Medine Yahudileri Ve Onlarla Anlaşma
Yapılması
X. Kıble'nln Değişmesi (Hicret'in İkinci
Yılı)
Hak daveti ve islâm
çağrısı her taraftan kılıç sesleriyle karşılanmaya başlayınca kâinatın sahibi
ve dünya düzeninin yürütücüsü olan Allah Teâlâ müslümanlara Dâru'1-Emân (=Güven
yurdu, barış beldesi) olan Medine'nin kapısını açtı. Ama zalimlerin asıl
hedefi olan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, ne yapacağı ve nasıl
hareket edeceği konusunda Allah'ın emrini bekliyordu. Mekke dışındaki
şehirlerde müslüman olanlar, canlarını feda etme pahasına O'nu korumak için
ellerinden gelen herşeyi yapacaklarına dair söz veriyorlardı. Sağlam bir
kaleye sahip olan Evs kabilesinin lideri Tufeyl b. Amr: "Hicret ederek
buraya geliniz" diye kendi kalesini teklif etti. Ama Allah Resulü bunu
kabul etmedi.[1] Hemedan oğullarından bir
kabile başkanı da benzer bir istekte bulundu ve aynı dileği Peygamber'e
ulaştırdı. Kabile mensuplarıyla görüşüp işini düzene koyduktan sonra gelecek
yıl geleceğini söyledi.[2]
Ama kaza ve kaderi
yürüten, her şeye hükmeden Yüce Allah bu şerefi sadece ensâra nasib etmişti.
Nitekim hicretten önce Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem rüyasında
hicret edilecek yerin bağ ve bahçelerle dolu güzel bir yer olduğunu gördü.
Yemâme veya Hicr şehri olduğunu sandı. Ama sonradan o şehrin Medine olduğu
ortaya çıktı.[3] Peygamberliğin 13. yılında
sahabe-i kirâm'ın çoğu Medine'ye ulaştı. İşte bu yüzden daha sonra vahiyle de
uygun görülerek Hz. Peygamber Medine'ye hicret etmeye karar verdi. Bu destansı
olay son derece etkileyici, kalpleri titretici ve insanı hayrete düşürücüdür.
Bu nedenledir ki îmam Buharı, olayları çok kısa ve özet vermeyi tercih etmesine rağmen bu olayı
genişçe yazmıştır. Hz. Aişe'nin (ra) anlattıklarını, ağzından çıktığı şekilde
kaleme almıştır. Hz. Ai-şe (ra) her ne kadar o sırada 7 yaşında idiyse de onun
anlattıkları, bizzat Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir'in anlattıkları demektir.
Çünkü o, onlardan duyduklarını, onların anlattıklarını aktarmış olmalıdır.
Olayın ilk merhalelerinde kendisi de bulunmaktadır.
Kureyş kabilesi, müslümanlarm
Medine'ye hicret ettikten sonra güçlenip geliştiklerini ve islâm'ın orada
süratle yayıldığını gördüler. Bunun üzerine danışma meclisi durumundaki
Dâru'n-Nedve'de toplandılar. Toplantıya bütün kabilelerin başkanları
katılmıştı. İsim vermek gerekirse şunları zikredebiliriz: Utbe, Ebu Süf-yân,
Cübeyr b. Mut'im, Nadir b. Haris b. Kelede, Ebu'l-Buhturî, İbn Hişâm, Zem'a b.
Esved b. Muttalib, Hakîm b. Hizam, Ebu Cehil, Nebih, Münebbih, Ümeyye b.
Halef.. Katılanlardan her biri farklı bir görüş ileri sürdü. Biri:
"Muhammed'in
elini ayağını zincirle bağlayıp, bir evde hapsetmeliyiz" dedi. Bir diğeri:
"Şehir dışına
sürgün edilmesi yeterli" dedi.
Ebu Cehil:
"Her kabileden
bir kişi seçilsin ve bu seçilen kişiler hep birlikte kılıçlarıyla saldırıp
öldürsünler. Bu durumda O'mm kanının sorumluluğunu bütün kabileler paylaşmış
olur. Hâşim oğulları da tek başına bütün kabilelere karşı çıkamayacak, Muhammed'in
kanının intikamını almak için hepsine savaş alamayacaktır" dedi. Bu son
teklif üzerinde anlaşma oldu ve güneş batmak üzereyken hepsi gelip Hz.
Peygam-ber'in mübarek evini kuşatma altına aldılar. Araplar evin haremine
girmeyi ayıp saydıklarından dışarıda beklediler, Hz. Peygamber sallalİahu
aleyhi vesellem'in çıkmasını ve çıkar çıkmaz öldürme görevlerini yerine
getirmeyi kararlaştırdılar.
Kureyş, Hz. Peygamber
sallalİahu aleyhi vesellem'e bu kadar düşman olmasına, O'na bu derece kin
duymasına rağmen yanında bir miktar parası, malı veya bir takım kıymetli
eşyaları olan kimseler bunları güvenli, sağlam bir yere emanet etmek
istedikleri zaman, Hz. Peygamber'e teslim edecek kadar O'nun dürüstlük ve
güvenilirliğine inanırlardı. O sırada da Hz. Peygamberin yanmda birçok emanet
toplanmıştı. Kureyş'in niyetinden daha önceden haberdâr olduğu için Hz. Ali'yi
çağırarak, ona: "Bana hicret etme emri geldi, bugün Medine'ye hareket
edeceğim. Sen yatağımda, benim yorganıma bürünerek uyu, sabahleyin herkesin
emanetini götürüp sahiplerine teslim et" buyurdu.
Gerçekten çok
tehlikeli bir andı. Hz. Ali, Kureyş'in Hz. Peygamberi öldürmeye karar
verdiğini öğrenmişti ve o gün Resûlullah'ın yatağı, görünüşe göre acı bir
ölümün meydana geleceği yerdi. Ama Hayber fatihi için ölüm yeri, gül döşeğiydi.
Hicretten iki-üç gün
önce Hz. Peygamber öğle vakti Hz. Ebu Bekir'in evine gitti. Adeti gereği
kapıyı vurdu. İzin verildikten sonra içeri girdi. Hz. Ebu Bekir'e: "Biraz
görüşmemiz lazım, senden başka kimse olmasın" buyurdu. Hz. Ebu Bekir cevap
olarak: "Burada eşinizden başka kimse yok" dedi. O sırada Hz. Aişe
ile nikah kıyılmıştı. Hz. Peygamber "Bana hicret için izin verildi"
buyurunca, Hz. Ebu Bekir kendinden geçerek: "Babam anam sana feda olsun,
ben de size refakat etme şerefine sahip miyim?" dedi. Allah Resulü:
"Ever buyurdu. Hz. Ebu Bekir (ra) hicret için, dört aydan beri otlar
yedirerek, bol gıdalar vererek iki deveyi'besliyor ve yol için hazırlıyordu.
Allah Resûlü'ne: "Bu iki deveden birini buyurun" dedi. Herkese ikram
ve ihsanda bulunan Yüce Peygamber hiç kimsenin ikramına razı olamazdı:
"Evet ama bedelini ödeyerek" dedi. Hz. Ebu Bekir de mecbur kalarak kabul
etti.
Hz. Aişe (ra) o sırada
küçüktü. Büyük kızkardeşi, Abdullah b. Zübeyr'in (ra) annesi olan Esma (ra)
yolculuk malzemelerini hazırlamıştı. Kadınların bellerine doladıkları bezi
parçalayarak ondan azık bohçası yaptı ve içine iki-üç günlük azık koydu, işte
bu hizmetinden ve becerisinden dolayı kendisine hâlâ, Zâtü'n-Nitâ-kayn (iki
kuşak sahibi) denilegelmektedir.[4]
Kâfirler, Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in evini kuşatıp da gece epey ilerleyince
kudret-i ilâhî, onları habersiz ve dalgın kıldı. Hz. Peygamber onları uyur
vaziyette bırakarak aralarından geçip dışarı çıktı. Kabe'yi gördü ve:
"Mekke, sen benim için bütün dünyadan daha değerlisin ama senin çocukların
beni rahat bırakmıyor" dedi. Hz. Ebu Bekir (ra) ile zaten daha önce
anlaşmış ve kararlaştırmış olduklarından, ikisi birlikte önce Sevr dağındaki
mağaraya gidip gizlendiler. Bu mağara bugün hâlâ mevcuttur ve insanların
ziyaret ve sevgi odağıdır.[5]
Hz. Ebu Bekir'in yeni
yetişmekte olan genç çocuğu Abdullah, geceleyin mağaraya gelerek geceyi
birlikte geçiriyor, sabah erken ortalık aydınlanmadan şehre giderek Kureyş'in
ne düşündüğünü, ne yapmak istediğini ve ne kararlar aldığını öğreniyor,
edindiği bilgileri akşamleyin Hz. Peygamber'e arz ediyordu. Hz. Ebu Bekir'in
kölesi koyunları otlatıyor, gece biraz ilerleyince o taraflara doğru geliyor ve
Hz. Ebu Bekir'le Allah Resûlü'ne süt veriyordu. Üç gün boyunca sadece bu
gıda-Jarla idare edildi. Ama Ibn Hişâm: "Hz. Esma evde yemek pişirerek her
gün akşamleyin mağaraya ulaştırıyordu. Böylece üç geceyi mağarada
geçirdiler" diye yazmaktadır.[6]
Kureyşliler gpzlerini
açtıklarında yatakta Hz. Peygamber yerine Hz. Ali'nin olduğunu gördüler. Onu
yakalayıp Kabe'ye götürdüler. Bir süre orada hapsettiler sonra serbest
bıraktılar.[7] Arkasından Hz. Peygamberi
aramaya koyuldular. Araştıra-soruştura, izini takip ede ede mağaranın ağzına
kadar geldiler. Ayak seslerini duyan Hz. Ebu Bekir çok korktu ve üzüntü ile Hz.
Peygamberce: "Düşmanlar o kadar yaklaştı ki ayaklarının dibine baksalar
bizi hemen görecekler" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Üzülme,
şüphesiz Allah bizimle beraberdir" buyurdu.
Şurası herkesçe
bilinmektedir ki:"Kâfirler mağaraya yaklaştıklarında Allah Te-âlâ emir
verdi. O anda bir akasya ağacı bitti ve dalları uzayarak Hz. Peygamber'i
gizledi. Aynı anda iki tane güvercin geldi, yuva yaparak oraya yumurtladı. Kabe
güvercinleri işte bu güvercinlerin soyundan gelirler." Bu rivayet
el-Mevâhibü'l-Le-dünniyye'de genişçe nakledilmiş, Zerkânî, Bezzâz'dan vb.
nakille bunun kaynağı gösterilmiş ise de tüm bu rivayetler zayıftır. Bu
rivayetin asıl râvısi Avn b. Amr hakkında Rical ilmi üstadı Yahya b. Maîn:
"Bir hiçtir" demektedir, imam Buhârî ise: "O; hadisi inkâr
edilen ve meçhul bir insandır" demektedir. Bu rivayetin bir başka râyisi
ise Mekkeli Ebu Mus'ab'dır. O da durumu bilinmeyen, gerçek yüzü tanınmayan
biridir. Nitekim Allâme Zehebî, Mızânu'l-ltidâl isimli eserinde Avn b. Amr'ın
durumu hakkında bütün bunları nakletmiş ve kendisi de bu rivayeti zikretmiştir.[8]
Dördüncü gün Hz.
Peygamber mağaradan çıktı. Kendisine güvenilen Abdullah b. Uraykıt isimli bir
kâfirle ücret karşılığında rehberlik etmesi için anlaşma yapıldı. O önden yol
göstererek gidiyordu. Bir gece ve gündüz birlikte gittiler. Ertesi gün Öğle
vakti güneş sıcağı çok arttığından Hz. Ebu Bekir, Hz. Peygamber'in gölgede
biraz dinlenmesini istedi. Her tarafa göz attı. Bir kayanın altında gölge
gördü. Bineğinden inerek yeri temizledi, sonra kendi harmanisini yere yaydı.
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem istirahate çekilince Hz. Ebu Bekir'in
kendisi yiyecek, içecek bir şeyler bulmak için çevreyi dolaşmaya çıktı.
Yakında koyun otlatan bir çoban vardı. Ona, bir koyunun memesini tozdan,
topraktan temizlemesini, sonra ellerini temizce yıkayarak süt sağmasını söyledi.
İçine toz-toprak gitmesin diye kabın üzerine bez kapatarak sütü alıp Hz.
Peygamberce getirdi. Birazcık su katarak takdim etti. Hz. Peygamber onu
içtikten sonra: "Artık hareket etme zamanı gelmedi mi?" buyurdu.
Güneş alçaldığında Resûlullah oradan hareket etti.[9]
Kureyş, kim Muhammed'i
veya Ebu Bekir'i yakalayarak getirirse ona, bir kan bedeline denk -yüz deve-
mükâfat verileceğini ilan etmişti. Sürâka b. Cü'şum bu
ilanı duydu.,[10]
Mükâfatı ele geçirmek için büyük bir hırs ve ümitle takibe çıktı. Hz. Peygamber
yola devam ederken Sürâka onu gördü ve atım koşturarak yakınlarına geldi. Ama
at tökezledi, o da yere düştü. Ok torbasından fal okunu çıkararak, saldırmasının
doğru olup olmadığına karar vermek için baktı. Saldırmasının doğru olmadığına
dair ok çıktı. Ama yüz devenin büyük değeri karşılığında ok falına inanacak
hali yoktu. Tekrar ata binip ileri doğru mahmuzladı. Bu sefer atın ayakları
dizlerine kadar toprağa gömüldü. Attan inip tekrar fala baktı, yine aynı ok
çıktı. Tekrar aynı sonucu görmek cesaretini kırmıştı. Teşebbüs ettiği şeyin çok
tuhaf olduğuna kanaat getirmişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in
yanma giderek Kureyş'in ilanını anlattı ve kendisinin emniyette olduğunu
belirten bir yazı vermesini istedi. Hz. Ebu Bekir'in kölesi Amir b. Füheyre,
bir deri parçası üzerine emniyette olduğunu belirten berâati yazıp verdi.[11]
Güzel bir rastlantı eseri, Zü-beyr (ra) Suriye'den ticaret eşyası almış
gelmekteydi. Hz. Peygamber'le Hz. Ebu Bekir'e, hiç bir eşyalarının olmadığı o
çaresizlik anında büyük bir ganimet olan bir kaç değerli kumaş takdim etti.
îbn Sa'd, Tabakât
isimli eserinde bu kutsal yolculuğun bütün konaklarını, duraklarını sayıp
göstermiştir. Her ne kadar Arabistan haritalarında bugün onlarm izine dahi
rastlanmasa bile, islâm'a gönül veren mü'minler onların sadece isimlerini
duymaktan dahi zevk alabiliriz. Durakların adları; Harrâr, Seniyyetü'l-Murra,
Sekaf, Medlece, Mercah, Hadâid, Ezâhir, Râbiğ -Burası bugün de hacıların yolu
üzerinde bulunmaktadır. Resûlullah burada akşam namazını kılmıştı-, Zâselem,
Asâniye, Fahite, Arec, Cedvâs, Rakûbe, Akîk, Cescâse'dir. Hz. Peygamber'in
yolda olduğu haberi Medine'ye ulaşmıştı. Bütün şehir tek vücut halinde
sabırsızlıkla beklemekte idi. Küçücük çocuklar neşe ve
iftiharla:"Peygamber sallallahu aleyhi vesellem geliyor!" diye sevinç
çığlıkları atarak dolaşıyorlardı. İnsanlar sabah erken evlerinden çıkıp şehrin
dışında toplanıyor ve öğleye kadar hasretle bekleyerek geri dönüyorlardı. Bir
gün hayli bekledikten sonra geri dönmüşlerdi ki, bir yahudi kalenin burcundan
ufku izlerken, bir karartının geldiğini gördü ve tahminle tanıyarak: "Ey
Araplar! Alın, hasretle beklediğiniz gelmektedir" diye bağırdı. Bütün
şehir tekbir sesleriyle inledi. Ensâr kılıçlarını kuşanarak kendinden
geçmişcesine evlerden dışarı fırladı. Medine-i Münevvere'den üç mil mesafede
Aliye ve Kubâ denen bir yer vardı. Ensâr'dan birçok aile orada yaşıyordu.
Aralarında en seçkin ve şerefli konumda olan Amr b. Avf'ın ailesi idi. Külsûm
b. el-Hedm de bu ailenin lideri idi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
buraya gelince bütün aile neşe ve coşkuyla: "Allâhü ekber!" diye
bağırdı. îki cihanın efendisi Hz. Peygamber'in misafirleri olmayı kabul etme şerefi, onlara nasip
olmuştu. Ensâr her taraftan bölük bölük geliyor, sevgi ve saygıyla selam
veriyorlardı.[12]
Hz. Peygamberden Önce
Medine'ye gelmiş olan birçok büyük sahabi de onların evinde misafir olmuştu.
Nitekim Hz. Ebu Übeyde, Mikdâd, Habbâb, Süheyl, Safvân, Iyâd, Abdullah b.
Mahreme, Vehb b. Sa'd, Ma'mer b. Ebu Şerh, Umeyr b. Avf misafir olarak hâlâ
orada kalıyorlardı.[13]
Hz. Ali (ra), Hz.
Peygamber'in hareketinden üç gün sonra Mekke'den ayrılarak Medine'ye geldi ve
orada konakladı. Bütün tarihçiler ve siyer yazarları: "Hz. Peygamber
burada sadece 4 gün kaldı diye yazmaktalarsa da Sahîh-i BuhârTde 14 gün diye
yazmaktadır. Bu akla daha yatkındır.
Hz. Peygamber'in
buradaki ilk işi bir mescid inşa ettirmekti. Külsûm'un (ra) düz bir arazisi
vardı. Orada hurma kurulurdu. Aynı yere mübarek bir el -Hz. Peygamber-
tarafından mescidin temeli atıldı. Bu mescid Kui^ân-ı Kerîm'deki şu ayetin
hakkında nazil olduğu mesciddir:
"İlk günden takva
üzerine kurulan mescit -Kubâ mescidi- içinde namaz kılman elbette daha
doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri
sever." (Tevbe, 9/108)
Mescid inşaatında Hz.
Peygamber işçilerle birlikte çalışıyordu. Ağır taşlan kaldırıp taşırken
mübarek vücudu iki büklüm oluyordu. Kendisine son derece saygı duyup hürmet
edenler: "Anamız babamız size feda olsun, siz bırakın da biz taşıyalım"
diyorlardı. Resûlullah onların isteklerini kabul buyuruyor sırtındaki taşı
onlara veriyor ama aynı ağırlıkta başka bir taş alıp yine taşıyordu.[14]
Abdullah b. Revâha
şairdi. O da işçilerle birlikte çalışıyordu. îşçiler çalışırken coşup daha
canlı çalışmaları için şarkı söylüyor, şiirler okuyordu. Mescidi inşâ eden
sahabe durmadan şu şiirleri okuyordu:
"Kurtulmuştur;
Mescid inşa edenler Ve sürekli Kur'ân-t Kerim okuyanlar ve geceyi uyanık
geçirenler."
Hz. Peygamber de her
kafiyede, sesli olarak bu şiirlere eşlik ediyordu.[15] Hz.
Peygamber'in Küba'ya gelişi İslâm'ın özel bir döneminin başlangıcı olduğundan
tarihçiler Küba'ya geliş tarihine çok önem vererek büyük bir özenle
belirtmişlerdir. Bir çok tarihçi Hz. Peygamber'in Küba'ya geliş tarihinin,
Peygamberliğin onüçün-cü yılının Rebiülevvel ayının 8. günü. (Miladî 20 Eylül
622) olduğunda görüş birliğindedirler. Muhammed b. Musa Hârzemî: "Perşembe
günü, Persler'in kullandığı takvime göre Tır ayırım 4. günü, Bizanslıların
kullandığı tarihe göre 923 yılının Eylül ayında, İskender tarihine göre 10.
gününe denk geldi" diye yazmaktadır. Tarihçi Yakûbî, astronomi
bilginlerinden şu zâiçeyi nakletmektedir:
Güneş Sırtlan burcunda
23 derece 6. dakikada idi. Zuhal gezegeni Arslan burcunda 2. dakikada idi.
Müşteri gezegeni Balık burcunda 6. dakikada idi. Zühre gezegeni Arslan burcunda
13. dakikada idi. Utarid gezegeni Arslan burcunda 15. dakikada idi.
Ondört gün sonra bir
cuma günü[16] Allah Resulü Medine'ye
teşrif etti. Yolda Benî Salim mahallesinde namaz vakti geldi. Cuma namazını
burada kıldı. Namazdan önce hutbe okudu. Bu; Hz. Peygamberin ilk cuma namazı
ve namaz hutbesiy-di. Halk, Allah Resûlü'nün gelişini öğrenince her taraftan
heyecan ve coşkuyla karşılamak üzere koşuşmuştu.
Hz. Peygamber'in anne
tarafından akrabası olan Neccar oğulları silahlarını kuşanarak geldiler.[17]
Küba'dan Medine'ye kadar, müslümanlann safları iki çizgi halinde uzanıp
gidiyordu. Yolda ensâr kabileleri geldi. Her kabile Hz. Peygamber'in önüne
çıkarak: "Efendim, bu ev, bu mal, bu can emrinizdedir, hepsi senin uğruna
feda olsun" diyorlar, Hz. Peygamber de memnuniyetini belirtiyor, hayır
duada bulunuyordu. Şehre yaklaştıklarında coşku ve heyecan öyle bir noktaya
ulaşmıştı ki kadınlar bile damlara çıkmış, hep bir ağızdan:
Dua eden dua ettiği
sürece,
Allah'a şükretmemiz
üzerimize borçtur.
Veda tepelerinin
arkasından,
Ayın ondördü
çıkagelmiştir.
diye şarkı söylüyor,
minik kız çocukları ellerinde teflerle:
"Biz Neccar
sülâlesinin kızlarıyız, Muhammed (sav) ne güzel bir komşudur"
beyitlerini terennüm
ediyorlardı. Hz. Peygamber bu kız çocuklarına hitap ederek: "Beni seviyor
musunuz?" diye sordu. "Evet seviyoruz" deyince Hz. Peygamber:
"Ben de sizi seviyorum" buyurdu.
Peygamberlik güneşi,
bu gün Peygamber Mescidi'nin bulunduğu yere bitişik olan Ebu Eyyûb el-Ensarfnin
evinin Önünde durdu. Herkes 'Peygamber bizde misafir olsun' diye
koşuşturuyordu. Büyük bir keşmekeş ve kargaşa yaşanıyordu. Sonunda kura çekmeye
karar verildi ve bu büyük nimet Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin payına düştü.[18]
Ebu Eyyûb
el-Ensarî'nin iki katlı bir evi vardı. Üst katını Hz. Peygamber'e teklif etti.
Ama Hz. Peygamber kendisini ziyarete gelecek olan misafirleri kolaylıkla
karşılaması ve görüşmesi için evin alt katını tercih etti.
Ebu Eyyûb el-Ensarî
Peygamberimiz'e günde iki vakit yemek gönderiyordu. Peygamberimiz'in
arttırdığını ise eşi ile paylaşıyordu. Ebu Eyyûb el-Ensarî feyz ve bereket
olsun diye Peygamberimiz'in elinin yemeğe başladığını gösteren yerden, yemeğe
başlayıp yiyordu. Bir gün su testisi kırıldı. Ebu Eyyûb el-Ensarî su aşağı sızar
da Hz. Peygamberimizi rahatsız eder diye endişelendi. Ebu Eyyûb el-Ensarî suyun
aşağıya sızmasına engel olmak için hemen örtündükleri ve yedeği bulunmayan
örtüyü, suyu çeksin diye yere yaydı. Hz. Peygamber bu evde 7 ay kaldı.
Mes-cid-i Nebevî ile etrafındaki odalar inşa edildikten sonra buradan kendisine
tahsis edilen odaya geçti. Bu konuda daha geniş bilgi ileride verilecektir.
Hz. Peygamber
Medine'ye geldikten sonra Zeyd'e ve kölesi Ebu Râfi'e iki deve ve 500 dirhem
vererek, Mekke'ye gidip kızları ile aile fertlerini alıp getirmeleri için
gönderdi. Ebu Bekir (ra), oğlu Abdullah'a mektup yazarak onun da annesini ve
kızkardeşlerini alıp getirmesini istedi. Hz. Peygamber Efendimizin kızlarından
sadece Rukiye, Hz. Osman (ra) ile birlikte Habeşistan'da bulunuyordu. Zeyneb'i
(ra) ise kocası göndermedi. Zeyd, sadece Hz. Fâtımatu'z-Zehrâ'yı, Ümmü
Kül-sûm'ü (ra) ve Resûlullah'ın eşi Şevde'yi (ra) alıp, geldi. Hz. Aişe ise
kardeşi Abdullah ile birlikte geldi.[19] [20]
Medine'ye geldikten
sonra yapılacak ilk iş, bir mescid inşa edilmesiydi. O güne kadar
Peygamberimiz ve diğer müslümanlar vaktin girdiği yerde namaz kılıyorlardı.[21]
ikamet buyurduğu yerin hemen yanında Neccâr oğullarının bir arsası vardı.
îçinde birkaç mezar ve birkaç hurma ağacı bulunuyordu. Neccar oğullarını
çağıra-rak:"Bu arsayı satın almak istiyorum" buyurdu. Bunun üzerine:
"Biz, değerini alacağız, ama sizden değil Allah'tan" dediler. Arsa
iki yetime ait olduğu için Hz. Peygamber bu yetimleri çağırttı, kendilerine
düşüncesini söyledi. Yetim çocuklar bütün varlıkları olan bu arsayı bağışlamak
istemişlerse de Hz. Peygamber buna razı olmadı ve onlara arsanın değerini
ödetti. Mezarlar sökülerek yer düzlendi ve mescidin inşasına başlandı. îki
cihan önderi yine işçi elbisesi içindeydi. Sahabe-i kiram taşlan omuzlarına
yüklenerek getiriyor ve şu beyti söylüyorlardı. Hz. Peygamber de onların
sözlerine, sesiyle, sözüyle katılıyordu:[22]
"Ey Allahım!
Başarı sadece ahiret başarısıdır.
Ey Allahım! Muhacir ve
ensâr müslümanlannı bağışla."
Bu mescid her çeşit
süs ve gösterişten uzak, İslâm'ın sadeliğinin bir timsâliydi. Duvarlar
kerpiçtendi. Tavan hurma dallarından, direkler hurma kütüklerindendi. Mescid'in
kıblesi Kudüs'e doğruydu. Kıblenin değiştirilmesi emrolununca Kabe'ye doğru
çevrildi. Bu yüzden kuzey tarafındaki duvarda bir kapı açıldı. Zemin kuru
topraktan ibaret olduğu için yağmur yağdığı zaman damdan sızan sularla toprak
çamur oluyordu. Bir gün sahabe-i kiram çamuru kurutmak için namaz kılacakları
yere çakıl sermişlerdi. Peygamberimiz bunu beğenmiş ve mescidin zeminine çakıl
döşemişti.
Mescid duvarına
bitişik bir yerde Suffe denen üstü örtülü bir yer vardı. Burası müslüman olmuş
ama evleri, başlarını sokacak yuvaları bulunmayan kimsesizler için yapılmıştı.
Mescid inşası bittikten sonra Resûlullah Efendimiz mescide bitişik odalar inşa
ettirdi. O sırada Peygamberimiz Şevde ve Hz. Aişe ile evli bulunduğu için iki
oda yapılmıştı. Sonraki evliliklerine göre yeni odalar eklenmiştir. Bu odalar
kerpiçten yapılmıştı. Ortalarına direk olarak hurma kütükleri kullanılmış,
çatıları ise hurma dallarıyla örtülmüştü. Hz. Ümmü Seleme, Hz. Ümmü Habibe, Hz.
Cü-veyriyye, Hz. Meymûne, Hz. Zeyneb ve Hz. Zeyneb bn. Cahş'a ait odalar Mescid'in
kuzey tarafına ait duvara bitişikti. Hz. Aişe, Hz. Safiye ve Hz. Sevde'ye ait
odalar ise karşı tarafa düşen duvara bitişik bulunuyordu. Bu odalar Mesdd'e o
kadar bişitikti ki Allah Resulü itikâfda bulunduğu sıralarda başını Mescid'den
odasına doğru uzatır, eşlerinden biri de dışan çıkmadan başını yıkardı.
Her oda üç, üçbuçuk
arşın genişliğinde, beş arşın uzunluğunda, bir insan ayağa kalkıp elini
uzattığında tavanına değecek yükseklikteydi.
Hz. Peygamber
Efendimizin ensârdan olan komşuları arasında Sa'd b. Mu'âz, Amâra b. Hazm ve
Ebu Eyyûb el-Ensârî biraz varlıklı kimselerdi. Bu kişiler Hz. Peygamberce süt
gönderirler, Resûlullah hayatını bununla devam ettirirdi. Sa'd b. Ubâde her
akşam yemek vakti Peygamberimiz'e bir sofra gönderirdi. Bu sofrada bazen çorba,
bazen süt, bazen de tereyağı bulunurdu. Enes'in (ra) annesi Ümmü Enes, malını
mülkünü Hz. Peygamber'e takdim etti. Hz. Peygamber de bunu kabul ederek dadısı
Ümmü Eymen'e verdi. Kendisi açlık ve yoksulluğu tercih etti. [23]
Islâmî ibadetlerin
temel yapısı ve ruhu, birleştirici ve toplayıcı olmasıdır. Bu ana kadar hiç
bir özel işaret ve alamet bulunmadığı için cemaatle namaz kılma düzeni kurulamamıştı.
Müslümanlar zamanı kendi tahminlerine göre ayarlayarak namaza geliyorlar ve
kılıyorlardı. Hz. Peygamber bundan memnun değildi. Namaz vakitleri geldiğinde
insanları evlerinden namaza çağırmak üzere bir takım insanları görevlendirmeyi
düşünüyordu. Fakat bunda birtakım sıkıntılar vardı. Sahabe-i kirâm'ı çağırarak
meseleyi onlarla görüştü. Herkes değişik görüşler ileri sürdü. Biri:
"Namaz vakti mescidin tepesine bir bayrak dikilsin, onu görenler namaza
gelsin" dedi. Hz. Peygamber bu tarzı beğenmedi. Yahudilerle hıristiyanlann
ibadete çağırma tarzları da konu edilerek önerildi. Ama Resûlullah Hz. Ömer'in
görüşünü beğenerek Bilâl-i Habeşi'ye (ra) ezan okumasını emretti. Ezanla
yapılan davetle bir taraftan namaz vaktinin geldiği haber verilmiş oluyordu,
diğer taraftan her gün okunan beş ezanla İslâm'a davet çağrısı da yapılmış
oluyordu. Altı sahih hadis kitabının bazılarında ezan okuma fikrini Abdullah b.
Zeyd'in (ra) ileri sürdüğü, ezanı rüyasında görüp Öğrendiği anlatılmıştır.
Başka bir rivayette, aynı rüyayı Hz. Ömer'in de gördüğü bildirilmektedir. Ama
Sahih-i Buhârfnin rivayeti karşısında başka hiçbir rivayet tercih edilemez.
Buhârfde açıkça şöyle bildirilmektedir: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi
vesellem'e boru çalınması veya çan çalınması teklifleri getirildi, Hz. Ömer
ezan okunmasını teklif etti. Hz. Peygamber bu görüşü beğendi ve Bilâl-i
Habeşi'yi çağırarak ezan okumasını emretti." Burada rüya diye birşey
geçmemektedir. [24]
Mekke'yi terkederek
Medine'ye hicret eden müslümanlar tamamen parasız pulsuz ve elleri boş olarak
gelmişlerdi. Aralarında zengin ve servet sahibi olanlar vardı ama Mekke'yi
gizlice terkettikleri için yanlarında bir şey getirememişlerdi.
Her ne kadar Mekke'den
gelen muhacirler için, Medine'nin yerli müslümanlan olan ensânn evleri birer
misafirhane idiyse de kendi başlarına bir düzen kurulması gerekiyordu. Muhacir
müslümanlar hayatlarını bağış ve hayırlarla geçirmek istemiyorlardı. Kendi
nzıklannı kazanmaya alışık insanlardı. Ama tamamen parasız pulsuz
kaldıklarından ve bir hurma tanesine bile muhtaç olduklarından Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem onları ensârla kardeş yapmayı düşündü. Mescid'in
inşası tamamlanmak üzereyken ensârı çağırdı. O sırada on yaşında olan Enes b.
Mâlik'in evinde toplandılar. Muhacirler kırkbeş kişiden ibaretti. Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem ensâra hitap ederek: "Bunlar sizin kardeşlerinizdir"
buyurdu. Muhacir ve ensârdan birer kişiyi çağırarak onlara: "İkiniz
kardeş oldunuz" buyuruyor, onlar da artık hiçbir ayrıcalığı olmayan,
gerçek kardeşler oluyorlardı. Ensârdan olan müslümanlar kardeş oldukları
muhacir müslümanlan yanlarına alarak evlerine gidiyor, eşyalarını ve
servetlerini göstererek: "Yansı senin, yarısı da benim" diyorlardı.
Abdurrahman b. Avf
(ra) kardeşi olan ensârdan Sa'd b. Rebfnin iki hanımı vardı. Abdurrahman'a:
"Birini boşayayın> datmunla evlen" dedi. Ama Abdurrahman (ra) bunu
nezâketle geri çevirdi.[25]
Ensânn bütün servetleri hurmalıklarından ibaretti. Zaten o devirde para, pul
pek bulunmuyordu.[26]
Ensâr, Hz. Peygamber'e gelerek bu hurma bağlarını yeni edindikleri
kardeşleriyle aralarında paylaştırmasını istediler. Muhacirler ticaretle
uğraşan kimselerdi. Toprakla, bağ-bahçeyle uğraşmadıklarından zirâatın nasıl
yapıldığını bilmiyorlardı. O yüzden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem
muhacirler adına bunu geri çevirdi. Bunun üzerine Ensâr: "Bütün işi biz
yapıp bitireceğiz, ele geçen mahsûlün yarısı bizim, yarısı da bu
kardeşlerimizin olacak" deyince, muhacirler bunu kabul ettiler.[27]
Bu kardeşlik gerçek
bir kardeşliğe dönüştü. Ensârdan biri öldüğünde mirası ve bıraktığı bütün
mallar muhacir kardeşine geçiyor,[28] diğer
öz kardeşleri mirastan mahrum kalıyordu. Bu hüküm, şu ilâhî buyruğun
uygulanmasından ibaretti:
"iman edip de
hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihâd edenler ve
-muhacirleri- barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı diğer
bir kısmının velileridir." (Enfâl, 8/72)
Bedir savaşından sonra
muhacirlerin yardıma ihtiyaçları kalmayınca şu âyet nazil oldu:
"Allah'ın
kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine -mirasçı olmaya- daha uygundur."
(Enfâl, 8/75)
Bu âyet geldiği andan
itibaren eski sistem kalktı. Bu husus hadis ve tefsir kitaplarında açık bir
şekilde anlatılmıştır. Hicretin 4. yılında Benî Nadîr yahudileri sürgün edilip
de topraklan ve hurmalıkları ele geçirilince Hz. Peygamber (as) ensân
çağırarak: "Muhacirler yoksuldur, onların hiç bir şeyleri yok. Razı
olursanız yeni ele geçirilen yerler, sadece onlara verilsin, siz de eski
hurmalıklarınızı geri alın" buyurdu. Ensâr: "Hayır! Bizim
hurmalıklarımız kardeşlerimizde kalsın. Yenilerini de onlara verin"
dediler.[29]
Bütün dünya
müslümanlan ensânn bu fedakârlığı ile övünecek, insanlık âlemi bu eşsiz
davranışa hayran kalacaktır. Bir de muhacir müslümanların yaptığına bakmak
gerekir.
Sa'd b. Rebî (ra)
Abdurrahman îbn Avf'a eşyalarını teker teker göstererek yarısını almasını isteyince
Abdurrahman, ona: "Bütün bunlan Allah sana hayırlı etsin,
sen bana pazarın yolunu göster"
dedi. Sa'd b. Rebî ona, Kaynuka yahudilerinin ünlü pazarını gösterdi.
Abdurrahman b. Avf biraz yağ, biraz peynir satın aldı. Akşama kadar
alışverişle uğraştı. Bir kaç gün içinde evlenecek kadar para biriktirdi. Zamanla
Abdurrahman'ın ticareti öyle gelişti ki ticaret mallarını 700 deve ancak taşıyabiliyordu.
Kervanı Medine'ye girerken şehir yerinden oynardı. "Elimi toprağa atsam,
altın oluyor" derdi. Sahabeden bazıları dükkân açtılar. Hz. Ebu Bekir'in
dükkânı Senih denen yerdeydi. Orada kumaş ticareti yapıyordu. Hz. Osman Kaynuka
pazarında hurma ticareti yapıyordu. Hz. Ömer de ticaretle uğraşmıştı. Onun
ticaret kervanının gidiş mesafesi İran'a kadar da ulaşmış olabilir. Diğer
sahabîler de büyük küçük ticaret işi yapmaya başlamışlardı.
Sahîh-i Buhârfde
anlatıldığına göre Ebu Hureyre'nin çok hadis rivayet etmesine karşı çıkıp da:
"Diğer sahabîler bu kadar hadis rivayet etmiyor" dediklerinde şöyle
derdi: "Bunda benim ne kusurum var. Diğerleri çarşı pazarda ticaretle uğraşırken
ben gece gündüz Hz. Peygamber'in yanında duruyor, dizinin dibinden ayrılmıyordum".
Hayber fethedildikten
sonra bütün muhacirler hurmalıkları ensâra geri verdiler. Sahîh-i Müslim'in Cihâd
babında şöyle bir rivayet vardır:
"Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem Hayber savaşını bitirip de Medine'ye döndükten
sonra muhacirler, ensârın ikram olarak verdikleri hurmalıkları geri
verdi."
Muhacirler için ev
ayarlaması şöyle yapıldı: Ensâr evlerinin etrafında boş duran arsaları onlara
verdiler. Arsası olmayanlar ise, kardeş edindikleri muhacirlere, kendi
evlerinin bir kısmını vermişlerdi. Herkesten önce Hz. Harise b. Nu'mân (ra)
kendi arazisini takdim etti. Benî Zühre Peygamber mescidinin hemen arkasına yerleşti.
Abdurrahman b. Avf burada bir köşk —şato demek daha doğru olur— yaptırdı.
Zübeyr b. Avvâm'ın (ra) eline geniş bir arsa geçmişti. Ensâr, Osman (ra),
Mik-dâd (ra) ve Ubeyd'e (ra) kendi evlerinin yanlarında arsalar verdiler.[30]
Aralarında kardeşlik bağı kurulmuş olan kişilerden bazılarının adlan şöyledir:[31]
Hz. Ebu Bekir
(ra) Hârice
b. Zeyd el-Ensârî (ra)
Hz. Ömeı (ra) Utbân b.
Mâlik el-Ensarî
Hz. Osman (ra) Evs b. Sabit el-Ensârî (ra)
Ebu Ubeyde el-Cerrâh
(ra) Sa'd b. Mu'âz (ra)
Zübeyr b. Avvâm
(ra) Selâme b.
Vahş (ra)
Mus'ab b. Umeyr
(ra) Ebu Eyyûb
el-Ensârî (ra)
Ammâr b. Yâsir
(ra) Huzeyfe
b. el-Yemân (ra)
Ebu Zerr el-Ğıfârî
(ra) Münzir b.
Amr (ra)
Selmân-ı Fârisî
(ra)
Ebu'd-Derdâ (ra)
Bilâl (ra)
Ebu Rudeyha (ra)
Ebu Huzeyfe b. Utbe b.
Rebîa (ra) Abbâd b. Bişr (ra)
Sa'd b. Zeyd b. Amr b.
Nüfeyl (ra) Ubeyy b. Ka'b (ra)
Ensâr ile muhacirler
arasında bu şekilde kurulan kardeşlik sadece evsiz barksız kalan muhacirleri
yerleştirmek gibi geçici bir düzenleme sanılmaktadır. Gerçekte bu hareket
islâm'ın yüce amacını gerçekleştirmek ve insanlar arasına oluşturacağı eşitlik
ve huzuru temin etmek için atılan en önemli adım olmuştur.
İslâm, ahlâkı
güzelleştirmenin, duygulan yüceltmenin ve erdemleri en üstün noktaya
ulaştırmanın ilâhî devleti ve saltanatıdır. Bu devletin yöneticilere, ordu komutanlarına
ve her türden yetenekli insanlara ihtiyacı vardı. Hz. Peygamber'in huzurunda
bulunmanın ve O'nun sohbetlerini dinlemenin feyz ve bereketi sayesinde muhacirler
içinde bu yeteneklere sahip bir topluluk yetişmişti ve bunlar arasında diğer
kimselerin ders alıp yetişecekleri, feyiz alıp üstün meziyetler elde
edebilecekleri nitelikler oluşmuştu. Bu yüzden kardeşlik bağları kurulurken
Hz. Peygamber, gerek ensâr, gerekse muhacirlerden olanlar arasında karakter,
yetenek ve duygu birlikteliğini gözönünde bulundurmuştu. Bu şekilde onların,
başkalarını da aynı Ölçüler içerisinde yetiştirmelerini planlamıştı. Geniş ve
derinden incelendiği zaman görülecektir ki kardeş yapılan kişiler arasında
duygu ve karakter benzerliği gözönünde tutulmuştu. Medine'ye hicret edeli kısa
bir süre geçmişken, bu kadar kısa bir zaman içerisinde yüzlerce insanın
karakter ve huy benzerliğini tam ve sağlam bir şekilde ölçmek imkânsızdı. Bu
kadar kusursuz ve başarılı bir tanıma ve teşhiste bulunarak tam uyumlu bir
kardeşlik kurulması, kabul edilmelidir ki peygamberliğe ait özelliklerden
biridir.
Saîd b. Zeyd (ra)
cennetle müjdelenen on kişidendi. Babası Zeyd, Hz. Peygam-ber'in Peygamber
olarak gönderilmesinden önce İbrahim dinine tabi olmuştu. Bir bakıma, islâm'ın
öncü birliğindendi. Saîd (ra) O'nun eğitiminden geçmiş, O'nun terbiyesi altında
yetişmişti. Bu yüzden İslâm adını duyar duymaz, "Lebbeyk" dedi.
Annesi de onunla birlikte veya ondan önce müslüman oldu. Ömer (ra) onun evinde
ve onun teşvikiyle İslâm'a yöneldi. Hz. Ömer'in eniştesiydi. İlim ve fazilet
bakımından Sahabe-i kirâm'ın üstün nitelik taşıyanları arasındaydı. Kendisi
Übeyy b. Ka'b ile kardeş yapılmıştı. Übeyy b. Ka'b, onun sayesinde Hz. Ömer'in
kendisini 'seyyidü'l-müslimîn' (=müslümanların önderi) diye çağırdığı bir
makama erişmişti. Hz. Peygamber'in vahiy katibliğini ilk üzerine alan kişi
Übeyy b, Ka'b'dı. Kur'ân kıraatinde en büyük hüccet oydu.[32]
Ebu Huzeyfe (ra), Kureyş'in
en büyük liderlerinden olan Utbe b. Rebîa'nm oğluydu. Bu niteliğinden dolayı,
Eşhel kabilesinin reisi olan Ubbâd b. Bişr'in kardeşi yapıldı.
Hz. Peygamberin,
'eminü'1-ümme' (=Ümmetin mutemedi) unvanını verdiği Ebu Ubeyde b. el-Cerrah
(ra) ileride Suriye fatihi olma yeteneğini taşıyordu. Diğer taraftan İslâm
karşısında babalık ve oğulluk duygularının kendisi üzerinde hiç bir etki
yapamadığı bir kimseydi. Nitekim Bedir savaşında babası karşısına çıkınca önce
babalık haklarını gözetti. Ama sonunda babasını İslâm'a feda etmek zorunda kaldı.
Onun eğitim ve Öğretimi altında yetişmesi için Evs kabilesinin büyük lideri
Sa'd b. Mu'âz ile kardeş yapıldı. Onda da işte bu feda^etme ve vefakârlık
niteliği açıkça göze çarpmaktadır. Kureyza oğulları yahudîteri, Sa'd b. Muaz'ın
yeminli dostuydu. Araplar arasında yeminli dostluk bağı, kardeşlik ve babalık
bağına eşitti. Buna rağmen Benî Kureyzâ gazvesinde mesele İslâm'ı ya da
diğerini tercih etmeye gelince, 400 yeminli dostunu islâm'a feda etti. Bilâl
(ra) ile Ebu Rudeyha (ra), Selman-ı Fârisi (ra) ile Ebu'd-Derda (ra), Ammâr b.
Yasir (ra) ile Huzeyfe b. e\-Yemân (ra) ve Mus'ab b. Umeyr ile Ebu Eyyûb
el-Ensarî (ra) Hazretleri arasında öyle bir birlik ve kaynaşma olmuştu ki onun
sayesinde sadece talebe hocasından değil, hatta hocası talebesinden
etkilenebiliyordu. Abdurrahman b. Avı Medine'ye geldikten sonra başının üstüne
peynir kabını koyarak satmaya gidiyordu. Ama çok zengin olan Sa'd b. Rebî'nin
eğitimi altında bulunup onun görgüsü altında yetişmesi, yukarıdan beri
anlatageldiğimiz derecede servet ve zenginliğe ulaşmasını sağlamıştı.
Tarih, ensârın
muhacirlere gösterdiği kardeşlik ve fedakârlık duygularının bir
benzerini göstermekten
acizdir. Bahreyn'in fethi sırasında Resûl-ü Ekrem ensân
çağırtarak oradaki
arazileri aralarında bölüştürmek istediğini söylemişti. Ama en-
sâr hep bir ağızdan:
"Önce muhacir kardeşlerimize verilsin, hissemizi onlardan
sonra ahrız"
demişlerdi.[33]
Bir keresinde aç biri
Hz. Peygamber'in huzuruna gelmiş ve: "Çok açım, bana yiyecek birşeyler
ver" demişti. Hz, Peygamber evine haber göndererek yiyecek bir-şeyler
varsa gönderilmesini istedi. Sudan başka bir şey olmadığı bildirildi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber yanındakilere hitaben: "Bu adamı evinde misafir
edecek var mı?" buyurdu. Ebu Talha (ra):"Ben varım" dedi ve onu
alıp evine götürdü. Ama orada da durum aynı idi. Hanımı sadece çocukların
yiyeceğinin olduğunu söyledi. Karısına lambayı söndürmesini ve o yiyeceği
getirip misafirin önüne koymasını söyledi. Üçü birlikte sofraya oturdular.
Kan-koca aç durdular ve sanki yiyormuş gibi ellerini getirip götürerek hareket
ettirdiler, yemeği o aç misafirin yemesine fırsat verdiler. Bu olay üzerine şu
âyet nazil olmuştur:[34]
"Kendileri
zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler." (Haşr,
59/9) [35]
Ashab-ı Suffe İslâm
milletlerinin dillerinde ağızdan ağıza dolaşan bir kelimedir. Her ne kadar
gerçek mahiyetini bilmeseler de müslümanlar bu kelimeyi sık sık kullanırlar.
Suffe, çardak ve
gölgelik demektir. Burası Peygamber mescidinin bir kenarında, mescide bitişik
olarak yapılmış bir gölgelikten ibaretti. Sahabe-i kirâm'dan çoğu dini
uğraşları ile birlikte her çeşit işleri, yani ticaret, zirâat vb. işleri de
yürütüyorlardı. Ama bir kaç kişi vardı ki hayatlarını ibadete ve Hz.
Peygamber'in sohbetinde geçirmeye adamışlardı. Çoluk-çocuklan yoktu.
Evlendikleri zaman bu gruptan ayrılıyorlardı. Bunlardan bir kısmı gündüzleri
sahraya gidip odun toplayıp getiriyor, bunları satarak kardeşleri için yiyecek
temin ediyorlardı. Bu insanlar gün boyu Hz. Peygamber'in huzurunda kalıyor,
hadis dinliyor, geceleyin de bu gölgelikte kalıyorlardı. Ebu Hureyre (ra) da
bunlardandı. Hiçbirinin elinde vücutlarının altım üstünü aynı anda örtebilecek
şey olmamıştı. Vücutlarının üst kısmını örten bez parçasını dizlerine kadar
uzanacak şekilde sarkıtarak örtüyor, böylece örtünme ihtiyaçlarını
gide-riyorlardı. Birçok ensâr olgunlaşmaya yüz tutmuş olan hurma salkımlarını
koparıp getiriyor, bu çardağın tavanına asıyorlar, zamanla iyice olgunlaşan
hurmalar yere düştükçe alıp yiyorlardı. Bazan iki gün üstüste yemek
yiyemedikleri oluyordu. Hz. Peygamber mescide gelip namaz kıldırdığında bu
kişiler her zaman namaza katılıyor, fakat açlık ve zayıflıktan dolayı tam
namaz sırasmda bayılıp yerlere düşüyorlardı. Yabancılar gelip de o hallerini
gördükleri zaman bunların deli olduklarını sanıyorlardı.[36] Hz.
Peygamber'e herhangi bir yerden bir teberru ve yardım gelirse olduğu gibi
onlara gönderirdi. Yemek daveti olduğunda da onlan çağırır, yanına alıp birlikte
götürürdü. Çoğu kez geceleri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onlan
muhacir ve ensâr arasında bölüştürürek evlerine gönderirdi. Gücü oranında
herkes birer ikişer onlan evlerine götürür, kannlarmı doyururlardı.
Sa'd b. Ubâde son
derece cömert ve zengin bir insandı. Bazan 80 misafiri evine götürürdü.[37] Hz.
Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu insanlan gözünün önünden uzak tutmaz,
onları her zaman himaye ederdi. Bir keresinde Hz. Fâtıma (ra): "El
değirmeni çekerek ellerim su topladı, bana bir hizmetçi kadın veriniz" deyince
Hz. Peygamber: "Bu imkânsız, sana hizmetçi kadın vereyim de Suffe Ashabı
aç mı kalsınlar? Bu olamaz!" dedi.[38]
Çoğunlukla bu kişiler gecelerini ibadetle geçirir, Kur'ân-ı Kerîm okurlardı.
Onlara bir Öğretmen tayin edildi. Bu öğretmen yanlarına giderek Kur'ân-ı Kerîm
öğretirdi.[39] Bu yüzden onlardan pek
çoğuna kâri (=Kur'ân-ı Kerîm okuyucusu) denirdi, islâm'a davet için bir heyet
gönderilmesi gerektiğinde bu
kişiler gönderilirdi. Bi'r-i Ma'ûne gazvesinde işte bunlardan yetmişi islâm'ı
öğretmek için gönderilmişti.
Bunların sayısı bazan
eksilir, bazan Çoğalırdı. Tamamı 400'e kajjar ulaşmıştı. Ama hiç bir zaman aynı
anda bu sayıya ulaşmamışlardı. Zaten Suffe'de bu kadar sayıyı alacak yer de
yoktu. Hicrî 304 yılında ölen, tbn Münde'nıfl hocası îbnu'l-A'râbî Ahmed b.
Muhammed el-Basrî Ashâb-ı Suffe'nin bütün durumlarını yazmıştır.[40]
Selmâ da onlar hakkında ayrı bir kitap yazmıştır.[41] [42]
Arap tarihçilerin
anlattığına göre Medine yahudileri asıl olarak yahudidirler. Musa (as) onları
Amâlika kabilesi ile çarpışmak üzere gönderdiğinde bu yahudiler Arabistan'a
gelip yerleşmişlerdir. Ama tarihî deliller bu görüşü doğrulamamakta-dır.
Yahudiler her ne kadar bütün dünyaya dağümışlarsa da adlannı hiçbir yerde
değiştirmemişlerdir. Bugün bile dünyanın neresinde bulunurlarsa bulunsunlar
ya-hudi adlarını taşımaktadırlar. Arap yahudileri bunun aksine adlarını Nadîr,
Kay-nuka, Merhab, Haris vb. olarak koymaktadırlar. Bunlar ise katıksız Arapça
isimlerdir. Yahudiler genellikle korkak, karaktersiz, aşağılık insanlardırlar.
Nitekim Musa (as) onlara savaşmalarını söylediğinde cevaplan şu olmuştu:
"Öyleyse sen ve
Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız" (Mâide, 5/24)
Medine yahudileri ise
tam tersine[43] cesur ve atak insanlardı.
Bu akıl ve mantık deliline ilaveten büyük tarihçi Ya'kûbî açık bir şekilde
Kureyzâ ile Nadîr kabilelerinin Arap olduğunu, sonradan yahudileştiklerini
söylemektedir.
"Sonra Benî Nadîr
savaşı oldu. Bu, Cüzam kabilesinin bir koluydu. Ama yahu-di olmuşlardı. Kureyzâ
da aynı şekildeydi."[44]
Tarihçi Mesudî de
Kitâbu'l-Eşrâfve't-Tenbih'de[45]
başka bir rivayet olarak şöyle yazmaktadır:
"Bunlar Cüzam
kabilesindendiler. Önceleri Amâlika kabilesindendiler. Ama onların
putperestliğinden bezerek Hz. Musa'ya inandılar ve Suriye tarafından göç ederek
Hicaz'a geldiler."
Bunlar üç kabile idi,
Benî Kaynuka, Benî Nadîr ve Benî Kureyzâ. Medine civarına gelip yerleşmiş ve
çok sağlam burçlar ve kaleler yapmışlardı.
Evs ve Hazrec diye
isimlendirilen Medine'deki iki Ensâr kabilesinin yaptıkları son savaş, Buâs
savaşı'dır. Bu savaş, Ensâr'm gücünü tamamen kırmıştı. Yahudiler, ana
hedefleri olarak ensânn birleşmemesine dikkat ediyorlardı.
Bütün bu sebeplerden
dolayı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Medine'ye geldiğinde yaptığı
ilk iş müslümanlarla yahudiler arasındaki ilişkilere açıklık kazandırmak ve
sağlamlaştırmak oldu. Resûlüllah, ensârla yahudileri çağırıp aşağıdaki şartlar
üzerinde bir anlaşma yazdırdı. İki taraf da kabul etti.
Bu anlaşma îbn Hişânı'ın
siyerinde eksiksiz olarak zikredilmiştir. Özeti şudur:
1. Kan
bedeli ve fidye olarak eskiden beri sürdürülen prensip, bundan sonra da devam
edecektir.
2. Yahudiler
dinî serbestliğe sahip olacak ve hiç kimse onların dini işlerine karışmayacaktır.
3.
Yahudilerle müslümanlar kendi aralarında dostâne ilişkiler kuracaklardır.
4. Yahudiler
veya müslümanlar herhangi biriyle savaştıklarında bir taraf diğer tarafa yardım
edecektir.
5. îki
taraftan biri Kureyş'e destek ve himaye vermeyecektir.
6. Medine'ye
bir saldın olduğunda iki taraf ortaklaşa savunma yapacaktır.
7. Herhangi
bir düşmanla iki taraftan biri barış yaparsa diğer taraf da barışa katılacak,
ama dinî savaş bunun dışında olacaktır. [46]
Hicretin 1. yılı
Ensârdan, Hz. Peygamber'e özellikle yakın olan son derece değerli iki kişi
vefat etti. Bunlar Külsûrri b. Hedm ile, Es'ad b. Zürâre (ra) idi. Külsûm, Hz.
Peygamber saîlallahu aleyhi vesellem'in Küba'ya gelişinde evinde misafir
kaldığı kişidir. Bir çok büyük şahabı de onun evine misafir olmuştu. Es'ad b.
Zürâre (ra), Medine'den Mekke'ye giderek Hz. Peygamber'in elini tutup, biat
eden 6 kişiden biridir. îbn Sa'd'ın rivayetine göre bu 6 kişi içinde hepsinden
önce biat için el uzatan da işte bu Es'ad'dı. Medine'ye herkesten önce gelerek
Cuma namazı kıldırmış olma şerefine sahip olmuştu.
Neccar oğullarının çok
samimi dostu olan Es'ad b. Zürâre'nin ölümü üzerine bu kabile Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem'e giderek, ondan boşalan yere temsilci bir dost
olarak başka bir şahsın tayin edilmesini istediler. Bir kişi tayin olduğunda
diğerlerinin kıskanma ihtimali olduğundan Hz. Peygamber: "Ben sizin en iyi
temsilcinizim" buyurdu.[47] Hz.
Peygamber'in anne tarafından sülâlesi bu kabileden olduğu için diğer
kabilelerin hased ve çekememezlik yapmasına imkân yoktu.
Es'ad'ın (ra) ölümü
Hz. Peygamber'e büyük bir darbe oldu. Münafıklarla ya-hudiler: "Muhammed
sallallahu aleyhi vesellem gerçekten peygamber olsaydı Es'ad'ın ölümü O'nu
böyle sarsmazdı" diye alay etmeye başladılar. Hz. Peygamber bunu duyunca:
"Kendim için ve arkadaşlarım için Allah katında hiçbir yetkim yoktur"
buyurdu.[48]
Çok ilginç bir
tesadüftür ki aynı anda iki büyük kâfir lideri birlikte ölmüştü. Bunlar;
Hâlid'in (ra) babası olan Velîd b. Muğîre ile As b. Vâil es-Sehmrdir. As b. Vâil'in
oğlu Mısır fatihi ve emir Muâviye'nin başveziri olan Amr b. As'dır. Onlar
öldüğü sırada Abdullah b. Zübeyr (ra) doğdu. Onun da babası Hz. Peygamberin
halasının oğlu Zübeyr (ra) idi. Annesi ise Hz. Ebu Bekir'in kızı ve Hz.
Aişe'nin (ra) öz kardeşi Esma (ra) idi. O ana kadar muhacirlerden hiç birinin
çocuğu olmamıştı. Hatta yahudilerin sihir yaptığı şayiası çıkmıştı. Abdullah
b. Zübeyr (ra) doğunca muhacirler sevinçlerinden çığlık attılar.
O ana kadar namazlar
sadece iki rekat kılmıyordu. Artık öğle, ikindi ve yatsı namazları dörder rekat
oldu. Seferi durumlar için iki rekat devam etti. [49]
Bu yılla birlikte
islâm tarihinde iki büyük olay meydana gelmiştir. Biri; bu gün İslâm'ın,
kendisine bir buçuk milyar insanın kalblerinin yöneldiği özel bir kıblenin
belirlenmesi, diğeri ise; islâm düşmanlarının bundan böyle islâm'ı engellemek
ve ona kanş koymak için kılıçlarına sarılmaları, müslümanlann da islâm'ı
savunmak için kendilerini korumaya hazırlanmalarıdır. [50]
Her topluluk, her
millet ve her dinin kendine özgü, bir işareti, onu diğerlerinden ayıran özel
bir sembolü olur. Bu olmadan o millet, ayrı bir varlık olarak devam edemez,
islâm, namaz kılarken yönelinen kıbleyi -Kabe- kendine bir sembol ve alâmet
kabul etmiştir ki, bu ana ve asıl amacı dışında kıble, daha birçok hikmet ve
sırları ihtiva etmektedir. İslâm'ın kendine özgü açık ve belirgin vasfı
herkesin eşitliği, cumhuriyet ve işbirliğidir. Yani bütün müslümanlann eşit ve
tek hedefe yönelmiş görülmeleridir, islâm dininin temel direği namazdır. Her
gün beş vakit namaz kılmak farzdır. Namazın yapısı ve ruhu, toplulukla ve
birçok insanla birlikte kılınmasıdır. Hedef, binlerce, yüzbinlerce insanın
kendi varlıklarını bir tarafa atıp tek varlık haline gelerek kılınmasıdır. Bu yüzden cemaatle
namazda bir tek imam olur. Ona uyanların bütün hareketleri onun işaretine
bağlıdır. Hepsinin ibadet yönü de tek olmalıydı. İşte bu esastan hareketle
namazda yönelinecek bir kıble belirlendi. Bu işaretin ve sembolün alanı o kadar
geniş tutuldu ki, o kıbleye yönelmek, küfür çemberinden çıkıp, İslâm dairesine
girmek demekti. Artık kıblenin hangi yön olacağının araştırılması kalmıştı.
Yahudilerle hıristiyanlar Kudüs'ü kıble kabul ediyorlardı. Çünkü dinî
merkezleri Kudüs'tü. Ama putlan parçalayan Hz. ibrahim'in yolunu tutan
müslümanlar için, onun yolunun, temsilcileri için bu kıble sadece, o en büyük
muvahhidin bir hatırası olan ve gerçek tevhidin en büyük alamet ve sembolü
durumundaki Kabe olabilirdi.
Hz. Peygamber
sallallahu aleyhi vesellem Mekke'de bulunduğu günlerde aynı anda iki
zorunlulukla karşı karşıya bulunuyordu.
Birincisi: İbrahim
dininin yeniden kurulması ve ihyası bakımından Kabe'ye yönelme gereğiydi. Ama
bu, büyük bir problemdi. Çünkü Kıble'nin asıl amacı olan başkalarından ayrışmak
ve özgün olmak, müşriklerin ve kâfirlerin de Kabe'yi kendileri için kıble
görmelerinden dolayı gerçekleştirilemiyordu. O yüzden Hz. Peygamber sallallahu
aleyhi vesellem, İbrahim makamının önünde namaz kılıyordu. Buranın yönü ise
Kudüs'e doğruydu. Böylece iki kıble de Peygamberimiz'in önüne geliyordu.
İkincisi: Medine'de
iki zümre insan yaşıyordu. Kıblesi Kabe olan müşriklerle Kudüs'e doğru
ibadetlerini yapan kitab ehli. Müşrik Arapların şirkine karşılık ya-hudilikle
hıristiyanlığın her ikisi de tercih ettikleri için, Hz. Peygamber 16 ay boyunca
Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya doğru namaz kıldı. Ama Medine'de İslâm daha çok
yayılınca asıl kıble olan Kabe'yi bırakarak Kudüs'e yönelmeye gerek kalmadı.
Bunun için şu âyet indi ve kıble bir anda değişti.[51]
"Artık yüzünü
Mescid-i Haram tarafına çevir. -Ey müslümanlar!- Siz de nerede olursanız olun,
-namazda- yüzlerinizi o tarafa çevirin." (Bakara, 2/144)
Kıble'nin
değiştirilmesi yahudileri çok öfkelendirdi. Müşrikler karşısında kendilerinin
dini üstünlükleri bulunduğunu iddia ediyorlardı. İslâm'dan önce müşrikler de
bu dini üstünlüğü itiraf ediyordu. O derecedeki -Ebu Dâvûd'da rivayet edildiği
gibi- çocukları yaşamayanlar, eğer çocuğu yaşarsa onu yahudi yapmayı adıyordu.
İslâm onların bu dini üstünlüklerine set vurmuştu.
Ayrıca o zamana kadar
İslâm'ın kıblesi Mescid-i Aksa olduğu için, İslâm bile kendilerinin kıblesine
yöneliyor diye övünüyorlardı. İslâm kıblesini değiştirince öfke ve nefretleri
birden ayyuka çıktı. Hakaretler etmeye ve çirkin sözler söylemeye başladılar.
"Muhammed sallallahu aleyhi vesellem her meselede bize karşı çıkmak
istediğinden sırf muhalefet olsun diye kıbleyi de değiştirdi" dediler.
Yahudilerin propagandaları zayıf imanlı ve mütereddit bazı müslümanlar
üzerinde etkisini gösterdi. Çünkü bunlara göre kıble kolay kolay
değiştirilemez olduğundan inançlarında bir sarsıntı doğurabilirdi. Nitekim öyle
oldu. O yüzden de kıblenin neden ve niçin değiştirildiğini, bunun yararlarını
ve gerekliliğini gösteren şu âyet nazil oldu:
"insanlardan bazı
beyinsizler: 'Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir?'
diyecekler. De ki: Doğu da, batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola
iletir. Senin -arzulayıp da şu ana kadar- yönelmediğin kıbleyi -Kabe'yi- biz ancak
Peygamber'e uyanı, Ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble
yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır
gelir." (Bakara, 2/142-143).
"İyilik,
yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik o kimsenin
yaptığıdır ki; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere
inanır. -Allah'ın rızasını gözeterek- yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda
kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât
verir." (Bakara, 2/177)
Bu âyetlerde Allah
Teâlâ önce, doğrudan kıblenin kendisinin asıl hedef olmadığını bildirmekte,
Allah'a ibadet için doğunun batının eşit olduğunu, Allah'ın her yerde, her
yönde ve her tarafta olduğunu bildirmektedir. Sonra kıblenin belirlenmesinin
gerekli olduğunu bildirmekte, onun islâm'a has bir sembol ve şiar olduğunu,
gerçek müslümanlarla göstermelik müslümanları ayırdığını anlatmaktadır. Bir çok
yahudi, münafıklık ederek kendilerini müslüman gösteriyorlardı. Müslümanlarla
birlikte namaza da katılıyorlardı. Bunlar islâm'ın koynundaki yılanlardı. Ama
kıble, Mescid-i Aksa yerine Kabe'ye çevrilince gizli münfıklıkları tamamen
açığa çıktı. Hiç bir yahudi, hiç bir şekilde, kendi milliyetinin, dininin,
varlığının temeli olan şeyden -yani Mescid-i Aksa'dan- ilişki ve bağının
kopmasına razı olamazdı. Sonra Allah Teâlâ şu inceliğe daha da açıklık
getirerek; herhangi bir özel kıbleye doğru yönelmenin bir hareket olarak
sevabın temelini oluşturmadığını, aksine sevabın, gerçek iman ile güzel amelin
tâ kendisi olduğunu bildirmişti. [52]
[1] Sahih-î Müslim, c. 1, s. 58.
[2] el-Müstedrek, c. 2, s. 613,
Zerkânî, ale'l-Mevahib, c. 1, s. 359.
[3] Buhârî, Menâkıbu'l-ensâr/45,
Ta'bîr/39; Müslim, Ru'yâ/20.
[4] Buhârî,Cihâd/123, Libâs/16.
[5] Bu mağara Mekke'nin sağ
tarafında 3 mil (5 km) uzaktadır. Dağın tepesi aşağı yukarı 1 mil yükseklikte
olup, deniz oradan görülebilmektedir. Bk. Zerkânî, c. 1, s. 380.
[6] Bu bilgiler Sahih-î
Buhârfnin hicret bölümünde vardır. Menâkıbu'l-Muhacirîn bölümünde de ilave bilgiler
bulunmaktadır. Burada onları da kaydettik.
[7] Tarih-i Taberî, c. 3, s.
1234.
[8] Siretu'n-Nebî, c. 3, s.
307'de bu rivayetler üzerinde geniş tenkitler yapılmıştır.
[9] Bütün bu bilgiler harflerine
varıncaya kadar Sahih-f Buhârî'nin Menâkibu'I-Muhâcirîn bölümünde bulunmaktadır.
[10] Sürâka daha sonra müslüman
oldu. İran fethedilerek Kisra'nın mallan toplanıp getirildiğinde Hz. Ömer
Kisrâ'nın süslü elbiselerini ona giydirmiş ve Allah'ın kudretinin tecellisini
temaşa etmişti.
[11] Buhârî, Menâkıbu'l-ensâr/45; Nesâ'î, Kasâme/47. Bundan da anlaşılmaktadır ki en sıkıntılı anlarda bile yanlarında kalem ve mürekkep bulunmaktaydı
[12] Sahih-î Buhârî, s. 560,
Tabakât-i îbn Sa'd, Siretü'n-Nebi bölümü, s. 158.
[13] tbn Sa'd, Külsûm b. Hedm'in
zikri.
[14] Vefâu'l-Vefâ, Taberani el-Kebir'e
atıfla, c. 1, s. 180.
[15] Vefâu'i-Vefâ, c. 1, s. 181,
Mısır baskısı.
[16] Hârzemî'nin hesabına göre;
Peygamber'in geliş günü Perşembe kabul edilmez ise 14 gün sonraki Cuma günü
olmalıdır.
[17] Bu olay Buhârî'nin değişik
bölümlerinde zikredilmiştir. Bk. Buhârî, Menâkıbu'l-ensâr/46; Müslim, Me-
sâcid/9.
[18] Ebu Eyyûb'un adı Hâlid'dir.
et-îsâbe'de bu isimle anılmış ve bu olay orada anlatılmıştır.
[19] îbn Sa'd, s. 43.
[20] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 190-191.
[21] EbuDâvûd,Salât/13.
[22] Buhârî, Menâkıbu'l-ensâr/45; Aynî, c. 2, s. 357.
[23] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 192.
[24] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 192-196.
[25] Kardeşlikle ilgili bütün
olaylar ve her tür bireysel davranış Ibn Hişâm'm 178. sayfasında anlatılmıştır.
Abdurrahman b. Avf olayı Buhârf nin Kitab-u'1-menâkıb bölümünün "Allah
Resulü'nün Kardeş İlan ettikleri" başlığı altında anlatılmıştır.
[26] Sahîh-Î Buhârf, s. 313.
[27] Sahîh-Î Buhârî, s. 313.
[28] Buhârî, Kefalet/2, Tefsîr-i
sûret-i 4/7.
[29] Fütûhu'l-Büldân, Avrupa
baskısı,*. 20.
[30] Bu liste ve açıklamalar,
Mucemu'l-Büldan'da Medine-i Münevvere'nin anlatıldığı yerde geçmektedir.
[31] Bk. Ibn Hişâm, s. 179.
[32] el-lsâbe, Übey b. Ka'b'in
zikri bölümü.
[33] Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr/2.
[34] Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr/10.
[35] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 197-198.
[36] Tirmizi, Zühd/39; İbn-i
Hanbel, 6/18.
[37] Zerkani, c. 1, s. 430, Misir
baskısı, Ashabı Suffe ve Peygamber mescidinin zikri.
[38] Zerkani c. 1, s. 430, Mısır
baskısı, Ashab-ı Suffe’nin zikri bölümü.
[39] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.
3 s. 137.
[40] Hâhz Suyûti, Ashab-ı Suffe
hakkında iki sayfalık bir risale yazmış, buraya harf sırasına göre yüz kişinin
adını kaydetmiştir.
[41] Buharı, Nafakât/7, Da'avât/10;
Müslim, Zikir/63, 81. Zerkânî başka kaynaklardan da eklemeler yapmıştır. Ahmed
b. Hanbel Müsned'imn c. 3, s. 137'de de bilgi verilmiştir.
[42] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 198-199.
[43] Margoliouth, yahudiler
hakkında geniş ve araştırıcı bir tarzda yazarak: “Bu kalabalık Yahudi iblinen
kitle içinde asıl Yahudiler birkaç hanedandan ibaretti. Yahudileşen Araplar
bunlara katılarak zamanla bu miktara ulaştılar “ kanaatine varmaktadır.
Herhalde doğrusuda bu olmalıdır.
[44] Ya'kûbî, c. 2, s. 9.
[45] Avrupa baskısı, s. 247.
[46] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 199-200.
[47] Taberî, s. 1261-1262.
[48] Taberî, s. 126.
[49] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 200.
[50] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 200-202.
[51] Bu sayfadaki bütün bilgiler
Sahih-î Buhârî*nin namaz ve kıble hadisinden ve Buhârî şerhi Fethu'l-l ri'den
alınmıştır.
[52] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son
Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 203-208.