33- MUAVİYE OĞLU YEZÎD

 

Yezid Hz. Osman'ın hilafeti zamanında, Hicri 26 senesinde dünyaya geldi. Babası ŞAM Valisiydi, Dolayısıyla bir vali evinde ve biraz nazlıca büyüdü. Özellikle daha önce de anlattığımız gibi kar­deşleri arasında tek sayılırdı. Çünkü kardeşlerinden Abdurrah-man henüz küçükken ölmüştü. İkinci kardeşi Abdullah ise biraz geri zekalıydı. Yezid biraz büyüyüp delikanlılık çağma gelince ken­dini av ve eğlenceye kaptırdı. Ve öylece de devam etti. Bunun dı­şında, yaptığı ileri sürülen başka şeylere gelince pek uzak ihtimal­dir. Komutanlar ve emirler gibi iktidarın üst düzey erkanı arasına onu itecek sosyal hayatla ilişkisi yoktu. Sadece kendi özel dünyası içinde yaşıyordu. Yirmidört yaşma girince babası onu izlemekte olduğu yoldan ayırmak istedi. Bu sebeple O'nu İstanbul seferine çıkan orduya komutan olarak seçti. Fakat Yezid istemeyerek gitti. Ancak döner dönmez yine eski alışkanlığına başladı. O'nun bu du­rumu Hicretin 53'ncü yılına kadar devam etti. O sıralarda da Mu-aviye, O'nun için halktan bey'at almak istedi. Bu maksatla da Zi­yad Bin Ebih'e bir mesaj göndererek kendisine danıştı. Ziyad da Ubeyd Bin Kâab En-Nemiri'yi çağırarak bu konuda görüşünü al­mak istedi. Kendisine dedi ki:

"Emirülmü'minin bana bir mesaj göndermiş bulunuyor. Gür yaYezid için halktan bey'at almak azminde olduğunu ifade edi­yor. Fakat halkın nefretinden de çekiniyor. Onların mutabakatını umuyor ve bu konuda da bana danışıyor. Biliyorsun müslüman-ların idaresi ve onun garantisi çok büyük bir meseledir. Yezid ise tembel ve ihmalkârdır. Üstelik ava da çok düşkündür. Onun için benim namıma Emirülmü'minin'e git ve O'na Yezid'in neler yap­tığım anlat. Ubeyd ise Ziyad'a:

"Biraz sabret bak işini yoluna koyacağım. Acele etme. Gecik­miş olunsa da hedefe varmak, acele edip de fırsatı kaçırmaktan daha hayırlıdır" dedi ve sonra da:

"Peki bundan daha başka bir yol yok mu?" diye ilave etti. Zi-yad da, "Nedir o söyler misin?" diye sordu. Bunun üzerine Ubeyd O'na şöyle bir akıl verdi, dedi ki:

"Muaviye'nin aklını hiç karıştırma. Oğlunu da O'na kötüleme. Ben Muaviye'den habersiz Yezid'e gidip kendisine diyeceğim ki:

'Baban, Emirülmü'minin, seni kendi yerine halife bırakmak üzere halkın onayını almak konusunda Ziyad'a danışmış. O da sende bulunan bazı fena huylar yüzünden halkın karşı çıkabilece­ğinden endişe ederek senin, kendine biraz çekidüzen vermem is­temiş'. Böylece sen O'na sanki -iyiliğini isteyerek nasihat etmiş gi­bi olmuş olursun. Aynı zamanda bu suretle babasını da memnun etmiş ve halkın idaresiyle ilgili olarak endişe etmekte olduğun şey­lerden de böylece kurtulmuş olursun."

Bu sözleri dinleyen Ziyad memnun kalarak Ubeyd'e:

"Sen taşı tam gediğine koydun. Allah'ın selameti seninle ol­sun. Git eğer arzu edilen sonucu alabilirsen ne âlâ. Yok eğer bir yanlışlık olursa bunun, senin kötü niyetinden doğduğunu san­mayacağım. Ve inşaallah seni yanlışlık yapmaktan da uzak tuta­cağım". Ubeyd de O'na:

"Sen görüşünü anlatıyorsun. Allah Teala ise bizim bilmediği­miz ancak kendi bildiği gibi hadiseyi icra edecektir" dedikten sonra Yezid'e gidip, bu meseleyi O'nunla görüştü. Ziyad da Maviye'ye bir mesaj yollayarak O'na biraz sabırlı olması ve acele etmemesi tavsiyesinde bulundu. Muaviye Ziyad'ın bu tavsiyesine uyarken Yezid de kötü alışkanlıklarının bir çoğunu yavaş yavaş bıraktı.

Yezid'in en fazla beğendiği yer, Homs yakınlarında bulunan Hıvareyn Köyü idi. Burası Dımışk'ın kuzey doğusuna düşer, bu köy günümüzde El-Karyeteyn adıyla bilinen beldenin yerinde bulunu­yordu.[1]

 

Yezidin Ailesi

 

Yezid (dayısının kızı) Ümmü Haşim'le evliydi. Ümmü Haşimf Ebu Haşim Bin Utba Bin Rabia'nm kızıdır. Yezid'den şu çocukları doğurdu:

1- Muaviye Bin Yezid: Künyesi Ebu Abdurrahman'dır. Aynı za­manda Ebu Leyla olarak da tanınır. Babasından sonra kendisine bey'at edildi.

2- Halid Bin Yezid: Künyesi Ebu Haşim'dir. Kendini kimya ilmi­ne verdi.

3- Ebu Süfyan Bin Yezid: Yezid'in ölümünden sonra, Mervan Bin Hakem O'nun karısı Ümmü Haşim'le evlendi.

. Yezid, aynı zamanda Abdullah Bin Amir'in kızı Ümmü Gül-süm'le de evliydi. Bu da Yezid'den: Abdullah Bin Yezid'i doğurdu. "El-Esvar" lakabıyla tanınırdı.

Yezid'in ayrıca cariyelerden de birçok çocukları vardı. Erkek çocuklarından bazılarının adları şöyledir:

Abdullah El-Asgar, Ebubekr, Ömer, Utba, Abdurrahman, Harb, Rabi' ve Muhammed. Öyle görünüyor ki Yezid'in bu Mu-hammed adlı oğlundan soyu yürümüş ve günümüze kadar devam etmiştir. Bu aile günümüzde Arap yarımadasının El-Asîr adıyla bilinen bölgesinde hâlâ mevcutturlar. Çünkü Abbasi Devleti kurul­duğu sırada Emeviler katliama uğrarken Muhammed'in torunla­rından biri kaçmayı başarmış ve bir müddet sonra bu mıntıkada nüfuz sahibi olan bir emirlik kurmuştu. Bu Emirlik çağımıza kadar da devam etti. Bu sülaleden Al-i Gaid Bin Mer'i adıyla bilinen bir aile vardı ve Abdülaziz Bin Suud Arap Yarımadasının büyük bölü­münü ele geçirmeden önce bölge üzerinde bu aile egemendi. [2]

 

Yezidin Halifelik Dönemi (Hicri: 60-64)

 

Muaviye, oğlu Yezid'i hilafet için aday gösterdi. O'nu kendine veliaht seçti ve Medine'de bulunan bir kaç şahsiyet hariç bölgeler­deki tüm halkın (bu konuda) muvafakati an m da aldı. (Yezide red oyu veren) bu şahsiyetlere, Muaviye, Hilafet makamına ehil olma­ları bakımından önemle bakıyor, İslam devletinde (sahip oldukla­rı sosyal mevki ve tesir bakımından) onlara karşı büyük ölçüde tedbirli davranmaya çalışıyordu. Çünkü bu zevat Yezid'in adaylı­ğını reddetmiş. Bunun Islamda yeri olmadığını ortaya koymuşlar­dı. Veliaht seçmek (henüz hayattayken) hilâfet makamına aday göstermek demekti. Halbuki hem halifeye hem de O'nun veliahdı­na aynı anda bey'at etmek mümkün değildi. Esasen Halife ölünce ya O'nun gösterdiği aday için yeniden halkm onayı istenecek, ya da O'na önceden temin edilmiş olan bey'atla birlikte adaylığı da red edilerek yeni bir aday gösterilecekti ve O'nun için halkm oyu­na başvurulacaktı. Dolayısıyla (her halükârda) yeni bir bey'at ge­rekiyordu. Çünkü, Yezid, kendisini aday gösteren babasının işgal ettiği mevkideki sıfatıyla nüfuzunu kullanarak adaylığı zor ve bas­kıyla elde etmişti. Bu olay da büyük ihtimalle Muaviye'nin iktidarı sırasında cereyan etmişti. Halife ölünce yukarıda adlarını zikretti­ğimiz dört zat hariç, bütün vilayetlerin halkları Yezid'e bey'at etti­ler. Sahabi çocukları olan bu dört tanınmış zat ise şunlardı:

Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin, Hz. Zübeyr'in oğlu Abdullah, Hz. Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman ve Hz. Ömer'in oğlu Abdullah. Ta­bi bu durumda Yezid'e bey'at edilmiş sayılır. Birkaç şahsiyet O'na muhalif kalmış olsalar bile mademki halkm hemen tümü O'nun hilafetim onaylamış oldu. Şu halde bey'at geçerlilik kazandı. Me­sela Hz. Ali'nin de, Saad Bin Ebivakkas, Muhammed Bin Mesle-me, Zeyd Bin Sabit, Hassan Bin Sabit, Usama Bin Zeyd ve diğer bir kaç zevatın daha muhalefetine rağmen hilafeti geçerliydi. Şu halde Muaviye oğlu Yezid artık müslümanlarm meşru halifesi ol­muştu! Yezid'in de yegane merakı Medine'den bey'at alabilmek, halife olmaktı. Bütün derdi buydu. Özellikle en büyük amacı müs-lümanlar nezdinde büyük itibara sahip bulunan bu birkaç zevatın onayını almaktı. Tabi eğer onların yakasını bıraksaydı, çok daha hayırlı olurdu. Fakat bu zevatı takip altında bulundurmak için nef­si O'na vesvese verdi. Belki de düşündüğü gibi böyle davranmakla müslümanlar arasındaki mevkiini güçlendirmek istiyordu, ya da onlardan birinin kendisine ters düşmesinden korkuyordu. Bu se­beple Muaviye'nin ölümünden sonra, ancak ölüm haberi ulaşma­dan önce Medine'deki Valisi El-Velid Bin Utba Bin Ebisüfyan'a şu mesajı yolladı:

"Bismillahirrahmanirrahim. Emirülmü'minin Yezid'den Velid Bin Utba'ya

Şu bir hakikattir ki: Muaviye, Allah'ın kullarından biriydi. Al­lah O'na ihsanda bulundu. O'na hilafet makamını nasip etti. O'na yetki nimetini verdi ve sebepleri O'nun için kolaylaştırdı. O da Allah'ın takdir buyurduğu kadar yaşadı ve eceli gelince de öl­dü. Allah O'na rahmetiyle muamele buyursun. O övgüye layık olarak yaşadı, doğru (sözünün eri) hayırlı ve Allah'ın koyduğu sı­nırlara daima saygılı bir insan olarak da öldü. Selamlar..."

Yezid ikinci küçük bir sayfaya da şunları yazarak ona gönderdi:

"Selamdan sonra, Hüseyin'e, Ömer'in oğlu Abdullah'a ve Zü­beyr'in oğlu Abdullah'a, bana bey'at edinceye kadar müsamaha-sız bir şekilde şiddetli bir baskı yap. Selamlar..."

Yezid'in bu mesaj emri üzerine Velid, Hz.Ali'nin oğlu Hüseyin ile Hz. Zübeyr'in oğlu Abdullah'ı davet etti. Hüseyin gelip oturun­ca Velid YEZÎD'in mesajını okudu ve Muaviye'nin ölüm haberini bildirdi. Hüseyin bu haberi duyunca:

"înna Hilali ve inna ileyhi raciun, Allah Muaviye'ye rahmet eylesin. (Üzüntünüzden dolayı) Size de büyük sevaplar ihsan et­sin" diye taziyette bulunduktan sonra sözlerine şöyle devam etti:

"Benden istediğin bey"ate gelince benim gibi (bir şahsiyet) oyunu gizli kullanmaz. Halkın huzurunda ve açık şekilde oyumu alsan ya!" Velid de, "Olur" deyince bu kez de Hüseyin O'na:

"Çıkıp da halkı bey'at etmeye çağırdığın zaman bizi de onlar­la beraber davet edersin. Böylece (ayrı ayrı değil de) işi bir defa yapmış olursun" dedi. Bunun üzerine Velid O'na:

"Öyleyse buyur git. Sonra halkla birlikte gelirsin" diyerek Hü­seyin'i uğurladı. O sırada orada bulunan Zübeyr oğlu Abdullah ise,

"Ben de sonra gelirim" diyerek ayrıldı. Fakat bir daha geri dön­medi. Kendisine bir çok kere adam gönderilerek davet edildi. Fakat Medine'den ayrılarak Mekke'ye gitti. Bir gün sonra da Hüseyin O'nu takip etti. Recep ayı henüz sona ermemişti. Hüseyin, aile hal­kının çoğuyla beraber çıkıp gitti. Yanında çocukları ve Muhammed bin El-Hanefiyye hariç, diğer kardeşleri de vardı. Biraderi Muham­med ise Medine'de kaldı ve Mekke'ye göçmemeleri için kardeşine O'nun çocuklarına ve diğer biraderlerine öğütte bulundu.

Hz. Ömer'in oğlu Abdullah ve Hz. Abbas'ın oğlu Abdullah ise şehirlerin ahalileri Yezid'e bey'at ettikten sonra onlar da artık leh­te oylarını kullandılar.

Sonra Yezid, Medine Valisi El-Velid Bin utba Bin Ebi Süfyan'i azlederek yerine Mekke Valisi Amr Bin Said Bin El-As'ı tayin etti. O da Zübeyr'in oğlu Amr komutasında (Mekke'de bulunan) bira­deri üzerine bir kuvvet gönderdi. Fakat yenilgiye uğradılar ve bu askeri birliğin içinden Enis Bin Amr El-Eslemi öldürüldü. Komu­tan Amr Bin Ez-Zübeyr de (Mekke'de emirliğini ilan eden) birade­ri Abdullah'a esir düştü ve onun hapsinde tutuklandı. Bu suretle Hz. Hüseyin ve Abdullah Bin Zübeyr hariç genelin muvafakatiyle Yezid'in hilafeti onaylanmış oldu. Bu iki zat ise, taşıdığı kutsal sı­fattan dolayı tecavüze uğramaz, güvenilir bir mekan olduğu için Mekke'de oturmayı düşünmüşlerdi. [3]

 

Yezid Döneminde Vilayetler

 

Yezid döneminde Hicaz ve Irak vilayetleri birer arena haline gelmişlerdi. Diğer vilayetlerde ise hayat normaldi. Ortalığı karıştı­racak bir olay hemen hemen çıkmazdı. Bu dönemde sadece Afri­ka'da bazı fetihler gerçekleştirildi. Diğer cephelerde ise iç karışık­lıklar sebebiyle cihad faaliyetleri durgunlaşmıştı.

Vilayetlere göre genel durum şöyleydi.[4]

 

Medine

 

Medine halkı genelde Ümeyyeoğullarmdan, özellikle de Ye­zid'in iktidara getirilmesinden hiç razı değillerdi. O'na zor altında ve başlarına gelecek bir beladan korktukları için oylarını vermiş­lerdi. O kadar ki bir gün Emevilerin üzerine atılacakları müsait bir fırsatı kolluyorlardı. Medine'ye Muaviye döneminin son günlerin­den beri yeğeni El-Velid Bin Utba Bin Ebisüfyan valilik ediyordu. Fakat Hz. Hüseyin'den ve Zübeyr Oğlu Abdullah'dan Yezid lehinde bey'at alamadığı için görevinden alınarak yerine, (hem Mekke'yi hem Medine'yi idaresi altında toplayan) Amr Bin Saad Bin El-As'ı vali tayin etti. Sonra tekrar Hicri 61 yılında El-Velid Bin Utba yeni­den dönerek bu kez Mekke ve Medine'ye vali oldu. Daha sonra Medine O'nun idari bölgesi dışında tutularak Hicri 62 de amcası-oğlu Osman Bin Muhammed Bin Ebisüfyan'ın idaresine verildi. Medine halkının kendisine karşı ayaklanarak başlarına Abdullah Bin Hanzalayı vali ilan ettikleri şahıs budur. Daha sonra buraya Müslim Bin Ukba El-Mirri geldi. Bu zat Mekke'ye gidince yerine

Ruh Bin Zenba'i vekil bıraktı. Yezid öldüğü sırada Şam ordusu Mekke'deydi.[5]

 

Mekke

 

Mekke halkı da Medine'liler gibi Yezid'i sevmiyorlardı. Bunlar, sahabi çocuklarından, özellikle Hz. Ali'nin oğlu Hüseyin, Hz. Ömer'in oğlu Abdullah, Hz. Zübeyr'in oğlu Abdullah ve Hz. Ab-bas'm oğlu Abdullah gibi. zevattan birinin müslümanlara baş ol­masını arzu ediyorlardı. Fakat bunlar da Hz. Ömer'in oğlu Abdul­lah ile Hz. Abbas'ın oğlu Abdullah'ın Yezid'e oy vermesinden son­ra susmuşlardı. Aynı zamanda oturmakta oldukları şehir (Yani Mekke) Mukaddes bir mekan olduğu için burada bir hadise çıksın istemiyorlardı. Tüm îslam Devleti çapında saygın birer kişiliğe sa­hip bulunan bu zevattan biri adaylığını koyup onları kendisine oy vermeye de davet etmemişti. Bu sırada Amr Bin Said Bin El-as (Ye­zid iktidarı adına) Mekke'de vali bulunuyordu. Sonra O'nun peşin­den El-Velid Bin Utba Mekke'ye -Yezid iktidarının geriye kalan sü­resi boyunca- valilik etti,

Hz. Zübeyr'in oğlu Abdullah Yezid'e bey'at etmeyi kesinlikle reddedince kardeşi Amr Bin Zübeyr komutasında, üzerine Medi­ne'den askeri bir kuvvet geldi. Fakat hemen yenilgiye uğradılar ve Komutan Amr Bin Ez-Zübeyr (biraderine esir düşerek) hapsinde tutuklandı. Ardından, Müslim Bin Ukba El-Mirri'nin ölümünden sonra El-Hüseyin Bin Numeyr komutasında Şam'dan bir ordu ge­lerek Mekke'yi kuşattı. Fakat Yezid'in Ölümü O'nu, kuşatmayı kal­dırmaya ve Şam'a dönmeye mecbur etti. [6]

 

Küfe

 

Küfe halkı da Ümeyyeoğullarından razı değillerdi. Meyilleri hep Hz. Ali'nin çocuklarıyla beraberdi. Fakat ancak zorla dize gelir, baskıyla boyun eğerlerdi. Daima karışıklık çıkarmayı sever, bu yolda faaliyet gösterirlerdi. Fakat başlarına bir olay da geldi mi da­ğılır ve birliklerini temin etme için davet ettikleri liderlerini bıra­kıp kaçarlardı. Onun için buradaki halkın, Mekke ve Medine hal­kından farklı huylan vardı. Aynı zamanda kozmopolit yapısıyla da Mekke ve Medine halkından ayrılırlardı. Bunların çoğunluğunu, esasen fetihler için gelmiş, sonra da buraya yerleşmiş yabancı kö­kenli askerler oluşturuyordu. Yani buradaki halk, özellikle Ye-men'liler, Tay, Temimoğulları, Abdikays diğer birçok Arap kabilele­rinin karışımından meydana geliyordu.

Muaviye, vefat ettiği sırada Küfe Valisi Numan Bin Beşir idi. Ye­zid'in döneminde de bu göreve devam etti. Hz. Hüseyin adına Müslim Bin Ukayl buraya gelip halk O'na bey'at etmeye başlayın­ca, bu haber Yezid'e ulaşır ulaşmaz, olup bitenler karşısında sustu­ğu ve çekimser kaldığı gerekçesiyle Vali Numan Bin Beşir'i azletti. Yerine sert idaresiyle tanınan Ubeydullah Bin Ziyad'ı tayin etti. Ye­zid'in şimdi O'na ihtiyacı olmuştu. Halbuki bir süre önce O'nu Basra Valiliğinden azletmek istiyordu. Fakat bu kez O'nun acıma­sızlığına ihtiyaç duymuştu. Bu nedenle de Küfe ile birlikte Basra'yı da O'nun idari bölgesine ekledi ve Ubeydullah, Yezid ölünceye ka­dar bu iki kentin valisi olarak devam etti.[7]

 

Basra

 

Basra bir dereceye kadar Kûfe'ye benziyordu. Fitne çıkarmaya karşı rağbetleri -Küfe halkına nazaran- daha az olmakla beraber ve bazı bölgelerinde Haricilerin rolü bulunduğu halde Basra'nın, az çok Kûfe'yle bir benzerliği vardı. Cihad faaliyetlerinde buraya tabi olan Horasan'a gelince burayı Müslim Bin Ziyad idare ediyordu. Ubeydullah Bin Ziyad ise Muaviye devrinde Hicri 55 yılından Ye­zid'in ölümüne kadar Basra'ya valilik yaptı.[8]

 

Mısır

 

Mısır sessiz sakin bir memleketti. Halkı, buraya tayin edilen bütün valilere baş eğer, itaat ederlerdi. Buranın valiliğini Hicri 55

yılından beri Mesleme Bin Muhallid deruhte ediyordu. Bu zat, Uk-ba Bin Nafi'i azlederek Kuzey Afrika valiliğini Ebulmuhacir'e ver­mişti. Bu tayin Hicri 62 yılında Mesleme Bin Muhailid'in ölümüne kadar devam etti. Sonra Ukba Bin Nafi onbin askerle birlikte Şam'dan Afrika Valisi olarak geldi. Yalnızca Mısır Valiliği ise bu kez Said Bin Yezid Bin Alkame El-Ezdi'ye verildi.[9]

 

Kuzey Afrika

 

Bu bölgenin sorumlusu olan Ukba Bin Nafi Batıya doğru hare­ket ederek Mağrib memleketlerinin tümünü fethetti ve Atlas Okya­nusu sahillerine ulaştı. Oradan da hareket ederek bugün Sebu Neh-ri'nin suladığı ovalar olarak bilinen Yakın Sus memleketlerini ele ge­çirdi. Sonra Atlas Okyanusu sahillerini güneye doğru takip ederek Uzak Sus'a kadar ulaştı. Oradan sahra yoluyla Kayravan'a dönmeyi kararlaştırdı. Çünkü dönüş için bu yol daha kısaydı. Aynı zamanda O'nun gerçekleştirmiş olduğu geniş fetihlerden sonra bu yol daha emniyetli hale gelmişti. Fakat dönüşü esnasında Thoda yakınların­da bir tuzakla karşılaştı. Berberiler yolunun üzerinde bir pusu kur­muşlardı. Beraberindekilerle birlikte burada şehid edildi. Ukba Bin Nafi Kayravan'da yaptığı bir üssün eşini buraya da kurmayı tasarlı­yordu. Günümüzde bu mekan Konstantiniye'nin güneyinde bulu­nan Baskara yakınlarında Sidi Ukba adıyla bilinmektedir.[10]

 

Yezid Döneminin Olayları

 

Hz. Hüseyin'e hiç süre tanımadan Yezid, O'ndan bey'at alma­yı diretince, halife olur olmaz hadiseler de cereyan etmeye başla­dı. Bu sebeple Zübeyroğlu Abdullah Mekke'ye gitmek mecburiye­tinde kaldı. Ardından Hz. Hüseyin de gitti. Ondan sonra Küfe hal­kından Hz. Hüseyin'e mektuplar yağmaya, peşpeşe elçiler gelme­ye başladı. Hepsi de O'na şöyle diyorlardı:

"Hepimiz senin için (yönetimi protesto olmak üzere) evleri­mize kapanmış bulunuyoruz. Vali ile beraber Cumaya gitmiyo ruz. (Seni bekliyoruz.) Derhal gel."[11]

 

Muavîye Oğluyezîd

 

Bu sırada Küfe Valisi, Ensar'dan Numan Bin Beşir idi. Bunun üzerine Hz, Hüseyin, amcası oğlu Müslim Bin Ukayl'ı Kûfe'ye gön­dererek O'na:

"Kalk Kûfe'ye git bak eğer durum bana yazdıkları gibi ise çı­kar onlara gideriz" dedi. Hz. Hüseyin'in talimatı üzerine Müslim Medine güzergahı üzerinden yola çıktı. Yanma iki tane de yol reh­beri almıştı. O'nu çölden yürüttüler ve bu sırada da susadılar. Mihmandarlardan biri hayatını kaybetti. Bunun üzerine Müslim Hz. Hüseyin'e bir mesaj yollayarak bu görevden kendisini affet­mek istedi. Fakat Hz. Hüseyin O'na:

"Hayır, Kûfe'ye devam et" diye talimat yazdı. Bunun üzerine O da giderek Küfe halkından birinin evine misafir oldu. O'na bu sıra 12 bin kişiden daha fazla insan bey'at etti. Tabi bu haber de yayıl­dı. (Vali) Numan Bin Beşir (bu olaya karşı kayıtsız kaldığı) gerekçe­siyle azledilerek şehrin idaresi Basra Valisi Ubeydullah Bin Ziyad'a verildi. Müslim de bu arada bulunduğu evden ayrılarak Hanî Bin Urvan El-Murri adında birinin evine intikal edip Hz. Hüseyin'e, ar­tık Kûfe'ye gelebileceğine dair bir yazı gönderdi. O'nu davet etti.

Vali Ubeydullah Bin Ziyad, Müslim'in misafir olarak bulundu­ğu evin sahibi Urva'yı çağırıp Müslim hakkında soruşturma yaptı. Hani önce inkar ettiyse de onları evde birlikte gören şahitler çağrı­lınca gerçeği itiraf etmek mecburiyetinde kaldı.

"Allah Emir Hazretlerinin işini rast getirsin, yemin olsun ki O'nu ben davet etmiş değilim. Fakat kendisi gelip bana misafir oldu" diye ifade verdi. Bunun üzerine Vali:

"Peki bana onu getir!" deyince bu kez şu cevabı verdi: "Allah'a yemin olsun ki eğer o, şu iki ayağımın altında bile ol­sa ayaklarımı üzerinden kaldırıp O'nu sana teslim etmem." Bu sözlere fena halde kızan Vali kalkıp Hani'yi tartaklayarak yaraladı ve sarayın bitişiğindeki hapse attı. Hani'nin mensup olduğu Muz-hic Kabilesi halkı, Hani'nin öldürüldüğünü zannederek toplandı­lar. Hani'nin hapsedildiğini haber alınca dağıldılar, bu haber Müs­lim'e ulaşınca o da ortalığa çıktı. Etrafında Küfe halkından dört bin kişi kadar da taraftar toplandı. Müslim onları alarma.geçirerek (Vali) Ubeydullah'm üzerine yürüdü. Ubeydullah Kûfe'nin ileri ge: lenlerini çağırarak, Müslim'in etrafında kümelenmiş ve sarayı sar­mış bulunan yakınlarım ikna ederek O'ndan koparmaları için gönderdi. (Aşiret reislerinin telkinleriyle) Müslim'in arkadaşları yavaş yavaş etrafından dağıldılar. En son beşyüz kişi kaldı. Gece karanlık çökünce onlar da dağıldılar ve Müslim yapayalnız ortalık­ta kaldı. Bu sırada sokakta perişan dolaşırken bir eve girdi. Fakat çok geçmeden nerede olduğu tespit edildi ve vali Ubeydullah, özel korumasının şefini yetmiş polisle birlikte O'nu yakalamaya gön­derdi. Müslim sarıldığım görünce dışarı çıkıp kılıcıyla döğüşmeye çalıştı. Kendisine güven verilerek derdest edilip vali'nin sarayına götürüldü. İçeriye alınması emredilerek nihayet boynu vuruldu ve cesedi halkın önüne atıldı. Aynı zamanda O'na ev sahipliği yapan Hani de idam edildi ve başlan kesilerek Yezid'e gönderildi.

Müslim, Hz. Hüseyin'in Mekke'den hareketinden bin gün son­ra Hicretin 60'ncı yılı Zilhicce ayının 6'sında çıkmıştı.

Bu olaydan sonra Hz. Hüseyin de Mekke'den Küfe yönünde hareket etti. O'nu seven birçok kimse, böyle hareket etmemesi için nasihatte bulundular. Bu da gösteriyor ki bu çıkışta bir acele var­dı. Fakat (ne söylenebilir ki) Hz. Hüseyin müçtehid idi ve Allah'ın takdir ettiği mutlaka olacaktı. Bu işte acele davranıldığı birçok yönden ortadadır. Gerek hareketin temel nedeni, gerek hazırlık yönünden, gerekse Kûfe'lilere inanmak bakımından bu işin içinde yanlışlıklar vardı. Bir kere Hz. Hüseyin, Kufe'lilerin kardeşine ve babasına karşı nasıl davrandıklarını görmüştü. Aynı zamanda (müesses nizama) baştaki idareciye karşı baş kaldırmasında da olumsuzluklar vardı. Nitekim kendisine nasihatte bulunanların sözlerinden de bu gerçekler anlaşılmaktadır. Şimdi de O'na çokça yapılmış bulunan bu nasihatlerden bazılarını dinleyelim; Hz. Hü­seyin Mekke'ye taşınmak üzere Medine'den ayrıldığı gün biraderi Muhammed Bin El-Hanifiyye O'na şöyle demişti:

- Muhterem biraderim, insanlar içinde en çok sevdiğim sen­sin. En azizleri de sensin. Halk arasında, benim (hayırlı) öğütleri­me senden daha çok hak kazanmış biri yoktur. Gel sana tabi olanlarla beraber Muaviye Oğlu Yezid'den ve eyalet halklarıyla uğraşmaktan (elinden geldiği kadar) vazgeç. Sonra elçilerini on­lara gönder. Onlardan kendin için bey'at iste. Eğer sana bey'at ederlerde bundan dolayı (memnun olur) Allah'a hamd edersin. Yok eğer senden başka birini seçecek olurlarsa bununla ne dinin­den ne de aklından bir şey eksilir, ne şerefinden ne de faziletle­rinden bir şey kaybolur. Korkarım ki gider şu şehirlerden birine girersin, etrafına da (önce) bir kalabalık toplanır, sonra araların­da ihtilafa düşerler. Bir kısmı seni destekler, diğer bir kısmı sana muhalif olurlar. Sonra birbirlerine girerler, neticede ise ilk defa sen hedef olursun. Şunu bil ki bu ümmetin gerek ahlak gerekse soy bakımından en hayırlısı kanı en çok akıtılan halkı ve yakınla­rı en çok çiğnenen ve zulme uğrayan kimsedir." Hz. Hüseyin bu sözlere rağmen:

"Ben gidiyorum aziz kardeşim," diye (kesin bir ifadeyle) ko­nuştu. Bunun üzerine biraderi şunları söyledi:

"Öyleyse (Önce) Mekke'ye git. Eğer memleket sana yar olursa ne âlâ, yok eğer sana karşı taksiratı olursa sen de artık çöllere ve dağ zirvelerine çıkarsın. Bir memleketten Öbürüne gidersin. Hal­kın geleceğini düşünürsün. Elbette ki bir görüş ortaya kor, nasıl hareket edeceğini bilirsin. Çünkü sen en doğru şekilde düşünebi­len ve (meseleleri göğüslediğin zaman) en azimli bir şekilde dav­ranan birisin. Sorunlar, senin onlara sırt çevirdiğin zamankin­den daha çok büyümezler."

Bunun üzerine Hz. Hüseyin, biraderi Muhammed'e:

"Muhterem biraderim, gerçekte güzel öğütlerde bulundun ve endişelerini ortaya koydun. Umarım görüşün sağlam ve başarılı olur" karşılığında bulundu.

Hz. Hüseyin, Irak'a gitmeye artık iyice azmedince, Ömer Bin Abdurrahman Bin El-Haris yanma gelerek Allah'a hamd ettikten sonra O'na şöyle dedi:

"Değerli amcazadem! Sana bir mesele için gelmiş bulunuyo­rum. Bu mevzuda konuşmak senin için nasihattir. (Seni uyarmak istiyorum) Bak, nasihatimi kabul edeceksen konuşayım. Yok ka­bul etmeyeceksen vazgeçeyim," Hz. Hüseyin cevap olarak O'na:

"Konuş, andolsun ki senin ne kötü görüşlü bîri olduğunu ne de bana çirkin bir iş yapmamı tavsiye edeceğini sanıyorum" de­di. Bunun üzerine Ömer, "şunları söyledim," diyor:

"Irak'a gideceğini duydum. Senin bu seyahatinden dolayı en­dişe duyuyor ve üzülüyorum Sen öyle bir memlekete gidiyorsun ki idarecisi sorumluları ve amirleri vardır. Devletin imkanları on­ların elindedir. Biliyorsun ki insanlar paranın kulu kölesidir." Sa­na yardım edeceğiz, seni destekleyeceğiz" diye sana söz verenle­rin sonunda seninle savaşacakları ihtimaline bile inanıyorum."

Hz. Hüseyin ise O'na şu cevabı verdi:

"Allah seni hayırla mükafatlandırsın ey amcaoğlu! Seni anlıyo­rum. Sen gerçekten (samimi) öğütlerde bulundun. Güzel bir man­tıkla endişelerini dile getirdin. Fakat ne takdir edilmişse o olur. Ben senin görüşünle hareket etsem de etmesem de sen benim için en övgüye layık bir yol göstericisin ve en iyi öğütleyensin."

Sonra Hz. Abbas'ın oğlu Abdullah gelerek Hz. Hüseyin'e:

"Ey Amcaoğlu! Sen milleti ayağa kaldırdın. Duyduğuma göre Irak'a gidiyormuşsun, söyler misin bana, gidip de ne yapacak­sın?" diye sordu. Hz. Hüseyin O'na da:

"Evet Allah izin verirse önümüzdeki şu iki gün içinde hareket etmeye karar vermiş bulunuyorum" deyince bu sefer Abdullah O'na:

"Allah seni (niyet ettiğin bu işin kötü sonuçlarından) korusun. Bana söylesene, -Allah iyiliğini versin!- Sen acaba, başlarındaki (zalim) idarecilerini öldürmüş, memleketlerine hakim olmuş ve düşmanlarını kovmuş bir topluluğun arasına mı gidiyorsun? Eğer gerçekten de böyle yapmışlarsa git onlara (önderlik et.) Yok eğer onlara tahakküm eden (zalim) yöneticileri hâlâ başlarında bulunuyor ve memurları da bunlardan hâlâ vergi toplamaya de­vam ediyorsa, şu halde seni savaşın ve kanlı çarpışmanın içine

çekmek niyetiyle davet etmiş bulunuyorlar: Bak işin sonunda sa­na karşı savaşacaklarından, seni yalanlayacaklarından, sana ters düşeceklerinden ve seni (sonunda) orta yerde yalnız bırakacak­larından, hatta silahlarını sana doğru yöneltip sana karşı en az­gın düşmanlar olarak üzerine yürüyeceklerinden endişeliyim" diyerek O'nu (mümkün olduğunca) uyardı. Fakat Hz. Hüseyin (bütün bunlara rağmen) O'na şöyle dedi:

"Ben meseleyi Allah'ın iradesine havale ediyorum. Ne takdir edilmişse onu bekleyeceğim."

Akşam olunca (ya da ertesi günü) yine Hz. Abbas'ın oğlu Ab­dullah Hz. Hüseyin'e gelerek O'na:

"Ey amcaoğlu! Sabretmeye çalışıyorum, ama hiç de sabrede­miyorum. Bu yöne gidersen helak olacağından, hatta, ocağının söndürülmesinden korkuyorum. Irak halkı dönek bir millettir. Sakın onlara yanaşma. Gel etme bu memlekette kal. Sen tüm Hi­caz ehlinin efendisisin. Eğer Irak'lılar gerçekten de seni arzu edi­yorlarsa onlara yaz, önce düşmanlarını oradan kovsunlar, sonra sen onlara gidersin. Ama ille de bu diyardan gideceğim diyorsan, hiç değilse Yemen'e git, orada kaleler, dağ yolları, (müstahkem yerler) var. Enine boyuna geniş bir memlekettir. Senin babanın da birçok taraftarları orada vardır. Bir kenara çekilir, halka da­vetnameler gönderirsin, davam yerleştirmeye çalışırsın. Uma­rım, selameti temenni ettiğin bir ortam bulursun" diye (uzun uzun) Öğütlerde bulundu, Hz. Hüseyin bu kez de:

"Ey amcaoğlu! Allah'a and olsun ki sen müşfik (acıyan) bir nasihatçısm. Fakat ben kesin olarak gitmeye azmetmiş bulunu­yorum" deyince Abdullah artık (son olarak çaresiz) şu öğütte bu­lundu:

"Eğer gideceksen bari hanımlarım ve çocuklarını beraber gö­türme. Allah'a yemin ederim, Hz. Osman nasıl ki hanımlarının ve çocuklarının gözleri önünde öldürüldü ise senin de o şekilde öl­dürülmenden korkuyorum!" dedi.

İşte bütün bu nasihatçiler, esasında görüşleri kuvvetli ve bilgi sahibi kimseler idiler. Aynı zamanda öğütlerinde doğruyu da söy­lüyorlardı ve görüşlerinde haklıydılar. Onlar da görüş beyan ettiler. Hz. Hüseyin de görüşlerini ortaya koydu. Fakat daha sonra ortaya çıkan neticelerden, esasen onların görüşlerinde isabet ettikleri Hz. Hüseyin'in ise içtihadında hata yaptığı ortaya çıktı.

Nitekim Hz. Hüseyin Mekke'den çıktığı esnada Iraklı bir ada­ma rastladı. O'na:

'Arkanda bıraktığın halktan bana malumat versene!" deyin­ce adam şu cevabı verdi:

"Gönüller seninle fakat kılıçlar Ümeyyeoğullarıyla beraber­dir. Takdir ise Allah'ın elindedir."

Hz. Hüseyin'in (bir diğer amcasıoğlu) Abdullah Bin Cafer de O'na iki oğlu Muhammed ve Avn ile beraber gönderdiği bir mek­tupta şöyle yalvarıyordu:

"Ne olur Allah aşkına gönderdiğim şu mektuba bakmadan (Onu dikkatle okumadan) sakın ha çıkıp gitmeyesin! Yöneldiğin yere gidip de yok olmandan, kökünün kazınmasından korkuyor sana acıyorum. Eğer bugün helak olursan yeryüzünün nuru söne­cektir. Sen hidayete ermişlerin başı, müminlerin biricik ümidisin. Hareket etmek için sakın acele etme. Gönderdiğim mektuptan sonra ben de hareket etmek üzereyim, geliyorum. Selamlar."

Bu arada Abdullah Bin Cafer, Amr Bin Said Bin El-As'a müra­caat ederek, O'nunla da konuştu. O'na:

"Lütfen sen de Hüseyin'e bir mesaj gönder, O'na güven ver, yakınlık göstererek O'nu ümitlendir, mesajında O'na itimad etti­ğini yaz ve kendisinden dönmesini iste. Oîa ki yatışır, ikna olur da döner" dedi. (Vali) Amr Bin Said, Abdullah'ın bu isteğine karşılık:

"Olur, bu konuda ne istiyorsan bir kağıda yaz, bana getir, der­hal altma mührümü basayım" dedi. Bunun üzerine Abdullah Bin Cafer bir yazı hazırlayarak Amr Bin Said'e getirip:

"İşte yazıyı hazırladım, altına mührünü bas ve kardeşin Yah­ya'ya ver ve O'na gönder. O'nunla daha rahat ikna olabilir. Çünkü bu suretle, bu gayretin senin tarafından sarfediidiğini anlar ve takdir eder" diye konuştu. O da Abdullah'ın isteğini yerine getirdi. Amr Bin Said, Yezid tarafından tayin edilmiş Mekke Valisiydi. Ni­hayet (Vali'nin kardeşi) Yahya ile Abdullah birlikte mesajı alıp O'na ulaştırdılar ve yazıyı kendisine okuttuktan sonra döndüler. Olayı şöyle anlattılar. Dediler ki:

"O'na mesajı okuttuk, kendisiyle çok uğraştık {O'na yalvar-dık) Bize {teklifimizi kabul etmeyeceğine dair) ileri sürdüğü ma­zeretlerden biri olarak şu açıklamada bulundu:

"Ben rüyamda Rasulullah'ı gördüm. Bana bir emir verildi. îşte ben o emre göre hareket ediyorum. Artık bu ya aleyhimde olur ve­ya lehimde olur" dedi. O'na:

"Nedir bu gördüğün rüya, bize de anlatır mısın" dedikse de, "Rüyamı kimseye anlatmış değilim, Rabbime kavuşuncaya ka­dar da kimseye anlatmam" cevabını verdi."

Vali Amr Bin Said Bin El-As'in Hz. Hüseyin'e gönderdiği mesaj şöyleydi:

"Bismillahirrahmanirrahim, Amr Bin Said'den, Ali oğlu Hü­seyin'e,

Helakine sebep olacak olan gidişten seni alıkoyması ve doğ­ruyu bulmana yardım etmesi için Allah'a dua ediyorum. Irak'a gitmekte olduğunu duydum. Seni ayrılık çıkarmaktan koruması için Allah'a dua ediyorum ve bu gidişle perişan olacağından (yok olacağından) korkuyorum.

Bak sana Abdullah Bin Cafer'le {kardeşim) Yahya'yı gönder­miş bulunuyorum. Onlarla birlikte bana gel. Benim yanımda se­nin için güven var. {Yakınımda emniyet içinde olacaksın) Seninle ilgileneceğim, sana iyiliklerde bulunacağım ve güzel bir beraber­lik sağlayacağım. Bu söylediklerim konusunda Allah Teala şahi­dim, kefilim, gözetleyicim ve vekilimdir. Selamlar."

Hz. Hüseyin'in ise (Mekke Valisi) Amr Bin Said'e gönderdiği cevabî mesajı şöyleydi:

"İnsanları Allah yoluna davet eden, iyi amel işleyen ve ben müsliimamm diyen bir kimse, insanları Allah'ın ve peygamberin yolundan saptırmış olmaz. Ben de güven içinde yaşamaya, (in­sanları) bir birbirleriyle iyi ilişkilerde bulunmaya davet etmiş bu­lunuyorum. Güvenin en hayırlısı Allah'ın verdiği güvendir. Allah Teala ise bu dünyada kendisinden korkmayanlara Kıyamet gü­nünde güven vermeyecektir. Eğer sen bana göndermiş bulundu­ğun mektupla gerçekten bana ilgi göstermeyi ve iyilikte bulun­mayı niyet etmişsen bu dünyada da ahirette de hayır bulasın. Se­lamlar."

Abdullah Bin Zübeyr'e gelince o da Hz. Hüseyin'in yanma gel­di, kendisiyle konuştu ve sonra şöyle dedi:

"Bilmiyorum, neden (arasında bulunduğumuz) bu halkı ter-kediyor, onlardan vazgeçiyoruz! Halbuki bizler (hürmet gören) muhacir çocuklarıyız, onların başında bulunan sorumlularız. Söyler misin bana, sen ne yapmak istiyorsun?" Abdullah'ın bu ıs­rarlı ve ciddi serzenişlerine Hz. Hüseyin şu cevabı verdi:

"Vallahi nefsim benim (muhakkak) Kufe'ye gitmemi istiyor. Benim oradaki taraftarlarımı ve Kufe'nin eşrafı bana bu hususta yazı gönderip davet ettiler. Ben de neticeyi Allah'ın iradesine bı­rakıp gideceğim" Bunun üzerine Abdullah Bin Zübeyr:

"Eğer benim, seni destekleyenlere benzeyen taraftarlarım ol­saydı onlara asla kanmazdım" dedikten sonra, Hz. Hüseyin'in kendisini (davaya ihanetle) suçlamasından bir an korkarak ifade­sini biraz yumuşattı. Sonra şöyle dedi:

"Hicaz'da otursan da sonra (elde etmek istediğin sonucu) bu­rada takip etsen inşaallah kimse ana muhalefet etmez."

İşte bütün bunlar, Hz. Hüseyin devrinin halk tarafından kendi­lerine saygıyla bakılan, genelin kendilerine güvendiği ve öğütlerini dinlediği önemli şahsiyetlerin sözleridir. O'na, Irak'a yapmak iste­diği seyahatin tehlikesini biteviye söyleyip durdular. Fakat O, Al­lah'ın dilediği ve meydana gelmesi mukadder olan hadiseyi yaşa­mak üzere gitmekte ısrar etti. O'nun (Irak'a) gitmesi bir hataydı.

Irak'ın içinde bulunduğu şartlar ve o sıralarda cereyan eden fitne sebebiyle ortam henüz net bir görüntüye sahip değildi. Sonra kan­lı bir mücadelenin içine doğru gitmekte olduğunu bildiği halde ha­nımlarını ve çocuklarını da beraber alıp götürmesinden dolayı yi­ne gidişi hatalıydı. Keza yönetime, (müesses nizama) baş kaldır­ması ayrı bir yanlışlıktı. Fakat Hz. Hüseyin o gün, yeryüzünde yaşa­yan insanların en efdali olduğu için O'na ve Ehl-i Beyt'e karşı olan derin sevgimiz ve O'nunla, beraberinde bulunanların uğradıkları korkunç ve çirkin saldırı nedeniyle sebepler üzerinde hiç durma­dan dikkatlerimizi hep sonuçlar üzerinde yoğunlaştırmaktadır. Bu­na ilaveten O'nu katlettikleri halde destekçisi olduklarım ileri sü­renlerin yazıp çizdikleri ve bu dramı abartarak tasvir etmelerinin de etkisi büyüktür. Yazıp anlattıkları bu şeylerle daima kalpleri ya­raladılar. Öyle ki bu tip kitaplardan ve tasvirlerden başka (ellerde dolaşan) bir şey kalmadı. Bunlar halk arasında yayıldı. Yazarlar hep bu olaydan söz ettiler. Halbuki Hz. Hüseyin'in babası da öldürül­müştü. Üstelik O cennetle müjdelenmiş bir zattı ve Hz. Hüse­yin'den daha üstündü. Keza O'ndan önce de Hz. Osman ve Hz. Ömer de öldürülmüşlerdi. (Allah'ın rızası onların üzerine olsun.)

Hz. Hüseyin (onca uyarıdan sonra) sefere çıkarak Kûfe'ye doğ­ru yol almaya başladı. Kadisiye'ye üç mil kala El-Har Bin Yezid Et-Temimi adında birine rastladı. Hz. Hüseyin'e:

- Nereye böyle, diye sordu. (Kufe'yi kastederek)

- Şu şehre gitmek istiyorum, deyince El-Har O'na:

- Sakın ha! Hemen dön. Zira arkamda senin için hayırlı olabi­leceğini umduğum bir şey yok. Hz. Hüseyin, birara bu sözlerden etkilenerek dönmek istedi. Keza Abdullah Bin Muti' de bir konak yerinde O'na uyarıda bulundu. Abdullah Hz. Hüseyin'in kendisine doğru geldiğini görünce O'na (yaklaşarak):

- Anam babam sana feda olsun Ey Rasululah'm yavrusu! Seni buralara getiren sebep nedir, dedikten sonra O'nu kucaklayarak bineğinden inmesine yardım etti. Hz. Hüseyin:

- Senin de duymuş olduğun gibi Muaviye öldü. Bunun üzerine Irak halkı bana yazı göndererek biat etmek üzere davet ettiler,

deyince Abdullah Bin Muti':

-  Ne olursun Allah aşkına, İslamm hürmeti hakkı için sana karşı saygısızlıkta bulunmalarına meydan verme! Allah aşkına, Hz. Peygamber hürmetine ve Arap milletinin şerefi hürmetine yalvarıyorum, gel etme dön. Çünkü Emevilerin elinde bulunan yönetimi almaya kalkışırsan seni mutlak surette öldürürler. Eğer seni öldürecek olurlarsa ondan sonra artık hiç kimseye aldırış et­mez hiç kimseye karşı saygı duymaz olurlar. Vallahi İslam da Ku-reyş de Araplar da çiğnenir giderler. Gel etme, sakın Kufe'ye git­me, Ümeyye oğullarına sakın karşı gelme!" diye uzun uzun yal­vardı. Fakat Hz. Hüseyin ille de gideceğim diye diretti.

Beraberinde Müslim Bin Ukayl'in kardeşleri de vardı. O'nlar da:

- Hayır, öcümüzü almadan dönmeyiz, diye ısrar ettiler. Hz. Hüseyin:

- Sizden sonra yaşamanın hiç bir anlamı yoktur, diyerek yol­larına devam ettiler. Abdullah Bin Ziyad'ın (gönderdiği) güvenlik kuvvetlerinin öncü süvarileri Hz. Hüseyin'le karşılaştılar. O'nları görünce Kerbela'ya doğru yöneldi. Hz. Hüseyin'le beraber kırkbeş atlı yüz de yaya vardı. Abdullah Bin Ziyad'ın askerlerinin başında ise Saad Bin Ebi Vakkas'ın oğlu Ömer vardı. Birbirlerine yaklaşıp konuşma ve anlaşma fırsatını bulamadılar. Çünkü Bin Ziyad'ın güvenlik kuvvetleri arasında bulunan fitneciler, (olumlu bir orta­mın doğmasına fırsat vermeden) hemen çatışmayı başlattılar. Hz. Hüseyin ve beraberindekiler adeta ölümün üzerine giderek kahra­manca çarpıştılar. Fakat sonunda çokluk mertliği yendi ve Hz. Hü­seyin'le arkadaşlarının hepsi katledildiler. Aralarında on kişiden fazla yakınları vardı. Hz. Hüseyin'i bizzat şehid eden Şimr Bin Zi'l-Cevşen adında bir bedbaht oldu. Başını vücudundan ayırarak (Va­li) Bin Ziyad'a götürdüler. Keza haremini ve kadınlarını alıp götür­düler. Hz. Hüseyin'in başı Bin Ziyad'ın önüne konunca elindeki değnekle dokunup:

"Eba Abdullah'ın [12] saçları artık ağarmaya yüz tutmuş" diye mırıldandı, Hz. Hüseyin'in hanımlarının ise tenha bir yerde bulu­nan bir eve konmalarını emrederek onlara yiyecek tayin etti. Harç­lık ve giyecek verilmesini emretti. Aralarında bulunan (Hz. Hüse­yin'in amcazadesi) Abdullah Bin Cafer'in iki genç çocuğu kaçarak Tay Kabilesi'nden birine sığındılar. Ne varki bu (namert) adam bu iki delikanlının başlarım keserek getirip Vali Bin Ziyad'm önüne koydu. Ancak Vali öfkelenerek bir ara bu adamın boynunu vuracak oldu. Evinin {ceza olarak) yerle bir edilmesini emretti.

Hicretin 61'nci yılı Muharrem ayının onuncu (Aşure) günü Hz. Hüseyin şehid edilmişti. Kesilen başıyla beraber aile halkı da alı­narak Şam'da bulunan Yezid'e götürüldü. Hz. Hüseyin'in kesik ba­şı Yezid'in önüne konunca ağlamaya başladı ve:

"Eğer aramızdaki akrabalık bağlarını düşünseydi böyle dav­ranmazdı," diye söylendi. Aile halkına bir takım iyiliklerde bulun­duktan sonra O'nları koruyucuların yedeğinde Medine'ye yolcu etti [13]

Hz. Hüseyin'in öldürüldüğü haberi Hicaz'a ulaşır ulaşmaz Ab­dullah Bin Zübeyr Yezid'i hallederek (O'na vermiş bulunduğu oyu) geri aldığını ilan ederek halkı kendisine bey'at etmeye çağırdı. Ta­bi bu olay Yezid adına Hicaz Valisi bulunan Amr Bin Said Bin El-As'in azledilmesine ve yerine El-Velid Bin Utba Bin Ebi Süfyan'ın getirilmesine sebep oldu. Ancak çok geçmeden Yezid O'nu da az­lederek yerine Osman Bin Muhammed Bin Ebisüfyan'ı tayin etti. Bu sırada Medine'de Yezid aleyhinde söylentiler çoğaldı. O da Nu-man Bin Beşir'i göndererek ortalığı karıştırmamaları ve itaatte bu­lunmaları konusunda kendilerini ihtar etti. Ancak bunu reddetti­ler ve Yezid'i devlet başkanı olarak tanımadıklarını ilan ettiler. Ar­dından da Abdullah Bin Hanzala El-Gasî'e bey'at ederek, Yezid adına Medine Valisi bulunan Osman Bin Muhammed Bin Ebisüf-yan'ın üzerine yürüdüler. Sonra da Mervan Bin Hakem'e ait evlerde bulunan ve sayıları yaklaşık bin kişiyi bulan Ümeyyeoğullarını kuşattılar.

Bu haberi alan Yezid, Müslim Bin Ukba El-Mirri komutasında Medine üzerine bir kuvvet gönderdi. Başına bir şey gelirse yerine Husayn Bin Nümeyr Es-Sukunî'nin geçmesini emretti. Müslim emrindeki kuvvetle Medine'ye doğru ilerlerken yolda Vadi'l-Kura mevkiinde Ümeyyeoğullarma rastladı. Medine halkı onları şehir­den sürüp kovmuşlardı.

Müslim Bin Ukba El-Mirri, nihayet Medine'ye ulaştı. Yönetime boyun eğmeleri için onlara üç gün süre tanıdı. Fakat Medine'liler, silahla mücadele edeceğiz diye direttiler. Başlarında da Abdullah Bin Hanzala El-Gasîl El-Ensarî, Abdullah Bin Muti' Mu'kıl Bin Si­nan ve Abdurrahman Bin Avf'm yeğeni Abdurrahman Bin Züheyr Bin Avf Ez-Zührî bulunuyordu. Müslim Doğu Harra yönünden Medine üzerine yürümüş, olay Hicretin 63'ncü yılı Zilhicce ayının sonlarında cereyan etmişti. Bu olayda Medine halkının seçkin si­malarından birçok kimse katledildi.

Komutan Müslim Bin Ukba Medine'de işini bitirince askerleri­ni alıp Mekke'ye yollandı. Bu kez de Abdullah Bin Zübeyr'in üzeri­ne gidiyordu. Medine'de kesin hakimiyet elde ettikten sonra idare­ci olarak (adamlarından) Ruh Bin Zenba'ı bırakmıştı. Medine'den ayrıldıktan sonra henüz uzun bir mesafe almamıştı ki ölüm kendi­sini yakaladı. Ondan sonra da Yezid'in emri gereğince yerine aske­rin sevk ve idaresini Husayn Bin Nümeyr Es-Sukunî ele aldı. Mek­ke'ye varınca şehrin ahalisiyle beraber tüm Hicaz halkının Abdul­lah Bin Zübeyr'i kendilerine devlet başkanı seçmiş bulunduklarını gördü. Abdullah Bin Zübeyr bunlara karşı direndi. Bu esnada arka­daşlarından El-Musewir ile Mus'ab Bin Abdurrahman Bin Avf ve kendi biraderi El-Münzir Bin Ez-Zübeyr öldürüldüler. Çarpışma­lar (iki taraf arasında) Hicri 64 yılının Muharrem ayının geriye ka­lan günleri ve Sefer ayı boyunca devam etti. Rabiulevvel ayının ilk günlerinde de Kabe mancınıklarla dövüldü ve ateşe verildi. Sonra, onlara Yezid'in 14'ncü Rabiulevvel günü öldüğü haberi geldi.

Yezid'in öldüğü bu günlerde Şam halkı Mekke'yi ve Abdullah

Bin Zübeyr'i kuşatma altında bulunduruyordu. Yezid'in ölüm ha­beri, Mekke'yi kuşatma altında bulunduran Şam'hlara ulaşmadan önce Abdullah bin Zübeyr'e ulaştı. Bu sebeple Mekke halkı onlara: "Yezid ölmüş bulunuyor, neden hâlâ bizimle savaşıyorsu­nuz/' diye seslendiler. Kuşatma ordusu bu habere önce inanmadı. Onun için harekata devam ettiler. Ancak kısa bir süre sonra habe­rin gerçek olduğunu anladılar ve vuruşmayı durdurdular.

Sonra Kuşatma ordusu Komutanı Husayn Bin Nümeyr, Abdul­lah Bin Zübeyr'i davet ederek O'nunlabir araya geldi ve kendisine: "Bak bu adam (Yezid) öldüğüne göre, bugün devlet başkanı olmaya en lâyık kişi artık sensin. Gel sana bey'at edelim. Sonra sen de bizimle Şam'a gel. Sevk ve idaremde bulunan bu askerler, esasen Şam'ın ileri gelenleri ve cengaverleridir. Allah'a yemin ederim senin başkanlığın hususunda iki kişi bile aralarında ihti­lafa düşmezler. Böylece halkın güvenliğini sağlamış ve gerek se­ninle aramızda gerekse Medine halkıyla aramızda dökülüp du­ran bu kanları durdurmuş olursun" dediyse de Abdullah Bin Zü­beyr Şam'a gitmekten çekindi. Vaktiyle gelip sığınmış bulundu Mekke'den ayrılmak istemedi.

Husayn şu görüşteydi: Şam'da {Yezid'in bıraktığı boşluktan is­tifade ederek) bazı kimseler halife olmak için hevese kapılmışlar­dı. Bu durumda kendisi nasıl bir tavır koyabilirdi? Bunu bir türlü tayin edemiyordu. Fakat Abdullah Bin Zübeyr eğer Şam'a gidecek olursa cemiyette sahip olduğu saygınlıktan dolayı veya Yezid'in büyük çocuğu bulunmadığı, ailesinden de bu makama gelebilecek biri olmadığı için, kimse Abdullah'ın karşısına bu istekle çıkama­yacak, (O'nunla rekabet edemeyecekti.)

Ancak Abdullah Bin Zübeyr ile Husayn Bin Nümeyr aynı gö­rüşte birleşemeyince Şam askerleri Hicaz'ı Abdullah'a bağlı olarak terkedip memleketlerine döndüler.[14]

 

Hariciler

 

Hariciler Abdullah Bin Ziyad'm ordusunu Asık Mevkiinde ye­nilgiye uğrattıktan sonra Bin Ziyad bu kez, Abbad Bin El-Ahdar Et-Temimi komutasında üzerlerine üç bin kişilik bir kuvvet gönderdi. Ancak bu suretle, Ebu Bilal Mirdas Bin Ediyyeh liderliği etrafında bir araya gelmiş bulunan Haricileri ortadan kaldırabildi.

Tarih Hicretin 61'nci yılıydı.

Hz. Hüseyin'in öldürülmesinden sonra bu sefer Ebu Talut Necdeh Bin Amir El-Hanefi adında biri ayaklandı. Bu şahıs Nafi Bin El-Ezrak ile birlikte Basra'ya gitmişti. Sonra O'nunla ters düş­tü ve Necid'e dönüp burayı ele geçirdi ve istiklalini ilan etti. Böyle­ce Arap Yarımadasının ortası ve doğu bölgeleri bundan sonra Ha­ricilerin faaliyet alam haline geldi.[15]

 



[1] lbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 8, s. 139, 245-250

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/363-365.

[2] Ibn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 120-121; îbn-i Kesir, EI-Bidaye tere, c. s. 383-384

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/365-366.

[3] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 19-23; İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 8, s. 245-250

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/366-369.

[4] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/369.

[5] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/369-370.

[6] îbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 22,100-101, 109-120; îbn-i Kesir, EI-Bi-daye tere, c. 8, s. 356-368

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/370.

[7] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/370-371.

[8] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/371.

[9] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/371-372.

[10] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/372.

[11] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/372-385.

[12] EbuAbdillah; Hz. Hüseyin'in künyesidir.

[13] Ibn-ül Esir, El-Kamil tere, c, 4, s. 23-94; İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 8, s. 251-344

[14] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 98-103, 109-120; İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 8, s, 344-345, 351-353. 356-365

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/373-385.

[15] îbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 8, s. 352

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/386.