ÜÇÜNCÜ BÖLÜM... 1

HZ. MUHAMMED’İN HİCRETİ. 1

VIII. Hîcret 1

IX. Medine'de Îlk Günler. 7

Mescıd-1 Nebevı'nin  İnşaası 7

Ezanın Ortaya Çıkışı 8

Muhacir Ensar  Kardeşliği 8

Suffe  Ve  Ashâb-I Suffe. 12

Medine Yahudileri Ve Onlarla  Anlaşma  Yapılması 13

Değişik Olaylar. 14

X.  Kıble'nln  Değişmesi (Hicret'in  İkinci  Yılı) 15

Kıblenin  Değişmesi 15

 

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

 

HZ. MUHAMMED’İN HİCRETİ

 

VIII. Hîcret

 

Hak daveti ve islâm çağrısı her taraftan kılıç sesleriyle karşılanmaya başla­yınca kâinatın sahibi ve dünya düzeninin yürütücüsü olan Allah Teâlâ müslümanlara Dâru'1-Emân (=Güven yurdu, barış beldesi) olan Medi­ne'nin kapısını açtı. Ama zalimlerin asıl hedefi olan Hz. Peygamber sallallahu aley­hi vesellem, ne yapacağı ve nasıl hareket edeceği konusunda Allah'ın emrini bek­liyordu. Mekke dışındaki şehirlerde müslüman olanlar, canlarını feda etme paha­sına O'nu korumak için ellerinden gelen herşeyi yapacaklarına dair söz veriyorlar­dı. Sağlam bir kaleye sahip olan Evs kabilesinin lideri Tufeyl b. Amr: "Hicret ede­rek buraya geliniz" diye kendi kalesini teklif etti. Ama Allah Resulü bunu kabul et­medi.[1] Hemedan oğullarından bir kabile başkanı da benzer bir istekte bulundu ve aynı dileği Peygamber'e ulaştırdı. Kabile mensuplarıyla görüşüp işini düzene koy­duktan sonra gelecek yıl geleceğini söyledi.[2]

Ama kaza ve kaderi yürüten, her şeye hükmeden Yüce Allah bu şerefi sadece ensâra nasib etmişti. Nitekim hicretten önce Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesel­lem rüyasında hicret edilecek yerin bağ ve bahçelerle dolu güzel bir yer olduğunu gördü. Yemâme veya Hicr şehri olduğunu sandı. Ama sonradan o şehrin Medine olduğu ortaya çıktı.[3] Peygamberliğin 13. yılında sahabe-i kirâm'ın çoğu Medi­ne'ye ulaştı. İşte bu yüzden daha sonra vahiyle de uygun görülerek Hz. Peygam­ber Medine'ye hicret etmeye karar verdi. Bu destansı olay son derece etkileyici, kalpleri titretici ve insanı hayrete düşürücüdür. Bu nedenledir ki îmam Buharı, olayları çok kısa ve özet vermeyi tercih etmesine rağmen bu olayı genişçe yazmış­tır. Hz. Aişe'nin (ra) anlattıklarını, ağzından çıktığı şekilde kaleme almıştır. Hz. Ai-şe (ra) her ne kadar o sırada 7 yaşında idiyse de onun anlattıkları, bizzat Hz. Pey­gamber ve Hz. Ebu Bekir'in anlattıkları demektir. Çünkü o, onlardan duydukları­nı, onların anlattıklarını aktarmış olmalıdır. Olayın ilk merhalelerinde kendisi de bulunmaktadır.

Kureyş kabilesi, müslümanlarm Medine'ye hicret ettikten sonra güçlenip geliş­tiklerini ve islâm'ın orada süratle yayıldığını gördüler. Bunun üzerine danışma meclisi durumundaki Dâru'n-Nedve'de toplandılar. Toplantıya bütün kabilelerin başkanları katılmıştı. İsim vermek gerekirse şunları zikredebiliriz: Utbe, Ebu Süf-yân, Cübeyr b. Mut'im, Nadir b. Haris b. Kelede, Ebu'l-Buhturî, İbn Hişâm, Zem'a b. Esved b. Muttalib, Hakîm b. Hizam, Ebu Cehil, Nebih, Münebbih, Ümeyye b. Halef.. Katılanlardan her biri farklı bir görüş ileri sürdü. Biri:

"Muhammed'in elini ayağını zincirle bağlayıp, bir evde hapsetmeliyiz" dedi. Bir diğeri:

"Şehir dışına sürgün edilmesi yeterli" dedi.

Ebu Cehil:

"Her kabileden bir kişi seçilsin ve bu seçilen kişiler hep birlikte kılıçlarıyla saldı­rıp öldürsünler. Bu durumda O'mm kanının sorumluluğunu bütün kabileler paylaş­mış olur. Hâşim oğulları da tek başına bütün kabilelere karşı çıkamayacak, Muham­med'in kanının intikamını almak için hepsine savaş alamayacaktır" dedi. Bu son teklif üzerinde anlaşma oldu ve güneş batmak üzereyken hepsi gelip Hz. Peygam-ber'in mübarek evini kuşatma altına aldılar. Araplar evin haremine girmeyi ayıp saydıklarından dışarıda beklediler, Hz. Peygamber sallalİahu aleyhi vesellem'in çık­masını ve çıkar çıkmaz öldürme görevlerini yerine getirmeyi kararlaştırdılar.

Kureyş, Hz. Peygamber sallalİahu aleyhi vesellem'e bu kadar düşman olması­na, O'na bu derece kin duymasına rağmen yanında bir miktar parası, malı veya bir takım kıymetli eşyaları olan kimseler bunları güvenli, sağlam bir yere emanet et­mek istedikleri zaman, Hz. Peygamber'e teslim edecek kadar O'nun dürüstlük ve güvenilirliğine inanırlardı. O sırada da Hz. Peygamberin yanmda birçok emanet toplanmıştı. Kureyş'in niyetinden daha önceden haberdâr olduğu için Hz. Ali'yi çağırarak, ona: "Bana hicret etme emri geldi, bugün Medine'ye hareket edeceğim. Sen yatağımda, benim yorganıma bürünerek uyu, sabahleyin herkesin emanetini götürüp sahiplerine teslim et" buyurdu.

Gerçekten çok tehlikeli bir andı. Hz. Ali, Kureyş'in Hz. Peygamberi öldürme­ye karar verdiğini öğrenmişti ve o gün Resûlullah'ın yatağı, görünüşe göre acı bir ölümün meydana geleceği yerdi. Ama Hayber fatihi için ölüm yeri, gül döşeğiydi.

Hicretten iki-üç gün önce Hz. Peygamber öğle vakti Hz. Ebu Bekir'in evine git­ti. Adeti gereği kapıyı vurdu. İzin verildikten sonra içeri girdi. Hz. Ebu Bekir'e: "Biraz görüşmemiz lazım, senden başka kimse olmasın" buyurdu. Hz. Ebu Bekir cevap olarak: "Burada eşinizden başka kimse yok" dedi. O sırada Hz. Aişe ile ni­kah kıyılmıştı. Hz. Peygamber "Bana hicret için izin verildi" buyurunca, Hz. Ebu Bekir kendinden geçerek: "Babam anam sana feda olsun, ben de size refakat etme şerefine sahip miyim?" dedi. Allah Resulü: "Ever buyurdu. Hz. Ebu Bekir (ra) hic­ret için, dört aydan beri otlar yedirerek, bol gıdalar vererek iki deveyi'besliyor ve yol için hazırlıyordu. Allah Resûlü'ne: "Bu iki deveden birini buyurun" dedi. Her­kese ikram ve ihsanda bulunan Yüce Peygamber hiç kimsenin ikramına razı ola­mazdı: "Evet ama bedelini ödeyerek" dedi. Hz. Ebu Bekir de mecbur kalarak ka­bul etti.

Hz. Aişe (ra) o sırada küçüktü. Büyük kızkardeşi, Abdullah b. Zübeyr'in (ra) annesi olan Esma (ra) yolculuk malzemelerini hazırlamıştı. Kadınların bellerine doladıkları bezi parçalayarak ondan azık bohçası yaptı ve içine iki-üç günlük azık koydu, işte bu hizmetinden ve becerisinden dolayı kendisine hâlâ, Zâtü'n-Nitâ-kayn (iki kuşak sahibi) denilegelmektedir.[4]

Kâfirler, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in evini kuşatıp da gece epey ilerleyince kudret-i ilâhî, onları habersiz ve dalgın kıldı. Hz. Peygamber on­ları uyur vaziyette bırakarak aralarından geçip dışarı çıktı. Kabe'yi gördü ve: "Mekke, sen benim için bütün dünyadan daha değerlisin ama senin çocukların beni rahat bırakmıyor" dedi. Hz. Ebu Bekir (ra) ile zaten daha önce anlaşmış ve kararlaştırmış olduklarından, ikisi birlikte önce Sevr dağındaki mağaraya gidip gizlendiler. Bu mağara bugün hâlâ mevcuttur ve insanların ziyaret ve sevgi oda­ğıdır.[5]

Hz. Ebu Bekir'in yeni yetişmekte olan genç çocuğu Abdullah, geceleyin mağa­raya gelerek geceyi birlikte geçiriyor, sabah erken ortalık aydınlanmadan şehre gi­derek Kureyş'in ne düşündüğünü, ne yapmak istediğini ve ne kararlar aldığını öğ­reniyor, edindiği bilgileri akşamleyin Hz. Peygamber'e arz ediyordu. Hz. Ebu Be­kir'in kölesi koyunları otlatıyor, gece biraz ilerleyince o taraflara doğru geliyor ve Hz. Ebu Bekir'le Allah Resûlü'ne süt veriyordu. Üç gün boyunca sadece bu gıda-Jarla idare edildi. Ama Ibn Hişâm: "Hz. Esma evde yemek pişirerek her gün ak­şamleyin mağaraya ulaştırıyordu. Böylece üç geceyi mağarada geçirdiler" diye yazmaktadır.[6]

Kureyşliler gpzlerini açtıklarında yatakta Hz. Peygamber yerine Hz. Ali'nin olduğunu gördüler. Onu yakalayıp Kabe'ye götürdüler. Bir süre orada hapsetti­ler sonra serbest bıraktılar.[7] Arkasından Hz. Peygamberi aramaya koyuldular. Araştıra-soruştura, izini takip ede ede mağaranın ağzına kadar geldiler. Ayak seslerini duyan Hz. Ebu Bekir çok korktu ve üzüntü ile Hz. Peygamberce: "Düş­manlar o kadar yaklaştı ki ayaklarının dibine baksalar bizi hemen görecekler" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Üzülme, şüphesiz Allah bizimle beraber­dir" buyurdu.

Şurası herkesçe bilinmektedir ki:"Kâfirler mağaraya yaklaştıklarında Allah Te-âlâ emir verdi. O anda bir akasya ağacı bitti ve dalları uzayarak Hz. Peygamber'i gizledi. Aynı anda iki tane güvercin geldi, yuva yaparak oraya yumurtladı. Kabe güvercinleri işte bu güvercinlerin soyundan gelirler." Bu rivayet el-Mevâhibü'l-Le-dünniyye'de genişçe nakledilmiş, Zerkânî, Bezzâz'dan vb. nakille bunun kaynağı gösterilmiş ise de tüm bu rivayetler zayıftır. Bu rivayetin asıl râvısi Avn b. Amr hakkında Rical ilmi üstadı Yahya b. Maîn: "Bir hiçtir" demektedir, imam Buhârî ise: "O; hadisi inkâr edilen ve meçhul bir insandır" demektedir. Bu rivayetin bir başka râyisi ise Mekkeli Ebu Mus'ab'dır. O da durumu bilinmeyen, gerçek yüzü ta­nınmayan biridir. Nitekim Allâme Zehebî, Mızânu'l-ltidâl isimli eserinde Avn b. Amr'ın durumu hakkında bütün bunları nakletmiş ve kendisi de bu rivayeti zik­retmiştir.[8]

Dördüncü gün Hz. Peygamber mağaradan çıktı. Kendisine güvenilen Abdul­lah b. Uraykıt isimli bir kâfirle ücret karşılığında rehberlik etmesi için anlaşma ya­pıldı. O önden yol göstererek gidiyordu. Bir gece ve gündüz birlikte gittiler. Ertesi gün Öğle vakti güneş sıcağı çok arttığından Hz. Ebu Bekir, Hz. Peygamber'in göl­gede biraz dinlenmesini istedi. Her tarafa göz attı. Bir kayanın altında gölge gördü. Bineğinden inerek yeri temizledi, sonra kendi harmanisini yere yaydı. Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem istirahate çekilince Hz. Ebu Bekir'in kendisi yi­yecek, içecek bir şeyler bulmak için çevreyi dolaşmaya çıktı. Yakında koyun otla­tan bir çoban vardı. Ona, bir koyunun memesini tozdan, topraktan temizlemesini, sonra ellerini temizce yıkayarak süt sağmasını söyledi. İçine toz-toprak gitmesin diye kabın üzerine bez kapatarak sütü alıp Hz. Peygamberce getirdi. Birazcık su ka­tarak takdim etti. Hz. Peygamber onu içtikten sonra: "Artık hareket etme zamanı gelmedi mi?" buyurdu. Güneş alçaldığında Resûlullah oradan hareket etti.[9]

Kureyş, kim Muhammed'i veya Ebu Bekir'i yakalayarak getirirse ona, bir kan bedeline denk -yüz deve- mükâfat verileceğini ilan etmişti. Sürâka b. Cü'şum bu ilanı duydu.,[10] Mükâfatı ele geçirmek için büyük bir hırs ve ümitle takibe çıktı. Hz. Peygamber yola devam ederken Sürâka onu gördü ve atım koşturarak yakınlarına geldi. Ama at tökezledi, o da yere düştü. Ok torbasından fal okunu çıkararak, sal­dırmasının doğru olup olmadığına karar vermek için baktı. Saldırmasının doğru olmadığına dair ok çıktı. Ama yüz devenin büyük değeri karşılığında ok falına ina­nacak hali yoktu. Tekrar ata binip ileri doğru mahmuzladı. Bu sefer atın ayakları dizlerine kadar toprağa gömüldü. Attan inip tekrar fala baktı, yine aynı ok çıktı. Tekrar aynı sonucu görmek cesaretini kırmıştı. Teşebbüs ettiği şeyin çok tuhaf ol­duğuna kanaat getirmişti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'in yanma gi­derek Kureyş'in ilanını anlattı ve kendisinin emniyette olduğunu belirten bir yazı vermesini istedi. Hz. Ebu Bekir'in kölesi Amir b. Füheyre, bir deri parçası üzerine emniyette olduğunu belirten berâati yazıp verdi.[11] Güzel bir rastlantı eseri, Zü-beyr (ra) Suriye'den ticaret eşyası almış gelmekteydi. Hz. Peygamber'le Hz. Ebu Bekir'e, hiç bir eşyalarının olmadığı o çaresizlik anında büyük bir ganimet olan bir kaç değerli kumaş takdim etti.

îbn Sa'd, Tabakât isimli eserinde bu kutsal yolculuğun bütün konaklarını, du­raklarını sayıp göstermiştir. Her ne kadar Arabistan haritalarında bugün onlarm izine dahi rastlanmasa bile, islâm'a gönül veren mü'minler onların sadece isimle­rini duymaktan dahi zevk alabiliriz. Durakların adları; Harrâr, Seniyyetü'l-Murra, Sekaf, Medlece, Mercah, Hadâid, Ezâhir, Râbiğ -Burası bugün de hacıların yolu üzerinde bulunmaktadır. Resûlullah burada akşam namazını kılmıştı-, Zâselem, Asâniye, Fahite, Arec, Cedvâs, Rakûbe, Akîk, Cescâse'dir. Hz. Peygamber'in yolda olduğu haberi Medine'ye ulaşmıştı. Bütün şehir tek vücut halinde sabırsızlıkla beklemekte idi. Küçücük çocuklar neşe ve iftiharla:"Peygamber sallallahu aleyhi vesellem geliyor!" diye sevinç çığlıkları atarak dolaşıyorlardı. İnsanlar sabah erken evlerinden çıkıp şehrin dışında toplanıyor ve öğleye kadar hasretle bekleyerek ge­ri dönüyorlardı. Bir gün hayli bekledikten sonra geri dönmüşlerdi ki, bir yahudi kalenin burcundan ufku izlerken, bir karartının geldiğini gördü ve tahminle tanı­yarak: "Ey Araplar! Alın, hasretle beklediğiniz gelmektedir" diye bağırdı. Bütün şehir tekbir sesleriyle inledi. Ensâr kılıçlarını kuşanarak kendinden geçmişcesine evlerden dışarı fırladı. Medine-i Münevvere'den üç mil mesafede Aliye ve Kubâ denen bir yer vardı. Ensâr'dan birçok aile orada yaşıyordu. Aralarında en seçkin ve şerefli konumda olan Amr b. Avf'ın ailesi idi. Külsûm b. el-Hedm de bu ailenin lideri idi. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem buraya gelince bütün aile neşe ve coşkuyla: "Allâhü ekber!" diye bağırdı. îki cihanın efendisi Hz. Peygamber'in misafirleri olmayı kabul etme şerefi, onlara nasip olmuştu. Ensâr her taraftan bö­lük bölük geliyor, sevgi ve saygıyla selam veriyorlardı.[12]

Hz. Peygamberden Önce Medine'ye gelmiş olan birçok büyük sahabi de onla­rın evinde misafir olmuştu. Nitekim Hz. Ebu Übeyde, Mikdâd, Habbâb, Süheyl, Safvân, Iyâd, Abdullah b. Mahreme, Vehb b. Sa'd, Ma'mer b. Ebu Şerh, Umeyr b. Avf misafir olarak hâlâ orada kalıyorlardı.[13]

Hz. Ali (ra), Hz. Peygamber'in hareketinden üç gün sonra Mekke'den ayrılarak Medine'ye geldi ve orada konakladı. Bütün tarihçiler ve siyer yazarları: "Hz. Pey­gamber burada sadece 4 gün kaldı diye yazmaktalarsa da Sahîh-i BuhârTde 14 gün diye yazmaktadır. Bu akla daha yatkındır.

Hz. Peygamber'in buradaki ilk işi bir mescid inşa ettirmekti. Külsûm'un (ra) düz bir arazisi vardı. Orada hurma kurulurdu. Aynı yere mübarek bir el -Hz. Pey­gamber- tarafından mescidin temeli atıldı. Bu mescid Kui^ân-ı Kerîm'deki şu aye­tin hakkında nazil olduğu mesciddir:

"İlk günden takva üzerine kurulan mescit -Kubâ mescidi- içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok te­mizlenenleri sever." (Tevbe, 9/108)

Mescid inşaatında Hz. Peygamber işçilerle birlikte çalışıyordu. Ağır taşlan kal­dırıp taşırken mübarek vücudu iki büklüm oluyordu. Kendisine son derece saygı duyup hürmet edenler: "Anamız babamız size feda olsun, siz bırakın da biz taşı­yalım" diyorlardı. Resûlullah onların isteklerini kabul buyuruyor sırtındaki taşı onlara veriyor ama aynı ağırlıkta başka bir taş alıp yine taşıyordu.[14]

Abdullah b. Revâha şairdi. O da işçilerle birlikte çalışıyordu. îşçiler çalışırken coşup daha canlı çalışmaları için şarkı söylüyor, şiirler okuyordu. Mescidi inşâ eden sahabe durmadan şu şiirleri okuyordu:

"Kurtulmuştur; Mescid inşa edenler Ve sürekli Kur'ân-t Kerim okuyanlar ve geceyi uyanık geçirenler."

Hz. Peygamber de her kafiyede, sesli olarak bu şiirlere eşlik ediyordu.[15] Hz. Peygamber'in Küba'ya gelişi İslâm'ın özel bir döneminin başlangıcı olduğundan tarihçiler Küba'ya geliş tarihine çok önem vererek büyük bir özenle belirtmişlerdir. Bir çok tarihçi Hz. Peygamber'in Küba'ya geliş tarihinin, Peygamberliğin onüçün-cü yılının Rebiülevvel ayının 8. günü. (Miladî 20 Eylül 622) olduğunda görüş birliğindedirler. Muhammed b. Musa Hârzemî: "Perşembe günü, Persler'in kullandığı takvime göre Tır ayırım 4. günü, Bizanslıların kullandığı tarihe göre 923 yılının Ey­lül ayında, İskender tarihine göre 10. gününe denk geldi" diye yazmaktadır. Tarih­çi Yakûbî, astronomi bilginlerinden şu zâiçeyi nakletmektedir:

Güneş Sırtlan burcunda 23 derece 6. dakikada idi. Zuhal gezegeni Arslan burcunda 2. dakikada idi. Müşteri gezegeni Balık burcunda 6. dakikada idi. Zühre gezegeni Arslan burcunda 13. dakikada idi. Utarid gezegeni Arslan burcunda 15. dakikada idi.

Ondört gün sonra bir cuma günü[16] Allah Resulü Medine'ye teşrif etti. Yolda Benî Salim mahallesinde namaz vakti geldi. Cuma namazını burada kıldı. Namaz­dan önce hutbe okudu. Bu; Hz. Peygamberin ilk cuma namazı ve namaz hutbesiy-di. Halk, Allah Resûlü'nün gelişini öğrenince her taraftan heyecan ve coşkuyla kar­şılamak üzere koşuşmuştu.

Hz. Peygamber'in anne tarafından akrabası olan Neccar oğulları silahlarını ku­şanarak geldiler.[17] Küba'dan Medine'ye kadar, müslümanlann safları iki çizgi ha­linde uzanıp gidiyordu. Yolda ensâr kabileleri geldi. Her kabile Hz. Peygamber'in önüne çıkarak: "Efendim, bu ev, bu mal, bu can emrinizdedir, hepsi senin uğruna feda olsun" diyorlar, Hz. Peygamber de memnuniyetini belirtiyor, hayır duada bu­lunuyordu. Şehre yaklaştıklarında coşku ve heyecan öyle bir noktaya ulaşmıştı ki kadınlar bile damlara çıkmış, hep bir ağızdan:

Dua eden dua ettiği sürece,

Allah'a şükretmemiz üzerimize borçtur.

Veda tepelerinin arkasından,

Ayın ondördü çıkagelmiştir.

diye şarkı söylüyor, minik kız çocukları ellerinde teflerle:

"Biz Neccar sülâlesinin kızlarıyız, Muhammed (sav) ne güzel bir komşudur"

beyitlerini terennüm ediyorlardı. Hz. Peygamber bu kız çocuklarına hitap ederek: "Beni seviyor musunuz?" diye sordu. "Evet seviyoruz" deyince Hz. Peygamber: "Ben de sizi seviyorum" buyurdu.

Peygamberlik güneşi, bu gün Peygamber Mescidi'nin bulunduğu yere bitişik olan Ebu Eyyûb el-Ensarfnin evinin Önünde durdu. Herkes 'Peygamber bizde mi­safir olsun' diye koşuşturuyordu. Büyük bir keşmekeş ve kargaşa yaşanıyordu. Sonunda kura çekmeye karar verildi ve bu büyük nimet Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin pa­yına düştü.[18]

Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin iki katlı bir evi vardı. Üst katını Hz. Peygamber'e tek­lif etti. Ama Hz. Peygamber kendisini ziyarete gelecek olan misafirleri kolaylıkla karşılaması ve görüşmesi için evin alt katını tercih etti.

Ebu Eyyûb el-Ensarî Peygamberimiz'e günde iki vakit yemek gönderiyordu. Peygamberimiz'in arttırdığını ise eşi ile paylaşıyordu. Ebu Eyyûb el-Ensarî feyz ve bereket olsun diye Peygamberimiz'in elinin yemeğe başladığını gösteren yerden, yemeğe başlayıp yiyordu. Bir gün su testisi kırıldı. Ebu Eyyûb el-Ensarî su aşağı sı­zar da Hz. Peygamberimizi rahatsız eder diye endişelendi. Ebu Eyyûb el-Ensarî su­yun aşağıya sızmasına engel olmak için hemen örtündükleri ve yedeği bulunma­yan örtüyü, suyu çeksin diye yere yaydı. Hz. Peygamber bu evde 7 ay kaldı. Mes-cid-i Nebevî ile etrafındaki odalar inşa edildikten sonra buradan kendisine tahsis edilen odaya geçti. Bu konuda daha geniş bilgi ileride verilecektir.

Hz. Peygamber Medine'ye geldikten sonra Zeyd'e ve kölesi Ebu Râfi'e iki de­ve ve 500 dirhem vererek, Mekke'ye gidip kızları ile aile fertlerini alıp getirmeleri için gönderdi. Ebu Bekir (ra), oğlu Abdullah'a mektup yazarak onun da annesini ve kızkardeşlerini alıp getirmesini istedi. Hz. Peygamber Efendimizin kızlarından sadece Rukiye, Hz. Osman (ra) ile birlikte Habeşistan'da bulunuyordu. Zeyneb'i (ra) ise kocası göndermedi. Zeyd, sadece Hz. Fâtımatu'z-Zehrâ'yı, Ümmü Kül-sûm'ü (ra) ve Resûlullah'ın eşi Şevde'yi (ra) alıp, geldi. Hz. Aişe ise kardeşi Abdul­lah ile birlikte geldi.[19] [20]

 

IX. Medine'de Îlk Günler

 

Mescıd-1 Nebevı'nin  İnşaası

 

Medine'ye geldikten sonra yapılacak ilk iş, bir mescid inşa edilmesiydi. O güne ka­dar Peygamberimiz ve diğer müslümanlar vaktin girdiği yerde namaz kılıyorlar­dı.[21] ikamet buyurduğu yerin hemen yanında Neccâr oğullarının bir arsası vardı. îçinde birkaç mezar ve birkaç hurma ağacı bulunuyordu. Neccar oğullarını çağıra-rak:"Bu arsayı satın almak istiyorum" buyurdu. Bunun üzerine: "Biz, değerini ala­cağız, ama sizden değil Allah'tan" dediler. Arsa iki yetime ait olduğu için Hz. Pey­gamber bu yetimleri çağırttı, kendilerine düşüncesini söyledi. Yetim çocuklar bütün varlıkları olan bu arsayı bağışlamak istemişlerse de Hz. Peygamber buna razı olmadı ve onlara arsanın değerini ödetti. Mezarlar sökülerek yer düzlendi ve mes­cidin inşasına başlandı. îki cihan önderi yine işçi elbisesi içindeydi. Sahabe-i kiram taşlan omuzlarına yüklenerek getiriyor ve şu beyti söylüyorlardı. Hz. Peygamber de onların sözlerine, sesiyle, sözüyle katılıyordu:[22]

"Ey Allahım! Başarı sadece ahiret başarısıdır.

Ey Allahım! Muhacir ve ensâr müslümanlannı bağışla."

Bu mescid her çeşit süs ve gösterişten uzak, İslâm'ın sadeliğinin bir timsâliydi. Duvarlar kerpiçtendi. Tavan hurma dallarından, direkler hurma kütüklerindendi. Mescid'in kıblesi Kudüs'e doğruydu. Kıblenin değiştirilmesi emrolununca Ka­be'ye doğru çevrildi. Bu yüzden kuzey tarafındaki duvarda bir kapı açıldı. Zemin kuru topraktan ibaret olduğu için yağmur yağdığı zaman damdan sızan sularla toprak çamur oluyordu. Bir gün sahabe-i kiram çamuru kurutmak için namaz kı­lacakları yere çakıl sermişlerdi. Peygamberimiz bunu beğenmiş ve mescidin zemi­nine çakıl döşemişti.

Mescid duvarına bitişik bir yerde Suffe denen üstü örtülü bir yer vardı. Burası müslüman olmuş ama evleri, başlarını sokacak yuvaları bulunmayan kimsesizler için yapılmıştı. Mescid inşası bittikten sonra Resûlullah Efendimiz mescide bitişik odalar inşa ettirdi. O sırada Peygamberimiz Şevde ve Hz. Aişe ile evli bulunduğu için iki oda yapılmıştı. Sonraki evliliklerine göre yeni odalar eklenmiştir. Bu odalar kerpiçten yapılmıştı. Ortalarına direk olarak hurma kütükleri kullanılmış, çatıları ise hurma dallarıyla örtülmüştü. Hz. Ümmü Seleme, Hz. Ümmü Habibe, Hz. Cü-veyriyye, Hz. Meymûne, Hz. Zeyneb ve Hz. Zeyneb bn. Cahş'a ait odalar Mes­cid'in kuzey tarafına ait duvara bitişikti. Hz. Aişe, Hz. Safiye ve Hz. Sevde'ye ait odalar ise karşı tarafa düşen duvara bitişik bulunuyordu. Bu odalar Mesdd'e o ka­dar bişitikti ki Allah Resulü itikâfda bulunduğu sıralarda başını Mescid'den odası­na doğru uzatır, eşlerinden biri de dışan çıkmadan başını yıkardı.

Her oda üç, üçbuçuk arşın genişliğinde, beş arşın uzunluğunda, bir insan aya­ğa kalkıp elini uzattığında tavanına değecek yükseklikteydi.

Hz. Peygamber Efendimizin ensârdan olan komşuları arasında Sa'd b. Mu'âz, Amâra b. Hazm ve Ebu Eyyûb el-Ensârî biraz varlıklı kimselerdi. Bu kişiler Hz. Peygamberce süt gönderirler, Resûlullah hayatını bununla devam ettirirdi. Sa'd b. Ubâde her akşam yemek vakti Peygamberimiz'e bir sofra gönderirdi. Bu sofrada bazen çorba, bazen süt, bazen de tereyağı bulunurdu. Enes'in (ra) annesi Ümmü Enes, malını mülkünü Hz. Peygamber'e takdim etti. Hz. Peygamber de bunu ka­bul ederek dadısı Ümmü Eymen'e verdi. Kendisi açlık ve yoksulluğu tercih etti. [23]

 

Ezanın Ortaya Çıkışı

 

Islâmî ibadetlerin temel yapısı ve ruhu, birleştirici ve toplayıcı olmasıdır. Bu ana ka­dar hiç bir özel işaret ve alamet bulunmadığı için cemaatle namaz kılma düzeni ku­rulamamıştı. Müslümanlar zamanı kendi tahminlerine göre ayarlayarak namaza ge­liyorlar ve kılıyorlardı. Hz. Peygamber bundan memnun değildi. Namaz vakitleri geldiğinde insanları evlerinden namaza çağırmak üzere bir takım insanları görev­lendirmeyi düşünüyordu. Fakat bunda birtakım sıkıntılar vardı. Sahabe-i kirâm'ı ça­ğırarak meseleyi onlarla görüştü. Herkes değişik görüşler ileri sürdü. Biri: "Namaz vakti mescidin tepesine bir bayrak dikilsin, onu görenler namaza gelsin" dedi. Hz. Peygamber bu tarzı beğenmedi. Yahudilerle hıristiyanlann ibadete çağırma tarzları da konu edilerek önerildi. Ama Resûlullah Hz. Ömer'in görüşünü beğenerek Bilâl-i Habeşi'ye (ra) ezan okumasını emretti. Ezanla yapılan davetle bir taraftan namaz vaktinin geldiği haber verilmiş oluyordu, diğer taraftan her gün okunan beş ezanla İslâm'a davet çağrısı da yapılmış oluyordu. Altı sahih hadis kitabının bazılarında ezan okuma fikrini Abdullah b. Zeyd'in (ra) ileri sürdüğü, ezanı rüyasında görüp Öğrendiği anlatılmıştır. Başka bir rivayette, aynı rüyayı Hz. Ömer'in de gördüğü bil­dirilmektedir. Ama Sahih-i Buhârfnin rivayeti karşısında başka hiçbir rivayet tercih edilemez. Buhârfde açıkça şöyle bildirilmektedir: "Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e boru çalınması veya çan çalınması teklifleri getirildi, Hz. Ömer ezan okunmasını teklif etti. Hz. Peygamber bu görüşü beğendi ve Bilâl-i Habeşi'yi çağıra­rak ezan okumasını emretti." Burada rüya diye birşey geçmemektedir. [24]

 

Muhacir Ensar  Kardeşliği

 

Mekke'yi terkederek Medine'ye hicret eden müslümanlar tamamen parasız pulsuz ve elleri boş olarak gelmişlerdi. Aralarında zengin ve servet sahibi olanlar vardı ama Mekke'yi gizlice terkettikleri için yanlarında bir şey getirememişlerdi.

Her ne kadar Mekke'den gelen muhacirler için, Medine'nin yerli müslümanlan olan ensânn evleri birer misafirhane idiyse de kendi başlarına bir düzen kurulması gerekiyordu. Muhacir müslümanlar hayatlarını bağış ve hayırlarla geçirmek istemi­yorlardı. Kendi nzıklannı kazanmaya alışık insanlardı. Ama tamamen parasız pulsuz kaldıklarından ve bir hurma tanesine bile muhtaç olduklarından Hz. Peygamber sal­lallahu aleyhi vesellem onları ensârla kardeş yapmayı düşündü. Mescid'in inşası ta­mamlanmak üzereyken ensârı çağırdı. O sırada on yaşında olan Enes b. Mâlik'in evinde toplandılar. Muhacirler kırkbeş kişiden ibaretti. Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem ensâra hitap ederek: "Bunlar sizin kardeşlerinizdir" buyurdu. Muha­cir ve ensârdan birer kişiyi çağırarak onlara: "İkiniz kardeş oldunuz" buyuruyor, on­lar da artık hiçbir ayrıcalığı olmayan, gerçek kardeşler oluyorlardı. Ensârdan olan müslümanlar kardeş oldukları muhacir müslümanlan yanlarına alarak evlerine gidi­yor, eşyalarını ve servetlerini göstererek: "Yansı senin, yarısı da benim" diyorlardı.

Abdurrahman b. Avf (ra) kardeşi olan ensârdan Sa'd b. Rebfnin iki hanımı var­dı. Abdurrahman'a: "Birini boşayayın> datmunla evlen" dedi. Ama Abdurrahman (ra) bunu nezâketle geri çevirdi.[25] Ensânn bütün servetleri hurmalıklarından iba­retti. Zaten o devirde para, pul pek bulunmuyordu.[26] Ensâr, Hz. Peygamber'e ge­lerek bu hurma bağlarını yeni edindikleri kardeşleriyle aralarında paylaştırmasını istediler. Muhacirler ticaretle uğraşan kimselerdi. Toprakla, bağ-bahçeyle uğraş­madıklarından zirâatın nasıl yapıldığını bilmiyorlardı. O yüzden Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem muhacirler adına bunu geri çevirdi. Bunun üzerine En­sâr: "Bütün işi biz yapıp bitireceğiz, ele geçen mahsûlün yarısı bizim, yarısı da bu kardeşlerimizin olacak" deyince, muhacirler bunu kabul ettiler.[27]

Bu kardeşlik gerçek bir kardeşliğe dönüştü. Ensârdan biri öldüğünde mirası ve bıraktığı bütün mallar muhacir kardeşine geçiyor,[28] diğer öz kardeşleri mirastan mahrum kalıyordu. Bu hüküm, şu ilâhî buyruğun uygulanmasından ibaretti:

"iman edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihâd edenler ve -muhacirleri- barındırıp yardım edenler var ya, işte onların bir kısmı di­ğer bir kısmının velileridir." (Enfâl, 8/72)

Bedir savaşından sonra muhacirlerin yardıma ihtiyaçları kalmayınca şu âyet nazil oldu:

"Allah'ın kitabına göre yakın akrabalar birbirlerine -mirasçı olmaya- daha uy­gundur." (Enfâl, 8/75)

Bu âyet geldiği andan itibaren eski sistem kalktı. Bu husus hadis ve tefsir kitap­larında açık bir şekilde anlatılmıştır. Hicretin 4. yılında Benî Nadîr yahudileri sür­gün edilip de topraklan ve hurmalıkları ele geçirilince Hz. Peygamber (as) ensân çağırarak: "Muhacirler yoksuldur, onların hiç bir şeyleri yok. Razı olursanız yeni ele geçirilen yerler, sadece onlara verilsin, siz de eski hurmalıklarınızı geri alın" bu­yurdu. Ensâr: "Hayır! Bizim hurmalıklarımız kardeşlerimizde kalsın. Yenilerini de onlara verin" dediler.[29]

Bütün dünya müslümanlan ensânn bu fedakârlığı ile övünecek, insanlık âlemi bu eşsiz davranışa hayran kalacaktır. Bir de muhacir müslümanların yaptığına bakmak gerekir.

Sa'd b. Rebî (ra) Abdurrahman îbn Avf'a eşyalarını teker teker göstererek yarı­sını almasını isteyince Abdurrahman, ona: "Bütün bunlan Allah sana hayırlı etsin, sen bana pazarın yolunu göster" dedi. Sa'd b. Rebî ona, Kaynuka yahudilerinin ün­lü pazarını gösterdi. Abdurrahman b. Avf biraz yağ, biraz peynir satın aldı. Akşa­ma kadar alışverişle uğraştı. Bir kaç gün içinde evlenecek kadar para biriktirdi. Za­manla Abdurrahman'ın ticareti öyle gelişti ki ticaret mallarını 700 deve ancak taşı­yabiliyordu. Kervanı Medine'ye girerken şehir yerinden oynardı. "Elimi toprağa atsam, altın oluyor" derdi. Sahabeden bazıları dükkân açtılar. Hz. Ebu Bekir'in dükkânı Senih denen yerdeydi. Orada kumaş ticareti yapıyordu. Hz. Osman Kay­nuka pazarında hurma ticareti yapıyordu. Hz. Ömer de ticaretle uğraşmıştı. Onun ticaret kervanının gidiş mesafesi İran'a kadar da ulaşmış olabilir. Diğer sahabîler de büyük küçük ticaret işi yapmaya başlamışlardı.

Sahîh-i Buhârfde anlatıldığına göre Ebu Hureyre'nin çok hadis rivayet etmesi­ne karşı çıkıp da: "Diğer sahabîler bu kadar hadis rivayet etmiyor" dediklerinde şöyle derdi: "Bunda benim ne kusurum var. Diğerleri çarşı pazarda ticaretle uğra­şırken ben gece gündüz Hz. Peygamber'in yanında duruyor, dizinin dibinden ay­rılmıyordum".

Hayber fethedildikten sonra bütün muhacirler hurmalıkları ensâra geri verdi­ler. Sahîh-i Müslim'in Cihâd babında şöyle bir rivayet vardır:

"Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Hayber savaşını bitirip de Medi­ne'ye döndükten sonra muhacirler, ensârın ikram olarak verdikleri hurmalıkları geri verdi."

Muhacirler için ev ayarlaması şöyle yapıldı: Ensâr evlerinin etrafında boş du­ran arsaları onlara verdiler. Arsası olmayanlar ise, kardeş edindikleri muhacirlere, kendi evlerinin bir kısmını vermişlerdi. Herkesten önce Hz. Harise b. Nu'mân (ra) kendi arazisini takdim etti. Benî Zühre Peygamber mescidinin hemen arkasına yer­leşti. Abdurrahman b. Avf burada bir köşk —şato demek daha doğru olur— yap­tırdı. Zübeyr b. Avvâm'ın (ra) eline geniş bir arsa geçmişti. Ensâr, Osman (ra), Mik-dâd (ra) ve Ubeyd'e (ra) kendi evlerinin yanlarında arsalar verdiler.[30] Aralarında kardeşlik bağı kurulmuş olan kişilerden bazılarının adlan şöyledir:[31]

Hz. Ebu Bekir (ra)                              Hârice b. Zeyd el-Ensârî (ra)

Hz. Ömeı (ra)                                    Utbân b. Mâlik el-Ensarî

Hz. Osman (ra)                                  Evs b. Sabit el-Ensârî (ra)

Ebu Ubeyde el-Cerrâh (ra)                   Sa'd b. Mu'âz (ra)

Zübeyr b. Avvâm (ra)                         Selâme b. Vahş (ra)

Mus'ab b. Umeyr (ra)                          Ebu Eyyûb el-Ensârî (ra)

Ammâr b. Yâsir (ra)                            Huzeyfe b. el-Yemân (ra)

Ebu Zerr el-Ğıfârî (ra)                         Münzir b. Amr (ra)

Selmân-ı Fârisî (ra)                                Ebu'd-Derdâ (ra)

Bilâl (ra)                                               Ebu Rudeyha (ra)

Ebu Huzeyfe b. Utbe b. Rebîa (ra)     Abbâd b. Bişr (ra)

Sa'd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl (ra)         Ubeyy b. Ka'b (ra)

Ensâr ile muhacirler arasında bu şekilde kurulan kardeşlik sadece evsiz bark­sız kalan muhacirleri yerleştirmek gibi geçici bir düzenleme sanılmaktadır. Ger­çekte bu hareket islâm'ın yüce amacını gerçekleştirmek ve insanlar arasına oluştu­racağı eşitlik ve huzuru temin etmek için atılan en önemli adım olmuştur.

İslâm, ahlâkı güzelleştirmenin, duygulan yüceltmenin ve erdemleri en üstün nok­taya ulaştırmanın ilâhî devleti ve saltanatıdır. Bu devletin yöneticilere, ordu komu­tanlarına ve her türden yetenekli insanlara ihtiyacı vardı. Hz. Peygamber'in huzurun­da bulunmanın ve O'nun sohbetlerini dinlemenin feyz ve bereketi sayesinde muha­cirler içinde bu yeteneklere sahip bir topluluk yetişmişti ve bunlar arasında diğer kimselerin ders alıp yetişecekleri, feyiz alıp üstün meziyetler elde edebilecekleri nite­likler oluşmuştu. Bu yüzden kardeşlik bağları kurulurken Hz. Peygamber, gerek en­sâr, gerekse muhacirlerden olanlar arasında karakter, yetenek ve duygu birlikteliğini gözönünde bulundurmuştu. Bu şekilde onların, başkalarını da aynı Ölçüler içerisinde yetiştirmelerini planlamıştı. Geniş ve derinden incelendiği zaman görülecektir ki kar­deş yapılan kişiler arasında duygu ve karakter benzerliği gözönünde tutulmuştu. Me­dine'ye hicret edeli kısa bir süre geçmişken, bu kadar kısa bir zaman içerisinde yüz­lerce insanın karakter ve huy benzerliğini tam ve sağlam bir şekilde ölçmek imkân­sızdı. Bu kadar kusursuz ve başarılı bir tanıma ve teşhiste bulunarak tam uyumlu bir kardeşlik kurulması, kabul edilmelidir ki peygamberliğe ait özelliklerden biridir.

Saîd b. Zeyd (ra) cennetle müjdelenen on kişidendi. Babası Zeyd, Hz. Peygam-ber'in Peygamber olarak gönderilmesinden önce İbrahim dinine tabi olmuştu. Bir bakıma, islâm'ın öncü birliğindendi. Saîd (ra) O'nun eğitiminden geçmiş, O'nun terbiyesi altında yetişmişti. Bu yüzden İslâm adını duyar duymaz, "Lebbeyk" de­di. Annesi de onunla birlikte veya ondan önce müslüman oldu. Ömer (ra) onun evinde ve onun teşvikiyle İslâm'a yöneldi. Hz. Ömer'in eniştesiydi. İlim ve fazilet bakımından Sahabe-i kirâm'ın üstün nitelik taşıyanları arasındaydı. Kendisi Übeyy b. Ka'b ile kardeş yapılmıştı. Übeyy b. Ka'b, onun sayesinde Hz. Ömer'in kendisi­ni 'seyyidü'l-müslimîn' (=müslümanların önderi) diye çağırdığı bir makama eriş­mişti. Hz. Peygamber'in vahiy katibliğini ilk üzerine alan kişi Übeyy b, Ka'b'dı. Kur'ân kıraatinde en büyük hüccet oydu.[32]

Ebu Huzeyfe (ra), Kureyş'in en büyük liderlerinden olan Utbe b. Rebîa'nm oğ­luydu. Bu niteliğinden dolayı, Eşhel kabilesinin reisi olan Ubbâd b. Bişr'in kardeşi yapıldı.

Hz. Peygamberin, 'eminü'1-ümme' (=Ümmetin mutemedi) unvanını verdiği Ebu Ubeyde b. el-Cerrah (ra) ileride Suriye fatihi olma yeteneğini taşıyordu. Diğer taraftan İslâm karşısında babalık ve oğulluk duygularının kendisi üzerinde hiç bir etki yapamadığı bir kimseydi. Nitekim Bedir savaşında babası karşısına çıkınca ön­ce babalık haklarını gözetti. Ama sonunda babasını İslâm'a feda etmek zorunda kal­dı. Onun eğitim ve Öğretimi altında yetişmesi için Evs kabilesinin büyük lideri Sa'd b. Mu'âz ile kardeş yapıldı. Onda da işte bu feda^etme ve vefakârlık niteliği açıkça göze çarpmaktadır. Kureyza oğulları yahudîteri, Sa'd b. Muaz'ın yeminli dostuydu. Araplar arasında yeminli dostluk bağı, kardeşlik ve babalık bağına eşitti. Buna rağ­men Benî Kureyzâ gazvesinde mesele İslâm'ı ya da diğerini tercih etmeye gelince, 400 yeminli dostunu islâm'a feda etti. Bilâl (ra) ile Ebu Rudeyha (ra), Selman-ı Fâri­si (ra) ile Ebu'd-Derda (ra), Ammâr b. Yasir (ra) ile Huzeyfe b. e\-Yemân (ra) ve Mus'ab b. Umeyr ile Ebu Eyyûb el-Ensarî (ra) Hazretleri arasında öyle bir birlik ve kaynaşma olmuştu ki onun sayesinde sadece talebe hocasından değil, hatta hocası talebesinden etkilenebiliyordu. Abdurrahman b. Avı Medine'ye geldikten sonra ba­şının üstüne peynir kabını koyarak satmaya gidiyordu. Ama çok zengin olan Sa'd b. Rebî'nin eğitimi altında bulunup onun görgüsü altında yetişmesi, yukarıdan be­ri anlatageldiğimiz derecede servet ve zenginliğe ulaşmasını sağlamıştı.

Tarih, ensârın muhacirlere gösterdiği kardeşlik ve fedakârlık duygularının bir

benzerini göstermekten acizdir. Bahreyn'in fethi sırasında Resûl-ü Ekrem ensân

çağırtarak oradaki arazileri aralarında bölüştürmek istediğini söylemişti. Ama en-

sâr hep bir ağızdan: "Önce muhacir kardeşlerimize verilsin, hissemizi onlardan

sonra ahrız" demişlerdi.[33]

Bir keresinde aç biri Hz. Peygamber'in huzuruna gelmiş ve: "Çok açım, bana yiyecek birşeyler ver" demişti. Hz, Peygamber evine haber göndererek yiyecek bir-şeyler varsa gönderilmesini istedi. Sudan başka bir şey olmadığı bildirildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber yanındakilere hitaben: "Bu adamı evinde misafir edecek var mı?" buyurdu. Ebu Talha (ra):"Ben varım" dedi ve onu alıp evine götürdü. Ama orada da durum aynı idi. Hanımı sadece çocukların yiyeceğinin olduğunu söyledi. Karısına lambayı söndürmesini ve o yiyeceği getirip misafirin önüne koy­masını söyledi. Üçü birlikte sofraya oturdular. Kan-koca aç durdular ve sanki yi­yormuş gibi ellerini getirip götürerek hareket ettirdiler, yemeği o aç misafirin ye­mesine fırsat verdiler. Bu olay üzerine şu âyet nazil olmuştur:[34]

"Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler." (Haşr, 59/9) [35]

 

Suffe  Ve  Ashâb-I Suffe

 

Ashab-ı Suffe İslâm milletlerinin dillerinde ağızdan ağıza dolaşan bir kelimedir. Her ne kadar gerçek mahiyetini bilmeseler de müslümanlar bu kelimeyi sık sık kullanırlar.

Suffe, çardak ve gölgelik demektir. Burası Peygamber mescidinin bir kenarında, mescide bitişik olarak yapılmış bir gölgelikten ibaretti. Sahabe-i kirâm'dan çoğu di­ni uğraşları ile birlikte her çeşit işleri, yani ticaret, zirâat vb. işleri de yürütüyorlardı. Ama bir kaç kişi vardı ki hayatlarını ibadete ve Hz. Peygamber'in sohbetinde geçir­meye adamışlardı. Çoluk-çocuklan yoktu. Evlendikleri zaman bu gruptan ayrılıyor­lardı. Bunlardan bir kısmı gündüzleri sahraya gidip odun toplayıp getiriyor, bunla­rı satarak kardeşleri için yiyecek temin ediyorlardı. Bu insanlar gün boyu Hz. Pey­gamber'in huzurunda kalıyor, hadis dinliyor, geceleyin de bu gölgelikte kalıyorlar­dı. Ebu Hureyre (ra) da bunlardandı. Hiçbirinin elinde vücutlarının altım üstünü ay­nı anda örtebilecek şey olmamıştı. Vücutlarının üst kısmını örten bez parçasını diz­lerine kadar uzanacak şekilde sarkıtarak örtüyor, böylece örtünme ihtiyaçlarını gide-riyorlardı. Birçok ensâr olgunlaşmaya yüz tutmuş olan hurma salkımlarını koparıp getiriyor, bu çardağın tavanına asıyorlar, zamanla iyice olgunlaşan hurmalar yere düştükçe alıp yiyorlardı. Bazan iki gün üstüste yemek yiyemedikleri oluyordu. Hz. Peygamber mescide gelip namaz kıldırdığında bu kişiler her zaman namaza katılı­yor, fakat açlık ve zayıflıktan dolayı tam namaz sırasmda bayılıp yerlere düşüyorlar­dı. Yabancılar gelip de o hallerini gördükleri zaman bunların deli olduklarını sanı­yorlardı.[36] Hz. Peygamber'e herhangi bir yerden bir teberru ve yardım gelirse oldu­ğu gibi onlara gönderirdi. Yemek daveti olduğunda da onlan çağırır, yanına alıp bir­likte götürürdü. Çoğu kez geceleri Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem onlan muhacir ve ensâr arasında bölüştürürek evlerine gönderirdi. Gücü oranında herkes birer ikişer onlan evlerine götürür, kannlarmı doyururlardı.

Sa'd b. Ubâde son derece cömert ve zengin bir insandı. Bazan 80 misafiri evine götürürdü.[37] Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem bu insanlan gözünün önünden uzak tutmaz, onları her zaman himaye ederdi. Bir keresinde Hz. Fâtıma (ra): "El değirmeni çekerek ellerim su topladı, bana bir hizmetçi kadın veriniz" de­yince Hz. Peygamber: "Bu imkânsız, sana hizmetçi kadın vereyim de Suffe Asha­bı aç mı kalsınlar? Bu olamaz!" dedi.[38] Çoğunlukla bu kişiler gecelerini ibadetle geçirir, Kur'ân-ı Kerîm okurlardı. Onlara bir Öğretmen tayin edildi. Bu öğretmen yanlarına giderek Kur'ân-ı Kerîm öğretirdi.[39] Bu yüzden onlardan pek çoğuna kâ­ri (=Kur'ân-ı Kerîm okuyucusu) denirdi, islâm'a davet için bir heyet gönderilmesi gerektiğinde bu kişiler gönderilirdi. Bi'r-i Ma'ûne gazvesinde işte bunlardan yet­mişi islâm'ı öğretmek için gönderilmişti.

Bunların sayısı bazan eksilir, bazan Çoğalırdı. Tamamı 400'e kajjar ulaşmıştı. Ama hiç bir zaman aynı anda bu sayıya ulaşmamışlardı. Zaten Suffe'de bu kadar sayıyı alacak yer de yoktu. Hicrî 304 yılında ölen, tbn Münde'nıfl hocası îbnu'l-A'râbî Ahmed b. Muhammed el-Basrî Ashâb-ı Suffe'nin bütün durumlarını yaz­mıştır.[40] Selmâ da onlar hakkında ayrı bir kitap yazmıştır.[41] [42]

 

Medine Yahudileri Ve Onlarla  Anlaşma  Yapılması

 

Arap tarihçilerin anlattığına göre Medine yahudileri asıl olarak yahudidirler. Mu­sa (as) onları Amâlika kabilesi ile çarpışmak üzere gönderdiğinde bu yahudiler Arabistan'a gelip yerleşmişlerdir. Ama tarihî deliller bu görüşü doğrulamamakta-dır. Yahudiler her ne kadar bütün dünyaya dağümışlarsa da adlannı hiçbir yerde değiştirmemişlerdir. Bugün bile dünyanın neresinde bulunurlarsa bulunsunlar ya-hudi adlarını taşımaktadırlar. Arap yahudileri bunun aksine adlarını Nadîr, Kay-nuka, Merhab, Haris vb. olarak koymaktadırlar. Bunlar ise katıksız Arapça isimler­dir. Yahudiler genellikle korkak, karaktersiz, aşağılık insanlardırlar. Nitekim Mu­sa (as) onlara savaşmalarını söylediğinde cevaplan şu olmuştu:

"Öyleyse sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturacağız" (Mâide, 5/24)

Medine yahudileri ise tam tersine[43] cesur ve atak insanlardı. Bu akıl ve mantık deliline ilaveten büyük tarihçi Ya'kûbî açık bir şekilde Kureyzâ ile Nadîr kabilele­rinin Arap olduğunu, sonradan yahudileştiklerini söylemektedir.

"Sonra Benî Nadîr savaşı oldu. Bu, Cüzam kabilesinin bir koluydu. Ama yahu-di olmuşlardı. Kureyzâ da aynı şekildeydi."[44]

Tarihçi Mesudî de Kitâbu'l-Eşrâfve't-Tenbih'de[45] başka bir rivayet olarak şöyle yazmaktadır:

"Bunlar Cüzam kabilesindendiler. Önceleri Amâlika kabilesindendiler. Ama onların putperestliğinden bezerek Hz. Musa'ya inandılar ve Suriye tarafından göç ederek Hicaz'a geldiler."

Bunlar üç kabile idi, Benî Kaynuka, Benî Nadîr ve Benî Kureyzâ. Medine civa­rına gelip yerleşmiş ve çok sağlam burçlar ve kaleler yapmışlardı.

Evs ve Hazrec diye isimlendirilen Medine'deki iki Ensâr kabilesinin yaptıkları son savaş, Buâs savaşı'dır. Bu savaş, Ensâr'm gücünü tamamen kırmıştı. Yahudi­ler, ana hedefleri olarak ensânn birleşmemesine dikkat ediyorlardı.

Bütün bu sebeplerden dolayı Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Medi­ne'ye geldiğinde yaptığı ilk iş müslümanlarla yahudiler arasındaki ilişkilere açık­lık kazandırmak ve sağlamlaştırmak oldu. Resûlüllah, ensârla yahudileri çağırıp aşağıdaki şartlar üzerinde bir anlaşma yazdırdı. İki taraf da kabul etti.

Bu anlaşma îbn Hişânı'ın siyerinde eksiksiz olarak zikredilmiştir. Özeti şudur:

1. Kan bedeli ve fidye olarak eskiden beri sürdürülen prensip, bundan sonra da devam edecektir.

2. Yahudiler dinî serbestliğe sahip olacak ve hiç kimse onların dini işlerine ka­rışmayacaktır.

3. Yahudilerle müslümanlar kendi aralarında dostâne ilişkiler kuracaklardır.

4. Yahudiler veya müslümanlar herhangi biriyle savaştıklarında bir taraf diğer tarafa yardım edecektir.

5. îki taraftan biri Kureyş'e destek ve himaye vermeyecektir.

6. Medine'ye bir saldın olduğunda iki taraf ortaklaşa savunma yapacaktır.

7. Herhangi bir düşmanla iki taraftan biri barış yaparsa diğer taraf da barışa ka­tılacak, ama dinî savaş bunun dışında olacaktır. [46]

 

Değişik Olaylar

 

Hicretin 1. yılı Ensârdan, Hz. Peygamber'e özellikle yakın olan son derece değerli iki kişi vefat etti. Bunlar Külsûrri b. Hedm ile, Es'ad b. Zürâre (ra) idi. Külsûm, Hz. Peygamber saîlallahu aleyhi vesellem'in Küba'ya gelişinde evinde misafir kaldığı kişidir. Bir çok büyük şahabı de onun evine misafir olmuştu. Es'ad b. Zürâre (ra), Medine'den Mekke'ye giderek Hz. Peygamber'in elini tutup, biat eden 6 kişiden biridir. îbn Sa'd'ın rivayetine göre bu 6 kişi içinde hepsinden önce biat için el uza­tan da işte bu Es'ad'dı. Medine'ye herkesten önce gelerek Cuma namazı kıldırmış olma şerefine sahip olmuştu.

Neccar oğullarının çok samimi dostu olan Es'ad b. Zürâre'nin ölümü üzerine bu kabile Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem'e giderek, ondan boşalan yere temsilci bir dost olarak başka bir şahsın tayin edilmesini istediler. Bir kişi tayin ol­duğunda diğerlerinin kıskanma ihtimali olduğundan Hz. Peygamber: "Ben sizin en iyi temsilcinizim" buyurdu.[47] Hz. Peygamber'in anne tarafından sülâlesi bu kabileden olduğu için diğer kabilelerin hased ve çekememezlik yapmasına imkân yoktu.

Es'ad'ın (ra) ölümü Hz. Peygamber'e büyük bir darbe oldu. Münafıklarla ya-hudiler: "Muhammed sallallahu aleyhi vesellem gerçekten peygamber olsaydı Es'ad'ın ölümü O'nu böyle sarsmazdı" diye alay etmeye başladılar. Hz. Peygam­ber bunu duyunca: "Kendim için ve arkadaşlarım için Allah katında hiçbir yetkim yoktur" buyurdu.[48]

Çok ilginç bir tesadüftür ki aynı anda iki büyük kâfir lideri birlikte ölmüştü. Bunlar; Hâlid'in (ra) babası olan Velîd b. Muğîre ile As b. Vâil es-Sehmrdir. As b. Vâil'in oğlu Mısır fatihi ve emir Muâviye'nin başveziri olan Amr b. As'dır. Onlar öldüğü sırada Abdullah b. Zübeyr (ra) doğdu. Onun da babası Hz. Peygamberin halasının oğlu Zübeyr (ra) idi. Annesi ise Hz. Ebu Bekir'in kızı ve Hz. Aişe'nin (ra) öz kardeşi Esma (ra) idi. O ana kadar muhacirlerden hiç birinin çocuğu olmamış­tı. Hatta yahudilerin sihir yaptığı şayiası çıkmıştı. Abdullah b. Zübeyr (ra) doğun­ca muhacirler sevinçlerinden çığlık attılar.

O ana kadar namazlar sadece iki rekat kılmıyordu. Artık öğle, ikindi ve yatsı namazları dörder rekat oldu. Seferi durumlar için iki rekat devam etti. [49]

 

X.  Kıble'nln  Değişmesi (Hicret'in  İkinci  Yılı)

 

Bu yılla birlikte islâm tarihinde iki büyük olay meydana gelmiştir. Biri; bu gün İs­lâm'ın, kendisine bir buçuk milyar insanın kalblerinin yöneldiği özel bir kıblenin belirlenmesi, diğeri ise; islâm düşmanlarının bundan böyle islâm'ı engellemek ve ona kanş koymak için kılıçlarına sarılmaları, müslümanlann da islâm'ı savunmak için kendilerini korumaya hazırlanmalarıdır. [50]

 

Kıblenin  Değişmesi

 

Her topluluk, her millet ve her dinin kendine özgü, bir işareti, onu diğerlerinden ayıran özel bir sembolü olur. Bu olmadan o millet, ayrı bir varlık olarak devam edemez, islâm, namaz kılarken yönelinen kıbleyi -Kabe- kendine bir sembol ve alâ­met kabul etmiştir ki, bu ana ve asıl amacı dışında kıble, daha birçok hikmet ve sır­ları ihtiva etmektedir. İslâm'ın kendine özgü açık ve belirgin vasfı herkesin eşitli­ği, cumhuriyet ve işbirliğidir. Yani bütün müslümanlann eşit ve tek hedefe yönel­miş görülmeleridir, islâm dininin temel direği namazdır. Her gün beş vakit namaz kılmak farzdır. Namazın yapısı ve ruhu, toplulukla ve birçok insanla birlikte kılın­masıdır. Hedef, binlerce, yüzbinlerce insanın kendi varlıklarını bir tarafa atıp tek varlık haline gelerek kılınmasıdır. Bu yüzden cemaatle namazda bir tek imam olur. Ona uyanların bütün hareketleri onun işaretine bağlıdır. Hepsinin ibadet yönü de tek olmalıydı. İşte bu esastan hareketle namazda yönelinecek bir kıble belirlendi. Bu işaretin ve sembolün alanı o kadar geniş tutuldu ki, o kıbleye yönelmek, küfür çemberinden çıkıp, İslâm dairesine girmek demekti. Artık kıblenin hangi yön ola­cağının araştırılması kalmıştı. Yahudilerle hıristiyanlar Kudüs'ü kıble kabul edi­yorlardı. Çünkü dinî merkezleri Kudüs'tü. Ama putlan parçalayan Hz. ibrahim'in yolunu tutan müslümanlar için, onun yolunun, temsilcileri için bu kıble sadece, o en büyük muvahhidin bir hatırası olan ve gerçek tevhidin en büyük alamet ve sem­bolü durumundaki Kabe olabilirdi.

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Mekke'de bulunduğu günlerde aynı anda iki zorunlulukla karşı karşıya bulunuyordu.

Birincisi: İbrahim dininin yeniden kurulması ve ihyası bakımından Kabe'ye yö­nelme gereğiydi. Ama bu, büyük bir problemdi. Çünkü Kıble'nin asıl amacı olan başkalarından ayrışmak ve özgün olmak, müşriklerin ve kâfirlerin de Kabe'yi ken­dileri için kıble görmelerinden dolayı gerçekleştirilemiyordu. O yüzden Hz. Pey­gamber sallallahu aleyhi vesellem, İbrahim makamının önünde namaz kılıyordu. Buranın yönü ise Kudüs'e doğruydu. Böylece iki kıble de Peygamberimiz'in önü­ne geliyordu.

İkincisi: Medine'de iki zümre insan yaşıyordu. Kıblesi Kabe olan müşriklerle Kudüs'e doğru ibadetlerini yapan kitab ehli. Müşrik Arapların şirkine karşılık ya-hudilikle hıristiyanlığın her ikisi de tercih ettikleri için, Hz. Peygamber 16 ay bo­yunca Kudüs'teki Mescid-i Aksa'ya doğru namaz kıldı. Ama Medine'de İslâm da­ha çok yayılınca asıl kıble olan Kabe'yi bırakarak Kudüs'e yönelmeye gerek kalma­dı. Bunun için şu âyet indi ve kıble bir anda değişti.[51]

"Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. -Ey müslümanlar!- Siz de nere­de olursanız olun, -namazda- yüzlerinizi o tarafa çevirin." (Bakara, 2/144)

Kıble'nin değiştirilmesi yahudileri çok öfkelendirdi. Müşrikler karşısında ken­dilerinin dini üstünlükleri bulunduğunu iddia ediyorlardı. İslâm'dan önce müşrik­ler de bu dini üstünlüğü itiraf ediyordu. O derecedeki -Ebu Dâvûd'da rivayet edil­diği gibi- çocukları yaşamayanlar, eğer çocuğu yaşarsa onu yahudi yapmayı adı­yordu. İslâm onların bu dini üstünlüklerine set vurmuştu.

Ayrıca o zamana kadar İslâm'ın kıblesi Mescid-i Aksa olduğu için, İslâm bile kendilerinin kıblesine yöneliyor diye övünüyorlardı. İslâm kıblesini değiştirince öfke ve nefretleri birden ayyuka çıktı. Hakaretler etmeye ve çirkin sözler söylemeye başladılar. "Muhammed sallallahu aleyhi vesellem her meselede bize karşı çık­mak istediğinden sırf muhalefet olsun diye kıbleyi de değiştirdi" dediler. Yahudi­lerin propagandaları zayıf imanlı ve mütereddit bazı müslümanlar üzerinde etki­sini gösterdi. Çünkü bunlara göre kıble kolay kolay değiştirilemez olduğundan inançlarında bir sarsıntı doğurabilirdi. Nitekim öyle oldu. O yüzden de kıblenin neden ve niçin değiştirildiğini, bunun yararlarını ve gerekliliğini gösteren şu âyet nazil oldu:

"insanlardan bazı beyinsizler: 'Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çevi­ren nedir?' diyecekler. De ki: Doğu da, batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yo­la iletir. Senin -arzulayıp da şu ana kadar- yönelmediğin kıbleyi -Kabe'yi- biz an­cak Peygamber'e uyanı, Ökçeleri üzerinde geri dönenden ayırdetmemiz için kıble yaptık. Bu, Allah'ın hidayet verdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir." (Ba­kara, 2/142-143).

"İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik o kim­senin yaptığıdır ki; Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. -Allah'ın rızasını gözeterek- yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmış­lara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir." (Ba­kara, 2/177)

Bu âyetlerde Allah Teâlâ önce, doğrudan kıblenin kendisinin asıl hedef olma­dığını bildirmekte, Allah'a ibadet için doğunun batının eşit olduğunu, Allah'ın her yerde, her yönde ve her tarafta olduğunu bildirmektedir. Sonra kıblenin belirlen­mesinin gerekli olduğunu bildirmekte, onun islâm'a has bir sembol ve şiar oldu­ğunu, gerçek müslümanlarla göstermelik müslümanları ayırdığını anlatmaktadır. Bir çok yahudi, münafıklık ederek kendilerini müslüman gösteriyorlardı. Müslü­manlarla birlikte namaza da katılıyorlardı. Bunlar islâm'ın koynundaki yılanlardı. Ama kıble, Mescid-i Aksa yerine Kabe'ye çevrilince gizli münfıklıkları tamamen açığa çıktı. Hiç bir yahudi, hiç bir şekilde, kendi milliyetinin, dininin, varlığının te­meli olan şeyden -yani Mescid-i Aksa'dan- ilişki ve bağının kopmasına razı ola­mazdı. Sonra Allah Teâlâ şu inceliğe daha da açıklık getirerek; herhangi bir özel kıbleye doğru yönelmenin bir hareket olarak sevabın temelini oluşturmadığını, ak­sine sevabın, gerçek iman ile güzel amelin tâ kendisi olduğunu bildirmişti. [52]

 

 



[1] Sahih-î Müslim, c. 1, s. 58.

[2] el-Müstedrek, c. 2, s. 613, Zerkânî, ale'l-Mevahib, c. 1, s. 359.

[3] Buhârî, Menâkıbu'l-ensâr/45, Ta'bîr/39; Müslim, Ru'yâ/20.

[4] Buhârî,Cihâd/123, Libâs/16.

[5] Bu mağara Mekke'nin sağ tarafında 3 mil (5 km) uzaktadır. Dağın tepesi aşağı yukarı 1 mil yükseklik­te olup, deniz oradan görülebilmektedir. Bk. Zerkânî, c. 1, s. 380.

[6] Bu bilgiler Sahih-î Buhârfnin hicret bölümünde vardır. Menâkıbu'l-Muhacirîn bölümünde de ilave bil­giler bulunmaktadır. Burada onları da kaydettik.

[7] Tarih-i Taberî, c. 3, s. 1234.

[8] Siretu'n-Nebî, c. 3, s. 307'de bu rivayetler üzerinde geniş tenkitler yapılmıştır.

[9] Bütün bu bilgiler harflerine varıncaya kadar Sahih-f Buhârî'nin Menâkibu'I-Muhâcirîn bölümünde bu­lunmaktadır.

[10] Sürâka daha sonra müslüman oldu. İran fethedilerek Kisra'nın mallan toplanıp getirildiğinde Hz. Ömer Kisrâ'nın süslü elbiselerini ona giydirmiş ve Allah'ın kudretinin tecellisini temaşa etmişti.

[11] Buhârî, Menâkıbu'l-ensâr/45; Nesâ'î, Kasâme/47. Bundan da anlaşılmaktadır ki en sıkıntılı anlarda bi­le yanlarında kalem ve mürekkep bulunmaktaydı

[12] Sahih-î Buhârî, s. 560, Tabakât-i îbn Sa'd, Siretü'n-Nebi bölümü, s. 158.

[13] tbn Sa'd, Külsûm b. Hedm'in zikri.

[14] Vefâu'l-Vefâ, Taberani el-Kebir'e atıfla, c. 1, s. 180.

[15] Vefâu'i-Vefâ, c. 1, s. 181, Mısır baskısı.

[16] Hârzemî'nin hesabına göre; Peygamber'in geliş günü Perşembe kabul edilmez ise 14 gün sonraki Cuma günü olmalıdır.

[17] Bu olay Buhârî'nin değişik bölümlerinde zikredilmiştir. Bk. Buhârî, Menâkıbu'l-ensâr/46; Müslim, Me-

sâcid/9.

[18] Ebu Eyyûb'un adı Hâlid'dir. et-îsâbe'de bu isimle anılmış ve bu olay orada anlatılmıştır.

[19] îbn Sa'd, s. 43.

[20] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 190-191.

[21] EbuDâvûd,Salât/13.

[22] Buhârî, Menâkıbu'l-ensâr/45; Aynî, c. 2, s. 357.

[23] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 192.

[24] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 192-196.

[25] Kardeşlikle ilgili bütün olaylar ve her tür bireysel davranış Ibn Hişâm'm 178. sayfasında anlatılmıştır. Abdurrahman b. Avf olayı Buhârf nin Kitab-u'1-menâkıb bölümünün "Allah Resulü'nün Kardeş İlan et­tikleri" başlığı altında anlatılmıştır.

[26] Sahîh-Î Buhârf, s. 313.

[27] Sahîh-Î Buhârî, s. 313.

[28] Buhârî, Kefalet/2, Tefsîr-i sûret-i 4/7.

[29] Fütûhu'l-Büldân, Avrupa baskısı,*. 20.

[30] Bu liste ve açıklamalar, Mucemu'l-Büldan'da Medine-i Münevvere'nin anlatıldığı yerde geçmektedir.

[31] Bk. Ibn Hişâm, s. 179.

[32] el-lsâbe, Übey b. Ka'b'in zikri bölümü.

[33] Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr/2.

[34] Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr/10.

[35] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 197-198.

[36] Tirmizi, Zühd/39; İbn-i Hanbel, 6/18.

[37] Zerkani, c. 1, s. 430, Misir baskısı, Ashabı Suffe ve Peygamber mescidinin zikri.

[38] Zerkani c. 1, s. 430, Mısır baskısı, Ashab-ı Suffe’nin zikri bölümü.

[39] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3 s. 137.

[40] Hâhz Suyûti, Ashab-ı Suffe hakkında iki sayfalık bir risale yazmış, buraya harf sırasına göre yüz kişi­nin adını kaydetmiştir.

[41] Buharı, Nafakât/7, Da'avât/10; Müslim, Zikir/63, 81. Zerkânî başka kaynaklardan da eklemeler yap­mıştır. Ahmed b. Hanbel Müsned'imn c. 3, s. 137'de de bilgi verilmiştir.

[42] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 198-199.

[43] Margoliouth, yahudiler hakkında geniş ve araştırıcı bir tarzda yazarak: “Bu kalabalık Yahudi iblinen kitle içinde asıl Yahudiler birkaç hanedandan ibaretti. Yahudileşen Araplar bunlara katılarak zamanla bu miktara ulaştılar “ kanaatine varmaktadır. Herhalde doğrusuda bu olmalıdır.

[44] Ya'kûbî, c. 2, s. 9.

[45] Avrupa baskısı, s. 247.

[46] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 199-200.

[47] Taberî, s. 1261-1262.

[48] Taberî, s. 126.

[49] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 200.

[50] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 200-202.

[51] Bu sayfadaki bütün bilgiler Sahih-î Buhârî*nin namaz ve kıble hadisinden ve Buhârî şerhi Fethu'l-l ri'den alınmıştır.

[52] Mevlânâ Şiblî Numânî, Son Peygamber Hz. Muhammed, İz Yayıncılık: 203-208.