Hz. Peygamber'in, hicri 10. yılda
yaptığı Veda Haccı'nda sayıları yüz on dört bini bulan hacıya hitaben irad ettiği hutbe. Peygamber (s.a.s) bu son hutbesinde,
bundan sonra bir daha haccedemeyeceğini bildirip vefatının yaklaştığını ima
ettiği, sonraki gelen günler de onun bu sözlerini doğruladığı için bu hacca
Veda Haccı, bu hac esnasında irad ettiği hutbeye de
Veda Hutbesi adı verildi. Veda Hutbesi her ne kadar tek bir hutbe imiş gibi
kabul edilmekteyse de, gerçekte bu hutbe, Arafat ta, Mina
da ve bir gün sonra yine Mina'da olmak üzere arafe günü ile bayramın birinci ve ikinci günlerinde parça parça irad edilmiştir (Tecrid-i Sarih, Terc. X, 396). Değişik yer ve
zamanda irada buyurulduğu için de hutbe, birçok kişi
tarafından birbirinden farh şekillerde rivâyet edilmiş; kişinin ya da grubun duyduğunu diğerleri
işitmediğinden, hutbenin tamamının biraya toplanmasında bu farklı rivâyetlerden
yararlanılmış ve daha sonraki yıllarda bu üç ayn yer
ve zamanda buyurulan hutbe tek bir hutbe olarak biraraya getirilmiştir.
Rasûlüllah'ın bu son haccından bir yıl önce nâzil olan Tevbe sûresinde,
müşriklerin pis olduğu ve bu yıldan sonra Mescid-i
Haram'a yaklaşmamaları (et-Tevbe, 9/28) emredildiği
için, Veda Haccı'nda Mekke'de sadece Müslümanlar vardı, hutbeyi de yalnızca
Müslümanlar dinlemişti. Zaten Mekke'in fethinden
sonra müşriklerin sayısı parmakla sayılacak kadar azalmıştı. Rasûlüllah, Medine'den kendisiyle birlikte yola çıkan yüzbin civarındaki ashâbıyla
Mekke'ye haccetmek için geldiklerinde bir yıl önceki uyarı sebebiyle Mekke'de
müşrik kalmamıştı; çoğunluk Müslüman olurken Mekke'yi terkedenler
de vardı. Rasûlüllah, haccın bütün erkâmın bizzat kendisi yaparak Müslümanlara öğretmiş,
İslâm'ın hac konusundaki emirleri de böylece tamamlanmıştı. İslâm'ın tamamlandığını
bildiren bazı âyetler de bu Veda Haccı'nda nâzil oldu.
Câhiliye döneminde dışarıdan gelen hacılar
Arafat'ta vakfeye dururken, Kureyş eşrafı diğer
insanlardan üstün olduklarını belli edercesine Arafat yerine Müzdelife'de vakfeye dururlardı. Rasûlüllah
cahiliye döneminin bu sınıf üstünlüğüne dayalı âdetini ortadan kaldırdı ve
bütün hacılar gibi Arafat'ta vakfeye durdu. Rasûlüllah'a
orada bu dinin tamamlandığı şu âyet-i kerimeyle
müjdelendi: "Ey Mü'minler, şu küfreden müşrikler
bugün dininizi söndürmekten ümidlerini kesmişlerdir.
Artık bundan böyle onlardan korkmayınız; ancak benden korkunuz. Bugün dininizi
kemale erdirdim; ve size ihsan ettiğim nimetimi
tamamladım. Din olarak da size İslâm'ı seçtim"(el-Mâide,
5/3). Dinin kemale erdirilmesine bütün Müslümanlar sevinirken yalnızca Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer, bunun, Hz. Peygamber'in vefatının
yaklaştığına delalet ettiğini anlamışlar ve gözlerinden yaşlar akmıştı.
Gerçekten de bundan sonra Rasûlüllah seksen iki gün
yaşamış ve vefat etmiştir.
Arafat'ta yüz binin üzerindeki
hacıya hitaben bir hutbe irad eden Rasûlüllah sesinin bütün hacılar tarafından işitilmesi için
belli mesafelerde gür sesli sahabilerden bazılarını
görevlendirdi. Rasûlüllah'ın sözlerini tekrar eden bu
kişiler hutbenin bütün hacılar tarafından duyulmasını sağlıyorlardı. Devesi Kusva'nın sırtında olduğu halde Rasûlüllah
şu hutbeyi irac etti:
"Ey insanlar! Sözümü iyi
dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir
daha buluşamayacağım. Ey İnsanlar bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu
aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz nasıl mübarek bir şehir ise;
canlarınız, mallarınız, ırzlarınız da öyle mukaddestir, her türlü saldırıdan
emindir. Ashabım! Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve
hareketinizden sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski dalâletlere dönüp
birbirinizin boynunu vurmayın. Bu vasiyetimi burada bulunanlar bulunmayanlara
bildirsin Olabilir ki bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi
anlayarak muhafaza etmiş olur.
Ey ashâbım!
Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Fa izin her çeşidi
kaldırılmıştır, ayağımız altındadır. Lakin borcunuzun aslın vermek gerekir. Ne
zulmediniz ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır.
Cahiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk
kaldırdığım faiz de Abdulmuttalib'in oğlu (amcam)
Abbas'ın faizidir.
Ashâbım! Cahiliyet devrinde güdülen kan
davaları da tamamen ortadan kaldırılmıştır,' ilk kaldırdığım kan davası da Abdulmuttalib'in torunu (yeğenim) Rebîa'nın
kan davasıdır.
Ey İnsanlar! Bugün şeytan sizin şu
topraklarınızda yeniden nüfuz ve saltanat gücünü ebedi surette kaybetmiştir.
Fakat bu kaldırdığım şeyler haricinde küçük gördüğünüz işlerde de ona uyarsanız
bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan sakınınız.
Ey İnsanlar! Kadınların haklarına
riayet etmenizi ve bu hususta Allah' tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz
kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Ve onların namuslarını ve ismetlerini
Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız;
onların, aile şerefini koru malları ve evlerinizi sizin hoşlanmadığınız hiç
kimseye açmamaları, çiğnenmemeleridir. Eğer onlar, râzı
olmadığınız herhangi bir kimseyi evinize alırlarsa onları hafif bir şekilde
dövebilir, azarlayabilirsiniz. Kadıların da sizin üzerinizdeki hakları; örfe
göre her türlü giyim ve yiyeceklerini temin etmenizdir. Ey mü'minler,
size bir emanet bırakıyorum ki siz ona sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiçbir zaman
şaşırmazsınız. O emanet Allah'ın kitabı Kur'ândır.
Ey mü'minler!
Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi muhafaza ediniz. Müslüman müslümanın
kardeşidir ve bütün Müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi
bir hakka tecavüz, başkasına helal değildir. Ancak gönül hoşluğuyla verilen
başka. Ashabım! Nefsinize de zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı
vardır:
Ey insanlar! Cenab-ı
Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Varis için vasiyete gerek yoktur. Çocuk
kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zinakâr için
mahrumiyet cezası vardır. Babasından başkasına nesep iddia eden soysuz yahut
efendisinden başkasına uymaya kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin
lanetine ve bütün Müslümanların düşmanlığına uğrasın. Cenab-ı
Hak bu insanların ne tevbelerini ne de şehadetlerini kabul eder."
Rasûlüllah sözlerinin burasında dinleyenlere
sordu: "Ey insanlar! Yarın beni sizden soracaklar. Ne dersiniz?" Ashab-ı Kiram cevap verdi:
"Allah'ın risâletini
tebliğ ettin; risalet görevini yerine getirdin, bize vasiyyet ve nasihatte bulundun diye şehadet
ederiz." Rasûlullah şehadet
parmağını göğe kaldırarak üç kez "Şahit o! ya Rab! Şahit o! ya Rab! Şahit
ol ya Rab!" buyurarak Arafat'taki hutbesini bitirdi.
Hz. Peygamber güneş batıncaya kadar
vakfede durdu. Tam buradan inmeye karar vereceği bir anda yukarıda zikredilen Mâide sûresinin üçüncü âyeti nazil
oldu. Daha sonra devesine binen Rasûlüllah yavaş
adımlarla Arafat'tan inerek Müzdelife'ye geldi.
Burada bir ezan iki kamet ile akşam ve yatsı namazlarını birleştirerek kıldı.
Ve istirahata çekildi. Sabah olunca cemaatle birlikte sabah namazını kaldı ve
ortalık iyice ağardıktan sonra Müzdelife'den Cemretü'l Akabe mevkiine geldi. Şeytan taşlamadan sonra Mina'ya geçen Rasûlüllah burada
da Veda Hutbesi'nin diğer bölümünü irad etti. Allah'a
hamdü senadan sonra devamla:
"Ey insanlar! Sizi Allah'ın
kitabına bağlayan peygamberinizin sözlerini iyi dinleyiniz, ona itaat ediniz.
Hac ibadetinizin bütün hareketlerini benden gördüğünüz gibi ifa ediniz. Öyle
sanıyorum ki, ben bu seneden sonra bir daha haccedemem. " Rasûlüllah bundan sonra halkla sorulu cevaplı sürdürdüğü
hutbesini: "Ey insanlar! Ayların yerini değiştirerek geri bırakmak inkârda
aşırı gitmektir. Kafirler böyle yapmakla doğru yoldan
saptılar. Allah'ın haram kıldığı ayların sayısını uygun yapmak için, bir yıl
haram ayını helal, diğer yıl onu haram sayarlar. Böylece Allah'ın haram
kıldığını helal kabul ederler. Zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gün
gibi aynı duruma döndü. Allah'ın katında ayların sayısı on ikidir. Bunların
dördü mukaddes (haram) aylardır ki üçü arka arkaya gelen Zilkade, Zilhicce ve
Muharrem, dördüncüsü de Cemaziyelahir ile Şaban'ın
arasındaki Receb'tir. Ey mü'minler!
Bu ay hangi aydır?"
-Allah ve Rasûlü
daha iyi bilir.
"-Zilhicce ayı değil
midir?"
-Evet Zilhiccedir.
"-Bu içinde bulunduğumuz belde
hangi beldedir?"
-Allah ve Rasûlü
daha iyi bilir.
-Mekke Şehri değil midir?"
-Evet Mekke'dir.
"-Bugün hangi gündür?
-Allah ve Rasûlü
daha iyi bilir.
"Yevmü'nnahr
(kurban kesme günü) değil midir?"
-Evet yevmünahr'dır.
Bu diyalogdan sonra Rasûlüllah sahabelere dönerek
"Şu halde iyi bilin ki; bu şehrinizde, bu beldenizde, bu gününüzün
mukaddes (haram) olduğu gibi birbirinize kanlarınızı dökmek, mallarınızı haksız
yere olmak, namuslarınızı kirletmek de haramdır, her türlü saldırıdan masumdur.
Muhakkak ki, siz Rabbinize kavuşacaksınız, o zaman bütün bu işlerden
sorulacaksınız.
Ey İnsanlar! Aklınızı başınıza
alında benden sonra birbirinizin boynunu vuracak şekilde dalâlete, vahşete
düşerek cahiliye devrine dönmeyin. Ey insanlar! Bu nasihatlerime kulak verip
bunları burada hazır bulunanlarınız burada bulunmayanlara tebliğ etsin.
Olabilir ki, kendisine tebliği edilen kimse burada bulunup işiten bir kısım
kimseden daha iyi anlayıp bellemiş olur" ardından Rasûlüllah
iki kez:
"- Tebliğ ettim mi?"
buyurdu.
Sahâbîler:
-Evet ettin, deyince O;
"Şâhit
ol ya Rab!" dedi ve tekrar hatırlattı: "Burada bulunanlar
bulunmayanlara tebliğ etsin. "
Rasûlullah Mina'daki
bu hutbesinden sonra kurban kesim yerine gelerek önceden hazırlanan yüz devenin
altmış üçünü bizzat kendi kurban etti diğerlerini de Hz. Ali kestikten sonra
her deveden birer parça et alınarak pişirilip yenildi. Daha sonra traş olan Hz. Peygamber ihramdan çıktı ve Kabe'yi tavaf etti. Öğle namazını da orada kıldıktan sonra
Zemzem suyunun yanına gitti ve kendisine sunulan bir bardak suyu içtikten sonra
tekrar Mina'ya döndü. Rasûlüllah
Mina'da geçirdiği teşrik günlerinde şeytan taşlama
görevini yerine getirmiş, bu arada çevresinde bulunan insanlara hutbeler irad buyurmuştu.
"Allah'ın yardımı ve fetih
geldiği ve insanların dalga dalga Allah'ın dirine
girdiklerini gördüğün zaman Rabbini överek tesbih et.
O'ndan mağfiret dile. Çünkü o tevbeleri çok kabul
edendir" (110/Nasr, 1-3) mealindeki Nasr sûresinin nâzil olduğunu duyan Müslümanlara, hem yeni
nâzil olan bu sûreyi okumuş hem de kendilerine nasihat ettiği hutbelerinden
birini irad buyurmuştur. Bu hutbesinde de yine
Müslümanların mal, can, namus emniyetinden bahseden Rasûlüllah
insan haklarının temelini oluşturan bu üç hakkı tekrar tekrar
ümmetine hatırlatmıştı. Değişik yer ve zamanda irade edilen bu hutbeler, tek
bir hutbe şeklinde bütünleştirilmiştir.
Hutbenin toplum hayatına getirdiği
prensipler:
İncelendiği zaman Veda Hutbe'sinde
Peygamber (s.a.s)'in başlıca şu noktalara değindiği görülür:
1- Her işte daima Allah'a hamd-ü sena etmek gerekir.
2- Nefis, insanı her zaman şerre
yöneltmek ister. Bu sebeple nefislerin şer-inden de Allah'a sığınmak lâzımdır.
3- Can, mal ve ırz kutsaldır. Yaşama
hakkı tabii bir haktır. Irz, şeref, haysiyet, hürriyet ve mülkiyet saldırıdan
korunmuş haklardır.
4- Câiliyye
gelenekleri kaldırılmıştır. İnsanlar alışa geldikleri kötü şeyleri körü körüne
yapmaktan vazgeçmelidirler.
5- Faiz haramdır.
6- Kan davası gütmek haramdır.
7- Emânetler
yerlerine verilmelidir. Emânete hıyanet
edilmemelidir.
8- Küçük büyük önemli-önemsiz her
işte şeytana uymaktan sakınılmalıdır.
9- Kadınların ve erkeklerin
karşılıklı hak, vazife ve sorumlulukları vardır. Kadınlara nezâketle
davranılacaktır.
10- Hem kadın hem de erkekler
zinadan şiddetle kaçınacaklardır.
11- Köle ve hizmetçilere iyi
davranılacaktır.
12- Bütün Müslümanlar kardeştir. Her
türlü sınıf farkları ve ayrıcalıklar kaldırılmıştır. Üstünlük fazilet iledir.
13- Zulümden sakınmak gerekir, halkın
malı haksız yere yenemez, birine ait bir şey sahibinin izni olmadıkça başkası
için helâl olmaz.
14- Müslümanlar birbirleriyle
savaşmaktan sakınacaklardır.
15- Allah'ın Kitâb'ına
ve Peygamber'in sünnetine uyanlar asla sapıklığa düşmezler.
16- İslâm sadeliğinden ayrılmamak,
aşırılıklara sapmamak gerekir.
17-Hak Teâlâ'ya
ibadet olunacak; beş vakit namaz kılınacak, oruç ayında oruç tutulacak, Hz.
Peygamber'in tavsiyelerine uyulacaktır. Bunları hakkıyla yerine getirenlerin
mükâfatı cennettir. (Fedâkâr Kızmaz, Şâmil İslâm Ansiklopedisi, c. 6, s. 326-328)