
Hâni'ninki gibidir. Biz bir toplantıda kendi dinimizi bırakıp senin dinini
kabul etmeyi doğru bulmuyoruz. Biz oturduğumuz yerde iki zorlukla karşılaşıyoruz:
Birincisi Yemâme ve ikincisi Semâve (Arap yarımadasına yakın olan Irak'ın
toprakları)." Rasûlullah (a.s.) "Bu iki zorluğun anlamı nedir?"
diye sordu. Müsennâ dedi ki: "Birincisi, dağ ve Arap toprakları. İkincisi
İran toprakları ve Kisrâ (İran Hükümdarının) nehirleri. Kisrâ ne bizim ne de
himayemizde olan başka birinin fevkalâde bir şey yapmasını istiyor. Sizin bizi
davet ettiğiniz şey hükümdarların hoşlarına gitmeyebilir. Arap topraklarına
gelince, kusur ve özrümüzü kabul edebilirsiniz. Fakat İran ile ilgili herhangi
bir yükümlülüğün altına giremeyiz." Rasûlullah (a.s.) kendisine şu cevabı
verdi: "Doğruyu söyledinizse yanlış bir hareket yapmadınız. Fakat,
şurasını bilin ki, Allah'ın diniyle kalkan bir kişi için müstesnalar söz konusu
değildir. O her bakımdan bunu himaye etmelidir." Daha sonra şunları
ekledi: "Biraz sabredin, Allah İranlıların mal ve mülkünü size
verecektir; onların kızlarını sizin tasarrufunuza verecektir. Evet, bütün
bunlardan sonra, siz Allah'ı tesbih ve tenzih edecek misiniz?"
Numan bin Şerik dedi ki: "Ey
Kureyşli kardeş, biz senin söylediklerini kabul ettik." Bundan sonra
Rasûlullah (a.s.) "İnnâ erselnâke sahiden ve mübeşşiren ve nezira"
ayetlerini okuyarak kalktı ve Hz. Ebu Bekr'i elinden tutarak oradan ayrıldı.
31.1.2.5. Beni Abs ile Görüşme
Vakıdi, Abdullah bin Vâbiste
el-Absi'ye dayanarak dedesinin şu rivâyetini nakletmiştir: Kabilemiz Beni Abs
Mescid-i Hayf yakınlarında Cemret-ul Ulâ'ya konaklamıştı. Rasûlullah (a.s.)
bizim bulunduğumuz çadıra geldi. Yanında Zeyd bin Hârise de vardı. Rasûlullah
(a.s.) bizi İslâm'a davet etti ve biz bu daveti kabul etmedik. Bundan önce de
her hac mevsiminde Rasûlullah (a.s.) bizim yanımıza gelip Hak dininden söz
ederdi ve biz hiçbir zaman onun çağrısını dinlemedik. Son defasında Meysere bin
Mesrûk el-Absi de yanımızda idi. O şöyle dedi: "Vallahi biz O'nu tasdik
eder ve yanımıza alıp memleketimize götürürsek bu iyi bir hareket olacaktır.
Zira, Allah'a yemin ederek söylüyorum, onun kelâmı galip gelecektir, hem de
ezici bir şekilde galip gelecektir." Rasûlullah (a.s.) Meysere'nin bu
sözleri üzerine ümitlendi ve onunla biraz daha konuştu. Fakat, Meysere daha
sonra dedi ki: "Kelâmınız ne kadar güzel ve şahanedir. Ama, benim halkım
bana karşı çıkıyor. Benim halkım beni desteklemezse başka kimlere
yalvaracağım?" uzun bir müddet sonra Vedâ Haccı sırasında Rasûlullah
(a.s.), Meysere'yi gördü ve tanıdı. O zaman Meysere şöyle dedi: "Ya
Rasûlullah, ilk defa bizim çadırımıza geldiğiniz zamandan beri size tutkundum,
fakat ne çare ki amacıma ulaşamadım. Artık ne olduysa oldu. Şimdi bunca zaman
geçtikten sonra müslüman oluyorum."
Kısacası, bütün Arap kabileleri
ayaklarına kadar gelen Hak davetine sırt çevirdiler ve büyük bir fırsatı
kaçırdılar. Buna karşı Medineliler şanslı ve talihliydiler ki, kendileri
Rasûlullah (a.s.)'ın ayağına kadar geldiler ve hem dünyada, hem âhirette felâh
buldular. Biz şimdi biraz geriye dönerek mübarek şehir Medine'nin sakinlerinin
hangi sebeplerden dolayı zihnen ve fikren Rasûlullah (a.s.)'ın davetini kabul
etmeye amade olduklarını anlatmaya çalışacağız.
32.1.3. Evs ve Hazrec'in Tarihçesi
M.S. 450 ya da 451'de Mârib
Seddinin yıkılmasıyla Yemen'in marûz kaldığı sel felâketinden kurtulan Sabâ
(Sebe') kavmine mensup Amr bin Amr çoluk çocuklarını alıp ülkenin kuzeyine yerleşmişti.
Onun bir oğlu Cüfne'nin evlatları Suriye'ye yerleşti ve Gassân ismiyle şöhret
kazandı. İkinci oğlu Hârise ise Hicaz'ın dağlık bölgeleri ve Kızıldeniz kıyısı
arasında uzanan Tihame adlı düzlüğe yerleşti. Onun evlatları Huzâ'a ismiyle
meşhur oldu. Üçüncü oğlu Salebe'nin evlâtları arasında Hârise adında bir kişi
vardı. Onun iki oğlu, karılarından birisi Kayle'den doğmuşlardı. Bunlardan
birinin adı Evs, diğerinin ise Hazrec idi. Bu iki kardeşin evlâtları gidip
Yesrib'e (Medine'ye) yerleştiler. Bu şehre daha önceden Yahudiler hâkimdi.
Yahudiler uzun bir müddet Evs ile Hazrec'in evlâtlarına şehrin en güzel mer'a
ve diğer yerlerine girme izni vermediler. Bu sebeple Evs ve Hazrecliler
çaresizlik içinde şehrin dışında verimsiz, kurak ve çorak arazilerde kalmaya
mecbur oldular. Geçimlerini zor sağlayabiliyorlardı ve daima sıkıntı içinde
idiler. Nahiyet bunlar, akrabaları olan Suriyeli Ğassânlılardan yardım
istediler. Gassanlılar kuvvetli bir orduyla gelip Yahudileri Medine'nin dışına
çıkarıp Evs ile Hazrec'i buranın hâkimi yaptılar. Yahudilerin Beni Kureyza ve
Beni Nadir adlı iki kabilesi şehrin çevresinde oturmaya mecbur oldular.
Yahudilerin bir başka kabilesi, Beni Kaynuka ise Hazrec'in himayesine girip
şehrin bir mahallesine yerleşmeyi başardı. Bu kabile yukarıda bahsedilen iki
Yahudi kabilenin rakiplerinden biriydi. Bu iki kabile bu gelişmeye karşı
harekete geçtiler ve Evs kabilesiyle anlaşma imzalayarak bunun müttefiki
oldular. Bundan sonra Evs ile Hazrec te 15 yıl Yahudilerle beraber aynı şehrin içinde
ve çevresinde iç içe yaşadılar. Bu arada, bu iki Arap kabilesi aynı soydan
gelmelerine ve aralarında evlilik bağları bulunmasına rağmen cehaletleri
yükünden hem birbirleriyle sık sık çatışmaya giriyorlardı, hem de kendi
müttefikleri arasında çatışma çıkarıyorlardı. Zira, bunlar kendi müttefiklerin
birleşmelerini istemiyorlardı ve çarpışarak güçlerini kaybetmelerinden yana
idiler. Ayrıca, Yahudiler de bu iki kabilenin birbiriyle daima çatışma
durumunda olmalarını kendileri için hayırlı sayıyorlardı. Böylece, Evs ile
Hazrec arasında 175 yılda ufak tefek çatışmalar hariç, 11 büyük kanlı muharebe
oldu. Bu muharebelerin sonuncusu hicretten sadece beş yıl önce (Yani
Bi'set'ten 8 yıl sonra ve M.S. 618'de) meydana geldi. Bu muharebede her iki
kabilenin büyük adamları öldü.[1]
Fakat bu çatışma ve savaşlara rağmen Medine'de Yahudilerin dini etkisi o kadar
kuvvetliydi ki, çocuk doğurmayan veya çocukları sık sık ölen bir kadın,
gelecek defa çocuğunun doğması halinde bunu Yahudi yapacağına dair adakta
bulunuyordu. Bu durumu İbni Cerir kendi tefsirinde Hz. Abdullah bin Abbas'a
dayanarak anlatmıştır. Ebu Davud, Nesâî, İbni Ebi Hâtim ve İbni Hibbân da bu
konuda çeşitli rivâyetleri İbn Abbas'a, Mücâhid'e, Sa'id bin Cubeyr'e, Şa'bi'ye
Hasan Basri'ye vs.'ye dayanarak nakletmişlerdir.
32.1.3.1. Bu Tarihi Durumun Etkileri
Yukarıda gayet kısa olarak
anlatmaya çalıştığımız Evs ile Hazrec'in tarihinden anlaşılacağı gibi bu iki
Arap kabilesi üç büyük sebeple İslâmi davete Arabistan'ın diğer bütün
kabilelerine oranla daha yatkın idiler. Onlar, zihnen ve fikren İslâmiyet'i
kabul etmeye hazırdılar ve zamanı gelince, Rasûlullah (a.s.)'a, suya susamış
kişiler gibi koştular.
Birinci sebep şuydu: Evs ile
Hazrec uzun yıllardan beri Yahudilerle beraber yaşadıkları için kulakları ve
kalbleri nübüvvet, vahiy, kitap, şeriat vs. gibi kavramlara alışmıştı. Diğer
Arap kabileleri için ise bu kavramlar yabancıydı.
İkincisi, İbni Hişâm ile
Taberî'nin İbni İshâk'a dayanarak belirttiği gibi Evs ile Hazrec Yahudi
komşularıyla sohbetleri sırasında bunların sabırsızlıkla bir peygamberi
beklediklerini öğreniyorlardı. Böyle bir peygamberin gelişinin Yahudilerin
kitabında yazılı olduğunu biliyorlardı. Yahudiler ayrıca böyle bir peygamberin
çabuk gelmesi için sık sık Allah'a dua ediyorlardı, zira bu peygamberin
gelmesinden sonra üzerlerinden diğer milletlerin galebesinin kalkacağına
inanıyorlardı. Özellikle Yahudiler ile Evs ve Hazrec birbiriyle hırlaşınca
şöyle derlerdi: "Göreceksiniz, kısa bir zaman sonra bizden bir peygamber
çıkacaktır. O peygamber ortaya çıkınca biz ona tabi olacağız ve biz onunla bir
olup sizi Ad ve İrem milletleri gibi yok edeceğiz." Yahudilerin bu gibi
sözlerine Kur'an-ı Kerim'de de temas edilmiştir:
"Onlar o kitapla müşrikler
üzerine fetih ümit ederlerdi." (Bakara; 89)
Yahudilerin bu söz ve
hareketlerini yakından izleyen Evs ve Hazrec kabileleri de yeni peygamberleri
bekler hale gelmişlerdi ve bu nebi ortaya çıkar çıkmaz kendisine biat etmek ve
böylece hasımları olan Yahudileri alt etmek niyetinde idiler.
Üçüncüsü, Evs ile Hazrec
kendilerini kemiren ve gün geçtikçe zayıflatan iç savaştan bıkmışlardı. Onlar
kendilerini bir bayrak altında birleştirecek bir lideri bekliyorlardı.
Kur'an-ı Kerim'de bu kabilelerin bu durumuna da temas edilmiştir:
"Cehennem kuyusunun kenarında
iken sizi ondan kurtardı." (Al-i İmran; 102)
Medineliler bu durumlarından
kurtulmak için Hazrec'in bir reisi olan Abdullah bin Übeyy'i kendi kralları
olarak seçmeye de hazırdılar, işte bu şartlar altında Medinelilere, öteden beri
bekledikleri ve can-ü gönülden istedikleri nimet gelmiş oldu. (Bk. İbni Hişâm,
eli, s. 234)
32.1.4. Rasûlullah (a.s.) İle Görüşen İlk Medineli
İbni Hişâm ile Taberî, İbni İshâk
ve Asım bin Ömer bin Katâde Ensarî'ye dayanarak naklettikleri rivayetle
Rasûlullah (a.s.) ile görüşen ilk Medineli vatandaşın Hz. Suveyd bin Sâmit
olduğunu ifade etmişlerdir. Hz. Suveyd kabiliyeti, yiğitliği, şiir ve edebiyatı
sevmesi ve soylu bir aileye mensup olması sebebiyle "kâmil" lakabıyla
tanınırdı. (İbni Sa'd'ın açıklamasına göre halkı arasında son derece zeki,
akıllı, okuma-yazması olan, okçuluk ve yüzmede üstün bir yere sahip kişiye
cahiliyye döneminde "kâmil" denirdi. (Bk. Tabakat, c. III, s. 603).
Hz. Suveyd, Rasûlullah (a.s.)'a akraba da oluyordu. Zira annesi Leylâ binti
Amr, Rasûlullah (a.s.) adet üzere kendisiyle görüştü ve kendisini Hak dine
davet etti. Suveyd dedi ki, "galiba bende olan sizde de vardır."
Rasûlullah (a.s.) "sizde ne var?" diye sordu. Suveyd, "Mecelle-i
Lokman (Yani Hikmet-i Lokman". Rasûlullah (a.s.), ondan Lokman'ın sözlerini
okumasını istedi. Suveyd dediğini yaptı. Hz. Peygamber (a.s.) dedi ki,
"şüphesiz bu iyi bir kelâmdır, ama bende olan kelâm bundan çok daha
üstündür. O da Kur'an'dır ki, Allah bana nazil etmiştir. Kur'an bir hidayet ve
bir nur'dur". Bundan sonra Rasûlullah (a.s.), Suveyd'e Kur'an'dan bazı
parçalar okudu ve kendisini İslâma davet etti. Suveyd bu davetten kaçmadı ve
bunun (Kur'an'ın) gerçekten iyi bir kelâm olduğunu söyledi. Bundan sonra Suveyd
Medine'ye döndü, ama kısa bir süre sonra Hazrec tarafından öldürüldü. Bu Bu'as
savaşından önceki bir olaydır.[2]
32.1.5. Rasûlullah (a.s.)'ın Medine'nin İkinci
Heyetiyle Görüşmesi
İbni Hişâm ile Taberî'nin İbni
İshâk'a istinaden naklettikleri rivayete göre Buâs muharebesinden öne Evs ile
Hazrec arasında husûmet ve çatışma başlayacakken, Evs'in bir kolu olan Beni
Abd-el Eşhel'in bir heyeti Ebu'l-Haysir (ya da Ebul-Hayser) Enes bin Kâfi'nin
liderliğinde Hazreç'e karşı Kureyş'i kendi müttefiki yapmak üzere Mekke'ye
geldi. Hz. Peygamber (a.s.), bu heyetin geldiğini duyunca onların yanına gitti
ve kendilerine şöyle dedi: "Siz, uğruna geldiğiniz şeydan daha iyi bir
şey kabul etmek istiyor musunuz?" Onlar bunun ne olduğunu sordular.
Rasûlullah (a.s.), karşılık verdi: "Ben Allah tarafından kullarına
gönderilen Rasûlüyüm. Ben kulları Allah'tan başka kimseye kulluk etmemek,
O'nun dışında kimseye ortak koşmamaya davet etmeye geldim. Bana ayrıca bir
Kitab nazil olmuştur." Rasûlullah (a.s.), bundan sonra İslâmın ana
ilkelerini açıkladı ve kendilerine Kur'an okudu. Heyette yer alan İyas bin
Mu'az adında bir genç bunları duyduktan sonra dedi ki: "Vallahi,
arkadaşlar, uğruna geldiğiniz şeyden bu mutlaka daha iyidir." Fakat
Ebu'l-Hayser bu gencin yüzüne toprak alıp, "bizi böyle şeyler için
bağışla. Biz buraya başka bir iş için geldik" dedi. Bunun üzerine İyas
sustu ve Rasûlullah (a.s.) da oradan ayrıldı. Bu heyetin Medine'ye dönmesinden
sonra Bu'as muharebesi patlak verdi ve bundan kısa bir süre sonra İyas da
vefat etti. Ölüm anında yanında bulunanların ifadelerine göre İyas son nefesine
kadar Allah’ın adını andı ve O'nun için hamd ve tesbihte bulundu. Aynı kişiler
Mekkedeki görüşmeden sonra İyâs'ın, İslâmın bir neferi olarak Medine'ye
döndüğünü ve müslüman olarak öldüğünü beyan etmişlerdir.
İbni Sa'd'ın Vâkıdi'ye dayanarak
verdiği teferruatlı bilgi, bazı noktalarda İbni İshâk'ın rivâyetinden
fazladır. Buna göre, Beni Abd el-Eşhel heyeti Mekke'de Utbe bin Rebi'a'nın
evinde kalmıştı. Utbe, heyeti çok iyi ağırladı, ama ittifakla ilgili muahede
imzalanması teklifini "biz sizden çok uzaktayız, böyle bir şeye gerek
yok" diye nezâketle geri çevirdi. Vâkıdi'nin ifadesine göre İyâs bin
Mu'az, heyetin İslâmiyet'i kabul etmesini teklif ettiği zaman Ebu'l-Hayser
kendisine toprak attı ve şöyle dedi: "Amma da konuşuyorsun, biz buraya
Kureyş'i düşmanlarımıza karşı müttefik yapmaya geldik, sen de istiyorsun ki
Kureyş'i düşman yapıp gidelim." Vâkıdî'nin rivâyetinde ayrıca, İyâs'ın son
nefesini alırken yanında bulunanlar arasında Muhammed bin Mesleme, Hz. Seleme
bin Selâme bin Vakş ve Ebu'l-Heysem bin et-Teyyihân'ın bulunduğu
kaydedilmiştir.
32.1.6. Ensâr'ın İlk Grubunun İslâm'ı Kabul Etmesi ve
Birinci Akabe Bi'atı
Bi'set sonrası 11. yılda (M.S.
620) Hac mevsiminde Rasûlullah (a.s.) yine adet üzere muhtelif Arab
kabileleriyle görüşmek üzere Mina tarafına yöneldi ve dolaşarak Akabe[3]
yakınlarında konaklamış olan Hazrec kabilesinin bir grubuna vardı. İbni Hişâm
ile Taberî'nin Muhammed bin İshâk'a dayanarak anlattıklarına göre Rasûlullah
(a.s.) kendilerine "siz kimlersiniz?" diye sordu. Onlar, "biz
Hazrec kabilesine mensubuz" dediler. Rasûlullah (a.s.) "eğer biraz
oturursanız size bazı şeyler söyleyeceğim" dedi. Onlar da
"peki" deyince Rasûlullah (a.s.) onların yanına oturdu, onları
Allah'a davet etti ve İslâm'ın temel ilkelerini anlattı ve Kur'an'dan parçalar
okudu. Onlar aralarında dediler ki: "Arkadaşlar, bilin ki Yahudilerin
durmadan söz ettikleri ve geleceğinden korktukları nebi budur. Sakın onlar
bizi geçmesinler." Ve hepsi sükûnet ve ciddiyetle İslâm'ı kabul ettiler.
Rasûlullah (a.s.)'ı tasdik ettiler ve daha sonra şöyle dediler: "Bizim
milletimiz kadar kargaşa ve iç çekişmeye düşen başka bir millet yoktur. Biz
milletimizi bu halde bırakıp buraya geldik. Belki de Allahu Teâlâ sizin
vasıtanızla onları birleştirir. Biz onlara gidiyoruz ve sizin bize vaaz ettiğiniz
dini onlara vaaz edeceğiz ve inanın, Allah onları sizin etrafınızda
birleşirlerse sizin kadar kuvvetli daha başka bir adam olmayacaktır."
Bazı rivayetlerde bu olaydan şöyle bahsedilmiştir: "Biat'tan sonra
Rasûlullah (a.s.) onlara dedi ki, "Rabbimin mesajını herkese iletebilmem
için, siz beni destekler misiniz?" Onlar dediler ki: "Ya Rasûlullah,
bizde Bu'as muharebesi henüz sona ermiştir. Eğer siz hemen şu sıralarda oraya
gelirseniz halkın sizin etrafınızda toplanmaları zor olacaktır. Siz şimdilik
bizim oraya dönmemize müsaade edin. Belki de Allahu Teâlâ aralarımızdaki
ilişkileri düzeltir. Ve sizin bize telkin ettiğiniz şeyi biz onlara telkin
edelim. Belki de Allah onları etrafınızda toplar. Böyle olduğu takdirde sizden
daha kuvvetlisi olmayacaktır. Öyleyse, biz gelecek yıl Hac mevsiminde tekrar buluşacağız."
İbni İshâk, Şa'bi ve Zührî
diyorlar ki, Akabe'de Rasûlullah (a.s.)'a biat eden altı kişi vardı. İbni Sa'd
da Vâkıdi'ye dayanarak sayılarının altı olduğunu kaydetmiştir. Bunları şöyle
sıralayabiliriz:
Heni Mâlik bin en-Neccâr'dan:
1) Ebu Ümâme Es'ad bin Zürâre (bu
zât cahiliyye döneminde de Tevhid'e inanıyor ve putperestlikten nefret
ediyordu).
2) Avf bin el-Hâris bin Rifâ'a
(annesinin adı Afra' idi) Beni Zürayk'tan:
3) Râfi, bin Mâlik (Cahiliyye
döneminde kâmil lakabıyla tanınırdı).
Beni Selime'den:
4) Kutbe bin Amir bin Hadide.
Beni Harâm bin Ka'b'den:
5) Ukbe bin Amir bin Nabi
Beni Ubeyd bin Adiyy'den:
6) Cabir bin Abdullah bin Ri'âb
İbn Abd-il Berr, siret-ün nebi
konusunda söz sahibi olan bazı kimselerin Câbir bin Ri'âb yerine Hz. Ubâde bin
Samit'in ismini kaydettiklerini belirtmiştir. Musa bin Ukbe ise ilk Akabe
Biat'ına katılanların sayısının sekiz olduğunu kaydetmiştir. Musa bin Ukbe
listesinde şu isimleri kaydetmiştir: Es'ad bin Zürâre, Rafi' bin Mâlik, Mu'az
bin Afra', Yezid bin Sa'lebe, Ebu'l-Haysem bin et-Teyyihan ve Uveym bin
Sâ'ide. Daha sonra şunları yazmıştır: "Bu zevata Ubâde bin Sâmit ve Zekân
bin Abd-i Kays'ın da dahil olduğu söyleniyor." Görüldüğü gibi, bu zayıf
bir ifadedir ve âlimler ile tarihçilerin çoğu Muhammed bin İshâk'ın ifadesinin
daha doğru olduğunu kabul etmişlerdir. Hâfız İbni Hacer de bu ifadeyi diğer
ifadelere tercih etmişlerdir (Bk. Feth ul-Bâri).
İbni Sa'd, yukarıda bahsettiğimiz
Vâkıdî'nin sözlerinin yanı sıra Medinelilerin İslâmiyeti kabul etmelerine dair
üç rivayet daha nakletmiştir, bu rivayetlerde şu ek bilgilere rastlıyoruz: 1)
İlk önce Es'ad bin Zürare ile Zekvan bin Abd-i Kays, Cahiliyye'nin örf ve
adetine göre Utbe bin Rebi'a ile görüşmek üzere Mekke'ye gittiler. Ancak Utbe
ile görüşmeden önce Hz. Peygamber (a.s.) hakkındaki dedikoduları duyduktan
sonra onunla görüştüler ve müslüman oldular. Daha sonra Hz. Es'ad Medine'ye
gidip durumu Ebul-Haysem bin et-Teyyihan'a anlattı ve o da İslâmı kabul etti.
Bundan sonra Ebul-Haysem, Akabe'de Rasûlullah (a.s.) ile görüşmüş olan altı
kişiye katıldı. 2) İlk önce Rafi' bin Malik ez-Zurki ve Mu'az bin Afra' umre
için Mekke'ye gittiler. Orada Rasûlullah (a.s.) hakkında bilgi edindikten
sonra kendisiyle görüştü ve müslüman oldular. 3) Mina'da Rasûlullah (a.s.), Medine'nin
altı değil sekiz kişinin adı Mûsa bin Ukbe'nin rivâyetinde yer almıştır.
32.1.7. Medinelilerin İkinci Heyeti ve İkinci Akabe
Bi'atı
İbni Sa'd ile İbni İshâk'ın
rivayetlerine göre Akabe'de İslâmiyete iman eden ilk Medineliler memleketlerine
dönünce İslâmı tebliğ çalışmalarına başladılar. Bunun neticesinde ensarın her
evinde Rasûlullah (a.s.)'ın adı duyulmaya başladı. Ertesi yıl (yani bi'set
sonrası 12 yıl) hac mevsiminde Medine'den gelen 12 kişilik başka bir heyet bir
önceki yıl Hazreclilerin biat ettiği Akabe'de Rasûlullah (a.s.) ile görüştü. Bu
12 kişiden beşi bir önceki yıl müslüman olanlardı (Hz. Cabir bin Abdullah bin
Ri'ab ise bu yıl gelmedi). Diğer 7 kişiden 5'i Evs'e bağlıydılar:
Hazrec ve Beni en-Neccâr'dan:
1) Mu'az el-Hâris bin Rifâ'a (Afrâ'nın
oğlu)
Hazrec ve Beni Zürayk'tan:
2) Zekvan bin Abd-i Kays (İbn Sa'd
ve İbni Hişâm'ın ifadesine göre bu zat Medine'den Mekke'ye gelerek
Rasûlullah'ın yanında kaldı ve hicret sırasında Medine'ye döndü).
Hazrec ve Beni Avf bin
el-Hazrec'den:
3) Ubâde bin Sâmit
4) Yezd bin Sa'lebe
Hazrec ve Beni Sâlim bin Avf bin
Hazrec'den:
5) Abbâs bin Ubâde bin Nadle (İbni
İshâk'ın ifadesine göre bu zât da Mekke'de kaldı ve Rasûlullah (a.s.) ile
beraber Medine'ye hicret etti).
Evs ve Beni Abdil-Eşhel'den:
6) Ebul-Haysem bin et-Teyyihân (bu
zât cahiliyye döneminde de Tevhid'e inanıyor ve putperestlikten nefret
ediyordu).
Evs ve Beni Amr bin Avf'tan:
7) Uveym bin Sâ'ide
Rasûlullah (a.s.)'ın bu zevat'dan
aldığı bi'atının ismi "Bi'at-ı Nisâ"dır. Zira, bunun sözleri birkaç yıl
sonra müslüman kadınlardan biat alınması konusunda Kur'an-ı Kerim'in
el-Mümtehine suresinin 12. ayetinde teklif edilen biatın sözlerine çok
benziyor. İbni İshâk, Hz. Ubade bin Samit'e dayanarak biatın metnini şöyle
nakletmiştir:
"Biz (Medineli müslümanlar)
Allah'a kimseyi ortak koşmayacağız. Hırsızlık yapmayacağız. Zina yapmayacağız.
Evlatlarımızı katletmeyeceğiz. Kendi el ve ayaklarımıza iftirada
bulunmayacağız (yanî, hiçbir kimseye asılsız iftirada bulunmayacağız.) Hiçbir
emri ma'ruf konusunda Rasûlullah (a.s.)'a itaatsizlik etmeyeceğiz. Rasûlullah
(a.s.)'ın emirlerini dinleyeceğiz ve ister mali durumumuz iyi, ister kötü
olsun, ister bu emirleri beğenelim, ister beğenmeyelim, isterse de bize
başkaları tercih edilsin, bu emirleri yerine getireceğiz. Ve biz hükümet
işlerinde devlet yetkilileriyle ihtilafa düşmeyeceğiz. (Müsned-i Ahmed'de şu
ilâve satırlar var: "Hükümette hakkınız olduğunu sandığınız halde"
ve Buhârî'de şu kelimeler var: "Sizin aleni küfre şahit olmanız
hariç"). Ve biz nerede ve ne şartlar altında olursak olalım, Hak söz
söyleyeceğiz ve bizi lanetleyenlerden korkmayacağız. Eğer siz bu sözlere bağlı
kalırsanız sizin için cennet vardır. Ve eğer biri yasak bir fiil işlerse, bu
mesele Allah'a havale edilecektir. Allah isterse cezalandırır, isterse
affeder."
Bu hadisin muhtelif bölümleri; Hz.
Ubâde bin Samit'in rivayetleri başlığı altında şu hadis kitaplarında yer
almıştır: Buhârî, "Kitab-ul İman", Bölüm: Menâkıb ul-Ensâr, Kitab
ul-Hudud, Kitab ul-Fiten, Kitab ul-Ahkâm, Müslim: Kitab ul-Hudûd ve Kitâb
ul-Emaret Müsned-i Ahmed: Ubade bin Samit'in rivayetleri.
32.1.8. Rasûlullah'ın, Mus'ab bin Umeyr'i Medine'ye
Göndermesi
İbni Cerir ve İbni Hişâm'ın
Muhammed bin İshâk'a dayanarak yazdıklarına göre Medinelilerin bu ikinci
heyeti memlekete hareket ederken Rasûlullah (a.s.) kendilerine refakat etme
üzere Hz. Mus'ab bin Umeyr'i gönderdi. Rasûlullah (a.s.), Mus'ab'ın
Medinelilere Kur'an'ı ve İslâm'ı öğretmeye ve dini iyi anlamalarını sağlamaya
çalışmasını istedi. Dolayısıyla, Hz. Mus'ab Medine'ye varıp Hz. Es'ad bin
Zürâre'nin evinde kaldı. Fakat Musa bin Ukbe'nin rivâyetine göre heyet
Medine'ye döndükten sonra Mu'az bin Afra ve Rafi' bin Malik'i kendilerine dini
öğretecek bir kişiyi yanlarına almak üzere Mekke'ye gönderdiler. Rasûlullah
(a.s.) Medinelilerin bu isteği üzerine Hz. Mus'ab bin Umeyr'i o tarafa
gönderdi. Beyhakî'nin İbni İshâk'a dayanarak kaydettiği rivayet bundan biraz
değişiktir. Buna göre heyettekiler Rasûlullah (a.s.)'a mektup göndererek dini
öğretmek üzere kendilerine bir kişi göndermelerini istediler. Rasûlullah
(a.s.), bu mektuba cevap olarak Hz. Mus'ab'ı Medine'ye gönderdi. İbni Sa'd da
Vakıdi'nin benzer bir rivâyetini kaydetmiştir.
Ensâr, İkinci Akabe bi'atından
memleketlerine döndükten sonra Hz. Mus'ab bin Umeyr başkanlığında İslâmı hızla
yaymaya başladılar. İbni
Sa'd'ın, Vakıdi'ye atfen yazdığına
göre Beni Abd el-Eşhel'den Abbâd bin Bişr bin Vakş ve müttefiklerinden Muhammed
bin Mesleme, Hz. Mus'ab'a biat ettiler. Bundan sonra Beni Abd-el Eşhel'in
kabile reisi, Sa'd bin Mu'az ve Üseyd bin Hudayr aynı gün Hz. Mus'ab'a biat
ettiler. Hatta, Beni Abd el-Eşhel mahallesinden tek bir müşrik kalmadı. İbni
İshâk, İbni Hişâm ve Taberî, Hz. Sa'd ve Hz. Üseyd'in İslâmı kabul etmeleriyle
ilgili şu ilginç hikâyeyi nakletmişlerdir:
"Bir gün Es'ad bin Zürâre,
Hz. Mus'ab'ı yanına alarak Evs'in bir kolu olan Beni Zafir kabilesine götürdü.
Onlar Beni Zafir'in bahçesinde dolaşırlarken müslümanlığı kabul etmiş olan
birkaç kişi yanlarına geldi. Sa'd bin Mu'az ile Üseyd bin Hudayr bu faaliyetin
haberini alınca Sa'd Üseyd'e şöyle dedi: "Yahu, şu adamlara (Es'ad ve
Mus'ab) gitsene. Baksana, bu adamlar bizim mahalleye gelip saf kişileri
kandırmaya çalışıyorlar. Git ve onları bahçelerimizden çıkar. Eğer Es'ad bu işe
karışmamış olmasaydı ben şahsen oraya gidecektim. Fakat biliyorsun ki o benim
halamın oğludur ve ben onunla yüz yüze gelmek istemiyorum." Bunun üzerine
Üseyd mızrağıyla bahçeye gitti. Hz. Es'ad'ın kendilerine doğru geldiğini
görünce Hz. Mus'ab'a dedi ki: "Bak, bizim kabilemizin reisi geliyor. Ona
Allah'ın hak sözünü hakkıyla anlatmaya çalış." Hz. Mus'ab dedi ki; eğer
kendisi oturursa onunla mutlaka konuşacağım. Üseyd onlara gelip kızgın bir
ifade ile bir an bekledi ve sonra şu sert sözleri söyledi: "Hey, sizi
buraya getiren nedir? "Siz niye bizim adamlarımızı kandırıyorsunuz? Eğer
canınızı kurtarmak istiyorsanız buradan hemen defolun." Hz. Mus'ab,
"sakin olun, siz biraz oturup söyleyeceklerimizi dinler misiniz?
Söyleyeceklerimiz hoşunuza gidiyorsa kabul edin, gitmiyorsa reddedin, karar
sizindir." Üseyd "haklısın" dedi ve mızrağını yere çakarak
oturdu. Hz. Mus'ab (r.a.), ona İslâm'ın temel ilke ve inançlarını anlattı ve
Kur'an-ı Kerim'den ayetler okudu. Hz. Es'ad ile Hz. Mus'ab'ın ifadesine göre
"yemin ederiz ki, Üseyd'in yüz ifadesi öylesine birden bire değişti ki,
İslâmiyetin O'nu tam manasıyla etkilediğine inandık." Nitekim Hz.
Mus'ab'ın söylediklerinden sonra Üseyd şöyle dedi: "Hayret ne kadar da
güzel bir kelâmdır. Siz bu dine girerken ne yaparsınız?" İkisi kendisine
şöyle dedi: "Yıkanın ve vücudunuzu temizleyin, elbiselerinizi de
temizleyin. Sonra, Hakk'a, şehâdet getirin, daha sonra namaz kılın." Üseyd
o an oradan kalktı, yıkanıp temiz olduktan sonra geldi, kelimeyi şehâdet
getirdi ve iki rek'at namaz kıldı. Daha sonra şunları söyledi: "Arkamda
bir adam var ki, eğer size tabi olursa eminim, halkından tek bir kişi sözünün
dışına çıkmayacaktır. Ben ona gidip onu size yolluyorum." Üseyd bunları
söyledikten sonra oradan ayrıldı ve Sa'd bin Muaz'a vardı. O sırada Sa'd bir
toplantıda idi. Sa'd onu gelirken görünce, "vallahi, yemin ederim, Üseyd
buradan gittiği yüzle dönmüyor" dedi.
Hz. Üseyd gelip toplantıda durdu.
Es'ad, kendisinin ne yaptığını sordu. Üseyd şöyle dedi: "Ben her iki
adamla konuştum. Bence, onların herhangi bir zararlı çalışması yoktur. Ben
onların propaganda yapmamalarını istedim. Onlar da dedi ki, biz zaten sizin
dediklerinizi yapıyoruz. Benim duyduğuma göre Beni Harise'ye mensup kimseler
Es'ad bin Zürâre'nin senin halanın oğlu olduğunu biliyorlar ve seni küçük
düşürmek üzere Es'ad bin Zürare'yi öldürtmek için yola çıkmışlardır". Bunu
duyunca Sa'd'ın yüzü değişti ve hemen mızrağını alıp kardeşine yetişmek için
oradan ayrıldı. Giderken de, "vallahi, benim seni onlara göndermemin
hiçbir faydası olmadı" dedi. Hz. Es'ad uzaktan Sa'd'ın gelmekte olduğunu
görünce Mus'ab'a dedi ki, "bu öyle bir reistir ki, arkasında bütün bir
halk vardır. Bu müslüman olursa halkından iki kişi bile İslâmı kabul etmekten
kaçamaz. " Es'ad her iki adamın gayet sakin ve pervasızca oturduklarını
görünce Üseyd'in kendisini onlara bahane ile gönderdiğini anladı ve çok kızdı.
Kızgın bir şekilde Hz. Es'ad bin Zürare'ye dönerek şöyle dedi: "Ebu Ümâme,
vallahi seninle akrabalığım olmasaydı bu adam (Hz. Mus'ab) benden kurtulamazdı.
Sen bizim sülâlemize, beğenmediğimiz bir şeyi mi musallat etmek
istiyorsun?" Hz. Mus'ab kendisine şöyle dedi: "Lütfen, siz sakinleşip
söyleyeceklerimi dinler misiniz? Beğenirseniz kabul edin. Beğenmezseniz
reddedin, inanın, biz sizin hoşunuza gitmeyen bir şeyi sizden uzak tutacağız."
Hz. Es'ad, "doğru söyledin" dedi ve oraya oturdu. Mızrağını da yere
dikti. Hz. Mus'ab kendisine İslâm'ı anlattı ve Kur'an'dan parçalar okudu. Hz.
Mus'ab ile Es'ad'ın rivâyetine göre, Sa'd henüz konuşmadan yüzündeki tatlı ve
yumuşak ifadesiyle İslâma yaklaştığını sezdiler. Sa'd, Hz. Mus'ab'ın sözleri
bitince, "siz bu dine girmek için ne yaparsınız?" diye sordu. Onlar,
Hz. Üseyd'e söylediklerini tekrarladılar. Sa'd yıkandı ve temiz olarak onlara
geldi, kelime-i şehâdet getirdi, iki rek'at namaz kıldı ve mızrağını alıp
meclise geri döndü.
Hz. Sa'd'ın geri döndüğünü
görenler yüzünden anladılar ki kendisi aynı yüzle Hz. Mus'ab ve Hz. Es'ad'a
gitmemişti. Hz. Sa'd gelir gelmez oradakilere şöyle dedi: "Ey Beni Abd
el-Eşhel siz benim nasıl bir insan olduğumu sanıyorsunuz?" Oradakiler
dediler: "Biz sizi reisimiz olarak tanırız. Siz aramızda en merhametli
insansınız. Hepimizden daha fazla fikrinizde isabetlisiniz. Hepimizden daha
akıllı ve tecrübelisiniz". Bu cevabı aldıktan sonra Hz. Sa'd şöyle dedi:
"Siz Allah'a ve Rasûlüne iman edinceye kadar kadınlarınız ve
erkeklerinizle konuşmam haramdır". Böylece akşam olmadan Beni Abd
el-Eşhel'in bütün erkek ve kadınları müslüman oldular. Müslüman olmayan sadece
el-Üsayrim Amr bin Sâbit kalmıştı. O da Uhud gazvesi sırasında müslüman oldu ve
henüz ilk secdede iken şehid edildi. Rasûlullah (a.s.) dedi ki: "O
Cennet'e gidecektir". Şurası unutulmamalıdır ki, beni Abd el-Eşhel'de tek
bir münafık yoktu. İbni Sa'd'ın Vakıdi'ye dayanarak naklettiğine göre, Hz. Sa'd
bin Mu'az ve Üseyd bin Hudayr müslüman olduktan sonra ilk iş olarak Beni Abd
el-Eşhel'in putlarını kırdılar.
İbni İshâk'ın rivâyetine göre Hz.
Mus'ab Medine'de tebliğ çalışmalarını hiç aksatmadan ve çok başarılı bir
şekilde sürdürdü. Öyle ki, bir kaç müslüman erkek veya kadının bulunmadığı tek
bir Ensar mahallesi kalmadı. Sadece birkaç aile Hendek gazvesine kadar İslâmı
kabul etmediler.
32.1.9. Medine'de Cuma Namazının Başlaması
Hz. Ka'b bin Mâlik ile Hz. İbni
Sirin'in rivâyetine göre, Cuma namazı ile ilgili ilâhi emir gelmeden önce
Medineli Ensar haftada bir gün toplu namaz kılmaya karar vermişlerdi. Ensar bu
maksad için Yahudilerin Sebt (Cumartesi) ve Hıristiyanların Pazar günü yerine
Cuma'yı seçmişlerdi. Cuma'ya cahiliyye döneminde "Arûbe" günü denilirdi.
İlk Cum'a namazını Hz. Es'ad bin Zürâre kıldırdı. Beni Beyâda bölgesinde
kılınan bu namaza 40 kişi katılmıştı. (Bk. Müsned-i Ahmed, Ebu Davud, İbni
Mace, İbni Hibbân, Abd bin Hamid, Abdurrezzâk, Beyhakî ve İbni Hişâm).
Dare-Kutni'nin Hz. Abdullah bin
Abbas'a dayanarak naklettiği rivayete göre, Mekke'de Cuma namazı ile ilgili
Allah'tan emir gelince, Hz. Peygamber (a.s.), Hz. Mus'ab bin Umeyr'i yazılı bir
emirle Medine'ye gönderdi. Buna göre zeval (yani güneşin tam tepeye
gelmesinden) sonra iki rek'at namaz kıldıracaktı. Cuma namazının kılınması
emrinin Medine'ye gönderilmesinin sebebi, o sıralarda Mekke'de cemaatle namaz
kılınmanın mümkün olmayışıydı.
Bi'set sonrası 13. yılda
Zilhicce'de (Haziran veya Temmuz başı, 622); Hac mevsimi yaklaşmaya kadar İslâm
Medine'de bir hayli inkişaf etmişti. İmam Ahmed ve Taberî'nin Câbir bin
Abdullah Ensarî'ye dayanarak naklettikleri rivayete göre, "Rasûlullah
(a.s.) 10. yıl Ukâz ve Mecenne'deki panayırlarda ve Hac mevsiminde kabilelerin
konak yerlerinde dolaşarak "benim Rabbimin mesajını kullarına iletebilmem
için beni kim himaye edecek ve yardım edecek ve buna karşı Cennet'i
alacak?" diye seslenirdi. Ne var ki, Rasûlullah (a.s.)'ın bu çağrısına
müsbet cevap veremiyorlardı. Bunun sebebi, Kureyşli serserilerin daima
aleyhinde propaganda yapmalarıydı. Nihayet, bizi (Medinelileri) Allah
Yesrib'ten Rasûlullah (a.s.)'a gönderdi ve biz onu teyid ettik. Bundan sonra
İslâm öylesine gelişmeye başladı ki, eğer bir kişi evinden çıkıp iman eder,
Kur'an okur ve müslüman olursa, eve döndüğünde bakardı ki, evdekilerin hepsi
müslüman olmuş. Böylece Ensar bölgesinde müslümanların bir grubunun
bulunmadığı ve kişilerin dini inançlarını alenen ilân etmedikleri tek bir
mahalle kalmadı. Bir gün biz bir yerde toplandık ve Rasûlullah (a.s.)'ın
durumunu görüştük. Biz aramızda dedik ki, Rasûlullah (a.s.) ne zamana kadar
Mekke'nin dağlarında ve tepelerinde çaresiz ve acıklı bir şeklide İslâmı yaymak
için uğraşacaktır. Rasûlullah (a.s.) her yerde reddediliyor ve hiçbir yerde
eman bulmuyor. En iyisi, onu bizim buraya getirelim. Bunu tartıştıktan sonra
bizden 70 kişi Hac mevsiminde Mekke'ye gitti ve Rasûlullah (a.s.) ile Akabe'de
buluştular." (Bu hadisin geri kalan kısmını biz daha sonra aktaracağız).
İmam Ahmed, Taberânî, İbni Cerir,
Taberî ve İbni Hişâm, Muhammed bin İshâk'a dayanarak Hz. Ka'b bin Mâlik'in bir
başka rivâyetini nakletmişlerdir ki şöyledir: "Biz milletimizin
müşrikleriyle[4]
hacca çıktık. Bizimle beraber kabile reisimiz Hz. Berâ' bin Ma'rûr da vardı.
Yolda bize dedi ki 'benim bir fikrim var. Bilmem siz bu fikre katılır misiniz?'
Biz fikrini sorduk, dedi ki: 'Bence biz Kâ'be'ye sırtımız dönük vaziyetle
değil, Kâ'be'ye yüzümüz dönük vaziyette namaz kılmalıyız". Biz dedik ki,
'Rasûlullah (a.s.)'tan bize gelen emre göre biz Suriye'ye (Kudüs) dönerek namaz
kılarız. Biz Rasûlullah (a.s.)'ın emrine aykırı hareket etmemeliyiz.' Ne var ki
Hz. Berâ' Kâ'be'ye dönerek namaz kılmaya ve biz de onu kınamaya devam ettik.
Mekke'ye vardıktan sonra Hz. Berâ' bana dedi ki, "yeğenim, gel Rasûlullah
(a.s.) ile görüşelim; ve kıble ile ilgili meseleyi onunla konuşalım. Zira,
sizin muhalefet göstermeniz yüzünden ben de tereddüde kapılmışımdır". Biz
bundan önce Rasûlullah (a.s.)'ı hiç görmemiştik ve hiç tanımıyorduk. Bu
sebeple, Mekkelilerden birine sorduk. O adam, Rasûlullah (a.s.)’ın amcası, Hz.
Abbas'ı tanıyıp tanımadığımızı sordu. Biz evet dedik, zira ticaret için Hz.
Abbas bize gelip giderdi. Dedi ki, "Harem'e gidin, Rasûlullah'ı Hz. Abbas
ile oturur görürsünüz." Biz onun tarif ettiği gibi Harem'e gittik ve
Rasûlullah (a.s.)'a selam verdik. Rasûlullah (a.s.) Abbas'a dönerek, "Siz
bu beyleri tanır mısınız?" diye sordu. O, "evet" dedi. "Bu
Berâ bin Ma'rûr'dur ve bu da Ka'b bin Mâlik." Hiç unutmam, Rasûlullah
(a.s.) benim ismimi duyar duymaz "şair" diye sordu. Hz. Abbas da
'evet' dedi. Bundan sonra Hz. Berâ' kendi meselesini sordu ve Rasûlullah
(a.s.)'ın buyruğu üzerine Rasûlullah (a.s.)'ın yönüne doğru namaz kılmaya
başladı. Bundan sonra Rasûlullah (a.s.) Teşrik günlerinin ortasında,[5]
gece vakti kendisiyle buluşmamızı teklif etti. Kararlaştırılan gece biz
halkımızın konakladığı yerden kalktık ve Rasûlullah (a.s.) ile gizlice buluşmak
üzere Akabe'ye hareket ettik, zira milletimizin müşriklerinin bundan haberdar
olmalarını istemiyorduk. Fakat aramızda hâlâ eski dininde olan eşraf ve kabile
reislerinden Ebu Cabir bin Amr bin Haram'da vardı. Onu da yanımıza aldık. Biz
ona dedik ki, "Siz bizim eşraf ve kabile reislerimizden birisiniz. Biz
sizin Cehennem ateşinde yanmanızı istemiyoruz. Ona İslâm'ın öğretilerini
anlattık ve Rasûlullah (a.s.) ile Akabe'de buluşmaya karar verdiğimizi
söyledik. Ebu Cabir o an İslam'ı kabul etti ve bizimle beraber Akabe biatına
katıldı. Biz o sırada 73 erkek ve 2 kadındık. Kadınlardan biri Beni Ncccâr'dan
Nesibe veya Nuseybe binti Ka'b Ümm-ü 'Umâre[6]
ve diğeri Beni Seleme'den Esma binti Amr Ümm-ü Menî idi."
Hz. Câbir (r.a.) bu biata
katılanların sayısının 70 olduğunu belirtmiş ve kadınlardan bahsetmemiştir.
Amir bin Şa'bi'nin benzeri bir rivâyeti İmam Ahmed ve Beyhâki tarafından
nakledilmiştir. Ancak, Hz. Ka'b bin Mâlik bi'aıa 73 erkek ve 2 kadının iştirak
ettiğini yazmıştır ve isimlerini de vermiştir. İbni İshâk ise bu hususla daha
çok ayrıntılar vermiş ve 73 erkekten 11'inin Evsli, 62'nin Hazreçli ve iki kadının
bulunduğuna işaret etmiştir. İbni İshâk'a göre kadınlardan biri Nuseybe binti
Ka'b idi. Nuseybe, kocası Zeyd bin Asım ve iki oğlu Habib ve Ubeydullah ile
gelmişti, ikinci kadın Esma binti Amr idi. Rivayetlerdeki bu değişik ifade
Arapların ekseriya küçük sayıları, özellikle kadınları unuttuklarından
kaynaklanmış olsa gerek.
İbni Sa'd, Vâkıdi'ye dayanarak
Uveym bin Sâide'nin şu rivâyetini nakletmiştir: "Biz Mekke'ye vardığımızda
Sa'd bin Hayseme ve Ma'n bin Adiyy ve Abdullah bin Cubeyr bize dediler ki,
gelin Rasûlullah (a.s.) ile
görüşelim ve kendisine selâm
verelim. Zira, biz ona iman etmiştik, ama onu henüz görememiştik. Dolayısıyla,
biz oradan çıktık. Bize dediler ki Rasûlullah, Hz. Abbas bin Abdulmuttalib'in
evinde oturuyor. Biz oraya gittik ve Rasûlullah (a.s.)'a selâm verdik ve biz
onun Medine'den gelen heyetle nerede görüştüğünü sorduk. Hz. Abbas dedi ki,
"bakın sizinle beraber milletinizin müşrikleri de vardır. Onun için bu
meseleyi gizli tutun ve hacıların dağılışına kadar bekleyin." Rasûlullah
(a.s.) bizimle görüşmek için sabahına "yevm-un nefes il-âhir"
denilen geceyi tesbit etti. (Yani, hacıların Mina'dan ayrılacakları son gün).
Rasûlullah (a.s.) görüşme için Akabe'nin alçak yerini teklif etti.[7]
Rasûlullah (a.s.) ayrıca uyumakta olan birini uyandırmamızı ve kararlaştırılan
yere gelmeyen bir kişiyi aramamızı istedi".
Son Akabe bi'atıyla ilgili
rivayetlerde ittifak halinde belirtilen bir husus; gece vakti, Medinelilerin
ikişer-dörder grublar halinde kararlaştırılan yere vardıklarında Rasûlullah
(a.s.)'ı Hz. Abbas bin Abdulmuttalib'in yanında bulmalarıdır. Rasûlullah
(a.s.), bu gibi şahsi ve gizli meselelerde Hz. Abbas'a çok güvenirdi. Halbuki,
Hz. Abbas o zamana kadar müslümanlığını gizli tutuyordu ve gayrimüslim olarak
görünüyordu.[8]
Hz. Abbas'ın orada bulunmasının bir sebebi de, Rasûlullah (a.s.)'ın Medine'ye
hicretiyle ilgili en küçük ayrıntıları tesbit etmek ve herhangi bir pürüz bırakmamaktı.
İmam Ahmed, Beyhâki ve Amir
Şa'bi'nin rivâyetine göre Akabe'de herkes toplandıktan sonra Rasûlullah (a.s.)
şöyle dedi: "Kim konuşmak istiyorsa kısa konuşsun, fazla uzatmasın. Zira,
müşriklerin casusları sizi her yerde aramaktadırlar". Yukarıda
aktardığımız Hz. Ka'b bin Mâlik daha sonra rivâyetinde şöyle diyor: "İlk
önce Hz. Abbas (r.a.) söze başladı ve şunları söyledi: "Ey Hazrecliler[9]
Muhammed'in aramızda nasıl bir mevki ve makamı olduğunu biliyorsunuz. O'nun
hakkında hemfikir olanlara, (yani, İslâmiyet'i kabul etmemiş olanlar) nisbetle
biz (yani, Beni Hâşim ve Beni Muttalib) onu destekledik ve himaye ettik. Bu
sebeple, kendisi milletinde güçlü bir mevkiye sahiptir ve kendi şehrinde emin
bir yerde bulunuyor. Fakat o size gitmekte ısrar ediyor. Şimdi eğer siz davet
ettiğiniz gibi sözlerinize bağlı kalacak ve muhaliflerine karşı onu koruyacaksınız,
üzerinize almak istediğiniz mes'uliyeti alın. Fakat eğer onun buradan çıkması
ve size katılmasından sonra herhangi bir zorlukla karşılaşacağınıza dair
endişeniz varsa açık açık söyleyin. Eğer, o size gittikten sonra onu bırakmanız
veya düşmanlarına teslim etmeniz gerekecekse o zaman şimdiden bu işten
vazgeçin. Zira, o halkı arasında kuvvetli bir mevkiye ve şehrinde emin bir
yere sahiptir". Biz dedik ki; "Sizin söylediklerinizi dikkatle
dinledik. Bundan sonra ey Rasûlullah, siz buyurun ve bizden ne gibi taahhüt
almak istiyorsanız alın." Bundan sonra, Hz. Peygamber (a.s.) bir konuşma
yaptı ve Kur'an'dan ayetler okudu, bizi Allah'a davet etti, bizim İslâm'a
sadık kalmamızı istedi ve şöyle devam etti: "Sizin kendi çoluk çocuklarınız
gibi beni de himaye edeceğinize ve destekleyeceğinize dair sizden bi'at almak
istiyorum." Bunun üzerine Berâ' bin Ma'rûr, Rasûlullah (a.s.)'ın mübarek
elini kendi eline alarak, "evet, sizi Hak ile beraber göndermiş olan
Allah'a and içeriz ki, sizi, kendimiz ve çoluk-çocuklarımız gibi koruyacağız.
O halde, ya Rasûlullah (a.s.) bizden biat alın. Biz savaşçı kişileriz. Biz
kahramanlığı atalarımızdan miras almış bulunuyoruz." Bu sırada
Ebu'l.Haysem bin et-Teyyihân lafa karıştı ve dedi ki: "Ya Rasûlullah,
bizimle diğerleri (Yahudiler) arasında bir ittifak vardır. Biz bu ittifakı
bozmak istiyoruz. Biz şundan kuşkulanıyoruz: Allah bize galebe verirse bizi
bırakıp kendi halkınıza (kabilenize) dönebilirsiniz." Rasûlullah (a.s.)
tebessüm etti ve dedi ki: "Hayır, artık kanla kan ve kabirle kabir vardır.
(Yani hepimiz beraber yaşayacağız ve öleceğiz). Ben sizinim ve siz de
benimsiniz. Siz kiminle savaşıyorsanız, ben de onunla savaşacağım ve siz
kiminle sulh yaparsanız ben de onunla sulh yapacağım."
Daha önce Müsned-i Ahmed ve Taberânî'ye
dayanarak naklettiğimiz Hz. Câbir bin Abdullah'ın rivâyetinde daha sonra şöyle
deniliyor: "Biz Akabe'de toplandıktan sonra dedik ki, "Ya Rasûlullah,
biz ne hakkında size biat edeceğiz?" Rasûlullah (a.s.) dedi ki: "İyi
ya da kötü her vaziyette emirlerimi dinleyeceğinize, itaat edeceğinize, ister
varlıklı ister sıkıntılı halinizde olsun mallarınızı harcayacağınıza, iyilik
için çalışacağınıza, herkesi kötülükten men edeceğinize, Allah ile ilgili
olarak her zaman doğruyu söyleyeceğinize, sizi kınayan veya size karşı
gelenlerden korkmayacağınıza ve ben size geldiğim zaman beni kendi aileniz ve
çoluk-çocuğunuz gibi koruyacağınıza dair bi'at edeceksiniz. Bunun mükâfatı
olarak siz Cennet'e gideceksiniz." Bundan sonra biz kalkıp Rasûlullah
(a.s.)'a yaklaştık ve Rasûlullah (a.s.)'ın elini grubumuzun en genci olan
Es'ad bin Zürâre kendi eline aldı ve dedi ki: "Durun ey Yesribliler, biz
kendisinin Allah'ın Rasûlü olduğunu bilerek develerimizi koşturduk ve kendisine
geldik. Bugün kendisini yanımıza almak bütün Arapların düşmanlığını
kazanmaktır. Bunun neticesinde bebekleriniz ölecek ve kılıçlar kanlarınızı
emecekler. Onun için, bütün bunlara dayanacağınıza inanıyorsanız Rasûlullah
(a.s.)’ın elini tutun. Allah size bunun mükâfatını verecektir. Fakat eğer siz
canınızdan korkuyorsanız, şimdiden bu işten vazgeçin ve açıkça menfi cevabınızı
verin. Zira, şu anda menfi cevap vermeniz Allah katında daha makbul
sayılacaktır." Bunun üzerine orada bulunanlar dediler ki: "Ey Es'ad,
önümüzden çekil. Allah'a yemin ederiz, biz ne bu biattan vazgeçeceğiz ne de
elimizi O'nun (Rasûlullah'ın) elinden çekeceğiz." Bundan sonra bütün
Medineliler Rasûlullah (a.s.)'a biat ettiler." (Hakim ve Bezzâr da bu rivâyeti
nakletmişlerdir).
İbni Cerir, Taberî ve İbni Hişâm,
Asım bin Ömer bin Katâde'ye istinaden Muhammed bin İshâk'ın bu rivâyetini
nakletmişlerdir. Rivayet şöyledir: "Bi'at sırasında Abbas bin Ubâde bin
Nadle Ensarî dedi ki, 'ey Hazrecliler, siz bu muhterem şahsiyetin eline ne
için bi'at ettiğiniz biliyor musunuz?" "Evet biliyoruz" diye
birkaç ses yükseldi. Abbas, kelimelere basa basa şunları söyledi: Siz siyah ve
beyaz, herkesle savaşmak için bi'at ediyorsunuz (yani, biat ettikten sonra
bütün dünya size düşman olacaktır). Şimdi eğer malınızın ve eşrafınızın canının
tehlikeye gireceğini düşünüyor ve zor şartlarda Rasûlullah (a.s.)'ı düşmanlara
teslim edeceğinizi aklınıza getiriyorsanız daha iyisi bugün O'nun peşini
bırakın. Zira, Allah'a yemin ederek söylüyorum, böylece hem dünyada hem
ahirette rezil olacağız. Fakat eğer diyorsanız ki, malınız ve eşrafınızın
canının tehlikeye girmesine rağmen davet etmekte olduğunuz şahsiyeti
koruyacaksınız, o zaman O'nun elini tutabilirsiniz. Allah şahittir bu, dünya
ve ahiretin en hayırlı en sevaplı işidir." Toplantıda hazır bulunanlar
dediler ki, "Biz O'nu almamızdan dolayı mallarımız ve eşrafımızın
canlarının tehlikeye girmesine razıyız." Bundan sonra, "Ya
Rasûlullah, biz taahhüdümüzü yerine getirirsek, mükâfatımız ne
olacaktır?" diye sordular. Rasûlullah "cennet" diye cevap
verdi."
İbni Sa'd, Hz. Mu'az bin
Rifâ'a'nın rivâyetini Vakıdi'ye dayanarak nakletmiştir ki, şöyledir:
"Akabe'de herkes toplandıktan sonra Hz. Peygamber (a.s.)'in amcası, Hz.
Abbas bin Abdulmuttalib söze başladı ve şöyle dedi: "Ey Hazrec topluluğu,
siz Muhammed (a.s.)'ı kendinize davet etmiş bulunuyorsunuz. Gerçek şu ki,
Muhammed (a.s.) kendi ailesi ve akrabaları arasında en güçlü durumda
bulunuyor. Bizden dini kabul etmiş veya etmemiş olan herkes namus ve şerefini
korumak amacıyla O'nu himaye etmekte ve desteklemektedir. Fakat Muhammed
(a.s.) hepimizi bırakıp size gitmek istiyor. Şimdi kendi kuvvetinizi, sebat,
kararlılık ve savaş tecrübenizi iyice gözden geçirin ve bütün Arabistan'ın
husûmetini kazandıktan sonra direnecek durumda olup olmadığınızı araştırın. Çünkü,
şurası muhakkak ki, bütün Araplar birleşip size çullanacaklardır. Onun için,
iyice düşünüp taşınıp karar verin. Aranızda fikir teatisinde bulunun ve oy
birliğiyle bir karara varın. Zira, en iyi söz doğru sözdür."
Toplantıdakiler susup beklediler. Daha sonra Akabe biatından hemen önce İslâmiyet'i
kabul etmiş olan Abdullah bin Amr bin Haram şu cevabı verdi: "Vallahi,
biz savaşçı bir milletiz. Savaşmak bizim mesleğimizdir. Bu işte biz usta
olmuşuz. Savaşmayı atalarımızdan miras aldık. Biz ilk önce okları atarız. Oklar
tükenince mızraklarımızı kullanırız. Mızraklar kırılınca kılıçlarımıza
sarılırız ve bizden veya düşmandan cesetler serilinceye kadar kılıç
sallarız." Hz. Abbas "evet siz gerçekten savaşçı bir
milletsiniz" diye tasdik etti. Daha sonra Hz. Berâ' bin Ma'rûr ileriye
geldi ve şöyle konuştu: "Biz söylediklerinizi dinledik. Allah şahittir,
eğer kalbimizde başka bir şey (fitne, hile) olsaydı, açık açık söylerdik fakat,
inanın, biz Rasûlullah (a.s.)'a sadık kalmak ve kendisi için canımızı feda etmek
istiyoruz." Vâkıdî'nin başka bir rivâyetinde Hz. Berâ' bin Ma'rûr'un
konuşmasından şu bölümlere de yer verilmiştir: "Bizde iyi silah ve savaş
malzemesi var ve biz iyi savaşan bir milletiz. Taştan putlara taptığımız zaman
böyle idik. Şimdi de Allah bize hakikati göstermiştir ve diğer İnsanlar bundan
uzaktırlar. Cenab-ı Allah bizim, Rasûlullah (a.s.)'ı himaye etmemizi sağlamıştır.
Böyle bir durumda bizim ne kadar canla ve başla direneceğimizi tahmin
edin."
32.1.11. Akabe Bi'atının Ehemmiyeti
Son Akabe bi'atı, İslam tarihinde
altın harflerle yazılacak ehemmiyette çok büyük bir vak'adır. Akabe bi'atı
Rasûlullah (a.s.)'ın Mekke'deki tebliğ çalışmalarının bir dönüm noktasıdır.
Hatta diyebiliriz ki, bu önemli fırsatı Cenab-ı Allah temin etti ve Rasûlullah
(a.s.) da bunu kaçırmayacak basiret örneğini verdi. Görüldüğü gibi,
Medineliler, Hz. Peygamber (a.s.)'i bir kaçak veya mülteci gibi değil, Allah'ın
naibi ve kendi İmam ve hükümdarları olarak davet ediyorlardı. Aynı şekilde
Mekke'deki müslümanlar için de Medine'nin kapıları İbni. Medineliler Mekkeli
müslümanları birer mülteci olarak çağırmıyorlardı. Onlar istiyordu ki,
Arabistan'ın çeşitli bölgelerine dağılmış vaziyette olan müslümanlar Yesrib'de
toplanarak güç birliği yapsınlar, disiplinli ve düzenli bir İslam toplumu
meydana getirsinler. Başka bir deyişle, Yesrib ve Yesribliler
"Medinet'ul-İslam" (İslam şehrinin temellerin attılar ve Rasûlullah
(a.s.) Medinelilerin bu davetini kabul etmek suretiyle Arabistan'da ilk
"Dar-ul İslam" (İslam beldesi) meydana getirdi. Medineliler
attıkları bu büyük adımın ehemmiyetini ve anlamını çok iyi biliyorlardı. Ama
onlar, yiğit, mert ve kahraman insanlardı. Bu hayırlı ve sevaplı
girişimleriyle bütün Arabistan'a açıkça meydan okuyorlar ve küçük bir kasabanın
bütün ülkenin husumet kılıçlarına ve ekonomik ve sosyal boykotuna karşı
cansiperane bir şekilde ortaya çıktığını gösteriyorlardı. Yukarıda
bahsettiğimiz gibi, Akabe bi'atına katılan İslam'ın bu ilk yardımcıları
(ensâr) kendi yaptıkları konuşmalarıyla da, ciddiyet ve sadakatle İslam
Peygamberini ve sahabelerini her ne pahasına olursa olsun desteklemeyi ve
korumayı taahhüt ediyorlardı.
32.1.12. Ensâr'ın Fedakârlık Duygusu
Ensâr, bütün güçlük ve tehlikeleri
bilerek şuurlu bir biçimde bi'at etmiş ve Rasûlullah (a.s.)'ı ve arkadaşlarını
desteklemeye karar vermişlerdi. Ensârın bu bi'atlarından endişe duymaları veya
korkmaları şöyle dursun, mutluluk ve heyecanları görülmeye değer bir şeydi.
Onlar yaptıkları işten o kadar memnun oluyor ve övünç duyuyorlardı ki, bi'atten
hemen sonra aralarında bir tartışma başladı: Acaba ilk önce bi'at için
Rasûlullah (a.s.)'a elini uzatan kimdi diye. Beni en-Neccâr iddia ediyordu ki,
ilk bi'at eden Es'ad bin Zürâre idi. Beni Abd el-Eşhel ise bu şerefin
Ebu'l-Haysem bin et-Teyyihân'a ait olduğunu ifade ediyordu. (Bk. İbni İshâk).
İbni Esir, "Üsd-ul Ğabe"de diyor ki, Beni Seleme, ilk önce bi'at
edenin Ka'b bin Mâlik olduğunu ifade ediyordu. İbni Sa'd Vâkıdi'ye dayanarak
diyor ki; Evs ile Hazrec de birbiriyle bi'atte öncelik konusunda tartışma yaptılar.
Kısacası, herkes bu şerefi üstlenmeye çalışıyordu. En son, bu işi en iyi
Abbas'ın bildiği belirtilerek O'nun fikrinin sorulmasına karar verildi. Dolayısıyla,
Medineliler Hz. Abbas (r.a.)'a gittiler ve Rasûlullah (a.s.)'a biat için ilk
önce elini kimin verdiğini sordular. Hz. Abbas şöyle dedi: "Rasûlullah
(a.s.)'a bi'at eden ilk kişi Es'ad bin Zürâre idi. Daha sonra Berâ' bin Ma'rûr
ve daha sonra Üseyd bin Hudayr". Bu vak'a gösteriyor ki, Medine'li ensâr
fedailik ve fedakârlıkta birbiriyle yansır hale gelmişlerdi.
Yukarıya aldığımız Hz. Ka'b bin
Mâlik'in rivâyetinin daha sonraki bölümünde şu ifade yer almıştır:
"Bi'atten sonra Rasûlullah (a.s.) bize dedi ki kendi kabilelerinden
sorumlu olacak aranızdan 12 nakib seçmelisiniz". (İbni Sa'd'ın
Tabakatında yer alan İbn İshâk'ın rivâyetine göre Rasûlullah (a.s.) şöyle dedi:
Bu nakibler, Hz. Îsa'nın havarileri gibi kendi kabilelerinin kefili
olacaklardır. Tabakatta Vâkıdî'nin de bir rivâyeti vardır bunda Rasûlullah
(a.s.)'ın şunları da söylediği kaydedilmiştir: "Mûsâ, Beni İsrail'den 12
Nakib seçmişti". Rasûlullah (a.s.)'ın bu talimatı üzerine Ensâr aralarında
görüşerek 12 kişinin ismini verdiler. Bunlardan 9'u Haz-rec'ten ve 3'ü Evs'ten
idi. İbni İshâk'ın rivâyetine göre bu zevat şunlardı:
Hazrec'den:
1) Es'ad bin Zürâre. (Rasûlullah
(a.s.), kendisini Nakiblerin Nakibi yaptı).
2) Sa'd bin er-Rebi': (Cahiliyye
döneminde Medine'nin okuma-yazma bilen birkaç kişisinden biriydi).
3) Abdullah bin Revâha: Bu da
okuma yazma biliyordu.
4) Râfi' bin Malik: Cahiliyye
döneminde kâmil lakabına sahipti.
5) Berâ' bin Ma'rûr: Hicretten
kısa bir süre önce vefat etti ve Rasûlullah (a.s.) onun kabrinde cenaze
namazını kıldı.
6) Abdullah bin Amr bin Harâm:
Akabe bi'atının yapıldığı gece müslüman olmuştu.
7) Ubâde bin Samit.
8) Sa'd bin Ubâde: Bu da kâmil
lakabıyla tanınırdı.
9) Münzir bin Amr. (Bunun da
okuması vardı).
Evs'ten:
10) Üseyd bin Hudayr. (Bu da kâmil
lakabıyla tanınırdı).
11) Sa'd bin Hayseme.
12) Rifâ'a bin Abd-il Münzir.
(İbni Hişâm'ın ifadesine göre bu zâtın yerine bazı tarihçiler Ebu'l-Haysem bin
el-Teyyihân’ın ismini yazmışlardır).
Bundan sonra Rasûlullah (a.s.)
ensarın kendi konak yerlerine ve çadırlarına dönmelerini istedi ve onlar
oradan ayrıldılar.
32.1.14. Akabe Bi'atının Haberini Alan Kureyş'in İlk
Tepkisi
İmam Ahmed, İbni Cerir, Taberî ve
İbni Hişâm, Muhammed bin İshâk'a istinâden, Hz. Ka'b bin Mâlik'in bir
rivâyetini nakletmişlerdir ki, bununla Kureyş'in Akabe bi'atına karşı ilk
tepkisinin ne olduğu ortaya çıkıyor. Buna benzer bir rivâyet Vakıdi tarafından
çeşitli senetlere dayanılarak kaydedilmiştir. Bunu İbni Sa'd da kendi eserine
almıştır. Rivayetler şöyledir: Akabe bi'atı yapıldığı gece Kureyşliler bundan
haberdar oldular ve sabah belli başlı adamları Medinelilerin konakladığı yere
geldiler. Onlar Medinelilere şöyle dediler: "Ey Hazrec topluluğu,
duyduğumuza göre siz bu adam (Rasûlullah -a.s.-) ile görüşmüş, O'nu kendinize
götürmek istemiş ve bize karşı savaş açmak amacıyla O'na bi'at etmişsiniz.
Vallahi billahi, Arabistan'da sizinle savaşmamız kadar bizim hoşumuza giden başka
bir şey yoktur." Bunun üzerine Medineli müşriklerden bazı kimseler kalkıp,
"vallahi, böyle bir şey olmamıştır. Bizim böyle bir şeyden haberimiz
yoktur" dediler. Bu müşrikler gerçekten doğru söylüyorlardı, zira onlar
müslümanların bi'atından haberdar değillerdi. Fakat, müslümanlar aralarında
gözleriyle işaretleşiyorlardı. Daha sonra Kureyşli kabile reisleri, Medineli
mümtaz kişi Abdullah bin Übeyy'e gittiler ve ona durumu izah etmeye çalıştılar.
Abdullah bin Übeyy dedi ki, "böylesine büyük bir işe halkım beni atlatarak
girişemez. Böyle bir şeyin olduğunu sanmıyorum."
Kureyşliler bu cevaplardan tatmin
olmadılar ve sürekli olarak tahkikat ve tetkikte bulundular. Bu
soruşturmalarının sonunda bir bi'atın yapıldığı kanısına vardılar. Nitekim,
Medineliler hac farizalarını tamamlayıp Mekke'den ayrıldıktan sonra, yol
alırlarken Kureyşlilerin bir grubu Ezâhir mevkiinde Hz. Sa'd bin Ubâde ve
Münzir bin Amr'ı yakaladı. Münzir kargaşa içinden kurtulmayı başardı, ama Sa'd
yakalanıverdi. Kureyşliler Hz. Sa'd bin Ubâde'nin ellerini arkaya bağladılar ve
saçından tutarak ve döverek Mekke'ye götürdüler.
Hz. Sa'd'ın ifadesine göre
Mekke'de kendisine eziyetler yapılırken bembeyaz, pembe, parlak yüzlü bir şahıs
kendisine geldi. (Bu şahıs Süheyl bin Amr idi). Bundan sonra Hz. Sa'd'ın
ifadesi şöyledir: "Ben zannettim ki, eğer bu insanlarda biraz insanlık
varsa o da bu adamdadır. Fakat o herif gelip yüzüme sert bir yumruk vurdu. Ben
kendi kendime dedim, "vallahi, bu hayvanlar arasında merhametli kimse
yoktur." Onlar beni yerde sürüyerek çekiyorlardı. Bir süre sonra bir
Kureyşli (Ebu'l-Bahteri bin Hişâm) bana gelip, "ey Allah'ın kulu, seninle
Kureyş arasında herhangi bir eman ve himaye sözleşmesi yok mudur?" Ben
dedim ki, "ben kendi memleketimde Cubeyr bin Mut'im ile Hâris bin Harb bin
Ümeyye bin Abd-i Şems'in ticaret kafilelerine eman verirdim. (İbni Sa'd,
Cubeyr'in yerine babası Mut'im bin Adiyy'in ismini yazmıştır). Bunun üzerine o
adam dedi ki, "sen bu adamların ismini bağıra bağıra söyle ve aralarındaki
yakınlığı anlatmaya çalış." Ben dediklerini yaptım. Sonra o adam
(Ebul-Bahteri) isimlerini verdiğim iki adamı aramaya çıktı ve onları Ka'be'de
buldu. Onlara dedi ki: "Hazrec'in bir adamı Ebtah (Mekke ile Mina arasında
Muhassab) vadisinde dövülüyor. Bu adam durmadan sizin isminizi sayıklıyor ve
diyor ki "onunla sizin aranızda bir eman sözleşmesi vardır." Onlar
dövülen kişinin adını sordular. O adam (Ebu'l-Bahteri) "Sa'd bin
Ubade" dedi. Bunu duyunca ikisi dedi ki, "vallahi o doğru söylüyor.
O, bizim tüccarlarımıza eman veriyordu ve bize kimsenin zulüm etmesine imkân
vermedi." Sonra ikisi geldi ve Hz. Sa'd'ı Kureyşli zalimlerin elinden
kurtardılar."
Vâkıdî'nin rivâyetine göre, Hz.
Sa'd'ın kaybolduğunu gören Ensâr kendisini aramak üzere geri döndüler, ancak
kısa bir süre sonra kendisinin kafileye gelmekte olduğunu gördüler.
32.1.15. Bi'at'ten Sonra Medine'de İslâm'ın Yayılışı
Ensâr, Mekke'den döndükten sonra
Medine'de İslâm'ı hızla yaymaya başladılar. Bu fedailer büyük bir coşku ve dini
duyguyla putları ve putperestleri yok etmeye çalıştılar. İbn Sa'd'ın verdiği
teferruatlı malumata göre Ebu Abs bin Cebr ile Ebu Bürde bin Niyâr, Beni
Harise'nin putlarını; Umâre bin Hazm, Es'ad bin Zürâre, Avf bin Afra', Salit
bin Kays ve Ebu Sırma, Beni Neccâr'ın putlarını; Ziyâd bin Lebid ve Ferve bin
Amr, Beni Beyâda'nın putlarını; Sa'd bin Ubâde, Münzir bin Amr ve Ebû Dücane
Beni Sâide'nin putlarını ve Mu'az bin Cebel, Sa'lebe bin Ğanâme ve Abdullah
bin Üneys, Beni Selime'nin putlarını kırmak için seferber olmuşlardı. Bu
seferberlik gösteriyor ki, müslümanlar Medine'de söz geçirecek hale
gelmişlerdi. Müslümanlar alenen putları kırıyorlardı ve kendilerine mani
olacak veya mukavemet edecek hemen hemen kimse yoktu.
Bu hususta İbni Hişâm ilginç bir
olayı dile getirmiştir. Rivayete göre Medine kabilelerinden Beni Selime'nin
lideri Amr bin Camuh, şirkine devam ediyordu. Halbuki, oğlu Mu'az bin Amr
müslüman olup Akabe bi'atına katılmıştı. Amr bin Camuh, evinde ağaçtan koca
bir put yaptırmıştı. Bu putun adı Menat idi. Bu tür özel putlar müşrik
reislerin saray, köşe ve evlerinde umumiyetle bulunuyordu. Amr'in oğlu ve
kabilesinin bazı diğer gençleri müslüman olduktan sonra Menat adlı putu gece
vakti çukura atıp üzerine çöp ve pislikler attılar. Sabah Amr kalkıp Menât'ı
yerinde bulamayınca çok üzüldü, bağırdı, çağırdı ve etrafta aradı. Nihayet,
onu çöplükte buldu. Onu geri getirdi, yıkayıp temizledi ve kokular sürerek
olduğu yere koydu. Fakat müslüman gençler bu işi adet haline getirdiler ve birkaç
gece bu işi tekrarladılar. Amr, her sabah kalkar, putunu arar ve kızgınlıktan
patlardı. Her defasında, "ah, ey Menat, seni bu hale sokan rezilleri bir
elime geçirsem..." diye söylenirdi. Bir gün aynı şekilde bu putu çukurdan
çıkardı ve yerine koydu. Boynuna da bir kılıç asarak; "sana bu muameleyi
yapanı bilmiyorum. Fakat senin biraz gayretin varsa bu kılıçla kendini koru"
dedi. Gece, gençler bu kılıcı çıkarıp bir yere koydular ve buna bir köpeğin
ölüsünü bağlayıp Beni Selime'nin bir kuyusuna attılar. Amr, adet üzere sabah
putunu bulamayınca onu aramaya çıktı. Nihayet onu bir kuyuda devrilmiş
vaziyette bir köpeğin ölüsüyle birlikte buldu. O zaman kabilesinin adamları
ona gelip yaptığı akılsızlığa dikkat çektiler. Onun da gözü açıldı ve huşû ve
huzu ile İslâmiyet'i kabul etti.
[1]
İbni Sa'd'ın belirttiği gibi Bu'as muharebesi Hicret'leri 6 yıl önce cereyan
etmişti. Bu'as bir mer'a veya yerin ismiydi; ki Medine'ye iki mil uzaklıkta
Benî Kurayza'nin oturduğu bölgede idi. Muharebede Evs kabilesinin reisi Hz.
Üseyd bin Hudayr'ın babası Hudayr'dı. Evs'in yanında Benî Kurayza ile Benî
Nadir yer almışlardı. Karşı tarafta ise Hazrec'in reisi Amr bin Nu'mân Beyadi
idi ve bunun yanında yahudilerden Benî Kaynuka' vardı. Muharebede Evs ve
müttefikleri zafer kazandı. Takat her iki taraf o kadar büyük zayiat verdi ki
ikisi de bu tür savaşlara fazla imkân vermemeyi ciddi olarak düşünmeye başladı.
[2]
Belâzurî, "Ensab ul-Eşrâf’ta Suveyd'in katlinin zaten Bu'as muharebesi
için zemin hazırladığını yazmıştır.
[3]
Akabe, Arapçada "tepe"ye denilir. Burada bahsedilen tepe, Minâ
bölgesinde ve Mekke yolunda bulunuyor.
[4]
Hâkim ile İbni Sa'd'ın rivâyetine göre o yıl Evs ve Hazrec'den 500 kişi hacca
gitmişti.
[5]
Teşrik günleri, Hac sırasında Minâ'da geçirilen süreye denilir.
[6]
Hu hatun sahte peygamber Müseyleme Kezzâb'a karşı savaşta oğlu Abdullah'ın
yanında idi. Bizzat savaşa katıldı ve, 12 yara aldı ve, bir kolunu kaybetti.
Bundan önce Müseyleme, onun başka bir oğlu Habib'i eziyet ederek ve kol bacak
keserek öldürmüştü. (İbn Hişâm, c. II, s. 108-109).
[7]
İbni Sa'd bunun bugün bir caminin bulunduğu yer olduğunu kaydetmiştir.
(Tabakat-ı İbni Sa'd, Beyrut baskısı, 1957, c. I, s. 221). İbn Sa'd H.S. 168'de
doğmuştu ve 230'da vefat etmişti. Bu demektir ki, bu yerde Hicret'in ikinci
yüzyılında bir cami vardı. 1936'da Muhammed Hüseyin Hey-kel'in "Kitabu
fî-menzîl-ul Vahy"de belirttiği gibi Hicaz'ı gezdi ve burada Mescid-ul
Akabe diye bir cami bulunduğunu gördü. Ne var ki bugün bu camiden herhangi bir
eser kalmamıştır.
[8]
İbni Sa'd, Ebû Râfi' Mevlâ'nın şu rivâyetini nakletmiştir: "Ben Hz.
Abbas'ın kölesiydim ve İslâm evimize girmişti. Hz. Abbas ve zevcesi Ümmül Fadl
ve ben müslüman olmuştuk. Ama Hz. Abbas, müslüman oluşunu gizli tutuyordu. Bedir
savaşından sonra kâfirlerin evlerinde matem varken biz sevinçten
uçuyorduk."
[9]
O devirde Evs ile Hazrec'in her ikisi de Hazrec diye çağrılıyordu.