69- EL-MUKTEFİ BİLLAH ALİ BİN AHMED EL-MU'TAZID  (HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 289-295)2

Aglebiler Emirliğinin Prensleri H. 196-296. 3


69- EL-MUKTEFİ BİLLAH ALİ BİN AHMED EL-MU'TAZID (HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 289-295)

 

Adı, Ali Bin Ahmed El-Mu'tazıd'dır. Hicri 264 yılının Rabiussa-ni ayı başlarında dünyaya geldi. Annesi, güzelliği dillere destan Çi­çek adlı Türk asıllı bir cariyeydi. El-Muktefi orta boylu ve yakışık­lıydı. Parlak bir cildi ve güzel saçları vardı. Sakalı gürdü. Ebu Mu-hammed künyesiyle anılırdı. Babası El-Mutazıd'ın ölümünden sonra 289 yılında Rabiussani ayının bitimine sekiz gün kala kendi­sine Halife olarak bey'at edildi. O gün Rakka'da bulunuyordu. Onun için adına, hilafet merkezinde devletin ileri gelenlerinden gıyabında bey'atler alındı. Bağdad'a bu hadiseden sonra Cemazi-yelevvel ayında döndü. Halkı çok güzel bir muameleyle idare etti. Halk da O'nu sevdi ve O'na dua etti. El-Muktefi 295 yılı Zilkade ayı­nın onikinci günü öldü. Bu sırada 32 yaşındaydı.

Antalya O'nun döneminde Bizanslılardan silah zoruyla alındı. Karmatiler O'nun hilafet günlerinde çok yayılmışlardı. El-Muktefi onlarla mücadeleye girişti. Daha önce de anlatıldığı üzere Zikre-veyh'in oğullarının ve bizzat Zikreveyh'in hakkından gelebildi. Ke­za, Tolunoğulları'nın idaresi zayıfladıktan sonra onlardan da kur­tuldu. Şiilik ve Ubeydilik propagandalarına gelince bu yoldaki fa­aliyetler bilhassa Mağrıb'da geniş bir alana yayılmış bulunuyordu.

Rüstem Bin El-Hüseyin Bin Havşab En-Neccar'ın, Yemen'den Mağnb'a iki propogandist gönderdiğini daha önce de anlatmıştık. Bunlar El-Halvâni ile Ebu Süfyan idiler. O bölgede faaliyetlerini ic­ra edip Şiilik tohumlarım ekmişlerdi. Ancak çok sürmeden ikisi de Öldü. Havşaboğlu'na bu iki adamının ölüm haberi gelince, San'a'lı dostlarından ve vaktiyle Aden'de kendisiyle haşir neşir olmuş ileri gelen arkadaşlarından Ebu Abdullah El-Hüseyin Bin Ahmed Bin Muhammed Bin Zekeriyya'ya şöyle dedi:

"Bak! Halvani ile Ebu Süfyan gidip Mağnb'ın Kutame toprak­larını sürdüler. Fakat şimdi artık ölmüş bulunuyorlar. Bu yere ise sahip olacak senden başka kimse yok. Haydi, şimdi göreyim seni, tezelden git. Orası tam sana göre hazırlanmış bir sahadır!" Bu adamınsa derin bilgilen, keskin zekası, kıvraklığı ve oyunbazlığı vardı.

Bin Havşab1 in bu sözleri üzerine Ebu Abdullah Mekke'ye gide­rek Kutame hacıları hakkında istihbaratım yaptıktan sonra onlar­la bir araya geldi sonra da onlara katılarak 280 yılı Rabiulevvel ayı­nın ortalarında Kutame'ye ulaştılar. Burada kısa zamanda büyük bir şöhret yapan Ebu Abdullah'ın etrafında berberiler toplandılar. Ağleb Prensi Ahmed oğlu İkinci İbrahim, bu adamın halk arasında uyandırdığı etkiyi duyunca o bölgedeki Mile Kenti sorumlusuna talimat göndererek bilgi istedi. Ancak bölge sorumlusu meseleyi küçülterek bildirdi. Bunun üzerine Prens İkinci İbrahim de sesini keserek olayın üzerinde pek durmadı. Neden sonra, (bu adamın propagandalarına kapılanla O'na inanmayan) Berber gruplarının arası açıldı, birlikleri bozuldu, aralarında savaşlar cereyan etti. Sonra tekrar barıştılar. Daha sonraları adamın tehlikesi büyüyün­ce Ağleboğlu İkinci İbrahim, oğlu Ahval komutasında üzerine oni-kibin kişilik bir ordu gönderdi. Ebu Abdullah bu ordunun karşısın­da yenilerek yatıştı ve "Darülhicre" yani, Hicret evi diye bir yer in­şa edip oturdu. Berberiler O'nu burada ziyaret ederlerdi.

Hicri 289 da Beni'l-Ağleb Prensliği'nin Emiri İkinci İbrahim öl­dü; 290 yılında da oğlu Abdullah öldü. Ağlebiîerin idaresini bu kez de Üçüncü Ziyadetullah üstlendi. Fakat eğlenceye düşkündü. Bu ise, Şii propagandacısı Ebu Abdullah'ın tekrar güçlenmesine se­bep oldu. Vaktiyle El-Ahval'e karşı biraderi Abdullah döneminde savaşmış ve üstünlük kazanmıştı. Ancak El-Ahval O'na yakın bir mevkide kalarak zaman zaman O'na karşı mücadele verdi. Ne var-ki Ebu Mudar Ziyadetullah idareyi ele geçirince El-Ahval'i çağırıp O'nu öldürdü. Ondan sonra ortamı müsait bulan Şii propaganda­cı Ebu Abdullah bu sefer de halkı Mehdi'ye bey'at etmeleri çağrı­sında bulundu. Bunun üzerine Mehdilik düşüncesi yayıldı. O ka­dar ki Ağlebi Devletinin birkaç veziri bile Şiiliği benimsediler ve Ebu Abdullah'ın başarıya ulaşmasını ister oldular.

Mehdilik davasına gelince Yahudi asıllı Kaddahoğlu Abdullah bin Meymun ölür ölmez, oğlu, bu kez de Hz. Ali'nin oğlu Ukayl'm soyundan geldikleri iddiasında bulundu. Bununla birlikte asıl maksat ve hedeflerini gizliyor, kişiliklerini saklı tutuyorlardı. Bu şahsın meşhur olan oğlu Ahmed öldü, yerini O'nun oğlu Muham­med aldı. Propagandistlerin, çeşitli memleketlerden ideolojik ko­nularda kendisiyle haberleştikleri (Şiilik ve Mehdilik davasının li­deri) işte buydu. O da ölünce yerini oğlu Hüseyin aldı. Hüseyin Homs'tan Selemiye'ye geçti. Burada Atası Abdullah El-Kaddah'tan kendisine kalan mal, mülk, servet ve bunları işleten vekilleri ve hizmet elemanları vardı.

Bağdat'ta ise El-Kaddah'm Ebu'ş-Şalağlağ adında bir oğlu da­ha kalmıştı. Hüseyin bu adamın vasi olduğunu (yani ideolojileri­nin baş sorumluluğunu üstlenmiş bir öncü olduğunu) iddia edi­yordu. Davalarının Yemen ve Mağrıb'taki propagandacıları de­vamlı O'nunla haberleşirlerdi. Bir keresinde Selemiye'li kadınlar hakkında O'nun huzurunda bir konuşma geçmişti. O'na, ölen de­mirci bir yahudiden dul kalan bir kadından bahsettiler. Bu kadın çok güzeldi. Hüseyin de tutup bu kadınla evlendi. Kadının yahudi demirciden doğurduğu kendisi gibi güzel bir de oğlu vardı. Hüse­yin bu kadını sevdi, ona karşı çok nazik davrandı; oğlunu da sevdi ve onu eğitip okuttu. Çocuk da iyi bir öğrenim gördü. Üstün bir ru­ha ve yüksek bir iradeye sahip oldu. Bu ideolojinin ileri gelenleri şöyle anlatırlar, derler ki:

"Selemiye'de bulunan imam (yani Kaddahoğlu Hüseyin) öl­düğü zaman oğlu yoktu. Onun için ölmeden önce Mehdilik ve Şi­ilik davasının öncülüğünü -Ubeydullah adındaki- bu demirci ya-hudinin oğluna bıraktı. O'na ideolojisinin, sözlü yazılı ne varsa tüm sırlarını aktardı, bu ideolojinin propagandacılarının nere­lerde olduklarım açıkladı, O'na bu dava için biriktirilmiş olan servetleri ve davanın sembollerini, şifrelerini verdi, yandaşlarına da O'na bağlılık göstermeleri ve hizmetinde bulunmaları için ta­limat verdi. O'nun bu davanın öncüsü olduğunu cemaatine bil­dirdi ve amcası Ebu'ş-Şalağlağ'm kızıyla O'nu evlendirdi."

Bu sözler Ebul Kasım El-Alevf ye aittir. Başkalarından da nak­ledilmiştir. Yahudi demircinin oğlu olan bu Ubeydullah ise kendi­si için bir de soy şeceresi uydurdu. Sözde O Hz. Ali oğlu, Hz. Hüse-yinoğlu, Ali Zeynel Abidinoğlu, Muhammed Bakıroğlu, Cafer'us-Sadıkoğlu, Musa Kazımoğlu, Ali Rızaoğlu, Muhammed Cevadoğlu, Ali'y-ül Hâdioğlu, Hüseyinoğlu Ubeydullah idi.0) Bazı kimselere göre -ki sayıları bunların azdır- Ubeydullah denen bu adam (yine yahudi asıllı) Kaddahoğullarmdandır. Tabi bu yolda söylenenlerin içinde daha neler neler var! Ancak keşke şunu bilseydim: Bu ide­olojinin öncülüğünü yapan Ebu Abdullah'ı ve diğer şahıslan aca­ba ne gibi bir sebep zorladı ki sorumluluklanndaki bu davayı so­nunda bir yahudi çocuğuna teslim ettiler? Ve acaba bir kimse se­vabına nail olacağına inandığı bir din üzerinde böylesi bir tasar­rufta bulunurken kendini hoşgörebilir, kendini affedebilir mi?

Ebu Abdullah Eş-Şii'nin propagandaları Mağrıb'da yayılınca sözde Mehdi'ye, Allah'ın kendisine müyesser kıldığı bu şöhreti ha­ber vermek üzere Kutame'den Şam'a adamlar yolladı. Fakat Sele-miye, Karmatilerin tehdidi altında bulunyordu.Ubeydullah ise bu sırada Ramle'deydi. Halife'nin takibatından kaçmıştı. Nihayet Ku­tame'den gelen adamlarla buluşmayı ve "İmam" olduğuna (yani bu ideolojinin en üst düzeydeki lideri olduğuna) dair onlar üzerin­de kanaat uyandırmayı başarabildi. Onlar da kendilerinde bulu­nan bilgileri gizlice kendisine aktardılar. Bunun üzerine Ubeydul­lah oğlu Nizar Ebul Kasım ile birlikte Mısır'a gitmeye karar verdi ve bu yolculuğunda bir tüccar kimliğine büründü. Fakat Halife El-Muktefi zamanında bu adam hakkındaki haberler yayıldı. Bunun üzerine Halife Mısır'daki Valisine Ubeydullah'ı takip etmesi için emir gönderdi. Zaten yakalanmıştı. Ne varki aranan kişinin kendi­si olmadığı yolunda valiyi ikna etti ve dindarlık rolleri yaptı. Vali de acıyarak O'nu salıverdi. Ubeydullah buradan kurtulunca Trablus'a gitti, beraberinde bulunanların bazılarını da Kayravan'a gönderdi. Ancak haklarındaki haberlerin, kendilerinden önce buralara ulaş­mış bulunduğunu gördüler. Çünkü hemen yakalandılar. Fakat olup bitenleri inkâr ettiler. Ubeydullah ise Trablus'tan Kastila'ya, oradan da Sicilmasa'ya geçti. Ancak nereye gidiyor idiyse mutlaka o bölgenin sorumlusu tarafından aranıyordu. Ne varki o sırada da ayrılmış, o bölgeden çıkmış bulunuyordu. Ubeydullah, Sicilmasa Emiri El-Muntasır İlyasa Bin Meymun Bin Midrar'a hediyeler ver­miş, El-Muntasır da O'nu sevmiş ve kendine yaklaştırmıştı. Ağlebi Devletinin Emiri Ziyadetullah'tan O'na gelen bir mesajın bu şahsı deşifre etmesine ve misafirinin, Ebu Abdullah Eş-Şii tarafından propagandası yapılan şahıs olduğuna dair bilgi vermesine kadar bu böyle sürdü. Ancak El-Muntasır bu mesajı alır almaz Ubeydul­lah'ı yakalayıp hapse attı. O'nu Ebu Abdullah çıkarmcaya kadar da hapiste kaldı.

Ebu Abdullah sonraları güçlendi. Ziyadetullah O'nun üzerine peş peşe ordular gönderiyor, ancak karşısında yenik düşüyorlardı. Sonra Ebu Abdullah Kosantina, Tibse ve El-Kasr kentlerine girdi. Buradan da Rakka taraflarına yön tuttu. Ziyadetullah ise bunun üzerine Rakka'dan Mısır'a kaçtı. Aynı zamanda kent halkı da bura­yı terkederek El-Kasr'ul-Kadim'e Kayravan'a ve Susa'ya rastgele kaçmaya başladılar. Kayravan halkı da Rakkade'yi basarak şehirde ne var ne yok hepsini yağmaladılar. Ağleboğulları Sarayı yağma­landı. Sonra Ziyadetullah'm amcası oğlu ve O'nun ordusunun baş komutanı İbrahim Bin Ebi'l-Ağleb Kayravan'a gelerek şehre girdi ve Ziyadetullah'm rezaletlerini anlattıktan sonra onları savunaca­ğı vadinde bulundu. Onun için de kendilerinden bağlılık göster­melerini ve yardımcı olmalarını istedi. Ancak Kayravan halkı bu is­teği reddetti. Bunun üzerine onlardan ayrıldı. Ebu Abdullah ise ge­lip Rakkade kentine girdiği sırada Kayravan'dan gelip burayı ba­sanların hâlâ şehri yağmalamakta olduklarını gördü. Ancak kim­seye de engel olmadı. Bu haber Kayravan'a nakledilince halk çok sevindi ve şehrin ileri gelenleri Ebu Abdullah'ı karşılamaya çıkıp O'nu selamladılar. Gerçekleştirdiği fetihden dolayı kendisini kut­ladılar ve Ziyadetullah'ı kötülediler. Ebu Abdullah da Hicri 296 yı­lının Recep Ayı başlarında onlara güven verdi. Sonra da Afrika ida­resini kardeşi Ebu'l-Abbas Muhammed'e verdi. Kendisi de büyük bir orduyla Sicilmasa'ya yürüdü [1]

 

Aglebiler Emirliğinin Prensleri H. 196-296

 

El-Ağleb b. Salim

1. İbrahim/184-196

2. Abdullah el-Evvel 196-201

3. Ziyadetullah el-Evvel 201-223

4. El-Ağleb Ebu Affan 223-226

5. Muhammed el-Evvel / 226-242

6. Ahmed / 242-249

7. Ziyadetullah es-Sani 249-250

8. Muhammed es-Sani 250-261

9. İbrahim es-Sani 261-289

10. Abdullah es-Sani 289-290

11. Ziyadetullah es-Saüs 290-296[2]

 



[1] tbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 11, s. 172, 175-178, 180-1784, 188-189

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/87-91.

[2] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/92.