95 BAHRİYE MEMLUKLARI  (HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ 659-660)2

EL-HAKİM'U BİEMRİLLAH AHMED BİN EL-HASAN.. 2

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 661-711)2

EL-MÜSTEKFİ BÎLLAHSÜLEYMAN BİN AHMEDEL-HAKÎMİ BİEMRİLLAH.. 7

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 701- 736)7

EL-VASIK'U BİLLAH İBRAHİM BİN MUHAMMED BİN AHMED EL-HAKİMİ BİEMRİLLAH.. 9

{HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 736-742)9

EL-HAKİM'U BÎEMRÎLLAH AHMED BİN SÜLEYMAN EL-MÜSTEKFİ10

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 742- 753)10

EL-MUTAZID BİLLAH EBUBEKR BİN SÜLEYMAN EL-MÜSTEKFİ10

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 753-763)10

EL-MÜTEVEKKİL ALELLAH MUHAMİVIED BİN EBİBEKR EL-MU'TAZID BİLLAH.. 11

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 763-785}. 11


95 BAHRİYE MEMLUKLARI (HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ 659-660)

.

Adı Ahmed Ebul Kasim'dır. Bağdat'taki Abbasi halifelerinden. Ez-Zahir (622-623)'in oğlu, yine Bağdad Abb as ilerin den halife El-Mustansır (623-640)'in kardeşi ve halife EI-Mustasım (640-656)'m amcasıdır.

Tatarların Bağdad'ı bastıkları sırada Ahmed zindandaydı. Zin­dan görevlileri bu Ahmed Ebul Kasım'ı da salıverdiler. O da kaça­rak Bağdad'tan çıkmayı başardı. Ve Irak'ın çöl Araplarma karışarak bir süre onların yanında izini kaybetmeye çalıştı. Memluklar Ayn-catul Mevkiinde Tatarlara karşı zafer kazanarak onları Suriye top­raklarından kovunca Ahmed Ebul Kasım da Kahire'ye gitti. Bu sı­rada Mısır'da idare Baybars'm elindeydi.

Ahmed Ebul Kasım hicri 659 yılı Recep ayının başlarında Ka­hire'ye ulaşarak nesebini ispat etti. (Yani Abbasi hanedanına men­sup bir fert olduğunu kanıtladı.) Bunun üzerine önce Sultan Bay-bars, sonra baş kadı Tacüddin ve Şeyh îzzüddin Abdüsselam aynı yılın Recep ayı içerisinde ona beyat ederek kendisini halife ilan et­tiler. Adına hutbeler okunarak ismi de paraların üzerine nakşedildi. Ahmed Ebul Kasım vaktiyle Bağdad'da halife olan kardeşinin takındığı El-Mustansır unvanını aldı. Sonra Cuma günü halka kar­şı bir hutbe irad ederek bu konuşmasında Sultan Baybars'a dua etti. Ve müslümanlara Cuma namazını kıldırdı.

Halife E-Mustansır hemen Irak'a sefer düzenleyerek Tatarlara karşı savaşmak üzere yola çıktı. Sultan Baybars da Dımışk'a kadar onu uğurlayarak kendisi bir orduyla teçhiz etti. Bu sefer sırasında Suriye'de bulunan beyler de ona katıldılar. Aynı zamanda Sencar Emiri, bu arada halife sıfatıyla Halep'te kendisine bey'at edilmiş olan, ancak Ahmed Ebul Kasım'in kendisinden yaşça büyük ol­ması ve Bağdad'taki Abbasi hanedanından son halifeye akrabalık bağı bakımından daha yakın olması sebepleriyle Abbasilerden Ahmed Bin El-Hasan El-Hâkim Biemrillah, halifelik sıfatından fe­ragatte bulunarak ona katıldılar. Yakın akrabası olan bu Ahmed Bin El-Hasan EI-Mustansır'm sancağı altında sefere onunla birlik­te iştirak etti.

Halife El-Mustansır, bu sefer sırasında Fırat Nehri kıyısında bulunan El-Hadise kentine girmeyi başardı. Ardından Hît üzerine yürüyerek buraya da girdi. Ondan sonra bir Tatar ordusuyla kar­şılaştı. Taraflar arasında cereyan eden savaşta halife El-Mustansır öldürüldü.

Halife El-Hâkim Biemrillah ise yardımcılarından az sayıda bir grupla birlikte kurtuldu. Bu savaşın tarihi hicri 660 yılı muharrem ayıdır.

Bu sebeple El-Mustansır'm hilafeti altı aydan on gün daha az bir süre devam etti[1]

 

EL-HAKİM'U BİEMRİLLAH AHMED BİN EL-HASAN

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 661-711)

 

Unvanı El-Hakim'u Biemrillah, Ebul Abbas, adı Ahmed'dir. Ebu Ali El-Hasan Bin Ebubekr Bin EI-Hasan Bin Ali Ez-Zabî'dir. Ahmed'in bu dördüncü ceddi olan Ali Ez-Zabi Bağdad'taki Abba­si halifelerinden El-Müsterşid'u Billah'ın oğlu ve halife El-Mus-tazhir'u Billah'ın torunudur. Bağdad, Tatarların eline düştüğü sı­rada Ahmed gizlenmişti. Tatarların takipleri hafifleyip giriştikleri yakıp yıkma hamlesi de hızını kaybedince Ahmed arkadaşların­dan bir grupla birlikte Bağdat'tan kaçarak Beni Haffce (Haffce oğulları) adıyla tanınan bir Arap kabilesine sığındı. Ve bir süre bunların yanında kalarak izini kaybetmeye çalıştı. Sonra da Dı­mışk'a giderek bir zaman da buranın ileri gelenlerinden İsa bin Muhenna'nm yanında kaldı. Bu sıralarda Dımışk emiri El-Meli-kunnasır onu arıyordu. Ancak Tatar hücumu sayesinde bu takip­ten kurtuldu.

El-Melikul Muzaffer Dımışk'a gelince Emir Kılıç El-Bağdadi'yiona göndererek kendisini davet etti. Ve ona bey'atte bulundu. Ar-dmdan da Zahir Baybars onu Kahire'ye davet etti. O da Ahmed Bin El-Hasan1 a bey'at etmek istiyordu. Ne var ki amcazadesi ve yı­kılan Bağdad'taki hanedandan halife Ez-Zahir'in oğlu Ahmed Ebul Kasım ondan daha önce davranmıştı. Dolayısıyla Ahmed BinEl-Hasan Kahire'ye gitmekten vazgeçerek kendisine halife sıfatıy­la bey'at edilmiş olan Haleb'e döndü. Vaktiyle Haleb Emiri Tatarla­ra karşı savaşmak ve Bağdad'ı onlardan kurtarmak için onu bir or­duyla teçhiz etmişti. O da halifelerin adeti üzerine "El-Hakim-u Biemrillah" diye bir unvan aldı. Bu maksatla sefere çıkan El-Ha­kim'u Biemrillah Ahmed Bin El-Hasan Ane'ye gitti. Oradan da £1-Hadise'ye geçerek Kahire'de kendisine halife sıfatıyla bey'at edil­miş bulunan amcazadesi halife El-Mustansır ile bir araya gelerek ondan yaşça küçük olduğu için halifelik sıfatından onun lehine fe­ragatte bulundu ve Tatarlarla yapılan bir savaş sırasında öldürülen (bu) halife El-Mustansır Ahmed Ebul Kasım'in sancağı altında çarpıştı. Sonra Ahmed Ebul Abbas çok az sayıda kurtulan bir grupla birlikte Rahba'ya döndü. Oradan da İsa Bin Muhenna'ya gitti. Buradan Mısır'ın Memluk Sultanı Ez-Zahir Baybars'la haber­leşmeye başladı. Bayb?.rs onu Kahire'ye davet etti. Bunun üzerine Ahmed Ebul Abbas Bin El-Hasan beraberinde oğlu ve yakınların­dan da bir kalabalıkla birlikte Kahire'ye gitti. Baybars onu ağırladı. Ve kaledeki El-Burc'ul-Kebir Köşkünde kendisini misafir etti. Bu­ranın mescidinde bir kaç defa adına hutbe de okuttu.

Nesebini ispat ettikten sonra Sultan Baybars, baş kadı, ulema heyeti ve geriye kalan bütün halk bu Ahmed Ebul Abbas Bin El-Hasan'a hicri 661 yılı Muharrem ayının sekizinci günü bey'at etti­ler. Bu duruma göre İslam alemi, H.660'tan 661'e kadar halifesiz kaldı.

Keza, Bağdad'm Tatarlar tarafından istila edilmesiyle Kahi­re'de, El-Mustansır Bin Ez-Zahir halife ilan edilinceye kadar hicri 656-659 yılları arasında da üç yıl kadar İslam dünyası halifesiz kal­mıştı.

Yeni halife Ahmed Bin El-Hasan Ebul Abbas vaktiyle Halep'te halife ilan edildiği zaman seçtiği "El-Hakim'u Biemrillah" unvanı bu kez de aynen kaldı. El-Melikuzzahir Baybars artık onu Kahi­re'de alıkoydu. Onu Abbasilerin merkezi olarak Bağdad'ı yeniden kurtarmak için Tatarlarla savaşmak üzere Bağdada göndermeyi artık düşünmüyordu. Bilakis Baybars halifenin burd'a bulunması ve burada kalmasıyla hilafet makamını Kahire'de güçlendirmeye yarayan bir sembolden başka bir şey değildi. Bu sembolik makamı ise Sultan destekleyecek aynı zamanda ehli sünnet dünyası bununla güçlenmiş olacak, müslümanlara birliklerini temin eden hi­lafetleri, bu suretle ihya olmuş olacak, îslamda otorite sembolü olan halifenin etrafında kenetlenerek hakimiyetleri kuvvetlenmiş olacaktı.

Bu sayede de Memluk devleti meşru bir sıfat kazanmış olacak. Nüfuzu genişleyecek ve diğer İslam ülkeleri arasında önemi art­mış olacaktı. Nitekim Memluklar Devleti bu sayede müslümanla-rın dikkatlerini üzerine toplayan bir merkez ve tarihin bu merha­lesinde müslümanlann en güçlü bir devleti oldu. Kahire'de Abba­si halifeliğinin yeniden ihyasının yamsıra Tunusta'da Hıfsiler Dev­leti varlığını ilan etti. Bu devlet orijin bakımından, büyük Masmu-da Kabilesinin kollarından olan Hintana oymağının şeyhi Ebu Hafs Yahya Bin Ömer El-Hintani'ye dayanıyordu.

Vaktiyle Masmuda Kabilesinin sarfettiği çabalar sonucu Mu-vahhidler Devleti kurulmuştu. Bu Ebu Hafs Yahya Bin Ömer, El-Mehdi Bin Tomart'ın propagandacılarından biriydi. Tunus'a vali tayin edilmişti. Sonra yerine hicri 602 tarihinde oğlu Abdülvahit geçti. Bu Abdülvahid, Muvahhidlerin emiri El-Mansur'un kız kar­deşi ile evlendi. Sonra onun da yerine oğlu Ebu Zekeriya geçti. Muvahhidler hicri 609'da cereyan eden El-Ukab Savaşında Endü­lüs hiristiyanlan karşısında yenilgiye uğrayıp Mağrıb ve Endülüs'te nüfuzları zayıflayınca hicri 626'da Ebu Zekeriya Bin Abdülvahit El-Hıfsi bu kez de Tunus'ta bağımsızlığını ilan etti. Hicri 647'de ye­rine oğlu Ebu Abdullah geçerek Bağdad'm 656'da Tatarların eline düşmesi üzerine kendini tüm dünya müslümanlarmm halifesi di­ye ilan etti. Ona Mekke Şerifi İdris de bey'atte bulundu. Ve Ebu Abdullah Kahire'deki Abbasi halifesinin kendisi için seçtiği unva­nın aynısını takındı.

Kahire'deki halifenin mevkii Memlukları kuvvetlendirmişti. Ya da başka bir ifadeyle El-Melikuzzahir Baybars, kendi devletini böyle bir siyasetle güçlü bir şekilde desteğe kavuşturmuş ve temel­lerini hilafet makamı sayesinde sağlam bir zemine oturtmuş oldu. Hicri 667'de Ez-Zahir Baybars hacca giderek Tunus'taki bu Hıfsîle-rin Mekke'de bulunan destekçilerini ortadan kaldırdı. Nüfuzunu Hicaz'da yaydı. Ulemâya yakınlık gösterdi. Medreseler ve kütüp­haneler inşa ettirdi. Böylece İslam dünyasının liderliğini üstlendi. Bu sıralarda Homs hükümdarı olan Eyyubi'lerden El-Melikul Eşref Musa ile yine Eyyubilerden olan Hama emiri El-Melikul Man-sur, Ez-Zahir Baybars'a bağlılıklarını ilan ettiler. Ancak Kerk Emi­ri El-Muğis Ömer Bin El-Melikil Adil Bin EI-Melikil Kamil, sultanlık hakkını ve aynı zamanda Mısır'a da hakim olma hakkını Mem­luklardan çok kendi nefsinde görüyordu. Nitekim bu uğurda çaba sarfetmeye çalıştı. Sonra Baybars onu Bisan'daki karargâhına da­vet ederek El-Muğis'in gelmesini temin etmeyi başardı. Ve üzerine yürüyerek onu yakaladı. Sonra da Kerk'i işgal ederek hicri 661fde kendi tarafından buraya bir vali de tayin etti. Böylece Suriye'de ar­tık meydan Baybars'a kaldı.

Bu sıralarda Haçlıların etkisi de epeyce hafiflemişti İslam top­raklarına yeniden hamleler düzenlemeye de artık imkanları yet­miyordu. Çünkü artık bir üstünlük elde etmekten ümitlerini kes­miş, müslümanlann söz birliği yapmakta olduklarını görünce her­hangi bir hedefi gerçekleştirmek konusunda emelleri kesintiye uğ­ramıştı.

Keza, Haçlıların Maşnk'ta {yani İslam dünyasının doğu bölge­sinde) asırlardır, müslümanlann koruması altında yaşayan hıristi-yanlan desteklemenin de Haçlılar için büyük bir faydası yoktu. Buna rağmen Sultan Baybars yine de bu yerli hıristiyanlardan çe­kiniyordu. Çünkü, İslam topraklan üzerinde yaşıyorlardı. Bunların herhangi bir zamanda girişebilecekleri bir komplodan emin olu­namazdı. Esasen azgın hücumları Cengiz Han ve Hülagu'nun dö­nemlerine nazaran hafiflemiş bulunan Tatar'ların da girişebile­cekleri kötülükler küçümsenemezdi. Aynı zamada bunların şer odakları henüz çok yakındı. Ve onlardan her an kötülük beklene­bilirdi.

Ez-Zahir Baybars, işte bu endişelerden hareketle -zararlı ol­makla beraber- daha az tehlikeli olan taraflarla ilişki kurmaya ça­lıştı. Bu cümleden olarak hicri 600 yılında Bizans İmparatoru VI-II. Mihael Palaiologos ile bir antlaşma yaptı. Ona bir heyet ve ba­zı hediyeler yolladı.

Keza, Batı Roma İmparatorluğu ile Sicilya ve Napoli hüküm­darları ikinci Frederic'in oğlu Manfred'le de antlaşmalar yaptı. Ona Cemalüddin Bin Vasıl başkanlığında bir heyet gönderdi. Bu dönemde Silcilya'da henüz bazı İslam kentleri mevcut buhınuyordu. Öyle görülüyor ki bu antlaşmalardan esas amaç Avrupalı dev­letlerin Haçlılara destek olmamalarım ve İslam toprakları üzerine yeniden Haçlı saldırıları düzenlememelerini temin etmekti.

Baybars aynı zamanda Kıpçak ülkesinin kuzeyinde ve kuzey bozkırlarda yaşayan Tatarların Emiri Baraka Hanla da antlaşma yaptı. Bunlar Altınordu Kabilesinden"[2] İslam dinini kabul eden ilk Tatarlardı. Bunların merkezleri günümüzdeki Stalingrad şehrinin bulunduğu Volga Nehri kenarındaki saray kenti idi.[3]

Baybars bu antlaşmanın yamsıra Baraka Han'ın kızkardeşiyle de evlenerek ilişkilerini akrabalık bağıyla da pekiştirmeye çalıştı. Ve onu amcası oğlu Hülagu'ya karşı cesaretlendirdi. Nitekim ara­larında düşmanlık vardı. Esasen bu ilişkilerden maksat Hülagu'ya karşı tedbir almaktı.

Zahir Baybars bu tedbirlere paralel olarak ayrıca içeriden de Bedevi Arapları Tatarların üzerine kışkırtıyordu. Öyleki bu çöl Araplanmn işgalci Tatarlara karşı sık sık düzenledikleri baskınlar zaman zaman Bağdad'a kadar bile ulaşıyordu. Bunlar Tatarların bilhassa Suriye toprakları üzerine hücum ederlerken hayvanları­nın yem kaynağı olarak faydalandıkları meraları ateşe veriyorlardı. Baybars Asi Nehri'nden Ürdün Nehri'ne kadar uzanan mesafe bo­yunca kaleler ve düşmanı gözetleme kuleleri inşa etti. Düşmanın baskına geçmesi sırasında bu kulelerden büyük ateşler yakılırdı. Bu sayede de civardaki şehirlerde oturanlar bu ateşleri görerek düşmana karşı önceden hazırlık yapma fırsatını elde etmiş olur­lardı. Aynı zamanda düşman baskınlarıyla ilgili haberler yıldırım hızıyla bu şekilde yerden yere intikal ederdi.

Tatarların savaş taktiği olarak gafil avlamak ve ani hücum yap­mak gibi bir takım savaş usullerine başvurduklarını düşündüğü­müz zaman bu kulelerin ne kadar büyük önem taşıdıklarını da kavramış oluruz. Baybars aynı zamanda ülkeyi baştan başa mun­tazam bir iletişim şebekesiyle donattı. Özellikle posta ile ilgili haberleşme tertibatını çok iyi düzenledi. Orduyu ve donanmayı güç­lendirdi. Kıpçak bölgesinde daha çok Memlukları istihdam etti. Baybars böylece hem Haçlılara hem Tatarlara karşı mücadele ver­mek istiyordu. Bu konuda başka bir seçimi yoktu. Çünkü her iki taraf da birbirleriyle yardımlaşıyorlardı. Haçlılar özellikle Tatarlara yollarda kılavuzluk yapıyor, onlara, kendilerine ait olan hıristiyan prensliklerin topraklarından geçmeleri için izin veriyor ve buralar­da kaleler inşa ediyorlardı. Onun için Memluklar Haçlıları Suriye topraklarından tamamen kovmayı kararlaştırdılar.

Sonra Sultan Baybars ordularını teftiş etmek için Suriye'ye in­tikal etti. Bunun üzerine Haçlılar telaşlanarak Haçlı prenslikleri­nin heyetleri süratle ve peşpeşe Baybars"'ı ziyaret eder oldular. Ona karşı iki yüzlülük ediyor, şirin gözükmeye çalışıyorlardı. Tabii bu sayede Baybars'm ordusunu kuvvetlendirmekten ve kalelerini tahkim etmekten maksadının ne olduğunu anlamak istiyorlardı. Ancak Baybars bu haçlı heyetlerini hep tersledi.

Sultan Baybars hicri 664 yılında Suriye üzerine yürüyerek Kayseriyeye'yi ve onun güneyinde bulunan Arsuf u ele geçirdi. Bir yıl sonra da hicri 665' te Safad Kalesine saldırarak burayı da aldı. Hicri 666'da da Yafa'yı ele geçirdi. Aynı yılın Ramazan ayında An­takya'ya Süveydiye'den deniz yoluyla hücum etti. Maksadı bu ta­raftan Antakya'ya gelebilecek imdat kuvvetlerinin önüne geçmek ve aynı maksatla Bilan geçidini kesmekti. Böylece küçük Ermeni-ye ve Kilikya bölgelerinden Antakya'ya gelebilecek imdat kuvvetle­ri buraya ulaşamayacaktı. Bu akın sırasında şehre hücum eden ile­ri kuvvetlerin sevk ve komutası bizzat Baybars'm elinde bulunu­yordu. Hicri 669 yılı ramazan ayının ondördüncü günü şehre gir­di. Sonra Trablus prensliğine saldırarak buradaki Hosn'ul-Ekrad (Kal'atul-HosnVa ve Akka'da bulunan El-Alîkât, Halba ve Arka ka­lelerine hücum etti.

Ne varki bu esnada Fransa Kralı IX. Lui komutasında bir Haç­lı ordusu gelerek Trablus'u Baybars'ın eline düşmekten kurtardı. Baybars Trablus'u bırakarak süratle Mısır'a geçti. O, VIII. Haçlı hamlesi olarak bilinen bu Haçlı ordusunun Mısır'a yüremesinden korkuyordu. Nitekim Fransa Kralı IX. Lui vaktiyle Mısır üzerine yürümüş, Dimyat kentini işgal ederek Mansura'ya kadar ilerlemiş­ti. Dolayısıyla Mısır'a girmek konusundaki hayalleri onu tahrikedip duruyordu. Özellikle de bu savaş sırasında esir alınmıştı. Ve büyük fidyeler vererek ancak hürriyetini elde edebilmişti. O halde alınacak bir öcü vardı. Ve işte o, bu intikamı almak istiyordu. IX. Lui ikinci bir açıdan da Beytül Makdis'in alınması ve buranın hi­mayesinin elinde kalması için tek yolun Mısır'ı işgal etmek oldu­ğuna inanıyordu. Fakat bu VIII. Haçlı Hamlesi IX. Lui'nin Sicilya Kralı olan kardeşinin isteği üzerine Tunus'a yöneldi. Lui'nin kar­deşi Tunus' a akın düzenlemeyi ve buranın hükümdarları olan Hıf-si hanedanıyla savaşmayı istiyordu. Nitekim IX. Lui de bu rağbet­ten pek uzak değildi. Ne varki bu hamle Tunus'a ulaşmadan önce IX. Lui hummaya yakalandı ve öldü. Böylece VIII. Haçlı hamlesi de hedefine ulaşamadan son bulmuş oldu.

Baybars işte bu Haçlı hamlesine karşı koyabilmek için hazır­lıklar yaptıysa da bu hazırlıkları yarıda bırakarak hicri 670 yılında İkinci kez Trablus'a hareket etti. Ancak Trablus kontu Bohemond durumu görüşmek ve barış akdetmek istedi. Sultan Baybars da bunu kabul etti. Çünkü bu sırada Prens Edward komutasında ye­ni bir Haçlı hamlesi geliyordu. Ve Akka'ya da ulaşmış bulunmak­taydı. Ez-Zahir Baybars ile Trablus'un Haçlı Kontu Bohemond arasına on yıllık barış yapıldı.

Sonra Baybars Kıbrıs'a bir savaş düzenledi. Kıbrıs Kralı III. Hi-

ya İslam'ın en azılı düşmanlarından idi. Ve Haçlı bir hırsa sahipti. Nitekim Haçlılar onun ülkesini bir üs haline getirmişlerdi. Suriye topraklarına deniz yoluyla ulaşmak için buradan harekete geçi­yorlardı. İslam donanması da hicri 669 yılında bir deniz fırtınası yüzünden adanın kıyılarında tahrip olmuştu.

Ayrıca Sultan Baybars Kilikya topraklan içinde kurulmuş olan küçük Ermenistan devletine de savaş açtı. Ermeniler Selçukluların küçük Asya'da ilerleyişinden ve Malazgirt savaşından sonra bura­ya intikal ederek devlet kurmuşlardı. Bu devlet ayakta olduğu müddetçe daima Haçlıların bir dayanağı oldu. Sultan Ez-Zahir Baybars'a karşı haçlıları destekliyor, kereste ve demirin Mısır'a ih­raç edilmesine engel oluyordu. Baybars nihayet bu devlete karşı üstünlük elde ederek aralarında Birinci Hison'un da bulunduğu, komutanlarından bir grubu esir aldı. Bu olaydan sonra ise küçük Ermenistan çökmeye başladı.

Görülüyor ki kendileriyle antlaşma yapılan devletler artık Haç­lılara yardım etmiyorlardı. O halde bu antlaşmanın fiili bir yararı vardı. Nitekim Batı Roma devletinin, sonunda tarafsız bir tutum izlediğini görüyoruz ki esasen Haçlıları adeta bir zamanlar kışkır­tıyordu. Aynı zamanda Fransızlar ve İngilizler tarafından sevk ve komuta edilen VIII. ve IX. Haçlı sefelreni de yine bu Batı Roma devleti desteklemişti. VIII. Haçlı hamlesi Fransa Kralıl X. Lui'nin, IX. haçlı Seferi de İngiliz'Prensi Edward'm sevk ve komutasında organize edilmişti.

Sultan Selahaddin Eyyubi'nin kardeşi Turan Şah tarafından hicri 568 yılında fethedilmiş bulunan Nuba ülkesinin tecavüzleri bu arada tekerrür etmeye başladı. Buna karşı durmak için Zahir Baybars hicri 674'de üzerlerine bir kuvvet göndererek bu kuvvet Nuba'lıları yendi ve hükümdarlarını esir alarak Baybars'a gönder­di. Ondan sonra da Nuba ve Dankala halkı cizyeye bağlandılar.

Tatarlara gelince diktatörleri Hülagu hicri 663'te ölmüş, yerine ise oğlu Abakahan geçmişti. Abakahan Haçlılarla irtibat kurmaya başladı. Hıristiyanlara karşı sempati duyuyordu. Konstantiniye Kralının kızıyla da evlendi. Abakahan, kendisine boyun eğmeleri karşılığında esasen Memluklarla bir barış yapmak istiyordu. Fakat Ez-Zakir Baybars bu teklifi reddetti. Bunun üzerine Moğollar Rah-ba'ya: [4] saldırdılar. Ancak Baybars'm onlara karşı gönderdiği bir askeri hamle Fırat kıyısında Tatarları bozguna uğrattı.

Sonra Zahir Baybars hicri 675 yılında Anadolu Selçuklularının bölgesi olan küçük Asya'ya bir sefer düzenledi. Selçuklular Tatarla­rın yanında yerlerini almışlardı. Baybars'm ordusu bu bölge için­de bir Tatar askeri kuvvetiyle karşılaşarak bu birliği yenilgiye uğ­rattı. Ve yedi bin kişiyi de kılıçtan geçirdi. Ondan sonra Selçuklula­rın merkezi olan Kayseriye şehrine girdi. Ancak Tatarlar karşısında tutunmak için küçük Asya kalelerini takviye etmeyi başaramadı. Çünkü artık yorgun düşmüştü.Ve hicri 676'da öldü.

Sultan Zahir Baybars merhum fizik yapı olarak uzun boylu, esmer tenli ve mavi gözlüydü. Yüksek sesle konuşurdu. Gözlerininbirinde beyaz bir leke vardı. Baybars çok cesurdu. Vefatı Muhar­rem ayının yirmi yedinci gününe rastladı.

Zahir Baybars'tan sonra saltanatı oğlu El-Melikussaid Mu-hammed Baraka Han [5] üstlendi. Bu sırada on sekiz yaşlarmdaydı. Babası, hicri 663'ten beri yani henüz dört yaşındayken onu kendi­si için veliaht seçmişti. Ne var ki El-Melikussaid iki yıldan fazla başta kalamadı. Çünkü eğlenceye dalması sebebiyle Memluklar onun etrafından dağıldılar. Sonra saltanattan alınarak Kerk ve Şev-bek idaresini yürütmek üzere gönderildi. Yerine ise kardeşi Bed-reddin Salamış tayin edildi. O da yaşça küçüktü. Henüz yedi yaşı­nı bile doldurmuş değildi. Bu yüzden onun adına devlet işlerini yürütmek üzere Seyfeddin Klavun ona atabek olarak tayin edildi. Bedreddin'e de El-Melikul Adil unvanı verildi. Ne varki o da çok geçmeden "hal" edildi.

Ondan sonra Memluklar emir Seyfeddin Klavun'a [6] bey'at ederek onu saltanatın başına getirdiler. Ve kendisine de El-Melikul Mansur unvanını verdiler. Bu olay aynı yılın recep ayının yirmi bi­rinci günü cereyan etti. Ve haber Dımışk'a ulaşınca Emir Şemsed-din Sungur El-Eşkar hariç, orada bulunan devletin bütün ileri ge­lenleri bu tayini onayladılar. Sadece emir Şemseddin bunu red­detti ve bey'atte bulunmadı.

El-Melikussaid hicri 676 yılı Zülkade ayının onbirine rastlayan perşembe günü Kerk'te öldü. Ve yerine Kerk idaresini kardeşi Nec-meddin Hızır üstlendi. Dımışk Naibi de hastalanarak Mısır'a inti­kal etti. Bunun üzerine Emir Şemseddin Sungur El-Eşkar devlet ileri gelenlerinden kendisine Sultan sıfatıyla bey'at aldı. Ve El-Me­likul Kamil unvanını takındı. Ondan sonra da sınırlarını korumak için Gazze'ye bir ordu gönderdi.

El-Melikul Mansur Klavun Kerki Necmeddin Hızır'ın elinden aldı. Sonra da Alemüddin Sancar El-Halebi komutasında gönder­diği ordu El-Melikul Adil'in ordusunu yenerek seferini Dımışk'a kadar sürdürdü. Bu taarruzun sonucu olarak El-Melikul Kamil şehri terketti. Ve Alemüddin Sancar şehre girdi. İdaresini ise Hü-sameddin Lacin üstlendi. Beraberinde El-Mansur Klavun'un em­riyle Alemüddin Sancar da bulunuyordu. El-Melikul Kamil Ra'ba'ya doğru hareket ettikten sonra sahil yönüne saparak bura­da bazı kale ve şehirleri ele geçirdi. Bunun üzerine El-Melikul Mansur Klavun ona karşı savaşmak için bir ordu şevketti.

Tatarlar bu sırada müslümanlarm bozuştuklarını anlayınca yeniden Suriye'ye doğru harekete geçerek Halep Kentine girdiler. Ve canlan isteği kadar insan öldürüp esir aldılar. Tatarlar, El-Meli­kul Kamil Sungur El-Eşkar'm, Sultan El-Mansur Klavun'a karşı onların yanında yerini alacağını sanıyorlardı. Sultan ise bu sırada ordusuyla birlikte Suriye'ye doğru sefere çıkmış bulunuyordu. Ta­tarlara karşı beraber olabilmek için Sungurla temas kurdu. Sun­gur da ona olumlu cevap vererek hazırlık yaptı. Ancak Tatarlar bu sırada müslümanlarm yine söz birliği ettiklerini duyunca Suriye topraklarından tekrar geri döndüler. Aynı zamanda Sultan Klavun da Mısır'a döndü.

Hicri 780 yılına Sultan, Mısır'dan ayrılarak mukabil cephedeki askeri yığınakların peşine düştü ve El-Melikul Kamil Sungur'dan yardım istedi. O da bu teklifi kabul ederek îslam orduları Homs is­tikametine doğru .yürümeye başladılar. Tatarlar da Antep'in kuze­yinden hareket ederek Homs'a doğru yöneldiler tatar ordularının bir kısmı Rahba yönünden, yani doğudan gelerek çöl Araplarıyla çatıştılar. Sonra müslümanlarla Tatarlar recep ayının ondördüncü Perşembe günü karşılaştılar.

Savaş meydanı Homs şehrinin kuzeyinden Halid Bin El-Ve-lid'in mescidinin yakınından başlıyor. Hams ve Hama kentlerini birbirine bağlayan yolun ortasındaki Restten beldesine kadar de­vam ediyordu. Savaşın başlangıcında müslümanlar bozguna uğrar gibi oldular. Nitekim İslam ordusunun bir kısmı Homs gölü, başka bir adla "Katına Gölü" kıyılarına kadar çekildi. Sonra sultan ve be­raberinde bulunan Sungur El-Eşkar ile ileri gelen komutanları, di­reniş göstererek sadakatle Tatar'lara karşı bir hamleye geçtiler. Bunun üzerine -Allah'ın izniyle- Tatar ordusu perişan oldu. Ve iki kıs­ma bölündü. Onların bir kısmı Selemiye ve çöle doğru kaçarken, ikinci kısmı ise Halep ve Fırat nehri doğrultusunda kaçmaya baş­ladılar. Bunun da bir kısmı nehrin öbür tarafına geçmek isterken suda boğuldu. Sultan ise bu zaferden sonra Mısır'a döndü. El-Me­likul Kamil Sungur El-Eşkar da Homs da sultana veda ederek Si-yon'a gitti.

Tatar diktatörü Hülagu'nun oğlu Abaka Han 680 yılında öldü. Yerine ise kardeşi Ahmed geçti. Ahmed bir hıristiyan terbiyesiyle yetiştikten sonra îslam dinine girmişti. Babası Hülagu'nun kur­muş olduğu İlhanlı Tatar ailesinin idaresi Ahmed'e kalınca müslü­manlarm kanı dökülmesin diye barış yapmak için Ahmed, Sultan El-Mansur Klavun'la temas kurmaya çalıştı. Onunla karşılıklı me­saj alış verişinde bulundu. Ve nihayet bu hususta anlaştılar.

Sultan El-Mansur Klavun, hicri 684 yılında Margap ve havali­sini fethetti. Bu olay üzerine Trablus'un Haçlı kontu ondan korka­rak sempatisini kazanmak için sultanın isteği üzerine kalelerini yıktı. İki sene sonra da emir Seyfeddin Sungur El-Eşkar, Dımışk naibi Hüsameddin Laçin'e teslim oldu. Sonra da El-Mansur Kla-vun'u ziyaret etti. Klavun da onu güzel karşıladı. Hicri 680 de ise Sultan önce Dımışk, oradan da Trablus üzerine yürüyerek şehri kuşattı ve fethetti. Burası hicri 503 yılından beri Haçlıların elinde bulunuyordu. Sultan, bu fetih için Magrıb'ı alarak Sungur El-Eş-kar'dan kurtulmak ve müslümanlarm birliğini de bu suretle sağla­yarak Haçlı prensliğine ait kaleleri yıkmak suretiyle zemin hazırla­mış bulunuyordu.

Sultan El-Mansur Klavun, hicri 689'da ölünce yerine oğlu El-Eşref Selahaddin Halil geçti. Selahaddin, onun ikinci oğluydu. Esasen Sultan'm veliahtı önce hicri 687'de ölen birinci oğlu Alaad-din Ali idi. Klavun Akka'yı fethetmeye vaktiyle niyetlenmişti. Yeri­ne oğlu geçince buraya, Mısır'dan yola çıktı. Ve Dımışk'dan, Trab­lus ve Hama'dan asker çağırdı. Bu çağrı üzerine mücahidler gele­rek Akka şehrini kuşattılar. Ve hicri 690 yılı cemaziyelevvel ayının on yedinci cuma günü de şehrin fethi gerçekleşti. Haçlılardan kur­tulanlar ise deniz yoluyla kaçtılar. Aynı zamanda El-Eşref Sayda ile Sum da teslim aldı. Sonra onun Dımışk idaresine bakan naibi Ale­müddin Sancar Eşşucai de, Beyrut'u ele geçirdi. Keza ona, Cubeylve Tartus kentlerini de teslim edildi. Bu surete Haçlıların Suriye toprakları üzerinde ve sahillerinde hiç bir izleri kalmadı. Ondan sonra El-Eşraf Bizans topraklarına saldırılar düzenlemeye başladı. Bu cümleden olarak (Cebeli Lübnan) bölgesinde bulunan Kesre-van'a bir kuvvet şevketti. Çünkü buradaki yerli huistiyanlar, Haçlı­lar için bir destek ve cjayanak oluşturuyorlardı.

Hicri 693 yılında El-Eşref Selahaddin Halil, bir av gezisi sıra­sında Memluk şefleri tarafından öldürülerek yerine naibi Beyde-ra'yı tayin etmek üzere aralarında anlaştılar. Bu ise Memluk'lar ta­rafından düşürülen ilk sultan oldu. Beydara, Eî-Melikul Adil unva­nını aldı. Ne var ki ertesi gün Ketboğa'nın emriyle öldürüldü. On­dan sonra Sultan Klavun'un oğlu Muhammed'in tayin edilmesi konusunda Alemüddin Sancar Eşşucai ile anlaştılar. Ve Muham-med'e El-Meliku'n-Nasır unvanı verildi. Muhammed bu sıralarda sekiz yaşındaydı. Fakat sultan seçilmesi üzerinden henüz bir yıl bile geçmeden bu makamdan atılarak evinde göz hapsi altında oturmaya mecbur edildi. Yerine ise Emir Ketboğa saltanatı üstle­nerek El-Meliku'1-Adil unvanını aldı.

Bu sırada İlhanlı Moğol devletinin diktatörü Hülagu'nun toru­nu ve Abaka Han'ın oğlu Argun öldü. Yerine ise oğlu Kazan geçti. Ve merhum emir Tüzün vasıtasıyla İslam' a girdiğini açıklayarak bu kutlu münasebetle de halkına bol ihsanlarda bulundu. Mahmud adını alarak Curna'ya katıldı. Sonra kiliseleri yıktırarak hıristiyan-lara cizye ödeme mükellefiyeti getirdi. Bağdad'da zorbalıkla alın­mış bir çok mal ve değerlerin tekrar sahiplerine iadesini sağladı. Onun döneminde Tatarların büyük kısmı da müslüman oldular.

Sultan Ketboğa, bir ara yanma Mısır'dan sorumlu naibi Hüsa-meddin Lacin'i de alarak Dımışk'ı ziyarete gitmişti. Bu boşluktan istifade eden Hüsameddin, Ketboğa'nın dönüşü sırasında anlaştı­ğı Memluk şefleri tarafından hemen sultan ilan edildi. Ona bey'at ettiler. Haberi duyan Ketboğa ise tekrar Dımışk'a döndü. Hüsa­meddin Lacin bu suretle Mısır'a gerçek manada sultan oldu. Ve El-Mansur unvanını aldı. Nitekim Ketboğa'da 696 yılında Lacin'e artık bağlılığını ilan etti.

Hicri 698'de Memluklar, El-Meliku'1-Mansur Hüsameddin La­cin ile, naibi Seyfeddin Mengü Timur'u öldürdüler. Ve El-Meli-ku'n-Nasır Klavun oğlu Muhammed yeniden sultan olarak maka­mına iade edildi.

Sultan, hicri 699 yılı başlarında Tatarların Suriye'ye saldırmak üzere sefere çıkmış bulundukları haberini alarak muharrem'in ikinci günü Suriye'ye hareket etti. Bu yolculuk sırasında Gazze'ye uğrayarak yaklaşık iki ay kadar burada kaldı. Sonra Dımışk'a gide­rek rabiülevvel'in sekizinci günü şehre ulaştı. Ancak Tatarların başlattığı harekât sebebiyle burada iki hafta bile kalamadı. Ordu­nun başında kuzeye doğru hareket etti. Çağrıda bulunduğu kim­selerden hiç biri ona katılmaktan geri kalmadı.

Selemiye vadisi yakınlarına düşen Haznedar Vadisine ulaşınca burada Tatar ordusuyla karşılaştı. Ne var ki îslam ordusu bu savaş­ta bozguna uğradı. Va kaçış başladı. Ordunun bir kısmı bu geri çe­kilme esnasında güzergâh üzerinde bulunan Dımışk'a uğradılar. Sultan da Baalbek ve Bekaa vadisi yoluyla kaçarak Dımışk'a geldi. Bu sırada Dımışk halkı büyük bir panik ve korku içine düştüler. Bunun üzerine şehrinin eşrafı, Tatarlara karşı çıkmak ve şehir hal­kı için Tatar diktatörü Kazan'dan aman dilemek üzere ünlü bilgin Şeyhülislam Takiyüddin İbniTeymiyye ile anlaştılar. Ve Tatar Kra­lı Kazan'a giderek Dımışk Homs yolunun ortalarına düşen Nebek mevkiinde kendisiyle görüştüler.

Şeyhülislam îbni Teymiyye Tatar kralıyla çok güçlü ve etkili bir üslubla konuştu. Nitekim bu konuşmanın müslümanlar için çok faydası oldu. Şehrin sivil halkına dokunulmayacağına dair güven alarak döndüler. Ancak ordular arası savaş kaçınılmazdı. Çünkü Kazan Suriye'yi ele geçirmek istiyordu. Sivil halka savaş dolayısıy­la bir kötülük gelmesin diye bazı liderler Dımışk Kalesi'nin Tatar­lara teslim edilmesini doğru buluyorlardı. Fakat merhum Şeyhü­lislam, kale komutanından kaleyi Tatar kuvvetlerine teslim etme­mesini istedi. Komutan da kalenin teslimine taraftar olanların sö­zünü red, fakat şeyhülislam'm isteğini ise kabul etti.

Dımışk'ın Tatarlar tarafından ele geçirilmesi üzerine şehrin minberinden Rabiülahir ayının dördüncü cuma günü Moğol ileri gelenlerinin de hünkar mahfelinde hazır bulundukları bir sırada Kazan adına hutbe irad edildi. Ve namazdan sonra Sudde üzerin­den kendisi için dua yapıldı. Ayrıca Kıpçağ'm kral adına Suriye'yenaib tayin edildiğine dair onun bir fermanı halka karşı okundu. Rabiülahir'in ortasına rastlayan cumartesi günü ise Tatarlar ve Sis Beyi Salihiye mahallesini, Mescidül Esediye'yi» Hatun Camii'ni ve bu camiinin içinde bulunan El-Eşrefiye Darülhadis medresesini yağmaladılar. Bu sırada El-Ukayba mevkiinde bulunan Tövbe Ca­mii de yandı. Bütün bu işler -Gürcü'lerle, Allah belasını versin- Ta­tarların yanında yerlerini almış, iş birlikçi Ard hıristiyanlarının ba­şı altından çıkıyordu. Bunlar yöre halkından da bir çok kimseyi esir aldılar.

Sonra Şeyhülislam İbni Teymiye, cemaatinden bir grupla bir­likte Tatar kralıyla bir görüşme yapmak üzere rabiülahir'in yirmin­ci perşembe günü şehirden ayrıldı. İki gün sonra da döndü. Ne var ki Tatar kralıyla görüşemedi. Onu engelleyenler, Sadüddin ve Er-Reşid Müsirüdevle El-Muselmani Bin Yehuda olmuşlardı. Bunun üzerine Dımışk halkı arasında korkunç bir panik yayıldı.

Cemaziyelevvel ayının ondokuzuncu cuma günü Tatar kralı Cazan, savaşçılarından altmış bin kişiyi alarak Dımışk'tan ayrılır-Ker şehirde de bu sayıda asker bıraktı. Sonbaharda tekrar buraya dönmek ümidiyle Irak'a döndü. O tekrar Dımışk'a dönüp buradan Mısır'a geçmeyi tasarlıyordu.

Naib olarak buraya bıraktığı Bolay, Tatarlardan bir grubun ba­şında Gur tarafına açıldı. Ve orada bir takım kötülükler yaptılar. Bolay bu yöreden geri dönünce Şeyhülislam İbni Teymiye onunla görüşerek beraberinde bulunan müslüman esirleri serbest bırak­ması yolunda onunla konuştu. Ve bu suretle onlardan büyük bir kısmını kurtardı. Henüz direnişini devam ettiren Dımışk Kalesi komutanı bu sırada Mısır'dan İslam ordularının gelmekte olduğu yolunda bir şayia çıkardı. Bunun üzerine Tatarlar şehrin kalesini ele geçiremeden Dımışk'ı terkettiler. Kale komutanı barış yapma­yı reddetmişti. Tatarların buradan ayrılmaları Dümür yönünden batı yoluyla ve recep ayının ortalarına rastladı.

Şevval ayının yirmisinde de Dımışk sultanlığının naibi Cema-lüddin El-Afram, beraberinde şeyhülislam İbni Teymiye'yi de ala­rak askeri bir kuvvetin başında Cubeyl ve Kesrevân topraklarına girdiler. Bu yörenin halkı Tatarlara destek oldukları, îslam toprak­larına baskınlar düzenledikleri ve yaşamakta oldukları sapıklıklaryüzünden bu sefer düzenlendi. Yörenin ileri gelenleri şeyhülisla­mın huzuruna çıkarak yaptıklarından dolayı pişmanlık duydukla­rını ve bundan böyle bağlılık göstereceklerini ilan ederek baskın­larda aldıkları mal ve değerleri geri verdiler. İbni Teymiyye de on­ların bir kaçma tövbe ettirdi.

Hicri 700 yılında ise Tatarların tekrar Suriye'ye doğru harekete geçmiş ve Halep'e varmış bulundukları bu korkuyla da Halep emi-rinin Hama'ya kaçtığı yolunda bir şayia çıktı. Sultan'ın da Mı­sır'dan gelmesi gecikince İbni Teymiyye Sultana giderek onu uyar­dı. Ve Tatarlar'm yaklaşmakta olduklarını hatırlatarak süratle hare­kete geçmesini, şayet gecikecek olursa Şam halkının kendilerini temsil etmek üzere bir sultan tayin ederek ona yardımcı olacakla­rını ifade etti. Binaenaleyh kendilerinden düşmana karşı yardım istendiğinde böyle bir yardımı yapmak zorunda olduklarını, Suri­ye, Mısır'a bağlı olmasa ve bura halkı Mısır vatandaşları olmasalar bile istenen bu yardımı yapmak zorunda olduklarını dile getirdi. Bunun üzerine sultan süratle harekete geçti.

İbnü Teymiyye de yirmi yedi cemaziyelevvel günü Mısır'dan döndü. Ancak sonraları Tatar emirinin tekrar Irak'a döndüğü, be­raberindeki asker sayısının az olması sebebiyle Fırat nehrin doğu yönüne doğru geçmiş bulunduğu haberleri geldi. Bunun üzerine sultanın naibi Merc mevkiinde bulunan kampından şehre döndü. Bu sırada ise Mısır'a gitmek üzere gelen Tatar elçileri Dımışk'a uğ­radılar. Ve 701 yılında aynı yoldan geri döndüler.

Halife El-Hakim-u Biemrillah ise hicri 701 yılının cemaziyela-hir ayının başlarında Öldü. Yerine oğlu Süleyman Ebu'r-Rabi, hali­fe seçildi. Ve El-Müstekfi Billah lakabını aldı. El-Mütevekkil Alal-lah unvanıyla da bilinen El-Hakim'u Biemrillah Ahmed Bin El-Hasan Ebul Abbas'm halifeliği tam kırk yıl sürdü. [7]

 

EL-MÜSTEKFİ BÎLLAHSÜLEYMAN BİN AHMEDEL-HAKÎMİ BİEMRİLLAH

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 701- 736)

 

Künyesi Ebu'r-Rabî', adı Süleyman Bin Ahmed'dir. El-Hakim'i Biemrillah'm oğludur. Hicri 684 yılı Muharrem ayının onbeşinci günü dünyaya geldi. Ve babasının vasiyeti üzerine ölümünün ikin­ci günü yani hicri 701 yılı, cemaziyelevvel ayının sekizinde kendi­sine bey'at edilerek hilafet makamına getirildi.

EI-Müstekfi döneminde bugünkü Tartus şehrinin tam karşısı­na düşen Suriye kıyılarına yakın Arvad Adası fethedildi. Ve Haçlı­ların elinden kurtarılmış oldu. Burası Haçlıların tutunabildikleri en son yer idi. Recep ayında Tatarların yeniden Suriye'yi ele geçir­mek niyetinde oldukları haberi geldi.

Bunun üzerine Klavun oğlu Sultan Nasır Muhammed, Mı­sır'dan ayrılmak için hazırlıklara başladı. Ve Tatarlar'la savaşmak üzere Şam'a doğru yollandı. Aynı yılın yani 702 yılının şaban ayı­nın ikinci yarısında devlet adamları Mısır'dan komutanlar ve dev­let adamları Suriye'ye gelmeye başladılar. Aynı zamanda Tatar Kuvvetleri de Suriye'ye doğru akmaya başladı. İslam orduları Ha­lep ve Hama'dan Dımışk'a doğru çekilirken Tatar orduları da Homs ve Baalbek kentlerine ulaştılar. Şeyhülislam İbni Teymiyye bu sı­rada Hama'dan kaçan İslam ordusuyla El-Katifa'da buluştu.

Şam birlikleri ise yirmi dört Şaban günü Dımışk'tan hareket ederek El-Kisve mevkiinde karargahını kurdu. Bunu Dımışk kenti­nin düşman tarafından tahrip edilmesi çocuklara, yaşlılara ve ka­dınlara karşı düşmanlar tarafından tecavüzlerde bulunulmasını önlemek maksadıyla yaptılar. Hem sonra El-Kisve mevkiini karar­gah olarak seçmeleri, Merc bölgesinin o devirde sulak olması ve savaş için elverişli bir zemine sahip olmaması yüzündendi. Ondan sonra Mısır'dan da askeri birlikler gelerek El-Kisve mevkiinde Şam birliklerine katıldılar.

Mısır'dan gelen orduların başında bizzat halife El-Müstekfi Billah ve Mısır sultanı Klavun oğlu Nasır Muhammed de bulunu­yordu. Ramazan ayının ikinci Cumartesi günü bütün bu askeri birlikler Merc Es-Sufur mevkiinde topladılar. Dımışk halkından da, surları korumaları, içerdeki güvenliği sağlamaları ve kaleye tu­tunmaları istendi.

Tatarlara gelince, onlar da Karra mevkiine ulaşmış ve oradan da Katifa'ya intikal etmişlerdi. Dımışk'a yaklaşınca şehri sağ taraf­larına alarak Memluk ordusunun onları beklediği El-Kisve mevki­ine doğru hareket ettiler. Fakat şehre katiyyen saldırmadılar. Sade­ce orduyla çarpışmak istiyorlardı. Onlar şu düşüncede idiler. Eğer zafer kazanacak olurlarsa zaten şehir ellerine geçecek ve dolayı­sıyla şehir halkına istediklerini yapabileceklerdi. Yok eğer yenilgi­ye uğrayacaklarsa bu takdirde de şehre girmek sözkonusu olmaya­caktı. Zaten askerlerinin şehir içine girerek keyfi bir şekilde yaşa­yıp şımarmalarım, dolayısıyla savaşma azmini kaybetmelerini is­temiyorlardı. Diğer yandan Tatar ordusu eğer Dımışk şehrine doğ­ru hareket edecek olursa Mercüssufur'da bulunan İslam birlikleri de onları geriden takip edecek ve Tatar ordusunu, bir taraftan içer­deki şehir halkının, diğer taraftan da arkadan onları izleyen İslam ordusunun ateşi arasında kıstırmış olacaktı.

Nihayet cumartesi günü öğle saatlerinde savaş kızışmaya baş­ladı. Gerek halife gerekse sultan büyük bir metanet ve kahraman­lık Örnekleri sergilediler. Savaş Tatarların engebelere doğru kaçış­maya başlamaları sonucu Tatar ordusunun çözülerek perişan ol­masıyla bitti. Sonra Tatarlar tamamen kaçtılar. Halk ise savaştan dönerek Ramazan ayının dördüncü pazartesi günü Dımışk'a dön­dü. Ertesi salı günü ise sultan şehre döndü.

Bu savaş Şahab savaşı adıyla tanınmıştır. Burası savaşın cere­yan ettiği mevkiin adıdır. Ve Mercussufur mevkiinin kuzeyine dü­şer. Bu isim hâlâ böyle bilinmektedir. Ve günümüzde de bu arazi­de aynı ismi taşıyan bir çiftlik bulunmaktadır.

704 yılında da Nuba taraflarına bir askeri hamle sevkedildi. İs­lam ordusu vaktiyle, -müslümanlarla yapmış oldukları antlaşmayı tek taraflı olarak çiğneyen ve hicri 670 yılında Nuba kralı Da­vud'un Asvan'a saldırdığı gibi yeniden tecavüzlerini tekrarlamaya başlayan- Nuba'hlara karşı üstünlük kazandı. Esasen müslüman-ları onlarla savaşa ve Zahir Baybars döneminde hicri 674 yılında topraklarının bir kısmım işgal etmeye zorlayan husus da buydu. Nihayet taraflar arasında yeni bir antlaşma akdedildi.

Hicri 708 yılında Klavun oğlu Sultan Nasır Muhammed hacca gitmek için yola çıktı. Kerk şehrine uğrarken bir vadi üzerinde, ra­hat geçmesini temin için bir köprü kuruldu. Sultanın geçişi sıra­sında köprü çöktüyse de sultan kurtuldu. Ve Kerk'de yerleşerek sal­tanattan istifa etti. İstifasını da gerek Mısır kadılarına gerekse Şam kadılarına yazılı olarak bildirdi. Bunun üzerine Muhammed Na-sır'm yerine emir Rükneddin Baybars Caşengir, şevval ayının yir­mi üçüncü günü Sultan seçildi. Ve kendisine El-Meliku'1-Muzaffer unvanı verildi.

Ne var ki hicri 709 yılı recep ayında Nasır Muhammed eski dü­şüncesinden vazgeçerek yeniden saltanata talip oldu. Devlet ileri gelenlerinden bir grup da ona muvafakatta bulundular. Bunun üzerine Sultan Nasır Muhammed şaban ayında Dımışk'a girdi. Ondan sonra Ramazan ayında da Mısır'a girince saltanat maka­mındaki El-Muzaffer Rükneddin Baybars, Ramazan'm sonlarına doğru Kal'atü'1-Cebel'den kaçtı. Sultan Nasır ise Ramazan Bayra­mı günü kaledeki köşke girdi. Ve El-Muzaffer yakalanarak öldürül­dü. İşte böylece Klavun oğlu Nasır Muhammed ikinci kez saltanat makamına dönmüş oldu.

Sultan Nasır hicri 715 yılında da Şam Emiri Tunguz komuta­sında küçük Asya'ya bir ordu şevketti. Bu kuvvet Fırat kıyısındaki Malatya şehrine girmeyi başardı.

Sultan 715'te yani aynı yıl içerisinde bir orduyu da yine Nu-ba'ya şevketti. Bu ordu Nuba'hlara karşı üstünlük kazandı. Ertesiyıl Nuba üzerine bir hamle daha yapıldı. Ve bu hamlenin komuta­nı önceki Nuba Kralı (Davud) m kardeşi oğlu olan müslüman biri­ni Nuba'ya kral tayin etti. Bu zat Abdullah Birşengo'dur. Nitekim bu olay İslam dininin, Nuba topraklarında yayılmasına vesile ol­du. Daha sonraları Klavun oğlu Sultan Nasır Muhammed'in ken­disi hicri 718'de Nakla'ya girdi. Ondan sonra Nuba toprakları islam ülkesinin bir parçası haline geldi.

Hicri 717 yılında ise Suriye'nin kuzey batısında yerleşik bulu­nan Nusayriler idareye karşı başkaldırarak aralarından bir adama Muhammed Bin El-Hasan El-Mehdi El-Kaim Biemrillah adını verdiler. Ve ülkede karışıklık çıkarmaya başladılar. Bu arada "Laila-heilla Ali" yani "Aliden başka ilah yoktur" sloganı ile ortaya çıktı­lar. Bunun üzerine sultan, onlara karşı bir hamle düzenleyerek Nusayrileri dize getirdi.

Hicri 736'da da sultan halifeyi gözaltına alarak onun halkla te­mas kurmasını engelledi. Bu yılın sonlarına doğru zilhicce aymda da onu Mısır'ın güneyine düşen Kus beldesine sürdü. Aynı zaman­da ailesini de onunla birlikte sürgüne gönderdi. Halife hicri 740 yı­lında ölünceye kadar da sürgünde kaldı.

Ünlü fıkıh alimi îbn'ü Hacer El-Askalâni halife El-Müstekfi için şunları kaydetmektedir; "EI-Müstekfi faziletli, cömert, güzel yazı yazan ve cesur bir şahsiyetti."

Halife El-Müstekfi'den sonra hilafet görevini onun kardeşi oğ­lu İbrahim Bin Muhammed üstlenerek El-Vasiku Billah unvanını aldı. [8]

 

EL-VASIK'U BİLLAHİBRAHİM BİN MUHAMMEDBİN AHMED EL-HAKİMİBİEMRİLLAH

{HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 736-742)

 

Adı İbrahim'dir. Muhammed El-Mustemsiku Biemrillah Bin El-Hakim Biemrilallah'ın oğludur.

Dedesi El-Hakim'ü Biemrillah Ebu'l-Abbas Ahmed Bin Ebi Ali El-Hasan, vaktiyle oğlu Muhammed'i kendisine veliaht seçmiş ve ona El-Mustemsiku Biemrillah unvanını vermişti. Fakat bu Mu­hammed henüz babası sağken ölmüş. Bunun üzerine dedenin to­rununa karşı bir şefkat eseri olarak El-Hakim-u Biemrillah, toru­nu olan bu İbrahim Bin Muhammed'i halife olmaya layık bir kişi­liğe sahip bulunduğu zannıyla veliaht seçti. Fakat çok geçmeden dedesi onu oyuna dalmış ve rezil kimselerle arkadaşlık kurmuş va­ziyette buldu. Dolayısıyla da kararından vazgeçerek bu sefer de daha önce kendisinden bahsetmiş olduğu oğlu, Ebu Rabî' Süley­man'ı veliaht.olarak seçti. Bunun üzerine El-Hakim-u Biemril-Iah'tan sonra Ebu Rabî' Süleyman, babasının yerine geçerek El-Müstekfi unvanını aldı.

Ne var ki El-Hakim-u Biemrillah'ın torunu olan bu İbrahim, yapısındaki kötü eğilimlerin etkisiyle amcası halife El-Müstekfi ile Memluk Sultanı Klavun oğlu Nasır Muhammed arasında dediko­du ve koğuculuk yapıyordu. Bu da ikisinin arasını bozdu. Ve iki kardeş gibi iken aralarına düşmanlık soktu. Bunun üzerine sultan Nasır, halife El-Müstekfi'yi gözaltına alıp onu ve ailesini Kûs'a sür­dü. Devrik halife, El-Müstekfi hicri 740 yılında ölünceye kadar da işte bu Kûs denilen yerde sürgün hayatı yaşadı. Ölmeden önce ve­liaht olarak oğlu Ahmed'i seçmişti.

Klavun oğlu Sultan Nasır Muhammed'e gelince, halife El-Müstekfi'yi sürgüne gönderdiği zamandan beri El-Vasiku Billah

unvanını alan işte bu İbrahim'i halife seçmiş idi. Zira Müstek-fi'nin vasiyetine hiç itibar etmedi. Ancak ölüm döşeğinde iken Sultan Nasır Muhammed bu yaptıklarından dolayı pişmanlık duyduğunu ifade etti. Çünkü El-Vasiku Billah gerçekten de halife olmaya ehil değildi.Nitekim Sultan, son nefesinde onun derhal az­ledilmesini ve EI-Müstefi'nin oğlu Ahmed'e biat edilmesini vasi­yet etti. Aynen de öyle oldu. Hicri 742 yılı muharrem ayının başla­rında Ahmed Bin Süleyman El-Müstefi'ye bey'at edilerek halife seçildi. Ve dedesinin unvanı olan "EI-Hakim'u Biemrillah" unvanı ona verildiği gibi keza, dedesi gibi kendisine Ebul Abbas, künyesi takıldı.

Halkın çoğu El-Vasiku Billah İbrahim'i "EI-Mustâtî Billah"

unvanıyla anıyor ve kötü bir gidişat sahibi olarak kendisini niteli­yorlardı. Ulemâdan İbnu Fadlillah, 'El-MesalüV adlı eserinde bu İbrahim Bin Muhammed hakkında şunları kaydetmektedir:

"Olgun bir kişiliğe sahip bulunduğu, ya da hilafet makamına onu davet edecek olanların çağrısına cevap verebilecek bir ehli­yet ve yeterlilikte olduğu kanaatiyle dedesi bu şahsı veliaht seç­mişti. Ne var ki o bir rezalet ortamında yetişti. Önceleri dindar­ken sonraları asi oldu. Pis ve çirkin davranışlarla başkalarını da yoldan çıkarmaya çalıştı. Hiç de gerekli olmayan bir takım boş şeylerle vakit geçirdi. Aşağılık tiplerle ve ayak takımı rezil insan­larla düşüp kalktı. Bezlettiği (şuna buna pelesenk ettiği) ırz ve na­musu artık ona hafif ve değersiz gelmeye başladı. Dolayısıyla iş­lediği çirkinlikler onun gözüne süslü çarpıyor, bu davranışlarını güzel görüyor, onları tasvip ediyordu. Adeta körleşmişti. Öyle kiher günahkarı faziletli görüyordu. Hamamda oynamak, koç gü­reştirmek, horoz döğüştürmek, kulakları uzun kıl keçilerini ya­rıştırma ve insandaki vakar ve haysiyeti düşürücü benzeri hobi­lerle, sapıklaşmıştı. Bütün bunlara ek olarak insanlarla çok kötü bir muamelesi çok kötü bir alışverişi vardı. Elini avucunu doldu­racak paraları çarpmak, vurgun vurmak, haram yemek ve çoluk çocuğuna yedirmek için müşterisi olduğu malların değerlerini, ve kiracısı olduğu yerlerin ücretlerini ödemezdi. Taki sonunda zillete düştü ve devrin adamlarına lokma oldu."

Halife El-Müstekfi, sultanın ona karşı son derece öfkeli bulun­duğu sırada ve Ölmek üzereyken ve mecbur değilken rol icabı göz yaşlan döken işte bu sapık El-Vasık-ı yanma çağırdı. Bu adam vak­tiyle, amcası ile sultanın arasında koğuculuk yapmış ve başına bü­yü düğümleri gibi çorap örmeye çalışmış olanlardan biriydi. Çağ­rı üzerine amcası eski halife El-Müstekfi'nin yanma geldi. Dedesi­nin kendisini veliaht tayin ettiğine dair ahitnamesini de beraber getirmişti. Nitekim sultan da bir şüpheye dayanarak ona bey'atte bulunmuştu. Ve hilafeti ona vermişti. Halbuki elinde bulunan ahitnamenin vaktiyle hükmü batıl ve ahdi fesh olmuştu.

Nitekim bu El-Vasık halife ilan edilmek istendiği sırada baş ka­dı Ebu Ömer Bin Cemâa, sultanı, Ela-Vasık adına hutbe okutmak­tan caydırmaya çalıştı. Ne varki sultan baş kadının istediği gibi davranmadı. Ancak ikisi de ne İbrahim ne de sürgündeki amcası El-Müstekfi adına hutbe okutulmaması, sadece hutbede sultanın adını anmakla yetinilmesi üzerinde birleştiler. Böylece El-Müs­tekfi'nin ölümüyle birlikte hilafetin o muhteşem adı sanki bu zir­velere hiç çıkmamış gibi artık anılmaz oldu. Halifelere mihrablar-da dua edilmez oldu. El-Müstekfi sanki Abbasi oğulları hanedanı­nın son halifesiydi. Ve sanki artık onun üzerinde matem elbisesi vardı. O keskin kılıçlar artık kınlarına konmuştu. Sultanın eceli ge­lip çatıncaya kadar da bu acıklı durum devam etti. Ta ki ölüm ge­lip hayatının berraklığını bulaştırıncaya kadar. Sultanın vasiyet et­tiği hususlar arasında, işi tekrar ehline bırakmak ve EI-Müstek-fi'nin oğluna bıraktığı ahitnameyi onaylamak da vardı. Nitekim son nefeslerinde o şöyle diyordu:

"İşte şimdi gerçek ayan beyan ortaya çıktı. Sultan artık muha­liflerine karşı merhamete gelmiş, yumuşamış bulunmakta, İbrahim'i azlederek onu mizah konusu yapmış bulunmaktadır. O çok ağır meseleleri göğüslemiş, fazilet perdesiyle bir çok ayıpları ör­tüp, görmezlikten gelmiş, şişman gibi görünmüş, ancak bedeni hastalıktan şişmiş bulunmaktadır. El-Vasik'a gelince o nerede böyle bir unvana yakışmak nerede! Bu adam ki kalplerde korku­su devamlı dolaşıp durdu. Heybeti insanları yatakta bile rahatsız etti. Uykularını kaçırdı. Halbuki kartallar nerede, maketleri nere­de! Sivrisineğin hortumu filinki kadar uzun olsa bile sivrisinek kim, fil kim! Ne yazık ki felek, kıtlığı çekilen şeyi bazen bol dağıtır. Kedi de tüylerini diktiği zaman aslana şeklen benzer. Herif işte şimdi de tutmuş, parmaklarını ısırıyor. Çünkü şu bir gerçek ki kim başkalarını çiğnerse, zaman gelir onu da çiğnemek kolay olur."

Klavun oğlu Sultan Nasır Muhammed İbrahim'in azledilmesi ve yerine EI-Müstekfi'nin oğlu Ahmed'e halife olarak bey'atte bu­lunulması konusunda vasiyet ettikten sonra hicri 741 yılı zilhicce ayında vefat etti [9]

 

EL-HAKİM'U BÎEMRÎLLAHAHMED BİN SÜLEYMANEL-MÜSTEKFİ

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 742- 753)

 

Adı Ahmed'dir. Bir önceki halife El-Müstekfî Süleyman'ın oğ­ludur. Künyesi Ebu'l-Abbas, unvanı ise, dedesinin unvanı olan El-Hakim'u Biemrillah'tır. Ahmed Bin Süleyman hicri 742 yılı mu­harrem ayının başlarında halife oldu. Bunu sultan Nasır Muham­med böyle vasiyet etmişti. Esasen bir önceki halife El-Müstekfi iş­te bu oğlu Ahmed'i kendisine veliaht seçmiş idi. Nitekim onun "hal" edilmesini ve kardeşinin oğlu İbrahim'in halife seçilmesini de baştan beri tanımamıştı.

Sultan Nasır'ın oğlu El-Mansur Seyfeddin Ebubekr, saltanat makamına geçince hicri 741 yılı zilhicce ayının on birinci perşem­be günü bir oturum düzenleyerek halife İbrahim'i, eski halife El-Müstekfi'nin veliahtı olan Ahmed'i ve kadıları çağırarak onlara şer'an "bunların hangisi halife olmaya ehildir" diye bir soru yö­neltti.

Bunun üzerine kadılardan İbn'ül-Cemaa;

"Kûs kentinde vefat eden halife El-Müstekfi, yerine oğlu Ah-med'in geçmesi hususunda vasiyette bulunarak, yine Kûs şeh­rinde kırk adil kişiyi şahit kıldı. Bu mesele ise Kûs Valisi nezdindekesinleştikten sonra benim de kanaatimde kesinleşmiş bulun­maktadır" diye yaptığı açıklamadan sonra Sultan Mansur Seyfed-din, halife İbrahim'i "har1" etti.Ve Ahmed'e bey'atte bulundu. Pe­şinden kadılar da ona bey'atte buludular. Eski unvanı El-Mustan-sir idi. Sonra ona El-Hakim'u Biemrillah unvanı verildi. [10]

Sultan Nasir'ın oğlu bu Sultan El-Mansur Seyfeddin Ebubekrde, içki kullandığı ve çirkin davranışlarda bulunduğu gerekçesi ile saltanattan azledilerek Kus Kentine sürgüne gönderildi. Sonra orada öldürüldü. Ondan sonra da saltanatı kardeşi El-Eşref Küçük Alaaddin aldı. Aynı yıl içinde o da "hal" edildi. Yerine ise kardeşi En-Nasır Şahabeddin Ahmed geçti.

Çok geçmeden hicri 743'te o da "hal" edildi. Bu kez de idareyi kardeşi Es-Salih İsmail üstlendi. Ve hicri 746'ya kadar saltanatta kaldı. Halife ondan sonra kardeşi El-Kamil'e, kılıç kuşatarak onu sultan ilan etti. Ne varki o da henüz bir yıl geçmeden öldürüldü. Ondan sonra da kardeşi EI-Muzaffer Emîr Hac, saltanatı teslim al­dı. Fakat o da bir yıl geçmeden öldürüldü. Onun da yerine kardeşi En-Nasır Hasan geçti. Ve yaklaşık dört yıl kadar başta kaldı. Bu sul­tan Nasır Hasan zamanında veba salgını çok geniş bir şekilde ül­keye yayıldı. Hicri 752'de iş başından uzaklaştırılan En-Nasır Ha-san'm yerine bu kez de kardeşi El-Melikussalih Salih geçti. Ve hic­ri 755'e kadar iş başında kaldı. Halife El-Hakim'u Biemrillah hicri 753 yılı ortalarında vebadan öldü.

Bu halifenin döneminde dışarıdan gelen kayda değer bir hadi­se cereyan etmedi. Halkı genellikle iç olaylar meşgul ediyordu. Ya da başka bir ifadeyle, dış hadiselerin yatışması devlet adamlarının kendi işlerine koyulmalarına, kendi meseleleriyle meşgul olmala­rına, hatta birbirlerine girmelerine sebep oldu. Nitekim bu yüz­dendir ki sultanların devrilmeleri ve öldürülmeleri keza, bazı dev­let adamlarından intikam alınması gibi olaylar bu dönemde çok sık cereyan etti. [11]

 

EL-MUTAZID BİLLAHEBUBEKR BİN SÜLEYMANEL-MÜSTEKFİ

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 753-763)

 

Bu halifenin adı Ebubekr'dir. Halife Süleyman El-Müstek-fi'nin oğludur. Künyesi Ebul Feth, unvanı ise El-Mutazıd'ı Bil-lan'tır. Kardeşi El-Hakim'u Biemrillah'ın hicri 753 yılında vefat et­mesi üzerine kendisine bey'at edilerek hilafet makamına getirildi. Bu makamda on sene kadar kaldı. Ve hicri 763 yılı cemaziyelevvel ayında vefat etti. Faziletli, alçak gönüllü, ilim ehlini seven bir şah­siyetti.

Bu dönemde Sultan Salih Selahaddin Salih, hicri 755'te "hal" edilerek Nasır Hasan tekrar saltanat makamına getirildi. Yedi yıl bu makamda kaldıktan sonra hicri 762 yılında öldürüldü. Ve salta­nat, onun yeğeni El-Mansur Muhammed Bin El-Muzaffer Emir Hac'a verildi. Bu makama gelmesinin üzerinden iki yıl geçmeden o da "hal" edildi.

Ondan sonra ülke yalnızlığa terkedilmiş bir durum içerisine girdi. Herkesin dikkati artık içeride cereyan eden hadiselerin üze­rinde yoğunlaştı. [12]

 

EL-MÜTEVEKKİL ALELLAHMUHAMİVIED BİN EBİBEKREL-MU'TAZID BİLLAH

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 763-785}

 

Adı Muhammed'dir. Bir önceki halife Ebubekr El-Mutazıd Bil-lah'ın oğludur. Künyesi Ebu Abdullah'tır. Muhammed Bin Ebu­bekr, babasının vasiyeti üzerine ve onun hicri 763 yılı cemaziyele-vel ayında ölümü üzerine hilafet makamına getirildi. Halifeliği yir­mi iki yıl sürdü.

Sonra "hal" edilerek yerine amcazadelerinden iki kişi hayatın­da hilafet makamına getirildi.

Bunlardan biri El-Vasik'u Billah İbrahim'in oğlu, yine El-Va-sik'u BiUah'tır. Diğeri ise El-Vasik'u Billah İbrahim'in oğlu ve bu ikinci El-Vasık'ın kardeşi El-Mus tasım'dır.

Sonra hicri 791 yılında bu El-Mütevekkil Alallah Muhammed

Bin Ebubekr yeniden hilafet makamına getirildi. Ve onyedi yıl da­ha hilafeti üstlendi. Bu demektir ki Muhammed Bin Ebubekr'in hilafette kaldığı müddet toplam otuzdokuz yıldır.

Halife EI-Mütevekkil Alallah Muhammed Bin Ebubekr'in dö­neminde meydana gelen önemli olaylar şunlardır:

Hicri 764'te El-Mansur Muhammed'in saltanattan alınması ve yerine amcası oğlu Klavun oğlu Nasır Muhammed'in torunu El-Eşref Şaban Bin Hüseyn'in başa geçirilmesi ve hicri 767 yılında Fransızların İskenderiye'yi işgal etmeleri olayıdır. Bu işgal sırasın­da onlarla beraber Kıbrıs kralı da vardı.

Vakıa Haçlıların hicri 690 yılında Akka'dan kovulmalarıyla ve El-Mansur Klavun'un oğlu El-Eşref Selahaddin Halil zamanında, onların Suriye'den tamamen çıkarılmalarıyla keza, Klavun oğlu Sultan Nasır Muhammed zamanında hicri 702'de onların Arvad adasından kovulmalarıyla bitmiş, son bulmuş değildi. Bilakis Haç­lı savaşları, daha sonraları da devam etti. Çünkü Haçlılardan bir­çok kimse Suriye'den kovulduktan sonra Kıbrıs'a sığınmış bulunu­yorlardı. Burayı kendileri için bir üs haline getirmişlerdi. İşte bura­dan fırsat buldukça İslam topraklarına akınlar düzenliyorlardı.

O dönemde Kıbrıs adasına hükmeden Lusignan ailesi bu faali­yetleri organize ediyordu. Bu sülalenin idaresini üstlenen ve hicri 760 yılında Kıbrıs'a hükmeden Birinci Petros'tur. Petros, Avrupa'yı dolaştı. Ve müslümanlara karşı yeni bir Haçlı savaşı düzenlemek üzere papadan ve Avrupalı hükümdarlardan yardım isteyerek bir miktar destek de buldu. Nitekim onun daveti üzerine gelen Haçlı­larla birlikte bir sefer düzenleyerek İskenderiye'yi işgal ettiler.

Hicri 778 yılında ise Sultan Eşref Şaban öldürüldü. Ve saltanat, bu kez de oğlu Mansur Ali'ye teslim edildi.

Mansur Ali hicri 783 yılında ölünceye kadar işbaşında kaldı. Ondan sonra yerine kardeşi Salih Hacı yediyıl müddetle saltanat­ta kaldı. Ondan sonra "hal" edildi. Onun peşinden idareyi sultan Zahir Barkuk aldı. Barkuk Çerkez kökenli Memluk sultanlarının ilkidir. Halife El-Mütevekkil'e gelince, silahlı kuvvetler komutanı Aybey El-Bedri tarafından Kûs kentine sürgün olarak gitmek üze­re emir aldı. Aybey halife El-Vasık'm oğlu Zekeriya'yı getirerek kimseden bey'at almadan ve devlet ileri gelenlerinin görüş birliği­ni temin etmeden onu hilafet makamına oturttu. Halife ise Kus'a gitti. Ancak tekrar evine geri döndü. Onbeş gün sonra da tekrar makamına geçti. Zekeriya ise buradan alındı. Zekeriya hicri 779 yılı Rebiülevvel ayının yirminci günü oturtulduğu hilafet maka­mında on beş günden fazla kalamadı.

Hicri 785'de ise Sultan Berkuk, halife El-Mütevekkil Alallah'ı gözaltına alarak El-Cebel Kalesi'nde zindana kapattı. Ve onu hila­fet makamından "hal" ederek yerine El-Vasik'u Billah İbrahim'in oğlu Muhammed'i halife seçti. Ve ona babasının unvanı olan "El-Vasik'u Billah" unvanını verdi. Bu Muhammed Bin El-Vasık öldü­ğü hicri 788'e kadar üç yıl hilafet makamında kaldı. Sonra halk Sul­tan Barkuk'tan devrik halife El-Mütevekkil'u Alelallah'ı tekrar hi­lafet makamına getirmesini istedi iseler de onların bu isteğini ka­bul etmedi. Bilakis o (hicri 779 yılında bey'atsız olarak hilafet kür­süsü üzerine on beş gün süreyle oturan) El-Vasık'm kardeşi Zeke­riya'yı getirerek hilafeti ona verdi. Ve ona EI-Mustasım'ı Billah un­vanını taktı. Bu, Muhammed Bin El-Vasik 791 yılma kadar hilafet­te kaldı.

Nihayet Sultan Barkuk yaptığı bu tasarruftan dolayı pişmanlık duyarak El-Mütevekkil Alellah'ı hapisten çıkardı. Ona tekrar hila­feti iade ederek El-Mustasım Billah'ı da bu makamdan aldı. El-Mustasım ölünceye kadar evine kapanırken El-Mütevekkil Alal-lah ise hicri 808 yılma kadar hilafet makamında kaldı.

Aynı yılın cemaziyelahir ayında bu sefer Sultan Barkuk devri­lerek Kerk'te zindana atıldı. Ve yerine tekrar Sultan Salih Hacı, sal­tanat makamına getirildi. Hacı, "Salih" olan unvanını bu kez El-Mansur olarak değiştirdi. Ne var ki o da sadece sekiz ay kadar sal­tanat makamında kaldı. Çünkü bu sefer de Sultan Zahir Barkuk, hapisten çıkarılarak saltanat makamına getirildi. Bu Mansur Hacı da hicri 792 yılı Safer ayında "hal" edildi. Bu suretle Klavun Hane­danı son buldu. Hatta "Harbiye" Memluklarının iktidarı sona erdi. Ve bu tarihten itibaren Çerkez kökenli Memluklar Mısır idaresine hakim oldular.' [13]

 



[1] Ibn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 13, s. 404-408, 410-411

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 5/469-470.

[2] Bu kabileyi Cengiz han oğlu Cucioğlu Batu oluşturdu ve Baraka Han (654-665) yılları arasında onları yönetti

[3] Saray kenti, Volga Nehri'nin sol kıyısında bulunmakta ve Stalingrad'm doğusuna düşmektedir.

[4] Rahba; Fırat Nehri'nin sağ kıyısında Karkıysa'nın güneyine düşmektedir. Belki de bugünkü Ratba'dır

[5] Muhammed Baraka Han; 675'te Emir Seyfüddin Klavun'un kızıyla ev­lendi. Klavun'un künyesi Ebu'l-Meali Nasiruddin idi.

[6] El-Mansur Klavun bir köleydi. Onu Eyyubi Hanedanından El-Melik'uİ-Adil Ebubekir'in azadh kölelerinden Alaüddin Aksungur bin dinara satın aimiş-u. Tabi ki bu çok büyük bir paradır. Onun için Klavun "Binlik" anlamına gelen El-Elfi lakabıyla hep anıldı. Aynı zamanda efendisi Alaüddin'e izafeten O'na El-Alâî de derlerdi. Sonra EI-Melik'us-Salih-Necmüddin'e mal olunca bu kez de Es-Sali-nî ve bozan da En-Necmi olarak anıldı

[7] tbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 13, s. 408-410, 413-419, 421-422, 424-549; C 14, s. 15-66

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/5-19.

[8] İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 14, s. 66, 68-76, 105, 110-116, 140-142, 152-155, 159-162, 278-281, 298-299

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/21-24.

[9] İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 14, s. 304

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/25-28.

[10] Ed-Dürer; îbni Hacer

[11] İbn-i Kesir, EI-Bidayeterc, c. 14, s. 304-306, 317-319, 368-370

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/29-30.

[12] tbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 14, s. 440

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/31.

[13] İbn-i Kesir, El-Bidaye tere, c. 14, s. 440, 451-452, 465-468

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/33-35.