Belki de zihnimizdeki Moğolları işte bu İlhanlı ailesi temsil etmektedir. Çünkü daha önce de bunlar bize komşu idiler. [1] Onun için kendilerini daha berrak bir bilgi ile tanıyor. Ve yaptıkları da gözlerimizin önünde açıkça duruyor. Buna ilaveten bizimle İlhanlılar arasında bu bölgede uzun zaman çekişmeler devam etmişti. Bu süre ise az değil, bilakis yüz elli yıldan fazla sürmüştür. Moğollar batıya doğru hareket ediyorlar diye her defasında bir şayia yayıldıkça İslam ülkesinin halkı korkuya ve paniğe kapılıyordu. Özellikle Moğollar'm elinden tattıkları türlü türlü acılardan sonra böyle bir haber yayıldıkça halk dehşete kapılıyordu. Sonra İlhanlı ailesi esasen Moğo sapıklığının ve Cengizhan'dan sonraki Moğol vahşetinin esasında en uç noktasını temsil etmektedir.
Nitekim Bağdad'ı yerle bir eden, gerek Fırat ceziresinde gerekse girdiği her yerde vahşet ve dehşet saçan işte bu ailenin kurucusu Hülagu idi. Nitekim oğlu Abaka'nın kendisi dahi babasından sonra aynı derecedeki vahşet ve barbarlığı sürdürdü.
Vakıa diğer Moğol hanedanları arasında bazıları en azından bunlarla olan ihtilaflarından sebep barbarlıklarının ve vahşetlerinin karşısında direnmeye çalıştılar. Diğer bazı Moğol hanedanları da İslam'a girmiş bulundukları için kendi soydaşlarının karşısında müslümanlarm yanında yerlerini aldılar ki bunlar Kuzey Moğolla-rı idiler. Diğer bazı sülaleler de Hülagu'ya karşı birbirlerini destekliyorlardı. Bu da Ügeday ailesiydi. Nitekim Ügeday oğlu, Kaşin oğlu, Gido, amcazadesi Hülagu'ya karşı başka bir amcazadesi olan Kuzey Moğollarının Han'ı Baraka Han'ı destekliyordu. Ne varki Hülagu'ya karşı verilen bütün bu savaş ve mücadeleler, Hülagu ve ailesinde kalıcı olarak sembolleşen Moğol cinayetlerinin birikimi altında unutulup gitti.
Hülagu'nun ikinci oğlu İslam dinini kabul ederek Ahmed adını aldı. Ve müslümanlarla barış yapmaya çabaladı. Ne varki kana bulanmış eller onun tahtını ele geçiren ve o eski vahşeti yeniden sürdürmeye başlayan amcası oğlu Argu'nun şahsında ortaya çıkarak Ahmed'i katletti. Gerçi oğlu Gazan ondan sonra İslam dinine girerek Mahmud adını aldı ise de sırf nazariyatta kalan onun şekli müslümanlığı veya onun İslam'a yamanmasıyla birlikte, yine de müslümanlara karşı olan tecavüzlerine devam etti. Aynı zamanda arada bir Surey'ye saldırmaya çalışıyor ve bu suretle de güven içinde yaşamakta olan insanların arasına korku salıyordu. Fiilen de Suriye'ye doğru harekete geçti.
Ne varki Allah'ın iradesi bütün iradelerin üstündedir. Dolayısıyla Kazan hicri 8. yüzyılın başlarında Dımışk kentinin güney taraflarına düşen Şakhab mevkiinde giriştiği meydan savaşında yenilmiş olarak geri dönerken hayal kırıklığı ve başarısızlık dolu eteklerini de peşinden sürükleyip çekiyordu.
Muhammed Harabende de kardeşinin yolunu izledi. Hatta daha da ileriye giderek Rafizilik mezhebine girdi. Ve halkını da Ra-fizi olmaya mecbur etti. Bunun döneminde sülale zayıflamaya başlamıştı. Yerine oğlu Ebu Said geçti. Ancak devletteki çöküntü daha da ilerledi. Ve ondan sonra da devlet parçalandı.
Moğollar zamanla İslam toplumunun potası içinde eridi ve bu toplumun dinine girdi iseler de işledikleri cürüm ve cinayetler daima zihinler de nakşedilmiş olarak kaldı. Uzunluğuna rağmen geçen günler ve akan zaman bu imajı zihinlerden bir türlü silemedi. Bu imaj Moğollar içerisinde özellikle de İlhanlılarla daha çok irtibatlıdır.
Bilindiği üzere Cengizhan işgal etmiş olduğu geniş topraklardan Horasan'ı, Fars'ı ve batı yönünden bu bölgeye ilhak edilebilecek yerleri üçüncü oğlu Tuluy'a vermişti. Ancak Tuluy, babasının imparatorluğundan payına düşen bu toprakların idaresini henüz eline alamadan öldü. Oğulları ise Moğolların esas merkezi olan Karakurum'da bulunuyorlardı.
Cengizhan'm ölümünden sonra Moğolların idaresini oğlu Ügeday alarak onun siyasetini devam ettirdi. Ülkeleri çiğnemek ve kan dökmek konusunda, üzerinde babasının tesiri vardı. Çin'e hücum ederek Çin'in kuzeyine hükmeden Kin sülalesine son verdi. Sonra üç yüz bin savaşçıdan oluşan bir kuvveti batı yönüne sevke-derek Harzem Şah'ı Celalüddin Mengi Berti'yi yendi. Yenilgiye uğrayarak Kürt dağlarına kaçan Celalüddin Şah ise o yörelerde bir Kürt çiftçisi tarafından öldürüldü. Bunun üzerine Moğollar Azerbaycan'a, Ermenistan'a ve Gürcü topraklarına girerek burada en korkunç ve en rezil cinayetleri işlediler.
Ügeday hicri 633 yılında üç ordu hazırlayarak birini Kore'ye şevketti; ikincisini Çin'in güneyine göndererek buradaki Song hanedanını ortadan kaldırdı; üçüncüsünü ise kardeşi Cuci'nin oğlu Batu komutasında Avrupa'ya yolladı. Ügeday bu üçüncü orduyla birlikte oğlu Köyük, kardeşi Tuluy'un oğlu Mengü ile, diğer kardeşi Çağatay'ın oğlu Baydar da dahil olmak üzere birçok Moğol prenslerini de göndermiş bulunuyordu. Bu Moğol ordusu Rusya, Polonya ve Macaristan'a girdiler.
Hicri 639 yılında Ügeday öldü ve yerine oğlu Köyük geçti. Ancak Köyük henüz Avrupa'da ve amcası Cuci'nin oğlu Batu'nun komutası altında bulunuyordu. Onun için devlet işlerini oğlunun yerine o dönünceye kadar annesi Turakina yürütmeye çalıştı. Köyük döndükten sonra idareyi ele aldı. Ve devlet işlerini hıristiyan dinine mensup iki vezirine bıraktı. Bunlar Köyük'ün içini müslümanlara karşı kinle doldurdular. Ve onu müslümanlara karşı baskı yapmaya teşvik ettiler. Budistler de keza müslümanlara karşı aynı davranış ve tutumları izliyorlardı. Fakat çok geçmeden Köyük 646'da öldü.
Köyük'ün ölümünden sonra idareyi Cuci oğlu Batu'nun baskısıyla Köyük'ün amcası Tuluy'un oğlu Mengü üstlendi. Böylelikle Moğol devletinin büyük hanlığı bu kez de Tuluy'un ailesine intikal etmiş oldu. Mengü, Çin'in idaresini kardeşi Kubilay'a vererek kendisi ise Tibet üzerine yürüdü. Ve burayı yıkıp harabeye çevirdi. İkinci kardeşi Hülagu'yu da batı yönüne şevketti. Fakat İslam dinine girmiş bulunan kardeşi Baraka'nm etkisiyle Batu, Hüla-gu'nun batıya doğru ilerlemesini önledi. Baraka, Abbasi halifesi El-Mustasım-u Billah'm dostuydu.
Nitekim Cuci oğlu Batu 650'de ölünceye kadar da Hülagu batıya doğru ilerleyemedi. Ancak onun ölümünden sonra ve ona rağmen Hülagu batıya hareket etti. Bu olay ise iki tarafın arasına düşmanlık girmesine sebep oldu. Hülagu'nun saldırısı sonucu 19 Muharrem 656 günü Bağdad Hülagu'nun eline düştü.
Aynı yılm dört Safer günü ise halifeyle görüştü. Ve onu ortadan kaldırdıktan sonra Suriye topraklarına doğru ilerleyerek hicri 658 yılının başlarmda Halep'e girdi. Ondan sonra Dımışk'a yönelerek aynı yılın Rabiülevvel ayında şehri kuşattı. Fakat daha sonra buraları terkederek Moğol devletinin merkezi olan Karakurum'a dönmek zorunda kaldı.
Bir ara Mengü, yanma kardeşi Kubilay'ı da alarak bazı isyancı unsurları ortadan kaldırmak için sefere çıkmış bulunuyordu. Devlet işlerini vekaleten yürütmek üzere de yerine küçük kardeşi Artuk Boğa'yı bırakmıştı. Tam bu sıralarda Mengü öldü. Bunun üzerine ordu onun yerine kardeşi Kubilay'ı seçerek iş başına getirdi. Kuzey Moğol devletinin hanı Cuci'nin oğlu Baraka ise müslüman olduğu için kendisine karşı düşmanlık besleyen amcası Tuluy'un çocuklarına darbe indirmek için Cuci'nin oğlu Baraka bu fırsatı değerlendirmeye çalıştı. Bu maksatla da Moğol devletinin en büyük hanlık makamına vekaleten ve geçici olarak getirilmiş bulunan Artuk Boğa'yı bu makamda devamlı kalmakta direnmesi için teşvikte bulundu. Aslında kardeşi Mengü onu, çıktığı sefer dolayısıyla yerine geçici olarak tayin etmiş bulunuyordu. Gerek Baraka, gerekse diğer amcazadesi Ügeday oğlu, Kaşin oğlu, Gida Artık Boğa'ya takviye güç de gönderdiler. Bu suretle Mengü ve Artuk Boğa kardeşler arasında savaş patladı. İşte bu ihtilafa çözüm bulmak maksadıyladır ki Hülagu işgal etmiş bulunduğu Suriye topraklarından ayrılmak ve Moğolistan'a dönmek zorunda kaldı. Ancak Hülagu dönünceye kadar herşey bitmiş, Kubilay Moğol devletinin en büyük hanı olarak seçilmişti.
Hülagu Suriye'den ayrılırken buradaki ordusunun başına komutan Ketebga'yı bırakarak doğuya hareket etti. Vakıa, Ketebga Moğol ordusunun başında Dımışk Kentine girdi. Ancak Ayncalut mevkiinde Memluk ordusuna yenilerek aynı zamanda oracıkta da öldürüldü. Hülagu ise yeniden dönerek ordusunun Suriye'de neye uğradığını gördü. Bunun üzerine İslam dinini kabul etmiş bulunan, aynı zamanda Memluklarla temas kuran ve Artuk Boğa'yı, biraderi Kubilay'a karşı kışkırtan Baraka Han'a şiddetli bir kin ile dolmaya başladı. Dolayısıyla amcazadesi Baraka Han'dan ve Memluklardan intikam almak istedi.
Artık amcaoğulları arasında savaş patlaması için sebep hazırdı. Nitekim bu sırada Baraka Han, Hülagu'dan ordusunu Marağa ve Tebriz kentlerinden çekmesini istedi. Çünkü burası Kuzey Mo-ğollan'nm topraklarıydı. Aynı zamanda Baraka, Cengizhan yasalarının öngördüğü üzere Hülagu'dan savaşları sırasında elde ettiği ganimetlerin üçte birini de istiyordu. Tabii bu istek, Baraka Hanın haklı çıkabilmesi için aslında bahaneden başka bir şey değildi. Ordusu kendisine itaat etsin ve Hülagu'ya karşı savaşsın diye bu sebeple ortaya çıkıyordu. Ama aslında onun Hülagu'ya karşı girişeceği savaş, İslam uğruna yapılacaktı. Çünkü halifeyi öldürdükten ve Bağdad'ı yerle bir ettikten sonra amcasıoğlu Hülagu'dan intikam almış olacaktı. Ordusunun da bu savaşa girmesi ile devletlerinin topraklarından olan bir bölümü korunmuş olacak ve temelde haklan olan bir malı yemden elde etmiş olacaklardı.
Neden sonra Hülagu, ordusunun başında Baraka Han'ın ülkesine doğru hareket ederek Kora Nehrim geçti. Ve hicri 660 yılında iki ordu karşılaştı. Cereyan eden bu savaşta Hülagu yenildi. Ve ordusunun bir kısmını da kaybetti. Hülagu'nun ordusu kaçıp Kora Nehrinin güney kıyısına geçinceye kadar kıyıma uğramaktan kurtulamadı. Hülagu'nun askerleri yeniden hücuma geçtiler. Onlara takviye güçler de geldi. Bu güçlerin arasında Hülagu'nun oğlu Abaka Han da vardı. Nitekim bu kez Derbent yani Babülevbab denilen mevkiide ve hicri 661 yılında Baraka Han'ın ordusuna karşı üstünlük elde ettiler. Ondan sonra da Hülagu seferine devam etti. Fakat bir kez daha Baraka Han, büyük bir kuvvetin başında Hüla-gu ordusunun üzerine gelerek Türk nehri kıyılarında galibiyet elde etti. Hülagu'nun ordusunda ise kaçış başladı. Ve Hülagu'nun oğlu Abaka ile ordunun küçük bir kısmı hariç ordusundan hiç kimse kurtulamadı.
Baraka karşısında böylesine yenilgiye uğrayan Hülagu, ondan sonra artık Memluklardan intikam almayı aklından çıkardı. Çünkü askerlerinden bir kısmı Şam'a ve Mısır'a kaçmaya bile başlamış hatta Zahir Baybars'm teşvikleriyle bunlar îslam dinine bile girmiş bulunuyorlardı. Tabii Hülagu'nun ordusundan kaçan ilk grup Şam'da ve Mısır'da son derece güzel ağırlanıp izzet ve ikramla karşılanınca Hülagu, üzüntüsünden hastalandı ve hicri Dokuz Rabi-ülevvel 663 günü yıkılıp gitti.
Hülagu, islam'ın azılı bir düşmanı idi. Hıristiyanlığın etkisi altında kalmıştı. Karısı hiristiyandı. Ve onu sürekli olarak İslam'a karşı kışkırtmaya çalışıyordu. Aynı zamanda bu sıralarda Moğolların egemenliği altında bulunan topraklarda hıristiyan rahipleri büyük bir hürriyet içinde dolaşıp duruyorlardı. Hülagu'nun, hayatının son demlerinde İslam'a karşı beslediği kinin hafiflediğini, nitekim sonraları İslam dinine giren ikinci oğlu Takamdar'ı eğitmek üzere müslüman bir terbiyeciye O'nu emanet ettiğini de söyleyenler vardır.
Hülagu'nun kardeşi hicri 655 yılında Moğol devletinin büyük hanlığı makamına gelince merkezini Karakurum'dan Pekin'e naklederek hicri 655-771 yıllan arasında Çin'e on altı yıl müddetle hükmeden sülaleyi orada kurdu. Bu sıralarda Moğol hanlıkları birbirlerinden ayrılarak bağımsızlıklarını ilan etmiş bulunuyorlardı.
Artık aralarında isimden başka bir ortak bağ da kalmamıştı. Hatta Moğolların en büyük hanı bile şekilden öte bir şey değildi. Hülagu da Irak, Fars ve Horasan'a hükmeden İlhanlı sülalesini kurdu.
İlhanlıların Memluklarla batıdan sınırı Fırat nehri idi. Kuzey Moğol devletiyle sının Marağa ve Tebriz üzerindeki anlaşmazlıklarla birlikte Azerbaycandı. Marağa ve Tebriz kentleri her ne kadar İlhanlıların kontrolü altında bulunuyor idiyse de hem Kuzey Moğollar, hem de İlhanlılar bu iki şehir üzerinde hak iddia edip duruyorlardı. Keza, Fırat Ceziresi ile Diyarbakır da İlhanlıların elinde bulunuyordu. Hicri 650 yılında Ermeniye, Diyarbakır ve Cezire beyleri Mengü Han'a başvurdular. Onun huzurunda bunların anlaşmazlıkları ortaya çıktı. Çünkü bu beylerin her biri, topraklarını genişletmek nüfuzunu yaymak istiyor ve her biri yekdiğerine nazaran daha öncelikli olduğunu görüyordu. Tabii ki bunların her üçü de Mengü Han'a boyun eğeceklerini ikrar ettiler. Ve Tatarlara tabi oldular.
Sonra hicri 658 yılında Tatar saldırısı vuku bulunca bunlar bu bölgelere girerek herbirinin başına bir naib tayin ettiler ki bu na-iblerin çoğu Tatarlardandı. Her ne kadar Mardin'e giremedilerse de bölgeye hakim oldular. Nitekim Mardin'in Artuklulardan olan beyleri Tatar hücumuna karşı büyük bir savunma yaptılar. Dolayısıyla Hülagu, bu müstahkem şehri bırakarak Halep üzerine yürüdü ve burayı aldı.
Vakıa Tatarlar, Mardin'e karşı giriştikleri ikinci saldırıdan sonra da hicri 659 yılı Recep ayında burayı terk etmek zorunda kaldılar. Ancak Tatarların şerrinden korunmak için ya da Mardinlilerin emiri, siyasi mevkiini koruyabilmek için Tatarların himayesini nihayet kabul etti. Ve şehir, onların egemenliği altına girmiş oldu. Nitekim şehrin emiri Tatarların uzun zaman geçse bile mutlak surette şehre girebileceklerini tahmin ediyordu. Ve eğer zorla girecek olurlarsa önce onu ve ailesini katledeceklerinden, sonra da genel surette şehrin halkım öldüreceklerinden endişe etmişti. Bu sebeple Tatarlarla omuz omuza genel manada onların düşmanlarına karşı ve özellikle Memluklara karşı mücadele ve savaşlara bile katıldı. Ez-cümle hicri 660 yılında Es-Salih Bedrüddin Bin Lü'lu'un kuşatılması sırasında Tatar komutan, Sandu'nun yanında yerini aldı. Daha sonra da onun Tatarlarla işbirliği devam etti. Ardından Şam ve Mısır'da Memluklarla çekişen Tatarların Diyarbakır üzerindeki yönetim şekli verasete dönüştü. Diyarbakır çoğu zaman Tatarların hareket üssü haline geldi. Esasen Tatarların Diyarbakır ve El-Cezire naibleri belli bir merkezde oturmuyorlardı. Bilakis bir kaç merkez arasında intikal edip duruyorlardı. Bu cümleden olarak bazen Musul'u bazen de Amid kentini merkez ediniyorlardı. Durumları bu şekilde devam edip durdu. Tatarların ilerleme ekseni ise Fırat Nehrinin kuzey doğu yönündeki kıyısı üzerinde bulunan Bilecik'ti. Halep'e, Hama'ya, Rahba, ya da bugünkü adıyla Rat-ba'ya doğru şark yönünden ilerlemek ve Dımışk'a doğru püskürme harekatı daima buradan düzenlenirdi.[2]
Hülagu hicri 663 ölünce, yerine oğlu Abaka geçti. Onun birinci deredece tasavvuru Baraka Han'a karşı savaşmaktı. Nitekim üzerine yürüdü. Ve Baraka Han'ın komutanı Nogay yenildi. İkinci turda Nogay üstün geldiyse de tekrar yenilgiye uğradı. Bunun üzerine bizzat Baraka Han'ın kendisi harekete geçti. Ancak bu kez de Abaka ile karşılaşmadan önce öldü. Abaka Han ise Baraka Han'ın yerine geçen Mengü Timur'a karşı büyük bir üstünlük elde etti. Abaka Konstantiniye İmparatorunun kızıyla evliydi. Dolayısıyla Memluk Sultanı Ez-Zahir Baybars ile Konstantiniye İmparatoru arasında barış görüşmeleri sürerken Konstantiniye İmparatoru bu barışın aynı zamanda Abaka'yı da kapsaması için geniş tutulması arzusundaydı. Fakat Baybars bunu reddetti Ve Mengü Timur'u Abaka'ya karşı tahrik etmeye çalıştı.
Bu arada Kuzey Moğol devletinin Han'ı Mengü Timur ile Üge-day oğlu, Kaşin oğlu, Gido, Brak Han'ı, Abaka'ya karşı kışkırttılar. Ve topraklarını işgal etmesi için onu Özendirdiler. Memlukların Moğollar'a karşı mücadelesine gelince, Suriye ve Mısır liderleri hicri 673'de Tatar ordularına karşı zafer kazanmaya güç yetirebil-diler. Ve Mardin'e kadar ulaştılar. Ancak iki yıl sonra Tatarlar –bu kez- ilerleme kaydettiler. Beraberlerinde Mardin Bey'i Artuk oğlu Muzaffer de vardı. Fırat'ın kıyısındaki Bilecik'e varıp burayı kuşattılar. Fakat şehre giremediler. Memlukların buradaki naibi, kenti kahramanca savundu. Tatar ordusu arasında ise bu sırada salgın hastalık yayılmış bulunuyordu. Aynı zamanda Memluk Sultam Ez-Zahir Baybars'm Tatarlara karşı savaşmak üzere bir ordunun başında gelmekte olduğuna dair haberler de yayılınca Tatarlar Bilecik kuşatmasını kaldırarak savaş meydanından çekildiler. Gelmiş oldukları sekiz cemaziyelahir 674 tarihinin üzerinden henüz bir ay bile geçmemişti.
Sonra Mısırlı liderler arasında siyasi kavgalar cereyan ettiğine dair Abaka Han'a haberler geldi. O da bu sırada Suriye'ye saldırmak için fırsatın uygun olduğunu görerek hicri 679 yılında kardeşi Hülagu oğlu Mengü Timur komutasında bu maksatla bir ordu hazırladı. Bu orduya aynı zamanda Mardin Bey'i Artuk oğlu da katıldı. Ve Tatar ordusu harekete geçti. Bu haber Suriye'ye ulaşınca hem Mısır'da hem Suriye'de Tatarlara karşı savaşmak için Memluk kuvvetleri hazırlıklara giriştiler. Bunu haber alan Tatarların içine korku girdi. Onun için ulaşmış bulundukları bölgeleri yakıp yıktıktan sonra süratle geldikleri yere tekrar döndüler.
Suriye kuvvetlerinin Diyarbakır'a ve Anadolu Selçuklarmm topraklan üzerine düzenledikleri baskınlar bir türlü son bulmadığı için Abaka Han Memluklara karşı geniş bir hamle düzenlemeye karar verdi. Ve bu maksatla da sayısı seksen bini aşan bir ordu hazırladı. Mengü Timur'dan da bu ordunun başında Halep'e doğru hareket etmesini istedi. Nitekim bu ordu harekete geçerek Suriye'nin kuzey bölgelerine hakim olmaya başladı. Aynı zamanda Abaka Han Mardin Bey'ini de ayrı bir ordunun başında yanma alarak olayları gözlemek ve düşman ordusunun harekatını takip etmek için Rahba'ya doğru yola çıktı. Ve nihayet Abaka Han, bölgeye sızarak üç bin kişilik bir süvari kuvvetiyle Rahba'ya ulaştı. Yirmi altı Cemazielahir hicri 680 günü de kaleyi kuşattı. On yedi gün sonra Recep'in ondördüncü günü ise Mansur Klavun komutasındaki Memluk ordusu, kuzeyde karşılaşarak onlara karşı zafer kazandı. Ayrıca bu sıralarda Rahba'ya hareket etmek üzere Dımışk'ta bir kuvvet hazırlanmıştı. Fakat Abaka Han, Tatar ordusunun kuzeyde yenilgiye uğramış olduğunu öğrenince Bağdad'a çekildi.
Her halükarda Abaka Han'ın dönemi çeşitli yönlere karşı savaşlarla geçti. Batıda Memluklarla, kuzeyde Kuzey Moğollarından olan amcasının çocuklarıyla, doğuda ise Çağatay'ın torunları olan yine amcasının çocuklarıyla savaşıyordu. Abaka, hicri 680 yılında ölünceye kadar da durum böyle devam etti. O öldükten sonra yerine kardeşi Takudar geçti.[3]
Takudar, kardeşi Abaka Han'dan sonra başa geçti. Ve islam dinine girdi. Babası Hülagu onu terbiye etmeleri için müslüman eğitimcilere teslim etmişti. Takudar, müslüman olduktan sonra Ah-med adını aldı. Ve barış akdetmek suretiyle aralarında sürüp giden savaşlara artık bir son vermek için memluk Sultanı Mansur Kla-vun'la temasa geçmeye başladı. Bu maksatla da hicri 681 yılında Mısır'a bir heyet gönderdi. Bu heyet Recep ayında Mısır'a ulaştı. Ve aynı yılın Şevval ayında da avdet etti. Heyet, ikinci kez Mısır'a dönerken bu sırada bazı hadiseler oldu.
Bu cümleden olarak İslam dinini kabul etmiş bulunan Tatarların Han'ı Ahmed, (Bu kararından dolayı) kardeşi Abaka Han'ın oğlu Ergun tarafından öldürüldü. Ve tahtı ele geçirildi. Bu olaylar nedeniyle heyet üyeleri Dımışk'a ulaşıncaya kadar büyük zorluklarla karşılaştılar. Çünkü Sultan Ahmed'in öldürüldüğünden haberleri yoktu.
Dımışk'ta Memluk Sultanı Mansur Klavun'un huzuruna çıkarıldıklarında ancak olup bitenleri öğrenebildiler. Dolayısıyla görüşmelere artık gerek kalmadığı kendilerine bildirildi. Heyet de (Muhtemelen bu sebeple) Dımışk'ta kaldı. (Ya da alıkondu.) Sultan Klavun ise Mısır'a dönerken Tatar heyetinin başkanı Abdur-rahman Şirazi de Dımışk'ta öldü. Bu arada heyet üyelerinin bazıları hapsedilirken bazıları ise serbest bırakıldılar. Ve ülkelerine dönmeleri için onlara izin verildi.[4]
İslam dinini kabul ettiği ve Memluklarla barış yapma arayışlarına girdiği için, amcası Takudar'a karşı devrim yaparak onu hicri 683 yılında öldürdü. Tahtını ele geçirdi ve müslümanlara ağır vicdan baskıları uygulamaya onları bulundukları devlet mevkilerin-den uzaklaştırmaya başladı. Aynı zamanda gerek Memluk Sultanı Mansur Klavun aleyhinde, gerekse İslam'a girerek ülkesinde İslam şeriatını uygulamaya başladığını ilan eden ve Sultan Klavun'la karşılıklı diplomatik ilişkiler kurmaya çalışan Kuzey Moğol Han'ı Tedan Mengü aleyhinde Haçlılarla anlaştı. Ve onlarla işbirliği yaptı. Sonra Ergun 691'de öldü. Yerine ise kardeşi Abaka Han oğlu Keygato geçti. [5]
Kardeşi Ergun'un ölümünden sonra İlhanlı sülalesinin basma Keygato geçti. Ve biraderinin siyasetini devam ettirmeye çalıştı. Ne varki dönemi uzun sürmedi. Çünkü hicri 693'te başa geçmesinden kısa bir müddet sonra öldürüldü. Ve yerine amcazadesi Hülagu oğlu Tarhay oğlu Bido geçti. [6]
Bido da çok uzun süre başta kalamadı. O da ahlak ve muame-lesindeki kötülük sebebiyle hicri 695'te öldürüldü[7]
Gazan, Budist bir inançla yetişmişti. Sonra hicri 694'te İslam dinine girerek Mahmud adım aldı. 695'te de İlhanlı devletinin idaresi onun eline geçti. Gazan müslüman olunca, Tuluy hanedanının hepsi de müslüman oldular. Aynı zamanda Tatarlardan yetmiş bin kişi daha İslam dinini kabul etti. Bu suretle de İlhanlı Devleti bir İslam devletine dönüştü. Ne varki bu müslüman olma hareketi onların müslümanlara karşı sürekli savaşmalarına, onları öldürmelerine, kanlarını dökmelerine hiç de engel olmadı.
Nitekim hicri 698'de Gazan, Dımışktaki naibi Kıpçak, komutanlardan ve devletin ileri gelenlerinden bir grupla birlikte gelip kendisini ziyaret ettikten sonra Şam'a, (yani Suriye'ye) savaş ilan etmeyi kararlaştırdı. Bunun üzerine komutanlardan Salamış'ı, küçük Asya'dan asker toplamak maksadıyla yirmi beş bin kişilik bir kuvvetin başında görevlendirdi. Bu talimata göre Salamış daha sonra Suriye'ye doğru ilerleyecekti. Gazan'in kendisi de beraberinde bulunan kuvvetlerin başında Diyarbakır'a hareket edecekti. Salamış'la daha sonra Fırat Nehri kenarında buluşacaklardı. Ne var ki Salamış, asker toplamak üzere gittiği yerleri sırf kendine bağlamak için kendi propagandasını yapmaya çalıştı. Buna öfkelenen Gazan, Salamış'a karşı savaşmak üzere üstüne bir kuvvet şevketti. Kendisi ise Kıpçak'la birlikte Tebriz'e döndüler. Gazan ile Salamısın kuvvetleri yirmi beş Recep günü karşılaştılar.
Salamış bozguna uğrayarak Dımışk'a kaçtı. Bu kez de Halep naibi Seyfüddin Balaban aynı yılın Ramazan ayında onu bir kuvvetin başında Mardin üzerine şevketti. Şehrin etrafını yağmaladılar. Hicri 693'te Mardin Emirliğini eline geçirmiş bulunan Artuk oğlu Mansur ise, hem Tatarları hem de Memlukları idare etmeye onlarla geçinmeye çalışıyordu. Bir taraftan Memluklarla temasını devam ettiriyor diğer taraftan onu en samimi dostlarından sayan Tatar Han'ı Ğazan'a bağlılık gösterisinde bulunuyordu. Olabilir ki Gazan'm hicri 699'da Suriye topraklan üzerine savaş açmasına Sa-lamış'ın Mardin'e baskın düzenlemesi sebep oldu. Fakat Gazan bu savaştan galip çıkmadı. Mısır Memluk Sultanı Nasır Muham-med'e gönderdiği bir mesajda bu saldırının haklı gerekçelerini izah etmeye ve Suriye halkının rızasıyla bölgeden çekildiğini açıklamaya çalıştı. Aynı zamanda sözde kendisi müslümanlara karşı savaşmak istemediği halde kendisiyle savaşmak üzere Mısır'dan üstüne kuvvetlerin hücum ettiğini anlattı. Bunun üzerine Mu-hammed Nasır da barış görüşmeleri için ona bir heyet gönderdi. Ne varki bu heyetin çabaları bir netice vermedi. Ve taraflar arasındaki çekişmeler sürüp gitti.
Tatarlar sonraları Diyarbakır'da çöktüler. Öyle ki yerli halk bile onları her yerde kovalayıp güç yetirebildiklerini öldürmeye çalışıyorlardı. Ayrıca Tatarların Amid sorumlusu babaoğlu Cengli de Tatarlardan ayrılarak hicri 703'te yanma Tatarlardan bir grup ileri gelen kimseleri de alarak Mısır'a gitti. Müslümanların kuvvet bakımından üstünlüklerini gören Gazan, Dımışk naibi İzzeddin Ay-bek'e elçi göndererek kendisine bağlılık ilan etmesini, gerekçe olarak da Memluk kuvvetlerinin Mardin ve Diyarbakır üzerine düzenledikleri baskınlarıyla buralarda fitne ve fesat saçtıklarını izah etmeye çalıştı. Ve bir süre önce Suriye'ye kendisinin düzenlediği hamleyi bu gerekçelerle meşrulaştırmaya çalıştı.
Ne varki Tatarların Suriye üzerine düzenlemiş oldukları bu savaşta, (Şakhab mevkiinde) uğradıkları yenilgi korkunç bir hezimetti. Onlara karşı savaşan İslam ordusunda ise bu kez hem bizzat halife hem de Memluk Sultanı mevcut bulunuyorlardı. Aynı zamanda devrin büyük alimi İbni Teymiye de bu savaşa katılmıştı. Hem Suriye ordusu hem de Mısır ordusu aynı cephede toplanmış bulunuyorlardı. Nihayet Tatarlar hezimete uğrayarak gerisin geri kaçarken çok büyük kayıplar da verdiler. Hicri 702 yılının Ramazan ayında cereyan eden bu savaşta denilebilir ki Tatarlardan çok az kimse canını kurtarabildi.
Kuzey Moğollarma gelince başlarında bulunan Toktay Han Marağa ve Tebriz'i kendisine bırakması için Ğazan'ı tehdit etmişti. Fakat Gazan bu iki şehri vermeyi reddetti. Bunun üzerine Toktay Irak'a doğru bir sefer düzenledi. Gazan'sa zaten bu sıralarda Suriye'de yenilgiye uğramıştı. Onun için savaşmaya yönelmedi. Ve çok geçmeden de hicri 703'te öldü. Yerine ise kardeşi Olcaytu geçti. [8]
Olcaytu, Hıristiyanlık inancıyla yetişmişti. Sonra İslam dinine girerek kardeşi Gazan'dan sonra başa geçti. Ve Muhammed Harabende adım aldı. Hicri 709 yılında da Rafizi olduğunu ortaya koydu. Aynı zamanda halkını da Rafızilik inancına bağlanmaları için zorladı. 709'da da Mardin Emiri'nin kızı Dünya Hatunla evlendi.
Ne var ki kızın babası Mardin Emiri 710 yılında Memluk Sultanı Klavun oğlu El-Melikunnasır Muhammed adına hutbe okutmaya başladı. Mardin Emiri esasen bu ikili tutumuyla kuvvetler dengesini muhafaza etmeye ve mevkiinin devamı için bundan yararlanmaya çalışıyordu. Aynı zamanda Memluklara bağlı naiblerin kuzey yönünden topraklan üzerine düzenleyip durdukları baskınları bu tutumuyla hafifletmeye çabalıyordu.
Ne var ki hicri 711 yılında Mısır ve Şamdan kaçmaya başlayan Memluk devlet adamlarını karşılamaya onların sığınma taleplerini kabul etmeye ve onları korumaya başlayarak bir dönüş yaptı. Bu cümleden olarak aynı yıl içerisinde Tatar naibleriyle birlikte Şam naibi Kara Sungur'u ve El-Afran'ı kabul etti. Hicri 712'de ise işbu Mardin Emiri, El-Melikul-Mansur Necmuddin İl Gazi öldü. Yerine oğlu El-Melikul Adil Alauddin Ali geçti.
Kara Sungurla El-Afran, Sultan Muhammed Harabende'yi
Suriye ve Mısır üzerine savaş açması için cesaretlendirmeye çalışıyorlardı. Fakat Muhammed Harabende, bunu bir türlü göze alamıyordu. Ertesi yıl, hicri 712'de Mardin Emiri ile birlikte bir sefer düzenleyerek Ramazan ayı boyunca Rahba'yı kuşatmaya aldılar. Bu sırada Mısır'ın ve Suriye'nin Sultanı Klavun oğlu El-Melikunnasır Muhammed idi. Muhammed Harabende bir süre sonra Rahba kuşatmasını kaldırdı.
Hicri 713 yılında da Muhammed Harabende, Kuzey Moğol Han'ı Toktay'a karşı bir hamle düzenleyerek yanına Mardin Emiri-ni ve sığınmacı Memluk devlet adamı Kara Sungur'u da alarak hareket etti. Nitekim Kara Sungur'un kuvvet ve cesareti sayesinde üstünlük elde etti. Bunun üzerine Kuzey Moğol Han'ı Toktay Mısır Sultanına bir mesaj yollayarak maruz kaldığı durumu ona şikayet etti. Ve yenilgisini de Kara Sungur'un cesaret ve kuvvetine bağlayarak anlattı. Bu sebepten dolayı da düşmanlarına karşı ikinci tur savaşa girebilmesi için ondan silah yardımı istedi. Bunun üzerine iki taraf arasında aynı anda Harabende'nin üzerine hücum etmek için antlaşma yapıldı. Ancak bundan bir sonuç çıkmadı. Çünkü aynı yıl için de Toktay öldü. Yerine oğlu Muhammed Özbek geçti.
Hicri 715 yılında Memluk Sultanı Klavunoğlu En-Nasır Muhammed Mardin üzerine bir akın düzenlemek maksadıyla Emir Şahabüddin Karatay komutasında altı yüz bin süvariden oluşan bir kuvvet hazırlayarak Halep'ten şevketti. Bu kuvvet baskına çıkarken yolunun üzerinde bin kişilik bir Tatar süvari birliğine rastladı. Bunlar Mardin'e vergi tahsil etmek için gidiyorlardı. Karatay, onlara saldırarak altı yüzünü öldürdü. İki yüz kişiyi de esir aldı. Keza ellerinde bulunan mal ve değerleri de ele geçirdi. Aynı yılın Şaban ayında da yine Halep'ten beş bin kişilik bir kuvvet gelip buraları ve Amid'i bastı. Bazı yörelere girip buralarda kan döktü, yağmaladı. Ve geri döndü.
Hicri 716'da ise Mekke şeriflerinden Humayda Bin Ebinuma, kendisini Mekke halkına karşı desteklemesi için gidip Muhammed Harabende'ye baş vurdu. Harabende ve yandaşları olan Ra-fiziler, ona yardımcı olmaya çalıştılar. Ve beraberinde gitmek üzere Horasanda bir ordu hazırladılar. Ancak tam bu sırada Muhammed Harabende Öldü. Humayda ise hayal kırıklığı içinde gerisin geri döndü. Harabende'nin yerine ise oğlu Ebu Said geçti. [9]
Ebu Said, İlhanlı Devleti'nin başına geçtiği sıralarda küçük yaştaydı. Ve henüz on ikisini doldurmamıştı. Babası vaktiyle Rafıziliği (Şiiliği) mezhep edinmişti. Ebu Said döneminde ise Sünnilik inancı devlete yeniden döndü. Babasının veziri Çoban, Kuzey Moğol Devleti'nin hanı Muhammed Özbek'i İlhanlı Devleti'nin idaresini teslim almak üzere davet etti. Küçük yaştaki Ebu Said'in devleti disiplin içine alabileceğinden emin değildi. Fakat Özbek, gitmeyi kabul etmedi. Bunun üzerine Çoban, devletin idaresini bizzat kendi eline aldı.
Ancak Çoban'ın bu davranışı İlhanlı Devleti'nin ileri gelenlerini öfkelendirdi. Onlar da mesele hakkında hem Kuzey Moğol Han'ı Muhammed Özbek Han'a, hem de Türkistan ve Maveraünnehir ordularının başkomutanı Yisur Han'a mesajlar gönderdiler. Yisur, Çağatay'ın torunlanndandı. Ve Horasan'ın bir bölümüne hükmedi-yordu. İlerleyerek diğer kısmını da işgal etti. Ve Mazenderan'a ulaşarak Muhammed Özbek'ten de diğer yönden ilerlemesini istedi.
Ebu Said bu olay karşısında Muhammed Özbek üzerine bir ordu gönderdiyse de bu ordu yenilgiye uğradı. Sonra kendisi bir ordunun başında harekete geçti. Aynı zamanda Yisur'un üzerine de bir ordu gönderdi. Onu Horasan'dan çıkardı. Sonra Muhammed Özbek'e karşı koymak üzere, Çoban'a, emrindeki kuvvetlerle gelip kendisine katılmayı emretti. Ancak herhangi bir çarpışma cereyan etmedi. Çünkü Muhammed Özbek, Yisur'un yenilgiye uğradığını haber alır almaz savaş meydanından çekilmişti.
Bunun üzerine Ebu Said ve Çoban tekrar devlet merkezi olan İsfahan'a döndüler. Ve Muhammed Özbek ile Yisur nezdinde temas kuran devlet adamlarım yakalayıp onları ağır şekilde cezalandırdılar. Ancak bunlardan bazıları kaçıp Muhammed Özbek'e sığındılar. Ve onu Ebu Said'e karşı mücadele etmek için tahrik etmeye çalıştılar. Muhammed Özbek de bu konuda kendisini desteklemesi için Memluk Sultanı Klavunoğlu En-Nasir Muhammed'e baş vurdu. Fakat Ebu Said'le arasında devam eden barış görüşmelerinden dolayı herhangi bir müdahalede bulunamayacağından dolayı özür diledi. Nitekim bahis konusu barış da gerçekleşti. Muhammed Özbek, hicri 720'de Yisur'un öldürülmesinden sonra idareyi ele alan Maveraünnehir hükümdarı Kebek'le anlaştı. Fakat Özbek 722'de öldü. Ve yerine oğlu Mahmut Cani Bey geçerek Azerbaycan'ı buranın naibi olan Çoban oğlu, Timurtaş oğlu EI-Eş-reften almayı başardı. Ve onun yerine Muhammed Berdi Bey'i nasbetti.
Ondan sonra devlette durum gerilemeye başladı. Bölge naib-leri yarı bağımsız gibi bir hale geldiler. Tatar prenslerinden bir kaçı da devletin bazı bölgelerine göz diktiler. Nitekim Ebu Said hicri 736'da ölünce (ki yerine geçecek oğlu yoktu) devletinin halkı kendi aralarında ihtilafa düştüler. Ve nihayet bu kargaşanın sonucu olarak İlhanlı Devleti tarihe karıştı.
Bu kargaşanın hüküm sürdüğü dönemde devletin ileri gelenleri başlarına Musa Han'ı seçtiler. Ülkenin idaresine ise devlet ileri gelenlerinden biri olan Ali Paşa bakıyordu. Bu sırada Hüla-gu'nun torunlarından Akboğa oğlu Hasan Bin Hüseyin küçük Asya'da hapiste bulunuyordu. Serbest bırakılınca Bağdad'a gelerek Musa Han'ı iş başından uzaklaştırdı. Ve yerine İlhanlı ailesinin fertlerinden biri olan Muhammed Amberciyi nasbetti. Bu Şeyh Hasan Bağdad ve Tebriz'e hakim oldu. Ve burada Celairiye Devletini kurdu.
Demirtaş oğlu Hasan da küçük Asya'dan Tebriz üzerine yürüyerek Muhammed Amberci'yi öldürdü. Bunun üzerine Şeyh Hasan, Bağdad üzerine bir sefer düzenleyerek burada yerleşti. Demirtaş oğlu Hasan ise Tebriz'de istikrar buldu. Ve Ebu Said'in kız kardeşi olan Satı Bey'i buraya Sultan tayin ederek Hülagu'nun kız tarafından torunu olan Süleyman adında biriyle onu evlendirdi. Fakat Çoban'm çocukları daha sonra Azerbaycan ve Tebriz'e hakim oldular.
Diyarbakır'a gelince burayı Senutay oğlu Baranbay oğlu îbra-him Şah ele geçirmişti. Küçük Asya'ya ise Eretna hakim olmuştu. Mardin'deki Artukoğullanyla o yörelere hakim bulunan Tatar naib-leri bu sırada artık gerek İlhanlılardan gerekse Celairlüerden olan Irak hanları adına hutbe okutmayı kesmiş bulunuyorlardı.
Horasan'a Cengizhan'm soyundan gelen Doğu Timur hakim olmuş vaziyette idi. Nitekim bu suretle de İlhanlı Devleti parçalanmış oldu.
Celairli Şeyh Hasan ise hicri 758'de ölünceye kadar Bağdad'da kaldı. Ölünce yerine oğlu Üveys geçti. O da hicri 758-776 yılları arasında on sekiz sene Bağdad'a hükmetti. Ondan sonra oğullan kendi aralarında ihtilafa düştüler. Üveys'in oğlu Ali, Bağdad idaresini, diğer oğlu Hüseyin de Tebriz'in idaresini ellerine geçirdiler. Fakat daha sonra Şüca' Bin El-Muzaffer El-Yezdi gelerek Tebriz'i işgal etti. Bunun üzerine Üveys'in oğlu Hüseyin Bağdat'taki kardeşi Ali'nin yanına kaçarak başta ona sığmdıysa da sonraları biraderine karşı ayaklanarak şehrin idaresini onun elinden kopardı. Aynı zamanda Tebriz üzerine de yürüyerek şehri Şüca' Bin EI-Muzaffer'den geri aldı. Şüca' Bin El-Muzaffer ise İsfahan'a giderek orada bir devlet kurdu. Bu arada Üveys'in oğlu Hüseyin, Bağdad ve Tebriz şehirlerinin idaresini kuvvetli bir şekilde eline geçirmiş bulunuyordu. Ne var ki çok geçmeden Üveys'in oğlu Ali tekrar avdet ederek Bağdad'ı kardeşi Hüseyin'in elinden aldı. Ve buraya yerleşti.-Hüseyin ise bu sefer kardeşi Ahmed'in beraberliğinde Tebriz'e yerleşti.
Bir müddet sonra bu Ahmed, biraderi Hüseyin'e öfkelenerek Erdebil'e geçti. Orada hazırlıklarını yaptıktan sonra tekrar Tebriz'e döndü ve burayı kardeşi Hüseyin'in elinden aldı. Hüseyin bu baskın sırasında gizlenmiş bulunuyordu. Ne var ki Ahmed sonunda onu da ele geçirerek öldürdü. Ondan sonra Bağdad'a yönelerek burayı da diğer biraderi Ali'den kopardı. Ve artık Ahmed hicri 796'da Timurlenk gelip şehri alıncaya kadar burada kaldı. Timurlenk Bağdad'ı basınca Üveys oğlu Ahmed buradan kaçarak Mısır'a gitti. Ve Memluk Sultanı Ez-Zahir Barkuk'a sığındı. [10]
[1] Yani o günkü dünya müslümanlarının anayurdu demek olan "İslam Devleti"ne komşu idiler. (Mütercim)
[2] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/175-182.
[3] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/182-184.
[4] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/184.
[5] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/185.
[6] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/185.
[7] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/185.
[8] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/185-187.
[9] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/187-189.
[10] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 6/189-192.