56- EL-EMÎN MUHAMMED BÎN HARUN.. 2

Elemin Döneminde Bizanslılarla Durum.. 7

El-Emin Döneminde Siyasi Hareketler7

El-Emin Döneminde Emirlikler7


56- EL-EMÎN MUHAMMED BÎN HARUN

 

 (Hilafetfaönemi, Hicri: 193-198)

El-Emin Hicri 170 yılı Şevval ayında Rassafa'da dünyaya geldi. Üvey biraderi El-Me'mun'dan yaşça altı ay küçüktü. Henüz beş ya­şındayken babası Harun tarafından veliaht tayin edildi. Küçük bir çocuğu veliaht seçmekle Halife Harun Er-Reşid, tenkitlere hedef oldu. Fakat öyle görünüyor ki gözünde hatırı pek sayılır bulunan eşi Zübeyde Sultan'uı baskısıyla bu kararı aldı. Zira Zübeyde Sul­tan, Reşid'in hem amcasının kızı hem de zeki ve akıllıydı. Ayrıca Abbasi ailesinden idi ki bu suretle aile bireyleri bu çocuğu, hem anne hem de baba tarafından Abbasi olmakla kendilerine çok da­ha yakın görüyorlardı. Ayrıca Reşid'e belki bir şey olur da büyük biraderi taht konusunda siyasi rekabete girer korkusuyla tez elden bu bey'ate baş vuruldu. Fakat çocuklar henüz küçük yaşta bulun­dukları için onları veliaht tayin etmiş olmak sorun oluyordu. Fakat Reşid, 182 de oğlu Me'mun'u da, oğlu ve birinci veliahtı El-Emin için ikinci veliaht seçti. Sonra diğer oğlu Kasım'ı da El-Me'mun için üçüncü veliaht olarak tayin etti ve O'na El-Mu'temen unvanı­nı verdi.

Bu üç oğlunun her birini devletin bir bölgesine genel vali ola­rak görevlendirdi. El-Me'mun'a Maşrık Valiliğini, El-Emin'e Şam ve Mısır'ın batı bölgesini verdi. Oğlu El-Mu'temen'i ise El-Cezire ve serhadlere vali tayin etti.

Çocuklar büyüyünce öyle görünüyor ki Reşid, Emin'den çok El-Me'mun'a karşı daha meyilliydi. Çünkü El-Me'mun'u daha cid­di daha azimli ve daha dengeli görüyordu. Halbuki EI-Emin eğlen­ceyi severdi ve gayriciddiydi. Fakat Reşid gerek evinde gerekse ai­levi bağlar ya da duygusal sebepler yüzünden Emin'i destekleyen yakınları arasında bir çok etkilerin altında bulunuyordu.

Yine öyle belli ki Reşid çocukları arasındaki ilişkileri sağlama bağlamayı arzu etmekteydi. Fakat bunu yaparken aynı zamanda aralarında meydana gelecek olan uçurumu daha da büyütüyordu.

Halife Harun'ur-Reşid, Hicri 186 da hacca gidince beraberin­de her iki oğlu Muhammed El-Emin ile Abdullah El-Memun, ay­rıca komutanları, kadıları ve vezirleri de vardı. Üçüncü oğlu El-Ka-sim El-Mu'temen'i ise Menbec'e göndermiş ve beraberinde ko­mutanlar ve askerler görevlendirmişti.

Harun'ur-Reşid hac ibadetini yerine getirince oğlu Abdullah El-Me'mun ile ilgili olarak iki belge düzenledi. Ancak bu belgeler­de kullanmış olduğu ifadelerle, fıkıh uzmanlarının ve kadıların adeta akıllarını karıştırdı. Bunlardan biri oğullarından Abdullah'a verdiği yetkilere ve O'na tahsis edilen çiftlikler, gelirler, mücevhe­rat ve mallarla ilgili karara saygılı olmak üzere Muhammed El-Emin'i bağlayıcı şartlan içeren; diğeri ise gerek devlet erkânından gerekse tüm halktan oğlu Abdullah için aldığı bağlılık yeminiyle Abdullah'a karşı bunlara ve Muhammed'e koştuğu şartları içeren belgeydi.

Harun, (birinci derecedeki veliahtı) Muhammed El-Emin için halktan bağlılık yemini alıp bu yemine Allah Teala'yı melekleri ve kendisiyle birlikte Kabe'de bulunan çocuklarını, ev halkını, hiz­metçilerini, komutanlarını, vezirlerini, kâtiplerini ve daha başka kimseleri de şahit kıldıktan sonra bu iki belgeyi Beyt'ül-Haram'm içine koydu.

Bu belgelerin gerek yazılması, gerekse şahadetle kanıtlanması olayı Beyt'ül-Haram'da geçti. Halife bunların korunmasını güven­lik görevlilerine emretti ve belgelerin buradan çıkarılıp başka yere götürülmesini yasakladı.

Abdullah Bin muhammed, Muhammed Bin Yezid Et-Temîmi ve İbrahim El-Hucubi gibi şahsiyetler bu merasimle ilgili olarak şunları anlatıyor, diyorlar ki:

"Halife Reşid geldi ve Haşimoğulları'ma ileri gelenleriyle ko­mutanları ve âlimleri huzurunda topladı. Bunların hepsi Beyt'ül-Haram'm içine alındılar. Soma hazırlanmış olan yazının Abdul­lah ve Muhammed'in yüzüne karşı okunmasını emretti.

Hazır bulunanları da buna şahit kıldıktan sonra bizzat ken­disi yazıyı Kabe'ye asmayı uygun gördü. Ancak asmak için yuka­rıya kaldırılırken yere düştü. Bu sebeple yazıdaki hükümlerin ta­mamına ermeden başarısızlığa uğrayacağı şeklinde yorumlar yapıldı.

Yazının metni şöyleydi:

Bismillahirrahm ani r rahim,

İşbu yazı, Allah'ın kulu Emirülmü'minin, Harun'a hitaben, oğlu Muhammed tarafından -aklı başında olduğu halde, kanuni olarak, baskı altında olmaksızın davete uyarak- yazılmıştır.

Vakıa şudur ki: Emirülmü'minin Efendimiz kendisinden son­ra hilafet makamına geçmek üzere beni veliaht olarak seçmiş ve bütün müslümanlardan bu konuda söz almıştır. Keza benden sonra hilafeti ve müslümanlarm tüm işlerini yürütmek üzere, -aynı zamanda benim de (hiç bir baskı altında olmaksızın) ona­yımla- Abdullah Bin Harun'u, bana veliaht tayin etmiş ve Hora­san'ın idaresini; serhad noktalarının korunmasını, bu bölgedeki savaşların ve orduların sevk ve komutasını, para ve kumaş olarak tahakkuk edecek vergilerinin tahsilini kurye ve postalarını, Bey-tülmalini, öşür ve uşûrunun toplanmasını hülasa bütün işlerinin yürütülmesini gerek hayatında gerekse öldükten sonra sorumlu­luk O'na ait olmak üzere kendisine bırakmıştır.

Aynı zamanda Emirülmü'minin Harun Efendimizin birade­rim Harun oğlu Abdullah'a vermiş bulunduğu -benden sonraki-yönetim, hilafet ve müslümanlarm tüm işlerini yürütme yetkisi­ne sadık kalacağıma dair ileri sürdüğü şartları bütün içtenliğimle ve rızamla kabul ediyorum. Emirülmü'minin Hazretlerinin, kendisine tahsis buyurduğu arazileri, bu arazilere bağlı emlak, köy ve çiftlikleri -sağlıklıyken hayatında- O'na ihsan buyurduğu para, ziynet eşyası, mücevherat, mal, elbise, mesken ve hayvan­ları az veya çok nesi varsa tüm bu emanetleri kendisine teslim edeceğime dair söz veriyorum. Bütün bu tahsisat Emirülmü'mi­nin Harun oğlu Abdullah'a aittir. Tekmil olarak ona teslim edile­cektir. Bütün bu müfredatı teker teker anlamış bulunuyorum.

Binaenaleyh Emirülmü'minin vefat edecek ve hilafet maka­mı Emirülmü'minin'in oğlu (ben) Muhammed'in uhdesine inti­kal edecek olursa, Emirür-Müminin Harun'un oğlu Abdullah'a:

Horasan ve serhadleri, -keza- Abdullah, Kırmasin'de bulun­duğu sırada, Emirülmü'minin'in aile halkından beraberinde olanları himaye edip yönetmesiyle ilgili fermanın, Muhammed tarafından tatbik mevkiine konması şarttır. (Muhammed bu emirnameyi uygulayacaktır.)

Keza oğlu Abdullah, Horasan'a, Rey Kentine ve Emirülmü'mi­nin, isimlerini saydığı yörelere (Buraları yönetimi altına almak üzere) gidecektir. Rey kentinden itibaren Horasan'ın en uc nokta­sına kadar Emirülmü'minin özel kampından ve başkaca Ona bağlı makamlardan ve isteyip de kendisine ilhak ettiği kim varsa hepsi O'nun yönetim bölgesine dahildi.

Binaenaleyh, Emirülmüminin oğlu Muhammed; biraderi Ab­dullah'ın emrinde bulunan bir komutanı veya ast bir askeri ya da herhangi bir kişiyi yerinden alma yetkisine sahip değildir.

Keza Muhammed, Emirülmü'minin tarafından Abdullah'a tahsis edilen Horasan'ın sınır kapılarından ve şehirlerinden, ke­za Hemezan'dan sonra Rey Kenti ile Horasan'ın en uc sınırlarına ve topraklarına kadar olan noktalar arasındaki tüm şehirlerin hiç biri üzerinden Abdullah'ın yönetme yetkisini kısıtlayamaz. Emrindeki adamlarından ve komutanlarından hiç birini kendi­sinden ayıramaz, üzerine kimseyi atayamaz, O'na ya da emrin­deki yetkililerden birine bir gümrük görevlisi ya da bir muhasip veya bir amir gönderip tahsilat yapamaz, hesap soramaz. Küçükya da büyük hiç bir işine müdahale edemez. Kendi şahsî görüş ve tedbirlerine dayanarak Abdullah ile işi arasına giremez (Onu yapmak istediği işlerden alıkoyamaz.)

Emirülmüminin, aile halkından, adamlarından, kadıların­dan, valilerinden, kâtiplerinden, komutanlarından, hizmetçile­rinden, kölelerinden ve askerlerinden, Abdullah'ın idare ve hi­mayesine bıraktığı hiç bir kimseye, işledikleri herhangi bir ey­lemden dolayı ne bizzat kendilerinin, ne akrabalarının, ne de kö­le ve hizmetçilerinin kanma, mallarına, çiftlik ve evlerine mura-baa ile işledikleri arazilerine, emtia ve eşyalarına, köle ve hay­vanlarına, hülasa, küçük büyük hiç bir şeylerine, Muhammed, kötülük ve zarar verecek şekilde dokunamaz.

AyrıcaSalktan hiç bir kimse O'nun şahsi istek ve arzusuyla ya da izniyle böyle bir davranışta bulunamaz. Başka birini teşvik edemez. Emirülmü'minin'in oğlu Abdullah'ın ya da kadılarının görüşleri dışında hiç bir kimse (yukarıda bahsi geçenler hakkın­da) veya Abdullah'ın kadılarından valilerinden ya da herhangi bir suretle O'na bağlı bulunan şahsiyetlerden hiç biri hakkında hüküm veremez.

Şayet Emirülmü'minîn'in, oğlu Abdullah'a bağlamış bulun­duğu kendi hane halkından, adamlarından, komutanlarından, valilerinden, kâtiplerinden, hizmetçilerinden, kölelerinden ve askerlerinden biri Muhammed'e kaçacak olursa, Abdullah'a bağ­lı bulunduğu sıradaki unvanım, sicilini ve yerini ona isyan etmiş ve karşı gelmiş olarak reddedecek olursa Muhammed bu kimse­yi derhal zelil ve hakir bir şekilde Abdullah'a geri teslim edecek­tir. Taki hakkında uygun gördüğü muameleyi icra etsin.

Şu da bilinmeli ki şayet Emirülmü'minin oğlu Muhammed, biraderi Emirülmü'minin oğlu Abdullah'ı, kendisinden sonraki veliahtlıktan atacak olursa, ya da O'nu, Horasan'ı sınırlarını ve şehirlerini (yani Emirülmü'minin'in işbu vasiyetnamesinde adla­rını andığı) Hemezan'dan sonraki bölgeyi yönetme görevinden uzaklaştıracak olursa, veya Kırmasin'de hazır bulunup da Emi­rülmü'minin tarafından Abdullah'ın emrine atanan komutanlarından birini reddedecek olursa, veya Emirülmüminin tarafın­dan Abdullah tahsis edilmiş bulunan her hangi bir şeyi az veya çok, herhangi bir şekilde veya herhangi bir hileyle eksiltmeye kalkışırsa bu takdirde Emirülmü'minin'den sonra hilafet maka­mı Abdullah'a intikal eder. O, bu takdirde biraderi Emirülmü'mi-nin'in oğlu Muhammed'den öncelik kazanmış ve Emirülmümi-nin'den sonra devletin en büyük yetkilisi olmuş olur.

Bu sebeple Emirülmü'minin Harun'un, Horasan halkından tüm komutanları, maaşlı görevlileri ile kışla ve şehirlerdeki bü­tün müslümanlar, sağ bulundukları müddetçe (son nefeslerine kadar) Emirülmü'minin oğlu Abdullah'ın emirlerine uymakla, O'nun yanında yerlerini almakla, O'na baş kaldıranlara karşı mücadele etmekle, O'nun üstün gelmesi için çalışmak ve O'nu müdafaa etmekle mükelleftirler. Bunlar, kim ve nerede olurlarsa olsunlar, O'na muhalif olamaz, O'na karşı gelemez, O'nun em­rinden dışarı çıkamazlar. Emirülmü'minin Harun'un hayatta ve sıhhatteyken kendisine tahsis ettiği şeylerden ve Beyt'ül-Ha-ram'da düzenlemiş bulunduğu bu vasiyetnamede lehinde şart koştuğu imtiyazlardan eğer Muhammed Abdullah'ı kısıtlamak ve kendisinden sonra devletin başına gelmesini önlemek isterse (bu kimseler) Muhammed'e uyamazlar.

Muhammed'in bu vasiyetnameden bir şey eksiltmesi, (bu şartlara aykırı hareket etmesi) halinde O'na yapmış olduğunuz bey'ati ve bağlılık yeminini bozmak size helâldir ve Emirül­mü'minin oğlu Muhammed'in, -böyle bir durumda- Emirül-mü'minin'in oğlu Abdullah'a boyun eğmesi ve hilafet makamını derhal O'na teslim etmesi şarttır.

Keza ne Muhammed'in, ne de Abdullah'ın, (kardeşleri) Emi-rülmü'min Harun oğlu Kasım'ı veliahtlıktan atmaya, ne de kendi çocuklarından veya yakınlarından yahud insanlardan hiç bir kimseyi O'ndan ileri tutmaya yetkileri vardır. Ancak hilafet ma­kamı Emirülmümin'in oğlu Abdullah'a geçtikten sonra isterse Kasım'ı kendinden sonra halife olmak üzere veliaht seçer, veya dilerse bu makamı O'ndan esirger ve çocuklarından veya kardeş­lerinden uygun gördüğü birine verir; istediğini O'na tercih ederve Emirülmü'minin'in oğlu Kasım'ı tercih ettiği kimseden sonra­ya bırakır. Bu hususta nasıl uygun görürse öyle hükmeder, yetki kendisinindir.

Binaenaleyh, ey tüm müslümanlar! Emirülmü'minin'in işbu vasiyetnamede yazdığı, şart koştuğu ve emrettiği hususları tatbik sahasına koymak sizin boynunuzun borcudur. Oğlu Abdullah ile ilgili olarak size yüklemiş bulunduğu görevlerde O'nun sözlerini dinlemek ve emirlerini yerine getirmek kesin vazifenizdir.

Dolayısıyla Allah'a, Rasulullah (sav) a , müslümanların zim­metlerine ve Allah Teala'mn melekleriyle peygamberler ve elçile­rinden almış olup müslümanların boyunlarına borç kıldığı taah­hütler üzerine yemin etmiş bulunuyorsunuz ki: Allah'ın kulu Emirül'mürhinin, çocukları Muhammed, Abdullah ve Kasım'a il­gili olarak işbu vasiyetnafne sinde dile getirmiş bulunup uygu­lanması konusunda da katılımınızı şart koştuğu sizin de bunu kabul ettiğiniz hususlar elbette icra olunacaktır.

Eğer bu vasiyetnamede en ufak bir değişiklik yapacak, onu tahrif edecek, sözünüzden cayacak veya Emirülmüminin size bu yazıda emredip şart koştuğu hususlara ters düşecek olursanız, Allah'ın kulu, peygamberin ümmeti ve müslümanlar topluluğu­nun bir ferdi olmaktan çıkmış olasınız; içinizden her adamın bu­gün sahip bulunduğu ve istifade ettiği malın tümü elli yıl boyun­ca fakir fukaraya sadaka olsun ve içinizden her bir kişi Mekke'de­ki Beyt'ül-Haram, elli kez haccetmeyi adamış ve Allah'a karşı bu ağır mükellefiyetin altına girmiş olsun. Bu mükellefiyeti yerine getirmekten başka bir mazereti Allah ondan kabul etmesin.

Her birinizin şu anda elinde bulunduğu veya ileride 50 yıla kadar elinde bulunacağı esirler âzad olmuş bulunsun. İstisnasız her birinizin karısı kendisinden üç talak ile boş olmuş olsun!. Al­lah Teala da bu davanın denetleyicisi olsun, ki zaten hesap soru-cu olarak Allah kâfidir."

Emirülmü'minin'in oğlu Abdullah'ın da Kabe'de bizzat kendi el yazısıyla yazdığı şartnamenin metni ise şöyledir:

"İşbu yazı, Emirülmüminin Allah'ın kulu Harun için ve O'nun faziletini idrak ederek, gerek aile halkı gerekse tüm müs-lümanlar hakkında karar verebileceğine dair yetkisini bilerek re­şit ve şuurluyken, keza bu tutanaktaki hususlarda iyi bir niyete sahip olarak Emirülmü'minin Harun'un oğlu Abdullah tarafın­dan yazılmıştır.

Gerçek şudur ki: Emirülmü'minin beni veliaht seçmiş, hilafe­ti ve kardeşim Muhammed Bin Harun'dan sonra müslümanların, O'nun otoritesi altında bulunan bütün işlerinin idaresini bana bırakmıştır.

Keza, o henüz hayattayken Horasan'ın sınır kapılarının, böl­ge ve vilayetlerinin idaresini uhdeme havale etmiş, kardeşim Muhammed'e de, hilafet ve yönetime gelmem ve O'ndan sonra halkı ve ülkeyi idare etmem, O hayattayken Horasan'ı ve yerleşim merkezlerini yönetmem konusunda bana verilen yetkiye sadık kalmasını şart koşmuştur.

Binaenaleyh Muhammed, Emirülmü'minin'in bana tanıdığı imtiyazlara, satmış bulunduğu çiftlik ve arazilere, murabaa ile iş­letmesini bıraktığı topraklara ya da benim O'ndan satın almış bulunduklarıma keza Emirülmü'minin bana vermiş bulunduğu para, mücevherat, kumaş, mal, hayvan, köle ve daha başka ne varsa hiç bir şeye itiraz edemez.

Bana ve valilerimle kâtiplerimden hiç birine her hangi bir hesap dolayısıyla itirazda bulunamaz, bu hususların hiç birisiyle ilgili olarak benden ve adamlarımdan asla hesap soramaz.

Bana, onlara ve benimle beraber bulunup, tüm halktan çalış­tırdığım, faydalandığım hiç bir kimseye, canına, kanma, kılma, tenine ve malına ne küçük ne de büyük hiç bir hususta dokunu­lamaz. Muhammed bu hususu kabul etmiş, ikrarda bulunmuş. Emirülmü'minin'e bu hususta yazılı taahhüt vermiş, bu taahhü­dü üzerine aldığını teyid etmiş, Emirülmü'minin de kabul edip razı olmuştur. Onun bu konuda iyi niyet sahibi olduğuna kanaat getirmiştir.

Ben de Muhammed'in emirlerini dinleyeceğime, O'na itaatte bulunup, kendisine karşı gelmeyeceğime, nasihatlerini kabul edip O'nu aldatmayacağıma, kendisine yapmış bulunduğum bey'ate ve başkanlık yetkisine saygılı olacağıma O'na hiyanet et­meyeceğime, sözümden caymayacağıma, yazılı emirlerini tatbik mevkiine koyup işlerini yürüteceğime, destekçiliğini iyi yapaca­ğıma, idari bölgemdeki düşmanlarıyla mücadele edeceğime dair Emirülmü'min'in bana koştuğu şartları boynumda borç sayıyo­rum. O da Emirülmü'minin'e verdiği sözde olduğu gibi bana kar­şı koşulan ve O'na yazdığı tutanakta dile getirmiş bulunduğu ko­nularda sözünü yerine getirdiği müddetçe ve Emirül'müminin'in şart koşmuş bulunduğu maddelere aykırı hareket etmediği tak­dirde O'na karşı sadık kalacağım.

Eğer Emirürmü'minin oğlu Muhammed, bir askeri kuvvete ihtiyaç duyacak olur ve kendisine iltihak etmemi, ya da herhan­gi bir yöne yürememi veya düşmanlarından O'na ya da bana kar­şı verdiği sözden caymış bulunan birinin üzerine gitmemi isteye­cek olursa O'nun emrini derhal tatbik mevkiine koymak, kendi­sine ters düşmemek ve bana yazdığı hususların hiç birinde çe­kimser kalmamak benim görevimdir. (Bunları vazife sayıyorum)

Eğer Muhammed benden sonra, çocuklarından birini veliaht seçecek olur ve kendisine hilafet makamını bırakacak olursa Emirülmü'minin Hazretlerinin bana vermiş bulunduğu haklara, benim lehimde O'na yüklediği ve bizzat kendisinin yüklenmiş bulunduğu şartlara bağlı kaldığı takdirde bunu yapmak O'nun yetkisi dahilindedir. Bu hususu onaylamak ve O'nun bu yetkisine saygılı olmak benim görevimdir.

Emirülmüminin, Harun'un, çocuklarından birini, -benden sonra hilafet makamına gelmek üzere- veliaht seçmesi hariç (ki böyle bir durumda benim de Muhammed'in de verilen karara say­gılı olmamız gerekir.) Keza Muhammed'in kararlarından bir şey eksiltmemek, değişikliğe uğratmamak, O'nun veliaht tayin etmiş bulunacağı çocuğuna, çocuklarımdan birini ya da tüm insanlar arasından uzak veya yakın hiç kimseyi tercih etmemek benim kaçınılmaz vazifemdir. (Bunu taahhüt ediyorum.)

Aynı zamanda Emirülmü'minin Hazretlerinin, bu tutanakta benim lehimde şart koştuğu hususlara bağlı kaldığı ve işbu yazı­da Emirülmü'minin'in, adlarını zikrederek verdiği (tahsis ettiği) şeyleri Muhammed yerine getirdiği takdirde ben de Emirül­mü'minin Hazretleri ve Muhammed'in kararlarına bağlı ve say­gılı kalacağımı taahhüt ediyorum.

Bu konuda Allah Teala'ya söz veriyorum. Allah'ın, peygam­berlerden, elçilerden ve tüm kullardan almış bulunduğu söz ve taahhütlerden çok daha güçlü ölçüde Allah'a, Emirülmü'minin'e, kendime, ecdadıma ve bütün müminlere karşı söz veriyor, Al­lah'ın, (verilmiş olan söze bağlı kalınması ve asla cayılmaması ve değiştirilmemesi konusundaki emrine iman ederek) diyorum ki:

Eğer işbu yazıda sözünü ettiğim hususlardan birini yerine getirmez veya değiştirir ya da cayar ve hıyanet edecek olursam, Allah Teala'dan, O'nun himayesinden ve dininden ve Elçisi Hz. Muhammed'den ilişiğim kopmuş olsun. Kıyamet gününde Al­lah'ın huzuruna kâfir ve müşrik olarak çıkayım; hâlen nikahımın altında bulunan ve önümüzdeki otuz yıla kadar evleneceğim ha­nımlarım benden üç talâk ile kesin surette boş olsunlar; gerek şu anda mülkiyetimde bulunan, gerekse önümüzdeki otuz yıla ka­dar mülkiyetime girecek olan esirlerin tümü Allah rızası uğruna hür ve âzad olsunlar; yaya ve yalınayak, otuz kere Mekke'deki Beyt'ül-Haram'ı haccetmek boynuma adak ve borç olsun.

Öyle ki Allah Teala bu borç yerine geçecek başka bir keffareti kabul etmesin. Halen mülkiyetimde bulunan ve otuz yıla kadar kazanacağım tüm mal ve servetim Kâbede dağıtılmak üzere ben­den sadaka olsun.

Emirülmü'minin Hazretlerine işbu taahhüdnamede üzeri­me almış bulunduğum şartların yerine getirihnesi kesin şekilde gereklidir. İçimden aksini düşünmüyor ve aklımdan geçirmiyo-rum."

Bu iki belge Hicri 186 yıl Zilhicce ayında yazıldı ve Emirül­mü'minin'in oğlu Süleyman ile birçok kimseler şahitlik ettiler.

Emirülmü'minin, bütün bunları Beyt'ül-Haram'm içinde icra ettikten sonra, iki oğlu Abdullah ve Muhammed'e ve yazdıkları bu taahhütnamelere şahitlik eden, orada bulunup olayı gözleyen ka­dılarına: O sırada hacca gelmiş, hac ve Umre ziyareti yapmakta olanlara, îslam devletinin eyalet heyetlerine, gözlemiş bulunduk­ları, iki oğlunun taahhütlerini ve yazılarım haber vermeleri, onla­rın da meseleyi kavrayıp zihinlerinde tutmaları, döndükten sonra hemşehrilerine iletip anlatmaları için talimat verdi. Kadılar da Emirülmü'miniriin bu talimatının gereğini yerine getirdiler.

Bu iki taahhütname Mescidü'l-Haram'da herkese karşı okun­du. Sonra hacılar meseleyi benimsemiş olarak dağıldılar ve konu­ya şahid oldular. Emirülmü'minin'in bu suretle onların esenliği, kanlarmiT^boş yere akıtılmam ası, dirlik ve düzenlerinin korunma­sı, Allah'ın dininin, kitabının ve İslam birlik ve topluluğunun düş­manlarına ait ateşin söndürülmesi konusunda bu şekilde aldığı tedbirle gösterdiği inayet ve çabayı anladılar.

Bu sebeple Emirülmü'minin'e dualarda bulundular ve yaptık­larından dolayı O'na teşekkür ettiler.

Aynı zamanda, Halife Harun'ur-Reşid, bu talimatını valilerine de yazdı.

Muhammed El-Emin, fizik yapı olarak etine dolgun, beyaz tenli, burnu kemerli ve gözleri küçüktü. Güzel konuşur, şiir naz-mederdi. Ünlü dilbilimci El-Kessai'den edebiyat okumuş ve Kur'an dersleri almıştı. Fakat ava çıkarak eğlenirdi. Çok cömertti, bol bol ihsanlarda bulunur, zenci şarkıcı kızları dinlerdi. Ebu Ab­dullah ve aynı zamanda Ebu Musa künyeleriyle anılırdı.

Halife Reşid, Horasan'a yapmakta olduğu bir yolculuk sırasın­da Cernaziyelahir ayının ikinci günü Tus kentinde öldü. Bu yolcu­lukta beraberinde bulunan askerlerden, oğlu El-Me'mun'un, ken­disinden sonra başa getirilmesi konusunda bağlılık yemini almış­tı. El-Emin bu sırada Bağdat'taydı. El-Me'mun ise Horasan kent­lerinden Merv'de bulunuyordu. Halife Reşid vefat edince cenaze namazını, oğlu Salih kıldırdı. Beraberinde bulunan çocuklarının en büyüğüydü. Salih, biraderi El-Emin'e babasının uğradığı sonubu arada bildirerek aynı zamanda Ona bey'atte bulundu. El-Emin, cemaziyelahir ayı ortasına rastlayan perşembe günü bu haberi al­dı. Ancak ertesi güne kadar olayı saklı tuttu. Cuma günü Halifenin vefatını halka ilan ederek onlardan bey'at aldı.

Yolculuk sırasında Reşid'le beraber bulunan askerleri ise -dev­rin devlet adamlarından- El-Fadl Bin Er-Rabi\ gerisin geri Bağ­dadi getirdi.

El-Me'mun'a gelince, bu durumda nasıl davranması gerektiği konusunda beraberinde bulunan komutanlara danıştı.

Onlardan birileri, El Fadl Bin Er-Rabi' maiyetinde bulunan as­kerleri kendisine dönmek üzere mecbur etmesini onları zorla geri getirmesini söyleyerek fikrini açıkladı. Çünkü -aslında- Reşid El-Me'mun'un yanında yerlerini almaları konusunda bu askerlerden söz almıştı.

Bir diğeri ise askerlerin geri dönmesi için onlara sadece bir mesaj göndermek ve kendilerinden bağlılık göstermelerini iste­mekle yetinmesi tavsiyesinde bulundu. Verdikleri sözden dönme­meleri ve böyle davrandıkları (yani yeminlerini bozdukları takdir­de) dini ve dünyevi bakımdan hakedecekleri cezayı hatırlatarak onları sakmdırmayı tavsiye eti.

Ne var ki ileri gelen bazı şahsiyetler, askerin Tus'da Halife Ha-run'ur-Reşid'e bey'atte bulunmasının, O'ndan sonra El-Me'mun'un hilafet makamına getirilmesi amacıyla yapılmış bir bağlılık yemini olduğunu her ne kadar El-Me'mun'a hissettirmek istediyseler de El-Me'mun biraderi El-Emin'e bir mesaj yollayarak O'na bağlı olduğunu ve emrinde bulunduğunu bildirdi. Buna mu­kabil El-Emin de her iki kardeşine, idareleri altında bulunan böl­geler üzerindeki özerkliklerini bir kez daha ikrar etti ve tanıdı. Bi­lindiği üzere El-Memun Horasan ve bütün yörelerinin, El-Mu'te-men ise El-Cezire ve serhadlerinin yönetimini üstlenmişlerdi.

Sonra El-Emin Hicri 194 de kardeşi El-Mu'temen'i El-Cezire ve serhadlerin idaresinden uzaklaştırdı. Yerine ise Huzayma Bin Ha-zım'ı tayin etti. Ayrıca kendisinden sonra oğlu Musa'nın, O'ndansonra ancak El-Me'mun ve el-Kasım'ın başa getirilmesi için min­berlerin üzerinden halka devamlı çağrıda bulundu. Bunu El-Fadl Bin Er-Rabi'in Meriyle ve planlarıyla yapıyordu. Çünkü El-Fadl, El-Me'mun'dan korkuyordu. El-Me'mun bunu haber alınca El-Emin'den temasını kesti ve kumaş istihkakından da adını sildi.

Bu sırada isyancı Rafi Bin El-Leys, af talebinde bulundu El-Me'mun da Ona güven verdi. Bunun üzerine Rafi El-Me'mun'a ge­lip teslim oldu. El-Me'mun'sa O'nu hoş karşıladı ve kendine yak­laştırdı. Böylece Semerkand olayları kapanmış oldu. Vaktiyle Ra-fi'e karşı mücadele etmekle görevlendirilen komutan Herseme Bin A'yun da döndü. El-Memun O'na da ikramda bulundu ve ya­kınında kendisine mevki verdi.  Sonra komutanlar hep El-Me'mun'un etrafında toplanıp kümelenince El-Emin bu durum­dan endişeye kapılarak biraderi El-Me'mun'a birçok elçiler gön­derdi. Fakat bunlardan biri olan El-Abbas Bin Musa gizlice El-Me'mun'a taraf oldu ve Bağdad'a döndü. Bu zat, hilafet merkezi olan Bağdad'da El-Me'mun'un ajanıydı. Aynı zamanda Ehl-i Beyt'in ulularından ve devletin ileri gelen şahsiyetlerinden biriydi. Devlet erkanından El-Fadl Bin Er-Rabi, Halîfe El-Emin'e, oğlu Musa'yı veliahd seçmek üzere halktan bey'at alması için sürekli baskı yapıyordu. (Abbasiler'de gelenek olduğu üzere veliahtlara isimlerine ek olarak bir unvan verilirdi.) Musa'ya da babası En-Nâtık Bilhak unvanını verdi. Sonra Halife El-Emin, veziri El-Fadl Bin Er-Rabi'in arzulan peşinden sürüklenerek sonunda biraderi El-Me'mun'u veliahtlıktan azledip, babası tarafından Kabe'nin içi­ne konan taahhütnamesini de yırtıp attı ve kendisinden sonra oğ­lunun yerine geçirilmesi için halka çağrıda bulunmaya başladı.

Halife El-Emin Hicri 195 yılında Ali Bin İsa Bin Mahan'ı El-Ce-bel Hemezân, Asbahan ve Kum kentlerine Genel Vali tayin etti, O'na , El-Me'mun'a karşı savaşma emrini verdi. Kendisine bir or­du hazırlayarak bu orduyu aynı zamanda bizzat çıkıp uğurladı. Ordu Rey Kentine kadar ulaşmayı başardı. Burada El-Me'mun'un komutanı Tahir Bin El-Hüseyin 4 bin kişilik bir kuvvetin başında bu orduyla karşılaştı. Cereyan eden çarpışmalar sonunda devlet kuvvetlerinin komutanı Ali Bin İsa öldürüldü ve arkadaşları da çökertildi. El-Emin, bu olayı Şevval ayında haber alınca çok üzüldü ve Abdurrahman Bin Cebele El-Enbari komutasında hemen bir ordu hazırlayarak Tahir Bin Hüseyin'le savaşmak üzere Heme-zan'a yolladı, fakat yenilgiye uğratıldı. Kendisi ve askerleri Heme-zan kentine sığınıp burada direnişe geçtiler. Tahir Bin Hüseyin de onları burada kuşattı. Bunun üzerine güvence verirse teslim olma­yı istediler. O da isteklerini kabul etti. Onlara güvence verdi. Ne var ki ahitlerini bozarak bir anlık gafletlerinden istifade edip onları bastılar ve kalabalık sayıda bir kısmını öldürdüler. Baskına uğra­yan Tahir ve askerleri yeniden silkinerek onlarla savaştılar. Bu çar­pışmalar sırasında Abdurrahman Bin Cebele öldürüldü ve ölüm­den kurtulabilenler kaçtılar. Bu olay Bağdat'ta duyulunca halk kor­kuya kapıldı ve dedikodular çoğaldı.

EI-Emin Hicri 196 da Ahmed Bin Yezid'i 20 bin kişilik bir kuv­vetin başında, Abdullah Bin Hamid Bin Kahtaba'yı da aynı sayı­daki bir kuvvetin başına Tahir Bin Hüseyin'e karşı savaşmak üze­re yola çıkardı. Fakat Tahir bir hileye baş vurarak iki komutanın arasını bozdu. Bu yüzden Tahir'le savaşa girmeden geri döndüler. Bunun üzerine El-Memun, Tahir'e, El-Ahvaz üzerine yürümesini ve şehri almasını, elinin altında bulunanlarıysa Herseme Bin A'yun'a teslim etmesini emretti. Tahir de aynısını yaptı.

Bu sırada El-Emin de Abdülmelik Bin Salih'i Şam'a gönderdi. O da bu emir üzerine giderek buranın halkına hoş görünmeye ça­lıştı. Maksadı El-Emin'i destekleyip ayakta tutabilmek için asker toplamaktı. Fakat çok geçmeden Abdülmelik, Rakka'da öldü. Onun yerine bu sefer ordunun yönetimini EI-Hüseyin Bin Ali Bin Mahan üzerine aldı ve askeri alıp Bağdad'a döndü.

El-Emin O'nu gece huzuruna davet ettiyse de El-Hüseyin bu daveti geri çevirdi. Sabah olunca halk O'nun etrafında kümelendi. EI-Emin, El-Hüseyin'i zorla getirmek için üzerine adamlarını gön­derdiyse de El-Hüseyin onların da hesabını gördü ve El-Emin'e karşı baş kaldırdı. Eğlenceye olan düşkünlüğünü protesto etti ve halkı EI-Me'mun'a bey'at etmeye çağırdı. Böylece El-Hüseyin El-Emin'e karşı kuvvetli adam durumuna geldi.

El-Hüseyin -bununla da kalmayarak- El-Emin'i baskı altına almaya başladı. O'nu Bağdad'ın ortasında bulunan Ebu Cafer'in sarayına taşıdı. Aynı zamanda Abbas Bin Musa Bin İsa da El-Emin'in annesi Zübeyde Sultan'a bulunduğu köşkten taşınmasını zor kullanarak emretti. Bağdad halkı bu durumda iki kısma ayrıl­mışlardı. Bir kısmı O'na taraf olmuş, diğer kısmı ise aleyhinde ta­vır almış bulunuyorlardı. Fakat sonunda El-Emin'in destekçileri üstün geldiler ve El-Hüseyin Bin Ali Bin Mahan ele geçirildi. Ne varki El-Emin O'nu bağışladı ve kendine vezir yaptı. Ancak El-Hü­seyin, El-Emin'in bir anlık gafletinden istifade ederek kaçtı. Bu se­fer de El-Emin peşine birilerini salarak O'nu öldürttü. Bunun üze­rine halk El-Emin'e yapmış oldukları bağlılık yeminlerini yenile­diler.

Bu sırada ise Tahir Bin Hüseyin, Bağdad'a yaklaşmış bulunu­yordu. Bu yüzden halk tekrar ihtilafa düştü. Çünkü devletin çoğu eyaletlerinde halk artık El-Emin'in idaresini tanımıyor, El-Me'mun'a bey'at etmiş bulunuyorlardı. El-Abbas Bin Musa Bin İsa, bu yıl içinde hacca El-Me'mun'u temsil ederek gitti ve orada El-Me'mun'un propagandasını yaptı. Böylece bu yılki ziyaret, El-Me'mun lehinde çağrı yapılan ilk hac ziyareti olmuş oldu.

Tahir Bin Hüseyin'le Herseme Bin A'yun Bağdad'ı zorlu bir kuşatma altında tutuyorlardı. Bu sırada Reşid'in oğlu Kasımla am­cası El-Mansur Bin El-Mehdi kaçarak El-Me'mun'a sığındılar. El-Memun onları hoş karşılayıp ağırladı ve kardeşi El-Kasım'a Cür-can'ın yönetimini verdi. El-Emin'inse durumu çok kötüleşmişti. Özellikle Bağdad'ı kuşatma altında tutan Tahir Bin Hüseyin, çift­liklere ve üretim merkezlerine el koyup komutanları El-Me-mun'un etrafında toplanmaya çağırınca El-Emin'in durumu daha da kötüye doğru gitmeye başladı. Nitekim komutanların büyük kısmı bu davete uydular bunların başında Abdullah Bin Hamid Bin Kahtaba ve Yahya Bin Ali Bin Mahân vardı. Böylece El-Me'mun'un, gün geçtikçe taraftarları çoğaldı. Halbuki El-Emin'in kendine ve askerlerine harcayacak parası bile kalmamıştı.

Nihayet Tahir Bin El-Hüseyin'le Herseme Bin A'yun Hicri 198 de Bağdad'a girdiler. Şehirde şiddetli çarpışmalar oldu. El-Emin'inyandaşları etrafında dağıldılar. Kalanları etrafında toplayarak on­lara akıl danıştı. O'na kimisi, El-Cezire ve Şam taraflarına çekilip mücadelesine oralarda devam etmesini, kimisi, El-Memun'un ko­mutanlarından Tahir Bin El-Hüseyin'e sığınmasını, bu durumda biraderi El-Me'mun'un O'na acıyacağını, kimisi de şayet sığınma isteyecekse bunu Tahir'den değil, Herseme Bin A'yun'dan talep et­mesini tavsiye ettiler.

O da bu tavsiyeyi uygun görerek Herseme'den aman diledi. Herseme de O'na güvence vererek yanma aldı ve birlikte bir gemi­ye bindiler. Tahir bu olayı haber alınca çok öfkelendi ve gemiyi ba­tırdı. El-Emin yüzerek kurtulduysa da sığındığı eve acemlerden bir grup baskın yaparak O'nu Hicri 198 yılı Safer Ayının dördüncü Pa­zar günü öldürdüler.

El-Emin eğlenceye çok düşkündü. Ava çıkmayı, zenci kızlara ve hadımlara şarkı söyletip dinlemeyi çok severdi. Devlet işlerini ihmal etmişti. O'nun içki kullandığına dair yaygınlaşan dedikodu­lara gelince bu husus kanıtlanmış değildir. Çünkü hilafet makamı­na geldiği ilk günlerde, bir keresinde ünlü şair Ebu Navvas'ı Re-şid'in hapishanesinde zındıklarla birlikte tutulduğunu görmüş O'nu salıvermişti. Fakat bir süre sonra şarap içtiğini duyunca ikin­ci kez onu hapse attırmıştı. [1]

 

Elemin Döneminde Bizanslılarla Durum

 

El-Emin döneminde Bizanslılarla pek önemli savaşlar olmadı. Çünkü onlarda müslümanlar gibi kendi iç gaileleriyle meşgul idi­ler. Nakforus dokuz yıl Bizans tahtında kaldıktan sonra Hicri 193 de Borgan'la yaptığı savaş sırasında öldürülmüş, yerine oğlu İstib-rak geçmişti. Fakat yaralıydı. Dolayısıyla tahta oturduktan 2 ay sonra o da öldü.

Yerine kızkardeşinin kocası Corciyus oğlu Mihail geçti.

Fakat Mihail Bizanslıların, kendisine karşı bir suikast hazırlığı içinde olduklarım sezdikten sonra Hicri 194 de tahtından feragat ederek bir manastıra çekildi ve rahip oldu. Ondan sonra Bizans tahtına İlyon oturdu. [2]

 

El-Emin Döneminde Siyasi Hareketler

 

El-Emin hilafet makamına geldiği sıralarda isyancı Rafi' Bin El-Leys'in çıkardığı karışıklıklar henüz devam ediyordu. Komutan Herseme Bin A'yun, bu isyanı bastırmakla görevlendirilmiş, o da El-Emin'in yönetiminin ilk günlerinde Rafi'i Semerkand'da kuşat­mayı başarmıştı. Sonra Herseme şehrin surundan içeri daldı. An­cak Rafi de bu sırada şehrin iç kesimlerine sığınarak Türklerle te­mas kurmaya çalıştı. Türkler de yardımına geldiler. Bu durumda Herseme Türklerle Rafi arasında mahsur kaldı. Sonra Türkler geri çekildiler. Bu sebeple Rafi'in durumu kötüye doğru gitmeye başla­dı. Rafi bu kez El-Me'mun'la haberleşerek kendisinden güvence istedi. O da sığınma talebini kabul etti. Bunun üzerine Rafi' El-Me'mun'a baş vurdu. El-Me'mun da O'nu ağırladı ve kendine yak­laştırdı. [3]

Bu sıralarda Homs halkı, El-Emin'in tayin etmiş bulunduğu valileri İshak Bin Süleyman'a karşı ayaklanmışlardı. İshak da Es-Selemiye'ye kaçmıştı. Bunun üzerine El-Emin bu kez İshak Bin Süleyman'ın yerine Abdullah Bin Said El-Harşi'yi Homs'a vali olarak gönderdi. Beraberinde Afiye Bin Süleyman da vardı. Yeni Vali Homs kentinin ileri gelen şahsiyetlerinden birkaçını yakalaya­rak hapse attı ve şehrin bazı semtlerini ateşe verdi. Bunun üzerine halk valiye baş vurarak aman dilediler. O da bu dileklerini kabul etti. Halk, önceleri biraz sakinleşti. Fakat tekrar ayaklandılar. Vali de bu sefer onlardan bazılarını ele geçirip boyunlarını vurdu.

Hicri 195 yılında da Ebu Süfyan'm soyundan gelen Ali Bin Ab­dullah Bin Halid Bin Yezid Bin Muaviye adında biri ortaya çıkarak kendini halife tanımaları için halka çağrıda bulunmaya başladı.

El-Emin'in Dımışk Valisi Süleyman Bin Ebi Cafer'i de kuşat­mış bulunuyordu. Fakat Vali Dımışk'tan kaçıp kurtulmayı başardı. Bunun üzerine El-Emin bu şahsa karşı mücadele etmek üzere ko­mutan El-Hüseyin Bin Ali Bin Isa Bin Mahan'ı şevketti.

Ne varki Komutan Rakka'ya varınca burada kaldı ve adamın üzerine gitmedi. [4]

 

El-Emin Döneminde Emirlikler

 

Harun'ur-Reşid döneminde îslam Devletinden müstakil ola­rak vücut bulan emirlikler, oğlu El-Emin döneminde de aynen de­vam etti.

Safari koluna mensup Haricilerin Sicilmasa'daki devletinin başında Ebulmansur İlyasa Bin Ebil Kasım bulunuyordu.

İbadiyye Koluna bağlı Haricilerin Tahert'deki devletini de Ab-dülvahhab Bin Abdurrahman Bin Rüstem idare ediyor ve bu dev­let Rüstemiyye Devleti adıyla tanınıyordu. Bu devlete karşı bizzat Hariciler tarafından bir takım ayaklanmalar oldu.

Endülüs Emevilerine gelince bunlar güçlenmişlerdi. Başların-daysa El-Hakem Er-Rabadiy adıyla bilinen El-Hakem Bin Hişam Bin Abdurrahman Ed-Dâhil bulunuyordu.

îdrisiler Devleti ise İkinci İdris'in idaresi altında varlığım sür­dürmekteydi. Kayravan'da da ibrahim Bin El-Ağleb Devleti güç­lenmeye devam ediyordu.

Bir ara Hicri 195 de Tunus'da Omran Bin Muhalled Et-Temîmibu devlete karşı ayaklanmıştı. Fakat bu hareket başarıya ulaşamadi. İbrahim Bin El-Ağleb ise 196 da öldü ve yerine oğlu Abdullah Ebul Abbas geçti. Sonraları El-Me'mun'un dönemi başladı.

Ancak bu müstakil devletçikler henüz her tarafta değil sadece İslam Devletinin batı kesimlerinde varlık göstermekle kısıtlı bulu­nuyor ve Abbasi Devletine karşı olan olumsuz tavırlarına göre do­ğudan batıya doğru sıralanıyorlardı.

Mesela (Abbasilere sınırdaş olan) Ağlebiler onların bir çeşit valileri sayılırlardı.

Hariciler de Abbasi Devleti'nin Bağdad'taki merkeziyle ve Kayravan'daki valileriyle mütareke halindeydiler.

(Onların batısında bulunan) îdrisiler ise Abbasiler'le ihtilaf­lıydılar.

Endülüs Emevileri'ne gelince bunlar Abbasiler'le tam bir düş­manlık içindeydiler.' [5]

 



[1] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 6, s. 155-156, 197-208, 211-219, 223-230, 235-237, 239-243, 245-256

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/325-340.

[2] Ibn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 6, s. 201, 210

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/340-341.

[3] îbn-ülEsir, El-Kamil tere, c. 6, s. 176-177, 186-187, 201

[4] İbn-üi Esir, E]-Kamil tere, c. 6, s. 203, 220-221

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/341-342.

[5] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 6, s. 237-238

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 4/342-343.