78- EL-KAADİR'U BİLLAH AHMED İSHAK BİN EL-MUKTEDİR  (HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 381-422)2

El-Kaadir'u Bîllah Döneminde Prenslikler2

Buveyhlıler2

Hamdaniler3

Samanîler3

Gazneliler4

Ubeydîler5

Endülüs Emevileri7

Yemen. 8


78- EL-KAADİR'U BİLLAHAHMED İSHAK BİNEL-MUKTEDİR (HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 381-422)

 

Adı Ahmed Bin İshak'tır. Halife El-Muktedir'in oğludur. Kün­yesi ise Ebu'l-Abbas'tir. Hicri 336 yılında dünyaya geldi. Annesi Te­menni adında bir cariyeydi. El-Kaadir'u Bnlah (fizik yapı olarak) beyaz tenli ve sık sakallıydı. Sakalına kına yakardı. Dindar, âlim, ehli ibadet ve vakar sahibi bir şahsiyetti. Halifelerin en büyükle­rinden ve en örneklerinden biriydi. Ulemadan İbn'üs-Salah [1] onu, Şafii mezhebinin ileri gelen alimleri arasında sayar. El-Kaadir'u bülah Ebu Büşr Ahmed Bin Muhammed El-Herevi'den Şafii fıkhı­nı tahsil etmişti.

Tarihçi El-Hatip onu şöyle anlatıyor, diyor ki: "Dindarlık, te-heccüt namazına devam ve çokça sadaka vermek gibi sıfatlarla meşhur olmuştu." El-Kadir'u Billah Usul konusunda bir kitap da yazmıştır. Bu kitapta sahabe-i kiramın faziletlerini anlatmış ve Kur'an-i Kerim'in mahîuk olduğunu söyleyenlerin küfürde olduk­larını kaydetmiştir. Bu kitap vaktiyle her cuma günü hadis dersle­rinin halkalarında okunurdu. EI-Kadir'u Billah'ın hilafet müddeti boyunca okunan bu kitabı halktan bir çok kimse dinlemeye gelir­di. Hilafet süresi ise 41 yıl 3 ay sürdü.

EI-Kadir'u Billah, Et-Tayiu Lillah'm hicri 381 yılında ha  edil­mesinden sonra ve kendisi mevcut bulunmadığı bir sırada hilafet makamına getirildi. Sonra Ramazanın onuncu günü gelip hazır bulunarak tören için ertesi gün umuma karşı oturdu ve tebrikleri kabul etti.

Hicri 383 yılında EI-Kadir'u Billah Başvezir, Bahaüddevle'nin kızı Sekine ile evlendi. 391 yılında da oğlu EI-Galib'u Billah'ı veli-ahd seçti. Bu sırada oğlu 9 yaşındaydı. Bunu aceleye getirdi. Çün­kü eski halifelerden El-Vasik'u Billah'ın torunlarından EI-Hatib'ul Vasıki  [2]  Horasan'a gitmiş orada El-Kadir'u Billah'ın ağzından, (sözde) kendisini halife seçmiş bulunduğuna dair bir yazı yazmış ve orada devletin ileri gelenleriyle bir araya gelerek bunu ilan et­mişti. Onlar da kendisini ciddiye almış saygı göstermişlerdi. El-Kadir'den sonra adına hutbe bile okundu. Hatta Halife El-Kadir'e elçiler göndererek yaptıklarını haber verdi. Bu suretle El-Hatib El-Vasik'm, fasık (yani sahtekâr bir kişi olduğu) tesbit edildi. O da bu sebeple gurbetlerde sürgündeyken öldü.

Yine tam bu sıradaydı ki Ubeydi sülalesinden El-Hakim'in propagandistleri her tarafa yayılmış bulunuyorlardı. Bunun üzeri­ne El-Kadir'u billah, Ubeydilerin, nesebinin bozuk olduğunu ve onların aslında (Ehli beyt'e değil de) Disan Bin Said El-Huremi adındaki bir şahsın soyundan geldiklerini açıklayan bir zabıt ha­zırlanmasını emretti. Orada hazır bulunanlar da, Mısır'da Ubeydi-lerden Nizar El-Hakim'in oğlu Nacim Mansur'un, Allah'ın gazabı­na mahkum olduğa ve bu sülalenin atası Mağrıb'a gidince orada isim değiştirerek El-Mehdi Ubeydullah takma adını kullandığı bu adam ve geçmişlerinin, pislik, necaset, haricilerden bir haşere gü­ruhu ve aslında soyundan gelmedikleri kimselere yamanan, keza bu En-Nacim adlı şahıs ve seleflerinin birer kâfir, zındık, putperest ve mecusi inançlı kimseler oldukları, Allah'ın müeyyidelerini uy­gulamadan kaldıran, ırz ve namus dokunulmazlığını mubah hale getiren, kan döken, peygamberlere sövüp sayan, geçmiş şahsiyet­lere lanet okuyan ve ilahlık taslayan kimseler olduklarına dair şe-hadette bulundular.

Halife El-Kaadir'u Billah, ayrıca bir ara Mutezile Taifesi'nin fakihlerini batıl inançlarından vazgeçirerek onlara tövbe ettirdi. Onlar da mensub oldukları, Mutezililik ve Rafızilikten teberri etti­ler. (Yani vazgeçtiklerini ilan ettiler.) Onlardan bu konuda ayrıca yazılı taahhüt almdı. [3]

398 senesinde de Bağdad'ta Şiilerle Sünniler arasında bir fitne çıktı. Hadiseler öyle gelişti ki nerede ise bu sırada Şeyh Ebu Hamid El-Isferayini öldürülücekti. Rafıziler Bağdat'ta "Ya Hakim! Ya Mansur!" diye bağrışıyor, slogan atıyorlardı. Halife El-Kadir'i Bil­lah gerekli tedbiri alarak, kapısındaki özel muhafız süvarileri, ehli sünnete yardım etmek üzere görevlendirdi. Ancak bu suretle Rafı­ziler bastırıldılar.

Hicri 422 yılının Zilhicce ayında ve Kurban bayramının ikinci günü Halife El-Kaadir'u Billah öldü. Halife. 87 yıl yaşadı.[4]

 

El-Kaadir'u Bîllah Döneminde Prenslikler

 

Buveyhlıler

 

Kendi aralarında giriştikleri kavga sebebiyle ve ayrıca Türk asıllı komutanların güçlenmesi, keza düşmanlarına karşı kılıç ola­rak kullandıkları, ordularım oluşturan Deylemlilerin etkinliklerini kaybetmesi sonucu olarak (Abbasi Devletini uzun yıllar Halifeler adına yöneten) Buveyhî Sülalesi yavaş yavaş zayıflamaya başladı. Bu sülaleden ilk olarak Türklerin kuvvetlenmesi için çalışanın Bahaüddevle olduğu sayılmaktadır. Bu sıralarda Irak, Ahvaz, Kirman ve Fars bölgeleri Buveyhoğullarınm birbirlerine karşı giriştikleri kavgalardan sebep bir arenaya dönüşmüştü. Bu zayıflama ise Ubeydi nüfuzunun neredeyse Irak'a kadar yayılmasına yardım ediyordu. Nitekim Ukayloğulları'nın emiri Garvaş Bin El-Mukal-lid Hicri 401 tarihinde Musul'da Ubeydiler adına hutbe bile okut­tu. Ancak yapılan baskı sonucu Abbasi yönetimine yeniden baş eğmek zorunda kaldı.

Hicri 403 tarihinde ölen Bahaüddevle'nin yerine oğlu Sulta-nüddevle geçti ve hemen kardeşleriyle siyasi çekişmelere başladı. Bunun üzerine kardeşi Kıvamüddevle Gazneli Mahmud'a sığındı. Gazneli Mahmud da ona askeri bir kuvvetle yardımda bulundu.

Bu kez Sultanüddevle Bağdad'dan ayrılarak yerine biraderi Müşrifüddevle'yi bıraktı. Ancak daha sonra ona karşı da cephe alarak oğlu Ebu'I-Kalicar komutasında gönderdiği bir kuvvetle Bağdad'a yeniden dönmek için çabaladı. Fakat başaramadı. So­nunda da kardeşiyle barıştı. Müsrifüddevle ölünce Bağdad'a bu kez de onun üçüncü kardeşi Celalüddevle hükmetmeye başladı. Celalüddevle, yönetmekte olduğu Basra'dan gelmişti. Önce kar­deşi oğlu Ebu'l-Kalicar'la ihtilafa düştü. Ancak sonra Bağdad'ta durum onun lehinde istikrara kavuştu. Bu sırada ise Türk asıllı ko­mutanların da büyük ölçüde etkinlikleri arttı.

Hilafet makamının, nisbeten de olsa bu dönemde heybet ve kuvvetini devam ettirmesi belki de Buveyhoğulları arasında cere­yan eden bu büyük ihtilaflar sayesindeydi. Nitekim bu sebepledir ki Halife El-Kaadir'u Billah'ın sözü bir dereceye kadar geçiyordu.[5]

 

Hamdaniler

 

Hicri 381 yılında Seyfüddevle'nin oğlu Ebu'l-Meali Saadüd-devle ölünce yerine oğlu Saad Ebu'I-Fazail geçti. Saadüddevle, iki oğlu Ebu'I-Fazâil ve Ebu'l-Heyca ile kızı Sittünnâs'ı Lü'Iü adında­ki lalasına emanet etmişti.

Lü'lü', bu çocuklardan Saidüddevle unvanını alan Saad Ebu'I-Fazâil'e bey'at ederek O'nu babasının yerine geçirdi, onun döneminde Hamdâniler'le Ubeydiler arasında savaş çıktı. Bu sırada Ubeydiler'in komutanı Haleb'e giremedi, Şam'a dönmek zorunda kaldı. Bu çekilmeden etkilenen Ubeydi Halifesi El-Aziz Hamdanî-ler'le savaşmak üzere bizzat kendisi üzerlerine yürüdü. Ancak he­nüz Mısır'dan çıkmadan önce ölüm onu yakaladı.

Lü'lü' Saidüddevle'ye danışmadan devlet işlerinde istediği gi­bi tasarrufta bulunuyordu. Bu arada gerek Saidüddevle'den gerek­se evlenmiş olduğu kızından kurtulmaya çalışıyordu. O'ndan ay­rıldıktan sonra da Saidüddevle'nin Ebu'l-Hüseyin Ali ile Ebu'l-Meâli Şerif adına da devleti bir süre idare etti.

Lü'lü' daha sonra Ebu'l-Hüseyin ve Ebu'I-Meali'yi tutuklaya­rak Hamdani Hanedanının diğer bütün fertleriyle birlikte hicri 394 tarihinde Kahire'ye sürdü. Kendisi ise Haleb'in tek hükümda­rı olarak kaldı. Oğlu Mansur'u da kendine veliahd seçti.

Lü'lü' 399 yılında ölünce yerine oğlu Mansur geçerek Ubeydi otoritesini tanıdı. Bu suretle artık Halep, Ubeydiler'in (Fatımi Devletinin) yönetimine bağlanmış oldu.[6]

 

Samanîler

 

Hicri 383 yılında Samani Devleti'nin komutanlarından bazıla­rı, başlarındaki emirleri Nuh Bin Mansur'a karşı ayaklanarak,Türk Prensi Şahabüddevle Harun Bin Süleyman İlk'e baş vurarak onu, Maveraunnehr topraklarını istila etmeye özendirdiler. Süleyma-noğlu Harun'un prensliği Samanî Devletinin doğusuna düşüyor ve Çin sınırlarına kadar uzanıyordu. Nitekim Süleymanoğlu, Ma­veraunnehr Bölgesi üzerine yürüyerek Samanileri yendi ve Buha­ra şehrine girmeyi başardı. Fakat Buğra Han adıyla tanınan bu Şa­habüddevle îlk'in ölümü, Nuh Bin Mansur'a Buhara'yı tekrar ge­ri alma imkanını verdi.

Hicri 384 yılında Nuh Bin Mansur, kendisine karşı ayaklanan komutanlarını bastırmak için Gazne Hükümdarı Sebüktekin'den yardım istedi. Ve bu sayede isyancıları yendi. Onlarsa Cürcan'a kaçtılar. Nuh Bin Mansur vaktiyle Sebüktekin'in oğlu Mahmud'a terketmiş bulunduğu Nisabor şehrini de bu arada isyancılardan geri almayı başardı. Ancak, Mahmud çok geçmeden isyancılara yenik düştü.

Hicri 387 yılında ölen Nuh Bin Mansur'un yerine oğlu Mansur Bin Nuh geçti. Türkler bu fırsatı değerlendirerek Semerkand'ı iş­gal ettiler. İsyancılardan Faik El-Hassa da onlara yardım etti. Bu kez de Buhara'yı işgal ettiler. Sonra Mansur Bin Nuh, muhitine çe­kilip dönmek üzere davet edildi. Esasen o, sırf efendisine karşı gö­revini yerine getirmekten başka bir gayeyle Buhara'ya girmiş de­ğildi. Bu suretle Samanı Emiri ülkesinin merkezine döndü ve dev­let işlerini Faik El-Hassa'ya bıraktı. Horasan ordusunun emir ve komutasını da Bektüzün'e verdi.

Gazneli Mahmud'la Mansur bin Nuh'un arası Horasan konu­sunda bozulmaya başladı. Sebebine gelince (Samani Hükümdarı Mansur Bi Nuh'un emrinde çalışan) Gazneli Mahmud Horasan'a iade edilmeyi istemiş, Mansur ise onun bu talebini reddetmişti.

Sonra Faik El-Hassa ile Bektüzün Hükümdar Mansur Bin Nuh'u tutuklayarak gözlerine mil çektiler ve yerine küçük kardeşi Abdülmelik Bin Nuh'u geçirdiler.    x

Gazneli Mahmud da Samani otoritesinin bu şekilde zayıf düş­müş olmasını fırsat bilerek topraklarının üzerine yürüdü ve Buha­ra ile Nisabor kentlerini işgal ederek Samanı (Samanoğullan) ida­resine son verdi. Aynı zamanda Abbasi Halifesi El-Kadir'u billah adına hutbe okuttu. Buğra Han'ın haleflerine gelince bunlar da Maveraunnehr topraklarını ele geçirmiş ve Samani prenslerini tu-tuklamışlardı. Bu suretle hicri 395 yılında Samani Devleti tama­men ortadan kalkmış oldu.

Samanoğullan döneminde Farslar kendi mahalli dilleriyle yazmaya başladılar.

Samanoğulları bu konuda İranlıları cesaretlendirmeye çalışı­yorlardı. Bu dönemde kaleme alman en önemli eser, muhtemelen Firdevsi'nin Şahnamesi'dir.

Astronomi ve tıb bilimlerine gelince bunlar Ebubekir-i Razi, Ibn-i Sina ve başkalarının da te'lif ettikleri eserlerde olduğu gibi henüz Arapça olarak yazılıyorlardı.[7]

 

Gazneliler

 

387 yılında ölen Sebüktekin'in yerine küçük oğlu İsmail geçti. İsmail'in otoritesi zayıftı. Bu yüzden ordu komutanları onun kar­deşi Mahmud'la temas kurarak idareyi ele geçirmesi için kendisi­ni cesaretlendirdiler. Büyük kardeş de oydu. Nitekim 388 yılında idareyi ele geçirdi. Gazneli Mahmud güçlü bir liderdi. Gazneliler hanedanı içinde ilk defa Sultan unvanım alan da odur. Halbuki da­ha önce Emir (yani prens) unvanıyla anılırdı.

Ayrıca Abbasi Halifesi El-Kadir'u Billah "Yeminuddevle ve Eminulmille" unvanını taktı.

Gazneli Mahmud Buveyhiler'in Cebel memleketlerinde ve Rey kentinde otoritelerine son verdi. Keza Mecdüddevle, Fahrud-devle ve oğlu Ebu Dülef i yakalayarak göz altına aldı. Aynı zaman­da Kazuin Bölgesine de girerek Batınîlerden birçok kimseyi astı, Mutezilileri Horasan'a sürdü ve feylesofların, Mutezililerin ve müneccimlerin kitaplarını yaktı.

Gazneli Sultan Mahmud, Selçukoğlu Arslan'ın halkından olan Oğuzlar'a karşı da savaştı. Onların lideri olan Arslan'ı yakala­yarak Hindistan'a sürdü ve Horasan'a kaçanları da arkadan kova­layıp durdu. Nitekim oralarda güçlenmişlerdi.

Sultan Mahmud Horasan'a da hakim olarak Samanilerin bu­radaki nüfuzuna son verdi.

Keza hicri 393 yılında Sicistan'ı da ele geçirerek burayı hü­kümdarı olan Halef Bin Ahmed'den kopardı.

Aynı zamanda "Gavrlar"a [8] karşı savaştı. Bunlar Herat'la Gaz-ne arasındaki dağlık bölgede oturan bir topluluk idiler. İslamı ka­bul etmiyor, yol kesicilik yapıyor ve dehşet saçarak halkı korkutu­yorlardı.

Sultan Mahmud otoritesi karşısında bunlara baş eğdirdi, ara­larında İslam dinini yaymaya çalıştı ve kendilerine İslamı öğrete­cek, müslümanlardan bir grup görevlendirdi.

Gazneli Mahmud'un daha çok ün kazandığı tarafi, onun Hin­distan'da gerçekleştirdiği fetihlerdir. Nitekim oralarda İslam mem­leketlerine yeni topraklar kattı ve bu dini oradaki halkın arasında yaymaya çalıştı. Halbuki daha önceki savaşları, genellikle İslam topraklan üzerinde cereyan etmişti. Ancak Hindistan'da giriştiği savaşlar ise daha çok cihad niteliğindeydi. Onun 392 yılında Hin­distan'da giriştiği hamleler, sayı olarak 12'nin üzerindeydi. Nite­kim Pencap Kralı Cibal'a karşı üstünlük elde ederek onu esir aldı. Aynı zamanda yarım milyondan fazla insanı da esir aldı. Fakat da­ha sonra Pencap Kralı Cibal'ı serbest bıraktı.

Hintlilerin adetlerinden biri de şuydu: Liderlik statüsünde bu­lunan biri şayet esir düşer ve kurtulursa ona bir daha liderlik mev­kii verilmezdi. Esir Pencap Kralı Cibal canını kurtarıp ülkesine dö­nünce başını traş edip kendini ateşe atarak intihar etti ve tahtını oğlu Enendibal'a bıraktı. Sultan Mahmud, cahiliyet devrinin, işte bu gibi adetlerine o yörelerde son verdi.

394 yılında ise Sultan Mahmud Pencap'm güneyinde bulunan Mültan bölgesine de giderek buraya girdi. İslam dinini buralarda yaymaya çalıştı ve müslümanlardan birini buraya sorumlu nasbe-derek onu ahaliye İslam dinini öğretmekle görevlendirdi.

Hicri 396 yılında da Mültan şehri üzerine yürüdü. Daha önce Pencap yoluyla buraya gitmişti. Pencap Kralı Cibaloğlu Enendi-bal ona ülkesinin topraklan üzerinden geçmeye müsaade etme­yince Sultan Mahmud onunla savaştı. Sonunda da üstünlük elde ederek yoluna devam etti. Bilindiği üzere Mültan Kenti, vaktiyle hicri 92 yılında Muhammed Bin Kasım Es-Sekafi zamanında fet­hedilmişti. Burayı Ebu'I-Futuh Davud adında biri son zamanlarda idaresi altına almıştı. Fakat bu adam Karmatilerin usullerini uygu­luyordu. Sultan Mahmud'un üzerine yürümekte olduğunu haber alınca Serendip Adasına (yani Seylan'a) kaçtı. Sultan Mahmud buraya varınca halkının direnişini kırdı. Karmati mezhebinin mensupları olarak ayrı bir dinden sayılmaları itibariyle onları Ciz-ye'ye bağladı.

Sultan Mahmud 396 yılında da bizzat kendi irşadıyla İslamı kabul ettikten sonra irtidad eden (yani tekrar İslam dininden çı­kan) Enendibal'in oğlunun üzerine yürüdü. Bu Hindu prensi îslam dininden çıktıktan sonra Sultan Mahmud'un idaresini tanı­maz olmuştu. Bunun üzerine Sultan Mahmud ona karşı savaşarak üstünlük elde etti ve Pencap'ı da ülkesine kattı.

Sultan Mahmud, bu kez de Maveraünnehr topraklarını Sama-nilerden alarak burayı işgal etmiş bulunan İlk Han'a karşı bir ham­lede bulundu. Sultan Mahmud bu hamleyle meşgulken durumu haber alan Hintli hükümdarlar ona karşı bir birlik oluşturdular. Bu­nun üzerine Sultan Mahmud hicri 398 yılında Sind Nehri'ni geçe­rek onların üzerine yürüdü ve onlara karşı parlak bir zafer kazandı. Sayılamayacak kadar da ganimetler elde etti. Böylece bu birlik par­çalandı ve Hintli hükümdarlar da heybetlerini kaybettiler.

Vaktiyle korkup Seylan'a kaçmış bulunan Mültan Hükümdarı Ebu'l-Fütuh, tekrar ülkesine döndü ve yine Karmatilik usullerini tatbik etmeye başladı. Bu sebeple Sultan Mahmud onun üzerine hicri 400 ve 401 yıllarında iki hamle yaparak peşinden de Mültan'a girdi. Davud'u esir alarak "Gavr" bölgesine sürdü. Davud ölünce­ye kadar orada sürgün yaşadı.

Sultan Mahmud 404 yılında da Hindistan'a bir sefer düzenle­yerek oradaki meşhur Somenat putunu yıktı ve birçok ganimetler ele geçirdi.

Keşmiri topraklarına katmak maksadıyla buraya da üç akın düzenledi. Fakat bu akınları, hicri 404, 405 ve 406 yıllarında her ne kadar tekrarladıysa da başarılı olamadı. Çünkü bu akınlar sırasın­da ordusundan büyük kayıplar vermişti. Askerlerinin çoğu taşan nehirlerde boğulmuşlardı.

Sultan Mahmud hicri 407 yılında da Harzemlere karşı giriştiği savaşla meşgul oldu. Harzem Şahı Me'mun Sultan Mahmud'un kızkardeşiyle evliydi ve esasen onun otoritesini de tanıyor, ülkesi üzerindeki sultasını itiraf ediyordu. Ne varki komutanlarından ba­zıları onu öldürüp yerine oğlunu geçirdiler. Buna öfkelenen Sul­tan Mahmud Harzem topraklan üzerine yürüdü ve bu ülkeyi işgal etti. Katil devrimcileri de cezalandırdıktan sonra Harzem ülkesi­nin başına kendi tarafından bir emir tayin etti.

Sonra Sultan Mahmud Keşmir'e yönelerek, kendi davet ve tel­kiniyle İslam dinini kabul eden hükümdarını dize getirdi. Nitekim Gazneli Sultan Mahmud'un ülkelerine yaklaştığını haber alan Hindistan'ın ileri gelen şahsiyetlerinden bazıları da kendiliklerin­den müslüman oldular. Çünkü korku ve dehşete kapılmışlardı. Öyleki Sultan Mahmud'un ayak bastığı her yerde, -bazısı da altın­dan yapılmış bulunan- putlar hemen yıkılıyor parçalanıyordu.

Sonra Gazneli Mahmud, Ganj Nehri üzerinde bulunan Ku-nuc'a yürüdü. Bölgenin hükümdarı kaçtı. Sultan Mahmud buraya girerek putları yıktı ve kalelerini ele geçirdi.

Bu gelişmeler üzerine Hintli liderler toparlanıyor, aynı zaman­da vaktiyle Gazne'ye boyun eğmiş bulunanlar da onlara katılıyor­lardı. Bunu haber alan Sultan Mahmud hicri 409 yılında üzerleri­ne yürüyerek topluluklarını dağıttı ve yol kesenlerin dehşet ve kor­ku saldıkları dağlık bölgelerde güvenliği sağladı.

416 yılında da yine Hindistan üzerine yürüyerek Thar Çölünü geçti, bu sırada Kojarat liderleri ona karşı birleştiler. Daha öncele­ri ise kaçmışlardı.

Sultan Mahmud'un Hindistan'a düzenlediği son sefer ise, onun 418 yılında giriştiği savaştır. Bu savaş için bir donanma da hazırlamıştı. Çünkü artık devletinin, sahilleri bulunan bir bölgesi vardı.

Gazneli Sultan Mahmud 421 yılında ölüm döşeğine yatınca yerine en küçük oğlu Muhammed'in geçmesini vasiyet etti. Mu-hammed onun Belh naibiydi. Onun en büyük oğlu ve daha önce­ki veliahdı Mesud'u ise veliahdlıktan atmış bulunuyordu.

Muhammed babasının ölümünden sonra Gazne'ye gelerek bey'at aldı, Ancak kendini eğlenceye kaptırdı. Bu da devletin bazı ileri gelenlerini gücendirdi. Bunun üzerine Mesud'u davet ederek (kardeşiyle arasında çıkan anlaşmazlıktan ve Muhammed'i tutuk­ladıktan sonra) ona bey'atte bulundular.

Mes'ud 421 de idareyi üstlendi. 422 de de Miğran'ı zaptetti. Bu suretle Gazneli Devleti İslam topraklarının doğusunun en büyük bölümünü kapsamış oldu. Hatta Irak'ı fethetmek üzere Horasan'a kadar bile yürüdü. Ne varki Lahor'daki naibinin bunu fırat bilerek elinin altındaki topraklar üzerinde bağımsızlığını ilan etmek istmesi onun, bulunduğu yerden tekrar Gazne'deki merkezine dön­mesine sebep oldu [9]

 

Ubeydîler

 

Ubeydi Halifesi El-Aziz hicri 386 yılında ölünce yerine "El-Ha-kim'u Biemrillah" unvanını alan oğlu Ebu Ali Mansur geçti. Yaşça küçüktü, henüz onbirini bitirmemişti. Çünkü 385 yılında dünyaya gelmişti. Bu sebeple devlet işleri (ölen Halife) El-Aziz'in Özel hiz­metini yürüten ve işlerini idare eden Ebu'l-Fütuh Burcuvan adlı birinin elindeydi.

El-Hakim, Allah'a karşı gelen asi bir şeytan, inatçı bir zalim, her boyaya boyanan bir hilebaz, kan dökücü, vicdanı kirli, büyük dalavereler ve oyunlar çeviren, bol paralar verip kendine methiye­ler söyleten bir adamdı. Onun, hayretler uyandıran bir hali ve il­ginç bir hayat hikayesi vardır. Devrinin firavunuydu. Her seferinde acayip emirler verir ve halkı bu emirlere uymaya mecbur ederdi.

Nitekim Hz. Peygamber (sav)'in sahabilerine sövüp saymayı ve bu hakaret dolu sözlerin cami kapılarına ve caddelere yazılma­sını, keza emrindeki devlet adamlarına sözlü hakarette bulunma­larını ve köpekleri imha etmelerini emretti. Bira ve Muluhiyye adıyla bilinen yemeğin, derisi üzerinde pul bulunmayan balıkların yenmesini ve hurma satışını yasakladı. Hıristiyanlara, boyunların­da haç, yahudilere ise bir ağaç kökü taşımaları mecburiyetini ge­tirdi, Mısır'da kiliseleri yerle bir etti. Bu hadise üzerine (canlarına bir zarar gelmesin diye) Ehl-i Kitaptan (yani hıristiyan ve yahudi-lerde birçok kimse îslamı dış görünüşleriyle kabul etmiş gibi gö­rünmeye çalıştılar. El-Hakim, ayrıca huzuruna girenlerin yeri öp­melerini ve hutbelerde kendisine dua etmesini yasakladı. Münec­cimleri' [10] sürgün cezasına çarptırdı, kadınların da evlerden dışarı çıkmasına yasak koydu.

Bir süre sonra kiliselerin yemden inşa edilmesini ve vaktiyle îslama girip dindarlık gösterisinde bulunanların tekrar hıristiyan olmalarını emretti. İlim erbabından iki şahsiyetin, İmam Malik mezhebini araştırmalarını emretti. Fakat daha sonra dönüp bu iki zatı işkenceyle öldürdü.

Bir zaman sonra El-Hakim'de uzlet etme arzusu (yani insan­lardan uzak durma ve yalnız kalma isteği baş gösterdi. Bu sebeple bir eşeğe binerek yalnız başına çarşı pazarları dolaşıp halkı denet­lemeye çalıştı. Önüne de iriyan cüsseli ve sapık ruhlu bir köle kat­mıştı. Vatandaşlardan kimin cezalandırılması gerekiyorsa, bu kö­leye, o vatandaşın ırzına geçmesini emrediyordu. Tecavüze uğra­yan vatandaş ise o sırada avazı çıktığı kadar bağırır dururdu. [11]

EI-Hakim bir keresinde de şehrin yakılmasını emretti ve as­kerlerine şehirde istedikleri gibi davranmaları ve halkın ırz ve na­musuna tecavüzde bulunmaları konusunda serbesti verdi. Peşin­den de manzarayı seyredip sonra kendisine anlatmak üzere hiz­metçisini görevlendirdi. Hizmetçi dönünce El-Hakim ona:

- Neler gördün? diye sorunca o da şu cevabı verdi:

- Eğer Roma Diktatörü Neron bu tertibi yapmış olsaydı, bun­dan daha ileri gitme ihtiyacını duymaz, görmüş olduklarıma da­ha başka bir şey ilave etmezdi.

Bu sözleri dinleyen El-Hakim, hizmetçisinin derhal boynunu vurdurdu.

El-Hakim bir çok devlet adamı tayin etmiş, ancak hiç birinin istikrar bulmasına (üstlendiği görevi şöyle bir düzene sokmasına mühlet vermeden) azletmiştir.

El-Hakim, astronomiyle uğraşanların çalışmalarını da iptal et­ti. Kölelerinin çoğunun hürriyetini bağışladı. Amcasıoğlu Abdür-rahim Bin İlyas'i da kendine veliahd seçti.

Horasanlı biri olan Hamza Bin Ali Bin Ahmed Ez-Zozeni [12]

adında bir şahıs 405 yılında Mısır'a geldi. Öyle anlaşılıyor ki bu adam, EI-Hakim'in özel hizmetinde bulunan kimselerden biri ol­du. Daha sonra da Mısır'da İsmaililik düşünce ve ideolojisini geniş bir şekilde yaymaya çalışan propagandistlerden biri oldu. hic­ri 408 yılında da El-Hakim'in ilah olduğuna dair inancını aleni bir şekilde ortaya attı. Bunun üzerine halk bu adama karşı galeyana geldi. Adamsa koıkusundan El-Hakim'in sarayında ya da dışında bir yerde bir yıl boyunca gizlendi. Sonra Lübnan'daki Vadi't-Tey-yim'e kaçtı. Çünkü buralarda Tenuhoğulları Kabilesinden oymak­lar bulunuyor ve bunlar Ubeydiler'i desteklemekle tanınıyorlardı.

Hicri 409 yılında da El-Ahram lakabıyla bilinen El-Hasan Bin Haydara El-Ferganî adında biri ortaya çıktı. Bu adam da keza El-Hakim'in bir ilah olduğunu iddia ediyordu. Fakat çok geçmeden Öldürüldü. Ayrıca Noştekin diye (başka bir isimle de tanınan) Mu-hammed Bin İsmail Ed-Dürzi diye bir başkası daha ortaya çıktı. Aslında El-Hakim'in bir ilah olduğu yolunda ilk defa ortaya bir fi­kir atan ve hicri 407 yılında da bunu propaganda eden bu adam­dır. Bu yıl içinde Mısır'a ulaşmıştı. Öyle anlaşılmaktadır ki sırf bu görüşü bu inancı ortaya atmış olması yüzünden öldürüldü. Kimi­leri de onun sarayda gizlendiğini, asker yatıştıktan sonra da Şam'a kaçtığını buralarda Et-Teyyim Vadisi'nin güneyindeki Banyas köy­lerinden birine yerleşerek Hamza Bin Ali'yle bu ideolojide rekabe­te giriştiğini söylemektedirler ki hicri 411 yılında bu sebeple öldü­rülmüştür.

Bu sırada Mekke Emiri bulunan Ebul-Fütuh, Er-Raşid'u Bil-

lah unvanını alarak İslam dünyasının halifesi olmaya talip çıktı. Sonra yanma akrabalarnıı ve bin kadar da kölesini alarak Suriye topraklarında yerleşik bulunan Et-Tâî Kabüesi'nin Cerrahoğulla-ri oymağına katıldı ve Ramle'de hükmetmeye başladı. O sırada Ubeydilerin Mısır'daki Halifesi El-Aziz, bu olaydan ürkmeye baş­ladı. Bu sebeple de Tâî Kabilesiyle işi alttan almaya ve onlarla du­rumu idare etmeye çalıştı. Onlara bol bol iyiliklerde bulundu. Mekke ve Medine Emirliğine ise Er-Raşid'in amcasıoğlunu getirdi. Böylece Er-Raşid'in davası gevşedi. Onu ileri gelenlerden Ebu'l-Hasan Et-Tâî himaye ediyordu. Ona yeniden Mekke Emirliği'ne dönünceye kadar nazik muamelede bulundu.

Neden sonra da Ebu Rakva El-Emevi [13] adında biri ortaya çıkti. Onu destekleyen yandaşlardan bir topluluk etrafında toplandı. Ebu Rakva EI-Hakim'e karşı silahlı mücadeleye girişti, ona lanet­ler okudu. Bunun üzerine El-Hakim onaltıbîn kişiden oluşan bir ordu hazırladı ki üzerine yürüyerek onu yakalamayı ve ortaya çık­tığı Barka'da öldürmeyi başardılar.

Hicri 411 yılındaysa El-Hakim'in kız kardeşi Sitülmülk ve Prens Bin Davvas'm işbirliği sonucu olarak El-Hakim öldürüldü. Bu da kız kardeşine karşı işlediği kötülüğün bir intikamıydı. Zira onu zina ile halkın işine karışmakla suçlamıştı. Hakim'in öldürül­mesi olayı ise çok gizli bir şekilde tertib edildi.

Abdurrahim Bin İlyas El-Ubeydi'ye gelince El-Hakim onu veliahd olarak tayin etmişti. Sonra 410 tarihinde onu naib olarak Dı­mışk'a gönderdi. Abdurrahim's e burada eğlenceye daldı. Bunun üzerine orduda karışıklık çıktı. El-Hakim ölünce komutanlar onu yakalayıp önce zindana attılar sonra da öldürdüler. Bunun üzeri­ne EI-Hakim'in kızkardeşi Sittülmülk Eî-Hakim'in oğlu Ali Ebu'l-Hasan Ez-Zahir'u Li'İzazidinillah'ı başa geçirerek aynı zamanda onu yönlendirmeye çalıştı. Sittülmülk hicri 415 yılında ölünceye kadar O'nu bu şekilde yönetti. Devletin işlerine ise İbni Davvas bakıyordu.

Kuzey Afrika'nın Ubeydi idaresine bağımlılığı ise sadece bir isimden ibaretti. Ubeydiler'in Kuzey Afrika Valisi olan {Sanhaca Kabilesi'nin ileri gelenlerinden) El-Mansur Bin Yusuf Bilgin hicri 386 yılında Ölmüştü. Bu zat faziletli, cesur, kararlı, güzel ahlaka sa­hip bir şahsiyetti. Adaleti ve vatandaşları severdi. Yerine Ebu Mü-nad künyesiyle tanınan Badis geçti. Badis amcası Hammad Bin Yusuf Bilgin'i Esir Bölgesi'nin sorumlusu olarak tayin etti ve bura­nın feodal idaresini ona verdi. Bu zat Benihammad'm (Hammado-ğulları sülalesinin atasıdır) Badis, daha sonra genişlemiş bulunan devletin işlerini zapturapta almakla zorluk çekince, devletin batı kesimim de amcasının feodal bölgesine ilave etti. Bu suretle bu­günkü Cezayir kentinin 110 km. güneyine düşen Eş-Şellif Nehri üzerindeki Esir bölgesinde Hammadiye Devleti kurulmuş oldu.

Badis'le amcası Hammad'm daha sonra araları bozuldu. Bu anlaşmazlık ise taraflar arasında hicri 406'da savaşa sebebiyet ver­di. Badisoğlu Mansur'u yerine veliahd seçmişti. Ancak ölünce ordu komutanları, Hammad'a karşı savaşıp onu yenilgiye uğratan Mansur'un oğlu Kerâme'yi başa geçirdiler. Ne varki El-Mansuri-ye'ye dönünce halkın, Badis'in oğlu El-Muiz'ze bey'at ederek onu başa geçirmiş bulunduklarım gördü. Halbuki El-Muiz yaşça kü­çüktü ve sekizini henüz yeni bitirmişti. Nitekim Kerame'de halka uyup ona bey'atte bulundu. Sonra Ubeydi Halifesi El-Hakim de Muizzin, Kuzey Afrika valiliğine tayin edilmiş olması konusunda­ki muvafakatini gönderdi ve ona Şerefüddevle unvanını verdi. Sonra EI-Muiz, babasının amcası Hammad'a karşı silahlı mücade­le vermek üzere harekete geçti ve onu yendi. Daha sonra da barış­tılar. Bir ara, Zari Bin Ziri Bin Münad'da Endülüs'ten döndü. Zavi, vaktiyle Hammad'la araları bozulduğu için kardeşleriyle Endü­lüs'e gitmişlerdi. Bu sıralarda da, Hıristiyanlara karşı da cihad fa­aliyetlerinde bulunmuşlardı.

Hicri 407 yılındaysa Şiiler, halkın elleriyle öldürüldüler. Çünkü Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'e sövüyor, müslümanları tahrik edi­yorlardı. Kuzey Afrika Valisi El-Muiz ise ehl-i sünneti müdafaa ediyordu. Nitekim İmam Malik'in mezhebini bu bölgede o yay­mıştır. Daha önceleri ise buralarda Ebu Hanife'nin mezhebi ha­kimdi.[14]

 

Endülüs Emevileri

 

Muhammed Bin Amir hıristiyan toprakları üzerine bir ordu sevkederek onları hırpaladı. Bu sırada îslam orduları büyük gani­metler ele geçirerek hıristiyan krallarından birini de esir aldılar. Hicri 393 yılında da Muhammed Bin Amir ölünce Emevi hâneda-nmm prensleri arasında siyasi kavga çıktı. Bunun üzerine Süley­man Bin El-Hakem Bin Süleyman Bin Abdurrahman En-Nasır devlet idaresini ele aldı. hicri 400 yılında ise Hişam El-Mueyyid genel bir sıfatla Emevi Halifeliği makamına getirildi. 403 yılında ise hükümdarlık ikinci defa olarak yine Süleyman'ın eline geçti.

Alî Bin Hammud El-İdrisi El-Hasani Mağnb memleketlerin­den Septe'de bulunuyordu. Onun biraderi Kasım Bin Hammad da Endülüs'te El-Ceziretül Hadra (yeşil ada)ya hükmediyordu. Bun­lar Emevi Halifesi, Süleyman Bin Hakem'in destekçilerinde idiler.

Hayran El-Amirî ise Hişam El-Müeyyid'in taraftarlarmdandı. Hayran Süleyman' a ters düştü ve ona karşı mücadele verdi. Ancak sonunda Kurtuba'ya, oradan da Al-Maria'ya kaçmak zorunda kal­dı. Hişam El-Müeyyid'in veziri Amir Bin Fütuh bu sıralarda Mala-ga'da bulunuyordu. Gözü iktidarda bulunan Ali Bin Hammud'la yazışarak onu saflarında yer almaya davet etti. O da bu davete uy­du. Böylece Endülüs'ün güneyi Süleyman'a karşı (bir bütün ola­rak) muhalif hale geldiler. Nitekim Gırnata Emiri de bu karşıtların yanında yerini almıştı. Bunların hepsi Kordova üzerine yürüyerek Halife Süleyman'a karşı savaştılar, ordusunu bozguna uğrattılar ve onu esir aldılar. Peşinden Ali Bin Hammud Kordova'ya girdi. Bunun üzerine halk Halife Hişam El-Müeyyid öldürüldüğü gerek­çesiyle ona bey'atte bulundular ve Ali Bin Hammud Halife sıfatıy­la El-mütevekkil Alellah unvanını aldı. Ancak çok geçmeden Hay­ran El-Amiri O'na karşı cephe alarak Kordova'dan ayrıldı.

Daha sonra Hayran El-Amirî Emevi Hanedanından biri olan Abdurrahman Bin Muhammed Bin Abdulmelik Bin Abdurrah-man En-Nasır'a Halife sıfatıyla bey'at etti. Abdurrahman's a bu­nun üzerine El-Murtaza unvanını aldı. Ali Bin Hammud ise bu olay üzerine Kordova'dan ayrıldı. Şehre bu kez de El-Murtaza gir­di. Ne varki Zavi Bin Ziri Bin Munad'a karşı savaşmak üzere güne­ye doğru sefere çıktığı sırada öldürüldü. Ali Bin Hamud ise Ci-yan'a gitti, fakat öldürüldü. Yerine de büyük kardeşi Kasım Bin Hammud geçti ve 412 yılma kadar Kordova'da kalarak buranın hükümdarlığını yaptı.

Ancak Kasım da kardeşi Ali Bin Hammud'un oğlu Yahya ile ih­tilafa düştü. Kasım Kordova'dan İşbiliye'ye gittiği bir sırada Yahya Malaga'dan çabucak gelerek Kordova'ya girdi ve halkından bey'at alarak El-Mu'teli unvanını aldı. Bu sıradaysa Endülüs'te aynı anda iki halife peyda olmuş bulundular ki bunlardan biri Kordova'daki Yahya Bin Ali Bin Hammud, diğeri ise İşbiliye'deki El-Kasım Bin Hammud'du. Kordova Halifesi Yahya Bin Ali bir araMalaga'ya git­mişti. Bunu fırsat bilen amcası El-Kasım, sür'atle Kordova'ya gire­rek şehrin halkından kendisi için bey'at aldı. Ancak yeğeni Yahya da güney taraflarında güçlenmişti. Aynı zamanda kardeşi îdris de güçlenmiş vaziyetteydi. Bu sebeple Kordova halkı halifelerini hiçe saydılar. Dolayısıyla ortalığı bir anarşi sardı. Yağma hadiseleri yaygmlaştı. Bunun üzerine El-Kasım Kordova'dan ayrılarak İşbili­ye'ye yöneldi. Kent halkı onu kabul etmediler, bilakis idarelerini Bin Abbad'a verdiler.

El-Kasım Bin Hammud, kardeşi Yahya'ya esir düştü ve 431 yı­lında ölünceye kadar onun hapsinde kaldı. Yahya ölünce yerine kardeşi İdris Bin Ali geçti. Kordova'nm idaresine gelince Emevi Ha-nedanmmdan Abdurrahman Bin Hişam Bin Abdulcebbar Bin Ab­durrahman En-Nasır'm eline geçmişti. Kordova halkı hicri 414 yı­lında ona halife sıfatıyla bey'atte bulundular ve Abdurrahman, El-Müstazhıru Billah unvanını aldı. Ancak çok geçmeden Kordova, halifesine baş kaldırdı ve şehir halkı onu öldürerek hicri 414 yılında başlarına Muhammed Bin Abdurrahman Bin Abdullah Bin Abdur­rahman En-Nasır'ı geçirdiler. Ve ona El-Müstekfi unvanını verdiler. Ne varki bir müddet sonra ona karşı ayaklandılar. Bunun üzerine Muhammed Bin Abdurrahman kentlerinden çıkarak Salim şehrine yöneldi ve çok geçmeden görünürde anlaşıldığı kadarıyla kendisine yedirilen zehirden öldü. Sonra Kordova halkı idarelerini kendisine teslim etmek üzere, Yahya Bin Ali Bin Hammud'a yazı göndererek onu Malaga'dan davet ettiler. Yahya da yerine bir naib göndererek hicri 416 yılında onlardan kendisi için bey'at aldırdı. Ancak daha sonra halk Hayran El-Amırî'nin, kentlerine baskın düzenlemesin­den korkarak onu devirdiler. Yahya daha sonra İşbiliye'ye yapılan bir hücum sırasında Öldürüldü. Onun yerine ise Malaga'da İdris Bin Ali geçirilerek, kendisine El-Mueyyid unvanı verildi.

İdris hicri 431 yılma kadar iktidarda kaldı. Sonra Kordova ken­tinin ileri gelenleri başlarında Cahvar Bin Muhammed Bin Cah-var Ebu'1-Hazm olmak üzere toplanarak Ebubekir, Hişam Bin Mu­hammed Bin Abdulmelik Bin Abdurrahman En Nasır'a bey'at et-tiler ve ona El-Mu'ted Billah unvanını verdiler. Ancak daha sonra devrilerek yerine Ümeyye Bin Abdurrahman Bin Hişam Bin Ab­dulcebbar Bin Abdurrahman En-Nasır geçirildi. Ebubekir Hi­şam 'sa Kordova'dan ayrıldı ve bir suikastle öldürüldü. Ümeyye'ye gelince Kordova'lılar ondan kentlerini El-Muıted ile birlikte terk etmelerini istedikten sonra kayıplara karıştı.

Sonra Ebu'1-Hazm Cahvar Bin Muhammed Bin Cahvar Kor­dova'da, Bin Abbad da îşbiliye'de bağımsızlıklarını ilan ettiler. Ar­tık bu şehirlerin her birinde birer kral ve birer sultan vardı.[15]

 

Yemen

 

Hicri 402 yılında Zubeyd'deki Beni Ziyad (Ziyadoğulları) dev­leti bu hanedanın idaresini üstlenmiş bulunan El-Hüseyn Bin Se-lame'nin ölümünden sonra tarihe karıştı. El-Hüseyn Bin Selame, aslında bu hanedanın, azadlı kölelerinden biriydi. Ziyadoğullan Hanedanı içinde Ebu'1-Ceyş Bin îshak adındaki küçük bir çocuk­tan başka idareyi üstlenecek bir kimse artık bulunmadığı için El-Hüseyin iş başına gelmişti. El-Hüseyin Bin Selame kararlı fazilet­li ve iyi bir idareciydi. Gerçekten de Ziyadoğulları Devletine yeni bir ruh verdi. Yemen bölgesinin büyük bir kesimiyle Hicaz'da bazı mıntıkalar ona bağlandı. O ölünce de devleti parçalandı. Ondan sonra NecahoğuUan Tuhame Bölgesine, Ya'fir Oğullan San'a'ya ve başkaları da Yemen'in diğer kentlerine hakim oldular.

El-Hüseyn Bin Selame ölünce onun yerine yine Ziyadoğulla-ri'nin azadlı kölelerinden biri olan Necah, idareyi ele aldı ve Tuha­me Bölgesi üzerinde sultanlığını ilan etti. Aynı zamanda abbasi Halifesi El-Kadir'u Billah'a bir mesaj yollayarak iktidarını tanıdı­ğını ve ona bağlılığını açıkladı. Hicri 452 yılına kadar da iktidarda kaldı.

Yafiroğullan (Beni Ya'fir) Devletine gelince bu devletin emiri Abdullah Bin Muhammed Bin Kahtan hicri 387 yılında öldü. Yeri­ne ise oğlu Esad geçerek hicri 393 yılma kadar da iktidarda kaldı. Nitekim Ayyan da bulunan İmam El-Kasim Bin Ali El-Ayyanî ona bağlılığını bildirdi.

El-Mansur unvanıyla bilinen İmam Kasım Bin Ali El-Ayyanî ise hicri 393 yılında El-Mehdi unvanıyla bilinen oğlu El-Hüseyin Bin Kasım geçti. Hüseyin ise hicri 403 yılında Rayda'da Dahhako-ğullanna karşı giriştiği savaş sırasında Öldürülünceye kadar ikti­darda kaldı. Saada'ya gelince burasını İmam Yusuf idare ediyordu. Ve Hicri 403 yılına kadar da iş başında kaldı.[16]

 



[1] Adı Osman Bin Abdurrahman Bin Musa El-Kurdi, künyesi Takiyyüd-din'dir. İbn'üs-Salah olarak tanınmıştır. Tefsirde, hadis, fıkıh ve meşhurların soy biliminde ileri derecede bilgi sahibi kadılardan biriydi. Mustalah'ül-Hadisteki meşhur mukaddimenin sahibidir. H. 643'te Dımışk'ta öldü

[2] Hicri 232 yılında ölen Halife El-Vasık'u billah Harun Bin Muhammed'in oğludur.

[3] Siyer'u â'lam'in-Nübetâ

[4] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/193-195.

[5] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/195-196.

[6] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/196-197.

[7] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/197-198.

[8] Müslüman olmayanlara "Gavr" denmesinin buradan geldiği muhtemel­dir. (Mütercim)

[9] H. İ. Hasan, Tarih'ul-Islam tere, c. 4, s. 459-477

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/199-203.

[10] Müneccim; Yıldız falına bakanlara denir. (Mütercim)

[11] Siyer'u â'Iam'in-Nübetâ {Ibni Badis Tarihi'nden 1/53}

[12] Hamza Bin Ali Horasan kentlerinden Zozen'de doğdu

[13] Bu şahıs El-Velid Bin Hişam El-Osmani El-Endülüsi'dir

[14] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/203-207.

[15] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/207-209.

[16] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/210.