Esed'în Kızı Fâtima (R. Anhâ)»
Rasûlüllah (S.A.V) :
«— Ömer’i Bu kadın,
foens doğuran annemden sonra annemdi... Ebû Taüp'ten sonra bu kadıncağız kadar
bana iyiliği dokunan bir kimse olmamıştır. Ona Cennet elbiselerinden
giydirilsin diye gömleğimi kefen olarak giydirdim. Kabir hayatı kendisine
mülayim ve kolay gelsin diye de, kabirde uzandım. Cebrail bana Rabbîm'den onun
Cennetlik olduğuna dair haber getirdi...»
Fâtıma bint-i Esed,
Hâşim oğulları kadınlarından olup Peygamberimizin amcası Ebû Tâlib'in eşidir.
Kendisinin gerek Ebû
Tâlib'le ye gerek Peygamberimizle soyu Ha-şîm'de birleşir, ,
Fâtıma bint-i Esed,
Hâşim oğullan kadınları içinde, Haşimî erke! sulbünden ilk erkek çocuğu dünyaya
getiren kadındır.
Hâşim
Oğullan.kadınlarından halîfe anası olanların da yine ilki Fâtıma bint-i
Esed'dir. Ondan sonra Peygamberimizin kızı Fâtıma gelir ki, Hz. Hasan'ı dünyaya
getirmiştir.
Fâtıma bint-i Esed'in
Talip, Akîl, Cafer ve Ali adında dört oğlu ile Ummehânî (Hind), Cümûne, Reyta
ve Esma adında dört kızı vardı.
Fâtıma bint-i Esed,
ilk .sıralarda müslüman olanlardandır...
Ebu Gehl İbn Hişam,
el-Mut'im İbn Adiyy, Ebu'l-Bahterî İbn Hişam, Utbe İbn Rabîa, Umeyye İbn Halef,
Ebu Sufyan İbn Harb, el-As İbn Vâil ve Umâre İbnu'i-Velîd geldiklerinde, güneş
adetâ ateşten kıvılcımlar saçıyordu. Fâtıma Bint Esed, kocası Ebû Tâlib'e :
— Ey kavminin efendisi! Kureyş'in efendileri
seninle konuşmak için geldiler, dedi.
Ebû Tâlib kalktı.. Ebu
Cehl İbn Hişam şöyle dedi :
— Ebû Tâlib! İşte şu Umara İbnu'l-Velîd,
Kureyş'in en yakışıklı gencidir. Onu al. Aklından ve yardımından istifade et.
Onu çocuğun edin. O, senin için daha hayırlı olur. Onun yerine, senin ve
atalarının dînine karşı gelen, kavminin birlik ve bütünlüğünü darmadağın eden
ve onların akıllarını çelen yeğenini bize teslim et, biz onu öldürelim. Böylece
kısasa kısas yapmış oluruz.
Ebû Tâlib :
— Vallahi, teklif ettiğiniz şey nekadar kötü!
Siz kendi oğlunuzu veriyorsunuz ben onu sizin için büyütüp besliyorum. Ben size
yeğenimi veriyorum; siz ise onu öldürüyorsunuz. Vallahi, bu, olacak şey değil,
dedi.
EI-Mut'im İbn Adiyy :
— Vallahi, Ebû Tâlib! Kavmin sana acıyıp
hoşlanmadığın şeyden kurtarmaya çalıştı. Halbuki senin onlardan hiçbir şey
kabul etmediğini görüyorum, dedi.
Ebû Tâiib ise :
— Vallahi, onlar bana acımadılar. Ama sen beni
hem yardımsız bıraktın hem de kavmimin bana karşı birleşmesini sağladın. Aklına
geleni yap, dedi.
El-Mut'im İbn Adiyy :
— Ona adam gönder. Bizona insaflı davranalım,
dediler.
Ebû Tâlib Zeyd İbn
Hârise'yi Rasûlüllah'a gönderdi. Rasûlüliah (S.A,V) gelince Ebû Tâlib :
— Yeğenim! Bunlar senin amcalarındır ve
kavminin eşrafıdırlar. Onlar sana insaflı davranmak istediler, dedi.
Rasûlüliah (S.A.V) :
— Söyleyin, dinliyorum, dedi. Ebu Sufyan İbn
Harb :
— Sen bizi ve ilâhlarımızı bırakır uğraşmazsan
biz de seni ve ilâhım bırakıp uğraşmayız, dedi,
Ebu Talib :
— Kavim sana insaflı davrandı. Onların bu
teklifini kabul et, dedi.
Peygamber CS.A.V):
— Sizden, bir kelimeyi söylemenizi istesem, ne
dersiniz? Eğer o kelimeyi söylerseniz, Araplara hükümran olur ve o kelime
sebebiyle Acemler sîze boyun eğer, dedi.
Ebu Cehl İbn Hişam :
—Bu kelime rahat ve
huzur getirecekse, onu ve onun gibi or nesini söyleriz, dedi. \
Rasûlüljah (S.A.V):
— Lâ ilahe illa'liah, deyiniz, buyurdu. Onun bu
sözünü beğenmeyip öfkelendiler: Ebu Sufyan İbn Harb :
— İlâhlarınıza karşı sabırlı olunuz. Bunda bir
hikmet var, dedi. Onlar Ebû Tâlib'in yanından :
— Bir daha asla ona gelmeyin, Ebû Talib
yeğenini yalnız bırakıp teslim etmeyi bu konuda bizim ayrılmamız ve düşman
olmamız sebebiyle onun birleştirici olmasını kabul etmedi, diyerek ayrıldılar.
Ebû Tâlib hastaydı.
Rasûlüilah'a-(S.A.V) :
— Yeğenim!.. Seni peygamber olarak gönderen
Rabbine duâ et ki o bana afiyet versin, dedi,
Rasûlüllah (S.A.V) :
— Allah'ım! Amcama şifa ver, dedi.
Ebû Tâlib sanki
bağından kurtulmuş gibi ayağa kalktı ve :
— Yeğenim! Rabbin senin duanı kabul ediyor,
dedi.
Rasûlüllah (S.A.V) :
— Amca! Eğer ona itaat etseydin, senin de duanı
kabul eder dedi.
Ebû Tâiib sustu..
Peygamber (S.A.V) dışarı çıktı.
Hatıralar Fâtıma Bint
Esed'i geçmişe götürdü...
Hz. Muhammed (S.A.V)
dedesi Abdulmuttalib'in himayesi altındaydı. Dedesi onu çok sever ve onu her
yere götürürdü. Abdulmuttalib'in Hicr'de [1]
üzerine oturduğu bir minderi vardı. Ona kendinden başka hiç kimse oturamazdı.
Harb İbn Umeyye ve Kureyş eşrafından bazıları o minderin etrafında
oturuyorlardı. Çocukken bir gün Muhammed İbn Abdillah gelip o minderin üzerine
oturdu. Birisi onu, oturmaması için çekti. Muhammed ağladı. Abdulmuttalib
gözleri kör olduğu için
:
— Oğlum (torunum) niye ağlıyor? dedi,
— Minderin üzerine oturmak istedi de oturmasına
engel oldular diye cevap verdiler.
Abdulmuttalib :
— Bırakın oğlumu, otursun. O, kendinde bir
şeref hissediyor. Umarım ki o,
kendinden önce ve sonra hiçbir arabm ulaşamadığı şerefe kavuşacak, dedi.
Bu hadiseden sonra,
Abdulmuttaiib varken, veya yokken Muham-med'in onun minderine oturmasına engel
olmadılar.
Abdulmuttalib
Muhammed'e, çocuklarından-hiçbirine öyle davranmadığı şekilde, yumuşak ve
nazik davranmıştır. Onu' yanından ayırmazdı. Amcalarından bjri onu
uzaklaştırmak istediğinde Abdulmuttalib oğullarına şöyle derdi :
— Oğlumu bırakın.
Vallahi, onun şanı olacak.
Abdulmuttalib, kendisi
Öldükten sonra ona amcası Ebû Tâlib'in bakmasını tavsiye ederdi. (Abdullah'la
Ebû Tâlib ana, baba bir kardeştiler).. Abdulmuttalib ölünce Hz. Muhammed'i
amcası Ebû Tâlib yanına aldı.
Bir gün Mekke'ye
Lehebii bir adam geldi. O kuş uçurmak suretiyle fala bakıyordu. Mekke'ye
geldiğinde Kureyş'in erkekleri, fallarına baktırmak için çocuklarını ona
getirdiler. Ebû Tâlib de Muhammed'i getirdi.
Adam ona baktı ve onunla ilgili birşeyler yapmaya başladi. Yaptığı şeyi
bitirince ;
— Bu çocukta benim
aleyhimde birşeyler var, dedi.
Ebû Tâlib, onun
çocukla çok ilgilendiğini görünce, çocuğu onun görmiyeceği bir yere götürdü.
Leheb'li adam şöyle demeye başladı:
—Yazıklar olsun size!
Biraz önce gördüğüm çocuğu bana tekrar getirin. Onun mutlaka büyük bir durumu
olacak.
Ebû Tâlib çocuğu alıp
götürdü.
Fâtıma Bint Esed,
yemeği koyduğunda ve Muhammed çocuklarla birlikte oturduğunda, kendi
çocuklarının önündekileri kapıştıklarını,, onun ise elini uzatmadığını
görüyordu. Fâtıma Abdullah'ın oğlunun çok hayalî olduğuna kanâat getirdi ama
onun hoşlanmadığı hiçbir yemeği yemediğini de anlamakta gecikmedi. Muhammed'e
tek başına hoşlandığı başka bir yemek verilmesini emretti. Yemek az olmasına
rağmen ona yemek bırakırdı. Fâtıma Bint Esed, Muhammed'in amcasının çocuklarıyla
yemek yediğinde, az olmasına rağmen yemek bereketlenir-dî. Muhammed
yaşıtlarının üstünde bir gelişme gösteriyordu.
Bir gün amcası Ebû
Tâlib onu ticaret için gittiği Şam'a götürdü.. Fakat o çabuk döndü. Fâtıma Bint
Esed sordu :
— Ey kavminin efendisi! Ne var ne yok? Ebû
Tâlib anlattı :
— Şam'daki Basra'da konakladığımızda rahip
Buhayra manastırından çıkıp bize seslendi: Ey Kureyş topluluğu! Ben size bir
yemek yaptım. Küçük büyük, köle^ hür hepinizin bu yemeğe gelmesini istiyorum.
Ben de şöyie dedim: Bu hayra! Önceden sen böyle yapmazdın. Biz sana çok
uğradık, hiç böyle yapmamıştın. Bugün sana ne oluyor? O da :
— Doğrusun, Ebû Tâlib. Fakat siz benim misafirlerimsiniz.
Ben size ikramda bulunmak ve size bir yemek yapmak istedim'. Hepiniz o yemekten
yeyin. Oturduğumuzda o dikkatle yüzlerimize bakmaya başladı. Ona sordum: Neyin
var? Kimi arıyorsun? O :
—Aranızda yemeğe
gelmeyen birisi var mı? dedi. Ben de:
— Yemeğe gelmeyen sadece, kervandakilerin yaşça
en küçüğü olan bir çocuktur. O, kervan
mallarımızın yanında kaldı, dedim. Buhayra:
— Onu çağırın, onu çağırın. O çocuk sizinle
beraber olsun, dedi. Kafiledekilerden birisi kalktı ve şöyle dedi:
— Lât ve Uzza'ya yemin olsun! Muhammed İbn
Abdiflah'ın bizimle birlikte yemekte bulunmaması bizim için adî bir
harekettir.
Buhayra da şöyle dedi:
— Ebu Talibi
Biliyorsun ki ben hıristiyan âlimlerindenim. Dînimin sırlarını iyi
bilirim. Onların kitaplarından okumadığım
yoktur. Uzun süre bu manastırımdan ayrılmadım. Ben de :
— Bunu biliyorum, dedim. Buhayra Mghammed'i
elimden alds ve onu dikkatle İncelemeye ve onun vücudundaki bazı şeylere
bakmaya başladı. Onun vücudundaki bazı şeyleri onun özelliği olarak görüyord;
Kervandakiler yemeklerini bitirip etrafa dağılınca, Buhayra şöyle dedi
— Ey çocuk! Lât ve Uzza hakkı için, sorduğum
sorulara cevap vermeni istiyorum. (Buhayra bu sözü çocuğun kavminin Lât ve
Uzza'-nın adını söyleyerek yemin ettiklerini duyduğu için söylemişti). Muhammed:
— Bana Lât ve Uzza adına birşey sorma. Vallahi,
ben şimdiye kadar o ikisine kızdığım kadar hiçbir şeye kızmadım, dedi. Buhayra
da ona :
— Vallahi, sen bana sorduğum şey hakkında bir
cevap vermedin, dedi. Muhammed: Aklına geleni sor, dedi. Buhayra:
— Uzleti (yalnız kalmayı) sever misin? dedi.
Muhammed:
— Evet, dedi. Buhayra:
— Gök ve yıldızlar hakkında düşünür müsün? diye
sordu: Muhammed:
— Evet, diye cevap verdi. Buhayra:
— Çocuklarla onlar gibi oynar mısın? dedi. Muhammed:
— Hayır, dedi. Uyurken, uyandığında doğru çıkan
rüyalar görüı müsün? dedi. Muhammed :
— Evet, dedi. Buhayra, halini, uykusunu,
şeklini ve bazı şeyleri sormaya başladı. Muhammed de ona anlatıyordu. Bunlar,
Buhayra'mn önceden biidiği
özelliklerine uyuyordu. Daha sonra onun sırtına baktı. İki omuzunun arasındaki
peygamberlik mührünü daha önce öğrendiği yerinde gördü. İncelemesini
bitirdikten sonra, benim yanıma geldi, Şöyle dedi :
— Bu çocuk senin neyin olur? Ben de :
— Oğlum olur, dedim. Buhayra bana:
— Hayır o senin oğlun değildir. Bu çocuğun
babasının sağ olmaması gerekir, dedi. Ben de :
— Kardeşimin oğludur, dedim. Buhayra:
— Babası ne oldu? dedi. Ben de :
— Annesi ona hamileyken babası öldü, dedim.
Buhayra:
— Doğru söyledin. Yeğenini memleketine geri
götür. Yahudilerin ona zarar vermelerinden sakın. Vailahi, eğer onu görürlerse
ve onu, benim tanıdığım gibi tanırlarsa, mutlaka ona kötülük etmek isterler.
Çünkü yeğeninin büyük bir sânı (önemli durumu) olacak. Biz bunu kitaplarımızda
ve babalarımızın bize rivayet ettiği şeylerde görüyoruz, dedi. Ben de :
— Bu yeğenimin büyük bir sânı mı olacak, dedim.
Buhayra :
— Evet, O, âlemlerin efendisidir. Onun yüzü,
bir peygamber yüzüdür. Gözü bir peygamber gözüdür, dedi. Ben de :
—-Peygamber ne demektir?
dedim. Buhayra:
— Allah onu âlemlere rahmet olarak gönderdi.
Ona gökten vahiy indirecek ve onun vasıtasıyla dünyaya haber gönderecek, dedi.
Böylece onu korka korka geri getirdim.
Kureyş'in
bayramlarından birisiydi. Halk neşeli olarak bayram yapmaya çıkmıştı. Onlar
ilâhlarının kendilerinden hoşnut kalmasını İstiyorlardı. Ama Fâtima Bint Esed
Hz. MuhammedT bayram yerinde değil, uzak bir yerde inzivaya çekilmiş bir halde
gördü. O, bir kayanın yanına oturmuş ve gözünü semâya dikmişti. O devamlı ruhî
bir gelişme içindeydi. Kâinat, ruhunun ondan bıkıp hasret ve özlemle içine
aktığı bir kaynak olmuştu. Devamlı öğrenmeye karşı bir susuzluk hissediyordu.
İnsanın eliyle yaptığı bir taşa secde etmesini kabul edemiyordu. Fâtıma Bint
Esed ona sordu :
— Muhammedi Benimle birlikte bayrama gelmiyor
musun? Hz. Muhammed :
— Hayır, diye cevap verdi. Halalarından biri
korkuyla :
— Muhammed! İlâhların öfkelenip sana zarar
vermelerinden ko kuyorum, dedi.
Hz. Muhammed :
— Fayda ve zarar vermeyen taşlar ne yapabilir
ki! dedi. Halası yadırgayarak :
— Sen ne diyorsun? Onlar bizi geceleyin Allah'a
yaklaştırır, dedi Fâtıma Bint Esed ona yaklaştı :
—Bizimle birlikte gel,
dedi. Hz. Muhammed başını saliayip :
— Hayır, dedi.
Hz. Muhammed
büyüyüp olgunluk çağına ulaştı.
Kureyş'in en şahsiyetli,
konuşması en güzel, en güvenilir ve günah ve kötülük yap maktan en uzak kişisi
oldu. Öyle ki kavmi onu «ei-Emîn» diye adlandırdı.
Yirmibeş yaşına
ulaşınca Kureyş kadınlarının hanımefendisi Hz. Hadîce ile evlendi. Hz,
Hadîce'den el-Kâsım isimli oğlu doğdu. Kendisine «Ebu'l-Kâsım» künyesi
verildi. Daha sonra Hz. Hadîce'yle olan evliliğinden Zeyneb, Rukayye, Ummu
Kulsum ve Fâtima isimli çocukları oldu.
Hz. Muhammed
otuzbeşine ulaşınca, Kureyş erkekleri arasında bir olay zuhur etti. Kâ'be,
sellerden dolayı yıkılmıştı. Kureyş onu tekrar inşa etmek istemişti. Kureyş
Kâ'be'yi yapmak için bölümlere ayırmıştı. Kapı tarafını yapmak Abdimenaf ve
Zuhre oğullarına aitti. Rukn-i Esved ile Rukn-i Yemanî Mahzun oğullarıyla
onlara katılan Kureyş ka-bîlelerihe aitti. Kabe'nin damı Cumah oğullarına, Hıcr
tarafı Abduddar İbn Kusayy'la Esed îbn Abdiiuzza ve Adiyy İbn Ka'b oğullarına
aitti:.
Taşlan dizip Ka'be'yi-
köşe taşının konulacağı yere kadar yaptıklarında her kabîle Hacer-i Eved'i
yerine koymanın kendi hakkı olduğunu iddia ederek anlaşmazlığa düştüler.
Aralarında tartışma yapıp yeminler ettiler ve savaşa hazırlandılar. Halkın
yanına Ebu Umeyye İbnu'l-Mugîre çıkıp geldi. O, Kureyş'in en büyük
zatlanndandı. Şöyle dedi :
— Anlaşmazlığa düştüğünüz konuda birisini hakem
yapın. Meselâ, bu mescidin kapısından ilk olarak kim girerse, o konuda size hakemlik
yapıp, karar versin.
Onlar:
— Tamam, razı olduk, dediler.
Mescidin kapısından
ilk giren Hz. Muhammed oldu. Onu görünce :
— Bu, el-Emîn'dir.. Biz razı olduk, bu
Muhanhmed'dir, dediler. Meseleyi ona anlattılar. Hz. Muhammed şöyle dedi:
—Bana bir örtü
getirin.
Ona bir örtü
getirildi. Hacer-i Esved'i alıp eliyle örtünün içine koydu ve :
— Her kabîle örtünün bir yerinden tutsun ve hep
birlikte onu kaldırın, dedi.
Kabîleler dediğini
yapıtlar. Hacer-i Esved'iri konulacağı yere kadar kaldırdıklarında, Hz.
Muhammed onu eliyle yerine koydu.. Ondan sonra Kâ'be'nin yapımı tamamlandı.
Hz. Muhammed, kendisi
için insanlardan uzak bir yerde yalnız kalmayı tercih ederdi. Milletinin
toplantı yerlerine gitmezdi. O, efsaneler, tarihî hikâyeler ve bayağı
kimselerin şiirlerini dinlemezdi.
Hz. Muhammed, amcası
el-Abbas'la karşılaştı. O Haşim oğullarının en zenginlerindendi. Ona şöyle
dedi :
-— Amca! Kardeşin Ebû
Tâlib, bildiğin gibi kıtlık belasıyla karşı karşıyadır. Ona gidelim.
Çocuklarından ikisini alıp onun geçim sıkıntısını giderelim. Birisini ben
alayım, diğerini de sen alırsın.
El-Abbas :
— Tamam, dedi.
Ebû Tâlib'in yanına
vardılar ve :
— İçinde bulunduğumuz sıkıntıdan kurtuluncaya
kadar senin yü künü hafifletmek için çocuklarından bazılarını istiyoruz,
dediler.
Ebû Tâlib onlara :
— Bana Akîl'i bırakmak şartıyla, istediğinizi
yapın, dedi.
Hz. Muhammed Ali'yi
alıp bağrına bastı. Alî Ebû Tâlib'in en küçük çocuğuydu. El Abbas Ca'fer'i alıp
bağrına bastı.
Hz. Muhammed kırk
yaşına basınca her sene bir ay Hira mağarasına çekiliyordu. Yanına gelen
yoksulları doyuruyordu. Uz. Muham-med'in seçtiği bu ay Ramazan ayıydı.
Mekke sarsılıp halk şu
sözü söyledi:
— Muhammed'e gökten bir melek inip ona: Oku,
demiş...
Hz. Hadîce ile kızları
Zeyneb, Rukayye Ummu Kulsum ve Fâtıma müslüman oldular.. Ali İbn Ebî Talib, Ebu
Bekr İbn Ebî Kuhafe, Osman İbn Affan ez-Zubeyr İbnu'l-Avvam, el-Abbas'ın hanımı
Ummu'l-Fazl ve Ebû Tâlib'in hanımı Fâtıma Bint Esed de müsiüman oldular.
Bir gün Ebü Tâlib
Mekke vadilerine gitmişti. Hz. Muhammed'le Ali'yi namaz kılarlarken gördü :
— Yeğenim! Girdiğin bu yeni din nedir? diye
sordu-Muhammed (S.A.V) :
— Amca!
Bu Allah'ın dinidir. Onun meleklerinin dinidir. Onun peygamberlerinin
dinidir. Babamız İbrahim'in dinidir. Allah beni o dinle kullarına elçi olarak
gönderdi. Amca! Sen, benim nasihatime, davetime, bana icabet ve yardıma en
lâyık kişisin, dedi.
Ebû Tâlib şöyle dedi :
— Yeğenim! Ben kendi dinimden ve atalarımın
dininden mam. Ancak, şunu bil ki sağ olduğum sürece, sana hoşuna gitmeyen
birşey gelmiyecektir.
Ali, akşam babasına
geldi. Ebû Tâlib şöyle dedi:
— Yavrum! O girdiğin din nedir? Ali İbn Ebî
Talib :
—Babacığım! Ben
Allah'a, Rasûlü'ne inandım ve getirdiğini tasdik ettim. Ayrıca onunla namaz
kıldım.
Ebû Tâlİb :
— O seni hayra davet ediyor, ondan
ayrılma,'dedi. Fâtıma Bint Esed :
— Ey
kavminin efendisi! Allah, Muhammed'İ
(S.A.V) tek olan Allah'a tapmaya davet eden bir elçi olarak göndermiştir.
O, doğrudur, emindir. Ona İcabete en lâyık oian sensin, dedi.
Ebû Tâlib :
— Kavmimin
dininden ayrılmayacağım. Ama
Muhammed bana oğlumdan daha sevimlidir.
Benim onun doğruluğundan en küçük bir şüphem yoktur, diye cevap verdi.
Fâtıma Bint Esed :
— Ey kavminin efendisi! Sen, Muhammed'in
(S.A.V) Allah'ın elçisi olduğunu biliyorsun. Buhayra ve Leheblî Kahin sana
anlattı, dedi.
Ebû Tâlib :
— Senin söylediğin doğrudur. Fakat, arkamdan
asla iyi konuşmazlar, dedi.
Rasûlüllah (S.A.V) üç
yıl gizli olarak İslâm'a davet etti. Daha sonra kavmine İslamı açıkladı.
Onların ilâhları aleyhinde konuştu ve onları kötüledi. Bunun üzerine ona karşı
harekete geçip ona kötü davranmaya ve işkence etmeye karar verdiler. Kureyş
eşrafı Ebû Tâlîb'e gidip :
— Ebû Tâlib! Yeğenin ilâhlarımıza sövdü.
Dinimizi kötüledi. Bizi akılsız, beyinsiz yaptı. Çocuklarımızı şaşırttı ve
atalarımıza hakaret etti. Onu, ya bizden vazgeçirirsin, ya dâ onu bizimle
başbaşa bırakırsın. Sen de bizim gibi onun aleyhindesin. Biz sana da ona da
yeteriz. Ebû Tâlib Rasûlüllah'a (S.A.V) haber gönderdi. O da öğleyin geldi. Ebû
Taiib ona :
— Senin amca oğulların olan bu zatlar senin
onları kızdırdığını ileri sürdüler. Onları kızdırıp incitmekten vazgeç, dedi.
Rasûlüllah (S.A.V) :
— Şu güneşi görüyor musunuz? Benim bu
söylediğim güneşten daha açıktır.
Ebû Tâlib :
— Vallahi, yeeğnim şimdiye kadar hiç yalan
söylememiştir.
Ebû Tâlib oğlu Akîl'le
yemek yerken hanımı Fâtıma Bint Esed ona:
— Ey kavminin efendisi! Allah senin hakkında şu
âyeti indirmiştir: «Onlar onu savunurlar ve ondan uzak dururlar». Sen
Rasûlüllah'a eziyeti menediyorsun ama onun getirdiği şeyden uzak duruyorsun, dedi.
Ebû Tâlib :
— Allah bir insanla konuşmaktan daha yücedir,
dedi.
Fâtıma Bint Esed :
— Aziz ve Celîl olan Allah Musa ile
konuşmuştur, dedi. Sonra şunu ilâve etti :
— Sen Allah'ın Raslü'nü şu şiirinle övmemiş
miydin? Ona vermek için ismini bölmüştür.
O,. Arş'ın sahibi
Mahmud'dur. Bu da Muhammed'dir. Ebû Tâlib sustu.. Hanımı Fâtıma Bint Esed dedi.
— Keşke şu şiiri söylediğin gün kelime-i
şehâdeti getirseydin. Beni davet ettin. Anladım ki sen doğrusun.
Sen doğrusun. Daha
önce de emin idin.
Kesinlikle anladım ki
Muhammed'in dini, din
olarak başka insanların dinlerinin en iyilerindendir.
Ebû Tâlib oğlu Akîl'e
:
— Muhammed'e git ve
ona şöyle de: Ebû Tâlib sana: Bana c netinin üzümünden yedir, diyor.
Akıl gitti ve Ebû
Bekr'i onun yanında gördü. Peygamber'e (S.A.V) haber verdi. Ebû Bekr de :
- Allah onları
kâfirlere haram kıldı, dedi.
Rasûlüllah (S.A.V)
Fâtıma Bint Ssed'i ziyaret ederdi. peygamber'in [S.A.V} tercih ettiği dört
Fâtima'dan ve Haşim oğuliarından olan birisinden çocuğu olan İik Haşimî
kadınıydı.
Ebû Tâlib
Kureyşlilerin yeğenini öldürmek istediklerini öğrendi. Haşim oğullarından ve
Abdulmuttalib oğullarından onu korumalarını ve kendi mahallesine gelmelerini
istedi. Onlardan Ebû Leheb İbn Abdi!-muttalib'le oğulları hariç mü'min olsun
kâfir olsun hepsi onun mahallesine geldiler.. Ebû Tâlib, Kureyş efendilerinin içine,
öldürmek için Rasûlüllah'ı teslim etmedikçe Haşim oğulları ve Abdumuttalib
oğullarıyla oturmamak, onlarla alış-verîş yapmamak ve evlerine girmemek
konusunda anlaştıklarını bir sayfa yazdıklarını da öğrendi..
Bu sayfayı Kâ'be'nin
içine astılar. Haşim öğullanyla-barışı ,asla kabul etmiyeceklerine ve öldürmek
için onu teslim etmedikçe onlara
karşı merhamet
etmiyeceklerine karar verdiler.
Haşim Oğulları
mahallesinde üç ay kaldılar. Çok sıkıntı çektiler. Onların pazarlara
çıkmalarını önlediler. Onlara, Mekke'ye gelen hiçbir yiyeceği bırakmadılar.
Onların satın almalarına engel oldular. Hemen kendileri satın aldılar. Öyle
olunca Ebû Tâiib'in mahaüesindekiler ot ve ağaç yaprakları yediler.
Allah onların zalim
sayfalarına bir güve gönderdi. O da o sayfada Allah'ın isminden başka birşey
bırakmadı. O sayfada daha önce yazılı olan şirk, zulüm ve akrabadan ilgiyi
kesme kötü bir olay olarak bakî kaldı. Aziz ve celîl olan Allah, onların
sayfalarının başına gelen şeyi peygamberine haber verdi. Rasûlüllah (S.A.V) bunu
amcası Ebu Ta-lib'e söyledi. Ebû Talib ve Haşim Oğullarının ileri gelenleri
Kâ'be'ye gittiler. Rasûlüllah'm bildirdiği şeyin gerçek olduğunu gördüler..
Haşim oğulları ve Abdulmuttalib oğulları mahalleden çıkıp Mekke'deki evlerine
döndüler.
Ebû Tâlib kavminin
dinine mensup olarak öldü.. Rasûlüllah (S.A.V) Yesrib'e hicret ettiğinde Fâtıma
Bint Esed de hicret etti. O saliha [iyi) bir kadındı. Rasûlüliah (S.A.V) onun
ziyaretine gider ve öğle vaktinde onun evinde uyurdu.
Fâtıma bint-i Esed'in
Peygamberimizin yanında büyük bir mevkii ve itibârı vardı. Kendisi
Peygamberimizin terbiye edicisi ve yetiştiricisi, idi.
Fâtıma Bint Esed
Rasûlüliah'la evlenince, Ali b. Ebî Tâlib annesi Fâtıma Bint Esed'e şöyle
dedi,:
—Anne! Su getirme ve
dışardaki ihtiyaçları yerine getirme sana ıait. Ama un öğütme ve hamur yoğurma
işi Fâtıma'ya aittir.
Fâtıma Bint Esed,
Hicretin dördüncü yılında Medine'de ölmüştür Peygamberimiz «Bugün annem
vefat etti» buyurdu. Hz, Ali der ki
»Peygamber [S-A.V) onu kendi kamîsıyla (gömlekle) kefenlemiş ve :
— Biz Ebû Tâlib'ten sonra bana ondan daha çok
iyilik yapanla karşılaşmadık, buyurmuştur.»
Peygamber [S.A.V)
cenaze namazını kıldırırken ona yetmiş tekbh getirmiştir. Gömüleceği kabrin
içine inip yanı üzerine biraz uzandıktan sonra onu indirtti. Sanki kabri
genişletiyor ve toprağını düzeltiyor gibiydi. Kabirden gözleri yaşlı olarak
çıktı ve onun kabrine su döktü.
Ömer İbnu'l-Hattab :
— Ya Rasûleilah! Biz, senin buna yaptığın şeyi
başkasına yaptığını görmedik, dedi.
Rasûlüllah (S.A.V) :
—Ömer! Bu kadın, beni
doğuran annemden sonra annemdi. Ebû Tâlib yiyecek getirir, Fâtıma onu yemek
yapar ve sofraya getirirdi. Bir kısmını bana ayırır ve ben gelince yerdim.
Ebû Tâlip'ten sonra bu
kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan bi kimse olmamıştır. Ona Gennet
elbiselerinden giydirilsin diye gömleğimi kefen olarak giydirdim. Kabir hayatı
kendisine mülayim ve kolay gelsin diye de, kabirde uzandım. Cebrail bana,
Rabbim'den onun cennetlik olduğuna dair haber getirdi. Ayrıca Allah Taalâ'nm
yetmiş bir meleğin onun namazında hazır bulunmasını emrettiğini söyledi.
Rasûlüllah (S.A.V)
Fâtıma bint-i Esed hakkında :
O, benim annemdi.
Kendi çocukları ac dururken önce benim karnı-mı doyururdu.
Kendi çocuklarının
üstleri başları tozlu topraklı dururken, o önce benim saçımı, başımı tarar ve
gül yağlarıyla yağlardı. O, benim annent-di.» buyurdu.
Peygamberimiz (S.A.V)
bundan sonra «Allah seni yarlığasın ve ha yırla mükâfatlandırsın.
Allah, sana rahmet
etsin ey.annem! Sen, benim annemden sonra annem idin. Kendin aç durur, beni
doyururdun. Kendin çıplak durur, beni giydirirdin.
En iyi nimetlerden
kendi nefsini alıkoyar, bana tattırırdın. Bunu da ancak Allah'ın rızâsını ve
âhiret yurdunu umarak yapardın.
Allah ki, diriltendir,
öldürendir. Hiç ölmeyen diridir o.
Ey Allah! Annem Fâtıma
bint-i Esed'i af ve mağfiret et. Ona hüccet ve delilini anlat. Girdiği yerini
genişlet. Ben peygamberinin ve benden önceki Peygamberlerinin hakkı için duamı
kabuj buyur ey merhametlilerin en merhametlisi bulunan Allah!» diyerek duâ
etti.[2]