35- ABDULLAH BİN ZÜBEYR DÖNEMİNİN VALİLERİ MERVANILER.. 2

Abdülmelik Döneminde Vilayetler4

Abdülmelik Bin Mervan Döneminde Fetihler6

Batı Cephesi6

Deniz Cephesi:7

Afrika Cephesi:7

Doğu Cephesî:8

Abdülmelik Döneminde Hariciler8


35- ABDULLAH BİN ZÜBEYR DÖNEMİNİN VALİLERİMERVANILER

 

 (Hilafet Dönemi, Hicri: 83-86)

Abdülmelik Hicri 26 yılında Medine'de doğdu. Mervan'm oğ­ludur. Annesi Ümeyyeoğlu, Aşoğlu, Muğiraoğlu Muaviye'nin kızı Ayşe'dir. Böylece Abdülmelik, hem anne hem baba tarafından Emevi'dir. Hz. Osman'dan hadis dinlemiş ve O'nun asiler tarafın­dan kuşatıldığı günleri henüz on yaşlarındayken babasıyla birlikte yaşamıştır.

Muaviye O'nu, henüz onaltı yaşındayken Medine'ye vali tayin etmişti. Halife olmadan önce kendini ibadete vermiş, dünyadan el etek çekmiş fukahadan ve mescide kapanarak devamlı Kur'an-ı Kerim okuyanlardan biri idi. El-A'meş, Ebi Zennad'dan şunu nak­lediyor, diyor ki:

- Medine Fakihleri (Medine'nin din bilginleri) dört tane idiler, bunlar: Said Bin El-Müseyyeb, Urva bin Ez-Zübeyr, Kubaysa Bin Züveyb ve henüz siyasete atılmadan önce Abdülmelik Bin Mer-van idiler. Abdülmelik vaktiyle Hicri 41 yılında Muaviye Bin Hu­deyc Es-Sükunî'nin sancağı altında Afrika fetihlerine katılmış, Hicri 45 yılında da Mücahitlerle birlikte savaşa iştirak etmişti. Ay­rıca bin kişilik bir kuvvetin başında (Bugün Tunus'un Kayravan kenti yakınlarında bulunan) Celula'yı kuşatmış sonra da fethet-mişti. Keza Hicretin ellinci yılında Muaviye Bin Hudeyc ile birlikte Medine heyetine riyaset etmiş, dönüşte de Medine'de yerleşmişti.

Abdülmelik, Medine halkının Ümeyyeoğullarmı şehirden kovdukları Harra olayına kadar Medine'de oturuyordu. Ancak bu olaydan sonra (ailesiyle birlikte) Şam'a gidip yerleşti. Babası da Suriye bölgesinin hükümdarı oldu. Sonra Mısır'ı da aldı ve çok geçmeden öldü. Bunun üzerine Mısır ve Suriye'nin idaresi Abdül-melik'in elinde kaldı. İslam devletinin diğer bölgeleri ise Emirül-mü'minin Abdullah Bin Zübeyr'in idaresi altındaydı. Abdülmelik daha sonra sırasıyla önce Irak'ı, Abdullah Bin Zübeyr'in şehid edilmesinden sonra da Hicaz'ı ilhak etti. Bu olaydan sonra Yemen ve Horasan ona bağlılık ilan ettiler. Böylece Hicri 73 yılından itiba­ren müslümanların meşru halifesi sıfatını kazandı.

Kardeşi Abdülaziz, babasının Mısır'a girdiği Hicri 64 yılından beri Mısır Valiliğini yapıyordu ve biraderi Abdülmelik'in de veliah­dı idi. Abdülmelik O'na bir mesaj göndererek, oğlu Velid lehine bu hakkından feragat etmesini veya Velid'e veliahd olmayı kabul et­mesini istedi. Abdülmelik mesajında oğlu Velid'in, gözünde her şeyden daha değerli olduğunu ifade ediyordu.

Veliahdı ve biraderi Abdülaziz O'na şu cevabı verdi: "Oğlun velid için düşündüklerinin aynısını ben de oğlum Ebu Bekir için dünüyorum."

Abdülmelik, (teklifinin reddi mahiyetindeki bu kısa cevaba öfkelenmiş olacak ki) Biraderi ve Mısır'daki Valisi Abdülaziz'e bu kez gönderdiği mukabil yazıda Mısır haracının artık Şam'a (baş­kentteki devlet hazinesine) gönderilmesini emretti. O tarihe ka­dar bu gelirle (müstakil bir devletmiş gibi) Mısır maliyesinde ah-konuyordu.

Abdülaziz (biraderi) Halife Abdülmelik'e bu sefer de şu cevabı verdi: "Ya Emirelmüminin! Ben de sen de öyle bir yaşa gelmiş bu-umuyoruz ki sülalende kim bu kadar yaşamışsa gerçekte şu dün­yadaki günleri artık azalmış demektir. Hem sonra ölümün, iki­mizden hangisine daha önce misafir olacağını ne sen biliyorsun ne de ben. Ama eğer (sana şu cevabı verdiğim veya emrine aykırı hareket etmek istediğim için) dünyada geriye kalan şu birkaç günlük hayatımda bana kızmak istiyorsan onu da yap."

Kardeşinin bu sözleri üzerine duygulanan Abdülmelik, O'na: "Bundan sonra sana hiç de kızmayacağım" diye cevap yazdı. Ab­dülaziz, Abdülmelik'den önce Hicri 85'te öldü. Abdülmeiik ise O'ndan bir yıl sonra öldü. Ölmeden önce yerine (sırayla) oğlu Ve-lid'in, O'ndan sonra da Süleyman'ın geçmesini vasiyet etti.

Abdülmelik, fizik yapı olarak kısa boylu sayılırdı. Devamlı ağzı açık dururdu. Beyaz tenliydi. Ne zayıf ne de şişmandı, kaşları biti­şik, gözleri irice, burnu ise muntazamdı.

Evlilikleri ve Çocukları:

Önce Vellade Binti'l-Abbas Bin Cez' Bin El-Haris'le evlendi.

Bu hanımdan doğan çocukları şunlardır:

1- El-Velid; (Babasından sonra halife olan)

2- Süleyman; (Kardeşi El-Velid'den sonra halife olan)

3- Büyük Mervan; Küçük yaşta öldü.

4- Ayşe

Abdülmelik, sonra Muaviyeoğlu Yezid'in kızı Atjke ile evlendi. Atike'nin doğurduğu çocukların adları da şöyledir:,.

5- Yezid: (Amcazadesi) Ömer Bin Abdilaziz'den sonra halife

olan)

6- Mervan

7- Muaviye: (Küçükken öldü)

8- Ümmü Gülsüm

Sonra, Mahzumoğulları ailesinden Muğiraoğlu, Velioğlu, Hi-şamoğlu, İsmailoğlu Hişam'm kızı Ayşe ile evlendi. Ayşe, kardeşi Yezid'den sonra halife olan:

9- Hişam'ı doğurmuştur.

Sonra (Aşere-i Mübeşşere'den) Hz. Talha Bin Ubeydullah'ın oğlu Musa'nın Ayşe adındaki kızıyla evlendi. Bu hanımdan da

10-  Ebubekr (künyesiyle bilinen) bir çocuğu dünyaya geldi. Esas adı Bekkar'dır.

Sonra Hz. Osman'ın oğlu Amr'ın kızı Ümmü Eyyub'la evlendi. Bu da Abdülmelik'ten:

11- EI-Hakem adını verdikleri bir çocuk doğurmuştur. (Bu ço­cuk da küçükken öldü.)

Abdülmelik'in evlendiği hanımlardan biri de Muğiraoğlu, Hi-şamoğlu Asoğlu Halidoğlu Muğira'nın kızı Ümmül Muğira'dır.

Bu hanım ise Abdülmelik'den:

12- Fatıma'yı doğurmuştur. (Emevi Halifesi Ömer Bin Abdila-

ziz'in kendisiyle evlendiği prensestir.)

Abdülmelik, cariye olarak aldığı hanımlardan ise şu çocuklar dünyaya geldi:

13- Abdullah

14- Mesleme (İstanbul'u kuşatan Emevi Ordusu Komutanı)

15- El-münzir:

16- Anbese

17- Muhammed

18- Said'ul-Hayr

19- El-Hacca

Demekki Abdülmelik, 16'sı erkek, 3'ü ise kız olmak üzere 19 çocuk babasıydı.

Abdülmelik'e babasının ölümünden sonra Mısır'da ve Şam'da bey'at edildi. (Halifeliği bu iki eyalette onaylandı.) Irak'ta Mus'ab Bin Zübeyr'in, Hicaz, Yemen ve Horasan'da ise Abdullah Bin Zü-beyr'in öldürülmesinden sonra ancak kendisine bey'at edildi. Böylece Abdullah Bin Zübeyr'in katledildiği Hicri 73 tarihinden itibaren (Müslümanların meşru halifesi sıfatını kazanarak) Emi-rülmü'minin oldu. Bu hadiselerden sonra ortalık istikrara kavuş­tu. Bu sebepledir ki müslümanlar arasındaki ihtilaflardan dolayı İslam topraklarına göz dikmiş bulunan Bizanslılara karşı yeniden harekete geçme imkanını buldu. Elden çıkmış bulunan Mağrib'in (Kuzeybatı Afrika'nın) fethini yeniden gerçekleştirdi. Bizans'ı Ana­dolu'ya ve Ermeniye'ye çekilmeye mecbur etti, bazı bölgelerini de yeniden ele geçirdi. (Henüz Islama girmemiş bulunan) doğudaki ve Maveraünnehir'deki Türklere gelince, onlarla da savaşarak üs­tünlük elde etti. Faka* İslam devletinin doğu bölgelerindeki karı­şıklıklar yüzünden bu istikamette geniş fetihler gerçekleştirileme­di. Çünkü Haricilerin Azraklar kolu Ahvaz'da ve Fars toprakların­da yeniden harekete geçmiş, büyük fitneler çıkarmışlardı. Keza Haricilerin Safariye kolu da El-Cezire yöresinde ve genelde Irak bölgelerinde de idareye karşı faaliyet içerisindeydiler. Bu yüzden gerek Halife Abdülmelik, gerekse O'nun doğu eyaletlerine bakan valisi Haccac devlete karşı ayaklanan bu Haricilerle uzun zaman mücadele ederek çok vakit harcadılar. Aynı zamanda Abdurrah-man Bin El-Eş'as isyanı da devleti uzun zaman meşgul etti. Dola­yısıyla buralarda savaşlar cereyan ettiyse de doğu bölgeleri geniş­lik bakımından hep aynı kaldı. (Yani İslam topraklarına yeni ilave­ler yapılamadı.) Buralardaki savaşlar yine de çok kere müslüman-ların lehinde sonuçlanırdı. O sıralarda müslümanlarm düşmanla­rı arasında Türklerden Kral Ertebil (İslam düşmanlığıyla) isim yapmıştı.

Abdülmelik döneminin kavuşmuş bulunduğu bu istikrar, ken­disinden sonra yerine geçen oğlu Velid döneminde gerçekleştiri­len büyük fetihler için hazırlayıcı bir ortam oldu. Hatta, gerek ken­di döneminde, gerekse ondan sonraki devirlerde başarılan önem­li işler için de bir ön safha teşkil etti. Bu önemli işlerden bazıları Hicri 76 yılında paralara figürlerin işlenmesi ve devlet resmi kayıt­larının Arapça tutulmaya başlanmasıdır. Çünkü bu döneme kadar devlet kayıtları hep yabancı dillerle tutulurdu. İslamdan önce de bu durum böyleydi, İslam devletinin ilk dönemlerinde Suriye'de tievlet kayıtları Yunanca Irak'da Farsça, Mısır'da ise Kıpt diliyle ve Yunanca tutulurdu. (Bilgilerin yazıya geçirilmesini sağlayan ve ge­nellikle gayrimüslim unsurlarca organize edilen ) divanlar devle­tin ekonomik işlerini yönetirdi. Bu divanlar eyaletlerin başkentle­rinde ve bazı önemli şehirlerde bulunurdu.

Devletin kayıt ve yazılarında yabancı dil kullanılması, bu gö­revlerde çalıştırılan yabancıları ve gayrimüslim vatandaşları vazi­fede tutabilmek anlam ve amacını taşıyordu. Bunun bir başka anlamı daha vardı: O da İslam devletinin değişik eyaletlerinde konu­şulan bu yabancı dillerin devam etmesiydi. Bu da vatandaşlardan bazı kimselerin bu dilleri öğrenmeye heves etmelerine sebep olu­yordu ki bütün bu görüntüler İslam devletinin özel kimliği ile bir çelişki oluşturuyordu. Buna ilaveten meselenin bir de siyasi bir cephesi daha vardı. Yani devletin kayıt ve yazı işlerinde çalıştırılan bu yabancılar bir yerde, devletin sırlarını da kolayca öğreniyorlar­dı. Halbuki bu katiyyeh doğru değildi. Çünkü devlet sırlarının bu yolla düşmanlara intikal etmesi ihtimali vardı. Madem ki bu adamlar, dışarıdaki İslam düşmanlarıyla aynı din Ve inancı payla­şıyorlardı o halde bu pekala mümkündü. İşte bu sebeple Halife Abdülmelik Hicri 81 yılında Suriye'de, 82 yılında Irak'da ve niha­yet 86 yılında da Mısır'da devlet kayıtlarının artık Arapça tutulma­sına dair emir çıkardı.

Abdülmelik, kendisinden sonra yerine (sırasıyla) Velid ve Sü­leyman'ın geçmesini vasiyet ettikten sonra Hicri 86 yılında öldü.' [1]

 

Abdülmelik Döneminde Vilayetler

 

Hariciler ve Eş'asoğlu'nun isyanlarına sahne olan Irak hariç genellikle diğer vilayetlerde durum sakindi.

Genel görüntü şöyleydi:

1- ŞAM (Yani Suriye): Ümeyyeoğullan lehinde bu bölgede or­talık tamamen sakin ve asayiş berkemaldi.

2- HİCAZ: Abdullah Bin Zübeyr ortadan kaldırıldıktan sonra Hicaz idaresini Haccac üstlendi. Aynı zamanda Yemame ve Ye­men de O'nun idari bölgesine eklendi, sonra Haccac Irak'a nakle­dilerek, Medine'nin idaresi Hicri 75'te Yahya Bin Ebi'1-As'a verildi. Bir süre sonra da azledilerek Medine Valiliğine, Hz. Osman'ın oğ­lu Ebban atandı ve yedi yıl bu görevde kaldı. O'ndan sonra ise Abdülmelik'in geriye kalan iktidarı süresinde, Hişam Bin İsmail El-Mahzumî Medine'ye valilik yaptık»[2]

3- IRAK: Önce Basra'ya Hicri 75 yılında Halid Bin Abdullah Bin Halid Bin Useyyid vali olarak görevlendirildi. Ondan sonra Haccac buraya nakledilerek, idari bölgesine Küfe ve doğunun ge­riye kalan bölgelerinin tümü de ilave edildi. Dolayısıyla Horasan ve Sicistan'a ya doğrudan ya da Halife'nin emriyle Haccac'in biz­zat kendisi naibleri tayin ederdi. Bu durum gerek Abdülmelik dö­nemi boyunca, gerekse O'ndan sonra hep böyle devam etti. Vasıt kentini Hicri 84'te Haccac inşa etmiştir. Burası sonraları Irak'ın bir üssü haline geldi. [3]

Horasan idaresine Bekkir Bin Vişah bakıyordu. Sonra buraya Ünıeyye Bin Abdullah görevlendirildi. Fakat Hicri 76 yılında öldü­rüldü. O'nu Bekkir Bin Vişah isyan ederek öldürdü. Ancak öldürü­len Ümeyye'nin oğlu Abdülmelik babasının yerine bu görevi üst­lendi. O'ndan sonra da Hicri 78'de Horasan'ın idaresini Abdullah Bin Ebibekre ele aldı. Bu yıl içindeyse Sicistan'a bu bölgeden ayrı bir statü verilerek, idaresi El-Muhelleb Bin Ebi Sofra'ya verildi. Fa­kat çok geçmeden Haccac bu valilerin yerini değiştirerek El-Muhel-leb'i Horasan'a Abdullah Bin Ebu Bekir'i de Sicistan'a nakletti.

El-Muhelleb Bin Ebi Sofra Hicri 82'de öldü, yerine Horasan Valililiğini -Hicri 85 yılına kadar- oğlu Yezid üstlendi. Bu tarihte Haccac, O'nu kardeşi El-Fadl Bin Muhelleb'le değiştir di. Bir yıl sonra da Horasan'ın idaresini Kuteybe Bin Müslim El-Bahili üst­lendi. Abdülmelik öldüğü sırada hâlâ buranın valisiydi [4]

Sicistan'a gelince, bu eyaletin valisi Abdullah Bin Ebibekre Hicri 79 yılında Türklerle yapılan savaş sırasında şehid olmuştu. Bunun üzerine Haccac bir ordu hazırlayarak emir ve komutasını Abdurrahman Bin Muhammed El-Eş'as'a vererek Onu Sicistan'a vali olarak görevlendirdi. Sonra çok geçmeden Abdurrahman Hicri 81 yılında yönetime karşı (tasarladığı) harekâtına başladı. Bu ayaklanma iki yıl devam etti.

Abdurrahman Bin EI-Eş'as'ın giriştiği isyanın temelinde nef-sani şahsi ve sosyal bir takım sebepler yatıyordu. Çünkü Abdur-rahman'ın ileriye dönük idealleri vardı, gözü yukarılardaydı. Yük­sek mevkiye ve riyasete karşı hevesliydi. Ne varki Haccac'la arala­rında kin ve nefret vardı. Öyleki onlardan biri diğerini -bir fırsatını bulup tepelemeyi bile düşünüyordu. Haccac, kendi yerini güçlen­dirmek ve Abdurrahman'dan kurtulmak için menfaati icabı ve po­litik olarak O'nu içinde yaşadığı çevreden uzaklaştırmayı düşünü­yor, bu emelini gerçekleştirmek için de uygun bir fırsatın doğma­sını bekliyordu. Hicri 79 da Sicistan Valisi Abdullah Bin Ebu Be­kir'e, türklerle giriştiği savaşta şehid olunca Haccac bu fırsatı elde etti ve değerlendirdi. Abdurrahman'ı Hicri 80 yılında Basra ve Kü­fe halkından oluşan kırkbin kişilik bir kuvvetin başında Türk Kralı ErtebÜ'e karşı savaşmaya gönderdi. Abdurrahman Bin El-Eş'as da aslında bu olaya, hayalindeki emellerini gerçekleştirecek bir fırsat nazarıyla baktı. Nitekim Abdurrahman'ın amcası İsmail, bu ko­nuda Haccac'ı uyararak O'na:

"Korkarım, emir ve komutayı Abdurrahman'a verirsin, o da Surah Köprüsünü geçtikten sonra artık senin emirine boyun eğ­mez" dedi. Haccac ise

"Yok canım, o benim dostumdur. Ne zaman emrime aykırı hareket edecek ve bana baş kaldıracak, bu olamaz!" diye cevap verdi. Ama aslında Haccac bunu biliyordu. Ancak Abdurrah­man'ın baş kaldırması O'nu cezalandırmak için bir sebep olacak­tı. Bu bir yana, ayrıca Abdurrahman da, Haccac'ın zulüm ve bas­kısından dolayı halkın ve alimlerin O'ndan ne kadar nefret ettikle­rini biliyordu. Onun için eğer bir ayaklanma hareketine girişilecek olursa tüm halkın ve alimlerin kendisini destekleyeceklerini sanı­yordu.

Abdurrahman sevk ve komutasını üstlendiği ordunun başın­da Türk illerine doğru harekete başladı. Ertebil bunu haber almca müslümanlara karşı geçen yıl giriştiği tecavüzlerden dolayı özür dilemeye çalışarak, esasen müslümanların o'nu böyle davranma­ya mecbur ettiklerini, dolayısıyla müslümanlara haraç Ödemeye hazır olduğunu açıkladı. Fakat Abdurrahman O'rmn bu sözlerine kulak vermeden Türk illerine akınlar düzenledi. İçerilere doğru devam ederek uzun mesafeler katetti. Fakat bu sırada da kış gelip çattı. Bu sebeple varabildikleri noktaya kadar hakim oldukları böl­gede düzen ve disiplini sağlayıp buraları ıslah etmek için harekatı durdurmayı uygun buldu.

Öngördüğü bu (siyasi ve idari) faaliyetleri tamamlayıncaya ka­dar bu engebeli bölgelerdeki soğuk kış da bitmiş ve yeniden akın­lara kaldığı yerden devam edilmiş olacaktı. Tabi böyle bir düşün­cenin temelinde hikmet ve siyasi bir deha vardı. Abdurrahman bu düşüncesini Haccac'a bildirdi. Fakat Haccac isteğini onaylamadı. Bilakis O'ndan içlere doğru dalmasını talep etti, O'na bu konuda baskı yaptı, kendisini korkaklıkla suçladı ve ağır bir dil kullandı.

Haccac'ın bu muamelesinden sıkıntı duyan Abdurrahman Bin El-Eş'as durumu ordusuna da anlatarak kendi kararında ısrar edeceğini (Haccac'ı dinlemeyeceğini) onlara bildirdi. Esasen bu diyarlarda büyük zahmetler çeken de onlardı. Abdurrahman ayrı­ca askerlerine Haccac'ın sert dille söylediklerini de nakletti ve ar­tık Haccac'ı tanımadığım, emirlerine boyun eğmeyeceğini bildir­di. Arkasından da hemen dönüp Haccac'ın üzerine yürüdü. Hac­cac durumu (Halife) Abdülmelik'e bildirdi. O da kendisine destek bir kuvvet gönderdi. Bunun üzerine Haccac, Abdurrahman'a kar­şı bir harekat başlatarak Ahvaz yakınlarında Tüster denilen yere ulaştı. Burada Haccac'ın öncü kuvvetleri yenik düşünce Haccac Basra'ya kaçtı. Bu durumu gören Abdurrahman Haccac ve asker­lerinin peşine takılarak Basra'ya kadar onları kovaladı ve şehre gi­rip askere hitap etti.

Halk Haccac'ı ve Halife Abdülmelik Bin Mervan'ı azletmek üzere Abdurrahman'a bey'at ederek bağlılık ilan etti. İdaresinden gördükleri şiddet ve baskı sebebiyle aliminden okumuşuna, yaşlı­sından gencine, Basra halkının tümü Abdurrahman'ın fikrine ka­tıldılar. O'nu onayladılar. Bunun üzerine Hicri 82'de Zaviye Savaşı olarak bilinen olayda iki taraf karşı karşıya geldi. îlk gün Eş'asoğlu üstünlüğü elinde tuttuysa da ikinci gün yenik düşerek Küfe'ye sı­ğındı. Buranın halkı da Haccac ve Halife Abdülmelik'i yönetim­den uzaklaştırmak üzere yanında yerlerini aldılar.

Karışıklıklar bu raddeye varınca Halife Abdülmelik endişele­nerek köklü bir çözüm için danışmanlarının görüşlerini almaya çalıştı. O'na Irak halkının hoşnutluğunu kazanabilmesi için her-şeyden önce Haccac'ı başlarından almasını önerdiler. O da bu gö­rüşü kabul edip oğlu Abdullah'ı ve kardeşi Muhammed'i bir aske­ri kuvvetin başında göndererek onlara şu emri verdi:

"Gidin Irak halkına şöyle deyin:

Eğer Haccac'ı başınızdan almakla benden memnun kalacak-sanız, O'nu azleder ve Suriyelilere verdiğim ödenekleri size de veririm. Ayrıca Eş'asoğlu da istediği memleketi seçsin kendisini oraya ömür boyu vali tayin ederim. Irak Valiliğine de (kardeşim) Mervanoğlu Muhammed'i getiririm."

Sonra ikisine şöyle dedi: "Bakın eğer Iraklılar bu teklifimi ka­bul etmeyecek olurlarsa Haccac'ı yerinde bırakırım. Savaşlara karar verme yetkisi de kendisinde olur. Siz ikiniz de gerek savaş­ta gerekse her konuda O'nun emrinde kalırsınız. Talimatının dı­şında hareket edemezsiniz."

Haccac, Halife Abdülmelik'in Irak halkına gönderdiği bu me­sajı haber alınca çok üzüldü. O'na bir yazı göndererek şöyle dedi:

"Ya Emirelmüminin! Allah'a yemin ederim ki beni Iraklıların başından azledersen çok geçmeden sana karşı gelecek ve üzerine yürüyeceklerdir. Bu iş onları sana karşı cesaretlendirmekten başka bir şeye yaramayacaktır. Iraklıların, Eşteroğlu'yla sözbirli-ği ederek Affanoğlu'na karşı nasıl devrim yaptıklarını görmedin mi? Hal bu Affanoğlu da Iraklılara, ne istediklerini sorunca:

"Said Bin EI-As'ın azledilmesini istiyoruz," demişlerdi. Onu azledince de aradan bir yıl geçmeden üzerine yürüdüler ve O'nu öldürdüler. Şunu bilmiş olki 'Demiri yine demir ıslah eder'. Gaye ve maksadında Allah yardımcın olsun. Selamlar" Fakat Abdülme­lik bu şartları Irak halkına sunmakta direndi.

Temsilci olarak gönderdiği kardeşi Muhammed Bin Mervanla oğlu Abdullah bu şartları Irak halkına teklif edince: "Yarma kadar bize süre tanıyın, yarm akşam size kararımızı bildiririz" dediler. Bunun üzerine yöneticiler Eş'asoğlu'yla bir araya gelerek mesele­yi görüştüler. Halife'nin şartlarım kabul etmeleri için onları teşvik etti. Nitekim ikna oldular ve o da böylece hasmının azledilmesini ve kendisinin de vali olmasını sağlamış oldu ki zaten istediği de buydu. Ne varki halk Haccac'dan olduğu kadar (Haccac'm arka­sındaki) Emevi yönetiminden de nefret ediyordu. Bu sebeple me­seleyi yeniden gündeme getirerek:

"Bu şartlan kabul etmiyoruz, bugün biz hem sayı, hem tedbir bakımından merkezi idareden daha güçlüyüz. Nitekim görüşü­müzü kabul etmiş bize boyun eğmiş bulunuyorlar. Allah'a yemin ederiz ki onların teklifini (bütünüyle) kabul etmeyeceğiz" dediler ve yeniden hem Halife'yi hem de Haccac'ı tanımadıklarını ilan et­tiler. Bu konuda da görüş birliğine vardılar. Halife'nin temsilcileri olan kardeşi Muhammed Bin Mervan'la oğlu Abdullah bu olayı haber alınca Haccac'a:

"Artık nasıl istiyorsan öyle yap, Emirülmüminin'in bize ver­miş bulunduğu talimat üzere biz sana tabiyiz" diyerek işi yine Haccac'a havale ettiler.

Durum bu raddeye varınca iki taraf yine çarpışmak için Küfe yakınlarında Deyr'ul-Cemacim (Kelleler Kilisesi) adıyla bilmen mevkide yeniden karşı karşıya geldiler. Savaş gün boyu devam edi­yordu. Haccac komutasındaki Irak ordusuna eyaletlerden yiyecek ve hayvanlarına bol bol yem ikmali yapılıyordu. Eş'asoğlu'nun ko­mutasındaki Suriyeliler ise büyük sıkıntı içindeydiler. Çok kere de kayıplar veriyorlardı.

Zorlu ve acı bir direnişten sonra savaşın nihayetinde zaferi yi­ne Haccac kazandı. Eş'asoğlu ise kaçarak Türk illerine girdi. Kral Ertebil, kendisini ağırladı. Sonra adamlarından bir kısmı O'na bağlı kalarak gidip Sicistan eyaletini ele geçirdiler. Askerler bu kez de O'ndan Horasan'a yürümeyi istediler. Önce kabul etti. Fakat kı­sa bir mesafe aldıktan sonra onlarla anlaşmazlığa düştü ve tekrar Ertebil'in yanma döndü. Ordusu ise Abdurrahman Bin Ayyaş Bin Ebi Rabia komutasında Horasan üzerine yürüdü. O sırada Yezid Bin El-Muhelleb {Emevüer adına) Horasan Valisi bulunuyordu. Yezid (bu asileri) savaşmadan uzaklaştırmaya çalıştıysa da çekil­mediler. Bunun üzerine onlarla savaşa tutuşarak birçoğunu öldür­dü, büyük sayıda da esir ele geçirerek Haccac'a gönderdi. Haccac da bunların büyük bir kısmını öldürdü, bazılarını da affetti.

Eş'asoğlu'na gelince, bir süre (sığınmış bulunduğu) Ertebil'in yanında kaldı. Sonra Haccac, Türk Kralı (Brtebil'i) tehdid ederek Eş'asoğlu'nu geri teslim etmesini istedi. O da bu teklifi, Ödemekte olduğu haraç miktarında bir indirim yapmasına karşılık kabul edip Eş'asoğlu'nun başını keserek Haccac'a gönderdi. Tarih Hicre­tin 85'nci yılıydı.

Haccac, aralarında Hz. Said Bin Cübeyr'in de bulunduğu alimlerden bir çoğunu öldürdü. Eş-Şa'bi'yi ise affetti. Çünkü bu zat Müslim Bin Kuteybe'ye teslim olmuştu. Haccac, Abdurrah­man Bin El-Eş'as'a karşı üstünlük elde ettiği gün bir çağrı yaparak:

"Her kim (Eş'asoğlu'nun peşinden kopup) dönecek olursa kendisine dokunulmayacaktır, keza kim Müslim Bin Kuteybe'ye katılacak olursa yine kendisine dokunulmayacaktır" diye dönüş yapacak olanlara güven vermişti. Bunun üzerine Eş-Şa'bî dönmüş Müslim Bin Kuteybe'ye iltihak etmişti [5]

4- EL-CEZİRE: El-Cezire (Günümüzde Türkiye'nin Güneydo­ğusunda bulunan Cizre merkez olmak üzere havalisi ve yörenin tümü) ile Ermeniye (bugünkü Doğu Anadolu)'nin idaresini, eyalet valisi olarak Halife Abdülmelik'in kardeşi Muhammed Bin Mer-van üstlenmişti. Dolayısıyla bu zat fetih ve cihad faaliyetlerini bu bölgede sürdürüyordu.

5- MISIR: Bu dönemde Mısır Valiliğini Abdülaziz Bin Mervan

yürütüyordu. Hicri 85 'te ölünceye kadar da bu görevde kaldı. On­dan sonra bu vazifeyi (Halife Abdülmelik'in oğlu) Abdullah üstlen­di. Önceleri İslam devletinin Afrikadaki tüm bölgeleri Mısır'a bağlıydı. Dolayısıyla bu yörelerin idarecileri Mısır Valisi tarafından ta­yin edilirdi. Bu sıralarda ve Ukba Bin NafY ile Ebu'1-Muhacir Di­nar şehid edildikleri gün Kayravan'da idareci olarak Züheyr Bin Kays Eî-Belevi bulunuyordu. Hicri 63'te buranın idaresi O'nun uhdesine verildi. Sonraları Hicri 74 tarihinde Kayravan müstakil bir vilayet haline getirilerek idaresi de Hassan Bin Numan El-Gas-sanî'ye verildi. Dört yıl sonra da azledilerek Hicri 78 yılında yerine Musa Bin Nusayr görevlendirildi. [6] .

 

Abdülmelik Bin Mervan Döneminde Fetihler

 

Düşmanlar, müslümanlarm içeride birbirleriyle giriştikleri sa­vaşları fırsat bilerek yeniden bütün savaş cephelerinden harekata hazırlandılar. Bizans'lılar Suriye'yi tehdit etmeye başladı. Bu se­beple Abdülmelik gerekli tedbirlerini alıncaya kadar onlara yıllık bir vergiyi ödemek zorunda kaldı.

Her şeye rağmen Hicri 79'da düşman Antakya'ya ulaştı. Afri­ka'da da güç gösterisinde bulunup Hicri 63'te komutanlardan Uk­ba Bin Nafi ve Ebu'l-Muhacir Dinar'ı Hicri 71'de de Züheyr Bin Kays El-Belevi'yi şehid ettiler.

Bu tecavüzler öyle bir etki uyandırdı ki müslümanlar Afrika'da Barka'ya kadar çekildiler ve ilk üsleri olan Kayravan'ı bile arkala­rında bıraktılar.

Ermeniye halkı, keza doğu cephesinde bulunan Türkler de ahitlerini bozdular ve defalarca müslümanlara hücum ettiler. Fa­kat bu kez müslümanlar tek halife üzerinde birleşince düşmanla­rın hücumlarına mukabil darbeler indirmeye başladılar. Böylece cihadın tesiri yeniden görülmeye başladı. Tüm cephelerde yeni­den fetihler gerçekleştirildi.

Bu dönemde Fetihler cephelere göre şöyle oldu:[7]

 

Batı Cephesi

 

A-Bizans Topraklarındaki Fetihler: Bu cephede anlatılmaya değer pek büyük fetihler olmadı. Ancak serhad ve hudutlar de­vamlı iyi korunuyor, buralara mevsimlere göre yaz ve kış orduları görevlendiriliyordu. Savaşsa kesintisiz sürüyordu.

Savaşta emir ve komutayı Cezire Emiri bulunan Muhammed Bin Mervan genellikle yürütüyordu. Bu cümleden olarak Hicri 73'te Bizanslılarla savaştı. Aynı yıl içinde Osman BinVelid, Erme-niye cephesinde yine Bizanslılar'ı yendi. Halbuki, Bizanslıların 60 bin savaşçısına mukabil Osman'ın komutasında sadece dört bin asker vardı.

Bizanslılar, Hicri 75'te Maraş yönünden Suriye topraklarına doğru hareket etmeye başladılar. Muhammed Bin Mervan karşıla­rında direnerek onları geri püskürttü. 79'da ise Suriye'de yayılan bir veba salgını yüzünden o yıl gazaya ara verildi. Fakat Bizanslı­lar, bu sırada Antakya'ya kadar sokuldular. İçeride çok tehlikeli si­yasi bir gailenin müslümanları savaştan alıkoyduğu zannma ka­pılmışlardı. Bu sebeple bir miktar ilerlediler: Bu fırsatı değerlen­dirmek istiyorlardı. Fakat Halife Abdülmelik bizzat kendisi bir yaz ordusu başında Hicri 84'te El-Masisa'ya| [8] girdi. Ondan sonra da Hicri 86'da oğlu Mesleme Bizans topraklarına girdi. [9]

 

Deniz Cephesi:

 

Bu dönemde deniz cephesinde girişilen faaliyet, komutan Ata Bin Rafi'in Hicri 83 yılında Sicilya adasına yapmış olduğu tek çı­karmadan ibarettir.[10]

 

Afrika Cephesi:

 

Ukba Bin Nafi, Atlas Okyanusu sahillerine ulaşarak oralarda bazı fetihler gerçekleştirdikten sonra, üs haline getirmiş bulunduğu Kayravan'a dönerken, habersizce ve hazırlıksız olarak Bizans-lılar'a ait bir orduyla yüzyüze geldi. Ukba'nın komutasında bulu­nan asker sayısı üçyüz kişiyi bile geçmiyordu. Bu arada Bizanslılar, Ukba'nm askerleri arasında bulunan Kuşeyle b, kemrem adında biriyle anlaştılar. O da hıyanette bulunarak akrabalarını toplayıp Ukba'mn üzerine hücum ettiler. Hicretin 63'ncü yılında cereyan eden bu olayda Ukba ve Ebu'l-Muhacir Dinar şehid oldular. Uk­ba'mn, Kayravan'ı idare eden naibi Züheyr Bin Kays El-Belevî idi. Kuşeyle bu sefer de O'nun üzerine yürüdü. Züheyr burayı terke--derek Barka'ya çekilmek zorunda kaldı. Böylece Kuşeyle, Kayra­van'ı müslümanlardan geri almış oldu. Bundan sonra Bizanslılar Afrika'da yemden artmaya başladılar. Çünkü Suriye'deki iç karışık­lıklar sebebiyle müslümanlarm Bizanslılara karşı vaktiyle devam eden akınları sekteye uğramış, aynı zamanda Bizanslılar*m Afri-kaya yeniden dönmeleriyle birlikte Berberiler de güçlenmeye baş­lamışlardı.

Komutan Züheyr Kuzey Afrika'da olup bitenleri Halife Abdül-melik'e yazdı. Bunun üzerine Abdülmelik, destek olarak O'na bü­yük bir askeri kuvvet gönderdi. Züheyr bu kuvvetin başına geçerek Afrika kuzeyinde ilerlemeye başladı, Hicri 69'da Kayravan'a yakla­şarak batısında bulunan Mems mevkiinde Kuşeyle komutasında­ki Bizans gücüyle çarpışarak O'nu öldürdü. Müslümanlar Mağ-rib'e (Bugünkü Fas'ın) bulunduğu yere kadar Bizanslıları ve Ber-berileri kovaladılar. Mems Savaşı bir ölüm kalım savaşıydı. Bi­zanslılar bu olayda tamamen ezildiler. Berberilerin de direnişleri zayıfladı. Bu sıralarda Konstantiniye'den ve Sicilya adasından Bi­zanslılara ait büyük savaş gemileri Afrika kuzeyine yanaşarak Müslümanların elinde bulunan Barka'yı bastılar şehri yağma etti­ler. Bu olay Züheyr'in savaştan döndüğü sıralara rastlamıştı. Or­dusuna komut vererek Bizanslıların kaçırdığı müslüman esirleri kurtarmak için süratle sahile hareket etmelerini emretti. Esirler Züheyr'in ordusunu görünce imdat çağrısında bulundular. Tam o sırada gemilere sürüklenip götür uluyorlardı. Züheyr yıldırım hı­zıyla Bizanslıların üzerine yürüdü. Bizanslılar sayıca daha çok idi­ler. Taraflar arasında Hicri 71'de cereyan eden bu kanlı savaşta Zü­heyr şehid oldu.

Hicri 71'de Abdülmelik, bu sefer de Hassan Bin Numan EI-Gassanî'yi Kuzey Afrika'ya vali olarak gönderdi. Bunun üzerine Hassan 40 bin kişilik bir kuvvetin başında Mısır'dan hareket etti. Bunun Suriye ordusundan Afrika'ya giren ilk askeri kuvvet olduğu söylenir. Hassan Hicri 74'te Trablus'a girdi. Oradan da Kayravan'a hareket eti. Yolunun üzerinde küçük bi direnişten başka herhangi bir engelle karşılaşmadı. Sonra Kartaca'ya yürüdü ve Bizanslılar buradaki limanlardan istifade etmesinler diye şehri yıktırdı. Fakat güneyinde Tunus kentini kurdu. Bu arada Bizanshlar'ı da sahile kadar kovalayarak onları Benzert ve Satfura mevkilerinde yenilgi­ye uğrattı. Arkasından tekrar Kayravan'a dönerek burada bir süre hazırlık yaptıktan sonra {otorite merkezi} Oras dağlarında bulu­nan Berberi Kraliçesi Kahine'nin üzerine yürüdü. Berberiler O'na çok sıkı şekilde bağlıydılar. Kahine büyük bir nüfuza sahipti ve Bi­zanslılar da O'ndan korkuyorlardı. Nihayet iki taraf savaş meyda­nında karşılaştılar. Müslümanlar bozguna uğradı ve zorlu anlar yaşadılar. Komutan Hassan, Halife Abdülmelik'e durumu iletti. Abdülmelik ise kendisine imdat gönderinceye kadar bekleyip di­renmesini emretti.

Bizanslılara gelince, bunlar müslümanlarm buradaki yenilgi­lerinden dolayı sevinmişlerdi. Afrika'yı tekrar elde etme hevesine kapılmışlardı. Bu niyetle yola çıkan donanmaları Hicri 78'de Pat­rik Yuhanna komutasında Kartaca'ya ulaştı. Şehre girmeyi başar­dılar ve Bizans'ın müslümanlara karşı güttüğü düşmanlık ve kini ortaya koyan acımasız davranış örnekleri sergilediler. Bizanslılar işgalden sonra Kartaca ve civar kentlere siperlenerek direnmeye devam ettiler, Hassan ise Emirülmü'minin Abdülmelik'le temas kurarak Rumların müslümanlara karşı giriştiği terörü haber verdi.

Hassan bu olaydan sonra (günümüzde Libya'nın) Sirt kentine yakın Hassan Sarayları adıyla bilinen bir mevkide {bu bölgeyi tek­rar geri almak için) beş yıl kadar pusuda bekleyerek bu arada Ha­life Abdülmelik'le temasını sürdürüp O'ndan hep destek kuvvet göndermesini istedi. Fakat Abdülmelik doğuda Hariciler ve Eş'asoğlu isyanıyla meşguldü. Ancak Hicri 81 yılında Hassan'a bir imdat kuvveti göndererek O'na Afrika kuzeyindeki harekatına devam etmesini emretti. Bunun üzerine Hassan, berberi Kraliçesi Kahine'nin üzerine yürüyerek Hicri 82'de O'nu yenilgiye uğratıp öldürdü. İdarelerini üstlendiği berberilere karşı adil ve güzel mu­amelede bulundu. Bunun tabii bir sonucu olarak Berberiler İsla­ma girdi ve güzel bir gidişat izlediler.

Hassan, Kayravan'a dönerek bir süre dinlendikten sonra yeni­den Bizanslılarla karşılaşmak üzere Kuzeye doğru Kartaca'ya ha­reket etti ve Bizanslılarla tutuştuğu savaşta üstün çıktı. Patrik Yu­hanna ise Kartaca'da direnince taraflar arasında bu sefer denizde savaş devam etti ve sonunda Bizanslılar yenildiler. Böylece Karta­ca fethedildi. Patrik Yuhanna ise Bizans topraklarına kaçtı.

Hassan bu sırada Halife Abdülmelik'ten bir deniz imdat gücü istemişti. O da kendisine Abdülmelik Bin Koton komutasında bir donanma gönderdi. Bu sayede Hassan, (Tunus sahillerinde bulu­nan ) Karkana takımadalarını ele geçirdi. Sonra da Mağrib üzeri­ne bir süvari birliği gönderdi. Onlar da Fas'ı ele geçirdiler. Böylece Kuzey Afrika'nın tamamım elde etmiş oldu. Rumları Kartaca'ya dönmelerini engelleyebilmek için de Hassan, Şehrin güneyinde Tunus Limanı'nı inşa etti.

Hassan bu başarılarının yanı sıra devlet kayıtlarının munta­zam şekilde yazıya geçirilmesini sağlamış, İslam paralarını bastır­mıştır. Hassan Hicri 85 yılında Kuzey Afrika Valisiyken görevinden alındı. [11]

 

Doğu Cephesî:

 

İslam topraklarının doğusunda birçok kabileler yaşıyordu. Bu yönü üç ayrı cephede ele almak mümkünse de bu bölgelerde ya­şayan kabilelerin çoğu genellikle Türk soyundan gelmekteydiler:

a) Maveraünnehr Bölgesi: Buralar müslümanlara ait toprakla­rın kuzeydoğusuna, Ceyhun Nehri'nin gerisine düşmekte, birçok prensliklerin idaresi altında bulunmaktaydı. Çünkü bu bölgede yaşayan toplulukların çoğu, vahalarda yaşıyor ve kabile beyleri ta­rafından yönetiliyorlardı. Bunların dışında bazı göçebe kabileler daha bu bölgede bulunuyordu ki bu kabilelerin her biri yaşamak­ta olduğu yörenin beyine tabi idi. Müslümanlar bazen bu bölgele­re akınlar düzenler, sonra da nehrin berisine geri dönerlerdi.

Bir keresinde Umeyye Bin Abdullah, böyle bir akın düzenle­miş, fakat ordusuyla beraber kuşatılmıştı. Bu sırada çok büyük zorluklar çekmiş ve neredeyse yok olmak üzereyken kurtulmuşlar­dı. Bu akından sonra Hicri 77 yılında Merv'e [12] döndü. Komutan­lardan El-Muhelleb de Belh Nehrini geçerek Kis kentine girdi. Ke­za Buhara Emiri Habib Bin El-Muhelleb de Hicri 80 yılında bura­ya bir akın düzenledi.

EI-MuheİIeb, Maveraunnehr memleketlerine akınlarını sür­dürdüğü sırada bir gözünü kaybetti. Yezid Bin El-Muhelleb de Bazğis yöresinde bulunan Neyzek kalesini Hicri 84 yılında ele ge­çirdi. Keza kardeşi El-Mufaddal, Soman ve Bazgis'i fethetti. Fakat bu savaşlar ve akınlar esasen buraları fethetmek ve yerleşmek maksadına dayalı değildi. Amaç sadece bu aşamada, (temas halin­deki) düşmanı zayıf düşürmek onu meşgul etmek ve moralini boz­mak, bu arada yakın gelecekte üzerinde savaş yapılacak bu diyar­ları incelemek, coğrafi ve stratejik karakterini tesbit etmekti.

b) Sicistan'm Doğusu: Burada da birtakım Türk boylan yaşı­yordu. Bunları yönetenler arasında, Abdülmelik Bin Mervan dö­neminde Ertebil adında biri isim yapmıştı. Müslümanlar buna karşı birçok akınlar yapmışlardı. Ertebil, Hicri 79'da İslam toprak­larına hücum ederek bölge valisi Abdullah Bin Ebibekre'yi öldür­dü. Ertesi yıl ise Abdurrahman Bin Muhammed Bin EI-Eş'as, mu­kabil bir akınla ülkesine girdi ve içerilerde ilerlemeye başladı. An­cak daha sonra kendi ülkesinin (yani Emevilerin) idaresine karşı baş kaldırdığı için taraflar arasındaki savaş durdu. Hatta Eş'asoğlu giriştiği bu isyanın sonunda yenilerek Ertebil'e sığındı. O zamana kadar Ertebil, ülkesindeki işgallerini daha ileriye götürmemeleri-ne karşılık müslünıanlara vergi ödüyordu.

c) Sind: Burası müslümanlara ait toprakların güneydoğusuna düşen bir bölgeydi. Burayı sulayan Sind Nehri sayesinde bölgede zirai bir hayat hakimdi. Aynı zamanda istikrarlı yaşayış, suların bolluğu ve toprağın verimliliği sayesinde bu bölgede nüfus da ço­ğalıyordu. Bu esnada, bölgede mevcut hükümdarlar arasında, müslümanlarm kendisiyle savaştığı Daher, daha çok ün yapmıştı. Daha Hulefa-i Raşidin devrinden beri müslümanlar bu bölgeye akınlarım sürdürüyorlardı. Muaviye döneminde de El-Muhelleb Bin Ebi Sofra El-Ezdi buraya Hicri 44 yılında bir sefer düzenlemiş ve bazı başarılar elde etmişti. Abdülmelik ise Said Bin Eşlem Bin Zer'a'yı Sind sınırları üzerindeki bölgeye sorumlu olarak atamış, ancak burada suikaste uğrayarak Öldürülmüştü. O'nu Öldüren iki kafadar katiller Sind Kralı Daher'e sığındılar. Bunun üzerine Hac­cac, Doğu bölgesinin sorumlusu Mecaa Bin Saar Et-Temimi'yi (Said Bin Eslem'in yerine) Sind serhadlerine gönderdi. Mecaa bu­ralarda hakimiyet tesis ederek bazı bölgeleri de fethetti, fakat bir yıl geçmeden ecele yakalanarak öldü. Bu sıralarda Hind'li korsan­lar bazı müslüman kadınları kaçırmışlardı. Haccac, Sind Kralı Da-her'e bir mesaj yollayarak bu kadınların derhal bulunup teslim edilmesini istedi. Daher ise "Bu korsanları yakalama imkanım yok" diye bir cevap gönderdi. Buna öfkelenen Haccac, Daher'-den intikam almak üzere başlarında Ubeydullah Bin Nebhan'ın bu­lunduğu bir grup savaşçıyı üzerine yolladı. Fakat Ubeydullah öl­dürüldü. Onun yerine bu sefer Budeyl'i gönderdi. O da ecele ye­nildi. Haccac daha sonraları Daher'in üzerine Muhammed Bin El-Kasım Es-Sakafî komutasında büyük bir ordu gönderdi [13]

 

Abdülmelik Döneminde Hariciler

 

Halife Abdülmelik'in, Irakeyn Emiri olan kardeşi Buşr Bin Mervan'a gönderdiği emir üzerine, Haricilere karşı mücadele için El-Muhelleb Bin Ebi Sofra görevlendirildi. O da köşe bucak Hari­cileri kovalayıp durdu. Hicri 76 da, Haricilerin Safariye kolunun Emiri Salih Bin Müserrih, (Haricilerin ünlü kahramanlarından) Şebib Bin Yezidle birlikte Abdülmelik Bin Mervan'ın Cezire'deki Valisi ve kardeşi Muhammed Bin Mervan'a bağlı süvari birlikleri­ne hücum ettiler. Onlara galebe çaldılar ve Deyr'uz-Zûr mıntıkası­na yerleştiler. Muhammed Bin Mervan, üzerlerine yaklaşık bin ki­şiden oluşan bir kuvvet gönderdi. Hariciler bu adamların hepsini öldürdüler. Halbuki sayıları yüz on kişiyi geçmiyordu. Taraflar Amid (Bugünkü Diyarbekir) civarında karşılaşmışlardı.

Bu yenilgiden sonra Muhammed Bin Mervan Haricilerin üze­rine bu kez üç bin kişilik bir kuvvet gönderdi. Hariciler, bir önceki çarpışma sırasında sayılarının yarısı kadarını kaybetmiş bulun­dukları için bu kez tutunamayarak kaçmak zorunda kaldılar ve Musul'a doğru yöneldiler. Bu sefer de Haccac üzerlerine El-Haris Bin Omeyra komutasında üç bin kişilik bir savaşçı kuvvet gönder­di. Aralarında cereyan eden savaş, EI-Haris Bin Omeyra'nın yenil­gisiyle sonuçlandı. Fakat Haricilerin lideri Salih Bin Müserrih de Öldürüldü. EI-Haris'in askerleri ise, Salih Bin Müserrih'den sonra Haricilerin kendisine bey'at ettikleri Şebib tarafından yenilgiye uğratılan ilk askeri kuvvet oldu.

Haccac bu sefer de Şebib'e karşı savaşmak üzere bir ordu gön­derdi. Bu ordu önceleri bozguna uğradıysa da daha sonra toparla­narak Şebib'in saflarında büyük kayıplara yol açtılar. Şebib, Meda-in'e hareket etti, askerleri ise Kufe'ye kaçtılar. Haccac yeniden Şe­bib'in üzerine dörtbin savaşçı daha gönderdi. Bunlar Medain'e doğru gittiler. Bu sebeple Şebib Medain'den çıkarak ayrıldı. Fakat bu kuvvetler Şebib'i izlemeye devam ettiler. Şebîb bu sıralarda bir takım taktik hareketleri yaparak arada bir kaçar gibi görünüyor, fa­kat daha sonra tekrar dönerek hasımlarının üzerine hamleler dü­zenliyor, onlara büyük zayiat veriyordu; kamplarına girip ne varsa ele geçiriyordu. O'nun bu manevraları defalarca tekerrür etti. Hal­buki beraberinde yüzaltmış kişiden başka kimse de yoktu. Buna mukabil Haccac, O'nun üzerine peşpeşe askeri birlikleri savaşan ordusuna destek güç olarak gönderiyordu.

Şebib bu kez de Kûfe'yi kuşatmak istiyordu. Fakat ordunun tü­mü sür'atle üzerine yürüyerek O'nu yenilgiye uğrattı. Ancak dağı­lan çeteleri Kufe'ye ulaşınca Haccac şehirden çıkarak kaçtı ve Bas­ra'ya sığındı. Yerine ise Urva Bin Muğira Bin Şa'be'yi bıraktı. Şebib Kufe'ye yaklaşınca, Urva, Haccac'ı durumdan haberdar etti. Hac­cac hızla hareket ederek, henüz Şebib varmadan önce ikindi saat­lerinde şehre girdi. O sıralarda güneş batmak üzereydi. Gecenin geç saatlerindeyse Şebib, yanında hanımı Gazalleh ile birlikte Ku­fe'ye girdiler. Gazalleh, Küfe Mescidine girerek minbere çıkıp Hac­cac'ı Mervanoğullan'm kötüleyici bir konuşma yaptı.

Sonra Kûfe'den çıkarak yakın bir mevkide, yeniden harekete geçmek üzere toparlanmaya çalışan Şebib'le savaşmak içn Hac­cac altıbin kişilik bir askeri kuvvet hazırladı. Nihayet asker Şe­bib'in üzerine yürümeye başladı. Fakat Şebib hiç aldırış etmiyor, üzerlerine hamleler düzenleyerek onları çil yavrusu gibi dağıtıyor­du. Şebib bu amansız hamleleriyle Haccac'ın saflarında büyük za­yiata sebebiyet verdi. Öldürdüğü kimseler arasında Haccac'ın am­casının oğlu Komutan Zaide Bin Kudama Es-Sekafi de vardı. Za-ide'nin öldürülmesinden sonra Haccac bu kez de Şebib'le savaş­mak üzere Abdurrahman Bin El-Eş'as'ı ordunun başında görev­lendirdi. Fakat karşılaşmadılar. Sonra Osman Bin Koton El-Hari-si'yi bir kuvvetin başında O'nu izlemeye çıkardı. Aralarında cere­yan eden çarpışma esnasında Osman Bin Koton, Şebib'in kardeşi Musad tarafından öldürüldü. Ayrıca askerlerinden altıyüz kişiyi de kılıçtan geçirdi. Şebib'in bu galebesi öyle bir dehşet uyandırdı ki bizzat Halife Abdülmelik, Haccac ve tüm komutanlar iyice kork­maya başladılar. Bu sebeple Haccac ciddi tedbirler alma yoluna giderek Şebib Bin Yezid'i izlemek üzere Attab BinVarka komuta­sında 40 bin savaşçıyı yola çıkardı.

Şebib bu kez de yalnızca bin kişiyle bu ordunun karşısına çı­karak düşmanlarına karşı yine üstünlük elde etti ve Attab Bin Var-ka'yı öldürdü. Attab'm ordusu Hicri 77 yılında bozguna uğrayarak Kufe'ye kaçtılar. Şebib tekrar Kufe'ye yöneldi. Fakat Halife Abdül­melik'in Şam'dan gönderdiği kuvvetler bu sırada Kufe'ye ulaşmış bulunuyordu. Haccac bunlardan istifade etmek için hemen onları harekete geçirdi. Bu ordu gelmeden önce Haricilerle giriştikleri sa­vaşta tutunamayarak bozguna uğrayan askerleri de Hıyra'ya nak­letti. Şebib'in ve 600 kişiden ibaret olan yandaşlarının peşine düş­mek üzere Haccac bizzat kendisi, Şam'dan gelen kuvvetlerin başı­na geçerek yürüdü. Taraflar karşılaştılar ve aralarında korkunç bir savaş cereyan etti. İki taraf da birbirlerine karşı müthiş bir celadet ve direniş gösterdiler. Bu sırada Haccac'in ordusundan bir alay Şe-bib'e ait cephenin gerisine geçerek onları kıskaca aldılar ve üzer­lerine baskın düzenlediler. Şebib büyük bir mukavemet gösterdi. Bu arada kardeşi Musad, karısı Gazâleh ve askerlerinin çoğu öldü­rüldüler. Şebib geride kalan arkadaşlarıyla birlikte savaş meydanı­nı süratle terkederek Kûfe'ye döndü. Bu kez yine üzerine birbiri ardına askeri birlikler gönderildi. Fakat o üstüne gelen birlikleri her seferinde püskürtüyor, üstünlüğü elinde tutuyordu. Şebib sonra da Ahvaz'a yöneldi Bunun üzerine Haccac, Basra'daki naibi ve damadı El-Hakem Bin Eyub Bin Ebi Ukayl'ı görevlendirerek O'nun komutasında 4 bin kişilik bir kuvvet hazırladı. Bu kuvvet Şam'dan gelen orduyla birleşerek Şebib'le karşılaştılar. O'nu yenil­giye uğrattılar. Hariciler elerinden kurtularak yine kaçmayı başar­dılar. Fakat gittikleri Ahvaz yakınlarında bulunan Düceyl Nehri üzerinde bir köprüden geçmek zorunda kaldılar. Ancak bu sırada Şebib, Haccac'm askerleri tarafından köprünün tahrip edilmesini önlemek ve yandaşlarının öteki kıyıya geçmelerini sağlamak mak­sadıyla direnmeye çalıştı. Ertesi sabah da bu köprüden karşıya geçmek isterken atının tökezlemesi sonucu nehre yuvarlandı. Üzerinde bulunan zırhlarının ağırlığı sebebiyle kurtulamayarak suda boğuldu.

Şebib fizik yapı olarak boylu boslu ve kıvırcık saçlıydı. Diğer yandan Haccac'la Haricilerin Azraklar grubu arasında da Ahvaz civarında birçok savaşlar oldu. Bu savaşlarda Haccac ordusunu Al-Muhelleb Bin Ebi Sofra komuta ediyordu. Haricilerin Azraklar Grubu Ahvaz'da, Safariler El-Cezire ve çevresinde, imdat kuvvet­leri ise Yemame ve Bahreyn'de bulunuyordu [14]

 



[1] lbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 176, 464-469; İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 8, s. 418-419; c. 9, s. 97-117

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/433-438.

[2] îbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 329-330, 376, 445

[3] lbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 338-342, 444-445

[4] îbn-ül Esir, EL-Kamil tere, c. 4, s. 403, 407-408, 410, 419, 424-428

[5] İbn-ül Esir, EI-Kamilterc, c. 4, s. 420-424, 429-444, 446, 449-450

[6] tbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 334-337, 483-484, 521-522

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/438-445.

[7] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/445.

[8] El-Masisa (Mopsuesta); Tarsus yakınlarında Romalılardan kalma şehir. (Mütercim)

[9] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 448

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/446.

[10] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/446.

[11] İbn-ül Esir, EI-Kamil tere, c. 4, s. 103-108, 334-337, 483-484, 521-522; îbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 9, s.

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/446-449.

[12] Merv; Türkistan'da bir şehir (Mütercim)

[13] Ibn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 342, 480-482

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/449-451.

[14] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 354-374, 377-390

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/451-454.