- Sahabiler Necâşî’nin huzuruna girdiklerinde selâm verdiler, ona secde etmediler. Necâşî
“Ey cemaat! Niçin kavminizden gelenlerin bana selâm verdikleri şekilde selâm vermediniz ve secde etmediniz? Bana haber veriniz, İsa hakkında ne diyorsunuz? Ve sizin dininiz nedir? Siz hristiyan mısınız?” diye sordu. Onlar bu suale
“Hayır” dediler. Necâşî
“Yahudi misiniz?” dedi. Onlar
“Hayır!” dediler. Necâşî
“O halde kavminizin dini üzerinde misiniz?” dedi. Onlar
“Hayır!” dediler. Necâşî
“O halde sizin dininiz nedir?” diye sordu. Sahabiler de
“Dinimiz İslâm’dır” dediler. Necâşî
“İslâm da ne imiş?” dedi. Onlar
“Biz Allah’a kulluk yaparız. Hiçbir şeyi ona ortak koşmayız” dediler. Necâşî
“Bunu kim size getirdi?” diye sordu. Onlar
“Bu dini bize, bizden olan bir kişi getirdi ki, biz kendisini ve soyunu biliyoruz. Allah bizden önceki kavimlere peygamber gönderdiği gibi, onu da bize peygamber gönderdi. O bize iyilik yapmayı, sadaka vermeyi, ahde vefa göstermeyi, emanetleri eda etmeyi emretti. Bizi putlara tapmaktan menetti. Biricik ve ortaksız olan Allah’a ibadet etmemizi emretti. Biz onu tasdik ettik. Allah’ın kelâmını tanıdık ve bildik ki, bu kelâmı bize Allah katından getiren odur. Bunları yaptığımız için kavmimiz bize düşman oldu. O sadık peygambere düşman oldular. Onu yalanladılar ve onu öldürmek istediler. Ve bizi de putlara tapmak için geri döndürmek istiyorlar. Biz onlardan dinimizi, kanlarımızı kurtarmak için sana sığındık” dediler. Kral
“Allah’a yemin ederim, bu (İslâm), Musa’nın emrinin çıktığı pencereden çıkmıştır” dedi. Cafer
“Sana secde etmek şeklinde selâm vermeye gelince, Allah’ın Rasûlü bize cennet ehlinin selâmıyla selâm vermeyi emretti ve biz birbirimize o şekilde selâm veririz. Meryem oğlu İsa’ya gelince, o, Allah’ın kulu ve Rasûlü’dür. O’nun kelimesidir. O, kelimesini, Meryem’in rahmine atmıştır. Ve Allah’tan gelen bir ruhtur. Tertemiz ve bakire olan kadının oğludur” dedi. Bunun üzerine Necâşî yerden bir çöp alarak
“Yemin ederim ki, Meryem oğlu İsa bu söylediklerinizden şu çöp kadar dahi fazla değildir” dedi. O anda Habeşistan’ın ileri gelenleri Necâşî’ye
“Yemin ederiz, eğer Habeşliler senin bu sözlerini duyarlarsa seni krallıktan azlederler!” dediler. Necâşî
“Allah’a yemin ederim, İsa hakkında bundan başka hiçbir şey söylemiyorum. Allah Teâlâ, bu krallığı bana verirken Habeşlilerin arzusuna mı uydu ki, ben de Allah’ın dini hakkında onların arzusuna uyayım. Bundan Allah’a sığınırım” dedi.[1]
- Necâşî, ülkesinde bulunan sahabelere haber gönderip onları huzuruna çağırttı. Bunun üzerine sahabeler biraraya gelerek istişarede bulundular ve sonunda Hz. Peygamber’in kendilerine öğrettiklerinin dışında birşey söylememeyi kararlaştırdılar. Necâşî’nin huzuruna vardıklarında onun ülkenin en büyük âlimlerini getirtmiş olduğunu gördüler. Bunlar kitaplarını da beraberlerinde getirmişlerdi. Necâşî Hz. Peygamber’in sahabelerine şöyle sordu:
“Kavminizden ayrılarak girmiş olduğunuz bu din nasıl birşeydir? Çünkü bildiğim kadarıyla ne benim ve ne de diğer milletlerin dinlerinden hiçbirisine girmemişsiniz”. Sahabelerin sözcülüğünü Ca’fer b. Ebî Tâlib yapıyordu. O kalkarak şunları söyledi:
“Ey kral! Biz cahil bir kavimdik. Putlara tapıyor, murdar et yeyip, çirkin işler yapıyorduk. Akrabalarla ilişkilerimizi kesiyor, komşuluğun gereklerini yerine getirmiyorduk: Kuvvetli olanlarımız zayıflarımızı yutuyordu. İşte biz böyle bir ortamda bulunuyorken Allah bize içimizden soyunu-sopunu, doğruluğunu, güvenilirliğini ve temizliğini bildiğimiz bir peygamber gönderdi. Bu peygamber bizleri Allah’ı bir tanımaya ve yalnızca O’na kulluk yapmaya davet etti. Bize atalarımızın ve bizim Allah’tan başka tapmakta olduğumuz ilahları bırakmamızı söyledi. Doğru söylemeyi, emanete hıyânet etmemeyi, akrabalık bağlarını gözetmeyi, komşu haklarına riâyet etmeyi, haramlardan ve kan dökmekten kaçınmayı emretti. Bize çirkin işlerin hepsini yasakladı. Bizleri yalancı şahitlik etmekten, yetimlerin mallarını yeyip namuslu kadınlara iftira etmekten alıkoydu. Allah’a kulluk yapıp hiç bir şeyi O’na ortak koşmamamızı, namaz kılmamızı ve zekat vermemizi emretti. Biz de kendisini tasdik ettik. Ona iman edip getirdiği şeriata tâbi olduk. Bir ve ortağı bulunmayan Allah’a kulluk yapmaya başladık. Artık O’na hiç bir şeyi ortak koşmuyorduk. Allah’ın haram kıldıklarını haram, helal olduğunu bildirdiklerini de helal kabul ettik. Bunun üzerine kavmimiz bize saldırdı. Bize eziyette bulundular. Bizi yeni dinimizden tekrar putperestliğe döndürebilmek için işkenceler yaptılar. Daha önceleri helal saydığımız pislikleri tekrar helal saymamız için çaba sarfettiler. Bizimle dinimiz arasına girerek bize olmadık işkenceler ve zulümler yaptıkları için kendi vatanımızı bırakıp senin ülkene geldik. Sizi diğerlerine tercih edip senin himayene sığındık. Buraya herhangi bir zulme uğramayacağımızı umarak geldik ey kral!”.
Bunları dinleyen Necâşî, Ca’fer’e
“Şu anda yanında peygamberinizin Allah’tan getirdiklerinden birşey var mı?” diye sardu. Ca’fer’in
“Evet, var!” demesi üzerine de
“O halde oku!” dedi. Bunun üzerine Ca’fer b. Ebî Tâlib, Meryem sûresinin baş kısmından okumaya başladı. Necâşî sakalı ıslanıncaya kadar ağladı. Orada bulunan âlimler de ağladılar ve kitaplarını gözyaşı seline boğuldular. Necâşî
“Yemin ederim ki, bu okudukların, Hz. Musa’ya inen Tevrat ile aynı kaynaktan gelmektedir” dedikten sonra Kureyş elçilerine dönerek
“Siz, ey Kureyş’in elçileri! Artık gidiniz! Ben onları hiç bir zaman size teslim etmeyeceğim” dedi. Bunun üzerine Amr ile arkadaşı Necâşî’nin huzurundan çıktılar. Dışarıda Amr İbnü’l-As arkadaşına şöyle dedi:
“Yarın Necâşî’nin huzuruna tekrar çıkacağım ve öyle şeyler söyleyeceğim ki bu sözler onların kökünü kazıyacaktır”. Daha şefkatli olan arkadaşı Abdullah b. Ebî Rabia ise ona şunları söyledi:
“Sakın bunu yapma! Çünkü onlar bizim akrabalarımızdır. Her ne kadar bize karşı çıkmışlarsa da aramızdaki akrabalık hâlâ sürmektedir”. Amr da
“Hayır vallâhi! Yarın Necâşî’ye, onların Hz. İsa’nın bir kul olduğunu iddia ettiklerini söyleyeceğim” dedi. Gerçekten de ertesi günü Necâşî’nin huzuruna girdiğinde ona
“Ey kral! Onlar Meryem oğlu İsa hakkında çok büyük bir söz söylüyorlar. Onları getirt ve İsa hakkında ne düşündüklerini sor” dedi. Bunun üzerine Necâşî sahabeleri getirterek onlardan İsa (a.s) hakkındaki düşüncelerini sordu. Bu soru üzerine müslümanlar büyük bir sıkıntıya düştüler. Başbaşa vererek bu soruya nasıl bir cevap vermeleri gerektiğini düşündüler. Nihayet bu hususta Hz. Peygamber’den ne işitmişlerse onları söylemeye karar verdiler. Böylece Necâşî’nin
“Meryem oğlu İsa hakkında ne dersiniz?” sorusuna müslümanların sözcüsü sıfatıyla Ca’fer şu karşılığı verdi:
“Biz onun hakkında yalnızca Hz. Peygamber’in getirdiklerini söylüyoruz ki o da şudur: İsa, Allah’ın kulu ve Rasûlü’dür. O Allah’ın, hiç bir erkek elinin değmediği bakire Meryem’in rahmine ilkâ ettiği kelimesi ve ruhudur”. Bu sözlerden sonra Necâşî yerden bir çöp alarak
“Allah’a yemin ederim ki, sizin Meryem oğlu İsa hakkındaki sözlerinizde şu çöp kadar bile fazlalık veya eksiklik yoktur” dedi. Necâşî’nin bu sözleri üzerine orada bulunan adamları homurdanmaya başladılar. Necâşî de onlara
“Allah’a yemin ederim ki siz homurdanıp memnun olmasanız da gerçek budur” dedi ve sahabelere dönerek “Artık gidebilirsiniz; siz bundan sonra benim ülkemde emniyettesiniz” dedikten sonra üç kere “Size küfredenler cezaya çarptırılacaklardır” dedi ve ekledi: “Allah’a yemin ederim ki bir dağ kadar altın karşılığında sizden herhangi birinize eziyet etmemi isteseler bunu asla kabul etmem”. Sonra da etrafındaki kumandanlarına şöyle emretti: “Şu, Kureyş’in iki elçisine hediyelerini geri veriniz. Benim onların hediyelerine ihtiyacım yoktur. Yemin olsun ki, Allah Teâlâ bana bu mülkü verirken benden herhangi bir ücret veya rüşvet istemedi ki ben de bu mülkte hükmederken insanlardan bir ücret veya rüşvet alayım”.
Böylece Kureyş’in iki elçisi Necâşî’nin huzurundan rezil ve mahrum bir şekilde çıktılar. Hediyeleri kendilerine iade edildi. Müslümanlar bu ülkede tam bir huzur ve emniyet içerisinde yaşamaya başladılar. Onlar bu durumdayken ülkede Necâşî aleyhine bazı hareketler baş göstermeye başlamıştı. Müslümanlar bu olaylardan çok büyük bir üzüntü duyup Necâşî’nin yenilmesinden çok korkuyorlardı. Çünkü onlar Necâşî’nin yerine gelecek kişilerin onun kendilerine tanımış olduğu hakları tanımamasından ve iyi davranmamasından çekiniyorlardı. Bunun için de olayların gelişimini dikkatle izliyorlardı.Bu yüzden de Nil’in karşı tarafında geçmekte olan savaştan kendilerine haber getirmesi için içlerinden birini seçmeye karar verdiler. Müslümanların en genci olan Zübeyr b. Avvam bu vazifeye tâlip oldu. Bunun üzerine bir deri şişirerek Zübeyr’in göğsüne bağladılar. Yüzerek karşıya geçen Zübeyr savaş alanına kadar giderek Allah Teâlâ’ya Necâşî’ye yardım etmesi için dua etti. Sonra da Nil’i tekrar geçti ve koşarak müslümanların yanına geldi ve
“Müjdeler olsun! Necâşî muzaffer oldu! Allah Teâlâ onun düşmanlarını yok etti. Hâkim olarak memleketine yalnız o kaldı” dedi. Bu haber müslümanları sevince garketti, öyle ki hiç bir şeye bu kadar sevinmemişlerdi. Böylece müslümanlar Mekke’de bulunan Hz. Peygamber’in yanına dönünceye kadar bu ülkede tam bir huzur ve güvenlik içerisinde yaşadılar.[2]
- Abdullah b. Abbas şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber bizi Necâşî’ye gönderdi. Seksen kişi kadardık. Aramızda Ca’fer b. Ebî Tâlib, Abdullah b. Urfuta, Osman b. Maz’ûn ve Ebu Musa el-Eş’arî de vardı. Necâşî’ye vardık. Arkamızdan da Kureyş Amr İbnü’l-As ile Umâre b. el Velîd’i hediyelerle birlikte gönderdiler. Bu iki kişi Necâşî’nin huzuruna secde ederek girdiler ve sonra ona şöyle dediler:
“Amcaoğullarımızdan bazı kimseler bizi terkederek senin ülkene gelmişlerdir. Bunlar babalarının dininden de ayrılmışlardır!” Necâşî onlara
“Onlar şimdi nerededirler?” diye sordu; onlar da
“Burada, Habeşistan’dadırlar” dediler. Necâşî de sahabelere haber gönderdi. Bunun üzerine Ca’fer b. Ebî Tâlib arkadaşlarına
“Bugün sözcünüz olmak istiyorum” dedi. Onlar da buna razı oldular. Bundan sonra Ca’fer kralın huzuruna girdi, fakat ona secde etmedi. Necâşî’nin adamları Ca’fer’e
“Kralımıza niçin secde etmedin?” dediler. Ca’fer de
“Biz müslümanlar Allah’tan başkasına secde etmeyiz” dedi.
“Niçin?” diye sordular. Ca’fer şu şekilde karşılık verdi:
“Allah Teâlâ bize bir peygamber gönderdi. Bu peygamber bize Allah’tan başkasına secde etmememizi, namazı kılıp zekatı vermemizi emretti”. Bunun üzerine Kureyş’in elçilerinden Amr İbnü’l-As
“Onlar Meryem oğlu İsa hususunda seninle aynı görüşte değildirler” dedi. Necâşî de Ca’fer’e
“Siz İsa ve annesi hakkında ne diyorsunuz?” diye sordu. Ca’fer şöyle cevap verdi:
“Biz onun hakkında Allah’ın dediklerinin dışında bir şey demiyoruz: İsa, Allah’ın kelimesidir. Allah’ın yarattığı ruhtur ki Allah onu tertemiz bir bakire olan Meryem’in rahmine ilkâ etmiştir. Meryem’e hiç bir erkek dokunmadığı gibi çocuğu da onun bekaretini bozmuş değildir”. Bu cevap üzerine yerden bir çöp alan Necâşî şunları söyledi:
“Ey Habeşliler! Ey keşişler ve rahipler! Allah’a yemin ederim ki bunlar bir nokta hariç İsa hakkında bizim söylediklerimizin aynını söylüyorlar”. Sonra sahabeler için şunları söyledi:
“Merhaba size! Katından geldiğiniz peygambere de merhaba! Şahitlik ediyorum ki o Allah’ın peygamberidir. Yine şahitlik ediyorum ki, o İncil’de bildirilen peygamber, Hz. İsa’nın müjdelediği rasûldür. Ülkemde dilediğinizce yaşayabilirsiniz. Yemin ederim ki eğer kral olmasaydım gider onun ayakkabılarını taşırdım”. Sonra Kureyş elçilerinin hediyelerinin, kendilerine iade edilmesini emretti. Ben bu olaydan kısa bir süre sonra Medine’ye dönerek Hz. Peygamber’le birlikte Bedir savaşına katıldım.[3]
- Ebu Musa (r.a) şöyle anlatıyor: Hz. Peygamber bizlere Ca’fer b. Ebî Tâlib’le birlikte Necâşî’nin ülkesine gitmemizi emretti. Habeşistan’a gidişimizi haber alan Kureyşliler, bizi geri getirtmek için arkamızdan Umâre b. el-Velid’i Necâşî’ye elçi olarak gönderdiler. Orada onlarla Necâşî huzurunda yaptığımız tartışmadan sonra Necâşî şunları söyledi:
“Eğer krallığım olmasaydı gider onun (Hz. Peygamber’in) nalınlarını öperdim. Size gelince, benim ülkemde dilediğiniz kadar kalabilirsiniz”. Sonra bize yiyecek ve giyecek verilmesini emretti.[4]
- Ca’fer b. Ebî Tâlib şöyle anlatıyor: Kureyşliler, Amr İbnü’l-As ile Umâre b. Velid’i Ebu Süfyan’ın verdiği hediyelerle birlikte bizi geri getirtmek üzere Necâşî’ye gönderdiler. Onların geldikleri sırada biz de Habeşistan’da bulunuyorduk. Bu iki kişi
“Bizim akılsızlarımızdan bazıları senin ülkene kaçmışlardır; onları bize geri ver!” dediler. Necâşî de
“Hayır, önce onları bir dinlemeliyim” dedi ve bize haber gönderdi. Yanına vardığımızda
“Ey Mekke’den gelenler! Siz ne diyorsunuz?” diye sorunca biz
“Kureyşliler putlara tapan bir kavimdir. Allah içimizden bize bir peygamber gönderdi. Biz de ona inandık ve kendisini tasdik ettik” diye cevap verdik. Bunun üzerine Necâşî, Kureyş elçilerine dönerek
“Bu kaçanlar sizin köleleriniz midir?” diye sorunca onlar
“Hayır!” dediler. Necâşî
“Sizin bunlardan bir alacağınız veya borçları var mıdır?” dedi. Kureyşliler buna da
“Hayır!” dediler. O zaman Necâşî
“Peki siz bunlardan ne istiyorsunuz? Artık onları rahat bırakınız!” dedi. Bundan sonra biz huzurdan çıktık. Bizim çıkışımızdan sonra Amr İbnü’l-As Necâşî’ye
“Bunlar İsa (a.s.) hakkında senden farklı düşünüyorlar” der. Necâşî de
“Eğer onlar İsa hakkında benden farklı düşünüyorlarsa onları ülkemde bir saat bile bırakmam!” der. Bundan sonra Necâşî bizleri ikinci kez çağırttı. Bu ikinci davet bize birincisinden çok daha ağır gelmişti. Huzuruna girdiğimizde Necâşî bize
“Sizin peygamberiniz, Meryem’in oğlu İsa hakkında ne diyor?” diye sordu. Biz de şu cevabı verdik:
“Peygamberimiz, İsa’nın Allah’tan gelen bir ruh olduğunu söylüyor. O Allah’ın, tertemiz bir bakire olan Meryem’in rahmine ilkâ edilmiş olan kelimesidir”. Bunları işiten Necâşî
“Bana falan keşiş ile falan rahibi getiriniz!” dedi. Adamları koştular ve istediği o kimseleri Necâşî’nin huzuruna getirdiler. Necâşî onlara
“Siz Meryem oğlu İsa hakkında ne diyorsunuz?” diye sordu. Onlar da
“Sen bu hususu hepimizden daha iyi bilirsin. Sen bu konuda ne diyorsun?” dediler. Bunun üzerine Necâşî yerden bir çöp alarak şunları söyledi:
“Bu müslüman Kureyşlilerin Hz. İsa hakkındaki sözleri ile bizim onun hakkındaki düşüncelerimiz arasında şu çöp kadar bile bir fark yoktur”. Bundan sonra da bize dönerek “Size eziyet edenler var mı?” diye sordu. Biz de
“Evet!” deyince Necâşî bir tellal çağırtarak ona
“Kim Kureyşlilerden müslüman olup da Habeşistan’a gelenlere eziyet ederse ondan ceza olarak dört dirhem alınacaktır!” diye bağırmasını emretti. Sonra da “Bu cezayı yeterli buluyor musunuz?” diye sordu. Biz hayır deyince de cezayı iki katına çıkardı.[5]
[1] Bidaye, III/72 (İbn İshak’dan).
[2] Heysemi, VI/27 (İmam Ahmed’den, o da Ümmü Seleme’den. ); Ebu Nuaym, Hilye I/115 (İbn İshak tarikiyle uzun bir şekilde); Beyhaki IX/9 (İbn İshak’dan); Siyer IX/144.
[3] Bidaye, III/69 (İmam Ahmed’den); Heysemi VI/24 (Tabarani’den. Heysemi şöyle der: “Bu hadisin ravileri arasında Hudeye b. Muaviye de vardır ki Ebu Hatim’e göre sikadır. Ancak bazı hadislerinde za’fiyet olduğunu söyler. Ayrıca Ebu Nuaym ve başka hadisciler de onu zayıf saymışlardır”).
[4] Heysemi VI/31; Ebu Nuaym, Hilye I/114; Bidaye III/71.
[5] Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/335-341.