83- EL-MÜSTERŞİD'Ü BİLLAH EL-FADL BÎN AHMED EL-MUSTAZHÎR (HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 512-529)2

Bu Döneminde Prenslikler2

Selçuklular3

Harzemler4

Gaznelîler4

Ubeydiler4

Fatımi (Ubeydi) Halifeleri4

Fatımî (Ubeyde) Halifeleri5

Zîrioğulları5

Muvahhîdler5

Endülüs'te Durum.. 5

Yemen. 6

Bu Dönemde Haçlılar6


83- EL-MÜSTERŞİD'Ü BİLLAHEL-FADL BÎN AHMEDEL-MUSTAZHÎR(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 512-529)

 

Adı EI-Fadl Bin Ahmed El-Mustazhir Ebu Mansur'dur. Ünvam ise El-Müsterşid'ü Billah'tır. Hicri 485 yılında doğdu. Annesi cari­ye idi. Babasının hicri 512 yılı Rabiüssani ayında ölmesi üzerine kendisine beyat edilerek hilafet makamına getirildi. Bu sırada yir­mi yedi yaşındaydı.

El-Müsterşid büyük idealleri olan, fazlası ile iyi niyetli, olayla­rın üzerine yürüyen, kuvvetli görüşlere sahip heybetli bir zattı. Hi­lafete ve devlet işlerine bir disiplin getirdi. Güzel bir tertibe koydu. Hilafet protokolünü ihya etti. Ve azametini her tarafa yaydı. Şeriat erkânını yeniden ayağa kaldırdı. Ve bizzat kendi savaşlara katıldı. Tarihçi İbni Kesir onun hakkında şunları kaydetmektedir:

"Halife El-Müsterşid cesur, tehlikelerin üzerine yürüyen, ile­ri görüşlü, açık seçik ve güzel konuşan, tatlı sözlü, güzel bir üs­lupla hitap eden, güzel bir kaligrafi ile yazan, çok ibadet eden ge­rek halk gerekse devlet ileri gelenleri tarafından sevilen bir şah­siyetti. Halka hitap ederken görülen son Abbasi halifesidir. Öldü­rüldüğü sırada yaşı kırk beş yıl üç aydan ibaretti. Hilafeti ise on-yedi yıl altı ay yirmi gün kadar sürdü."

Bir ara halife EI-Müsterşid'u Billah ile Selçuklu Sultam Mesud arasında bir anlaşmazlık oldu. Birbirlerinin üzerine ordularla yü­rüdüler ve her iki ordu karşılaşınca Halife'nin birçok askerleri kaç­tılar. Bu yüzden Sultan Mesud üstün geldi. Halife ise direnmeye çalıştı. Ancak beraberinde bulunan devletinin ileri gelenlerinden bir grupla birlikte esir düştüler. Sultan Mesud onları Hemezan'a sevkederek burada bir kaleye hapsetti. Bağdad halkına bu haber ulaşınca matem ilan ederek başlarından aşağıya topraklar döküp feryat ettiler, ağlaştılar. Memleket ayağa kalktı. Kadınlar sokaklara çıplak çıkarak olayı protesto ettiler ve Cuma hutbelerine engel ol­dular.

Sultan Mesud'un amcası Sultan Sancar bu olayları haber alıp Bağdad halkanın yaptıklarını öğrenince yeğenine şöyle bir mesaj yazdı:

"Oğlum: Giyasüddünyaveddin!

Şu mektubumu okuduğun dakikada derhal Emirülmüminin Halife Efendimizin huzuruna girip karşısında yeri öpeceksin. Ondan af dileyeceksin, özür dileyeceksin, işlediğin kabahatin ta­mamından sıyrılmaya çalışacaksın. Şunu bil ki: Bizim buralarda gerek semavi gerekse yerel olmak üzere 20 gün kadar devam eden fırtınalar şimşekler, zelzeleler, askeri isyanlar ve şehirlerde­ki çeşitli değişimler gibi afetleri seyretmek şöyle dursun, haber ve havadislerini dinlemeye bile güç yetiremediğimiz, Allah tara­fından çeşitli uyanlar meydana geldi. Doğrusu zuhur eden bu uyarılarla halkın camilerde namaz kılmayı boykot etmeleri ve hatipleri konuşmaktan alıkoymaları gibi artık dayanamayaca­ğım sebeplerle Allah tarafından başıma bir bela gelecek diye kor­kuyorum. Dolayısıyla -Allah aşkına- yaptığın bu işi telafi et ve Emirülmü'minin Halife Efendimizi aziz makamına tekrar iade et. Töremizde olduğu gibi ve ecdadımızın yaptığı şekilde git hu­zurunda boynunu bük!"

Amcasının gönderdiği bu mesaj üzerine Sultan Mesud amca­sının emrettiklerini yerine getirdi ve Halife'nin karşısında yeri öperek huzurunda saygıyla durdu ve ondan af diledi.

Sonra Sancar bir grup askerin başında bir elçi göndererek ye­ğeni Mesud'un Halife'yi makamına iade edip etmediğini araştırdı.

Ne varki elçinin maiyetinde bulunan askerler arasında Batınîlik inanışına mensup onyedi militan vardı. Mesud'un bunlardan ha­bersiz olduğu söylenmektedir. Bazılarına göre onların varlığından haberi vardı.

Hatta bir rivayete göre de bu batınileri askerin araşma sokan bizzat o olmuştu. Bu adamlar yolculuk sırasında Halife'nin çadırı­nı basarak onu parçaladılar ve beraberinde bulunan bir grup adamlarını da katlettiler. Ordugâhta bulunan asker bu adamların, ancak işlerini bitirdikten sonra farkına varabildiler. Onları yakala­yıp öldürerek Allah'ın lanetine havale ettiler. Bunun üzerine Sul­tan, taziyeleri kabul etmek için oturdu ve matem ilan etti. Her ta­rafta feryad ve ağlama sesleri yükseldi. Bu haber Bağdad'a ulaşın­ca halk derin bir yasa boğuldu. Yalınayak sokağa dökülerek elbise­lerini yırttılar. Kadınlar saçlarını dağıtarak dövündüler ve ağıtlar yakarak ağladılar. Çünkü Halife El-Müsterşid'ü Billah onlara yap­tığı iyiliklerden dolayı, ayrıca cesaretinden adalet ve merhametin­den dolayı halk arasında çok seviliyordu [1]

Halife El-Müsterşid'ü BÜlah'ın katledilmesi olayı, Marağa mevkiinde 529 senesi zilkade ayının 16'sma tesadüf eden Perşem­be günü cereyan etti. El-Müsterşid şair ruhluydu. Nitekim esir düştüğü gün dudaklarından şu mısralar dökülmüştü:

"Düşmanı ister Arap ister olsun Acemden, Şaşma, arslan itinin pençesine düşmüşse; Nitekim Hamza'yı daVahşi'dir şehid eden, Hazreti Ali bile kurban gitti bir pise.[2]

 

Bu Döneminde Prenslikler

 

Selçuklular

 

Hicri 511 yılında Melikşah'm oğlu Sultan Muhammed ölünce yerine oğlu Mahmut geçti. Mahmud bu sırada ondört yaşındaydı.

Hicri 512'de de halife El-Müstazhir'u Billah öldü. Sultan Muham-med'in diğer oğlu Tuğrul, hicri 513'te biraderi Mahmud'a karşı baş kaldırdı. Mahmut'sa bu sıralarda amcası ve aynı zamanda Selçuk oğullan sülalesinin büyüğü olan Horasan ve Maşrık bölgesinin de emiri bulunan amcası Sancar'a karşı kanlı bir savaş içindeydi. Öy­le anlaşılıyor ki Mahmud amcasını baskı altına almıştı. Ancak ni­hayet 513'te üstünlüğü Sancar elde etti. Mahmud'sa uğradığı bü­yük hezimetten sonra İsbahan'a giderken amcası Sancar da He-medan'a döndü.

Bu arada Sancar barışmak amacıyla yeğeni Mahmud'la sürek­li haberleşti. Nihayet bir araya geldiler. Onu affetti. Ve kendine ve­liaht yaptı. Irak'ın idaresini de ona vererek kızıyla evlendirdi.

Hicri 514 yılında da Musul ve Azerbaycan valisi olan kardeşi Mesud dedikoducuların aralarını bozmalarının sonucu olarak bi­raderi Mahmud'a karşı başkaldırdı. Aralarını, söz taşıyarak bozan adamlar Mahmud'un yaşça küçük olmasını, amcası Sancar'in karşısında ordusunun yenilgiye uğramasını ve askerinin dağılma­sını görmüş bunu malzeme olarak kullanmışlardı. Fakat sonuçta Mahmud biraderi Mesud'a galip geldi. Sonra da Bağdat yönetimi­ni ona verdi.

Bu sırada bölge sorumlularından Dübeys Bin Sadaka, sulta­nın ordusuna karşı savaş açtı. Ancak bizzat halifenin kendisi de Dübeys'in üzerine yürüdü. Ve neticede Dübeys Bin Sadaka yenil­di. Ancak dönerek tekrar Basra'yı ele geçirdi. Daha sonra da Haç­lılara katılarak onları Halep kentine girmeye özendirdi. Ancak da­ha sonraları da dönerek 519 tarihinde Selçukoğlu Tuğrul Bin Mu-hammed'e iltihak etti.

Halife'nin bizzat kendisi Dübeys'e karşı açılan savaşa katılınca Selçuklu Sultan Mahmud, halifenin ortaya koymuş bulunduğu bu güçten dolayı endişeye kapıldı. Sultan Mahmud halifenin etkinli­ğini sınırlayabilmek için hilafet merkezi olan Bağdat'a girip idare­yi bizzat ele geçirmeyi düşündü. Halife ise ona sabırlı olması yo­lunda nasihatlerde bulunduysa da Mahmud bunu halifenin kötü niyetler peşinde olduğu şeklinde yorumladı. Ve Bağdat'a girmeyi kararlaştırdı. Bunun üzerine halife Bağdat'ı ve halkını terketti. An­cak şehir halkı halifenin ayrılmasına üzülerek gözyaşı döktüler.

Sonra Sultan Mahmud pişman oldu. Gelip halifenin gönlünü al­mak istediyse de halife kabul etmedi. Ve bunun üzerine halife ile Sultan arasında ihtilaf ve savaş çıktı. Ancak sonuçta Sultan Mah­mut halifeye karşı üstünlük elde ederek hicri 521 tarihinde Bağ-dad'a girdi. Ve hilafet merkezi askerleri tarafından yağmalandı.

Bir süre sonra bu savaş yeniden alevlendi. Bu kez de halife otuz bin savaşçının başında doğu yönünden Bağdad'a girdi. Ne var ki Ebu'l-Heyca'nm halifenin ordusundan bir kısmını peşine takarak sultanın tarafına geçmesi, keza Vasıt Emiri İmadeddin Zengi'nin de sultana yardım etmek üzere savaş yerine ulaşması halifeyi barış yapmaya zorladı. Nitekim halife Sultanı affetti. Sul­tan da halifeden özür dileyerek hicri 521 yılında Bağdat'tan ayrıl­dı, Hemedan'a gitti.

Sonra Sultan Mahmud bu kez de Dübeys Bin Sadaka ile hali­fenin arasını bulmak için hicri 523 yılında tekrar Bağdad'a döndü. Ve sulh yapıldı. Ancak çok geçmeden Dübeys bu sefer de hem ha­lifeye, hem sultana baş kaldırdı. Bunun üzerine Sultan onu Bas­ra'dan ayrılarak firar etmeye ve gizlenmeye mecbur olacak şekilde üzerine bir ordu gönderdi.

Bir ara Mesud kardeşi Sultan Mahmud'a ters düştü. Ona mu­halif bir tavır takındı. Bunun neticesi olarak da iki kardeş birbirle­rinin üzerine yürüdüler. Fakat peşinden de barış yaptılar. Ve hicri 525 yılı şevval ayında Sultan Mahmud öldü. Yerine ise oğlu Davud geçti.

Selçuklu Sultanı Mahmud halim, selim hoşgörülü bir zattı. Çoğu kere kendisini üzen şeyler duyar, gücü yettiği halde soruş­turma yapmazdı. Halkın mal ve servetinde gözü yoktu. Namuslu ve iffetli bir şahsiyetti. Nitekim başkalarının malına göz dikmek­ten, adamlarını da bir nebze sakındırabilmişti. Çok zeki idi. Arap­ça ile ilgilenirdi. Arap şiirini ve atasözlerini ezberlemişti. Tarih ve Siyeri çok iyi bilirdi. İlim ehline ve iyilikseverlere taraftardı. Aynı zamanda affi çok severdi. Mesela kendisine başkaldıran kardeşi Tuğrul'u ve Mesud'u affetmesini, halifenin gönlünü almasını ona karşı savaşan Bağdad halkını affetmesini örnek olarak gösterebili­riz. Nitekim bazı kimseler ona Bağdad'ı yakmasını bile teklif et­mişlerdi.

Hem sonra Sultan Mahmud çok önemli bir meseleyi üstlen­miş, Batmilerle mücadale etmiştir. Fars topraklarındaki ölüm ka­lesine ve Suriye'de bulunan Banyas Kalesine girmeyi başardı. Bu iki kale esasen Batınilerin en güçlü kalelerindendi. Sultan Mah­mud saltanat tahtına otururken yaşının küçüklüğünden dolayı ko­mutanlar ona göz dikmiş ve onunla çatışmışlardı. Fakat Mahmud onları dize getirdikten sonra hepsini de affetti.

Bu kez de Muhammed'in oğlu Mesud, kardeşi Mahmud'un oğlu Davud'la bozuşarak Tebriz'i işgal etti. Sonra barıştılar. Ve Me­sud, saltanatı ele geçirmek niyeti ile Bağdad'a gitti ve bunu halife­den istedi. Halife ise bu ailenin (yani Selçukluların) o günkü reisi bulunan Sancar'la bu konuyu istişare etti. Sancar ise ona hutbe­nin yalnızca halife adına okunması tavsiyesinde bulundu.

Sonra Muhammed oğlu Tuğrul, Rey kentinde bulunan amca­sı Sancar'a giderek Mesud'un, saltanatı ele geçirmek konusunda­ki niyet ve teşebbüsünü aralarında konuştular. Sonra da Me­sud'un üzerine yürüyerek Nihavend denilen yerde ikisi çarpıştılar. Sonuçta Mesud yenik düşerek veziri ve komutanlarından birkaçı ile beraber hicri 526'da meydana gelen bu olayda esir alındılar. Bu hadiseden sonra Tuğrul, Rey kentini amcası Sancar adına idare etmeye başladı.

Ancak bu kez de Davud ayağa kalkarak amcası Tuğrul'la çatış­tı. Vaktiyle biraderi Mesud'la çarpışan ve ona karşı üstünlük ka­zanmış bulunan Tuğrul, Davud'u da yendi. Aynı zamanda Mesud da yeğeni Davud'la çarpışmış onu yenmişti. Sonra Mesud anlaştı­ğı yeğeni Davud'la birlikte Bağdad'a girdiler ve kendisi Selçuklula­rın Sultam, kardeşinin oğlu Davud da onun veliahtı olmak üzere aralarında ittifaka vardılar. Sonra Tuğrul hicri 528'de öldü.

Mesud ise {daha Önce de kaydedildiği gibi) halifeyle savaştı. Onu esir aldı. Ardından da Sancar, yeğeni Mesud'dan halifeyi serbest bı­rakmasını ve ona iyi muamelede bulunmasını istedi. O da amcası­nın bu isteğini yerine getirdi. Ne var ki o sırada Batmiler halifeye kar­şı bir suikast düzenlediler. Ve hicri 529 yılında onu öldürdüler/[3]

 

Harzemler

 

Harzemlerin idaresini hicri 490 yılında Kutbeddin Muham­med teslim aldı. Kutbeddin Selçuklulara boyun eğiyor ve hicri 512'de Horasan'ın idaresini ele geçiren Sancar'a şirin gözükmeye çalışıyordu. Nitekim Sancar da Kutbeddin'in bulunduğu bölge üzerindeki idaresini tanıdı.

Kutbeddin hicri 521'de ölünce yerine oğlu Adsız geçti. Ve ay­nen babasının siyasetini takip etti. Fakat gözü bağımsızlıktaydı. Onun için bu niyetle Sancar'a karşı ayaklandı. Sancar da onu va­lilikten azletti. Fakat Adsız tekrar dönüp daha önce elinin altında bulunan yerleri yeniden ele geçirdi.[4]

 

Gaznelîler

 

Bu dönemde hicri 512'de Gaznelilerin başında Behram Şah bulunuyordu. Ve iktidarında bu dönem boyu devam etti.[5]

 

Ubeydiler

 

Ubeydüerin idaresini ise hicri 495'te El-Amir-u Biahkâmillah Ebu Ali El-Mansur üstlendi. Ebu Ali El-Mansur bu dönemin vezi­ri olan, fakat anlaşıldığı kadarı ile Ubeydilere karşı olumsuz bir tu­tum içinde bulunan El-Efdal Bin Bedril Cemali'den kurtulmuştu. Vezir El-Efdal, Ubeydüerin gelenek haline getirdikleri Hz. Pey­gamberin, Hz. Fatma ve Hz. Ali'nin ayrıca Ubeydi halifelerinden El-Kaim'in doğum yıl dönümlerinde yapılan mevlid merasimleri­ni kaldırmıştı. Vezir El-Efdal hicri 515'te öldürüldü. Yerine ise bu görevi El-Ekmel unvanını alan oğlu Ahmed Ebu Ali geçti.

Hicri 524'te de halife yani (Ubeydi halifesi) El-Amir'u Biahkâ-miUah Batınilerin giriştikleri bir suikast sonucu öldürüldü. Çünkü Batmiler hilafetin bu aileden yalnızca Nizar'ın soyunda devam edebileceğine inanıyorlardı. Öldürülen halife El-Amir'in yerine amcası oğlu El-Hafiz Ebul Meymun Abdülmecid Bin Muhammed geçti. El-Hafız'ın halife olmasıyla birlikte vezir EI-Ekmel'in de otoritesi güçlendi. Nitekim baş vezir El-Ekmel halifeyi göz altına alarak onu zindana attı. Hilafet sarayında ne var ne yok hepsini müsadere etti. Öyle anlaşılıyor ki El-Ekmel Şii'lerdendi. Çünkü onikinci imamm propagandasını yapıyordu. Aynı zamanda kendi siyasi propagandasını da yapıyordu.

El-Ekmel ezana sonradan ilave edilmiş bulunan "Hayye alâ hayril amel" ve "Muhammed'in ve Aliyim hayrül beşer" sözlerini de çıkarıp iptal etti. Keza İsmail Bin Cafer Es-Sadık'ın adını da hutbelerden çıkardı. Ancak onun bu icraatından dolayı Ubeydüer ondan nefret ediyor ve kendisinden kurtulmak istiyorlardı. Nite­kim hazırladıkları bir ekip ona bir suikast tertip ederek öldürdüler. Ve halife EI-Hafızı da zindandan çıkardılar. El-Hafiz kurtulunca vezir El-Ekmel'in saraydan evine naklettiği eşyaları, malları tekrar geri aldı. Ve Ebul Feth Yanis El-Hafiziyi de kendine vezir yaptı. Onu Öldürdükten sonra da bu makama onun oğlunu getirdi.

Hicri 529 yılında El-Garbiye Valisi Ermeni Behram Kahire'ye

gelerek şehri kuşattı. Bunun üzerine halife El-Hafız, bu adamı hı-ristiyan olmasına rağmen kendine vezir olarak tayin etmekten başka çare bulamadı. Behram ise gittikçe kuvvetleniyor ve Er-menye bölgesinden Ermenileri getirip buraya yerleştirmeye çalışı­yordu. [6]

 

Fatımi (Ubeydi) Halifeleri

 

1- Ubeydullah El-Mehdi Billah297- 322

2- El-Kaim'u Biemrillah           322-334

3- El-Mansur'u Billah              334-341

4- El-Muiz'zu Lidinillah          341-365

5-  El-Aziz'u Billah                   365-386

6-  El-Hakim'u Biemrillah        386-411

7-  Ez-Zahir'u Li'izaz'i Dinillah 411-427

8-  El-Mustansır'u Billah         427-487  [7]

 

Fatımî (Ubeyde) Halifeleri

 

1. Ubeydullah el-Mehdi Billah (297-322)

2. El-Kaim'u Biemrillah (322-334)

3. El-Mansur'u Billah (334-341)

4. El-Muiz'zu Lidiniliah (341-365)

5. El-Aziz'u Billah (365-386)

6. El-Hakim'u Biemrillah (386-411)

7. Ez-Zahir'u Li'izaz'i Dinillah (411-427)

8. El-Mustansır'u Billah (427-487)[8]

 

Zîrioğulları

 

Emir AJı Bin Yahya hicri 555'te ölünce yerine oğlu El-Hasan geçti. El-Hasan bu sırada 12 yaşındaydı. O'nun adına devlet işleri­ni vezirler idare ediyorlardı. Bu sırada Normanlar müslümanlarla savaşmak üzere geldiler ve Kavsar'a {pantellaria) adasını kuşattı­lar. Burada Emir El-Hasan'la Normanlar arasındaki çekişme uzun bir zaman sürdü.

Beni Hammad (Hammadoğulları) Emirliği'ne gelince bu dev­letin başında bulunan El Aziz Bin Mansur 515'te öldü. Yerine ise bu Hammadiye Devleti 547'de yıkılıncaya kadar oğlu Yahya geçe­rek iş başında kaldı.[9]

 

Muvahhîdler

 

Hicri 514 te Harga Kabilesi'nden Muhammed Bin Tomart va­sıtasıyla Muvahhidler sülalesinin propagandası başladı. Bu kabile Batı Mağrıb topraklarının çoğuna yayılmış bulunuyor ve Hz. Pey­gamber (sav)'in soyundan geldiklerini ileri sürüyorlardı. Harga Kabilesi Masmuda Kabilesinin bir koluydu. Bu kabilenin mensup­larından kimileri, Hz. Peygamber (sav)'e soylarının dayandırılma­sını teyid ediyor, kimileri de bunu yalanlıyorlardı.

Muhammed Bin Tomart ise yorumlamayı daha doğru bulu­yordu. Bundan kaçındıkları için de Mağrıb halkını suçluyordu. Muhammed Bin Tomart doğu taraflarına seyahatte bulunmuş ilim tahsil etmişti. Sonra Mağnb'a döndü ve daha sonraları yerini ala­cak olan halefi: Abdülmümin'le tanıştı. Bu arada halkı, davranışla­rını düzeltmeye hayırlı ve iyi işler yapmaya kötülüklerden sakın­maya çağırdı. Mülessem kabilelerde olduğu gibi Murabıtlar ara­sında da adet olan kadınların açık saçık gezmelerine karşı çıktı. Ali Bin Yusuf Bin Taşfin'le görüştü ve âlimlerle bir araya gelerek on­larla ihtilafa girdi. Buna rağmen Ali Bin Yusuf Bin Taşfîn ona bir kötülük gelmesini istemiyordu. Çünkü aşırı derecede takva ve ve-ra' sahibiydi. (Yani titiz bir dindar, namuslu ve samimiydi) Mu­hammed Bin Tomart, sonra kabilesinin ve ailesinin bulunduğu Ağmat'a intikal ederek burada Murabıtlarm kötülüklerini anlat­maya ve kendi siyasi propagandasını yapmaya çalıştı.

Ardından da bir kaç kabileden oluşan bir ordu teşkilatlandırdı. Merkezi Taynamol kalesiydi. Muhammed Bin Tomart Murabıtla-ra karşı cephe aldı ve nihayet taraflar, Murabıtlar'ın üstünlüğüyle sonuçlanan El Buhayra Meydan Savaşı'nda kapıştılar. Bu sırada Muvahhidler ordusunun komutam ve beraberinde bulunan çok sayıdaki asker birlikte öldürüldüler. Murabıtlar ordusu, Yusuf Bin Taşfin'in torunu Ebubekir Bin Ali'nin komutasında bulunuyordu.

Bu olaydan sonra Muhammed Bin Tomart hastalanarak hicri 524'te öldü. Yerine ise Muvahhidleri sevk ve idare etmek üzere Ab-dülmümin Bin Ali geçerek Muvahhidler'i yeniden eski güçlerine kavuşturmayı ve Sus topraklarının bir çoğuna hakim olmayı ba-şardı.' [10]

 

Endülüs'te Durum

 

Muvahhidler'in, güçlerini ortaya koymaları ve Murabıtlara karşı cephe almalarıyla birlikte Murabıtlar Endülüs'te yavaş yavaş çökmeye başladılar. Beyliklerin başında bulunan derebeyleri ara­sında kavgalar yeniden gelişti ve Endülüs'te müslümanlar gitgide parçalandılar. [11]

 

Yemen

 

Beninecah {Necahoğulları} devletinin başında Mansur Bin Fatik vardı. Mansur hicri 521'de ölünce yerine oğlu Fatik geçti. Ve hicri 540 yılına kadar iş başında kaldı.

Sulayhiler'e gelince bunları da Ahmet Es-Sulayhi'nin kızı Ar­va idare ediyordu. Devletlerinin tek efendisi işte bu bayandı. Arva Mısır'daki Ubeydüerle irtibatlıydı.

Aden'de ise Zurayoğulları sülalesi işbaşında bulunuyordu. Bu bölgenin iktidarı Şii ideolog ve propagandist Sebe' Bin Ebus-Su-ud'un elindeydi. Sebe1 hicri 533 yılma kadar da işbaşında kaldı.

Sonra San'ay^a ve havalisine Hatem Bin Ali El-Muğallesi El-Hemedani hakim oldu. Hemedan kabileleri onun boyunduruğu altına girdiler. Hicri 532 yılında El-İmam El Mütevekkil Ahmet Bin Süleyman buraya hakim oluncaya kadar bölge Beni Hatem (Hate-moğulları) sülalesinin idaresi altında kaldı. Bölgeye sırayla hakim olan Hatemoğullarınin isimleri şunlardır.

1- Hatem Bin Ali El Hemedani (492-502)

2-  Abdullah Bin Hatem (502-505)

3-  Maan Bin Hatem (505-510)

Sonra Ahmet Bin Ümran Bin El Mufaddal El Yami, Maan Bin Hatem'i devirerek Hemedan kabilelerini kendi etrafında toplayıp bu emirliğin iktidarını Beni Kuteyb {Kuteyboğulları) sülalesinin eline geçirdi.

4-  Hişam Bin El Kuteyb (510-518)

5-  Hammas Bin El Kuteyb (518-527)

Ondan sonra Hemedan halkı Hammas'm ölümünden altı yıî sonra iktidarı Hatem Bin Ahmed Bin Ömer El Yami'ye teslim etti­ler. Ondan sonra da bu Hatem Bin Ahmet'le îmam Ahmed Bin Sü­leyman arasında çekişmeler başladı.[12]

 

Bu Dönemde Haçlılar

 

Bu dönemde Haçlılar İslam topraklan üzerinde bir türlü rahat yaşayamadılar. Çünkü devamlı surette baskınlara ve müslümanla-rın hücumlarına uğruyorlardı. Haçlılar 492 yılında Kudüs'e girdik­ten ve sözde Suriye'nin kuzey bölgeleri kendilerine, güneyi ise Ubeydiler'e kalmak üzere yaptıkları antlaşmayı tek taraflı olarak bozduktan sonra bunu çiğneyerek ve Ubeydiler'e aldırmadan üs­tünlüklerini hissedince Beytül Makdis'i (Kudüs'ü) ele geçirdiler. Yani doğacak sonuçlara pek önem vermeden hedeflerine: Beytül Makdis'e yürümüş oldular. Esasen böyle davranmakla siyasi açı­dan büyük hata işlediler. Ve mevcud şartları takdir edemediler. Çünkü bu kez hem güney yönünden Ubeydilerin hem de kuzey yönünden Selçukluların hücumuna uğramaya başladılar.

Bu sırada Ubeydilerin veziri El-Efdal Bin Bedril Cemali, Bey­rut hükümdarı Sadüddevle komutasında Haçlılar üzerine büyük bir hamle düzenledi. Bu hamleye katılan kuvvetler Askelan'da bir araya gelerek Kudüs ve Yafa'yı tehdit etmek üzere hicri 493'te Ramle'ye doğru yürüdüler. Fakat amaçlarının hedefi gerçekleştir­meden bu hamle başarısızlığa uğradı.

El-Efdal bu kez de hicri 495 tarihinde ikinci bir hamleyi sevke-derek komutasını da oğlu Şerefulmeali'ye teslim etti. Bu ordu da bir önceki ordu gibi Beytül Makdis ve Yafa'yı tehdit etmek üzere Lüd ve Ramle'ye doğru hareket etti. Haçlılar üzerine giden bu or­duya Haçlı kuvvetleri başında Beytül Makdis prensi Haçlı Boldvin geçti. Ancak îslam kuvvetleri karşısında bozguna uğrayarak Ram­le'ye kaçtı. Müslümanlar onu kovaladılar. Bu sefer de gizlenerek oradan ayrıldı. Müslümanlar da Ramle'yi geri aldılar. Ve Yafa'yı da kuşattılar. Bu kez, Yafa'ya deniz yoluyla imdat kuvvetleri geldi. Boldvinde bu imdat kuvvetlerden istifade ederek müslümanlara saldırdı. Ve onlara karşı üstünlük elde etti.

Bu sırada vezir El-Efdal, biri karadan, diğeri ise denizden ol­mak üzere iki ordu daha gönderdi. Bunun üzerine Boldvin Reha ve Antakya prenslerinden yardım isteyerek gönderilen imdat kuv­vetleri sayesinde yine üstünlük elde etti.

El Efdal bu kez oğlu Senâülmülk komutasında büyük bir ordu hazırlayarak, bu orduyu ayrıca bir deniz donanması ile takviye et­ti. Aynı zamanda Selçuklulardan da yardım istedi. Nitekim Selçuk­lular da yardımda bulundular. Bu suretle hicri 498 yılında Haçlılar­la müslümanlar arasında çok büyük bir meydan savaşı cereyan et­ti. Bu sırada Selçuklularla Ubeydiler arasında büyük ölçüde yar­dımlaşma yapılmakla beraber bu savaşın sonuçları çok açık şekil­de ortaya çıkmadı.

Ondan sonra Haçlıların hakim bulundukları şehirler üzerine Ubeydilerin akınları başladı. Hicri 499'da Yafa'ya ertesi yıl El-Ha-lü'e saldırdılar. Ondan sonraki yılda ise Kudüs surlarına kadar ulaştılar.

Hicri 518'de de yeniden Kudüs üzerine akın düzenlemek için döndüler. Ve bu sırada Yafa'yı da kuşattılar. Kuzey yönünden ise Beytül Makdis'teki Haçlılara destek olmak üzere Batı Avrupa'dan gelen Haçlı hamlesini de Selçuklular imha etti. Hicri 494 yılında cereyan eden bu hadisede kaçıp canını kurtaran tektük haçlı ne­ferleri hariç bu hamleye iştirak edip gelenlerden hiç biri hedefine ulaşamadı.

Ayrıca Emir Gazi Gümüştekin Antakya'nın Haçlı prensinin güzergahı üzerinde pusu kurarak 494 yılında onu esir aldı. Aynı za­manda ertesi yıl Malatya'yı da Haçlılardan geri almayı, keza pren­sini de esir almayı başardı.

Hicri 497'de ise Musul atabeyi Çegirmiş ile Mardin emiri Artu-koğlu Süleyman Reha, da Haçlılarla savaşmak üzere harekete geç­tiler. Ve Harran yakınlarında iki taraf arasında cereyan eden mey­dan savaşında Haçlı ordusunu imha etmeye muvaffak oldular. Bu sırada Haçlı komutanlar Boldvın ve Goslîn esir düştüler.

Hicri 499 yılında ise Dımışk emiri Doğutekin Filistin'in kuze­yine düşen El-Celil toprakları üzerine bir akın düzenledi. Keza hicri 505'te Musul emiri Mevdud yine Haçlıların üzerine bir akın düzenledi. Ertesi yıl ise Taberya taraflarına doğru sefere çıkarak Taberya'yı bastı. Selçukoğlu Sultan Muhammed ise Haçlılara kar­şı savaşmak üzere Barsak komutasında büyük bir ordu gönderdi. Bu ordu hicri 509'da Atamya'ya saldırdı.

Hicri 513 yılında ise Antakya'daki Haçlılara karşı savaşmak üzere Artukoğlu İlgazi, emrindeki Türkmen kuvvetlerinin başında harekete geçerek Halep yakınlarında onlarla savaştı. Ve Haçlı or­dusunu perişan ederek ordunun komutanı Roger'i de öldürdü.

Hicri 514'te ise Gürcü hıristiyanlar beraberlerinde bulunan petperest Kıpçaklarla birlikte îslam topraklarına saldırarak müslü-manlara karşı üstünlük elde ettiler.

Hicri 518 yılında ise Haçlılar Sur kentine hücum ettiler. Burası Ubeydilerin elinde bulunuyordu. Beytül Makdis'in bu sıradaki Haçlı prensi II. Boldvin 497'de esir düşen I. Boldvin ve Goslin'i esaretten kurtarmak maksadıyla kuzey yönüne doğru yürüdü. Bu­nun üzerine Artukoğlu Bölek, süratle yetişerek ordusunu bozguna uğrattı. Onu da esir alarak yanında tutuklu bulunan diğer esir Haçlı prenslerine kattı.

Hicri 523'te ise Haçlılar Dımışk kentini kuşattı iseler de başa­rısızlığa uğradılar. Ve şehri alamadılar. Ertesi yıl ise Haçlılar bu kez Kadmus kalesine girmeyi başardılar. Ancak 526 yılında Dımışk emiri Şemsülmülûk'un karşısında bozguna uğrayarak Banyas kentini ve kalesini terk etmek zorunda kaldılar.

Hicri 527'de ise El-Cezire'ye çok büyük sayılarda Türkmen kuvvetler gelerek Trablus üzerine yürüdüler. Ve burada Haçlılarla savaştılar. Ertesi yıl da Halep Emiri Sivar, Meara'tün-Numan'da Haçlılara saldırdı.

Hicri 529'da ise İmadeddin Zengi fetih faaliyetlerinin tedricen gerçekleşebilmesi maksadıyla saldırılarını Asî Nehrinin doğusun­da bulunan Haçlıların merkezleri üzerinde yoğunlaştırmaya baş­layarak Meara'tün-Numan kentine hakim oldu. Ondan sonra da Kınnesrin; Şeyzer ve Hums kentleri üzerine baskınlar düzenledi.

Haçlılar üzerine hem güneyden hem de kuzeyden işte bu şe­kilde hücumlar akınlar düzenlenip duruyordu. Daha sonra bu akınlar Trablus'taki Haçlı prensliğine kadar yayıldı. Bu akınlar Haçlıları sürekli şekilde rahatsız ediyor, onların huzurunu kaçırı-yordu. Daha sonra İmadeddin Zengi'nin kurduğu devlet yavaş ya­vaş genişleyerek buralarda kurulmuş bulunan Haçlı prenslikleri­nin toprakları üzerinde yayılmaya devam etti. İmadeddin tedrici bir suretti ve azimle bu toprakların yeniden fethini planlıyordu. [13]

 



[1] İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 10, s. 426-427; c. 11, s. 32-35; îbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 12, s. 346-347, 384-386

İbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 10, s. 426-427; c. 11, s. 32-35; îbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 12, s. 346-347, 384-386

[2] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/285-287.

[3] H. î. Hasan, Tarih'ul-îsîam tere, c. 5, s. 65-76

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/287-290.

[4] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/291.

[5] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/291.

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/291-292.

[6] îbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 10, s. 525, 530-531; îbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 12, s. 314, 374, 415

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/291-292.

[7] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/292.

[8] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/293.

[9] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/294.

[10] îbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 12, s. 351-353

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/294-295.

[11] H. 1. Hasan, Tarih'ul-lslam tere, c. 5, s. 159-160

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/295.

[12] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/295-296.

[13] îbn-ül Esir, El-Kamil tere, c. 10, s. 235-237, 247-248, 266-267, 280-282, 328-332, 439-441, 450-451, 519-520, 540

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/296-299.