<Âmir'in Kızı Ummu Rûman O Anhâ)»
«Her kimi, Cennet
hurilerinden birine bakmak se-vindirîrse, o, Ummu Rûman'a baksın!»[1]
Ummu Rûman'm asıl ismi
Zeneb idi. Ummu Rûman, Abdullah Ib-nu'l-Hârîs el-Esedî'nin nikâhı altındaydı.
Abdullah ile olan evliliğinden el-Tufeyl'i doğurdu. Ummu Rûman kocası Abdullah
ve oğlu Tufeyl ile birlikte Serat'tan Mekke'ye gelmiş ve Hz. Ebû Bekir'in
müttefiki olmuştu. Ummu Rûman, kocasının ölümünden sonra Hz, Ebû Bekir'le evlendi.
Ebû Bekr'le olan
evliliğinden de Aişe ve Abdurrahman'ı doğurdu. Ummu Rûman İslam'a ilk
girenlerdendi. O, Peygamber [S.A.V) ve ashabı el-Erkam İbn Ebi'l-Erkam
el-Mahzumî'nin evine (Daru'l-İslam'a) girdiğinde müslüman olmuştur. Hz.
Peygamber arkadaşı Ebû Bekr'in evine gelir ve Ummu Rûman'a şöyle tavsiye
ederdi:
— Ummu Rûman! Aîşe'nin
iyiliği için çalış ve onun yüzünden beni darıltma.
Rasûlüllah (S.A.V) bir
gün Aîşe'yi kızgın olarak gördü. Sitemle Ummu Rûman'a şöyle dedi :
— 'Ummu Rûman! Sana Aîşe hakkında
beni.kızdırmamanı söylemedim mi?
Ummu Rûman Hz.
Peygamber'in sözlerinin manasını hanımı Ha-dîce Bint Huveylid öldüğünde anladı.
Osman İbn Maz'un'un hanımı Havle Bint Hakîm ona gelip şöyle dedi :
— Ummu Rûman! Allah'ın sana hayır ve bereketten
ne verdiğini biliyor musun?
Ummu Rûman :
—Ne verdi? diye sordu.
Havle Bint Hakîm :
—Rasûlüllah [S.A.V]
beni Âîşe'ye dünürlük için gönderdi sırada yedi yaşındaydı).
Ummu Rûman :
— Âîşe ona uygun olur mu? Onun kardeşinin
kızıdır.. İster Ebû Bekr'i bekle, o biraz sonra gelecek, dedi.
Ebû Bekr gelince Havle
Bint Hakîm ona durumu anlattı.
— Aîşe ona uygun olur mu? O kardeşinin kızıdır,
dedi.
Havle Bint Hakîm
Rasûlüllah'a (S.A.V) tekrar gidip Ebû Bekr'in öi diklerini anlattı. Peygamber
[S.A.V) :
. — 'Git ona şöyle de:
Sen benim din kardeşimsin. Kızın bana in gundur (helâldir).
Rasûlüllah, Hz.
Aîşe'yle yedi yaşındayken nikahlanmış, ancak i sene sonra Medine'de gerdeğe
girmiştir. Böylece Ummu Rûman, H Peygamber'e kayınvalide olma şerefine nâii
olmuştur.
Ummu Rûman, Aîşe, Esma
ve Abdullah İJ:ı Ebî Bekr Rasûlüllah1 (S.A.V) ashabı Medine'ye hicret edip
yerleştikten ve mescidiyle odalarını inşa ettikten sonra hicret etmişlerdir.
Rasûlüliah [S.A.V)
şöyle derdi :
—Hûrilîn'den (cennet
ehlinden) olan bir kadına
bakmak kimi memnun ederse o, Ummu
Rûman'a baksın.
Hz. Âişe der ki :
«Resûlüllâh
Aleyhisselâm, bir sefere çıkmak istediği zaman, zevceleri arasında kur'a
çekerdi. Onlardan hangisinin ismi çıkarsa, onunla giderdi.
Benî Mustalık gazasına
çıkarken de, ötedenberi olduğu gibi, zevceleri arasında kur'a çekmiş, benim
ismim çıkınca, Resûlüliâh ile birlikte ben yola çıkmıştım.
Bu sefer Hicab
âyetinin indirilmesinden sonra idi. Bunun için, ben, hevdecin içinde taşınır ve
konak yerine hevdeç içinde indirilirdim.
Devem hareket etmeden
önce, hevdecin içine girip oturur. Hev-deci deveye yükleyecek olanlar gelirler,
onu alt tarafından tutup yukarı kaldırarak devenin üzerine yerleştirirler,
iplerle bağlarlar, bundan sonra devenin yularından tutarak yola devam
ederlerdi.
Nihayet, Resûlüllâh
Aleyhisselâm, bu gazasından boşalıp Medine'ye yöneldi. Medine'ye yakın bir
yerde konakladı. Orada gecenin bir kısmını geçirdi. Sonra, hareket edileceğini
Mücahidlere bildirdi.
Harekete geçileceği
sırada, ben, abdest bozmak için oradan uzaklaştım.
Boynumda, Yemen göz
boncuğundan dizilmiş gerdanlık vardı.
Hacetimi kaza ettikten
sonra, konak yerime geldim. Göksümü yok-layınca, gerdanlığımın koptuğunu,
düştüğünü anladım. Hemen dönüp
Bu gerdanlığı, Hz.
Âîşe'ye, gelin hediyesi olarak, annesi Ümmü Ruman takmıştı.
onu aradım, bulamadım.
Fakat, onu aramak,
beni yoldan alıkoymuştu.
Yolda, bana hizmet
edenler, gelmişler, hevdecimi yüklemişler, de mi hareket ettirmişlerdi. Onlar,
beni hevdeç içinde sanmışlardı.
O zaman, kadınlar,
hafif ve zaif idiler. Ağır vücutlu ve şişman değillerdi. Et ve yağ onları
kaplamazdı. Çünkü, onlar, ancak sabahları biraz şeyler yerlerdi.
Bunun için,
hizmetçiler, hevdeci kaldırıp yüklerlerken, ağırlık derecesinin farkına
varamamışlardı. Zâten, ben küçük yaşta bir kadındım. Deveyi sürüp gitmişler.
Gerdanlığımı, ordu
ayrılıp gittikten sonra buldum. Hemen ordugâha geldîmse de, orada onlardan hiç
kimseler yoktu. Hepsi çekilip gitmişlerdi. Ben de, oradan, evvelce bulunduğum
yere geldim. Çarşafıma bürünüp yanımın üzerine uzandım.
Hevdeçte bulamayınca,
aramak üzre yanıma gelirler sandım. O sırada, gözlerimi uyku bürüdü, uyumuş
kalmışım...
Safvan b. Muattal üs
Sülemî, ordunun arkasına kalır, halkın emtiasını araştırır, bir şey kalmışsa,
zayi olmamak için, ahp diğer konak yerine götürürdü.
Safvan, vallahi,
askerin arkasından yürüyerek sabaha karşı bulunduğum yere doğru, gelmiş,
uyuyan bir insan karaltısı görünce, gelip başucuma dikilmiş ve beni görür
görmez tanımış.
Çünki, bize Hicab
âyeti inmeden önce, onun beni görmüşlüğü vardi.
Safvan, beni görünce,
şaşırarak (İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn = biz, Allah'ın kullarıyız ve
muhakkak O'na dönüp varıcılarız) dedi.
Hemen onun sesine
uyandım ve çarşafımla yüzümü örtüp büründüm.
Vallahi, onunla ne bir
kelime konuşmuşuzdur, ne de İstirca'dan (înnâ Lillâhi ve innâ ileyhi
râciûn'dan) başka o'ndan bir kelime işitmi-simdir.
Bundan sonra, Safvan,
devesini ıhdırdı. Beni, binsin diye ayağını devesinin ön ayağına bastı.
(Bin!) dedi ve
kendisi, geri çekildi. Ben de, hemen kalkıp deveye bindim Kendisi de, devenin
başını, yularını çekerek askere yetişmek için sür'atle ilerlemeğe başladı.
Sabaha kadar askerin
arkasından yetişemedik. Nihayet, asker, konak yerine inip yerleştiği sırada
idi ki, Safvan'm, devemin yularım çekerek konak yerine getirdiği görüldü,»
Safvan b. Muattal, Hz.
Âişe'yi deve üzerinde getirirken, baş münafık Abdullah b. Übeyy'e —kabilesinden
bir topluluk içinde bulunduğu sırada— rastlamışlardı.
Abdullah b. Übeyy
«Kimdir bu?» diye sordu. «Âişe'dir!» dediler.
Abdullah b. Übeyy
«Vailâhi, ne Âişe, o adamdan dolayı kurtulur, ne de, o adam, Âişe'den dolayı
kurtulur!
Demek, Peygamberinizin
ailesi, bir adamla gecelemiş, sabaha kadar kalmış, sonra da, adam, devesinin
yularından tutup onunla yanınıza gelmiş!?» diyerek ilk önce yaygarayı
koparmıştı.
Hz. Âişe der ki«İşte,
iftiracılar, aleyhimde söyleyeceklerini söylemişler, ordugâh, çalkalanmış!
Vallahi, benim,
bunların hiç birinden haberim yoktu. Aleyhimde iftira ederek helak olanlar,
olmuş; iftiranın en büyüğüne ve çoğuna girişen de, Abdullah b. Übeyy b. Selû!
imiş!»
Hz. Âîşe, başına
gelenleri anlatmağa devam ederek der ki :
«Sonra, Medine'ye geldik.
Çok geçmeden ağır bir hastalığa tutuldum. Bir ay çektim. Meğer, bu sırada
halk,.iftiracıların uydurdukları iftiralara dalmışlar, tefrikalara
düşmüşler!
Ben ise, bunlardan hiç
bir şey sezememiş, anlayamamıştım.
Aleyhimdeki iftiralar,
Resûlullâh Aleyhisselâma ve babamla anneme kadar da, yetiştirilmiş. Fakat,
onlar, bana bunlardan ne az, ne.de, çok hiç bahsetmiyorlardı.
Yalnız, evvelce
hastalandığım zaman, Peygamber Aleyhisselâm-dan görmüş olduğum iutuf ve
iltifatları bu hastalığım sırasında göre-meyişim ve kendisinin, yanıma
girdikçe, selâm verip, adımı anmadan (Hastanız nasıldır?) diye sorarak dönüp
gidişi, beni şüphelendiriyor ve üzüyordu.
Fakat, ortada dönen,
dolaşan serlerden hiç haberim yoktu.
Aradan, yirmi bu kadar
gece geçtikten sonra idi ki, hastalığımı latmış, nekahat devresine girmiştim.
Biz Arap kavmi, o
zaman Arap olmayanların evleri yanında edindikleri şu helaları, kokusundan
iğrendiğimiz için, evlerimizin yanında bulundurmaz, Medine'nin kırlarına
çıkardık. Kadınlar, oraya her gece, ihtiyaçlarını gidermek için çıkarlardı.
O zaman, bizim
halimiz, göçebe Arapların sahrada, hacetlerini gidermelerine benzemekte îdi.
Ben, yine bir gece,
Mıstah'ın annesile, hacet giderme yerimiz olan Menâsi' tarafına çıkmıştım.
Buraya, ancak, geceden geceye çıkardık. Bu da, evlerimizin yanında helâler
edinmemizden önce idi.
Mıstah'ın anası Selmâ
hatun ki, Ebû Rühm b. Muttalib b. Abd-i Menafin kızıdır. Anası ise, Sahr b.
Âmir'in kızı olup Ebû Bekr'ei Sıd-dîk'ın halasıdır.
Selmâ hatunun oğlu
Mıstah (Avf) Üsâse b. Abbâd b. Muttatib'in oğludur.
İşte, ben ve Mıstah'ın
anası hacetimizi gidermek üzre Menâşı'a çıktığımız sırada, Mıstah'ın anası,
çarşafına takılarak düşünce (Mıstah, yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!)
diyerek oğluna beddua etti, ilendi.
Ben : (Ey ana! Sen, ne
dîye oğluna beddua ediyor, kötü söylüyorsun?) dedim. Sustu, cevap vermedi.
İkinci kerre ayağı
dolaşıp düştü. Yine (Mıstah, yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!) dedi.
«Ben: (Ey ana! Sen, ne
diye oğluna beddua ediyor, kötü söylüyorsun?) dedim. Yine susup cevap vermedi.
Üçüncü düşüşünde de,
yine (Mıstah, yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!) dedi.
Ben, yine; (Ey ana!
Sen, oğluna ne diye beddua ediyor, kötü söylüyorsun?
Sen, ne fena söz sarf
ediyorsun? Bedir savaşında bulunmuş olan bir zâta mı kötü söylüyorsun?!] dedim.
(Vallahi, ben, ona
ancak, senin aleyhindeki suçundan dolayı beddua ediyor, kötü söylüyorum!
Bak hele şu saf
tazeye! Sen, onun söylediklerini işitmedin mi?) dedi.
(O, neler söylemiş?)
diye sordum.
Bunun üzerine,
Mıstah'ın annesi, iftiracıların söylediklerini bana birer birer haber verince,
hastalığım, geri geldi. Hastalığıma, hastalık katlandı.
Vallahi, teessürümden,
hacetimi gidermeğe bile kadir olamadım ve döndüm. O kadar ağladım ki,
ağlamaktan, ciğerlerim kopacak, parçalanacak sandım.
Annem Ummu Rûman
Zeyneb bint-i Dühman, yanımda bulunuyor, hastalığıma bakıyordu. O sırada,
Resûlullâh Aleyhisselâm, selâm verip yanıma girdi. Yine ismimi anmadan,
(Hastanız nasıldır?) diye sordu. Tek kelime daha konuşmadı.
Artık, kendimi
tutamadım, (Yâ Resûlallâh! Ben, şimdiye kadar hiç görmediğim cefayı görüyorum!?
Bana müsâade etsen,
annemin yanına gitsem de, hastalığıma orada bakılsam olmaz mı?) dedim.
Gitmende sakınca yok!
buyurdu.
Ben, ebeveynimin
yanına gidip aleyhimdeki haberin iç yüzünü anlamak istiyordum.
-Resûluüâh
Aleyhisselâm, yanıma bir uşak katıp beni, babamın evine gönderdi.
Eve geldiğimde annem
Ummu Rûman'ı aşağıda, babamı evin damında Kur'ân okuyor buldum.
Annem: (Kızcağızım!
Sen, ne için geldin?) diye sordu.
Anneme : (Allah, seni
yarlığasin! Halk, benim aleyhimde neler
söyleyip duruyorlarmış ta, siz, bana onlardan hiç bir şey sızdırmadınız?
Anneciğim! Halkın
benim aleyhimdeki söylentileri neler imiş?)
dedim.
Annem : (Kızcağızım!
Sen, kendini hiç üzme! Sıhhatim düşün.
Vallahi, bir kadın,
senin gibi güze! ve kocasının yanında sevgili olsun ve onun bîr çok ortaklar
bulunsun da, onu kıskanmasınlar ve onun aleyhinde bir takım laflar
çıkarmasınlar, pek nâdirdir!) dedi.
(Sübhânallâh! dedim,
demek, halk, benim aleyhimde böyle bir ta-kim kötü şeyler konuşuyorlarmış?!)
Anneme: (Babamın,
bundan haberi var mı?) diye sordum.
Annem (Evet!) dedi.
Resûlullâh
Aleyhisselâmın da haberi var mı? dedim. Annem : (Evet) dedi. Gözlerim, yaşla
doldu, ağladım.
Babam Ebû Bekir, damda
Kur'ân okuyordu. Sesimi iş tiı Anneme : (Nedir bunun hali?) diye sordu.
Annem (Aleyhindeki
söylentilerden haberi olmuş!) dedi.
Babamın gözleri yaşla
doldu.
(Kızcağızım! Evine
dönmen için sana and veriyorum!) dedi. Döndüm.
O gece, sabaha kadar
hep ağladım durdum. Ne gözümün yaşı diniyordu, ne de, gözüme uyku
girdirebiliyordum. Ağlaya ağlaya sabaha çıktım.
Babamla annem yanımdan
ayrılmadılar.
Hz. Âişe'nin annesi
Ümmü Rûman'ın bildirdiğine göre : Rûman'la Hz. Âişe otururlarken, Ensar
kadınlarından birisi içeri girmiş «Allah, filâna yapacağını, yapsın! Filâna
da, yapacağını yapsın!» diyerek beddua etmiş, Menmişti.
Kendisine «Sen, ne
için böyle söylüyorsun?» diye sorulunca, kadın «Oğlum, ortada dolaşan
söylentileri çıkaran ve yayanların içinde idi!» dedi.
Ona «Ne imiş o
söylentiler?» diye soruldu.
Kadın da «Şöyle, şöyle
söylentilerdir!» diyerek anlattı.
Hz. Âişe «Bunu,
Resûlullâh Aleyhîsselâm işitti mi?» diye sordu.
«Evet!» denildi.
Hz. Âişe «Bunu, Ebû
Bekir de, işitti mi?» diye sordu.
Yine «Evet!»
denilince, Hz. Âişe, titreyerek arkasının üzerine düşüp bayıldı. Elbisesini,
üzerine örttüler.
Peygamberimiz, Hz.
Âişe aleyhinde yapılan iftiranın yayıldığı günlerde vakitlerinin çoğunu evinde
geçirmiş, dışarı çıkmamıştır...
Nihayet bu iftira,
Cenabı Haktan gelen vahiyle temizlenmiş oldu ve Hz. Aişe'nin temiz olduğu
âyetle tescil edilmiş oldu...
Ummu Rûman'da, ya
pılan iftira karşısında sabır ve metaneti elden bırakmayarak kızına da sabır
ve metanet tavsiyesinde bulunarak olgunluğunu göstermiştir...
Ummu Rûman hicretin
dördüncü (veya beşinci) yılında zilhicce ayında öldüğünde Rasûlüliah (S.A,V)
onun kabrine inip ona mağfiret diledi ve şöyle dedi :
— Allah'ım! Senin ve
Rasûlün hakkında Ummu Rûman'dan gördüklerim sana gizli kalmamıştır. [2]