Allah'ın Arslani ve
Şehidlerin Efendisi
Mekke; çalışmak,
kazanmak, İbâdet etmek ve eğlenmekle geçen bir günden sonra derin bir uykuya
dalmıştı...
Kureyşliler uyurken,
yataklarında dönüp duruyorlardı... Ancak birisi vardı ki, yatağından
uzaktaydı. Aslında o, erkenden yatağına girmiş, birkaç saat istirahat ettikten
sonra büyük bir şevkle kalkmıştı. Çünkü onun Allah'la bir randevusu vardı. O
odasındaki namaz kıldığı yere gider. Rabbine yalvarır ve ona duâ ederdi. Onun,
devamlı yalvarıp yakaran göğsünün çıkardığı sesten dolayı hanımının her uyanışında,
kocasına bir zarar gelmesinden korkup ona kendisine acımasını ve uykusunu
almasını istediğinde o, gözyaşları, sözleriyle yarışır bir halde ona şöyle
cevap verirdi:
«— Hatice! Artık uyuma
zamanı geçti!»
Onun durumu, Kureyş'in
dikkatini çekmişse de henüz onların uykularını kaçırmıyordu... O daha
dâvasının başlangıcındaydi. Sözünü gizlice ve fısıldayarak söylüyordu.
O sırada kendisine
inananlar çok azdı.
Bu arada, ona
inananlardan başka, onu bütünüyle sevip sayanlar, gönlü büyük bir özlemle ona
iman etmeyi ve onun mübarek kafilesi içinde yürümeyi isteyenler vardı. Bunlara
sadece; örf ve çevrenin görüşleri, geleneklerin baskısı ve onun bunun
dedikoduları arasındaki kararsızlıkları engel oluyordu.
İşte Rasûlüllah'ın
[s.a.v.) amcası ve süt kardeşi olan Hamza ibn-i Abdllmuttallb bunlardandı.
Hamza kardeşinin oğlunun
yüceliğini ve olgunluğunu biliyordu. Onun dâvasının aslını ve özelliklerini çok
iyi biliyordu.
O, kardeşinin oğlunu
sadece amcası olarak tanımaz, onu kardeşi ve dostu olarak da tanırdı... Çünkü
Peygamber'le Hamza aynı soydandılar ve yaşları birbirine yakındı... İkisi
birlikte büyümüşler, birlikte oynamışlar, birlikte kardeşlik yapmışlar,
başından beri yolu adım adım birlikte yürümüşlerdi...
Eğer onlardan
herbirinin gençliği bir yolda devam etseydi, Hamza, hayatın iyi şeylerini elde
etmek ve Mekke'nin liderleri ve Ku-reyş'in efendileri arasındaki kendi yerini
genişletmek için kendi akranlarıyla rekabete başlardı. O sırada Muhammed
kendisine Allah'ın yolunu aydınlatmak üzere doğmuş olan ruhunun ışıklarına, onu
hayatın gürültüsünden derin düşünceye ve hakla tanışıp onu kabule hazırlanmaya
döndüren kalbinin konuşmasına bağlanmıştı...
Diyoruz ki, onlardan
her birinin gençliği zıt bir yöne yönelseydi, şüphesiz Hamza'nın yaşıtının ve
kardeşinin oğlunun faziletleri sahibini bütün insanların gönüllerinde yüce bir
yere yerleştiren ve onun büyük geleceği için açık bir tablo çizen büyük fazîlet
ve özellikler bir an olsun aklından çıkmazdı...
O günün sabahında
Hamza her zamanki gibi çıktı.
Kabe'nin yanında
Kureyş eşrafından ve efendilerinden bir grup gördü. Konuştuklarını dinlemek üzere yanlarına
oturdu.
Onlar Muhammed'den söz
ediyorlardı.
İlk defa Hamza,
kardeşinin oğlunun davasından dolayı onları bir endişenin sardığını, onun
hakkındaki sözlerinde, kin, öfke ve acılığın vurgulandığını gördü.
Daha önce onlar
aldırmıyorlardı yahut aldırmaz görünüyorlardı.
Bugün ise yüzlerinde
endişe, keder ve öç alma isteği taşıyordu...
Hamza onların
konuşmalarına uzun uzun güldü. Onları abartıcılıkla ve iyi değerlendirememekle
suçladı...
Arkasından Ebû Cehil;
Hamza'nm Muhammed'in davette bulunduğu şeyin tehlikesini çok iyi bildiğini
fakat o, Kureyş uyuşunda, bir gün sabah olsun diye durumu hafife aldığını söyleyerek arkadaşlarını
uyardı. Fakat gerçekten Kureyş'in sabahı kötü
olmuş, Hamza'nın
kardeşinin oğiunun işi onların aleyhine çıkmıştı...
Nihayet onlar bağıra
çağıra ve tehditler savurarak oradan ayrıldılar...
Hamza ise bazen
gülümsüyor, bazen de üzülüyordu. Topluluk dağılıp her biri kendi yoluna
gittiğinde Hamza'nın yeni fikir ve yeni düşüncelerle kafası kazan gibi
olmuştu. Yeğeninin işi onun karşısına çıkıyor ve yeniden onu kendi kendisine
tartışıyordu!.
Her günle birlikte,
Hz. Peygamber'in dâvası hakkında Kureyş'in konuşmaları artarak
birbirlerine seslenirlerken
günler geçti.
Konuşmalar uğraşmaya
dönüşür ve Hamza uzaktan durumu kontrol etmektedir.
Yeğeninin azmi onu
hayrete düşürmektedir... İmanı ve davası yolunda fedakârlığı, Kureyş'tn kendisi
bazı fedakârlık ve azimleriyle tanınmış olmasına rağmen bu onların hepsi için
yepyeni birşeydir!.
O gün bir şüphe Rasûlüllah'ın
(s.a.v.) doğruluğu ve ahlâkının büyüklüğü kounusunda birisini aldatabilseydi,
bu şüphe, Hamza'nm aklına ulaşacak bir yol bulamazdı.
Hamza, çocukluğundan
itibaren, temiz gençliğine, emin ve samimi
adamlığına kadar Muhammed'i en
iyi tanıyanlardandı...
O, kendini tanıdığı
gibi, hatta kendini tanıdığından daha fazla onu tanırdı. İkisi, birlikte
dünyaya geldiklerinden beri, birlikte büyüdüklerinden beri, birlikte olgunluk
çağına ulaştıklarından beri Muhammed'in bütün hayatı güneşin ışıkları gibi
temizdi!.. Hamza, bu hayatta ortaya çıkan tek bir şüpheyi hatırlamaz. Onun bir
gün olsun öfkelendiğini, ümitsizlik gösterdiğini, tamahkârlık yaptığım,
eğlendiğini ve aşın sevinç gösterdiğini hatırlamazdı.
Hamza sadece beden
gücünü değil, akıl ve irade gücünü de kullanıyordu...
Bu sebepten, tamamen
doğruluk ve güvenirliğiyle tanınan bir insana uymakta geç kalmak tabiî birşey
değildi. Böylece onun gönlü yakın bir günde ortaya çıkacak bir olaya kadar
onunlaydı...
Ve beklenen gün
geldi...
Hamza yayını aldı.
Özel zevki ve sevdiği spor olan avla meşgul olmak için çöle gitmek üzere
evinden çıktı... Çünkü o, av konusunda üstün bir maharete sahipti...
Gününün bir kısmını
çölde geçirdi. Avdan gelince, her zamanki gibi, evine dönmeden önce tavaf etmek
için Kabe'ye gitti.
Kabe'ye yaklaştığı
esnada, Abdullah İbn-i Cud'ân'm hizmetçisiy-le karşılaştı. Kadın onu görür
görmez şöyle dedi:
«— Ey Ebû Umare!
Yeğenin Muhammed'e, Ebû'l-Hakem İbn-i Hişam'ın (Ebû Cehil'in) yaptıklarını
görmüş olsaydın neler yapmazdın. O yeğenini orada otururken buldu, ona eziyet
etti ve sövdü. Yani yeğenin Ebû Cehil'den hoşuna gitmeyecek şeyler gördü».
Kadın, Ebû Cehii'in
Rasûlüllah'a (s.a.v.) yaptıklarını anlattıktan sonra onun yanından ayrıldı.
Hamza onun konuşmasını
iyice dinlemişti. Bir süre düşündükten sonra, elini yayına uzattı ve onu omzuna
yerleştirdi. Daha sonra, Ebû Cehil'le karşılaşmayı umarak hızlı ve kesin
adımlarla Kabe'ye doğru yürüdü... Eğer onu, orada bulamazsa, buluncaya kadar
her yerde aramaya devam edecekti...
Fakat Kabe'ye varır
varmaz, Ebû Cehil'i Kabe'nin avlusunda Ku-reyş efendilerinden bir grubun ortasında gördü...
Korkunç bir sessizlik
içinde, Hamza Ebû Cehil'e doğru ilerledi. Sonra yayını çıkarıp Ebû Cehil'in
başına indirdi. Ebû Cehil'in başı yarıldı ve kan akmaya başladı. Yanında
oturanların hayreti geçmeden Hamza Ebû Cehil'e haykırdı:
«— Ben onun dini
üzereyken sen Muhammed'e mi sövüyorsun. Ben de onun dediğini diyorum. Gücün
varsa bunu bana da yap...»
Bir anda orada
oturanların tümü liderleri Ebû Cehil'in uğradığı hakareti ve başından akan
kanları unutmuştu. Onları yıldırım gibi kuşatan şu söz meşgul etmişti.
Muhammed'in düşündüğünü düşünerek ve onun söylediğini söyleyerek Hamza'nın
Muhammed'in dini üzerinde olduğunu ilân ettiği söz...
Hamza müslüman mı oluyor?
Kureyş gençlerinin en
güçlüsü ve en c suroluyor ha?...
Bu, Kureyş'in önüne
geçemiyeceği bir belâ idi. Hamza'nın müslüman olması birçok iyi kimseyi
müslüman olmaya teşvik edecek; Muhammed, etrafında davasını destekleyip takviye
edecek güç ve cesareti bulacak ve Kureyş, bir gün put ve tanrılarını kıran
balyozların
sesiyle uyanacaktı!...
Evet... Hamza müslüman
oldu, gönlünün istediği işi insanlara açıkladı. Ümidini yitirdiği için çekip
giden şaşkın topluluğu ve yarık başından akan kanlarını yalayan Ebû Cehil'i
terketti:..
Hamza elini yine
yayına uzattı ve onu omzuna yerleştirdi. Kararlı adımlarıyla ve üstün
cesaretiyle evine giden yola düştü.
Hamza kafası çalışan
birisiydi ve iyi bir vicdana sahipti.
Evine dönüp günün
yorgunluklarını üzerinden atınca düşünmek ve meydana gelen hadiseyi zihninden
geçirmek üzere oturdu,..
Müslümanlığını nasıl
ve ne zaman açıklamıştı?
O, müslümanlığını
hamiyet, kızgınlık ve gücenme anlarından birinde ilân etmişti.
Yeğenine kötü
davranılması, hiçbir yardımcısı yokken ona haksızlık edilmesi, onun zoruna
gitmiş ve bundan dolayı öfkelenmiş, Haşim oğullarının şerefi için hamiyeti
kabarmış, bunun üzerine Ebû Cehil'in başını yarmış ve onun yüzüne o sözü
haykırmıştı.
Fakat bu; insanın,
atalarının ve milletinin dinini, yılların ve asırların dinini terketmesi, daha
sonra o, henüz kurallarını bilmediği, aslını pek az tanıdığı yeni bir dini
kabul etmesi ideal bir yo! muydu?...
Onun Muhammed'in
doğruluğunda ve yolunun temizliğinde hiçbir an şüphe etmediği doğrudur. Fakat
bir kimsenin, gerekli olan bütün sorumluluk ve sonuçlarıyla, şimdi Hamza'nın
yaptığı gibi bir öfke anında yeni bir dini kabul etmesi mümkün müdür!...
Sancağını yeğeninin
taşıdığı bu yeni davaya gönlü saygı besliyordu...
Ama, onun bu davete
uyan, ona inanan ve onu savunanlardan birisi olması takdir edilmişti... Bu dine
girmek için uygun vakit han-giaiydi?
Öfke ve hamiyet anı
mı? Yoksa düşünce ve tefekkür anları mıydı?
Böylece, onun iyi bir
vicdana sahip olması ve düşüncesinin temizliği kesin ve ince bir şekilde düşünmek
için bütün meseleye yeniden eğilmesini gerektirdi.
Düşünmeye başladı.
Zihninin durmadığı birkaç gün ve gözünün kapanmadığı birkaç gece
geçirdi.
Aklı vasıtasıyla
gerçeği araştırınca, bilgiye giden yol olarak şüpheye sarılıyordu.
Böylece, Hamza İslâm
dâvasını araştırmada aklını kullanıp eski dinle yeni din arasında karşılaştırma
yapar yapmaz, gönlünde atalarının dinine duyulan fıtrî ve irsî arzu ve her
yeniden korkma duygusunun sebep olduğu şüpheler uyandı.
Kabe, tanrıları ve
putları, bu yontma tanrıların bütün Kureyş'e ve bütün Mekke'ye getirdiği dini
şerefler hakkındaki bütün hatıraları uyandı...
Bütün bu geçmişten, bu
köklü eski dinden vazgeçmek, geçilmesi gittikçe zorlaşan bir tünel gibi
göründü.
Hamza, bir insanın
atalarının dinini bu kolaylık ve çabuklukla ter-ketmesinin nasıl kolay olduğuna
şaştı. Yaptığı şeye pişman ofdu. Fakat o, aklına başvurdu. Tek başına aklının
yetmiyeceğini anlayınca, bütün samimiyet ve doğruluğuyla gaybe sığındı...
O, Kabe'nin yanında,
hakkı ve doğru yolu buimak için, samimiyetle ve içi yanarak, kainattaki mevcut
bütün güç ve nurlardan yardım istemek üzere yüzünü gökyüzüne çeviriyordu...
Haberin bundan
sonrasını bizzat Hamza'dan dinleyelim:
«<— Sonra
atalarımın ve milletimin dininden ayrıldığım için beni bir pişmanlık almıştı.
Büyük bir meselede şüphe içinde geceledim. Bir türlü gözüme uyku girmiyordu.
Daha sonra Kabe'ye
geldim. Göğsümü hakka açması ve benden şüpheyi gidermesi için Allah'a yalvarıp
yakardım... Allah duârm kabul etti ve kalbimi kesin imanla doldurdu...
Sabahleyin
Rasûlüllah'a (s.a.v.) gidip durumum hakkında ona bilgi verdim. O da Allah'a
kalbimi onun dininde sabit kılması için
duâ etti...»
Böylece Hamza kesin olarak müslüman olmuştu...
Aliah Hamza'yla
İslâm'ı aziz kılmıştı... O, Allah'ın elçisini ve ashabından ezilenleri
savunmak üzere güçlü ve vakarlı olarak durdu...
Ebû Cehil onun,
müslüman saflarının arasında durduğunu görünce, bunun açıkça bir savaş
olduğunu anladı. Kureyş'İ Peygamber'e ve ashabına eziyet etmeye teşvik
ediyordu. Kin ve öfkelerine ancak o yolla derman olacak bir iç savaşa
hazırlanmaya başladı...
Tabiî, Hamza bütün
eziyetlere engel olamadı... Fakat bununia beraber onun müslüman olması bir
kalkan ve zırh olmuştu. Nitekim bu, önce Hamza'nin sonra Ömer ibnu'l-Hattâb'ın
İslâm'a girmesinin öncülük ettiği birçok kabile için başarılı bir teşvik olmuş
ve bunun üze-rine kabileler akın akın İslâm'a girmişlerdi...
Hamza, İslâm'a
girmesinden itibaren bütün afiyetini, gücünü ve hayatını, Allah'a ve dinine
adadı. Hatta Peygamber (s.a.v.) ona şu büyük lâkabı verdi:
«Allah'ın arslanı ve
onun elçisinin arslanı...»
Müslümanların düşmanla
karşılaşmak için çıktıkları ilk "seriyye nin emîri (başkanı] Hamza idi...
Rasûlüllah'ın [s.a.v.)
sancak verdiği ilk müslüman Hz. Ham-za'ydı...
Bedir harbinde iki
topluluğun karşılaştığı gün, Allah'ın ve onun elçisinin arslanı orada acaip
şeyler yapıyordu!...
Kureyşliler, hezimet
ve yenilgilerinden dolayı perişan bir halde Bedir'den Mekke'ye dönmüşlerdi. Ebû
Süfyân da korka korka ve başı önüne eğik olarak dönmüştü. O, Ebû Cehil, Utbe
ibn-i Rabiâ, Şeybe ibn-i Rabiâ, Umeyye ibn-i Halef, Ukbe ibn-i Ebî SVluâyt,
el-Esved ıbn-i Abdilesed el-Mahzûnî, el-Velîd ibn-i Utbe, en-Nazr ibnu'l-Haris
ibn-i Saîd, Turne ibn-i Adiyy gibi Kureyş efendilerinin ve onlar gibi daha birçok
kahramanını savaş alanında bırakmıştı.
Kureyş, bu
kötü hezimeti barış içinde
hazmedemiyordu. Kent sinin, şerefinin ve ölülerinin öcünü almak için
hazırlanıyordu.
Ve Kureyş savaşa karar
vermişti...
Kureyş kabilesiyle Ebû
Süfyân komutasında diğer anlaşmalı arab kabilelerinin birlikte çıktıkları
Uhud savaşı geldi.
Kureyş'in liderleri bu
yeni savaşlarında iki kişiyi hedef almışlardı...
Peygamber (s.a.v.)
ve Hamza (r.a.]...
Evet... Savaşa
çıkmadan önceki konuşmalarını ve görüşmelerini dinleyen kimse, Hz.
Peygamber'den sonra Hamza'nın nasıl savaşta hedef alınan kişi olduğunu anlardı.
Savaşa çıkmadan önce,
Hamza'nın işini bitirecek adamı seçtiler. Bu Habeşii bir köleydi. Mızrak
atmada üstün bir maharete sahipti. Onun savaştaki bütün rolünün, Hamza'yı avlamak
ve mızrağiyla ona öldürücü bir darbe indirmek olduğunu söylediler. Ona, savaşın
sonu ve gidişi nasıl olursa olsun, bundan başka bir şeyle meşgul olmamasını
tenbih ettiler.
Ona pahalı ve büyük
bir fiyat vâ'dettiler: Hürriyetini... Adı «Vahşî» olan bu adam Cubeyr ibn-i
Mut'im'in kölesi idi... Cubeyr'in amcası Bedir'de ölmüştü. Cubeyr ona şöyle
dedi:
«— İnsanlarla birlikte
savaşa çık, eğer Hamza'yı öldürürsen, hürsün».
Sonra, daha fazla
tahrik etmesi ve istedikleri gayeye sevketmesi İçin onu Ebû Süfyan'ın hanımı
Hind bint-i Utbe'ye gönderdiler.
Hind Bedir savaşında
babasını, amcasını, kardeşini ve oğlunu kaybetmişti. Ona, bunların bazısını
bizzat Hamza'nın öldürdüğü, bazılarının ölümlerinde de onun payı olduğu
söylenilmişti...
Bu yüzden, maceranın gerektirdiği
fiyat ne olursa olsun, o, erkek ve kadın Kureyşliîerin çoğunu sadece bir şey
için, yani Hamza'nın başını elde etmek için savaşa çıkmaya teşvik ediyordu!...
Savaşa çıkmadan önce
birkaç gün bekledi. Yegâne işi Vahşî'nin zihnine bütün kinini boşaltmak ve onun
aleyhinde yapacağı hareketi tasarlamaktı... Hamza'yı öldürmede başarılı olursa,
ona bir kadının eşya ve süs olarak sahip olduğu değerleri vadetti. Kinli
parmaklarıyla kıymetli inciden küpesini ve boğazında dizili altın
gerdanlıklarını tutup gözleri Vahşî için.dönerek:
«— Eğer Hamza'yı öldürürsen, bunların hepsi senin!!!...» dedi.
Vahşî'nin ağzının suyu
aktı... Aklı, özlemle, hürriyetini kazanacağı ve artık köle olmıyacağı, Kureyş
kadınlarının Üderî, Kureyş'in liderinin hanımı ve Kureyş'in efendisinin kızının
boynunu süsleyen bu zînetlere sahip olarak döneceği savaşa gitti.
Öyleyse istişareler ve
harptekiler açık ve kesin bir şekilde Ham za'yi (r.a.) istiyordu.
Uhud savaşı geldi...
İki ordu karşılaştı..,
Hamza, savaş elbisesini giymiş ve göğsün de, çarpışma anında takmayı alışkanlık
haline getirdiği deve kuşu tü yü olduğu halde ölüm-kalım alanının ortasındadır.
O, çarpışmaya başladı,
önüne bir baş gelmesin, kılıcıyla hemen onu koparıyordu. Müşriklerin arasında
dövüşerek yürüyordu. Sanki ölümler onun emrindeydi. O, ölümleri istediğine
fırlatıyor, onlar da o kimsenin tam kalbinin ortasına isabet ediyordu.
Müslümanların hepsi
hücuma geçtiler, kesin zafere yaklaştı!; ve hattâ Kureyş topluluğu korkup geri
çekilmeye başladı. Eğer okçular dağın tepesindeki yerlerini terkedip hezimete
uğrayan düşmanın ganimetlerini toplamak için savaş alanına inmeselerdi... Eğer
onlar yerlerini terkedip Kureyş süvarüeri için geniş bir gedik açmasa-lardı
Uhud savaşı bütün Kureyş'e, erkeklerine, kadınlarına hatta atlarına ve
develerine bir mezar olacaktı!...
Kureyş süvarileri
ansızın müslümanları gerilerinden çevirdi. Kana susamış çılgın kılıçları
müslümanlar içinde çalışmaya başladı... Müslümanlar yeniden kendilerine gelmeye
ve Kureyş ordusunun geri çekildiklerini görünce silahlarını bırakmış olanlar
tekrar silâha sarılıyorlardı... Fakat ani karşılaşma aGimasız ve çok sert idi.
Hamza olanları gördü
ve gücünü, gayretini
ve enerjisini bir kat daha artırdı.
O, sağıyla, soluyfa,
önüyle ve arkasıyla vuruşmaya başladı. Vahşî de onu gözetlemekte, darbesini ona
doğru yöneltmek için hâin fırsatını kollamaktaydı.
Bırakalım da olayı Vahşî kendi sözleriyle anlatsın:
«— Ben
Habeşistanlıydım. Habeşistanlılar qibi mızrak atar, isabet ettiremediğim pek az
olurdu. İnsanİar karşılaşınca Hamza'yı gözetlemeye çıktım. Nihayet onu boz
deve gibi insanların ortasında gördüm. Kılıcı ile insanları biçip geçiyor ve
önünde hiç bir şey dura-mıyordu... Vallahi, onun için hazırlanıyordum. Onu yere
düşürmek veya bana yaklaşması için bir ağacın arkasına gizlendiğim sırada
Sibâ' ibn-i Abdiluzza önüme geçti. Hamza ona şöyle haykırdı: Yanıma gel, ey
Sünnetçi kadının oğlu! Arkasından O'na bir darbe indirdi ama başına isabet
ettiremedi...
O sırada mızrağımı
salladım ve istediğim şekilde attım. Mızrak memesine batıp ayaklarının
arasından çıkmıştı. Bana doğru yürüdü, ama düşüp şehîd oldu...
Yanma gelip mızrağımı
aldım, sonra çadırların bulunduğu yere döndüm ve bir çadırın içine oturdum.
Çünkü benim başka bir isteğim yoktu. Onu, kölelikten kurtulmak için Öldürmüştüm...»
Bırakalım Vahşî [r.a.)
sözünü tamamlasın:
«Mekke'ye dönünce
kölelikten azâd edildim. Mekke fethedilip Rasûlüllah [s.a.v.) oraya girinceye
kadar Mekke'de kaldım. Rasûlül-lah
(s.a.v.) Mekke'ye girdikten sonra
ben de Taife kaçtım.
Müslüman olmak için
Taif heyeti Rasûlüllah'a (s.a.v.) gitmek üzere yola çıktığında bütün yollar
bana kapanmıştı. Kendi kendime şöyle dedim: Şam'a mı gideyim, Yemen'e mi, yoksa
başka bir yere mi?...
Vallahi son derece
üzgün olduğum bir sırada bir adam bana: «Yazıklar olsun sana! Allah'ın Rasûlü,
dinine giren hiç kimseyi öldürmüyor...» dedi.
Yola çıktım, Medine'ye
Rasûlüllah'ın (s.a.v.) yanma geldim. Beni ancak ayakta ve önünde Kelime-i
Şehâdeti getirirken gördü. Beni görünce: «Sen Vahşi misin?!» dedi. Ben de:
«Evet yâ Rasûlellah!» dedim. «Anlat bakalım Hamza'yı nasıl öldürdün?» dedi.
Sözümü bitirince; «Yazıklar olsun sana, yüzünü bana gösterme!» O günden sonra,
beni görmemesi için, Rasûlüllah'ın (s.a.v.) bulunduğu yoldan geçmezdim.
Rasûlüllah (s.a.v.) vefat edinceye kadar böyle yaptım.
Müslümanlar, Yemame'de
Müseylemetü'l-Kezzâb'la savaşmaya çıkınca ben de onlarla birlikte çıktım.
HamzaTyı öldürdüğüm mızrağımı da yanıma aldım. İnsanlar karşılaşınca,
Müseylemetü'I-Kezzâb'ı kılıcı elinde, ayakta iken gördüm. Onun için
hazırlandım. Mızrağımı salladım ve istediğim şekilde attım. Mızrak ona isabet etmişti...
Eğer bu mızrağımla
insanların en hayırlısı Hamza'yı öidürmüş-sem, Allah'ın beni bağışlamasını
dilerim. Çünkü onunla insanların en kötüsü
Müseylime'yi de öldürdüm...»
Böylece Allah'ın ve
onun elçisinin arslanı şerefli bir şekilde şehîd düşmüştü!...
O'nun hayatı gürültülü
olduğu gibi, vefatı da gürültülü olmuştu...
Düşmanları onu
öldürmekle yetinmemişlerdi... Onlar sadece Hz. Peygamber ve amcası Hz. Hamza'yı
istedikleri bu savaşta Kureyş'in bütün
hayvan ve adamlarını asker
yapan kimselerdi...
Ebû Süfyan'ın hanımı
Hind bint-i Utbe emretmişti. Vahşi'ye Ham-za'nın ciğerini getirmesini
emretmişti. Habeşli, bu çılgın isteğe cevap vermişti. Hind'e ciğeri getirdiğinde
ona sağ eliyle ciğeri veriyor, sol eliyle de ondan, görevini yerine getirmenin
mükâfatı olarak küpe ve
gerdanlıkları aiıyordu...
Bedir'de müslümanlann
öldürdüğü Utbe'nin kızı, şirk ordusunun ve putçuluğun komutanı Ebû Süfyan'ın
hanımı çiğnedi... Bu ahmaklığın kin ve düşmanlığına şifâ vermesi ümidiyle
Hamza'nın ciğerini çiğnedi. Fakat ciğer dişlerine sert geldi ve onu yutamadı.
Ağzından çıkardı. Yüksek bir kayanın üstüne çıktı ve şu mısraları haykırmaya
başladı:
«Biz size Bedir'in
karşılığını verdik. Halbuki savaştan sonra savaş deliliktir. Ne Utbe, ne
kardeşim, ne onun amcası, Ne de genç devem için sabrım kalmıştı. İçimi
rahatlattım ve adağımı yerine getirdim. Vahşî, kalbimin kinini giderdi...»
Savaş bitti, müşrikler develerine bindiler, Mekke'ye dönmek üzere atlarını
sürdüler...
Rasûlüllah (s.a.v.)
ashâbıyla birlikte, şehîdlere bakmak için savaş alanına indi.
Orada, vadinin
ortasında, canlarını Allah'a satan, onları büyük Rabblerine makbul kurbanlar
olarak takdim eden ashabının yüzlerini incelerken birden bire durdu... Baktı ve
sustu... Dişlerini sıktı... Gözlerini kapattı...
Arab ahlâkının bu
çirkin vahşiliğe düşeceğini ve bir
olunun sedinin, Allah'ın arslanı ve şehîdlerin efendisi, şerefli şehîd, amcası
Hamza ibn-i Abdilmuttalib'in cesedini gördüğü şekilde organlarının
parçalanmasını asla tasavvur
edemiyordu...
Hz. Peygamber kaderin
şimşeği gibi parlayan gözlerini açtı... Gözleri
amcasının cesedi üzerinde şöyle dedi:
«— Seni kaybetmek gibi
bir musibetle asla karşılaşmıyacağim. Şimdiye kadar ben, şu andakinden daha öfkeli olmadım...»
Sonra ashabına dönüp:
«—Hamza'ntn kızkardeşi
Safiyye'nîn üzülmesinden ve benden sonra bir âdet olarak kalmasından
korkmasaydım, Hamza'yı açıkta bırakır, onun vahşî hayvanlar ve kuşlar
tarafından yenmesine müsâade ederdim. Onlardan mutlaka otuz kişinin organını
keseceğim!» dedi.
Peygamber'in
ashabı haykırdı:
«— Vallahi, eğer bir
gün Allah bizi onlara galib getirirse, Arab-lardan hiç kimsenin görmediği bir
şekilde onların organlarını keseceğiz!!...»
Fakat, Hamza'ya
şehidliği ikram eden Allah, onun şehadetinden dolayı ebediyete kadar adaleti
koruyan büyük bir ders için fırsat vermekle ve ceza ve kısasta bile merhameti
vacib ve farz kılmakla, ona bir defa daha ikramda bulunmaktadır.
Böylece, Rasûlüllah
(s.a.v.} biraz önceki tehdidini bitirir bitirmez, daha yerinden ayrılmadan şu
âyet-i kerimeler vahyedildi:
«Rabbinîn yoiuna,
hikmet ve güzel Öğütie çağır; onlarla en güzel şekilde tartış; doğrusu Rabbin,
kendi yolundan sapanları daha iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi
bilir. Eğer ceza vermek isterseniz, size yapılanın ayniyle mukabele edin.
Sabrederseniz, andolsun ki bu, sabredenler için daha iyidir. Sabret, senin
sabrın ancak Allah'ın yardımiyladır, onlara üzülme, kurdukları düzenlerden de
endişe etme. Allah şüphesiz sakınanlarla ve iyilik yapanlarla beraberdir».
(Nâhl/125-128)
Bu âyetlerin bu yerde
nazil olması, ecrini Allah'ın verdiği Hamza [r.a.) için en iyi ikram idi.
Rasûlüllah (s.a.v.)
onu çok severdi. Daha önce de belirttiğimiz
gibi o, sadece sevgili amcası değildi...
onun süt kardeşiydi...
Çocukluk
arkadaşıydı...
Hayatı boyunca
dostuydu
Bu veda dakikalarında,
Rasûlüllah [s.a.v.) onu uğurlayacak, savaşın bütün şehidleri sayınca ona namaz
kılmaktan daha iyi bir selâm bulamadı...
. .
Böylece, Hamza'nın
cesedi, onun savaştaki gayretine şâhid olan ve kanlarını bağrına basan savaş
alanındaki namaz yerine taşındı. Rasûlüllah [s.a.v.) ve ashabı onun namazını
kıldılar. Daha sonra başka bir şehîd getirildi. Peygamber onun namazını kıldı.
Sonra o kaldırıldı ve Hamza yerinde bırakıldı, üçüncü bir şehîd getirildi.
Hamza'nın yanına konuldu. Rasûlüllah (s.a.v.) o ikisine namaz kıldı...
Böylece, arka arkaya
bütün şehîdler getirildi. Rasûlüllah (s.a.v.) yanlarında Hamza olmak üzere
onların herbirine namaz kılıyordu. Öyle ki Rasûlüllah (s.a.v.) o gün amcasına
yetmiş namaz kılmış oldu...
Hz. Peygamber savaştan
evine dönerken yolda Abduleşhel oğulları kadınlarının şehidlerine
ağladıklarını duydu. Şefkat ve sevgisinin çokluğundan: Fakat Hamza için
ağlayanlar yok dedi.
«— Fakat Hamza
Sa'd İbn-i Muâz bu
sözü duyup kadınlar onun amcasına ağlarsa gönlü hoş olur zannıyla Abduleşhel
oğullarının kadınlarına koşar ve onlara Hamza'ya ağlamalarını emreder, onlar da
emri yerine getirirler. Hz. Peygamber onların ağlamasını duyar duymaz
yanlarına çıkar ve:
«— Ben bunu
kasdetmedim. Dönünüz, Allah size merhamet etsin. Bugünden sonra ağlamak yok».
Rasûlüllah'ın (s.a.v.)
ashabı Hamza'ya ağıt söyleme ve yüce hayatını övmede yanşa girmişlerdir..
Hassan İbn-i Sabit
uzun bir kasidede onun hakkında şöyle demiştir.
Fani olan bu yurttan
(dünyadan) vazgeç de. Cömert
Hamza'ya ağla
Süvarilerin atlan
korkudan geri durduklarında o, ormandaki aslan gibi yiğitçe savaşandır.
O, Haşim oğullarının
tepesindeki beyazlıktır.
O hakkı bırakıp
batılla uğraşmamıştır.
Sizin kılıçlarınızın
arasında şehid düştü.
Onu öldürdüğü için
Vahşî'nin elleri çolak olsun.
Abdullah ibn-i Ravaha
da şunları söylemiştir: Gözüm yaş döktü, o göz, yaşı dökmeyi haketti. Aslında,
şu öldürülen adam,
Hamza mı? dedikleri
sabah Tanrı'nın Aslani'na ne ağlama ne de sızlama fayda verir.
Onun öldürülüşüyle, bütün müslümanlar, bu
arada Peygamber bir belâya
uğramıştır.
Ebû Ya'lâ! Sana ait
direkler yıkıldı.
Sen, şeref ve şan
sahibisin, iyilik seversin ve akrabayla ilgilenirsin.
RasûlüllaH'ın (s.a.v.)
halası ve Hamza'mn kızkardeşi Safiyye Bint Abdilmuttalip de şu şiiri
söylemiştir:
«Arşın sahibi, Hakk'm
Tanrısı, onu, İçinde yaşayacağf Cennet'e ve sevince çağırdı.
Bu, bizim Kıyamet
gününden Hamza için umduğumuz en iyi neticedir.
Vallahi, saba rüzgârı
estiği sürece kavminin efendisi olan Allah'ın aslanına ağlayarak ve üzülerek,
yolculukta ve yolculuk dışında seni asla unutmıyacağım.
O, her kâfire karşı
İslâm'ı savunur.
Diyorum ki, onun ölümü
kabilemin şerefini yükseltmiştir.
AİIah ona bir kardeş
ve yardımcıdan daha iyisini versin.»
En iyi mersiye onun
hatırasını estirirken savaş şehitleri arasında onu görüp cesedinin başında
durduğu sırada Hz. Peygamber'in şu sözleri de onun içindi:
«— Allah sana rahmet
etsin, sen bildim bileli hep sıla-i rahme önem verir ve hep iyilikler işlersin».
Hz. Peygamber'in
(s.a.v.) yüce amcası Hamza'dan dolayı başına gelen felâket çok ağırdı... Ona
sabretmek zor bir işti. Ancak kader Allah'ın Rasûlüne en güzei teselliyi
saklıyordu.
Uhud'dan evine giden
yolda Hz. Peygamber'in karşısına, babası, kocası ve kardeşi savaşta şehîd olan,
Dînar oğullarından bir hanımefendi çıktı...
Savaştan dönen
müslümanları görünce, savaş haberlerini sormak üzere onlara koştu.
Ona, kocasının,
babasının ve kardeşinin öldüğünü haber verdiler...
O, hemen, merak içinde
onlara:
«—Ya, Allah'ın Rasûlü
ne yaptı?» diye sordu.
Onlar:
«— İyidir...
O, Allah'a
hamdolsun istediğin gibidir» dediler.
Kadın:
«— Bana, onu gösterin
de gözümle göreyim» Rasûlüllah (s.a.v.) yaklaşıncaya kadar onun yanında
durdular. Kadın Hz. Peygamber'i görünce şöyle diyerek ona doğru koştu: -
Senden sonra her musibet hafif kalır...»
Evet...
Bu, en güzel ve en
kalıcı teselli idi...
Peygamber, bu eşsiz
olaya gülümsedi. Cömertlik, dostluk ve fedakârlık dünyasında bunun bir benzeri
yoktu...
Aynı anda, babasını,
kocasını ve kardeşini kaybeden dağlan yıkan haberi işittiği an öiüm haberini
veren kimseye cevabı:
«- Rasûlüllah (s.a.v.)
ne yaptı?» olan, zavallı, zayıf bir hanirr
fendi...
Bu Allah'ın aslanı ve şehîdlerin efendisinden dolayı, Hz
Pı gamber'e iyi bir teselli vermek için kaderin, çizimini ve zamanlamasını
çok iyi yaptığı bir olaydı. [1]