«Abdullah İbnu
Huzafe'nin başından öpmek, her müslümana bir vazifedir. İşte önce ben öpüyorum».[1]
Bu hikâyemizin
kahramana Abdullah İbnu Huzafe isimli sahabîdir,
İslâm, Abdullah İbnu
Huzafe'ye zamanında dünyanın iki büyük hükümdarı olan İran Kisra'sı ve
Bizans'ın büyüğü Kayser'le görüşme imkânı vermiştir, Abdullah'ın, onların her
biriyle, zamanın hiç unuta-mıyacağı ve tarihin dilinden düşüremiyeceği bir
hikâyesi vardır.
İran hükümdarı Kisra
ile olan hikâyesi şöyledir:
Hicretin 6'ncı
yılında, Rasûlüliah (s.a.v.) ashabından bazılarını, yabancı devlet
başkanlarına elçi olarak göndermeye karar verdi. Rasû-lüiiah (s.a.v.) elçilerle
gönderdiği mektuplarla, onları İslâm'a davet ediyordu.
Rasûlüliah (s.a.v.) bu
önemli işin tehlikeli olduğunu biliyordu...
Bu elçiler, daha önce
bilmedikleri uzak memleketlere gideceklerdi...
Onlar gittikleri
yerlerin ne dillerini ne de hükümdarların huy ve karakterlerini biliyorlardı...
Bunlardan başka, oniar
bu hükümdarları; dinlerini bırakmaya, şeref, itibar ve üstünlüklerini
terketmeye ve daha düne kadar bir kısmı onların uyruğu olan bir milletin dinine
girmeye davet edeceklerdi.
Bu tehlikeli bir
yolculuktu. Böyle bir yolculuğa çıkan; hayatını kaybetmiş, ondan dönen,
dünyaya yeniden gelmiş demekti.
Onun için, Rasûlüilah
(s.a.v.) ashabını topladı ve konuşmak üzere kalktı. Allah'a hamdetti ve
övgüde bulundu. Şehâdet
getirdikten sonra şöyle konuştu :
«_ Ben bazılarınızı
yabancı devlet başkanlarına göndermek istiyorum. İsrail oğullarının Meryem
oğlu İsa'ya karşı çıktıkları gibi bana karşı
çıkmaymiz».
Rasûlüllah'ın ashabı :
«Ey Allah'ın Rasûlü!
Biz, senin istediğini senin adına yerine getiririz. Bizi istediğin yere
gönder», dediler.
Peygamber (s.a.v.)
Arap ve Arap olmayan hükümdarlara yazdığı mektupları götürmeleri için,
sahabeden 6 kişiyi seçti, Abdullah İbnu Huzafe es-Sehmî bu altı kişiden
birisiydi. Rasûlüllah'ın mektubunu, İran hükümdarı Kisra'ya o götürecekti.
Abdullah İbni Huzafe
binitini hazırladı. Çoluk ve çocuğa veda etti. Dere tepe demeden amacına doğru
yürüdü. Hem de Allah'tan başka hiç kimsesi olmadan, tek ve yalnız başına,
İran'a vardı. Hükümdarın yanına girmek için izin istedi. Hükümdarın
adamlarına, ona getirdiği mektubu hatırlattı.
Kisra, sarayının
süslenmesini emretti. Oturumda hazır bulunmaları için, İran'ın büyüklerini
çağırdı ve onlarda geldiler. Sonra. Abdullah İbnu Huzafe'nin huzuruna girmesine
müsâade etti.
Abdullah İbnu Huzafe,
üzerinde kadife elbiseler olan İran'ın en büyüğünün huzuruna, kaba
elbiseleriyle ve bedevilerin basitliğiyle girdi.
Fakat başı dikti.
Göğsünde İslâm'ın şerefi ve gönlünde imanın yüceliği vardı,
Kisra onun geldiğini
görünce, hemen adamlarından birine mektubu elinden almasını işaret etti.
Abdullah dedi ki
«— Hayır! Rasûlüllah,
bizzat kendi elimle vermemi emretti. Ben Allah'ın Rasûlünün (s.a.v.) emrine karşı gelemem».
Kisra adamlarına :
«—- Bırakın onu benim
yanıma gelsin», dedi. Kisra'ya yaklaştı. Mektubu bizzat kendi eliyle verdi.
Kisra, Hîre'li[2] Arap
bir kâtibi çağırdı. Mektubu önünde açıp dişine okumasını emretti. Mektupta
şöyle yazılıydı
«Bismillâhirrahmanirrahim.
Allah'ın elçisi
Muhammed'den İran'ın büyüğü Kisra'ya, Selâm doğru yolda olanların üzerine
olsun...»
Kisra, mektuptan bu
kadarını duyar duymaz çok öfkelendi ve yüzü kıpkırmızı oldu. Boynundaki
damarlar patlayacak gibi şişti. Çünkü Rasûlüllah önce kendi ismiyle,
başlamıştı. Kâtibin elinden mektubu çekti aldı. Mektubun içindekileri
öğrenmeden ve : «O, benim kölemken, bana bunu mu yazıyor?» diye bağırarak
yırtmaya başladı.
Abdullah İbnu
Huzafe'nin salondan çıkarılmasını emretti ve çıkarıldı.
Abdulİah İbnu Huzafe,
başına daha neler geleceğinden habersiz, Kisra'nın salonundan çıktı.
Öldürülecek miydi,
yoksa serbest mi bırakılacaktı? Fakat çok geçmeden şöyle dedi :
«Vallahi,
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) mektubuna bu şekilde zarar verdikten sonra, ne
olacağıma aldırmam». Hayvanına binip, oradan ayrıldı.
Kisra'nın öfkesi
yatışınca, Abdullah'ın yanına gelmesini emretti. Fakat onu bulamadılar.
Aradılar, taradılar,
onun izine rastlayamadılar.
Cezîretü'l-Arab'a
giden yolu kontrol ettiler, nihayet sınırı geçtiğini öğrendiler.
Abdullah, Peygamber'in
(s.a.v.) yanına geldiğinde. Kisra'nın davranışını ve mektubunu yırtma olayını
anlattı.
Rasûlüllah (s.a.v.):
«Allah da onun
devletini parçalasın», sözüne başka birşey ek medi.
Kisra, Yemen'deki
vekili Bâzân'a şöyle bir mektup yazdı :
«Hicaz'da çıkan bu
adama, güçlü kuvvetli iki adamını gönder adamı bana getirmelerini söyle...»
Bâzân, iki gözde
adamını Rasûlüllah'a (s.a.v.) gönderdi. Onlara Rasûlüllah'a (s.a.v.)
götürmeleri için bir de mektup verdi. Mektubun içinde; Rasûlüllah'ın (s.a.v.)
hiç gecikmeden Kisra'ya gitmesini emrediyordu...
Aynca, Peygambere ait
bilgi toplamalarını, onu iyice araştırıp, elde
ettikleri bilgileri kendisine ulaştırmalarını istedi.
Bu iki adam hızla yol
alıp Taife geldiier. Orada Kureyşli tacirlerle karşılaştılar. Muhammedi
(s.a.v.) sordular. Onlar: «O Yesrîb'de», dediler. Tacirler sevinç ve neş'e
içinde Mekke'ye döndüler. Kureyş'i teb-rîk edip şöyle dediler: Gözünüz aydın.
Kisra, Muhammed'e baş kaldırdı. Sizi onun şerrinden kurtarmış oldu».
«Bâzân»ın adamları da
Medine'ye doğru yollarına devam ettiler. Oraya vardıklarında, Peygamberle
(s.a.v.) görüşüp mektubu verdiler. Dediler ki : «Hükümdarlar hükümdarı Kisra,
bizim hükümdarımız «Bâ-zân»a : Seni, kendisine götürecek adamiarı buraya
göndermesini yazdı, işte biz seni Kisra'ya götürmek için geldik. Eğer bizimle
gelirsen, Kisra senin yararına olanı söyier ve sana kötülük etmez. Eğer kabul
etmezsen, onun güçlü olduğunu, seni ve halkını yok edebileceğini biliyorsun».
Rasûlüllah (s.a.v.)
gülümsedi ve onlara dedi ki : «Bugün, siz kaldığınız yerlere dönün ve yarın
gelin». Ertesi gün, Peygamberin (s.a.v.) yanına geldiklerinde, dediler ki :
«Kisra'nın yanına gitmek için hazır mısın?» Peygamber (s.a.v.) onlara : «Artık
bugünden sonra, Kisra ile hiç görüşmeyeceksiniz... Allah onu öldürdü. Hatta şu
ayın, şu gecesinde, oğlu «Şîreveyh'î ona musallat etti», dedi.
Rasûlüllah'ın yüzüne
bakakaldtlar ve hayretlerini gizleyemediler. «Sen ne söylediğini biliyor musun?
Bunu Bâzân'a yazalım mı?» dediler.
Rasûlüllah (s.a.v.) :
«Evet, ona deyinki : «Benim dînim yakında. Kisra'nın devletinin eriştiği
yerlere erişecektir. Eğer sen müslüman olursan, Yemen'e hükümdar yaparım»,
dedi.
«Bâzân'ın adamları,
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) .yanından çıktılar. Gidip, durumu ona haber verdiler. O
dedi ki : «Muhammed'în (s.a.v.) söylediği doğruysa o, peygamberdir. Eğer öyle
değilse, onun hakkında bir-şeyler düşüneceğiz».
Bir müddet sonra,
Bâzân'a Şîreveyh'ln mektubu geldi. Mektupta şöyle yazıyordu : «Kisra'yı
öldürdüm, onu sırf, halkımızın intikamını almak İçin öldürdüm. Çünkü o, halkın
ileri gelenlerinin öldürülmesini, kadınlara saldırılmasmı ve malların yağma edilmesini
mubah görmüştü. Bu mektubumu aldığında, oradakilerin bana itaatlarını sağla».
«Bâzân», «Şîreveyh'in
mektubunu okur okumaz, yere fırlattı ve müslüman olduğunu açıkladı. Onunla
birlikte Yemen'deki İranlılar da müslüman oldular.
İşte bu, Abdullah İbnu
Huzafe'nin, İran Hükümdarı Kisra ile görüşme hikayesidir.
Bizans'ın büyüğü
Kayser'le görüşme hikâyesi nasıl, onu görelim :
Kayser'le görüşmesi,
Ömer İbnu'l-Hattab'ın halifeliği zamanındadır. Bu da çok enteresan bîr
hikâyedir:
Hicretin 19'ncu
senesinde, Ömer İbnu'l-Hattab- Abdullah İbnu Huzafe'nin de bulunduğu bir
orduyu Bizanslılarla savaşmak üzere yola çıkardı.
Bizans'ın büyüğü
Kayser'e müslüman askerlerindeki inanç samimiyeti ve sağlamlığına, Allah ve
Rasûlü için canlarına değer vermediklerine dair haberler ulaşmıştı.
Adamlarına — bir
müslüman esir yakaladıklarında — onu öldürmemelerini ve kendisine sağ olarak
getirmelerini emretti.
Abdullah İbnu Huzafe,
Bizanslıların eline esir düştü. Hükümdarlarına götürüp dediler ki : «İşte bu,
Muhammed'in (s.a.v.) dinîne ilk girenlerdendir. Onu esir alıp, sana getirdik».
Bizans hükümdarı,
Abdullah İbnu Huzafe'ye uzun uzun baktıktan sonra dedi ki :
«— Sana birşey teklif
edeceğim». Abdullah :
«— Neymiş o?» dedi.
Hükümdar:
«— Sana hıristiyan
olmanı teklif ediyorum... Eğer hıristiyan olursan, seni serbest bırakırım.
Sana ikramda bulunurum». Esir sert ve kesin bir ifadeyle :
«Heyhat... Benim için
ölmek, teklif ettiğin şeyden bin defa daha iyidir» dedi. Kayser dedi ki :
«— Sen zekî bir kişiye
benziyorsun. Eğer teklif ettiğimi kabul edersen, seni mülk ve saltanatıma ortak ederim». İplerle bağlı
olan esir gülümseyip :
„— Vallahi,
Muhammed'in (s.a.v.) dininden bir an bile dönmeme karşılık, senin ve Arapların
sahip olduğu herşeyi versen yine dönmem», dedi. Kayser : . .
«— o halde seni
öldüreceğim... dedi. Abduilah :
«— Bunu
yapabilirsiniz», diye cevap verdi. Hükümdar, onun çarmıha gerilmesini emretti. Okçularına Rumca:
«— Ellerinin yakınına
atın», dedi. Kendisi de hıristiyan olmasını teklif ediyordu. Fakat Abdullah kabul
etmiyordu. Bu defa da :
«—- Ayaklarının
yakınına atın», dedi. Bu arada, müslümanlıktan ayrılması için telkinde
bulunuyordu. Abduilah da kabul etmemekte direniyordu.
Kayser, ona ok
atılmamasını ve çarmıhtan indirilmesini istedi. Daha sonra, büyük bir kazan
getirtti. İçine zeytinyağı doldurulup ocağa konuldu. İçindeki yağ kaynayınca,
iki müslüman esir getirtip, birisinin kazana atılmasını emretti. Birisini
kazana attılar. Bir de baktılar ki, eti dağılmış, sırf kemikleri görünüyor...
Arkasından Abdullah
İbnu Huzafe'ye dönüp, hıristiyan olmasını teklif etti. Abdullah, öncekilerden
daha sert bir şekilde reddetti.
Baktı ki olmuyor, onun
da kazana atılmasını emretti. Abdullah kazanın başına getirilince ağladı.
Kayserin adamlarından biri hükümdara :
«— Ağladı...» dedi.
Kayser, onun teklifini kabul etmediğine pişman olduğunu zannetti ve :
«—Onu yanıma getirin»,
dedi. Karşısında durunca, yine hıristiyan olmasını teklif etti ve Abdullah yine
kabul etmedi. Kayser:
«— Yazıklar olsun
sana! O halde niçin ağladın?» dedi : Abdullah :
«—Kendi kendime : Şu
anda, bu kazana atılıp gideceksin dedim ve istedim ki, vücûdumdaki tüylerin
sayısınca canım olsa da, böyle kazana atılsın.
İşte beni ağlatan budur», dedi.
Hükümdar :
Seni serbest bırakırım
ama benim başımı öper misin?» dedi.
Abdullah :
«-— Bütün müslüman
esirleri de serbest bırakır mısın?» dedi.
Hükümdar
«~ Bütün müslüman esirleri de» dedi. Abdullah
anlatmaktadıii
«— Kendi kendime şöyle
dedim : Bu Allah'ın düşmanlarından f ridir. Beni ve bütün müslüman esirleri
serbest bırakması için, onun % şını öpeyim. Bundan banahiçbir zarar gelmez».
Ona yaklaşıp başını
öptü. Bizans hükümdarı, müslüman esirle? getirilip, ona verilmesini emretti.
Böylece, esirler ona verildiler.
Abdullah İbnu Huzafe,
Ömer İbnu'İ-Hattab'ın yanına gelip, başından geçenleri anlattı. Hz. Ömer çok
memnun oldu. Kurtarılan esirleri görünce, şöyle dedi :
«— Her
müslümanın,'Abdullah İbnu Huzafe'nin başını öpmek, vazifesidir. İşte önce ben
öpüyorum...»
Sonra kalkıp başını öptü..[3].
{
[1] Ömer İbnu'l-Hattab
[2] Hîre = Irak'ta Necef'le Küfe arasında bir bölge
[3] Abdullah
İbn Huzafe hakkında
geniş bilgi için aşağıdaki
eserlere bakfmzljj
1- İbn Hacer, el-İsabe Fİ temyizi s.
Sahabe, îl/287-288 (Mustafa
MuhamniŞd baskısı).
2- İbn Hişam, es-Sireiu'n-nebeviyye (es-Saka tahkiki), fihristlere bakınız.
3- Muhammed Yusuf
el-Kandehlevî,
Hayatu's.saahbe, (Dördüncü ciltteki
fihristlere bakınız).
4-
Tehzîbu't-tehzîb, V/185.
5-
İmtau'î-esma, 1/308,444.
6-
Husnu's-sahabel, s. 305.
7-
Ei-Muhabber, s. 77. 8-Ez-Zehebî
Tarîhu'l-İslâm, 11/88.
Dr. Abdurrahman Re’fet
el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/23-29.