Uyku
Uyumama Hastalığının Duası
Fatiha
Suresinin Hastaya Okunması
Yatmadan
Önce Hırsızlıktan Korunmak İçin Okunacak Dua
Zalimlerin
Zulmünden Kurtulmak Ve Bazı İhtiyaçların Teminini Kolaylaştırmak İçin Okunacak
Dua
Peygamberimizin
Sağlığında Görülen Ve Bundan Önce Zikredilmemiş Bulunan Fevkalade Rü'yajlar:
Peygamberlerinfazilet
Derecelerini Peygamberimizin Faziletleri İle Karşılaştırma
İdris
(A.S)’a Verilen Mucize Ve Özellik
Nuh
(A.S.Va Verilen Mucize Ve Özellikler
İbrahim
Halil (A.S.)’a Verilen Mucize
İsmail
(A.S.)’a Verilen Mucizeler
Yusuf
(A.S.Va Verilen Mucizeler
Musa
(A.S.)A Verilen Mucizeler
Davud
(A.S.)’a Verilen Mucizeler
Süleyman
(A.S.)’a Verilen Mucizeler
Yahya
(A.S.)'a Verilen Mucizeler
Sahih hadîste vârid
olan şudur: "Peygamber (s.a.vj, ashabından bazılarına, borçtan kolaylıkla
kurtulabilmek için şu duayı öğretmiştir:
"Ey yedi kat
göklerin ve ulu arş'm sahibi, bizlerin ve her şeyin sahibi bulunan Rabbim!
Dâneyi yaran, çekirdeği çatlatan (ve bu küçücük tohum ve çekirdeklerden sonsuz
nimet ve bereketler meydana getiren), Tevrat'ı, İncil'i ve Kur'ân'ı indiren
Allah'ım!... Ben, şer ve zararı bulunan her şeyden sana sığınırım! Her şeyin
durumu ve geleceği Senin elindedir... Sen, kendinden evveli olmayan, kendinden
sonrası bulunmayansın! Kendinden üstünü bulunmayan Zahir, kendinden daha yakını
bulunmayan Bâtm'sın! (Şüphesiz, ban^ benden daha yakınsın, beni benden daha iyi
bilensin!)... Borcumu ödemekte bana yardımcı ol, kolaylık ihsan eyle Rabbim!
Beni fakirlikten kurtarıp, zengin eyle Rabbim."
Peygamber Efendimiz'in
bu duayı kendisine talîm buyurduğu sahâbi, böylece ve samîmine duasını yaptı.
Böylece her şeye kadir olan Allah'a sığınıp, yalvarıp yakardı. Allah da o
kuluna, borcunu ödemesi hususunda yardımcı oldu da, borçtan kurtuldu.
Tirmizl'nin rivayet
ettiği bir hadîse göre de (ki bunu da Ali (r.a.) rivayet etmiştir) Peygamber
(s.a.v.), ashâbdan birine şöyle dua etmesini tâlim buyurmuştur:
"Allah'ım, helâl
mâl ile bana yeterlik ver de, asla harama düşmeyeyim! Allah'ım bana lutfunla
(helâlinden) zenginlik ver de, başkalarına muhtaç olmayayım!" O sahabî de
böyle dua etmiş, borcundan kurtulup helâle kanâat etme zenginliğine ermiştir.
(Mert veya nâmert hiç bir ferde muhtaç olmamıştır.) [1]
îbn-i Sa'd ve Beyhakî
Ebu'I-Aliye'den naklen Hâlid bin Velîd'in şöyle dediğini rivayet eder: Ben
Peygamber'e (s.a.v.) mürâcât ederek dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü,
geceleyin cinlerden biri ansızın gelip beni korkutuyor... Bana neyi tavsiye
edersiniz?" Peygamber Efendimiz de bana şu şekilde dua edip Allah'a iltica
etmemi tavsiye buyurdular:
"Allah'ım ben
Sana, Senin o iyi veya kötü hiçbir varlığın dışına çıkamıyacağı kelimât-i
tâmmeni vesile ederek, yeryüzünde gizlenen veya aşikâre olan, yeryüzünden
yukarı çıkan veya yukardan yeryüzüne inen serlerden sığınırım ve ansızın gelip
de beni korkutan şeyden de sığınırım... Ancak hayır ve iyilikle gelen hâriç...
Ey Rahman olan Rabbim, bütün bunlardan beni Sen koru..." [2]
îbni Sa'd, îmrân bin
Husayn'dan, babasının şöyle dediğini naklediyor: "Ben Peygamberin
(s.a.v.) yanından ayrılırken, ne dememi tavsiye edeceğini sormuştum. O da
bana: "Allah'ım beni nefsimin şerrinden koru ve bana doğru olana azmetmemi
nasîb eyle!" dememi tavsiye etti. Ben de bu şekilde söyledim. Ben, bu
şekilde söylerken henüz müslüman olmuş değildim. Fakat anîden müslüman olmak
kararma vardım ve müslüman oldum. Sevinerek Hz. Peygamber'e koştum ve durumu
kendisine müjdeledim..." [3]
îbni Sa'd Ebâ Bekir
bin Muhanımed'den nakleder. O şöyle demiştir: "Yılanlı Kayacıklar"
denilen yerde, Abdullah bin Sehl'i yılan sokmuş. Peygamber (s.a.v.) ise:
"Onu hemen Umara bin Hazm'a götürünüz" buyurmuş. Oradakiler demişler
ki: "Ey Allah'ın Resulü, o ölüyor!" Peygamberimiz de tekrar:
"Eğer siz onu Umara bin Hazm'a götürürseniz, o da ona okursa, Allah Teâlâ
kendisine şifâ verir" buyurmuştur. Onu hemen ona götürmüşler. O da onu
okumuş. Allah da şifâsını lütfetmiştir."
Yine Îbni Sa'd, Sehl
bin Ebû Has'ama'dan rivayet ediyor. O şöyle diyor: "İçimizden birini
'Yılanlı Taşlık" denilen yerde yılan sokmuştu... Amr bin Hazmın ona
okumasını istediler. O ise okumak istemedi. Peygamber Efendimiz oraya gelince
ondan izin istenildi. O da: "Bakayım ne okuyacaksınız! Okuyacağınız şeyi
bana arz ediniz" buyurdu. Arz ettiler... O da izin verdi." [4]
îbni Sa'd'ın bir
rivayeti de Abdurrahmân bin Sâbit'ten. O şöyle demiştir: "Halid bin Velîd
uyuyamamak hastalığına tutuldu. Halini Hz. Peygamber'e arzettiğinde o kendisine
şu tavsiyede bulundu. "Ey Hâlid, şu şekilde dua edip Allah'a
sığın:"Ey yedi kat göklerin ve onun altındakilerin, arzların ve onun
ü-zerinde taşıdıklarının Rabbi olan Allah'ım! Keza bütün şeytanların ve onların
yoldan çıkardıklarının Rabbi olan Allah'ım!... Sen benim komşum ve yoldaşım ol
da beni bütün yarattıklarının şerrinden koru! Senin komşuluğun altında onlar
bana karşı bir kötülük yapamaz, bana saldıramazlar... Senin komşuluğun ne güzel
ve ne büyüktür, Allah'ım! Ve Sen'den başka hiç bir ilâh yoktur!"[5]
Buharî ve Müslim Ebû
Saîd el-Hudrî'den rivayet ederler. O şöyle demiştir: "Ben, Peygamber
Efendimiz'in ashabından bâzıları ile seferde bulunuyordum... Arap
kabilelerinden birine uğramıştık. İçlerinden birini kuyruklu sokmuş, adam da
bu yüzden komaya girmişti... Bizim içimizden biri, bu adama Fatiha Sûresi'ni
okudu. Adam da Allah'ın izniyle şifâya kavuşup iyileşti." [6]
Beyhakî Harice bin
el-Salt'tan şöyle nakleder: "Amcam bir gün yoluna giderken bir kavme
rastlamış, içlerinden biri deli olduğu için, boyuna adamcağızı dövüyorlarmış.
Amcamı görünce demişler ki: "Şu zavallı adamı tedâvî edip iyileştirecek
bir şeyin var mı? Senin arkadaşın, (peygamberiniz) bütün insanlara iyilikle
gönderilmiş bir hayırlı kimsedir..." Amcam da, onların bu ricasını
kırmayıp üç gün müddetle ve her gün ikişer defa olmak üzere Fatiha Sûresini
okuyuvermiş... Hastaları da iyi olmuş. Bu sebeple amcama yüz koyun vermişler. O
da bunu Pey-gamberimiz'e sorduğunda: "Bâzısı batıl bir iş yaparak haram
yer, fakat sen hak olan bir iş yaptın, helâl olarak bunları ye!" cevâbını
almıştır..." [7]
Beyhakî îbni Abbas'tan
rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber (s.a.v.), Isrâ Sûresi'nin: "De
ki: îster yâ Allah diyerek ister yâ Rahman diyerek çağırın. Hangisiyle çağırıp
dua etseniz, nihayet Esmâ-i Husnâ (en güzel isimler) ancak onundur!...11
âyetiyle ilgili olarak şöyle buyurmuştur: "Bu âyetin yatmazdan önce
okunması, hırsızlık tehlikesine karşı, bir emniyet vesilesidir."
Peygamberimiz'in
zamanında, O'nun ashabından biri, yatmazdan önce bu âyeti okuyup yatmıştı...
Derken henüz o uyumadan evine bir hırsız girdi. Hırsız evde ne varsa toplayıp
çuvalına doldurdu. Çuvalı sırtlayıp kapıya vardı. Fakat kapı kapalıydı. Çuvalı
yere koyup kapıyı açmak istedi. Fakat, kapının açık olduğunu gördü. Kapı zâten
acıkmış diyerek çuvalını sırtına aldı, kapıdan çıkmak istedi. Fakat gördü ki
kapı kapalıdır. Bunu üç defa tekrarlamak zorunda kaldı. Çıkmaktan âciz olduğunu
anlıyarak hayretler içinde kaldı. Bu sırada ev sahibinin güldüğünü işitti...
Ev sahibi kendisine dedi ki: "Boşuna uğraşıyorsun, sen bu çuvalla bu evden
çıkamazsın... Çünkü ben bu evin etrafını kale ile çevirmiş durumdayım!"
Bunun üzerine hırsız, çuvalım boşaltarak evi ter-ketinek zorunda
kalmıştır..." [8]
İbni Sa'd, Ebân bin
Ayyâş'tan şöyle nakleder: Bir gün Enes bin Mâlik meşhur Haccâc-ı Zâlim ile
konuşurken, ona karşı biraz söylendi. Haccâc da kendisine kızarak: "Eğer
senin Resûlüllah'a (s.a.v.) hizmetin ve emira'l-müminmin senin hakkındaki bana
gönderdiği yazı olmasaydı, bana karşı böyle konuşmayı sana gösterirdim
ben!" dedi. Enes ona şu karşılığı verdi: "Ne istersen şöyle, amma sen
boşuna konuşuyorsun! Zira ben, bülûga erdiğim günlerimde idim. Bu sırada
Resûlüllah (s.a.v.) bana bâzı dualar öğretti ve sıdk u ihlâs ile bu şekilde
Allah'a dua ve niyazda bulunduğum takdirde, zâlimlerin zulmünden kurtulacağımı
ve bâzı ihtiyaçlarımın te'mîninde de kolaylıklar elde edeceğimi buyurmuştur.
Mü'minlerle
karşılaştığımda da, onların sevgisine mazhar olacağımı müjdelemiştir."
Enes'ten bu sözleri
duyan Haccâc: "Bana da bu duayı öğretsen olmaz mı?" dedi. Enes:
"Olmaz, zira sen buna lâyık değilsin!" cevâbını verdi. Bunun üzerine
Haccâc, iki oğluna iki bin dirhem vererek: "Bakınız, bir fırsatını bulup
bu duayı bu ihtiyardan öğrenmeye gayret ediniz!" diyerek Enes'in peşine taktı
ise de, onlar da bunu ondan Öğrenmeye muvaffak olamadılar... Vaktaki Enes'in
vefatına üç gün kaldı, bana dedi ki: "Ey Ebân, sana bu duayı Öğreteceğim,
fakat sen sakın bunu lâyık olmayan birisine öğretmeye kalkışma!" işte,
şimdi aklımda kaldığı kadarıyla Enes'in öğrettiği bu dua, aşağı-yukarı şu
merkezde idi:
"Allahü ekber,
Allahü ekber, Allahü ekber. Nefsim ve dînim üzerine bismillah, Allah'ın bana
verdiği her şey üzerine bismillah, isimlerin en hayırlısı bismillah! Kendisiyle
beraber hiçbir derdin zarar veremeyeceği bir isim olan bismillah. Ben, açışı
bismillah ile yaparım, ancak Allah'a tevekkül ederim! Ancak Allah'tır benim
Rabbim, hiç bir kimseyi ona ortak koşmam! Ey Allah'ım, senden başkasının asla
veremeyeceği hayrı istiyorum, senden. Senin övgün çok yücedir, komşuluğun da
çok büyüktür! Ve Senden başka ilah da yoktur! Beni Senin, koruman ve
komşuluğunda kıl, her kötülük ve serden, kovulmuş şeytandan hıfzeyle! Allah'ım,
yarattıklarından sana sığınıyorum. Ancak Senin korumana güveniyorum..."
(Bu duaya başlamadan önce, yedi defa Ihlâs Sûresi o-kunacaktır...) [9]
Hatîb-i Bağdadî,
Ruvâtü Mâlik adlı kitabında, îbni Ömer'den şöyle nakleder: Adamın biri,
Resûlüllah'a (s.a.v.) gelip: "Ey Allah'ın Resulü, dünyâ hiç benim yüzüme
gülmemektedir. Bana bu hususta bir dua öğ-retseniz!" diyerek mürâcatta
bulundu. Peygamberimiz de kendisine: "Meleklerin duasını, mahlûkâtm da
edip de bol nimet ve rızka kavuştukları tesbîhi, sen bilmiyor musun?"
buyurdu ve ona şu mealde bir tavsiye de bulundu:
"Tam tan yerinin
ağarmaya başladığı sırada, yüz defa şöyle söyle:
"Allah'a hamdeder
ve O'nun her nevî kusur ve ayıplarından münezzeh olduğuna inanırım! Çok büyük
ve yüce olan Allah'ım; gerçekten münezzeh ve mukaddestir! O'nu tesbîh ve tenzih
ederim!"
Bu şekilde yüz defa
Allah'a tesbîh ve tahmîdde bulun. Dünyanın senin de yüzüne güldüğünü, koşarak
sana geldiğini göreceksin!"
Adam, Peygamber
E^endimiz'in kendisine olan bu tavsiyesini aynen yerine getirdi. Bir müddet
sonra, yine Resûlüllah'ın huzuruna gelip: "Ey Allah'ın elçisi, dünyâ o
kadar koşarak bana geldi, o kadar zengin oldum ki, şimdi dünyâ malını nereye
koyacağımı bilemiyorum!" dedi." [10]
Buhâri îbni Ömer'den
rivayet eder. O şöyle der: "Peygamber'in (s.a.v.) ashabından bâzıları,
bâzı rüyalar görür ve bunu Peygamber Efendimiz'e arz ederlerdi. Resulüllah
Efendimiz de onların bu rüyası hakkında, Allah'ın dilediği bazı şeyler
söylerdi. Ben ise, henüz yeni yetişmekte olan bir genç idim ve Mescid'de yatar
kalkardım. Henüz evlenmediğim için, buradaki Ashâb-ı Suffe ile birlikte
kalırdım. Ashâbtan bâzılarının gördükleri o güzel rü'yalara imrendiğim için,
bir gün kendi kendime şöyle dedim: "Ey Abdullah, eğer sen de bir hayır
olsa idi, bu zâtların gördüğü gibi, sen de hayırlı bir rüya görürdün..."
Böyle düşündüğüm günün gecesinde, Allah'a dua edip yalvardım ve dedim ki:
"Ey Allah'ım, eğer bende bir hayır varsa, ben kuluna da hayırlı bir rüya
göster!"
İşte böyle dua edip
yattım ve uyudum... Rüyamda, ellerinde demirden kamçılar bulunan iki melek
geldi ve beni cehenneme doğru götürdüler... Ben, bu iki meleğin arasında
giderken, yine: "Ey Allah'ım, beni cehennemden koru!" diyerek dua
ediyordum... Derken karşıdan bir melek daha göründü, bana hitaben dedi ki:
"Hiç korkma, sen, namazı fazla kılansın, ne iyi insansın!" O da
bizimle gelerek nihayet cehennemin kenarına vardık... Cehennemin, bir kuyu gibi
kademe kademe aşağıya doğru derinleştiğini ve her kademede bâzı melekler
bulunduğunu gördüm... Onların da ellerinde demir kamçılar vardı. Bu
kademelerde de birtakım insanlar başı aşağı asılmış azâb olunmakta idiler...
Hatta içlerinde Kureyş'ten bâzı tanıdığım kimseleri de gördüm... Beni sağ
tarafa doğru götürdüler... Artık, cehennem gözümden kaybolmuştu..." Bu rüyamı
sabahleyin kardeşim Hafsa'ya anlattım... O da Resûlüllah'a anlatmış.
Resûlüllah da bana bu hususla ilgili olarak buyurdu ki: "Abdullah,
gerçekten iyi bir kişidir!" [11]
Buhârlyine Îbni
Ömer'den şöyle nakleder: Gördüğüm bir rüyada: Elimde bir ipek parçası
bulunuyordu ve ben cennette idim. Cennette nereye gitsem, bu ipek parçası da
uçup benimle beraber geliyordu. Ben bunu Hafsa'ya anlattım. O da Resûlüllah'a
anlatmış. Resûlüllah da ona: "Senin kardeşin iyi bir kimsedir"
buyurmuştur...
Buhârl, Abdullah bin
Selâm'dan nakleder. O şöyle demiştir: "Rüyamda ben, bir güzel bahçede
geziniyordum. Bahçenin tam ortasında bir yüksek direk vardı. Direğin üzerinde
de tutunulacak bir kulp vardı. Bana denildi ki: "Haydi ne duruyorsun, bu
direğe çık!" Ben de: "Buna gücüm yetmez!" dedim... O sırada taze
bir genç gelip elbisemden tutarak beni yukarı yükseltti... Baktım, tâ direğin
üzerindeyim... Oradaki kulpa sımsıkı tütündüm. Derken uyanıvermişim... Fakat
hâlâ elimle o kulpa tutunuyordum... Bu rüyamı, Resûlüllah Efendimiz'e anlattım,
o da bana hitaben: "Gördüğün bahçe, islâm bahçesidir! Direk de islâmın
direğidir. Direğin ucundaki kulp da, urve-i vüskâ'dır, islâmın kopmaz kulpudur!
Sen, hiç ayrılmadan ölünceye kadar İslama sarılıp tutunacaksın" buyurdu.
îbni Sa 'd, yine
Abdullah bin Selâm 'dan rivayet eder. O şöyle anlatır: "Ben, Peygamberin
(s.a.v.) zamanında bir rüya görmüştüm. Şöyle ki: Adamın biri bana gelip:
"Haydi bakalım, benimle gel!" dedi. Beni alarak çok geniş bir
caddeden götürmeye başladı. Yürürken, sola bir yol açıldı. Ben bu yola sapmak
istedim, yanımdaki adam ise: "Sen bu yolun adamı değilsin!" dedi.
Gitmeye devam ederken, bu sefer de sağa bir yol ayrıldığını gördüm ve bu yola
saptım, yanımdaki adam hiç itiraz etmedi. O-nunla birlikte giderken yalçın
kayalarla dolu bir dağa rastladık... Yanımdaki adam beni tutup o dağa öylesine
fırlattı ki, ben kendimi dağın zirvesinde buldum... Uçuruma yuvarlanmamak için
oradaki kulpa sımsıkı sarılmamı söyledi. Ben de sımsıkı ona tütündüm... Derken
uyanıvermişim... Ben, bu rüyamı Peygamber Efendimiz'e anlattım. O da bana dedi
ki: "Hayırlı bir rüya görmüşsün. Şöyle ki: Gördüğün o geniş cadde mahşer
yeridir. Giderken solunda arız olan yol ise, cehennemlik-
lerin yoludur. Sağma
açılan yol ise; cennetliklerin yoludur. Yalçın kayalıklarla dolu olan dağ,
şehîdlerin mertebesidir. Tutunduğun kulp ise, islâmın kulpudur, işte buna,
ölünceye kadar sımsıkı tutunmalasm." [12]
Beyhaki, Talha bin
Ubeydullah'ın şöyle dediğine dair bir haber nakletmiştir: Peygamber'e (s.a.v.)
Bülâ'dan iki adam geldi. İkisi birlikte müslüman oldular... Bunlardan biri,
diğerinden daha çok ibâdet ederdi. Bu daha çalışkan olan kişi, katıldığı bir
savaşta şehîd oldu. Diğeri de bir sene sonra vefat etti. Bu ikincinin
vefatından sonra idi. Rüyamda Cennetin kapısında imişim... Baktım bu iki kişi
de oradalar. Cennetten biri geldi; önce, bir sene geç vefat edeni çağırıp
cennete aldı. Sonra tekrar gelip ikincisini cennete aldı. Sonra gelip bana dedi
ki: "Sen geri dön, şimdilik senin cennete girmene izin verilmedi. Ben
bunu, ertesi gün insanlara anlattım. Onlar da bunu hayretle karşılayıp:
"Niçin, önce şehîd olanı cennete çağırmamıştır?" demek istediler...
Bu konuşulanların ü-zerine Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular: "Bu,
diğer arkadaşından bir sene daha fazla yaşayıp bu müddet zarfında fazlaca
namazlar kılmış, Ramazan'a yetişip oruç tutmuştur."
Yine Beyhakî, Ebû Sâid
el-Hudrî'den rivayet eder. O da şöyle anlatmıştır: "Rüyamda ben, Sâd
Sûresini okuyordum... Bu suredeki secde âyetine gelince, her şey secde etti. Bu
sırada Levh ve Kalemi de gördüm... Sabahleyin Resûlüllah'a (s.a.v.) giderek
rüyamı anlattım. O da buyurdu ki: "Bu âyet okunduğu zaman secde
edilsin!"
Buharî ve Müslim, îbni
Ömer'den rivayet ederler: Peygamber'in (s.a.v.) ashabından pek çoklan
rüyalarında, Kadir Gecesi'nin Rama-zan'm son yedi günü içinde bulunduğunu
gördüler... Bunun üzerine Resûlüllah (s.a.v.): "Görüyorum ki, rüyalarınız,
Kadir Gecesinin Rama-zan'ın son yedi günü içinde olduğu üzerine ittifak etmektedir.
O halde Kadir Gecesini taharri edecek (araştıracak) olanlar, onu Ramazan'm son
yedi günü içinde arasınlar" buyurdu. [13]
Darimî Ebû Ümâme'nin
şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Bir gün benim kardeşim rüyasında,
insanların uzun ve uçurum bir dağa doğru tırmandıklarını görmüş... Bu dağın
zirvesinde ise, iki ağaç varmış. A-ğaçlar, dağın zirvesine tırmanan insanlara:
"içinizde Bakara Sûresini okumasını bilen var mıdır? içinizde Al-i İmrân
Sûresini okumasını bilen var mıdır?" diye nida ediyorlarmış, içlerinden
biri: "Evet, bilenimiz vardır" diye ses verdiği zaman, bu iki ağaç o
adama yaklaşıp eğilmiş. Adam da o ağaçlara tutunmuş. Böylece dağın zirvesine
doğru yükselmiş..."[14]
Alimlerimiz demişler
ki: "Herhangi bir peygambere verilmiş bulunan bir mucize veya faziletin
bir benzeri veya onun daha büyüğü, mutlaka Peygamberimize de (s.a.v.)
verilmiştir." [15]
Burada buna bir misâl
olarak: Yüce Allah'ın Adem'i kendi eliyle yaratmış olmasını ve melekleri secde
ettirmiş ve esmayı öğretmiş olmasını zikredebiliriz... Alimlerin bâzıları
demişlerdir ki: "Bâzılarına göre, Adem (a.s.), işte bu sırada peygamber
olmuş ve meleklere peygamber o-larak gönderilmiştir. Onun mucizesi de, eşyanın
isimlerini meleklere haber vermesi olmuştur. Aynı zamanda Allah'ın kendisiyle
konuşması olmuştur.
Adem (a.s.)'a verilen
bu mucize ve özelliklerin benzerlerinin Peygamber Efendimiz'e de verilmiş
olmasına gelince: Evet, bütün bunların benzerleri Peygamberimiz'e de verilmiş
bulunmaktadır. Allah'ın kendisiyle konuşmuş olması mucizesi, bundan evvelki
"Isrâ ve Mîrâc" bahsinde geçmiştir. [16]
Meleklerin kendisine
secde etmesine gelince: Alimlerden bâzıları demişler ki: "Yüce Allah'ın:
"Allah ve melekleri Peygamber'e salât etmekte (O'nun şerefini
yükseltmekte) dir" [17]mealindeki
âyetiyle beyân buyurduğu özellik; meleklerin Adem'e secde etmiş olmaları özelliğinden,
iki yönden daha ileri ve daha geniş bir özelliktir. Şöyle ki: "Bir defa,
Adem (a.s.)'a âit bulunan bu özellik, olmuş ve geçip gitmiştir. Allah ve
meleklerin peygamberimize olan salâtlan ise; geçici değil, devamlıdır,
ikincisi: Adem'e secde edenler sâdece meleklerdi. Başkaları değil...
Re-sulüllah Efendimiz'e ise, Allah, melekleri ve mü'minler salât
etmekte-dirler..." [18]
Bilindiği üzere, yüce
Allah âyet-i kerîmesinde: "Biz onu yüce bir mekâna yükselttik"
buyurmuştur.[19] Peygamber (s.a.v.) de,
şüphesiz (Isrâ ve Mîrâc Gecesi), Kâbekavseyn makamına yükseltilmiştir." [20]
Bu hususta Ebû Nuaym
der ki: Nuh (a.s.)'a verilen mucizeler şunlardır: Duasının kabul buyurulması,
kavminin tûfân ile batmış olması... Bizim Peygamberimiz'e de duasının müstecâb
olması mucizesi verilmiştir ve bunun pek çok örnekleri vardır; Şöyle ki: Namaz
kılarken sırtına işkembe koyanlara beddua etmesi, kıtlık ve kuraklık
zamanlarında yağmur ve bereket için dua etmesi, kabul olunan
dualarmdandır."
Yine Ebu Nuaym der
ki:"Peygamberimizin Nuh (a.s.)'a üstünlüğü aşikârdır. Yirmi küsur sene
gibi pek kısa zamanda Peygamber Efendimize îmân etmiş olanların sayıları
binlere varırken, insanlar ferd ferd değil, fevc fevc onun dînine gelip
müslüman olurken; Nuh (a.s.) kavmi içinde dokuz yüz elli sene kalmış olmasına
rağmen, kendisine imân etmiş olanların sayısı yüzü bulmamakta idi. [21]
Ben derim ki: Nûh
(a.s.)'a verilen mucizeler arasında, gemideyken bütün hayvanların kendisine
itaat etmiş olduğunu da söyleyebiliriz... Keza ilgili bölümde geçtiği gibi,
Peygamberimiz'e de çok sayıda hayvanat itaat etmiştir." [22]
Ebû Nuaym, bu hususta
şöyle demiştir: "Hûd (a.s.)'a rüzgar mucizesi verilmiştir. Peygamber'e
(s.a.v.) de, Hendek Gazvesine âit bahiste geçtiği gibi, rüzgarla yardım ve
imdâd mucizesi verilmiştir."[23]
Ebû Nuaym der ki:
"Salih (a.s.)'a (dokunulması yasak) deve mucizesi verilmiştir. Peygamber'e
de (s.a.v.); devenin kendisiyle konuşması ve kendisine itaat etmesi mucizesi
verilmiştir." [24]
ibrahim (a.s.)'a
ateşten necat (ateşten yanmama) mucizesi verilmiştir. Peygamberimiz'e âit
benzeri bir mucize de, bundan önceki ilgili bölümde geçti...' Ayrıca îbrâhim
(a.s.)'a, "Hıllet" (Allah'ın Halîli, yâni dostu olma) mucizesi de
verilmiştir. Peygamberimiz'e de aynı mucize verilmiştir.
Nitekim İbni Mâce ve
Ebû Nuaym şöyle rivayet ederler. Amr bin el-As'ın oğlu Abdullah anlatıyor:
Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Allah, gerçekten İbrahim (a.s.)'ı halîl
edindiği gibi, beni de halîl edindi! Cennette İbrahim ile benim makamım,
yüzyüze olacaktır. Aramızda ise amcam Abbas bulunacaktır. Abbas iki halîl
arasında tam bir güven i-çinde bulunacaktır..." [25]
Ebû Nuaym, Ka'b bin
Mâlik'in şöyle dediğini rivayet eder: "Ben Peygamberden (s.a.v.) işittim.
O, vefatından beş gün önce şöyle buyurdu: "Allah, arkadaşınızı
(peygamberinizi), gerçekten halîl ittihâz etti!"
Yine Ebû Nuaym, İbni
Mes'ûd'dan da şu haberi nakletmiştir: Peygamber (s.a.v.) buyurdu: "Eğer
ben rabbim'den başka halîl edinseydim, şüphesiz Ebû Bekr'i halîl edinirdim!
Fakat sizin peygamberiniz, Allah'ın halîlidir!"
Ebû Nuaym der ki:
îbrahîm (a.s.), Nemrûd'a karşı üç türlü koruma ile korunmuştur. Keza ilgili âyetlerin
haber verdiği gibi, Peygamber E-fendimiz de müşriklere karşı pek çok kere
korunmuştur. Yine îbrâhîm (a.s.) Nemrûd'a karşı kesin delilini ortaya koyarak
onu susturmuş; ilâhî burhan ve hüccetleri zikrederek mağlûb etmiştir. Keza
Peygamber E-fendimiz de, Übeyy bin Halef gibi bu ümmetin nice nemrûdlarım ilâhî
beyan ve hüccetler serdederek susturmuştur. Nitekim Übeyy bin Halef bir
defasında Hz. Peygamber'e gelmiş ve elinde tuttuğu çürümüş kemiği ufalıyarak,
öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettiğini ortaya koymuş: "Bu çürümüş kemiği
kim diriltecek?" diyerek Allah'ın kudretine karşı meydan okumuştu... Yüce
Allah da bunun üzerine: "Kendi yaratılışını unutarak Bize bir mesel
verdi. "Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?" dedi. De ki:
"Onları ilk defa yaratan diriltecek! O, her yaratmayı bilendir!" [26]
mealindeki âyetlerini indirerek ona ilahî hüccet ve burhanını bildirdi, tşte
bu, dosdoğru ve apaçık bir burhandır..."
Ebû Nuaym, daha sonra
der ki: îbrâhim (a.s.), kavminin putlarını kırmıştı... Bizim Peygamberimiz de
kavmi Kureyş'in Kabe etrafına doldurdukları üç yüz altmış putu kınp yerle bir
etti. Ki buna dâir hadisin, Mekke'nin Fethi bölümünde geçtiğini hatırlatmış
olalım..."[27]
tsmâîl (a.s.)'a sabır
ve metanet mucizesi verilmiştir. Bu husus, bundan önce Peygamberimiz'in
göğsünün yarılması mûcizesiyle ilgili bölümde geçmişti... Peygamberimiz'e
verilen bu mucizenin, îsmâîl (a.s.)'a verilen sabır mucizesinden daha büyük
olduğu da orada belirtilmişti... Gerçekten de bu böyledir... Zira îsmâîl
(a.s.) Allah'ın emri istikâmetinde kurban olmaya rızâ göstermişti, fakat
kurban edilmemişti... Efendimiz'in bundan daha büyük bir sabır isteyen Göğsünün
Yarılması Mucizesi ise, aynen meydana gelmiş ve yaşanmış bir mucizedir.
Keza tsmâîl (a.s.)'a,
kesilmekten kurtuluşu için koç feda edilmişti. Efendimizin babası Abdullah'a da
kesilmekten kurtuluşu için yüz deve feda edilmiştir. îsmâîl (a.s.)'a Zemzem
verilmişti... Keza Efendimiz'in dedesi Abdül-Muttalib'e de, Zemzem'i yeniden
kazıp çıkarma verilmiştir, îsmâîl (a.s.)'a Arap dili verilmişti... Keza
Peygamberimiz'e de Arap-çayı en güzel ve üstün bir şekilde konuşmak
verilmiştir.
Bu hususta Hâkim'in
Cabir'den rivayeti şöyledir: "Resûlüllah E-fendimiz buyurdu: "Şu Arab
lisânı, bir ilham olarak îsmâîl (a.s.)'a verilmiştir!" [28]
Ebû Nuaym'in ve
başkasının Ömer'den rivayetleri ise şöyledir: "Ben bir gün Peygamber'e
(s.a.v.): "Ey Allah'ın Resulü, aramızda Arap-çayı en güzel ve üstün bir
şekilde konuşanımız sensin. Halbuki sen, A-rapçayı aramızda öğrenmiş de
değilsin" diye sordum. O'nun verdiği cevap ise şöyle olmuştur:
"îsmâîl (a.s.)'ın Arapçası zamanla bozulup u-nutulmaya yüz tutmuştu...
Cebrail (a.s.) gelip bana Arapçayı tâlim etmiştir."[29]
Cilrcâni, Emâlî adıyla
meşhur bulunan eserinde Ebu'l-Hasan Ah-med bin Muhammed tarikiyle ve
el-Tenûhî'ye kadar varan uzun bir se-nedle, şöyle bir haber zikreder:
"Yakûb (a.s.)'a, Yusuf un kardeşleri gelip "Onu kurt yedi"
dedikleri zaman; Yakûb (a.s.) bu kurdu çağırdı ve ona: "Sen, benim iki
gözümün nuru olan Yusuf umu yedin mi?" diye sordu. Kurt: "Asla, böyle
bir şey yapmadım!" dedi. Yakûb: "Peki sen nereden gelip nereye
gidiyorsun?" diye sordu. Kurt da: "Ben, Mısır'dan gelip Cürcân'a
gidiyorum" cevâbını verdi. Yâkûb tekrar sordu: "Cürcân'da senin ne
işin var?" Kurt da dedi ki: "Ben, senden önceki peygamberlerin:
"Her kim, bir dostunu veya yakınını ziyaret ederse, onun her adımı başına
bin hasene (sevaplı iş) verilir, bin günâhı bağışlanır, derecesi de bin derece
daha yükseltilir" demiş olduklarını işitmiştim... Benim yakınım olan
kurtlardan birinin Cürcân'da bulunması ve bu sevabı kazanmak arzusuyla oraya
gidiyorum..."
Yâkûb (a.s.),
evladlarını çağırıp: "Haydi bu hadîsi yazınız!" diye emretti. Kurda
da, anlattığı hadîsi tekrarlamasını istedi. Fakat kurt, bu teklifi kabul
etmedi. Yâkûb'un, niçin kabul etmediğini sorması üzerine de: "Ben bunlara
karşı bu hadîsi söyleyemem, zira bunlar günahkârdır!" cevâbını
verdi."
Bundan önce geçtiği
gibi, Peygamber Efendimiz'e de, kurt ile konuşma mucizesi verilmiştir. Ebû
Nuaym der ki: "Yâkûb'a, sabr mucizesi de verilmişti. Yusuf un firakı
üzerine neredeyse üzüntüsünün şiddetinden tükenip öleyazmıştı... Fakat
sabretti. Keza Peygamberimiz de, oğlu tbrâhîm'in ansızın ölümü ile karşılaştı,
başka oğlu olmadığı halde buna sabredip razı oldu. Böylece O'nun sabrı,
Yâkûb'un sabrından daha üstün oldu..." [30]
Ebû Nuaym der ki:
Yusuf (a.s.)'a verilen mucize, onun bütün nebî ve resullerden ve hattâ bütün
insanlardan daha güzel olması idi. Bizim Peygamberimiz'e verilmiş bulunan
güzellik ve cemâl ise, hiç bir kula verilmemiş derecede idi. Yusuf (a.s.)'a
verilmiş bulunan güzellik ile, peygamber efendimiz'e verilmiş bulunan güzellik,
eğer karşılaştırılacak olursa; güzelliğin tamâmının sevgili ve güzel
Peygamberimiz'e, bunun yansı kadarının da Yusuf (a.s.)'a verilmiş olduğunu
söylememiz gerekir [31]
Yusuf (a.s.), ana-b ab
asından ve vatanından ayrılmak zorunda bırakılmıştı... Peygamber Efendimiz de,
ev halkını, yakınlarını ve dostlarım bırakarak vatanından hicret etmek zorunda
kalmıştır. Fakat O'nun bu hicreti hiç şüphesiz Allah'a olmuştur." [32]
Mûsâ (a.s.)'a taştan
su fıştırtmak mucizesi verilmiştir. Bu önceki bölümlerde (Peygamberimiz'in
peygamberliğinin ilk günleriyle ilgili bahiste) geçtiği gibi, Peygamber
Efendimiz için de vâki olmuştur. Ayrıca sevgili Peygamberimiz'in mübarek
parmaklarından da su fışkırdığı malumdur.
Ebû Nuaym der ki:
Peygamberimiz'in bu mucizesi, Musa (a.s.)'m taştan su fışkırtması mucizesinden
daha büyüktür... Zira taştan su fışkırması, örf ve adettendir. İnsan elinin
(ki o et, kan ve kemiktendir) su fışkırtması daha önceleri görülmüş bir şey
değildir." [33]
Mûsâ (a.s.)'a verilen
mucizeler arasında, bulutun gölgelendirmesi de vardır. Bunun benzerinin
Peygamberimize de verildiğine dâir, bâzı hadîsler, daha önce geçmişti... Yine
Musa (a.s.)'a asâ mucizesi verilmiştir. Keza Peygamberimiz'e de, kuru kütüğün
kendisinden ayrılması sebebiyle inlemesi mucizesi verilmiştir. Musa'nın
asasının ejderhâya çevrilmesine karşılık da Peygamber Efendimiz'e, Ebu Cehli
korkudan titreten azgın deve mucizesi verilmiştir. Ayrıca Musa'ya yed-i beyzâ
mucizesi verilmiştir ki, elini yakasından çıkardığı zaman bembeyaz parlardı.
Keza Peyganıbe-rimiz'in ashabından Tufeyl'e de bunun bir benzeri,
Peygamberimiz'in hürmetine, yüzünde kandil gibi parlayan bir nûr verilmişti. O,
bunu yanlış anhyacaklarından çekinerek dua etmişti de, bu nûr eline geçmişti.
Nitekim bu, onun müslüman oluşuyla ilgili kısımda anlatılmıştır.
Musa (a.s.)'a verilen
mucizelerden biri, denizin kendisi için yarılması, bir diğeri de Mennu-Selvâ
idi. (Yani gökten yağan kudret helvası ve bıldırcın eti). Birincinin benzeri
olarak Peygamberimiz'e Mirâc gecesi, yerlerin ve göklerin yarılması mucizesi
verilmiştir. Diğerinin benzeri o-larak da, Allah yolunda cihadın semeresi
olarak bol bol ganimetler verilmiştir.
Musa (a.s.)'m kavmi
itaat etmeyince, o da onlar için beddua edip tufan, çekirge, kurbağa, kan ve
çeşitli haşerat ile terbiye edilmelerim istedi. Bunun Peygamberimiz'de olan
benzeri de, kavminin Yusuf (a.s.)'m seneleri kadar kıtlık ve kuraklık içinde
kalmaları için olan dua-sıdır.
Musa (a.s.) Rabbi'ne
olan münâcatmda: "Yâ Rabbi, sen razı olasın diye sana çabuk geldim!"
dedi. [34]
Muhammed (a.s.) içinse
yüce Allah şöyle buyurdu: "-Habibim ü-zülme!- Rabbin sana verecek ve sen
razı olacaksın!" [35]
Diğer bir ayet-i
celilesinde de yine Peygamberimiz için yüce Allah şöyle buyurmuştur:
"-Habibim, merak etme!- Elbette biz seni, hoşlanacağın bir kıbleye
döndüreceğiz." [36]
Yüce Allah Musa
(a.s.)'a hitaben: "Ey Musa, sen gözümün önünde büyüyesin diye senin
üzerine tarafımdan bir sevgi koydum." [37]
Bizim Peygamberimiz
için ise yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Sen onlara de ki: Eğer Allah'ı
seviyorsanız, bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin!" [38]
Ebû Nuaym der ki:
Dâvud (a.s.)'a, dağların kendisiyle beraber o-kuyup Allah'ı teşbih etmesi
mucizesi verilmiştir. Bunun benzeri olarak da Peygamberimiz'e kum danelerinin,
sofradaki yiyeceğin teşbih etmeleri verilmiştir. Nitekim bu, daha önceki
ilgili bölümde anlatılmıştır. Keza Davud (a.s.)'a kuşların teshiri (itaat
ettirilmiş olması) mucizesi verilmiştir. Peygamberimiz'e de bu kabil
mucizelerin verilmiş olduğu hususu, önceki ilgili bölümlerde geçmiştir. Ayrıca
Davud (a.s.)'a "Demirin yumuşatılması" mucizesi verilmiştir. Keza
Peygamberimize de taşın ve kayanın yumuşatılması mucizesi verilmiştir.
(Burada
söylediklerimizin tamamı da, Ebû. Nuaym'ın kelamıdır)[39]
Yine Ebâ Nuaym der ki:
"Süleyman (a.s.)'a büyük bir mülk (hükümdarlık) verilmiştir.
Peygamberimize (s.a.v.) de gerçekten çok büyük bir mülk verilmiştir. Ki bu,
Süleyman (a.s.)'a verilmiş olan mülkten de daha büyük idi. Yeryüzünün bütün
hazineleri dahi ona verilmiş bulunuyordu.
Süleyman (a.s.)'a
"rüzgarın teshiri" mucizesi de verilmişti. Keza Peygamber Efendimiz'e
de, bundan daha büyüğü verilmiştir. Süleyman (a.s.), kendisinin emrine verilen
rüzgar sebebiyle, sabah gidişi bir aylık yol, akşam dönüşü de bir aylık yol olan
mesafeye bir günde gider ve dönerdi. Peygamber Efendimiz ise, gecenin üçte
birinden biraz daha az olan bir zaman içinde, Burak'ın üzerinde, elli bin
senelik mesafeye gidip gelmiştir, (Isrâ ve Miraç gecesinde.) Teker teker
semâlara yükselip girmiş, pek acaib tecellilere mahzar olmuş, cennet ve
cehennemi de görmüştür (ki bunlar, Süleymam (a.s.)'a verilen rüzgarın teshiri
mucizesiyle kıyas kabul etmiyecek kadar büyük ve şümullü olan mucize ve
tecellilerdir.)
Süleyman (a.s.)'a bir
de "cinlerin teshiri" mucizesi verilmiştir. Cinler, ona itaat etmek
istemez, o da onları bağlar ve zorlardı. Sonunda cinler de kendisine itaat
ederlerdi. Peygamber Efendimiz'e ise cinler, diğer cinlerin temsilcileri ve
elçileri olarak gelmişler, bir zorlama ile değil kendi istekleri ile gelip
imân etmişlerdir. Dönüşlerinde de tslâm'ın temsilciliğini yapmışlardır.
Cinlerin kafirleri yani şeytanlar da Pey-gamberimiz'e itaat etmek zorunda
kalmışlar, ona yapmak istedikleri kötülüğü de asla yapamamışlardır. Hatta bir
defasında büyük şeytan gelip Efendimiz namazını kılmakta iken, Efendimiz'e
zarar vermek istemişse de zarar verememiştir. Efendimiz de onu Mescidin
direğine bağlayıp, bu kötü kasdı sebebiyle insanların huzurunda onu rezil etmek
istemişse de, bundan vazgeçip onu serbest bırakmıştır.
Süleyman (a.s.)'a
verilerT'mucizelerden biri de, kuşların mantığını yani konuşmasını anlaması
idi. Peygamber Efendimize de, bazı kuşların değil, bütün hayvanların halinden
ve dilinden anlama mucizesi verilmiştir. Fazladan olarak da, ağaçlar, taşlar
ve asâ ile konuşma mucizeleri verilmiştir ve bunlar, bundan Önceki kendi
bölümlerinde belirtilmiş bulunuyor.[40]
Ebû Nuaym der ki:
"Yahya (a.s.), daha sabi iken, kendisine hüküm verilmiştir. Herhangi bir
günahı olmamasına rağmen, sürekli ağlayıp gözyaşı dökerdi ve birbirine ulayarak
oruç tutardı. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz'e ise, şüphesiz bundan daha
faziletli olanı verilmiştir. Zira Yahya (a.s.), putlara ve suretlere tapılan
bir cahiliye içinde değildi. Peygamberimiz ise, câhiliyenin en koyusu içinde
bulunduğu halde kendisine büyük bir hikmet ve hüküm verilmiştir. Kendisi sabi
olmasına rağmen, puta tapanların içinde büyümesine rağmen; onların putlarından
hiç birine rağbet göstermemiştir! Onların bayram ve merasimlerinden hiç birine
katılmamıştır. Kendisinden hiç bir zaman bir yalan işitilmediği gibi, çocukça
bir hareket, yalana ve batıla ufacık bir meyli dahi görülmemiştir. Tuttuğu
oruçları ise, ertesi günün orucuna ulardı. (Fakat ümmetine bunu yasaklamış,
onların böyle yapmalarına izin vermemiştir.)
Ve sevgili
Peygamberimiz buyururlardı ki:
"Ben, öyle bir
halde gecelerim ki, Rabbim bana bu esnada yedirir ve içirir! Sizler, bazı Özel
hallerimde kendinizi bana kıyâs etmeyiniz! [41]
Keza Peygamber
Efendimiz de çok ağlardı. Bazen öyle ağlardı ki, mübarek göğsünün sanki kazan
kaynıyormuş gibi ses çıkardığı olurdu.
Yine Ebû Nuaym der ki:
"Eğer denilirse ki: 'Yahya (a.s.), malum hasur idi. Hasur, kadınlarla bir
ilgisi bulunmayan (hiç evlenmemiş olan)dır. Acaba bu hususta ne diyeceksiniz?"
Biz buna karşı deriz ki: "Bizim peygamberimiz, bütün insanlığa son
peygamber olarak gönderilmiştir. Halkın kendisine uymaları için evlenmekle
emrolunmuştu. Zaten insanların fıtratına uygun olan da budur."[42]
Yüce Allah bu hususta
şöyle buyurdu: "Allah onu îsrâil oğullarına elçi olarak gönderecek. O da
onlara: "Ben size Rabbi'nizden bir mucize getirdim: Ben, çamurdan kuş
şeklinde bir şey yapar, ona üflerim, Allah'ın izniyle hemen kuş oluverir; körü
ve alacalıyı iyileştiririm; evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size
haber veririm" der." [43]
İşte bu âyet-i
celilede îsâ (a.s.)'a verilen mucizeler, bildirilmektedir. Daha önce
zikredildiği veçhile, Peygamber Efendimiz'e de bu kabil mucizeler verilmiş; o
da hastaları iyileştirmiş, azası sakatlananların azalarını düzeltmiştir. Bedir
ve Uhud Gavzelerinde gözü sakatlanan Katade'nin gözünü iyileştirmiş, Hayber
Gazvesinde gözleri hasta olan Ali'nin gözlerini iyi etmiştir. Bunlar, daha önce
ilgili bölümlerinde ve Peygamberimiz'in "gaybi haberleri" bölümünde
geçmiştir.
Ebû Nuaym, İsa
(a.s.)'m çamurdan kuş yaratması mucizesine benzer bir muci?e olarak,
Peygamberimiz'in, ashabından birinin elindeki hurma dalım demirden bir kılıca
çevirmesi mucizesini zikreder. Nitekim buna dair bilgi, Bedir Gavzesi'ne ait
bölümde geçmişti. [44]
Yüce Allah şöyle
buyurur: "O (Isâ), beşikte ve yetişkinlikte insanlarla konuşacak,
iyilerden olacaktır." [45] Keza
bizim Peygamberimiz'e de böyle bir mucize verilmiş olduğuna dair bir rivayet;
Peygamberimiz'in doğumuyla ilgili bölümde geçti idi. [46]
Hâkim'in îbn
Mes'ud'dan rivayetine göre, îsâ (a.s.) doğduğu zaman, yeryüzünde ne kadar put
varsa, hepsi yüzüstü yere düşmüştür. Keza benzeri bir mucizenin Peygamberimiz'e
de verildiğine dair ilgili rivayet, ait olduğu bölümde geçmişti. [47]
îsâ (a.s.)'a verilen
mucizeler arasında zikredebileceğimiz, bir de onun semaya kaldırılmış
olmasıdır. Ebû Nuaym bu hususta der ki: "Bu, bizim Peygamberimiz'in
ümmetinden bazılarına da kısmet olmuştur. Bu meyanda Amir bin Füheyre'yi,
Hubeyb'i ve Alâ bin el-Hadrami'yi söyleyebiliriz. Nitekim, bu da önceki
bahislerde geçmiştir." [48]
[1] Bazı eserlerde, aşağı-yukarı buna yakın bir duanın;
cuma namazının farzından selâm verdikten sonra: Fatiha, İhlâs ve
Muavvizeteyn'ın yedişer defa okunmasından sonra (ki bunlar da İlgili hadislerde
tavsiye edilmiş, müellifimiz de Camıu's-Sağır'da "bu hadis ha-sendir"
demiştir) okunması da tavsiye edilmiştir. (Şerhu Bidâyetu'l-Hıdaye, 105,
Matbaa-ı Behiyye, 12917.
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,
Uysal Kitabevi: 2/333.
[2] Bu dua, Cebrail (a.s.)'ın inip Peygamberimizi
öğrettiği ve Peygamberimiz'in kendisi için de okuduğu duanın aynıdır.
[3] Bu hadisin aslı şöyledir: Peygamberimiz İmran'a:
"Sen kaç ilâha tapıyorsun?" diye sordu. Imran da: "Yedi ilâha:
Biri gökte, altısı da yeryüzünde" dedi. Peygamberimiz: "Bir korkun
veya dileğin olsa, hangisine yönelirsin?" dedi. Imrân:
"Göktekine" cevabını verdi. Peygamberimiz: "Öyleyse her zaman
göktekine ibâdet et, yeryüzündekileri bırak" buyurdu. Sonra, yukarıdaki o
iki dua cümlesini öğretti.
[4] Peygamberimiz, böylece hastalara okunan duaları
kontrol eder, uygun olanlarına, yani şirk bulunmayanlarına izin verirdi.
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,
Uysal Kitabevi: 2/333-334.
[5] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve
Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/334-335.
[6] Hastaya fatiha okuyan, Ebu Said'in kendisi idi.
[7] Bu hususta sah'h olan, az önce geçen Ebû Said
hadisidir
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,
Uysal Kitabevi: 2/335.
[8] Allame İbni Kesir, isrâ Sûresi'nin bu ve bundan
sonraki son âyetini tefsir ederken demiştir ki: "Rivayet edilmiş bulunan
bir hadise göre, Peygamber (s.a.v.), bu son ayet hakkında: "Bu ayet,
Allah'ın izzetini, büyüklüğünü bildirdiği için "Ayetü'l-lzz'dir!"
diye buyurmuştur. Bazı eserlerde de: "Bu âyet, herhangi bir evde,
yatmazdan önce okunacak olursa, o gece o eve hırsızlarım veya başkalarının bir
zarar vermemesine vesile olur!" denilmiştir. Daha doğru olanını bilen,
şüphesiz Allah'tır."
İşte, İbni Kesir
merhumun tefsirinde, mezkur ayetin, hırsızlık tehlikesine veya başkaca bir
fitne korkusuna karşı bir emân olması hakkında söyledikleri bunlardır. Yâni o
bu hususu: "Daha doğrusunu Allah bilir diyerek noktalamış, fakat
ehl-İ-hadisce malum ve maruf bulunan bir sened zikretme m iştir.
(Dikkat edersek, muhakkık'ın bu sözlerinin müfessir İbni Kesifin:
"Bazı eserlerde..." diyerek başladığı ve Isrâ Sûresinin sondan ikinci
ayetinin "hırsızlık tehlikesine karşı bir emân" olduğu üzerindeki
rivayetle ilgilidir. Yoksa bu Sûrenin son ayetinin "Ayetül-lzz"
olduğu rivayeti üzerinde değildir. Zira bu; İmam-ı Ahmed tarafından rivayet
edilmiştir. Râvisi de malum ve maruftur: Ashab'ın Ehl-i Bedir olanlarından biri
konuşmaya başladı mı, hemen bu Tevhıd ve İzz Ayetini talim buyururdu.)
(Bakınız; İbni Hişam, 2/365 ve Kur'an-ı Hâkim ve Mea!-ı Kerim, 2/532) (m.)
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,
Uysal Kitabevi: 2/335-336.
[9] Zehebi'nin el-Mizan'da bildirdiğine göre, bunun ravisi
olan Ebân, bir ravi olarak zayıf ve metruktür. Şube onun hakkında gayet ağır
konuşup: "Eşeğin idrarını içmek, benim için Ebân'dan rivayette bulunmaktan
daha hafiftir!" demiştir. Onun zayıf ve metruk olduğunu bildirenler
meyanında Yahya bin Main de vardır. Ebû Uvâne de onun hakkında: "Ebân'ın
rivayet ettiği pek çok hadisi toplayıp yazdım. Fakat ben, ondan hadis
nakletmeyi helal görmem" demiştir. İmam Nesaİ de, onu metruk
sayanlardandır
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,
Uysal Kitabevi: 2/336-337.
[10] Şaşılacak şey, doğrusu! Hiçbir mü'min, dünya malını
nereye koyacağını bilmez olur mu? Allah ve Resulü, nereye konulmasını
emrediyorsa, oraya kor, nereye ve nasıl harcanmasını emrediyorsa, o şekilde
harcamasını yapar. Zekâtını ve diğer hak sahiplerini1" hakkını verir,
akrabasına iyilikte bulunur, müslüman kardeşlerinin çeşitli sıkıntılarında onların
imdadına yetişir ve gerektiğinde devletine de yardımcı olur.
Hiç şüphesiz muhakkık'ın bu sözleri doğru ve güzel şeylerdir. Fakat,
yukarıdaki rivayet eğer sahih ise, ilgili zatın (sahabinin) bu sözünde de
şaşılacak bir şey yoktur. Zira o zat (acele edilmezse güzelce anlaşılacağı
veçhile): "O kadar zengin oldum ki, malımı nereye koyacağımı
bilmiyorum" derken, gerçekten bunu bilmediğini değil, sadece kısa zamanda
zengin olduğunu kastetmiştir.) (M.)
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,
Uysal Kitabevi: 2/337-338.
[11] Bazı rivayetlerde: "Abdullah, eğer gece namazını
çok kılsa, ne iyi bir kimse" denilmiştir, imam-ı Zührİ, Abdullah'ın bundan
sonra gece namazlarını çoğalttığını söyler.
[12] Bazı rivayetler de: “Sen ise, bu şahidlik mertebesine
nail olmayacaksın!” buyurulmuştur.
[13] Bazı hadislerde ise: "Siz onu, Ramazan'ın son
yodi gününün tek olan günlerinde arayınız" buyurulmuştur
[14] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve
Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/338-340.
[15] Bunu söyleyenin, imam-ı Şafii olduğunu zannediyorum.
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,
Uysal Kitabevi: 2/341.
[16] Eşyanın
isimlerinin kendisine öğretilmiş olması, Hz. Adem'e has idi ve Adem
(a.s.)'ın böyle bir özelliği bulunmasından, onun diğer peygamberlere üstünlüğü
de icab etmez. Zira hususiyet, afdaliyet iktiza etmez, ittifakla sahih olan
şefaat hadisine göre, İlk resul, Nuh (a.s.)'dır.
[17] Ahzab suresi, 56
[18] Salat İle secde arasında karşılaştırma yapmak, kolay
bir iş değildir. Karşılaştırma, ancak aynı cinsten olan iki şey arasında olur.
Fakat bu hususta Peygamberimiz'e verilmiş bulunan hususiyetin, daha büyük
olduğu da meydandadır
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,
Uysal Kitabevi: 2/341.
[19] Meryem suresi, 57
[20] Allah'a yakınlığın en yüksek derecesine ermiştir
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,
Uysal Kitabevi: 2/342.
[21] Hz. Peygamberin vefatı üzerine Ömer'in okuduğu
mersiyede de, bu mealde sözler bulunmakta idi
[22] Nûh (a.s.)'ın asıl özelliği, ilk resul olması ve
beşeriyetin Tufan'dan sonra, ikinci atası olmasıdır.
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,
Uysal Kitabevi: 2/342.
[23] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve
Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/342.
[24] Burada elinde kum tanelerinin teşbihi, kuru kütüğün
inlemesi, parmaklarından su fışkırması gibi mucizelerin zikredilmesi, daha
güzel olurdu.
Celaleddin es-Suyuti,
Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/343.
[25] Peygamberimizin Allah'ın Halili olduğunda hiç şüphe
yoktur. Fakat buradaki "Abbas'ı da zikreden" ibni Mâce'nİn rivayeti
sahih değildir. Nitekim el-Fevaid'de, bunun mevzu olduğu bildirilmiştir. İbni
Adiyy de: "İbni Mâce'nin rivayet ettiği bu hadisin aslı yoktur"
demiştir.
[26] Yasin suresi, 78-79
[27] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve
Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/343-344.
[28] İsmail (a.s.)'dan Önce de arapça vardı. Fakat o, bunu
kendinden öncekilerden daha İyi konuşuyordu.
[29] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük
Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/344.
[30] Bu rivayetin senedleri tamamen meçhuldür. Kurdun bu
şekilde, önceki peygamberlerden hadis nakletmesi hikayesi, bir masaldan
ibarettir.
Efendimiz'in diğer peygamberlere üstünlüğü ise, O'nun Allah'a
kulluğunun, Allah yolunda cihadının büyüklüğü, bu uğurdaki sabtr ve
tahammülünün üstünlüğü, ahlaki güzelliklerinin tamam oluşu gibi
hasletleriyledir.
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,
Uysal Kitabevi: 2/345.
[31] O'na, güzellikle beraber, heybet ve ululuk da verilmiş
olduğundan, dikkatle bakıp da doymak mümkün olmazdı.
[32] Yusuf (a.s.)'ın, ana-baba ve vatanından ayrılması, bir
mihnet ve dünyevi hadise idi. Peygamberimiz'in hicreti ise, Allah uğrunda idi.
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,
Uysal Kitabevi: 2/345-346.
[33] Bunu, "Öyle taş da vardır ki, yarılır da
kendisinden şırıl şırıl su akar" mealindeki ayetten de anlıyabilirız.
[34] Tahâ suresi, 84
[35] Duha suresi, 5
[36] Bakara suresi, 144
[37] Tahâ suresi, 39
[38] Al-i İmran suresi, 31
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,
Uysal Kitabevi: 2/346-347.
[39] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve
Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/347.
[40] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve
Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/348.
[41] Bazı alimler, bu hadisi, te’vil etmeyip zahiriyle
almışlardır. Bazıları ise teVil etmişler ve: "Rabbim beni yedirir,
içirir" buyurmuş olmasının manası; Yüce Allah'ın o'nun kalbine dilediği
ilim ve marifetleri indirmesidir. Bu ilâhi bilgi ve marifetler onu maddeten
yemek-içmek ihtiyacından da doygun kılar. Bunlara ihtiyaç duymaz"
demektir. Nitekim İbni Kayyim de Zâdü'l-Meâd adlı kitabında bunu tercih
etmiştir.
[42] Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve
Büyük Özellikleri, Uysal Kitabevi: 2/348-349.
[43] Al-i İmran suresi, 49
[44] Evet, Peygamberimiz Ukkâşe bin Mıhsan'a, kılıcı
kırıldığı zaman bir çubuk vermiş, kılıç yerine kullanmasını emretmişti. O da
bunu kılıç gibi sallayınca kılıca dönüvermiş, Ukkâşe de onu kılıç olarak
kullanmıştı.
[45] Al-i imran suresi, 46
[46] Bu, sabit değildir. Bunu daha önce de belirtmiştik.
[47] Bunun da sahih bir rivayetle gelişi, tesbît
edilmemiştir.
[48] Evet İsâ (a.s.) göğe çıkarılmıştır ve diri olarak
çıkarılmış, diri olarak da gökteki hayâtını sürdürmektedir. Nihayet ahir
zamanda semâdan yeryüzüne inecek, büyük Deccâli öldürecek ve kendisi de
yeryüzünde vefat edecektir. Aslında İsa'nın semâdan inişi de, kıyametin belli
başlı alâmetlerinden biri olacaktır. Nitekim Yüce Allah, ilgili âyet-i
celilesınde şöyle buyurmaktadır: "O (İsâ), kıyametin kopacağını gösterir
bir İlimdir (işarettir). Sakın o saatin geleceğinde şüphe etmeyin."
(Zuhruf, 61).
Peygamberimizin ümmetinden bazı kimselerin d© semâya kaldırılmış
olmalarına gelince: Mesela Amir bin Füheyre; melekler onu, müşriklerin eli ona
ulaşmasın diye yukarı kaldırmıştır. Fakat semâya değil. Yani semâ tarafına
kaldırıp hava boşluğunda tutmuşlar, sonra yere indirmişler ve onu toprağa
defnetmişlerdir. Hubeyb'e gelince: Hubeyb'i müşrikler asmıştı. Fakat Amr bin
Ümeyye ed-Damri, müşrikler farkına varmaksızın onun cesedini yüklenip kaçırmış
ve kendince malûm olan yere defnetmiştir. Alâ bin el-Hadrami'ye gelince: Bu da,
el-Meârİf müellifinin orada zikrettiği gibi, Temim Diyarının Tıvas denilen
kısmında vefat etmiştir.
Celaleddin es-Suyuti, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,
Uysal Kitabevi: 2/349-350.