13- HAYBER SAVAŞI2

Fedek Yerlileriyle Yapılan Barış. 5

Vadi'l Kura Yahudilerine Karşı Harekat5

Teyma Yahudileri6

Hayber Fethinden Sonraki Gelişmeler6

Kaza Umresi7


13- HAYBERSAVAŞI

 

Hz. Peygamber (sav), Zilka'de ayının sonlarında Hudeybi-ye'den döndü. Medine'de ancak birbuçuk ay kadar oturabildi. Sonra, sahabilerine, Hayber'e yürümek üzere hazırlanmalarını emretti. Rasulullah (sav), bu seferki teşebbüsünü hiç gizlemedi.

Hayber'liler çeşitli güçleri bir araya getirip Hendek kuşatması­nı hazırlayarak Medine'ye karşı organize ettikleri saldırı ve kışkır­tıcılık faaliyetlerinden sonra, Hz. Peygamber (sav) 'in uygun bir fır­sat doğduğu zaman üzerlerine yürüyeceğinden hiç şüphe etmi­yorlardı.

Bu hazırlık sırasında Bedevi kabileler de Hz. Peygamber (sav)'le birlikte savaşa katılmak istiyorlardı. Halbuki Hudeybiye günü geri durmuş, çekimser kalmışlardı. Onlar zannediyorlardı ki: Ne O, ne de müslümanlar, asla evlerine dönmeyeceklerdir. İş ve güçlerinin, aile ve çoluk çocuklarının kendilerini meşgul ettiğini o gün mazeret olarak ileri sürmüş, harekata katılmaktan kurnazca kaçınmışlardı. Ancak müslümanlarm Hudeybiye'den zaferle dön­düklerini, bu kez de Hayber'e gitmek üzere olduklarını görünce bu harekata katılma eğilimini gösterdiler. Bu savaşta birçok ganimet­ler ele geçireceklerine kesin gözüyle bakıyorlardı. Fakat Hz. Pey­gamber (sav), Hudeybiye'ye gidenlerden başkalarını beraber gö­türmeyi reddetti.

Çünkü bu bedevilerin amacı, ne Allah yolunda cihad etmek, ne Hz. Peygamber'le beraber bulunmak, ne de Allah düşmanlarıy­la savaşmaktı. Bunların yegane maksadı savaş ganimetlerinden is­tifade etmekti.

Şimdi de İslam ordusunun Hayber'e hareket etmesinden ön­ce Medine'deki duruma bir göz atalım:

Bir kere münafıklar, müslümanlann Hayber üzerine yürüme­lerinden dolayı büyük bir üzüntü içindeydiler. Biliyorlardı ki bu hadise ile oradaki yahudilerin sonu gelecektir. Dolayısıyla kendile­rinin de tüm dayanaklarının sona ereceğini biliyorlardı.

Bu sebeple, münafıkların başı Abdullah Bin Übey Hayber ya-hudilerine, müslümanlann hareket ettiğine dair haber yollayarak direnip dayanmaları için onları cesaretlendirdi. O sıralarda, mün­ferit aileler ve çok küçük topluluklar olarak Medine'nin içinde de bazı yahudi unsurlar henüz vardı. Bunlar Benî Kurayza Kabilesi­nin komplolarına katılmamışlardı. Bu bakımdan da müslümanlar bunlara dokunmamış, bilakis muhitlerinde, mallarının mülkleri­nin, iş ve tezgahlarının başında Allah ve Rasulünün teminatı altın­da rahat yaşayabilmeleri için serbest bırakılmışlardı.

Bu yahudilerin ekonomik durumu da çok iyi idi. Müslümanla­rın bir çoğu bunlardan borç para alırlardı. Müslümanlann Hay­ber'e hareket etmek üzere olduklarını duyunca bu yahudiler de kin beslemeye başladılar, ırkçılık damarları tuttu, az olmalarına ve son derece rahatlık içinde yaşamalarına, sahip oldukları mal ve servetleri müslümanlar sayesinde ancak kazanmış olmalarına rağmen nefretlerini açığa vurmaya başladılar.

Hayber yahudilerine, müslümanlann harekat hazırlığı içinde olduklarına dair haberler uçurdular. Bu arada Hayber yahudileri-nin çok güçlü olduklarını her fırsatta anlatarak müslümanlann moralini çökertmeye çalışıyorlardı. Bu sıkıntılı dönemde müslü­manlann zimmetinde bulunan alacaklarını da tahsil etmek için çok ısrar ediyor bu suretle onları olumsuz yönde etkilemeye çalı­şıyorlardı.

Tarihçi Vakıdî şu olayı naklediyor,

"Hayber harekatına katılacak askerlerden biri dedi ki:  .

Biz Hayber'e hareket etmek üzere hazırlanınca Medine'de müslümanlardan alacağını tahsil etmeyen hiç bir yahudi kalmadı. Sadece Ebu'ş-Şahm adında bir yahudinin veresiye sattığı bir mik­tar arpa bedeli olarak Abullah Bin Ebi Hadrad El-Eslemî'den beş dirhem alacağı kalmıştı. Gidip kendisinden istedi.

O da şöyle dedi:

"Bana biraz süre tanı. İnşaallah dönünce hakkını ödeyeceği­mi umuyorum. Allah Teala Elçisine Hayber'i ganimet olarak ih­san edeceğini vaad buyurmuştur." Bu Abdullah Bin Ebi Hadrad

Hudeybiye'ye de katılmıştı. Yahudi Ebu'ş-Şahm ise kendisine şu karşılığı vermişti:

- Siz Hayber'lileri bedevilere mi benzetiyorsunuz? Tevrat'a ye­min ederim ki orada onbin silahşor vardır.

Bunun üzerine Abdullah Bin Ebi Hadrad:

"Ey Allah düşmanı! Sen burada bizim himayemizde rahat ya­şarken bizi düşmanlarımızla mı korkutuyorsun? Bak seni şimdi Hz. Peygamber (sav)'in huzuruna çıkarırım!" diye O'nu azarla­dıktan sonra Rasuîullah (sav)'a götürdü ve:

"Ey Allah'ın Elçisi! bu yahudinin neler söylediğini duyuyor musun?" dedikten sonra Yahudi Ebu'ş-Şahm'ın söylediklerini nakletti. Hz. Peygamber (sav) herhangi bir şey söylemedi. Sadece dudaklarının kımıldadığını gördüm. Fakat neler söylediğini anla­yamadım.

Sonra yahudi, Hz. Peygamber (sav)'e hitaben:

"Ey Kasım'ın Babası! Bu adam bana zulmetti. Arpamı aldı, paramı vermiyor" deyince Hz. Peygamber (sav):

"Ver hakkını!" demekle yetindi. Ebu Hadrad sonrasını şöyle anlatıyor:

Çünkü bu bedevilerin amacı, ne Allah yolunda cihad etmek, ne Hz. Peygamberle beraber bulunmak, ne de Allah düşmanlarıy­la savaşmaktı. Bunların yegane maksadı savaş ganimetlerinden is­tifade etmekti.

Şimdi de îslam ordusunun Hayber'e hareket etmesinden ön­ce Medine'deki duruma bir göz atalım:

Bir kere münafıklar, müslümanların Hayber üzerine yürüme­lerinden dolayı büyük bir üzüntü içindeydiler. Biliyorlardı ki bu hadise ile oradaki yahudilerin sonu gelecektir. Dolayısıyla kendile­rinin de tüm dayanaklarının sona ereceğini biliyorlardı.

Bu sebeple, münafıkların başı Abdullah Bin Übey Hayber ya-hudilerine, müslümanların hareket ettiğine dair haber yollayarak direnip dayanmaları için onları cesaretlendirdi. O sıralarda, mün­ferit aileler ve çok küçük topluluklar olarak Medine'nin içinde de bazı yahudi unsurlar henüz vardı. Bunlar Benî Kurayza Kabilesi­nin komplolarına katılmamışlardı. Bu bakımdan da müslümanlar bunlara dokunmamış, bilakis muhitlerinde, mallarının mülkleri­nin, iş ve tezgahlarının başında Allah ve Rasulünün teminatı altın­da rahat yaşayabilmeleri için serbest bırakılmışlardı.

Bu yahudilerin ekonomik durumu da çok iyi idi. Müslümanla­rın bir çoğu bunlardan borç para alırlardı. Müslümanların Hay­ber'e hareket etmek üzere olduklarını duyunca bu yahudiler de kin beslemeye başladılar, ırkçılık damarları tuttu, az olmalarına ve son derece rahatlık içinde yaşamalarına, sahip oldukları mal ve servetleri müslümanlar sayesinde ancak kazanmış olmalarına rağmen nefretlerini açığa vurmaya başladılar.

Hayber yahudilerine, müslümanların harekat hazırlığı içinde olduklarına dair haberler uçurdular. Bu arada Hayber yahudileri-nin çok güçlü olduklarını her fırsatta anlatarak müslümanların moralini çökertmeye çalışıyorlardı. Bu sıkıntılı dönemde müslü­manların zimmetinde bulunan alacaklarını da tahsil etmek için çok ısrar ediyor bu suretle onları olumsuz yönde etkilemeye çalı­şıyorlardı.

Tarihçi Vakıdî şu olayı naklediyor, "Hayber harekatına katılacak askerlerden biri dedi ki: Biz Hayber'e hareket etmek üzere hazırlanınca Medine'de müslümanlardan alacağını tahsil etmeyen hiç bir yahudi kalmadı. Sadece Ebu'ş-Şahm adında bir yahudinin veresiye sattığı bir mik­tar arpa bedeli olarak Abullah Bin Ebi Hadrad El-Eslemî'den beş dirhem alacağı kalmıştı. Gidip kendisinden istedi.

O da şöyle dedi:

"Bana biraz süre tanı. İnşaallah dönünce hakkını ödeyeceği­mi umuyorum. Allah Teala Elçisine Hayber'i ganimet olarak ih­san edeceğini vaad buyurmuştur." Bu Abdullah Bin Ebi Hadrad

Hudeybiye'ye de katılmıştı. Yahudi Ebu'ş-Şahm ise kendisine şu karşılığı vermişti:

- Siz Hayber'lileri bedevilere mi benzetiyorsunuz? Tevrat'a ye­min ederim ki orada onbin silahşor vardır. Bunun üzerine Abdullah Bin Ebi Hadrad: "Ey Allah düşmanı! Sen burada bizim himayemizde rahat ya­şarken bizi düşmanlarımızla mı korkutuyorsun? Bak seni şimdi Hz. Peygamber (sav)'in huzuruna çıkarırım!" diye O'nu azarla­dıktan sonra Rasulullah (sav)'a götürdü ve:

"Ey Allah'ın Elçisi! bu yahudinin neler söylediğini duyuyor musun?" dedikten sonra Yahudi Ebu'ş-Şahm'ın söylediklerini nakletti. Hz. Peygamber (sav) herhangi bir şey söylemedi. Sadece dudaklarının kımıldadığını gördüm. Fakat neler söylediğini anla­yamadım.

Sonra yahudi, Hz. Peygamber (sav)'e hitaben: "Ey Kasım'ın Babası! Bu adam bana zulmetti. Arpamı aldı, paramı vermiyor" deyince Hz. Peygamber (sav):

"Ver hakkını!" demekle yetindi. Ebu Hadrad sonrasını şöyle anlatıyor:

"Gittim. İki elbisemden birini üç dirhem karşılığında sattım. Geriye kalanı da borçlanıp kendisine alacağını ödedim. Öbür elbi­semi giydim. Başımda bir sarık vardı. Soğuk havada onunla örtü­nerek ısınmaya çalıştım. Sonra Seleme Bin Eşlem de diğer müslü-manlarla beraber, kendisi bir, diğerleri de bana iki elbise daha ver­diler. Sonra Allah (cc) bana hayırlı ihsanlarda bulundu. Hayber sa­vaşı sırasında bir kadını ganimet aldım. Bu kadınla, zamanında kendisine borçlandığım yahudi Ebu'ş-Şahm arasında akrabalık bağı vardı. Gittim, kadını O'na para karşılığında sattım.

Nihayet hazırlıklar bitti ve İslam ordusu Hayber'e doğru hare­ket etmeye başladı. Ordu binbeşyüz savaşçıdan ibaretti. Bunlar­dan yüz kişi süvari idi. Diğer cepheler de sağlama alınmıştı. Çün­kü Kureyşlüerle barış antlaşması yapılmıştı. Bedevi kabilelerine gelince bunlar da bir süre önce kendilerine karşı müslümanlar ta­rafından girişilmiş olan askeri hareketler, savaşlar ve cezalandır­ma operasyonları neticesinde zayıf düşmüş bulundukları için Me­dine'yi basacak halleri kalmamıştı. Medine içinde bulunan yahu-dilerse bir avuç dağınık kimselerden ibaretti. Bunlar hesaba katıl­maya bile değmezdi. Dolayısıyla -daha önce de zikrettiğimiz gibi-Medine içinde müslümanlara karşı çıkabilecek hiç bir kuvvet oda­ğı kalmamıştı.

Bu sebeptendir ki Hz. Peygamber (sav) Hayber üzerine yürü­yeceğini önceden açıkladı ve önceki seferlerinde yaptığının tam aksine bu kez maksadını gizlemedi.

Medine'deki hazırlıkların haberleri Hayber'e de ulaştı. Bunun üzerine yahudiler de hazırlıklara giriştiler. Kalelerine, müstahkem yerlerine girdiler. Ön cephelerde bulunan kalelerden kadın ve ço­cukları tahliye ettiler, onları arka cephelerde bulunan ve içinde yi­yecek malzeme ve silah stoku yaptıkları kalelere yerleştirdiler.

Nasıl savaşacakları meselesine gelince, bu konuda çeşitli fikir­ler ortaya attılar. Kimileri adetleri üzere kalelere girerek, içeriden savunma sistemiyle çarpışmayı uygun gördüler. Taki müslüman­lar kuşatmadan bıkıp başarısız çekilinceye kadar. Bazıları açık sa­hada çarpışmayı, ancak gerektiğinde kalelere çekilmesini öngör­düler.

Bir diğer kısmı ise müslümanlar henüz hareket etmeden Medi­ne'ye saldırmayı bu sırada da Fedek, Teyma ve Vadi'1-kura'da bulu­nan yahudilerle bedevi Arap kabilelerinden yardım istemeyi uygun buldular. Çünkü müslümanlar bunların hepsi için ortak düşmandı. Fakat bu tartışmaların sonunda kaleler içinden savunma sistemiyle savaşma teklifi ağır bastı. Yahudilerin imdat istekleri de kabul gör­dü. Büyük Gatafan Kabilesinin Fezara ve Esedoğulları oymakların­dan Uyeyne Bin Hısn ve Talha Bin Huvaylid EI-Esedi komutasında en az bin kişilik bir savaşçı birliği yahudilerin imdadına geldi. Aynı zamanda bu kabileler, ihtiyaç halinde takviye olarak arkadan gel­mek üzere onbin kişilik bir yedek ordunun hazırlanmış olduğu ve derhal getirileceği vaadinde bulunmuşlardı.

Hayber'e gelen ilk imdat kuvvetleri yahudilerle birlikte kalele­re girdiler. Kalelerin içinde bulunan savaşçıların sayısı onbirbin ki­şiydi. Ancak bazı bedevi kabileleri Hayber yahudilerine imdat göndermeyi reddetmişlerdi. Ahzab Savaşı (Hendek Kuşatması) sı­rasında birleşik kuvvetlere katılan kabilelerden Murraoğullan işte bu red cevabı verenler arasındaydı. Bu kez onlara katılmayı redde­diyorlardı.

Bunlar bizzat yahudilerden edindikleri istihbarata dayanarak onların yenileceklerini bildikleri için hatta diğer bedevi kabileleri­nin de aldanmamaları konusunda caydırıcı nasihatte bulunmuş­lardı. Fakat öğüt bunlara kâr etmedi, müttefikleri olan yahudilerin yanında yer almakta ısrar ettiler. Hz. Peygamber (sav) de Medi­ne'den hareket ettikten sonra ordusunun arkadan çevirilebileceği endişesiyle bedevilerin yahudilere destek olmamaları için çok ça­ba sarfetti. Kabile reislerine elçiler göndererek onları sakındırma-ya çalıştı. Fakat faydası olmadı.

İslam ordusu nihayet Hayber'e hareket etti. Ordunun önünde Hz. Peygamber (sav) 'in özel koruma polislerinin şeflerinden Ubad Bin Büşr komutasında bir istihbarat birliği vardı. Düşman güçler tarafından kurulmuş muhtemel pusu ve tuzakları ortaya çıkar­mak, İslam ordusu hakkında askeri bilgiler toplamakta bulunabi­lecek casusları, bu bilgileri yahudilere yetiştirmeden yakalamak üzere faaliyet icra ediyor. İslam ordusu kuzey yönüne hareket ettiği sırada dörtbin savaşçıdan oluşan bedevi kuvvetler de orduyu ar­kadan önce izlemeye başladılar. Fakat müslümanlarm geride ye­dek güçler bırakmış olabileceği, bunların, kabilelerini basarak er­keklerin yokluğundan istifadeyle kadın ve çocukları esir alıp mal­larını ve hayvanlarını da götüreceklerinden korkup tekrar geri çe­kildiler.

Belki bazı kimseler Hz. Peygamber (sav)'in onbirbin kişilik düşman gücüne karşılık binbeşyüz kişilik bir güçle nasıl başa çık­mayı göze aldığını ve ordusunu bu tehlikeli duruma neye dayana­rak soktuğunu merak ederler. Üstelik düşman güçler koruyucu ka­leler içindeydiler. İçeride bol miktarda yiyecek stoklan vardı. Bü­tün bunların ötesinde ve işin en tehlikeli yönü arkalarında dörtbin kişiden oluşan bedevi savaşçılardan ibaret, düşmanın imdat güç­leri vardı ki bu ordu, İslam silahlı güçlerini, arkadan hücum ede­rek iki kuvvet arasında sıkıştırabilirdi.

Çünkü bu takviye güçlerin en azı bile İslam ordusunun bir ka­tından da fazla idi. En çoğu ise İslam ordusunun altı katıydı! Bü­tün bunlara ilaveten îslam ordusu, stratejik ve askeri özeliklerini bilmedikleri düşmana ait topraklar üzerinde savaşacaklardı. Ger­çeğe bakılacak olursa müslümanlarm ilk dönemlerde giriştikleri bütün savaşlar ve operasyonlar askeri takvim ve ölçülere uyma-mamaktadır. Askeri hesaplarla bütün bunlar baştan kaybedilmiş sayılır. Fakat tatbikatta hepsi başarıya ulaşmış, şanlı zaferlerle ne­ticelenmiştir.

Hatta şöyle diyebiliriz:

Aslında bunlar düşmanla gözükara birer hesaplaşma savaşıydı. Başarının sırrı ise müslümanlarm sahip oldukları yüksek iman ve maneviyatta saklıydı. Onların er veya geç zafere ulaşacaklarına dair Allah'a olan iman ve güvenleri, başarılarının birinci sebebiydi.

İkinci sebep ise cesaretleri, sırf zafere ulaşmak ya da şehid ol­mak maksadıyla her şeyi göze alarak savaşın tehlikelerini göğüsle-yip düşmanlarına karşı kahramanca savaşmalarıydı. Sonra, onlar tüm dünya gailelerinden sıyrılmış, sadece Allah yolunda ve ilahi nizamın yeryüzünde hakim olması arzu ve maksadıyla mücadeleyi düşünüyorlardı. Ayrıca komutanın askeri dehası düşmanın yü­reğine sinmiş olan korku ve elinden malı mülkü gidecek diye içine düştüğü panik, bu zaferlerin birer sebebidir.

İşte Hayber de bu savaşlardan biriydi.

Hz. Peygamber (sav), ordusunun başında Hayber dolaylarına ulaştı. Bir gece civarda konakladıktan sonra, sabahleyin Hayber'e doğru hareket etti. Adeti olduğu üzere düşmana gece saldırmazdı. Önce Hz. Ali'yi göndererek Islama girmelerini teklif eti. Kabul et­mediler. Bunun üzerine îslam ordusu hücuma başladı.

Hayber iki semte ayrılıyordu: Birinci semt, birinci savunma hattını temsil ediyordu, içinde beş kale vardı. Bunlardan üçü Na­ta, ikisi ise Şak adını taşıyan mevkilerde bulunuyorlardı, ikinci semt ise ikinci savunma hattını oluşturuyordu. Burada da üç kale vardı.

islam ordusu önce Hayber'in kuzey yönünden hücuma geçti. Bundan maksat yahudilerin bu taraftan kaçmalarını ve gidip Tey-ma, Vadi'1-Kura, Fedek ve Şam topraklarında bulunan diğer yahu-di soydaşlarına ulaşmalarını önlemekti. Hücum, kuzeyden Nata Mevkiine doğru yönlendirildi. Yahudiler çok şiddetli bir direniş gösterdiler.

Hatta bazan kalelerin kapılarını bile açarak îslam savaşçıları­nın üzerine yürüdüler. Püskürtülen müslüman güçler yeniden hü­cuma geçince tekrar kaleye dönüp kapıları sürgülüyorlardı. O sıra­larda burçlardan attıkları oklarla önemli sayıda müslüman asker­ler isabet aldı. Müslümanlar bulundukları mevkiin uygun olmadı­ğını gördüler, çünkü ok menzili içinde bulunuyor, tehlikeye maruz kalıyorlardı. Bulundukları saha açık ve korumasızdı. Kaleler ise mevki itibariyle yüksek ve İslam ordugahına hakim duruydaydı. Üstelik müslümanlarm ordugahı hurma ağaçlarıyla dolu bir saha­daydı. Bu yüzden birinci günlerim çarpışma ile geçiren müslü-manlar, ancak gece karanlığından istifade ederek kampın yerini değiştirdiler. Yahudilerden Nata Mevkiinde, özellikle Naim adını taşıyan en öndeki kalede müdhiş bir direniş gösterdiler. Öyle ki bu kale ancak, kale komutanı Marhab ve iki kardeşi Haris Ebu Zeyneb ile Yasir öldürülünce fethedilebildi. Ondan sonra Hz. Ali ko­mutasındaki muharip güçler kaleye girdiler.

Ondan sonra da müslümanlar Nata mevkiinde bulunan ikinci kaleye Hubbab Bin Münzir Komutasında hücum ettiler. Şiddetli çarpışmalardan sonra o da ele geçirildi. Bu çarpışmalar esnasında yahudiler birkaç defa kale dışına çıkarak müslümanların üzerine hücum ettiler. Selam Bin Müşkim adındaki tanınmış yahudi bu kalede Öldürüldü. Bu sebeple müslümanlar büyük miktarda gani­metler ele geçirdiler. Bu ganimetler o sırada çok işe yaradı ve on­ların içinde bulunduğu sıkıntıyı rahatlattı. Buna ilaveten adamın uhdesinde bulunan bol miktarda silah da ele geçirdiler.

Üçüncü kaleye gelince epey direndi. Ancak müslümanlar bir yahudiden aldıkları istihbarata dayanarak kaleye giden su kanalla­rını bulup kestiler. Bu sebeple yahudiler kaleden çıkmak zorunda kaldılar ve büyük bir sebatla çarpıştılar. Fakat sonunda yenik düş­tüler ve nihayet müslümanlar bu kaleyi de ele geçirdiler. Böylece Nata mevkiinin tamamı alınmış oldu.

Dehşetli çarpışmalardan sonra müslümanlar Şak Mevkiindeki kaleleri de ele geçirip içindeki kadın ve çocukları esir aldılar. Bu kadınlar arasında yahudi liderlerinden Hay Bin Ahtab'm kızı Sa-fiyye de vardı. Yine tanınmış yahudilerden Kinane Bin Ebi'l-Ha-kiyk'ın karısıydı. Hz. Peygamber (sav), hürriyetini bağışladıktan sonra onunla evlendi.

Bundan sonra müslüman savaşçılar Hayber'in ikinci semtine intikal ettiler. Buradaki birinci kaleyi ele geçirdiler. Bu durumu gö­ren yahudüerin morali çöktü ve hemen teslim olup bütün kalele­rini derhal tahliye edeceklerine içinde ne var ne yok hepsini müs-lümanlara teslim ettikten sonra Şam topraklarına göçeceklerine, silah hariç, taşıyabilecekleri kadar mallarını götüreceklerine dair Hz. Peygamber'le mutabakata vardılar. Gizlemiş bulundukları menkul servetlerini müslümanlara teslim edeceklerine söz vere­rek memleketleri her ne kadar zorla fethedilmiş ise de kadınları­nın esir alınmamasını şart koştular.

Hz. Peygamber (sav), bu pazarlıkta onlara karşı yumuşak davrandı sonra da her iki tarafın mutabakatıyla, Hayber ürününün belli bir kısmını vergi olarak vermelerine karşılık yerlerinde kala­bileceklerine dair Hz. Peygamber izin verdi. Bu suretle mahsulün yarısından ancak istifade edebileceklerdi. Müslümanlar istedikle­ri zaman onları Hayber'den çıkarabileceklerdi.

Barış görüşmeleri sonuçlandıktan sonra Yahudi Selam Bin Müşkim'in karısı Zeynep Hz. Peygamber (sav) 'e bir koyun keserek ikram etti. Rasulullah (sav), ilk lokmayı alır almaz ete zehir kondu­ğunun derhal farkına vararak yemekten el çektiği gibi sofrada bu­lunan sahabilerini de hemen uyararak onları yemekten menetti. Ancak yiyenlerden bazıları zehirlenerek şehid oldular.

Hz. Peygamber (sav) bir miktar etkilenerek bu tesirle dört yıl sonra vefat etti. Zeyneb Hayber'in kuşatılması sırasında babası Haris, iki amcası Yasir ve Merhab ile kocası Selam Bin Müşkim'in öldürülmelerinden dolayı çok müteessir olmuş, onların öcünü al­mak üzere bu komployu tertip etmişti. Suçunu itiraf ettikten son­ra yargılanarak, zehirli etten ölen Buşr Bin El-Berra'mn katili sıfa­tıyla idam edildi. [1]

Hayber kuşatması sırasında onaltı şehid verildi. Yahudilerden öldürülenlerin sayısı ise doksanüç kişiydi. Bu savaşlar bittikten sonra Habeşistan'da bulunan müslüman muhacirlerden Ebutali-boğlu Cafer döndü. Hz. Peygamber (sav), O'nun dönüşüne çok se­vinmişti. [2]

 

Fedek Yerlileriyle Yapılan Barış

 

Hz. Peygamber (sav) Hayber üzerine yürüdüğü sırada Fedek'e bir elçi göndererek burada yerleşik bulunan yahudileri İslama da­vet etti. Hayber'deki savaşın sonucunu bekler gibi bir havaya gire­rek işi ağırdan aldılar. Hayber havadisleri onlara ulaşınca, üzerle­rine yürünmemesi kaydıyla mahsulün yarısını vergi olarak vermek

ve yerlerinde kalmak şartlarıyla, Hz. Peygamber (sav) ile anlaşma­ya vardılar. Döneminde Hz. Ömer, onları Hayber yahudileriyle bir­likte Şam dolaylarına sürünceye kadar burada kaldılar. [3]

 

Vadi'l Kura Yahudilerine Karşı Harekat

 

Yahudilerden bir kitle de Vadi'1-Kura denilen bir bölgede otu­ruyorlardı, onların da kendilerini savunabilecekleri kaleleri ve kü­çümsenemeyecek güçleri vardı.

Hz. Peygamber Hayber fethinden sonra bu kez onların üzeri­ne yürüdü. Henüz kendilerim Islama davet etmeden önce müslü-manlara karşı hücuma geçme teşebbüsünde bulundular. Acele edip savaş yapmak istediler. Mübareze (teke tek dövüş) usulüyle bir gün boyu çarpıştılar. Onlardan karşılaşmaya atılan savaşçıları­nın tümü öldürüldü.

İkinci gün ise müslümanlar toplu hücuma geçtiler. Bunun üzerine yahudiler teslim oldular ve ürünün yarısını vergi olarak vermeleri şartıyla yerlerinde kalabileceklerine dair iki taraf arasına barış akdedildi. Hepsine şamil olmak üzere genel af çıkarıldığı için kimseden ayrıca ganimet malı alınmadı. [4]

Hz. Peygamber (sav), belki de toprağın işlenmesi arzusuyla, Hayber, Fedek ve Vadi'il-Kura yahudileriyle de bu şekilde anlaşma yaptı. Yahudiler günün birinde buralardan çıkarıldıklarında bu bölgeler değerlendirilmemiş topraklar olarak devralınmaması için böyle davranmıştı. Çünkü Hz. Peygamber (sav), ilk müslümanla-rın toprakla meşgul olup îslam davasının, henüz ilk günlerinde sekteye uğrayabileceği endişesiyle bu tedbirleri alıyordu.[5]

 

Teyma Yahudileri

 

Medine'nin kuzey bölgesinde bulunan yahudilerin yaşadıkları bu olaylarla ilgili haberler Teyma yahudilerine ulaşınca Hz. Peygamber (sav)'e temsilci göndererek, Cizye vergisi1 [6] ödemek iste­diklerini, bunu kabul etmesini ve kendilerini de İslam devletinin vatandaşları olarak saymasını istediler. Hz. Peygamber bu teklifle­rini kabul ederek cizyelerini aldı Bu sebepledir ki Hz. Ömer kendi döneminde diğer yahudi topluluklarını Şam dolaylarına sürdüğü zaman bu Teyma yahudüerini Zimmi [7] olmaları itibariyle yerlerin­de bıraktı. [8]

Hayber'den Medine'ye dönüşünde, Fezara Kabilesi, Hz. Pey­gamber (sav)'in yolunu kesip İslam ordusunun getirdiği ganimet­lerden istifade etmek ve çapulculuk yapmak sevdasına kapıldılar. Fakat Hz. Peygamber (sav) onlara karşı koymak için, tedbir aldığı­nı gösterdi. Bu sebeple çapulcu bedevilerin maneviyatı çöktü içle­rine korku girdi ve gerisin geriye kaçıp gittiler.[9]

 

Hayber Fethinden Sonraki Gelişmeler

 

Müslümanlar Arap yarımadasında Hayber'in fethinden sonra en büyük siyasi güç haline geldiler. Fakat baskın ve yağmalara alış­mış olan göçebe Arap kabileleri bu gücü tamamen tanımak iste­miyorlardı.

Bilakis sayıca kalabalık olmaları onları yanıltıyordu, kendileri­ni bir şey zannediyorlardı. Bu sebeple bilhassa Hevazin, Ğatafan ve benzeri çok büyük kabileler müslümanlara karşı baskın düzen­lemeyi düşünüyorlardı. Bu durumu sezen Hz. Peygamber (sav), bu kabileleri dize getirmek için üzerlerine zaman zaman kuvvetler gönderdi. Bu cümleden olarak Hz. Ömer'i otuz kişilik bir müfreze başında Medine'den ikiyüz kilometreden daha uzak bir mesafede Turba mevkiinde bulunan Hevazin Kabilesi üzerine gönderdi. Bu müfreze, hepsi de İslama karşı olan bir çok puta tapar kabilenin diyarından geçerek topraklarını aşarak hedefine varacaktı!

İşte bu şartlar altında Hz. Ömer hiç korkmadan, hiç ürperme-den emrindeki müfreze ile nihayet Turba'ya ulaştı. Hevazin Kabi­lesi bunu duyunca kaçıp dağıldılar. Hz. Ömer, karşısında mukave­met eden kimseyi bulamayınca Medine'ye döndü. Bu harekat bir çeşit boy gösterisiydi. Hiç değilse müslümanların bir güç olduğu­nu ortaya koymak için yapıldı.'[10]

Bunu müteakip Hz. Peygamber (sav) Beşir Bin Saad'ı yine otuz kişilik bir süvari müfrezesinin başında, Fedek civarında yer­leşik bulunan Murraoğulları Kabilesi üzerine gönderdi. Ancak ne yazık ki bir tek erle müfreze komutanı hariç geriye kalanların hep­si bu kabilenin adamları tarafından şehid edildiler. Müfreze ko­mutanını çok yara aldığı ve perişan olduğu için ölmüş zannederek bırakmışlardı. Fakat kendi çabalarıyla Medine'ye dönebildi.[11]

Bundan sonra Hz. Ebu Bekir bir askeri birliğin başında, Necid bölgesinde bulunan Kilaboğulları üzerine yürüdü. Ganimetler al­dı. Kadınlarını esir etti. Adamları da bir süre kovaladıktan sonra Medine'ye döndü.

Sonra Galib Bin Abdullah El-Leysi yüzotuz kişilik bir savaşçı birliği başında Medine'nin doğusu istikametinde bir sefere çıktı. Bu çıkarma sırasında birçok başıboş bedevi unsurlarını ortadan kaldırmaya, deve ve küçük baş hayvan olarak ganimetler ele geçir­meye muvaffak oldu. Ancak bu akın sırasında eline düşen esir ol­madı. Bu harekat esnasında birliğin içinde bulunan genç Sahabi Usama Bin Zeyd, müşriklerin kampına girerken onlardan bir adamla yüzyüze geldi. Kılıcını çekip adamı tam vurmak üzereyken adı Mirdas Bin Nüheyk olan bu şahıs şahadet kelimesi getirip müslüman olduğunu ilan etti.

Buna rağmen Usama, bunu korkudan başvurulmuş bir spekü­lasyon kabul ederek onu öldürdü. Harekat sona erip askerler Me­dine'ye döndükten sonra olay Hz. Peygamber (sav)'e anlatıldı. Ra-sulullah (sav) Usama'yı huzuruna celbederek derin bir soruşturma icra etti. Usama:

"Mirdas sahiden değil, öldürülmekten korktuğu için şahadet kelimesi getirdi" diye gerekçesini ileri sürünce Hz. Peygamber Öf­kelenerek "O halde kalbini açıp baksaydm ya?!" diyerek O'nu azarladı.

Bundan sonra bir askeri hamle de vaktiyle Uyayna Bin Hosn tarafından müslümanlar aleyhinde kışkırtılarak bir araya getirilen kabileleri cezalandırmak için tertib edildi. Bu hamle Beşir Bin Sa-ad komutasında icra edildi. Akın sırasında düşmanlar yenilgiye uğratıldı, büyük miktarlarda hayvanlar ganimet alındı. Ayrıca iki kişi esir alındı. Ancak bunlar sonra müslüman oldular.[12]

 

Kaza Umresi

 

Hudeybiye barışı üzerinden bir yıl geçmiş, Hicretin yedinci yı­lının Zilkade ayma girilmişti. Hz. Peygamber (sav), bir önceki yıl yapamadığı ömre ziyaretini bu yıl, yanına ikibin müslüman da alarak yapmak azmini gösterdi. Müslümanlar, doğacak herhangi bir olağanüstü durum için yanlarına tekmil silahlarım ve Muham-med Bin Mesleme idaresinde ikiyüz adet de at alıp götürdüler.

Hz. Peygamber (sav)ıle beraberindeki müslümanlar (El-Fera') yoluyla gittikleri yani Zülhuleyfa güzergahından gitmedikleri için Medine'de camiin kapısında ihrama girdiler ve Mekke'ye hareket ettiler. Marru'z-Zahran mevkiine varınca Kureyşliler Hz. Peygam­ber'e bir adam göndererek O'na:

"Neden böyle silahlanıp milletinin üzerine geldin? Yoksa ver­diğin sözden cayıp onlara'hiyanet etmek mi istiyorsun? Halbuki ne küçüklüğünde ne de büyüdükten sonra senin, verdiğin sözde durmadığını hiç görmemiştik?" diye sorular sordu. Hz. Peygamber (sav) "Bu silahlarla onlara görünmeyeceğim" diye teminat verdi. Kureyş elçisi de gidip onlara olup biteni anlattı. Buun üzerine şeh­ri boşalttılar. Mekke'nin etrafındaki tepelere çıktılar. Hz. Peygamber de silahlan ve atları Harem-i Şerifin dışında bırakarak başına ikiyüz kişilik bir muhafız birliği dikip geriye kalan beraberindeki müslümanlarla birlikte Ka'be'ye gitti. Umrelerini yaptılar.

Bu sırada Bilal-i Habeşi Kabe damına çıkarak o güzel sesiyle bir ezan-ı Muhammedi okudu. Bu muhteşem ilahi neşideyi uzak­lardan dinleyen Kureyşliler ister istemez çok etkilendiler.

Sonra Hz. Peygamber (sav) umresini ikmal edenlerden ikiyüz kişi seçerek Marru'z-Zahran mevkiinde nöbette bulunan muhafız birliğinin de umre ibadetlerini yapabilmeleri için silahlan ve atla­rı korumak üzere gönderdi.

Üç gün Mekke'de kaldıktan sonra barış anlaşmasına uygun olarak ayrıldılar. Bu ziyaret sırasında müsiümanların gösterdiği ciddiyet ve disiplin, Mekke toplumu içinde bir çok kimse üzerinde unutulmaz etkiler uyandırdı.[13]

 



[1] Ibn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 2, s. 202-207

[2] lbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 4, s. 346

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/165-173.

[3] Ibn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 2, s. 207

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/173-174.

[4] Ibn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 4, s. 365-366

[5] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/174.

[6] Cizye: İslam devlet statüsüne sahip ülkede yaşayan gayrimüslim vatan­daştan alman vergidir

[7] Zimmi: İslam devletinin vatandaşı olan gayrimüslim. (Mütercim)

[8] İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 4, s. 366

[9] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/174-175.

[10] îbn-i Kesir, El-Bidaye tere., c. 4, s. 371

[11] tbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 4, s. 372

[12] lbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 2, s. 211; îbn-i Kesir, E!-Bidaye tere, c. 4, s.

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/175-177.

[13] lbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 2, s. 211-212

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/177-178.