Fedek Yerlileriyle Yapılan Barış
Vadi'l Kura Yahudilerine Karşı Harekat
Hayber Fethinden Sonraki Gelişmeler
Hz. Peygamber (sav), Zilka'de ayının sonlarında Hudeybi-ye'den döndü. Medine'de ancak birbuçuk ay kadar oturabildi. Sonra, sahabilerine, Hayber'e yürümek üzere hazırlanmalarını emretti. Rasulullah (sav), bu seferki teşebbüsünü hiç gizlemedi.
Hayber'liler çeşitli güçleri bir araya getirip Hendek kuşatmasını hazırlayarak Medine'ye karşı organize ettikleri saldırı ve kışkırtıcılık faaliyetlerinden sonra, Hz. Peygamber (sav) 'in uygun bir fırsat doğduğu zaman üzerlerine yürüyeceğinden hiç şüphe etmiyorlardı.
Bu hazırlık sırasında Bedevi kabileler de Hz. Peygamber (sav)'le birlikte savaşa katılmak istiyorlardı. Halbuki Hudeybiye günü geri durmuş, çekimser kalmışlardı. Onlar zannediyorlardı ki: Ne O, ne de müslümanlar, asla evlerine dönmeyeceklerdir. İş ve güçlerinin, aile ve çoluk çocuklarının kendilerini meşgul ettiğini o gün mazeret olarak ileri sürmüş, harekata katılmaktan kurnazca kaçınmışlardı. Ancak müslümanlarm Hudeybiye'den zaferle döndüklerini, bu kez de Hayber'e gitmek üzere olduklarını görünce bu harekata katılma eğilimini gösterdiler. Bu savaşta birçok ganimetler ele geçireceklerine kesin gözüyle bakıyorlardı. Fakat Hz. Peygamber (sav), Hudeybiye'ye gidenlerden başkalarını beraber götürmeyi reddetti.
Çünkü bu bedevilerin amacı, ne Allah yolunda cihad etmek, ne Hz. Peygamber'le beraber bulunmak, ne de Allah düşmanlarıyla savaşmaktı. Bunların yegane maksadı savaş ganimetlerinden istifade etmekti.
Şimdi de İslam ordusunun Hayber'e hareket etmesinden önce Medine'deki duruma bir göz atalım:
Bir kere münafıklar, müslümanlann Hayber üzerine yürümelerinden dolayı büyük bir üzüntü içindeydiler. Biliyorlardı ki bu hadise ile oradaki yahudilerin sonu gelecektir. Dolayısıyla kendilerinin de tüm dayanaklarının sona ereceğini biliyorlardı.
Bu sebeple, münafıkların başı Abdullah Bin Übey Hayber ya-hudilerine, müslümanlann hareket ettiğine dair haber yollayarak direnip dayanmaları için onları cesaretlendirdi. O sıralarda, münferit aileler ve çok küçük topluluklar olarak Medine'nin içinde de bazı yahudi unsurlar henüz vardı. Bunlar Benî Kurayza Kabilesinin komplolarına katılmamışlardı. Bu bakımdan da müslümanlar bunlara dokunmamış, bilakis muhitlerinde, mallarının mülklerinin, iş ve tezgahlarının başında Allah ve Rasulünün teminatı altında rahat yaşayabilmeleri için serbest bırakılmışlardı.
Bu yahudilerin ekonomik durumu da çok iyi idi. Müslümanların bir çoğu bunlardan borç para alırlardı. Müslümanlann Hayber'e hareket etmek üzere olduklarını duyunca bu yahudiler de kin beslemeye başladılar, ırkçılık damarları tuttu, az olmalarına ve son derece rahatlık içinde yaşamalarına, sahip oldukları mal ve servetleri müslümanlar sayesinde ancak kazanmış olmalarına rağmen nefretlerini açığa vurmaya başladılar.
Hayber yahudilerine, müslümanlann harekat hazırlığı içinde olduklarına dair haberler uçurdular. Bu arada Hayber yahudileri-nin çok güçlü olduklarını her fırsatta anlatarak müslümanlann moralini çökertmeye çalışıyorlardı. Bu sıkıntılı dönemde müslümanlann zimmetinde bulunan alacaklarını da tahsil etmek için çok ısrar ediyor bu suretle onları olumsuz yönde etkilemeye çalışıyorlardı.
Tarihçi Vakıdî şu olayı naklediyor,
"Hayber harekatına katılacak askerlerden biri dedi ki: .
Biz Hayber'e hareket etmek üzere hazırlanınca Medine'de müslümanlardan alacağını tahsil etmeyen hiç bir yahudi kalmadı. Sadece Ebu'ş-Şahm adında bir yahudinin veresiye sattığı bir miktar arpa bedeli olarak Abullah Bin Ebi Hadrad El-Eslemî'den beş dirhem alacağı kalmıştı. Gidip kendisinden istedi.
O da şöyle dedi:
"Bana biraz süre tanı. İnşaallah dönünce hakkını ödeyeceğimi umuyorum. Allah Teala Elçisine Hayber'i ganimet olarak ihsan edeceğini vaad buyurmuştur." Bu Abdullah Bin Ebi Hadrad
Hudeybiye'ye de katılmıştı. Yahudi Ebu'ş-Şahm ise kendisine şu karşılığı vermişti:
- Siz Hayber'lileri bedevilere mi benzetiyorsunuz? Tevrat'a yemin ederim ki orada onbin silahşor vardır.
Bunun üzerine Abdullah Bin Ebi Hadrad:
"Ey Allah düşmanı! Sen burada bizim himayemizde rahat yaşarken bizi düşmanlarımızla mı korkutuyorsun? Bak seni şimdi Hz. Peygamber (sav)'in huzuruna çıkarırım!" diye O'nu azarladıktan sonra Rasuîullah (sav)'a götürdü ve:
"Ey Allah'ın Elçisi! bu yahudinin neler söylediğini duyuyor musun?" dedikten sonra Yahudi Ebu'ş-Şahm'ın söylediklerini nakletti. Hz. Peygamber (sav) herhangi bir şey söylemedi. Sadece dudaklarının kımıldadığını gördüm. Fakat neler söylediğini anlayamadım.
Sonra yahudi, Hz. Peygamber (sav)'e hitaben:
"Ey Kasım'ın Babası! Bu adam bana zulmetti. Arpamı aldı, paramı vermiyor" deyince Hz. Peygamber (sav):
"Ver hakkını!" demekle yetindi. Ebu Hadrad sonrasını şöyle anlatıyor:
Çünkü bu bedevilerin amacı, ne Allah yolunda cihad etmek, ne Hz. Peygamberle beraber bulunmak, ne de Allah düşmanlarıyla savaşmaktı. Bunların yegane maksadı savaş ganimetlerinden istifade etmekti.
Şimdi de îslam ordusunun Hayber'e hareket etmesinden önce Medine'deki duruma bir göz atalım:
Bir kere münafıklar, müslümanların Hayber üzerine yürümelerinden dolayı büyük bir üzüntü içindeydiler. Biliyorlardı ki bu hadise ile oradaki yahudilerin sonu gelecektir. Dolayısıyla kendilerinin de tüm dayanaklarının sona ereceğini biliyorlardı.
Bu sebeple, münafıkların başı Abdullah Bin Übey Hayber ya-hudilerine, müslümanların hareket ettiğine dair haber yollayarak direnip dayanmaları için onları cesaretlendirdi. O sıralarda, münferit aileler ve çok küçük topluluklar olarak Medine'nin içinde de bazı yahudi unsurlar henüz vardı. Bunlar Benî Kurayza Kabilesinin komplolarına katılmamışlardı. Bu bakımdan da müslümanlar bunlara dokunmamış, bilakis muhitlerinde, mallarının mülklerinin, iş ve tezgahlarının başında Allah ve Rasulünün teminatı altında rahat yaşayabilmeleri için serbest bırakılmışlardı.
Bu yahudilerin ekonomik durumu da çok iyi idi. Müslümanların bir çoğu bunlardan borç para alırlardı. Müslümanların Hayber'e hareket etmek üzere olduklarını duyunca bu yahudiler de kin beslemeye başladılar, ırkçılık damarları tuttu, az olmalarına ve son derece rahatlık içinde yaşamalarına, sahip oldukları mal ve servetleri müslümanlar sayesinde ancak kazanmış olmalarına rağmen nefretlerini açığa vurmaya başladılar.
Hayber yahudilerine, müslümanların harekat hazırlığı içinde olduklarına dair haberler uçurdular. Bu arada Hayber yahudileri-nin çok güçlü olduklarını her fırsatta anlatarak müslümanların moralini çökertmeye çalışıyorlardı. Bu sıkıntılı dönemde müslümanların zimmetinde bulunan alacaklarını da tahsil etmek için çok ısrar ediyor bu suretle onları olumsuz yönde etkilemeye çalışıyorlardı.
Tarihçi Vakıdî şu olayı naklediyor, "Hayber harekatına katılacak askerlerden biri dedi ki: Biz Hayber'e hareket etmek üzere hazırlanınca Medine'de müslümanlardan alacağını tahsil etmeyen hiç bir yahudi kalmadı. Sadece Ebu'ş-Şahm adında bir yahudinin veresiye sattığı bir miktar arpa bedeli olarak Abullah Bin Ebi Hadrad El-Eslemî'den beş dirhem alacağı kalmıştı. Gidip kendisinden istedi.
O da şöyle dedi:
"Bana biraz süre tanı. İnşaallah dönünce hakkını ödeyeceğimi umuyorum. Allah Teala Elçisine Hayber'i ganimet olarak ihsan edeceğini vaad buyurmuştur." Bu Abdullah Bin Ebi Hadrad
Hudeybiye'ye de katılmıştı. Yahudi Ebu'ş-Şahm ise kendisine şu karşılığı vermişti:
- Siz Hayber'lileri bedevilere mi benzetiyorsunuz? Tevrat'a yemin ederim ki orada onbin silahşor vardır. Bunun üzerine Abdullah Bin Ebi Hadrad: "Ey Allah düşmanı! Sen burada bizim himayemizde rahat yaşarken bizi düşmanlarımızla mı korkutuyorsun? Bak seni şimdi Hz. Peygamber (sav)'in huzuruna çıkarırım!" diye O'nu azarladıktan sonra Rasulullah (sav)'a götürdü ve:
"Ey Allah'ın Elçisi! bu yahudinin neler söylediğini duyuyor musun?" dedikten sonra Yahudi Ebu'ş-Şahm'ın söylediklerini nakletti. Hz. Peygamber (sav) herhangi bir şey söylemedi. Sadece dudaklarının kımıldadığını gördüm. Fakat neler söylediğini anlayamadım.
Sonra yahudi, Hz. Peygamber (sav)'e hitaben: "Ey Kasım'ın Babası! Bu adam bana zulmetti. Arpamı aldı, paramı vermiyor" deyince Hz. Peygamber (sav):
"Ver hakkını!" demekle yetindi. Ebu Hadrad sonrasını şöyle anlatıyor:
"Gittim. İki elbisemden birini üç dirhem karşılığında sattım. Geriye kalanı da borçlanıp kendisine alacağını ödedim. Öbür elbisemi giydim. Başımda bir sarık vardı. Soğuk havada onunla örtünerek ısınmaya çalıştım. Sonra Seleme Bin Eşlem de diğer müslü-manlarla beraber, kendisi bir, diğerleri de bana iki elbise daha verdiler. Sonra Allah (cc) bana hayırlı ihsanlarda bulundu. Hayber savaşı sırasında bir kadını ganimet aldım. Bu kadınla, zamanında kendisine borçlandığım yahudi Ebu'ş-Şahm arasında akrabalık bağı vardı. Gittim, kadını O'na para karşılığında sattım.
Nihayet hazırlıklar bitti ve İslam ordusu Hayber'e doğru hareket etmeye başladı. Ordu binbeşyüz savaşçıdan ibaretti. Bunlardan yüz kişi süvari idi. Diğer cepheler de sağlama alınmıştı. Çünkü Kureyşlüerle barış antlaşması yapılmıştı. Bedevi kabilelerine gelince bunlar da bir süre önce kendilerine karşı müslümanlar tarafından girişilmiş olan askeri hareketler, savaşlar ve cezalandırma operasyonları neticesinde zayıf düşmüş bulundukları için Medine'yi basacak halleri kalmamıştı. Medine içinde bulunan yahu-dilerse bir avuç dağınık kimselerden ibaretti. Bunlar hesaba katılmaya bile değmezdi. Dolayısıyla -daha önce de zikrettiğimiz gibi-Medine içinde müslümanlara karşı çıkabilecek hiç bir kuvvet odağı kalmamıştı.
Bu sebeptendir ki Hz. Peygamber (sav) Hayber üzerine yürüyeceğini önceden açıkladı ve önceki seferlerinde yaptığının tam aksine bu kez maksadını gizlemedi.
Medine'deki hazırlıkların haberleri Hayber'e de ulaştı. Bunun üzerine yahudiler de hazırlıklara giriştiler. Kalelerine, müstahkem yerlerine girdiler. Ön cephelerde bulunan kalelerden kadın ve çocukları tahliye ettiler, onları arka cephelerde bulunan ve içinde yiyecek malzeme ve silah stoku yaptıkları kalelere yerleştirdiler.
Nasıl savaşacakları meselesine gelince, bu konuda çeşitli fikirler ortaya attılar. Kimileri adetleri üzere kalelere girerek, içeriden savunma sistemiyle çarpışmayı uygun gördüler. Taki müslümanlar kuşatmadan bıkıp başarısız çekilinceye kadar. Bazıları açık sahada çarpışmayı, ancak gerektiğinde kalelere çekilmesini öngördüler.
Bir diğer kısmı ise müslümanlar henüz hareket etmeden Medine'ye saldırmayı bu sırada da Fedek, Teyma ve Vadi'1-kura'da bulunan yahudilerle bedevi Arap kabilelerinden yardım istemeyi uygun buldular. Çünkü müslümanlar bunların hepsi için ortak düşmandı. Fakat bu tartışmaların sonunda kaleler içinden savunma sistemiyle savaşma teklifi ağır bastı. Yahudilerin imdat istekleri de kabul gördü. Büyük Gatafan Kabilesinin Fezara ve Esedoğulları oymaklarından Uyeyne Bin Hısn ve Talha Bin Huvaylid EI-Esedi komutasında en az bin kişilik bir savaşçı birliği yahudilerin imdadına geldi. Aynı zamanda bu kabileler, ihtiyaç halinde takviye olarak arkadan gelmek üzere onbin kişilik bir yedek ordunun hazırlanmış olduğu ve derhal getirileceği vaadinde bulunmuşlardı.
Hayber'e gelen ilk imdat kuvvetleri yahudilerle birlikte kalelere girdiler. Kalelerin içinde bulunan savaşçıların sayısı onbirbin kişiydi. Ancak bazı bedevi kabileleri Hayber yahudilerine imdat göndermeyi reddetmişlerdi. Ahzab Savaşı (Hendek Kuşatması) sırasında birleşik kuvvetlere katılan kabilelerden Murraoğullan işte bu red cevabı verenler arasındaydı. Bu kez onlara katılmayı reddediyorlardı.
Bunlar bizzat yahudilerden edindikleri istihbarata dayanarak onların yenileceklerini bildikleri için hatta diğer bedevi kabilelerinin de aldanmamaları konusunda caydırıcı nasihatte bulunmuşlardı. Fakat öğüt bunlara kâr etmedi, müttefikleri olan yahudilerin yanında yer almakta ısrar ettiler. Hz. Peygamber (sav) de Medine'den hareket ettikten sonra ordusunun arkadan çevirilebileceği endişesiyle bedevilerin yahudilere destek olmamaları için çok çaba sarfetti. Kabile reislerine elçiler göndererek onları sakındırma-ya çalıştı. Fakat faydası olmadı.
İslam ordusu nihayet Hayber'e hareket etti. Ordunun önünde Hz. Peygamber (sav) 'in özel koruma polislerinin şeflerinden Ubad Bin Büşr komutasında bir istihbarat birliği vardı. Düşman güçler tarafından kurulmuş muhtemel pusu ve tuzakları ortaya çıkarmak, İslam ordusu hakkında askeri bilgiler toplamakta bulunabilecek casusları, bu bilgileri yahudilere yetiştirmeden yakalamak üzere faaliyet icra ediyor. İslam ordusu kuzey yönüne hareket ettiği sırada dörtbin savaşçıdan oluşan bedevi kuvvetler de orduyu arkadan önce izlemeye başladılar. Fakat müslümanlarm geride yedek güçler bırakmış olabileceği, bunların, kabilelerini basarak erkeklerin yokluğundan istifadeyle kadın ve çocukları esir alıp mallarını ve hayvanlarını da götüreceklerinden korkup tekrar geri çekildiler.
Belki bazı kimseler Hz. Peygamber (sav)'in onbirbin kişilik düşman gücüne karşılık binbeşyüz kişilik bir güçle nasıl başa çıkmayı göze aldığını ve ordusunu bu tehlikeli duruma neye dayanarak soktuğunu merak ederler. Üstelik düşman güçler koruyucu kaleler içindeydiler. İçeride bol miktarda yiyecek stoklan vardı. Bütün bunların ötesinde ve işin en tehlikeli yönü arkalarında dörtbin kişiden oluşan bedevi savaşçılardan ibaret, düşmanın imdat güçleri vardı ki bu ordu, İslam silahlı güçlerini, arkadan hücum ederek iki kuvvet arasında sıkıştırabilirdi.
Çünkü bu takviye güçlerin en azı bile İslam ordusunun bir katından da fazla idi. En çoğu ise İslam ordusunun altı katıydı! Bütün bunlara ilaveten îslam ordusu, stratejik ve askeri özeliklerini bilmedikleri düşmana ait topraklar üzerinde savaşacaklardı. Gerçeğe bakılacak olursa müslümanlarm ilk dönemlerde giriştikleri bütün savaşlar ve operasyonlar askeri takvim ve ölçülere uyma-mamaktadır. Askeri hesaplarla bütün bunlar baştan kaybedilmiş sayılır. Fakat tatbikatta hepsi başarıya ulaşmış, şanlı zaferlerle neticelenmiştir.
Hatta şöyle diyebiliriz:
Aslında bunlar düşmanla gözükara birer hesaplaşma savaşıydı. Başarının sırrı ise müslümanlarm sahip oldukları yüksek iman ve maneviyatta saklıydı. Onların er veya geç zafere ulaşacaklarına dair Allah'a olan iman ve güvenleri, başarılarının birinci sebebiydi.
İkinci sebep ise cesaretleri, sırf zafere ulaşmak ya da şehid olmak maksadıyla her şeyi göze alarak savaşın tehlikelerini göğüsle-yip düşmanlarına karşı kahramanca savaşmalarıydı. Sonra, onlar tüm dünya gailelerinden sıyrılmış, sadece Allah yolunda ve ilahi nizamın yeryüzünde hakim olması arzu ve maksadıyla mücadeleyi düşünüyorlardı. Ayrıca komutanın askeri dehası düşmanın yüreğine sinmiş olan korku ve elinden malı mülkü gidecek diye içine düştüğü panik, bu zaferlerin birer sebebidir.
İşte Hayber de bu savaşlardan biriydi.
Hz. Peygamber (sav), ordusunun başında Hayber dolaylarına ulaştı. Bir gece civarda konakladıktan sonra, sabahleyin Hayber'e doğru hareket etti. Adeti olduğu üzere düşmana gece saldırmazdı. Önce Hz. Ali'yi göndererek Islama girmelerini teklif eti. Kabul etmediler. Bunun üzerine îslam ordusu hücuma başladı.
Hayber iki semte ayrılıyordu: Birinci semt, birinci savunma hattını temsil ediyordu, içinde beş kale vardı. Bunlardan üçü Nata, ikisi ise Şak adını taşıyan mevkilerde bulunuyorlardı, ikinci semt ise ikinci savunma hattını oluşturuyordu. Burada da üç kale vardı.
islam ordusu önce Hayber'in kuzey yönünden hücuma geçti. Bundan maksat yahudilerin bu taraftan kaçmalarını ve gidip Tey-ma, Vadi'1-Kura, Fedek ve Şam topraklarında bulunan diğer yahu-di soydaşlarına ulaşmalarını önlemekti. Hücum, kuzeyden Nata Mevkiine doğru yönlendirildi. Yahudiler çok şiddetli bir direniş gösterdiler.
Hatta bazan kalelerin kapılarını bile açarak îslam savaşçılarının üzerine yürüdüler. Püskürtülen müslüman güçler yeniden hücuma geçince tekrar kaleye dönüp kapıları sürgülüyorlardı. O sıralarda burçlardan attıkları oklarla önemli sayıda müslüman askerler isabet aldı. Müslümanlar bulundukları mevkiin uygun olmadığını gördüler, çünkü ok menzili içinde bulunuyor, tehlikeye maruz kalıyorlardı. Bulundukları saha açık ve korumasızdı. Kaleler ise mevki itibariyle yüksek ve İslam ordugahına hakim duruydaydı. Üstelik müslümanlarm ordugahı hurma ağaçlarıyla dolu bir sahadaydı. Bu yüzden birinci günlerim çarpışma ile geçiren müslü-manlar, ancak gece karanlığından istifade ederek kampın yerini değiştirdiler. Yahudilerden Nata Mevkiinde, özellikle Naim adını taşıyan en öndeki kalede müdhiş bir direniş gösterdiler. Öyle ki bu kale ancak, kale komutanı Marhab ve iki kardeşi Haris Ebu Zeyneb ile Yasir öldürülünce fethedilebildi. Ondan sonra Hz. Ali komutasındaki muharip güçler kaleye girdiler.
Ondan sonra da müslümanlar Nata mevkiinde bulunan ikinci kaleye Hubbab Bin Münzir Komutasında hücum ettiler. Şiddetli çarpışmalardan sonra o da ele geçirildi. Bu çarpışmalar esnasında yahudiler birkaç defa kale dışına çıkarak müslümanların üzerine hücum ettiler. Selam Bin Müşkim adındaki tanınmış yahudi bu kalede Öldürüldü. Bu sebeple müslümanlar büyük miktarda ganimetler ele geçirdiler. Bu ganimetler o sırada çok işe yaradı ve onların içinde bulunduğu sıkıntıyı rahatlattı. Buna ilaveten adamın uhdesinde bulunan bol miktarda silah da ele geçirdiler.
Üçüncü kaleye gelince epey direndi. Ancak müslümanlar bir yahudiden aldıkları istihbarata dayanarak kaleye giden su kanallarını bulup kestiler. Bu sebeple yahudiler kaleden çıkmak zorunda kaldılar ve büyük bir sebatla çarpıştılar. Fakat sonunda yenik düştüler ve nihayet müslümanlar bu kaleyi de ele geçirdiler. Böylece Nata mevkiinin tamamı alınmış oldu.
Dehşetli çarpışmalardan sonra müslümanlar Şak Mevkiindeki kaleleri de ele geçirip içindeki kadın ve çocukları esir aldılar. Bu kadınlar arasında yahudi liderlerinden Hay Bin Ahtab'm kızı Sa-fiyye de vardı. Yine tanınmış yahudilerden Kinane Bin Ebi'l-Ha-kiyk'ın karısıydı. Hz. Peygamber (sav), hürriyetini bağışladıktan sonra onunla evlendi.
Bundan sonra müslüman savaşçılar Hayber'in ikinci semtine intikal ettiler. Buradaki birinci kaleyi ele geçirdiler. Bu durumu gören yahudüerin morali çöktü ve hemen teslim olup bütün kalelerini derhal tahliye edeceklerine içinde ne var ne yok hepsini müs-lümanlara teslim ettikten sonra Şam topraklarına göçeceklerine, silah hariç, taşıyabilecekleri kadar mallarını götüreceklerine dair Hz. Peygamber'le mutabakata vardılar. Gizlemiş bulundukları menkul servetlerini müslümanlara teslim edeceklerine söz vererek memleketleri her ne kadar zorla fethedilmiş ise de kadınlarının esir alınmamasını şart koştular.
Hz. Peygamber (sav), bu pazarlıkta onlara karşı yumuşak davrandı sonra da her iki tarafın mutabakatıyla, Hayber ürününün belli bir kısmını vergi olarak vermelerine karşılık yerlerinde kalabileceklerine dair Hz. Peygamber izin verdi. Bu suretle mahsulün yarısından ancak istifade edebileceklerdi. Müslümanlar istedikleri zaman onları Hayber'den çıkarabileceklerdi.
Barış görüşmeleri sonuçlandıktan sonra Yahudi Selam Bin Müşkim'in karısı Zeynep Hz. Peygamber (sav) 'e bir koyun keserek ikram etti. Rasulullah (sav), ilk lokmayı alır almaz ete zehir konduğunun derhal farkına vararak yemekten el çektiği gibi sofrada bulunan sahabilerini de hemen uyararak onları yemekten menetti. Ancak yiyenlerden bazıları zehirlenerek şehid oldular.
Hz. Peygamber (sav) bir miktar etkilenerek bu tesirle dört yıl sonra vefat etti. Zeyneb Hayber'in kuşatılması sırasında babası Haris, iki amcası Yasir ve Merhab ile kocası Selam Bin Müşkim'in öldürülmelerinden dolayı çok müteessir olmuş, onların öcünü almak üzere bu komployu tertip etmişti. Suçunu itiraf ettikten sonra yargılanarak, zehirli etten ölen Buşr Bin El-Berra'mn katili sıfatıyla idam edildi. [1]
Hayber kuşatması sırasında onaltı şehid verildi. Yahudilerden öldürülenlerin sayısı ise doksanüç kişiydi. Bu savaşlar bittikten sonra Habeşistan'da bulunan müslüman muhacirlerden Ebutali-boğlu Cafer döndü. Hz. Peygamber (sav), O'nun dönüşüne çok sevinmişti. [2]
Hz. Peygamber (sav) Hayber üzerine yürüdüğü sırada Fedek'e bir elçi göndererek burada yerleşik bulunan yahudileri İslama davet etti. Hayber'deki savaşın sonucunu bekler gibi bir havaya girerek işi ağırdan aldılar. Hayber havadisleri onlara ulaşınca, üzerlerine yürünmemesi kaydıyla mahsulün yarısını vergi olarak vermek
ve yerlerinde kalmak şartlarıyla, Hz. Peygamber (sav) ile anlaşmaya vardılar. Döneminde Hz. Ömer, onları Hayber yahudileriyle birlikte Şam dolaylarına sürünceye kadar burada kaldılar. [3]
Yahudilerden bir kitle de Vadi'1-Kura denilen bir bölgede oturuyorlardı, onların da kendilerini savunabilecekleri kaleleri ve küçümsenemeyecek güçleri vardı.
Hz. Peygamber Hayber fethinden sonra bu kez onların üzerine yürüdü. Henüz kendilerim Islama davet etmeden önce müslü-manlara karşı hücuma geçme teşebbüsünde bulundular. Acele edip savaş yapmak istediler. Mübareze (teke tek dövüş) usulüyle bir gün boyu çarpıştılar. Onlardan karşılaşmaya atılan savaşçılarının tümü öldürüldü.
İkinci gün ise müslümanlar toplu hücuma geçtiler. Bunun üzerine yahudiler teslim oldular ve ürünün yarısını vergi olarak vermeleri şartıyla yerlerinde kalabileceklerine dair iki taraf arasına barış akdedildi. Hepsine şamil olmak üzere genel af çıkarıldığı için kimseden ayrıca ganimet malı alınmadı. [4]
Hz. Peygamber (sav), belki de toprağın işlenmesi arzusuyla, Hayber, Fedek ve Vadi'il-Kura yahudileriyle de bu şekilde anlaşma yaptı. Yahudiler günün birinde buralardan çıkarıldıklarında bu bölgeler değerlendirilmemiş topraklar olarak devralınmaması için böyle davranmıştı. Çünkü Hz. Peygamber (sav), ilk müslümanla-rın toprakla meşgul olup îslam davasının, henüz ilk günlerinde sekteye uğrayabileceği endişesiyle bu tedbirleri alıyordu.[5]
Medine'nin kuzey bölgesinde bulunan yahudilerin yaşadıkları bu olaylarla ilgili haberler Teyma yahudilerine ulaşınca Hz. Peygamber (sav)'e temsilci göndererek, Cizye vergisi1 [6] ödemek istediklerini, bunu kabul etmesini ve kendilerini de İslam devletinin vatandaşları olarak saymasını istediler. Hz. Peygamber bu tekliflerini kabul ederek cizyelerini aldı Bu sebepledir ki Hz. Ömer kendi döneminde diğer yahudi topluluklarını Şam dolaylarına sürdüğü zaman bu Teyma yahudüerini Zimmi [7] olmaları itibariyle yerlerinde bıraktı. [8]
Hayber'den Medine'ye dönüşünde, Fezara Kabilesi, Hz. Peygamber (sav)'in yolunu kesip İslam ordusunun getirdiği ganimetlerden istifade etmek ve çapulculuk yapmak sevdasına kapıldılar. Fakat Hz. Peygamber (sav) onlara karşı koymak için, tedbir aldığını gösterdi. Bu sebeple çapulcu bedevilerin maneviyatı çöktü içlerine korku girdi ve gerisin geriye kaçıp gittiler.[9]
Müslümanlar Arap yarımadasında Hayber'in fethinden sonra en büyük siyasi güç haline geldiler. Fakat baskın ve yağmalara alışmış olan göçebe Arap kabileleri bu gücü tamamen tanımak istemiyorlardı.
Bilakis sayıca kalabalık olmaları onları yanıltıyordu, kendilerini bir şey zannediyorlardı. Bu sebeple bilhassa Hevazin, Ğatafan ve benzeri çok büyük kabileler müslümanlara karşı baskın düzenlemeyi düşünüyorlardı. Bu durumu sezen Hz. Peygamber (sav), bu kabileleri dize getirmek için üzerlerine zaman zaman kuvvetler gönderdi. Bu cümleden olarak Hz. Ömer'i otuz kişilik bir müfreze başında Medine'den ikiyüz kilometreden daha uzak bir mesafede Turba mevkiinde bulunan Hevazin Kabilesi üzerine gönderdi. Bu müfreze, hepsi de İslama karşı olan bir çok puta tapar kabilenin diyarından geçerek topraklarını aşarak hedefine varacaktı!
İşte bu şartlar altında Hz. Ömer hiç korkmadan, hiç ürperme-den emrindeki müfreze ile nihayet Turba'ya ulaştı. Hevazin Kabilesi bunu duyunca kaçıp dağıldılar. Hz. Ömer, karşısında mukavemet eden kimseyi bulamayınca Medine'ye döndü. Bu harekat bir çeşit boy gösterisiydi. Hiç değilse müslümanların bir güç olduğunu ortaya koymak için yapıldı.'[10]
Bunu müteakip Hz. Peygamber (sav) Beşir Bin Saad'ı yine otuz kişilik bir süvari müfrezesinin başında, Fedek civarında yerleşik bulunan Murraoğulları Kabilesi üzerine gönderdi. Ancak ne yazık ki bir tek erle müfreze komutanı hariç geriye kalanların hepsi bu kabilenin adamları tarafından şehid edildiler. Müfreze komutanını çok yara aldığı ve perişan olduğu için ölmüş zannederek bırakmışlardı. Fakat kendi çabalarıyla Medine'ye dönebildi.[11]
Bundan sonra Hz. Ebu Bekir bir askeri birliğin başında, Necid bölgesinde bulunan Kilaboğulları üzerine yürüdü. Ganimetler aldı. Kadınlarını esir etti. Adamları da bir süre kovaladıktan sonra Medine'ye döndü.
Sonra Galib Bin Abdullah El-Leysi yüzotuz kişilik bir savaşçı birliği başında Medine'nin doğusu istikametinde bir sefere çıktı. Bu çıkarma sırasında birçok başıboş bedevi unsurlarını ortadan kaldırmaya, deve ve küçük baş hayvan olarak ganimetler ele geçirmeye muvaffak oldu. Ancak bu akın sırasında eline düşen esir olmadı. Bu harekat esnasında birliğin içinde bulunan genç Sahabi Usama Bin Zeyd, müşriklerin kampına girerken onlardan bir adamla yüzyüze geldi. Kılıcını çekip adamı tam vurmak üzereyken adı Mirdas Bin Nüheyk olan bu şahıs şahadet kelimesi getirip müslüman olduğunu ilan etti.
Buna rağmen Usama, bunu korkudan başvurulmuş bir spekülasyon kabul ederek onu öldürdü. Harekat sona erip askerler Medine'ye döndükten sonra olay Hz. Peygamber (sav)'e anlatıldı. Ra-sulullah (sav) Usama'yı huzuruna celbederek derin bir soruşturma icra etti. Usama:
"Mirdas sahiden değil, öldürülmekten korktuğu için şahadet kelimesi getirdi" diye gerekçesini ileri sürünce Hz. Peygamber Öfkelenerek "O halde kalbini açıp baksaydm ya?!" diyerek O'nu azarladı.
Bundan sonra bir askeri hamle de vaktiyle Uyayna Bin Hosn tarafından müslümanlar aleyhinde kışkırtılarak bir araya getirilen kabileleri cezalandırmak için tertib edildi. Bu hamle Beşir Bin Sa-ad komutasında icra edildi. Akın sırasında düşmanlar yenilgiye uğratıldı, büyük miktarlarda hayvanlar ganimet alındı. Ayrıca iki kişi esir alındı. Ancak bunlar sonra müslüman oldular.[12]
Hudeybiye barışı üzerinden bir yıl geçmiş, Hicretin yedinci yılının Zilkade ayma girilmişti. Hz. Peygamber (sav), bir önceki yıl yapamadığı ömre ziyaretini bu yıl, yanına ikibin müslüman da alarak yapmak azmini gösterdi. Müslümanlar, doğacak herhangi bir olağanüstü durum için yanlarına tekmil silahlarım ve Muham-med Bin Mesleme idaresinde ikiyüz adet de at alıp götürdüler.
Hz. Peygamber (sav)ıle beraberindeki müslümanlar (El-Fera') yoluyla gittikleri yani Zülhuleyfa güzergahından gitmedikleri için Medine'de camiin kapısında ihrama girdiler ve Mekke'ye hareket ettiler. Marru'z-Zahran mevkiine varınca Kureyşliler Hz. Peygamber'e bir adam göndererek O'na:
"Neden böyle silahlanıp milletinin üzerine geldin? Yoksa verdiğin sözden cayıp onlara'hiyanet etmek mi istiyorsun? Halbuki ne küçüklüğünde ne de büyüdükten sonra senin, verdiğin sözde durmadığını hiç görmemiştik?" diye sorular sordu. Hz. Peygamber (sav) "Bu silahlarla onlara görünmeyeceğim" diye teminat verdi. Kureyş elçisi de gidip onlara olup biteni anlattı. Buun üzerine şehri boşalttılar. Mekke'nin etrafındaki tepelere çıktılar. Hz. Peygamber de silahlan ve atları Harem-i Şerifin dışında bırakarak başına ikiyüz kişilik bir muhafız birliği dikip geriye kalan beraberindeki müslümanlarla birlikte Ka'be'ye gitti. Umrelerini yaptılar.
Bu sırada Bilal-i Habeşi Kabe damına çıkarak o güzel sesiyle bir ezan-ı Muhammedi okudu. Bu muhteşem ilahi neşideyi uzaklardan dinleyen Kureyşliler ister istemez çok etkilendiler.
Sonra Hz. Peygamber (sav) umresini ikmal edenlerden ikiyüz kişi seçerek Marru'z-Zahran mevkiinde nöbette bulunan muhafız birliğinin de umre ibadetlerini yapabilmeleri için silahlan ve atları korumak üzere gönderdi.
Üç gün Mekke'de kaldıktan sonra barış anlaşmasına uygun olarak ayrıldılar. Bu ziyaret sırasında müsiümanların gösterdiği ciddiyet ve disiplin, Mekke toplumu içinde bir çok kimse üzerinde unutulmaz etkiler uyandırdı.[13]
[1] Ibn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 2, s. 202-207
[2] lbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 4, s. 346
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/165-173.
[3] Ibn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 2, s. 207
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/173-174.
[4] Ibn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 4, s. 365-366
[5] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/174.
[6] Cizye: İslam devlet statüsüne sahip ülkede yaşayan gayrimüslim vatandaştan alman vergidir
[7] Zimmi: İslam devletinin vatandaşı olan gayrimüslim. (Mütercim)
[8] İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 4, s. 366
[9] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/174-175.
[10] îbn-i Kesir, El-Bidaye tere., c. 4, s. 371
[11] tbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 4, s. 372
[12] lbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 2, s. 211; îbn-i Kesir, E!-Bidaye tere, c. 4, s.
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/175-177.
[13] lbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 2, s. 211-212
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/177-178.