78- EL-KAADİR'U BİLLAH AHMED İSHAK BİN EL-MUKTEDİR (HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 381-422)
El-Kaadir'u Bîllah Döneminde Prenslikler
Adı Ahmed Bin İshak'tır. Halife El-Muktedir'in oğludur. Künyesi ise Ebu'l-Abbas'tir. Hicri 336 yılında dünyaya geldi. Annesi Temenni adında bir cariyeydi. El-Kaadir'u Bnlah (fizik yapı olarak) beyaz tenli ve sık sakallıydı. Sakalına kına yakardı. Dindar, âlim, ehli ibadet ve vakar sahibi bir şahsiyetti. Halifelerin en büyüklerinden ve en örneklerinden biriydi. Ulemadan İbn'üs-Salah [1] onu, Şafii mezhebinin ileri gelen alimleri arasında sayar. El-Kaadir'u bülah Ebu Büşr Ahmed Bin Muhammed El-Herevi'den Şafii fıkhını tahsil etmişti.
Tarihçi El-Hatip onu şöyle anlatıyor, diyor ki: "Dindarlık, te-heccüt namazına devam ve çokça sadaka vermek gibi sıfatlarla meşhur olmuştu." El-Kadir'u Billah Usul konusunda bir kitap da yazmıştır. Bu kitapta sahabe-i kiramın faziletlerini anlatmış ve Kur'an-i Kerim'in mahîuk olduğunu söyleyenlerin küfürde olduklarını kaydetmiştir. Bu kitap vaktiyle her cuma günü hadis derslerinin halkalarında okunurdu. EI-Kadir'u Billah'ın hilafet müddeti boyunca okunan bu kitabı halktan bir çok kimse dinlemeye gelirdi. Hilafet süresi ise 41 yıl 3 ay sürdü.
EI-Kadir'u Billah, Et-Tayiu Lillah'm hicri 381 yılında ha edilmesinden sonra ve kendisi mevcut bulunmadığı bir sırada hilafet makamına getirildi. Sonra Ramazanın onuncu günü gelip hazır bulunarak tören için ertesi gün umuma karşı oturdu ve tebrikleri kabul etti.
Hicri 383 yılında EI-Kadir'u Billah Başvezir, Bahaüddevle'nin kızı Sekine ile evlendi. 391 yılında da oğlu EI-Galib'u Billah'ı veli-ahd seçti. Bu sırada oğlu 9 yaşındaydı. Bunu aceleye getirdi. Çünkü eski halifelerden El-Vasik'u Billah'ın torunlarından EI-Hatib'ul Vasıki [2] Horasan'a gitmiş orada El-Kadir'u Billah'ın ağzından, (sözde) kendisini halife seçmiş bulunduğuna dair bir yazı yazmış ve orada devletin ileri gelenleriyle bir araya gelerek bunu ilan etmişti. Onlar da kendisini ciddiye almış saygı göstermişlerdi. El-Kadir'den sonra adına hutbe bile okundu. Hatta Halife El-Kadir'e elçiler göndererek yaptıklarını haber verdi. Bu suretle El-Hatib El-Vasik'm, fasık (yani sahtekâr bir kişi olduğu) tesbit edildi. O da bu sebeple gurbetlerde sürgündeyken öldü.
Yine tam bu sıradaydı ki Ubeydi sülalesinden El-Hakim'in propagandistleri her tarafa yayılmış bulunuyorlardı. Bunun üzerine El-Kadir'u billah, Ubeydilerin, nesebinin bozuk olduğunu ve onların aslında (Ehli beyt'e değil de) Disan Bin Said El-Huremi adındaki bir şahsın soyundan geldiklerini açıklayan bir zabıt hazırlanmasını emretti. Orada hazır bulunanlar da, Mısır'da Ubeydi-lerden Nizar El-Hakim'in oğlu Nacim Mansur'un, Allah'ın gazabına mahkum olduğa ve bu sülalenin atası Mağrıb'a gidince orada isim değiştirerek El-Mehdi Ubeydullah takma adını kullandığı bu adam ve geçmişlerinin, pislik, necaset, haricilerden bir haşere güruhu ve aslında soyundan gelmedikleri kimselere yamanan, keza bu En-Nacim adlı şahıs ve seleflerinin birer kâfir, zındık, putperest ve mecusi inançlı kimseler oldukları, Allah'ın müeyyidelerini uygulamadan kaldıran, ırz ve namus dokunulmazlığını mubah hale getiren, kan döken, peygamberlere sövüp sayan, geçmiş şahsiyetlere lanet okuyan ve ilahlık taslayan kimseler olduklarına dair şe-hadette bulundular.
Halife El-Kaadir'u Billah, ayrıca bir ara Mutezile Taifesi'nin fakihlerini batıl inançlarından vazgeçirerek onlara tövbe ettirdi. Onlar da mensub oldukları, Mutezililik ve Rafızilikten teberri ettiler. (Yani vazgeçtiklerini ilan ettiler.) Onlardan bu konuda ayrıca yazılı taahhüt almdı. [3]
398 senesinde de Bağdad'ta Şiilerle Sünniler arasında bir fitne çıktı. Hadiseler öyle gelişti ki nerede ise bu sırada Şeyh Ebu Hamid El-Isferayini öldürülücekti. Rafıziler Bağdat'ta "Ya Hakim! Ya Mansur!" diye bağrışıyor, slogan atıyorlardı. Halife El-Kadir'i Billah gerekli tedbiri alarak, kapısındaki özel muhafız süvarileri, ehli sünnete yardım etmek üzere görevlendirdi. Ancak bu suretle Rafıziler bastırıldılar.
Hicri 422 yılının Zilhicce ayında ve Kurban bayramının ikinci günü Halife El-Kaadir'u Billah öldü. Halife. 87 yıl yaşadı.[4]
Kendi aralarında giriştikleri kavga sebebiyle ve ayrıca Türk asıllı komutanların güçlenmesi, keza düşmanlarına karşı kılıç olarak kullandıkları, ordularım oluşturan Deylemlilerin etkinliklerini kaybetmesi sonucu olarak (Abbasi Devletini uzun yıllar Halifeler adına yöneten) Buveyhî Sülalesi yavaş yavaş zayıflamaya başladı. Bu sülaleden ilk olarak Türklerin kuvvetlenmesi için çalışanın Bahaüddevle olduğu sayılmaktadır. Bu sıralarda Irak, Ahvaz, Kirman ve Fars bölgeleri Buveyhoğullarınm birbirlerine karşı giriştikleri kavgalardan sebep bir arenaya dönüşmüştü. Bu zayıflama ise Ubeydi nüfuzunun neredeyse Irak'a kadar yayılmasına yardım ediyordu. Nitekim Ukayloğulları'nın emiri Garvaş Bin El-Mukal-lid Hicri 401 tarihinde Musul'da Ubeydiler adına hutbe bile okuttu. Ancak yapılan baskı sonucu Abbasi yönetimine yeniden baş eğmek zorunda kaldı.
Hicri 403 tarihinde ölen Bahaüddevle'nin yerine oğlu Sulta-nüddevle geçti ve hemen kardeşleriyle siyasi çekişmelere başladı. Bunun üzerine kardeşi Kıvamüddevle Gazneli Mahmud'a sığındı. Gazneli Mahmud da ona askeri bir kuvvetle yardımda bulundu.
Bu kez Sultanüddevle Bağdad'dan ayrılarak yerine biraderi Müşrifüddevle'yi bıraktı. Ancak daha sonra ona karşı da cephe alarak oğlu Ebu'I-Kalicar komutasında gönderdiği bir kuvvetle Bağdad'a yeniden dönmek için çabaladı. Fakat başaramadı. Sonunda da kardeşiyle barıştı. Müsrifüddevle ölünce Bağdad'a bu kez de onun üçüncü kardeşi Celalüddevle hükmetmeye başladı. Celalüddevle, yönetmekte olduğu Basra'dan gelmişti. Önce kardeşi oğlu Ebu'l-Kalicar'la ihtilafa düştü. Ancak sonra Bağdad'ta durum onun lehinde istikrara kavuştu. Bu sırada ise Türk asıllı komutanların da büyük ölçüde etkinlikleri arttı.
Hilafet makamının, nisbeten de olsa bu dönemde heybet ve kuvvetini devam ettirmesi belki de Buveyhoğulları arasında cereyan eden bu büyük ihtilaflar sayesindeydi. Nitekim bu sebepledir ki Halife El-Kaadir'u Billah'ın sözü bir dereceye kadar geçiyordu.[5]
Hicri 381 yılında Seyfüddevle'nin oğlu Ebu'l-Meali Saadüd-devle ölünce yerine oğlu Saad Ebu'I-Fazail geçti. Saadüddevle, iki oğlu Ebu'I-Fazâil ve Ebu'l-Heyca ile kızı Sittünnâs'ı Lü'Iü adındaki lalasına emanet etmişti.
Lü'lü', bu çocuklardan Saidüddevle unvanını alan Saad Ebu'I-Fazâil'e bey'at ederek O'nu babasının yerine geçirdi, onun döneminde Hamdâniler'le Ubeydiler arasında savaş çıktı. Bu sırada Ubeydiler'in komutanı Haleb'e giremedi, Şam'a dönmek zorunda kaldı. Bu çekilmeden etkilenen Ubeydi Halifesi El-Aziz Hamdanî-ler'le savaşmak üzere bizzat kendisi üzerlerine yürüdü. Ancak henüz Mısır'dan çıkmadan önce ölüm onu yakaladı.
Lü'lü' Saidüddevle'ye danışmadan devlet işlerinde istediği gibi tasarrufta bulunuyordu. Bu arada gerek Saidüddevle'den gerekse evlenmiş olduğu kızından kurtulmaya çalışıyordu. O'ndan ayrıldıktan sonra da Saidüddevle'nin Ebu'l-Hüseyin Ali ile Ebu'l-Meâli Şerif adına da devleti bir süre idare etti.
Lü'lü' daha sonra Ebu'l-Hüseyin ve Ebu'I-Meali'yi tutuklayarak Hamdani Hanedanının diğer bütün fertleriyle birlikte hicri 394 tarihinde Kahire'ye sürdü. Kendisi ise Haleb'in tek hükümdarı olarak kaldı. Oğlu Mansur'u da kendine veliahd seçti.
Lü'lü' 399 yılında ölünce yerine oğlu Mansur geçerek Ubeydi otoritesini tanıdı. Bu suretle artık Halep, Ubeydiler'in (Fatımi Devletinin) yönetimine bağlanmış oldu.[6]
Hicri 383 yılında Samani Devleti'nin komutanlarından bazıları, başlarındaki emirleri Nuh Bin Mansur'a karşı ayaklanarak,Türk Prensi Şahabüddevle Harun Bin Süleyman İlk'e baş vurarak onu, Maveraunnehr topraklarını istila etmeye özendirdiler. Süleyma-noğlu Harun'un prensliği Samanî Devletinin doğusuna düşüyor ve Çin sınırlarına kadar uzanıyordu. Nitekim Süleymanoğlu, Maveraunnehr Bölgesi üzerine yürüyerek Samanileri yendi ve Buhara şehrine girmeyi başardı. Fakat Buğra Han adıyla tanınan bu Şahabüddevle îlk'in ölümü, Nuh Bin Mansur'a Buhara'yı tekrar geri alma imkanını verdi.
Hicri 384 yılında Nuh Bin Mansur, kendisine karşı ayaklanan komutanlarını bastırmak için Gazne Hükümdarı Sebüktekin'den yardım istedi. Ve bu sayede isyancıları yendi. Onlarsa Cürcan'a kaçtılar. Nuh Bin Mansur vaktiyle Sebüktekin'in oğlu Mahmud'a terketmiş bulunduğu Nisabor şehrini de bu arada isyancılardan geri almayı başardı. Ancak, Mahmud çok geçmeden isyancılara yenik düştü.
Hicri 387 yılında ölen Nuh Bin Mansur'un yerine oğlu Mansur Bin Nuh geçti. Türkler bu fırsatı değerlendirerek Semerkand'ı işgal ettiler. İsyancılardan Faik El-Hassa da onlara yardım etti. Bu kez de Buhara'yı işgal ettiler. Sonra Mansur Bin Nuh, muhitine çekilip dönmek üzere davet edildi. Esasen o, sırf efendisine karşı görevini yerine getirmekten başka bir gayeyle Buhara'ya girmiş değildi. Bu suretle Samanı Emiri ülkesinin merkezine döndü ve devlet işlerini Faik El-Hassa'ya bıraktı. Horasan ordusunun emir ve komutasını da Bektüzün'e verdi.
Gazneli Mahmud'la Mansur bin Nuh'un arası Horasan konusunda bozulmaya başladı. Sebebine gelince (Samani Hükümdarı Mansur Bi Nuh'un emrinde çalışan) Gazneli Mahmud Horasan'a iade edilmeyi istemiş, Mansur ise onun bu talebini reddetmişti.
Sonra Faik El-Hassa ile Bektüzün Hükümdar Mansur Bin Nuh'u tutuklayarak gözlerine mil çektiler ve yerine küçük kardeşi Abdülmelik Bin Nuh'u geçirdiler. x
Gazneli Mahmud da Samani otoritesinin bu şekilde zayıf düşmüş olmasını fırsat bilerek topraklarının üzerine yürüdü ve Buhara ile Nisabor kentlerini işgal ederek Samanı (Samanoğullan) idaresine son verdi. Aynı zamanda Abbasi Halifesi El-Kadir'u billah adına hutbe okuttu. Buğra Han'ın haleflerine gelince bunlar da Maveraunnehr topraklarını ele geçirmiş ve Samani prenslerini tu-tuklamışlardı. Bu suretle hicri 395 yılında Samani Devleti tamamen ortadan kalkmış oldu.
Samanoğullan döneminde Farslar kendi mahalli dilleriyle yazmaya başladılar.
Samanoğulları bu konuda İranlıları cesaretlendirmeye çalışıyorlardı. Bu dönemde kaleme alman en önemli eser, muhtemelen Firdevsi'nin Şahnamesi'dir.
Astronomi ve tıb bilimlerine gelince bunlar Ebubekir-i Razi, Ibn-i Sina ve başkalarının da te'lif ettikleri eserlerde olduğu gibi henüz Arapça olarak yazılıyorlardı.[7]
387 yılında ölen Sebüktekin'in yerine küçük oğlu İsmail geçti. İsmail'in otoritesi zayıftı. Bu yüzden ordu komutanları onun kardeşi Mahmud'la temas kurarak idareyi ele geçirmesi için kendisini cesaretlendirdiler. Büyük kardeş de oydu. Nitekim 388 yılında idareyi ele geçirdi. Gazneli Mahmud güçlü bir liderdi. Gazneliler hanedanı içinde ilk defa Sultan unvanım alan da odur. Halbuki daha önce Emir (yani prens) unvanıyla anılırdı.
Ayrıca Abbasi Halifesi El-Kadir'u Billah "Yeminuddevle ve Eminulmille" unvanını taktı.
Gazneli Mahmud Buveyhiler'in Cebel memleketlerinde ve Rey kentinde otoritelerine son verdi. Keza Mecdüddevle, Fahrud-devle ve oğlu Ebu Dülef i yakalayarak göz altına aldı. Aynı zamanda Kazuin Bölgesine de girerek Batınîlerden birçok kimseyi astı, Mutezilileri Horasan'a sürdü ve feylesofların, Mutezililerin ve müneccimlerin kitaplarını yaktı.
Gazneli Sultan Mahmud, Selçukoğlu Arslan'ın halkından olan Oğuzlar'a karşı da savaştı. Onların lideri olan Arslan'ı yakalayarak Hindistan'a sürdü ve Horasan'a kaçanları da arkadan kovalayıp durdu. Nitekim oralarda güçlenmişlerdi.
Sultan Mahmud Horasan'a da hakim olarak Samanilerin buradaki nüfuzuna son verdi.
Keza hicri 393 yılında Sicistan'ı da ele geçirerek burayı hükümdarı olan Halef Bin Ahmed'den kopardı.
Aynı zamanda "Gavrlar"a [8] karşı savaştı. Bunlar Herat'la Gaz-ne arasındaki dağlık bölgede oturan bir topluluk idiler. İslamı kabul etmiyor, yol kesicilik yapıyor ve dehşet saçarak halkı korkutuyorlardı.
Sultan Mahmud otoritesi karşısında bunlara baş eğdirdi, aralarında İslam dinini yaymaya çalıştı ve kendilerine İslamı öğretecek, müslümanlardan bir grup görevlendirdi.
Gazneli Mahmud'un daha çok ün kazandığı tarafi, onun Hindistan'da gerçekleştirdiği fetihlerdir. Nitekim oralarda İslam memleketlerine yeni topraklar kattı ve bu dini oradaki halkın arasında yaymaya çalıştı. Halbuki daha önceki savaşları, genellikle İslam topraklan üzerinde cereyan etmişti. Ancak Hindistan'da giriştiği savaşlar ise daha çok cihad niteliğindeydi. Onun 392 yılında Hindistan'da giriştiği hamleler, sayı olarak 12'nin üzerindeydi. Nitekim Pencap Kralı Cibal'a karşı üstünlük elde ederek onu esir aldı. Aynı zamanda yarım milyondan fazla insanı da esir aldı. Fakat daha sonra Pencap Kralı Cibal'ı serbest bıraktı.
Hintlilerin adetlerinden biri de şuydu: Liderlik statüsünde bulunan biri şayet esir düşer ve kurtulursa ona bir daha liderlik mevkii verilmezdi. Esir Pencap Kralı Cibal canını kurtarıp ülkesine dönünce başını traş edip kendini ateşe atarak intihar etti ve tahtını oğlu Enendibal'a bıraktı. Sultan Mahmud, cahiliyet devrinin, işte bu gibi adetlerine o yörelerde son verdi.
394 yılında ise Sultan Mahmud Pencap'm güneyinde bulunan Mültan bölgesine de giderek buraya girdi. İslam dinini buralarda yaymaya çalıştı ve müslümanlardan birini buraya sorumlu nasbe-derek onu ahaliye İslam dinini öğretmekle görevlendirdi.
Hicri 396 yılında da Mültan şehri üzerine yürüdü. Daha önce Pencap yoluyla buraya gitmişti. Pencap Kralı Cibaloğlu Enendi-bal ona ülkesinin topraklan üzerinden geçmeye müsaade etmeyince Sultan Mahmud onunla savaştı. Sonunda da üstünlük elde ederek yoluna devam etti. Bilindiği üzere Mültan Kenti, vaktiyle hicri 92 yılında Muhammed Bin Kasım Es-Sekafi zamanında fethedilmişti. Burayı Ebu'I-Futuh Davud adında biri son zamanlarda idaresi altına almıştı. Fakat bu adam Karmatilerin usullerini uyguluyordu. Sultan Mahmud'un üzerine yürümekte olduğunu haber alınca Serendip Adasına (yani Seylan'a) kaçtı. Sultan Mahmud buraya varınca halkının direnişini kırdı. Karmati mezhebinin mensupları olarak ayrı bir dinden sayılmaları itibariyle onları Ciz-ye'ye bağladı.
Sultan Mahmud 396 yılında da bizzat kendi irşadıyla İslamı kabul ettikten sonra irtidad eden (yani tekrar İslam dininden çıkan) Enendibal'in oğlunun üzerine yürüdü. Bu Hindu prensi îslam dininden çıktıktan sonra Sultan Mahmud'un idaresini tanımaz olmuştu. Bunun üzerine Sultan Mahmud ona karşı savaşarak üstünlük elde etti ve Pencap'ı da ülkesine kattı.
Sultan Mahmud, bu kez de Maveraünnehr topraklarını Sama-nilerden alarak burayı işgal etmiş bulunan İlk Han'a karşı bir hamlede bulundu. Sultan Mahmud bu hamleyle meşgulken durumu haber alan Hintli hükümdarlar ona karşı bir birlik oluşturdular. Bunun üzerine Sultan Mahmud hicri 398 yılında Sind Nehri'ni geçerek onların üzerine yürüdü ve onlara karşı parlak bir zafer kazandı. Sayılamayacak kadar da ganimetler elde etti. Böylece bu birlik parçalandı ve Hintli hükümdarlar da heybetlerini kaybettiler.
Vaktiyle korkup Seylan'a kaçmış bulunan Mültan Hükümdarı Ebu'l-Fütuh, tekrar ülkesine döndü ve yine Karmatilik usullerini tatbik etmeye başladı. Bu sebeple Sultan Mahmud onun üzerine hicri 400 ve 401 yıllarında iki hamle yaparak peşinden de Mültan'a girdi. Davud'u esir alarak "Gavr" bölgesine sürdü. Davud ölünceye kadar orada sürgün yaşadı.
Sultan Mahmud 404 yılında da Hindistan'a bir sefer düzenleyerek oradaki meşhur Somenat putunu yıktı ve birçok ganimetler ele geçirdi.
Keşmiri topraklarına katmak maksadıyla buraya da üç akın düzenledi. Fakat bu akınları, hicri 404, 405 ve 406 yıllarında her ne kadar tekrarladıysa da başarılı olamadı. Çünkü bu akınlar sırasında ordusundan büyük kayıplar vermişti. Askerlerinin çoğu taşan nehirlerde boğulmuşlardı.
Sultan Mahmud hicri 407 yılında da Harzemlere karşı giriştiği savaşla meşgul oldu. Harzem Şahı Me'mun Sultan Mahmud'un kızkardeşiyle evliydi ve esasen onun otoritesini de tanıyor, ülkesi üzerindeki sultasını itiraf ediyordu. Ne varki komutanlarından bazıları onu öldürüp yerine oğlunu geçirdiler. Buna öfkelenen Sultan Mahmud Harzem topraklan üzerine yürüdü ve bu ülkeyi işgal etti. Katil devrimcileri de cezalandırdıktan sonra Harzem ülkesinin başına kendi tarafından bir emir tayin etti.
Sonra Sultan Mahmud Keşmir'e yönelerek, kendi davet ve telkiniyle İslam dinini kabul eden hükümdarını dize getirdi. Nitekim Gazneli Sultan Mahmud'un ülkelerine yaklaştığını haber alan Hindistan'ın ileri gelen şahsiyetlerinden bazıları da kendiliklerinden müslüman oldular. Çünkü korku ve dehşete kapılmışlardı. Öyleki Sultan Mahmud'un ayak bastığı her yerde, -bazısı da altından yapılmış bulunan- putlar hemen yıkılıyor parçalanıyordu.
Sonra Gazneli Mahmud, Ganj Nehri üzerinde bulunan Ku-nuc'a yürüdü. Bölgenin hükümdarı kaçtı. Sultan Mahmud buraya girerek putları yıktı ve kalelerini ele geçirdi.
Bu gelişmeler üzerine Hintli liderler toparlanıyor, aynı zamanda vaktiyle Gazne'ye boyun eğmiş bulunanlar da onlara katılıyorlardı. Bunu haber alan Sultan Mahmud hicri 409 yılında üzerlerine yürüyerek topluluklarını dağıttı ve yol kesenlerin dehşet ve korku saldıkları dağlık bölgelerde güvenliği sağladı.
416 yılında da yine Hindistan üzerine yürüyerek Thar Çölünü geçti, bu sırada Kojarat liderleri ona karşı birleştiler. Daha önceleri ise kaçmışlardı.
Sultan Mahmud'un Hindistan'a düzenlediği son sefer ise, onun 418 yılında giriştiği savaştır. Bu savaş için bir donanma da hazırlamıştı. Çünkü artık devletinin, sahilleri bulunan bir bölgesi vardı.
Gazneli Sultan Mahmud 421 yılında ölüm döşeğine yatınca yerine en küçük oğlu Muhammed'in geçmesini vasiyet etti. Mu-hammed onun Belh naibiydi. Onun en büyük oğlu ve daha önceki veliahdı Mesud'u ise veliahdlıktan atmış bulunuyordu.
Muhammed babasının ölümünden sonra Gazne'ye gelerek bey'at aldı, Ancak kendini eğlenceye kaptırdı. Bu da devletin bazı ileri gelenlerini gücendirdi. Bunun üzerine Mesud'u davet ederek (kardeşiyle arasında çıkan anlaşmazlıktan ve Muhammed'i tutukladıktan sonra) ona bey'atte bulundular.
Mes'ud 421 de idareyi üstlendi. 422 de de Miğran'ı zaptetti. Bu suretle Gazneli Devleti İslam topraklarının doğusunun en büyük bölümünü kapsamış oldu. Hatta Irak'ı fethetmek üzere Horasan'a kadar bile yürüdü. Ne varki Lahor'daki naibinin bunu fırat bilerek elinin altındaki topraklar üzerinde bağımsızlığını ilan etmek istmesi onun, bulunduğu yerden tekrar Gazne'deki merkezine dönmesine sebep oldu [9]
Ubeydi Halifesi El-Aziz hicri 386 yılında ölünce yerine "El-Ha-kim'u Biemrillah" unvanını alan oğlu Ebu Ali Mansur geçti. Yaşça küçüktü, henüz onbirini bitirmemişti. Çünkü 385 yılında dünyaya gelmişti. Bu sebeple devlet işleri (ölen Halife) El-Aziz'in Özel hizmetini yürüten ve işlerini idare eden Ebu'l-Fütuh Burcuvan adlı birinin elindeydi.
El-Hakim, Allah'a karşı gelen asi bir şeytan, inatçı bir zalim, her boyaya boyanan bir hilebaz, kan dökücü, vicdanı kirli, büyük dalavereler ve oyunlar çeviren, bol paralar verip kendine methiyeler söyleten bir adamdı. Onun, hayretler uyandıran bir hali ve ilginç bir hayat hikayesi vardır. Devrinin firavunuydu. Her seferinde acayip emirler verir ve halkı bu emirlere uymaya mecbur ederdi.
Nitekim Hz. Peygamber (sav)'in sahabilerine sövüp saymayı ve bu hakaret dolu sözlerin cami kapılarına ve caddelere yazılmasını, keza emrindeki devlet adamlarına sözlü hakarette bulunmalarını ve köpekleri imha etmelerini emretti. Bira ve Muluhiyye adıyla bilinen yemeğin, derisi üzerinde pul bulunmayan balıkların yenmesini ve hurma satışını yasakladı. Hıristiyanlara, boyunlarında haç, yahudilere ise bir ağaç kökü taşımaları mecburiyetini getirdi, Mısır'da kiliseleri yerle bir etti. Bu hadise üzerine (canlarına bir zarar gelmesin diye) Ehl-i Kitaptan (yani hıristiyan ve yahudi-lerde birçok kimse îslamı dış görünüşleriyle kabul etmiş gibi görünmeye çalıştılar. El-Hakim, ayrıca huzuruna girenlerin yeri öpmelerini ve hutbelerde kendisine dua etmesini yasakladı. Müneccimleri' [10] sürgün cezasına çarptırdı, kadınların da evlerden dışarı çıkmasına yasak koydu.
Bir süre sonra kiliselerin yemden inşa edilmesini ve vaktiyle îslama girip dindarlık gösterisinde bulunanların tekrar hıristiyan olmalarını emretti. İlim erbabından iki şahsiyetin, İmam Malik mezhebini araştırmalarını emretti. Fakat daha sonra dönüp bu iki zatı işkenceyle öldürdü.
Bir zaman sonra El-Hakim'de uzlet etme arzusu (yani insanlardan uzak durma ve yalnız kalma isteği baş gösterdi. Bu sebeple bir eşeğe binerek yalnız başına çarşı pazarları dolaşıp halkı denetlemeye çalıştı. Önüne de iriyan cüsseli ve sapık ruhlu bir köle katmıştı. Vatandaşlardan kimin cezalandırılması gerekiyorsa, bu köleye, o vatandaşın ırzına geçmesini emrediyordu. Tecavüze uğrayan vatandaş ise o sırada avazı çıktığı kadar bağırır dururdu. [11]
EI-Hakim bir keresinde de şehrin yakılmasını emretti ve askerlerine şehirde istedikleri gibi davranmaları ve halkın ırz ve namusuna tecavüzde bulunmaları konusunda serbesti verdi. Peşinden de manzarayı seyredip sonra kendisine anlatmak üzere hizmetçisini görevlendirdi. Hizmetçi dönünce El-Hakim ona:
- Neler gördün? diye sorunca o da şu cevabı verdi:
- Eğer Roma Diktatörü Neron bu tertibi yapmış olsaydı, bundan daha ileri gitme ihtiyacını duymaz, görmüş olduklarıma daha başka bir şey ilave etmezdi.
Bu sözleri dinleyen El-Hakim, hizmetçisinin derhal boynunu vurdurdu.
El-Hakim bir çok devlet adamı tayin etmiş, ancak hiç birinin istikrar bulmasına (üstlendiği görevi şöyle bir düzene sokmasına mühlet vermeden) azletmiştir.
El-Hakim, astronomiyle uğraşanların çalışmalarını da iptal etti. Kölelerinin çoğunun hürriyetini bağışladı. Amcasıoğlu Abdür-rahim Bin İlyas'i da kendine veliahd seçti.
Horasanlı biri olan Hamza Bin Ali Bin Ahmed Ez-Zozeni [12]
adında bir şahıs 405 yılında Mısır'a geldi. Öyle anlaşılıyor ki bu adam, EI-Hakim'in özel hizmetinde bulunan kimselerden biri oldu. Daha sonra da Mısır'da İsmaililik düşünce ve ideolojisini geniş bir şekilde yaymaya çalışan propagandistlerden biri oldu. hicri 408 yılında da El-Hakim'in ilah olduğuna dair inancını aleni bir şekilde ortaya attı. Bunun üzerine halk bu adama karşı galeyana geldi. Adamsa koıkusundan El-Hakim'in sarayında ya da dışında bir yerde bir yıl boyunca gizlendi. Sonra Lübnan'daki Vadi't-Tey-yim'e kaçtı. Çünkü buralarda Tenuhoğulları Kabilesinden oymaklar bulunuyor ve bunlar Ubeydiler'i desteklemekle tanınıyorlardı.
Hicri 409 yılında da El-Ahram lakabıyla bilinen El-Hasan Bin Haydara El-Ferganî adında biri ortaya çıktı. Bu adam da keza El-Hakim'in bir ilah olduğunu iddia ediyordu. Fakat çok geçmeden Öldürüldü. Ayrıca Noştekin diye (başka bir isimle de tanınan) Mu-hammed Bin İsmail Ed-Dürzi diye bir başkası daha ortaya çıktı. Aslında El-Hakim'in bir ilah olduğu yolunda ilk defa ortaya bir fikir atan ve hicri 407 yılında da bunu propaganda eden bu adamdır. Bu yıl içinde Mısır'a ulaşmıştı. Öyle anlaşılmaktadır ki sırf bu görüşü bu inancı ortaya atmış olması yüzünden öldürüldü. Kimileri de onun sarayda gizlendiğini, asker yatıştıktan sonra da Şam'a kaçtığını buralarda Et-Teyyim Vadisi'nin güneyindeki Banyas köylerinden birine yerleşerek Hamza Bin Ali'yle bu ideolojide rekabete giriştiğini söylemektedirler ki hicri 411 yılında bu sebeple öldürülmüştür.
Bu sırada Mekke Emiri bulunan Ebul-Fütuh, Er-Raşid'u Bil-
lah unvanını alarak İslam dünyasının halifesi olmaya talip çıktı. Sonra yanma akrabalarnıı ve bin kadar da kölesini alarak Suriye topraklarında yerleşik bulunan Et-Tâî Kabüesi'nin Cerrahoğulla-ri oymağına katıldı ve Ramle'de hükmetmeye başladı. O sırada Ubeydilerin Mısır'daki Halifesi El-Aziz, bu olaydan ürkmeye başladı. Bu sebeple de Tâî Kabilesiyle işi alttan almaya ve onlarla durumu idare etmeye çalıştı. Onlara bol bol iyiliklerde bulundu. Mekke ve Medine Emirliğine ise Er-Raşid'in amcasıoğlunu getirdi. Böylece Er-Raşid'in davası gevşedi. Onu ileri gelenlerden Ebu'l-Hasan Et-Tâî himaye ediyordu. Ona yeniden Mekke Emirliği'ne dönünceye kadar nazik muamelede bulundu.
Neden sonra da Ebu Rakva El-Emevi [13] adında biri ortaya çıkti. Onu destekleyen yandaşlardan bir topluluk etrafında toplandı. Ebu Rakva EI-Hakim'e karşı silahlı mücadeleye girişti, ona lanetler okudu. Bunun üzerine El-Hakim onaltıbîn kişiden oluşan bir ordu hazırladı ki üzerine yürüyerek onu yakalamayı ve ortaya çıktığı Barka'da öldürmeyi başardılar.
Hicri 411 yılındaysa El-Hakim'in kız kardeşi Sitülmülk ve Prens Bin Davvas'm işbirliği sonucu olarak El-Hakim öldürüldü. Bu da kız kardeşine karşı işlediği kötülüğün bir intikamıydı. Zira onu zina ile halkın işine karışmakla suçlamıştı. Hakim'in öldürülmesi olayı ise çok gizli bir şekilde tertib edildi.
Abdurrahim Bin İlyas El-Ubeydi'ye gelince El-Hakim onu veliahd olarak tayin etmişti. Sonra 410 tarihinde onu naib olarak Dımışk'a gönderdi. Abdurrahim's e burada eğlenceye daldı. Bunun üzerine orduda karışıklık çıktı. El-Hakim ölünce komutanlar onu yakalayıp önce zindana attılar sonra da öldürdüler. Bunun üzerine EI-Hakim'in kızkardeşi Sittülmülk Eî-Hakim'in oğlu Ali Ebu'l-Hasan Ez-Zahir'u Li'İzazidinillah'ı başa geçirerek aynı zamanda onu yönlendirmeye çalıştı. Sittülmülk hicri 415 yılında ölünceye kadar O'nu bu şekilde yönetti. Devletin işlerine ise İbni Davvas bakıyordu.
Kuzey Afrika'nın Ubeydi idaresine bağımlılığı ise sadece bir isimden ibaretti. Ubeydiler'in Kuzey Afrika Valisi olan {Sanhaca Kabilesi'nin ileri gelenlerinden) El-Mansur Bin Yusuf Bilgin hicri 386 yılında Ölmüştü. Bu zat faziletli, cesur, kararlı, güzel ahlaka sahip bir şahsiyetti. Adaleti ve vatandaşları severdi. Yerine Ebu Mü-nad künyesiyle tanınan Badis geçti. Badis amcası Hammad Bin Yusuf Bilgin'i Esir Bölgesi'nin sorumlusu olarak tayin etti ve buranın feodal idaresini ona verdi. Bu zat Benihammad'm (Hammado-ğulları sülalesinin atasıdır) Badis, daha sonra genişlemiş bulunan devletin işlerini zapturapta almakla zorluk çekince, devletin batı kesimim de amcasının feodal bölgesine ilave etti. Bu suretle bugünkü Cezayir kentinin 110 km. güneyine düşen Eş-Şellif Nehri üzerindeki Esir bölgesinde Hammadiye Devleti kurulmuş oldu.
Badis'le amcası Hammad'm daha sonra araları bozuldu. Bu anlaşmazlık ise taraflar arasında hicri 406'da savaşa sebebiyet verdi. Badisoğlu Mansur'u yerine veliahd seçmişti. Ancak ölünce ordu komutanları, Hammad'a karşı savaşıp onu yenilgiye uğratan Mansur'un oğlu Kerâme'yi başa geçirdiler. Ne varki El-Mansuri-ye'ye dönünce halkın, Badis'in oğlu El-Muiz'ze bey'at ederek onu başa geçirmiş bulunduklarım gördü. Halbuki El-Muiz yaşça küçüktü ve sekizini henüz yeni bitirmişti. Nitekim Kerame'de halka uyup ona bey'atte bulundu. Sonra Ubeydi Halifesi El-Hakim de Muizzin, Kuzey Afrika valiliğine tayin edilmiş olması konusundaki muvafakatini gönderdi ve ona Şerefüddevle unvanını verdi. Sonra EI-Muiz, babasının amcası Hammad'a karşı silahlı mücadele vermek üzere harekete geçti ve onu yendi. Daha sonra da barıştılar. Bir ara, Zari Bin Ziri Bin Münad'da Endülüs'ten döndü. Zavi, vaktiyle Hammad'la araları bozulduğu için kardeşleriyle Endülüs'e gitmişlerdi. Bu sıralarda da, Hıristiyanlara karşı da cihad faaliyetlerinde bulunmuşlardı.
Hicri 407 yılındaysa Şiiler, halkın elleriyle öldürüldüler. Çünkü Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'e sövüyor, müslümanları tahrik ediyorlardı. Kuzey Afrika Valisi El-Muiz ise ehl-i sünneti müdafaa ediyordu. Nitekim İmam Malik'in mezhebini bu bölgede o yaymıştır. Daha önceleri ise buralarda Ebu Hanife'nin mezhebi hakimdi.[14]
Muhammed Bin Amir hıristiyan toprakları üzerine bir ordu sevkederek onları hırpaladı. Bu sırada îslam orduları büyük ganimetler ele geçirerek hıristiyan krallarından birini de esir aldılar. Hicri 393 yılında da Muhammed Bin Amir ölünce Emevi hâneda-nmm prensleri arasında siyasi kavga çıktı. Bunun üzerine Süleyman Bin El-Hakem Bin Süleyman Bin Abdurrahman En-Nasır devlet idaresini ele aldı. hicri 400 yılında ise Hişam El-Mueyyid genel bir sıfatla Emevi Halifeliği makamına getirildi. 403 yılında ise hükümdarlık ikinci defa olarak yine Süleyman'ın eline geçti.
Alî Bin Hammud El-İdrisi El-Hasani Mağnb memleketlerinden Septe'de bulunuyordu. Onun biraderi Kasım Bin Hammad da Endülüs'te El-Ceziretül Hadra (yeşil ada)ya hükmediyordu. Bunlar Emevi Halifesi, Süleyman Bin Hakem'in destekçilerinde idiler.
Hayran El-Amirî ise Hişam El-Müeyyid'in taraftarlarmdandı. Hayran Süleyman' a ters düştü ve ona karşı mücadele verdi. Ancak sonunda Kurtuba'ya, oradan da Al-Maria'ya kaçmak zorunda kaldı. Hişam El-Müeyyid'in veziri Amir Bin Fütuh bu sıralarda Mala-ga'da bulunuyordu. Gözü iktidarda bulunan Ali Bin Hammud'la yazışarak onu saflarında yer almaya davet etti. O da bu davete uydu. Böylece Endülüs'ün güneyi Süleyman'a karşı (bir bütün olarak) muhalif hale geldiler. Nitekim Gırnata Emiri de bu karşıtların yanında yerini almıştı. Bunların hepsi Kordova üzerine yürüyerek Halife Süleyman'a karşı savaştılar, ordusunu bozguna uğrattılar ve onu esir aldılar. Peşinden Ali Bin Hammud Kordova'ya girdi. Bunun üzerine halk Halife Hişam El-Müeyyid öldürüldüğü gerekçesiyle ona bey'atte bulundular ve Ali Bin Hammud Halife sıfatıyla El-mütevekkil Alellah unvanını aldı. Ancak çok geçmeden Hayran El-Amiri O'na karşı cephe alarak Kordova'dan ayrıldı.
Daha sonra Hayran El-Amirî Emevi Hanedanından biri olan Abdurrahman Bin Muhammed Bin Abdulmelik Bin Abdurrah-man En-Nasır'a Halife sıfatıyla bey'at etti. Abdurrahman's a bunun üzerine El-Murtaza unvanını aldı. Ali Bin Hammud ise bu olay üzerine Kordova'dan ayrıldı. Şehre bu kez de El-Murtaza girdi. Ne varki Zavi Bin Ziri Bin Munad'a karşı savaşmak üzere güneye doğru sefere çıktığı sırada öldürüldü. Ali Bin Hamud ise Ci-yan'a gitti, fakat öldürüldü. Yerine de büyük kardeşi Kasım Bin Hammud geçti ve 412 yılma kadar Kordova'da kalarak buranın hükümdarlığını yaptı.
Ancak Kasım da kardeşi Ali Bin Hammud'un oğlu Yahya ile ihtilafa düştü. Kasım Kordova'dan İşbiliye'ye gittiği bir sırada Yahya Malaga'dan çabucak gelerek Kordova'ya girdi ve halkından bey'at alarak El-Mu'teli unvanını aldı. Bu sıradaysa Endülüs'te aynı anda iki halife peyda olmuş bulundular ki bunlardan biri Kordova'daki Yahya Bin Ali Bin Hammud, diğeri ise İşbiliye'deki El-Kasım Bin Hammud'du. Kordova Halifesi Yahya Bin Ali bir araMalaga'ya gitmişti. Bunu fırsat bilen amcası El-Kasım, sür'atle Kordova'ya girerek şehrin halkından kendisi için bey'at aldı. Ancak yeğeni Yahya da güney taraflarında güçlenmişti. Aynı zamanda kardeşi îdris de güçlenmiş vaziyetteydi. Bu sebeple Kordova halkı halifelerini hiçe saydılar. Dolayısıyla ortalığı bir anarşi sardı. Yağma hadiseleri yaygmlaştı. Bunun üzerine El-Kasım Kordova'dan ayrılarak İşbiliye'ye yöneldi. Kent halkı onu kabul etmediler, bilakis idarelerini Bin Abbad'a verdiler.
El-Kasım Bin Hammud, kardeşi Yahya'ya esir düştü ve 431 yılında ölünceye kadar onun hapsinde kaldı. Yahya ölünce yerine kardeşi İdris Bin Ali geçti. Kordova'nm idaresine gelince Emevi Ha-nedanmmdan Abdurrahman Bin Hişam Bin Abdulcebbar Bin Abdurrahman En-Nasır'm eline geçmişti. Kordova halkı hicri 414 yılında ona halife sıfatıyla bey'atte bulundular ve Abdurrahman, El-Müstazhıru Billah unvanını aldı. Ancak çok geçmeden Kordova, halifesine baş kaldırdı ve şehir halkı onu öldürerek hicri 414 yılında başlarına Muhammed Bin Abdurrahman Bin Abdullah Bin Abdurrahman En-Nasır'ı geçirdiler. Ve ona El-Müstekfi unvanını verdiler. Ne varki bir müddet sonra ona karşı ayaklandılar. Bunun üzerine Muhammed Bin Abdurrahman kentlerinden çıkarak Salim şehrine yöneldi ve çok geçmeden görünürde anlaşıldığı kadarıyla kendisine yedirilen zehirden öldü. Sonra Kordova halkı idarelerini kendisine teslim etmek üzere, Yahya Bin Ali Bin Hammud'a yazı göndererek onu Malaga'dan davet ettiler. Yahya da yerine bir naib göndererek hicri 416 yılında onlardan kendisi için bey'at aldırdı. Ancak daha sonra halk Hayran El-Amırî'nin, kentlerine baskın düzenlemesinden korkarak onu devirdiler. Yahya daha sonra İşbiliye'ye yapılan bir hücum sırasında Öldürüldü. Onun yerine ise Malaga'da İdris Bin Ali geçirilerek, kendisine El-Mueyyid unvanı verildi.
İdris hicri 431 yılma kadar iktidarda kaldı. Sonra Kordova kentinin ileri gelenleri başlarında Cahvar Bin Muhammed Bin Cah-var Ebu'1-Hazm olmak üzere toplanarak Ebubekir, Hişam Bin Muhammed Bin Abdulmelik Bin Abdurrahman En Nasır'a bey'at et-tiler ve ona El-Mu'ted Billah unvanını verdiler. Ancak daha sonra devrilerek yerine Ümeyye Bin Abdurrahman Bin Hişam Bin Abdulcebbar Bin Abdurrahman En-Nasır geçirildi. Ebubekir Hişam 'sa Kordova'dan ayrıldı ve bir suikastle öldürüldü. Ümeyye'ye gelince Kordova'lılar ondan kentlerini El-Muıted ile birlikte terk etmelerini istedikten sonra kayıplara karıştı.
Sonra Ebu'1-Hazm Cahvar Bin Muhammed Bin Cahvar Kordova'da, Bin Abbad da îşbiliye'de bağımsızlıklarını ilan ettiler. Artık bu şehirlerin her birinde birer kral ve birer sultan vardı.[15]
Hicri 402 yılında Zubeyd'deki Beni Ziyad (Ziyadoğulları) devleti bu hanedanın idaresini üstlenmiş bulunan El-Hüseyn Bin Se-lame'nin ölümünden sonra tarihe karıştı. El-Hüseyn Bin Selame, aslında bu hanedanın, azadlı kölelerinden biriydi. Ziyadoğullan Hanedanı içinde Ebu'1-Ceyş Bin îshak adındaki küçük bir çocuktan başka idareyi üstlenecek bir kimse artık bulunmadığı için El-Hüseyin iş başına gelmişti. El-Hüseyin Bin Selame kararlı faziletli ve iyi bir idareciydi. Gerçekten de Ziyadoğulları Devletine yeni bir ruh verdi. Yemen bölgesinin büyük bir kesimiyle Hicaz'da bazı mıntıkalar ona bağlandı. O ölünce de devleti parçalandı. Ondan sonra NecahoğuUan Tuhame Bölgesine, Ya'fir Oğullan San'a'ya ve başkaları da Yemen'in diğer kentlerine hakim oldular.
El-Hüseyn Bin Selame ölünce onun yerine yine Ziyadoğulla-ri'nin azadlı kölelerinden biri olan Necah, idareyi ele aldı ve Tuhame Bölgesi üzerinde sultanlığını ilan etti. Aynı zamanda abbasi Halifesi El-Kadir'u Billah'a bir mesaj yollayarak iktidarını tanıdığını ve ona bağlılığını açıkladı. Hicri 452 yılına kadar da iktidarda kaldı.
Yafiroğullan (Beni Ya'fir) Devletine gelince bu devletin emiri Abdullah Bin Muhammed Bin Kahtan hicri 387 yılında öldü. Yerine ise oğlu Esad geçerek hicri 393 yılma kadar da iktidarda kaldı. Nitekim Ayyan da bulunan İmam El-Kasim Bin Ali El-Ayyanî ona bağlılığını bildirdi.
El-Mansur unvanıyla bilinen İmam Kasım Bin Ali El-Ayyanî ise hicri 393 yılında El-Mehdi unvanıyla bilinen oğlu El-Hüseyin Bin Kasım geçti. Hüseyin ise hicri 403 yılında Rayda'da Dahhako-ğullanna karşı giriştiği savaş sırasında Öldürülünceye kadar iktidarda kaldı. Saada'ya gelince burasını İmam Yusuf idare ediyordu. Ve Hicri 403 yılına kadar da iş başında kaldı.[16]
[1] Adı Osman Bin Abdurrahman Bin Musa El-Kurdi, künyesi Takiyyüd-din'dir. İbn'üs-Salah olarak tanınmıştır. Tefsirde, hadis, fıkıh ve meşhurların soy biliminde ileri derecede bilgi sahibi kadılardan biriydi. Mustalah'ül-Hadisteki meşhur mukaddimenin sahibidir. H. 643'te Dımışk'ta öldü
[2] Hicri 232 yılında ölen Halife El-Vasık'u billah Harun Bin Muhammed'in oğludur.
[3] Siyer'u â'lam'in-Nübetâ
[4] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/193-195.
[5] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/195-196.
[6] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/196-197.
[7] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/197-198.
[8] Müslüman olmayanlara "Gavr" denmesinin buradan geldiği muhtemeldir. (Mütercim)
[9] H. İ. Hasan, Tarih'ul-Islam tere, c. 4, s. 459-477
Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/199-203.
[10] Müneccim; Yıldız falına bakanlara denir. (Mütercim)
[11] Siyer'u â'Iam'in-Nübetâ {Ibni Badis Tarihi'nden 1/53}
[12] Hamza Bin Ali Horasan kentlerinden Zozen'de doğdu
[13] Bu şahıs El-Velid Bin Hişam El-Osmani El-Endülüsi'dir
[14] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/203-207.
[15] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/207-209.
[16] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/210.