(Hilafet Dönemi, Hicri: 86-96)
El-Velid Bin Abdulmelik, Rasulullah (sav)in hicretinin ellinci yılında dünyaya geldi. Uzun boylu esmerdi. Vücudunda çiçek izleri vardı. Burnu basıktı. (Kibrinden) salma salma yürürdü. Refahın verdiği umursamazlık içinde yetişti. Bu sebeple iyi bir eğitim görmediği için düzgün konuşamıyordu.
Amcası Abdülaziz Bin Mervan'm kızı Ümmül Benin'le evlendi. Ondan Abdülaziz ve Muhammed'i doğurdu. Keza Sasani İmparatorunun kızı Sahefrid'le evlendi. O da sonra Halife olan oğlu Yezid'i doğurdu. Ayrıca Fezara kabilesinden bir hanımla da evlendi. Bundan da Ebu Ubeyde adlı çocuğu dünyaya geldi. Diğer erkek çocuklarının adları da şöyledir; Abbas, İbrahim, Tamam, Halid, Abdurrahman, Mesrur, Mervan, Sadaka, Anbese, Ömer, Ruh, Buşr, Yahya, Mansur ve Mubeşşir.
Daha babasının sağlığında kendisine bey'at edilmişti. Sonra Hicri 86 yılının Şevval ayı ortalarında halk (ölen) babasını defnedip döndükten sonra kendisine yeniden bey'at edildi. Hilafet makamına geldikten bir ay sonra da (bugün Emevi Camii olarak da bilinen meşhur) Dımışk Camii'ni yaptırmaya teşebbüs etti ve hilafeti süresince bu caminin inşasıyla meşgul oldu, ki bu iş tam on yıl sürmüştür. Bu camiin yerinde daha önceleri Yuhanna Kilisesi adıyla bilmen bir kilise mevcuttu. Dımışk fethedilince müslüman-lar şehrin fethediliş şekline uygun olarak kiliseyi ikiye böldüler ve yarısını (kılıç hakkı olarak) aldılar. Zira Dımışk'ın yarısı silahla, diğer yarısı ise barış yoluyla fethedilmişti. Kilisenin ikiye bölünen kısımlarından, kılıçla fethedilmiş tarafa düşen doğu bölümünü alıp camiye çevirdiler, batıdaki kısmı ise, Dımışk fethedildiği günden beri kilise olarak durmaktaydı. Sonra El-Velid bu kısmı da almaya niyet etti ve nihayet Meryem Kilisesi olarak bilinen mabedin doğu yönüne düşen mekanını Hıristiyanlara tazminat olarak verip tamamını aldı. Aynı zamanda Mukaddes Kaya'nın altına duvar Ördürdü ve Mescid-i Nebevi'yi de genişletti.
Halife El-Velid cüzzamhlara da "Kimseden bir şey dilenmeyin" ihtarında bulunarak onlara maaş bağlattı ve Dımışk'ın kuzeydoğu yönünden şehre 20 km. mesafede bulunan uygun bir alanda cüzzamlılar için bir hastane yaptırdı. Çünkü bu suretle ancak hastalığın yayılmasına engel olunabilir diye düşünüyordu. Aynı yerde bugün mevcut bulunan hastane de yine El-Velid'in adım taşımaktadır. Yatalak her hastaya bir bakıcı ve her âmâya da bir rehber tahsis etti. El-Velid Kur'an-ı Kerim hafızlarına ihsanlarda bulunur onlara saygı gösterir ve borçlarını öderdi.
El-Velid'in döneminde, doğuda, batıda, Endülüs'te ve Fransa'da büyük fetihler gerçekleştirildi. Bizans topraklarına düzenlediği her akında oğullarından birini görevlendirirdi.
El-Velid Hicri 91'de Hacca gitti. Medine'ye yaklaşınca, Vali Ömer Bin Abdulaziz, şehrin eşrafıyla birlikte çıkıp O'nu karşıladılar. Memnun oldu ve iyiliklerde bulundu. Peygamber şehrine girince Mescid-i Nebevi'yi O'nun için boşalttılar. İçeride (sahabi) Said Bin El-Museyyeb'den başkası kalmadı. Kimse de bu zatı dışarıya çıkarmaya cesaret edemiyordu. Üzerinde öyle eski püskü bir elbise vardı ki beş dirhem bile etmezdi. Nihayet (cesaretlerini takınıp) O'na:
"Efendi Hazretleri! Biraz sonra Emirülmü'minin (Halife Hazretleri) mescide girecekler. Onun için burayı terkedebilir misiniz?" diye ricada bulundular. Fakat O:
"Hayır, vallahi de çıkmam!" diyerek reddetti. Sonra Halife El Velid mescide girip içeride dolaşmaya, şurasında burasında namaz kılıp dua ve niyazlarda bulunmaya koyulmuştu. Vali Ömer Bin Abdulaziz diyor ki:
"Bu sırada ben Halife'nin hep yolunu değiştirmeye ve dikkatini başka yönlere çekmeye çalışıyordum ki Said Bin El-Musey-yeb'i görmesin; böyle bir şeyden çekmiyordum. Fakat birden Ha-life'nin gözü O'na ilişti ve:
- Kim bu, yoksa Said Bin El-Museyyeb mi, diye sordu.
- Evet Ya Emirülmü'minin, O'dur, ama eğer burada bulunduğunuzun farkında olsaydı muhakkak size saygı gösterir ayağa kalkar ve sizi selamlardı, dedim. Ancak Halife (bu sözlerimle ikna olmamıştı)
- Hayır, O'nun bizden ne kadar nefret ettiğini biliyorum, diye cevap verince ben bu sefer de:
- Şu zat, diye başladım ve O'nu övdüm. Peşimden El-Velid de derin bilgileri ve dindarlığıyla O'nu övmeye başladı. Bunun üzerine şöyle dedim:
- Ya Emirülmü'minin! O'nun artık gözleri de görmüyor. Sırf O'nu mazur göstermek için böyle demiştim. Nitekim Halife de hemen şöyle dedi:
- Aslında bizim O'nun ayağına gitmemiz lazımdır"
Ardından Halife O'na yaklaşarak başında dikildi ve kendisine selam verdi. Said ise hiç ayağa kalkmadı. Sonra El-Velid:
- Efendi Hazretleri nasıldırlar? Sıhhatiniz iyi mi? diye sordu. Said vakur bir ifadeyle:
- Allah'a hamd olsun iyiyim, Emirülmü'minin (Efendimiz) nasıllar, diye mukabelede bulundu. El-Velid de:
- Yalnızca Allah'a hamd olsun, dedi. Sonra mescidden ayrıldı. Halife Mescidden ayrılırken Ömer Bin Abdulaziz'e:
- Bu zat halkımızın fakihidir (Onlara İslamı öğreten biridir) diye sitayişle bahsediyor, Ömer Bin Abdulaziz de Halife'yi tasdik ediyordu.
El-Velid'in döneminde El-Muhelleb'in tutuklu bulunan oğulları; Yezid, El-Mufaddal ve Abdulmelik, hapisten kaçarak (Hali-fe'nin kardeşi) Süleyman Bin Abdulmelik'e sığındılar. Süleyman (Irak) eyalet valisi Haccac'a karşı onlara güven verdi. Halife de bu güveni onayladı. (İşin ilginç tarafı da şudur ki) El-Muhelleb'in kızı Hind, (yani bu üç şahsın kızkardeşi) Haccac'ın karısıydı.
El-Velid, Hicretin doksanaltmcı yılı Cemaziyelahir ayının ortalarında öldü. Yerine kardeşi Süleyman Bin Abdulmelik'e bey1 at edildi. Süleyman, biraderi El-Velid'in Ramle valisiydi. Aslında El-Velid, oğlu Abdülaziz'i yerine geçirmek ve kardeşim veliahdhktan atmak istiyordu. Fakat eceli bu isteğini gerçekleştirmeye fırsat vermedi. El-Velid'i bu tasarısında Haccac ve Kuteybe Bin Müslim El-Bahili destekliyorlardı. Fakat Ömer Bin Abdulaziz O'na muhalefet etti ve:
"Hayır, Süleyman'ın bey'ati bizim zimmetimizdedir. (Biz O'na söz vermiş bulunuyoruz. Binaenaleyh bu sözümüzü yerine getireceğiz) cevabını verdi.' [1]
El-Velid Bin Abdulmelik döneminde vilayetlerin hepsinde durum sakindi. Hariciler de zayıf düşmüşlerdi. Gerek Hariciler, gerekse başkaları tarafından kayda değer hemen hemen hiç bir hareket olmadı.
Vilayetlerin her birinde durum ayrıca şöyleydi:[2]
Burada ortam Ümeyyeoğulları lehinde sakindi.[3]
Medine ve Mekke şehirleri Abdulmelik Bin Mervan döneminin başından sonuna kadar ayrı ayrı birer emirlik (birer vilayet) idiler.
a) Medine-i Münevvere: Şehir Emevilerin eline geçtikten sonra Hicri 94 tarihine kadar valiliğini Ömer Bin Abdulaziz yürüttü. Ömer Medine'ye gelince evvela dedesi Mervan Bin Hakem'den kalma eve girdi. Halk kendisini ziyaret ederek O'nu selamladılar. Öğle namazını kıldıktan sonra Medine fukahasmdan (bilginlerinden) 10 kişiyi davet etti. Bu zevat şunlardı:
- Urva Bin Ez-Zübeyr
- Ubeydullah Bin Abdullah Bin Utba
- Ebubekr Bin Abdurrahman
- Ebubekr Bin Süleyman Bin Ebi Hasme
- Süleyman Yesar
- Kasım Bin Muhamed (Hz.Ebubekr'in torunu)
- Salim Bin Abdullah Bin Ömer (Hz.Ömer'in torunu)
- Abdullah Bin Abdullah Bin Ömer (Hz.Ömer'in torunu)
- Abdullah Bin Amir Bin Rabi'a
- Harice Bin Zeyd Bin Sabit.
Bu şahsiyetler, huzuruna girip oturduktan sonra Ömer Bin Abdulaziz önce Allah Te al a' ya -yakıştığı üzere-hamdü senada bulundu ve onlara şöyle hitap etti:
- Sizi sevap kazanacağınız bir işi görmeye ve hakkın tecellisi (adaletin gerektiği şekilde uygulanabilmesi amacıyla) bana yardımcı olmanız için buraya davet etmiş bulunuyorum. Sizin ya da hiç değilse içinizde (Medine'de) bulunabileceklerin görüşünü almadan hiç bir karar vermek istemiyorum. Bir kimsenin başka birine haksızlık ettiğini (hak ve hürriyetine tecavüzde bulunduğunu) görür veya bir memurun zulmettiğini duyarsanız, -size Allah üzerine yemin verdiriyorum- beni mutlaka haberdar ediniz!
Ömer Bin Abdulaziz'in konuşması bitince O'na hayır duasında bulunarak yanından ayrıldılar.[4]
Vali Ömer Bin Abdulaziz, Hicri 93 yılında Halife El-Velid'in emriyle Abdullah Bin Zübeyr'in oğlu Hubayb'a elli kırbaç vurdurdu ve çok soğuk bir kış gününde başından aşağı bir tulum soğuk su döktürerek gün boyu da O'nu mescidin kapısında (bağlı) tuttu. Bu işkenceye dayanamayan Hubayb vefat etti. (Allah'ın rahmeti üzerine olsun.)
Ömer Bin Abdulaziz, Hubayb'm ölümünden sonra (Allah'a karşı) büyük bir korku içine düştü, artık güven duyamıyordu.[5]
Güzel bir gidişatından dolayı Ahirette Allah'ın ihsan ve mükâfatına nail olacağına dair müjdelendiği her defasında:
- Bu nasıl mümkün olabilir ki Hubayb yolumun üzerinde duruyor, diyerek korku ve endişesini dile getirirdi.
Başka bir rivayete göre de:
- Eğer Hubayb yolumun üzerinde durup beni engellemeyecek olursa bu söylediğiniz mümkündür, der ve arkasından da yavrusunu kaybetmiş bir anne gibi feryad ederdi. Herhangi bir hususta takdir ve övgü ile karşılandığında ise:
- Ah eğer Hubayb'dan kurtulacak olursam ondan sonra artık iyiyim, diyebilirim, derdi.
Hubayb, kırbaçlanıp öldürülünceye kadar Medine Valiliğine devam eti. Ancak bu olaydan hemen sonra görevinden ayrıldı. Müthiş bir üzüntü ve korkuya boğuldu. Paçaları sıvayarak kendini artık ibadete verdi ve hep ağladı. Bu bir yanlışlıktı; bir kere olmuş, ok yaydan çıkmıştı.
Ömer Bin Abdulaziz, Medine Valiliğinden istifa ettikten sonra Halife Eİ-Velid Bin Abdulmelik döneminin sonuna kadar bu görevi Osman Bin Hayyanyürüttü [6]
b) Mekke-i Mükerreme: Hicri 84 yılından beri buranın valisi Halid bin Abdullah El-Kasrî idi ve El-Velid Bin Abdulmelik döneminin sonuna kadar da bu görevde kaldı. Mekke'nin statüsü arada bir değişiyor, kâh Medine'ye bağlanıyor, kâh müstakil bir vilayet haline getiriliyordu.
3- Irak: Irak Emîri (Eyalet Valisi) Haccac'dır. Haccac daha çok Kûfe'-de otururdu. Basra'da ise kendine naib olarak El-Cerrah Bin Abdullah El-Hikemi'yi bulundururdu. Bu durum O'nun Vasıt kentini Hicri 84 yılında inşa etmesine kadar devam etti. Bu tarihten sonra Vasıt O'nun üssü ve Emirlik Merkezi haline geldi. İslam Devletinin doğu bölgeleri Irak'a bağlıydı. Dolayısıyla Horasan, Si-cistan ve Sind bölgelerinin yöneticilerini Haccac tayin ederdi. Bu dönemde Doğuda, özellikle Maveraünnehr ve Sind topraklarında geniş fetihler gerçekleştirildi.
Haccac Hicri 95 yılı, Ramazan ayının 17'sinde yani El-Velid'in ölümüne bir yıl bile kalmadan öldü. Halka namaz kıldırmak üzere oğlu Abdullah görevlendirildi. Sonra Halife El-Velid, Basra ve Ku-fe'ye hem namaz hem savaş konusunda yetkili olmak üzere Yezid Bin Ebi Kebşe'yi, iki şehrin haracını toplamak üzere de Yezid Bin Ebi Müslim'i tayin etti.
4- El-Cezire: Buraya Halife El-Velid tarafından amcası, Mu-hammed Bin Mervan vali tayin edilmişti ve Hicri 91 yılma kadar da bu görevde kaldı. Ta ki Halife'nin kardeşi Mesleme Bin Abdulmelik bu görevi üstlenince kadar. El-Cezire valisi aynı zamanda, Ermeniye'ye, Bizans topraklarının doğu bölgelerine ve Azerbaycan'a düzenlenen savaşları yönetirdi.
5- Mısır: Amcası Abdulaziz Bin Mervan'm ölümünden sonra Mısır Valiliğini Abdullah Bin Abdulmelik üstlendi ve Hicri 90 yılına kadar da bu görevde kaldı. Ondan sonra ise bu göreve Kurra Bin Şureyk El-Absi gelerek vefat ettiği Hicri 96 yılına kadar ve El-Velid'in iktidarı boyunca bu görevi yürüttü.
6- Kuzey Afrika: Önceleri bu bölgeyi Musa Bin Nusayr yönetiyordu. Mağrib (Tunus, Cezayir, Fas) taraflarında düzeni sağladıktan sonra O'nun döneminde Endülüs memleketlerinde geniş fetihler gerçekleştirildi. Aynı zamanda Berberiler dalga dalga Allah'ın yüce dini olan İslam'a girdiler.[7]
El-Velid Bin Abdulmelik döneminde öyle geniş fetihler gerçekleştirildik ki bunları, Hz. Ömer ve Hz. Osman devirlerinde başarılanlardan başkasıyla kıyaslamak mümkün değildir.
Nitekim islam fetihlerinin iki kere zirveye ulaştığını görürüz:
Bunların birincisi, Hulefa-i Raşidin devrinde ikincisi ise El-Velid döneminde yapılanlardır.
Bu fetihler değişik cephelere göre şöyle oldu:[8]
a- Bizans Topraklarında gerçekleştirilen fetihler:
Bizans topraklarına yapılan gazaları Mesleme Bin Abdulmelik yönetiyordu Yaz ve kış orduları durmadan aralıksız olarak akınlarını sürdürüyorlardı. Bu akınları, amcalarına katıldığı savaşlarda yardımcı olmaya çalışan El-Velid'in çocuklarından biri genellikle komuta ederdi. Bunlar: Abbas, Abdulaziz, Ömer ve Mervan'dır.
îslam orduları sürekli olarak Bizans topraklarında ilerliyor, kaleler zaptediyor, ganimetler elde ediyordu, ilerleme bazen çok geniş çapta gerçekleşiyor, düşman topraklarının içlerine kadar giriliyordu. Mesela Mesleme Bin Abdulmelik, yanında kardeşinin oğlu Abbas Bin El-Veiid'le birlikte Ammuriye'ye (bugünkü Ankara'ya) kadar ulaşarak burayı ve peşinden de Herakliye'yi [9] Hicri 89'da fethettiler. Keza Mesleme, bir kere de diğer yeğeni Ömer Bin El-Veîid'le beraber Hicri 92'de yine Bizans topraklarına bir akın düzenlediler. Bizanslılar bu sırada ülkelerinin en uc kısmına kadar kaçarak geri çekildiler. Müslümanlar ise Konstantiniye Halicine kadar ulaştılar ve Hicri 93 yılında müslümanlarm bu yönlere düzenlediği akınlar bir hayli artış gösterdi.
islam orduları her akından sonra tekrar stratejik noktalarına dönüyorlardı. Arada bir Bizanlılar da islam topraklarına sızma imkanını buluyor, bazı yöreleri istila ediyorlardı. Fakat çok gezmeden müslümanlar kaybettikleri bu yerleri tekrar ele geçiriyorlardı.
Genel sınırlara gelince bunların pek değişmez olduklarını söyleyebiliriz. Stratejik noktalar da öyleydi ve bu noktalar Toros engebelerinde odaklaşıyordu.
Bizans'ın doğu bölgelerinde, Ermeniye'de ve Azerbaycan'da yapılan cihad faaliyetlerini El-Cezire Emiri yönetirdi.
Mesleme Bin Abdulmelik de yeğeni Abdulaziz Bin El Velid'le beraber Azerbaycan yönünden bir keresinde Bizans topraklarına girmiş, El-Bab mevkiine kadar ulaşmışlardı. Fakat yeni fethedilen yörelerde halk müslümanlarla yaptığı antlaşmayı genellikle kısa bir süre sonra ihlal eder, bu sebeple islam orduları ilerlemeyi sürdürebilmek için yeniden bu yörelere akınlar düzenlemek zorunda kalırdı.
Tabi bu durum, düşmanları müslümanlarla tekrar barış yapmak mecburiyetinde bırakırdı. Bu sebepledir ki müslümanlarm tarihte bir kenti ya da bir yöreyi birkaç kez fethettiklerini görürüz.
b- Deniz Cephesinde ise müslümanlar Hicri 89 yılında Sicilya ve Mayorka adalarına girerek buraları fethettiler.
c- Kuzey Afrika'da gerçekleştirilen Fetihler:
Musa Bin Nusayr Önce Kuzey Afrika'da ortamı uygun hale getirdi, İslamm Berberiler arasında yayılmasına çalıştı ve bu faaliyetlerinde başarılı da oldu. Berberiler İslam diniyle şereflendiler. Bunun üzerine Musa, İslam memleketlerine karşı tehlikeli olabilecek civar ülkeleri gözden geçirdi ve bunlar arasında Zokak Deni-zi'nden sonra Endülüs'ü, önünde ikinci bir adımla girebileceği bir yer olarak gördü. Üstelik burası Bizanshlar'm nüfuzu altındaydı. Dolayısıyla îslam topraklarına bu cepheden de saldırabilirlerdi. İkinci bir nokta daha vardı ki O da Musa, bu ülkede hüküm süren zulüm ve baskıya şahid oluyordu. Bunu bertaraf etmek (insanları zulümden kurtarmak) O'nun bir bakıma göreviydi. Çünkü îslam, baskı ve haksızlığa karşı amansız bir savaş demektir. Bunun üzerine konuyu incelemek ve fetih için gerekli hazırlıkları yapmak üzere Tanca'daki naibi Tarık Bin Ziyad'ı görevlendirdi.
Tarık, gerekli hazırlıkları tamamladıktan sonra harekete geçerek Septe'ye girdi. Endülüs'te o sıralarda Vandallar egemen idiler. Bin Ziyad Hicri 92'de komutasındaki 12 bin kişilik ordusuyla Ze-kak Denizi'ni aşarak Septe'den hareketle (Sonraları Cebelitank adını alan) adaya çıkarma yaptı ve Kurtuba [10] ya girerek ülkenin Hükümdarı Lazarik'[11] i öldürdü. Tarık Bin Ziyad'dan sonra Musa Bin Nusayr, yanına Habib Bin Ebu Ubeyde El-Fehri'yi de alarak [12] Endülüs'e girdi ve Tarık'la bir araya geldiler. Tarık sonra Tulaytıla (Toledo) kentini de fethetti. Fakat Musa Bin Nusayr O'nu azlederek yerine kendi oğlu Abdülaziz Bin Musa Bin Nusayr'ı tayin etti.
Bu gelişmelerden sonra Halife El-Velid, Musa Bin Nusayr'ı Şam'a çağırdı. Çünkü Musa'nın yaşı artık epey ilerlemiş, seksene merdiven dayamıştı. Halife'nin emri üzerine avdet ederek Kayra-van'a ulaşınca oğlu Abdullah'ın, Kuzey Afrika Valisi olarak yerini sağlamlaştırdı. [13]
Bu cephelerin çoğu, Doğu'da serpilmiş durumdaki Türk Kabilelerinin sınırları üzerinde bulunuyordu. Fetihler şu şekilde gerçekleştirildi:
a- Maveraünnehr Memleketlerindeki Fetihler:
Bu cephede Kuteybe Bin Müslim El-Bahili, Türk illerine akınlar düzenleyerek Kral Neyzek'le (para ve müslüman esirlerden iki çocuğunun serbest bırakılmasına karşılık) barış yaptı. Fakat Türkler çok kere antlaşmalarım tek taraflı çiğneyerek, (ülkeleri ikinci defa fethedilince müslümanlarla yeniden antlaşma yapmak ve bu kez daha fazla vergi vermek zorunda kalıyorlardı. Kuteybe, Hicri 86 yılında Beykent şehrini kuşattı. Halkı barış istediler. O da kabul ederek başlarına bir yönetici bırakıp emrine de bir koruyucu kuvvet verdi. Fakat ayrılır ayrılmaz Türkler sözleşmelerini bozarak bu askerlerin burunlarım kestiler. Bunun üzerine Kuteybe geri dönerek şehri kuşattı ve yeniden fethetti. Ertesi yıl da yine Türk illerine akınlar düzenledi ve bu kez Kral Neyzek'i esir aldı. Kuteybe bu akınlar sırasında büyük zaferler kazanmış, çok miktarda ganimetler ele geçirmişti.
Kuteybe Hicri 89 yılında da Soğd, Nesef ve Keş diyarlarına akınlar düzenledi. [14] Bu arada Buhara üzerine yürüdü ise de ancak Hicri 90 yılında, yani bir yıl sonra şehre girebildi.
Bu şehrin müslümanlar tarafından fethedilmesi Soğd Kralının morali üzerinde çok büyük etki yaptı. Çünkü korkmuştu. Bu sebeple Kuteybe'den barış istedi. Kuteybe aynı yıl içerisinde bu kez Azerbaycan yönünden Türk illerine akınlar düzenleyerek Babu-lebvab'a kadar ulaştı.
Sonraları Neyzek Han müslümanlarla yaptığı barış antlaşmasını çiğnedi. Türklerin en büyük kralıydı. Bunun üzerine Kutey-be'nin kardeşi Abdurrahman Bin Müslim,- üzerine yürüyerek O'nu esir almayı başardı. Neyzek Han Bağlan'a iniyordu, kaçarken Kuteybe O'nu öldürdü. Bu arada Talegan, Faryab ve Belh kentlerini de alma imkanını buldu.
Kuteybe daha sonra Nesfe, Keş ve Soman kentlerini aldı. Abdurrahman Bin Müslim ise Soğd Kralı Tarhunla barış yaparak oradan biraderi Kuteybe'nin bulunduğu Buhara'ya hareket etti. Sonra birlikte Horasan'ın en büyük kenti olan Merv'e döndüler. Soğd ahalisi müslümanlarla yaptıkları antlaşmayı tekrar çiğnediler. Kral Tarhun'a:
"Sen zillete razı oldun (müslümanlara boyun eğdin) onlara vergi vermeyi kabul ettin. Zaten yaşın da ilerlemiş bulunuyor. Onun için artık sana ihtiyacımız yok" diye itirazlarda bulundular. Tarhun da:
"Öyleyse beğendiğinizi başınıza seçin" dedi. Bunun üzerine kardeşi Gavrak Han'ı seçtiler. Tarhun'u ise zindana attılar. Tarhun intihar etti, onlarsa müslümanlarla olan antlaşmalarım yine bozdular.
Kuteybe bu kez de Ertebil'le buluşmak üzere Sicistan'a hareket etti ve gidip kendisiyle görüştü. Oradan, Harzemli'lerle savaşmak için kuzeye döndü.
Harzemşah kendisiyle barış yapmak zorunda kaldı. Sonra Kuteybe oradan da yürüyerek Hicri 93 yılında Semerkand'ı fethetti. Beraberinde kardeşleri: Salih, Abdurrahman ve Abdullah da vardı. Abdullah'ı Semerkand'a vali tayin ederek kendisi ise üssü olan Merv'e döndü.
Kuteybe bir sonraki yıl, yani Hicri 94 de harekatını yeniden sürdürmeye başlayarak Şaş ve Fergana diyarlarına akınlar düzenledi. Havkand ve Kâşân'a kadar ulaştı. Aynı yıl içerisinde Kabil'i de alarak Hicri 95'de tekrar Şaş üzerine yürüdü ve Hicri 96 yılında Türkistan'ın doğusunda bulunan Kaşgar'ı fethetti.
Bu sırada Çin Kralı kendisim müslümanlar ve İslam dini hakkında aydınlatmak üzere Kuteybe'den bir heyet göndermesini istedi. O da aralarında Hubayra Bin Eş Şumruc'un da bulunduğu bir topluluk gönderdi.
Aralarında yapılan görüşmelerden sonra heyette bulunanlar Çin Kralım, İslama girmek, cizye vermek ya da savaş olmak üzere üç şıktan birini tercih etmesi teklifinde bulundular. Kral {alay ederek) onlara:
- Ne güzel de zamanınızı değerlendiriyorsunuz (!) karşılığında bulunarak:
- Kalkın, defolup adamınıza gidin, söyleyin o da defolup gitsin. Ben, O'nun hırsını (sevdasına düştüğü amacı da) adamlarının ne kadar az olduğunu da anlamış bulunuyorum. Dediğimi yapmazsanız üzerinize hemen sizi de O'nu da gebertecek bir kuvvet gönderiyorum!" diye tehditlerde bulundu. Bunun üzerine Hubayra Çin Kralı'na şu cevabı verdi:
"Ordusunun bir ucu senin ülkende, diğer ucu ise zeytinliklerin bulunduğu memlekette olan birine, nasıl olur da 'Adamları azdır' diyebiliyorsun? Hem sonra gücü yettiği ve yararlanma imkanı olduğu halde dünyanın malını {zevk ve saf asını) arkasına bırakıp sana karşı savaş açarak (bu zahmet ve meşakketleri) tercih etmiş bulunan birini nasıl olur da dünya malına (servet ve makam) hırsına kapılmış biri olarak niteleyebiliyorsun?
Senin, bizi öldüreceğine dair savurduğun tehditlere gelince bunun sonucunda ne nefret ediyor, ne de korkuyoruz. Bizim el-betteki bir ecelimiz (gelip çatacak bir ölüm saatimiz) vardır. Bunun bizce en değerlisi öldürülmektir. Biz böyle bir akıbetten ne nefret ediyor, ne de korkuyoruz."
Çin Kralı bu çelik irade karşısında cizye vermeyi uygun buldu. Bunun üzerine Kuteybe artık doğu yönündeki ilerlemesini durdurdu.
Kuteybe Bin Müslim El-Bahili'nin savaştığı cephe öylesine genişti ki: Kafkaya'dan Hazar Denizi'nin güneyine, oradan kuzeye doğru Ortaasya içlerine, Maveraunnehr memleketlerine ve doğuda Doğu Türkistan'ın ortalarına kadar uzayan, sonra da Batıda Kabil ve Sicistan'a kadar varan devasa bir alam kapsıyordu. Bu cephenin sınırları 4 bin km.den daha fazlaydı. Merkezi Merv olmak üzere Horasan'a bağlanan bu bölge o kadar genişti ki alanı 4 milyon km. kareden daha büyüktü. [15]
b- Sind Diyanndaki Fetihler:
Muhammed Bin Kasım Es-Sekafî, Sind Kralı Daher'i Hicri 90 yılında öldürmüş ve topraklarında ilerleyerek Hicri 93 de bugün Pakistan'ın Karaçi Vilayeti'nin bulunduğu yerdeki Deybel kentini fethetmişti. Sora iç kesimlerde (daha çok) kuzeye doğru açılarak Hicri 94 yılında Multan'ı fethetti. Böylece bu topraklar da artık İslam Devletinin bir parçası haline gelmiş oldu.
[1] tbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 469, 476-478, 488-490, 497; îbn-i Kesir, EI-Bidaye tere, c. 9, s. 98-104, 119-121, 126-127, 132-135, 139-140,259-269
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/457-460.
[2] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/460.
[3] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/461.
[4] tbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s, 474
[5] Sebebini kesin olarak bilemediğimiz bu cinayetten sonra Vali Ömer Bin Abdulaziz'in hayatı tamamen değişmiştir. O'nun Hz. Ömer'den sonra adaletiyle insanlık tarihine eşsiz bir sima olarak geçmesi belki de bu olaydan duyduğu derin pişmanlık sebebiyledir. (Mütercim)
[6] Ibn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 4, s. 519; îbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 9, s. 121, 146-147
[7] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/461-464.
[8] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/464.
[9] Herakliye (Heracleopolis); yani bugünkü Ereğli'dir. (Mütercim)
[10] Kurtuba (Cordoba); İspanya'da Endülüs bölgesinde Vad'il-Kebir'de şehir, îslam orduları tarafından Miladi 711 de fethedildi. Endülüs Emevilerinden Hükümdar birincisi Abdurrahman tarafından idare merkezi haline getirildi. Halen katedral haline getirilmiş bulunan meşhur Kurtuba Camii, ünlü îslam filozofu İbni'r-Rüşd'ün de doğum yeri olan bu kentte müslümanlardan kalma muhteşem bir anıt olarak durmaktadır. (Mütercim)
[11] Lazarik; Batı kaynaklarında Rodrigue, Rodrigo ya da Roderic olarak geçmektedir
[12] Habib Bin Murra Bin Ebiubeyde; Ünlü kureyşli komutan Ukba Bin Na-Fı'in torunudur. Endülüs'de valiliklerde bulundu. Asi berberüerle mücadele etti. (Mütercim)
[13] îbn-ül Esir, El-Kamilterc, c. 4, s. 499-510, 518
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/464-468.
[14] Soğd; Ortaasya'da Amuderya ile Serdaya nehirleri arasındaki topraklara eskiden verilen ad. Keş; Buhara yakınlarında Semerkand ile Belkh arasında bulunan ve günümüzde Şehr-i Sebz (Yeşilkent) adıyla anılan bir şehir. (Mütercim)
[15] îbn-ül Esir, El-Kam il tere, c. 4, s. 479, 485-487, 492-496; îbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 9, s. 233-236
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 3/468-473.