116- OSMANLI HİLAFETİ YÜKSELME DEVRİ
Mağrıb (Kuzeyafrîka)'Da Osmanlı Faaliyetleri
Osmanlıların Arap Yarımadasındaki Etkinlikleri
Osmanlının Azerbaycan'daki Etkinlikleri
Osmanlı yönetiminde hilafet dönemi ilk saltanat döneminden farklı bir seyir takip etti. Osmanlı halifeleri bu kez bütün İslam ümmetiyle ilgilenmeye başladılar. Ve ümmetin birliği için çalıştılar. Ve İslam ümmetinin haçlı saldırıları karşısında tek saf olarak durması için mücadele verdiler. Osmanlı halifeleri güçlerini kay-bedinceye kadar bu hususa çok Önem vermişlerdir.
Ancak son zamanlarda etkilerini yitirince artık bir bütün olarak İslam ümmetini değil sadece etkili olabildikleri yakın çevrelerini korumaya çalıştılar. Ta ki hıristiyan ülkeler devleti köşesinden bucağından kesip kırparak varlığına son verinceye kadar. Bu devletler aynı zamanda içeride müslüman unsurlardan da bir çok kimseyi alet ederek İslam hilafetini kesin şekilde ortadan kaldınn-caya kadar çalıştılar. Böylece müslümanların birliği bozuldu. Fırkalara, çeşitli fikir kamplarına ve etnik kitlelere bölündüler.
Bu sebeplerledir ki Osmanlı hilafetinin seyri üç asır boyu değişik biçimde sürmüştür. Hilafetin ilk dönemi yükselme devridir. Bu devirde yalnızca Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman
devlet yönetiminin başına gelmişlerdir. [1]
İkinci Beyazıt, yeniçerilerin de desteklediği oğlu birinci Selim'e tahtım bıraktıktan sonra Sultan Selim yeniçerilerin isteklerini yerine getirerek önce kendisine karşı Siyasi rekabete girişmiş bulunan yada devletin başına gelmesine razı olmayan kardeşlerinden kurtulmak için Anadolu'ya yöneldi. Evvela kardeşi Ahmed'i Ankara'ya kadar izleyerek büyük bir mücadeleden sonra onu yakalayıp öldürdü. Ondan sonra da Saruhan vilayetine giderek diğer kardeşi Korkut'un peşine düştü. Korkut hep kaçıp durdu. Fakat Yavuz nihayet onuda ele geçirerek ortadan kaldırdı. Sonra Bursa'da bulunan yeğenlerinden (Kardeşlerinin çocuklarından) beş tanesini alarak onlar içinde ölüm emri verdi. Yavuz Sultan Selim kendi kanaatine göre aile içi siyasi rekabetin tehlikelerinden bu suretle artık kurtulmuş oldu. Tasarladığı planlarını rahatça uygulayabilmek için oğlu Süleyman'ı İstanbul'da o sıralarda naip olarak bırakmıştı.
Yavuz bu gelişmelerden sonra Edirne'ye geçerek burada Venedik, Macaristan, Moskova ve Mısır Memluk devletinin elçilerinin, kendisini beklemekte olduklarını haber aldı. Onlarla ayrı ayrı görüşerek planlarını rahatça uygulayabilmek amacıyla bu devletlerle çeşitli antlaşmalar düzenledi.
Yavuz Sultan Selim güçlü bir kişiliğe sahipti. Ve doğuştan askerdi. Bu sebeple hemen bütün meselelere askeri bir bakış açısıyla bakardı. Ona göre sorunlar ancak güç kullanılarak çözümlenebilirdi. Ondaki bu haslet askerlerin de onu sevmesine neden oldu. Aynı zamanda bu eğilimden ötürüdür ki ordu, saltanatı ona teslim etmiştir.
Yavuz Sultan Selim Osmanlı devletinin mevcut İslam ülkeleri arasında en güçlü devlet haline geldiğini görünce İslam ümmetinin birliğini sağlamak gibi bir görevin kendisine yönelmiş olduğunu gördü. Aynı zamanda Endülüs'ün hıristiyan İspanyollar tarafından ele geçirilmiş bulunduğunu da görerek bundan etkilendi. Fakat doğudan Avrupalılar üzerinde bir baskıya baş vurarak onların batıdan bulunan müslümanlar üzerindeki zulmünü hafifletmek için artık bir fayda veremiyeceğine de inanmaya başladı. Yavuz Sultan Selim bütün müslümanların birliğini sağlamadan Avrupa'nın karşısında durmanın mümkün olamayacağını görüyordu. Dolayısıyla ona göre bütün müslümanların tek bir devletin otoritesine uymaları gerekiyordu. Tabi ki bu arada Yavuz, Osmanlı devletinin o gün için mevcut tüm islam Ülkeleri arasında en güçlü devlet olması bakımından bütün müslümanların bu devlete boyun eğmeleri görüşündeydi. Aynı zamanda Mısır Memluk devletinin artık zayıflamış, güçten düşmüş olduğunu ve batı yönünden müslümanların üzerine yürüyerek İslam topraklarını çiğnemekte olan Portekizlilere karşı koymak için kendisine düşen rolü oynayamadığını da görüyordu. Hem sonra Mısır'da Memluk devletinin himayesinde bulunan Abbasi halifeside şekilden öteye birşey ifade etmiyor ve Memluk devletinin tasarrufu altında bulunuyordu. Memluk sultanları nasıl istiyorlarsa halifeyi o şekilde yönlendiriyorlardı.
Yavuz Sultan Selim ayrıca Portekizlilerin İslam dünyasını güney yönünden tehdit ettiklerini görüyordu. Aynı zamanda müslümanlar Kudüs'ten çekilip burayı hıristiyanlara teslim edinceye kadar Medine-i Münevvere'yi işgal ederek Hz. Peygamberin naaşına el koyacakları yolunda Portekizliler tehditler savuruyorlardi. Onların bu tehditlerine karşı Memluklar aciz durumda idiler. Bütün bunlardan öte iş bu Portekizliler ne yazık ki içende de {müslü-manlardan} emellerine alet olabilecek kimselerle temas kurabiliyorlardı. Ezcümle İran Safevileri o sırada Portekizlilerle iş birliği yapmak, Osmanlılar aleyhinde onlarla birlikte bir pakt oluşturmak, hatta bütün ehli sünnetten müslümanlara karşı onlarla birlik olmak için teklifte bulundular. Yavuz, ayrıca Safevilerin Basra körfezinde Portekizlilere karşı takınacakları tavırda birçok tehlikelerin bulunduğunu seziyordu.
Yavuz Sultan Selim, mezhep farkı yüzünden Safevilerin, Osmanlılarla doğru yönünden sürtüşmeye çalıştıklarını ve bu taraftan sınırlarını genişletmek, şiiliği bu alanlarda yaymak için çabalar sarfettiklerini görüyordu. Nitekim Şah İsmail Safevi Diyarbakır'a kadar gelmiş ve Anadolu topraklarına yakın olan Tebriz'i merkez edinmişti. Şah İsmail Safevi aynı zamanda Osmanlıların yayılma eğilimlerine karşı Memluklarla iş birliği yapmak istiyordu. Keza, şeyhzade Ahmed'e vaktiyle gerek babası ikinci Sultan Beya-zıt'a karşı, gerekse kardeşi Yavuz Sultan Selim'e karşı baş kaldırınca yardım etmişti. Elbetteki Yavuz Sultan Selim kardeşini ele geçirince onunla iş birliği içinde olanları da vurması gerekirdi.
Yavuz Sultan Selim bu tablo karşısında sorunları askeri tabiatıyla kesin bir şekilde özümlemeyi uygun görüyordu. Bu nedenle Safevileri cezalandırmak ve onları Portekizlilerden uzaklaştırmak, daha sonra da Mısır Memluklarıyla anlaşarak Portekizlilerin karşısında birlikte durabilmek için harekete geçti. Ancak Memluklar fikrini ve teklifini reddettikleri takdirde Mısır'ı işgal edeceğini de aklına koymuştu. Bu suretle Yavuz Sultan Selim Portekizlilerin karşısında durdu. Onlarla mücadele etti. Özellikle Portekizlilerin giriştiği savaş apaçık bir haçlı savaşıydı. Müslümanlar Endülüs'ten kovulurken başlatılmış olan savaştı ve şimdi de Portekizliler o savaşı devam ettiriyorlardı. Yavuz Sultan Selim ise çeşitli cephelerde ülkesine geniş toprak parçalan katmak suretiyle Müslümanların birliğini temin etme yolunda epeyce büyük bir mesafe katet-miş bulunuyordu. Ancak Yavuz'un ilhak etmiş olduğu topraklar yine İslam ülkelerinden alınmıştı. Onu bu şekilde davranmaya Özendiren sebep aslında Memluk devletinin zayıf düşmüş olması ve halkın Portekizlilerden korkmaya başlamalarıydı. Keza, Mısır halkı nezdinde Osmanlı devletinin sahip olduğu şöhret ve buradaki müslümanların Portekizlilere karşı mücadele etmek üzere gelmelerini bekliyor olmaları da bu sebepler arasındaydı.
Bütün bu faktörlerin hazırladığı ortamda Yavuz Sultan Selim büyük bir ordunun başına geçerek Edirne'den hareketle İran Safevi devletinin üzerine yürüdü. Yavuz Sultan Selim bu arada doğu Anadolu'da oturan Alevi nüfusu da saydırmıştı. Çünkü bunlar kritik bir anda Safevilerin yanında yerlerini alabilirlerdi. Onun için Yavuz bunların tümünün kılıçtan geçirilmesi emrini verdi. Ondan sonra da planlı bir şekilde geri çekilerek onu içerilere kadar sürükleyip Osmanlı ordusunu tepelemek isteyen Safevilerin başkenti Tebriz üzerine yürüdü. Nihayet seferinin sonunda Yavuz doğu Anadolu da Kars vilayetinin güney yönüne düşen Çaldıran mevkiinde Safevi ordusuyla yüz yüze geldi. H. 920 yılı Recep ayının ikinci günü taraflar arasında kanlı bir meydan savaşı cereyan etti. On gün sonra da Yavuz Tebriz'e girerek Safevi devletinin hazinelerini eline geçirdi. Ve İstanbul'a taşıttı. Yavuz bir süre şahın peşine düştü ise de onu yakalayamadı. Sonra kış mevsimi bütün Şiddetiyle bu bölgenin engebelerinde hüküm sürmeye başladı. Bu yüzden Osmanlı ordusu, kışın kötü şartlarından etkilenmeye başladılar. Bunun üzerine Yavuz seferini burada noktalayarak Amasya'ya döndü. Kış mevsimi sona erince bu kez de Azerbaycan üzerine bir sefer düzenleyerek burada bazı kaleleri fethetti. Ve Dulkadiroğulları beyliğinin topraklarına girdi. Yavuz burada ordusunu bırakarak verdiği görevleri yerine getirmekle onu vazifelendirdi. Kendisi ise İstanbul'a dönerek İran'da soğuktan etkilendiklerini gördüğü bazı yeniçeri Subaylarını idam etti. Benzer olayların tekrar etmemesi için bunu yaptı. Bu sıralarda Osmanlı ordusu Urfa, Rakka Mardin ve Musul'a da girmiş bulunuyorlardı.
Yavuz Sultan Selim, Safevilere karşı giriştiği bu savaştan sonra Osmanlı devleti aleyhinde Safevilerle iş birliği içine girmiş bulunan Memluklara karşı bu kez hazırlıklara başladı. Zaten iki taraf arasındaki sınırlarda yer alan Dulkadıroğulları beyliği üzerinde Memluklarla ihtilaf halindeydi. Dulkadıroğulları beyliğinin merkezi ise Ma-raş'tı. Yavuz'u bu savaşa teşvik edenler esasen Portekizlilerin tehdidinden çekinen Suriye ileri gelenleriydi. Çünkü bunlar Memluk-lar'da Portekizlilere karşı koyabilecek bir güç göremiyorlardı. Halbuki Osmanlıların Avrupa'da bir kısım toprakları fethetmekle büyük bir güç olduklarını görüyorlardı. Mısır Memluk hükümdarı Kansu Gavri El-Melik El-Eşref Ebunnasır Seyfüddin, Yavuz Sultan Selimin, ülkesine karşı savaş açmak niyetinde olduğunu anlayınca arabulucu olarak Osmanlılarla Safevileri barıştırmak üzere bir görev üstlenmek istediğine dair Yavuz'a bir elçi gönderdi. Ne var ki asker bir tabiata Sahip olan Yavuz Sultan Selim, Kansu Gavri'nin elçisini tersleyerek kovdu. Çünkü Yavuz bu sorunu askeri yoldan çözümleyeceğini kendi kafasında zaten kararlaştırmıştı.
Ondan sonra Yavuz ordusunu alarak Suriye'ye doğru sefere çıktı. Aynı zamanda El-Eşref Kansu Gavri'de hazırlıklara girişti. Ve Anadolu'ya doğru yola çıktı. Her iki ordu Halep kentinin kuzeybatısına düşen Mercidabık mevkiinde karşılaştılar. Yavuz Sultan Selim daha önce Suriye ileri gelenleriyle temas kurarak onlarla anlaşmıştı. Nitekim onlarda gelip kendisiyle görüştüler. Ona yaklaştılar. Ve kendisine katıldılar. Yirmibeş Recep 1922 günü iki ordu çarpışmaya başlayınca esasen Memlukların saflarında bulunan Suriyeli liderler işte tam bu kritik saatlerde emirlerinde bulunan birlikleriyle beraber bir anda Memluk ordusunu terkederek Osmanlı ordusunun saflarına katıldılar. Böylece Osmanlı ordusu üstün geldi. Mısır Memluk hükümdarı Sultan El-Eşref in gösterdiği cesaret ve kahramanlığa rağmen savaş alanında öldürülünceye kadar gösterdiği metanet ve direnişe rağmen, Memluk ordusu perişan oldu.
Yavuz Sultan Selim artık hiçbir direniş görmeden bilakis genellikle sevgi gösterileri içinde Halep, Hama, Homs ve Dımışk kentlerine girdi. Suriye'de ki liderleride daha Önce söz verdiği üzere mevkilerinde bıraktı. Hatta Mercidabık meydan savaşı sırasında gösterdikleri yararlıktan dolayı onların etki alanlarını dahada genişletti. Suriye'de alimlerle karşılaştıktan, onlara ihsanlarda bulunduktan sonra Dımışk'ta ki Emevi camimin tamir edilmesini emretti. Canbürd El-Gazali'yi Dımışk'a Fahrettin El- Maanî'yi de Cebeli Lübnan'a emir tayin etti. Fahrettin El-MaanîDürzülerdendir. Mercidabık meydan savaşı sırasında Yavuz Sultan Selim'i desteklemiş, bölgesinin emirliğim elde edebilmek için Memlukları bırakarak Yavuz'un yanında yer almıştı. Halbuki Osmanlılar müslüman oldukları için bu Dürzü lider Osmanlıların can düşmanlarından biriydi. Mercidabık yenilgisinden sonra Mısır Memlukları kendilerine yeni bir sultan seçmişlerdi. Buda Kansu Gavri'nin halefi Toman-bay'dı. Yavuz Sultan Selim Tomanbay'a elçi göndererek ona Mısır üzerine Osmanlı egemenliğini tanımasına karşılık Memluk devletiyle barış yapmak istediğini teklif etti. Ancak Tomanbay Yavuz'un bu teklifini reddederek savaş için hazırlıklara girişti. Bu yüzden iki tarafın ordusu Suriye sınırında karşılaşarak savaştılar. Sonuçta Memluklar yenilgiye uğradı. Osmanlılarsa Gazze'ye girdiler. H. 922 yılının son gününde de iki tarafın ordusu Kahire kapılarında Rida-niye denilen mevkiide cereyan eden meydan savaşında kapıştılar. Tomanbay bir süvari birliğinin başında Yavuz'un karargahına girdi. Ve etrafında bulunan bir çok kimseyi öldürdü. Vezir Sinan Paşa'yı da esir aldı. Hatta Tomanbay onu Yavuz Sultan Selim'in kendisi zannederek bizzat elleriyle öldürdü. Memluklar gösterdikleri atılganlık ve direnişe rağmen, Osmanlılar ellerinde bulunan toplar sayesinde üstünlüklerini korudular ve Memlukları yendiler. Sekiz Muharrem 923 günü Osmanlılar Kahire'ye girdi. Tomanbay ise Çize taraflarına çıkarak hâlâ Osmanlılara karşı çarpışmaya devam ediyordu. Ne var ki yirmibir Rebiülevvel 923 günü Osmanlılara esir düşerek öldürüldü.
Yavuz Sultan Selim bir ay kadar Kahire de kalarak bu süre içerisinde ihsanlar dağıttı. Ve düzenlenen törenlerde bulundu. Bu sırada son Abbasi halifesi Muhammed El-Mütevekkil Alallah da hilafetten vazgeçerek Haremeyn'in (Mekke ve Medine'de ki kutsal mekanların) anahtarlarım Yavuz'a teslim etti. Bu suretle o günden itibaren Osmanlı sultanları tüm dünya müslümanlarınm halifesi oldular. Aynı zamanda Mekke Şerifi Ebu Numâ Bin Berekat'da Yavuz'u ziyaret ederek onun otoritesini kabul etti.
Böylece ilk Osmanlı halifesi olan Yavuz Sultan Selim Hayri Bey'i Mısır'a vali tayin ederek Suriye yoluyla Anadolu'ya hareket etti. Hayri Bey'le beraber yeniçerilerden oluşan bir kuvvetide Mısır'da bırakan Yavuz mevkiinden vazgeçen (ya da indirilen) Abbasi halifesini de dönerken yanma aldı. Yavuz Dımışk'a uğrayarak burada bir süre kaldı. Ve Muhiddin-i Arabi'nin üzerine türbe yaptırdı. Sonra Halep'e geçerek burada da iki ay kadar kaldı. Ondan sonra Edirne'ye hareket etti. Yavuz Edirne'ye varınca hac yapmak maksadıyla Kudüs'e gitmek isteyen hiristiyan İspanyolların her yıl ödenecek bir vergi karşılığında Osmanlı topraklarından geçmelerine izin vermesi için İspanya elçisi Yavuz'un huzuruna çıktı. İspanyollar vaktiyle Mısır Memluk devletine de böyle bir vergi ödüyorlardı. Ondan sonra Yavuz, Safeviler'e karşı yeniden bir savaşa girmek için hazırlıklarına başladı. Fakat buna ömrü yetmedi. H. 926 yılı Şevval ayının dokuzuncu günü öldü. [2]
Kanuni Sultan Süleyman H.900'de doğdu. Ve babasının ölümü üzerine H. 926 yılında hilafet makamını devraldı. Osmanlı devleti Kanuni zamanında ulaşabileceği en uç noktaya kadar yükseldi.
İlk Osmanlı halifesi Yavuz Sultan Selim'in ölüm haberi yayılır yayılmaz Şam valisi Canbürd EI-Gazali devlete kafa tuttuğunu ortaya koydu. Aynı zamanda yanında yer alması için Mısır Valisi Hayri Bey'le de temasa geçerek ona bir sürü vaatlerde bulundu. Ve Hayri Bey'i yoldan çıkarmak için çeşitli hilelere başvurdu. Yeni halife Kanuni, onun Hayri Bey'e gönderdiği yazılarını, mesajlarını ele geçirerek niyetini öğrendi. Sonra El-Gazali Halep kentini ele geçirmek için yola çıktı. Ve şehri kuşattı. O Haiep'i kuşatma altında tutmaya çalışırken Osmanlı birlikleri buraya yetiştiler. Bunun üzerine El-Gazali kuşatmayı bırakarak içine girip direnmek maksadıyla bu kez de Dımışk kentine kaçtı. Osmanlı orduları onu peşinden kovalayarak Dımışk'ı kuşatma altına aldılar.
El-Gazali H. 928 yılı on yedi Saf er günü Osmanlı ordularıyla çarpışmak üzere şehrin dışına çıktı. Ancak askerleri yenildiler. Kendisi de kılık kıyafet değiştirerek gizlice kaçmaya çalışırken emrindeki adamlardan biri onu yakalayarak Osmanlı ordusunun komutanı Ferhat Paşa'ya teslim etti. Ferhat Paşa'da onu idam etti.
Halife Kanuni Sultan Süleyman Macar kralına bir elçi göndererek ondan Cizye talebinde bulundu. Macaristan kralı ise kanuninin elçisini öldürdü. Bu haber halifeye ulaşınca derhal ordularını toplayarak Macaristan seferine çıktı. Kısa bir kuşatmadan sonra da Belgrat'a girdi. Bunun üzerine Macar askerleri burayı terket-tiler.
Kanuni Sultan Süleyman Avrupa'nın kendi meseleleriyle ve aralarındaki ihtilaflarıyla meşgulken bu fırsatı değerlendirerek H. 929 yılı safer ayının ikinci günü Rodos adasını fethetti. Bundan maksadı Avrupalıların ikide bir bu adadaki ruhanileri korumak bahanesiyle sık sık Osmanlı devletinin başına dert açmalarını önlemekti. Ancak bu sıralarda Rodos ruhanileri Malatya'ya intikal etmiş bulunuyorlardı.
Kırım yarımadası artık bir Osmanlı vilayeti haline gelmişti. Daha önceleri ise altın ordu kabilesine mensup Tatarlar buraya hakim idiler. Sonraları buradaki Tatarların liderleri arasında anlaşmazlıklar çıktı. Bunun üzerine Osmanlı devleti Kırım'ın içişlerine karışmaya başladı. Fakat H. 939 yılına kadar da buradaki anarşi ve belirsizlik devam etti.
H. 931 yılında Eflak'ın başkenti üzerine bir ordu gönderildi. Eflak hükümdarıda yakalanarak İstanbul'a getirildi. Hükümdar, daha önce Osmanlı egemenliğini tanıyor, ve cizye ödüyordu. Fakat soylular Transilvanya prensinin de yardımıyla ayaklanarak onu devirip yerine başka bir hükümdar seçtiler. Osmanlı padişahı da bu yeni hükümdarı, eskisinin Ödediği cizyeden bir miktar fazlasını ödemesi şartıyla yönetiminin başında bıraktı.
Fransa kralı, Avusturya imparatoru Şarlken'e bağlı bulunan Macaristan'a karşı beraber savaşmak için Osmanlılarla iş birliği yapmak istiyordu. Çünkü Şarlken'in topraklan Fransa'yı her taraftan kuşatmış durumdaydı. Ve çünkü İspanya, Hollanda, Cenova ve Floransa prenslikleri keza, Sicilya ve Balyar adaları Avusturya'ya bağlıydılar. Aynı zamanda Şarlken, Almanya impataroru da sayılırdı. İşte bu amaçla Fransa kralı Osmanlı halifesine bir elçi gönderdi. Halifede ona destek vereceği vaadinde bulundu. Nitekim halife Kanuni Sultan Süleyman, H.932 yılında yüzbin kişilik bir savaşçı ordusunun başında, yanma Danup nehri üzerinden götüreceği sekiz yüz pare gemiyi de alarak sefere çıktı. Otağını Belgrat'ta kurdu. Parlak bir zafer kazanarak kralları Luis'i de öldürdü. Ondan sonra da H. 932 Zilhicce ayının üçüncü günü Budapeşte'ye girdi. Ve Transilvanya prensi Jan Zaboli'yi macar kralı ilan etti. Ondan sonrada İstanbul'a döndü.
Fakat ertesi yıl H. 933'te Avusturya kralının kardeşi prens Fer-dinant, Macaristan üzerinde bir takım haklar iddia ederek bu ülke üzerine yürüdü. Ve başkendi Budapeşte'ye girdi. O sıralarda Kanuni'den imdat isteyen Jan Zaboli'yi yenilgiye uğrattı. Halife kanuni sultan Süleyman Jan Zaboli'nin yardım istemesi üzerine H. 935 yılında tekrar Macaristan'a bir sefer düzenleyerek Budapeşte'yi kuşattı. Bunu gören FerdinantViyana'ya yön tutarak kaçmaya başladı. Fakat Kanuni Ferdinand'm peşine düşerek şehri kuşattı. Ve H. 937 yılı Safer ayının yirminci günü Viyana surlarında gedikler açtıktan sonra hücum emrini verdi. Ne çare ki kenti fethedemedi. Sebebine gelince toplara mahsus cephanesi bitti. Aynı zamanda soğuk kış mevsimide gelip çattı. Bunun üzerine Kanuni kuşatmayı kaldırıp dönüşü kararlaştırdı.
Ertesi yıl H.938'de bu kezde Avusturya kralı Budapeşte'yi almak üzere şehrin üzerine bir ordu gönderdi ise de Osmanlı direnişi karşısında aciz kaldı. Halife Kanuni Sultan Süleyman ise H. 939'da Viyana'ya doğru yola çıktıysada Şarlken'in büyük savunma hazırlıklarına giriştiğini haber alınca yoldan tekrar gerisin geri döndü.
Daha sonra Şarlken'e ve Papa'ya bağlı bir deniz filosu harekete geçerek Osmanlılara bağlı bulunan Mora yarımadasının bazı yerlerini işgal ettiler. Bu hadiseden sonra da Avusturya ile Osmanlı halifesi arasında bir antlaşma düzenlendi.
H. 941 yılında Osmanlılar Tebriz üzerine yürüyerek ikinci kez bu şehre girdiler. Peşinden de Halife Kanuni Sultan Süleyman, Tebriz'e geldi. Oradan da Bağdat üzerine yürüyerek aynı yıl içerisinde bu kenti de fethetti. [3]
Ünlü Kaptan-ı Derya Hayrettin ve kardeşi Oruç, Ege adalarından birinin hıristiyan yerlilerinden idiler. Ve denizde korsanlıkla uğraşıyorlardı. Sonra Allahu Teala bu iki kardeşe hidayet nasip etti, müslüman oldular. Ve Tunus' ta ki Hıfsî devletinin hükümdarı Sultan Muhammed'in emrine girdiler. Onun emrinde hıristiyan-lara ait gemileri yakalıyor, ne varsa üzerine el koyuyorlardı. Bu gemilerde bulunan tayfa ve yolcuları köle olarak satıyorlardı. Vaktiyle Osmanlı Sultanı Selim'e de bu gemilerden birini hediye olarak göndermişlerdi. O da bu hediye'yi kabul etmiş ve Hayretin'le Oruç kardeşlere ihsanlarda bulunmuştu. Bu suretle de moral kazanmış ve güçlenmişlerdi. Yavuz sultan Selim Mısır'a geldiği sıralarda bu iki kardeş ona bir elçi yollayarak bundan böyle Osmanlı devletine bağlı bulunduklarını bildirdiler.
Sonra Oruç gazi Cezayir'i ele geçirerek Şarlken'in, üzerine göndermiş bulunduğu kuvvetlerini yenmeyi başardı. Aynı zamanda Tilimsan kentini de aldı. Fakat Oruç, İspanyollara karşı giriştiği savaşlardan birinde öldürüldü. Ondan sonra Hayrettin Osmanlı halifesi birinci Seîim'e bir elçi daha gönderdi. Halife Selim, henüz Mısır'da bulunuyordu. Hayrettin Halîfeye gönderdiği bu elçi aracılığıyla Cezayir'i onun adına fethettiğini bildirdi. Bunun üzerine halife Selim, Hayrettin'i Cezayir eyaletine Vali tayin ettiğine dair ferman yolladı. Ve onu Paşa rütbesiyle Ödüllendirdi. Böylece Cezayir'de bundan böyle artık bir Osmanlı Vilayeti haline gelmiş oldu.
İspanyollar H.916 yılında Trablusgarb'ı Beni Hıfs {Hıfsoğulla-n)mdan almışlardı. İspanyolların Trablus'a girmeleriyle yerli müslüman halk haçlı tehlikesine ve tehdidine karşı korkmuş, paniğe kapılmışlardı. Onun için H. 926 yılında Osmanlı halifesi birinci Süleyman'a bir heyet göndererek ondan imdat istediler Halife Süleyman Murat Ağa komutasında buraya küçük bir askeri birlik gönderdi. Murat Ağa Trablus'un doğusunda bir yere inerek [4] şehri İspanyolların elinden kurtarmak için kuşatmak istedise de bunu başaramadı. Bir süre sonra da Cenova ve Napoli'den İtalyanlara ait kuvvetler gelerek müslümanlarm sahil bölgesindeki bazı yerlerine çıkarmalaı düzenlediler. Ve Tunus'un Cerbâ adası gibi bazı yerleri de işgal ettiler. Bunun üzerine Osmanlı halifesi, haçlı tehlikesini tam anlamıyla bu suretle ancak hissetmiş bulundu. Ve Osmanlı donanmasını Turgut Reis komutasında buraya gönderdi. Turgut Reis, buradaki işgalci İspanyollara hücum düzenleyerek şehri fethetti. Ve onları buradan kovdu. Aynı zamanda bu bölgenin emriliğini üstlenerek İspanyolları Tunus'ta ki Binzert ve Vahran kentlerinden de çıkararak Mayarka ve Korsika adalarına çıkarmalar düzenledi.
Hayrettin, denizdeki faaliyetlerine devam ederek İtalya, Fransa ve İspanya sahillerine çıkarmalar yaptı. Bu arada İspanyolların Cezayir kenti karşısındaki bir adada yapmış oldukları Binon kalesini ele geçirdi. Ancak Kanuni Sultan Süleyman Barbaros Hayrettin Paşa'yı bu sıralarda uyararak Fransa ile Osmanlılar arasında akdedilen antlaşmaya bağlı kalmak bakımından Fransız gemilerine saldırmamasını emretti. Hayrettin Paşa'da bu emre uyarak Fransızlara saldırmaktan sakındı. Ancak müslümanlara reva gördükleri zulüm ve cinayetlerin intikamım almak amacıyla Hayrettin Paşa bu kez yalnızca İspanyollara karşı faaliyetlerine önem verdi. Çünki H.898 yılında Gırnata, müslümanlardan alınarak İspanyolların eline düşünce hıristiyanlar müslümanlara karşı çeşitli cürüm ve cinayetler işlemişlerdi.
H. 936'da halife Kanuni Sultan Süleyman, Barboros Hayrettin Paşa'yı İstanbul'a davet ederek ona bir donanma inşa etmesini ve Tunus'a yapılacak bir sefer için hazırlanmasını emretti. Barbo-ros'ta bu emri hakkıyla yerine getirdi. Halife Süleyman H. 940 yılında Tebriz'e gidince Hayrettin Paşa'da sırf maksadını bir harp stratejisi olarak gizli tutmak için boğazlar boyu sefere çıktı. Ve Mal-ta'ya vardı. Aynı zamanda İtalya'nın güneyindeki bazı limanlara çıkarmalar düzenledi. Ondan sonra da H. 941 yılında Tunus'a hareket ederek Osmanlı halifesi adına burayı çok kolay bir şekilde fethetmeyi başardı. Hafsiler hanedanının son üyesi olan Mevlana Hasan'ı devirerek yerine kardeşi Reşid'i nasp etti. Barbaros'un bu başarısının sonucu olarak Şarîken, Barselona'da ki İspanyol'da ki İspanyol soyluları ve Malta ruhanileri birleşerek müslümanlara karşı birlikte savaşmak için aralarında anlaştılar. Şarlken bizzat kendisi toplanan bu haçlı kuvvetlerinin basma geçerek Tunus üzerine yürüdü. Ve Tunus topraklarına girmeyi başardı. Şarlken'in askerleri burada en âdi cürüm ve cinayetleri işlediler. Şarlken devrik Haf-si hükümdarını yeniden iş başına getirdi. Onunla bir antlaşmada yaptı. Bu antlaşmaya göre hıristiyanlar Tunus eyaletinde yerleşebilecek ve dini ibadetlerini hürriyetle yerine getireceklerdi. Son Hıfsi hükümdarı savaş masraflarını da ödedi. Ayrıca Binzert ve Unnabe kentlerinden de Şarlken lehinde feragat etti. Bunun üzerine Bar-boros Hayrettin Paşa Tunus'tan çekilmek zorunda kaldı.
Barbaros H. 944 yılında Şarlken'in donanmasıyla karşılaşarak onu yendi. Aynı zaman da Girit adasına bir çıkarma düzenledi. Ve H. 953 yılında da öldü. [5]
Hıristiyan Avusturya'ya karşı savaş açan müslüman Osmanlı devletiyle birlik olduğu gerekçesi ile hıristiyan Avrupa kamuoyu, Fransa aleyhinde bir anda velvele kopardı. Bu velvele karşısında Fransa kralı birinci Fransa boyun eğmek durumunda kaldı. Ve Avusturya'yla mütareke yaparak sözde İtalya'ya karşı Osmanlılarla birlikte hareket edeceğine ilişkin daha önce verdiği sözden de caydı.
Bu gelişmeler üzerine H. 943 yılında Osmanlılarla Avusturya arasında yeniden savaş patlak verdi. Bu savaşta Avusturya yenildi. Ancak bu sefer Avusturya impatoru Şarlken'in kardeşi Ferdinant Boğdan prensinin Osmanlılara karşı boş kaldırması için onu tahrik etti. Fakat Boğdan prensinin çıkardığı fitne kısa zamanda bastırıldı. Ve H. 944 yılında azledilerek yerine kardeşi İstefan getirildi. Ve Osmanlılar burada ki askeri güçlerini takviye ettiler.
Macaristan kralı Jan Zaboli ülkesini Avusturya veliahti prens Ferdinand'la bölüşerek bu suretle ondan alacağı güçle Osmanlılann bundan böyle ülkesine müdahale etmelerine son vermek istedi. Ancak Ferdinant Zaboli'nin başını derde sokmak için ondan aldığı mesajın bir nüshasını Osmanlı halifesine göndererek Zaboli'nin Osmanlılara karşı olan ayrılıkçı tutumunu bildirdi. Ferdi-nant'm maksadı Zaboli'yi yönetimden uzaklaştırmaktı. Çünkü bu suretle ancak Avusturya etkisini Macaristan üzerine yayabilecek ve aynı zamanda bunu Osmanlı halifesine yaptırmış olacaktı.
H. 946 yılında ve henüz Osmanlı halifesi tarafından cezalandırılmadan Macar kralı Jan Zaboli öldü. Bunun üzerine Osmanlıların Macaristan'da ki egemenliklerine son vermek için Avusturya orduları Macar toprakları üzerine saldırıya geçti. Ve Budapeşte'yi kuşattı. Bu sırada ölen Kral Zaboli'nin dul eşi, çocuğuyla burada bulunuyorlardı. Aynı zamanda Buda kentinin karşısındaki Peşte şehride kuşatma altında bulunuyordu. Bu olay Osmanlı halifesi tarafından haber alınır alınmaz H. 947 yılında bir ordunun başında derhal harekete geçti. Bunun üzerine Avusturya orduları çekilip geri kaçtılar. Macaristan yemden bir Osmanlı vilayeti haline geldi. Zaboli'nin dul eşi ise çocuğu rüşt yaşına gelinceye kadar Osmanlı himayesini kabul etti. Sonuçta H. 954 yılında Osmanlı halifesi ile Avusturya arasında beş yıllık bir antlaşma yapıldı. Bu antlaşmaya göre Avusturya'nın elinde kalmış bulunan Macar topraklarına karşılık Avusturya her yıl Osmanlı devletine vergi ödeyecekti. [6]
Osmanlı halifesi Kanuni Süleyman, haçlı Portekizlilere karşı mücadele vermek üzere Mısır eyalet valisi Süleyman Paşa'ya bir donanma hazırlamasını Ve haçlılar tarafından işgal edilmemesi için tez elden Aden ve Yemen topraklarını fethetmesini emretti. Bunun üzerine Süleyman Paşa yetmiş gemiden oluşan bir donanma hazırladı. Ve yirmi bin kişilik bir deniz gücünün başında sefere çıkarak H. 944 yılında Aden'i ve Muskatı aldı. Hürmüz adasını da kuşattı. Bir yıl önce Hindistan'ın Gucerat eyaletinden bir elçi gelmiş. Ve Hindistan sahillerine ulaşmış Portekizli işgalcilere karşı halifeden imdat istemişti. Aynı zamanda bir diğer elçi de Dehli (Delhi)'den gelerek Bâbür unvanıyla meşhur Hümayun Bin Zahi-rüddin Muhammed'e karşı halifeden yardım talebinde bulunmuştu. Bu hükümdar, sonraları Hindistan'a giren ve burayı egemenlikleri altına alan Moğollardandı.
Gucerat elçisinin bu talebine binaen halifeninde emri üzerine Süleyman Paşa Gucerat'a hareket etti. Buralarda Hint kıyılan üzerinde Portekizliler tarafından inşa edilmiş bulunan bazı kaleleri ele geçirdi ise de Portekizlilerle giriştiği Diyo deniz savaşında yenilgiye uğradı. Ve tekrar ülkesine döndü. Ancak artık Yemen bir Osmanlı Vilayeti haline gelmişti. [7]
İran sofevi Şahı'mn kardeşi İstanbul'a gelerek biraderinin kendisine yapmış olduğu zulmü şikayet etti. Ve haklarını çiğnediğini bildirdi. Halifeden de biraderine karşı yardım talebinde bulundu.
Bunun üzerine H. 954 yılında Halife, İran üzerine yürüyerek Tebriz'e girdi.
Bu, Osmanlıların Tebriz'e ikinci girişleriydi. Halife Kanuni, H. 955'te tekrar istanbul'a döndü. [8]
Ölen Macar kralının dul eşi İzabella Osmanlılarla Avusturyalılar arasında imzalanmış bulunan barışma şartlarına aykırı hareket ederek Avusturya prensi Ferdinand lehinde Transilvanya'dan vazgeçti.
Bunun üzerine H. 957 yılında halife Kanuni Süleyman Tran-silvanya üzerine bir ordu gönderdi. Bu ordu karşılaştığı büyük bir direnişten sonra Transilvanya'yı işgal etti.
Fransa kralı birinci Fransuva öldü. Yerine oğlu II. Henri geçti. Ve H. 959 yılında Osmanlılarla bir antlaşma yaptıktan sonra her iki devlet Sicilya'ya ve İtalya'nın güneyine akınlar düzenleyerek Osmanlı ve Fransız donanmaları birlikte Korsika adasını aldılar.
Ancak ardından anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine ikisi de adayı terkederek her biri kendi ülkesine döndü.
Osmanlılar H.971 yılında Malta adasını dört ay süreyle kuşattılar. Ancak bir türlü burayı fethetmeyi başaramadılar..
Halife Kanuni Süleyman Macar kralı İstefan Zaboli ile babası Ferdinand'ın yerine geçen Avusturya kralı Maksimilian arasında çıkan, anlaşmazlığın bir sonucu olarak Osmanlı halifesi Kanuni Süleyman H. 973 yılında Macaristan üzerine sefere çıktı.
Ancak H. 974'te Macar topraklarında bir kaleyi [9]' kuşatma altında tutarken öldü.
Halife Kanuni Süleyman Rus asıllı karısı Rokselana [10] nın oğlu II. Selim'i babasından sonra hilafet makamına getirmek için tezgahladığı bir hilenin neticesinde oğlu Mustafa'yı öldürmüştü. Halbuki Mustafa orduda Subaylar tarafından çok sevilen büyük bir komutandı. Rokselana aynı zamanda Mustafa'nın henüz emzikte bulunan oğlunu da öldürtmek istedi.
Keza Kanuni Süleyman, oğlu II. Selim tarafından kardeşine karşı hazırladığı bir komploda ona alet olan bir vezirin teşvik ve tahrikleriyle oğlu Beyazıt'ı ve onun dört oğlunu birlikte öldürttü. II. Selim'in hazırladığı komploda önce kardeşi Beyazıt tahrik oldu.
Ve öldürülmekten korkarak babasına karşı baş kaldırdı. Babasının emirlerine karşı gelerek Konya valiliğinden Amasya valiliğine geçmeyi reddetti. Üzerine gönderilen kuvvetin karşısında da yenilince oğullarını da yanma alarak İran Safevi devletine sığındı. Bunun üzerine Beyazıt'ın babası Kanuni Süleyman Safevi Şahı Tah-masp'a mesaj göndererek oğlunu ve torunlarını istedi. Şah'da onları Kanuni'nin elçisine teslim etti. Elçi onları teslim alır almaz Kazvin kentinde derhal başlarını vurdu. [11]
[1] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/21.
[2] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/23-28.
[3] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/29-31.
[4] Trablusgarp'taki bu semtin adı TACURA'dır (mütercim)
[5] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/32-34.
[6] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/34-35.
[7] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/35-36.
[8] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/36.
[9] Burası SZIGETVAR KALESİ'dir (Mütercim)
[10] Rokselana (Roxelane): Rus Asıllıdır. Galiçyalı fakir bir rahibin kızıydı. Savaşlardan birinde esir almanak Osmanlı sarayına getirildi. Çok zeki, becerikli güzel ve şen olduğu için kısa sürede dikkatleri çekiyordu. Sivrilerek Kanuni Sultan Süleyman tarafından nikahlandı. Kendisine mutlu anlamına gelen HÜRREM adı verildi. İslam dinini kabul etti. Selim Mehmet ve Mİhrimah'm annesidir.
Hürrem Sultan'm çok entrikacı olduğu oğlu Selim'i tahta oturtmak için şehzade Mustafa aleyhinde komplo kurduğu ve onu babasına idam ettirdiği, kızını Rüstem paşa ile evlendirerek onun, sadaret makamına getirilmesinde büyük rol oynadığı yolunda tarihi kayıtiar vardır (Mütercim)
[11] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/36-38.