20- Hz. EBU BEKİR'İN CAHİLİYET DEVRİNDEKİ HAYATI
Hz. Ebu Bekir'in İslam Devrindeki Hayatı
Adı: Abdullah Bin Osman Bin Amir Bin Amr Bin Kaab Bin Sa-ad Bin Teyyim'dir.
Lakabı Atıyk, künyesi Ebu Bekir'dir. Sıddık olarak tanınır. Babasının adı: Osman Ebu Kuhafe'dir.
Annesinin adı: Ümmül-Hayr Selnıa Binti Sahr'dır. O da Teyyi-moğullan'ndan olup babasının amcası kızıdır. TeyyimoğuUarı, Kureyş'in oniki oymağından biriydi. Ancak bunlardan Abdi Menaf ve Mahzumoğulları gibi güçlü bir oymak değildi.
Hz. Ebu Bekir, Hicretten ellibir yıl Önce dünyaya geldi. Buna göre Hz. Peygamber'den yaşça iki yıl ve birkaç ay daha küçüktü.
Cahiliyet devrinde iki kadınla evlendi. Bunlardan biri: Kuteyle Binti Abdil'uzza'dır. Abdullah'ı ve Esma'yı doğurmuştur. Diğeri ise, Kinaneoğullarından, Ümmü Rûmân Binti Amir'dir. Bu da Ab-durrahman ve Ayşe'yi dünyaya getirmiştir.
Hz. Ebu Bekir, Kureyş eşrafından ve reislerinden biriydi. İslam'dan önce Kureyş'de mevki ve otorite on ayrı oymaktan on kişide toplanıyordu. Onlar da şu kimselerdi:
1- (Hz. Peygamber (sav)'in amcası) Abbas Bin Abdülmuttalib, bu zat Haşimoğulları oymağındandı. Cahüiyet devrinde hacılara su temin etme işlerini organize ederdi. Bu görev İslam döneminde de yine O 'na verildi.
2- Ümeyyeoğullarından Ebu Süfyan Bin Harb. Kureyş'in Ukâb adını verdikleri sancağı bunun uhdesindeydi. Kureyşliler önemli bir konuda birini reis seçmek için görüş birliğine varamadıkları zaman O'nun üzerinde karar kılarlardı.
3- Nevfeloğullarından Haris Bin Amir: Rifade denilen bir sosyal hizmeti yürütürdü. Bu da, perişan olup ortalıkta kalan hacılara yardım olarak verilmek üzere Kureyşlilerin ödedikleri belli miktardaki yardım fonlarının toplanıp gerekli kimselere verilmesi işiydi.
4- Abdüddâroğullarından Osman Bin Talha: Kabe'nin korunması ve güvenliği hizmetlerine bakardı.
5- EsedoğuIIarından Yezid Bin Zam'a Bin El-Esved: Kureyş'in danışmanıydı. Kureyşliler O'na danışmadan hiç bir meseleyi karara bağlamazlardı. O, konuyu onayladıktan sonra uygulamasını onlara bırakırdı veya muhayyer bir görüş beyan ederdi. O zaman da kendisine yardımcı olurlardı.
6- Teyyimoğullarmdan Ebu Bekir: Mali cezaları Kureyş hazinesi adına tahsil ederdi. Bir icrayı üstlenirken, Kureyşlilerden kanıt istediği zaman O'nu doğrular ve O'nunla birlikte bu görevi yerine getiren kişiye de yetki verirlerdi. Fakat O'nun dışında başka bir kimse bu yetkiyi kullanmaya yeltendiğinde onu rezil ederlerdi.
7- Benî Mahzum oymağından Halid Bin Velid: Kubbe (yani OTAK) ve komuta O'na aitti. Otağa gelince, onu gerektiğinde kurarlardı sonra da bu büyük çadırda Kureyş ileri gelenleri toplanarak ordunun donatılması hakkında görüş alışverişinde bulunurlardı. Komuta ise Halid Bin Velid'e aitti. O, savaşlarda atlı birlikleri sevk ve idare ederdi.
8- Adiyoğullarmdan Ömer Bin Hattab: Cahiliyet devrinde Kureyş'in sefiri idi. Bir çeşit büyükelçi veya dışişleri bakam gibiydi.
9- Beni Cimh oymağından Safvan Bin Ümeyye: Fal oklarının emanetçisiydi.
10- Sehmoğullarından Haris Bin Kays: Putlara adanan mallara ve hükümetin çeşitli işlerine bakardı.
Hz. Ebu Bekir aynı zamanda Kureyş'in soybilimcisiydi. Tarihçi İbni Hişam Es-Siretü'n-Nebeviyye adlı eserinde şöyle diyor:
"Ebu Bekir Kureyş'in soyunu en iyi bilendi. Bu soyda bulunan hayır veya ne varsa hepsine vakıftı. Kabahatleri görmemezlikten gelen, hoşgörülü, güzel ahlak sahibi ve iyilikseverdi. Kureyş ileri gelenleri O'nu ziyaret eder, derin bilgileri, piyasa tecrübesi ve güzel arkadaşlığı sebebiyle çeşitli konularda kendisine danışırlardı.
Hz. Ebu Bekir tacirdi. Bu sebeple birçok memleketleri dolaşırdı. Bu gayeyle Ebu Talib'in ticaret kafilesine katılarak Şam'a seyahatte bulundu. İyi bir sermayesi vardı. Çok cömertti. Bu duyguyla malından harcamalar yapar, yakınlarına iyiliklerde bulunurdu. Kureyşliler kendisini çok sever O'na daima akü danışırlardı.
Daha cahiliyet devrindeyken, içkiyi kendine yasaklamıştı. Dolayısıyla ne cahiliyette, ne de İslam döneminde hiç içki kullanmamıştır. Henüz Cahiliyet devrindeyken bir keresinde sarhoşun birine rastladı. Adam, elini insan pisliğinin içine sokuyor, sonra da ağ-zma yanaştırıyordu. Kokusunu duyunca tekrar uzaklaştırıyordu. Hz. Ebu Bekir bu çirkin manzarayı görünce, hiç tatmadığı içkiyi hayatında ağzına almayacağına dair kendi kendine söz verdi. Ebu Naim güvenilir bir rivayet senediyle Hz. Ayşe'den şunu naklediyor:
"(Babam) Ebu Bekir cahiliyet devrinde de içkiyi kendine haram sayardı. [1]
İbni Amir yine güvenilir bir rivayet senediyle O'nun şöyle dediğini kaydetmektedir:
"Allah'a yemin olsun ki (Babam) Ebu Bekir ne cahiliyet devrinde ne de İslam döneminde katiyyen şiir söylememiştir. Osman'la birlikte daha Cahiliyet devrindeyken içkiyi de bırakmışlardı [2]
Hz. Ebu Bekir'den şiir olarak sadece üç beyit rivayet edilmiştir. Onlardan biri de şudur:
Ey Abdullahoğlu Talha! Müjdeler olsun ne mutlu! Sen hak ettin cennetleri, gözün aydın yolun kutlu! [3]
Hz. Ebu Bekir hayatında puta da tapmamıştır. Bizzat kendisi, Rasulullahm ashabından bir topluluk içinde şunları söylemiştir:
"Ben hayatımda hiç bir puta tapmadım. Henüz delikanlıydım, bir gün babam Ebu Kuhhafe beni alarak içinde bir sürü heykel bulunan bir Puthane'ye götürdü ve bana:
- Bak yavrum, işte bunlar senin yüce ilahlarındır, dedikten sonra beni orada bırakıp gitti. Ben de heykellerden birine yaklaşarak O'na şöyle seslendim:
- Ben açım. Beni yedir. Fakat heykel bana hiç bir cevap vermedi. Sonra O'na:
- Çıplağım, beni giydir, dedim. Yine bana hiç bir cevap vermedi. Ben de kızıp üzerine bir kaya parçası sallayıverdim, heykel yüzüstü yere yuvarlandı."
Hz. Ebu Bekir, gizli olsun aşikar olsun her işte Hz. Peygamber ile hep beraberdi. Vahiy inmeden önce de O'na karşı çok samimi idi. Hz. Peygamber (sav)'in, amcası Ebu Talib ile birlikte bulunduğu ve meşhur Rahib Buhayra ile karşılaştığı Şam seyahati sırasında da O'nunla yine beraberdi. Hz. Peygamber (sav), vahyin başlangıcı sırasında kuytu yerlere çıktığı zaman kendisine:
"EY MUHAMMEDİ" diye seslenildiğini duyardı.
Bunu bir sır olarak yalnızca Hz. Ebu Bekir'e açtı. Zira Cahiliyet devrinde de Hz. Ebu Bekir O'nun yakın arkadaşı ve sırdaşıydı. Hz. Ebu Bekir'in, İslam devrindeki şöhretine rağmen O'nun Cahiliyet döneminde geçen hayatı pek dakik ve ayrıntılı olarak bilinmemektedir. Bu döneme ait olarak hakkında bütün bilinen: O'nun ticaretle uğraştığı, soybilimci olduğu, Kureyşlilerin kendisini sevdiği ve Hz. Peygamberle o devirde de arkadaş olduğudur. Bu yanlarıyla o devrin diğer bütün tanınmış şahsiyetleri gibiydi. Ancak O'nun çok önceden İslama girmiş olması, yani kıdemi O'nu diğerlerine üstün kıldı.
O, Hz. Peygamber (sav)'den sonra en büyük şahsiyettir. îslam dini, kendisine gönül veren herkesi elbetteki yüceltmiştir. Ancak O'nu daha önce kabul etmek, O'na karşı samimi olmak, koyduğu sınırlara saygı göstermek ve uğrunda fedakarlıklarda bulunmak gibi özelliklere ve bu konulardaki farklara göre İslam, mensuplarının bazılarını, diğerlerine göre daha üstün tutmuştur. İşte bu özelliklerin hepsi Hz. Ebu Bekir'de vardı.
Hz. Peygamber (sav), ilk vahyin inişinden hemen sonra Hz. Hatice'ye gelerek O'na:
"Ben yalnızken bir nida duydum. Vallahi korkmuş bulunuyorum!" deyince Hz. Hatice O na:
"Allah korusun! Ama Allah Teala seni utandırmayacaktır. Çünkü sen emaneti yerine getirir, akrabanla ilgilenir, doğruyu söylersin" diye kendisini teselli etmişti.
Hz. Peygamber (sav)'in evde bulunmadığı bu sıralarda, Hz. Ebu Bekir O'nu ziyarete geldi. Hz. Hatice olayı O'na anlatarak kendisine: "Ya Atıyk! Muhammed'i Varaka'ya götür!" diye ricada bulundu. Hz. Ebu Bekir'in fizik özelliklerine gelince, kızı Hz. Ayşe O'nu şöyle tarif etmektedir:
"Beyaz tenliydi, zayıf ve sakalı seyrekti. Öne doğru eğik duruş-lu çehresinin damarları belirgindi. Alnı büyükçe ve ellerinin üzeri tüysüzdü.[4]
Hz. Ebu Bekir, Rasulullah (sav)'m en samimi arkadaşıydı. O'na vahiy gelir gelmez kendisine hemen inandı. Öyle görülüyor ki Hz. Ebu Bekir'in hemen İslamı kabul etmesi, O'nun Rasulullah'ı cahi-liyet devrinde hayatı, gidişat ve ahlakıyla da çok iyi tanıdığından ve O'nun bu görevi üstlenebilecek ehliyet ve liyakatta bulunduğuna gönülden inandığı içindir. Aynı zamanda Hz. İbrahim'in dini olan Hanif inancına sahip olanların Semavi kitaplardan haberdar olduklarını ileri sürerek (öteden beri) yakında bir peygamberin gelmek üzere olduğunu söylemelerinin de Hz. Ebu Bekir'in müs-lüman olmasında etkisi vardır.
İbni Asakir, îsa Bin Yezid'den naklettiği bir rivayette Hz. Ebu Bekir'in şöyle dediğini anlatıyor:
"Bir gün Kabe'nin avlusunda oturuyordum. Zeyd Bin Amr Bin Nufeyl de oradaydı. Bir ara Ümeye Bin Ebi's-Salt da geldi ve O'na:
"Nasıl sabahladın (nasılsın), Ey iyilik arayan?" diyerek hal hatırını sordu. O da:
- îyiyim, diye cevap verdi. Arkasından :
- Bir şeyler duydun mu, diye sordu. O da
- Hayır, dedi. Bunun üzerine Ümeyye:
Bütün dinler geçersizdir kıyamette
Fakat hariçtir Allah'inki elbette, diye birşeyler terennüm ettikten sonra:
"Şu beklenen peygamber var ya, muhakkak ya bizim ya da sizin aranızdan çıkacaktır." dedi.
Ben bundan önce, beklenmekte veya gönderilmek üzere bulunan bir peygamberle ilgili olarak böyle bir söz duymamıştım. Oradan ayrıldım ve hemen Varaka Bin Nevfel'e gittim. Bu zat göklere doğru çok bakardı ve daima kendi kendine bir şeyler mırıldanırdı. O'nu durdurup duyduklarımı kendisine anlattım. Bana:
"Evet yeğenim, biz kitap ve ilim erbabıyız. Gelmesi beklenmekte olan bu peygamber, doğrusu soyca Arapların asil ailelerinden biri arasından çıkacaktır. Benim soylar (sülaleler) hakkında malumatım vardır. Senin de mensub olduğun aile soyludur"
diye bir açıklamada bulundu. Bunun üzerine O'na:
- Amcacığım! Peygamber ne gibi şeyler anlatır, diye sordum.
Bana "Kendisine ne söylenirse onu anlatır. Ancak peygamber ne zulmeder, ne ona zulmedilir, ne de zulmetmekten dolayı takibe uğrar."
Bu sözler beni etkilemişti. Hz. Peygamber (sav) 'e vahiy gelince hemen O'na inandım, O'nu doğruladım, müslüman oldum.
Hz. Ebu Bekir ayrıca şunları anlatıyor, diyor ki:
Henüz Hz. Peygamber (sav)e vahiy inmemişti. Bir gün Ye-men'e seyahate çıktım. Ezd Kabilesi'nden yaşlı bir zata misafir oldum. Çok bilgiliydi. Kitap okumuş geniş malumata sahip olmuştu. Beni görünce:
- Sen Harem'li misin? (Yani Mekke'li misin) diye sordu.
- Evet, dedim. Sonra:
Kureyşli misin, dedi. Yine: Evet, diye cevap verdim.
Bu sefer de Teyyimoğullarından mısın, diye sordu. Bu soruya da:
- Evet, ben Murra oğlu, Teyyimoğlu, Osman oğlu Abdullah'ım, dedim. Bana yakında gönderilecek olan bir peygambere arkadaş olacağımı müjdeledi.
Rabia Bin Kaab, Hz. Ebu Bekir'in müslüman olması hadisesini semadan bir vahiy gelmesine benzetmektedir. Çünkü bir keresinde O, Şam'da ticaret için bulunurken bir rüya görmüş ve bunu Buhayra adında bir rahib'e anlatmıştı. Bunun üzerine aralarında şöyle bir konuşma geçmişti:
Rahib:
- Nerelisin? Hz. Ebu Bekir:
- Mekke'liyim. Rahib:
- Ne işle uğraşıyorsun? Hz. Ebu Bekir:
- Ticaretle. Bunun üzerine rahip O'na:
- Eğer Allah Teala rüyanı gerçekleştirecek olursa sen, halkının arasından gönderilecek olan bir peygamber'in, hayatında veziri ve vefatından sonra da O'nun halifesi olacaksın, diye kendisini müjdelemiş o da bunu bir sır olarak saklamıştı.
Rasulullah (sav)'a vahiy indiği sırada Hz. Ebu Bekir O'nun en yakın dostuydu. Bu sebeple Kureyşliler hemen O'na koştular ve "Ya Ebu Bekir! Baksana! Aradasın neler neler söylüyor!" dediler.
- Nesi var? diye sorunca:
- Kabe'de oturmuş, bir tek ilaha ibadet etmeye halkı davet ediyor ve peygamber olduğunu ileri sürüyor, dediler. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir:
- Bu doğru mu, diye sordu. Etrafındakiler:
- Evet, diye cevap verince hemen kalkıp Hz. Peygamber (sav)'e gitti. Kapısını çalıp kendisini dışarıya davet etti. Çıkınca O'na:
"Ey Kasım'ın babası! Senden bana nakledilen şu olayın mahiyeti nedir, beni aydınlatır mısın" diye merakla sordu. Hz. Peygamber:
"Benim hakkımda ne duydun, Ya Eba Bekir?" dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir:
- Halkı Allah'ın tek olduğuna inanmaları için davette bulunduğunu ve Allah'ın elçisi olduğunu ileri sürdüğünü duydum," deyince Hz. Peygamber (sav) şu karşılığı verdi:
"Ya Eba Bekir! Rabbim beni doğru yolda olanları müjdeleyici ve yanlış yolda olanları da uyarıcı olarak gönderdi. Beni İbrahim Peygamber (sav)'in, yaptığı davetin aynisiyla bütün insanlara elçi olarak göndermiş bulunmaktadır."
Bu sözleri dikkatle dinleyen Hz. Ebu Bekir O'na şöyle dedi:
"Allah'a yemin ederim ki senin hiç yalan söylediğine rastlamadım. Emanete olan büyük bağlılığın, yakınlarına karşı olan sıcak ilgin ve güzel muamelelerin dolayısıyla sen gerçekten bir peygamber olmaya layıksın. Elini ver bakayım. Sana bey'at ediyor, sana inanıyor, iman ediyorum."
O'nun Hz. Peygamber (sav)'e şöyle dediği de rivayet edilmektedir:
"Ey Muhammed! İleri sürdüğün şeyin doğru olduğuna dair delilin nedir?" Hz. Peygamber (sav):
"Şam'da gördüğün rüya," deyince Hz. Ebu Bekir O'nu kucaklayıp alnını Öptü ve:
"Şahadet ederim ki Allah'dan başka ilah yoktur ve sen de hiç şüphesiz O'nun elçisisin" dedi.
Ebu Naim ve İbni Asakir'in İbni Abbas'dan rivayet ettikleri bir hadiste Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
"Kimi İslama davet ettiysem beni dinlemedi ve sözümü reddetti, yalnızca Ebu Kuhhafe'nin oğlu (Ebu Bekir) hariç, O'na ne ki soylediysem daima kabul etti ve üzerinde de durdu."
Hz. Ebu Bekir müslüman olduğu andan itibaren, Hz. Peygamber vefat edinceye kadar hep O'nunla birlikte oldu. Hz. Peygamber (sav)'in O'nu görevlendirip gönderdiği Hac ve askeri seferlerde bulunduğu günler hariç ne hazarda ne seferde hiç bir zaman Rasulullah'tan ayrı kalmadı. Harplerde, önemli hadiselerde hep yanında bulundu. O'nunla birlikte hicret etti. Sırf O'nunla birlikte olmak ve dava uğruna O'nunla omuz omuza bulunmak için çoluk çocuğunu geride bıraktı, O'nunla birlikte mağarada nazik saatler yaşadı. Allah Teala bu beraberliği şöyle anlatmaktadır:
"Mağarada bulunan iki kişiden biri olarak, Allah O'na yardım etmişti. Arkadaşı Ebu Bekir'e 'üzülme Allah bizimledir' diyordu [5]
Hz. Ebu Bekir, Rasulullah'a birçok yerlerde büyük destekte bulunmuş zor günlerde eşsiz bağlılık örnekleri vermiştir. Özellikle herkesin, başının çaresine baktığı Uhud ve Huneyn savaşları sırasında kahramanca direnmiş, Rasulullah'ı terketmemişti.
Hz. Ebu Bekir, insanların en mert ve en cesurlarından biriydi. Çetin harp günlerinde dağ gibi yerinde sabit kalarak Hz. Peygamber (sav)'den asla ayrılmadı. Bir adım bile O'ndan uzaklaşmadı. O'nu savunuyor, var gücüyle O'nu korumaya çalışıyordu.
Bu sebepledir ki Hz. Hamza, Hz. Ali, Zübeyir Bin El-Avam ve Ebu Dücane gibi düşman safları arasına dalma fırsatını bulamıyordu. Dolayısıyla savaş sırasında düşmana hücum konusunda O'nlar kadar adından bahsedilmemiştir. Çünkü cengaverler, öldürdükleri veya esir aldıkları düşman sayısına göre şöhret kazanırlar.
İşte bu sebeple Hz. Ebu Bekir'in savaşlardaki pozisyonu, diğer İslam cengaverlerinkinden farklı olmuştur. Zira O, daima Hz. Peygamber'in yanında bulunmuş, O'nu kahramanca korumuş O'na yönelen darbelere karşı vücudunu siper yapmıştır.
Hz. Ebu Bekir, pek faziletli ve ziyadesiyle cömertti. Mal varlığının hemen hepsini Allah ve Rasulullah yolunda harcamaktan çekinmedi. Bu sebeple hakkında şu ayet-i kerime indi:
"(Allah'a) en çok saygılı olan ve arınmak için malını veren kimse cehenemden uzak tutulacaktır. [6]
Ahmed Bin Hambeî'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği bir ha-dis-i şerifde Hz. Peygamber (sav) bir gün şöyle buyurdu:
"Ebu Bekir'in bağışladığı mal kadar, başka bir mal bana yaramamıştır."
Bu sözleri duyan Hz. Ebu Bekir, gözleri yaşararak şöyle dedi:
"Ey Allah'ın Elçisi! Malımı ve canımı uğrunda feda edecek senden daha iyisi mi var?!"
Müslüman olduğu gün Hz. Ebu Bekir'in kırkbin dinar parası vardı. Bu servetin hepsini Rasulullah'm üstlendiği İslam davası uğruna harcadı. Hicret ettiği gün elinde beşbin dinardan başka para kalmamıştı.
Ebu Davud ve Tirmizi'nin rivayet ettikleri bir hadisde Hz. Ömer şunları anlatıyor:
"Hz. Peygamber birgün mal bağışında bulunmamızı emretti. Bu da, elimde önemli miktarda servet bulunduğu bir zamana rastladı, Kendi kendime: Eğer Ebu Bekir'i fazilette geçebileceğim bir gün varsa işte o gün gelip çatmış bulunuyor/' dedim ve malımın yarısını bağışlamak istedim. Hz. Peygamber bana:
"Ailene bir şeyler bıraktın mı," diye sordu.
"Bir bu kadarını bıraktım," dedim. Sonra Ebu Bekir getirip malının tümünü bağışladı. Hz. Peygamber (sav) O'na da:
"Ya Eba Bekir! Ailene ne bıraktın, diye sordu. Ebu Bekir de
"Onlara Allah'ı ve Rasulünü bıraktım" diye cevap verdi. îşte o anda ben: Ebu Bekir'i -demek ki- hiç bir zaman geçemeyeceğim, dedim.
Tirmizi'nin Ebu Hureyre'den rivayet ettiği bir hadisde Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Kim bize bir iyilikte bulunmuşsa mutlaka karşılığını ödemiş bulunuyoruz. Ancak Ebu Bekir müstesna... O öyle iyiliklerde bulunmuştur ki karşılığını ancak Allah Teala kıyamet gününde O'na ihsan buyuracaktır. Hem sonra, başkasının bağışladığı mal, Ebu Bekir'in bağışladığı kadar bana faydalı olmamıştır."
İslama davetin başlangıcında: Hz. Osman, Zübeyir Bin El-Avam, Abdurrahman Bin Avf, Saad Bin Ebi Vakkas ve Taîha Bin Ubeydullah gibi ünlü sahabiler, Hz. Ebu Bekir vasıtasıyla müslü-man olmuşlardır. Özellikle bu zevat ilk müslüman olanlardır. Sonra bunları Osman Bin Maz'un, Ebu Ubeyde Bin El-Cerrah, El-Er-kam Bin Ebi'l-Erkam ve Ebu Seleme Abdullah Bin Abdi'1-Esed adlı sahabiler izlediler.
Hz. Ebu Bekir evinin avlusunda kendisi için küçük bir mescid yapmıştı. îçinde namaz kılıyor, Kur'an okuyordu. Civarında bulunan komşuları başına toplanıyor, namazını seyrediyor, Kur'anını dinliyorlardı. Bu sırada döktüğü gözyaşlarına şahid oluyorlardı. Onun bu hali, onlardan bir çoğunun İslama girmelerine sebep oldu.
Müslüman oldukları için efendileri tarafından dövülen kölelere işkence yapıldığı sırada rastladıkça onları sahiplerinden satın alır, hürriyetlerine kavuştururdu. Bunu sırf Allah rızası için yapardı. Bir gün Amir Bin Fuhayra adındaki bir köleyi, efendisi Tufayl Bin Abdullah Bin El-haris'den satın alarak hürriyetini bağışladı.
Tufayl, Hz. Ebu Bekir'in üvey oğluydu. Yani hanımı Ümmü Rûman'm başka kocadan oğlu ve Hz. Ayşe'nin -Anne bir- kardeşiydi. Bu Amir adındaki köle îslamı ilk kabul eden ve Allah'a iman uğrunda işkenceye uğrayanlardandı. Bedir ve Uhud savaşlarında bulundu. Bir-i Mauna faciası sırasında şehid edildi.
Hz. Ebu Bekir, Bilal Bin Rabbah' (Bilal-ı Habeşi'yi) de efendisinden satın alarak O'nu hürriyetine kavuşturdu. Bilal, Ümeyye Bin Halef El-Cimhi'nin kölesiydi. Efendisi O'na işkencenin en acısını uyguluyordu. Hz. Ebu Bekir, beş okka altın ödeyerek O'nu satın aldı. Ödeme yapıldıktan sonra Ümeyye Hz. Ebu Bekir'e:
- Eğer direnseydin, O'nu bir okkaya bile sana satardım, deyince, Hz. Ebu Bekir de :
- Eğer sen de direnseydin, sana yüz okka bile öderdim, diye cevap verdi.
Bilal-i Habeşi îslama bütün gönlüyle bağlıydı. Hz. Peygamber (sav)'in müezziniydi. Bedir ve diğer bütün önemli savaşlarda bulundu. Hicretin 20. yılında da Şam'da vefat etti. Ümeyye ise içinde bulunduğu şirk inancında ısrar etti ve Bedir günü öldürüldü.
Hz. Ebu Bekir, ayrıca Zennira adlı bir köle kadını da satın alarak O'nu hürriyetine kavuşturdu. Bu hanım, Hz. Ömer, henüz müslüman olmadan Önce O'nun cariyesiydi. Zennira îslamı kabul ettiği için Ömer O'nu dövüyor, işkence yapıyordu. Yediği dayağın etkisiyle gözlerini kaybetti. Bunun üzerine Kureyşlüer: O'nu Lât ve Uzza çarptı. (Bu ilahlarımız O'nun gözlerini kör etti) dediler.
O ise gözlerini kaybetmiş olduğu bu durumda bile:
"Allah'a yemin ederim ki söylediğiniz gibi değil, Lât ve Uzzâ kendilerine tapanları bile tamyamayan cansız birer taştan ibarettirler. Eğer Rabbim isterse gözlerimi tekrar bana iade etmeye elbetteki kaadirdir" diyerek onlara cevap vermekten çekinmedi. Allah Teala da o gece gözlerini kendisine bağışladı. Bu olayı gören Kureyşliler bu kez de:
"Bu, Muhammed'in sihrinden oldu" yorumunda bulundular. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir O'nu satın alarak hürriyetini bağışladı.
Kureyşliler îslama karşı olan nefret ve tepkilerini şöyle dile getirirlerdi:
"Eğer bu dava hayırlı bir dava olsaydı Zennira gibi biri bizdenönce ona taraftar olmazdı!" Bunun üzerine Allah Teala şu ayet-i kerimeyi indirdi:
"İnkar edenler inananlar için:
- Eğer îslamiyette bir hayır olsaydı bu hususta bizden öne geçemezlerdi. [7]
Yine Hz. Ebu Bekir, Hz.Ömer'in mensub olduğu Adiyoğulları ailesinin müslüman olmuş bir cariyesini daha satın alarak hürriyetini bağışladı. Ömer müslüman olmadan önce buna da işkence yapar, îslamı bırakması için O'nu hep döverdi.
Bunlardan başka Abdişemsoğulları ailesinin elinde bulunan bir cariyeyi daha satın alıp azad etmişti.
Sahabiler arasında, Hz. Peygamber (sav)'i en çok müdafaa etmiş olan kimse belki de Hz. Ebu Bekir idi. Hz. Ali şunları anlatıyor:
"Babam vefat ettikten üç gün sonra Kureyşliler Hz. Peygamber (sav)i öldürmek üzere bir araya geldiler. O gün, O'nun yardımına Hz. Ebu Bekir'den başka kimse koşmadı. îki tane örüğü vardı, hücum edenlere karşı koyuyor, onu itiyor, bunu kakıyordu. Bu arada:
"Rabbim Allah'dir demekten başka hiç bir suçu olmayan ve (Allah'ın elçisi olduğuna dair) size kanıtlar getirmiş bulunan bir adamı mı öldüreceksiniz?" diye onlara çıkışır ve saldırılarına karşı koymaya çalışırken örüklerinden biri, saldırganlar tarafından tel tel kafasında paralandı.
Buhari'nin naklettiği bir hadisde Hz. Ayşe şunları anlatıyor:
"Ben daha çocukken hatırladığımdan beri annem ve babam müslüman idiler. Hz. Peygamber (sav)'in evimize uğramadığı gün yoktu. Her gün iki defa: Bir sabah bir de akşam bize uğrardı. Müşriklerin müslümanlara reva gördükleri baskılar artık dayanılmaz hale gelince babam Ebu Bekir, Habeşistan'a hicret etmek üzere Mekke'den ayrıldı.
Ancak Berk'ül-Gamad denilen yere varınca orada Karra bölgesinin beyi Malik Bin Dağna'ya rastladı. O'na:
"Ey Ebu Bekir! Nereye böyle, diye sordu. Ebu Bekir:
"Halkım beni yurdumdan çıkardı. Şimdi başımı alıp yer yüzünde dolaşacağım ve Rabbime daha serbestçe ibadet edebileceğim, diye cevap verince Bin Dağna:
"Ya Ebu Bekir! Senin gibi biri ne yurdunu terkeder, ne de ter-ketmeye zorlanabilir. Sen fakiri giydirir, akrabayla ilgilenir, yetim ve öksüzlere yardım elini uzatır, misafir ağırlar ve haklıyı müdafaa edersin. Ben sana kefilim, kimse sana dokunamaz! Dön ve Rabbine kendi yurdunda ibadet et" diyerek O'nu Mekke'ye geri getirdi. Akşam olunca da Kureyş eşrafını ziyaret ederek onlara:
"Bakın, Ebu Bekir gibi biri bu memleketten kovulamaz. Siz nasıl olur da fakiri giydiren, yakınlarına ilgi gösteren, yetim ve öksüzlere yardım elini uzatan, misafir ağırlayan ve daima haklının yanında olan böylesine dürüst ve örnek bir insanı şu memleketten çıkarırsınız!" diyerek onlara çıkıştı. Kureyşliler O'nun bu sözlerini hiç de yalanlamadılar. Ancak O'na:
"Ebu Bekir'e söyle kendi evinin içinde ibadetini yapsın istediği şeyi okusun ama bu işleri açık ve aleni yapıp bizi rahatsız etmesin. Kadınlarımızın ve çocuklarımızın O'na bakarak yoldan çıkmalarından korkuyoruz" dediler. Bunun üzerine Bin Dağna Kureyşli-lerin bu isteğini Ebu Bekir'e nakletti. O da ibadetlerini kendi evinin içinde gizlilikle yapmaya devam etti. Evinin dışında hiç bir şey okumuyordu. Fakat bu şiddetli baskı kısa zamanda O'nu çileden çıkaran ve her yerde ağlayıp gözyaşı döken bir insan haline çevirdi. Kur'an okudukça gözleri çeşme gibi akmaya başladı. Onun bu durumu Kureyş büyükleri arasında paniğe yol açtı. Tekrar Bin Dağna'ya haber yolladılar. Davetleri üzerine yanlarına geldi. O'na şöyle dediler:
"Bak Bin Dağna! Biz senin kefaletin üzerine ve yalnız evinin içinde ibadetini yapmak kaydıyla Ebu Bekir'in sığınma talebini kabul etmiştik. Halbuki O bu sınırları aşmış, evinde, üstelik bir demescid yapmış, orada aleni şekilde ibadet ediyor ve okuyor. Şimdi O'nun kadınlarımızı ve çocuklarımızı yoldan çıkarmasından korkuyoruz. Derhal kendisine engel ol. Eğer yalnızca evinin içinde ve gizlilikle ibadetini yapacaksa bunda şerbettir, aksi halde git kendisine söyle senden sığınma talebini geri alsın. Biz sana saygısızlık yapmak istemiyoruz. Ancak O'nun açıkça ibadet etmesini onaylamıyoruz," dediler. Bin Dağna, bunun üzerine Ebu Bekir'e gelerek şöyle konuştu:
"Hangi şartlarla senin sığınma teklifini kabul ettiğimi biliyorsun. Ya o şartlarla sınırlı kalırsın veya bana yaptığın sığınma talebini geri alırsın. Çünkü Arap halkının, himayeme aldığım birinin saldırıya uğrayarak bana karşı saygısızlık yapıldığını duymalarından hoşlanmam."
Ebu Bekir, bunun üzerine şöyle dedi:
"Peki ben de senin kefaletini reddediyor, sana iade ediyorum ve yalnızca Allah'ın kefaletine razı oluyorum."
Bu sırada Hz. Peygamber (sav) de Mekke'de bulunuyordu. Müşriklerin müslümanlar üzerindeki baskıları şiddetlenmeye başladı. Yine bu sıralarda, Hz. Peygamber (sav)'le Medine eşrafı (Ensar) arasında ikinci Akabe toplantısı yapıldı. Bu olay Hicretten bir yıl önce Zilhicce ayının onikinci günü cereyan etti. Toplantıdan sonra Hz. Peygamber (sav) Mekke'li müslümanlara şöyle dedi:
"Hicret edeceğiniz yurdun, iki taşlık arazi arasında bulunan hurmalıkları bol bir diyar olduğunu gördüm." Bunun üzerine müslümanlar Medine'ye peyderpey göç edip gittiler, sonra, vaktiyle Habeşistan'a göç etmiş bulunan müslümanlar da Medine'ye dönüp onlara katıldılar.
Hz. Peygamber (sav), geriye kalan sahabilerine de göç etmeleri için emrederek şöyle buyurdu:
"Allah Teala size, içinde güvenle yaşayacağınız bir yurt ve birçok kardeş ihsan buyurdu." Onun bu açıklaması üzerine grup grup Mekke'yi terkederek, Medine'ye göçtüler. Kendisi ise bu konuda Allah'dan izin gelmesini bekliyordu. Müslümanlardan Mekke'de sadece hapiste olanlar ve aldatılanlar kalmıştı. Ayrıca Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ali göç edenlerden geri kalmışlardı. Hz. Ebu Bekir, göç etmek için çok kere Hz. Peygamber (sav)'den izin istedi. O ise:
"Umarım (Allah tarafından) bana da izin verilir" deyince: Hz. Ebu Bekir:
"Anam babam sana feda olsun! Sen de mi göç etmek istiyorsun?" demiş çok sevinmişti. Hz. Peygamber : "Evet" deyince Hz. Ebu Bekir artık O'nunla birlikte ayrılmak üzere, önceden gitmekten vazgeçti ve hemen, yanında bulunan iki deveye bol bol saz yaprağından yem vererek yolculuk için hazırlıklara başladı.
Nihayet Hz. Peygamber (sav)'in de Medine'ye göç etmesi için, Rabiulevvel ayının başlarında Allah tarafından izin geldi. Adeti olmadığı halde tam öğle sıralarında Hz. Ebu Bekir'i evinde ziyaret etti. Çünkü O, ya sabahleyin veya akşama doğru Hz. Ebu Bekir'e uğrardı. O'na iznin vahyile bildirildiğini haber verdi. Hz. Ebu Bekir O'na:
"Beraber mi olacağız, babam sana feda olsun/' diye sordu. Rasulullah:
"Evet," cevabını verince Hz. Ebu Bekir, sevinç gözyaşları dökmeye başladı ve:
"Ey Allah'ın Elçisi! Şu iki binekten birini seç" dedi ve en iyisini O'na takdim etti. "Buyur bin," diye ricada bulundu. Ancak Hz. Peygamber
- Benim malım olmayan bir hayvana binemem, diyerek pek nadir bir iffet ve şeref örneği verdi. Hz. Ebu Bekir, yalvararak:
-Bu senindir, Ya Rasulallah, dediyse de:
- O'nu kaça kiralamış bulunduysan, O ücreti ödeyerek ancak kabul ederim, buyurdu.
Hz. Ebu Bekir: "Şu kadar para ödeyerek kiraladım," deyince, o da bu ücreti ödemek suretiyle ancak kabul etti.
Hz. Ebu Bekir ile Hz. Peygamber (sav) arasındaki çok güçlü dostluk bağlarına Hz. Ebu Bekir'in gerek bütün servetini İslam davası uğrunda ortaya koymuş olmasına ve bu yolda nice paralar harcamış olmasına rağmen Rasulullah bir müslümamn çalışmaya gücü yetiyorsa bir diğer müslüman kardeşine yük olmasını hiç bir zaman istemez, hoş görmezdi.
Keza bir yöneticinin, emrindeki kimselerin sırtından geçinmesine çok karşıydı. Ve bu suretle bütün müslümanlara örnek oldu.
Bu hazırlıktan sonra Hz. Peygamber (sav), yoldaşıyla beraber Sevr mağarasına doğru yola çıktılar. Kendilerine rehberlik edecek olan Abdullah Uraykıt ile üç gün sonra buluşmak üzere sözleştiler. Binecekleri iki deve de O'na teslim edilmişti. Yol boyunca Hz. Ebu Bekir Hz. Peygamber (sav)'in kah önüne geçip yürüyor, kah geri kalarak O'nu arkadan izliyor, bazen sağma, bazen de soluna geçerek birlikte yol alıyordu. O'nun bu telaşını sezen Hz. Peygamber:
"Bu ne telaştır, Ya Eba Bekir? Hiç böyle yaptığını görmemiştim," deyince:
"Ey Allah'ın Elçisi! Karşıdan gelebilecek bir saldırıyı düşünüyor, önüne geçiyorum, arkadan izlenebileceğin ihtimali aklıma geliyor bu sefer de geri plana geçiyorum. Bazen da sağında ya da solunda yürüyor seni kollamak istiyorum. Sana bir kötülük gelebilir korkusu içindeyim, emin değilim," cevabını verdi.
Hz. Ebu Bekir, Rasulullah'dan önce mağaranın içine girerek yerleri biraz temizleyip düzeltti. Duvarında bazı açık menfezler vardı, dış elbisesini yırtarak bu delikleri tıkadı. Ancak iki tanesi açık kaldı. Sonra Hz. Peygamber (sav)'e:
- Buyur, içeri gir, dedi.
Rasulullah (sav) mağaradan içeri girdi. Ondan sonra Hz.Ebu Bekir de oturup geriye kalan iki deliği de ayaklarıyla kapattı. Hz. Peygamber'den, başını dizine koyarak uyumasını ve istirahat etmesini rica eti. Rasulullah (sav) de öyle yaptı ve uykuya daldı.
Ancak bu sırada Hz. Ebu Bekir'in ayağını akrep soktu. Fakat Hz. Peygamber (sav) rahatsız olur veya uyanır korkusuyla kımıldamadı. Ne varki duyduğu şiddetli ızdırap sebebiyle gözünden yaş aktı ve Hz. Peygamber (sav)'in mübarek yüzüne damladı. Bunun üzerine uyanarak:
- Neyin var Ya Eba Bekir? diye merakla sorunca Hz. Ebu Bekir:
- Anam babam sana feda olsun, akrep soktu beni Ya Rasulel-lah! cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) sokulan yere tükürdü. O anda derhal acısı dindi ve ızdırabı sona erdi.
Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdullah, her akşam mağaraya uğruyor, yanlarında geceliyor, şafaktan önce de ayrılarak Mekke'ye iniyordu. Bu suretle Mekke'de sabahlamış gibi görünüyordu. Gündüzleri de halkın ne konuştuklarını dinleyip istihbarat yapıyor, topladığı malumatı akşam mağaraya dönünce iletiyordu. Amir Bin Fu-hayra da koyunlardan süt sağarak uygun saatlerde mağaraya getiriyor, Hz. Peygamber (sav) ile Hz.Ebu Bekir'e içiriyordu. Durum üç gün bu şekilde devam etti.
Üçüncü günün sabahıyla birlikte Abdullah Bin Uraykıt binecekleri iki deveyi getirdi. Hz. Ebu Bekir'in kızı Esma da onlara bu sırada yol azığı getirmişti. Böylece beraberlerinde Amir Bin Fu-hayra da olmak üzere develerine binip rehberle beraber Medine'ye doğru yola çıktılar. Medine'ye varınca Hz. Ebu Bekir, Medine sıtmasına yakalandı. Hz. Ayşe babasına nasıl olduğunu, sağlığını sorunca:
Kişi olmalı yurdunda Çünkü Ölüm var ardında
diyerek hasretini dile getirdi. Hz. Ayşe, babasının Mekke'ye olan özlemini anlattığı bu sözleri Hz. Peygamber'e nakledince,
"Allahim! Mekke'yi sevdiğimiz kadar hatta O'ndan bile çok, Medine'yi bize sevdir. Buradaki hayatı bize sağlıklı hale getir. Sa'ım ve Müddünü bize mübarek kıl.([8] Hummasını (sıtmasını) al, Cuhfa'ya naklet" diye duada bulundu.
Rehber Abdullah Bin Uraykit, Medine'den Mekke'ye dönünce Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdullah'a babasının nerede olduğunu haber verdi. Bunun üzerine Abdullah bütün aileyi alıp o da Medine'ye hicret etti. Bu yolculukta Talha Bin Ubeydullah da O'nunla beraber bulundu.
Hz. Ebu Bekir'in, Rasulullah'ın nazarında ayrı bir yeri vardı. Bedir günü sahabileriyle istişarede bulunurken o çok mükemmel bir ifade kullanmış, savaşın cereyan ettiği saatlerde de kılıcım çekerek cansiperane bir şekilde Hz. Peygamber'! korumaya çalışmıştı.
Hz. Ali bir gün bir topluluk arasında konuşurken onlara:
"Tanıdığınız en yürekli insan kimdir, diye sordu. O'na:
- Sensin, Ya Emir'el-Mü'minin, diye cevap verdiler. Ancak O:
Bana gelince, ben kiminle teke tek dövüştüysem muhakkak onu haketmişimdir. Fakat gerçeği sorarsanız, tanıdığım en yürekli insan Ebu Bekir'dir. Bedir günü Hz. Peygamber için bir çardak yapmıştık. Sonra müşriklerin saldırısına karşı Hz. Peygamber'in koruma görevlisi olarak kim nöbet bekleyecek, diye sorduk. Allah'a yemin ederim ki kimse sesini çıkarmadan hemen Hz. Ebu Bekir kılıcım çekerek Rasulullah'ın yanıbaşında nöbete durdu.
Müslümanların büyük zaferiyle Bedir savaşı sona erdi. İslam mücahitleri Kureyşlilerin en seçkinlerinden yetmiş kişiyi öldürüp bir o kadarını da esir aldılar. Hz. Peygamber bu esirler konusunda sahabileriyle istişarede bulundu. Ebu Bekir, bu konudaki görüşlerini şöyle açıkladı:
"Ey Allah'ın Elçisi! Bunlar bizim amca çocuklarımız, yakınlarımız ve kardeşlerimizdir. Bana kalsa hürriyetlerini bir fidye karşılığında bağışlayalım. Olaki onlardan alacağımız parayla güçleniriz. Bu arada Allah'ın onları hidayete erdireceğini de umuyorum ki bu suretle onları kazanmış oluruz."
Buna mukabil gerek Hz. Ömer, gerek Hz.Ali ve gerekse Abdullah Bin Ravvaha esirlerin kılıçtan geçirilmelerine taraftar idiler. Hz. Peygamber ise Hz. Ebu Bekir'in görüşünü tercih etti ve müşriklerden fidye aldı. Ertesi gün Hz. Ömer Rasulullah'ın yanma geldi, O'nu Ebu Bekir ile birlikte oturmuş ve ikisini de ağlarken gördü. Bu manzaradan etkilenen Hz. Ömer:
- Ey Allah'ın elçisi neden ağlıyorsunuz? Bana da söyleyin eğer ağlayabilirsem (sırf sana uyayım diye) ben de ağlayalım. Yok ağlamam gelmezse, hiç değilse ağlamaya çalışayım deyince Hz. Peygamber yakınında bulunan bir ağacı göstererek:
- Sizin Allah tarafından cezaya çarptırılmanız, şu ağaçtan daha yakın (bir an meselesi) oldu. Çünkü Allah Teala şu ayet-i kerimeyi indirdi:
"Yer yüzünde savaşırken düşmanı yere sermeden esir almak hiç bir peygambere yaraşmaz. Geçici dünya malını istiyorsunuz. Oysa Allah ahireti kazanmanızı ister. Allah güçlüdür, hakimdir. Eğer önceden Allah tarafından verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldıklarınız (ganimetler) dan ötürü bir cezaya çarptırılacaktınız. Elde ettiğiniz ganimetleri tam ve helal olarak yiyin. Allah'dan sakının. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder[9]
Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman Bedir günü henüz müşrikti ve savaşçı müşriklerin safları arasında bulunuyordu. Müslüman olduktan sonra bir keresinde babasına şöyle dedi:
"Sen bir ara, benim vurabileceğim tam müsait bir hedef haline gelmiştin. Fakat sırf seni vurmamak için bir manevra yapıp uzaklaştım. Bunun üzerine babası O'na şu karşılığı verdi:
"Fakat o gün sen, benim için müsait bir hedef haline gelseydin kesinlikle seni göz kırpmadan vururdum!" Bu demektir ki: îslam ve dava uğrunda Hz. Ebu Bekir katiyyen duygusal davranmazdı. Çünkü onun İslam gibi büyük bir davası vardı ve oğlu bu davaya karşı çıkan bir müşrik idi. Bu dünya hayatında insanlar arasında ne kadar güçlü maddi bağlar bulunursa bulunsun, müslüman kişi ile müşrik arasında asla sevgi bulunamazdı. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir milletin - babaları veya oğullan veya kardeşleri ya da akrabaları olsa bile- Allah'a ve peygamberine karşı gelenlere sevgi beslediklerini göremezsin.[10]
Keza Uhud Savaşı'nın cereyan ettiği gün de yine Hz. Ebu Bekir dağ gibi direnerek Hz. Peygamber (sav)'in yanından ayrılmadı ve hep O'nu korumaya çalıştı.
Sonra Mustalikoğulları üzerine sefere çıkıldığı gün gelip çattı. Ki o sırada Hz. Ayşe aleyhine uydurulan o meşhur iftira olayı cereyan etti. Hz. Ebu Bekir, uzaktan akrabası da olan Mistah Bin Esa-se adındaki fakir birine Öteden beri iyilikte ve mali yardımlarda bulunurdu. Bu şahıs da (her nasıl olduysa) o gün bu iftira hadisesine bulaşmıştı. Buna içerlenen Hz. Ebu Bekir:
"Allah'a yemin olsun bundan sonra Mistah'a hiç bir iyilikte bulunmayacağım Ayşe aleyhinde söylemiş bulunduğu bu sözlerden sonra O'na hiç bir şey vermeyeceğim" diyerek öfkesini ortaya vurmuştu. Bunun üzerine Allah Teala şu ayet-i Kerimeyi indirdi:
"İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere iyilikte bulunmamak için yemin etmesinler. Affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır.[11]
Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir,
- Elbetteki Allah'ın beni mağfiret etmesini arzu ederim, dedi ve vaktiyle Mistah'a yapmakta olduğu ihsanlarını tekrar devam ettirmeye başladı:
- Allah'a yemin ederim ki bu iyiliklerimi O'ndan bir daha kesmeyeceğim diye de söz verdi.
Bilindiği üzere vaktiyle Hudeybiye barışı sırasında müslüman-lar bir takım sıkıntılar duymuş, barışın ağır şartlarından dolayı huzursuz olmuşlardı. Nitekim Hz. Ömer o gün Rasulullah'a gelerek:
- Ey Allah'ın Elçisi! sen gerçekten Allah'ın elçisi değil misin? diye bir soru sormuş, Hz. Peygamber de:
- Elbette, bundan ne şüphe, diye cevap vermişti. Sonra yine:
- Peki biz haklı onlar da haksız değil mi? Öyleyse neden dünyayı dinimize tercih ediyoruz, diye bazı sorular daha yöneltmiş. Hz. Peygamber bunları şöyle cevaplandırmıştı:
- Hiç şüphe yok ki ben Allah'ın Rasulüyüm. O'na isyan edecek de değilim. Elbette ki O bana yardım edecek beni üstün kılacaktır. Nihayet Hz. Ömer şöyle demişti:
- Peki bizim gelip Kabe'yi tavaf etmeye muvaffak olacağımızı söylememiş miydin? Hz. Peygamber bu soruya da şöyle cevap vermişti:
- Evet, ama mutlaka bu yıl için mi söylemiştim? Hz.Ömer:
- Hayır deyince, O,
- Elbette ki gelecek onu tavaf edeceksin, diye eklemiş O'nu bu kızgın durumunda teselli etmişti.
Hz. Ömer kendisi anlatıyor, diyor ki:
- işte ben bu haleti ruhiye içinde Ebu Bekir'e gittim, O'na:
- Ya Eba Bekir! Bu hak bir peygamber değil midir? diye sordum.
- Hiç şüphe var mı, ya Ömer, dedi. Sonra:
- Peki biz haklı değil miyiz, düşmanımız haksız değil mi? Öyleyse neden dünyamızı dinimize tercih ediyoruz, diye sorular sordum. Kızarak bana:
- Behey adam! Şunu bil ki O Allah'ın gerçek elçisidir. Allah'a baş kaldıracak değildir. Allah Teala elbet O'na yardım edecek O'na zafer ihsan edecektir. Sen O'nun emirlerine yapışmaya bak. O hak ve doğru yoldadır, dedi. Sonra Ebu Bekir'e:
- Peki Hz. Peygamber bize, Kabe'ye gireceğimizi, Onu tavaf etmeye muvaffak olacağımız hep söylemiyor muydu? diye sordum. Bana:
- Muhakkak bu yıl için, bunun gerçekleşeceğini hiç söyledi mi, diye itiraz etti. Ben:
- Hayır, deyince, bunun üzerine:
- Şu halde Hz. Peygamber -hiç şüphe yok ki er veya geç- Kabe'ye girecek onu tavaf etmeye muvaffak olacaktır.
Hz. Ebu Bekir'in Hz. Ömer'e verdiği cevaplar, tıpkı Hz. Pey-gamber'in O'na verdiği cevaplara benziyordu.[12]
Hz. Peygamber (sav) Hicretin yedinci senesinde Hz. Ebu Bekir'i bir askeri birliğin başında Fezaraoğulları üzerine göndermişti. O bu askeri çıkarmada büyük bir başarı elde etmiş, bol ganimetlerle hiç kayıp vermeden dönmeyi başarmıştı.
Keza Tebuk Savaşı'nda ve harbin en kızıştığı saatlerde İslam ordusunun sancağı Hz. Ebu Bekir'in elinde bulunuyordu.
Huneyn günü, müslümanlar, sayılarının çokluğu sebebiyle övünüyor, gurur duyuyorlardı. Halbuki çok olmak hiç de işlerine yaramamış, savaştıkları vadinin her iki cephesinden düşmanın çapraz baskınına uğramış, pusuya düşerek ok yağmuru altında çil yavrusu gibi dağılmışlardı.
Bu sırada Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Abbas, oğlu Fadl, Hz. Peygamber (sav)'in amcazadesi Ebu Süfyan Bin El-Haris ve kardeşi Rabia Bin El-Haris ile Usama Bin Zeyd, Rasulullah'ın yanıbaşmdan ayrılmamış, kahramanca direnmişlerdi.
İlk şoktan sonra müslümanlar yemden kendilerine gelmiş, bilhassa Hz. Abbas'ın çağrısı üzerine tekrar Hz. Peygamber (sav) 'in etrafında toparlanmışlardı. Sonunda Allah Teala onlara zafer ihsan ederek müşrikleri yenilgiye uğrattı[13]
Rasulullah (sav), Hicretin dokuzuncu yılında Hz.Ebu Bekir'i Hac kafilesinin Emiri olarak görevlendirdi. Bu hadise, O'nun Te-buk Savaşı'ndan dönmesinden yaklaşık üç ay sonraya rastladı.
Hz. Ebu Bekir ile beraber üçyüz hacı bulunuyordu. Hz. Peygamber O'nunla beraber yirmi kadar büyükbaş kurbanlık hayvan gönderdi. Kendisi de beş kurbanlık ğötürdü.Hacılar hareket ettikten sonra Beraat (Tevbe) suresi indi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hz. Ali'yi görevlendirerek, bu sureden O'na kırk ayet verip, müslümanlara bildirmesi için peşinden gönderdi.
Hz. Ali bu ayetleri Tevriye günü, Arefe günü, bayramın birinci günü ve Nefr-i Evvel günü"[14] toplanan müslümanlara karşı okuyarak ilan etti. Bunu Hz. Ebu Bekir'in açış konuşmasından sonra yaptı [15]
Bir ara, Medine civarındaki Küba mevkiinde oturan ve Evs Ka-bilesi'nin bir kolu olan Amr Bin Avfoğullari arasında bir anlaşmazlık çıkmıştı. Hz. Peygamber (sav) aralarını bulmak için oraya gitmek üzereyken müezzini Bilal-i Habeşi'ye namaz vakti gelip de kendisi yetişemediği takdirde yerine, halka namaz kıldırmak üzere Ebu Bekir'i geçirmesi konusunda talimat verdi. Gerçekten de Hz. Peygamber dönerken gecikmişti. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir cemaatin önüne geçip namaz kıldırmaktayken Rasulullah (sav), camiye girmiş bulundu.
Ebubekir'e namazı davam ettirmesi ve pozisyonunu değiştirmemesi yolunda O'na işaretlerde bulunduysa da o heybetlenerek geri çekildi. Bu durumda Hz. Peygamber öne geçip namazı tamamladı.
Namaz sona erince Hz. Ebu Bekir'e:
- Ya Eba Bekir! Sana işaret ettiğimde neden devam etmedin, diye sordu. Hz. Ebu Bekir ise:
- Ebu Kuhhafe'nin oğlu Allah Elçisine imamlık yapamaz, diyerek O'na karşı olan tevazuuunu ve bağlılığını bir kez daha ifade etti. Bu münasebetle Hz. Peygamber müslümanlara şu hatırlatmada bulundu: "Siz namazdayken (çok hayati, acil ve tehlikeli) bir olay karşısında kalırsanız, yakınınızda bulunanları uyarmak için (namaz kılan) erkek (ise) yüksek sesle sübhaneüâh, desin; kadın (ise) el çırpsın."
Nakledilen bir hadisde Hz. Ayşe şunları anlatmaktadır:
"Hz. Peygamber, hastalığında ağırlaştığı sırada Bilal gelip O'nu namaza çağırdı. O da:
- Ebu Bekir'e söyleyin halka namaz kıldırsın, dedi. Bunun üzerine ben
- Ey Allah'ın Elçisi! Ebu Bekir yufka yürekli bir insandır, senin makamına geçince duygulanır, cemaate sesini duyuramaz. Emrin üzerine Hz. Ömer kıldırsa olmaz mı, diye rica ettim. Kısaca, ancak ciddi bir ifadeyle tekrar:
- Ebu Bekir'e söyleyin o cemaate namaz kıldırsın, buyurdu. Bu kez de Hz. Ömer'in kızı Hafsa'ya, aynı şeyi Hz. Peygamber'den rica etmesini istedim. O da gitti söyledi. Ancak Hz. Peygamber (sav) bu kez daha ciddileşerek:
- Sizler de Yusuf'un arkadaşlarısınız. (Yusuf'u yoldan çıkarmaya çalışan Züleyha gibisiniz.) Derhal söyleyin, cemaate Ebu Bekir namaz kıldırsın.
Bunun üzerine Ebu Bekir'e haber verdiler. Tam namaza durmuşlardı. Hz. Peygamber (sav), kendisini biraz iyi hissederek ayağa kalktı. Yavaş yavaş adımlarını atarak yürüdü. Caminin içine girince, O'nu, Ebu Bekir sesinden tanıyarak bulunduğu yerden geri çekilmeye çalıştı. Hz. Peygamer (sav) O'na "Yerinden kımıldama" anlamında işaret ettikten sonra yaklaşarak soluna oturdu. Bu vaziyette cemaate Hz. Peygamber oturarak namaz kıldırıyordu. Ebu Bekir ayakta O'na, cemaat de Ebu Bekir'e uyuyordu:
Cemaat Hz. Peygamber(sav)'in iyileşmiş bulunduğunu zannederek dağıldı. Ebu Bekir de böyle sanıyordu. Nitekim O'na:
"Ya Nebiyyallah! Allah'ın lutfuyla seni iyileşmiş görüyorum. Bugün Harice Kızı Habibe'ye gitmek istiyorum, iznin olur mu?" dedi.
Hz. Peygamber (sav) de:
- Tabi, diyerek muvafakat gösterdi ve sonra odasına girdi. Ebu Bekir de Medine dışındaki Aliye Mevkiine, Sinh Mahallesi'ndeki evine gitti. Çok geçmeden o gece Hz. Peygamber vefat etti. Ebu Bekir de o sırada evinden dönmüş, camiin kapısına gelmiş bulunuyordu. Haberi duymuştu. O anda Hz. Ömer halka hitab ediyor, şöyle diyordu:
"Münafıklardan bazıları Rasulullah'm vefat etmiş bulunduğunu ileri sürüyorlar. Allah'a yemin olsun ki o ölmüş değildir. O sadece Omran Oğlu Musa'nın, Rabbinin huzuruna çıkıp kırk gün kaldıktan ve hakkında "öldü" diye dedikodu yapıldıktan sonra dönmesi gibi o da Rabbine gitmiştir ve Allah'a yemin olsun ki Musa döndüğü gibi o da dönecek, O'nun için öldü diyenlerin ellerini ve ayaklarını kesecektir."
Hz. Ebu Bekir, bu sırada Camiin içinde olup bitenlere fazla önem vermeden, Rasulullah'm na'şının bulunduğu Hz. Ayşe'nin odasına girdi. Mübarek vücudu odanın bir kenarında örtülü duruyordu. Yaklaşarak yüzünü açtı. Sonra eğilerek saygıyla O'nu öptü. Sükunetini muhafaza ederek, bu büyük sahabiden beklenen olgunlukla:
"Babam ve annem sana feda olsun. Gerçek şu ki Allah'ın senin hakkında takdir buyurmuş olduğu Ölümü tatmış bulunuyorsun. Fakat bundan sonra sana artık Ölüm yoktur" dedi.
Sözlerini tamamlayınca yüzünü örttü ve camiye girdi. Hz. Ömer, kalabalığa hâla hitap ediyordu. O'nu "Biraz ağır ol, dinlermisin!" diyerek usulen uyardıysa da Hz. Ömer konuşmasına devam etmek istedi. Ancak, Hz. Ebu Bekir sözünü kesmek zorunda kaldı ve halka şöyle seslendi:
"Ey Nas! Kim ki Muhammed'e tapıyor idiyse bilmiş olsun ki Muhammed ölmüş bulunmaktadır. Ama kim Allah'a ibadet ediyor idiyse bilsin ki Allah sağdır ve ölümsüzdür."
Sonra şu Ayet-i Kerime'yi okudu:
"Muhammed ancak (ve ancak) bir peygamberdir. O'ndan önce de peygamberler gelip geçmişti. Şayet ölür veya öldürülürse eskiye mi döneceksiniz? Geriye dönen Allah'a hiç bir zarar veremeyecektir. Allah şükredenlerin mükafatını verecektir.[16]
Hz. Ebu Bekir'i dinleyen halk, bu ayeti sanki ilk defa duyuyorlardı. Artık vahiy kesilmişti, Rasulullah (sav) vefat etmişti. Sahabi-ler, artık O'nu hiç göremiyor, müslümanlar O'nun yönlendirici ve eğitici derslerini alamıyorlardı. Müslümanlar, korkunç bir .musibete çarpılmış, büyük bir şok geçirmişlerdi. Bu olayın tesiriyle hayalleri kırılmış, dünyaları başlarına yıkılmıştı. Bir çeşit sapıtmış-lardı. Öyle ki Hz. Peygamber (sav)'in öldüğüne bir türlü inanamı-yorlardı. Hz. Ömer'in sözlerinden de bu anlaşılıyordu.[17]
Hz. Ebu Bekir îslam döneminde ayrıca Ensar'dan Harice Kızı Habibe ile evlenmişti. Hanımı hamile olduğu bir sırada vefat etti. Öldükten sonra Ümmü Gülsüm adını verdikleri bir kızı oldu. Sonraları Talha Bin Ubeydullah bu hanımı nikahladı.
Hz. Ebu Bekir ayrıca Umeys kızı Esma ile de evlenmişti. Bu hanım önceleri Hz. Ali'nin kardeşi Cafer ile evliydi. Cafer Mu'te savaşında şehid olmuştu. Bu hanım Hicretin onuncu yılında Hz. Ebu Bekir'den Muhammed'i dünyaya getirdi. O'nun vefatından sonra da Hz. Ali ile evlendi.[18]
[1] imam Suyutî'ninTarih'ül-Hulefa adlı eserinden.
[2] imam Suyutî'nin Tarih'ül-Hulefa adlı eserinden
[3] İbni Hişam'm, konusu Arap dili grameri olan Şuzur'uz-Zeheb adlı eserinden nakledilen beytin yaklaşık Türkçe tercemesidir. (Mütercim)
[4] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/321-325.
[5] Tevbe Suresi, Ayet: 40
[6] Leyi Suresi, Ayet: 17- 18
[7] Ahkaf Suresi, Ayet: 11
[8] Sa ve Müdd: Eski hububat ölçekleridir. Sa: yaklaşık 3,5Kg, Müd ise iki avuç dolusuna eşit bir ölçektir. (Mütercim)
[9] Enfal Suresi, Ayet: 67-69
[10] Mücadele Suresi, Ayet:22
[11] Nur Suresi, Ayet: 22
[12] Ibn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 4, s. 301-302
[13] Ibn-ül Esir, El Kamil tere, c. 2, s. 243
[14] Tevriye Günü: Arefe gününden bir gün önce, yani Zilhicce'nin sekizinci günüdür. Bugünde hacılar Arafat'a çıkmaya başlarlar Arefe Günü: Kurban Bayramı'ndan bir Önceki gün. Yani Zilhicce'nin dokuzuncu günüdür..
Nefr-i Evvel Günü: Birinci göç günü demektir. Bayramın üçüncü ve Eyyam-i Teşrikin ikinci günüdür
[15] îbn-ül Esir, El Kamil tere, c. 2, s. 268
[16] Al-i İmran Suresi, Ayet:144
[17] İbn-ül Esir, El Kamil tere, c. 2, s. 295-297; İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 5, s. 401-404
[18] İbn-ül Esir, El Kamil tere, c. 2, s. 385
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 2/327-349.