«Ebû Tâlib'in Kîsî Ummu Hânî (R. Anhâ)»
Uı-nmu Hânî Rasûlüllah
[S.A.V)'e :
— Ey Allah'ın Rasûlü!
Sen bana kulağımdan ve gözümden daha sevimlisin. Koca lîakkı büyüktür. Kocama
koşarsam bazı işlerimi ve çocuğumu ihmâl edeceğimden, çocuğuma yönelirsem koca
hakkını ihmal edeceğimden endişe ediyorum; dedi.»
Mevlid-i Nebevi
menkıbelerinin miraç bölümünde bahsedilen Um-mu Hânî'dir, Rasûlüilah (S.A.V)'in
amcası Ebû Tâlib'in kızı ve Hz. Ali'nin kızkardeşi olan tanınmış bir
sahâbîdir.
Asıl ismi; Hind yahut
Fatma veyahut Fâhire olmak üzere ihtilâf
edilmiştir. Kocası
Hübeyre b. Amr el-Mahzûmî'den olan Hânî adındaki oğluna nisbetle Ummu Hânî diye
meşhur olmuştur. Kocası Hubeyre müşriklerin en habislerinden idi..
Ummu Hânî, ikindi
namazını bitirip evinden ayrıldı. Niçin oğullarından hiçbiri geri.dönmemişti?
Bugün Medine'den haber getiren bir kafile gelmemiş miydi?
Ummu Hânî'nin gözü,
Kâ'be'nin etrafında oturan gğulianna ilişti. Amr İbn Hubeyre İbn Ebî ehb kalkıp
ona doğru geldi ve:
—Anne! Medine'den
kafileler gelmedi, dedi.
Ummu Hâni elini
kaldırdı ve oğlu sustu.. Sonra oğlu atıyla gelmekte olan bir adama doğru koştu. Amr İbn Hubeyre İbn Ebî ona:'
— Medine'den mi geliyorsun? diye sordu.
Adam :
— Evet, dedi.
Âmr İbn Hubeyre
— Medîne'de durum nasıl? diye sordu.
Adam :
Halk, müslümanların
emîrî olarak Ali İbn Ebî Talib'e beyat etti dedi.
Amr İbn Hubeyre İbn
Ebî Vehb Ebu Kubeys dağına doğru koşup tepesine çıktı ve yüksek sesle haykırdı
:
— Halk, müminlerin emiri olarak dayım Ali İbn
Ebî Talib'e bey'at etti.
Amr, Yusuf, Hâni ve
Ca'de, Ummu Hâni'yi tebrik etmeye .koştular. Çünkü qnun en küçük kardeşi
müminlerin emiri olmuştu.P
Ummu Hânî'nin zihninde
hatıralar canlandı...
Kendini, Cahiliye
devrinde, Muhammed İbn Abdillah'la Hubeyrt İbn Ebî Vehb İbn Âmr el-Mahzunî'nin
dünür olduğu ve Hubeyr'le evlendiği günlerde buldu.
Hz. Muhammed amcası
Ebu Talib'e :
— Amca! Hubeyre'yi evlendirdin. Beni
evlendirmedin, demişti Ebu Talib :
— Yeğenim! Biz kız vererek akrabalık kurduk.
Kerîm (şerefli] kerîme denk olur, dedi.
Muhammed, Hz. Hadîce
ile evlenmişti. O akrabasına ve ailesine merhametli idi. Kureyş kabilesi bir
sene şiddetli bir kıtlığa uğramıştı. Ebu Tâlib'in çoluk çocuğu kalabalık olduğu
için Muhammed Haşim-oğullarının en zenginlerinden olan amcası el-Abbas'a şöyle
demişti:
Amca! Kardeşin Ebu Talib'in
ailesi kalabalık. Görüyorsun hepmiz kıtlık belâsına uğradık. Ona gidelim.
Ailesinin yükünü biraz olsun hafifletelim, oğullarının birini ben alayım,
birini de sen al. Onların bakımını biz,üstlenelim.
Ebu Talİb'e gitmişler:
— İçinde bulunduğumuz şu durumdan kurtuluncaya
kadar, senin bazı çocuklarını alıp yükünü hafifletmek istiyoruz, demişlerdi.
Ebu Talib onlara :
— Eğer bana Akîl'i bırakırsanız dilediğinizi
yapın diye cevap ver-
Hz. Muhammed Ali'yi
alıp bağrına basmış, el-Abbas da Ca'fer'i alıp bağrına basmıştı. Hz. Ali, Hz.
Muhammed'in kucağında .eğitilmişti. Hz. Muhammed kırk yaşına gelince ve Hıra
mağarasında ibâdet ettiği sırada gökten ona Melek inmiş ve: «Oku» demişti. Hz.
Hadîce bazı kitapları okuyan ve Tevrat'la İncil'i dinlemiş bir hıristiyan olan
Varaka İbn Nevfel'e gitmişti. Varaka ona :
— O, bu ümmetin peygamberidir, demişti.
Varaka İbri Nevfel,
Muhammed'e 'gelen melek hakkında da :
— O, Musa İbn îmran'a inen Namus'tur
(Cebrail'dir]. Keşke kavmin seni yurdundan çıkardığı zaman sağ olsaydım,
demişti.
Hz. Muhammed :
— Onlar beni çıkaracaklar mı? diye sormuş.
Varaka İbn Nevfe! :
— Evet, senin gibi birşey getirmiş bir kimse
yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Eğer senin davet günlerine yetişirsem mutlaka
sana yardım ederim, diye cevap vermişti.
Muhammed (S.A.V)
insanları gizlice tek ve ortağı olmayan Aliah'a tapmaya ve İslâm'a davet
etmişti.
Daha sonra Kureyş'in
ilâhlarını ayıplamış ve açıktan davet etmeye başlamıştı. Kureyş efendilerinin
öfkeleri patlamış.. Düşmanlık alevlenmiş ve ona savaş ilân etmişlerdi. Ona
tabi olanlara saldırmışlar, dinlerinden döndürmek için qnlan korkutmuşlardı.
Ancak AİIah Muhammed'e (S.A.V)
amcası Ebu, Talib vasıtasıyla
yardım etmişti. Hubeyre İbn Ebî Vehb
dilini, Muhammed (S.A.V), ashabı ve İslâm yönünde bilemîsti.
Bir gün Muhammed
(S.A.V), sabah karanlığında, yatağında uyumakta olan Ummu Hâni'nin yanına
gitmişti ve Rasûlüllah [S.A.V) şunu anlatmıştı :
— Geceleyin Mescid-i
Haram'da uyuduğumu iyi biliyorum. Cebrail (A.S.) gelip beni uyandırdı ve
mescidden çıkardı. Bir de ne göreyim: Burak denilen hayvanın yanındayım. O
merkepten büyük, katırdan küçük ve beyazdı, hareketini sağlayan iki kanadı
vardı ve adımını gözün erişebildiği yerin en ucuna atabiliyordu. Cebrail: Bin
dedi. Elimi üzerine koyunca huysuzluk yaptı ve zorluk çıkardı. Cebrail: Burak!
Sana Allah katında Muhammed'den daha değeri; bir peygamber binmedi, dedi.
Bunun üzerine ter döktü ve benim için alçaldi. Nihayet Cebrail'le birlikte
bindik, çok geçmedi Beytu'l-Makdis'e vardık. Cebrail elini kayanın içine soktu
ve deldi. Burak'ı oraya bağladı. Bana, içlerinde İbrahim, Musa ve İsa (A.S.)
peygamberlerin bulunduğu bazı peygamberler gösterildi. Onlara namaz kıldırdım,
birlikte konuştuk. Bana kırmızı ve beyaz'İki kap getirildi. Ben beyazdan içtim.
Cebrail bana: Sen sütü İçtin. Şarabı bıraktın. Eğer şarabı içseydin, senden
sonraki ümmetini sapıklığa düşürecektin, dedi. Daha sonra Burak'a bindim.
Mescid'e geldim ve orada sabah namazını kıldım.
Ummu Hâni1
Rasûlüllah'ın (S.A.V) ridasına sarılıp:
— Allah aşkına, amca
oğlu! Bunu Kureyş'e söylersen, sana inanmazlar. Bu sözü başkalarına söyleme ki
seni yalanlayıp incitmesinler, dedi.
Muhammed (S.A.V) :
— Vallahi, onlara bunu mutlaka anlatacağım,
dedi.
Muhammed (S.A,V)
eliyle ridasına vurup, ridasını onun elinden kurtardı. Gitti, sessizce Mescid-i
Haram'a oturdu. Ebu Cehl İbn Hişam onu görüp sqrdu :
— Bir şey mi oldu? Muhammed (S.A.V) :
—- Evet, diye cevap
verdi.
Ebu Cehl :'
— Nedir o? dedi, Muhammed (SAV) :
— Geceleyin götürüldüm, dedi, Ebu Cehl :
—Nereye? diye sordu. Muhammed
(S.A.V) :
—Beytü'l-MaRdis'e,
dedi. Ebu Ceh] :
— Sonra da sabahleyin
ararnızdaydın, öyle mi? dedi. Muhammed (S.A.V) :
— Evet, dedi. Ebu Cehl :
— Bana söylediğin sözü, onlara'da söylemen için
kavmini ç sam uygun görür müsün? dedi.
Ebu Cehl bunu
söylerken Muhammedi dinlemeleri için
Kureyş'i toplamak istemişti.
Muhammed (S.A.V) :
— Tamam, dedi. , .
Muhammed (S.A.V) de
bunu kendilerine haber vermek ve tebliğ etmek için Kureyş'in toplanmasını
istemişti.
Ebu Cehl :
— Ey Kureyş topluluğu! Haydi Kureyş topluluğu,
diye haykırmıştı*
Kureyşliler toplantı
yerlerinden çıkıp orada
toplanmışlardı. Ebu Cehl :
— Haydi bana söylediklerini kavmine de söyle,
demişti. Muhammed (S.A.V) ;
— Geceleyin ben götürüldüm, demişti. : -
Kureyş de :
— Nereye? diye sormuşlardı. Muhammed (S.A.V) de
şöyle anlatmıştı:
— Cebraii'ie birlikte Burak'ın üzerinde Beytu'l-Makdîs'e. Burak
adımını, gözünün erişebildiği yerin ilerisine atıyordu. Burak'ın üzerinde
götürüldüm. Cebrail de benimle gitti. O, elini kayanın içine soktu ve onu
deldi. Burak'ı oraya bağladı. Scjnra mescid'e girdim. Etrafımda toplanan bir
grup peygamberin arasında İbrahim el-Halîl, Musa ve îsâ'-yi gördüm. Onlara
namaz kıldırdım. Sonra Cebrail bana bir bardak şarapla bir bardak süt getirdi.
Ben sütü seçtim. Bunun üzerine Cebrail :
— Fıtratı seçtin, kendin de ümmetin de doğru
yola iletildiniz, Muhammed! dedi. Sonra dünya semâsına çıkarıldık. Cebrail
bana kapıyı açmalarını istedi. Kim* o? denildi. O da:
— Cebrail'im, dedi. Yanındaki kim? diye
soruldu. O da :
— Muhammed'dir, dedi. Ona, gelsin diye haber
gönderildi mi? denildi. Cebrail:
~ Evet, diye cevap
verdi. Ona: Hoşgeldin, safa geldin! denildi. Kapı açıldı. Oraya ulaştıkları
zaman, Hz. Adem'i gördü. Cebrail:
— Bu baban Âdem'dir, ona selâm ver, dedi. Ona
selâm verdim. Âdem selâmı aldı ve şöyle dedi :
— Hoş geldin, Salih oğul ve Salih peygamber.
İkinci semaya yükseldik. Cebrail kapının açılmasını istedi. Kim o? denildi,
Cebrail'im dedi. Yanındaki kimdir? denildi. O da :
— Muhammed, diye cevap verdi/Ona gelsin diye
haber gönderildi mi? diye soruldu. O da :
, Evet, dedi.
Hoşgeldin, safa geldin denildi. Kapı açıldı. Orada Yahya ve îsa ile
karşılaştım. Onlar teyze oğullarıydı. Cebrail:
— Bunlar Yahya ile İsa'dır. Onlara selâm ver,
dedi. Selâm verdim. Selâmımı aldılar.
Sonra; Hctşgeldin, safa geldin
saiih kardeş Salih Peygamber, dediler.
Bundan sonra beni üçüncü semaya çıkardı- Kapısının açıllmasını istedi. Kim o?
denildi. O da:
— Cebrail'im, dedi. Yanındaki kim? diye
soruldu. O:
— Muhammed, diye cevap verdi. Ona gelmesi için
haber gönderildi mi? dediler. O:
—Evet, dedi,
Hoşgeldin, safa geldin denildi. Kapı açıldı. Yusuf'la karşılaştım. Cebrail;
— Bu, Yusuf'tur, ona selâm ver, dedi. Ona selâm
verdim. Selâmı aldı. Sonra: Hoşgeldin, Salih kardeş ve Salih peygamber, dedi.
Sonra dördüncü semaya çıktık. Yine kapının açılmasını istedi. O kim? denildi.
Ben Cebrail'im, diye cevap verdi. Yanındaki kimdir? diye soruldu. Mu-hammed
diye cevap verdi. Gelmesi için ona haber gönderildi mi? denildi. Cebrail :
— Evet diye cevap verdi. Hoşgeldin, safa
geldin, denildi. Kapı açıldı. İdris'le karşılaştım. Cebrail:
— Bu, İdris'tir. Ona selâm ver, dedi. Ona selâm
verdim. İdris selâmı aldı. Sonra şöyle dedi : Hoşgeldin Salih Kardeş ve Salih
Peygamber! Daha sonra beşinci semaya geldik. Kapının açılmasını istedi. Kim o?
denildi. Ben Cebrail'im diye cevap verdi. Yanındaki kimdir? diye soruldu.
Muhammed diye cevap verdi. Gelmesi için ona haber gönderildi mi? denildi.
Cebrail:
— Evet, dedi. Hoşgeldin, safa geldin, denildi.
Orada Harun'la karşılaştım, Cebra.il:
— Bu, Harun'dur, ona selâm ver, dedi. Ona selâm
verdim. Selâmı aldı. ve : Hoşgeldin, salih kardeş ve salih peygamber, dedi.
Sonra altıncı semaya geldik. Cebrail kapının açılmasını istedi. Kim o?
dediler. Ben CebraiJ'im diye cevap verdi. Yanındaki kimdir? denildi. Muhammed,
dedi, Gelmesi için ona haber gönderildi mi? diye sordular. Cebrail :
— Evet, dedi. Hoşgeidin, safa geldin, dediler.
Bu defa da Musa'yla karşılaştım. Cebrail :
—Bu, Musa'dır, ona
selâm ver, dedi. Ona selâm verdim. O da se1 lamımı aldı. Sonra : Hoşgeldin,
safa geldin, salih kardeş ve salih peygamber, dedi. Ben gelince ağladı. Ona:
— Niçin ağlıyorsun? denildi. Şöyle dedi. Benden
sonra gönderilen bir çocuğun ümmetinden, benim ümmetimden girenlerden daha çok
kimse cennete girdiği için ağlıyorum. Cebrail bundan sonra beni yedinci semaya
çıkardı. Kapının açılmasını istedi. Sen kimsin? denildi. O
Cebrail'im, dedi. Peki
yanındaki kimdir? denildi. O da :
— Muhammed'dir, dedi. Ona gelmesi için haber
gönderildi mi? di ye sordular ci da :
— Evet, dedi. Hoşgeldin, safa geldin? dediler.
Vardım ki İbrahi karşimdadır. Cebrail :
— Bu stinîn babandır, ona selâm ver, dedi. Ona
selâm verdim. Selâmı alıp: Hoşgeldin Salih oğul, Salih peygamber! dedi. Sonra
Sid-re-i Münteha'ya götürüldüm. Onun meyveleri büyük testiler yaprakları
fillerin kulakları gibiydi. Cebrail:
İşte bu Sidre-i Münteha'dır, dedi. Orada dört ırmak vardı. İkisi iç
ırmak, ikisi de dış ırmaktı. Ben de:
— Cebrail! Bu ikisi nedir? dedim. O da şöyle
dedi:
— İç ırmaklar cennetteki ırmaklardır. Dış
ırmaklar ise Nü ve Fırat'tır. Daha sonra Beyt-i Mamur'a götürüldüm. Bana bir
bardak şarap, bir bardak bal ve bir bardak süt verildi. Ben sütü aldım. Bana:
Bu fıtrat (tabiilik)tir. Sen de ümmetin de onun üzerindesiniz. Daha sonra bana
her gün elli vakit namaz farz kılındı. Dönerken Musa'ya uğradım. Musa:
— Sana ne emredildi? diye sordu. Ben de :
— Bana her gün elli vakit namaz emredildi,
dedim. Musa:
— Ümmetin her gün elli vakit namaza güç
yetiremez. Ben, senden önce, insanları, İsrail oğullarını çok denedim,
bilirim. Dön de bunu ümmetin için indirmesini Rabbinden dile, dedi. Döndüm.
Allah Ta'âla elliden onunu indirdi. Tekrar Musa'ya geldim. Önceki söylediği
gibi söyledi. Döndüm, Allah Ta'âla onunu daha indirdi. Musa'ya döndüm. Musa
aynı sözleri söyledi. Yine döndüm. Allah Ta'âla on vakit daha indirdi. Musa'ya
tekrar geldim.Aynı sözünü tekrar etti. Döndüm. Bana her gün on vakit namaz
emredildi. Döndüm. Musa yine aynı şeyleri söyledi. Döndüm. Bana her gün beş
vakit namaz emredildi. Musa'ya döndüm. O :
— Sana ne emredildi? dedi. «Bana her gün beş
vakit namaz emredildi, dedim.» Musa :
— Ümmetin her gün beş vakit namaza güç
yetiremez. Ben, senden önce, insanları, İsrail oğullarını çcjk denedim
bilirim. Dön de ümmetin için bunu biraz daha indirmesini Rabbından dile, dedi.
Ben de şöyle dedim : Rabbimden bu yolda o kadar istekte bulundum ki ondan
utanır oldum. Artık kabul edip teslim oldum. O sırada birisi: Farz kıldığımı
yerine getirdim ve kullarımın yükünü hafiflettim, diye seslendi,
Mekke halkı hayret ve
dehşet içinde ellerini çırparak :
— VaÜahi, şaşılacak, inanılmayacak şey doğrusu
bu!
— Vallahi, deve ile Mekke'den Şam'a gidiş bir
ay, dönüş de bir ay sürer. Muhammed, oraya bir gecede nasıl gidip Mekke'ye
döner? dediler.
Ebu Cehl, Hz. Ebû
Bekr'e koşup :
— Arkadaşının işinden haberin var mı? O, bu
gece Beytu'I-Mak-dîs'e gittiğini iddia ediyor! dediler.
Hz. Ebu Bekr:
— Siz de onu bu hususta yalanladınız mı? dedi.
Ebu Cehl :
— Evet, o böyle söylüyor, dedi. Hz. Ebu Bekr:
—Eğer o söylediyse
mutlaka doğrudur, dedi, Ebu Cehl hayretle :
— Sen onun bu gece Beytu'l-Makdîs'e gittiğine
ve sabah olmadan da döndüğüne inanıyor musun? diye sqrdu. Hz. Ebu Bekr:
— Evet, onun semadan yere, gece gündüz her
saat, Allah'tan alıp getirdiği, bana bildirdiği haberler, bundan daha şaşılacak
ve akla uzak göründükleri halde, ben onları tereddütsüz tasdik ediyorum, dedi.
Hz. Ebu Bekr'le Ebu
Cehl geldiler. Hz. Ebu Bekr:
— Ey Allah'ın peygamberi! Sen şu halka, bu gece
Beytu'i-Mak-dîs'e gittiğini söyledin mi? dedi.
Muhammed (S.A.V):
— Evet, dedi. Hz. Ebu Bekr:
— Ey Allah'ın
peygamberi! Onu bana tarif et! Çünkü ben orayı gidip görmüşümdür, dedi.
Allah,
Beytu'l-Makdîs'i Peygamber'inin
karsısına getirdi. Sanki Akîl'ih evinin önündeymiş gibi ona
bakıp tarifini yaptı.
Hz. Ebu Bekr:
— Doğru söyledin. Senin Allah'ın Rasûlü
olduğuna şehadet ederim, dedi.
Muhammed (S.A.V)
Beytu'î-Makdîs'in bir yerini tarif ettikçe Ebu Bekr:
— Doğru söyledin. Senin Allah'ın Rasûlü
olduğuna şehadet ederim, diyordu.
Muhammed (S.A.V) Beytu'l-Makdîs'in tarifini bitirince Hz Bekr'e :
— Ebû Bekr! Sen zaten Sıddîk (doğru
ve-doğrulayansın, dedi Böylece Muhammed ona, o gün siddîk adını vermiş oldu.
Kureyş eşrafından bazıları :
—Tarifinde tamamiyle
isabet etti, dediler. EI-Mut'İm İbn Adiyy İbn Nevfel de şöyle dedi:
— Senin bundan önceki durumun bugünkü
söylediğin sözden daha hafifti. Ben senin yalancı olduğuna şehadet ediyorum.
Biz Beytu'l-Makdîs'e gidip gelmek için aylarımızı veriyqruz. Sense oraya bir
gecede gidip geldiğini iddia ediyorsun. Lât ve Uzza'ya yemin olsun, sana
inanmıyacağım, senin söylediğin şey asla olmadı.
Muhammed'le (S.A.V)
Kureyş'in efendileri arasındaki münakaşa iyice alevlenmişti. Hz. Ömer, Hz.
Hamza ve Sa'd İbn Ebî Vakkas şöyle dediler:
— Ey Allah'ın peygamberi! Beytu'l-Makdîs
yolunda gördüğün delîl yok mu?
Muhammed (S.A.V) şöyle
cevap verdi :
— Buna delîl : Falan oğullarının devesine falan
vadîde,
de rastladım. Develerini kaçırmışlar arıyorlardı.
Onlara develerinin yerlerini gösterdim
ve ben Şam'a yöneldim. Sonra dönüşümde Dabha-nan'a (Tıhame bölgesinde bir dağ)
geldiğim zaman, falan oğullarının kafilesine rastladım, kafilenin adamlarını
uyur bir halde buldum. Onlara ait, üzeri örtülü su kabının örtüsünü açıp
içindeki suyu içtim. Yine üzerini eskisi gibi örttüm. Başka bir delil de
şudur: Sizlere ait bir kafileye Tenîm yokuşunda rastladım ki, önde boz bir deve
vardı. Üzerinde iki çuval bulunuyordu, birisi siyah, öbürü alaca renkliydi.
Halk, hemen
es-Seniyyetu'l-Beyza denilen yere gittiler. Güneş batmak üzereyken deve geldi.
Su kabını sordular. Baktılar ki su kabı, Hz. Muhammed'in tarif ettiği gibiydi.
Yani içinde su yoktu, üzerinde biri siyah, diğeri alacalı iki çuval bulunan boz
deveyi de buldular.. Bütün bunlara rağmen, Mekke'de her eve münakaşa ve inkâr
geldi. İslâm'a yeni girmiş bazı müslümanlar dinlerinden döndüler. İman edenler
de tam iman ettiler.
Bir gün Ummu Hân
uykusundan uyandı, İçini korku dolduran bir rüya görmüştü. Rüyasında beyaz
adamların Lât, Uzza Menat ve isafı, Kabe'nin etrafındaki ve üstündeki üçyüz
altmış putu kırdıklarını görmüştü. Kureyş'in efendileri, sanki başlarında kuş
varmış gibi sakin durdular. Ummu Hâni kocası Hubeyre İbn Eb? Vehb'e rüyasını
anlattığında, kqcasi alay ederek :
— Karmakarışık rüyalar, dedi. Ummu Hânî de
şöyle dedi :
— Teyzem Atike Bint Abdilmuttaiib rüyasında
deveye binmiş bir adamın gelip Ebtah'da durduğunu ve yüksek sesle : Ey
vefasızlar! Üç güne kadar, savaş yerine, vurulup düşeceğiniz yerlere yetişin
dediğini görmüş. Bunu üç defa tekrar" ettikten sonra, halk onu görüp,
başına toplanmış. Sonra o adam Mescid'e girmiş. Halk da kendisini takip ediyormuş.
Devesi Kâ'be'nin arkasında durunca yine aynı şeyleri haykırmış. Sonra devesi
Ebû Kubeys dağının tepesinde durmuş. Orada da aynı şeyleri üç defa haykırmış.
Sonra o adam bir kaya alıp yuvarlamış. Kaya yuvarlanıp dağın eteğine geldiğinde
paramparça olmuş. Mekke'de kaya parçalarının içine girmediği ev kalmamış. Bu
söz halk arasında yayılınca, Ebu Cehl İbn Hîşam amcam el-Abbas: —Ey
Abdulmutta-lib oğulları! Erkeklerinizin Peygamberlik iddia etmesine razı
olmadınız da, şimdi kadınlarınız da mı peygamberlik iddia edecek. Atike rüyasında
şöyle şöyle gördüğünü iddia etti. Üç gün sizin başınıza gelecek şeyi
bekleyeceğiz. Eğer dediği şey doğru çıkarsa mesele yok. Yoksa, sizi, Arap
ailelerinin en yalancısı diye damgalayacağız, dedi. Atike'nin rüyasının
üzerinden üç gün geçtikten sonra, Damdam İbn Amr el-Gifa-rî geldi. Ebu Sufyan
onu Kureyş'ten, kervanı kurtarmak için yardım istemeye göndermişti. Damdam'ın
devesinin iki kulağı kesik, gömleğinin önü ve arkası yırtıktı. O şöyle haykırıyordu:
«Ey Kureyş topluluğu! Koku ve elbise yüklü develerinizi kurtarmaya koşun!
Muhammec ashabı mallarınıza karşı çıktı. İmdat, imdat...
Muhammed'in (S.A.V)
ashabı Kureyş'e ait kervanın önüne çikt Kureyş de kervanını korumak ve Hz.
Muhammed ve ashabının kökünü kazımak için çıktılar... Ve Bedir savaşı oldu...
Kureyş acı bir
yenilgiye uğradı. Kureyş'in adamları, gökle yerin arasında, hiçbir şeyin onlara
benzemediği ve hiçbir şeyin karşılarında duramadığı alacalı atların üzerindeki
beyaz adamlardan bahsetmeye başladılar...
Müslümanlar Mekke'den
ayrıialı 6 yıl olmuştu. Ana-baba yurtlarını özlemişlerdi. Neleri varsa orada
kalmıştı. Kutsal olan Kâbe-i Muazzama Mekke'de idi. O'nu ziyaret etmek büyük
bir arzu halinde içlerinde yaşamaktaydı. Fakat şimdiye kadar buna imkân
bulamamışlardı. Hz. Peygamber, Hicret'in altıncı yılı ashabına Kabe'yi ziyaret
edeceklerini bildirdi. Müslümanlar buna çok sevindiler. 1.400 kadar Müslüman
bu ziyarete hazırlandı. İhramlarına hüründüler, kurbanlık develerini aldılar.
Silâh almak yasak edildi. Çünkü harbe değil, Hacca gidiyorlardı. Hz. Peygamber
Kasva adındaki devesiyle önde gidiyordu.
Kureyşliler, bunu
duyunca telâşa düştüler. Müslümanları Mekke'ye sokmama kararı aldılar. Mekke
kenarında tertibat kurdular. Hz. Peygamber bunu öğrenince :
— Bu Kureyş'e ne oluyor ki, harbden bıkıp
usanmadı mı? dedi.
Müslümanlar
Hudeybiye'ye gelip durdular. Arada elçiler gelip giderek Kabe'yi ziyarete
müsaade sağlamağa çalışıldıysa da, müşrikler, buna bir türlü yanaşmadılar.
Nihayet Hz. Osman elçi olarak gönderildi. Hz. Osman, müslümanların ziyaret için
geldiklerini anlattı. Kureyş O'na da ;
— Eğer istersen kendin ziyaret et, dediler. O
da:
— Peygamber tavaf
etmedikçe, ben yapamam. Biz hepimiz O'nu tavaf etmeğe geldik. Kurbanlarımız da
yanımızda, dedi.
Fakat Kureyş bunu
kabul etmedi. Bu görüşme biraz uzadı..'.
Nihayet Kureyş,
Müslümanların ziyaret için geldiğini anladı, fakat inadında devam etti. İş bu
duruma geldikten sonra müsaade vermeyi kibrine yediremedi. Bunu gelecek seneye
bırakmak istedi.
Kureyş bu görüşünde
direnince, müslümanlar fedakârlık göstererek kan dökülmesin diye ertesi sene
ziyarete razı q!dular. Sıra andlaşmanın yazılmasına geldi. Hz. Ali yazmağa
başladı. Müşrikler, başa «Bismİllahirrahmanirrahim» yazılmasına razı olmadılar.
Sadece «Allah' adıyla» yazılmasını kabul ettiler.
Kararlaştırılan
şartlar şunlardır:
1- Müslümanlar
bu yıl ziyaretten vazgeçerek, Medine'ye dönecekler.
2- Gelecek
yıl~Mekke'ye geiecekier, fakat üç günden fazla kalmayacaklar.
3- Müslümanlar
silahsız gelecekler.
4- Müslümanlar
Mekke'deki müslümaniardan hiçbirini götüre-miyecekler. Medirte'lüerden kalmak
isteyen olursa kalacak.
5- Mekke'Ii
müslümaniardan veya müşriklerden biri
Medine'ye gidecek olursa geri çevrilecek, Müslümanlardan biri Kureyş'e
gelirse o teslim edilmeyecek.
Bu şartlar çok ağırdı.
Fakat Hz. Muhammed (S.A.V) bunu kabul etmiş ve buna «Fethi Mübîn» demişti.
Hakikaten olayların gelişmesi, Hz. Peygamberin uzağı gördüğünü gösterdi. Bu
andlaşma sonra ınüs-lümanlarm lehine işledi. Dönüşte yolda «Fetih Suresi» nazil
olarak müslümanSara büyük fetih ve zaferi müjdeledi. Rasûlüllah (S.A.VJ'în
müşriklerle yaptığı Hudeybiye antlaşması ile, müslümanların müttefiki olan
Huzaa kabilesine müşrikler antlaşmanın hilafına saldırarak Hu-zaa'Iıları
öldürmeye başladılar...
Huzaa reisi Medine'ye
gelerek müslümaniardan yardım istedi ve sözlerini şu mealdeki mısralarla
bitirdi:
Kureyş, sana verdiği
sözden döndü, o bağlandığı ahdi bozdu. Bizi rükû ve secde halinde iken, namaz
kılarken bile vuruyorlar. Allah aşkına bize yardım et, imdadımıza yetiş!»
Hz. Peygamber Kureyş'e
haber göndererek ölülerin diyetini ödemelerini, yoksa Hudeybîye Andlaşması'nın
hükümsüz sayılacağını bildirdi...
Kureyş, durumu
görüşmek üzere Ebû Süfyan'i Medine'ye gönderdi. Ebû Süfyan, doğrudan Hz.
Peygarnber'i görmeğe cesaret edemedi. Kızı olan Hz. Peygamber'in zevcesi Ümü
Habîbe'yi gördü... Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'den netice alamadı. Ümitsiz olarak
geri dönmek zorunda kaldı. Mekke'yi bir sözle qturtup kaldıran bu adam,
Medine'de kimseye söz geçirememişti... Kimse onu dinlememişti... Öz kızına bile
meram anlatamadı... -
Nihayet Hz. Peygamber,
orduya sefer hazırlığı yapılması emrini verdi. 10.000 kişilik bir ordu topladı.
Medine şimdiye kadar bu kadar kalabalık bir ordu çıkarmamıştı. Çölü yararak
Mekke'ye doğru ilerlediler. Kan dökülmeden Mekke'ye girmek için bu harekât
gizli tutuldu. Mekke'ye yaklaştıkları zaman amcası Abbas'a rastladı. Abbas
müslü-man olmuş, Medine'ye yollanmıştı. Ailesini göndererek kendisi İslâm
ordusuna katıldı. Müslümanlar Mekke'ye dört fersah mesafeye geldiler. Ordunun
kalabalık olduğunu müşriklere göstermek için her tarafa ateş yaktılar...
Ebu Süfyan, durumdan
şüphelenmişti. Gece etrafta olup bitenleri öğrenmeğe çıktı. Abbas'a rastladı.
Abbas ona İslâm ordusunu göstererek :
— Bu ordu yarın Mekke'ye zorla girecek olursa,
Kureyş'in çekeceği var, dedi.
Ebu Süfyan :
—Öyleyse çaresi ne?
dedi.
— Hz, Peygamber'e giderek, O'ndan eman
dilemektir.
Ebu Süfyan'i Hz.
Peygamber'in huzuruna götürdü. Ebu Süfyan ora da Müslümanlığı kabul ettiğini
söyledi. Artık Mekke kan dökülmeden fethcjlundu demekti. Abbas, Hz.
Peygamber'den şu ricada bulundu:
— Ebu Süfyan öğünmeyi seven bir adamdır, ona
bir lütufta bulun! Peygamberimiz bunu kabul etti ve :
— Her kim Ebu Eüfyan'ın evine girerse o emniyettedir,
ona kimse dokunamaz, kim evine kapanırsa emniyettedir, kim Mescid-i
Ha-ram'a girerse emniyettedir.
Bunun üzerine Ebû
Süfyan Medine'ye önceden giderek Kureyş'e şöyle ilân etti :
— Ey Kureyş topluluğu! İşte gelen Muhammed'dir.
Karşı durarnı-yacağmız bir kuvvetle geliyor.
Mekke halkı :
— Yapma, dediler. Ebu Sufyan İbn Harb :
- Kim benim evime
girerse emindir (güvenlik altındadır), dedi.
Ebu Sufyan'ın hanımı
Hind Bint Utbe İbn Rabîa, onun sakalından tutup :
— Şu bunak herifi öldürün, dedi. Ebu Sufyan İbn
Harfe :
— Yazıklar olsun size! Kendi kendinizi
aldatmayın! O size, karşı duramayacağınız bir kuvvetle gelmiştir. Kim Ebu
Sufyan'ın evine girerse emindir, dedi.
Halk:
— Allah seni
kahretsin. Senin evinin bize ne ihtiyacı var? dedi. Ebu Sufyan İbn Harb :
— Kim Hakîm İbn Hızam'ın evine girerse emindir.
Kim mescid'e (Kabe'ye) girerse emindir. Kim kapısını kapatırsa emindir, dedi.
Halk evlerine ve
mescid'e dağıldı. Hubeyre İbn Ebî Vehb ağlara düşmüş kurt gibi nefsinin
etrafında dolaştı. Daha sonra kılıcını ve su tulumunu kaptı ve ok gibi fırladı.
Ummu Hânî:
— Nereye? dedi. Hubeyre İbn Ebî
— Necran'a gideceğim.. Amcanın oğlu beni
öldürür. Ummu Hânî de şöyle dedi :
— Gel, ben ona gideceğim. Ona, sana aman
verdiğimi söylerim. Hubeyre :
— O, lâtla Uzzâ'yi ve Arapların taptığı bütün
ilâhları Mekke'yi sokmaz,
dedi.
Böylece Hubeyre
Neccan'a kaçtı.
Muhammed (S.A.V)
Mekke'nin en üst tarafında konakladı. Ei-Haris İbn Hişam [Ebu Cehl İbn HişanVm
kardeşi) ve Zuheyr İbn Ebî Umeyye (Âtike Bint Abdilmuttalib'in oğlu) Ummu
Hâni'e aman dilediler. Ummu Hâni de o ikisine aman verdi. Ali İbn Ebî Talib
onların yanına geldi ve el-Haris'le Zuheyr'i öldürmek istedi. Ummu Hâni' de
— Ben qnlara aman vermiştim, dedi. Ali sordu :
— Sen müşriklere aman mı veriyorsun?
Ummu Hâni' Ali'yle
onların arasına girdi. Böylece Ali dışarı çıktı. Ummu Hani' el-Haris'le
Zuheyr'i evde bırakıp kapısını kapattı. (Onlar kocası Hubeyre İbn Ebî Vehb
el-Mahzumî'nin akrabalarındandi). Ummu Hânî, Mekke'nin yukarı mahallesinde
oturan Hz. Muhammed'e geldi. Onun, içinde hamur kalıntıları olan bir kaptaki
su ile yıkandığını ve kızı Fâtıma'nın da onu bir örtüyle örttüğünü gördü. Ummu
Hâni' selâm verdi. Rasûlüilah (S.A.V) :
— Bu kim? diye sordu. Ummu Hâni :
— Ummu Hânî', dedi. Muhammed (S.A.V):
— Hoşgeldin Ummu Hâni' dedi.
Yıkanınca elbisesini
alıp giyindi. Daha sonra sekiz rekât kuşluk namazı kıldı. Ummu Hâni :
— Bu namaz hangisidir? diye sordu. Muhammed
S.A.V) :
— Ummu Hâni' bu İşrak namazıdır
(Salatül-İşraktır) diye cevap verdi. ,
Sonra onun yanına
gelip:
— Niçin geldin? diye sordu. Ummu Hani' :
— El-Haris İbn Hişam'ta Zuheyr İbn Ebî U.meyye
aman dileyerek bana geldiler. Ben de onlara aman verdim, dedi.
Mühammed (S.A.V) :
— Senin aman verdiğine biz de aman veririz.
Senin teminat verdiğine biz de teminat veriri?. Biz onları öldürmeyiz, dedi.
Mekke'nin fethinden
önce müslüman olan fakat Mekke'nin fethinde rnüslümanhğını açıklayınca
Rasûlüllah S.A.V) Qnun evine gitti
ve şöyle dedi :
— Evinde yiyebileceğim birşeyler var mı?
Utanarak :
— Evimde, sadee~ kırıntılardan başka birşey yok! Onları, senin
önüne koymaya utanıyorum, dedi.
Peygamber S.A.V) ;
—Getir onları, dedi.
Onları suyun içine
ufaladı. Ummu Hani' tuz getirdi. Rasûlüllah SAV) :
— Herhangi bir katık var mı? diye sordu. Ummu
Hani' :
— Ya Rasûlellah! Evimde sirkeden başka birşey
yok, dedi. Peygamber (S.A.V) :
— Getir, dedi.
Rasûlüllah (S.A.V)
yedikten sonra Ummu Hani'e :
— Allah'ı yüz defa teşbih et, bu senin için
İsmail'in oğlundan yü2 köleye denktir. Allah'a yüz defa hamdet (el-hamduli'llah)
de bu da Allah yolunda üzerine"
bineceğin eğer ve gem vurulmuş yüz kısrağa denktir. Yüz defa tekbir getir. Bu
da kurban edilmek üzere ayrılmış yüz deveye denktir. Yüz defa tehiîi (Lâilâhe
üla'llah) getir. Bunlar çjökle yer arasını doldurur, o gün onlardan daha
faziletli bir amel hiç kimse için yükselmez ancak senin yaptığın gibisini
yapan için yükselir.
Necran'daki Hubeyre
İbn Vehb Ummu Hani'in müslüman olduğunu duyunca şu şiir'i söyledi :
Eğer Muhammed'e tâbi
olup benimle olan bağlarını kestiysen, sen ıslaklığı kurumuş, boz renkli
yuvarlak tepenin zirvesinde ol.
İslâm Ummu Hâni ile
Hubeyre İbn Ebî Vehb'i ayırmıştı. Peygamber (S.A.V) qnün yanma gelip bizzat
kendisine evlilik teklif etti [1] Ummu
Hani1 ona :
— Ey Allah'ın Rasûlü! Sen bana kulağımdan ve
gözümden daha sevimlisin. Koca hakkı büyüktür. Kocama koşarsam bazı işlerimi ve
çocuğumu ihmai edeceğimden, çocuğuma yönelirsem koca hakkını ihmal edeceğimden
endişe ediyorum, dedi.
Daha sonra önündeki
iki çocuğa işaret edip şunu ilâve etti:
— Ey Allah'ın elçisi! Seni Cahiliyye'deyken
seviyorsam, bu müs-lümanken niye olmasın? Fakat ben çocukları olan bir kadınım.
Çocuklarımın seni rahatsız etmelerini istemiyorum. İşte sunun süt emmesi,
şunun da yanımda
yatması seni rahatsız etmeye yeter.
Peygamber (S.A.V) su
istemişti. Ummu Hani' süt getirdi. Süt içtikten sonra bardağı Ummu Hani'e
verdi. Kalanını da o içti. Bunun üzerine şöyle dedi:
— Oruçlu cjlduğum halde içtim. Rasûlüllah
(S.A.V) :
— Bunu niye yaptın? dedi. Ummu Hâni :
— Senin artığın olduğu için. Yapmaya güç
yetiremediğim bir ş den dolayı onu bırakamadım. Onu yapmaya gücüm yetince
dedi.
içtim,
Rasûiüilah (S.A.V) de
şöyle buyurdu :
— Deveye binen
kadınların en hayırlısı, Kureyş kadınlarıdır. Onlar çocuklarına çok şefkatli,
kocalarına karşı da çok itaatkârdırlar. İmranin kızı Meryem deveye binseydi hiç
kimseyi ona üstün tutmazdım.
Rasûlüllah [S.A.V) Um
mu Hani'in evine girdi ve onu sabah namazını kılarken gördü. Bunun üzerine
şöyle dedi
— Ummu Hani'.! Sabah namazını kıldığın zaman Allah'ı
yüz defa teşbih et (subhânellah de). Yüz teşbih, kurbanlık yüz deve gibidir,
Yü? defa da tehlil getir [Lâ ilâve illallah de). O tehliilerle ne önceki ne sonraki
günahlar kalır.
Daha sonra şunu ilâve
etti :
— Hiçbir amel «lâ ilahe illa'llah'ın önüne
geçemez ve o hiçbir günahı bırakmaz.
Oğulları, Ummu
Mâni'nin kendisini Rasûlüllah'a arzettiğini öğrenince şöyle dediler:
— Şimdi olmaz, çünkü Aliah Ta'âla şu ayeti
indirdi: «Ey peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah'ın sana ganimet
olarak verdiği cariyeleri, seninle birlikte hicret eden amcanın kızlarını,
dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helâl kıldık» (Ahzab, 50)
Ummu Hânf kendi
kendine şöyle dedi:
— Ben ona helâl değildim.. Çünkü onunla
birlikte hicret eden kadınlardan değilim.. Ben «Tuleka» adı verilen Mekke'nin
Fethi günü Ra-sülüllah'in afv edip
haklarında işlem yapmadığı
kimseler arasında idim.
Müezzin akşam ezanını
okuyunca Ummu Hani' namaz kılmak için kalktı.. Daha sonra RasûiüMah'ın dediği
gibi yüz defa «subhânellah», yüz defa «elhamdu lillah», yüz defa «Allahu ekber»
ve yüz defa da «la ilahe illa'llah» dedi. [2]