«Her milletin
güvenilen bir kişisi vardır. Bu milletin
güvenilen kişisi Ebû Ubeyde'dîr».[1]
O, güzel ve sevimli
bîr yüze sahipti. Zayıf bedenli, uzun boylu ve ince yüzlüydü. Gözler onu
görmekten hoşlanır, karşısındakine güven verir, insan ona karşı bir yakınlık
hissederdi.
Aynı zamanda; kibar,
alçak gönüllü ve utangaç idi. Ama ciddi konularda adeta bir arslandı. Hemen
kükreyiverirdi.
Güzellik ve
kibarlığının yanında sertliği de vardı.
İşte bu zat, Muhammed
ümmetinin güvenilen kişisi Amir İbn Ab-dillâh İbnu'i-Cerrah el-Fihrî
el-Kureşî'dir. Lâkabı da Ebû Ubeyde'dir.
Abdullah İbn Ömer
(r.a.) onu şöyle anlatmaktadır: Kureyş'ten üç kişi insanların en güzeli, en iyi
ahlâklısı ve en utangacıdır. Onların ağızlarından doğrudan başka söz çıkmaz ve
onlar kendilerine birşey söylenince de karşılarındakini yalanlamazlar. Bu üç
kişi, Ebû Bekr es-Sıddîk, Osman îbn Affan ve Ebû Ubeyde İbnu'l-Cerrah'ttr.
Ebû Ubeyde İslâm'a ilk
girenlerdendi. Hz. Ebû Bekir İslâm'a girdikten bir gün sonra müslüman
olmuştur. İslâm'a' girişi de Hz. Ebû Bekir'in aracılığı iledir. Hz. Ebû Bekir,
onu, Abdurrahman İbn Avf'ı, Osman İbn Maz'un'u ve el-Erkam İbn el-Erkam'ı Hz.
Peygamber'e götürmüş, onlar Hz. Peygamber'in huzurunda Kelime-i Şehâdeti
getirmişler ve böylece yüce İslâm binasının ilk temel taşları olmuşlardır.
Ebû Ubeyde,
başlangıcından sonuna kadar Mekke'de müslüman-lann geçirdiği sıkıntılı hayatı
yaşamıştır. İlk müslümanla birlikte yeryüzünde hiçbir din sahibinin
karşılaşmadığı şiddet, sıkıntı, acı ve üzüntülere göğüs germiştir. Allah
Tealâ'nin dünyada onlara gösterdiği bu acı tecrübede sebat göstermiş, Allah ve Rasûlüne her
durumda bağlı kalacağını isbat etmiştir.
Fakat Ebû Ubeyde'nin
Bedir'de çektiği sıkıntının şiddeti akılları şaşırtmış, hayâllerin üstüne
çıkmıştır.
Bedir savaşında Ebû
Ubeyde ölümü hiçe sayarak saflar arasında dolaşmaya başlamıştı. Müşrikler ondan
korkuyorlardı. O önüne gelen herkese saldırıyordu. Kureyş süvarileri de ondan
çekiniyorlar, nerede olursa olsun, onunla karşılaşmamaya çahşıyorlrdı. Ama
müşriklerden birisi her yerde Ebû Ubeyde'nin karşısına çıkıyordu. Ebû Ubeyde
ise, onu görünce yolunu değiştirip onunla karşılaşmak istemiyordu. Adarn ise,
ona saldırmakta ısrar ediyordu. Fakat Ebû Ubeyde devamlı ondan kaçıyordu. Adam
Ebû Ebeyde'nin geçeceği yollan kapatıp Allah düşmanlarıyla savaşmasına engel
oluyordu. Ebû Ubeyde'nin sabrı taşınca, kılıçla başına öyle bir vurdu ki,
adamın başı ikiye ayrıldı ve adam yere yıkıldı.
Değerli okuyucu! Bu
yuvarlanıp düşen adamın kim olduğunu tahmin etmeye çalışma!
Sana, sert ve acı
tecrübenin akılları şaşırtıp hayâllerin üstüne çıktığını söylememiş miydim?
Yere yuvarlanan adamın
Ebû Ubeyde'nin babası Abdullah İbnu'l-Cerrah olduğunu öğrendiğinde belki senin
başın da patlayacaktır.
Evet, Ebû Ubeyde babasını
öldürmemişti, babasının şahsında şirki öldürmüştü. Allah Tealâ, Ebû Ubeyde ve
babası hakkında Kur'ân'da şöyle buyurmaktadır: «Allah'a ve âhiret gününe inanan
bîr milletin, —'babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da akrabaları olsa
bile-— Allah'a ve Peygamberine karşı gelenlere, sevgi beslediklerini görmezsin.
İşte Allah, imanı bunların kalblerine yazmış, katından bir nur ile onları
desteklemiştir. Onları, içlerinden ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları
cennetlere koyar. Allah onlardan hoşnut olmuştur, onlar da Allah'tan hoşnut
olmuştur. İşte bunlar Allah'tan yana olanlardır. İyi bilin kî, saadete erecek
olanlar, Allah'tan yana olanlardır...» (Mücâdele sûresi, âyet : 22)
Ebû Ubeyde için bu
garipsenecek birşey değildi. Çünkü o, Allah'a imanının sağlamlığından, dîne
içtenlikle bağlanışından ve Muhammed ümmeti arasındaki güvenirliliğinden dolayı
Allah katında kendisine büyük nefislerin coşkuyla baktığı bir seviyeye
gelmişti.
Muhammed İbn Ca'fer
anlatmıştır: Rasûlüllah'm (s.a.v.) huzuruna bîr grup hıristiyan gelip şöyle
dediler: «Ey Ebu'l-Kasim! Biz bazı mallarımızın taksiminde anlaşamadik.Bu
konuda bize hakemlik edecek, senin beğendiğin bir sahabîyi bizimle birlikte
gönder. Siz müslüman-lar bizce makbulsünüz».
Rasûiüllah (s.a.v.)
şöyle cevap verdi : «Öğleden sonra geliniz. Sizinle birlikte sağlam ve
güvenilir birisini göndereyim». Ömer İbnu'l Hattab şöyle der: «Erkenden öğle
namazına gittim, çünkü Rasûlüllah'ın (s.a.v.) nitelediği bu kişi
olmayı cok istiyordum...»
«Rasûiüllah (s.a.v.)
öğle namazını kıldırınca sağına ve soluna bakmaya başladı. Ben de görmesi için
ona doğru uzanıp kendimi göstermeye çalışıyordum. O da devamlı göz
gezdiriyordu, nihayet Ebû Ubey-de'yi görüp onu çağırdı ve şöyle dedi : «Onlarla
birlikte git. Anlaşamadıkları konularda, aralarında hak ile hükmet» ve dedim
ki : «İşte Ebu Ubeyde o nitelikleri alıp götürdü».
Ebû Ubeyde sadece
güvenilir bir kişi değildi. O, güvenilir olmaya güçlülüğü de ilâve etmişti. Bu
güçlülük birçok yerde görülmüştü :
Rasûiüllah bazı
sahabîlerini bir Kureyş kafilesini karşılamak üzere göndermiş, Ebû Ubeyde'yi de
onlara başkan yapmıştı. Onlara azık olarak bir torba hurma vermişti. Çünkü
verecek başka birşey bulamamıştı. Ebû Ubeyde, arkadaşlarından herbirine, günde
bir hurma veriyordu. Onlar da bebeğin annesinin memesini emdiği gibi hurmayı
emiyorlar, sonra da üzerine su içiyorlardı ye bu hurma o günün akşamına kadar
onlara yetiyordu.
Uhud'da müslümanlar
yenik durumdayken müşriklerden biri şöyle haykırıyordu :
«Bana Muhammed'i
gösterin... Bana Muhammed'i gösterin».
Ebû Ubeyde,
müşriklerin mızraklarına karşı göğüslerini siper ederek Rasûlüllah'i korumak
için onu kuşatan on kişiden biri olmuştu.
Savaş bitince,
Rasûlüilah'm dişi kırılmış, alnı yarılmış ve yanağına zırhının iki halkası
batmıştı. Hz. Ebû Bekir yanağından onları çıkarmak isteyerek Rasûlüllah'm
yanına gitti. Ebû Ubeyde ona şöyle dedi: «Bu işi bana bırak», ve Ebû Bekr ona bıraktı. Ebû Ubeyde
eğer eliyle sökerse, Rasûlüllah'a (s.a.v.) ıztırap vereceğinden korktu ve
halkanın bîrini iyice ısırıp çıkardı ama kendisinin de bir dişi sökülmüştü.
Sonra öbürünü ikinci
dişiyle ısırıp çıkardı, bu defa da ikinci dişi sökülüp düştü.
Ebû Bekir şöyle dedi :
«Ebû Ubeyde dişi kırılan insanların en ha-yırlısıdır».
Ebû Ubeyde
Rasûlüllah'ia beraber oluşundan itibaren vefatına kadar bütün olaylarda onun
yanında bulunmuştur.
Sakîfe [2] günü,
Ömer İbnu'l-Hattab Ebû Ubeyde'ye şöyle demiştir:
«Elini ver, sana
bey'at edeyim». Rasûlüllah'm (s.a.v.) şöyle dediğini duydum : «Her milletin
güvendiği birisi vardır. Bu milletin güvendiği kimse de sensin»,
Ebû Ubeyde ise şöyle
cevap vermiştir: «Rasûlüllah'm (s.a.v.) namazda bize imam olmasını emrettiği
ve ölünceye kadar da bize imam olan bir kimsenin asla önüne aecemem».
Bundan sonra Ebû Bekr
es-Sıddîk'a bey'at edilmiştir. Ebû Ubeyde ona hakkı tavsiye eden ve hayırlı
işlerde ona yardımcı olanların en iyisi ve en cömerdi olmuştur.
Ebû Bekr, kendisinden
sonra halifeliğe Hz. Ömer'in geçmesini tavsiye etmişti. Ebû Ubeyde yine ona
hizmetten geri durmamış, hiç bir emrine karşı gelmemiştir. Sadece bir defa.
Ebû Ubeyde'nin
müslümanların halîfesinin hangi emrine karşı geldiğini biliyor musun?
İşte bu karşı gelme
olayı, Ebû Ubeyde'nin müslüman ordularını Şam diyarında zaferden zafere
koşturduğu ve bütün bu diyarı fethedip, doğudan Fırat, kuzeyden Anadolu'ya
ulaştığı zamanlarda meydana gel mistir.
O sıralarda, Şam
diyarında o güne kadar insanların benzerini gör mediği bir veba salgını ortaya
çıkmıştı.
Hz. Ömer hemen Ebû
Ubeyde'ye bir elçi gönderdi. Elçi ona bî mektup götürmüştü. O mektubun içinde şöyle yazıyordu :
«Benim sana bir ihtiyacım var. O konuda mutlaka seni görmem gerekiyor. Mektubum
sana gece gelirse, sabahı beklemeden yola çıkmanı, eğer gündüz gelirse, akşama
kalmadan yola çıkmanı istiyorum».
Ebu Ubeyde, Hz.
Ömer'in mektubunu alınca : «Müminlerin Emîri'-nin bana olan ihtiyacını anladım.
O, bir gün mutlaka ölecek olanı yaşatmak istiyor» dedi ve sonra ona şöyle
yazdı :
«Ey Müminlerin Emîri!
Senin bana olan ihtiyacını anladım. Ben müslüman ordusunun başındayım. Onların
başına gelecek olan şeyden kendimi kurtarmak istemiyorum. Allah'ın benîm ve
onlar hakkında hükmünü yerine getirinceye kadar onlardan ayrı kalmayı
istemiyorum...
Mektubumu aldığında
eski kararından vazgeç. Burada kalmama izin ver».
Hz. Ömer mektubu
okuyunca ağladı. Gözlerinden yaşlar boşandı. Etrafındakiler çok ağladığı için,
Ebû Ubeyde öldü mü yoksa ey Müminlerin Emîri! diye sordular. O da : «Hayır,
ama onun ölümü yakındır» diye cevap verdi. Hz. Ömer'in tahmini yanlış çıkmadı.
Kısa bir müddet sonra, Ebu Ubeyde de vebaya tutuldu. Ölüm döşeğindeyken, askerlerine
şu Öğütleri verdi :
«Size bazı
tavsiyelerim var, eğer kabul ederseniz, daima mutlu olursunuz.
Namaz kılınız, Ramazan
ayında oruç tutunuz, zekât ve sadaka veriniz, hac ve umre yapınız. Birbirinize
iyiliği tavsiye ediniz. İdarecilerinize nasihati ihmal etmeyiniz. Onları
aldatmayınız. Dünya da sizi aldatmasın. Bir insan, hin sene de yaşasa,
gördüğünüz gibi, benim bu halime düşmekten kurtulmasına imkân yoktur. Allah'ın
selâm ve rahmeti üzerinize olsun».
Daha sonra Muaz İbn
Cebel'e dönüp dedi ki: .«Muazi Namazı sen kıldır». Çok geçmedi, temiz ruhunu
teslim etti. Muaz ayağa kalkıp şöyle konuştu :
«Ey insanlar! Vallahi,
siz öyle bir kişiyi kaybettiniz ki, ondan dal doğru, kötülükten daha uzak,
ölümü daha çok arzu eden ve halka daha çok öğüt verip iyilik eden birisini
gördüğümü sanmıyorum. Ona rahmet dileyiniz, Allah da size merhamet etsin».[3]
[1] Hz. Muhammed (s.a.v.)
[2] Hz. Ebû Bekir'e
bey'at edilen gün, Ona bey'at Benî Saide Sakifesinde
tamamlanmıstır.
[3] Ebu Ubeyde İbnu'l-Cerrah hakkında geniş bilgi için
aşağıdaki eserlere bakınız:
1-Tabakaiu İbn Sa'd (Fihristlere bakınız).
2- El-İsabe,
biyografi no: 4400
3- El-İstiab, H/3
(es-Seâde baskısı)
4- HıIyetu'l-evlİya,
1/100
5- EI-Bed'u
ve't-tarih, V/87
6- İbn Asakir,
VIO/157
7-
Sıfeîu's-safve, 1/142
8- Eşheru
meşahîri'l-İslam, s. 504
9-
Tarihu'l-Hamîs, K/244
10-
Er-Riyazu'n-nazîre, s. 307
Dr. Abdurrahman Re’fet
el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/74-79.