İbn Ebi’l-Hukayk’ın Öldürülmesi

      

- Allah Teâlâ’nın peygamberine yaptığı iyilik ve yardımlardan biri de şuydu: Ensar’dan olan Evs ve Hazrec kabileleri tıpkı iki koçun çekişmesi gibi birbirleriyle yarış halinde idiler. Şöyle ki her ne zaman Evs Hz. Peygamber için birşeyler yapacak olsa Hazrecliler “Vallahi bu fazilet hususunda bizi geçemeyeceksiniz; çünkü bunun bir benzerini de biz yapacağız” derler ve gerçekten de onların yaptıklarına benzer birşey yapmadıkça rahatlayamazlardı. diğer taraftan bu durum aynıyla Evs kabilesi için de geçerliydi. Onlar da Hazreclilerin yaptığının benzerini yapmadıkça rahat edemezlerdi. Evs kabilesi Hz. Peygamber’e olan düşmanlığından dolayı Ka’b b. Eşref’i öldürdüklerinde Hazrec mensupları “Allah’a yemin ederiz ki fazilet yönünden bizi geçmenize müsaade etmeyeceğiz!” dediler ve Hz. Peygamber’e düşmanlık hususunda Ka’b b. Eşref’e denk birisini aramaya koyuldular. Sonunda İbn Ebi’l-Hukayk üzerinde karar kıldılar. Bu kişi Hayber’de oturmaktaydı. Hazrecliler onu öldürmek için Hz. Peygamber’den izin istediler. Kendilerine izin verildi. Bunun üzerine Hazrec’in Beni Selîme kabilesinden dört ve onların yeminlileri olan Eslem kabilesinden de bir kişi olmak üzere bu iş için beş kişi seçildi. Bunlar Abdullah b. Atîk, Mes’ud b. Sinan, Abdullah b. Üneys, Ebu Katâde el-Hâris b. Rib’î ve Huzâî b. Esved idi. Bu sonuncusu Eslem’den olan bir kişidir. Hz. Peygamber içlerinden Abdullah b. Atîk’i onlara başkan yaptı ve kendilerine “Sakın kadınlarla çocuklara dokunmayınız!” diye de sıkı sıkı tenbihte bulundu.

Bu beş kişi Hayber’e doğru yola çıkıp geceleyin oraya vardılar. İbn Ebi’l-Hukayk’ın evini bulup içeri girdiler. Evdeki bütün odaların kapılarını içerdekilerin üzerine kilitlediler. Sonra da İbn Ebi’l-Hukayk’ın kendisi için yaptırmış olduğu yüksek köşke yöneldiler. Yukarı çıktılar, kapıyı vurup girmek için izin istediler. Kapıya İbn Ebi’l-Hukayk’ın karısı çıktı ve ne istediklerini sordu. Onlar da

“Biz Arap tüccarlarız; gıda maddeleri satın almak istiyoruz” dediler. Bunun üzerine kadın

“Buyurun, kocam içerdedir” dedi. Onlar da içeri girdiler. Bundan sonrasını Abdullah ve arkadaşları şöyle anlatıyor: Biz içeri girdik ve aramızda bir mücadele olur da kaçabilir korkusuyla kapıyı arkamızdan kilitledik. Hanımı bizim bu hareketimizden şüphelenerek bağırıp çığlıklar atmaya başladı. Hiç vakit kaybetmeden, yatağında yatmakta olan İbn Ebi’l-Hukayk’a saldırdık ve kılıçlarımızla ona vurmaya başladık. Onu ancak parlamakta olan gece elbisesi sayesinde farkedebiliyorduk. O yatağında Mısır’da yapılan ince, beyaz elbiseler gibi parlıyordu. Hanımı ise çığlık çığlığa onunla bizim aramıza girmeye çalışıyordu. İçimizden biri onu öldürmek için kılıcını kaldırıyorsa da Hz. Peygamber’in “Sakın kadınları ve çocukları öldürmeyiniz!” tenbihini hatırlayarak bundan vazgeçiyordu. Eğer o kadın olmasaydı orada onu öldürmeden bırakmazdık. Fakat biz karanlıkta ona rastgele vurduk. Sonunda Abdullah b. Üneys kılıcını onun karnına sapladı, kılıç tâ sırtından çıktı. Bu arada İbn Ebi’l-Hukayk “Yeter artık, beni öldürdünüz!” gibi şeyler mırıldanıyordu.

Daha sonra onları öylece bırakarak çıktık. Abdullah b. Atîk renk körü olup geceleri de pek iyi göremezdi. Acele ile kaçarken merdivenden yuvarlandı ve elini fena halde incitti. Biz de onu sırtımıza alarak kaleye su getiren kanallara kadar taşıdık ve suyun kaleye girmekte olduğu delikten dışarı çıktık. Yahudiler her tarafta ateşler yakarak bizleri sıkı bir şekilde aradılar. Bizi bulmaktan ümitleri kesilince de aramaktan vazgeçip kaleye döndüler ve halen yaşamakta olan İbn Ebi’l-Hukayk’ın başına toplandılar. Biz kendi aramızda onun ölüp ölmediğini merak ettik. Sonra içimizden biri

“Ben gider bu meseleyi tam olarak öğrenirim” dedi ve gitti. Döndüğünde bize şunları anlattı:

“Oraya vardığımda yahudi erkeklerinin onun başına toplanmış olduklarını gördüm. Karısı da elinde bir çıra olduğu halde şöyle diyordu:

“Yemin ederim ki Atîk’in oğlunun sesini duyar gibi oldum. Fakat sonra kendi kendime, hayal görüyorsun, onun buralarda ne işi var dedim”. Daha sonra kadın çırayı yerde yatmakta olan kocasının yüzüne yaklaştırdı ve

“Öldü, yahudilerin ilahına yemin ederim ki o öldü!” diye bağırdı. Hayatımda bu kadar hoşlandığım bir söz işitmemiştim. Bunu öğrendiğimde orada daha fazla oyalanmaya gerek görmedim ve size haber verebilmek için hemen geldim”. Bunun üzerine biz Atikoğlunu sırtımıza alarak Medine’ye döndük ve Hz. Peygamber’in huzuruna çıkıp ona düşmanının öldürüldüğünü haber verdik. Fakat onu hangimizin öldürdüğüne dair ihtilafa düştük. Her birimiz “Onu ben öldürdüm!” diyorduk. Hz. Peygamber

“Kılıçlarınızı getiriniz!” dedi. Onları yokladıktan sonra Abdullah b. Uneys’in kılıcını göstererek

İşte onu bu kılıç öldürmüştür. Çünkü bu kılıcın üzerinde yemek izleri görüyorum” buyurdular.[1]

- Hz. Peygamber, yahudi İbn Ebi’l-Hukayk’ı öldürmeleri için Ensar’dan bazı kimseleri görevlendirdi ve başlarına da Abdullah b. Atîk’i getirdi. Bu kişi Hz. Peygamber’e eziyet ediyor ve onun aleyhinde komplolar düzenliyordu. Kendisinin Hicaz topraklarında bir kalesi vardı ve burada kalmaktaydı. Bu grup kaleye vardığında güneş batmıştı. Kırlardaki sürüler dönmüş, kapılar da kapatılmıştı. Abdullah arkadaşlarına

“Siz burada bekleyiniz. Ben gidip kapıyı açtırmaya çalışacağım. Eğer oraya girebilirsem bir yolunu bulur sizi de içeri alırım” dedi. Böylece elbiselerine iyice bürünen Abdullah b. Atîk kapıya yöneldi. O sırada kale bekçisi bir grup halkı içeri almaktaydı. Abdullah sanki def-i hâcet yapıyormuş gibi bir kenara çömeldi. Bu arada halk da içeri girmişti. Kapıcı, Abdullah’a

“Ey Allah’ın kulu! Eğer kaleye girmek istiyorsan, gir! Çünkü artık kapıları kilitlemek istiyorum!” diye bağırdı.

Bundan sonrasını Abdullah’dan dinleyelim:

“İçeriye girdim ve bir tarafa saklandım. Kalenin kapıcısı herkesin içeri girmesinden sonra kapıları kapattı ve anahtarları bir çiviye astı. O gittikten sonra anahtarları asılı bulunduğu yerden alarak kapıyı açtım ve arkadaşlarımı içeri aldım. İbn Ebi’l-Hukayk’ın evinde gece sohbetleri düzenlenirdi. Kendisi yüksekçe bir köşkte kalmaktaydı. Sohbet için gelenlerin gitmesini bekledim ve sonra köşke girdim. Onu öldürürken duyup da bana engel olmasınlar diye her girdiğim kapıyı içerden kilitliyordum. Nihayet onun bulunduğu odaya geldim. Oda karanlıktı ve adamın aile efrâdı da orada bulunuyordu. Onun yerini kestirebilmek için

“Ey Ebâ Râfi!” diye seslendim.

“Sen kimsin?” dedi. Bunun üzerine sesin geldiği istikamete doğru gittim ve kılıcımla ona vurdum. Dehşet içerisindeydim ve bu yüzden de darbem tam olarak yerini bulamamıştı. Hemen dışarı fırladım, o ise bağırıp duruyordu. Dışarda biraz durduktan sonra sanki adamlarından biriymişim gibi içeri girerek

 “O ses ne idi, ey Ebâ Râfi’?” dedim. O da

“Annesi ağlayasıca! Birisi bana kılıçla vurdu” dedi. Bunun üzerine ona bir kere daha vurdum; ağır bir şekilde yaraladımsa da öldüremedim. Sonra kılıcımın keskin ucunu onun karnına saplayarak bastırdım, ucu tâ sırtından çıktı. Onun öldüğüne iyice kanaat getirdikten sonra kilitlediğim kapıları birer birer açarak merdivenlere kadar geldim. Dolunay olmasına rağmen merdivenlerin bitip yere ulaştığımı zannettiğim bir sırada yuvarlanıverdim. Çünkü önümde bir merdiven daha varmış. Bacağım kırıldı, başımdan sarığımı çıkararak kırık yeri sardım. Sonra kapının yanına giderek oturdum ve kendi kendime

“Onun ölüp ölmediğini tam olarak öğrenmedikçe gitmeyeceğim” dedim. Sabahleyin horozlar ötmeye başlayınca bir kişi surlara çıkarak onun öldürülmüş olduğunu ilan etti ve şöyle dedi:

“Hicaz tüccarlarından Ebu Râfi’ dün gece öldürülmüştür!”. Bunun üzerine arkadaşlarımın yanına giderek

“Haydi artık gidelim! Allah Teâlâ, Ebu Râfi’i öldürdü!” dedim. Böylece Medine’ye dönerek olup bitenleri Hz. Peygamber’e anlattım. O da

“Kırılan yeri aç!” buyurdular. Açtım, Hz. Peygamber mübarek elleriyle orayı sıvazladılar; o anda bacağım sanki hiç kırılmamış gibi iyileşti.[2]

- İbn Ebi’l-Hukayk’ı öldürenler Hz. Peygamber’in minberde bulunduğu bir sırada döndüler. Hz. Peygamber onlara bakarak

“Bazı yüzler kurtuldu!” buyurdu. Onlar da

“Ey Allah’ın Rasûlü! Senin yüzün de kurtuldu!” dediler. Hz. Peygamber

“Onu öldürdünüz mü?” diye sordu. Onlar

“Evet!” deyince Hz. Peygamber

“Bana kılıcı veriniz!” dedi. Abdullah da kılıcını çıkararak uzattı. Hz. Peygamber

“Evet, bunun üzerinde yemek izleri vardır” buyurdu.[3]


 

[1] Bidaye IV/137 (İbn İshak, Abdullah b. Ka’b b. Malik’ten); Siret-i İbn Hişam II/190.

[2] Bidaye IV/137 (Buhari, Bera’dan).

[3] Bidaye IV/137 (Buhari, Zühri’den o da Übeyy b. Ka’b’dan).

Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 1/372-375.