70- EL-MUKTEDİR BİLLAH CAFER BİN AHMED EL-MU'TAZID (HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 295-320)
El-Muktedir'in Döneminde Bizanslılar
El-Muktedir Döneminde Karmatiler
El-Muktedir Döneminde Prenslikler
3- Tahert'dekı Harici Ibadıye Devleti
4- Sicılmasa'dakı Harici Safariye Devleti
Safari Hariciler Devletinin Prensleri (Midraroğulları Hanedanı): 140-297
5- Samanı (Samanoğulları) Devletî
Adı Cafer Bin Ahmed El-Mutazıd'dır. Hicri 282 yılında Ramazan ayının bitimine sekiz gün kala Cuma gecesi dünyaya geldi. Annesi Garib adında bir cariye idi. Kardeşi Halife El-Muktefi hastalanınca O'nu arattı ve buluğa erdiğini öğrendi. Cafer'in yaşı ise bu sırada onüçün üzerinde değildi. O'ndan önce bu yaştan daha küçük biri hilafet makamına oturmamıştı. H. 295 yılı Zilkade Ayının ondördüncü Pazar günü kendisine bey'at edildi. Ancak Başvezir El-Abbas Bin El-Hasan'la devlet ileri gelenlerinden bir topluluk yaşını küçük görerek O'nu hal' etmeye (Hilafet makamından indirmeye) ve yerine Abdullah Bin El-Mu'tezzi oturtmaya çalıştılar.
El-Mu'tezz'in oğlu Abdullah da kan dökülmemesi şartıyla bu teklifi kabul etti. El-Muktedir bu haberi duyunca Baş vezir El-Abbas Bin Hasan'ın rızasını parasıyla aldı. {Rüşvet vererek O'nu memnun etti.) O da bu niyetinden vazgeçti. Ne varki devlet erkânından diğerleri Rabiülevvelin yirminci günü El-Muktedir'e karşı devrim girişiminde bulundular. Halife Cafer Bin Ahmed El-Muktedir, henüz yaşça küçüktü (ve devletin ağır sorumluluğundan habersiz) ortalıkta oynuyordu. Devrimciler, üzerine hücum edince kaçarak içeriye girdi. Sarayın bütün kapıları arkadan sürgülendi. Bu sırada El-Muktedir'in uğrunda devrimcilere karşı mücadele ve-ren vezirle beraberindeki bir grup canlarından oldular. Sonra devrimciler El-Mu'tezz'u Billah'ın oğlu Abdullah'ı ortaya getirerek O'na bey'at ettiler ve kendisine "El-Ğalib'u Billah" unvanını verdiler. Devletin tüm makamlarına da O'nun halife ilan edildiğine dair mesajlar gönderildi.
Bunun üzerine (kendisinin halife ilan edildiğini gören) El-Mu'tezz'in oğlu Abdullah, El-Muktedir'e haber yollayarak O'na, sarayı derhal terkedip Muhammed Bin Tahir'in Köşküne intikal etmesi emrini verdi. Çünkü kendisi Hilafet sarayına taşınacaktı. El-Muktedir kabul etti. Nitekim yaşça küçüktü. Elinin altında (hasmına karşı kullanacak) bir gücü de yoktu. Yanında sadece küçük bir muhafız grubu vardı. Ancak bunlar kendilerini bir anda cesaretlendirip El-Mu'tezz'in oğlunu destekleyenlere karşı ansızın hücuma geçtiler. Onlar da korkup bunlardan kaçtılar. (Küçük Halife) El-Muktedir'in adamları ise devrimcileri kovalayıp nihayet Abdullah Bin El-Mu'tezz'in bulunduğu yere vardılar. Abdullah, yanında bulunan veziri ve kadısıyla birlikte kaçtı.
Bu sıralarda Bağdad'ta ortalık karıştı ve El-Muktedir'in adamları El-Mu'tezz'in oğluna bey'at edenleri yakalayıp çoğunu öldürdüler. El-Mu'tezz'in oğlu da hapsedildi, sonra da ölü olarak hapisten çıkarıldı. Nihayet ortalık El-Muktedir'in lehinde yatıştı.
Bu kez Ebul Hasan Ali Bin Muhammed Bin El-Furat'ı kendine başvezir seçti. O da çok güzel bir siyaset izledi. Baskı ve adaletsizliği kaldırdı. Aynı zamanda El-Muktedir'i adaletli davranmaya daima teşvik etti.
Sonra, H. 317 yılında El-Muzaffer lakabını taşıyan Mu'nis El-Hadim El-Muktedir'e karşı baş kaldırdı. Çünkü El-Muktedir'in O'nun yerine silahlı kuvvetler başkomutanlığına Harun Bin garib'i tayin edeceğini duymuştu. Yapılan bu devlimle Halife El-Muktedir Hilafet Sarayından çıkarılarak Mu'nis'in köşkünde hapsedildi. Sonra Kardeşi Muhammed Bin El-Mu'tazıd'ı getirdiler. O'na bey'at edip kendisine "El-Kahir'u Billah" unvanım verdiler. Fakat Muhammed Bin El-Mu'tazıd bu makamda iki günden fazla kalamadı. Ordu kazan kaldırarak O'ndan ihsan istedi. O da bu isteği kabul etmeyince askerler galeyana gelerek ortalığı velveleye verdiler ve doğruca Mu'nis'in köşküne giderek El-Muktedir'i hapsedildiği yerden çıkardılar ve tekrar O'nu Hilafet sarayına getirdiler. El-Ka-hir'u Bülah'a gelince bu sırada ağlamaya başladı. Fakat El-Muktedir yaklaşarak O'nu kucaklayıp öptü ve O'na: "Ey kardeş! Senin bir günahın yok" diye kendisini teskin ve teselli etmeye çalıştı.
Hicri 320 yılında Mu'nis'ul-Hadim Halife El-Muktedir'e karşı tekrar bir devrim girişiminde bulundu ve aralarında kanlı bir savaş cereyan etti. Bu savaş sırasında Şevval ayının bitimine iki gün kala da Halife El-Muktedir öldürüldü.
Halife El-Muktedir fiziki yapı olarak orta boyluydu, siması ve gözleri çok güzeldi. Omuzları geniş ve güzel saçları vardı. Çehresi değirmiydi. Beyaz pembe tenliydi. Güzel bir ahlak ve gidişatı vardı. Saçlarına ve sakalının yan taraflarına ak düşmüştü. El-Muktedir, cömert, çok akıllı, zeki ve doğru bir zihne sahipti. Bol bol sadaka verir, Haremeyn ehline (yani Mekke ve Medine'de oturanlara, ayrıca devlet görevlilerine ihsanlarda bulunurdu. Namaz ve oruç gibi nafilelerde bulunur çokça ibadet ederdi. Bununla beraber heves ve meraklarına da çok düşkündü ve çok müsrifti. Devlet adamlarını sık sık azleder, onların yerine başkalarını nasbeder ve çeşitli siyasi entrikalar çevirirdi. Saraydaki kadınlar da O'nu etkileri altına almışlardı. Hilafeti 25 yıldan daha az bir müddet sürdü. Öldüğü zaman henüz 38 yaşındaydı. [1]
Hicri 295 yılında müslümanlarla Bizanslılar arasında esir mübadelesi yapıldı. Bu tarihte Bizanslıların elinde 3000 müslüman esir bulunuyordu. Ancak tekrar akınlar başladı. Dolayısıyla 297 yılında El-Kasım Bin Sima komutasında bir yaz ordusu Bizans topraklarına bir akın düzenledi. Bu tarihten sonra, Mu'nis'ul Hadim de Rumların eline düşmüş bulunan esirleri yine mübadeleyle geri aldı. Sonra 301 yılında da Hüseyin Bin Hamdan yine bir yaz ordusu başında Bizans topraklarına girdi. Mu'nis'ul Hadim de Bizans topraklarına düzenlediği bir akın sırasında 150 kadar rahiple büyük bir Rum topluluğunu esir aldı. Bunun üzerine Bizans tararlar arasında bir mütareke yapılması talebinde bulundu ve Abbasi Devletine hediyeler sundu ve nihayet 305 Hicri yılında tekrar esir mübadelesi yapıldı.
Hicri 314 yılında da Bizans kralı Damastok (Domestikos) Malatya'ya girdi ve İslam topraklarının sahillerinde de büyük tahribatlar yaptı. Ertesi yıl ise Bizanslılar Fırat kıyısındaki Sümeysat kentine girdiler. Aynı zamanda Mısır topraklarındaki stratejik Dimyat noktasına hücum ettiler ve buraya girdiler. Bunun üzerine müslümanlar Rum kuvvetlerinin üzerine atılarak onları girmiş bulundukları bu bölgelerden kovarak çıkardılar.
Keza müslümanlar hicri 319 yılında Tarsus taraflarında Bizanslılara karşı zafer kazandılar ve 3000 kadar Rumu da esir aldılar. Fakat aynı zamanda Rum kuvvetleri Sümeysat'a doğru ilerliyorlardı. Bu sebeple şehir halkının içine bir korku ve dehşet girdi. Dolayısıyla Musul Emir'i Said Bin Hamdan'dan imdat istediler. O da imdat gönderince Bizanslılar buralardan kaçtılar. Ancak yolları üzerinde uğradıkları Malatya'da şehri yağmaladılar. Said Bin Hamdan O'nları izleyerek topraklarına girdi ve onların birçoğunu öldürdü.
Hicri 312 yılında ise Fergana kenti Horasan Valisi tarafından fethedildi. [2]
Hicri 290 yılında Zikreveyhoğlu Yahya'nın ve 291 yılında da kardeşi Hüseyin'in öldürülmelerinden sonra artık Suriye Karmati-lerinin sonu gelmiş oldu. Parçalanıp çeşitli kentlere dağıldılar. Aynı zamanda Hicri 301 yılında Mihreveyhoğlu Zikreveyh'in baş kaldırıp öldürülmesinden sonra Irak Karmatilerinin de sonu getirildi. Keza Hicri 303 te Ali Bin Fadl'ın zehirlenerek ölmesinden sonra Yemen Karmatilerinin devleti de tarihe karıştı. Fakat bu sıralarda Bahreyn Karmatilerinin gücü artmıştı. Vakıa Karmatilerin en rezil ve en çok fitne ve fesada sebep olan fraksiyonu da bunlar idiler.
Hicri 301 yılında Ebu Said El-Cennabi'nin kendi hizmetçisi tarafından öldürülmesinden sonra O'nun yerine oğlu Said geçti. Fakat kardeşi Süleyman Ebu Tahir O'nu yenik düşürmüş ve Karmatilerin başına geçmişti. Bölgede büyük karışıklıklar çıkarıp insanların içine korku saldı. Rezil fiiller işledi ve halkın ırz ve namusuna tecavüz etti. Hülasa geride işlenmedik bir rezalet bırakmadı.
Ardından da 311 Hicri yılında Basra'ya, 313 te de Kufe'ye girdi. Bu iki şehrin ahalisine türlü türlü kötü muamelelerde bulundu ve buradan günümüzde Deyruzzur adıyla bilinen kente kadar Fırat'ın kuzeyine, oradan da Kuzey doğuya yönelerek Musul'a yaklaştı. Beraberinde bulunan Karmatilerin ayağı nereye basıyor idiyse o bölgede korku ve fesat yayılıyordu. Halkın ırz ve namusuna en çirkin şekillerde tecavüz ediliyordu.
Süleyman Ebu Tahir daha sonra Musul bölgesinden Mekke'ye yönünü çevirdi. Bu güzergah üzerinde bulunan bütün bedevi kabileler ve göçebe Araplar bu adamın işlediği rezaletlerden ürkerek dehşet ve korku içinde çöllere kaçıştılar. Hac seferleri kesintiye uğradı.
Bu adam 316 yılında da Halife El-Muktedir'in ordusuna karşı üstünlük elde etmişti.
Ertesi sene de Mekke'yi işgal etti ve hac mevsimi sırasında birçok hacıyı öldürerek cinayetler işledi. Üstelik öldürdüğü hacıların cesetlerini de zemzem kuyusuna attı ve kutsal Hacer'ül-Esved'i de yerinden sökerek beraber Hecer'e götürdü. Bu taş 339 yılına kadar burada Karmatilerin elinde saklı kaldı. Karmatilerin elebaşısı Süleyman Ebu Tahir daha sonra Kufe'ye doğru yürüdü. 319 yılında bu olayı duyan Bağdad halkı bu adamın, üzerlerine de gelebieceği korkusuyla öyle bir paniğe düştüler ki neredeyse kalp sektesine uğrayacaklardı.[3]
Bu dönemde, (vaktiyle büyük İslam devletinin bünyesinden koparak bağımsızlığını ilan etmiş bulunan) prensliklerde büyük değişiklikler meydana geldi.
Bunlardan Ağlebiler Devleti, her iki Hariciler (yani hem İbadi-ler, hem de Safariler) devleti ve tdrisiler devleti gibi bazı prenslikler tarihe karışmış, Ubeydiler (yani Fatımiler) ve Hamdanîler gibi yeni bazı devletler teşekkül etmiş bulunuyordu.
Aynı zamanda Endülüs Emevi Devleti keza Ubeydiler, hilafetlerini ilan etmişlerdi ki İslam diyarında aynı anda 3 ayrı halife ortaya çıkmış bulunuyordu.[4]
Hicri 300 de Abdullah bin Muhammed'ül-Evvel öldü. Yerine ise torunu Abdurrahman Bin Muhammed Bin Abdullah geçti. Ab-durrahman, İslam dininden irtidad eden (yani İslam dininden çıkan Amr Bin Hafsun'u ortadan kaldırmayı ve iktidarının üzerinden 20 yıl geçtikten sonra tüm Endülüs'ü hükmünün altına almayı başardı.
İşte tam bu sıralardadır ki Abbasi Halifesi El-Muktedir Billah'ın Başkomutanı Mu'nis El-Hadim'in eliyle öldürüldüğü ve Türk asıllı askeri komutanların halifeleri baskıları altına aldıkları haberini aldı. O da kendini halife diye ilan etti.
En-Nasır (yani Muzaffer) unvanını alan bu Abdurrahman Endülüs'ün kuzeyindeki Hristiyan'prensliklere karşı savaşlar vermiş ve bu savaşların çoğunda onlara karşı üstünlük elde etmişti. Ancak Arap ülkelerinin güneyindeki Fatımilerin de tehlikesine maruzdu. O'nun döneminde Endülüs Emevi Halifeliği çok gelişti. Ab-durrahman'm hükümdarlığı Hicri 350 yılma kadar sürdü. Yani 50 yıl kadar iktidarda kaldı. [5]
Hicri 292 yılında Kasım Bin İdris'in oğlu üçüncü Yahya bir su-ikaste kurban gittikten sonra îdrisilerin idaresini İdris Bin Amr Bin İdris'in oğlu 4'üncü Yahya üstlendi. Fas halkı daO'nabey'at ettiler. Bu sebeple bütün Mağrib'ul Aksa memleketlerinin hepsi O'nun iktidar bölgesinin içine girmiş oldu. Saygın bir kimseydi, âdildi, halka karşı adaletliydi. Çok faziletli bir zattı. Cesur ve kahramandı. Çok güzel ve edebi konuşurdu. Hadis hafızı ve fakihti. Dindar bir şahsiyetti ve dindarlığında da çok titizdi.
Hicri 300 yılında Ubeydi Komutan Masala Bin Habbus Tdrisiler Devletine saldırdı. Prens Yahya O'nunla Miknas yakınlarında karşılaştı. Cereyan eden savaşta ise İdrisiler yenildiler. Ubeydiler ise Fas'ı kuşattılar. Yahya, savaş tazminatı ödemek ve Fatımî Emiri Ubeydullah El-Mehdi'ye bey'at etmek şartıyla barış yapmak zorunda bırakıldı. Bu barış Hicri 303 yılında akdedildi. Bu suretle Masala Bin Habbus Fas Emiri oldu. Amcasıoğlu Musa Bin Ebi'l-Afiye de Mağrib'ul-Aksa bölgesinin emiri oldu.
Masala 309 yılında Fas'a dönünce Musa Bin Ebi'lafiye O'nu Yahya Bin îdris'e karşı kışkırttı. İçini kinle doldurdu. Bunun üzerine Masala Yahya'yı yakalayıp O'nu önce çöle sürdü, sonra Musa Bin Ebi'l-Afiye O'nu zindana attı. 20 yıl sonra da salıverdi. Yahya ise zindandan çıktıktan sonra Ubeydiler'in merkezi olan El-Meh-diyye'ye giderek 332 yılında orada öldü.
Yahya Bin İdris zindana atılınca Masala Bin Habbus, Reyhan El-Kutairü'yi Fas'a vali olarak nasbetti. Fakat çok geçmeden 310 yılında El-Hasan Bin Muhammed Bin El-Kasım O'na karşı ayaklandı ve Fas'a hakim oldu. Sonra da Reyhan'ı öldürüp halktan kendisi için bey'at aldı ve Musa Bin Ebi'l-Afiye ile silahlı mücadeleye koyuldu. Fakat Hasan 312 yılında öldü. Musa ise hanedanının çoğu çöllere dağılmış bulunan İdrisiler devletine tamamen hakim oldu ve İdrisi Devleti artık bu tarihlerde ortadan kalkmış sayılırdı.
Neden sonra Musa Bin Ebi'l-Afiye Fatımilerin iktidarını tanımaz oldu ve Endülüs Emevilerinin propagandasını yapmaya başladı. Bu yüzden Ubeydullah El-Mehdi Musa'nın üzerine bir ordu şevketti. Musa da kaçarak Fas kentini terketti. Ne varki Fatımiler'in Fas Emiri bu sıralarda öldürüldü.
Onun için Musa Bin Ebi'l-Afiye de yemden nüfuzunu elde etmek ve halka Emevi iktidarını benimsetmek için ancak 322 yılında Ubeydullah El-Mehdi öldükten sonra yeniden Fas'a döndü.
İdrisiler Emirliği'nin Ubeydiler tarafından ortadan kaldırılmasına rağmen 337 yılında ölen İdrisi Prensi El-Kasım Bin El-Hasan Ubeydiler lehine propaganda yapıyor ve bu maksatla siyasi ortama çıkıyordu. Keza Ebu'l Ayş lakayıbya tanınan oğlu Ahmed de O'nu bu yolda izleyerek Ubeydiler için çalıştı. Fakat çok geçmeden bu kez de Endülüs Emevilerine katılarak onlar lehine siyasi propagandalar yapmaya çalıştı ve Mağrib'ul-Aksa bölgesine hakim oldu. 348 yılında da öldü. Sonra kardeşi Muhammed Ebu'l-Kasım ortaya çıktı ve 375 yılının sonlarında Ubeydi kentleri üzerinde egemenlik kurdu.[6]
Ebu Abdullah Eş-Şii Ağlebilerin merkezi olan Rakkade'ye girdikten sonra bu kez de Safari Haricilerinin üssü sayılan Sicilma-sa'ya yöneldi. Fakat güzergahı üzerindeki Tahert Kentine uğradı. Bu sırada İbadiye Devleti güçsüzlüğün son derekesine düşmüş bulunuyordu. İçerde siyasi kavgalar sürüp gitmekteydi. Onun için bazı kimseler Ebu Abdullah'a sokularak O'nu, Tahert'e girmenin çok kolay olduğuna ikna ettiler. Bunun üzerine Ebu Abdullah Eş-Şii bu devletin başında bulunan Yakzan Bin Ebi'l-Yakzan'la çocuklarını davet etti. Onlar da bu davete uydular. Fakat Ebu Abdullah bu fırsattan istifade ederek onların hepsini ortadan kaldırdı. Ondan sonra da başkentlerine saldırarak şehre girdi ve burada bulunan Rüstemi Hanedanının bütün üyelerini öldürdü. Aralarında ancak kaçıp şehri terkedenler canlarını kurtarabildiler. Sonra Ebu Abdullah şehrin bütün dokunulmazlığım çiğneyerek baştan başa yaktı. Ne varki bu adam Rüstemiye Hanedanım ortadan kaldırmayı başarabildiyse de îbadiye Mezhebini yok edemedi.
Sebebine gelince, İbadilerden bir grup sahrada korunmuş bir vaha olan Vargala'ya ve Nüfusa Dağlarına iltica ederek buralarda direndiler. Bütün çabalara rağmen Ubeydiler bu iki bölgeye bir türlü girmeye muvaffak olamadılar.[7]
Ebu Abdullah Eş-Şii Tahert Kentini işgal ettikten sonra oradan Sicilmasa'ya yürüdü. O sırada Ubeydullah El-Mehdi ve oğlu Nizar Kasım burada zindanda bulunuyorlardı.
Ebu Abdullah Safari Prensi (yani Sicilmasa Emiri) İlyasa Bin Mîdrar'a elçiler göndererek O'na yaranmaya ve kendisiyle savaşmak gibi bir düşünce üzerindeki muhtemel dikatini dağıtmaya çalışıyordu. Bunu Ubeydulah El-Mehdi'ye bir şey olur korkusuyla yapıyordu. Fakat İlyasa öfkelenerek Ebu Abdullah'ın elçilerini öldürdü. Buna rağmen Ebu Abdullah alttan alma ve idare etme siyasetini tekrarladı ve yeniden O'na elçiler gönderdi. Ne var ki İlyasa gönderilen elçilerin tekrar boynunu vurdu. Bunun üzerine Ebu Abdullah silkinerek Sicilmasa'ya saldırmaya hazırlandı. İlyasa da kuvvetleriyle O'na karşı çıktı. Dolayısıyla taraflar arasında çetin bir savaş cereyan etti. Öyle dehşet bir savaş ki ancak gecenin karanlığı bu iki hasım tarafı birbirinden ayırabildi. Karanlık çökünce İlyasa kaçtı. Beraberinde çocukları ve ailesi de vardı. Ertesi sabah ise şehir halkı Ebu Abdillah'ı karşılamaya çıktılar. O'na İlyasa'nınyan-daşlarıyla kaçmış bulunduklarını haber verdiler. Bunun üzerine Ebu Abdullah şehre girdi ve Ubeydullah El-Mehdi ile oğlunu zindandan çıkardı. Ayrıca tlyasa'nın peşine adamlar saldı. Nihayet İlyasa yakalanarak önce zindana atıldı, sonra da öldürüldü. İşte bu suretle de Safari Hariciler Devletinin hanedanı ve Safari Devleti ortadan kalkmış oldu.
Ubeydullah Sicilmasa'dan ayrılarak Hicri 297 yılı Rabiulahir ayında ve kendisine halife sıfatıyla bey'at edildikten sonra Rakka-de'ye hareket etti.
İşte bu suretle Hicri 316 yılından sonra İslam aleminde halife sayısı üçe çıkmış bulunuyordu: Bunlardan biri, Bağdat'taki Abbasi Halifesi diğeri Kurtuba'daki Emevi Halifesi bir diğeri ise Rakka-de'deki Ubeydi Halifesiydi.
Burada bir nokta var ki ona özetle dokunmam gerekmektedir. O nokta da şudur: Ebu Abdullah Eş-Şii Sicilmasa'ya girip ilk defa Ubeydullah ile (imam sıfatıyla) buluştuğunda, esasen daha önce Suriye kentlerinden biri olan Selemiye'de bu adamla hiç karşılaşmamıştı. Onun daha Önce buluştuğu adam ise bir başkasıydi.
Bu sebeple bazıları derler ki: Ebu Abdullah Selemiye'de kendileri için çalışıp propaganda yapmış olduğu İsmaililer ailesinin oğullarından biriyle buluşmuştu. Halbuki bu adamsa Kaddaho-ğullarmdan biriydi ya da onların yetiştirmiş bulunduğu bir kimseydi. Yani yahudi demircinin oğluydu.
Bu rivayetleri nakladen bir diğerleri de derler ki: Esasen İlyasa Bin Midrar kaçmadan önce Ubeydullah'ı öldürmüştü. Çünkü Ubeydullah O'nun zindanında bulunuyordu. Ebu Abdullah Eş-Şii ise Sicilmasa'ya girdikten sonra Ubeydullah'm yerinde yahudi birini bulmuştu. Ne varki meseleyi idare edip bu adamın Mehdi olduğunu ileri sürmek zorunda da kalmıştı. Ta ki ortalık O'nun lehinde yatışabilsin. Çünkü O'nu, Mehdi uğruna savaşa zorlayan Kutama Kabilesinden korkuyordu. Yoksa vermiş bulunduğu bunca mücadele ve savaşlar boşa gitmiş olacaktı.
Her halükârda ister Mehdi diye uğrunda mücadele edilen kimse yahudi bir adam olsun, ister, Kaddahi ailesinin yetiştirmiş bulunduğu demirci yahudinin oğlu olsun ya da yahudi asıllı Kadda-hoğlu ailesinin bizzat soyundan gelen biri olmuş bulunsun, bütün bunlar aynı yola çıkar.
Bu da demektir ki Ebu Abdullah Eş~şii bu adamı daha önce bizzat tanımıyordu. Ancak (işi idare etmek için) bu gerçeği inkar etti, hakikati sakladı ve bir çıkış ve kurtuluş yolu bulmak için de ilk karşılaştığı bu adama Mehdi adını vermek zorunda kaldı.
Ne varki Ubeydullah El-Mehdi Rakkade'ye varıp orada istikrar bulunca O'nunla Ebu Abdullah Eş-Şii'nin arası açıldı. Hatta bu yüzden Sicilmasa'daki Safari Haricileri, Ubeydi yönetimine karşı birkaç kere baş kaldırdılar.
Tabi Sicilmasa kentinin merkezden çok uzak ve sahranın kıyıları üzerinde bulunması, Ubeydüerle Safariler arasındaki inanç farkları, Ubeydiler'in, inanç ve fikirlerini Haricilere zorla kabul ettirmeye çalışmaları, ayrıca işledikleri rezaletler ve çiğnedikleri haramlar, bununla birlikte gerek Hz. Peygamberin ashabına, gerekse mü'minlerin anneleri olan O'nun müstesna eşlerine çirkin bir şekilde dil uzatmaları (ki bütün bunlar onların felsefe ve düşünce tarzlarına uygun düşüyordu) Safari Haricileri'nin, kendilerine karşı baş kaldırmalarında büyük rolü oldu.
Musa Bin Ebi'l-Afiye'nin Fas'ta Ubeydi yönetimine karşı baş kaldırması, Emevilerin Mağrib'ul-Aksa'da nüfuz sahibi olmaları, (ki bazan Musa Bin Ebi'l-Afiye onların propagandasını yapıyor, bazan da İdrisiler hanedanından geriye kalanlar bu propagandaları yapıyorlardı.) Bunların da Harici Safarilerin devrimlerine katkıları oldu. Hem sonra Ebu Abdullah Eş-Şii ile Ubeydullah arasında çıkan ihtilaflarla, UbeyduUah'ın baskıya baş vurmasından ve Ebu Abdullah'tan kurtulmasından sonra cereyan eden Kutâma Devlimi ile birlikte bu faktörlere ayrıca Ubeydiler'in zulüm, baskı [8]
1. Isa b. Yezid el-Esved / 140-155
2. Ebu'i-Kasım Simko
3. llyas Ebu'l-Vezir / 168-174
4. flyasa Ebu'l-Mansur /174-208
5. Midrarel-Muntasır/ 208-224
6. Meymun b Bakiyya / 224-263
7. Muhammed El-Feth (Vasul) Ahmed Savİr
297-300 300-309 I
Ubeydiler'e Ubeydilere Muhammed
karşı karşı ı
ayaklandı ayaklandı
El-Feth
Muhammed
Meymun b. er-Rüstemİyye
Ubeydiler'in
(Sicilmasa
Valisi)
310-321
Muhammed
Ebu'l Mansur 321 -331
8. Uy asa 270-279
Simko el-Muntasır 331 ve halktan zorla aldıkları ağır vergilerle Sicilin as a'daki kötü icraatları bu faktörlere eklenebilir.
Ubeydullah Sicil mas a'd an ayrılınca kuvvetlerinin komutanı olan İbrahim Bin Galib El-Mezati'yi buraya vali nasbetti. Ancak çok geçmeden aynı yıl içinde, Safariler ayaklandılar ve vali îbra-him Bin Galib El-Mezati ile beraberinde bulunan 500 kadar askerini öldürdüler. Ubeydullah ise Ebu Abdullah Eş-Şii ve Kutama devrimi gibi sorunlarla başı dertte olduğu için artık bir daha Sicilmasa üzerindeki nüfuzunu yeniden elde etmeyi başaramadı. Ancak Safarilerin başındaki El-Feth de (Ubeydiler'le olan ilişkilerinde) Onlara karşı olmadığı intibaını uyandırmak için işi alttan alıyordu.
Bu sebeple El-Feth 300 Hicri yılında ölünceye kadar Sicilmasa üzerinde nüfuz sahibi olarak kaldı. Ölümünden sonra, Safariler kardeşi Ahmed Bin Meymun'a bey'at ettiler. Ahmed ise Hicri 309 yılında Ubeydullah tarafından üzerine komutan Masala Bin Hab-bus gönderilinceye kadar iktidarda kaldı. UbeyduUah'ın komutanı Bin Habbus bu tarihte Sicilmasaya girerek Ahmed Bin Meymun'u ortadan kaldırdı. Bu arada Bin Habbus, Safarilerin sempatisini kazanmaya da gayret etti. Bu maksatla onların başına kendisi bir vali tayin etmedi. Sadece buranın sorumluluğunu El-Mu'tez Bin Muhammed Bin Savir Bin Midrar'a bıraktı. Bir Süre sonra da O'nu Ubeydulah'm buradaki valisi sıfatıyla nasbetti. El-Mu'tez de 321 yılında ölünceye kadar bu mevkide kaldı.
Ubeydi sülalesinin başı El-Mehdi 301 yılında Mısır üzerine yürümüştü. Beraberinde de 40 bin savaşçı vardı. Ancak Nü Nehri doğu yönünden O'nun geçişine ve Fustat'a varmasına engel olmuştu. Bu yüzden İskenderiye'ye döndü ve burada hevesine nasıl uygun düşüyorsa o şekilde davranarak istediği kadar insan öldürdü. Ve her tarafa fitne saçtı. Sonra Halife El-Muktedir'in ordusu O'nu arkadan takip etti.
Nihayet Barka denilen yerde taraflar arasında çarpışmaşalar cereyan etti. Bu olaylarda Ubeydiler yenildiler ve tekrar Mağrıb'a dönmek zorunda kaldılar. Sonra Ubeydiler Feyyum'u ele geçirip buraya el koydular. Daha sonraları da Ubeydullah El-Mehdinin yerine geçen El-Kaim de Hicri 306 yılında Said'i ele geçirdi. Fakat Halife El-Muktedir, O'nun üzerine Munis El-Hadim'i bir ordunun başında şevketti. Bu ordu Ubeydileri yenilgiye uğrattı ve onları tekrar Mağrıb'a dönmeye mecbur etti. [9]
295 Hicri yılında İsmail Bin Ahmed Bin Esed öldü. Bu zat, akıllı, adil ve halkına karşı güzel muamelede bulan hoşgörülü ve lütuf -kâr bir zattı. Yerine oğlu Ahmed Bin İsmail geçti. Ahmed Hicri 301 yılında emrindeki adamları tarafından öldürülünce, O'nun da yerine oğlu Nasr geçti. Nasr henüz küçüktü. Daha 8'inci yaşım bile doldurmamıştı. Bu yüzden ailesi O'nu, bu mevkii doldurabilecek yaşta olmadığım görerek babasının amcası îshak Bin Ahmed, Horasan Valiliğine talip oldu. îshak Bin Ahmed, esasen Buhara dışındaki tüm Maveraünnehr kentlerinin halkını kazanmış, onları saflarına çekebilmişti. Keza babasmm diğer amcası El-Mansur da böyleydi. Ancak Halife El-Muktedir, vaktiyle babasmm yönetimi altında bulunan bu bölgeye -küçük yaşma rağmen- yine Nasr'm vali olmasını onayladı. Devlet idaresine ise O'nun adına Muham-med Bin Abdullah El-Ceyhani bakıyordu.
Maveraünnehr ve Horasan kentleri Nasr Bin Ahmed adına idare edilince babasının amcası îshak Bin Ahmed Bin Esed Es-Sama-ni ile oğlu İlyas Bin İshak O'na karşı ayaklandılar ve Buhara'ya doğru yürüdüler. Fakat Semerkant'a hakim olan Nasr'm orduları karşısında yenildiler. îshak bir süre gizlendikten sonra yakalanarak esir alındı. İlyas'a gelince, Fergana taraflarına kaçmıştı.
İshak'm ikinci oğlu Mansur da 302 Hicri yılında baş kaldırdı. O'na Nasr'm komutanlarından bazıları da katıldılar. Bunlar Sicis-tan'ı ele geçirerek Mansur adına burayı ve Nisabor'u hükümleri altına aldılar. Sonra Hicri 306 yılma kadar (yani Nasr'm zafer kazanıp Nisabor ve Sicistan'ın, tekrar O'nun idari bölgesine ilhak olduğu tarihe kadar) Nasır ile babasının amcası Mansur arasında savaşlar sürüp gitti.
Bir ara îlyas Bin îshak dönerek yeniden Nasr'la mücadele etmek için hazırlanmaya başladı ve 30 bin kişilik bir ordu toplamaya da muvaffak oldu.
Sonra 310 yılında bu ordunun başında Semerkant üzerine yürüdü. Fakat yenik düşerek tekrar Fergana'ya dönmek zorunda kaldı ve orada gizlendi.
Ancak Nasr'm orduları Fergana'yı Hicri 312 yılında fethettiler. îlyas ise bu sefer zamanını Nasr'm aleyhinde çalışması için sarfet-ti ve bu maksatla da Şaş Prensiyle işbirliği yapmaya koyuldu.
Ne var ki İlyas ikinci defa yenilgiye uğrarken zindanda bulunan Şaş Prensi de öldü.[10]
Hamdaniler köken olarak bazı oymaklarının Musul yakınlarında yaşadığı Benî Tağlib (Tağliboğulları) Kabilesine dayanırlar. Bu oymağın, üçüncü hicri asrının ikinci yarısındaki emiri Hamdan Bin Hamdun'dur.
Hicri 260 yılından beri bölgesinde cereyan eden siyasi olaylara o da katılmış ve 272 yılında liderliklerini Harun Eş-Şari'nin üstlendiği haricilerle anlaşmıştı. Bu sebeple Musul'a da birlikte girdiler. Bu hadiseden kısa bir süre sonra ise Mardin Kalesini ele geçirdi. Bunun üzerine Halife El-Mutazıd O'na karşı çetin bir savaş başlattı. Asi Hamdan ise kurtuluşu Mardin Kalesinde direnmekte buldu.
Halife 281 yılında tekrar Hamdan'm üzerine yürüdü. Bu sefer de Hamdan kaleden kaçarak burada oğlu Hüseyin'i bıraktı. Ancak Halife'nin askerleri kaleye girmeyi başardılar. Yenik düştüğünü gören Hüseyin ise, canını kurtarabilmek için tövbekârlık gösterisinde bulundu. Ancak Halife Hamdan'ı yine izlemeye devam etti. Ta ki yakalayıp O'nu Bağdat'ta hapse atmeaya kadar. Halife bu isyancıyı hapisten çıkarmayacaktı. Ne varki O'nun oğlu Hüseyin Bin Hamdan'a, diğer isyancı Harun Eş-Şari üzerine gitmesi için emir verince bu teklife karşı Harun'la yapacağı mücadele karşılığında babasının serbest bırakılmasını şart koştu. Nitekim bu şart da yerine getirildi.
Her şeye rağmen Hüseyin Bin Hamdan sonraları Halife'nin sivrilen komutanlarından biri oldu. Hüseyin, özellikle Karmatilere karşı orduları sevk ve komuta etmekle şöhret buldu.
Keza kardeşleri, Abdullah, Said, Davud ve İbrahim de O'nun gibi meşhur oldular. Ne varki Hüseyin 296 Hicri yılında sadece iki gün kadar hilafet makamında kalabilen Abdullah Bin El-Mu'tezz'e destek olmuştu. Bu yüzden Halife El-Muktedir O'ndan nefret ediyordu.
Bir ara O'nu görevinden azletti. Sonra kendisini affederek Kum ve Kaşan kentlerine vali nasb etti.
Daha sonraları ise O'nunla anlaşmazlığa düşerek hapse attı ve nihayet Hicri 306 yılında Hüseyin hapiste öldü.
Sonra Beni Rabia diyarının valisi olarak 307 yılında kardeşi İbrahim O'nun yerini aldı. O da Hicri 308 yılında ölünce yerine 309 tarihine kadar kardeşi Davud geçerek Halife El-Muktedir'le birlik oldu. Onun safında komutan Mu'nis El-Hadim'e karşı çarpıştı ve sonunda o da Hicri 320 yılında öldürüldü.
"Ebu'I-Alâ" künyesiyle tanınan kardeşi Said ise Musul ve Niha-vend valiliklerinde bulunmuştu. Bu sıralarda Ebu'l-Heyca' Abdullah Bin Hamdan Halife El-Muktedir'e karşı biraderi E]-Kahir'i desteklemişti. Ne varki bu çabalar boşa gittikten sonra ve El-Muktedir (devrimcilere karşı başarı kazanıp) yeniden makamına dönünce Hicri 317 yılında Ebu'l-Heyca öldürüldü.
Ebu's-Seraya Nasr Bin Hamdan ise Musul'a kaçmış ve 318 Hicri yılında buranın idaresini eline geçirmişti.
Sonra El-Kahir 322 yılında O'nu öldürdü ve 322 yılı nihayete ermeden Hamdanoğulları tamamen ortadan kalktı. Ancak Abdullah Ebu'l-Heyca'nm yerine naib olarak Musul'a Hasan Nasır'ud-Devle bakıyordu.
Hasan 308 yılında üstlediği bu yönetimde (317-319 yılları arası gibi kısa bir süre hariç) öldüğü 358 tarihine kadar hüküm sürdü. Bu ara müddet içindeyse Halife El-Muktedir'in emriyle Hasan'm yerine iki amcası Said ve Nasr bu bölge üzerinde nüfuz ve otoritelerini kurmuşlardı.
Bu prenslerin hepsi de Rafızî' [11] idiler. [12]
[1] İbn-Ül Esir, El-Kamil tere, c. 8, s. 167-173; İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 11, s. 190, 193-194,295-299
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/95-97.
[2] îbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 8, s. 18, 55, 79, 91, 93, 132-133, 135-136, 141, 149-150, 166, 179, 193-194; İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 11, s. 215
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/97-98.
[3] ibn-ülEsir, El-Kamil tere, c. 8, s. 60, 74, 121-122, 125-126, 131-132, 136, 143-147, 152-153, 156,173-174
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/98-99.
[4] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/100.
[5] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 8, s. 66-67, 151, 462
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/100.
[6] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/101-103.
[7] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/103.
[8] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/104-106.
[9] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 8, s. 23-50, 64-66, 74-75, 78-79, 82-83, 150, 237-238
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/106-108.
[10] İbn-ül Esir, El-Kamii tere, c. 8, s. 50, 69-73, 140
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/108-109.
[11] Rafızilik; Şiiliğin eş anlamlısı olarak kullanilageimiştir. Ancak Hz. Ali taraftarlığı anlamına gelen şiilik terimi daha geneldir. Rafızilik ise sünni düşünceyi reddetmek anlamını kapsamaktadır, esasen İran'ın eski dini olan mecusilikle islam öğretilerini kaynaştırma gayretiyle Hz. Ali taraftarlığı şeklinde temellendi-rilen rafizilik gerçek kimliğiyle islam ümmetinin birlik ve beraberliğini bozmak ve parçalayıp yok etmek amacıyla bilinçli ve sinsice kurulmuş siyasi bir örgüttür. Bu örgüt görünüşte müslüman geçinen yahudiler tarafından Hz. Ali döneminde kuruldu. Rafiziler Hz. Ali'nin adını şöhretini ve soyunun uğradığı ağır zulüm ve işkenceleri daima malzeme olarak kullandılar.Günümüzün cahil rafizileri, sün-nilerin cahillerinden çok daha bilinçlidirler. (Mütercim)
[12] İbn-ül Esir, EI-Kamil tere, c. 7, s. 389, 391-392; c. 8, s. 81-82, 181, 197-199
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/109-111.