İslâm Olmasaydı O,
Arabların En Kurnazı Olurdu
Yaşının küçüklüğüne
rağmen Ensar ona bir lider gibi davranırdı... Onlar: «Paralarımızla Kays'a bir
sakal alabilseydik, bunu mutlaka yapardık» derlerdi.
Çünkü o tüysüzdü.
Onda, sadece, halkının örfüne göre, liderlik vasıflarından, erkeklerin
yüzlerinde bulunması gereken sakal eksikti.
Halkının yüzünde,
hakiki büyüklük ve üstün liderlik için dış görünüşü tamamlayan bir sakalın
bulunması için, uğrunda para harcamaya razı oldukları bu delikanlı kimdi
acaba?
Evet, bu delikanlı
Kays İbn Sa'd İbn Ubâde'ydi... O, Arap evlerinin en cömert ve en köklüsündendi.
Öyle bir evdendi ki, Resûlüllah (s.a.v.) onun hakkında:
«— Cömertlik, bu ev
halkının huyudur», demişti.
O kurnazlık, maharet
ve zekâ fışkıran bir kimseydi.
O kendisini haklı
olarak şöyle tanıtmıştı:
«— Eğer İslâm
olmasaydı, Arapların gücünün yetmiyeceği hîle-leri yapardım!...»
Çünkü o keskin zekâlı,
çok kurnaz ve zihni açık birisiydi.
Sıffîn'de Hz. Muâviye'ye
karşı Hz. Ali'nin yanında yer almıştı. O, tek başına oturdu ve bir veya bir
günden az bir süre İçinde Muâvi-ye'yle taraftarlarının işini bitirebilecek
hileyi tasarladı. Ancak onun yüzünden kafasının patladığı bu hileyi iyice
düşündüğünde, onun kötü ve tehlikeli olduğunu gördü ve Allah Teâlâ'nın şu
sözünü hatırladı:
«— Oysa pis pis
kurulan kötü tuzağa ancak sahibi düşer».[1] Hemen
yaptığı şey hoşuna gitmeyip, Allah'tan af dileyerek yola koyuldu ve lîsân-ı hâl
ile şöyle dedi:
«— Vallahi, Muaviye'nin
bizi yenmesi takdir edilse,
o bizi asla zekâsıyla yeneınez, belki
bizim takvamız sayesinde yenebilir!»
Hazrec kabilesine
mensup bu Ensar'h, büyük bir liderin evindendi. O, faziletlere, büyükten
büyüğe geçen bir miras olarak sahip olmuştu... İşte o ilerde kendisiyle
karşılaşacağımız Hazrec'in lideri Sa'd İbn Ubâde'nin oğluydu...
Sa'd rnüslüman
olduğunda oğlu Kays'ın elinden tutup Resûlüllah'a (s.a.v.) götürmüş ve ona şöyle demişti:
«— Bu senin
hizmetindedir, ya Resûlallah!»
Resûlüllah (s.a.v.)
Kays'ta bütün üstünlük ve doğruluk vasıflarını görmüştü.
Bu sebeple onu
kendisine yaklaştırmış ve Kays da daima bu makamın adamı olmuştu...
Resûlüllah'ın (s.a.v.)
dostu Enes şöyle der:
«— Kays, Resûlüllah'ın
[s.a.v.) yanında, bir başkanın güvenlik görevlisi gibiydi».
Kays, müslüman olmadan
önce, halka zekâsıyla davranırken, onun en küçük bir zekâ oyununu hesaba
katarlardı. Medine ve civarında, sadece onun kurnazlığı için binlerce hesap
yapan kimseler vardı. Müslüman olduğunda, İslâm ona, insanlara kurnazlık değil,
samimiyetle davranmayı öğretti. O, İslâm'ın itaatkâr bir mensubu olmuştu. Bu bakımdan,
kurnazlığını bir tarafa attı ve artık onunla perişan eden oyunlarını yapmaz
olmuştu. Her ne zaman zor bir durumla karşı karşıya gelse, zincire vurulmuş
kurnazlığını özler ve darb-ı mesel haline gelen şu sözünü söylerdi:
«— Eğer İslâm
olmasaydı, Arapların gücünün yetmiyeceği leri yapardım!..»
Özellikleri arasında,
cömertliğinden başka zekâsına üstün gelen birşey yoktu... Cömertlik Kays'ta
sonradan ortaya çıkan bîr huy değildi. O, cömertlikte köklü bir evdendi. O
günkü Arap cömertlerinin ve zenginlerinin adetine göre Kays'ın ailesinin,
evlerinin damına çıkıp gündüz misafirleri sofralarına çağıran veya geceleyin
yol yürüyen yolcunun yolunu bulması için ateş yakan bir tellâlı vardı... Halk o
günlerde şöyle diyorlardı: «Kim yağ ve et seviyorsa, Duleym İbn Ha-rise'nin
evine gelsin...»
Duieym İbn Harise
Kays'ın ikinci dedesiydi... Cömert Kays, bu köklü evde emzirilmişti...
Bir gün Hz. Ebû Bekir
ve Ömer Kays'ın cömertliği hakkında şöyle konuşmuşlardı:
«— Eğer bu genci
cömertlikte serbest bıraksaydık, babasının malını tamamen dağıtırdı...»
Sa'd İbn Ubade,
onların oğlu Kays hakkında söylediklerini duyunca şöyle haykırdı:
«— Kim bana Ebû
Kuhafe'nin oğlu Ebû Bekir ve Hattab'ın oğlu Ömer hakkında mazeret gösterir?
Çünkü onlar oğlumu bana karşı cim-rileştiriyorlar...»
Bir gün o, yoksul
kardeşlerinden birine büyük bir borç vermişti...
Borç için verilen vade
dolunca, adam, Kays'a borcunu ödemeye gitti ama Kays, parayı kabul etmeyip şöyle
dedi:
«— Biz verdiğimiz
hiçbir şeyi geri almayız!...»
İnsan fıtratının
gecikmeyen ve değişmeyen bir kaidesi vardır. Nerede cömertlik varsa orada
cesaret de vardır...
Evet... Hakiki
cömertlikle hakiki cesaret, biri diğerinden asla geri kalmayan ikiz
kardeşlerdir. Şayet bir cömertlik görür, cesaret gö-remezsen, gördüğün şeyin
cömertlik olmadığını anla... O sadece, kibir ve gösteriş görüntülerinden boş
ve aldatıcı bir görüntüdür. Cömertlikle birlikte olmayan bir cesaret
gördüğünde, bunu böylece bil ki, o bir cesaret değil, hiddet ve hafiflikle
yapılan hareketlerden birisidir...
Kays İbn Sa'd, sağ
eliyle cömertlik dizginlerini tutar olduğunda aynı elle cesaret ve atılganlık dizginîerini de tutuyordu...
Sanki o şairin şu
sözüyle kastettiği kimse gibiydi: «— Ne zaman şeref için bîr bayrak kaldırılsa,
Arabe onu sağ eliyle kapar»,
Resûlüllah (s.a.v.)
sağken, onunla birlikte bulunduğu bütün olaylarda göz kamaştırıcı bir cesarete
sahipti.
Resûlüllah
(s.a.v.) Refîk-i Â'lâ'ya gittikten sonra yaptığı savaşlarda da göz
kamaştırıcı cesareti devam etmiştir.
Kurnazlık yerine
doğruluğa dayanan cesaret... Daleverayı ve aldatmacayı değil, açıklık ve dobra
dobra olmayı esas edinen cesaret, sahibine ağır gelen zorluk ve meşakkatlar
yüklüyordu.
Böylece, Kays, kurnazlık
ve daieveraya olan gücünü geriye atıp, bunun kendisine getirdiği zorluk ve
sorumluluklara sevinerek cesaretin bu tarzını yüklenmişti...
Gerçek cesaret,
sahibinin tek başına inanmasından meydana gelir...
Bir istek veya arzunun
meydana getirdiği bu inancı ancak nefsine karşı doğru olmak ve Hakk'a karşı
samimi olmak meydana getirir.
Böylece Hz. Ali'yle,
Hz. Muâviye arasında ihtilâf çıktığında, Kays'-ın nefsiyle başbaşa kaldığını ve
taşıdığı inançla Hakk'ı aradığını görüyoruz. Nihayet o, Hakk'ı Hz. Ali'nin
yanında görünce, güçlü ve kahraman bir şekilde Hz. Ali'nin yanında yer
almıştı.
Sıffın, Cemel ve
Nehrevan savaşlarında Kays, ya zafer ya ölüm diyen kahramanlardan birisiydi...
Şöyle haykırarak
Ensar'ın sancağını taşıyordu:
«Bu, Cebrail'in bize
yardım ederken, Peygamberle birlikte etrafını çevirdiğimiz sancaktır».
«Ensar'ın kendisine sırdaş ve özel cemaat olduğu kimsenin yanında onlardan
başkasının olmaması önemli değildir».
İmam Hz. Ali onu
Mısır'a vali olarak tayin etmişti...
Hz. Muaviye'nin gözü devamlı
Mısır'da idi. O, Mısır'ı beklenen tacındaki çok değerli bir inci gibi
görüyordu.
Bu yüzden Kays'm Mısır
valisi olduğunu görür görmez deliye döndü ve kendisi Hz. Ali'ye karşı kesin
bir zafer kazansa bile, Kays'm ebediyete kadar kendisiyle Mısır arasında bir
engel olacağından korktu.
Böylece hiçbirşeyden
geri kalmayan hileleriyle Hz. Ali'nin yanında Kays'a karşı çeşitli dolaplar
döndürmeye başladı. Nihayet Hz. Ali onu Mısır'dan geri getirtti...
Bu arada Kays zekâsını
meşru bîr şekilde kullanmak,için güzel bir fırsat buldu ve anladı ki: Hz.
Muâviye onu kendi tarafına çekmede başarısızlığa uğradıktan sonra, Hz. Ali'ye
kin tutturmak ve ona ofan sevgisini zayıflatmak için kendisine bu oyunu
oynamıştı... Öyleyse, Hz.
Muaviye'nin kurnazlığına en iyi cevap Hz. Ali'ye sevgisini ve Hz. Ali'nin
temsil ettiği ve aynı zamanda Kays İbn Sa'd İbn Ubade için doğru ve sağlam
inancın sebebi olan Hakk'a sevgisini artırmaktı.
Böylece hiçbir dakika,
Hz. Ali'nin kendisini Mısır valiliğinden almasından etkilenmedi... Valilik,
emirlik ve bütün bu makamlar sadece inanç ve dini için kullandığı vasıtalardı.
Onun Mısır'a emirliği, Hakk'a hizmet için bir vasıta ise savaş alanında Hz.
Ali'nin yanındaki durumu, önemi pek de küçümsenmeyen başka bir vasıtaydı.
Hz. Ali şehid olup, Hz.
Hasan'a biat edildikten sonra, Kays'ın cesareti sadakat ve akıllılığın
zirvesine ulaşır.
Kays, Hz. Hasan'ın
(r.aj halifeliğin meşru varisi olduğuna inanıp, ona biat etmiş ve tehlikelere
aldırmaksızin onun yanında yer almıştı...
Hz. Muâviye onları kılıç
çekmeye zorlayınca, Kays harekete geçip, Hz. Ali'ye matemlerinden dolayı
başlarını tıraş ettiren kimselerden beşbinini savaşa sevkeder.
Hz. Hasan ise
müslümanların büyümekte olan yaralarını sarmayı tercih eder ve bu mahvedici
savaş için bir sınır koyar. Hz. Muâvi-ye'yie görüşür sonra ona biat eder...
Bu arada Kays
dikkatini yeniden meseleye çevirir ve görür ki, Hz. Hasan'ın tutumu ne kadar
doğru olursa olsun, Kays'ın askerleri son kararı vermede Şûra hakkına
sahiptirler.
Böylece Kays onları
toplar ve şu konuşmayı yapar:
«— Eğer isterseniz
bizim en hızlımız ölünceye kadar sizinle vuruşurum. Eğer isterseniz sizin için
bîr eman alırım...»
Askerler ikinci şıkkı
seçtiler. Kays'da kaderinin kendisini düşmanlarının en cesur ve sonu en
tehlikelisinden kurtardığını görünce içine sevinç dolan Hz. Muaviye'den onlar
için emân aldı...
İslâm'ın kurnazlığını
eğittiği, kurnaz dahi, hicretin 59. yılında Me-dîne-i Münevvere'de vefat
etti...
Resûlüllah'ın [s.a.v.)
:
«Kurnazlık ve hile
ateştedir dediğini duymasaydıın, bu ümmetin en
kurnazı olurdum», diyen adam vefat etmişti.
O, hayatta doğru,
açık, cömert ve cesur bir adamın hatırasını bırakarak barış içinde vefat
etmişti...
Evet, geride, İslâm
için verdiği bütün söz ve teminatlarına güvenilen bir kimsenin hatırasını bırakarak
vefat etmişti... [2]