36- EL-VELİD BİN ÂBDULMELİK.. 2

El-Velid Döneminde Vilayetler3

Şam (Suriye)3

Hicaz. 3

El-Velid Döneminde Fetihler4

Batı Cephesi4

Doğu Cephesi5


36- EL-VELİD BİN ÂBDULMELİK

 

(Hilafet Dönemi, Hicri: 86-96)

El-Velid Bin Abdulmelik, Rasulullah (sav)in hicretinin ellinci yılında dünyaya geldi. Uzun boylu esmerdi. Vücudunda çiçek izle­ri vardı. Burnu basıktı. (Kibrinden) salma salma yürürdü. Refahın verdiği umursamazlık içinde yetişti. Bu sebeple iyi bir eğitim gör­mediği için düzgün konuşamıyordu.

Amcası Abdülaziz Bin Mervan'm kızı Ümmül Benin'le evlen­di. Ondan Abdülaziz ve Muhammed'i doğurdu. Keza Sasani İm­paratorunun kızı Sahefrid'le evlendi. O da sonra Halife olan oğlu Yezid'i doğurdu. Ayrıca Fezara kabilesinden bir hanımla da evlen­di. Bundan da Ebu Ubeyde adlı çocuğu dünyaya geldi. Diğer erkek çocuklarının adları da şöyledir; Abbas, İbrahim, Tamam, Halid, Abdurrahman, Mesrur, Mervan, Sadaka, Anbese, Ömer, Ruh, Buşr, Yahya, Mansur ve Mubeşşir.

Daha babasının sağlığında kendisine bey'at edilmişti. Sonra Hicri 86 yılının Şevval ayı ortalarında halk (ölen) babasını defne­dip döndükten sonra kendisine yeniden bey'at edildi. Hilafet ma­kamına geldikten bir ay sonra da (bugün Emevi Camii olarak da bilinen meşhur) Dımışk Camii'ni yaptırmaya teşebbüs etti ve hi­lafeti süresince bu caminin inşasıyla meşgul oldu, ki bu iş tam on yıl sürmüştür. Bu camiin yerinde daha önceleri Yuhanna Kilisesi adıyla bilmen bir kilise mevcuttu. Dımışk fethedilince müslüman-lar şehrin fethediliş şekline uygun olarak kiliseyi ikiye böldüler ve yarısını (kılıç hakkı olarak) aldılar. Zira Dımışk'ın yarısı silahla, di­ğer yarısı ise barış yoluyla fethedilmişti. Kilisenin ikiye bölünen kı­sımlarından, kılıçla fethedilmiş tarafa düşen doğu bölümünü alıp camiye çevirdiler, batıdaki kısmı ise, Dımışk fethedildiği günden beri kilise olarak durmaktaydı. Sonra El-Velid bu kısmı da almaya niyet etti ve nihayet Meryem Kilisesi olarak bilinen mabedin doğu yönüne düşen mekanını Hıristiyanlara tazminat olarak verip ta­mamını aldı. Aynı zamanda Mukaddes Kaya'nın altına duvar Ör­dürdü ve Mescid-i Nebevi'yi de genişletti.

Halife El-Velid cüzzamhlara da "Kimseden bir şey dilenme­yin" ihtarında bulunarak onlara maaş bağlattı ve Dımışk'ın kuzey­doğu yönünden şehre 20 km. mesafede bulunan uygun bir alanda cüzzamlılar için bir hastane yaptırdı. Çünkü bu suretle ancak has­talığın yayılmasına engel olunabilir diye düşünüyordu. Aynı yerde bugün mevcut bulunan hastane de yine El-Velid'in adım taşımak­tadır. Yatalak her hastaya bir bakıcı ve her âmâya da bir rehber tah­sis etti. El-Velid Kur'an-ı Kerim hafızlarına ihsanlarda bulunur on­lara saygı gösterir ve borçlarını öderdi.

El-Velid'in döneminde, doğuda, batıda, Endülüs'te ve Fran­sa'da büyük fetihler gerçekleştirildi. Bizans topraklarına düzenle­diği her akında oğullarından birini görevlendirirdi.

El-Velid Hicri 91'de Hacca gitti. Medine'ye yaklaşınca, Vali Ömer Bin Abdulaziz, şehrin eşrafıyla birlikte çıkıp O'nu karşıladı­lar. Memnun oldu ve iyiliklerde bulundu. Peygamber şehrine gi­rince Mescid-i Nebevi'yi O'nun için boşalttılar. İçeride (sahabi) Said Bin El-Museyyeb'den başkası kalmadı. Kimse de bu zatı dışa­rıya çıkarmaya cesaret edemiyordu. Üzerinde öyle eski püskü bir elbise vardı ki beş dirhem bile etmezdi. Nihayet (cesaretlerini takı­nıp) O'na:

"Efendi Hazretleri! Biraz sonra Emirülmü'minin (Halife Hazretleri) mescide girecekler. Onun için burayı terkedebilir misi­niz?" diye ricada bulundular. Fakat O:

"Hayır, vallahi de çıkmam!" diyerek reddetti. Sonra Halife El Velid mescide girip içeride dolaşmaya, şurasında burasında na­maz kılıp dua ve niyazlarda bulunmaya koyulmuştu. Vali Ömer Bin Abdulaziz diyor ki:

"Bu sırada ben Halife'nin hep yolunu değiştirmeye ve dikka­tini başka yönlere çekmeye çalışıyordum ki Said Bin El-Musey-yeb'i görmesin; böyle bir şeyden çekmiyordum. Fakat birden Ha-life'nin gözü O'na ilişti ve:

- Kim bu, yoksa Said Bin El-Museyyeb mi, diye sordu.

- Evet Ya Emirülmü'minin, O'dur, ama eğer burada bulundu­ğunuzun farkında olsaydı muhakkak size saygı gösterir ayağa kalkar ve sizi selamlardı, dedim. Ancak Halife (bu sözlerimle ikna olmamıştı)

- Hayır, O'nun bizden ne kadar nefret ettiğini biliyorum, diye cevap verince ben bu sefer de:

- Şu zat, diye başladım ve O'nu övdüm. Peşimden El-Velid de derin bilgileri ve dindarlığıyla O'nu övmeye başladı. Bunun üze­rine şöyle dedim:

- Ya Emirülmü'minin! O'nun artık gözleri de görmüyor. Sırf O'nu mazur göstermek için böyle demiştim. Nitekim Halife de hemen şöyle dedi:

- Aslında bizim O'nun ayağına gitmemiz lazımdır"

Ardından Halife O'na yaklaşarak başında dikildi ve kendisine selam verdi. Said ise hiç ayağa kalkmadı. Sonra El-Velid:

- Efendi Hazretleri nasıldırlar? Sıhhatiniz iyi mi? diye sordu. Said vakur bir ifadeyle:

-  Allah'a hamd olsun iyiyim, Emirülmü'minin (Efendimiz) nasıllar, diye mukabelede bulundu. El-Velid de:

- Yalnızca Allah'a hamd olsun, dedi. Sonra mescidden ayrıldı. Halife Mescidden ayrılırken Ömer Bin Abdulaziz'e:

-  Bu zat halkımızın fakihidir (Onlara İslamı öğreten biridir) diye sitayişle bahsediyor, Ömer Bin Abdulaziz de Halife'yi tasdik ediyordu.

El-Velid'in döneminde El-Muhelleb'in tutuklu bulunan oğul­ları; Yezid, El-Mufaddal ve Abdulmelik, hapisten kaçarak (Hali-fe'nin kardeşi) Süleyman Bin Abdulmelik'e sığındılar. Süleyman (Irak) eyalet valisi Haccac'a karşı onlara güven verdi. Halife de bu güveni onayladı. (İşin ilginç tarafı da şudur ki) El-Muhelleb'in kızı Hind, (yani bu üç şahsın kızkardeşi) Haccac'ın karısıydı.

El-Velid, Hicretin doksanaltmcı yılı Cemaziyelahir ayının orta­larında öldü. Yerine kardeşi Süleyman Bin Abdulmelik'e bey1 at edildi. Süleyman, biraderi El-Velid'in Ramle valisiydi. Aslında El-Velid, oğlu Abdülaziz'i yerine geçirmek ve kardeşim veliahdhktan atmak istiyordu. Fakat eceli bu isteğini gerçekleştirmeye fırsat ver­medi. El-Velid'i bu tasarısında Haccac ve Kuteybe Bin Müslim El-Bahili destekliyorlardı. Fakat Ömer Bin Abdulaziz O'na muhalefet etti ve:

"Hayır, Süleyman'ın bey'ati bizim zimmetimizdedir. (Biz O'na söz vermiş bulunuyoruz. Binaenaleyh bu sözümüzü yerine getireceğiz) cevabını verdi.' [1]

 

El-Velid Döneminde Vilayetler

 

El-Velid Bin Abdulmelik döneminde vilayetlerin hepsinde du­rum sakindi. Hariciler de zayıf düşmüşlerdi. Gerek Hariciler, ge­rekse başkaları tarafından kayda değer hemen hemen hiç bir ha­reket olmadı.

Vilayetlerin her birinde durum ayrıca şöyleydi:[2]

 

Şam (Suriye)

 

Burada ortam Ümeyyeoğulları lehinde sakindi.[3]

 

Hicaz

 

Medine ve Mekke şehirleri Abdulmelik Bin Mervan döneminin başından sonuna kadar ayrı ayrı birer emirlik (birer vilayet) idiler.

a) Medine-i Münevvere: Şehir Emevilerin eline geçtikten son­ra Hicri 94 tarihine kadar valiliğini Ömer Bin Abdulaziz yürüttü. Ömer Medine'ye gelince evvela dedesi Mervan Bin Hakem'den kalma eve girdi. Halk kendisini ziyaret ederek O'nu selamladılar. Öğle namazını kıldıktan sonra Medine fukahasmdan (bilginlerin­den) 10 kişiyi davet etti. Bu zevat şunlardı:

- Urva Bin Ez-Zübeyr

- Ubeydullah Bin Abdullah Bin Utba

- Ebubekr Bin Abdurrahman

- Ebubekr Bin Süleyman Bin Ebi Hasme

- Süleyman Yesar

- Kasım Bin Muhamed (Hz.Ebubekr'in torunu)

- Salim Bin Abdullah Bin Ömer (Hz.Ömer'in torunu)

- Abdullah Bin Abdullah Bin Ömer (Hz.Ömer'in torunu)

- Abdullah Bin Amir Bin Rabi'a

- Harice Bin Zeyd Bin Sabit.

Bu şahsiyetler, huzuruna girip oturduktan sonra Ömer Bin Ab­dulaziz önce Allah Te al a' ya -yakıştığı üzere-hamdü senada bulun­du ve onlara şöyle hitap etti:

- Sizi sevap kazanacağınız bir işi görmeye ve hakkın tecellisi (adaletin gerektiği şekilde uygulanabilmesi amacıyla) bana yar­dımcı olmanız için buraya davet etmiş bulunuyorum. Sizin ya da hiç değilse içinizde (Medine'de) bulunabileceklerin görüşünü al­madan hiç bir karar vermek istemiyorum. Bir kimsenin başka bi­rine haksızlık ettiğini (hak ve hürriyetine tecavüzde bulunduğunu) görür veya bir memurun zulmettiğini duyarsanız, -size Allah üzerine yemin verdiriyorum- beni mutlaka haberdar ediniz!

Ömer Bin Abdulaziz'in konuşması bitince O'na hayır duasın­da bulunarak yanından ayrıldılar.[4]

Vali Ömer Bin Abdulaziz, Hicri 93 yılında Halife El-Velid'in emriyle Abdullah Bin Zübeyr'in oğlu Hubayb'a elli kırbaç vurdur­du ve çok soğuk bir kış gününde başından aşağı bir tulum soğuk su döktürerek gün boyu da O'nu mescidin kapısında (bağlı) tuttu. Bu işkenceye dayanamayan Hubayb vefat etti. (Allah'ın rahmeti üzerine olsun.)

Ömer Bin Abdulaziz, Hubayb'm ölümünden sonra (Allah'a karşı) büyük bir korku içine düştü, artık güven duyamıyordu.[5]

Güzel bir gidişatından dolayı Ahirette Allah'ın ihsan ve mükâ­fatına nail olacağına dair müjdelendiği her defasında:

- Bu nasıl mümkün olabilir ki Hubayb yolumun üzerinde du­ruyor, diyerek korku ve endişesini dile getirirdi.

Başka bir rivayete göre de:

-  Eğer Hubayb yolumun üzerinde durup beni engellemeye­cek olursa bu söylediğiniz mümkündür, der ve arkasından da yavrusunu kaybetmiş bir anne gibi feryad ederdi. Herhangi bir hu­susta takdir ve övgü ile karşılandığında ise:

- Ah eğer Hubayb'dan kurtulacak olursam ondan sonra artık iyiyim, diyebilirim, derdi.

Hubayb, kırbaçlanıp öldürülünceye kadar Medine Valiliğine devam eti. Ancak bu olaydan hemen sonra görevinden ayrıldı. Müthiş bir üzüntü ve korkuya boğuldu. Paçaları sıvayarak kendini artık ibadete verdi ve hep ağladı. Bu bir yanlışlıktı; bir kere olmuş, ok yaydan çıkmıştı.

Ömer Bin Abdulaziz, Medine Valiliğinden istifa ettikten sonra Halife Eİ-Velid Bin Abdulmelik döneminin sonuna kadar bu göre­vi Osman Bin Hayyanyürüttü [6]

b) Mekke-i Mükerreme: Hicri 84 yılından beri buranın valisi Halid bin Abdullah El-Kasrî idi ve El-Velid Bin Abdulmelik döne­minin sonuna kadar da bu görevde kaldı. Mekke'nin statüsü ara­da bir değişiyor, kâh Medine'ye bağlanıyor, kâh müstakil bir vila­yet haline getiriliyordu.

3- Irak: Irak Emîri (Eyalet Valisi) Haccac'dır. Haccac daha çok Kûfe'-de otururdu. Basra'da ise kendine naib olarak El-Cerrah Bin Abdullah El-Hikemi'yi bulundururdu. Bu durum O'nun Vasıt kentini Hicri 84 yılında inşa etmesine kadar devam etti. Bu tarih­ten sonra Vasıt O'nun üssü ve Emirlik Merkezi haline geldi. İslam Devletinin doğu bölgeleri Irak'a bağlıydı. Dolayısıyla Horasan, Si-cistan ve Sind bölgelerinin yöneticilerini Haccac tayin ederdi. Bu dönemde Doğuda, özellikle Maveraünnehr ve Sind topraklarında geniş fetihler gerçekleştirildi.

Haccac Hicri 95 yılı, Ramazan ayının 17'sinde yani El-Velid'in ölümüne bir yıl bile kalmadan öldü. Halka namaz kıldırmak üzere oğlu Abdullah görevlendirildi. Sonra Halife El-Velid, Basra ve Ku-fe'ye hem namaz hem savaş konusunda yetkili olmak üzere Yezid Bin Ebi Kebşe'yi, iki şehrin haracını toplamak üzere de Yezid Bin Ebi Müslim'i tayin etti.

4- El-Cezire: Buraya Halife El-Velid tarafından amcası, Mu-hammed Bin Mervan vali tayin edilmişti ve Hicri 91 yılma kadar da bu görevde kaldı. Ta ki Halife'nin kardeşi Mesleme Bin Abdul­melik bu görevi üstlenince kadar. El-Cezire valisi aynı zamanda, Ermeniye'ye, Bizans topraklarının doğu bölgelerine ve Azerbay­can'a düzenlenen savaşları yönetirdi.

5- Mısır: Amcası Abdulaziz Bin Mervan'm ölümünden sonra Mısır Valiliğini Abdullah Bin Abdulmelik üstlendi ve Hicri 90 yılı­na kadar da bu görevde kaldı. Ondan sonra ise bu göreve Kurra Bin Şureyk El-Absi gelerek vefat ettiği Hicri 96 yılına kadar ve El-Velid'in iktidarı boyunca bu görevi yürüttü.

6- Kuzey Afrika: Önceleri bu bölgeyi Musa Bin Nusayr yöneti­yordu. Mağrib (Tunus, Cezayir, Fas) taraflarında düzeni sağladık­tan sonra O'nun döneminde Endülüs memleketlerinde geniş fe­tihler gerçekleştirildi. Aynı zamanda Berberiler dalga dalga Al­lah'ın yüce dini olan İslam'a girdiler.[7]

 

El-Velid Döneminde Fetihler

 

El-Velid Bin Abdulmelik döneminde öyle geniş fetihler ger­çekleştirildik ki bunları, Hz. Ömer ve Hz. Osman devirlerinde ba­şarılanlardan başkasıyla kıyaslamak mümkün değildir.

Nitekim islam fetihlerinin iki kere zirveye ulaştığını görürüz:

Bunların birincisi, Hulefa-i Raşidin devrinde ikincisi ise El-Ve­lid döneminde yapılanlardır.

Bu fetihler değişik cephelere göre şöyle oldu:[8]

 

Batı Cephesi

 

a- Bizans Topraklarında gerçekleştirilen fetihler:

Bizans topraklarına yapılan gazaları Mesleme Bin Abdulmelik yönetiyordu Yaz ve kış orduları durmadan aralıksız olarak akınla­rını sürdürüyorlardı. Bu akınları, amcalarına katıldığı savaşlarda yardımcı olmaya çalışan El-Velid'in çocuklarından biri genellikle komuta ederdi. Bunlar: Abbas, Abdulaziz, Ömer ve Mervan'dır.

îslam orduları sürekli olarak Bizans topraklarında ilerliyor, ka­leler zaptediyor, ganimetler elde ediyordu, ilerleme bazen çok ge­niş çapta gerçekleşiyor, düşman topraklarının içlerine kadar giriliyordu. Mesela Mesleme Bin Abdulmelik, yanında kardeşinin oğlu Abbas Bin El-Veiid'le birlikte Ammuriye'ye (bugünkü Ankara'ya) kadar ulaşarak burayı ve peşinden de Herakliye'yi [9] Hicri 89'da fethettiler. Keza Mesleme, bir kere de diğer yeğeni Ömer Bin El-Veîid'le beraber Hicri 92'de yine Bizans topraklarına bir akın dü­zenlediler. Bizanslılar bu sırada ülkelerinin en uc kısmına kadar kaçarak geri çekildiler. Müslümanlar ise Konstantiniye Halicine kadar ulaştılar ve Hicri 93 yılında müslümanlarm bu yönlere dü­zenlediği akınlar bir hayli artış gösterdi.

islam orduları her akından sonra tekrar stratejik noktalarına dönüyorlardı. Arada bir Bizanlılar da islam topraklarına sızma im­kanını buluyor, bazı yöreleri istila ediyorlardı. Fakat çok gezmeden müslümanlar kaybettikleri bu yerleri tekrar ele geçiriyorlardı.

Genel sınırlara gelince bunların pek değişmez olduklarını söy­leyebiliriz. Stratejik noktalar da öyleydi ve bu noktalar Toros enge­belerinde odaklaşıyordu.

Bizans'ın doğu bölgelerinde, Ermeniye'de ve Azerbaycan'da yapılan cihad faaliyetlerini El-Cezire Emiri yönetirdi.

Mesleme Bin Abdulmelik de yeğeni Abdulaziz Bin El Velid'le beraber Azerbaycan yönünden bir keresinde Bizans topraklarına girmiş, El-Bab mevkiine kadar ulaşmışlardı. Fakat yeni fethedilen yörelerde halk müslümanlarla yaptığı antlaşmayı genellikle kısa bir süre sonra ihlal eder, bu sebeple islam orduları ilerlemeyi sür­dürebilmek için yeniden bu yörelere akınlar düzenlemek zorunda kalırdı.

Tabi bu durum, düşmanları müslümanlarla tekrar barış yap­mak mecburiyetinde bırakırdı. Bu sebepledir ki müslümanlarm tarihte bir kenti ya da bir yöreyi birkaç kez fethettiklerini görürüz.

b- Deniz Cephesinde ise müslümanlar Hicri 89 yılında Sicilya ve Mayorka adalarına girerek buraları fethettiler.

c- Kuzey Afrika'da gerçekleştirilen Fetihler:

Musa Bin Nusayr Önce Kuzey Afrika'da ortamı uygun hale ge­tirdi, İslamm Berberiler arasında yayılmasına çalıştı ve bu faaliyet­lerinde başarılı da oldu. Berberiler İslam diniyle şereflendiler. Bu­nun üzerine Musa, İslam memleketlerine karşı tehlikeli olabilecek civar ülkeleri gözden geçirdi ve bunlar arasında Zokak Deni-zi'nden sonra Endülüs'ü, önünde ikinci bir adımla girebileceği bir yer olarak gördü. Üstelik burası Bizanshlar'm nüfuzu altındaydı. Dolayısıyla îslam topraklarına bu cepheden de saldırabilirlerdi. İkinci bir nokta daha vardı ki O da Musa, bu ülkede hüküm süren zulüm ve baskıya şahid oluyordu. Bunu bertaraf etmek (insanları zulümden kurtarmak) O'nun bir bakıma göreviydi. Çünkü îslam, baskı ve haksızlığa karşı amansız bir savaş demektir. Bunun üzeri­ne konuyu incelemek ve fetih için gerekli hazırlıkları yapmak üze­re Tanca'daki naibi Tarık Bin Ziyad'ı görevlendirdi.

Tarık, gerekli hazırlıkları tamamladıktan sonra harekete geçe­rek Septe'ye girdi. Endülüs'te o sıralarda Vandallar egemen idiler. Bin Ziyad Hicri 92'de komutasındaki 12 bin kişilik ordusuyla Ze-kak Denizi'ni aşarak Septe'den hareketle (Sonraları Cebelitank adını alan) adaya çıkarma yaptı ve Kurtuba [10] ya girerek ülkenin Hükümdarı Lazarik'[11] i öldürdü. Tarık Bin Ziyad'dan sonra Musa Bin Nusayr, yanına Habib Bin Ebu Ubeyde El-Fehri'yi de alarak [12] Endülüs'e girdi ve Tarık'la bir araya geldiler. Tarık sonra Tulaytıla (Toledo) kentini de fethetti. Fakat Musa Bin Nusayr O'nu azlede­rek yerine kendi oğlu Abdülaziz Bin Musa Bin Nusayr'ı tayin etti.

Bu gelişmelerden sonra Halife El-Velid, Musa Bin Nusayr'ı Şam'a çağırdı. Çünkü Musa'nın yaşı artık epey ilerlemiş, seksene merdiven dayamıştı. Halife'nin emri üzerine avdet ederek Kayra-van'a ulaşınca oğlu Abdullah'ın, Kuzey Afrika Valisi olarak yerini sağlamlaştırdı. [13]

 

Doğu Cephesi

 

Bu cephelerin çoğu, Doğu'da serpilmiş durumdaki Türk Kabi­lelerinin sınırları üzerinde bulunuyordu. Fetihler şu şekilde ger­çekleştirildi:

a- Maveraünnehr Memleketlerindeki Fetihler:

Bu cephede Kuteybe Bin Müslim El-Bahili, Türk illerine akın­lar düzenleyerek Kral Neyzek'le (para ve müslüman esirlerden iki çocuğunun serbest bırakılmasına karşılık) barış yaptı. Fakat Türk­ler çok kere antlaşmalarım tek taraflı çiğneyerek, (ülkeleri ikinci defa fethedilince müslümanlarla yeniden antlaşma yapmak ve bu kez daha fazla vergi vermek zorunda kalıyorlardı. Kuteybe, Hicri 86 yılında Beykent şehrini kuşattı. Halkı barış istediler. O da kabul ederek başlarına bir yönetici bırakıp emrine de bir koruyucu kuv­vet verdi. Fakat ayrılır ayrılmaz Türkler sözleşmelerini bozarak bu askerlerin burunlarım kestiler. Bunun üzerine Kuteybe geri döne­rek şehri kuşattı ve yeniden fethetti. Ertesi yıl da yine Türk illerine akınlar düzenledi ve bu kez Kral Neyzek'i esir aldı. Kuteybe bu akınlar sırasında büyük zaferler kazanmış, çok miktarda ganimet­ler ele geçirmişti.

Kuteybe Hicri 89 yılında da Soğd, Nesef ve Keş diyarlarına akınlar düzenledi. [14] Bu arada Buhara üzerine yürüdü ise de ancak Hicri 90 yılında, yani bir yıl sonra şehre girebildi.

Bu şehrin müslümanlar tarafından fethedilmesi Soğd Kralının morali üzerinde çok büyük etki yaptı. Çünkü korkmuştu. Bu se­beple Kuteybe'den barış istedi. Kuteybe aynı yıl içerisinde bu kez Azerbaycan yönünden Türk illerine akınlar düzenleyerek Babu-lebvab'a kadar ulaştı.

Sonraları Neyzek Han müslümanlarla yaptığı barış antlaşma­sını çiğnedi. Türklerin en büyük kralıydı. Bunun üzerine Kutey-be'nin kardeşi Abdurrahman Bin Müslim,- üzerine yürüyerek O'nu esir almayı başardı. Neyzek Han Bağlan'a iniyordu, kaçarken Kuteybe O'nu öldürdü. Bu arada Talegan, Faryab ve Belh kentleri­ni de alma imkanını buldu.

Kuteybe daha sonra Nesfe, Keş ve Soman kentlerini aldı. Ab­durrahman Bin Müslim ise Soğd Kralı Tarhunla barış yaparak oradan biraderi Kuteybe'nin bulunduğu Buhara'ya hareket etti. Sonra birlikte Horasan'ın en büyük kenti olan Merv'e döndüler. Soğd ahalisi müslümanlarla yaptıkları antlaşmayı tekrar çiğnedi­ler. Kral Tarhun'a:

"Sen zillete razı oldun (müslümanlara boyun eğdin) onlara vergi vermeyi kabul ettin. Zaten yaşın da ilerlemiş bulunuyor. Onun için artık sana ihtiyacımız yok" diye itirazlarda bulundular. Tarhun da:

"Öyleyse beğendiğinizi başınıza seçin" dedi. Bunun üzerine kardeşi Gavrak Han'ı seçtiler. Tarhun'u ise zindana attılar. Tarhun intihar etti, onlarsa müslümanlarla olan antlaşmalarım yine boz­dular.

Kuteybe bu kez de Ertebil'le buluşmak üzere Sicistan'a hare­ket etti ve gidip kendisiyle görüştü. Oradan, Harzemli'lerle savaş­mak için kuzeye döndü.

Harzemşah kendisiyle barış yapmak zorunda kaldı. Sonra Ku­teybe oradan da yürüyerek Hicri 93 yılında Semerkand'ı fethetti. Beraberinde kardeşleri: Salih, Abdurrahman ve Abdullah da var­dı. Abdullah'ı Semerkand'a vali tayin ederek kendisi ise üssü olan Merv'e döndü.

Kuteybe bir sonraki yıl, yani Hicri 94 de harekatını yeniden sürdürmeye başlayarak Şaş ve Fergana diyarlarına akınlar düzen­ledi. Havkand ve Kâşân'a kadar ulaştı. Aynı yıl içerisinde Kabil'i de alarak Hicri 95'de tekrar Şaş üzerine yürüdü ve Hicri 96 yılında Türkistan'ın doğusunda bulunan Kaşgar'ı fethetti.

Bu sırada Çin Kralı kendisim müslümanlar ve İslam dini hak­kında aydınlatmak üzere Kuteybe'den bir heyet göndermesini is­tedi. O da aralarında Hubayra Bin Eş Şumruc'un da bulunduğu bir topluluk gönderdi.

Aralarında yapılan görüşmelerden sonra heyette bulunanlar Çin Kralım, İslama girmek, cizye vermek ya da savaş olmak üzere üç şıktan birini tercih etmesi teklifinde bulundular. Kral {alay ede­rek) onlara:

- Ne güzel de zamanınızı değerlendiriyorsunuz (!) karşılığın­da bulunarak:

- Kalkın, defolup adamınıza gidin, söyleyin o da defolup git­sin. Ben, O'nun hırsını (sevdasına düştüğü amacı da) adamları­nın ne kadar az olduğunu da anlamış bulunuyorum. Dediğimi yapmazsanız üzerinize hemen sizi de O'nu da gebertecek bir kuvvet gönderiyorum!" diye tehditlerde bulundu. Bunun üzerine Hubayra Çin Kralı'na şu cevabı verdi:

"Ordusunun bir ucu senin ülkende, diğer ucu ise zeytinlikle­rin bulunduğu memlekette olan birine, nasıl olur da 'Adamları azdır' diyebiliyorsun? Hem sonra gücü yettiği ve yararlanma im­kanı olduğu halde dünyanın malını {zevk ve saf asını) arkasına bı­rakıp sana karşı savaş açarak (bu zahmet ve meşakketleri) tercih etmiş bulunan birini nasıl olur da dünya malına (servet ve ma­kam) hırsına kapılmış biri olarak niteleyebiliyorsun?

Senin, bizi öldüreceğine dair savurduğun tehditlere gelince bunun sonucunda ne nefret ediyor, ne de korkuyoruz. Bizim el-betteki bir ecelimiz (gelip çatacak bir ölüm saatimiz) vardır. Bu­nun bizce en değerlisi öldürülmektir. Biz böyle bir akıbetten ne nefret ediyor, ne de korkuyoruz."

Çin Kralı bu çelik irade karşısında cizye vermeyi uygun buldu. Bunun üzerine Kuteybe artık doğu yönündeki ilerlemesini dur­durdu.

Kuteybe Bin Müslim El-Bahili'nin savaştığı cephe öylesine ge­nişti ki: Kafkaya'dan Hazar Denizi'nin güneyine, oradan kuzeye doğru Ortaasya içlerine, Maveraunnehr memleketlerine ve doğu­da Doğu Türkistan'ın ortalarına kadar uzayan, sonra da Batıda Kabil ve Sicistan'a kadar varan devasa bir alam kapsıyordu. Bu cephenin sınırları 4 bin km.den daha fazlaydı. Merkezi Merv ol­mak üzere Horasan'a bağlanan bu bölge o kadar genişti ki alanı 4 milyon km. kareden daha büyüktü. [15]

b- Sind Diyanndaki Fetihler:

Muhammed Bin Kasım Es-Sekafî, Sind Kralı Daher'i Hicri 90 yılında öldürmüş ve topraklarında ilerleyerek Hicri 93 de bugün Pakistan'ın Karaçi Vilayeti'nin bulunduğu yerdeki Deybel kentini fethetmişti. Sora iç kesimlerde (daha çok) kuzeye doğru açılarak Hicri 94 yılında Multan'ı fethetti. Böylece bu topraklar da artık İs­lam Devletinin bir parçası haline gelmiş oldu.

 



[1] tbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 469, 476-478, 488-490, 497; îbn-i Kesir, EI-Bidaye tere, c. 9, s. 98-104, 119-121, 126-127, 132-135, 139-140,259-269

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/457-460.

[2] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/460.

[3] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/461.

[4] tbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s, 474

[5] Sebebini kesin olarak bilemediğimiz bu cinayetten sonra Vali Ömer Bin Abdulaziz'in hayatı tamamen değişmiştir. O'nun Hz. Ömer'den sonra adaletiyle insanlık tarihine eşsiz bir sima olarak geçmesi belki de bu olaydan duyduğu de­rin pişmanlık sebebiyledir. (Mütercim)

[6] Ibn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 519; îbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 9, s. 121, 146-147

[7] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/461-464.

[8] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/464.

[9] Herakliye (Heracleopolis); yani bugünkü Ereğli'dir. (Mütercim)

[10] Kurtuba (Cordoba); İspanya'da Endülüs bölgesinde Vad'il-Kebir'de şe­hir, îslam orduları tarafından Miladi 711 de fethedildi. Endülüs Emevilerinden Hükümdar birincisi Abdurrahman tarafından idare merkezi haline getirildi. Ha­len katedral haline getirilmiş bulunan meşhur Kurtuba Camii, ünlü îslam filozo­fu İbni'r-Rüşd'ün de doğum yeri olan bu kentte müslümanlardan kalma muhte­şem bir anıt olarak durmaktadır. (Mütercim)

[11] Lazarik; Batı kaynaklarında Rodrigue, Rodrigo ya da Roderic olarak geç­mektedir

[12] Habib Bin Murra Bin Ebiubeyde; Ünlü kureyşli komutan Ukba Bin Na-Fı'in torunudur. Endülüs'de valiliklerde bulundu. Asi berberüerle mücadele etti. (Mütercim)

[13] îbn-ül Esir, El-Kamilterc, c. 4, s. 499-510, 518

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/464-468.

[14] Soğd; Ortaasya'da Amuderya ile Serdaya nehirleri arasındaki topraklara eskiden verilen ad. Keş; Buhara yakınlarında Semerkand ile Belkh arasında bulu­nan ve günümüzde Şehr-i Sebz (Yeşilkent) adıyla anılan bir şehir. (Mütercim)

[15] îbn-ül Esir, El-Kam il tere, c. 4, s. 479, 485-487, 492-496; îbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 9, s. 233-236

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/468-473.