96-ÇERKEZ KÖKENLİ (BURCİYE) MEMLUKLARI2

EL-MÜSTAİN'U BİLLAH EL-ABBAS BİN MUHAMMED EL-MÜTEVEKKİL-Î ALELLAH.. 2

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 808-815) 2

EL-MUTAZID'U BİLLAH DAVUD BÎN MUHAMMED ELMÜTEVEKKÎL-İ ALELLAH.. 2

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 815-845)2

EL-MÜSTEKFİ BİLLAH SÜLEYMAN BİN MUHAMMED EL-MÜTEVEKKİL ALELLAH.. 4

{HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 845-854)4

EL-KAİM'U BİEMRİLLAH HAMZA BİN MUHAMMED EL-MÜTEVEKKİL ALELLAH.. 4

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 854-859)4

EL-MÜSTENCİD'Ü BİLLAH YUSUF BİN MUHAMMED EL-MÜTEVEKKİL-İ ALELLAH.. 4

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 859-884)4

İKİNCİ EL-MÜTEVEKKİL'U ALELLAH ABDÜLAZİZ BİN YAKUB.. 5

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 884- 893)5

EL-MUSTEMSİK'U BİLLAH YAKUB BİN ABDÜLAZİZ EL-MÜTEVEKKİL-İ ALELLAH.. 5

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 893-914)5

ÜÇÜNCÜ EL-MÜTEVEKKİL'Ü ALELLAH MUHAMMED BİN YAKUB EL-MÜSTEMSİK BİLLAH.. 6

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 914-923)6


96-ÇERKEZ KÖKENLİ (BURCİYE) MEMLUKLARI

 

EL-MÜSTAİN'U BİLLAH EL-ABBAS BİN MUHAMMED EL-MÜTEVEKKİL-Î ALELLAH

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 808-815) [1]

 

Adı Abbas'tır. Muhammed El-Mütevekkil'iAlellah'ın oğludur. Künyesi Ebul Fadl'dır. Annesi "Bay Hatun" adında Türk asıllı bir cariye idi.

Babasının vasiyeti üzerine kendisine halife olarak bey'at edil­di ve babasının hicri 808 yılında Ölümü üzerine hilafeti üstlendi.

Sultan Nasır Faraç, Mahmudiy'le savaştığı sırada hicri 815 yı­lında öldürülünce saltanat makamı, hicri 815 yıhbaşlannda devlet ileri gelenlerinin ısrarı üzerine halifeye verildi. Halife ise devlet iş­lerinin yürütülmesini bir şeyhe teslim etti. Ve ona "Nizamülmülk" unvanı verildi. Sonra halifenin bu şeyhi, saltanatı kendisine hava­le etmesini istedi ise de halife bu teklifi kabul etmedi. Çünkü şeyh, halifenin şartını reddetmişti. Halifenin şartı ise, şeyhin kalede oturmaması idi. Ancak şeyh saltanat makamını zor kullanarak elegeçirdi. Ve kendine de "El-Müeyyed" unvanını vererek halifeyi az­letti, yerine ise halifenin kardeşi Davud Bin El-Mütevekkil Alel-lah'a bey'atta bulundu.

Mısır Memluklu saltanatına bağlı olan Şam eyalet valisi Nev­ruz, halifenin "hal" edildiğini haber alınca kadıları ve alimleri da­vet ederek onlardan meseleyi tartışmalarını istedi. Onlar da bu ka­rarın geçerli sayılamayacağı şeklinde bir cevap verdiler. Bu ise Nevruz'un idareye baş kaldırmasına neden oldu. Nevruz şer'î bir zaruret bulunmadan zor kullanarak saltanatı ele geçiren ve halife­yi makamından atan Sultan Müeyyid'e karşı savaşmak üzere karar vermişti. Bunu haber alan Sultan Müeyyed'de bir ordu hazırlaya­rak Şam'daki bu baş kaldıran naibi ile savaşmak üzere harekete geçti. Devirmiş olduğu halife El-Müstain'u Billah'ı da zindana at­mak üzere İskenderiye'ye nakletti.

Halife daha sonraları hicri 824'te Sultan Tatar tarafından salı-verilinceye kadar bu zindanda kaldı. Ancak hapisten çıkarıldıktan sonra yine İskenderiye'de oturmayı tercih etti. Ve nihayet hicri 833'te burada Öldü.[2]

 

EL-MUTAZID'U BİLLAHDAVUD BÎN MUHAMMEDELMÜTEVEKKÎL-İ ALELLAH

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 815-845)

 

Adı Davud'tur. Muhammed El-Mütevekkil'i Alellah'm oğlu­dur. Künyesi Ebul Feth'dir. Annesi "Güzel" adında Türk asıllı bir cariye idi. Kardeşi El-Mustain'u Billah'ın, hicri 815 yılında "hal" edilmesi üzerine hilafet makamına getirildi.

El-Mutazıd Billah'ın döneminde hicri 817 yılında Sultan Nev­ruz, naibini dize getirmek için Şam'a hareket etti. Ve ona karşı üs­tünlük elde etmeyi başardı. Düzenlemiş bulunduğu bu sefer hede­fine ulaşınca Sultan Müeyyed, bünyeden kopmuş bulunan Türk­men beyliklerini, yeniden Memluk devletine bağlanmalarını sağ­lamak üzere Suriye'nin kuzey bölgelerine doğru seferine devam etti. Bunlar Dulkadıroğulları, Karam anoğulları ve Ram azan oğulla­rı beylikleriydi. Bu beylikler Nevruz'un ayaklanması sırasında Memluklardan artık bağımsız olduklarını ya da Kahire'ye bundan böyle bağımlı olmadıklarını ilan etmişlerdi. Sultan Müeyyed onla­rı devlete yeniden bağlanmaya mecbur ettiyse de çok geçmedenbu ahitlerini bozdular. Bu sebeple hicri 821'de tekrar üzerlerine yürüdü. Sultan Müeyyed'in sefer yönü Tarsus Kenti idi. Bu sırada adı geçen devletçiklerin beyleri süratle davranarak gelip burada bağlılıklarını açıkladılar. Ne var ki El-Müeyyed ayrılır ayrılmaz bunlar bir kez daha verdikleri sözden caydılar. Bunun üzerine hic­ri 822'de bu kez de El-Müeyyed'in oğlu İbrahim bu beyliklerin üzerine yürüdü. Ve Konya ile Kayseri'yi ele geçirmeyi başardı. Bu beyliklerin başına da kendi tarafından birini tayin etti. Tarsus ve Adana'yı ise Memluk devletinin topraklarına kattı.

Hicri 824 yılı Muharrem ayında Sultan Müeyyed ölünce salta­nat makamına oğlu Ahmed getirilerek kendisine "El-Muzaffer" unvanı verildi. Devlet işlerinin yürütülmesi görevi ise Tatar Bey'e bırakıldı. Ancak yedi ay kadar bir süre geçtikten sona (yani şaban ayında) Tatar Bey, Sultan Muzaffer'i gözaltına alarak onu devirdi. Ve idarenin dizginlerini eline geçirdi. Halife de onun saltanatını onayladı. Kendisi de "Ez-Zahir" unvanını aldı. Tatar bey ilk iş ola­rak eski halife El-Müstain'u Billah'ı İskenderiye zindanından çı­kardı. Ve onun Kahire'ye dönmesine izin verdi. Fakat El-Mustain İskenderiye'de oturmayı tercih etti. Ve hicri 833 yılında ölünceye kadar da ticaretle meşgul oldu.

Saltanatı ele geçirmesinin üzerinden henüz dört ay geçmiş bulunuyordu ki Zahir Tatar aynı yılın yani 824 yılının Zilhicce ayında öldü. Bunun üzerine halife saltanatı Tatar'ın oğlu Muham-med'e verdi. Muhammed de kendine "Salih" unvanını seçerek devlet işlerini yürütme görevini ise Bersasa'ya bıraktı. Dört ay son­ra da yani hicri 825 yıl rabiüssani ayında Emir Barsabay Tatar'ın oğlu Salih'i saltanat makamından indirerek kendisi burayı teslim aldı. Halife de onayladıktan sonra Bersabay kendine "El-Eşref" unvanını seçti.

El-Eşref Bersabay Kıbrıs'a bir keşif ve istihbarat birliği şevket­ti. Bu kuvvet vaktiyle ve Timurlenk'in Suriye üzerine düzenlenmiş olduğu hamlelerin şiddetlendiği sıralarda Kıbrıs prenslerinin İs­kenderiye ve Dimyat'a saldırmalarına karşı bir misilleme olarak bu kuvvet hicri 827 yılında Limasol Limanına doğru yön tuttu. Ti-murlenk'in ölümü üzerine, devleti Sultan El-Eşref Bersabay, bumisillemeyi tertip etti. Ertesi yıl yani 828'de Bersabay, ikinci bir hamle daha şevketti. Bu hamlenin hedefi ise bu kez Famagosta kenti idi. Nitekim bu ordu üstünlük elde ederek burada dört gün kaldıktan sonra, Limasol üzerine yürüyerek büyük bir gayret ve çabayla burayı da fethetmeyi başardı. Sonra da Mısır'a döndü.

Ardından bir yıl geçince yeni bir hamle daha Limasol'a doğru sefere çıkarak vaktiyle kaptırılmış bulunan şehri yeniden fethetti. Ondan sonra da adanın içlerine doğru dalarkan Kıbrıs Kralı Ja-nos'un, bizzat komuta etmekte bulunduğu büyük bir orduyla kar­şılaştı. Taraflar arasında cereyan eden kanlı bir savaşın sonunda müslümanlar büyük bir zafer kazanarak Kral Janos'u da esir aldı­lar. Ve beraberlerinde götürdüler. Buradan Nikosya'ya hareket etti­ler. Sonra Mısır'a döndüler.

Kral lanos da esir olarak onlarla beraberdi. Kral, hürriyetini el­de etmek için fidye ödemek istedi. Bununla birlikte Kıbrıs'ın da Memluklar devletine bağlı kalmasına razı oldu. Nitekim Memluk­lar devleti ayakta durduğu müddetçe Kıbrıs'a bu devletin egemen­liği altında kaldı. İşte bu suretle Haçlı izi de tamamen son bulmuş oldu. Çünkü Haçlıjar Suriye topraklarından kovulduktan sonra da varlıklarını Kıbrıs'ta sürdürüyorlardı.

Timurlenk, hicri 808'de ölmüş, kurduğu o kocaman impara­torluğu da darmadağın olmuştu.Onun yerine oğlu Şah Ruh geçti. Ve Semerkant şehrini geri almayı başardı. Şah Ruh Memluklar Devletiyle ilişkilerini iyileştirmeyi istiyordu. Bu maksatla hicri 832 yılında Bersabay'a bir heyet göndererek Kabe'yi giydirmek istedi­ğini bildirdi. Buna izin vermesi için talepte bulundu. Ayrıca arala­rında İbnu Hacer El-Askalâni'nin yazdığı eserlerin de bulunduğu bazı kitaplar istedi. Fakat Sultan Bersabay, ona cevap vermedi. Bunun üzerine Şah Ruh, aynı yıl içerisinde bu isteğim tekrarladıy-sa da yine bir cevap alamadı. Hicri 839'da Şah Ruh bu kez de Ku­düs'ü ziyaret etmek için Bersabay'dan izin istedi. Ve bu isteği erte­si yıl yani hicri 840'ta yeniledi. Ne var ki bu her iki talebin de kar­şılığını almadı. Bunun üzerine Şah Ruh, Memluklara karşı Os­manlılarla ve Türkmen beyleriyle ortaklaşa bir pakt oluşturmak için harekete geçti.

Suriye'ye komşu bulunan Türkmen beyliklerine gelince Sultan El-Eşref Bersabay, hicri 833 yılında bunlardan Akkoyunlular üze­rine bir akın düzenledi. Bu savaş sırasında Reha Şehrini yıktı. An­cak bu olaydan sonra bu beylikler içerisinde Osmanlı nüfuzu art­maya başladı.

Türk sahillerine yakın bulunan Rodos Adasına gelince burası hicri 710 tarihinde "Hospitalers" denilen Fransız Haçlı korsanları­nın bir üssü haline gelmişti. Haçlılar Suriye topraklarından çeki­lince daha doğrusu hicri 690 yılında kovulduktan sonra, Kıbrıs Adasına geçtiler. Ve Haçlı savaşlarında önemli roller oynadılar. Sonra buradan da Rodos'a geçerek adayı kendilerine bir üs haline getirdiler.

Sultan El-Eşref Bersabay, Kıbrıs'a savaş açıp burayı Memluk­ların egemenliği altına alınca "Hospitalers" korsanları korktular. Komutanları olan Folaviyan, derhal harekete geçerek Sultan Ber-sabay'a hediyeler gönderdi. Çünkü Rodos'a savaş açmaya niyet­lenmişti. Ne var ki ömrü yetmedi. Ve hicri 841 yılı Zilhicce ayında öldü. Bunun üzerine halife "El-Aziz" unvanını alan Bersabay'ın oğlu Yusuf'u saltanat makamına getirdi. Ve devlet işlerini yürütme görevini de emir Çakmağ'a bıraktı.

Bu tarihten üç ay sonra yani hicri 842 yılı Rabiülevvel ayında vezir Çakmak Bersabay'ın oğlu Aziz Yusuf'u saltanat makamın­dan devirerek kendisi onun yerine geçti. Ve "Ez-Zahir" unvanını aldı. Halifede bunu onayladı. Esasen Bersabay'ın dönemi bir istik­rar, güçlenme ve harplerle dışa açılma dönemiydi. Fakat ekono­mik durum geriydi.

Sultan Zahir Çakmak dindar ve dindarlığında da ziyadesiyle titizdi. Aldığı tedbirlerle suçlan ve alkollü içki kullanmayı önledi.

Çakmak idareyi ele alınca, kendisini kutlamak üzere Timur-lenk'in oğlu Şah Ruh'un elçileri onu ziyaret etmeye geldiler. Zahir Çakmak da bu elçileri güzel karşıladı. Ve güzel ağırladı.

Hicri 843'te ise hıristiyan korsanlara ait dört tane gemi Mısır sahilleri üzerinde bulunan Reşid kentine baskın yaptılar. Bu bas-

kının Rodos'ta bulunan "Hospitalers" Fransız Haçlı korsanlarının Sderi tarafından tertip edildiği yolunda şüpheler uyandı. Bunun fi/erine Sultan Ez-Zahir Çakmak hicri 844'te bir hamle hazırlaya-r,k Rodos'a hücum etti. Özellikle Osmanlı Sultanı ikinci Murad hu hücumu yapmak için Memluk Sultanı Ez-Zahir Çakmak'ı teş­vik etmişti Memlukların Rodos'a düzenledikleri bu baskın üzeri­ne "Hospitalers" korsanlarının reisleri atağa geçerek Avrupa'dan Haçlı imdat kuvvetleri istediler.

Hicri 845'te ise halife El-Mutazid'u Billah Davud öldü. Bu zat halifelerin en seçkinlerinden, asil ruhlu, zeki, dahi bir şahsiyetti. Alimlerle ve faziletli zevatla oturur. Onların bilgilerinden istifade etmeye çalışır, ilmi konulardaki tartışmalarına katılırdı. Halife Da­vud cömert ve son derece hoşgörülüydü. [3]

 

EL-MÜSTEKFİ BİLLAHSÜLEYMAN BİN MUHAMMEDEL-MÜTEVEKKİL ALELLAH

{HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 845-854)

 

Adı Süleyman'dır. Muhammed El-Mütevekkil Aleallah'ın oğ­ludur. Künyesi Ebu Rabi'dir. Kardeşi El-Mutazıd'ı Billah'ın vasiyet üzerine kendisine bey'at edilerek hilafet makamına getirildi. Sul­tan Zahir Çakmak halife El-Müstefi Billah'a saygı gösterirdi.

Bu halifenin dönemindedir ki Memluk Sultam Ez-Zahir Çak­mak Tatar Kralı Timurlenk'in oğlu Şah Ruh'un Kabe'yi hicri

847'de giydirmesine izin vermiştir. Ancak hemen ardından, bu adamın Kabe'ye hediye ettiği örtüyü tekrar çıkardı. Çünkü müslü-manlar, -özellikle halk tabakası- bunu kabul etmedi.

Keza, Memlukların bir kısmı da Kabe örtüsünün Tatarlar ta­rafından hazırlanmasına karşı çıkmışlardı. Sebebine gelince Ta­tar tarihinin şahit olduğu kötülükler vardı. Müslümanları imha etmek vardı. İslam diyarına girip müslümanlarm namus ve hay­siyetlerini çiğnemek vardı ki bu olayları daha sonraki tarih de unutmamıştı.

Sultan Zahir Çakmak bir defa hicri 847'de halife El-Müstek-fî'nin döneminde, bir defa da ertesi yıl, yani hicri 848'de olmak üzere Rodos Adasına iki kez savaş açmıştı. Buna ilaveten El-Muta-zıd'u Billah döneminde de hicri 844'te bir savaşta daha Memluk ordularını sevk ve komuta etmişti. Fakat Rodos prenslerinin papa­dan ve Avrupalı krallardan imdat istemeleri üzerine Haçlıların bu adaya verdikleri destek yüzünden fethini başaramamıştı.

Bir ara da Mısır atabeyi Korkmaz Eşşabani ile Şam naibi, Sul­tan Ez-Zahir Çakmak'a karşı baş kaldırmışlardı. Keza, El-Ubeyd adında biri de El-Cezire taraflarında karışıklık çıkarmıştı. Fakat Çakmak, bunların hepsini bastırdı.

Haiife El-Müstekfi Billah ise, hicri 854 yılı Zilhicce ayının üçüncü Cuma günü Öldü. Yerine kardeşi Biüstlendi.[4]

 

EL-KAİM'U BİEMRİLLAHHAMZA BİN MUHAMMEDEL-MÜTEVEKKİL ALELLAH

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 854-859)

 

Adı Hamzadır. Muhammed El-Mütevekkil Alellah'ın oğludur. Künyesi Ebu'1-Baka, unvanı ise El-Kaim'u Biemrillah'tır. Kendi­sinden sonra yerine kimin geçeceğini seçmeyen yani veliaht tayin etmeyen kardeşinin vefatı üzerine kendisine beyat edilerek hilafet makamına getirildi.

Bu halife Hamza, biraderlerinden El-Mustain'u Billah'ın aynı zamanda ana, baba bir kardeşidir.

Halife El-Kaim'u Biemrillah iyi niyetli, sert, cesur ve kararlıy­dı. İktidarı boyunca hilafet makamına lâyık olduğu heybeti kazan­dırdı. Kardeşlerinin tam tersine onda bir heybet ve ceberut vardı.

Hicri 857 yılı başlarında Zahir Çakmak öldü. Halife, onun ye­rine, oğlu Osman'ın bu makama geçmesini emretti. Osman salta­natı üstlenerek El-Mansur unvanını aldı. Devlet işlerini ise Emir Aynal yürütmeye başladı. Ancak bir buçuk ay sonra emir Aynal onu devirerek yerine kendisi geçti.

Halife de hicri 857'de meydana gelen bu olay üzerine hemen Aynal'm sultanlığını onayladı. Aynal da EI-Eşref unvanını aldı.

Sonra Sultan Aynal, Halife El-Kâim'u Biemrillah ile bozuştu ve onu tutuklayarak İskenderiye'de zindana attı.

Halife hicri 863 yılında ölünceye kadar da bu zindanda kaldı ve burada defnedildi. Sonra Sultan, Halife'nin bir diğer kardeşi olan El-Mustencid'u Billah'a bey'at ederek onu hilafet makamına ge­tirdi.[5]

 

EL-MÜSTENCİD'Ü BİLLAHYUSUF BİN MUHAMMEDEL-MÜTEVEKKİL-İ ALELLAH

 (HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 859-884)

 

Adı Yusuf'tur, Muhammed El-Mütevekkil Alellah'ın oğludur. Künyesi, Ebu'-Mahâsin, unvanı ise El-Mustencid'u Billah'tır.

El-Mütevekkil'u Aiellah'm oğulları arasında beşinci halifedir. Kardeşi EI-Kaim'u Biemrillah'm 'hal' edilmesi üzerine hilafet ma­kamına getirildi.

Bu sırada sultan, El-Eşref Aynal idi. Ancak bu sultanın dönemi boyunca iç çalkantılar devam etti. Nihayet Aynal hicri 865 tarihin­de ölünce halife, "El-Meyyed" unvanını alan onun oğlu Ahmed'i saltanat makamına getirdi.

Ne var ki çok geçmeden devlet işlerini yürütmekle görevli Emîr Hoşkadem, Sultan El-Müeyyed'in üzerine çullanarak onu devirdi. Ve devleti, başına buyruk bir şekilde idare etmeye başladı. Halife de aynı yılın Ramazan ayında ona sultanlık unvanını verdi. Böylece "Ez-Zahir Seyfeddin Hoşkadem" unvanını aldı.

Sultan Ez-Zahir Hoşkadem, saltanat makamında yedi yıl kal­dı. Ve hicri 872 senesi Rabiülevvel ayında öldü.

Bunun üzerine halife, selefinin {yani bir önceki sultanın) sem­bolü olan "Ez-Zahir Seyfeddin" unvanını alan Emir Balbayı salta­nat makamına getirdi. Fakat üzerinden henüz iki ay geçmişti ki or­du üzerine çullanarak onu da "hal" ettiler. Bunun üzerine de hali­fe bu kez de saltanat makamına Timur Boğa'yı getirdi. O da yine Ez-Zahir unvanını aldı.

Aynı şekilde onun da saltanat makamını teslim almasından iki ay sonra üzerine ordu saldırarak onu "hal" ettiler. Ve saltanat ma­kamı akşam sularında Hayır Bey'e teslim edildi. Ne var ki sabahle­yin ordu, onu da devirdi. Peşinden Emir Kayıt Bay Saltanatı üstle­nerek El-Eşref unvanım aldı. Bunun üzerine yirmi dokuz yıl müd­detle ortalık sükunete kavuştu.

Sultan Kayıt Bay devletin işlerine kuvvetle hakim oldu. Böyle­ce her şey onun buyruklarına boyun eğdi. Onun döneminde ha­kim olan bu istikrarın sayesinde yollar, köprüler, medreseler ve mescitler gibi eserler ve sosyal tesisler inşa etti. Aynı zamanda dış ilişkilere de önem verdi.

Bu cümleden olarak Memlukların egemenliği altındaki top­raklarla, Osmanlıların egemenliği altında bulunan topraklar ara­sında yer alan ve Suriye'nin kuzey bölgesine düşen Türkmen Dul-kadıroğulları beyliği üzerine bir kaç defa akın düzenledi.

Hicri 876'de bu beyliğin hükümdarı Şahsuvar'ın üzerine bir hamle şevketti. Bu sırada Osmanlı Sultanı Muhammed EI-Fatih {Fatih Sultan Mehmet) bu Türkmen beyini destekliyor ona yardım ediyordu. Fakat Memluk'lu Sultanı Kayıtbay'ın düzenlediği bu or­du Antep, Adana ve Tarsus'a hakim olmayı aynı zamanda Şahsu-var Bey'i de esir alarak Kahire'ye götürmeyi başardı.

Şahsuvar Bey, Kahire'de hicri 877'de Zuvayla kapısında asıla­rak idam edildi. Bu hamlenin komutanı Yaş Bey idi. Yaş Bey, Emîr Budak'ı Dulkadıroğulları beyliğinin başına tayin etti. Memluklar ona güveniyor ve artık onu destekliyorlardı.

Hicri 877'de de Yaş Bey bu sefer de yine bir Türkmen Beyliği olan Akkoyunlulara karşı bir savaş düzenledi.

Akkoyunlu Devletinin başında o gün için Hasan Et-Tavîl {Uzun Hasan) vardı. Uzun Hasan Halep taraflarına baskınlar yap­mıştı. Ancak şimdi Yaş Bey Fırat Nehri kıyısında bulunan El-Bîre mevkiinde giriştiği meydan savaşında onu yendi.

Emîr Hasan Et-Tâvil (Uzun Hasan) hicri 883 tarihinde öldü. Yerine ise Reha Emiri olan oğlu Yakup geçti.

Hicri 884 tarihinde ise halife El-Müstencid'ü Billah Muharrem ayının ondördüncü günü felç hastası iken öldü. İki ay kadar hasta yatmıştı. Yerine kardeşinin oğlu Abdülaziz Bin Yakub geçti.[6]

 

İKİNCİEL-MÜTEVEKKİL'U ALELLAH ABDÜLAZİZ BİN YAKUB

 (HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 884- 893)

 

Adı Abdülaziz'dir. Yakub Bin Muhammed El-Mütevekkil'in oğludur. Künyesi Ebu'l-İz, unvanı ise El-Mütevekkil'u Alellah'tır. Hicri 829 yılında doğdu. Annesi "Hacı Melek" adıyla anılırdı. As­kerlerden birinin kızıydı.

Bu halife Abdülaziz Bin Yakub, sahip olduğu edep, ahlak, teva­zu ve herkese karşı gösterdiği güleryüzlülük sebebiyle gerek elit ta­baka gerekse halk tarafından sevilen bir şahsiyetti.

Bilindiği üzere I. El-Mütevekkil'u Alellah Muhammed'in beş

oğlu hilafet makamına gelmiş, ancak onun altıncı oğlu (bu onal-tmcı halife Abdülaziz'in babası) olan Yakub halife olmamıştı.

Abdülaziz'in amcası halife El-Müstencid'e felç inip hastalığı uzun sürünce, kendisinden sonra yerine geçmek üzere onu veliaht seçti. El-Müstencid'in ölmesi üzerine de hicri 884 yılı Muharrem ayının onaltmcı Pazartesi günü kendisine bey'at edilerek hilafet makamına getirildi.

Hicri 885 yılında ise Emîr Yaş Bey Türkmen taraflarına bir hamle düzenledi. Ve bu sırada Akkoyunlu devletinin hükümdarı ile karşılaştı. Ne var ki bu kez de Memluklar yenildiler. Ve Yaş Bey esir düşerek Fırat Nehri kıyısında öldürüldü. Sonra Sultan Kayıt-bay Akkoyunlularla barış yaptı.

Halife ikinci El-Mütevekkil'u Alellah Abdülaziz Bin Yakub da  hicri 893'te öldü. Ve yerine oğlu El-Müstemsik'u Billah geçti.[7]

 

EL-MUSTEMSİK'U BİLLAHYAKUB BİN ABDÜLAZİZ EL-MÜTEVEKKİL-İ ALELLAH

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 893-914)

 

Adı Yakub'tur. Abdülaziz El-Mütevekkil'i Alellah'm oğludur. Babasının vasiyeti üzerine hicri 893 tarihinde kendisine bey1 at edilerek hilafet makamına getirildi.

Halife Yakub Bin Abdülaziz'in döneminde hicri 901 tarihinde, Sultan El-Eşref Kayıtbay Öldü. Sultan Kayıtbay, ölümünden bir gün önce oğlu Muhammed lehinde makamından feragat etmişti. Dolayısıyla halife, saltanatı Kayıtbay'm oğlu Muhammed'e verdi. O da "En-Nasır" unvanını aldı. Fakat çok geçmeden birkaç ay son­ra azledildi. Çünkü yaşı küçüktü. Henüz dört yaşını bile doldur­mamıştı. Bu yüzden halife Emîr Kansu'yu sultan tayin etti. Ancak saltanat makamını teslim alması üzerinden henüz bir yıl geçmiş bulunuyordu ki ordu Kansu'ya karşı ayaklanarak onu öldürdüler.

Kayıtbay'm oğlu Nasır Muhammed, tekrar başa getirildi. Fa­kat çok geçmeden saltanatın kendisine verilmesinden birkaç ay sonra o da öldürüldü. Bu sefer de (Kayıbay'ın oğlu Nasır'm yeni­den iş başına getirilmesinden önce sultan olan) Kansu'nun dayısı Ez-Zahir Kansu, saltanatı üstlendi. Bu sıralarda devlet idaresini Can Polat yürütüyordu. Halife de onu uygun görerek saltanatı ona verdi. Ve Can Polat El-Eşref unvanını aldı.

Bu sıralarda Şam naibliği görevini yürüten Hüsrev, Memluk idaresine başkaldırdı. Bunun üzerine Sultan Eşref Can Polat, To-maiıbay komutasında üzerine bir kuvvet gönderdi. Tomanbay'la birlikte Emir Kansu El-Gavri de vardı. Tomanbay, Suriye'ye ulaşır ulaşmaz Sultan Can Polat aleyhinde Hüsrev'le hemen anlaştı. Ve birlikte Can Polat'a karşı savaşmak aynı zamanda Tomaııbay'ı da sultan tayin etmek üzere birlikte Mısır'a hareket ettiler.

Nitekim fiilen Mısır'ı işgal edip Can Polat'ı yakaladılar. Onu İs­kenderiye'de boğdular. Ondan sonra da Tomanbay'ı "El-Meliku'l-Adil" unvanıyla Sultan ilan ettiler. Keza, Hüsrev'i de ordunun ba­şına Atabek {Silahlı Kuvvetler Komutanı) olarak tayin ettiler. Fakat El-Melikul Adil Tomanbay, çok geçmeden arkadaşı Hüsrev'e karşı hıyanette bulundu. Ve onu öldürdü. Ondan sonra da bir zulüm ve baskı dönemi başladı. Bu yüzden ordu EI-Melikul Adil Sultan To-manbay'dan soğudular. Ondan nefret ettiler. Ve ona karşı komplo­lara giriştiler. Tomanbay da, kaçarak gizlendi. Bu kez de dikkatler Kansu El-Gavri'nin üzerinde yoğunlaşmaya başladı. Sultan tayin edilmek isteniyordu. Çünkü yaşça büyüktü. Onun 850 doğumlu olduğu söyleniyordu.

Sultan El-Eşref Kayıtbay'm kölesi iken gösterdiği üstün cesa­retten dolayı Kayıtbay onun hürriyetim bağışlamış, onu hizmetin­de bulunanların ileri gelenlerinden kılmış ve hicri 886'da onu Kıb­le yönünün amiri, Tarsus şehrinin naibi ve hicri 894'te de Halep'te Hacibül Hücab (yani kraliyet başyaveri) görevlerine getirmişti. Kendisine emirlik makamına gelmesi teklif edilince bu teklifi red­detti. Ve ağladı. Zira bir an Memlukların ne duruma düştüklerini, birbirlerini nasıl kesip öldürdüklerim düşünerek üzülmüştü. Fakat herşeye rağmen bu görevi kabul etmesi için ona şiddetle ısrar etti­ler. O da buna karşılık sultanın kendisini desteklemesini ve kendi­sine karşı komplo kurulmamasını şart koştu. Onlar da bu şarta muvafakat ettiler. Bunun üzerine halife hicri 906 yılı Şevval ayında onu sultanlık makamına getirdi. Bu sırada yaşı altmışa yaklaşmış­tı. "El-Eşref" unvanını aldı. Künyesi ise Ebunasır idi.

Sultan El-Eşref Kansu El-Gavri Es-Sultan'ul Adil Tomanbay'ıbir hile ile yakalayıp öldürünceye kadar onu takip etti. Ondan sonra da devlet kademelerine güvendiği amirleri getirdi. İskenderiye ve Reşid kentlerini tahkim ve kaleyi de ıslah etti. Kanallar kazdır­dı. Memlukların sayısını çoğalttı. Ve onlarla ilgilendi. Ülkede em­niyet ve istikrarı temin etti.

Sultan El-Eşref Kansu El-Gavri döneminde "Hospitalers" kor­sanları Rodos'tan hicri 914'te Mısır'a hücum ettiler. Sultan Kansu El-Gavri onları da püskürttü.

Sonra Portekizli Haçlılar Arap sahillerine ulaştılar. Ve kızılde-niz'e girdiler. Bunun üzerine Sultan El-Eşref Kansu El-Gavri, on­lara karşı bir askeri hamle hazırladı. Komutasını da Hüseyin El-

Kürdi (Kürt Hüseyin)'e verdi. Ve onu dedesine naib tayin etti.

Kürt Hüseyin de hicri 911'de Süveyş'ten denize açılarak hicri 914 yılında Portekizlileri Hint Denizi kıyılarında yenilgiye uğrat­mayı başardı. Ve bol miktarda ganimetler ele geçirdi.

Hicri 914 yılında halife artık yorulduğunu hissederek oğlu Mu-hammed lehinde makamından feragatte bulundu. Hicri 923 yılın­da Osmanlılar Mısır'ı alıncaya kadar da sağdı. Oğlu Osmanlıların merkezine nakledildi. Fakat kendisi yaşlı olduğu için götürülmedi. Ve 927 yılında ölünceye kadar da Mısır'da kaldı [8]

 

ÜÇÜNCÜEL-MÜTEVEKKİL'Ü ALELLAHMUHAMMED BİN YAKUBEL-MÜSTEMSİK BİLLAH

(HİLAFET DÖNEMİ, HİCRİ: 914-923)

 

Adı Muhammed'tir. Yakup ElrMüstemsik'u Billah'ın oğludur. Babası hicri 914 yılında onun lehinde hilafet makamından fera­gatte bulundu. O da Osmanlı Sultanı I. Selim lehinde hilafet ma­kamından feragatte bulununcaya kadar bu makamda kaldı.

Böylece Muhammed Bin Yakub, Abbasi halifelerinin en so­nuncusu olmuş oluyor. Bu son halife III. Mütevekkil, yeni halife I. Selim'in görüşüne binaen İstanbul'a intikal etti. Bir müddet sonra da Mısır'a dönmesine izin verildi. Ve hicri 950 tarihinde ölünceye kadar da burada kaldı.

Halife III. El-Mütevekkil döneminde Memluk Sultanı EI-Eşref Kansu EI-Gavri idi. Bu sultanın döneminde hicri 915'te Hospita-lers korsanları Mısır'a saldırmış, ancak yenilmişlerdi. Sonra hicri 916'da bu saldırılarını tekrarlayıp Muhamed Bey'i öldürdüler. Bu olay, EI-Gavri'nin üzerinde çok büyük bir etki bırakmıştı. Onun için bir misilleme olarak Kudüsteki Kenise'tü'l-Kıyam (Kıyamet Kilisesi) rahiplerini tutuklayarak onları rezil etti. 917 yılında da bu korsanlar Berlis sahillerine saldırdılar. Ancak Hâmid El-Mağribi, üzerlerine bir baskın düzenleyerek onları bozguna uğrattı. Ve ara­larından iki yüz kişiyi esir alarak Kahire'ye getirdi.

Portekizlilere gelince, Memluklar hicri 914'de yani bir yıl öne kazanmış bulundukları zaferden sonra bu kez Memluk donanma­sı Hint sahillerine yakın bir mevkide cereyan eden Diyo deniz sa­vaşında Portekizlilere karşı yenilgiye uğradı.

Kürt Hüseyin yedi yıllık bir ayrılıktan sonra tekrar Mısır'a dö­nerek hicri 918'de Süveyş'e ulaştı. Portekizliler de Hindistan'ın Ko-carat yarımadasına hakim oldular. Ve Kızıldeniz'e girdiler. Burada Sevakin limanını da kuşatmaya aldılar. Hicri 921'e Kürt Hüseyin komutasında Süveyş'ten yine bir hamle denize açıldı. Aralarında Kürt Hüseyin'e yardımcı olarak gelmiş bulunan Osman oğlu Sü­leyman da vardı. Ancak 922 yılı Recep ayında Osman oğlu Süley­man'la Kürt Hüseyin anlaşmazlığa düştüler. Sonunda da Osma-noğlu Süleyman, Kürt Hüseyin'i öldürdü. İşte bu esnada Osman­lılar da kuzeyden hareket etmeye başlamışlardı.

Azerbaycan'ın Tebriz kentinde kurulmuş bulunan Safevi Dev­letine gelince, bu devletin Memluklarla ilişkisi kötü idi. Çünkü bu devlet temelde azınlıkta bulunan ehli sünnet müslümanlarının düşmanlığına dayalı Şiilik fikri üzerinde kurulmuştu. Şah İsmail Safevi, hicri 916'da Bağdad'ı basarak burayı Türkmen beyi Uzun Hasan'm torunu Yakub oğlu Murat Han'dan koparmayı başarmış, Murat Han da kaçarak Mısır'a sığınmıştı.

Aynı yıl yani 916'da Şah İsmail Safevi Frank hükümdarlarına elçiler göndererek onları Mısır'a saldırmak ve El-Gavri'ye karşı sa­vaşmak için kışkırtmalarda bulundu. Özellikle bu sıralarda Safevi-ler'le Portekizliler arasında dostluk ilişkileri vardı. Halbuki Mem­luklar Portekizlilerin can düşmanı idiler. Memluklar Portekizlilere karşı durmuş, onlara karşı çetin savaşlar vermişlerdi. Tabii Porte­kizliler de Safevilerin Şii olmalarından sebep, bölgede bulunan di­ğer müslüman kitleler aralarındaki düşmanlıktan istifade etmek istiyorlardı.

Nitekim Portekizliler, sanki daha önce kaybetmiş bulundukla­rı bir fırsatı, -onların isteğine olumlu cevap veren ve batıya doğru harekete geçmeye başlayan- Safevilerin varlığında elde etmiş olu­yorlardı.

Yine aynı yıl içinde Safevi'ler, Tatarları yenerek kralları Özbek Han ile oğlunu öldürdüler. Ve Memlukları tehdit etmek maksadıy­la Şah İsmail Safevi, Özbek Han ile oğlunun kesik başlarını bir sandık içinde Sultan Kansu El-Gavri'ye yolladı. Ondan sonra da Safevi'ler batıya doğru hareket etmeye başladılar.

Safevi kuvvetlerinin öncü birlikleri hicri 918 yılında bugün Türkiye sınırları içinde kalmış bulunan Suriye'nin kuzeyinde ve Fırat nehri kıyısına düşen El-Bîre'ye (Birecik) ulaştılar. Esasen bu dönemde gerek Portekizlilerin gerekse onlarla anlaşmalı bulunan Şii Safevilerin giriştikleri savaşlar temelde dini nedenlere dayanı­yordu. Bu sıralarda Mısır'ın başında bulunan liderler, özellikle Mı­sır ve Suriye üzerinde söz sahibi olan sultan El-Eşref Kansu El-Gavri ise, ilişkilerinde başarılı değillerdi. Daima Kansu, tarafsız davranmaya çalışıyordu. Sonuçta da hem kendisi hem de devleti yok oldu. Aynı zamanda onunla birlikte Abbasi halifeliği de Mı­sır'da ortadan kalktı.

Bu kez müslümanlann dikkati Kahire'den İstanbul üzerine kaydı. Çünkü artık İstanbul İslam aleminin hilafet merkezi oldu. Bu sebepledir ki İstanbul aynı zamanda Kahire'nin de varisi oldu.

Osmanlı devletine gelince esasen vaktiyle Osmanlılarla Mısır ve Suriye üzerinde söz sahibi olan Memluklar arasında ilişkiler ön­celeri gayet güzeldi. Nitekim Konstantiniye fethedilince bu müna­sebetle hicri 857'de Kahire süslendi. Kahire Osmanlıların kazandı­ğı her zaferden sonra veya her sultanın cülusundan sonra İstan­bul'a bir heyet gönderirdi.

Fakat hicri 865'te Sultan Zahir Seyfeddin Hoşkadem, başa ge­çince Osmanlılarla Memluklar arasındaki ilişkiler de bozuldu. Hicri 869 yılında iki Türkmen devleti olan Dulkadıroğullan ile Ka-ramanoğulları beyleri ölünce Osmanlılar Memluk taraftarı olma­yan birer beyi bu iki devletin basma tayin ettiler. Memluklarla Osmanlılar arasında yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan bu bozuş­manın yanısıra Osmanlı Sultanı II. Bayezid'in kardeşi Cem de Ka­hire'ye kaçtı. Bu tutuma bir misilleme olarak İstanbul da Mısır ve Suriye'den kaçan bazı beyleri korumaya çalışıyordu.

Sultan Kayıtbay hicri 876'da Dulkadıroğulları üzerine bir kuv­vet göndermiş, bu kuvvet Dulkadıroğulları beyliğine hakim olma­yı ve başındaki Şahsuvar'ı da esir alarak Kahire'ye getirmeyi başar­mıştı ki Şahsuvar Bey, Kahire'de Zuvayla kapısında idam edilmiş­ti. Ardından da Budak Bey Dulkadıroğulları beyliğinin başına ta­yin edilmişti. Çünkü Budak Bey, Memlukları destekliyordu. Aynı zamanda ertesi yıl Memluklar, Fırat kıyısındaki Birecik mevkiinde verdikleri savaşta Akkoyunm devletinin Emiri Hasan Et-Tavil {Uzun Hasan)'ı yenmişlerdi.

Bu gelişmelerden sonra Şahsuvar'm oğlu, Memluklar tarafın­dan desteklenmekte olan amcası, Ali Dolat'a karşı baş kaldırdı. Osmanlı Sultanı Selim de, Şahsuvar'm oğluna destek çıktı. Ve Ali Dolat'a saldırdı. Bu olay ise, Memluklarla Ali Dolat arasındaki ba­ğın daha da güçlenmesine sebep oldu. Nitekim dedesi Uzun Ha­san, vaktiyle Memluklarla savaştığı halde Bağdad'ın Türkmen hü­kümdarı, -Safevilerin Bağdad'a saldırmaları sırasında- kaçarak Memluk Devletinin merkezi olan Kahire'ye sığındı.

Safevilerin tutum ve tavırları Osmanlı Sultanı I. Selim'i kızdır­mıştı. Bu yüzden Avrupa'ya yönelik harekâtını bırakarak Safe-vi'lerle bu kez savaşmak üzere onlara doğru yön tuttu. Şunu da söyleyebilirim: Avrupalılar, hicri 497 yılında müslümanları Endü­lüs'ten kovmaya güç yetirdikleri günden beri hep İspanyolları ve Portekizlileri destekliyorlardı. Bu yardımlarına o tarihten sonra da devam edip durdular.

Ancak bu seferde Osmanlılar -sivirilerek- Avrupalılara karşı sa­vaşmaya ve doğu yönünden batıya doğru ilerlemeye başlayınca Avrupa bu defa Osmanlıların karşısında kuvvede durmak, bu se­beple de (hâlâ Endülüs'te müslümanlara karşı savaşan) îspanyol-lardan ve Portekizlilerden yardımlarını kesmek zorunda kaldılar. Ancak Portekizliler Arap topraklarının güney kıyılarına ulaşarak,Arap halicine girince, Osmanlıların Avrupa üzerindeki baskısını hafifletmek için bu kez de Avrupalılar, Osmanlılara karşı doğudan Safevileri tahrik etmeyi uygun buldular.

Netice olarak, Safevilerin Osmanlı topraklarının doğusu üze­rindeki baskısı ve Avrupalı hükümdarların Memluklara karşı kış­kırtılmaları, şiddetlenip Şiiliğin Osmanlı topraklan üzerinde yayıl­ma istidadı baş gösterince Osmanlı Sultanı Avrupadaki harekâtı bırakarak bu sefer de Safevileri cezalandırmak için doğuya yönel­di. Giriştiği bu işte Memlukların kendisine yardımcı olacaklarını sanıyordu. Çünkü Osmanlılar hem Memlukların hem de aynı za­manda Osmanlıların müşterek düşmanı olan Şii Safevilere karşı savaş veriyorlardı. Aynı zamada Osmanlılar, batıda müslümanlara karşı savaşan ve bir taraftan da Kızıldeniz'e girerek Medine-i Mü-nevvere'yi tehdit eden ve Kudüs'ü teslim almak, Hz. Peygamberin de mezarını deşmek isteyen Portekizlilerin destekçileri durumun­daki Avrupalılara karşı mücadele ediyorlardı. Memluklar da tabii ki Portekizlilere karşı savaşıyor ve İslam topraklarını savunuyor­lardı. Şu halde bir noktada müslümanlık, Osmanlılık ve Memluk ortak çıkarları söz konusuydu.

Ancak Osmanlılar, Safevilere karşı hazırladıkları savaş projesi­ni, Memluklara teklif edince Memluklar, tarafsız bir tutum izledi­ler. Kendi görüşleriyle tarafsız bir tavır takındılar. Ne var ki bu ta­rafsızlığın manası düşmanı takviye etmekti. Yani açıkçası Safevile­rin, hatta onlara arka çıkan ve onlarla anlaşan Portekizlilerin bela­sına karşı göz yummaktı. Nitekim Osmanlılar da Memlukların Portekizliler karşısında yenilgiye uğradıklarını görünce bu durum­da üzerlerine düşen görevi yerine getirip, Portekizlilere karşı dur­maları gerekirken, (ne tuhaftır ki) Memluklar Osmanlılara bu ko­nuda izin vermemiş, onların Portekizlilere karşı savaşmak için-da-hi olsa- topraklarına girmelerine müsaade etmemişlerdi. İşte bu yüzden Yavuz Sultan Selim, Safevilere karşı zafer elde etmesi ha­linde Memluk devletini ortadan kaldırmaya niyetlendi.

Bunun üzerine Osmanoğlu Yavuz Sultan Selim bu sefer Safe-vilerle savaşmak için yönünü Avrupa'dan doğuya doğru çevirerek harekete başladı. Fakat Dulkadıroğulları devletinin beyi Ali Dolat,Osmanlı ordusunun öncü birliklerine karşı durdu. Ali Dolat Mem­lukların destekçisi olduğu için Yavuz Sultan Selim onun, girişmiş olduğu bu hareketin Memluklar tarafından kişkırtıldiğı zanmna kapıldı. Onun için Türkmenleri basarak Ali Dolat'ı öldürdü. Ve ye­rine, Şahsuvar'm oğlunu geçirerek safevilerin peşine takıldı. Onla­rı da yenerek meşhur Çaldıran Meydan Savaşından sonra hicri 920'de merkezleri olan Tebriz şehrine girdi. Bu zaferden sonra bu kez de Memluklara karşı savaşmak için hazırlıklara başladı.

Yavuz Sultan Selim, hicri 921'de El-Cezire'yi ve Dulkadıroğul-ları beyliğini de Osmanlı topraklarına katarak Memlukların Suri­ye'deki beyleriyle irtibat kurmaya başladı. Bu sırada Sultan El-Gavri Yavuz Sultan Selim'in niyetini anlayarak bir ordu hazırladı, Ve bizzat bu ordunun sevk ve komutasını üzerine alarak Suriye'ye hareket etti. Sonra kuzeye doğru yön tutarak Halep'in kuzey batı­sına düşen Mercidabık mevkiine Halep'ten hareket etti. Ve burada Yavuz Sultan Selim'le karşılaştı.

Sultan Kansu El-Gavri ordusunu savaş düzenine geçirerek kendisi orta kuvvetlerin başında durdu. Ordunun sağ kanadının başında onun Dımışk naibi Can Berdi El-Gazali, sol kanadının ba­şında ise Halep naibi Hayır Bey bulunuyordu. El-Gavri ordusuyla ilerleyerek birinci vuruşma sırasında üstünlük gösterdi. Fakat Os­manlılar ikinci kez hamleye geçtiler. Tam bu sırada da Memluk devletinin Halep Naibi Hayır Bey ile diğer bazı komutanlar Os­manlıların saflarına geçtiler. Ve zaferi kazandılar. Memluk Sultanı El-Gavri, savaş meydanında öldürüldü. Osmanlılarsa ilerleyerek hiç bir direnişle karşılaşmadan hatta bazan da sıcak bir ilgiyle kar­şılanarak önce Halep'e sonra da Suriye'nin teker teker diğer kent­lerine girdiler.

Avrupamn içlerine kadar girebilmiş ve Şii, Safevi devletine de darbe indirebilmiş, aynı zamanda müslümanları ve müslümanla-rın kutsal değerlerini tehdit eden Portekizlilere karşı savaşmak üzere rağbetlerini ortaya koymuş bulundukları için Suriye'ye bu girişleri esnasında halk Osmanlılara saygı ile bakıyordu. Belki 6c bütün bunlar Osmanlıların bir takım propagandalarından ibaret­ti. Ve destekçileri tarafından yayılmıştı. Çünkü o asrın şartları içerisinde halkın bu gerçekleri -doğru olsalar bile- bilecek ve tama­men kavrayıp idrak edebilecek durumda bulunduğunu söyleme­mize imkan yoktur. Yavuz Sultan Selim bu ilerleyişini Mısır'a ka­dar devam ettirerek nihayet Sultan El-Gavri'nin buradaki naibi El-Eşref Tomanbay'la karşılaştı. Kahire kapılarında iki taraf savaşa tutuştular. Bu Tomanbay'm öldürüldüğü Ridaniye Meydan Sava­şıydı. Peşinden Yavuz Sultan Selim Kahire'ye girdi. Halk ona bey'atte bulundu.

Son Abbasi halifesi III. El-Mütevekkil'u Alellah Muhammed Bin Yakub da onun lehinde hilafet makamından feragatte bulun­du. Keza, Hicaz şerifleri de onu ziyaret ederek kendisine bey'atte bulundular. Yavuz bunun üzerine "Halife'tül-Müslimin ve Ha-dim'ül-Harameyn Eş-Şerifeyn" yani Müslümanların halifesi ve her iki kutsal makamın -Mekke ve Medine'nin hizmetçisi- unvanı­nı aldı. Ondan sonra da imparatorluğun merkezi olan İstanbul'a, yanına son Abbasi halifesi El-Mütevekkil'u Alellah'ı, maharetli sa­natkârları ve tüccarları da alarak döndü. Ancak halifenin babasını, çok yaşlı olduğu ve gözlerini de kaybetmiş bulunduğu için Kahi-re'de bıraktı. Bu suretle Memluklar devleti ortadan kalkmış. Abba­si halifeliği de hicri 659'dan 923'e kadar iki yüz altmış dört yıl de­vam ettikten sonra Mısır'da son bulmuş oldu.

Bu hilafet müessesesi, Mısır'da yeniden kurulmadan dört yıl önce de Bağdad'ta son bulmuştu. Ve işte böylece hilafet tarihinin yeni bir sayfası bu kez de İstanbul'da açılmak üzere Kahire'de ka­panmış oldu.[9]

 



[1] Sıra itibariyle El-Vasık'u Billah İbrahim'in oğlu El-Vasık'u Biüah Ömer se­kizinci, El-Vasık'u Billah İbrahim'in diğer oğlu El-Mu'tasım'u Billah Zekeriye doku­zuncu, halife sayılmıştır. İkinci kez hilafet makamına gelen El-Mu'tazıd'u Billah'ın oğlu El-Mütevekkil'u Billah'ın oğlu El-Mütevekkil'u Alellah ise onuncu halifedir.

[2] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/39-40.

[3] Tarih'ul Hulefa - Celalüddin Abdurrahman El-Suyuti

Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/41-45.

[4] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/47-48.

[5] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/49-50.

[6] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/51-53.

[7] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/55-56.

[8] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/57-59.

[9] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/61-67.