Sonuna kadar kahraman
İşte bütün derinlik ve
boyutlarıyla Arabların karakterini açıklayan bir tablo...
î Onuri babası, ilk
mü'mindi. Sadece kendi modelinde bir imanla Allah'a ve Resulüne iman eden
Sıddîk'tı. Mağaradayken o, ikinin ikin-çişiydi. O, kavminin dinine ve Kureyş'in
putlarına karşı yalçın kayalar gibi direnmişti!...
O, Bedir'e müşrik
askerleriyle birlikte savaşmak üzere çıkmıştı...
Uhud'da da yine,
Kureyş'in müslümaniarla. çarpışmak için savaşa getirdiği okçuların başındaydı...
İki ordu karşılaşmadan
önce, adet olduğu üzere karşılıklı düello başladı...
Abdurrahman
müslümanlardan, kendisiyle düello edecek birisini davet etmek üzere ortaya
atıldı...
Babası Ebû Bekir
Sıddîk [r.a.] oğluyla düello etmek için ona doğru fırladı. Fakat Peygamber
[s.a.v.) onu tutup babasıyla oğlunun düello etmesine engel oldu...
İnancına mutlak
bağlılığın asil bir arabi tarif ettiği kadar hiçbir şey onu tarif edemez.
O bir dine veya kesin
kanaat getirdiği bir fikre inandığı zaman artık ondan kurtulmanın hiçbir yolu
yoktur. Ancak hile ve sahtelik olmadan aklını ve ruhunu dolduran yeni bir
inancın onu yerinden uzaklaştırması müstesnadır.
Abdurrahman'ın
babasına ofan saygısına, onun akıllılığına, ruhunun ve ahlâkının büyüklüğüne
tam güvenine rağmen, inancına bağlılığı babasının kendisine üstünlüğünü kabul
ettirmeye devam etti, ama babasının müslüman olması onu babasına uymaya teşvik etmedi.
Böylece o, kanaat ve
inancının sorumluluğunu yüklenerek, Kureyş'in İlâhlarını savunmak; ölümden
korkmayan mü'minlerle, onların sancakları altında döğüşmek üzere yerinde
durmgya devam etti...
Bu tip asil ve
güçlülere mesafe uzasa da hakkı gizli kalamazdı...
Onların cevherlerinin
asilliği, açıklık ve samimiyetlerinin nuru, en sonunda onları doğruya götürür
ve onları doğrulukla, iyilikle birleştirir.
Bir gün kaderin saati
Abdurrahman İbn Ebî Bekir es-Sıddîk için yeni bir doğumu ilan etmek için
çaldı...
Hidâyet lâmbaları onun
ruhunu aydınlattı ve ondan Cahiliyye'nin miras bıraktığı bütün karanlık ve sahtelikleri
silip süpürdü, O etrafındaki bütün varlık ve eşyalarda tek olan Allah'ı gördü.
Allah'ın hidâyeti gölgesini onun gönlüne ve ruhuna yerleştirdi. İşte artık o
da müslümanlardandı!...
Hemen ResûlüEİah'a
(s.a.v.) gitmek ve hakk dinine girmek üzere kalktı.
Oğlunun Resûlüllah'a
(s.a.v.) biat ettiğini görünce memnuniyet ışığının altında Hz. Ebû Bekir'in
yüzü parladı.
O, küfründe mertti.
İşte bugün o, mertler gibi müslüman oluyordu. Onu, ne bir arzu itiyor ne de
bîr korku sürüklüyordu. Ancak bu, Allah'ın hidâyetinin ve tevfikinin ona
götürdüğü doğru bir inançtı.
Abdurrahman daha önce
kaçırdığı şeyleri, Allah'ın elçisinin ve mü'minlerin yolunda en son gayreti
sarfetmek suretiyle tamamlamaya başladı.
Hz. Peygamberin
(s.a.v.) ve ondan sonraki halifelerin günlerinde Abdurrahman hiçbir savaştan ve
meşru hiçbir cîhâddan geri kalmamıştır.
Yemame gününde onun
büyük bir kahramanlığı vardır... Onun azim ve kahramanlığının Müseylime ve
mürted ordusuna karşı çarpışmayı kazanmada büyük bir rolü olmuştur. Hatta o,
Müseylime'nin akıl hocası, mürted ordusunun içinde saklandığı kalenin en önemli
yerlerini kuvvetiyle koruyan Muhakkim ibnu'l-Tufeyl'in de işini bitiren kimsedir.
Muhakkim, Abdurrahman'ın darbesiyle düşüp etrafındakiler dağflınca kalede
müslümanların içeriye daldığı büyük ve
geniş bir gedik açılmıştı...
Abdurrahman'ın
özellikleri İslâm'ın gölgesinde daha da parlamıştı...
Onun inancına
bağlılığı, doğru ve hakk gördüğü şeye tabi olmaya kesin kararlılığı, sinsiliği
ve dalkavukluğu reddetmesi...
Bütün bu huylar onun
şahsiyetinin ve hayatının özü oldular ve bir arzunun veya bir korkunun
te'siriyle asla ondan ayrılmadılar. Hatta, o korkunç günde, Hz. Muâviye'nin
kılıç zoruyla Yezid'e biat'ı kararlaştırdığı gün bile... Hz. Muâvîye
Medine'deki valisi Mervan'a biat mektubunu yazdı ve onu camide müslümanlara
okumasını emretti.
Mervan emredileni
yaptı. Mektubun okunması biter bitmez Ab-durrahman İbn Ebî Bekir, camiye hakim
olan korku ve endişeyi işitilen bir delile ve açık bir mukavemete çevirmek
için ayağa kalktı. Şöyle konuştu:
«— Vallahi, sîz
Muhammed ümmeti için iyileri istemediniz, fakat siz onları Bizans
hükümdarlarına çevirdiniz... Ne zaman bîr Bizans hükümdarı olsa, başka bir
Bizans hükümdarı ortaya çıkar!»
Abdurrahman o anda,
eğer Hz. Muavîye bu emrini icra eder, milletin idarecisini, vasıtasıyla
seçtiği şuranın İslâm'daki hükmünü, babadan oğula ve tesadüfle, millete
Kayser'den sonra bir başka Kay-ser'e uymayı mecbur kılan Kayserlik ve Kisrahk
haline getirirse İslâm'ın başına gelecek bütün tehlikeleri gördü!...
Abdurrahman, bu
sözlerle Mervan'ın yüzüne belâları haykırınca başlarında, Hz. Hüseyin İbn Ali,
Abdullah ibnu'z-Zübeyr ve Abdullah îbn Ömer'in bulunduğu bir grup müslüman onu
destekledi...
Sonra, Hz. Muâviye'nin
kılıçla almaya karar verdiği bu biat karşısında, Hz. Hüseyin, ibnu'z-Zübeyr ve
İbn Ömer'i (Allah onlardan razı olsun) susmaya mecbur eden zorlayıcı durumlar
ortaya çıktı.
Fakat Abdurrahman İbn
Ebî Bekir bu biatin batıl olduğunu açıkça söylüyordu. Hz. Muâviye birisiyle,
ona yüz bin dirhem gönderdi. Bu parayla onun gönlünü almak istiyordu. Sıddîk'ın
oğlu paraları fırlatıp, Hz. Muâviye'nin elçisine şöyle dedi:
«— Ona git ve şöyle
söyle: Abdurrahman dinini dünya karşılığında satmıyor... »
Bundan sonra, Hz,
Muâviye'nin Medine'ye gelmekte olduğunu öğrenince, hemen orayı terkedip
Mekke'ye gitti...
Allah diledi ki ona
böyle davranılmak ve kötü karşılanmak yeterli olsun...
O, Mekke tepelerine
varıp orada bir süre kaldıktan sonra Allah'a kavuştu...
Müslümanlar onu
omuzlar üzerinde Mekke'nin yüksek tepesine taşıdılar ve onu Cahiliyye devrine
de, müslümanlık devrine de şahit olan toprağın altına gömüldü!.
Onun müslüınanlığı
doğru, hür ve cesur bir kimsenin müslüman-lığıydı... [1]