«Ebûd-Derdâ dünyayı, elleri
ve göğsüyle kendinden uzaklaştırdı...»[1]
Künyesi Ebûd-Derdâ
olan Uveymir İbn-i Malik el-Hazrecî, erkenden uykudan kalkıp evinin en yüksek
yerine diktiği putuna gitti. Onu saygıyla selâmladıktan sonra, büyük
ticarethanesinden getirdiği en güzel kokulardan sürdü ve üzerine has ipekten
yeni bir örtü örttü. Bu ipek örtüyü dün ona, Yemen'den gelen tacirlerden birisi
hediye etmişti.
Güneş yükselince
Ebûd-Derdâ, ticarethanesine gitmek üzere evinden çıktı. Bir de ne görsün!
Yesrîb'in cadde ve sokakları, Bedir'den dönmekte olan ve önlerinde de KureyşTı
esirler bulunan Muhammed'in taraftarlarıyla dolup taşmıştı. Oniara hiç bakmadan
çekip gitti. Fakat az sonra, onların arasındaki Hazredi bir gence yönelip
Abdullah İbn-i Ra-vaha'y1 sordu.
Hazredi genç ona şöyle
cevap verdi :
«— Abdullah harpte
güzel bir döğüş çıkardı. Sağ-saiim ve ganimet kazanarak döndü». Genç onu böyle
savuşturmuştu.
O gence,
Ebû'd-Derdâ'nın Abdullah İbn-i Ravaha'yı sorması garip gelmemişti. Çünkü onları
birbirine bağlıyan kardeşlik ilgisinden herkesin haberi vardı. Ebû'd-Derdâ ile
Abdullah İbn-i Ravaha Cahiliyye çağında birbirlerini kardeşlik edindikleri İçin
Ebû'd-Derdâ onu sormuştu. İslâm gelince, İbn-i Ravaha onu (İslâm'ı) kabul
etmiş, Ebû'd-Derdâ ise reddetmişti.
Ancak bu durum
aralarındaki sıkı ilişkiyi bozmamıştı. Çünkü Abdullah İbn-i Ravaha, zaman
zaman onu ziyarete gelir, İslâm'a davet eder ve ömründen müşrik olarak
geçirdiği her güne üzülürdü.
Ebû'd-Derdâ
ticarethanesine girip yüksek koltuğuna kuruldu. Alıp -satmaya, kölelerine şöyle
yapın, böyle yapmayın diye bağırıp çağırmaya başladı...
Ama evinde cereyan
eden olaylardan haberi yoktu...
O saatlerde Abdullah
İbn-i Ravaha birşey yapmaya niyet ederek, arkadaşı Ebû'd-Derdâ'nm evine
gidiyordu.
Eve varınca kapıyı
açık buldu ve Ebû'd-Derdâ'nm karısı.Ümmü'd-Derdâ'yı avluda gördü ve ona şöyle
dedi :
«— Es-Selâmü aleyki».
Kadın şöyle cevap verdi :
«— Ve aleyke-s-Selâm
Ebû'd-Derdâ'nm kardeşi!»
— Ebû'd-Derdâ nerede?»
«—Ticarethaneye gitti,
az sonra döner».
«— İçeri girmeme izin
verir misin?»
Tabiî, memnuniyetle»
deyip ona yol gösterdi ve odaya gö-
türdü.
Kadın, fşi ve
çocuklarıyla meşgul olmaya başladı.
Abdullah İbn-i Ravaha,
Ebû'd-Derdâ'nm put koyduğu odaya girdi ve yanında getirdiği keseri çıkarıp
putun üzerine eğildi ve keserle onu parçalamaya başladı. Bîr taraftan da şöyle
diyordu :
«— Allah'ın ismi
yanında her şey batıldır... Allah'ın ismi yanında her şey batıldır...»
Putu parçaladıktan
sonra evden ayrıldı.
Ummu'd-Derdâ putun
bulunduğu odaya girdi, onu kırık ve parça farını dağınık bir halde görünce
şöyle diyerek döğünmeye başladı :
«—Mahvettin beni İbn
Ravaha...
— Mahvettin beni İbn
Ravaha...»
Az sonra Ebü'd-Derdâ
evine döndü. Karısını putun bulunduğu odanın kapısına oturmuş, ağlayıp
sızlanırken gördü. Yüzünde de kendisinden çekindiğini gösteren belirtiler
vardı. Ebû'd-Derdâ :
«— Ne bu hal?» dedi.
Karısı :
«—Sen yokken Abdullah
İbn Ravaha evimize gelip putunu gördüğün hale getirdi».
Ebû'd-Derdâ putu parça
parça görünce öfkesinden ateş püskürdü ve ondan öc almaya niyet etti. Fakat az
sonra öfkesi dağıldı. Olanları düşündü ve şöyle dedi :
«— Eğer bu putta bîr
hayır olsaydı, bu kötülüğü kendinden de-federdi».
Hemen Abdullah İbn
Ravaha'nin yanına gidip beraberce Rasûlül-lah'a (s.a.v.) vardılar. Ebû'd-Derdâ,
Allah'ın dînine girdiğini açıkladı. Böylece o, kabîlesinden İslâm'a en son
giren oldu.
Ebû'd-Derdâ -ilk andan
itibaren- vücudunun her zerresine karışmış bir şekilde Allah'a ve Rasûiüne îman
etti.
Kaçırdığı iyi işlere
çok pişman oldu. Arkadaşlarının Allah'ın dinini anlama, Kur'ân-ı ezberleme ve
Allah katında kendileri için ayırdıkları ibadet ve takvada onu geçmelerine
derin bir anlayış gösterdi.
Kaçırdıklarını, çok
çalışmak suretiyle telâfi etmeye ve onlara yetişip öne geçinceye kadar
gece-gündüz hiç durmadan çalışmaya karar verdi.
Dünyadan el etek
çekercesine ibadete sarılıp, susamış gibi ilme atıldı. Sözlerini ezberlemek,
ayetlerini derinliğine incelemek üzere Allah'ın Kitab'ına yöneldi.
Ticaretin kendisinde
ibadetin tadını bulandırıp, ilim meclislerini kaçırttığını görünce, hiç
tereddüt etmeden ve üzülmeden onu bıraktı.
Birisi ona bunu
sormuş, o da şöyie cevap vermişti :
«—Allah'ın Rasûlü'ne
inanmadan önce tacir idim. Müslüman olduğumda, hem ticaret hem de ibadet etmek
istedim. Ama benim için istediğim şey gerçekleşmedi. Ben de ticareti bırakıp
ibadete yöneldim.
Daha sonra bu soruyu
soran kişiye bakıp şöyle dedi :
«— Ben, Aziz ve Gelîl
olan Allah alış-verişi haram kıldı demiyorum. Fakat ben, ticaret ve
alış-verîşin kendilerini Allah'ın zikrinden alakoy-mayan kimselerden olmak
istiyorum».
Ebû'd-Derdâ sadece
ticareti terketmedi. O dünyayı terketti. Dünyanın süs ve zinetlerinden yüz
çevirdi. Dünyalık şeyler arasında neslini meydana getirecek katı bir lokma,
vücudunu örtecek kaba bir elbiseyle yetindi. Soğuğu şiddetli, dondurucu bir
gecede bir topluluk ona misafir oldu. Onlara sıcak bir yemek ikram etti. Fakat
yorgan vermedi. Yatmak istediklerinde, yorgan isteyelim mi? istemeyelim mi?
diye aralarında tartışmaya başladılar. Birisi :
«— Ben gidip
söyleyeceğim» dedi. Bir başkası :
«— Bırak gitme» dedi ama o gitti.
Ebû'd-Derdâ'nın
kaldığı odanın kapısına vardığında; onun yatmış, karısının da yanında oturmakta
olduğunu gördü. Fakat karısının üzerinde sıcağa ve soğuğa faydası olmayan
hafif bir elbise vardı. Adam Ebû'd-Derdâ'ya şöyle dedi :
«— Senin de geceyi
bizim gibi geçirdiğini görüyorum».
«— Eşyalarınız
nerede?» Ebû'd-Derdâ şöyle cevap verdi
«—Bizim, ötede bir
evimiz var, kazandığımızın hepsini hemen oraya gönderiyoruz. Eğer onların bir
kısmını buradaki evimizde bırakmış olsaydık, mutlaka verirdik,
— Ayrıca, bizim
ötedeki evimize gideceğimiz yolda hafifin ağırdan daha iyi olduğu çetin bir
yokuş var. Biz ağırlıklarımızı atmak istedik ki beiki geçeriz».
Arkasından adama :
—Anladın mı?» dedi.
Adam :
«— Evet, anladım.
Allah sana iyilikle mukabele etsin».
Halifeliği sırasında
Hz. Ömer, Ebû'd-Derdâ'nın Şam valisi olmasını istedi. Ama o, kabul etmedi.
Ömer'in ısrarı üzerine :
«— Onlara
Rablerinin Kitab'ını, Peygamber'lerinin
sünnetini öğretmek ve onlara namaz kıldırmak için gitmeme razı olursan, giderim».
Ömer buna razı oldu ve
o Şam'a gitti. Oraya varınca halkın konfora merak sardığını ve refaha
daldıklarını gördü. Bu durum onu endişelendirdi. Halkı mescide çağırdı. Orada
toplandılar, aralarında ayağa kalkıp şöyle dedi.
«— Ey Şamlılar! Siz
din kardeşlerisiniz, yurt komşularısınız. Düşmanlara karşı birbirlerinizin
yardımcılarısınız.
Ey Şamlılar! Beni
sevmekten ve nasihatimi kabul etmekten aia-koyan nedir? Halbuki ben sizden
hiçbir şey ummuyorum. Nasihatim sizedir. Benim geçimimi sağlayan da siz değilsiniz.
Bu ne hal böyle!
Alimlerinizin öte dünyaya göç ettiklerini ve cahillerinizin ise hâlâ ders
almadıklarını görüyorum. Allah'ın sizin için tekeffül ettiklerine yöneldiğinizi
ama size emredileni yapmadığınızı görüyorum.
Yiyemiyeceğiniz
şeyleri topladığınızı, Oturamıyacaklarınızı
bina ettiğinizi,
Erişemiyeceklerinizi
düşündüğünüzü görüyorum.
Sizden önceki kavimler
topladılar ve ümitlendiler. Çok geçmedi onların toplulukları yok oldu. Ümitleri
aldanmaya, evleri kabirlere dönüştü.
İşte dünyayı para ve
çocukla dolduran Ad kavmi [2] Bugün
benden Ad'ın mirasını iki dirhem karşılığında kim satın almak ister?»
Halk ağlamaya başladı,
öyle ki hıçkırıkları mescidin dışından duyuluyordu.
O günden itibaren
Ebû'd-Derdâ, Şam halkı arasında ve çarşiiarda dolaşmaya başlamıştı.
Her münâsebetten
istifade ederek ve her fırsatı ganimet bilerek soru soranlara cevap veriyor,
bilmeyenlere öğretiyor ve gafilleri uyandırıyordu.
Bir defasında birkaç
kişiyle karşılaşmıştı. Onlar bir adamın başına toplanmışlar, ona hem vuruyorlar,
hem de hakaret ediyorlardı. Yanlarına gelip sordu :
«— Ne oluyor?»
«— Bu adam büyük bir
günâha düşmüş» dediler.
«— Ne dersiniz? Eğer
bîr kuyuya düşmüş olsaydı oradan çıkamaz mıydınız?»
«— Evet, çıkarırdık».
«— Ona kötü söz
söylemeyin, onu dövmeyin. Ona ancak öğüt verip öğretin ve sizi onun günâhına
düşmekten koruyan Allah'a hamde-diniz».
«— Sen ona kızmıyor
musun?»
«— Ben sadece onun
yaptığı işe kızıyorum. Eğer onu terkederse, o benim kardeşimdir».
Bunun üzerine adam
tevbe ettiğini açıklayarak ağlamaya başiadı.
İşte bir genç
Ebû'd-Derdâ'ya gelip şöyle diyor :
«—'Bana tavsiyede
bulun, ey Rasûlüliah'ın (s.a.v.) sahabisl!» Ebû'd-Derdâ da ona şöyle diyor :
«— Oğlum! Bolluk
zamanında Allah'ı an ki, sıkıntıda o da seni ansın.
Ya alim, ya öğrenci,
ya da dinleyici ol, dördüncüsü olma [3] çünkü
helak olursun.
Yavrum, mescid evin
olsun». Rasûlüllah'ın (s.a.v.) şöyle buyurduğunu duymuştum :
«Mescidler her
Allah'tan korkanın evidir. Aziz ve Celîl olan Allah, m'escidleri evleri haline
getiren kimseler için, rahatlık ve rahmet vermeye, sıratı da Allah'ın
hoşnutluğuyla geçmeye kefil olmuştur».
Birkaç genç yol
kenarına oturmuş, hem sohbet etmekteler, hem de gelip geçenlere bakmaktadırlar.
Ebû'd-Derdâ yanlarına gelip şöyle, dedi :
«— Çocuklarım!
Müslüman kişinin oturacağı yer evidir. Orada kendini ve gözünü kötülüklerden
korur. Çarşı ve pazarlarda oturmaktan sakının. Çünkü böyle bir hareket insanı
boş şeylerle meşgul edip oyalar».
Ebû'd-Derdâ Şam'da
oturduğu sıralarda, Muaviye Îbnl-Ebû Sufyan onun kızı Derdâ'yi oğlu Yezîd'Ie
evlendirmek istedi. Ebû'd-Derdâ kızını Yezîd'e vermeyi kabul etmedi. Dinini ve
ahiâkını beğendiği, halktan müslüman bir gence verdi. Bu halk içinde yayıldı.
Şöyle konuşulmaya başlandı ;
«— Muaviye'nin oğlu
Yezîd, Ebû'd-Derdâ'nın kızıyla nişanlanmış, kızın babası kabul etmeyip, onu
halktan bir müslümania evlendirmiş».
Birisi Ebû'd-Derdâ'ya
böyle yapmasının sebebini sorduğunda şöyle cevap verdi :
«— Bu davranışımla
sadece Derdâ'nın iyiliğini düşündüm». «— Nasıl?»
«— Derdâ'nın huzurunda
hizmet eden köleler beklerse ve o parıltıları göz kamaştıran saraylarda
oturursa siz onun hakkında ne düşünürsünüz...?
O zaman dîni nerede
olur?!»
Yine Ebû'd-Derdâ Şam
diyarındayken, durumlarını araştırmak üzere Mü'minlerin Emîri Ömer
İbnu'i-Hattab onların yanma geldi. Arkadaşı, Ebû'd-Derdâ'yı geceleyin evinde
ziyaret etti. Kapıya gitti. Gördü ki, kapı kapalı değil, evin ışığı da yoktu.
Ebû'd-Derdâ Ömer'in sesini duyunca, kalkıp yanına geldi, hoş geldin dedi ve
onu bir yere oturttu.
Karanlıkta
birbirlerini görmeksizin, karşılıklı konuşmaya başladılar.
Hz. Ömer araştırdı ki,
Ebû'd-Derdâ'nın yastığının bir eğerden, yatağının çakıl taşlarından, elbisenin
ise Şam'ın soğuğunda hiçbir faydası olmayan ince bir elbiseden ibaret olduğunu
anladı. Ömer :
«— Allah iyiliğini versin,
sana geçimini sağlamak için maaş bağlamadım mı? Sana göndermedim mi?» dedi.
«— Ömer! Rasûlüllah'ın
[s.a.v.) bize söylediği bir hadisi hatırlamıyor musun?»
«—Hangisi o?»
«— Rasûlüllah : «Sizin
dünyadaki malınız bir yolcunun azığı I dar olsun» demedi mi?»
«— Evet».
«_. Ondan sonra biz ne
yaptık ya?»
Ömer ağladı,
Ebû'd-Derdâ ağladı. Sabaha kadar hiç durmadan ağ ladıiar...
Ebû'd-Derdâ ölünceye
kadar, Şam'da halka vaaz vermeye ve onlara Kitab'la hikmeti öğretmeye devam
etti. Ölmeden önce, hastalandığında arkadaşları yanına girip şöyle sordular :
«— Şikayetin nedir?»
«— Günahlarım».
«—Canın birşey istiyor
mu?»
«— Rabbimin affını».
Sonra etrafındakilere
:
«— Bana Lâ ilahe
îila'llah, Muhammedün Rasûlüllah, deyiniz Bunu tekrar ede ede hayata gözlerini
yumdu.
Ebû'd-Derdâ Rabbine
kavuşunca, Avf İbn Malik el-Eşcaî [4] sinda,
yeşil, geniş ve gölgeli bir çayırlık gördü. Çayırlıkta deriden yapılmış büyük
bir çadır vardı. Çadırın etrafında da gözün öylesini asla görmediği yatan bir
koyun sürüsü.
«— Bu kimin?» dedi. Ona
:
«— Abdurrahman İbn Avf
in» denildi.
Abdurrahman İbn Avf
çadırdan çıkıp yanma geldi ve şöyle dedi :
«— Ey İbn Malik! Bu,
Azîz ve Ceiîl olan Allah'ın Kur'ân'da bize va-dettiği şeylerdir. Eğer bu yolun
üzerine çıkıp baksaydın, gözünün görmediğini görür, kulağının duymadığını
duyar, aklından geçirmediğin şeyleri
görürdün». İbn Malik sordu :
«— Bütün bunlar kime
ait? Ey Ebu Muhammedi» Abdurrahman İbn Avf şöyle cevap verdi :
«— Azîz ve Ceiîl olan
Allah, bunları Ebû'd-Derdâ için hazırlamış tır. Çünkü o, dünya sıkıntılarını
elleriyle (sadakayla) ve göğsüyle (kurbanla) defederdî».[5]
[1] Abdurrahmâm İbn-İ Avf (R.A.)
[2] Hûd Peygamber'in kavmidir. Peygamberlerine isyan
ettikleri için, Allah helâk etmiştir
[3] Dördüncü ile cahil'i kasdetmektedir
[4] Kahramanliğıyla meşhur bir Sahâbi'dir
[5] Ebu'd-Derda hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere
bakınız
1- El-İsabe,
biyografi no: 6117
2- El-İstîab (Et-İsabe'nin hamişinde), İTİ/15, İV/159
3-
Üsdu'l-ğabe, İV/159
4-
Hılyetu'i-evliya, I/308
5-
Husnu'-sahabe, s, 218
6-
Sıfetu's-safve, 1/257
7- Ez-Zehebî,
Tarîhu'l-İslâm, K/107
8- Hayatu's-sahabe
(fihristlere bakınız).
9-
El-Kevakibu'd-durriyye, 1/45 10-Ez-Zirİklî, el-Â'lâm, V/281
Dr. Abdurrahman Re’fet
el-Bâşâ, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 1/161-169.