116- OSMANLI HİLAFETİ YÜKSELME DEVRİ2

Yavuz Sultan Selim.. 2

Kanuni Sultan Süleyman. 4

Mağrıb (Kuzeyafrîka)'Da Osmanlı Faaliyetleri5

Avrupa'daki Savaşlar6

Osmanlıların Arap Yarımadasındaki Etkinlikleri6

Osmanlının Azerbaycan'daki Etkinlikleri7

Avrupa'ya Dönüş. 7


116- OSMANLI HİLAFETİ YÜKSELME DEVRİ

 

Osmanlı yönetiminde hilafet dönemi ilk saltanat döneminden farklı bir seyir takip etti. Osmanlı halifeleri bu kez bütün İslam ümmetiyle ilgilenmeye başladılar. Ve ümmetin birliği için çalıştı­lar. Ve İslam ümmetinin haçlı saldırıları karşısında tek saf olarak durması için mücadele verdiler. Osmanlı halifeleri güçlerini kay-bedinceye kadar bu hususa çok Önem vermişlerdir.

Ancak son zamanlarda etkilerini yitirince artık bir bütün ola­rak İslam ümmetini değil sadece etkili olabildikleri yakın çevrele­rini korumaya çalıştılar. Ta ki hıristiyan ülkeler devleti köşesinden bucağından kesip kırparak varlığına son verinceye kadar. Bu dev­letler aynı zamanda içeride müslüman unsurlardan da bir çok kimseyi alet ederek İslam hilafetini kesin şekilde ortadan kaldınn-caya kadar çalıştılar. Böylece müslümanların birliği bozuldu. Fır­kalara, çeşitli fikir kamplarına ve etnik kitlelere bölündüler.

Bu sebeplerledir ki Osmanlı hilafetinin seyri üç asır boyu deği­şik biçimde sürmüştür. Hilafetin ilk dönemi yükselme devridir. Bu devirde yalnızca Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman

devlet yönetiminin başına gelmişlerdir. [1]

 

Yavuz Sultan Selim

 

İkinci Beyazıt, yeniçerilerin de desteklediği oğlu birinci Selim'e tahtım bıraktıktan sonra Sultan Selim yeniçerilerin isteklerini yeri­ne getirerek önce kendisine karşı Siyasi rekabete girişmiş bulunan yada devletin başına gelmesine razı olmayan kardeşlerinden kur­tulmak için Anadolu'ya yöneldi. Evvela kardeşi Ahmed'i Ankara'ya kadar izleyerek büyük bir mücadeleden sonra onu yakalayıp öldür­dü. Ondan sonra da Saruhan vilayetine giderek diğer kardeşi Kor­kut'un peşine düştü. Korkut hep kaçıp durdu. Fakat Yavuz nihayet onuda ele geçirerek ortadan kaldırdı. Sonra Bursa'da bulunan ye­ğenlerinden (Kardeşlerinin çocuklarından) beş tanesini alarak on­lar içinde ölüm emri verdi. Yavuz Sultan Selim kendi kanaatine gö­re aile içi siyasi rekabetin tehlikelerinden bu suretle artık kurtulmuş oldu. Tasarladığı planlarını rahatça uygulayabilmek için oğlu Süley­man'ı İstanbul'da o sıralarda naip olarak bırakmıştı.

Yavuz bu gelişmelerden sonra Edirne'ye geçerek burada Vene­dik, Macaristan, Moskova ve Mısır Memluk devletinin elçilerinin, kendisini beklemekte olduklarını haber aldı. Onlarla ayrı ayrı gö­rüşerek planlarını rahatça uygulayabilmek amacıyla bu devletler­le çeşitli antlaşmalar düzenledi.

Yavuz Sultan Selim güçlü bir kişiliğe sahipti. Ve doğuştan as­kerdi. Bu sebeple hemen bütün meselelere askeri bir bakış açısıy­la bakardı. Ona göre sorunlar ancak güç kullanılarak çözümlene­bilirdi. Ondaki bu haslet askerlerin de onu sevmesine neden oldu. Aynı zamanda bu eğilimden ötürüdür ki ordu, saltanatı ona teslim etmiştir.

Yavuz Sultan Selim Osmanlı devletinin mevcut İslam ülkeleri arasında en güçlü devlet haline geldiğini görünce İslam ümmetinin birliğini sağlamak gibi bir görevin kendisine yönelmiş olduğunu gördü. Aynı zamanda Endülüs'ün hıristiyan İspanyollar tarafından ele geçirilmiş bulunduğunu da görerek bundan etkilendi. Fakat do­ğudan Avrupalılar üzerinde bir baskıya baş vurarak onların batıdan bulunan müslümanlar üzerindeki zulmünü hafifletmek için artık bir fayda veremiyeceğine de inanmaya başladı. Yavuz Sultan Selim bütün müslümanların birliğini sağlamadan Avrupa'nın karşısında durmanın mümkün olamayacağını görüyordu. Dolayısıyla ona gö­re bütün müslümanların tek bir devletin otoritesine uymaları gere­kiyordu. Tabi ki bu arada Yavuz, Osmanlı devletinin o gün için mev­cut tüm islam Ülkeleri arasında en güçlü devlet olması bakımından bütün müslümanların bu devlete boyun eğmeleri görüşündeydi. Aynı zamanda Mısır Memluk devletinin artık zayıflamış, güçten düşmüş olduğunu ve batı yönünden müslümanların üzerine yürü­yerek İslam topraklarını çiğnemekte olan Portekizlilere karşı koy­mak için kendisine düşen rolü oynayamadığını da görüyordu. Hem sonra Mısır'da Memluk devletinin himayesinde bulunan Abbasi halifeside şekilden öteye birşey ifade etmiyor ve Memluk devletinin tasarrufu altında bulunuyordu. Memluk sultanları nasıl istiyorlarsa halifeyi o şekilde yönlendiriyorlardı.

Yavuz Sultan Selim ayrıca Portekizlilerin İslam dünyasını gü­ney yönünden tehdit ettiklerini görüyordu. Aynı zamanda müslü­manlar Kudüs'ten çekilip burayı hıristiyanlara teslim edinceye ka­dar Medine-i Münevvere'yi işgal ederek Hz. Peygamberin naaşına el koyacakları yolunda Portekizliler tehditler savuruyorlardi. Onla­rın bu tehditlerine karşı Memluklar aciz durumda idiler. Bütün bunlardan öte iş bu Portekizliler ne yazık ki içende de {müslü-manlardan} emellerine alet olabilecek kimselerle temas kurabili­yorlardı. Ezcümle İran Safevileri o sırada Portekizlilerle iş birliği yapmak, Osmanlılar aleyhinde onlarla birlikte bir pakt oluştur­mak, hatta bütün ehli sünnetten müslümanlara karşı onlarla bir­lik olmak için teklifte bulundular. Yavuz, ayrıca Safevilerin Basra körfezinde Portekizlilere karşı takınacakları tavırda birçok tehlike­lerin bulunduğunu seziyordu.

Yavuz Sultan Selim, mezhep farkı yüzünden Safevilerin, Os­manlılarla doğru yönünden sürtüşmeye çalıştıklarını ve bu taraf­tan sınırlarını genişletmek, şiiliği bu alanlarda yaymak için çaba­lar sarfettiklerini görüyordu. Nitekim Şah İsmail Safevi Diyarba­kır'a kadar gelmiş ve Anadolu topraklarına yakın olan Tebriz'i merkez edinmişti. Şah İsmail Safevi aynı zamanda Osmanlıların yayılma eğilimlerine karşı Memluklarla iş birliği yapmak istiyordu. Keza, şeyhzade Ahmed'e vaktiyle gerek babası ikinci Sultan Beya-zıt'a karşı, gerekse kardeşi Yavuz Sultan Selim'e karşı baş kaldırın­ca yardım etmişti. Elbetteki Yavuz Sultan Selim kardeşini ele geçi­rince onunla iş birliği içinde olanları da vurması gerekirdi.

Yavuz Sultan Selim bu tablo karşısında sorunları askeri tabi­atıyla kesin bir şekilde özümlemeyi uygun görüyordu. Bu nedenle Safevileri cezalandırmak ve onları Portekizlilerden uzaklaştırmak, daha sonra da Mısır Memluklarıyla anlaşarak Portekizlilerin karşı­sında birlikte durabilmek için harekete geçti. Ancak Memluklar fikrini ve teklifini reddettikleri takdirde Mısır'ı işgal edeceğini de aklına koymuştu. Bu suretle Yavuz Sultan Selim Portekizlilerin karşısında durdu. Onlarla mücadele etti. Özellikle Portekizlilerin giriştiği savaş apaçık bir haçlı savaşıydı. Müslümanlar Endülüs'ten kovulurken başlatılmış olan savaştı ve şimdi de Portekizliler o sa­vaşı devam ettiriyorlardı. Yavuz Sultan Selim ise çeşitli cepheler­de ülkesine geniş toprak parçalan katmak suretiyle Müslümanla­rın birliğini temin etme yolunda epeyce büyük bir mesafe katet-miş bulunuyordu. Ancak Yavuz'un ilhak etmiş olduğu topraklar yine İslam ülkelerinden alınmıştı. Onu bu şekilde davranmaya Özendiren sebep aslında Memluk devletinin zayıf düşmüş olması ve halkın Portekizlilerden korkmaya başlamalarıydı. Keza, Mısır halkı nezdinde Osmanlı devletinin sahip olduğu şöhret ve burada­ki müslümanların Portekizlilere karşı mücadele etmek üzere gel­melerini bekliyor olmaları da bu sebepler arasındaydı.

Bütün bu faktörlerin hazırladığı ortamda Yavuz Sultan Selim büyük bir ordunun başına geçerek Edirne'den hareketle İran Safevi devletinin üzerine yürüdü. Yavuz Sultan Selim bu arada doğu Ana­dolu'da oturan Alevi nüfusu da saydırmıştı. Çünkü bunlar kritik bir anda Safevilerin yanında yerlerini alabilirlerdi. Onun için Yavuz bunların tümünün kılıçtan geçirilmesi emrini verdi. Ondan sonra da planlı bir şekilde geri çekilerek onu içerilere kadar sürükleyip Os­manlı ordusunu tepelemek isteyen Safevilerin başkenti Tebriz üze­rine yürüdü. Nihayet seferinin sonunda Yavuz doğu Anadolu da Kars vilayetinin güney yönüne düşen Çaldıran mevkiinde Safevi or­dusuyla yüz yüze geldi. H. 920 yılı Recep ayının ikinci günü taraflar arasında kanlı bir meydan savaşı cereyan etti. On gün sonra da Ya­vuz Tebriz'e girerek Safevi devletinin hazinelerini eline geçirdi. Ve İstanbul'a taşıttı. Yavuz bir süre şahın peşine düştü ise de onu yaka­layamadı. Sonra kış mevsimi bütün Şiddetiyle bu bölgenin engebe­lerinde hüküm sürmeye başladı. Bu yüzden Osmanlı ordusu, kışın kötü şartlarından etkilenmeye başladılar. Bunun üzerine Yavuz sefe­rini burada noktalayarak Amasya'ya döndü. Kış mevsimi sona erin­ce bu kez de Azerbaycan üzerine bir sefer düzenleyerek burada bazı kaleleri fethetti. Ve Dulkadiroğulları beyliğinin topraklarına girdi. Ya­vuz burada ordusunu bırakarak verdiği görevleri yerine getirmekle onu vazifelendirdi. Kendisi ise İstanbul'a dönerek İran'da soğuktan etkilendiklerini gördüğü bazı yeniçeri Subaylarını idam etti. Benzer olayların tekrar etmemesi için bunu yaptı. Bu sıralarda Osmanlı or­dusu Urfa, Rakka Mardin ve Musul'a da girmiş bulunuyorlardı.

Yavuz Sultan Selim, Safevilere karşı giriştiği bu savaştan sonra Osmanlı devleti aleyhinde Safevilerle iş birliği içine girmiş bulunan Memluklara karşı bu kez hazırlıklara başladı. Zaten iki taraf arasın­daki sınırlarda yer alan Dulkadıroğulları beyliği üzerinde Memluk­larla ihtilaf halindeydi. Dulkadıroğulları beyliğinin merkezi ise Ma-raş'tı. Yavuz'u bu savaşa teşvik edenler esasen Portekizlilerin tehdi­dinden çekinen Suriye ileri gelenleriydi. Çünkü bunlar Memluk-lar'da Portekizlilere karşı koyabilecek bir güç göremiyorlardı. Hal­buki Osmanlıların Avrupa'da bir kısım toprakları fethetmekle bü­yük bir güç olduklarını görüyorlardı. Mısır Memluk hükümdarı Kansu Gavri El-Melik El-Eşref Ebunnasır Seyfüddin, Yavuz Sultan Selimin, ülkesine karşı savaş açmak niyetinde olduğunu anlayın­ca arabulucu olarak Osmanlılarla Safevileri barıştırmak üzere bir görev üstlenmek istediğine dair Yavuz'a bir elçi gönderdi. Ne var ki asker bir tabiata Sahip olan Yavuz Sultan Selim, Kansu Gavri'nin elçisini tersleyerek kovdu. Çünkü Yavuz bu sorunu askeri yoldan çözümleyeceğini kendi kafasında zaten kararlaştırmıştı.

Ondan sonra Yavuz ordusunu alarak Suriye'ye doğru sefere çıktı. Aynı zamanda El-Eşref Kansu Gavri'de hazırlıklara girişti. Ve Anadolu'ya doğru yola çıktı. Her iki ordu Halep kentinin kuzeyba­tısına düşen Mercidabık mevkiinde karşılaştılar. Yavuz Sultan Se­lim daha önce Suriye ileri gelenleriyle temas kurarak onlarla anlaş­mıştı. Nitekim onlarda gelip kendisiyle görüştüler. Ona yaklaştılar. Ve kendisine katıldılar. Yirmibeş Recep 1922 günü iki ordu çarpış­maya başlayınca esasen Memlukların saflarında bulunan Suriyeli liderler işte tam bu kritik saatlerde emirlerinde bulunan birlikleriy­le beraber bir anda Memluk ordusunu terkederek Osmanlı ordusu­nun saflarına katıldılar. Böylece Osmanlı ordusu üstün geldi. Mısır Memluk hükümdarı Sultan El-Eşref in gösterdiği cesaret ve kahra­manlığa rağmen savaş alanında öldürülünceye kadar gösterdiği metanet ve direnişe rağmen, Memluk ordusu perişan oldu.

Yavuz Sultan Selim artık hiçbir direniş görmeden bilakis genel­likle sevgi gösterileri içinde Halep, Hama, Homs ve Dımışk kentle­rine girdi. Suriye'de ki liderleride daha Önce söz verdiği üzere mev­kilerinde bıraktı. Hatta Mercidabık meydan savaşı sırasında gös­terdikleri yararlıktan dolayı onların etki alanlarını dahada genişlet­ti. Suriye'de alimlerle karşılaştıktan, onlara ihsanlarda bulunduk­tan sonra Dımışk'ta ki Emevi camimin tamir edilmesini emretti. Canbürd El-Gazali'yi Dımışk'a Fahrettin El- Maanî'yi de Cebeli Lübnan'a emir tayin etti. Fahrettin El-MaanîDürzülerdendir. Mer­cidabık meydan savaşı sırasında Yavuz Sultan Selim'i desteklemiş, bölgesinin emirliğim elde edebilmek için Memlukları bırakarak Ya­vuz'un yanında yer almıştı. Halbuki Osmanlılar müslüman olduk­ları için bu Dürzü lider Osmanlıların can düşmanlarından biriydi. Mercidabık yenilgisinden sonra Mısır Memlukları kendilerine yeni bir sultan seçmişlerdi. Buda Kansu Gavri'nin halefi Toman-bay'dı. Yavuz Sultan Selim Tomanbay'a elçi göndererek ona Mısır üzerine Osmanlı egemenliğini tanımasına karşılık Memluk devle­tiyle barış yapmak istediğini teklif etti. Ancak Tomanbay Yavuz'un bu teklifini reddederek savaş için hazırlıklara girişti. Bu yüzden iki tarafın ordusu Suriye sınırında karşılaşarak savaştılar. Sonuçta Memluklar yenilgiye uğradı. Osmanlılarsa Gazze'ye girdiler. H. 922 yılının son gününde de iki tarafın ordusu Kahire kapılarında Rida-niye denilen mevkiide cereyan eden meydan savaşında kapıştılar. Tomanbay bir süvari birliğinin başında Yavuz'un karargahına girdi. Ve etrafında bulunan bir çok kimseyi öldürdü. Vezir Sinan Paşa'yı da esir aldı. Hatta Tomanbay onu Yavuz Sultan Selim'in kendisi zanne­derek bizzat elleriyle öldürdü. Memluklar gösterdikleri atılganlık ve direnişe rağmen, Osmanlılar ellerinde bulunan toplar sayesinde üs­tünlüklerini korudular ve Memlukları yendiler. Sekiz Muharrem 923 günü Osmanlılar Kahire'ye girdi. Tomanbay ise Çize taraflarına çı­karak hâlâ Osmanlılara karşı çarpışmaya devam ediyordu. Ne var ki yirmibir Rebiülevvel 923 günü Osmanlılara esir düşerek öldürüldü.

Yavuz Sultan Selim bir ay kadar Kahire de kalarak bu süre içe­risinde ihsanlar dağıttı. Ve düzenlenen törenlerde bulundu. Bu sı­rada son Abbasi halifesi Muhammed El-Mütevekkil Alallah da hi­lafetten vazgeçerek Haremeyn'in (Mekke ve Medine'de ki kutsal mekanların) anahtarlarım Yavuz'a teslim etti. Bu suretle o günden itibaren Osmanlı sultanları tüm dünya müslümanlarınm halifesi oldular. Aynı zamanda Mekke Şerifi Ebu Numâ Bin Berekat'da Ya­vuz'u ziyaret ederek onun otoritesini kabul etti.

Böylece ilk Osmanlı halifesi olan Yavuz Sultan Selim Hayri Bey'i Mısır'a vali tayin ederek Suriye yoluyla Anadolu'ya hareket etti. Hayri Bey'le beraber yeniçerilerden oluşan bir kuvvetide Mı­sır'da bırakan Yavuz mevkiinden vazgeçen (ya da indirilen) Abba­si halifesini de dönerken yanma aldı. Yavuz Dımışk'a uğrayarak burada bir süre kaldı. Ve Muhiddin-i Arabi'nin üzerine türbe yap­tırdı. Sonra Halep'e geçerek burada da iki ay kadar kaldı. Ondan sonra Edirne'ye hareket etti. Yavuz Edirne'ye varınca hac yapmak maksadıyla Kudüs'e gitmek isteyen hiristiyan İspanyolların her yıl ödenecek bir vergi karşılığında Osmanlı topraklarından geçmele­rine izin vermesi için İspanya elçisi Yavuz'un huzuruna çıktı. İs­panyollar vaktiyle Mısır Memluk devletine de böyle bir vergi ödü­yorlardı. Ondan sonra Yavuz, Safeviler'e karşı yeniden bir savaşa girmek için hazırlıklarına başladı. Fakat buna ömrü yetmedi. H. 926 yılı Şevval ayının dokuzuncu günü öldü. [2]

 

Kanuni Sultan Süleyman

 

Kanuni Sultan Süleyman H.900'de doğdu. Ve babasının ölü­mü üzerine H. 926 yılında hilafet makamını devraldı. Osmanlı devleti Kanuni zamanında ulaşabileceği en uç noktaya kadar yük­seldi.

İlk Osmanlı halifesi Yavuz Sultan Selim'in ölüm haberi yayılır yayılmaz Şam valisi Canbürd EI-Gazali devlete kafa tuttuğunu or­taya koydu. Aynı zamanda yanında yer alması için Mısır Valisi Hayri Bey'le de temasa geçerek ona bir sürü vaatlerde bulundu. Ve Hayri Bey'i yoldan çıkarmak için çeşitli hilelere başvurdu. Yeni ha­life Kanuni, onun Hayri Bey'e gönderdiği yazılarını, mesajlarını ele geçirerek niyetini öğrendi. Sonra El-Gazali Halep kentini ele geçirmek için yola çıktı. Ve şehri kuşattı. O Haiep'i kuşatma altın­da tutmaya çalışırken Osmanlı birlikleri buraya yetiştiler. Bunun üzerine El-Gazali kuşatmayı bırakarak içine girip direnmek mak­sadıyla bu kez de Dımışk kentine kaçtı. Osmanlı orduları onu pe­şinden kovalayarak Dımışk'ı kuşatma altına aldılar.

El-Gazali H. 928 yılı on yedi Saf er günü Osmanlı ordularıyla çarpışmak üzere şehrin dışına çıktı. Ancak askerleri yenildiler. Kendisi de kılık kıyafet değiştirerek gizlice kaçmaya çalışırken em­rindeki adamlardan biri onu yakalayarak Osmanlı ordusunun ko­mutanı Ferhat Paşa'ya teslim etti. Ferhat Paşa'da onu idam etti.

Halife Kanuni Sultan Süleyman Macar kralına bir elçi gönde­rerek ondan Cizye talebinde bulundu. Macaristan kralı ise kanu­ninin elçisini öldürdü. Bu haber halifeye ulaşınca derhal orduları­nı toplayarak Macaristan seferine çıktı. Kısa bir kuşatmadan son­ra da Belgrat'a girdi. Bunun üzerine Macar askerleri burayı terket-tiler.

Kanuni Sultan Süleyman Avrupa'nın kendi meseleleriyle ve aralarındaki ihtilaflarıyla meşgulken bu fırsatı değerlendirerek H. 929 yılı safer ayının ikinci günü Rodos adasını fethetti. Bundan maksadı Avrupalıların ikide bir bu adadaki ruhanileri korumak bahanesiyle sık sık Osmanlı devletinin başına dert açmalarını ön­lemekti. Ancak bu sıralarda Rodos ruhanileri Malatya'ya intikal etmiş bulunuyorlardı.

Kırım yarımadası artık bir Osmanlı vilayeti haline gelmişti. Daha önceleri ise altın ordu kabilesine mensup Tatarlar buraya hakim idiler. Sonraları buradaki Tatarların liderleri arasında anlaş­mazlıklar çıktı. Bunun üzerine Osmanlı devleti Kırım'ın içişlerine karışmaya başladı. Fakat H. 939 yılına kadar da buradaki anarşi ve belirsizlik devam etti.

H. 931 yılında Eflak'ın başkenti üzerine bir ordu gönderildi. Eflak hükümdarıda yakalanarak İstanbul'a getirildi. Hükümdar, daha önce Osmanlı egemenliğini tanıyor, ve cizye ödüyordu. Fa­kat soylular Transilvanya prensinin de yardımıyla ayaklanarak onu devirip yerine başka bir hükümdar seçtiler. Osmanlı padişahı da bu yeni hükümdarı, eskisinin Ödediği cizyeden bir miktar fazlası­nı ödemesi şartıyla yönetiminin başında bıraktı.

Fransa kralı, Avusturya imparatoru Şarlken'e bağlı bulunan Macaristan'a karşı beraber savaşmak için Osmanlılarla iş birliği yapmak istiyordu. Çünkü Şarlken'in topraklan Fransa'yı her taraf­tan kuşatmış durumdaydı. Ve çünkü İspanya, Hollanda, Cenova ve Floransa prenslikleri keza, Sicilya ve Balyar adaları Avustur­ya'ya bağlıydılar. Aynı zamanda Şarlken, Almanya impataroru da sayılırdı. İşte bu amaçla Fransa kralı Osmanlı halifesine bir elçi gönderdi. Halifede ona destek vereceği vaadinde bulundu. Nitekim halife Kanuni Sultan Süleyman, H.932 yılında yüzbin kişilik bir savaşçı ordusunun başında, yanma Danup nehri üzerinden götüreceği sekiz yüz pare gemiyi de alarak sefere çıktı. Otağını Belgrat'ta kurdu. Parlak bir zafer kazanarak kralları Luis'i de öldür­dü. Ondan sonra da H. 932 Zilhicce ayının üçüncü günü Budapeş­te'ye girdi. Ve Transilvanya prensi Jan Zaboli'yi macar kralı ilan et­ti. Ondan sonrada İstanbul'a döndü.

Fakat ertesi yıl H. 933'te Avusturya kralının kardeşi prens Fer-dinant, Macaristan üzerinde bir takım haklar iddia ederek bu ül­ke üzerine yürüdü. Ve başkendi Budapeşte'ye girdi. O sıralarda Kanuni'den imdat isteyen Jan Zaboli'yi yenilgiye uğrattı. Halife ka­nuni sultan Süleyman Jan Zaboli'nin yardım istemesi üzerine H. 935 yılında tekrar Macaristan'a bir sefer düzenleyerek Budapeş­te'yi kuşattı. Bunu gören FerdinantViyana'ya yön tutarak kaçma­ya başladı. Fakat Kanuni Ferdinand'm peşine düşerek şehri kuşat­tı. Ve H. 937 yılı Safer ayının yirminci günü Viyana surlarında ge­dikler açtıktan sonra hücum emrini verdi. Ne çare ki kenti fethe­demedi. Sebebine gelince toplara mahsus cephanesi bitti. Aynı za­manda soğuk kış mevsimide gelip çattı. Bunun üzerine Kanuni kuşatmayı kaldırıp dönüşü kararlaştırdı.

Ertesi yıl H.938'de bu kezde Avusturya kralı Budapeşte'yi al­mak üzere şehrin üzerine bir ordu gönderdi ise de Osmanlı direni­şi karşısında aciz kaldı. Halife Kanuni Sultan Süleyman ise H. 939'da Viyana'ya doğru yola çıktıysada Şarlken'in büyük savunma hazırlıklarına giriştiğini haber alınca yoldan tekrar gerisin geri döndü.

Daha sonra Şarlken'e ve Papa'ya bağlı bir deniz filosu hareke­te geçerek Osmanlılara bağlı bulunan Mora yarımadasının bazı yerlerini işgal ettiler. Bu hadiseden sonra da Avusturya ile Osman­lı halifesi arasında bir antlaşma düzenlendi.

H. 941 yılında Osmanlılar Tebriz üzerine yürüyerek ikinci kez bu şehre girdiler. Peşinden de Halife Kanuni Sultan Süleyman, Tebriz'e geldi. Oradan da Bağdat üzerine yürüyerek aynı yıl içeri­sinde bu kenti de fethetti. [3]

 

Mağrıb (Kuzeyafrîka)'Da Osmanlı Faaliyetleri

 

Ünlü Kaptan-ı Derya Hayrettin ve kardeşi Oruç, Ege adaların­dan birinin hıristiyan yerlilerinden idiler. Ve denizde korsanlıkla uğraşıyorlardı. Sonra Allahu Teala bu iki kardeşe hidayet nasip et­ti, müslüman oldular. Ve Tunus' ta ki Hıfsî devletinin hükümdarı Sultan Muhammed'in emrine girdiler. Onun emrinde hıristiyan-lara ait gemileri yakalıyor, ne varsa üzerine el koyuyorlardı. Bu ge­milerde bulunan tayfa ve yolcuları köle olarak satıyorlardı. Vaktiy­le Osmanlı Sultanı Selim'e de bu gemilerden birini hediye olarak göndermişlerdi. O da bu hediye'yi kabul etmiş ve Hayretin'le Oruç kardeşlere ihsanlarda bulunmuştu. Bu suretle de moral kazanmış ve güçlenmişlerdi. Yavuz sultan Selim Mısır'a geldiği sıralarda bu iki kardeş ona bir elçi yollayarak bundan böyle Osmanlı devletine bağlı bulunduklarını bildirdiler.

Sonra Oruç gazi Cezayir'i ele geçirerek Şarlken'in, üzerine göndermiş bulunduğu kuvvetlerini yenmeyi başardı. Aynı zaman­da Tilimsan kentini de aldı. Fakat Oruç, İspanyollara karşı girişti­ği savaşlardan birinde öldürüldü. Ondan sonra Hayrettin Osman­lı halifesi birinci Seîim'e bir elçi daha gönderdi. Halife Selim, he­nüz Mısır'da bulunuyordu. Hayrettin Halîfeye gönderdiği bu elçi aracılığıyla Cezayir'i onun adına fethettiğini bildirdi. Bunun üze­rine halife Selim, Hayrettin'i Cezayir eyaletine Vali tayin ettiğine dair ferman yolladı. Ve onu Paşa rütbesiyle Ödüllendirdi. Böylece Cezayir'de bundan böyle artık bir Osmanlı Vilayeti haline gelmiş oldu.

İspanyollar H.916 yılında Trablusgarb'ı Beni Hıfs {Hıfsoğulla-n)mdan almışlardı. İspanyolların Trablus'a girmeleriyle yerli müslüman halk haçlı tehlikesine ve tehdidine karşı korkmuş, pa­niğe kapılmışlardı. Onun için H. 926 yılında Osmanlı halifesi bi­rinci Süleyman'a bir heyet göndererek ondan imdat istediler Hali­fe Süleyman Murat Ağa komutasında buraya küçük bir askeri bir­lik gönderdi. Murat Ağa Trablus'un doğusunda bir yere inerek [4]  şehri İspanyolların elinden kurtarmak için kuşatmak istedise de bunu başaramadı. Bir süre sonra da Cenova ve Napoli'den İtalyan­lara ait kuvvetler gelerek müslümanlarm sahil bölgesindeki bazı yerlerine çıkarmalaı düzenlediler. Ve Tunus'un Cerbâ adası gibi bazı yerleri de işgal ettiler. Bunun üzerine Osmanlı halifesi, haçlı tehlikesini tam anlamıyla bu suretle ancak hissetmiş bulundu. Ve Osmanlı donanmasını Turgut Reis komutasında buraya gönderdi. Turgut Reis, buradaki işgalci İspanyollara hücum düzenleyerek şehri fethetti. Ve onları buradan kovdu. Aynı zamanda bu bölgenin emriliğini üstlenerek İspanyolları Tunus'ta ki Binzert ve Vahran kentlerinden de çıkararak Mayarka ve Korsika adalarına çıkarma­lar düzenledi.

Hayrettin, denizdeki faaliyetlerine devam ederek İtalya, Fran­sa ve İspanya sahillerine çıkarmalar yaptı. Bu arada İspanyolların Cezayir kenti karşısındaki bir adada yapmış oldukları Binon kale­sini ele geçirdi. Ancak Kanuni Sultan Süleyman Barbaros Hayret­tin Paşa'yı bu sıralarda uyararak Fransa ile Osmanlılar arasında akdedilen antlaşmaya bağlı kalmak bakımından Fransız gemileri­ne saldırmamasını emretti. Hayrettin Paşa'da bu emre uyarak Fransızlara saldırmaktan sakındı. Ancak müslümanlara reva gör­dükleri zulüm ve cinayetlerin intikamım almak amacıyla Hayret­tin Paşa bu kez yalnızca İspanyollara karşı faaliyetlerine önem verdi. Çünki H.898 yılında Gırnata, müslümanlardan alınarak İs­panyolların eline düşünce hıristiyanlar müslümanlara karşı çeşit­li cürüm ve cinayetler işlemişlerdi.

H. 936'da halife Kanuni Sultan Süleyman, Barboros Hayrettin Paşa'yı İstanbul'a davet ederek ona bir donanma inşa etmesini ve Tunus'a yapılacak bir sefer için hazırlanmasını emretti. Barbo-ros'ta bu emri hakkıyla yerine getirdi. Halife Süleyman H. 940 yı­lında Tebriz'e gidince Hayrettin Paşa'da sırf maksadını bir harp stratejisi olarak gizli tutmak için boğazlar boyu sefere çıktı. Ve Mal-ta'ya vardı. Aynı zamanda İtalya'nın güneyindeki bazı limanlara çıkarmalar düzenledi. Ondan sonra da H. 941 yılında Tunus'a ha­reket ederek Osmanlı halifesi adına burayı çok kolay bir şekilde fet­hetmeyi başardı. Hafsiler hanedanının son üyesi olan Mevlana Hasan'ı devirerek yerine kardeşi Reşid'i nasp etti. Barbaros'un bu ba­şarısının sonucu olarak Şarîken, Barselona'da ki İspanyol'da ki İs­panyol soyluları ve Malta ruhanileri birleşerek müslümanlara kar­şı birlikte savaşmak için aralarında anlaştılar. Şarlken bizzat kendi­si toplanan bu haçlı kuvvetlerinin basma geçerek Tunus üzerine yürüdü. Ve Tunus topraklarına girmeyi başardı. Şarlken'in askerle­ri burada en âdi cürüm ve cinayetleri işlediler. Şarlken devrik Haf-si hükümdarını yeniden iş başına getirdi. Onunla bir antlaşmada yaptı. Bu antlaşmaya göre hıristiyanlar Tunus eyaletinde yerleşebi­lecek ve dini ibadetlerini hürriyetle yerine getireceklerdi. Son Hıfsi hükümdarı savaş masraflarını da ödedi. Ayrıca Binzert ve Unnabe kentlerinden de Şarlken lehinde feragat etti. Bunun üzerine Bar-boros Hayrettin Paşa Tunus'tan çekilmek zorunda kaldı.

Barbaros H. 944 yılında Şarlken'in donanmasıyla karşılaşarak onu yendi. Aynı zaman da Girit adasına bir çıkarma düzenledi. Ve H. 953 yılında da öldü. [5]

 

Avrupa'daki Savaşlar

 

Hıristiyan Avusturya'ya karşı savaş açan müslüman Osmanlı devletiyle birlik olduğu gerekçesi ile hıristiyan Avrupa kamuoyu, Fransa aleyhinde bir anda velvele kopardı. Bu velvele karşısında Fransa kralı birinci Fransa boyun eğmek durumunda kaldı. Ve Avusturya'yla mütareke yaparak sözde İtalya'ya karşı Osmanlılar­la birlikte hareket edeceğine ilişkin daha önce verdiği sözden de caydı.

Bu gelişmeler üzerine H. 943 yılında Osmanlılarla Avusturya arasında yeniden savaş patlak verdi. Bu savaşta Avusturya yenildi. Ancak bu sefer Avusturya impatoru Şarlken'in kardeşi Ferdinant Boğdan prensinin Osmanlılara karşı boş kaldırması için onu tah­rik etti. Fakat Boğdan prensinin çıkardığı fitne kısa zamanda bas­tırıldı. Ve H. 944 yılında azledilerek yerine kardeşi İstefan getirildi. Ve Osmanlılar burada ki askeri güçlerini takviye ettiler.

Macaristan kralı Jan Zaboli ülkesini Avusturya veliahti prens Ferdinand'la bölüşerek bu suretle ondan alacağı güçle Osmanlılann bundan böyle ülkesine müdahale etmelerine son vermek iste­di. Ancak Ferdinant Zaboli'nin başını derde sokmak için ondan aldığı mesajın bir nüshasını Osmanlı halifesine göndererek Zabo­li'nin Osmanlılara karşı olan ayrılıkçı tutumunu bildirdi. Ferdi-nant'm maksadı Zaboli'yi yönetimden uzaklaştırmaktı. Çünkü bu suretle ancak Avusturya etkisini Macaristan üzerine yayabilecek ve aynı zamanda bunu Osmanlı halifesine yaptırmış olacaktı.

H. 946 yılında ve henüz Osmanlı halifesi tarafından cezalandı­rılmadan Macar kralı Jan Zaboli öldü. Bunun üzerine Osmanlıların Macaristan'da ki egemenliklerine son vermek için Avusturya ordu­ları Macar toprakları üzerine saldırıya geçti. Ve Budapeşte'yi kuşat­tı. Bu sırada ölen Kral Zaboli'nin dul eşi, çocuğuyla burada bulunu­yorlardı. Aynı zamanda Buda kentinin karşısındaki Peşte şehride kuşatma altında bulunuyordu. Bu olay Osmanlı halifesi tarafından haber alınır alınmaz H. 947 yılında bir ordunun başında derhal ha­rekete geçti. Bunun üzerine Avusturya orduları çekilip geri kaçtılar. Macaristan yemden bir Osmanlı vilayeti haline geldi. Zaboli'nin dul eşi ise çocuğu rüşt yaşına gelinceye kadar Osmanlı himayesini kabul etti. Sonuçta H. 954 yılında Osmanlı halifesi ile Avusturya arasında beş yıllık bir antlaşma yapıldı. Bu antlaşmaya göre Avus­turya'nın elinde kalmış bulunan Macar topraklarına karşılık Avus­turya her yıl Osmanlı devletine vergi ödeyecekti. [6]

 

OsmanlılarınArap Yarımadasındaki Etkinlikleri

 

Osmanlı halifesi Kanuni Süleyman, haçlı Portekizlilere karşı mücadele vermek üzere Mısır eyalet valisi Süleyman Paşa'ya bir donanma hazırlamasını Ve haçlılar tarafından işgal edilmemesi için tez elden Aden ve Yemen topraklarını fethetmesini emretti. Bunun üzerine Süleyman Paşa yetmiş gemiden oluşan bir donan­ma hazırladı. Ve yirmi bin kişilik bir deniz gücünün başında sefe­re çıkarak H. 944 yılında Aden'i ve Muskatı aldı. Hürmüz adasını da kuşattı. Bir yıl önce Hindistan'ın Gucerat eyaletinden bir elçi gelmiş. Ve Hindistan sahillerine ulaşmış Portekizli işgalcilere karşı halifeden imdat istemişti. Aynı zamanda bir diğer elçi de Dehli (Delhi)'den gelerek Bâbür unvanıyla meşhur Hümayun Bin Zahi-rüddin Muhammed'e karşı halifeden yardım talebinde bulun­muştu. Bu hükümdar, sonraları Hindistan'a giren ve burayı ege­menlikleri altına alan Moğollardandı.

Gucerat elçisinin bu talebine binaen halifeninde emri üzerine Süleyman Paşa Gucerat'a hareket etti. Buralarda Hint kıyılan üze­rinde Portekizliler tarafından inşa edilmiş bulunan bazı kaleleri ele geçirdi ise de Portekizlilerle giriştiği Diyo deniz savaşında ye­nilgiye uğradı. Ve tekrar ülkesine döndü. Ancak artık Yemen bir Osmanlı Vilayeti haline gelmişti. [7]

 

Osmanlının Azerbaycan'daki Etkinlikleri

 

İran sofevi Şahı'mn kardeşi İstanbul'a gelerek biraderinin kendisine yapmış olduğu zulmü şikayet etti. Ve haklarını çiğnedi­ğini bildirdi. Halifeden de biraderine karşı yardım talebinde bu­lundu.

Bunun üzerine H. 954 yılında Halife, İran üzerine yürüyerek Tebriz'e girdi.

Bu, Osmanlıların Tebriz'e ikinci girişleriydi. Halife Kanuni, H. 955'te tekrar istanbul'a döndü. [8]

 

Avrupa'ya Dönüş

 

Ölen Macar kralının dul eşi İzabella Osmanlılarla Avusturyalı­lar arasında imzalanmış bulunan barışma şartlarına aykırı hareket ederek Avusturya prensi Ferdinand lehinde Transilvanya'dan vaz­geçti.

Bunun üzerine H. 957 yılında halife Kanuni Süleyman Tran-silvanya üzerine bir ordu gönderdi. Bu ordu karşılaştığı büyük bir direnişten sonra Transilvanya'yı işgal etti.

Fransa kralı birinci Fransuva öldü. Yerine oğlu II. Henri geçti. Ve H. 959 yılında Osmanlılarla bir antlaşma yaptıktan sonra her iki devlet Sicilya'ya ve İtalya'nın güneyine akınlar düzenleyerek Os­manlı ve Fransız donanmaları birlikte Korsika adasını aldılar.

Ancak ardından anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine ikisi de adayı terkederek her biri kendi ülkesine döndü.

Osmanlılar H.971 yılında Malta adasını dört ay süreyle kuşat­tılar. Ancak bir türlü burayı fethetmeyi başaramadılar..

Halife Kanuni Süleyman Macar kralı İstefan Zaboli ile babası Ferdinand'ın yerine geçen Avusturya kralı Maksimilian arasında çıkan, anlaşmazlığın bir sonucu olarak Osmanlı halifesi Kanuni Süleyman H. 973 yılında Macaristan üzerine sefere çıktı.

Ancak H. 974'te Macar topraklarında bir kaleyi  [9]' kuşatma al­tında tutarken öldü.

Halife Kanuni Süleyman Rus asıllı karısı Rokselana [10] nın oğlu II. Selim'i babasından sonra hilafet makamına getirmek için tez­gahladığı bir hilenin neticesinde oğlu Mustafa'yı öldürmüştü. Halbuki Mustafa orduda Subaylar tarafından çok sevilen büyük bir komutandı. Rokselana aynı zamanda Mustafa'nın henüz em­zikte bulunan oğlunu da öldürtmek istedi.

Keza Kanuni Süleyman, oğlu II. Selim tarafından kardeşine karşı hazırladığı bir komploda ona alet olan bir vezirin teşvik ve tahrikleriyle oğlu Beyazıt'ı ve onun dört oğlunu birlikte öldürttü. II. Selim'in hazırladığı komploda önce kardeşi Beyazıt tahrik oldu.

Ve öldürülmekten korkarak babasına karşı baş kaldırdı. Babasının emirlerine karşı gelerek Konya valiliğinden Amasya valiliğine geç­meyi reddetti. Üzerine gönderilen kuvvetin karşısında da yenilin­ce oğullarını da yanma alarak İran Safevi devletine sığındı. Bunun üzerine Beyazıt'ın babası Kanuni Süleyman Safevi Şahı Tah-masp'a mesaj göndererek oğlunu ve torunlarını istedi. Şah'da on­ları Kanuni'nin elçisine teslim etti. Elçi onları teslim alır almaz Kazvin kentinde derhal başlarını vurdu. [11]

 



[1] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/21.

[2] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/23-28.

[3] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/29-31.

[4] Trablusgarp'taki bu semtin adı TACURA'dır (mütercim)

[5] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/32-34.

[6] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/34-35.

[7] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/35-36.

[8] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/36.

[9] Burası SZIGETVAR KALESİ'dir (Mütercim)

[10] Rokselana (Roxelane): Rus Asıllıdır. Galiçyalı fakir bir rahibin kızıydı. Sa­vaşlardan birinde esir almanak Osmanlı sarayına getirildi. Çok zeki, becerikli gü­zel ve şen olduğu için kısa sürede dikkatleri çekiyordu. Sivrilerek Kanuni Sultan Süleyman tarafından nikahlandı. Kendisine mutlu anlamına gelen HÜRREM adı verildi. İslam dinini kabul etti. Selim Mehmet ve Mİhrimah'm annesidir.

Hürrem Sultan'm çok entrikacı olduğu oğlu Selim'i tahta oturtmak için şeh­zade Mustafa aleyhinde komplo kurduğu ve onu babasına idam ettirdiği, kızını Rüstem paşa ile evlendirerek onun, sadaret makamına getirilmesinde büyük rol oynadığı yolunda tarihi kayıtiar vardır (Mütercim)

[11] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/36-38.