82- EL-MUSTAZHİR'U BİLLAHAHMED BİN ABDULLAH EL-MUKTEDİ (HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 487-512)2

El-Mustazhir'u Billah Döneminde Prenslikler2

Selçuklular2

Harzem Devleti3

Gaznelîler3

Ubeydiler4

Zirioğulları4

Murabıtlar Devleti Ve Endülüs. 4

Yemen. 5

El-Mustazhir'u Billah Döneminde Haçlı Savaşları5


82- EL-MUSTAZHİR'U BİLLAHAHMED BİN ABDULLAH EL-MUKTEDİ (HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 487-512)

 

Künyesi Ebu'l-Abbas, adı Ahmed Bin Abdullah El-Muktedi'dir.

hicri 470 yılı Şevval ayında dünyaya geldi. Hayırlı, faziletli, zeki ve üstün meziyetli bir şahsiyetti. "Mensub" olarak bilinen hat stiliyle yazdı. Onun döneminde günler Bağdad'da bayram gibiydi. Hayır ve iyilik yapmakta rağbetli ve bu yolda yapmak istediklerini sürat­le uygulayan biriydi. Yardım isteyen hiç bir kimseyi reddedemezdi. Muamelesi çok güzeldi. Halktan dedikoduculara katiyyen kulak vermez, jurnalcilere güvenmez, itibar etmezdi. Hilafet ve devlet iş­lerini düzen ve disiplin içine aldı. Bu konudaki bilgileri sağlamca aldı. Çok geniş malumat sahibiydi. Güzel de şiirleri var. Çok ilginç­tir ki Sultan Alparslan ölünce peşinden Halife El-Kaim'u Biemril-lah ölmüştü. Sonra Sultan Melikşah ölünce onun da hemen peşin­den Halife El-Muktedi ölmüştü. Bu kez de Selçukoglu Muhammed ölünce rabiulevvelin onaltmcı günü işte bu Halife El-Mustazhir'u Billah öldü. Bu sırada yaşı 41 yıl 3 ay 11 günü bulmuştu.

El-Mustazhir'u Billah babasının vefatı üzerine hilafet maka­mına getirildi. Bu sırada 17 yaşındaydı. Onun döneminde İslam ülkesinin doğusu üzerinde Haçlı savaşları başladı. [1]

 

El-Mustazhir'u Billah Döneminde Prenslikler

 

Selçuklular

 

Hicri 487 yılında Bağdat'ta Berkiyaruk Selçuklu Sultam oldu. Onun amcası Dımışk hükümdarı Tutuş Tacüddevle saltanata göz dikmişti. Bu maksatla bir kuvvetin başında Bağdat üzerine yürü­dü. Bu sırada Halep prensi bulunan Aksungur da Tutuş'a karşı ko­yamayacağını anladığı için ona katılmak zorunda kaldı. Keza Reha hükümdarının da durumu böyle idi.

Buna ilaveten denilebilir ki Berkiyaruk'un dönemi ancak son zamanlarda'nstikrara kavuşabildi. Tutuş'a bağlı kuvvetler ve onun­la iş birliği içinde olan komutanlar El-Cezire bölgesinin bütün kentlerine hakim olmuş bulunuyorlardı. Bunlar aynı zamanda Musul'daki Beni Ukayl (Ukayloğullan)'ı yendiler. Sonra Berkiya-ruk'la savaşmak üzere yönlerini Azerbaycan'a doğru çevirdiler. İki ordu karşılaşınca Tutuş'un saflarında bulunan Aksungur, Berki­yaruk lehinde bir taktik yapmayı başardı. O sırada Aksungur salta­nat makamında bulunan Berkiyaruk'a bağlı kalmanın zorunlulu­ğu konusunda Tutuş'la beraber bulunan bütün komutanları ikna etti. Bunun üzerine bunlar da Tutuş'un saflarından çekilerek der­hal Berkiyaruk'un ordusunda yerlerini aldılar. Bu da Tutuş'u çö­kertti. Dolayısıyla Tutuş beraberinde bulunan kuvvetlerle tekrar Suriye'ye döndü.

Bu olay üzerine Berkiyaruk, kuvvetlerinin yeni komutanı olan Aksungur'a Halep üzerine yürümesini ve amcası Tutuş'u orada sı­kıştırmasını emretti, ona sayıca büyük bir kuvvet verdi. Tutuş da buna karşılık Aksungur'un bulunduğu cepheye doğru ilerledi. Her iki ordu Halep yakınlarında karşılaştılar. Cereyan eden savaşın so­nunda Aksungur yenik düştü. Esir alınarak öldürüldü.

Aksungur, idaresindeki vilayetin halkına karşı çok adil bir siya­set güdüyordu. Onlara çok iyi muamelede bulundu. Aralarında adaleti yaydı. Çok yüksek bir takva ve derin bir imana sahipti. Ha­lep Camii'nin inşası sırasında büyük paralar harcadı. Kendisine bağlı bölgede şeriatın müeyyidelerini titizlikle uyguladı.

Bin Vasü'ın anlattığı gibi o, sözünde duran çok büyük bir vefa sahibi idi. Büyük bir mürüvvet ve izzeti nefsi vardı. Ölümü bile sul­tanı ve veli nimeti olan Melikşah'a karşı duyduğu bağlılık ve on­dan sonra da yerine geçmiş bulunan oğlu Berkiyaruk'u korumak için sarfettiği gayret ve gösterdiği titizlik yüzünden oldu.

Sonra Tutuş bu kez de Rey kentinde bulunan kardeşinin oğlu Berkiyaruk'a karşı savaşmak üzere yola çıktı. Ne varki yenilgiye uğ­radı. Ve oğlu Dokak öldürüldü. Öldüren de Aksungur'un adamla­rından biri idi. Bu sırada Abuk oğlu Türkmen Yusuf, Tutuş lehin­de siyasi propaganda yapmak üzere Bağdad'a gitmiş bulunuyor­du. Tutuş'un öldürüldüğünü duyunca Dımışk'a döndü. Ve bura­nın idaresini ele geçirdi. Bu sırada Tutuş'un oğlu Abdullah Ha­lep'te bulunuyordu. Diğer oğlu Rıdvan ise Hama'da idi.

Horasan'da da Alpaslan'ın oğlu Aslan Ergun kardeşinin oğlu Berkiyaruk'a karşı ayaklanmıştı. 490 yılında da onunla savaştı. Fa­kat Aslan Ergun sonunda öldürüldü. Berkiyaruk öldürülen bu amcasının yerine Horasan'ın idaresini bu kez de kardeşi Sancar'a verdi.

Nizamülmülk'ün Müeyyidülmülk adındaki oğlu, onun bütün çocuklarının en değerlisi ve en asil ruhlusu idi. Müeyyidülmülk, Berkiyaruk'un veziri idi. Fakat çok geçmeden Berkiyaruk onu gö­revden alarak yerine kardeşi ünlü şair İzzülmülk Ebu'I- Feth Ali Bin El-Hasan Et-Tuğrai'yi görevlendirdi. Bu yüzden Müeyyidül­mülk Berkiyaruk'a düşman oldu. Ve yerine Berkiyaruk'un birade­ri Muhammed'i saltanat makamına geçirmesi için Halife'yi etkile­di. Halife, Muhammed'e Gıyasüddünyaveddin unvanını verdi. Bu sebepten dolayı taraflar arasında beş yıldan fazla bir zaman bo­yunca savaşlar cereyan etti. Arada bir barışıyor, fakat çok geçme­den tekrar kapışıyorlardı.

Hicri 498 yılında Berkiyaruk ölünce yerine oğlu Melikşah geç­ti. Ona, Celalüddevle unvanını vermişti. Melikşah yaşça küçüktü ve henüz beşini doldurmamıştı. Saltanat makamında henüz beş ayını doldurmuştu ki azledildi. Bu sefer de meydan Melikşah'm oğlu Gıyaseddin Muhammed'e kaldı. Muhammed ise hicri 511 yı­lına kadar saltanat makamında kaldı. Melikşah'm oğlu Sultan Mu­hammed zamanında meydana gelen en önemli olaylar şunlardır.

1- Saltanat makamını ele geçirmek için çabalayan amcası oğ­lu Ayaz'in ona karşı giriştiği düşmanlıklar.

2-Ayaz Bey'in oğluna katılan Basra, Hille ve Vâsit kentlerinin valisi Sadaka Bin Mezid'in giriştiği savaşlar. Nitekim Sadaka Bin Mezid 499'da Tikrit'i ele geçirdi. Ve Selçuklulara karşı üstünlük el­de etti. Ancak daha sonra bozguna uğrayarak hicri 501 yılında öl­dürüldü. Oğlu Dübeys esir düştü. Diğer oğlu ise Hüle'ye kaçtı. Ha­kikatte Sadaka Bin Mezid cömert, hoşgörülü, özü sözü doğru ve iyiliksever bir kimse idi. Hayatı boyunca başı darda kalmış kimse­lerin sığınağı oldu. Ona gelen herkes iyilik gördü ve ağırlandı. Onu ziyaret edenleri neşelendirir ve o da kendilerini ziyaret ederdi. Adil bir idareci idi. Halk onun himayesinde emniyet ve gönül rahatlığı içindeydiler. Son derece iffetli ve namuslu bir şahsiyetti. Karısının üzerine ne evlendi, ne de günün birinde ona minnet etti. Bu dere­ce ali cenap davranan bir kimsenin daha neler yaptığını tahmin etmez misiniz?

Tayin ettiği idarecilerden hiç bir şey müsadare etmez. Onları eskiden işlemiş bulundukları bir suistimalden dolayı cezalandır -mazdı. Dostları ve arkadaşları paralarını onun kasasına emanet ederlerdiAncak babalarına yaptıkları nazı ona yaparlardı. Onun bölgesinin halkı kadar idarecisini seven hiçbir kitle görülmemiş-tir.Bu zat son derece alçak gönüllü ve sabırlıydı. Ezberinde çok şi­ir vardı. Devamlı espri yapardı. Allah'ın rahmeti onun üzerine ol­sun. O gerçekten şu insanlık dünyasının güzelliklerinden biri idi. Onun öldürülmesinden sonra Sultan Bağdad'a döndü. Henüz Hü­le'ye ulaşmamıştı ki El-Bâtiha'ya haber yollayarak Sadaka'nm ha­nımına dokunulmayacağına dair teminat verdi. Ve ortaya çıkması­nı emretti. Bunun üzerine Sadaka'nm hanımı Bağdat'a getirildi. Sultan onun hapiste bulunan oğlu Dübeys'i zindandan salıverdi. Ve yanma da devlet ileri gelenlerinden bir grubu katarak annesini karşılamaya gönderdi. Anne oğul buluşunca birbirlerine sarılarak hüngür hüngür ağladılar.

Sadaka Bin Mezid'in hanımı Bağdat'a ulaşınca Sultan onu hu­zuruna davet ederek kocasının Öldürülmüş olmasından dolayı özür diledi ve ona: "Çok isterdim ki sadakayı bana getirsinler.Ve ona yapacağım iyilik ve ihsanlardan dolayı insanlar hayret bile edeceklerdi. Fakat elden ne gelir ki kaderlere yenildim. Ve olan

oldu" diyerek onu teskin etmeye çalıştı. Yerine de aynı bölgeye idareci olarak oğlu Dübeys'i görevlendirdi. Çünkü o da karışıklık çıkarmayan. Fesatlık yapmayan bir kişiliğe sahipti.

3.Batınilerle Yapılan Savaşlar: Hicri 492 yılında Batınilerin yandaşları çoğalmıştı. Sonra Berkiyaruk'la Muhammed arasında çıkan saltanat kavgaları yüzünden bunlar Irak'a da yayıldılar. Or­tam yatışınca Muhammed Batmüere karşı şiddetli bir mücadeleye girişti. Onlara karşı savaş açtı. Ve hicri 500 yılında İsbahan Kalesi­ni ele geçirmeyi başardı.

4-Haçlılarla savaş: Melikşah'm oğlu Sultan Gıyaseddin Mu­hammed, Haçlılar üzerine kalabalık bir ordu göndermişti. Bu or­du ile birlikte Musul ve El-Cezire emirleri de gitmişlerdi. Bunlar Suriye'ye doğru yöneldiler ve Reha'yı kuşattılar. Fakat buraya gire­mediler. Ancak yollarına devam ettiler. Bu sırada Şiraz emiri Sul­tan Bin Munkiz da onlara katıldı. Ve hicri 507 yılında Taberya ya­kınlarında bir savaş cereyan etti. Müslümanlar bu savaşta zafer kazandılar. O gün Musul emiri Mevdud Dımışk'ta Batmilerden bi­rinin giriştiği bir suikast sonucu öldürüldü. Hicri 509 yılında da yi­ne Haçlılarla savaşmak üzere orduların sefere çıkarılması emri ve­rildi.

Sultan Muhammed adil, güzel huylu ve cesur bir şahsiyetti. Hicrî 511 yılında öldü. Yerine ise ondört yaşındaki oğlu Mahmut geçti. [2]

 

Harzem Devleti

 

Enoş Tekin ölünce yerine oğlu Kutbeddin geçti. Kutbeddin ile­ri görüşlü bir zattı. Berkiyaruk onu Harzem bölgesine idareci ola­rak tayin etti. Ve ona kral demek olan şah unvanını verdi. Sancar Horasan'ı ele geçirince Kutbeddin'i yine idaresi altında bulunan bölgenin yetkilisi olarak tanıdı. Böylece 521 yılında ölünceye ka­dar sultanın emrinde kaldı.

Maveraünnehir bölgesinde ise Semerkant emiri öldürüldü. Çünkü zındıklık yaptı. Yani dine karşı saygısızca faaliyetlerde bu­lundu. Bu yüzden devletin ileri gelenleri onu yakalayarak alimle­rin huzuruna getirdiler. Alınan ifadesinden sonra fukaha onun idamı hakkında karar verdiler.[3]

 

Gaznelîler

 

Hicri 492'de Gazne Sultanı Mesut oğlu İbrahim ölünce yerine oğlu III. Mesut geçerek hicri 508 yılma kadar iktidarda kaldı. Bu ta­rihte ölünce yerine her üç oğlu geçti.

Bunlardan biri Şirzat'tır. Kemalüddevle unvanını almıştı, hic­ri 509'da öldü. ikincisi Aslan'dır, Sultanüddevle unvanını almıştı. Hicri 512'de öldü. Üçüncüsü ise Behramşah'tır. Yeminüddevle un­vanını almıştı. Hicri 547 yılma kadar iktidarda kaldı.[4]

 

Ubeydiler

 

Ubeydi devletinin silahlı kuvvetler baş komutanı ve ülkenin iş­lerini yürüten vezir Bedrülcemali hicri 487 de öldü. Bu zat akıllı, faziletli ve alimleri seven bir devlet adamıydı. Ölünce yerine oğlu El-Efdal geçti. Sonra aynı yıl içinde Ubeydi hanedanından El-Mustansır da öldü. El-Mustansır yerine geçmek üzere büyük oğlu Nizar'ı veliaht seçmişti. Ne var ki vezir Bedrül cemali'nin oğlu El-Efdal, Nizar'ı devirerek onun yerine en küçük kardeşi Ahmet'i ge­çirdi. Ve ona EI-Müsta'li unvanını verdi. Bunun üzerine Nizar İs­kenderiye'ye kaçarak burada direnişe geçti.Ve kendisi için halktan bey'at almaya başladı. Ancak Ubeydilerin büyük veziri ve komuta­nı El-Efdal, Nizar'ın üzerine yürüyerek onu yenilgiye uğrattı. Esir aldı. Ve dört duvar arasına onu hapsederek ölünceye kadar onu bu şekilde tuttu. İşte ancak böylece ortalık El-Musta'li lehinde yatışa­bildi.

Hicri 490 yılında Halep, Antakya, El-Meara ve Şeyzer kentle­rinde bir ay müddetle hutbeler Ubeydiler adına okunmaya baş­landıysa da peşinden tekrar Abbasiler adına okunmaya devam edildi.

El-Müsta'li hicri 495 yılında Öldü. Bu sırada yirmisekiz yaşın­da bulunuyordu. Bu süre içerisinde yedi yıldan fazla işbaşında kal­dı. Sonra yerine beş yaşındaki oğlu El-Mansur Ebu Ali geçerek El-Amiru Biahkamillah unvanını aldı. Bunun iktidarı zamanında devlet işlerini Bedrülcemali'nin oğlu El-Efdal yönetiyordu.

Nizar devrilip işbaşından uzaklaştırılınca İsmaili Mezhebine mensup bir cemaat onun yerine geçen El-Müsta'li'nin halifeliğini tanımadılar. Ve Nizar'ın saflarında yerlerini aldılar. Nizar öldükten sonra da bu cemaatın inancına göre halifelik ya da imamlık sıfatı onun soyundan gelenlere ait bir sıfat olarak kaldı. îsmaili'lerden bu fraksiyon Doğu İsmailileri olarak tanınmaktadırlar.

El-Hasan Bin Sabah'm yandaşları olan ve Batınilerin bir gru­bunu oluşturan Afyoncular da bunlardandır. Vaktiyle gerek Haçlı savaşları sırasında cephelerde bulunan gerekse devlet işlerini yü­rütürken makamlarında bulunan birçok müslüman devlet adam­larının ve liderlerinin uğradıkları siyasi suikastlerde bu cemaatın çok büyük rolleri oldu. [5]

 

Zirioğulları

 

Hicri 502'de Kuzey Afrika hükümdarı Temim Bin El-Muiz Bin Badis öldü. Hoşgörü, cömertlik ve ihsan bakımından hükümdar­ların en hayırlısı idi. Kırkbir yıl işbaşında kaldı. Ve doksandokuz yıl yaşadı. Cesur ve zeki bir zattı. Çok güzel de malumatı vardı. Hoş­görülü idi. Ve ağır suç işleyenlere karşı çok affediciydi. Güzel şiirle­ri de var.

Sonra yerine oğlu Yahya geçti. Yahya hicri 497 yılından beri babasının El-Mehdiye valiliğini yapıyordu. Bağımsızlığını ilan edince bu sefer de Ubeydiler adına hutbe okuttu. Halbuki daha önce Abbasiler adına okutuyordu. Yahya akıllı, cesur ve toprak fet­hetmeyi çok severdi. Büyük bir donanma inşa ederek bununla Ce-nova ve Sardunya'ya savaş açtı. Bu iki yerin halkından cizye iste­di. Yahya edebiyata vakıftı. Şiir de söylerdi. Ancak devletin basma geçince bunu bıraktı. Mehdiye'de doğdu. Ve Mehdiye'de öldü. Kar­deşlerinden bazılarını sınır dışı etmişti. Bunlardan üçü ona karşı bir komplo hazırlayarak 507 yılında üzerine saldırdılar ve onu ya­raladılar. Ondan sonra hicri 509 yılında Kurban Bayramı günü ani­den öldü. Yerine ise oğlu Ali geçti. Ali ile Bedeviler arasında bir çok savaşlar çıktı. Aynı zamanda Sicilya Prensi III. Roger ile arası bo­zuldu. Bunun üzerine Ali Bin Yahya Sicilya'ya saldırmak üzere ha­zırlıklarını yapıyordu. Ne var ki ölüm daha çabuk davranarak onu hicri 515 yılında yakaladı. Ali Bin Yahya cesur ve kararlı bir zattı.

Bicayedeki Beni Hammad (Hammadoğulları)'a gelince bunla­rın lideri olan Badis Bin El-Mansur hicri 500 yılında öldü. Yerine ise kardeşi El-Aziz geçti. [6]

 

Murabıtlar Devleti Ve Endülüs

 

Hicri 500 yılında Yusuf Bin Taşfîn ölünce yerine oğlu Ali işba­şına getirildi. Ancak Ali kardeşlerinin en büyüğü değildi. Babası vaktiyle onu veliaht seçmiş, hicri 497 yılında Kordova'da onun için devlet ileri gelenlerinden bey1 at almış ve ona, gerek Kordova hal­kına karşı gerekse Masmuda kabilesine karşı güzel muamelede bulunmasını tavsiye etmişti. Aynı zamanda Saragos hükümdarla­rı olan Hud oğullarıyla mütareke yapmasını istemişti.

Ali Bin Yusuf'un Fas Hükümdarı olan kardeşinin oğlu Yahya Bin EbuBekir Bin Yusuf'la arası açıldı ve üzerine yürüdü. Yahya ise Ali'nin Önünden kaçtı. Ali hıristiyan direnişini, özellikle Yusuf Bin Taşfin'den sonra Endülüs'te müslüman topraklarının kenar bölgelerine zaman zaman saldırıp duran Toledo hükümdarı VI. Alfonso'nun mukavemetini ortadan kaldırmak istiyordu. Bu mak­satla kardeşi Temim'e Gırnata şehrinin idaresini vererek onu Mu-rabitların Endülüs'teki ordusuna baş komutan yaptı. Nitekim Te­mim Zellaka Savaşından sonra en büyük savaşlardan sayılan 502 yılında giriştiği İkliş Meydan Muharebesinde büyük bir zafer ka­zandı. İşte bu savaş sırasında hıristiyan ordusunun baş komutanı olan VI. Alfonso'nun oğlu İkliş'le beraberinde bulunan komutan­ların çoğu ve ordusundan on bin kadar asker öldürüldüler. Ali Bin Yusuf bu savaşın haberini alınca çok sevindi. Ve burada müslü-manlara karşı oluşan hıristiyan düşmanlığının kökünü kazımaya karar verdi.

Hicri 503'te de Zokak Denizini geçerek Kordova'ya gitti. Ora­dan da cihat için sefere çıktı. Ve aralarında bugünkü Madrit Kenti­nin bulunduğu yerdeki Majrit Kalesi de dahil hıristiyanlara ait yir­mi sekiz kaleyi fethetmeyi başardı. Sonra bir ay müddetle Toledo kentini kuşattı. Fakat şehre giremedi.

Hicri 504'te de yine cihada çıkarak Endülüs'ün batısında, ara­larında Aşbuna, yani bugünkü Lizbon kalesinin de bulunduğu bir­çok kaleleri ele geçirdi. Keza 505 yılında hırisUyanları büyük bir yenilgiye uğrattı. Onlardan çok büyük sayıda esir aldı. Ve sayıla­mayacak kadar da ganimet ele geçirdi. Fakat hicri 513'te bu kez hı-ristiyanlar Saragosse Kentini ele geçirip Endülüs topraklarının doğusuna düşen ve bu bölgenin en güçlü kalelerinden sayılan Eyüp Kalesine de girmeyi başardılar. Esasen bu kalenin hıristiyan-ların eline geçmesi Murabıtların çökmesine de tesir etmiştir.

Hicri 514'te ise Kordova halkı ile Murabıtlar ordusu arasında bir fitne baş göstererek kentin Murabıtları temsil eden Valisinin kaçmasına ve Ali Bin Yusuf un Mağrib'ten gelerek bu olayı protes­to etmesine sebep oldu. Fakat sonra barış yapıldı [7]

 

Yemen

 

Hicri 483 yılında Ceyyaş Bin Necah Hindistan'dan Zübey'de döndü. Ve burayı ele geçirdi. Hicri 498 'e kadar da iktidarda kaldı. Sonra oğlu Fâtik Bin Ceyyaş 503 yılında onun yerine geçti, hicri 521'de de Fâtik'in oğlu Mansur idareyi ele geçirdi.

Sulayhiler'e gelince bunların emiri, Ahmed Essulayhi'nin kızı Arva ile evli bulunan Sebe' Bin Ahmed Bin El-Muzaffer Essulayhi

idi. Sebe 492'de öldü. Bu mevkiin efendisi olarak Arva kaldı. Sonra Cened'de'ki valisi Bin Buhayit ona karşı ayaklandı. Bunun üzerine Arva bu asi valisinin üzerine yirmi bin kişilik bir kuvvet şevketti. Bu ordu valiyi yakalayarak af diler vaziyette tövbekar ve boyun eğ­miş olarak Arva'ya getirdi. Ubeydi halifesi de bu valiyi yakalamak istiyordu. Fakat Arva onu teslim etmeyi reddetti. Sonra Valinin düşmanları Arva'ya Ubeydilere karşı bu vesile ile ters düşmesini büyük bir olay olarak gösterdiler ve gözünde büyüttüler. Bunun üzerine Arva onu Ubeydi halifesine yolladı. Peşinden de halifeden ona merhamet etmesini ve ihsanda bulunmasını rica etti. Arva, Zûbecele kentinde 532 yılında öldü.

Aden'de Beni Zuray' (yani Zuray'oğulları) sülalesi hükmedi­yordu. Bu dönemde Hicri 494'te ölen Ebussuud Bin Zuray iş ba­şında bulunuyordu. Bir başka taraftan da hicri 488'de Ölen Mu­hammet Bin Ebil Garât burayı idare ediyordu. Ölünce yerine oğlu Ali geçti. Sebe Bin Ebussuud yaklaşık iki yıl kadar onunla savaştı. Ve nihayet Sebe, düşmanına üstün gelmeyi ve bölgenin tamamına hakim olmayı başardı. Bu sebepten dolayı Ubeydi halifesi Mısır'da Şii'lik ideolojisinin önderliğini ona verdi. Bundan dolayı da ona idealist unvanı verdi. Bu adam amcası Ebu'l-Garât'm bütün oğul­larını ortadan kaldırmayı becerdi. Ve 532 yılma kadar Aden hü­kümdarı olarak işbaşında kaldı [8]

 

El-Mustazhir'u Billah Döneminde Haçlı Savaşları

 

Hıristiyanlığa karşı elde ettiği zaferlerden ve müslümanlarm Suriye'de ve Kuzey Afrika'da hıristiyanlara ait geniş topraklan fet­hetmesinden dolayı hıristiyanlığın İslam'a ve müslümanlara karşı büyük bir kini doğmuştu ve bu kin İslam'ın gerçekleştirdiği her ye­ni zaferle beraber yenileniyordu.

Hıristiyanlık dünyası ve bu alemin mensupları müslümanlara karşı bir tepki göstermekten aciz oldukları için İslam'ın gençlik ve zindelik dönemlerinin geçmesini beklemişlerdir. Ne varki hıristi-yanlık dünyasının bu bekleyişi pek uzun sürmüş ve İslamî yayılı­şın sürdüğü müddet kadar uzamıştır.

Müslümanlarda zayıflama ve çökme başlayınca işte ancak bu sıralarda hıristiyanlık dünyası hızlı bir tepki göstermek istemiş ve bu tepkiyi de teşvik etmiş, cesaretlendirmişti.

Müslümanların özellikle Selçukluların, hicri 463 yılında Alpas­lan komutasında Malazgirt'te; keza Yusuf Bin Taşfin komutasında Endülüs'te hicri 479 yılındaki Zellaka savaşında ve bunlardan sonraki fetihlerde gerçekleştirdikleri zaferler hıristiyanlan korkut­muştu. Müslümanların yeniden güçleneceklerinden, sürekli ola­rak genişlemekte olan İslam dünyasına yeniden bir ruh geleceğin­den, özellikle Selçukluların küçük Asya'dan kaynayarak ilerleme­lerinden sonra Selçuklular ve Murabıtlar gibi savaşçı milletlerin İslam'a girmesinden büyük endişe duyuyorlardı.

Sonraları bir takım savaşçı barbar unsurların hıristiyan dinine girmeleriyle hıristiyanlar cesaretlenmeye başladılar. Bu barbar ka­bileler Avrupa'da göçüp konuyorlardı. Bu da hıristiyanlarda savaş­çı ruhun uyanmasına neden oldu. Bu topluluklardan biri de Cer­menler ve Macarlar'dır. Macarların hıristiyan olmaları küçük As­ya'da hıristiyan toplulukların batıdan doğuya birbirleriyle temas etmelerini sağlamıştır.

İtalya'daki prensliklerin elde ettiği üstünlükler de hıristiyanla-rın cesaretini arttırdı. Zira bu prenslikler Akdeniz'de dolaşan İtal­yan ticaret gemilerim emirlerine boyun eğmedikleri gerekçesiyle taciz eden müslüman deniz komutanlarını mağlup etmişlerdi. Bu italyan prenslikler Akdeniz'deki ticaret sahalarını genişletmek isti­yorlardı. Bunların müslüman denizcilere üstün gelmeleriyle güç­lerini ortaya koymak ve nüfuzlarını yaymak konusundaki rağbet ve arzulan daha da ilerledi. Çünkü artık Akdeniz'de bir güç sahibi olmuş bulunuyorlardı. Askerlerini nakletmek ve gemilerini bu de­nizde serbestçe dolaştırmakta, işte bu güçten artık istifade edebi­leceklerdi. Onları müslümanlara karşı cesaretlendiren bir husus da Normanların, italya'nın güneyini ve Sicilya adasını işgal ede­rek müslümanları, hicri 484 yılında buralardan tamamen silip çı­karmaları olayıdır.

Sultan Melikşah'm 485 yılında ölmesinden sonra Selçuklu devletinde baş gösteren çöküntü de hıristiyanlan cesaretlendirdi. Hıristiyanlık dünyası, bu çöküntüden sonra müslümanlar yeniden kuvvetlenmeden önce bu fırsatı değerlendirmeyi istiyordu. Özel­likle Selçuklular karşısında yenilgiye uğrayarak hicri 471'de Ku­düs'ü tahliye etmelerinden sonra hıristiyanlarm hevesi daha da arttı. Nitekim Ubeydiler iman ve inanç konusunda kendileri için düşman addettikleri Selçukluları kendilerinden kuvvetçe üstün gördüklerinden Selçuklulara karşı Avrupalı bazı liderlerden yar­dım istediler.

Hıristiyanlık dünyasını bu olayın içine iten en büyük faktör, hicri 481 yılında Roma'ya Papa seçilen II. Urbanus'un belki de sa­hip olduğu nüfuzdur. Çünkü II. Urbanus hıristiyan milletler ve bu milletlerin liderleri arasında emrine mutlak surette uyulan bir efendi olmuştu. Tabii ki bu da ona hıristiyanlar üzerinde sahip ol­duğu nüfuzu kullanmak ve onları Haçlı savaşına davet etmek için gerekli yetki ve ehliyeti veriyordu.

İşte bu düşünceden hareketle Papa II. Urbanus hicri 489 yılın­da din adamlarını Fransa'da Klermont'ta topladı. Ve onları Haçlı Savaşı'na davet etti. Keza liderleri aralarındaki anlaşmazlıkları bir kenara atmaya çağırdı. Ve onlara haç takdim ederek sözde Selçuk­luların Kudüs'e giden hıristiyan hacılara zorluk çıkardıklarını ve baskı yaptıklarım bahane ve gerekçe olarak gösterdi. Bu sebeple de hıristiyanlarm Kudüs'ü işgal etmelerini talep etti. Bu davette aynı zamanda Aziz Petros da büyük katkılarda bulundu. Komuta­sı altında topladığı gönüllülerle hıristiyan nizami ordularının ba­şına geçti. Tabii aziz Petros ile beraber bulunan bu gönüllüler da­ğınık ve disiplinsiz bir şekilde seferlerine devam ettikleri için gü­zergahları üzerinde bulunan hatta hıristiyanlara ait bölgelerde bi­le bir takım anarşik hadiselerin çıkmasına sebep oldular.

Öyle ki Konstantiniye İmparatoru bile onların bu anarşisin­den şikayetçi oldu. Nihayet bunlar İslam topraklarına girince esas bütün öfkelerini burada gösterdiler. Ekin, mahsul ve hayvan na­mına ne varsa kuru yaş demeden herşeyi yakıp yıktılar. Her taraf­ta fitne fesat saçtılar. Masum insanları katlettiler. Organlarını par­çaladılar. Canları ve hevesleri nasıl istediyse o şekilde davranarak ırza ve namusa tecavüz ettiler. Selçuklular bu saldırıların karşısın­da durarak İznik'te bu kuvvetlerle karşılaştılar. Ve 489 yılında Haç­lı ordularını son neferine kadar imha ettiler. Aslında Konstantini­ye İmparatoru onların şerrinden korunmak istiyordu. Dolayısıyla bir an önce Küçük Asya'ya doğru hareket etmelerine ve İznik'e gitmelerine yardımcı olmuştu.

İşte bu esnada Avrupa'nın düzenli Haçlı orduları Konstantini-ye'ye doğru hareket etmeye başlamıştı. Papa bu orduların İstanbul surlarının dışında toplanmalarını emretmişti. Esasen müslüman-lara karşı kin, fesat ve yıkıcılık bakımından önceki gönüllülerden daha az tehlikeli değillerdi. Aynı zamanda bunları bir ağızdan ve tek komuta ile düzene sokan onların hepsine birden emir veren bir tek komutanları da yoktu. Bilakis çoğu Fransız olan birçok ko­mutanları vardı. Hem sonra bütün bu komutanların bir tek ve müşterek askeri planlan da yoktu. Ayrıca bütün Avrupa'daki krall-lar bu hamlede birleşmiş değillerdi. Zira Endülüs'teki hıristiyan krallar orada bulunan müslümanlara karşı savaşmakla meşgul idi­ler. Sonra Fransız Kralı I. Phillip ve Alman Kralı IV. Henry kilise ta­rafından afaroz edilmişlerdi.

I. Haçlı hamlesi olarak bilinen bu savaştaki hıristiyan kuvvet­lerin sayısı bir milyonu geçiyordu. Fakat esas savaşçıların sayısı üçyüz binin bile üzerinde değildi. Geriye kalanların hepsi bu as­kerlere refakat eden erkek ve kadınlardan ibaretti.

Bu Haçlı hamlesine katılmış bulunan ordular Konstantiniye kapılarına ulaşınca Bizans imparatoru onlardan korkmaya başla­dı. Şehre girmemeleri ve topraklarından ele geçirdiklerini tekrar geri vermeleri kaydıyla , onlara yiyecek ve silah yardımında bulu­nacaklarını vadetti. Bunun üzerine nizami Haçlı orduları boğazı geçerek İznik'e ulaştılar ve şehri kuşattılar. İznik Emiri Kılıç Aslan merkezini buradan hemen Konya'ya nakletti. Ve Konstantiniye İmparatoruyla Avrupa'dan gelen kuvvetlerin değil sadece Bizans askerlerinin şehre girebileceği konusunda anlaştılar. Bu ittifak yü­zünden Haçlılar öfkelendi. Çünkü Bizans İmparatoru müslüman-lar lehine takınmış olduğu bu tavırla Haçlıların şehri yağma etme­lerine engel olmuştu. Ancak bu suretle Bizans imparatoru öte yan­dan Haçlılara bütün kuvvetiyle destek vermiş ve İznik yönüne doğru ilerlemişti.

Bu sırada Avrupa'dan gelen Haçlılarla Bizanslılar arasında an­laşmazlık doğdu. İmparator Avrupa'dan gelen bu işgalcilerle anla-şamayacağma kanaat getirerek bu sefer kendisi Küçük Asya'yı Selçuklulardan almak için Haçlılardan ayrıldı. Ve batıya doğru yöne­lerek İzmir'e ve Efes'e girdi. Buraları Selçuklu devletinden ayrıl­mışlardı. Bizans imparatoru da artık Haçlılara destek vermedi. Bi­lakis Selçukluların vaktiyle kendisinden almış bulundukları yerle­ri yeniden topraklarına katmaya baktı. O artık müslümanlara kar­şı bu suretle ve ikinci bir yönde savaşmaya çalışırken Haçlılara da yardım etmiş oluyordu. Fakat sonraları yeniden Haçlılara fiili şe­kilde yardım etmeye başladı.

Bu sırada Haçlı ordularının başında bulunan komutanlar ken­di aralarında ihtilafa düştüler. Bunlardan birileri Reha Prensinin daveti üzerine buraya giderek bu bölgede bir latin prenslik kurdu. Bu şahıs esasen Ermeniye bölgesinde bir Haçlı devleti kurmak is­tiyorlardı. Nitekim Ermeniler de onu desteklediler. Geriye kalan diğer Haçlı komutanlar Antakya'ya gittiler. Önce şehri kuşaşttılar. Ve yedi aylık bir kuşatmadan sonra hicri 491 yılında kente girerek halkından on bin kişiden fazlasını Öldürdüler. Hem öldürdükleri insanların hem de sağ kalanların vücutlarından organlar kesip ko­pardılar ve cinayetlerin en çirkinini işlediler. Ve sonra da araların­dan birini buraya nasbettiler.

Haçlı orduları Antakya'ya girerken şehrin hıristiyan asıllı halkı ve Ermeniler onları büyük bir sevinç ve coşku içerisinde karşıladı­lar. Haçlı kuvvetleri sonra buradan Beytül Makdis'e yani Kudüs'e doğru seferlerine devam ettiler. Bunun üzerine Musul emiri Kar-buka, Dımışk emiri Dakkak ve Homs emiri Cenahüddevle onlara karşı savaşmak için harekete geçtiler. Ne varki Haçlılar üstünlük elde ederek Maara'tün-Numan kentine girdiler.

Ve nihayet hicri 492'de Beytül Makdis'e ulaşarak şehri işgal et­tiler. Halkından yetmiş bin kişiyi de katlettiler. Öyle ki atları kan­dan bir gol içerisinde adeta yüzüyordu. Sonra Godefroi de Bruil-lon Kudüs'e kral seçildi. Ve kendisine Merkad-i İsa muhafızı yani Hazreti İsa mezarının koruyucusu unvanı verdi.

Bu arada Ubeydiler de Haçlıların kuzeyden ilerlemelerini fır­sat bilerek kendileri de güneyden ilerleyip Kudüs'e girdiler. Ve da­ha Haçlılar gelmeden önce Selçukluları buradan kovdular. Bu sıra­da Suriye'nin kuzey bölgeleri Haçlılara, güneyi ise Ubeydilere kal­mak üzere Ubeydilerin veziri El-Efdal Bin Bedril Cemali ile Haçlılar arasında bir takım pazarlıklar yapıldı. Fakat Haçlılar üstün ge­leceklerine kanaat getirince bu konuda verdikleri sözden caydılar.

Haçlıların bu hamlesi, savaşçıların çoğunu kaybettirmişti. Çünkü bu sırada üç yüz bin savaşçısını getirmiş ancak yalnızca kırk bin kişi ile Kudüs'e girebilmişlerdi. Geriye kalanların hepsi yolda kaybedilmişti. Şu var ki Reha'ya giden Haçlı savaşçılarının sayılarını ne kadar abartarak göstersek bile bunlar kırk bini geçmi­yordu. Böylece ilk Haçlı hamlesine katılan yaklaşık üçyüz bin kişi­den Kudüs'te kırk bin, Reha'da da kırk bin olmak üzere sadece sek­sen bin kişi kalmış, iki yüz yirmi bin kişi ise kaybedilmiştir. Bunlar gerek Haçlı saldırısı sırasında güzergâh üzerinde cereyan eden sa­vaşlarda, gerekse bu bölgelerde onlara karşı silahla mücadele eden bizzat halkın eli ile öldürülmüşlerdir. Sivil halktan Haçlılara karşı çıkanlar rağbetsiz ve Haçlılardan korkmalarına rağmen son­larının nereye varacağım bile bile silahlanıp Haçlılara karşı savaş veriyorlardı. Çünkü Haçlılar hemen her insanın tepki göstereceği, nefretle karşılayacağı öyle kötü muameleler, öyle çirkin davranış­lar, Öyle dehşet işler yapıyorlardı ki insanlar ister istemez bunlara karşı silahlanıp mücadele etmek mecburiyetini hissediyordu.

Haçlıların Kudüs'e hakim olmalarıyla birlikte İtalya'daki prensliklerde yaşayan toplulukların morali yükselmeye başladı. Bu sayede gemileri Akdeniz'de dolaşıyor ve Haçlılara yardım taşıyor­du. Ve bu sayededir ki hicri 494'te Hayfa ve Kayseriye'yi hicri 497'de Akka'yı ve iki sene süren kuşatmadan sonra da hicri 503'te Trablus'u ele geçirdiler. Aynı yıl içerisinde Cebele'yi aldılar. Sonra hicri 504'te de Sayda'yı zaptettiler. Bu sırada müslümanlar mütare­ke yapmak istedilerse de Haçlılar bu isteği reddettiler. Ancak müs­lümanlar tarafından onlara büyük bir miktarda para ödenmesine karşılık buna razı oldular. Ne varki bu paralan aldıktan sonra müs­lümanlara 504'te hile yaparak bu sözlerinden caydılar. Ve Haçlılar hicri 505 yılında Sur kentini kuşattı. Bu şehir Ubeydilerin elinde bulunuyordu. Bu sırada Dımışk emiri Doğu Tekin Surlular'a yiye­cek ve yardımlarda bulundu. Böylece Sur halkı Haçlılara karşı dire-nebildi. İç taraflara gelince Haçlılar, buraya güney yönünden gel­mişlerdi. Dımışk Emiri Eminüddevle bunların karşısına çıkarak onları yendi. Ve Malatya'ya kadar ulaşan çetelerini de arkadan ko­valadı. Hicri 493'te de şehre girerek burayı zaptetmeyi başardı.

Haçlılar hicri 497 yılında da Kuzey yönünden Dımışk Kentine saldırdılar. Fakat bozguna uğratıldılar. Ve bu sırada Reha'nın Haç­lı prensi de esir düştü. Fakat aynı yıl içerisinde Afamya Kalesi'ne girmeyi başardılar.

Başlangıçta Ubeydüer de Haçlılara destek verdiler. Ve düş­manları olan Selçuklulara karşı bunları tabii müttefik olarak gör­düler. Suriye'nin kuzey bölgelerine Haçlıların güney kısmına da Ubeydilerin egemen olması konusunda Ubeydilerin Haçlılarla an­laştıklarını daha önce de kaydetmiştik. Hem sonra Haçlılar üstün olduklarını biraz hissedince ilerlemelerine devam ettiler. Ve so­nuçta Ubeydilerle yüzyüze geldiler. Ve aralarında ihtilaflar çıkma­ya başladı. Ubeydiler esasen sırf bölgelerini savunmak için ve can­larından korktukları için Haçlılarla savaşıyorlardı. Yoksa İslam'ı sa­vunmak veya müslümanları korumak için değil. Zira eğer Haçlılar Ubeydilerle yaptıkları anlaşmalarına devam etmiş olsalardı, îslam topraklarını onlarla birlikte bölüşmek pekâla mümkün olacaktı.

Haçlıların islam diyarım işgal ettikleri sıralarda buralarda bu­lunan hıristiyanlaria Ermeniler onları sıcak bir ilgi ve büyük bir coşkuyla karşıladılar. Özellikle bu gerçek Haçlıların Antakya ve Kudüs'e girmeleri sırasında daha açık şekilde kendini gösteriyor­du. Aynı zamanda bu hıristiyan unsurlar işgal sırasında da Haçlı­lara büyük destekler verdiler. Ve her türlü yardımda bulundular. Müslümanlarla bizzat savaştılar. Ve Haçlıların müslüman safları arasındaki casusları oldular.

Haçlı işgali sırasında Suriye toprakları üzerinde dört Haçlı prensliği kuruldu. Bunlardan biri Reha da, biri Trablus'ta, biri Beytül Makdis'te bir diğeri ise Antakya'da kuruldu. Ancak Haçlılar Suriye'de ve hakim olup üzerinde devlet kurdukları bölgelerde el­de etmiş bulundukları üstünlüklere rağmen asla emniyet ve istik­rar bulamadılar. Çünkü halk müslümandı. Ve fırsat buldukça Haç­lılara darbeler indiriyorlardı. Aynı zamanda müslüman liderler de hem Haçlılar tarafından çiğnenen inançlarını ve kutsal değerleri­ni savunmak bakımından, hem de onları topraklarından uzaklaş­tırmak için üzerlerine baskınlar düzenliyorlardı.[9]

 



[1] İbn-ül Esir, EI-Kamil tere, c. 10, s. 197

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/267.

[2] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 10, s. 197-200, 206-210, 219-222, 308-315, 324-326, 336-338, 352-360 ; İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 12, s. 292-293; H. f. Ha­san, Tarih'ui-îslam tere, c. 5, s. 55-65

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/268-271.

[3] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/271-272.

[4] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/272.

[5] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 10, s. 200-201; İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 12, s. 291

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/272-273.

[6] tbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 10, s. 407-408, 422, 465-466; Ibn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 12, s. 326-327, 341

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/273-274.

[7] H. İ. Hasan, Tarih'ul-îslam tere, c. 5, s. 155-159

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/274-275.

[8] H. I. Hasan, Tarih'tıl-tslam tere, c. 5, s. 254-259

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/275-276.

[9] H. t. Hasan, Tarih'ul-lslam tere, c. 5, s. 293-300

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/276-282.