120- ARAP YARIMADASINA GENEL BAKIŞ. 2

Hicaz. 3

Necid. 8

Arap Yarımadası'na Düzenlenen Mısır Saldırısı11

İkinci Suudi Devleti13

Faysal B.Turkı13

Halid B. Suud. 14

Abdullah B. Sinyan. 14

Faysal B. Türki (İkinci Kez)14

Abdullah B. Faysal15

Suud B. Faysal15

Abdullah B. Faysal (İkinci Kez)15

Suud B. Faysal (Üçüncü Kez)15

Abdurrahman B. Faysal15

Abdullah B. Faysal (Üçüncü Kez)15

Muhammed B. Suud B. Faysal16

Al'u-Reşîd Dönemi16

Abdurrahman B. Faysal (İkinci Kez)16

Necid'de Al'u-Reşid Yönetimi16

Abdülaziz B. Abdurrahman. 16

Hâil'deki Âl'u-Reşîd Emirliğliği17

Asır Emirliği18

Abdülvahhab El-Mütehammi19

Tami B. Şuayb. 19

Hicaz'ın Mısırlılar Tarafından İşgali19

Saıdb.Musallıt21

Ali B. Mücessel22

Aız B. Meri22

Muhammed B. Aız. 23

Asir'de Osmanlı Yönetimi23

Asir Emirliğinin Sonu. 24

Tuhama'tu-Asîr Emirliği24

El-İdrisi27

Arap Yarımadasının Doğu Bölgesi29

El-Ahsa 30

El-Bahreyn. 31

Katar33

Kuveyt34

Yemen. 36

Çerkez Asıllı Memluklar Yönetimi36

Osmanlı Yönetimi37

El-Yearîbe (Ya'rubogulları) 41

El-Busaidler (El-Busaid Oğullan)42


120- ARAP YARIMADASINA GENEL BAKIŞ

 

Sömürgeci Portekizliler'in yayılmacılığı sebebiyle ve onların gerek Arap (Basra) körfezi kıyılarında gerekse Arap yarımadasının güney taraflarında stratejik öneme ve yeraltı-yerüstü zenginlikle­rine sahip bölgeleri kontrolleri altına almaları ve Kudüs'ü ele ge­çirmek amacıyla Medine-i Münevvere'ye ulaşarak müslümanlan manevi baskı altında tutmak ve onları buradan vazgeçirmek için besledikleri sinsi niyetlerinden dolayı bu dönemde Arap yarıma­dası üzerinde müslümanlarm her zamankinden daha çok dikkat­leri yoğunlaşmış bulunuyordu.

İşte müslümanlarm söz konusu sebeplerle bu bölgeye büyük önem vermeleri Osmanlılar'ı Arap yarımadasına kadar ulaşmaya ve burayı ele geçirmek isteyen haçlı Portekizlilerce kapışmaya it­miştir. Müslümanların bu bölgeye verdikleri önem Portekizliler'in buralardaki nüfuz ve etkinlikleri tamamen sona erinceye kadar devam etti. Ya da başka bir tabirle diyebilirizki haçlı istilalarına uğ­rayan ve onların tehdidi altında bulunan Arap yarımadasının kıyı­ları üzerinde bu anlatılan sebepler zaten vardı.

Ondan sonra bu önem azalmaya başladı. Halbuki İngiltere bu bölgede bazı yerleri kontrolü altına aldı. İngiltere aslında Hindis­tan yolunun güvenliğini sağlamak için buralara önem veriyordu. İngiltere'nin bu bölgeye verdiği öneminin zamanla biraz daha azalması buraların İngiltere için önemini kaybettiği anlamına gel­mez. Şu kadar var ki başlangıçta buralara karşı olan ileri derecedeki ilgisi biraz azalmıştı. Ancak Portekizlilerin doğu Afrika'daki fa­aliyetleri sürekliliğini koruyordu. Ancak Basra Körfezi bölgesinde batılıların korktuğu bir de İran etkisi ve hac hareketinin birbirini izleyen sürekliliği gibi faktörler de vardı. Gerek karadan, gerekse denizden Mekke'ye ulaşan hac yolunun güvenlik altına alınması faaliyetleri de batılıları korkutan sebeplerden biri idi.

Bununla beraber Arap yarımadasının iç kesimlerine gelince buralar hep ihmal edilmiş olarak kaldı Buna ilaveten genel olarak Osmanlı devletinin bütün bölgeleri üzerinde bir durgunluk ve du­raklama hali her zaman vardı. Hatta bu durum, müslümanlarm uğradığı geri kalmışlık ve çöküntü sebebiyle, buna karşın İslam topraklarının birçok yerine hakim olmaya başlayan haçlı İslam düşmanlarının güçlenmeleri sebebiyle bu hareketsizlik ve dur­gunluk hali bütün İslam memleketleri için sözkonusu idi.

Hicri 12 yy'in yarısından sonra Arap yarımadasının ortasında Suudi Devleti kuruldu. Ve kısa bir süre içerisinde güçlendi. Etkisi yayıldı. Bir takım yemlikler getirmek amacıyla Osmanlı devletinin karşısında direndi. Osmanlı Devleti, Suudililer'in üzerine ordular göndererek ayrıca Mısır valisi Kavalah Mehmet Ali Paşa'dan da yardım aldı. Nitekim Mehmet Ali Paşa gelip Hicaz'ı işgal etti, Suudi devletine karşı savaştı. Ve üstünlük kazandı, Mehmet Ali Paşa'nın oğlu İbrahim, Suudî merkezi olan Der'iye kentine girdi ve burayı harap etti. Mehmet Ali Paşa, Suudi devletinin ihya ettiği düşünce­yi destekleyenleri de Asir bölgesinde izledi. Bu fikir ve düşünceler Necid'den Arap yarımadasının diğer kesimlerine de yayıldı.

Napolyon Bonapart da bu aşamadan kısa bir süre önce Arap yarımadasına el atmayı özellikle kıyılarına ve önemli geçitlerine hakim olmayı düşünüyordu. Nitekim Babül Mendep boğazındaki Berin adasını ele geçirmeyi başardı.

Bu aşamadan sonra Yemen'in engebelerine egemen bulunan Zeydi imamlarıyla Osmanlı güçleri arasında Yemen toprakları bir süre şiddetli çarpışmalara sahne oldu. Bu savaşlar yarımadanın güney batısında uzun süreler devam etti. Fakat H. 13 yy'm sonla­rına doğru yarımadanın ortalarında bu mücadeleler hafifledi.

Sonra İngilizler yarımadanın doğu kesimlerini kontrolleri altına alarak buradaki yerli halkın yöneticileriyle ve şeyhleriyle antlaş­malar yaptılar.

14. yy'a gelince Arap yarımadasının gerek kıyılarında gerekse iç kesimlerinde emirliklerin sayısı çoğalmaya başladı. Gerek İngi-Hzler'in yönlendirmesi ile gerekse bu emirliklerin başındaki kim­selerin siyasi emellerinden dolayı bu küçük devletçiklerin çoğu Osmanlı Devleti ile anlaşmazlık içerisinde idiler. Bu emirliklerin her iki halde de İngiltere ile açıkça irtibatları vardı. Ancak Tuha-me'tu-Asir bölgesine hakim olan el-îdrisi, İtalya ile ilişki içerisin­deydi. Daha sonra İngilizlerle temas kurdu. Bütün bu verilerden hareketle diyebiliriz ki H. 14. yy'm başlarında Osmanlı Devleti'ııin Arap yarımadasındaki payı ve şansı pek azalmıştı.

H. 1333 yılında I. Cihan Savaşı patlak verince, otoritesinin ve devletinin Osmanlı Devleti tarafından resmen tanınması şartıyla yalnızca Yemen, Osmanhlar'm yanında yerini aldı. Bu antlaşmaya göre Yemen engebeleri, Yemen imamlarının kontrolü altında bu­lunacak, Tuharna bölgesi ise Osmanlüar'm elinde kalacaktı. Din bağı sebebi ile ya da İngiltere tarafından desteklenen komşu el-İd-risi'den korktukları için Yemen imamları, Osmanlılar'ın yanında yerlerini aldılar. Buna ilaveten Hail bölgesini elinde tutan Alu Re-şid hanedanı da Osmanlılar'ın yanında yerini aldı. Olabilir ki İn­giltere tarafından desteklenen ve birbirleriyle sürekli çekişen emirliklerin arasında bulunmuş olmaktan dolayı Alu Reşit emirli­ği bu tercih karşısında kalmıştır.

Bu aşamadan sonra bölgedeki her emirlik diğerinden bağım­sız olarak gelişmeye ve Özellikle İslam hilafet makamının ortadan kaldırılması üzerine herbiri başına buyruk şekilde siyasi faaliyet göstermeye başladı. Bu arada dinbağı ihmal edildi. Haçlı sömür­geciler Arap yarımadasının kıyılarını özellikle doğu ve güney böl­gelerini kontrolleri altına aldılar. Buna ilaveten Emperyalist güçler diğer bölgelerle de buradan temaslar kurmaya başladılar. Ve kitle­leri yönlendirdiler. Tarihin bu aşamasında önde gelen etkisiyle ve yayılmacıhğıyla bu bölgede haçlı ruhunu İngiltere temsil etmiştir. [1]

 

Hicaz

 

H. 598 yılından beri Hicaz yönetimini ve Mekke şerifliği maka­mım, Katâde ailesi, elinde tutuyordu. Bu aile Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin'in soyundan gelir. Katâde hanedanı, hangi devlet Hicaz'ı egemenliği altına almışsa bu bölgeyi o devlet adına temsil etmiş­lerdir. Nitekim bir zamanlar Eyyubiler'i ve Memlukler'i temsil etti­ler. Bir vakitler de Yemen'e hakim bulunan Benî Rasul (Rasuloğul-ları) hanedanından da uzak kalmadılar. Çünkü Rasuloğulları güç­lendikçe Mekke şerifleri onlara bağlanıyorlardı. Bununla beraber genellikle Mısır'a hakim olan İslam devletlerine bağlı kaldılar. Bü­tün Hicaz bölgesine işbu Katâde ailesi egemen bulunuyordu. Ne var ki Medine'-i Münevvere'de yine Hz. Hüseyin'in soyundan ge­len bir başka hanedan vücud buldu. Ancak Medine kenti Hicaz'ın bir parçası olmak hasebiyle tarih boyunca daha çok Mekke'ye bağlı kaldı.

H. 923 yılında Mısır Memluklar'ı devleti Osmanlılar eliyle orta­dan kaldırılınca o sırada Mekke şerifi bulunan II. Berekât, oğlu II. Muhammed Ebunümâ'yı Yavuz Sultan Selim'e, bağlılığım bildir­mek ve bunun bir nişanesi olarak Mekke ve Medine'deki kutsal mekanların anahtarlarım ona teslim etmek üzere Kahire'ye gön­derdi. Şerif II. Berekât Mekke şerifliği makamını korumak ve Hi­caz'daki konumunu güvenceye almak için bu yola baş vuruyordu. Bu suretle Mısır'ın da yönetimini teslim aldıkları tarihten beri Os-manlılar'ın siyasi etkinliği Hicaz'a kadar ulaşmış oldu. Sonra bu etki alanı daha da genişleyerek bütün Arap yarımadasını kapsadı. Bu sayede Katâde ailesi de Hicaz'ın yönetimi başında devam etti. Mekke şerifliği makamım, bu ailenin ileri gelenleri, tarihleri bo­yunca birbirlerinden devraldılar.

Bunların dönemi, aile üyeleri arasındaki siyasi çekişmelerle ünlenmiştir. Öyle ki bunlardan birinin birkaç kere yönetimin başı­na gelip tekrar uzaklaştırıldığı olmuştur. Çünkü otoritesi zayıfla­yınca uzaklaştırılır. Sonra çok geçmeden güçlenince tekrar mevki­ine dönerdi. Bu şeriflerin idaresinde öyle grafiksel gidişler kayde­dilmiştir ki bazen onlardan biri yönetimin başında birgünden faz­la bile kalamamıştır. Bununla beraber aralarından bazısının yöne­tim süresinin altmış yılı bile geçtiği vakidir. Bazılarının ise dönem­leri cinayetle, kan dökmekle ve terörle geçmiştir. Buna karşın ba­zılarının dönemi ıslah adalet ve hayır devri olmuştur. Çok kere Mı­sırlı hükümdarlar Hicaz'ın iç işlerine karışırlar. Şeriflerden birini makamından indirir, bir diğerini onun yerine oturturlar. Ya da bi­rini diğerine karşı desteklerlerdi.

Cidde kenti çok kere Mısır'a bağlı olurdu. Ve buranın valisi Mı­sır'dan tayin edilirdi. Bu nedenle de çok yakın mesafede bulunan Mekke şerifi ile Cidde valisi arasında siyasi geçimsizlikler olur hat­ta zaman zaman aralarında ikisinden birinin makamından atıl­masıyla sonuçlanan kanlı çatışmalar cereyan ederdi.

Hicaz bölgesi kontrolleri altına girdikten kısa bir süre sonra Osmanlılar, gerilemeye başlayınca gerek bu bölgenin merkezden uzak bulunması, gerek devletin özellikle Avrupa'da büyük sorun­larla karşılaşması, gerekse müslümanlara karşı komplolar hazırla­ma fırsatlarını kollayan haçlıların besledikleri derin düşmanlık duygulan yüzünden Osmanlı Devleti bu engeller ve gailelerle uğ­raşırken nasılsa bağlılıklarını sürdürüyorlar diye bu Katade ailesi, tamamen kendi başına bırakılmıştı. Arap yarımadasında birbirle­rine karşı siyasi rekabet içinde bulunan yöneticiler arasında keza, Asır, Yemen, Necit ve diğer bölgeleri kontrolleri altında bulundu­ran ikinci derecedeki aileler arasında kavgalar, anlaşmazlıklar ve geçimsizlikler sürüp gidiyordu. Osmanlı Devleti ise bu anlaşmaz­lıklara ve kavgalara pek büyük önem vermeden ya da siyasi ve idari mekanizmada herhangi bir ıslah ve düzenleme yoluna gitme­den buralarda meydana gelen sorunların çözümünü de yine böl­ge halkına bırakıyordu.

Şurasını da düşünmeliyiz ki Mekke şeriflerinin otorite alanı, Muaviye'nin soyundan geldiklerini ileri süren yerli hükümdarla­rın kontrolündeki Asir bölgesine kadar yayılmış bulunuyordu. Bunlara Yezid'in soyundan geldikleri için Yezidîler adını da ver­mektedirler. Asir bölgesi hükümdarları zaman zaman Mekke şe­riflerine karşı üstünlük de taslamakta idiler. Bazan da Mekke şerif-leriyle Yemen imamları, Asir ya Tuhâma bölgesi üzerindeki siyasi emelleri yüzünden birbirleriyle anlaşmazlık içine girerlerdi; Ya da biri yayılmacılık eğilimini gösterdiği zaman öteki tarafla ihtilafa düşerdi. Bazen de Mekke şeriflerinin otorite alanları Hicaz'ın do­ğu yönlerine doğru açılarak Necid'e kadar ulaşır. Ve bu bölgede bulunan bazı küçük emirlikler onlara boyun eğmek zorunda kalır. Bazıları da onlara karşı direnirdi. Bazan da Necid yolu ile otorite alanları Bahreyn'e kadar ulaşırdı. Şunu da kaydetmek lazımdır ki Necid'in ürünleri özellikle hac mevsiminde Hicaz'da pazarlamrdı. Şu halde bu iki bölge arasında özel ve organik bir bağın bulunma­sı daima gerekiyordu.

Aynı zamanda vaktiyle Mısır Memlukları, daha sonraları ise Osmanlılar tarafından desteklenen Mekke Şeriflerinin, Necid'te de yandaşları vardı. Dolayısıyla bu bölgelerde bir yönetici veya bir ka­bile şeyhi onlara karşı başkaldırmaya kalkıştığı zaman Mekke Şe­riflerinin burada bulunan destekçileri bu asileri derhal cezalandı­rırlardı. Çünkü o dönemlerde ellerinde güç vardı. Necid'de çok sa­yıda ve dağınık emirlikler oluşmuştu. Fakat Suudi devleti kurulup çekinilen bir güç haline gelince -ki bu devlet ideolojisini de yay­mak istiyordu- bu durumda artık Mekke Şerifleriyle çatışması ge­rekecekti. Nitekim taraflar arasında çarpışmalar cereyan ediyor, Suudi devleti önemli bir prensipten hareket ettiği ve bunu koru­yup savunmak istediği hatta bu inancı yaymaya çalıştığı için ara­larında çarpışmalar cereyan ediyor ve bu savaşlarda Suudi devle­ti hep üstünlük kazanıyordu. Bu arada Mekke Şerifliğine, Necid'e karşı yardımlar geliyordu. Hatta bu yardımları gönderen devlet kendisine yönelik bir tehlikeden korktuğu için Suudi devletine karşı doğrudan doğruya çarpışıyordu. Onun için zaman zaman Şerifler hanedanı yönetimden düşürüldükleri halde tekrar yerleri­ne konuluyorlardı. Ancak Necid yönetimi Hicaz'a sonunda hakim oluyordu. Bitişik emirliklere gelince her zaman Hicaz'ın yanında yerlerini alıyor ve Necid'e karşı savaşıyorlardı.

Bütün bu gelişmelerin yanında Mekke Şerifleri de kendi arala­rında çok kere taht kavgası yaparlardı. Aralarında kanlı çatışmalar cereyan ederdi. Bazısı bölgeyi bile terkederdi. Ya da devrilir mevki­inden uzaklaştırılırdı. Aldığı bu siyasi yaradan sonra da bir zaman suskunluğu tercih ederdi. Eline fırsat geçtimi hasmının üzerine abanır, yönetimi tekrar ele geçirdi. Bazan bu siyasi rakiplerden bir kavgayı kazanır. Ve yönetimin dizginini eline geçirdi. Bazan da hüsrana uğrardı. Fakat bu siyasi mücadelelerde, şerifler arasında cereyan eden bu taht kavgalarında yenilen genellikle susmayı ter­cih eder ve yönetimin başında az veya çok kalmış olmayı bir nimet sayarak bununla yetinmeye çalışırdı.

H. 923 yılında Osmanlı yönetimi ya da başka bir ifadeyle Os­manlı hilafet dönemi başlayınca daha doğrusu Osmanlılar'ın siya­si etkinlik alanları genişleyip Hicaz bölgesine kadar ulaşmaya baş­ladığı sıralarda o gün için bu bölgenin en nüfuzlu lideri II. Berekât b. Muhammed idi. Bu zat ikinci iktidar dönemini yaşıyordu. Çün­kü daha önce H. 903 yılında babasının yerine geçmiş ve dört yıl kadar başta kalmıştı. Sonra kardeşi Huzâ' b. Muhammed ile arala­rında siyasi kavgalar cereyan etmiş, Huzâ kardeşini devirerek bir yıl kadar Mekke şerifliği yapmıştı. Sonra H. 908 yılında II. Berekât tekrar yönetimin başına geldi. Ve H. 931 yılına kadar başta kaldı.

İşte onun döneminde Yavuz Sultan Selim Suriye ve Mısır'da Memluklar'a karşı üstünlük kazandı. Onların yönetimine son verdi. Ve Kahire'deki Abbasi halifesinin hilafetten vazgeçmesi üzerine ha­life olarak kendisine biat edildi. Kahire'deki Abbasi halifesi zaten is­minden başka birşey değildi. Bütün işler ise Memluk sultanlarının elinde bulunuyordu. İşte tam bu sırada Mekke Şerifi II. Berekât oğ­lu Muhammed Ebunuma'yı Kahire'ye göndererek Yavuz Sultan Se-lim'e bağlılığını ilan etti. Ona tabi olduğunu kabul ederek bunun bir nişanesi olmak üzere Haremeyn-i Şerifeyn {Mekke ve Medine'deki kutsal mekanlar)'in anahtarlarını Yavuz Sultan Selim'e sundu. Ya­vuz Sultan Selim'de bunu kabul ederek babasının Mekke şerifliği makamını ya da Hicaz hükümdarlığını tanıdı. II. Berekât, H. 931 yı­lında öldü. Yerine oğlu Muhammed Ebunuma geçti. Muhammed Ebunuma H. 992 yılında ölünceye kadar tam altmış bir sene Mekke şerifliği makamında kaldı. Onun soyundan gelen hanedan da on­dan sonra uzun süre Mekke şerifliği makamında devam ettiler. Fa­kat bu hanedanın üyeleri arasında kavgalar eksik olmadı. Suudi devleti kuruluncaya kadar da bu böyle devam etti. Suudi devleti ku­rulmaya başlayınca bu yeni devletin siyasi etkisi etrafa yayılma eği­limini gösterdi. Otoritesi genişledi. Bunun üzerine Mekke şerifleri Necid halkının hacca gelmesini yasakladılar.

H. 1183'te Mekke şerifliği makamına Ahmed Sait geldi. Ahmed Sait kendisini iş başından uzaklaştırıp Mekke şerifliği makamına başkasını oturtan Osmanlı Devleti'nin Mısır valisi Muhammed Ebuzeheb'in bu tutum ve davranışı yüzünden Osmanhlar'ı sevmi­yordu. Nitekim Şerif Ahmed Sait şeriflik makamındaki hasmım öl­dürerek kendi başına bu mevkiye geçti. Böyle davranmakla da Os­manlılar aleyhinde olmak bakımından Suudililer'le aynı tutumu paylaşmış oldu. Bu yüzden de H. 1183 yılında Necid halkının hac­ca gelmelerini serbest bıraktı. Üç yıl sonra Mekke şerifleri haneda­nının diğer üyeleri Ahmed b. Sait'e karşı başkaldırarak onu devir­diler. Yerine ise kardeşinin oğlu Surur b. Müsaid'i geçirdiler. Şerif Surur b. Müsaid H. 1202 tarihine kadar yani on altı yıl Mekke şe­rifliği makamında kaldı. Bu süre içerisinde Suudililer de ona karşı düşmanlık beslemediler. Bu durum ise Selefilik  [2] inancının kabileler arasına yayılmasına yol açtı. Bu arada ileride siyasi bir rol üst­lenme hırs ve emelinde olan ya da Selefîler'in baskılarından ve sert muamelelerinden kendini korumak isteyenler veya onlara herhangi bir amaçla yaklaşmak arzusu içerisinde olanlar bu inançtan yana olduklarını ortaya koydular. Bu arada bir çok belir­tiler bu davanın başarıya ulaştığını veya zaman içerisinde daha büyük bir alana yayılabileceğini ve çok büyük bir rol oynayacağını ortaya koyuyordu. Bilindiği üzere davalar inanç, fikir ve ideolojiler bilek gücüyle ayakta tutulamaz. Zor kullanılarak şartlar ileri sürü­lerek kabul ettirilemez. Ancak kabul edilebilir gerçekçi yönleriyle tutunabilirler.

H. 1202 yılında Surur b. Müsaid öldü. Yerine ise kardeşi Abdül-muin b. Müsaid geçti. Ne var ki birgünden fazla bu mevkide kal­madı. Yönetimden nefret ederek mevkiinden ayrıldı. Ve kardeşi Galip b. Müsaid lehinde makamından vazgeçti. Kardeşi Galip, mevkiini ve arazilerini elinden alacak diye Suudi devletinden kor­kuyordu. Suudilerin üstlenmiş oldukları Selefılik davasının gün geçtikçe egemen olduğu bölgeye çok hızlı bir şekilde yayıldığını görüyordu. Bu nedenle o da Selefilik davasına karşı çıktı. Bu yüzden onunla Suudüiler arasında H. 1200-1228 yılları arasında yani yirmi sekiz yıl boyunca savaşlar cereyan etti. Bu savaşlar iki cephe­de sürüyordu. Bu ceplerden biri Suudi devletinin bulunduğu Ne-cid yönündeydi. İkinci cephe ise güneyden Asir tarafmdaydı. Sele­filik davası bu bölgelere yayılmıştı. Dolayısıyla bu bölgenin bütün halkı bu inanç ve ideoloji uğruna karşıtlarıyla savaşıyorlardı. Bu mücadeleler sırasında Galip b. Müsait ise Suudüiler'e karşı daha doğrusu Selefilik çağrısına karşı Osmanlılar'a dayanıyor, Osman-hlar'dan destek alıyordu.

İşte bu sıralarda yani 1213 yıllarında Fransızlar Mısır'a bir çı­karma yaptılar. Fransız güçleri Napolyon'un komutası altında bu­lunuyorlardı. Bu istilaya karşı Hicaz halkı olumsuz etkilendiler ve büyük bir tepki gösterdiler. Burada Fransizlar'a karşı Mısır'ı destek­lemek üzere kutsal cihat, ilan edildi. Hatta Hicaz halkından birçok gönüllü deniz yoluyla el-Kusayr'a kadar gittiler. Oradan da Cor-ca'ya intikal ettiler. Ve bazı çatışmalarda Fransızlarla dövüştüler.

H. 1218 yılında hac mevsimi bitiminde Suudüiler Mekke'yi ele geçirdiler. Bunun üzerine Şerif Galip b. Müsaid Mekke'den kaça­rak Cidde'ye gitti. Suudüiler ise onun yerine Mekke'ye kardeşi Ab-dülmuin b. Müsaid'i şerif olarak tayin ettiler. Sonra Mekke'den Cidde'ye yönelerek dokuz gün kadar şehri kuşattılar. Suyunu kes­tiler. Fakat Mekke'den ayrıldıkları gibi buradan da ayrılıp gittiler. Bunun üzerine Şerif Galip tekrar gelip makamına geçti.

H. 1220 yılında da Der'iye ordusu gelip Medine-i Münevve-re'ye girdi. Şerif Galip Suudiler karşısında güçsüzlüğünü sezince Suud el-Kebir'e barış teklifinde bulundu. Ve aşağıdaki şartlar çer­çevesinde bir antlaşma yapıldı.

1- Şerif Galip hacca gelecek olan Vahhabiler'e bu farzı yerine getirmeleri için izin verecek, hac eda edilir edilmez onlarda vakit kaybetmeden memleketlerine döneceklerdir.

2-  Mekke halkı dahil Şerif Galip'in yönetimi altında bulunan herkes Suudi devletine bağlanacaktır.

3- Mekke ve burada uygulanan hükümler Şerif Galip'in dene­timi altında olacaktır. Ayrıca Şerif Galip Suudüiler tarafından işgal edilen Hüseyniye şehri ile beraber yağmalayıp aldıkları ve tahrip ettikleri değerlerin karşılıklarını ve aynı zamanda öldürdükleri in­sanların kan bedellerini ödemelerini de şart koştu.

Kısa sürede Suudi devletinin otoritesi güçlendi. Ve etkisi Irak'ın güneyine kadar, Şam yönünde de Havra'na kadar ulaştı. Bu yayılma karşısında Osmanlılar endişeye kapıldılar. Fakat elle­rinden de birşey gelmiyordu. Bu yüzden Osmanlı yönetimi Arap yarımadasını dize getirme görevini Mısır valisi Mehmet Ali Pa-şa'ya verdi. Mehmet Ali Paşa da Arap yarımadasındaki iç durum­ları yakından gözlemek ve Şerif Galip b. Müsaid'in niyetini ve Su-udililer'le yapmış olduğu barışın sebeplerini öğrenmek için bura­ya gizli bir ajan gönderdi. Ve ajan umre yapmak bahanesiyle Mek­ke'ye girdi. Ve Mehmet Ali Paşa'yı tatmin edebilecek, onun üstlen­diği işte başarısını hazırlayacak istihbari bilgileri torbasına koy­muş olarak döndü.

Bunun üzerine Mehmet Ali Paşa ikinci oğlu Ahmed Tosun'un komutasında buraya bir askeri kuvvet şevketti. Bu birlik deniz yo­luyla Hicaz topraklarına intikal ederek Yenbu' kentini ele geçirme­yi başardı. Bu durumu gören Şerif Galip de gelen Mısır ordusunun yanında yerini aldı. Ve bütün imkanlarım bu orduya tahsis etti. Ah­med Tosun Paşa komutasındaki bu Mısır işgal ordusu Medine-i Münevvere'ye yönelerek güzergahı üzerinde bulunan Bedir yöresi­ni işgal etti. Fakat Safra mevkiinde bozguna uğradı. Arkadan des­tek kuvvetler gelince bir hamle daha yaparak Medine'ye doğru iler­ledi ve H. 127 yılında burayı da ele geçirdi. Tosun Paşa ordusu bun­dan sonra Mekke'ye doğru ilerleyerek H. 1228 yılında buraya girdi. Bu sırada Taif emiri Osman el-Mudaifi [3] Mısır ordusuna esir düş­tü. İstanbul'a gönderilen Osman el-Mudaifi orada idam edildi.

Bu kez de bizzat Mehmet Ali Paşa'nın kendisi Cidde'ye gelerek oradan Mekke-i Mükerreme'ye gitti. Ve Şerif Galip'e birçok işlerini de yaptırdıktan sonra onu tutuklayarak önce Mısır'a gönderdi. Mısır'dan daha sonra Selanik'e nakledildi. Ve H. 1231 yılında ölünceye kadar da Selanik'te kaldı. Bu suretle Hicaz bölgesi Mı­sır'ın işgal ordusunun kontrolü altına girmiş oldu. Mehmet Ali Pa­şa doğudan Necid yönüne güneyden de Asir yönüne doğru ilerle­mek istedi. Böylece Selefiye davasının destekçilerine ait bu iki böl­geyi kontrolü altına almış olacaktı. Necid'de Suudi devleti vardı. Asir bölgesini ise Selefiye davasının öncülerinden Tami b. Şuayp yönetiyordu. Fakat Mısır orduları Medine-i Münevvere'nin doğu­suna düşen el-Hannakiye'de yenilgiye uğramışlardı. Aynı zaman­da Taif'in yüzyirmi kilometre doğusuna düşen Turba mevkiinde de iki kez yenilmişlerdi. Keza, Gunfuza yoluyla Asir üzerine yürü­yen Mısır askeri birliği de yenilmişti.

Mehmet Ali Paşa Asir'deki münasebetleri sonuçlandırıp Ne-cid'e yönelmek istiyordu. Bu amaçla Asir bölgesini kuzey ve batı yönlerinden kuşattı. Fakat askerleri her iki cephede de yenilgiye uğradılar. Aynı zamanda Necid orduları da ilerleyerek Taif yakınla­rına kadar sokuldular. Onun için Mehmet Ali Paşa'nın bizzat ken­disi Taife doğru ilerleyerek Faysal b. Suud komutasındaki Necid ordusuyla karşı karşıya geldi. Ve bu orduyu bozguna uğrattı. Meh­met Ali Paşa kazandığı bu zaferi bir moral aracı olarak kullandı ve düşmanlarının peşine katılarak onları kovaladı. Bu arada güzerga­hı üzerindeki sivil yerleşim merkezlerine de ardı arkası kesilmeyen baskınlar düzenledi. Bu suretle bölge halkının yüreğine öyle bir korku saldı ki meskun yerlere yaklaşmak üzereyken halk paniğe kapılıyor ve gelip ona teslim oluyordu. İki ay kadar bu bölgede ilerledi. Ve Asir halkı üzerine üstünlük elde etti. Bölgenin lideri Ta­mı b. Şuayb'ı da esir alarak onu zincire vurup beraberinde götür­dü. Mısır'a ulaştıktan sonra Emir Tami'yi İstanbul'a gönderdi ve orada idam edildi.

Mehmet Ali Paşa'nın oğlu Mehmet Tosun Paşa doğu yönün­den Medine-i Münevvere'ye yaklaşarak Ress beldesine ulaştı. Ve el-Habra'da karargahını kurdu. Burada Suudililer'le Ress barışı olarak bilinen bir antlaşma yaptı. Ve bu antlaşma gereğince Mısır­lılar Necid topraklarını terkettiler. Ardından Tosun Paşa ordusunun komutasını başkasına bırakarak Mısır'a döndü. Böylece Hi­caz bölgesi Mehmet Ali Paşa'nın yönetimi altına girmiş oldu. Mehmet Ali Paşa Hicaz'ı Osmanlılar adına yönetecekti. Ancak oğ­lu ile Suudililer arasında yapılan Ress antlaşmasını reddetti. Ve büyük oğlu İbrahim Paşa komutasında Medine-i Münevvere'ye bir destek güç gönderdi. İbrahim Paşa ordularını başında bura­dan hareket ederek el-Kasıym'ı işgal etti. Sonra oradan Deriye'ye ulaştı. İşte bu sırada yani 1233 yılında Der'iye emiri Abdullah b. Suud teslim olmak zorunda kaldı. İbrahim Paşa'nın emri ile Ab­dullah b. Suud tutuklanarak önce Mısır'a ondan sonra da İstan­bul'a nakledildi. Ve burada idam edildi.

Aynı zamanda Alusuud (Suudoğulları) ve Aluşeyh {Muham-med b. Abdülvahab'm aile fertleri) Mısır'a nakledildiler. Suudi devletinin merkezi olan Der'iye kenti yerlebir edildi. Ve bu olay­dan sonra H. 1235'te İbrahim Paşa Mısır'a döndü.

H. 1228 yılında Mekke şerifliğini Mehmet Ali Paşa'nın kontro­lü altında Yahya b. Surur üstlenmişti. Mehmet AliYahya'mn amca­sı Galip b. Müsaid'i görevden almış yerine Yahya'yı koymuştu. Yahya onbeş yıl bu mevkide kaldı. Ortalıkta hemen hemen hiç adı sam yoktu. Çünkü kontrolün tamamı Mehmet Ali'nin elindeydi. Sonra H. 1243 yılında Mehmet Ali Paşa'ya karşı ayaklandı. Fakat Mehmet Ali Paşa onun bu ayaklanmasını bastırdı, görevden de at­tı. Yerine ise Abdülmuttalip b. Galip'i şeriflik makamına getirdi.

Bu aşamadan sonra Hicaz bölgesi Asir emirliğiyle sürekli bir çatışma içerisine girdi. Bu kavgalar yaklaşık I. dünya savaşma ka­dar devam etti. Asir bölgesi ise Necid'le devamlı bir ittifak içindey­di. Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi Mehmet Ali Paşa H. 1231 yılında Asir bölgesine girmeyi başarmıştı. Kuvvetlerini Tabap mevkiinde toparlayarak kendisi Hicaz'a döndü. Fakat henüz he­deflerini gerçekleştirmeden Asir halkı ayaklanarak kuvvetlerinin üzerine yürüdüler. Ve bir çoğunu öldürdüler. Mehmet Ali Paşa'nın bu ayaklanmadan kurtulan askerleri ise Hicaz'a kaçtılar. Bunun üzerine Mehmet Ali Paşa Asir halkını cezalandırmak için bir kuv­vet şevketti. Bu kuvvet Şerif Muhammed b. Abdilmuin komuta­sında her taraftan bölgeyi sardı. Ve Asir bölgesine girmeyi başardı.

Abdülmuin Ebha da kampım kurdu. Asir halkı ise Ebuariş emiri Şerif Hammud ile anlaşarak Hicaz kuvvetlerinin üzerine baskın düzenlediler. Ve onları bulundukları yerden kovarak bölgeye ha­kim oldular. Mehmet Ali Paşa bu kez de Tuhama yoluyla Asir üze­rine çok kalabalık bir kuvvet gönderdi ise de bunlarda yenilgiye uğradılar. Bununla ardından bölgeye, biri Tuhama diğeri ise Surad yoluyla iki ayrı kuvvet sevkedüdi. Ayrıca arkalarından bir destek güç daha gönderildi. Çünkü Der'iye kenti de İbrahim Paşa'nın eli­ne düşmüş ve buradaki kuvvetler Asir taraflarına gönderilmek üzere boş kalmışlardı.

İşte bu kuvvetler, bir kısmı Surad yoluyla bir kısmı da Şerif Muhammed b. Abdülmuin komutasında doğudan geldiler. Üçün­cü bir kuvvet te Tuhama yoluyla buraya ulaştı. Böylece bütün bu askeri birlikler nihayet Asir bölgesine girebildiler. Asir emiri Mu­hammed b. Ahmed el-Mathami oğluyla birlikte yakalanarak Mı­sır'a götürüldüler. Ancak Osmanlı komutan Halil Paşa Tabap'tan ayrılır ayrılmaz Asir halkı burada bulunan Mısır muhafız gücüne saldırarak onları buradan kovdular. Bu kez de Hicaz valisi Ahmed Paşa ile Şerif Muhammed b. Abdülmuin komutasında Asirliler'in üzerine yeni bir kuvvet geldi. Ancak bu kuvvet de bozguna uğradı. Ahmed Paşa Şerif Muhammed b. Abdülmuin komutasında bura­ya ikinci bir hamle gönderdi. Bu güçler nihayet Asir'e girme imka­nım buldular. Ve zorla Asir halkından bağlılık yemini alındı. îki ta­raf arasında da barış antlaşması düzenlendi.

Muhammed b. Abdülmuin buradan ayrılırken kardeşi Huzâ' b. Abdülmuin komutasında Tabap tabur muhafız birliği bıraktı. Kendisi ise Vadi ed-Devasir'deki kabilelere karşı çarpışmak üzere buradan hareket etti. Fakat Muhammed b. Abdülmuin buradan ayrılır ayrılmaz Asirliler Tabap'ta bir muhafız birliğine saldırarak komutan Huzâ'ı ve beraberindekilerin tümünü öldürdüler. Mu­hammed b. Abdülmuin bu olay üzerine geri döndü ise de o da bozguna uğradı. Ve iki taraf arasında cereyan eden çarpışmalarda Şerif Muhammed'in bir diğer kardeşi olan Racih'de öldürüldü. Bütün bu gelişmelerden sonra yeni bir hamle daha gelerek Asir'i işgal etti. Hicaz valisi Ahmed Paşa da bir süre burada kaldı. Sonra 1239 yılı başlarında buradan ayrılarak Hicaz'a gitti. Ahmed Paşa Ebha'da da bir muhafız gücü bırakılmıştı. Fakat Ahmed paşa ayrı­lır ayrılmaz gizlenmiş bulunan Said b. Musalhk, saklandığı yerden çıkarak Ebha'daki muhafız gücünü çembere aldı. Bunun üzerine Hicaz muhafız gücü teslim oldu. Fakat Said b. Musallıt onlara do­kunmadı. Ve Hicaz'a dönmelerine izin verdi. Bu olaylarla ilgili ha­berler Hicaz'a ulaşınca oradan yeni bir kuvvet sevkedildi. Bu kuv­vet de Asir'i işgal etmeyi başardı. Bu kez yine tarafların arasında bir barış yapıldı ise de H. 1239 yılının sonuna kadar bile devam et­medi. Hicaz'dan bir hamle daha yapıldı. Fakat gelen bu kuvvetler de yenildiler. Ardından, yatışan bir süre yaşandı. Ta ki 1249'da bu­raya yeni kuvvetler sevkedilinceye kadar. Ne var ki onlarda başarı­sızlığa uğradılar. Bu kavgalar 1250'de tekrar cereyan etti. Ve Eb-ha'ya kadar yayıldı. Fakat çok geçmeden bu askeri güçler de bura­dan çıkarıldılar.

Mehmet Ali Paşa Asir emrine karşı Yemen imamı ve Ebuariş şerifiyle bir antlaşma düzenledi. Bu suretle de Mehmet Ali Pa-şa'nın askerleri Asir bölgesine girebildiler. Fakat tekrar buradan çıkarıldılar. İşte bu sıralarda Mehmet Ali Paşa'yı Hicaz'da temsil etmekte olan valisi Ahmed Paşa -ki merkezi Cidde idi- H. 1243'te Mekke şerifliği makamını teslim almış bulunan Muhammed b. Abdülmuin daha önce sadece beş ay için şerif olarak tayin edil­miş. Ondan sonra da görevden atılmış bulunan Şerif Ab dülmutta-lip b. Galib'in yerine bu makama gelmiş bulunuyordu. Ancak Mehmet Ali Paşa'nın Cidde'deki Hicaz valisiyle aralarında meyda­na gelen geçimsizlik yüzünden Şerif Muhammed b. Abdülmuin, makamından azledildi. Şerifsiz kalan Mekke yönetimi Ahmed Pa­şa üstlendi.

Bu aşamada Asir emirliği güçlendi. Gamid ve (Hicaz toprakla­rından) Zahran'da Asir emirliğine katıldı. Ancak 1253 yılında bu iki komşu arasında bölge ile ilgili siyasi anlaşmazlık devam etti.

Hicaz'dan bir askeri kuvvet Necid üzerine yürüyerek burayı iş­gal etti. Durumu haber alan Faysal b. Türki buradan kaçtı. Bunun üzerine Halid b. Suud bölgeye girdi.

H. 1255 yılında ise Mehmet Ali Paşa Şam'da uğradığı yenilgi­den ve sadece Mısır vilayetiyle sınırlı kalmak şartıyla buranın yö­netimi kendisi ve hanedanı için kabul etmesinden sonra kuvvetle­rini Hicaz'dan hatta bütün Arap yarımadasından çekti. Mısır ordu­larının Hicaz'dan çekilmesiyle beraber Hicaz valisi Ahmed Paşa da buraları terketti. Bu suretle bölge Mekke şerifliğine bağlanmış ol­du. Ve Şerif Muhammed b. Abdülmuin'in yönetimi altına girdi. Şerif Muhammed b. Abdülmuin komşusu Asir emiri Aiz b. Mer'i ile anlaşarak H. 1256'da karşılıklı olarak esirleri değiştirdiler. 1265'te ise her iki emirliğin arasında bulunan sınırlar belirlendi.

H. 1267 yılında azledilinceye kadar Muhammed b. Abdülmu­in Mekke şerifliği makamında kaldı. Bu makama ondan sonra ikinci kez Abdülmuttalip b. Galip gelerek H. 1271 yılma kadar beş yıl süre ile bu makamda kaldı. Ancak 1271'de Muhammed b. Ab­dülmuin üçüncü kez Mekke şerifi olmayı başardı. Ve öldüğü 1274 yılma kadar da Mekke şerifi olarak kaldı. Ölünce yerine oğlu Ab­dullah geçti. Ve H. 1274-1294 arasında yirmi yıl kadar şerifliği de­vam etti. Onun döneminde Asir emirliği ile olan eski geçimsizlik­ler yeniden başladı. Bu sebeple H. 1280 yılında Asir emirliği üzeri­ne saldırmak için buradan bir askeri kuvvet hareket etti. Fakat bu kuvvetler Bişe denilen yerde Asîr güçlerine yenildiler. Bu savaş bir yıl sonra yine tekrar etti. Fakat aynı akıbete uğradı. Bir defasında da Mekke Şerifi Abdullah b. Muhammed b. Abdülmuin Osmanlı­larla birlikte ve büyük bir ordu içerisinde Asir üzerine bir sefer dü­zenledi. Bu ordu Asir'i kontrolü altına aldı. Bununla birlikte Asir Emirliği içinde ortam büsbütün yatışmadı. Bilakis zaman zaman buradaki Osmanlı muhafız gücü üzerine baskınlar düzenleniyor­du. Bu gibi durumlarda buradaki Osmanlı yetkilileri, bölgeyi, Os­manlılar adına yöneten Mekke şeriflerinden yardım alıyorlardı. Bu yüzden Asir de bulunan Osmanlı güçlerine yardım için Hicaz'dan bu bölgeye askeri hamleler düzenleniyordu.

Şerif Abdullah b. Muhammed b. Abdülmuin H. 1294'de öldü. Yerine ise kardeşi Hasan geçti. Böylece Mekke şerifliği makamı, Muhammed b. Abdülmuin'in soyunda devam etti. Ancak şehit unvanıyla tanınan Hasan'ın üç yıllık yönetiminden sonra Abdülmuttalip b. Galip üçüncü kez Mekke şerifliğini ele geçirdi. İki yıl kadar da ortalığın sakin olması nedeniyle mevkiinde istikrar bul­du. Ondan sonra diğer akraba sülale yeniden bu mevkiyi ellerine geçirdiler. Dolayısıyla Hasan'dan sonra er-Refik unvanıyla tanı­nan Avn b. Muhammed 1299-1323 arası tam 24 yıl şeriflik yaptı. Sonra yerine kardeşi Abdülillâh b. Muhammed geçerek üç yıl ka­dar bu makamda kaldı. Ondan sonra da bu mevkii İstanbul'da Meclis-i Mebusan üyesi bulunan kardeşioğlu Hüseyin b. Ali teslim aldı. Bu zat 1326 yılından itibaren yönetimi yürütmeye başladı ve idareyi üstlenince Ebha bölgesinde Aızoğulları ve İdrisiler tarafın­dan çembere alınmış bulunan Osmanlı muhafız gücünü kurtar­mak üzere, bir askeri kuvvetin başında Asir Emirliği üzerine yürü­dü ve ancak 1328 yılında Ebha'ya ulaşabildi.

Bu gelişmelerden kısa bir süre sonra H. 1333 yılında Birinci Dünya savaşı patlak verdi. Bu savaşta Osmanlı Devleti, Alman­ya'nın yanında İtalya ise İtilaf Devletleri'nin yanında yerlerini al­dılar. Bu sebeple ve aynı zamanda Osmanlı Devleti'yle İtalya ara­sına da savaş girmiş oldu. İtalya bu sıralarda Kızıl Deniz'e açılma çabalarını veriyordu. Bölgeye bu yüzden yaklaştığı için Asir Tuha-mas'ı olarak bilinen bölgeyi kontrolü altında bulunduran el-İdri-si'ye İtalya destek vermeye başladı. El-İdrisi'nin merkezi Sabya kentiydi. İtalya el-İdrisi ile ilişki kurarak Hicaz bölgesinde yayıl­masını ve Osmanlı Devleti'ne saldırmasını istiyordu. el-İdrisi de bu doğrultuda harekete geçti. Bunun üzerine Mekke şerifi Hüse­yin b. Ali (Bugünkü Ürdün Kralı Hüseyin'in büyük dedesi) oğlu Faysal'ı bir askeri gücün başında el-Gunfuza limanına yakın bir yerde bulunan el-İdrisi'ye ait kuvvetler üzerine şevketti.

İtalyanlar'ın el-İdrisi kuvvetlerine destek vermelerine ve İtal­yan donanmasının, Hicaz kuvvetlerini topa tutmasına rağmen Faysal, el-İdrisi'nin güçlerine karşı zafer kazandı. Faysal el-Asir bölgesini de el-İdrisi'nin saldırılarından korumayı düşünüyordu. Fakat bu sırada babasından ona bir mesaj ulaştı. Babası mektu­bunda bu kez de Osmanlılar aleyhinde faaliyet göstermek üzere ona dönmesini emrediyordu. Böylece şerif Hüseyin'in İtilaf Dev­letleri yanında yer almasıyla birlikte Asir cephesindeki savaş ddurdu. Çünkü burada şimdiye kadar çarpışan her iki cephe de (ya­ni hem Şerif Hüseyn b. Ali, hem de el-îdrisi) artık İtalyanların ya­nında yerlerini almış bulunuyorlardı.

Şerif Hüseyn, Osmanlı Devleti'nin yöneticileri olan İttihat ve Terakki Partisi'nin adamlarıyla öteden beri anlaşamıyordu. Bu durum ise onunla anlaşmak için, İngilizler'in dikkatini çekti. Buna ilaveten, Mekke şerifi olmak bakımından sahip olduğu büyük İsİâ-mî unvanı mevkii sebebiyle bir takım siyasi emelleri de vardı. Onunla İngilizler'in Mısır'daki temsilcileri olan Henri McMahon arasında birtakım temaslar cereyan etti.

Bu temaslar sonunda Şerif Hüseyin'in Hicaz'da Osmanlılarca

karşı harekete geçmesi kararlaştırıldı. Başardığı takdirde Araplar'a kral olacaktı. Aynı zamanda İngilizler, Osmanlı Devleti'nin bir par­çası olan Arap topraklarını da bu sırada bölüşüyorlardı. Bu toprak­lar Irak ve Suriye idi. Ancak bu parçalanma işi gizli sürüyordu. Bu­nun ne Şerif Hüseyn, ne de müslümanlardan hiçbir kimse farke-demiyordu. Şerif Hüseyn, Cemal Paşa'nın, Suriye'de yakalayıp idam ettiği, (yabancı güçler adına) uşaklık edenlerin yanında yeri­ni almıştı. Şerif Hüseyin, yakalanan bu adamları, aracılık yaparak kurtarması için oğlu Faysal'ı gönderdi. Bunların özgürlükçü ol­dukları savunuluyordu. Ne var ki az kalsın Faysal'm bizzat kendi­si Cemal Paşa'nın pençesine geçecek ve hayatından olacaktı.

Şerif Hüseyn H. 1335 yazında Osmanhlar'a karşı ayaklanarak Medine-i Münevvere'yi kuşattı. Tam bu sırada oğlu Faysal da Hi­caz askerlerinden oluşan bir Arap kuvvetinin başında ilerliyordu. Faysal'm bu askerleri Osmanlı ordularından ve Mısır ile Filistin, cephesinde İngilizlerle çarpışırken, İngilizler tarafından esir alın­dıktan sonra kaçan Arap askerlerinden oluşuyordu. Faysal, Maan mevkiine ulaşarak Filistin'de ilerleyen Allenby komutasındaki İn­giliz kuvvetlerine paralel olarak kuzeye doğru ilerliyordu. Nihayet Osmanlılar, Hicaz topraklarından çekildiler. Medine'de kuşatma altında bulunan Osmanlı muhafız gücü de buradan çekildi. Fay­sal'm ordusunda bulunan bedeviler hâlâ enkazı mevcut bulunan Hicaz demiryolunu tahrip ettiler.

Birinci Dünya savaşı nihayet sona erdi. Şerif Hüseyn de Arap Yarımadası'nda işlerim toparlamaya çalışıyordu. Osmanlı Devle-ti'nin talimatı üzerine Asir'de bulunan Osmanlı Mutasarrıfı da çe­kilip gitti. Bunun üzerine bölgenin ileri gelenleri olan Aluaız (Aızo-ğulları Hanedanı) bölgeyi ve bu bölgede bulunan cephaneleri ve kaleleri Mutasarrıftan teslim aldılar. Bu suretle Asir Bölgesi yeni­den Arap Yarımadasının her yanında; Yemen'de Tuhama'da, Ne-cid'de ve Hicaz'da Arap emirlerinin heveslerine hedef oldu.

El-îdrisi, başlangıçta Necid Emirlerinin, Şerif Hüseyn ise Aı-zoğullarının yanında yerlerini almışlardı. Bu sırada Suudi Devle-ti'nin Kralı Abdülaziz de Asir bölgesine girdi. Bunun üzerine Şerif Hüseyn, Kral Abdülaziz'in üzerine bir kuvvet gönderdi.

İki ordu, el-Esmer Bölgesi'nde Masfara denilen yerde kapıştı­lar. Hicazhlar üstünlüğü elde ettiler ve Suudi kuvvetlerinin başko­mutanı Süleyman b. Saad b. Ufaysan ile bazı komutanlar öldürül­düler. Hicaz ordusu komutanı Emir Racih, seferine devam ederek Ebha'ya kadar ulaştı ve kenti ablukaya aldı.

Suudi Devleti'nin, buradaki muhafız gücü, imdat gelinceye kadar, buradaki Seda Kalesi'nde 20 gün mahsur kaldılar. Sonra Hi­caz ordusu Taifte Suudi kuvvetleriyle çarpışan Hicazlı askerlere yardımcı olmak maksadıyla buradan ayrıldılar.

Şerif Hüseyn 1337 yılında Suudi Devleti'ne bağlı bulunan Truba'ya saldırdı. Fakat büyük bir yenilgiye uğradı. Kuvvetlerinin komutanı olan oğlu Abdullah buradan geri çekildi ve 1343 yılında bir kez daha hezimete uğradı. Bunun üzerine Hicaz'a Kral seçilmiş olan oğlu Ali lehinde mevkiinden feragat etti. Ondan sonra Şerif Hüseyni Mekke'den Akabe'ye geçti. Ordan da İngilizler'in deneti­mi altında Kıbrıs'a gitti. Sonraları hasta vaziyette Amman'a dön­dü ve H. 1350'de burada öldü.

Suudiler Şerif Hüseyn'in uğradığı yenilgiden sonra 1343 yılın­da Mekke'ye girdiler. Bunun üzerine Hicaz Kralı Ali b. Hüseyn Cidde'ye kaçtı. Suudiler de onu Cidde'ye kadar kovaladılar. Ve şehri bir yıl kuşatma altında tuttular. Bu sırada Medine-i Münev-vere'yi de kuşatmış bulunuyorlardı.

Medine 10 ay sonra teslim oldu. Aynı zamanda Cidde de Su­udiler'e teslim oldu. Ancak yapılan bir antlaşma gereği, devrik Hi­caz kralı Ali b. el-Hüseyn, şehirden çıktı ve kardeşinin bulunduğu Irak'a gitti. Ölünceye kadar da orada kaldı.

Bu suretle Hicaz topraklarının tamamı Suudi Devleti'ne bağ­lanmış oldu ve Mekke şerifleri dönemi tarihe karıştı.

Mekke Şerifleri, evet Hicaz'dan çıktılar. Ancak siyasi emelleri hep devam etti. Ürdün Emirî Abdullah b. el-Hüseyn tarafından desteklenen Hicaz Hürriyet Partisi, varlığını sürdürüyordu. Bu partinin liderliğini Beli Kabilesi'nin şeyhlerinden, Hamid b. Salim er-Rufade, el-Huvaytat kabilesinin bazı şeyhleriyle birlikte üstlen­mişti. Bu parti H. 1351'de bir harekete girişince parti lideri b. Ru-fade Öldürüldü ve parti de kapatıldı.

Aynı zamanda kuzeyde Irak'tan ve Ürdünden -ellerine günün birinde fırsat geçecek olursa neler yapacaklarına dair tehditleriy­le- Suudi Devleti'ni kuşatan Mekke şeriflerinin ümitleri de böyle­ce suya düşmüş oldu. [4]

 

Necid

 

Necid, Osmanlı nüfuzundan önce bir anarşi ve parçalanma halini yaşıyordu. Bahreyn yönetiminin etkisi de zaman zaman bu­raya kadar yayılıyor, bazan da gevşiyordu. Bu durum, bölgede, (sı­nırlardaki birkaç komşu köy hariç) birbirlerinin toprağını kapsa­mayan kesin hudutlarla ayrı birçok küçük emirliğin oluşmasına yol açtı. Bu küçücük emirlikler, bazan da güçlerim komşu devlet­çiklerden alırlardı. Birbirlerine karşı giriştikleri ihlaller ve tecavüz­ler sebebiyle zaman zaman aralarında savaşlar da patlak verirdi. Aynı zamanda, bölge buralarda göçüp konan bedevilerin sık sık baskılarına da sahne oluyordu. Keza bölgede, arada bir hakim olan kötü hayat şartlan yüzünden mecburen soyguna çıkmış veya devlete karşı ayaklanan sergerdeler tarafından yollar kesilirdi.

Osmanlı etkisi, H. 923'lerde Hicaz Bölgesi'ne ulaştı. Bu yayıl­ma, batı yönünden oldu. Osmanlı etkisi alanı daha sonra 963 yılın­da Fatih paşa komutasındaki ilerleme ile Bahreyn'e kadar ulaştı ve burada 932'lerde kurulmuş bulunan Raşid b. Muğamis Emirliği ile yine bu bölgede egemen bulunan Amir b. Ukayl hanedanını or­tadan kaldırdı. Bu yayılma ise doğudan gerçekleşmişti. Hicaz'a ve Bahreyn'e kadar genişleyen Osmanlı etki alanı tabiatıyla Yemen'i de kapsayacaktı. Fakat bunu ancak bölgenin batısındaki valileri ve doğusunda işbaşına getirdiği adamları sayesinde ancak gerçekleş­tirebilirdi.

Başlangıçta, Arap Yarımadası üzerinde, Bahreyn'in etkisinden çok Mekke şeriflerinin etkisi vardı. Bu nedenle Mekke şerifleri, güçlendiklerinin farkına vardıkça veya kendilerine karşı başkaldır­ma çabalarını sezdikçe bir bahaneyle Necid Bölgesi'ndeki küçük emirlikler üzerine akınlar düzenlerlerdi. Bunu, sırf güçlerini kanıt­lamak ve onlara da kabul ettirmek ya da otoritelerine karşı kımıl­damayı aklından geçirenlere göz dağı vermek için güç gösterisi olarak yaparlardı. Bu akınlar sık sık yapılırdı.

Bu cümleden olarak Şerif Hasan b. Muhammed Ebû Nüraa H. 986 yılında Ma'kal kasabası1" üzerine bir akın düzenledi ve burada bir süre kaldı. Üç yıl sonra da el-Harc ve el-Arız'ı bastı. Dönüşün­de Beni Halid kabilesinden bir topluluk, ona karşı silah çektiyse de Şerif Hasan onları bozguna uğrattı.

Hasan'ın oğlu Ebû Talip de H. 1011'de, Mekke şerifi olan bira­deri el-İdris b. Hasan adına Necid'le savaştı. Keza H. 1035'te Muh­sin b. Hüseyn b. Hasan Necid'e savaş açarak el-Veşim taraflarına düşen el-Kasab beldesi halkıyla çarpıştı. Ertesi yıl yine buraya bir baskın düzenleyerek, Bahreyn'e kadar ulaştı.

Zeyd b. Muhsin de H. 1042'de Necid bölgesine bir akın düzen­ledi ve akınları daha sonra da birbirini izledi. Bu sayede, H. 1056 yılında Ravda'tuSüdeyr'e, 1057'deUyayna'yaveel-Harca, 1069'da da et-Tuveym ve Celâcil'e kadar ulaştı.

Osmanlı otoritesi Bahreyn bölgesinde kısa sürede zayıflamaya yüz tuttu. Dört validen başka bir Osmanlı yöneticisi burada de­vam etmemiştir. Bunlar, bölgeye ilk giren Fatih Paşa, Ali Paşa Ebü'1-Vand, Muhammed Paşa ve Ömer Paşa'dır. Sonra kabileler Osmanlı valilerine diş geçirebilecek kadar zamanla güçlendiler. Özellikle bölge de Benî Halid (Halitoğulları) kabilesi güç bakımın­dan egemen hale geldi. Bu sayede kabilenin reisi Brak b. Aziz Bah­reyn'i kontrolü altına alarak buradaki Osmanlı muhafız gücünü  [5]

1080'de bölgeden çıkarabildi. Otoritesi gittikçe genişleyerek Ku­veyt'e kadar yayıldı. H. 1081 yılında da Necid üzerine bir akın dü­zenledi. Böylece, batıdan Mekke şerirleri, doğudansa Bahreyn emirleri olarak Necid bölgesini kuşatan iki güç peydahlanmış ol­du. Bölge bu iki kuvvetin çekişme ve rekabet alanı haline geldi.

Şerif Ahmed b. Zeyd b. Muhsin de H. 1097'de Necid üzerine bir akın yaptı ve Unayza'ya kadar vardı. Kardeşi Said b. Zeyd b. Muh­sin de H. 1107'de Necid üzerine yürüyerek Südeyr bölgesine kadar ulaştı. Öyle anlaşılıyorki sonraları Beni Halid kabilesi, Mekke şerif­lerinden daha fazla güçlenerek Necid bölgesini siyasi etkileri altı­na aldılar.

Necid'de zaman içinde oluşan emirliklerin çok küçük ve dağı­nık olduklarım aralarında birleştirici herhangi bir bağ bulunmadı­ğını sanıyoruz. Bu emirlikler sürekli olarak çekişir ve siyasal etkin­lik elde etmek uğruna birbirleriyle devamlı rekabette bulunurlar­dı. Dolayısıyla kesintiye uğramayan bir alarm ve teyakkuz halini yaşarlardı. Birbirlerinden öç almak için kavgalarının ardı arkası kesilmezdi. Bir köyün ya da kasabanın halkı diğer bir yeri basmak için dört gözle fırsat kollarlardı. Durum öyle gelişti ki aynı köyün, hatta aynı sülalenin fertleri bile, birbirleriyle çekişir oldular. Bu su­retle bölgenin emiri gelir buralardaki karışık durumunun hazırla­dığı meyvaları canı istediği gibi toplardı. Dolayısıyla bazan Mekke şerifi bazan da el-Ahsa' emiri buraları basar, bölgedeki kabile ileri gelenleri de onlara boyun eğerlerdi.

Buna ilaveten ardı arkası kesilmeyen bedevi baskılan, kabile­lerin ve kabile şeyhlerinin yerleşik bölgelere musallat olmaları, her yerde eşkıyanın ve yollarda soyguncuların yaygınlaşması genel bir hal almıştı. Durum bir yandan öyleydi. Din bakımından ise me­zarlar ve dini kisveler kutsal sayılıyor, faizle muamele yapılıyor, fu­huş işleniyor, kızlar zorla evlendiriliyordu.

Hurafeler yaygın bir hal almıştı. İnsanlar evliya (diye bildikleri kimselerin) ve ashabın türbelerini, yani Allah'tan başkasını aracı yapıyor. Çocuk doğurmaya, evlenmeye veya doğmuş çocuğun ko­runmasına sebep olur diye taşlara ve ağaçlara inanılıyordu. Bu taşlara ve ağaçlara sığımnlar (adak adama, mum yakma, çaput bağlama gibi şeylere baş vurdukları takdirde) istediklerinin, yerine geleceğine inanıyorlardı. Bütün bunlar, müslümanların ruhunda isyan fırtınalarını körüklüyor, sükûnet ve barışa taraftar bir fıtrata sahip insanların yüreğini yakıyordu. Bu manzarayı görüp de ürk­meyen aklı başında bir adam yoktu. Hiç şüphe yok ki duruma kar­şı ilgi duyan ve ruhunun derinliklerinde ilk önce tepki gösterenler âlim kişiler oldu. Bu yanlışları düzeltmeye, hayra (güzele ve doğru­ya) çağrıda bulunmak için birinin kollan sıvaması gerekiyordu.

İşte bu zatın da Şeyh Muhammed b. Abdülvahhab [6] olmasını, Allah Teala Hazretleri yüce iradesiyle takdir buyurdu. Devrinin ba­zı yöneticileri sırf mevkilerini kaybetmemek ve çıkarlarını koru­mak hırsıyla ondan çekindiler. Davasına bağlılık gösterilmesi ve çağrısına uyulması konusunda tavsiyelerde bulunmaya başladılar. Nitekim el-Ahsa hükümdarı Süleyman b. Muhammed b. Garir, Uyayna Emiri Osman b. Muammer'e bir mesaj göndererek, artık Şeyh Muhammed b. Abdülvahhab'a yardımcı olmaması, bilakis onu öldürmesi yolunda kışkırtmalarda bulunmuştu. Muammer ise Garir'e bağlıydı ve ondan aylık maaş alıyordu. Bu yüzden Şeyh'e derhal topraklarını terketmesi uyarısında bulundu. O da bu uyarı üzerine H. 1157'de Der'iye'ye intikal etti. Der'iye emiri Muhammed b. Suud ise" [7]onu burada karşıladı, onu koruyacağına söz verdi. Böylece Der'iye artık dini bir merkez ve yoğun faaliyet­lerin karargahı oldu. Der'iye emirliği de güçlendi. Buradan her ya­na ordular hareket ederek çirkinliklerin bid'at ve hurafelerin orta­dan kalkması için mücadele vermeye başladılar.

Der'iye emirliği zamanla büyümeye ve gelişmeye başladı. Bu arada Uyayna ve Huraymala da bu emirliğe ilhak edildi, bunun üzerine vaktiyle Hicr adıyla bilinen Riyad ve Der'iye yönetimleri arasında, keza Necran hükümdarı ve el-Ahsa hükümdarı (Uray'ır b. Düceyn)le birtakım çekişmeler oldu. Sonra Muhammed b. Su­ud, Riyad hariç, el-Arız topraklarıyla eî-Harc, Hâir, el-Veşim, el-Mahmel ve Südeyr bölgelerinin çoğu üzerinde otorite kurmayı başardı. Ve H. 1179'da öldü. Yerine ise H. 1187'de Riyad'a girmeye muvaffak olan oğlu Abdülaziz b. Muhammed geçti. Ve el-Kasıym üzerine yürüdü. H. 1188-1202 yıllan arasında bura halkıyla çarpış­maya devam etti. Ondan sonra da el-Ahsa üzerine, yürüyerek 1208'de buraya girdi. Ardından batıya intikal ederek H. 1217'de Ta-if kentini, 1218'de de Şerif Galip b. Müsaid'le uzun süren çarpış­malardan sonra Mekke'yi ele geçirdi.

Abdülaziz b. Muhammed, aynı zamanda Irak'ın güneyine de akınlar düzenleyerek Kerbela'ya girdi ve Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hü­seyin'in türbesini yıktı. Bu türbede yatan hazineleri aldı. Onu bu davranışı. Şii dünyasının tepkisine sebep oldu.

Bu cümleden olarak bir Şii militan kimliğini gizleyerek Der'iye'ye kadar geldi ve Abdülaziz b. Muhammed'i, birgün ikindi namazı kıldığı bir sırada hançerleyerek öldürdü. (Yıl H. 1218) yeri­ne ise el-Kebir unvanını alan oğlu Suud b. Abdülaziz geçti.

Suud el-Kebir de H. 1218'in sonlarında Irak'ın güneyine bir akın düzenledi. Fakat bir türlü Basra ve Zübeyr kentlerine gireme­di. H. 1220'de buraya ikinci kez saldırarak Necef, Semava Basra ve Zübeyr'i kuşattı. Yine bir sonuç alamadı. H. 1223'te üçüncü kez bu bölge üzerine yürüdü. H. 1225'te ise oğlu Abdullah komutasında buraya bir kuvvet şevketti. Batı yönünden ise Hicaz üzerine 1219'da bir sefer düzenleyerek 1220 yılında orduları Medine-i Mü­nevvere'ye girdiler. Bu sırada Mekke şerifi Galip b. Müsaid bu kuv­vetlerin karşısında direnemeyeceğini anlayarak aşağıdaki şartlar çerçevesinde Suudi Devleti'yle bir antlaşma yaptı.

1- Şerif Galip, Vahhabîler'e [8] hac yapmaları için izin verecek,

ancak Vahhabiler, hac farizasını eda eder etmez memleketlerine döneceklerdir.

2- Mekke halkı ve şerifin otoritesine bağlı herkes artık Suudi Devleti'nin egemenliğini tanımış olacak (bu devletin vatandaşı sa­yılacaktır).

3- Mekke kenti içinde resmi otorite ve siyasi egemenlik şerife ait olacaktır.

Şerif Galip, Suudi Devleti'nin kendisinden koparıp almış bu­lunduğu Hüseyniye kentiyle bu şehirde ele geçirdikleri ya da tah­rip edip zarar ve ziyanına sebep oldukları bütün değerlerin hatta öldürdükleri kimseler için gereken diyetlerin (yani kan bedelleri­nin veya hukuki tazminatlarının) ödenmesini de aynı zamanda şart koştu.

Suudi Hükümdarı, Suud el-Kebir'in orduları, bu kez de Suri­ye toprakları üzerine yönünü çevirdi ve Hicri 1225'te, bugünkü Su­riye'nin güney bölgesinde Havran' düşen Muzeyrib ve Bursa mev­kilerine kadar ulaştı.

Oman taraflarına gelince Muskat Hükümdarı Sultan b. Ahmed Suudi Devleti'nin bu yayılmasından ve gittikçe güçlenmesin­den ürküyordu. Bu yüzden Suud el-Kebir'e karşı Osmanlı padişa­hı adına direnmek üzere Bağdat valisiyle bu konuda anlaşmak için Basra'ya hareket etti. Nitekim bu görüşme H. 1206 yılında fiili şe­kilde yapıldı ve bu antlaşma gereğince: Muskat Sultam, düşmanı olan Suud el-Kebir'in saldırılarına karşı korunmaya mukabil Arap Yarımadası'nda ve Afrika'nın doğusunda toprakları bulunan ülke­si üzerine Osmanlı egemenliğini kabul etti. Ancak bu antlaşma, İngiltere'nin tepkisine sebep oldu. Bu öfkeyle İngiltere, Muskat Sultanına karşı bir suikast hazırladı. Ve hükümdar, Sultan b. Ah­med dönüşünde bu komploya kurban giderek öldürüldü. Bağdat valisi de Suudi Devleti üzerine yürüdü. Fakat Suudililer daha atak davranarak Irak'ın güney bölgesine baskın düzenlediler.

Oman hükümdarı Sultan b. Ahmed'in öldürülmesinden sonra yerine kardeşi Bedir b. Ahmed geçti. Ve Der'iye'ye bağlandı. Suudi Devleti'nden koruma istedi. Ancak öldürüldü. Onun da yerine kardeşinin oğlu Salim b. Sultan geçti. Onu da Said b. Sultan izledi. Sonra Osmanlılarla Suudililer arasında çarpışmalar cereyan etti ve Suudililer'in üstün gelmesiyle sonuçlandı.

Bu olayın peşinden Oman, Suudi Devleti'ne kayıtsız şartsız boyun eğeceğini bildirdi ve artık Suudi egemenliğinin altına gir­miş oldu. Ne var ki çok geçmeden, Oman hükümdarı Said b. Sul­tan, Suudililer'e karşı İngiltere'den imdat istedi. Bunun üzerine Suud el-Kebİr H. 1225 yılında Oman üzerine bir askeri kuvvet gönderdi. İngiltere'den ikinci kez yardım isteğinde bulunan Said b. Sultan'a karşı Suudi güçleri üstünlük kazandılar. İngiltere ise ona yardım göndermedi. Oman hükümdarı bu kez de İran'dan yardım istedi. Ancak savaş ikinci kez patlak verdi. Yine Suudili­ler'in üstünlüğüyle sona erdi. Aynı zamanda Suudililer'in, Oman'da yandaşları da çoğalmaya başladı. Dolayısıyla Oman top­rakları üzerinde ve bu kez Oman'lı halk arasında Suudililer'in ta­raftarlarıyla karşıtları arasında kavgalar çıkıyordu. Fakat Suud el-Kebir buradaki yandaşlarına imdat güç gönderemiyordu, askeri yardımlarda bulunamıyordu. Çünkü bu sıralarda Suudililer'e kar­şı savaşmak üzere Mısır valisi Mehmet Ali Paşa'nın orduları Hi­caz'a girmiş bulunuyordu.

EI-Ahsa'ya gelince burası da H. 1208'de Suudililer'in yönetimi altına girmişti. Fakat bura halkı, biri 1210'da olmak üzere bir kaç kez ayaklanmış ancak bu hareketler kolayca bastırılmıştı. Bunun üzerine bölgenin liderleri Suudililer'e karşı Osmanlılar'm Irak'ta­ki valisiyle temasa geçerek ondan destek istediler, imdatlarına bir askeri birlik gönderdi. Ancak bu askeri güç H. 121 l'de bozguna uğ­radı. Irak valisi 1213'te bir ordu dalıa gönderdi ise de herhangi bir çatışma olmadı. Çünkü hemen barış yapıldı. Ne var ki çok sürmeden çatışmalar yeniden başladı. Ve Suudililer 1216 yılında Irak'ın güneyine bir akın düzenlediler.

Selefilik çağrısı Asir taraflarında, Tuhama'ya kadar yayıldı. Bu sırada Asir Emiri Tami b. Şuayb Tuhama'yı ele geçirmiş, Hammud Ebû Mismar da Seyyid Ebi Ariş'le dövüşerek el-Hadida'ya kadar ulaşmıştı.

Aynı zamanda San'a imamı el-Mansur ve oğlu el-Mütevekkil de Der'iye imamı Suud el-Kebir'le karşılıklı olarak silah bırakmış ve baba oğul selefilik çağrısının bazı yönlerini kabul etmemişlerdi.

Böylece Arap Yarımadası'nm büyük bölümü Suud el-Kebir'in

egemenliği karşısında dize geldi.

Bahreyn ve henüz İngilizler'in etkisi altında bulunan kıyı böl­geleri hariç, Arap Yanmadası'nda selefi inancı benimsemeyen he­men hiçbir yer kalmadı. [9]

 

Arap Yarımadası'na Düzenlenen Mısır Saldırısı

 

Daha önce bu kitabın birinci babında, Osmanlı Devleti'ne (Ortadoğu'da bağlı) bölgede üç ayrı fikir ve inanç yönünün oluştu­ğuna işaret etmiştik. Bunlar şöyleydi:

1- Osmanlı Devleti'nin, İslâmî faaliyet açısından temsil ettiği gerilik, müslümanlann ruhsuzlaşması, bu yolda hiçbir çalışma yapmadan veya doğru ve sağlıklı bir sistem geliştirmeden İslâm adına uygulanan zoraki yönetim şekli.

2-Mehmet Ali yönetimindeki Mısır vilayetinin temsil ettiği gö­rüş: Bu da onun, Avrupa'yı izleyerek Batı çizgisinde yürüdüğü ve bu doğrultuda beslediği emeller ve ileriye dönük hedeflerden iba­retti.

3- Suudi Devleti'nin Arap Yanmadası'nda temsil ettiği ve cihad düşüncesinin ihyası için selef çizgisinde ve özel bir bakış açısın­dan hareketle hedeflediği görüşlerdir ki müslümanlar Arap Yarımadası'nda bu akımla karşılıklı kontağa girdiler, onunla ikna ol­dular ve uğrunda hizmet de verdiler.

Osmanlı Devleti, Suudi lideri Abdülaziz b. Muhammed ile oğ­lu Suud el-Kebir dönemlerinde meydana gelen bu gelişmelerden endişe etmeye başladı. Fakat bu çağrının kaydettiği ilerleme karşı­sında direnemiyordu. Nitekim Bağdat valisi ve ayrı zamanda Şam valisi Suudi güçleri karşısında bozguna uğradılar. Bu durum karşı­sında Mısır valisi Mehmet Ali Paşa da Avrupa çizgisinde hazırla­mış olduğu planlarının ve beslediği emellerinin, gelişen bu hare­ket karşısında başarısızlığa uğrayacağından korkmaya başladı. Bütün bunlara paralel olarak Avrupalı hıristiyan ülkeler de korku­ya kapıldılar. Müslümanların tekrar uyanacaklarından, Osmanlı Devleti'nin çöküşünden sonra onlara yeni bir ruh geleceğinden ürküyorlardı. Dolayısıyla bu hareketi bastırması için Halife'yi ce­saretlendirmeye çalıştılar.

Mehmet Ali Paşa'nın genç ve eğitimli ordusundan yararlan­masını salık verdiler. Çünkü Osmanli'daki katılaşmış zihniyetle Mısır paşalığının özgürlükçü görüşü gibi iki zıtlığı bağdaştırmak İslâm'ın yeniden hayat bulması uğrunda verilen bir çabanın başa­rıya ulaşmasından daha çok Avrupalılar'm işine geliyordu. Os­manlı halifesi de iki düşmanını birbirine vurdurmak için bu fırsa­tı ganimet bildi. Aynı zamanda Mehmet Ali Paşa emellerini ger­çekleştirmek için bu teklifi kabul etti.

Bunun üzerine Suudililer'le doğrudan temas kurabilmesi için ona Cidde vilayetim verdi. Halife, yeniçerilerden kurtulduktan sonra bu kez de (Arap Yanmadası'nda başına açılan dertlere çö­züm bulmak için) aynı zamanda, hem -bu bölgedeki- halkı birbi­rine kırdırmakla, hem de çıkacak kargaşa ve olayların aktüalitesiy-le toplumu oyalamak istiyordu.

Mehmet Ali Paşa (bir yandan harekâtı planlamaya çalışırken bir yandan da) Arap Yarımadası'ndaki iç durumları yakından izle­yip bilgi toplamak ve Mekke şerifi Galip b. Müsaid'in niyetini öğ­renmek için buraya (kimliğini gizleyen) bir istihbaratçı gönderdi. Kısa bir süre sonra da istediği gibi haberler kendisine ulaştı. Bu amaçla (önce eski yönetimin kalıntılarını temizlemek ve Mısır'da­ki gailelerden kurtulmak için) -sözde- oğlu Tosun Paşa'yı sefere çı­karmak için hazırladığı bir tören sırasında Memlukîar'ı (pusuya düşürerek) onlardan kurtuldu.

Arap Yarımadası'ndaki Vahhabiler'e karşı hamle yapacak olan Mısır ordusu H. 1226 yılının Şaban ayında hareket etmeye başladı. Bu ordu 8000 piyade 2000 süvariden oluşuyordu. Piyade birlikleri deniz yoluyla, süvariler ise genel komutan Tosun Paşa ile birlikte Arap Yarımadası'na intikal ettiler. Tosun Paşa bu sırada henüz 16 yaşını bile doldurmuş değildi. Süvari ve piyade birlikler, Yenbu'. kentinde kavuştular. Burası hemen düştü. Mekke şerifi Galip b. Müsait de bu hamleye eğilim gösteriyordu. Mısır birliklerini onun görüşü üzerine Medine-i Münevvere'ye doğru hareket etmeye başladılar. Ve güzergahları üzerindeki Bedir mevkiini işgal ettiler.

Safra yakınlarımda ise, Abdullah b. Suud el-Kebir komutasın­daki onbeşbin "kişilik Suudi ordusu ile yüzyüze geldiler. Abdul­lah'ın yanında Asir emiri Tâmî b. Şuayp ve Taif emiri (Osman el-Mudayifi de bulunuyordu.) Cereyan eden çarpışmaların sonunda Mısır ordusu bozguna uğradı. Fakat Suudililer onları arkadan ko-valamamakla büyük bir yanlışlık yaptılar. Çünkü bu durum, Mısır ordusuna dinlenme fırsatı verdi. Yeniden toparlanmaya başladılar ve destek güç istediler.

Nitekim Tosun Paşa'ya imdat kuvvetler geldi. O da bu sayede bölgede yayıldı ve Safra'yı işgal ederek H. 1227'de Medine-i Mü­nevvere'ye kısa bir kuşatmadan sonra girme imkanını buldu. Son­ra Şerif Galibin denetimi altında H. 1228'de Mekke'ye ve Cidde'ye girdi. Bu sıralarda Osman el-Mudayifi de esir alınarak önce Mı­sır'a, oradan da İstanbul'a gönderildi ve burada idam edildi.

Sonra bizzat Mehmet Ali Paşa kendisi Cidde'ye geldi. Ordusu Mekke'ye girdikten sonra o da buraya gelerek Şerif Galib'i işlerin­de çalıştırdı. Sonra da onu yakalayarak Mısır'a, oradan da Sela-nik'e gönderdi. Şerif Galip 1231'de ölünceye kadar da bu şehirde sürgün hayatı yaşadı.

Tosun Paşa, Taif yönünden Necid'e doğru açılmak istiyordu.

Fakat Turba'da iki kez bozguna uğradı. Gonfuza yoluyla Asir böl­gesine de bir hamle sevkedildi. Fakat bu birlikler de bozguna uğ­radılar. Ondan sonra Mısırlılar doğu yönünden Medine'ye doğru ilerlemeye başladılar. Ne var ki bu kez Hannakiye'de yine yenildi­ler. Aslında İngilizler, Mehmet Ali Paşa'mn -Fransız dış politikası­na daha uygun düşmesi bakımından- zafer kazanmasına hiç de sevinmiyorlardı. Bilakis onun Arap Yarımadası'nda varlık göster­mesinden çekmiyorlardı. Gerçi Suudililer'le ilişkileri zayıftı. Buna rağmen onların, Mehmet Ali'nin yayılmacılığına karşı direniş gös­termelerinden memnun idiler.

Suud el-Kebir H. 1229'da öldü. Yerine ise oğlu Abdullah geçti. Fakat babasının imkanlarına sahip değildi. Onun bu durumu Mehmet Ali'yi heveslendirdi. Bunun üzerine Mehmet Ali Vahhabi-lik davasını ortadan kaldırmayı kararlaştırdı. Bu maksatla Asir'e doğru yürüdü ve yöreyi kuzeyden ve batıdan ablukaya aldı. Ne var ki birlikleri her iki cephede de bozguna uğradılar. Bu sırada Abdul­lah b. Suud içerideki bazı hareketlere karşı uğraşıyordu. Onun için Mısırlılar'a karşı çarpışan ordusunun emir ve komutasını kardeşi Faysal'a verdi. Fakat Faysal, Taif in doğusuna düşen Bisil mevkiin­de büyük bir bozguna uğradı. Bizzat Mehmet Ali Paşa komutasın­da buraya gelen Mısırlı imdat kuvvetlerinin desteğinden sonra Faysal bu duruma düştü.

Mehmet Ali, elde ettiği bu zaferi, bölgenin sivil halkına karşı bir gözdağı olarak kullandı. Çünkü bu seferde silahsız köy ve kasa­balara ardı arkası kesilmeyen baskılar düzenledi. Öyle ki, henüz girmediği yerleşim bölgelerinde bile, sırf yaklaştığı için, halk panik içinde gelip ona teslim oluyordu. Bu şekilde iki ay kadar bölgeye yayıldı. Ve Asir'i ele geçirerek buranın emiri Tâmî b. Şuayb'ı esir aldı. Onu zincire vurarak beraberinde götürdü, Mısır'a dönünce de orada öldürdü.

Mehmet Ali'nin oğlu Ahmet Tosun ise Medine'ye gitti ve bura­dan doğuya yönelerek Ress beldesine kadar ulaştı. Sonra el-Khab-ra da karargahını kurdu. Abdullah b. Suud'un komutasındaki bir­likler de buraya geldiler. Fakat taraflar arasında herhangi bir çatış­ma olmadı. Bilakis Ress barışı adıyla bilinen bir antlaşma yapıldı.

Maddeleri şöyleydi:

1- Taraflar silahı bırakacak.

2- Mısırlılar Necid'den çekilecek, bölgeyi Al'u-Suud (Suudo-ğulları) hanedanı bağımsız olarak yönetecek.

3- Hicaz bölgesi Mehmet Ali'nin yönetimi altında kalacak, Mehmet Ali burayı Osmanlılar adına yönetecektir.

4- Taraflara mensup hiçbir hacı (hac yapmaktan} engellenme-yecektir.

5- Necid, Suriye, Mısır ve Anadolu'yu birbirine bağlayan yol­larda seyahat ve nakliyat, güvence altına alınacaktır.

Bu antlaşma gereği olarak Mısırlılar Necid'den çekildiler ve Tosun Mısır'a döndü. Fakat Mehmet Ali Paşa bu antlaşmayı red­detti. Ve oğlu İbrahim Paşa komutasında yeni bir hamle şevketti. İki tarafa ait kuvvetler Medine'nin doğusunda karşı-karşıya geldi­ler. Birinci savaşta İbrahim Paşa üstünlüğü kazanarak küçük çap­taki birkaç çarpışmadan sonra el-Khabra, Ress ve Unayza'ya girdi. Sonra Der'iyye'ye kadar seferine devam etti. Bura halkı cansipera­ne bir direnişle kentlerini savunmaya çalıştılar. Fakat sonunda Ab­dullah b. Suud çaresiz 11 Zilkade 1232 günü teslim olmak zorun­da kaldı. Buradan alınarak Mısır'a, sonra İstanbul'a götürülerek idam edildi.

Öte yandan İbrahim Paşa'mn emriyle Al'u-Suud (Suudoğulla-rı Hanedanı) le Al'u-Şeyh {Şeyh Muhammed b. Abdülvahhab'm ai­le halkı} Mısır'a sürüldüler. Yalnızca bu ailelerden gizlenenler ya da kaçanlar bu bölgede kaldılar. Sonra İbrahim Paşa Der'iye ken­tini yerle bir etti. Hurmalıklarını kestirdi ve Kahire'ye dönerek H. 1235 yılı Safer ayında buraya ulaştı. Böylece daha sonra Birinci Suudi Devleti olarak bilmen bu devlet ortadan kalkmış oldu.

Onun yerine Necid bölgesinde bu kez el-Kharc, Riyad, Huray-mala ve Burayda gibi küçücük emirlikler oluşmaya başladı. el-Ah-sa da yine eski kimliğini kazandı. Keza Mekke şerifleri de bağım­sızlıklarına kavuştular. Bunun üzerine İngilizler karşıtları olan Mehmet Ali'nin güçlenmesinden korkmaya başladılar. Dolayısıy­la Mehmet Ali'nin henüz ulaşamadığı Körfez bölgesi ile güney ta­rafları üzerinde dikkatleri yoğunlaştı.

ibrahim Paşa'nm Der'iye'den dönmesi üzerine Muhammed b. Müşari b. Muammer, Uyayna'dan gelerek bu kentin idaresine hemen sahipleniverdi. Riyad, el-Kharc ve Huraymala hariç birçok yerden bağlılık yemini aldı. Halid kabilesinden el-Ahsa emiri Ma-cid b. Uray'ır önce ona karşı savaştı. Sonra barıştılar.

Muammer H. 1235 yılına kadar Der'iye'de kaldı. Müşari b. Mes'ud ise Mısır'a götürülmekte olan Suudili esirler arasından ka­çarak buraya geldi. El-Kasıym ve Zülfı'den topluluklar onu destek­lediler. Bunun üzerine Muammer onun lehinde mevkiinden vaz­geçti. Ona bey'atte bulundu. Fakat sonra onu aldattı. Ve Osmanh-lar'la gizlice haberleşerek ona karşı savaştı. Ve üstünlük elde edip onu Osmanlılar'a teslim etti. Osmanlılar da onu öldürdüler. Bunun üzerine b. Muammer Der'iye idaresini yeniden ele geçirdi.

Suudi ailesinden Türki [10] b. Abdullah b. Muhammed b. Suud,

Mısırhlar'ın baskınları sırasında el-Kharc'a kaçmış ve Der'iye İbra­him Paşa tarafından ele geçirildiği sırada orada gizlenmişti. Sonra amcasıoğlu Müşari'nin, Der'iye'de hükümdarlık ettiği günlerde o da Riyad'ın yönetimim teslim aldı. Muammer tekrar Der'iye'ye dö­nünce üzerine yürüdü ve 1236'da onu öldürdü. Ancak Osmanlı güç­leri tekrar Riyad'a gelerek onu 1237'de buradan çıkmak zorunda bı­raktılar. Bir süre sonra Türki buraya yeniden dönmeyi, ve Osmanlı güçlerini yenerek 1240 yılında onları buradan çıkarmayı başardı. Bunun üzerine Necid'den gelen heyetler, ayrıca 1244'de Oman hal­kı onun yönetimine bağlılıklarını açıklayıp o da Beni Halîd Haneda­nına karşı üstünlük kazanınca el-Ahsa halkı da gelip ona bey'atte bulundular. Böylece Suudi Devleti yeniden kurulmuş oldu ve İkinci Suudi Devleti olarak tanındı. Der'iye yerine bu kez Riyad bu devle­tin merkezi oldu. Aynı zamanda devletin yönetimi bu defa aynı ha­nedanın kollan olan Abdülaziz b. Muhammed ailesinden Abdullah b. Muhammed ailesine geçti. Bu gelişmeler Mısır'da hapiste bulu­nan esir aile fertleri tarafından duyulunca ümitleri yeşermeye baş­ladı. Ve devletlerinin yeniden kurulduğu haberi, onları zindanlar­dan kaçmak için cesaretlendirdi.

Nitekim aralarından biri bunu başardı. Bu da Müşari b. Ab-durrahman dır. H. 1242'de hapisten firar etti. Onu, Faysal b. Türki b. Abdullah izledi. Faysal 1243'te Necid'e ulaştı. Yeni devletin te­mellerini oturtma çalışmalarında babasına yardımcı olmak için çaba harcıyor, babasına karşı girişilen direniş hareketleriyle müca­dele ediyordu. El-Katıyf'ı kuşattığı bir sırada, yönetimi ele geçirme hevesinde olan kizkardeşinin oğlu Müşari b. Abdurrahman b. Ha­san b. Müşari b. Suud tarafından 29 Zilhicce 1249 günü babasının Öldürüldüğü haberini aldı.[11]

 

İkinci Suudi Devleti

 

Faysal B.Turkı

 

Faysal b. Türki, el-Katıyf kuşatmasını kaldırdı ve babasının öl­dürüldüğü haberini alınca Riyad üzerine yürüdü. Abdullah b. Re-şid, 1250 yılı başlarında Reşid b. Müşari b. Abdurrahman'ı öldür­mesi üzerine yönetimi ele geçirmeyi başardı. El-Katıyf kuşatması sırasında Abdullah b. Reşid, Faysal b. Türki ile beraberdi. Ondan sonra da Faysal, Necid imamı öldu. [12]

Mehmet Ali Paşa'nın daha sonra dış politikası değişti. Çünkü kendi adına geniş topraklar üzerinde güçlü bir devlet kurmak isti­yordu. Ne var ki Arap Yarımadası'nda ona karşı gelişen siyasi hare­ketler cereyan etmeye başladı. 1243'te Mekke şerifi Yahya b. Surur önce ona karşı ayaklandı. Mehmed Ali bu ayaklanmayı bastırdı. Yahya b. Surur'u azlederek yerine Muhammed b. Abdülmuin b. Avn'ı geçirdi. Ayrıca Asir'de Aid b. Mer'î baş kaldırdı ve Mehmed Ali'nin kuvvetleri burada bozguna uğradılar.

Faysal b. Türki'nin, Necid'deki devleti ise gün geçtikçe güçle­niyordu. Mehmed Ali, Suudi Hanedam'ndan bir başkası aracılı­ğıyla bu devleti içerden vurmak istiyor, ya da faydalanmak için bu sülaleyi parçalamak istiyordu. Bu amaçla Halid b. Suud b. Abdüla-ziz b. Muhammed b. Suud'u bir ordunun başında Faysal b. Türki üzerine şevketti. Halid 1253'te Necid'i kuşatmayı başardı ve Ri-yad'a girdi. Bunun üzerine Faysal b. Türki şehirden çıkarak el-Kharc'a hareket etti. Oradan da el-Ahsa'ya gitti.

El-Kharc, el-Huta el-Harik halkı Halid b. Suud'a boyun eğme-mişlerdi. O, bu taraflara yönelince bölgenin kuvvetleri karşısında yenilmişti. Bu durum ise Faysal b. Türki'nin el-Ahsa'dan gelerek Ri-yad'ı kuşatmasına sebep oldu. Fakat bu sırada Vadi'd-Devâsir yo­luyla Asir'e gitmekte olan bir Mısır imdat gücü Halid'in yardımına gelerek Faysal'ı Riyad kuşatmasından vazgeçmeye ve onu el-Kharc'a gitmeye mecbur etti. Aynı zamanda Halid b. Suud'un kuv­vetleri Faysal'm üzerine yürüyünce onu bozguna uğrattı. Faysal ise barış istemek zorunda kaldı. Sonuçta yakalanarak Mısır'a sürüldü. [13]

 

Halid B. Suud

 

Halid b. Suud, yönetimde sadece bir şekilden ibaretti. Aslında ülkeyi gerçek anlamda yöneten Hurşit Paşa idi. Onun için Necid halkı Halid'den nefret ediyorlardı. [14]

 

Abdullah B. Sinyan

 

Abdullah b. Sinyan, İbrahim b. Sinyan b. Suud, Halid'e karşı ayaklandı. Necid halkı da onu desteklediler. Bu yüzden Halid el-Ahsa'ya, oradan Kuveyt'e, oradan da Mekke'ye kaçmak zorunda kaldı. Ölünceye kadar da Mekke'de bulundu. Abdullah b. Sinyan, Riyad'dan Necid'i yönetiyordu. Şartlarda uygundu. Çünkü Mısır valisi Mehmet Ali, Suriye'de yenilmiş ve otorite alanını Mısır'la sı­nırlayan Londra antlaşmasını imzalamak zorunda kalmıştı. Bu durum ise onun, askerlerini Arap Yarımadası'ndan geri çekmesini gerektirdi. Ondan sonra da Halid'in artık hiçbir destekçisi kalma­dı. Bu sebeple de Abdullah b. Sinyan, yönetimi ele geçirmeyi ba­şardı ve 1259'a kadar da işbaşında kaldı.

Sonra Faysal b. Türki Mısır'daki hapsinden çıkarak beş yıllık bir zindan hayatının ardından Hail'e hareket etti. İlk arkadaşı Ab­dullah b. Reşid'e misafir oldu. Sonra Riyad üzerine yürüyerek şeh­ri kuşattı ve aldı. Abdullah b. Sinyan'ı ele geçirerek onu zindana attı. Çok geçmeden 1259'da Abdullah b. Sinyan hapiste öldü. Böy­lece Faysal b. Türki, ikinci kez Necid'in rakipsiz efendisi oldu. [15]

 

Faysal B. Türki (İkinci Kez)

 

Faysal b. Türki, H. 1260'ta el-Ahsa ve eî-Katıyf ı dize getirmeyi başardı. Bu suretle de etki alanı çok genişledi. Aynı zamanda Ab­dullah b. Reşid, Hail'i onun adına yönetiyordu. Buna ilaveten Asir'i yöneten ATu-Aız (Aızoğullan) onunla çok iyi ilişkiler içinde idiler. Onların da etki alanı, Yemen taraflarında Tuhama'da hatta Eritre kıyılarına yakın Dahlak Adaları'na kadar yayılmıştı.

1263 yılında Mekke şerifi Muhammed b. Abdülmuin b. Avn Necid'e yürüdü. Unayza'ya ulaşınca burada Faysal b. Türki ile ba­rış yaptı ve ona hediye sunarak tekrar geldiği yere döndü. Oman halkı, bu ülke üzerindeki İngiliz egemenliğine rağmen zekatını İmam Faysal'a Ödüyordu. Aynı zamanda Suudi Devleti'ne bağlılı­ğını açıklıyor, İngiliz yönetimini ise tanımıyordu.

Bu sırada Osmanlı Devleti Faysal'dan yararlanarak, Aızoğulla-rı liderliğinde Osmanlılar1 a karşı ayaklanan Asirliler'i sindirmek için çaba harcadıysa da İmam Faysal kayda değer bir yardımda bulunmadı. Çünkü Faysal Asir emirliğiyle çok iyi ilişkiler içindeydi. Faysal H. 1282'de öldü. Geriye dört evlat bıraktı. Bunlar: Abdul­lah, Muhammed, Suud ve Abdurrahman'dır. [16]

 

Abdullah B. Faysal

 

Babasından sonra yönetimi, Faysal'ın en büyük oğlu Abdullah üstlendi. Fakat eî-Kharc valisi bulunan kardeşi Suud ona karşı ayaklandı. Ancak yenilenerek Asir'e kaçtı ve Asir Emiri Muham­med b. Aız'dan, kardeşi Abdullah'a karşı yardım isteğinde bulun­du. Ne var ki ondan, kardeşiyle barışması konusunda verdiği öğüt­lerden başka bir şey alamadı. Dolayısıyla onu bırakarak bu kez de Necran'a baş vurdu.

Bu bölgenin liderleri olan Mekarime ve Murraoğulları onu desteklediler. Bunun üzerine büyük bir kalabalık toplayarak bira­derinin üzerine yürüdü. Fakat yenilerek aynı zamanda yararlandı ve doğuya, oradan da el-Bureymi vahasına çekildi. Burada yeni­den toparlanarak biraderinin üzerine yürüdü. Fakat bu kez üstün­lük elde etti. Bu yüzen Abdullah, Riyad'ı terketmek zorunda kaldı. Şu var ki Suud, bir türlü şehre girme cesaretim gösteremiyordu. Çünkü Riyad'a girecek olursa şehri koruyacak yeterli bir gücü bul­makta tereddüt ediyordu. Bu yüzden Abdullah tekrar Riyad'a döndü. Suud ise Hail Emiri Abdullah b. Raşid'den ve Osmanlı­lar'in Bağdat valisinden yardım almak için çabaladı. Fakat bu her iki yerden de destek bulamadı. Buna rağmen hep savaşmak için kararlılığını sürdürdü. [17]

 

Suud B. Faysal

 

Suud 1288 yılında biraderinin Riyad'daki kuvvetleri üzerine saldırarak şehre girdi. Bunun üzerine Abdullah, Riyad'ı terkederek güneydeki Kahtan kabilelerine sığındı ve buradan tekrar Riyad'a dönme yollarını aradı. Fakat giriştiği mücadelede yenildi. Sonra el-Ahsa'yi işgal etmiş bulunan Osmanhlar'dan yardım istedi. Bu sırada Riyad halkı Suud'a karşı ayaklanarak onu devirdiler. Yerine ise amcası Abdullah b. Türki'yi geçirdiler. [18]

 

Abdullah B. Faysal (İkinci Kez)

 

Abdulah b. Faysal doğu bölgesinden Riyad'a gelince, iki ay ka­dar yönetimin başında kalmış olan amcası Abdullah b. Ttirki ye­ğeni lehinde mevkiinden vazgeçti. Suud b. Faysal ise H. 1289'da el-Kharc'a kaçtı. [19]

 

Suud B. Faysal (Üçüncü Kez)

 

Suud b. Faysal'ın yandaşları el-Kharc bölgesinde etrafında ye­niden toparlanınca, başlarına geçerek Riyad üzerine yürüdü. Kar­deşi Abdullah'ı yenerek şehre girmeye muvaffak oldu. Abdullah ise Kuveyt'e kaçtı. Suud b. Faysal bu kez el-Harsa'yı yeniden geri almak için çaba harcayarak İngilizler'den de yardım istedi. Fakat İngilizler işe karışmayı kabul etmediler. Bu sefer de Osmanh­lar'dan el-Ahsa'dan çekilmelerini istedi. Ancak onlar da bu isteğe uymadılar. Bilakis ona karşı, biraderi Abdullah'ın yanında yerleri­ni aldılar.

Ondan sonra Abdullah ile Suud kardeşler, aralarında anlaşa­rak el-Ahsa'da bulunan Osmanlılar'a saldırmak için çalışmalara başladılar. Fakat bu çabalarında başarısızlığa uğradılar. Sonra Os­manlılar el-Ahsa'dan çekildiler, ya da bulaşıcı hastalıkların çevre­de yayılması nedeniyle buraları terketmek zorunda kaldılar. On­lardan sonra bölge, Osmanlılar'ın Basra'daki valilerine bağlı olan mahalli liderlerin yönetimi altına girmiş oldu. Bu sırada Bağ­dat'tan dönmekte olan Abdurrahman b. Faysal ayaklandı ancak başarı gösteremedi. [20]

 

Abdurrahman B. Faysal

 

Suud b. Faysal 1291 yılında ölünce Riyad halkı, onun küçük kardeşi Abdurrahman b. Faysal'ı kendilerine hükümdar seçtiler. Çünkü Suud b. Faysal, hayatının son demlerinde ona yakınlık gös­teriyordu. Fakat Abdurrahman hükümdar olunca, ilk başlarında kendisini destekleyen (yeğenleri) Suud'un oğullarına ters düşmeye başladı. Onlar da amcalarıyla bozuştular ve ona karşı çıkmaya başladılar. Amcaları iki yıl kadar Riyad'ı yönetmişti. Şehrin yöneti­mini elinden aldılar. [21]

 

Abdullah B. Faysal (Üçüncü Kez)

 

Faysal'm oğullan, kendi aralarında anlaşarak en büyükleri olan Abdullah'ı başlarına hükümdar seçtiler ve Riyad'a girerek kardeşleri Suud'un oğullarını buradan çıkarmayı başardılar. Bu yönetim H. 1302'ye kadar devam etti. [22]

 

Muhammed B. Suud B. Faysal

 

Suud'un çocukları tekrar Riyad'a dönüp amcaları Abdullah'ı yakalayarak zindana atmayı başardılar. Yönetimi ise en büyükleri olan Muhammed b. Suud üstlendi. Faysal'ın çocuklarıyla torunla­rı arasında sürüp giden bu siyasi çekişmeler hem aileyi hem de yö­netimi zayıf düşürdü, kargaşaya sebep oldu; güvenlik ortadan kalktı; vatandaşlar sıkıntı içerisine girdiler. Tabii ki bu durum aynı zamanda civardaki hükümdarları da, Necid'in yönetimini ele ge­çirmek için cesaretlendirdi. Özellikle Hail liderleri olan Ahi Reşid hanedanının bu ülkeye göz dikmelerine sebep oldu. [23]

 

Al'u-Reşîd Dönemi

 

Muhammed b. Abdullah b. Reşid, kardeşi oğlu Muhammed b. Suud'un zindanında tüneyip duran dünürü Abdullah b. Faysal'ı kurtarmak ve onu tekrar işbaşına getirmek amacıyla Hail'den Ri-yad üzerine yürüyerek şehri aldı ve dünürünü zindandan çıkarak onu ve kardeşi Abdurrahman b. Faysal'ı beraber Haile götürdü. Sonra Riyad'a bir muhafız gücü bırakarak şehirden ayrıldı. Yöne­timi ise kendi denetim ve kontrolünün altında bulunması şartıyla Muhammed b. Suud'a bıraktı.

Bir süre sonra da Faysal'ın (Hail'e beraber götürmüş oldu) iki oğluna Riyad'a geri dönmeleri için izin verdi. 6 Rabiussani 1307 günü buraya ulaştılar. Riyad'a varmalarından iki gün sonra Abdul­lah Öldü. Abdurrahman ise şehrin halkı tarafından Riyad'a hü­kümdar seçildi. Bunun üzerine Hail Emiri Muhammed b. Abdul­lah b. Reşid buradaki muhafız gücünü geri çekti. [24]

 

Abdurrahman B. Faysal (İkinci Kez)

 

Reşid Hail'e döndükten sonra Riyad üzerine yeni bir hamle şevketti. Bu ordu el-Kasıym'a ulaşıp buranın halkına karşı üstün­lük elde edince Abdurrahman b. Faysal Riyad'dan ayrılıp el-Ah-sa'ya gitmek zorunda kaldı. Sonra el-Katıyf a oradan da Kuveyt'e geçti. Ardından Katar'a döndü, sonra Bahreyn'e geçti ve nihayet Hicri 1309'da Kuveyt Emiri O'na ülkesinde yerleşebileceğine dair izin verdi. Bu arada Alu Reşid kuvvetleri de Riyad'a gridiler ve Ri­yad artık bu emirliğe bağlanmış oldu. Suudi Devleti de işte bu şe­kilde ikinci kez ortadan kalktı. [25]

 

Necid'de Al'u-Reşid Yönetimi

 

Alu Reşid Hanedam'nın Necid üzerindeki egemenliği H. 1307 yılından H. 1319 yılına kadar, yani yaklaşık oniki yıl devam etti. Bütün bu süre içerisinde Necid'in devrik hükümdarı Abdurrah­man b. Faysal Kuveyt'te sürgün hayatı yaşadı. Sonra, Kuveyt yöne­timini elinde bulunduran hanedanın üyeleri birbirlerine düştüler, aralarında siyasi çekişmeler cereyan etti.

Kuveyt Emiri Şeyh Mübarek'in yeğenleri (kardeşlerinin oğul­ları) ona karşı ayaklandılar. Fakat girişimlerinde başarısızlığa uğ­radılar. Bunun üzerine İngilizler'le anlaşmış bulunan amcaları Mübarek'e karşı Irak'a sığınarak Osmanlılar1 m buradaki valile­rinden yardım istediler. Osmanlı valileri de Şeyh Mübarek'in ye­ğenlerine yardım etme işini, Hail Emiri Abdülaziz b. Mut'ib'e ha­vale ettiler. Bunun üzerine Abdülaziz b. Mut'ib savaş hazırlıkları­na başladı. Aynı zamanda Şeyh Mübarek de bu hazırlıkların içi­ne girdi.

İşte bu sırada Necid'in, Kuveyt'de sürgündeki hükümdarı Ab­durrahman b. Faysal'm oğlu Abdülaziz b. Abdurrahman b. Faysal Kuveyt Emiri Şeyh Mübarek'e bir kuvvetin başında Riyad üzerine yürümesi ve burayı Alu Reşid Hanedanı'nı elinden alması için or­taya bir fikir attı. Ona göre bu suretle Alu Reşid yönetimi zayıflaya­cak ve Şeyh Mübarek onlara büsbütün hakim olacaktı.

Nitekim bu fikir kabul gördü. Bunun üzerine Abdülaziz bir kuvvetin başında Kuveyt'ten hareket ederek Riyad üzerine yürüdü ve H. 1318'de şehri kuşatma altına aldı. Fakat geri çekilmek zorun­da kaldı. Çünkü Şeyh Mübarek ATu-Reşid kuvvetleri karşısında yenilgiye uğramıştı.

Birinci başarısızlık Abdülaziz b. Abdurrahman'ı amacından saptırmadı. 1319 yılında, Riyad'a ikinci kez saldırdı ve şehre gire­rek Al'u-Reşid Hanedanı tarafından Riyad Emiri olarak görevlen­dirilen Aclan b. Muhammed'i idam etti. [26]

 

Abdülaziz B. Abdurrahman

 

Abdülaziz b. Abdurrahman Riyad'ı ele geçirdikten sonra sınır­larını genişletmeye ve yayılmaya başladı. 1321'de el-Veşim ve Sü-deyr'e hakim oldu.

Ertesi yıl Burayda ve Unayza'yı da ele geçirdi. Hail Emiri Ab­dülaziz el-Mut'ib'i öldürdükten sonra ancak 1324'de el-Kasıym'ı alabildi. Hail Emirinin oğlu el-Mut'ib, Riyad Emiri Abdülaziz b. Abdurrahman lehinde el-Kasiym'dan vazgeçti.

Öldürülen Mut'ib b. Abdülaziz'in amcasıoğlu Hail'in yeni Emiri, (Alu Ubeyd Hanedanı'ndan) Sultan b. Hammud ile, düş­manları olan Necid Emiri arasında savaş yeniden kızıştı. Bu savaş­lar nihayet Riyad Emiri Abdülaziz b. Abdurrahman'ın kesin zafe­ri ve Alu Reşid sülalesinin de teslim olmasıyla sonuçlandı. Hâil Emirliğinin liderleri olan Alu Reşid (Reşidoğullan) Hanedanı'nı parçalayan, sebep ise düşmandan çok aralarında sürüp giden taht ve mevki kavgaları oldu. Sonunda Hail Emirliği 1340 yılında Necid Emirliğinin topraklarına katılmış oldu.

Osmanlı Devleti'nin, Balkan savaşlarıyla meşgul olduğu ve za­yıf düştüğü sıralarda Abdülaziz b. Abdurrahman H. 1331'de el-Ah-sa'ya hakim oldu. Ayrıca 1341'de Asir'i, 1344'de Hicaz'ı ve 1345'te deTuhama'yı topraklarına katarak bu parçalardan oluşan Devlete:

"el-Memleketü'1-Arabiyyetü's-Suudiyye", yani Suudi Arabis­tan Krallığı adını verdi.

Bu suretle de, bölgede serpili bulunan ve -çok kısa süreler ha­riç- aralarındaki siyasî kavgaların bir türlü dinmek bilmediği düş­man devletçiklerin ve kavgalı bölgelerin sayısını azaltmış oldu. Onların yerine ise sınırları bir hayli geniş, bölgedeki parçalı yöre­leri bünyesinde birleştirmiş büyük bir devlet kurmuş oldu. [27]

 

Hâil'deki Âl'u-Reşîd Emirliğliği

 

Al'u-Reşîd Hanedanı, ünlü Tay kabilesi'nin kollarından olan Şammar oymağındandırlar. Şammar oymağına mensup sülaleler, bu kabilenin ve yaşadıkları bölgenin liderliği üzerinde eskiden be­ri kavga ederlerdi. Sonraları bu liderlik, kabilenin oymaklarından olan Abda sülalesinin eline geçti. Hicri 12. yüzyılın ortalarında Bi­rinci Suudi Devleti kurulduğunda Şammar oymağının lideri el-Carba adında biriydi. El-Carba, düşmanlarıyla giriştiği bir savaşta yenilgiye uğramış ve aşiretiyle birlikte yurdundan çıkarılarak Irak'a sürülmüştü. Sonra Şammar oymağının liderliğini ATu-Ali (Alioğulları) diye tanınan başka bir sülale üstlendi. Bunlar da ay­nen Arap Tay kabilesinin oymaklarından biridirler. Çok geçmeden bu ailenin üyeleri arasında da kavgalar cereyan etti.

Sonunda ileri gelenlerden Abdullah b. Ali b. Reşid bölgenin li­derliğine amcasıoğlunu getirdi. Kendisi ise Necid'e gitti ve Faysal b. Türki ile yoldaş oldu. Onunla birlikte el-Katiyf kuşatmasına ka­tıldı. Bu kuşatma sırasında iki arkadaş Faysal'ın babası Türki b. Abdullah'ın Öldürüldüğü haberini aldılar. Bunun üzerine Faysal, kuşatmayı bırakarak Riyad'a döndü. Beraberinde Abdullah b. Re­şid de vardı. Daha sonraları Faysal'ın düşmanı, işte bu Abdullah b. Reşid'in eliyle öldürüldü.

Faysal, Necid'in idaresini eline geçirince, arkadaşı Abdullah b. Reşid'e amca çocukları olan düşmanlarına karşı destek verdi ve H. 1250 yılı başlarında Hail bölgesinin liderliğini ele geçirmesine yar­dım etti. İşte bu suretle de Al'u-Reşîd (Reşidoğullan) emirliği mey­dana geldi.

Abdullah b. Ali b. Reşid, Hâil Emirliği mevkiinde oturarak bu­raya Faysal b. Türld'yi temsil etmeye başladı. Öldüğü 1275 tarihi­ne kadar bu mevkide kalan Abdullah b. Ali'ye kardeşi Ubeyd b. Ali b. Reşid hep destek oldu. Abdullah ölünce Talâl, Mut'ib ve Mu-hammed adlarında geriye üç erkek çocuk bıraktı.

Abdullah'tan sonra Emirliği, oğlu Talal aldı ve intihar ettiği H. 1283 tarihine kadar da bu mevkide kaldı. Sonra yerine kardeşi Mut'ib b. Abdullah geçti. Fakat kardeşi Talat'ın çocukları ona kar­şı ayaklandılar ve 1285 yılında onu devirerek öldürdüler. Araların­da Bender b. Talâl, Emirliğin idaresini üstlendi. Fakat çok geçme­den H. 1288 tarihinde amcası Muhammed tarafından öldürüldü. Bu kez de emirliğin başına İşbu Muhammed geçti ve Bedir hariç, kardeşi Talal'in bütün oğullarını Öldürdü. Bedir ise çöle kaçtı. Fa­kat Emir Muhammed'in köleleri onu da yakalayıp öldürdüler. Bu suretle ortalık Emir Muhammed b. Abdullah lehinde yatıştı. O da Burayda Emirleri olan Ebü'l-Khayl hanedanından APu-Mehnâ (Mehnâoğulları) ile anlaşarak Necid üzerine yürüdü ve bölgenin bütün şehirlerini teker teker ele geçirerek Riyad'a kadar ulaştı. Ni­hayet buraya da girdi. Aynı zamanda kardeşioğlu Muhammed b. Suud'un zindanında yatmakta olan Abdullah b. Faysal'i salıverdi. Sonra el-Kasıym halkıyla ihtilafa düşerek sonunda onlara ve ken­dilerine destek veren Abdurrahman b. Faysal'a karşı üstünlük el­de etti. Bu yüzdendir ki Abdurrahman b. Faysal, ailesini, çoluk ço­cuğunu da alarak Doğu bölgesine göç etmek ve Kuveyt'de yerleş­mek zorunda kaldı. Hâil Emiri Muhammed b. Abdullah ise H. 1315 yılında öldü. Yerine geçecek erkek çocuğu yoktu.

Muhammed b. Abdullah'tan sonra yerine kardeşioğlu Abdüla­ziz b. Mut'ib, Hail'deki Al'u-Reşid Emirliğinin idaresini üstlendi. Abdülaziz Kuveyt'e göz dikmişti. Onun için buranın Emiri Şeyh Mübarek es-Sabah'la karşı karşıya geldi. Onunla yaptığı savaşta daha ilk adımlarında bozguna uğradı. Sonra H. 1318 yılı Zilkade ayında el-Kasıym'da cereyan eden es-Sarîf meydan savaşında bu kez zafer kazandı. Böylece Necid bölgesi onun idaresi altına girmiş oldu. Bu sıralarda Suudi hanedanından (vaktiyle Kuveyt'e sığın­mış olan) Abdurrahman'm oğlu Abdülaziz (Al'u-Reşîd haneda-ni'nın yönetimi altında bulunan) Riyad'ı kuşatmakla meşguldü. {Kuveyt güçlerinin, Al'u-Reşid kuvvetleri karşısında yenildiğini duyunca) Riyad kuşatmasını kaldırıp Kuveyt'e dönmek zorunda kaldı. Reşid (Abdülaziz b. Mut'ib) de Kuveyt'e doğru yürüyordu.

Bu durum, Kuveyt Emiri Şeyh Mübarek'in paniğe kapılarak Britanya hükümetinden yardım istemesine ve Kuveyt'i koruması talebinde bulunmasına yol açtı. Bunun üzerine Şammar Emiri (yani Abdülaziz b. Mut'ib) hederlerinden geri adım atmak duru­munda kaldı. Çünkü artık (İngilizler'in karşısında) Kuveyt'e gire-miyeceğini anlamıştı.

Suudoğulları'ndan Abdülaziz b. Abdurrahman H. 1319 yılında ikinci kez Riyad üzerine yürüdü. Ve bu defa şehre girmeyi başara­rak Al'u-Reşid sülalesini buradan kovdu. Ondan sonra da taraflar arasında savaşlar başladı. Suudoğulları, Reşidoğullarına karşı üs­tünlük kazandılar ve Reşidoğlu Abdülaziz b. Mut'ib, el-Kasıym'da Ravzatu Mehnâ meydan savaşında öldürüldü (Yıl. H. 1324). Yerine ise, oğlu Mut'ib geçti. Mut'ib, yapı olarak barışçı bir ahlâka sahipti. Abdülaziz Al'u-Suud'la barış yaptı ve onun lehinde el-Kasıym böl­gesinden vazgeçti. Böylece egemenlik alanı, Şammar bölgesi ve buraya bağlı yörelerle sınırlı kalmış oldu. Mut'ib, aynı yıl içinde amcası Hammud b. Ubeyd'in oğulları tarafından öldürüldü.

Bu sefer de Hail Emiıliği'nin idaresini aynı sülaleden sulan b. Hammud b. Ubeyd üstlendi. Harb, Şammar ve Mutayr kabilele­rinden oluşan kuvvetlerin başına geçerek Suudi Lideri Abdülaziz Al'u-Suud'un üzerine yürüdü. Abdülaziz (Abdurrahman) Al'u-Su-ud ise Oteyba ve Kahtan kabilelerinden oluşan bir ordunun başın­da bulunuyordu. İki kuvvet arasında et-Tarfiya mevkiinde bir meydan savaşı cereyan etti. Ve b. Reşid (yani Hali Emiri Sultan b. Hammud b. Ubeyd) yenik düştü. Çok geçmeden de H. 1326'da kardeşi Suud onu öldürdü. Ve yerine idareyi ele geçirdi. Fakat Ab-dullah b. Talâl da kalleşlik ederek onu öldürdü. Ne var ki sonunda Abdullah b. Talal da öldürüldü.

Hâil'deki ATu-Reşid Emirliği'nin bu sefer de idaresini Abdul­lah b. Mut'ib üstlendi. Yaşı henüz küçüktü. Amcasıoğlu Muham-med b. Talal'dan çekiniyordu. Bu yüzden yönetimi onu bıraktı ve Riyad'a kaçarak Necid Emiri Abdülaziz (b. Abdurrahman) Al'u-Suud'a sığındı.

Böylece Abdullah b. Mut'ib'in yerine yönetimi Muhammed b. Talâl ele alarak Suudililer'e karşı savaşla artık meşgul olmaya baş­ladı. Bir ara yenilerek başkenti Hail'de direnmeye çalıştı. Fakat şehrin etrafındaki kuşatma uzun sürünce usandı ve perişan oldu. Başka bir seçenek kalmadığını görünce de teslim oldu. Bu suretle Suudililer Hâil'e girerek burayı ele geçirmelerinde kendilerine yardımcı olan İbrahim es-Sebhân'ı şehre vali tayin ettiler. (H. 1340) İşte bu şekilde Al'u-Reşid emirliği de ortadan kalkmış oldu.

Al'u-Reşid (Reşidoğulları) hanedanı, çok cesur ve baş eğmez bir huyu sahip idiler. Fakat kardeşler ve akrabalar arasındaki silah­lı kavgalar bu ailenin ileri gelenlerinden birçoğunu yok etti. Bun­lar aynı zamanda adalet ve hamiyetle de tanınıyorlardı. Kendi ara­larındaki kavgaların içinde toplumu da çekmiyorlardı. Bu dövüş­leri sadece aralarında sınırlamışlardı. [28]

 

Asır Emirliği

 

Asîr yaylası Mekke şerifleri adına Emeviler'den, Süryaniler so­yundan geldiklerini ileri süren, hatta bunu daha da belirgini eş tire -rek Yezid'in torunları olduklarını söyleyen bir sülale tarafından yö­netilirdi. Dolayısıyla bunlara Yezidiler Ailesi denirdi. Bu haneda­nın üyeleri arasında siyasi rekabet ve liderlik yarışı yüzünden kav­galar ve çekişmeler sürüp gidiyordu. Bu yüzden bir kısmı Şaaf yö­resine çekilerek yalnızlığı tercih ettiler. Diğer kısmı ise Hicaz Şerif­leri adına bölgenin idaresini üstlenerek Ebha'da kaldılar.

Bu Asîr emirlerinden bazıları kimi zaman (egemenlikleri altın­da bulundukları) Mekke şeriflerine karşı baş kaldırıyor, siyasi et­kinliğini ya da otorite alanını Tuhama'nm bazı bölgelerine kadar yaymaya çalışıyordu. Bazan da Yemenli yöneticilerin siyasi etkin­likleri onların bulunduğu yaylalara kadar yayılıyor, bu takdirde de onlar Yemen hükümdarlarının otoritesine bağlanıyorlardı. Şeyh Muhammed b. Abdülvahhab'm, Necid'de-selefilik çağrısı başla­yıncaya kadar da bu durum böyle sürüp gitti.

H. 1215 yılı başlarında ilim tahsil etmek (öğrenim görmek için) Asîr'den Der'iye'ye bir grup öğrenci gelmişti.

Bunların arasında Surât'u-Asîr kabilelerinden biri olan Rabî-atu Rufeyda'ya mensup Muhammed b. Amir ve kardeşi Abdul-vahhab adında el-Mütehammi kabilesinden iki öğrenci de vardı. Bölgenin gençlerinden bir grup öğrenci de bunlarla beraber bulunuyordu. Bu iki kardeş, memleketlerine dönmek isteyince Der'iye Emiri Abdülaziz b. Muhammed b. Suud, bunlara, muhitlere olan Asîr'de Selefilik davasını yayma ve koruma görevini verdi. Ancak Asîr'e varınca, birer siyasi lider gibi davranmaya başladılar. Bunu gören bölgenin on günkü Emiri Al'u-Yezid (Yezidoğulları)ndan Muhammed b. Ahmed b. Muhammed bu ki kardeşin davranışları­na karşı harekete geçti. Bunun üzerine kardeşler Der'iye Emirin-den yardım istediler. O da kendilerine bir kuvvet gönderdi. Kar­deşler, bu kuvvet sayesinde bölge emirine karşı silahlı harekâta geçmeyi becerdiler ve ona üstün geldiler. Hatta Asir Emiri bu sa­vaşta öldürüldü ve kardeşlerden Muhammed b. Amir el-Müte-hammi H. 1216'da bölgenin idaresini ele geçirdi. Tabab kasabası­nı da yönetimi için merkez edindi.

İşbu Muhammed b. Ebu Amir Ebu Nokta lakabıyla tanındı. Esasen dedesi, gözbebeğinin üzerinde bulunan bir noktadan se­bep bu lakapla isim yapmıştı. Sonra gerek kendisi gerekse soyun­dan gelenler hep bu lakapla meşhur oldular. Etkinliği sebebiyle bu Ebu Nokta Elma' kabilesinin ileri gelenlerini dize getirdi. Sonra H. 1218'de Der'iye'ye gitti. Dönüşü sırasında yakalandığı çiçek hasta­lığından öldü ve Bişe kasabasında defnedildi. [29]

 

Abdülvahhab El-Mütehammi

 

Abdülvahhab b. Amir (el-Mütehammi), yerine Asır Emirliği­nin yönetimini geçici olarak kardeşi Muhammed'e bırakıp, Mekke şerifi Galip b. Müsaid'e karşı uzun süren savaşlara girişti. Onunla onüç kez çarpışarak hepsinde de üstünlük kazandı. Tuhama Böl-gesi'nde de şeriflere karşı silahlı mücadelelerde bulundu. Bu yöre­de bulunan Ebuariş beldesinin Emiri ATu-Hayrât (Hayratoğullan) ailesinden Ali b. Haydar idi. Sabya kentini ise onun adına amcası Nasır b. Muhammed yönetiyordu. Sonra, Nasır, oğlu Mansur le­hinde bu mevkiinden vazgeçti. Esasen bu bölge Yemen'in ege­menliği altında bulunuyordu. Abdülvahhab'm Tuhama emirleriy­le mücadelesi sürüp gitti, ta ki bir zaman sonra bu emirler ona bo­yun eğip Selefilik davası için çalışacaklarını kabul edinceye kadar.

Ne var ki Hammûd Ebu Mismar Abdülvahhab'm yönetimine bağ­lanmış olmaktan rahatsızlık duyuyor, bunu kendine yediremiyor-du. Bu nedenle özerk olmak ya da bağımsızlığını kazanmak isti­yordu. Bu sebeple aralan yeniden bozuldu. Bu arada Der'iye yöne­timi, Abdulvahhap'tan, Ariş'te Şerife karşı savaşması emrini ver­di. Bunun üzerine Abduîvahhab Şerife karşı harekete geçti ve iki taraf arasında kızgın bir savaş cereyan etti. Abdülvahhab'm ordu­su, Şerifin ordusunu yendi. Fakat bu ordu, komutanı Abdulvah-hab'ı savaş alanında kaybetti. Yıl 1224. [30]

 

Tami B. Şuayb

 

Der'iye yönetiminin emri üzerine Asîr emirliğini, Abdülvah­hab b. Amir'in yerine Tami b. Şuayb devraldı ve San'a İmamı Ah­med b. el-Mansur'dan destek almakta olan Ebuarîş Emiri Şerif Hammûd Ebû Mismar'a karşı giriştiği mücadelelerine devam etti. H. 1225'te Taif Emiri Osman el-Mudayifi bir askeri kuvvetin başın­da Tâmi b. Şuayb'm yardımına geldi ve eş-Şakıyk limanında bir araya gelip buradan birlikte Şerif Hammûd üzerine yürüdüler. Onu yenerek Cizân ve el-Lahya'yı aldılar. Hac mevsimi gelince Mekke şerifi Hammûd, Sabya, Bîşe ve Derb'i-Beni Şâbe kentlemi-den Tâmî b. Şuayb lehinde vazgeçmesine karşılık Der'iye Emiri Abdülaziz b. Muhammed b. Suud ile barış yaptı. Artık bu üç kenti İmam Abdülaziz b. Muhammed adına Tâmî b. Şuayb yönetecek­ti. Aynı zamanda Yemen'deki limanların gelirlerinden de yıllık bir vergi şerif tarafından Der'iye yönetimine ödenecekti. Buna karşı­lık Suudililer ve yandaşları artık şeriflere karşı savaşmaktan vazge­çeceklerdi. (H. 1226) Ne var ki düşmanlık yeniden başladı. Çünkü Mısırlılar Hicaz Bölgesi'ne çıkarma yapınca Şerif Hammûd onlar­la temas kurmaya ve Suudililer'e karşı onları cesaretlendirmeye başladı. Aynı zamanda, kuvvetle de onları fiilen destekledi.

Bunun üzerine H. 1330'da Mısır kuvvetleri Tuhama Bölgesi üzerine yürüyerek Gunfuza'ya işgal ettiler. Fakat iki ay sonra Asîr Emiri Tâmî b. Şuayb üzerlerine bir basın düzenleyerek Mısır kuv­vetlerini perişan etti. Bunun üzerine Mısırlı askerler Cidde'ye döndüler. Onlardan, kimileri gemilere atlayarak tez elden deniz yoluyla kaçtılar. Asîr'li kuvvetler ise bozguna uğrayan Mısır ordu­sundan geriye kalan top, cephane ne varsa hepsini ganimet olarak ele geçirdiler. Bir süre sonra Mısır kuvvetleri tekrar Hicaz'ı işgal et­ti. Ancak Tâmî b. Şuayb yine onları bozguna uğrattı. Mehmet Ali Paşa bu kez planı değiştirmek zorunda kaldı. Çünkü Asir yolunun, stratejik olarak Tuhama'ya değil, bilakis Surat Bölgesine götüren bir güzergah olduğunu anladı.

Mehmet Ali Paşa bu kez Surat yoluyla bir askeri hamle sevke-derek Taif ten harekete geçtiler. Tâmî b. Şuayb da bu kuvvetlerle karşılaşmak üzere sür'atle davrandı. İki ordu Turba vadisinde yüz-yüze geldiler. Cereyan eden çarpışmada Asirliler üstünlüğü elde tuttular. Mısırlı baskıncılar ise yenilerek Taife çekildiler. Öte yan­dan Türki b. Suud komutasında Asir ordusuna bir destek kuvvet geldi. Fakat H. 1231'de Taif kentinin güneyinde Mısır kuvvetleri karşısında yenilgiye uğradılar. [31]

 

Hicaz'ın Mısırlılar Tarafından İşgali

 

Mısır valisi Mehmet Ali Paşa, bizzat kendisi bir ordunun başına geçerek Turba ve Raniya'yı işgal edip Bişe üzerine yürüdü ve şehri ele geçirdi. Sonra Khumays'i Maşit'a hareket ederek buraya varıp karargahını kurdu. Ondan sonra da Beni Malik toprakları boyunca ilerleyerek Tâmî b. Şuayb 'm yönetim merkezi olan Tabab şehrini de almayı başardı. Tâmî ise savaşta canım kurtararak Tehelhel Dağına sığındı. Burada ikinci kez yenilgiye uğradı. Tuhama'ya yönelerek Sabya'ya doğru giderken güzergahının üzerinde Şerif Hammûd kuvvetlerine ait bir keşif ve istihbarat müfrezesine rastladı. Onu arı­yorlardı. Esir alarak Mehmet Ali Paşa'ya onu teslim ettiler. Mehmet Ali Paşa onu zincire vurarak beraberinde Mısır'a getirdi. Sonra da İstanbul'a gönderdi. H. 1232'de İstanbul'da idam edildi.

Mehmet Ali Paşa, Asîr'de büyük bir muhafız gücü bıraktıktan sonra buradan ayrıldı. Bölge sadece isim olarak ona bağlanmış ol­du. Kendisi ise Mekke'ye, oradan da Medine'ye gitti. Fakat buralar­da kalması fazla sürmedi. Çünkü bu sırada Kahire'de kendisine karşı bir ayaklanmanın patlak verdiği, Napolyon Bonapart'ın da sürgünde bulunduğu İlba adasından kaçtığı haberi geldi. Meh-med Ali Paşa bunun üzerine Mısır'a dönmek istedi. Fakat döndü­ğü takdirde yerli halkın, onun burada bıraktığı askerlerine saldıra­cağından endişe ediyordu. Ne var ki mutlaka dönmekte gerekiyor­du. Bu yüzden vaziyeti sağlama aldı ve tedbirlerle destekledi. Me­dine'den tekrar Mekke'ye, oradan da Asir'e döndü. Sonra Akabe-tü-Şiar yoluyla Mahayil Beldesine, oradan Gunfuza'ya, oradan da Mısır'a geçti. Bütün bu yolculuğu boyunca -onun ele geçirmiş bu­lunduğu- Asır Emiri Tami b. Şuayb da elleri ve ayakları kelepçele­re vurulmuş olarak beraberinde bulunuyordu.

Mehmet Ali Paşa Asir Emirliğin işgal ettiği zaman buranın ile­ri gelen bazı liderleri kaçmış dağlara yaslanmışlardı. Bunların ara­sında Muhammed b. Ahmed el-Mütehammi ve Said b. Musallit da vardı. Mehmet Ali Paşa Mısır'a döner dönmez bu liderler tek­rar dönüp Tabab'da bulunan Mısır muhafız gücüne saldırdılar. Onlardan öldürebildiklerini öldürdüler, sağ kurtulanlar ise Hicaz topraklarına kaçtılar; aynı zamanda Mehmet Ali'ye destek olduk­ları için Ebû Ariş halkından intikam almak amacıyla Muhammed b. Ahmed el-Mütehammi askeri bir kuvvetin başında bu bölgeye saldırdı. Fakat H. 1231 yılında cereyan eden bu olayda yenildi. Mehmet Ali, Asır Emirliği sorununa henüz kesin bir çözüm bul­madan onun Tabab'ta bırakmış olduğu muhafız gücündeki asker­leri böylece çeteler halinde dağılıp Hicaz'a firar edince küplere bindi ve Asîr halkı ile buranın ileri gelenlerini cezalandırmak için H. 1232 yılında buraya büyük bir kuvvetin gönderilmesini emret­ti. Bu kuvvet Hicaz'dan çıkarak değişik yönlerden ve değişik eksen­ler üzerinde Asîr bölgesine doğru ilerlemeye başladı.

Hüsnü Paşa, Gâmi ve Zahran yolunu, Şerif Muhammed b. Avn, Bişe ve Sahran güzergahını, Cuma Paşa ise sahil yolunu izli­yordu. Bu askeri hamlelerin, kendilerine doğru gelmekte olduğu haberi Asir halkına ulaşınca onlar da karşı koymak için hazırlıkla­ra da karşı koymak için hazırlıklara giriştiler. Nihayet taraflar ara­sında kızgın savaşlar cereyan etti. Asir kuvvetleri Masfara ve el-Hodn mevkilerinde Hüsnü Paşa komutasındaki kuvvetlere büyük kayıplar verdirmekle beraber -sonunda geri çekilmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine Şerif Muhammed b. Avn Sahran ve Beni Malik topraklarım işgal ettikten sonra Ebha'ya girerek burada ka­rargahını kurdu. Cuma Paşa da Rab ia'tu-Ruf ay da yöresi üzerine harekât düzenledi, Hüsnü Paşa ise es-Saka'ya yürüdü.

Asir Emirliğine karşı harekâta katılan kuvvetler, Tabab'da bir muhafız gücü bıraktıktan sonra tekrar Hicaz'a döndüler. Ancak bu kuvvetler Asîr topraklarını terk eder etmez Asirîi liderler -böyle hal­kıyla birlikte- bu kuvvetlerin üzerine atılarak onları imha ettiler. {Hicaz şeriflerinin amcazadesi olan, ancak öteden beri onlarla ara­sı açık bulunan Asir'li lider) şerif Hammûd Ebû Mismar, Ebû Ariş Emiriyle işbirliği yaparak {Hicaz'dan gelebilecek bir saldırıya karşı) veziri Hasan b. Halid el-Hazımî komutasında Surât'a bir askeri kuvvet şevketti. Öte yandan, Tabab'ta bıraktığı askeri muhafız gü­cünün neye uğradığı haberi, Mehmet Ali Paşa'ya ulaşınca, bu böl­geye Cuma Paşa komutasında bir kuvvet sevketmesini emretti. Cu­ma Paşa'yla birlikte (Amcaları olan) Asir Emiri Şerif Hammûd ile si­yasi rekabet içinde bulunan Hicazlı şerif ailesine mensup Mansur b. Nasır el-Hayrat ile amcası oğlu Ali b. Haydar da bulunuyorlardı.

Hasan b. Halid el-Hazımi komutasındaki Tuhama ve Elma' kabilelerinden oluşan kuvvetler Cuma Paşa kuvvetlerine karşı çar­pışarak onları büyük bir bozguna uğrattılar. Dağılan Cuma Pa-şa'nm ordusundan kurtulanlar çeteler halinde Hicaz'a döndüler. Sonra Hicaz valisi buraya, biri Cuma Paşa komutasında sahil yo­luyla, diğeri ise Sinan Ağa komutasında Surat yoluyla iki ordu da­ha sevk etti. Cuma Paşa Mahâyil'e kadar ilerleyerek buradan Ebû Ariş'i işgal etmek üzere Ali b. Haydar el-Hayrâtî komutasında bir kuvvet gösterdi.

Ali b. Haydar el-Hayrâtî, Ebûariş Emîrinin, Cuma Paşa kuvvet­leri karşısında çekilmesini sağlayacak, onu köşeye sıkıştıracaktı. Ali b. Haydar el-Hayrati, Ebuariş'teki durumları gözlemek, bilgi topla­mak ve buradaki karşıt güçler hakkında malumat edinmek üzere önce buraya bir casus gönderdi. Çok geçmeden bu şahıs dönerek ona, amcası şerif Hammûd'un Surât'a ilerlediğini Ebûariş'te ise, küçük bir askeri birlikten başka bir kuvvet bulunmadığı haberini getirdi. Bunun üzerine Cuma Paşa Surât'a yönelirken, Ali b. Haydar da sür'atle harekete geçerek gidip şehri {yani Ebuariş'i) işgal etti Diğer taraftan Sinan Ağa da, karşılaştığı şiddetli direnişlere rağmen, komutasındaki kuvvetlerle harekâtım sürdürerek nihayet Tabab kentini işgal etti. Fakat onun giriştiği bu işgal hareketi Asir kabilele­rinin büyük tepkisiyle karşılaştı. Bunlar galeyana gelerek silaha sa­rıldılar ve liderleri olan Şerif Hammûd'un, Muhammed b. Ahmed el-Mütehammî'nin ve Said b. Musallıt'm etrafında birleşerek Tabab üzerine saldırdılar ve Hicaz kuvvetleri karşısında üstünlük kazandı­lar. Öyle ki Sinan Ağa, canını kurtarmaya çabalayarak, beraberinde, Şerif Mansur b. Nasır ve az sayıdaki askerlerle birlikte geri çekildi. Ancak Bel'Asmar'li bir kuvvet arkadan kovalayarak Tiyye Vadisinde onları yakalayıp hepsini öldürdüler. Bu olaydan sonra, Cuma Paşa, artık Asîr'den çekilmek zorunda kaldı.

Ne var ki bu kez de {aynı dâvanın adamları olan) Şerif Ham­mûd ile Surat liderlerinin arası açıldı. Said b. Musallit, Şerif Ham­mûd'un ortadan kaldırmak için birkaç has adamını yola çıkardı. Bunlar gizlice gelip 14 Rebiülevvel 1233 tarihine rastlayan Pazarte­si günü- Asîr kabilelerinden Benimalik oymağına ait el-Melâha köyünde Şerif Hammûd'u gizlice parçaladılar. Şerif Hammûd bu köyde defnedilmiştir. Cuma Paşa bölgeden çekildiği halde Ali b. Haydar hâlâ Ebûariş'te bulunuyordu.

Ebuariş kuvvetlerinin komutasını, babasının öldürülmesin­den sonra Şerif Hammûd'un oğlu Ahmed üstlendi ve dünkü dava arkadaşlarının artık düşman olduklarını görünce kuvvetlerini alıp Surât'dan Tuhâma'ya geçmek istediyse de güzergahı üzerinde, amcasıoğlu Ali b. Haydar tarafından kurulan bir pusuya düştü ve yakalandı, askerleri dağıldı. Ahmed buradan alınarak önce Ebu-ariş'e götürüldü. Burada halk önünde teşhir edildi. Sonra Mısır'a sürüldü ve orası Ahmed'in son uğradığı yer oldu. Ahmed'in veziri Hasan b. Halid el-Hazimi'ye gelince, o Surat liderlerine dalkavuk­luk yapmak ve onlarla vaziyeti idare edip yaşamak zorunda kaldı.

Bu sıralarda Mehmet AH Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa ise, Su­udi Devleti'nin işini bitirmiş, 8 Zilhicce 1233 günü Suudililer'in başkenti Der'iyye'ye girmiş bulunuyordu. Dolayısıyle, emrinde bulunan kuvvetler, Asir'de çarpışan birliklere destek olmak için ar­tık boşalmış, müsait hale gelmişlerdi. İbrahim Paşa'nin kalabalık kuvvetleri bu taraflara doğru hareket etmeye başladılar. Halil Paşa Surat yolu ile hareket ederek Şiar kalesine ulaşmayı başardı. Şerif Muhammed b. Abdülmuin b. Avn de Bîşe ve Şehrân yoluyla yön tuttu. Süleyman Sancak ise Elma' topraklarından Gunfuza yoluy­la hareket etti.

Tabi bölgedeki kabileler baskı altında bu işgalci kuvvetlere ka­tılmak ve onlara boyun eğmek zorunda bulunuyorlardı. Bu hare­kât sırasında Halil Paşa komutasındaki kuvvetler, karşılarında tu­tunmaya çalışan Muhammed b. Ahmed el-Mütehammi kuvvetle­rini geri püskürttüler ve el-Mütehammi, tüm aile fertleriyle birlik­te yakalandı. Halil Paşa, Tabab'ı işgal ederek oradan es-Sakka'ya geçti. Ali b. Mücessel ise önce Ebha'ya sığındı, sonra Halil Paşa ve Süleyman Sancak komutasındaki kuvvetlerce şehir kuşatma altı­na alınınca teslim olmak zorunda aldı.

Muhammed b. Abdülmuin'e gelince, Said b. Musalht ve Ha­san b. Halid el-Hazimi komutasındaki kuvvetler karşısında bozgu­na uğradı. Bu gelişmelerden sonra Asîrliler, işgalci güçlerin Eb­ha'ya girdiklerini haber alınca, moralleri bozuldu özellikle Hasan b. Halid el-Hazimi'nin pusuya düşürülerek öldürülmesinden ve komutasındaki güçlerin, şerif tarafından püskürtülmesinden son­ra Asîrliler'in maneviyatı çöktü. Böylece Asîr Emirliği artık Halil Paşa'nın emri altına girdi. Halil Paşa, Muhammed b. Ahmed el-Mütehammi'yi Mısır'a sürerek kendisi Hicaz'a gitti ve emrinde bulunan kuvvetleri Hicaz ile Yemen arasındaki Stratejik mevkilere dağıtarak bir muhafız birliğini de Tabab'da bıraktı (Yıl. 1235'in başları).

Halil Paşa'nın Asir'den Hicaz'a dönüşünden iki ay kadar bir zaman sonra Said b. Musalht, gizlenmiş bulunduğu el-Atvar'dan ortalığa çıkarak kendisine katılanlarla birlikte Tabab'da bulunan Hicaz muhafız gücüne saldırdı. Muhafız gücü de ona teslim oldu. Said, bu birliğin elinde bulunan bütün silahları teslim aldıktan sonra onlara bölgeyi terk etmelerini emretti ve bu olayın üzerinden bir yıl bile geçmeden tüm Asir bölgesinin rakipsiz efendisi oldu.

Bir süre sonra Hicaz valisi Ahmed Paşa ile şerif Muhammed b. Abdülmuin komutasında kuvvetler, Hicaz'dan Asîr üzerine tekrar hareket etmeye başladılar. Fakat bu ordu henüz bölgeye ulaşmadan onu Said b. Musalht, komutasında bulunan bir orduyla Asir'den ha­reket ederek durdurdu. Bu yüzden Hicaz kuvvetleri yenilgiye uğra­mış olarak tekrar geldikleri yere dönmek zorunda kaldılar.

Ancak Ahmed Paşa, Şerif Muhammed ve kardeşleri Huza' ile Racih komutasında Asîr üzerine yeniden kalabalık bir ordu şev­ketti. Şerif, el-Hicr yöresinde cereyan eden meydan savaşında Asîrliler'e karşı üstünlük elde etti ve buranın muhafız gücü komu­tanı Ali b. Mücessel'i yendikten sonra, Tabab kentine de girdi. Sa­id b. Musalht ve -anne bir- kardeşi Ali b. Mücessel ise el-Atvâr'da gizlendiler. Asir bölgesi bu kez de şerifin emri altına girdi. Sonra taraflar arasında barış yapıldı. Bunun üzerine şerif, Asir bölgesinin ileri gelenlerini affetti.

Hicaz şerifi (Muhammed b. Abdülmuin), kardeşi Huza' komu­tasında, Tabab'da bir muhafız kuvvet bırakarak, Vadi'd-Devasir mevkiine düzenlediği harekâta Asirli kabilelerinde katılmalarını emretti (Esasen baskı altında Hicaz yönetimine boyun eğmiş bu­lunan Asirli Emirlerden) Said b. Musalht, şerifin bu talimatını ağı-ran alarak belirlenen vakitten sonra gecikmeli gelip kuvvetlere ka­tılınca Şerif onu azarladı. Şerifin kuvvetleri harekete geçince ona karşı kin besleyen Said b. Musalht da, komutasındaki kuvvetlerle Tabab'a döndü ve burada bulunan Hicaz muhafız gücünü imha etti. Bu olayı haber alan Şerif, Asir'e dönerek Vadi'l-Ukûd'da Said b. Musalht komutasındaki Asir güçleriyle yeniden yüzyüze geldi. Taraflar arasında cereyan eden kanlı çarpışmalardan sonra. Asirli-ler üstünlüklerini korudular. Şerif ise bozguna uğrayarak Hicaz'a döndü. Fakat Asir güçlerinden bir askeri birlik, kaçan Hicaz ordu­sunu arkadan kovalayarak Şerif Racih'i yakaladılar ve onu, Canfur vadisine yakın bir yerde öldürdüler.

Böylece Şerif Muhammed b. Abdülmuin perişan durumda Hi­caz'a dönerken Abdülvahhab el-Mütehammi'nin oğlu Devseri de Necid'e gitti. [32]

 

Saıdb.Musallıt

 

Artık Said b. Musalht Surat Emiri oldu. Kardeşinin oğlu Ali b. Mücessel komutasında Sinhân ve Vadîa toprakları üzerine bir kuvvet gönderdi. Ali b. Mücessel, buraları emrinin altına aldı ve dayısının oğlu Yahya b. Mer'î komutasında da Bîşe üzerine bir kuvvet şevketti. Yahya buraya girerek halkını dize getirdi. Sait b. Musalht ise diğer bir kuvvetin başında Gâmid ve Zahran üzerine yürüyerek buraları da, egemen olduğu topraklara kattı. Böylece Asır Emirliği, Der'iye yönetiminde de koparak bağımsız hale geldi. Fakat (çok geçmeden) İbrahim Paşa tarafından ele geçirildi. On­dan sonra da Necid'de siyasi anlaşmazlıklar yeniden ortaya çıktı.

Said b. Musalht'm Şiar Kalesi yakınlarında uğradığı yenilgiden sonra Hicaz valisi Ahmed Paşa ile Şerif Muhammed b. Abdülmu-

in b. Avn komutasında H. 1239 yılında Asir üzerine bir ordu gele­rek burayı işgal etti. Bu ordu aynı zamanda Ebha'ya da girdi. Son­ra Ahmed Paşa Ebha'da bir muhafız kuvvet bıraktıktan sonra Hi­caz'a döndü.

Ardından Said b. Musalht gizlenmiş olduğu el-Atvar'da ortalı­ğa çıkarak Hicaz güçlerini püskürttü. Bu çekilmeden sonra Hicaz kuvvetleri Ebha'ya sığındılar. Said b. Musalht bu kez de Ebha'yı kuşattı. Bu yüzden kuşatma altındaki Hicaz kuvvetleri teslim ol­mak zorunda kaldılar. Ancak Said b. Musalht (onlara dokunmadı) Hicaz'a dönmelerine izin verdi. Ne var ki bu kuvvetler dönüşte Şe­rif Muhammed b. Abdülmuîn komutasında Asîr üzerine doğru gelen bir orduya yolda rastladılar. Onlar da bu kuvvetlere katıldı­lar. Böylece Şerif Muhammed'in ordusu sayıca epey artmış oldu. Bu sayede de Şiar kalesi yakınlarında Said b. Musallıt'ı yendi. Bu­nun üzerine Said kaçarak el-Atvâr'da gizlendi. Şerif ondan sonra Ebha'ya girdi. 26 Şaban 1239'da ise taraflar arasında barış akdedil­di. Fakat barışın üzerinden bir yıl bile geçmeden Şerif, yeniden bir kuvvetin başında Asir üzerine yürüdü. Ne çareki yenildi. Ondan sonra da Asir ile Hicaz arasındaki savaşlar durakladı.

Said b. Musalht ise 1242'de öldü. Yerine üvey biraderi Ali b. Mücessel geçti. [33]

 

Ali B. Mücessel

 

Ortam, bu yeni Asîr Emiri'nin isteği gibi hareket etmesi doğ­rultusunda gelişmeye başladı. Çünkü tam bu sıralarda Mekke Şe­rifi Yahya b. Surur Mehmed Ali Paşa'ya karşı ayaklandı ve karşı­sında yenildikten sonra da azledildi. Yerine ise Mekke'ye şerif ola­rak Muhammed b. Avn tayin edildi. Sonra Mehmed Ali Paşa Os­manlı Devleti'yle patlak veren savaşlarıyla uğraşıp durdu. Aynı za­manda Hicaz valisi, Mekke şerifle bozuştu ve bu yüzden şerif gö­revinden azledilerek, makamını valinin kendisi devraldı. Bütün bu gelişmeler ise Asir Emirliğinin kendi işleriyle ilgilenmesine ve si­yasi etkinliğini yaymasına fırsat vermiş oldu.

Bu ortamdan istifade eden Ali b. Mücelsel H. 1242 tarihinde Biş vadisine bir baskın düzenledi. 1243'te de Sabya'yı otorite alanı içine kattı ve Yam kabilelerini egemenliği altına aldı. Aynı yıl içeri­sinde Benimurra kabilelerini, 1245'te ise Vâdia halkım dize getirdi. 1248'de ise Ebuariş'e saldırdı. Böylece Ebuariş Emiri artık burayı Asir Emirine vekaleten idare eder oldu. Ali b. Mücessel aynı za­manda Tuhama kentlerinden el-Hadida'yı, Maha ve Zübeydi de topraklarına kattı, keza Kızıl Deniz'deki adalar ve Helek'de onun egemenliği altına girdi.

Mehmet Ali Paşa H. 1249 yılında Tuhama'ya bir askeri çıkar­ma düzenlediyse de bozguna uğradı.

Ali b. Mücessel H. 1249 yılı sonlarında öldü. Yerine ise Aız b. [34]

Mer'î geçti.

 

Aız B. Meri

 

Aız b. Mer'î'nin, başa geçtikten sonra karşılaştığı ilk olay, Ebu­ariş Emri Ali b. Haydar'm ayaklanması oldu. Güçlü bir askeri bir­liğin başında üzerine yürüdü, fakat Ebuariş'e girme teşebbüsünde başarısızlığa uğradı. Burada bulunan kalelerden birinde, Asir'e ait

bir muhafız gücü bulunmasına rağmen (Asir Emiri Aız b. Mer'î, Ebuariş'e giremedi ve) kendisi geri çekildiği gibi buradaki Asîr mu­hafız gücü de geri çekildi.

H. 1250 yılında bu kez Mekke Şerifi Muhammed b. Abdülmu-in b. Avn, -Bişe yolunu izleyerek- Asir'e saldırdı ve Sahran bölgesi­ne düşen Atud Vadisi mevkiinde Aız b. Mer'i'ye karşı kızgın bir sa­vaşa girişti. Sonunda, Asir topraklarına girmeyi başardı ve askerle­ri Ebha ve Tabab'ta kamp kurdular. Aız b. MerTnin, Hicaz birlikle­rini Asir topraklarından kovması (ve onları buralardan tamamen çıkarması) olayından sonra Mehmed Ali Paşa aynı yıl içinde ona karşı birlikte savaşmak üzere Ebuariş Şerifi ve Yemen imamı ile bir işbirliği antlaşması akdetti. Nitekim bu birleşik güçler Asir'e girmeyi de başardılar. Ne var ki kabile şeyhlerinin onlara karşı sık sık düzenledikleri baskınlar, Asir topraklarını terketmeye onları zorladı. Aynı zamanda Hicaz valisi Ahmet Paşa ile Mekke Şerifi Muhammed b.AbdüImuînb.Avn'ın arası açıldı... Mehmed Ali Pa­şa ikisini Mısır'a çağırarak sorguladı ve Mekke Şerifini görevden alarak onun yetkilerini vali Ahmed Paşa'ya verdi. H. 1251 yılından sonra ise Asir'e karşı yapılan hamleler artık gittikçe hafifledi. Bu sayede Asir Emiri Aız b. Mer'î de yeniden sınırlarını genişletmeye ve yayılmaya çalıştı.

Bu cümleden olarak H. 1252'de Bîşe'ye ve Derb'i-Beni Şâbe'ye baskın düzenledi. 1253'te de Gamid ve Zahran'ı egemenliği altına aldı. Sonra Hicaz valisi buraları tekrar geri aldı. Aız b. Mer'i, yeni­den bu yerleri ele geçirmek üzere geri dönünce feci bir yenilgiye uğradı. Mehmet Ali Paşa'nın Suriye'de uğradığı yenilgiden sonra H. 1255'te Arap Yarımadasından da kuvvetleri geri çekildiler. Bu­nu fırsat bilen Aız b. Mer'î, Hüseyn b. Ali b. Haydar'la anlaşarak Ye­men Tuhaması'na saldırdı. Sonra da Yemen'in Mukha limanı üze­rine bir baskın düzenledi. Muhammed b. Abdülmuin b. Avn bu sı­ralarda Mekke şerifliği makamına yeniden gelmişti. Asir Emiri Aız b. Mer'i ile bir saldırmazlık antlaşması yaptı.

Asir Emiri, H. 1260 yılında da Bişe'yi, Şamran, Belkarn ve Ga­mid topraklarını ülkesine kattı. Sonra H. 1262'de Taife girdi.

Bu arada San'a imamları anlaşmazlığa düştüler. Aız b. Mer'i hemen bu fırsatı değerlendirdi ve Yemen liderlerinden Muham­med b. Yahya, amcası Mansur'a karşı ondan yardım isteyince bu bahaneyle H. 1264'de Yemen'in büyük bir kısmım topraklarına kattı ve San'a'ya girerek Mansur'u buradan ülke dışına sürdü; ye­rine ise Asir Emirliği adma Yemen'i yönetmek üzere Muhammed b. Yahya'yı başa geçirdi. Fakat çok geçmeden Muhammed b. Yah­ya, Asir Emirliğine hiyanette bulunarak buradaki kuvvetlerini ko­valadı. Tuhama'da Şerif b. Hüseyn b. Ali b. Haydar'a karşı da çar­pışarak onu yendi ve Zübeyd yakınlarında esir aldı. Ancak bu sıra­da Asır birliklerinin yardımına bir imdat gücü geldi ve Yemen ima­mının kuvvetlerine karşı üstünlük elde etti. Aynı zamanda onu San'a'dan çıkararak Şerif Hüseyn'i de esaretten kurtardı. Bunun üzerine Yemen imamı Osm anlılar'd an yardım istedi. Onlar da Tu-hama'ya geldiler. İmam, komutasındaki birliklerle Osmanlı kuv­vetlerine katıldı ve Tevfik Paşa'nın sevk ve idaresi altında San'a'ya girdiler. Sonra imam Muhammed b. Yahya'yı öldürerek İmam Mansur'u da San'a'dan çıkardılar. Asir kuvvetleri ise Yemen Tuha-ması'nda, -daha doğrusu- Tuhama'nm kuzey kesimlerinde kal­maya devam ettiler.

Aız b. Mer'î 1266'da da Devasir vadisini topraklarına kattı. Fa­kat Osmanlılar onu buradan çıkararak Asir'e doğru ilerlemeye de­vam ettiler. Ancak Bam ve Kahtan kabilelerinin amansız saldırıla­rı karşısında perişan oldular.

Aız b. Mer'î, 1268'de de Gamid ve Zahran'ı aldı. Fakat aynı yıl içinde Mehmet Ali Paşa'nın torunu Birinci Abbas döneminde yi­ne buraya bir Mısır birliği geldi. Ancak feci bir yenilgiye uğradı. Mısır saldırıları H. 1269'da da tekerrür etti. Fakat aynı şekilde ye­nildiler.

Bu kez de H. 1272'de Gunfura yoluyla buraya bir Osmanlı as­keri gücü geldi. Ne var ki onlarda yenilgiye uğradılar. Aız b. Mer'i ise H. 1273'te Öldü. Yerine ise oğlu Muhammed geçti. [35]

 

Muhammed B. Aız

 

Muhammed b. Aız, İktidarı boyunca Osmanhlar'ın birini izle­yen sürekli baskınlarına uğradı ancak Osmanlı güçleri bir türlü Asir'e giremediler.

Ebuariş'i yöneten Şerifler hanedanının üyeleri arasında bu sı­ralarda anlaşmazlıklar bir hayli artmıştı. Ebuariş Emiri el-Hasan b. Muhammed, (Asîr Emiri) Muhammed b. Arz'a karşı birtakım hi­lelere yeltenmeye başladı. Bunun üzerine Muhammed b. Aız H. 1280 yılında üzerine yürüdü. Ebuariş lideri ise kaçtı. Aız bu du­rumdan istifadeyle el-Mikhlaf es-Süleymani'yi topraklarına kattı. H. 1281 yılında el-Mikhlaf üzerine bir Osmanlı harekâtı düzenlen­di ise de geri püskürtüldü. Ardından Mekke şerifi Abdullah b. Mu­hammed b. Abdülmuin komutasında bir Hicaz birliği buraya yü­rüdü. Fakat Gamid ve Zahran'ı almak isteyen bu kuvvet başarısız­lığa uğradı.

Bin Aız'ın elinde bulunan Yemen Tuhaması üzerine, 1288'de yine bir Osmanlı ordusu yürüdü. Bin Aız'da bu harekâta karşı kar­şı çarpışmak üzere yola çıktı. Ancak karargahından uzaklaşmda hemen kuzey yönünden bir askeri kuvvet daha gelerek Gâmid, Zahran ve Bîşe'yi işgal etti. Mehmet Redif Paşa komutasında üçüncü bir kuvvet daha Gunfuza yoluyla buraya ulaştı. Böylece bölge her taraftan askerle kuşatıldı. Bin Aız cepheden cepheye ko­şarak düşmanlarına karşı çarpışmaya başladı. Sonunda Reyda de­nilen yerde çembere alındı Redif Paşa'mn, onunla barış yapacağı­nı bildirerek komplo yapması üzerine düşmanlarına inanan Bin Aız yakalanınca kardeşleriyle birlikte öldürüldü. Ailesinden geri kalanlarla bölgenin ileri gelenleri H. 1289'da İstanbul'a sürüldüler. Bu suretle Asîr Emirliği Osmanlılar karşısında dize gelmiş oldu. [36]

 

Asir'de Osmanlı Yönetimi

 

Bin Aız'ın öldürülmesinden sonra Asîr yöresi özel bir Osman­lı mutasarrıflığı haline geldi. Fakat burada, ortam yine de yatışma­dı. Bilakis siyasi çalkantılar çevreye hakim oldu, birçok ayaklan­malar sürüp gitti. Çünkü mutasarrıfın otoritesi askeri merkezlerin ve kışlaların çevresinden daha fazla bir alana uzayamıyor, zaman zaman bazı şehirlerin ancak içinde sınırlı kalıyordu. Bu bir yana, aslında bölgenin gerçek yönetimi, Aızoğullarının ve bölge şeyhle­rinin elinde bulunuyordu.

Sonra Ahmed Muhtar Paşa Asir'in yönetimi üstlendi ve Ebha kentini Asir mutasarrıflığının merkezi haline getirdi. Es-Saka ve Reyda'yı askeri bölge Gunfuza'yı da liman yaptı. Ardından San'a'ya yönelerek şehri işgal etti. Nasır b. Aız, H. 1289'da kardeşi Muhammed öldürüldüğü sırada Ebha'da -bir askeri birliğin başın­da- gözetleme görevini yapıyordu. Osmanlılar Asir'i işgal ederken sekiz gün kadar direnmiş ondan sonra da Sahran bölgesine çekil­mişti. İki ay sonra tekrar dönerek Ebha'ya girdi. Sonra yine geri çe­kildi. 1292'de de Osmanlılar Ebha'ya girdiler. Ancak taraflar ara­sında çatışmalar uzun süre devam edip durdu, ta ki H. 1295'te Na­sır b. Aız öldürülünceye kadar.

Aızoğulları ve bölgenin ileri gelenleri sürgünde bulundukları İstanbul'dan 1297'de dönünce, Osmanlılar'a karşı direniş hareke­tini bu kez Abdurrahman b. Aız üstlendi. Kabile şeyhleri de onun etrafında birleştiler. Bunun üzerine 1299'da Ebha'yi kuşattı. Bura­daki Osmanlı güçlerine Haydar Paşa komutasında bir imdat birli­ği gelmeseydi, neredeyse şehir düşecekti. H. 1300'de bunu bir hamle daha izledi. Ondan sonra da taraflar arasında barış yapıldı. Bununla Abdurrahman b. Aız, Asîr mutasarrıfının muavini, karde­şi Said de Gamid Zahran ve Bişe kaymakamı oldu. H. 1305'te Ab­durrahman b. Aız ölünceye kadar da durum böyle devam etti. Ali b. Muhammed b. Aız, Osm anlılar'la amcası Abdurrahman arasın­da yapılan barışı kabul etmemiş öfkelenerek -emrindeki kuvvet­lerle- Harmala'ya çekilmişti. Sonra H. 1318'de ayaklandı ve Eb-ha'yı kuşattı. Ancak bozguna uğradı. 1322'de tekrar gelip şehri ikinci kez kuşattı. Bu sefer de Ebha'da bulunan Osmanlı muhafız gücünün imdadına Hüseyin Paşa komutasında bir askeri birlik gelince Ali b. Muhammed yenildi ve ailesinden birkaç kişi ile böl­genin bazı ileri gelenleri Osmanlı kuvvetleri tarafından esir alınıp San'a'ya nakledildiler. Sürgünler burada sekiz ay kadar kaldıktan sonra tekrar yerlerine iade edildiler. Abdullah b. Muhammed b. Aız Asir mutasarrıfına muavin (yardımcı) olarak Muhammed b. Abdurrahman b. Aız ise Ebha'ya vali tayin edildiler. Ali b. Muham­med Ebha kuşatması sırasında yara almıştı. Bu yaranın etkisiyle H. 1324'deöldü.

Aızoğulları'yla Asir Mutasarrıfı Süleyman Paşa'mn araşma ikinci kez ihtilaf girdi. Bunun üzerine Asîr kabilelerinin adamları, Aızoğulları'nm sevk ve idaresi altında Ebha kentini kuşattılar. On­ları bu atılımlarında Sabya lideri el-İdrisi de destekledi (Yıl 1328} kuşatma H. 1328 yılı Zülka'de ayından 1329 yılı Recep ayına kadar devam etti. Sonra Mekke şerifi Hüseyn b. Ali komutasında, burada bulunan Osmanlı muhafız gücüne imdat geldi. Aızoğulları Şerif Hüseyn'i karşıladılar ve el-İdrisi'yle bozuştular. el-İdrisi'den çeki-niyorlardı. O'nun, Surat bölgesi üzerindeki emellerini anlayıp, as­lında bölge üzerinde otoritesini kurma niyetinde olduğunu sezdi­ler. Sonra şerif Hüseynin arabuluculuğu sayesinde mutasarrıf Sü­leyman Şefik el-Kemali ile Aızoğulları arasında yeniden barış ya­pıldı ve Hüseyin b. Ali b. Muhammed b. Aız Asir mutasarrıfına muavin olarak tayin edildi.

Bu olayların ardından Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. Bu sırada Asir mutasarrıfı, Muhittin Paşa idi. Muavini ise Aızoğulla-rı'ndan Hasan b. Ali idi. Asir'i çevreleyen bölgelerin halkı Osman-lılar'a karşı idiler. Birinci Dünya Savaşı sona ermeden Asir muta­sarrıfı, Osmanlı hükümeti tarafından geri çağrıldı ve burada bulu­nan kalelerin ve cephaneliklerin Aızoğullarına teslim edilmesine ilişkin kendisine talimat verildi. (Tarih: 1337 yıl Rabiülevvel ayı). [37]

 

Asir Emirliğinin Sonu

 

Osm anlılar'm, bölgeden çekilmesinden sonra Asir Emirliği ba­ğımsız oldu. Ancak bu kez de Bölge Emirlikleri arasında siyasi kav­galar başladı. Necid ile Asir Emirlikleri arasında savaş çıktı ve Ne-cid ordusu Ebha'ya girdi. Bunun üzerine Aızoğulları, Riyad'da Su­udi kralı Abdülaziz b. Abdurrahman ile anlaşmaya vardılar. Ancak 1339'da tekrar bozuktular ve Aızoğulları Harmala'ya sığınarak bu­rada Suudiler'e karşı direnişe geçtiler. Sonra ilerleyerek Ebha'yı al­dılar. Böylece çatışmalar yeniden alevlendi. Ondan sonra Faysal b. Abdülaziz Ebha'ya girerek Aızoğulları sülalesini buradan Riyad'a nakletti. Bu suretle de Asîr Emirliği H. 1341 yılında Suudi Arabis­tan Kralhğı'nm bir parçası haline geldi. [38]

 

Tuhama'tu-Asîr Emirliği

 

Bu bölgede devamlı olarak mahalli sülalelerin yönetimi altın­da bulundu. Bu sülaleler gerek Mısır'daki devletler, gerekse Ye­men'deki devletler adına burayı yönetiyorlardı. Çok az zamanlar­da da Mekke Şerirlerinin nüfuzları bu taraflara kadar ulaşıyor, böy­lece bu emirlik zaman zaman onlar adına da yönetiliyordu. Ya da bazan bura halkı başkalarına karşı Mekke şeriflerinden imdat isti­yorlardı. Bazan da Mekke Şeriflerine karşı başkalarından yardım alıyorlardı. Tuhama'daki bu egemen ailelerden bir kısmı da şun­lardı: el-Hakemi ailesi, es-Süleymaniye ailesi, el-Kutbi ailesi, ez-Zırvat ailesi ve el-Havâceviyyun (Hocalar) ailesi...

Bunlardan başka tanınmış ailelerde vardı. Bir ara Mekke şerif­leri mevki kapma konusunda kendi aralarında siyasi ihtilafa dü­şünce bunların bir kısmı da gelip bu bölgeye yerleşmişlerdi. İşte buraya gelen ve Al'u-Hayrat (Hayratogullan) adıyla tanınan Şerif ailesinin ileri gelenlerinden biri Tuh ama'tu-Asir bölgesinde kendi adına bir emirlik kurmayı başardı.

Bu emirliğin adı el-Mihlaf es-Süleymani emirliği idi. Bu emir­liği kuran zatın adı da Muhammed b. Ahmed el-Hayrâti idi. Sonra onun yerine oğullan bu emirliğin yönetimini üstlendiler. Fakat kendi aralarında büyük bir ihtilafa düştüler. Zaman zaman Yâm ve Necrân kabilelerine bağlı askeri çetelerden ya da San'a imamın­dan destek alarak birbirlerine karşı mücadele veriyorlardı. Ta ki bölgede anarşi umumi bir hal aldı. Ve bölgeye siyasi çalkantılar hakim oldu. Nihayet Ebû Mismar adıyla bilinen Şerif Hammud b. Muhammed yönetimi ele aldı.

Onüçüncü yüzyılın başlarında Selefilik çağrısı bölgede yayıl­maya başlayınca -ki bu çağrının öncülerinen biri de Ahmed b. Hü­seyin el-Felakıy idi.- Sabya emîri Mansur b. Nasır hayatından ve geleceğinden endişe ederek amcası oğlu olan Ariş emiri Ali b. Hay-dar'dan yardım istedi. O da Ahmed b. Hüseyin'in kalmakta oldu­ğu el-Ceâfire bölgesine bir kuvvetin başında yürüyerek burada toplanıp karşısında direnmekte olan Selefileri yendi. Bu durum ise Der'iye'de bulunan Suudilİler'in bölgeye Hizam b. Amr komuta­sında bir askeri müfreze göndermelerine sebep oldu. Der'iye'den gelen bu küçük askeri kuvvet bölgeye ulaşınca ona Beni Şâbe yö­resinde Irar b. Şar kuvvetleri, el-Ceâfire yöresinde de Ahmed b. Hüseyin el-Felakıy kuvvetleri katıldı.

Fakat Ali b. Haydar kuvvetleriyle bunlar arasında herhangi bir silahlı çatışma cereyan etmedi. Sadece ATul-Hayrât ailesinin Sele­filik davası için çalışabileceklerine dair bir barış yapıldı. Bunun üzerine Hizam b. Amr'da geldiği yere tekrar döndü. Ali b. Haydar ise Ebû Mismar namıyla meşhur olan amcası Hammud b. Mu­hammed lehinde Ebû Ariş bölgesi emirliğinden feragatte bulun­du. ATul-Hayrât hanedanı San'a imamlığına bağlı idiler. Dolayı­sıyla San'a imamı da bu ferâgatnâmeyi onayladı. Bu ise Al'ulrHay-rât hanedanının bundan böyle Der'iye yönetimine bağlandıkları ve ilişkilerinin San'a'dan koptuğu anlamına geliyordu.

Ahmed b. Hüseyin el-Felakıy'in kabalığı ve halkına karşı olan sert muamelesi yüzünden bölge halkıyla arası açıldı. Bunun üzeri­ne halk ona karşı Ebu Ariş emiri Hammud b. Muhammed Ebu Mismar'dan imdat istediler. Ebu Mismar'da yardımlarına küçük bir kuvvet gönderdi. Fakat Sabya emiri olan yeğeni Mansur b. Nasr, bu kuvvete katılmayı reddetti. Buna rağmen Ebu Ariş asker­leri el-Felakıy'e karşı üstünlük elde ettiler. Tam bu sırada Irar b. Şâr bir kuvvetin başında el-Felakıy'nin yardımına koştu. Ancak Sabya emiri Mansur b. Nasr araya girerek barış yapılmasını temin etti. Böylece herhangi bir silahlı çatışma cereyan etmedi. Ve Irarb. Şar geri döndü. Keza, Şerif Hammud'un askerleri de geldikleri ye­re avdet ettiler. Irar b. Şâr Sabya'ya dönünce amcası Şerif Ham­mud ile ihtilaf içinde olan emir Mansur b. Nasr ile Seîefilik dava­sının yaygınlaştırılması konusunda anlaşmaya vardılar.

Bu olay üzerine Şerif Hammud'un kardeşinin oğlu Mansur b. Nasir'a karşı öfkesi kabarmaya başladı. Bir kuvvetin başında Irar ve el-Felakıy üzerine yürüyerek onlara üstün geldi. Diğer yandan ise Hizam b. Amr harekete geçerek Irar, el-Felaki ve Mansur'la temas kurdu. Üçü birlikte Şerif Hammud'a karşı bir birlik oluşturdular. Buna rağmen Şerif Hammud onlara üstün geldi. Bunun üzerine bu üçlü ittifak Der'iye'den yardım talebinde bulunurken Şerif Ham­mud da San'a'dan destek istedi. Ancak çabalan netice vermedi.

Der'iye'den Surat emiri Abdülvahhab b. Amr'a, Ebû Ariş üze­rine yürümesi gerek Irar, gerek el-Felakıy gerekse Hizam'm ma-iyetlerindeki güçlerle birlikte kendisine katılmaları konusunda emir geldi. Bunun üzerine bu kuvvetler Şerif Hammud'un üzerine yürüdüler. O da teslim oldu. Ve Selefilik için çalışacağına dair de söz verdi. Aynı zamanda Hammud kendisini desteklemeyi vaktiy­le reddeden Yemen'e karşı bu kez savaş ilan etti. Abdülvahhab ise merkezine döndü ve bölgenin tümünü denetimi altına alma hak­kını da böylece elde etmiş oldu.

Şerif Hammud, Surât'tan bağımsız kalmak için çağrıda bulun­maya başladı. Surât'm emiri ise Abdülvahhab idi. Bu maksatla Der'iye'ye veziri Hasan b. Halid el-Hazimi ile yeğeni Ahmed b. Haydar'dan oluşan bir heyet gönderdi. Aynı zamanda onun bir di­ğer amcasıoğlu Mansur b. Nasr'da Sabya kentini temsilen Der'iye'ye gitti. Bu sıralarda Der'iye emiri Abdülaziz b. Muham­med b. Suut öldü, yerine ise oğlu Suut el-Kebir geçmiş bulunuyor­du. Onun için Der'iye'ye gidecek olan bu heyetin: önce baş sağlı­ğında bulunması, sonra Surât'ın buraya olan bağlılığını bildirme­si ve Der'iye'ye ödenecek vergiyi taahüt etmesi, Yemen'de Selefi'ye davası için cihat yapılacağına, Der'iye yönetimine doğrudan bağlı bulunulduğuna dair görüş bildirilmesi kararlaştırıldı. Cihat işleri Surat emiri tarafından organize edilecekti.

Surat emiri Şerif Hammud, Der'iye'ye göndereceği bu heyet hakkında (herhangi bir şüpheye kapılmaması için) aynı zamanda Abdülvahhab'ı da haberdar etti. Ondan sonra da heyet Der'iye'ye gitti. Böylece Şerif Hammud'un, bu heyeti göndermekle amaçla­dığı herşey gerçekleşmiş oldu. Ondan sonra da Yemen'e karşı sa­vaşmak için harekete geçti.

H. 1220 yılında Sabya emiri Mansur b. Nasır'a ve Beni Şabe mıntıkası emiri Irar b. Şar'a Der'iye'den bir emir geldi. Onlardan Mekke Şerifi Galip b. Müsaid'e karşı Abdülvahhab b. Amr ile bir­likte savaşmak için derhal harekete geçmeleri isteniyordu. Bu emir üzerine savaşçılar harekete geçtiler. Ancak Irar b. Şar bu kuv­vetlere katılmakta gecikti. Bu sebeple Abdülvahhab'm içine, b. Şar'a karşı düşmanlık duyguları girdi. Bu yüzden de Beni Şâbe kuvvetlerinin başında bulunan Irar'ın kardeşi İsa b. Şar'ı azarladı. Ve Beni Şâbe kuvvetlerini cezalandırdı. Bu olay ise Abdülvahhab ile Irar arasına kin ve düşmanlık girmesine sebep oldu. Bu olayın sonuçlan gelişince Irar Abdülvahhab'a karşı Şerif Hammud'dan yardım istediği gibi Elma' bölgesinin ileri gelenlerinin de yakınlı­ğını kazandı. Ondan sonra da Abdülvahhab'm bulunduğu toprak­lara doğru ilerleyerek buraları işgal etti. Ardından da Abdülvah-hab'la olan sorunlarını çözümlemesi için Der'iye'den bir heyet is­tedi. Ne var ki Abdülvahhab'da Beni Şâbe topraklarına doğru iler­leyerek burayı işgal ettikten sonra Asir'e döndü.

Sonra bu ihtilafı incelemek üzere Der'iye'den bir heyet buraya geldi. Ondan sonra da Abdülvahhab'm, Şerif Hammud'un, Man­sur b. Nasr'm ve Irar b. Şar'm Der'iye'de toplanmaları istendi. Şe­rif Hammud'dan başka diğer liderlerin hepsi Der'iye'de toplandı­lar. Fakat Şerif Hammud bu davet ağırdan aldı. Meşgul olduğu ba­hanesiyle yerine oğlu ve veziri Hasan b. Halid el-Hazimi'yi toplan­tıya gönderdi. Der'iye'de yapılan görüşmelerde terazinin Abdül­vahhab'a ait olan kefesi daha ağır bastı. Çünkü Irar'ın fitneyi kö­rüklediğini, Hammud ve Mansur'un da onu desteklediklerini açıkladı. Bunun üzerine Der'iye emiri Suut el-Kebir Irar'ı yanında alıkoyarak diğerlerini ise bağışladı. Ve bir yaptırım olarak Asir Emirliği'nin, Der'iye'ye ödeyeceği vergilerin, EbûAriş'te görevlendirilecek olan memurlar tarafından Der'iye adına doğrudan tahsil edilmesini istedi. Keza Der'iye yönetimi Mansur'u Sabya'ya emir tayin ederek Abdülvahhab ile birlikte Selefilik davası için cihat et­mesini emretti. Aynı zamanda amcası Şerif Hammud ile iyi geçin­mesini de ondan istedi.

Öte yandan Şerif Hammud San'a imamına karşı giriştiği savaş­ta zafer kazandı. Bu yüzden sahip olduğu güce aldanıyor ve Suudi-likler'e karşı serkeşlik taslıyordu. Nabız yoklamak için Suudililer'in Tami b. Şuayb başkanlığında gönderdiği bir heyet buraya geldi. Fa­kat Şerif Hammud hakkında kuşkulandırıcı birşey bulamadılar. Ne var ki Şerif Hammud Der'iye yönetimi adına vergileri tahsil etmek üzere ülkesinde bulunan görevlilere çok geçmeden bazı niyetlerini açığa vurdu. Onun sarf ettiği sözler de Suud el-Kebir tarafından ha­ber alınınca Suud el-Kebir Surat emiri Abdülvahhab b. Amr'dan derhal Şerif Hammud'un üzerine yürümesini emretti. Bunun üze­rine Abdülvahhab'ta harekete geçti. Ve Biş vadisinde Şerif Ham­mud'un kuvvetleriyle yüzyüze geldi. Taraflar arasında cereyan eden kızgın savaşta Abdülvahhab'ın kuvvetleri üstünlüğü kazandı. Fakat üstün gelen taraf, komutanı Abdülvahhab'ı kaybetti. {Yıl H. 1224) Şerif Hammud ise Ebû Ariş kalesine sığındı.

Abdülvahhab'm bu savaşta öldürülmesinden sonra Asîr böl­gesinin yönetimini, Der'iye'den gelen bir talimatla Abdülvah­hab'm amcası oğlu Tami b. Şuayb üstlendi. Onun diğer amcası oğ­lu Muhammed b. Ahmed el-Mütehammi ise, Sabya'ya emîr ola­rak tayin edildi. El-Mütehammi, Sabya'ya varır varmaz Şerif Hammud'un kuvvetleri gelerek onu burada kuşattılar. (1225 yılı­nın başlan) Bunu haber alan Tami b. Şuayb, bir kuvvetin başında gelerek Sabya'da el-Mütehammi'nin etrafında kurulan çemberi kırmayı başardı. Buradaki muhafız gücünü düzene aldıktan sonra (kuşatmadan vazgeçmek zorunda kalan) Şerif Hammud Ebû Ariş'e dönüp bu kente sığınırken Tami b. Şuayp'ta Surât'a döndü.

Bu sıralarda İmam Ahmed b. el-Mansur tarafından Şerif Hammud'un yardımına gönderilen bir imdat, gücü Ebû Ariş'e ulaştı. Sebebine gelince, Şerif Hammud ile İmam Ahmed arasın­daki ilişkiler çok iyi idi. Şerif Hammud daha önce İmam Ahmed'i babasına karşı desteklemiş, o da bu sayede Yemen'in yönetimini eline geçirebilmişti (Bu söylentinin gerçek bir mesele olması ihti­mali de vardır). Çünkü vaktiyle Suudililer Yemen imamı el-Man-sur ile temas kurmuş ona saldırmayacaklarına ilişkin teminat ve­rerek karşılığında Şerif Hammud'la savaşması için onu kışkırtmış­lardı. El-Mansur'da Şerif Hammud'a karşı savaş açmış ve onu yenmişti. İşte bu yüzden Şerif Hammud'da İmam Ahmed'i baba­sına karşı desteklemişti.

Ebû Ariş emiri Şerif Hammud'a karşı silahlı mücadele verme­leri için Osman el-Mudayifi'nin Taiften, Tami b. Şuayb'm da Su­rat'i-Asir'd en hareket etmelerine dair Der'iye'den emir geldi. On­lar bir taraftan, Şerif Hammud da bir taraftan Ebû Ariş yönüne ilerlerken güzergahları üzerinde bulunan eş-Şakiyk limanında H. 1225'te karşılaştılar. Müttefik güçlerin başındaki Osman el-Muda-yifi ile Tami b. Şuayb, Şerif Hammud'a karşı üstünlük kazanarak Cizan ve el-Lahya limanlarını ele geçirdiler. Ondan sonra da her-biri geldiği yere döndü. Sonradan geri alman el-Lahya'ya üç ay sonra Tami b. Şuayb tekrar gelerek girdi.

Şerif Hammud zamanla etkinliğini kaybedince Der'iye ile iliş­kilerini düzeltmek için amcasının oğullarından dört kişiyi Der'iye emiri Suud el-Kebir'e hediyelerle yolladı. Suud el-Kebir, o sırada Mekke-i Mükerreme'de bulunuyor ve hac ibadetini yapmaya çalı­şıyordu. Şerif Hammud'un adamları ona bağlılık taahüdünde bu­lundular. O da kendilerini af etti. Ve Sa'da emîri Muhammed b. Ali el-Hasani aracılığıyla taraflar arasında barış yapıldı. Bu barış; Şe­rif Hammud'un Suud el-Kebir lehinde Sabya, Derb'i-Beni Şâ'be ve Bişe'den vazgeçmesini; aynı zamanda Yemen'deki limanların gelirinden yıllık bir vergi ödemesini; buna karşılık Suudililerin de ona saldırmamasını öngörüyordu (Yıl. 1226). Böylece bu barış üzerine bölgede durum yatıştı ve sükûnet hakim oldu. Tuhama'da siyasi vaziyet ise şöyle idi.

1- Sabya'dan itibaren kuzeye doğru olan kısım Suud el-Kebir'e kalıyor ve onu, bu bölgede Surat emiri Tami b. Şuayb temsil edi­yordu.

2- Damd'dan itibaren Cizan da dahil, güneye doğru olan kısım ise Şerif Hammud'un elinde kalıyordu.

Bu kez de Necid İmamı Suud b. Abdülaziz Yemen (San'a) İma­mı Ahmed b. el-Mansur arasında savaş patlak verdi. Şerif Ham­mud bu olayı fırsat bilerek Yemen İmamının topraklarından el-Hadida'yı, Beytülfakihi ve Zübeyd'i işgal etti. Bu sıralarda Suud b. Abdülaziz de Yemen limanlarından elde edilen gelir üzerinden kendisine ödenen vergileri bizzat ve doğrudan tahsil etmek üzere göndereceği görevlileri ülkesine kabul etmesi için Şerif Ham­mud'dan istekte bulununca Suud'un, kendisinin iç işlerine karıştı­ğına dair Şerif Hammud'un içine şüphe düşmeye başladı. Bu se­bepledir ki Mehmet Ali Paşa Hicaz topraklarına çıkarma yapınca Şerif Hammud bu kuvvetlerle temas kurarak onları Der'iye yöne­timine karşı savaş açmaları konusunda kışkırtmaya başladı.

Bir süre sonra da bu kuvvetlere bağlılığını bildirdi ve onlara destek de verdi. Bu haber Der'iye'ye ulaşınca Der'iye'deki Suudi yönetimi onu uyararak tehditte bulundu. Şerif Hammud ise Der'iye'den gönderilen elçilerin başlarını vurdu. Ve ülkesinde bu­lunan Suudili ailelerin görevlerine de son vererek Suudi devletine karşı düşmanlığım, daha açıkça ilan etti. H. 1233 tarihinde ölünce­ye kadar da sürekli olarak Suudililer'le savaştı. Esasen onun bu de­rece cesaret göstermesi, Mehmet Ali Paşa tarafından gönderilen kuvvetlerin bölgeye ulaşmasından sonra Suudi devletinin artık if­lah olamıyacağma dair inancından kaynaklanıyordu.

Asir emiri, H. 1231 yılında Mehmet Ali Paşa kuvvetlerinin kar­şısında yenilerek Tuhama'ya doğru kaçıp Şerif Hammud ile temas kurmak istediği bir sırada Şerif Hammud'un veziri süratle hareket ederek gidip Sabya'yı işgal etmiş, ve buradaki Asir muhafız gücü­nü de kovmuştu. Aynı zamanda Tami b. Şuayb'ı izlemeleri için araziye çıkardığı bir keşif ve istihbarat müfrezesi onu Sabya'ya gi­derken yakalamışlardı. Hammud'un veziri Hasan b. Halid el-Ha-zimi yakalattığı bu Tami b. Şuayb'ı sırf yakınlığını kazanması için Mehmet Ali Paşa'ya teslim etti. Tami b. Şuayb elleri ve ayaklan zincire vurularak Mısır'a gönderildi. Ondan sonra da İstanbul'a nakledildi. Ve H. 1232 tarihinde orada idam edildi.

Bunun üzerine Muhammed b. Ahmed el-Mütehammi amcası oğlu Tami b. Şuayb'm intikamını almak için Ebû Ariş üzerine yü­rüdü. El-Mütehammi, güzergahı üzerindeki Derbi Beni Şabe mevkiinde Şerif Hammud'un, veziri Hasan b. Halid el-Hazimi ko­mutasındaki kuvvetleriyle karşılaştı. Taraflar arasında on yedi Re­cep 1231 tarihinde cereyan eden savaşta el-Hazimi kuvvetlerini bozguna uğratarak Surat'a döndü.

Bu sıralarda Asir liderleri Osmanlılar'ı nasıl koyabileceklerine, onları topraklarından nasıl çıkabileceklerine dair aralarında sık sık görüş alışverişinde bulunuyorlardı. Sonunda Şerif Hammud'tan da yardım alarak bölgedeki kabileleri ayaklandırmayı kararlaştırdı­lar. Şerif Hammud'tan da destek almak istiyorlardı. Çünkü onun, çıkarını önde tutarak menfaatleri uğruna Osmanlılar'a katılmasın­dan endişe ediyorlardı. Çünkü o da artık Surât'a kadar gelmiş ve topraklarının sınırlarına kadar dayanmış bulunan Osmanlılar'm, bölgesinin içine kadar saldırılarının yayılmasından korkuyordu. Osmanlılar'a karşı Asir liderlerinin aldığı karar Şerif Hammud'a sunulunca o da kabul etti. Ve onlara destek olmak üzere veziri Ha­san b. Halid el-Hazimi komutasında bir kuvvet gönderdi.

Bu arada başında Cuma Paşa'mn bulunduğu bir Osmanlı as­keri hamlesi bölgeye girdi. Cuma Paşa'yla birlikte Şerif Ham­mud'un kardeşlerioğlu ve aynı zamanda onun siyasi rakipleri olan Prens Ali Haydar ve Mansur b. Nasır'da bulunuyorlardı. Ne var ki Şerif Hammud'un Hasan b. Halid el-Hazimi komutasındaki kuv­vetleri Cuma Paşa ordusunu Elma Şeyhlerinin topraklarında geri püskürttü. Ardından bu kez de bölgeye iki ordudan oluşan yeni bir askeri hamle gönderildi.

Bunlardan Cuma Paşa komutasındaki kuvvetler sahil yolunu izleyerek diğeri ise Sinan Ağa komutasında Surat yoluyla bölgeye geldiler. Ancak Surat ve Tuhâma liderlerinin niyetleri pek iyi değil­di. Bu nedenle Hasan b. Halid, Şerif Hammud'a bir mesaj yollaya­rak onun da çok güçlü bir kuvvetin başında gelmesi için teşvikte bulundu. Şerif Hammud'ta bu daveti kabul etti. Osmanlı güçlerin­den Cuma Paşa komutasındaki kuvvetler, Mahail'e doğru ilerledi­ler. Cuma Paşa Ebû Ariş'i işgal etmek üzere buradan Ali b. Haydar el-Hizani komutasında bir ordu şevketti. Nitekim Ali b. Haydar buraya girdi. Bu sıralarda amcası Şerif Hammud Surât'ta Sinan Ağa'ya karşı direniyordu. Sonunda onu yenilgiye de uğrattı.

Bunun üzerine Sinan Ağa, beraberinde bulunan Mansur b. Nasır ve az sayıda askerle beraber kaçmışlardı. Belasmar mevkiin­den onları kovalayan bir müfreze, nihayet hepsini ele geçirerek öl­dürdü. Bu aşamada ise Şerif Hammud ile Surat liderleri arasında anlaşmazlık baş gösterdi. Sonuç olarak da Said b. Musalht, adam­larını göndererek onu el-Milâha köyünde öldürdüler (Yıl 1233).

Ebû Ariş kuvvetlerinin Surât'ta komutasını Şerif Hammud'un

oğlu Ahmet üstlendi. Ve beraberinde bulunan güçlerle birlikte Tu-hama'ya doğru geri çekildi. Bölgenin engebeli kesimlerine ulaşın­ca burada amcasıoğlu Ali Haydar tarafından kendisine karşı ku­rulmuş bulunan bir pusuya düşürüldü. Ve yakalandı. Askerler ise dağıldılar. Ve birçoğu Asir'e döndü. Fakat Ahmed önce Ebû Ariş'e oradan da Mısır'a götürüldü. Ve Mısır'da öldü. Hasan b. Halid'e gelince o, Surat liderleriyle işi idare etmeye ve onlara karşı samimi görünceye, emirlerine boyun eğdiğini göstermeye çalışıyordu.

Bu bölge devam etti, Ta ki Osmanlılar'a karşı H. 1234'te yapıl­makta olan bir savaş sırasında öldürülünceye kadar Tuhama böl­gesinin egemenliği ise tek başına Ali b. Haydar'm elinde kaldı. Ali Haydar 1243'te Sabya kentini de alıp buradaki Asir küvetlerini kovmayı başardı. Ancak Ali b. Mücessel bir kuvvetin başında üze­rine yürüyerek Sabya'yı tekrar geri aldı. Ve Ebû Ariş kentini de ku­şattı. Sonra taraflar barıştılar. Ondan sonra 1248'de savaş yeniden patlak verdi. Sebebine gelince Ali Haydar Mor vadisinde bulunan bir askeri birliğe saldırdı. Ona Osm anlılar'd an bir takım yardımlar da geldi. Fakat çok geçmeden Ali b. Mücessel onunla savaştı. Ve onu kuşatma altına aldı. Peşinden de taraflar arasında barış yapıl­dı. Bu barışa göre Ali b. Haydar Surat emrini temsilen Ebû Ariş bölgesinin emiri oldu. Burada bulunan Osmanlı muhafız gücü de Hicaz'a döndü.

Ali b. Mücessel'in ölümü üzerine H. 1249'da Aiz b. Merî'ye Asir emiri olarak beyat edilince Ali b. Haydar Surat emirine karşı ayaklandı. Üzerine gelen kuvvetlerinin karşısında direnmeyi de başar­dı. Bu olay üzerine Asir kuvvetleri Ebûariş'ten hareket ettiler. Bu kuvvetler Ebûariş'te alarmda bekliyorlardı. Ancak Aiz b. Meri'nin şehre girme teşebbüsünde yardımcı olamadılar.

Bu sıralarda AH b. Haydar öldü. Yerine geçen oğlu Hüseyin Su­rat emiriyle anlaşarak onunla birlikte Yemen Tuhaması'na düzen­lenen harekâta katıldı. Ve el-Mukha'ya kadar vardı. Keza, onun saflarında Yemen'e karşı savaştı. Ve Zübeyd kapılarında esir alın­dı. Fakat Surât'tan gelen bir imdat birliği onu esaretten kurtardı. (H. 1264).

Ali Haydar'ın oğlu Hüseyin'de öldü. Onun da yerine oğlu Ha­san geçti. Fakat bu sıralarda aile fertleri arasında anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştı. Ya da tabiri caizse eski ihtilaflar yenilenmişti. Bu­nun üzerine Hasan b. Muhammed Hüseyin'in oğlu Hasanı devi­rerek yerine yönetimi ele aldı. Bir süre sonra da devrik emir el-Ha-san bir suikaste kurban gitti. Bu ihtilafların neticesi olarak Surat emiri Muhammed b. Aiz H. 1280 yılında gelip Ebûariş kentine gir­di. Buranın emiri Hasan b. Muhammed'i de azlederek el-Mikhlof yöresinin hepsini Ebha'ya bağladı. H. 1289 yılında Muhammed b. Aiz öldürülünce el-Mikhlaf-es-Süleymanî yöresi Osmanlı ege­menliği altına girdi. Asir emirliği de bir Osmanlı mutasarrıflığı ha­line geldi. El-Mikhlaf da buraya bağlandı. H. 1322 yılında el-İdrisi burayı gelip alıncaya kadar da durum böyle sürdü. [39]

 

El-İdrisi

 

H. 1246 yılında Mağrip halkından Ahmed b. İdris adında biri Sabya kentine gelmiş buraya yerleşmişti. Bir zaman sonra bu adam ölünce Muhammed adında bir oğlan çocuğu geride bıraktı. Bu Muhammed zamanla yetişerek Sudanlı bir kadınla evlendi. Ve bu kadından Ali admda bir çocuğu oldu. Ali de bir süre sonra yeti­şerek Hintli bir kadınla evlendi. Bu kadın Ali'den bir erkek çocuğu doğurdu, Ali bu oğluna Muhammed adını verdi. Muhammed de­likanlılık çağma gelince uzun gezilere çıkarak Mekke'yi, Kahire'yi, Libya ve Sudan'ı ziyaret etti.

Memleketine dönünce halk arasında dolaşarak dini öğütlerde bulundu. Doğruyu emrediyor, kötü fiillerden de insanları sakm-dırmaya çalışıyordu. Bu yüzden hayranları ve yandaşları çoğaldı. Muhammed bu kez de Osmanlı yönetimi lehinde kanaatlerini yaymaya çalışınca Osmanlılar onu Sabya ve Ebû Ariş kentlerine kaymakam tayin ettiler. Osmanlılar Muhammed'in halk üzerinde­ki olumlu etkisinden ileride yararlanmak için onu güçlendirmeye, bölgede desteklemeye çalıştılar. Bu amaçlarda Asir mutasarrıfı Süleyman Şefik el-Kemali'den onu ziyaret etmesini istediler. (Ona baş vurmasını ve bu sureüe onu onurlandırmasını emrettiler.) Mutasarrıf Süleyman Şefik'le devletin bu talimatını yerine geti­rince (kendisinden statü olarak daha aşağıda bulunan) Sabya kay­makamı Muhammed, bu sayede ünlenmeye ve yandaşları daha da çoğalmaya başladı.

Kaymakam Muhammed gittikçe ünlenirken Asir mutasarrıfı Süleyman Şefik el-Kemali de onun karşısında hep geriledi. Bu yüzden günün birinde bu kaymakam Muhammed el-İdris'i, şayet devlete karşı aklından kötü birşey geçirecek olursa önüne geçebil­mek için mutasarrıf Süleyman Şefik Cizan'a askeri bir kuvvet koy­mak istedi. İstediği kuvvetler gelip Gonfuza limanına inince rahat­sız olmaya başlayan el-İdrisi bu kuvvete hacet yok diyerek itiraz­da bulundu. Bunun üzerine askeri kuvvet de geri döndü.

El-İdrisî, Sabya'daki Arap kabilelerinin arasında cereyan eden anlaşmazlıkların çözümlenmesi konusunda Süleyman Şefik'le görüş birliğine vardılar. Esasen el-İdrisî mutasarrıfa bu teklifi gö­türmekle bölgede daha etkin bir güç olmayı hedefliyordu. Muta­sarrıfın amacı güvenliği sağlamaktı. Bu arada mutasarrıf Süley­man Şefik, Gonfuza yerine eş-Şakıyk'ın Ebha bölgesi için liman haline getirilmesini istiyordu. Çünkü eş-Şakıyk, Ebha'ya mesafe olarak yakın, Gonfuza ise buraya uzaktı. Ancak el-İdrisî çıkarına aykırı olduğu için bunu da reddetti. Dolayısıyla devlet de mutasar­rıfın bu teklifini kabul etmedi.

El-İdrisî zamanla siyasi nüfuzun artmasından sonra Kızılde-niz'in karşı sahillerindeki Eritre üzerinde otorite kurmuş bulunan İtalya ile temasa geçmeye başladı. El-İdrisî'nin İtalyanlarla kurduğu bu temas onun Kahire'de bulunan amcasıoğlu aracılığıyla gerçekleşti. Aynı zamanda el-İdrisî silah satın almaya da başladı. Ve avaneleri silahlandılar.

Nihayet el-îdrisî Osmanlı Devleti'ne karşı olduğunu ilan etti. Ve Sabya'da ayrı bir hükümet kurdu. İslâm şeriatını uygulayacağı­na dair açıklama yapınca 1326 yılında kabileler de onu destekledi­ler. Osmanlılar'm Asir mutasarrıfı ona haddini bildirmek için üze­rine bir askeri hamle gönderdi ise de bu kuvvetler başarısızlığa uğ­radılar.

Hatta kabilelerin hücumuna uğrayarak imha edildiler. Muta­sarrıf, İstanbul'a rapor göndererek sorumlulara, el-İdrisî'nin teh­likesi ve îtalyanlar'la olan ilişkisi hakkında bilgi verdi. Bunun üze­rine İstanbul hükümeti onu davet ettiyse de el-İdrisî gitmedi. Os­manlı Devleti bu kez de el-îdrisî'yi yakalayıp İstanbul'a gönder­meleri için Yemen'deki kuvvetlerin komutanı İzzet Paşa'ya ve onun yardımcısı İsmet İnönü'ye talimat verdi. Bunun üzerine gönderilen kuvvetler Cizan'a ulaştılar.

Dört bin kişiyi bulan bu askeri güç, el-îdrisî'yle daha ilk karşı­laşmada feci bir bozguna uğradı. Osmanlılar'a karşı giriştiği bu ça­tışmalarda el-îdrisî'yi İtalya desteklemişti. Sonunda Osmanlılar Cizan'dan çekildiler. Ve buraya el-İdrisî girdi. Fursan adaları henüz Osmanlılar'm elinde bulunuyordu. Geri püskürtülen Osmanlı kuvvetleri işte bu adalara çekilmişlerdi. Ancak İtalya, onları bura­da sıkıştırdı. Bu yüzden Osmanlı kuvvetleri Fursan adalarını da terkederek Gunfuza'ya gittiler. İtalya onları arkadan kovaladı. Ve deniz yönünden şehri dövmeye başladı.

Bu sırada el-İdrisî'de Gunfuza'yı karadan kuşatmıştı. Osman­lılar'a ait limandaki gemiler tahrip edildiler. Fakat şehirdeki mu­hafız gücü teslim olmadı. Bu sayede de Gunfuza Osmanlılar'ın elinde kaldı.

Surât'm ileri gelenleri olan Aızoğulları yeni mutasarrıf Süley­man Şefik el-Kemali ile bozuşarak ona karşı silahlı mücadeleye gi­rişmek ve Osmanlılar'ı bu bölgeden kovmak için el-İdrisî'yle an­laştılar. Her iki tarafın güçleri Ebha'ya doğru hareket ederek gidip şehri kuşatma altına aldılar. Ebha'da bulunan Osmanlı kuvvetleri­nin etrafındaki çember gittikçe şiddetlenince Osmanlı Devleti bu kuvvetleri kurtarmak için Mekke Şerifinden Ebha üzerine yürü­mesini istedi. O da bu emir üzerine H. 1327 yılında bir kuvvetin başına geçerek Ebha'ya yürüdü. Bu sırada el-İdrisî ile iş birliği içinde bulunan Aızoğulları bu şahsın Surat yöresi üzerindeki siya­si emellerini sezmiş bulunuyorlardı.

Fakat aynı zamanda ondan çekiniyorlardı. Dolayısıyla Şerif Hüseyin'in Ebha üzerine geldiğini haber alır almaz derhal gidip ona katıldılar. Ve el-îdrisî'ye karşı tavır aldılar. Bu yüzden eî-İdrisî Surat'tan çekildi. Aızoğullarmdan Hasan b. Ali'de Mutasarrıf yar­dımcısı oldu. Aynı zamanda yine Aızoğullarmdan Muhammed b. Abdurrahman da Ebha'ya vali tayin edildi. Bu suretle de el-îdri-sî'nin mevkii ve etkisi geriledi. Mutasarrıf ise onun nüfuz alanları üzerine baskınlar düzenlemeye başladı.

Bu sıralarda İtalya, Libya'ya asker çıkararak Osmanlı Devle­ti'ne karşı savaş ilan etti. Ve Osmanlı limanlarına bu arada Kızilde-niz kıyılarında bulunan Osmanlı limanlarına da baskınlar düzen­lemeye başladı. İtalyanlar tarafından desteklendiği için el-İdri­sî'nin siyasi ve askeri gücü yeniden artmaya başladı. Keza, Gonfu-za da ve Asir'in kuzeyinde yeniden etkili oldu. Bu yüzden otorite alanı bu bölgenin sınırlarına kadar uzanan Mekke şerifiyle çıkarla­rı çatışmaya başladı.

Dolayısıyla Mekke şerifi, oğlu Faysal'ı bir kuvvetin başında bu yönlere doğru gönderdi. Şerifin kuvvetleri Gonfuza yakınlarında el-İdrisî'nin askerleriyle karşılaştılar. Cereyan eden çarpışma so­nunda İtalyan donanmasının Hicaz ordusunu top ateşine tutma­sına ve el-İdrisî kuvvetlerini de silah ve yiyecekle desteklemesine rağmen Faysal'in komutasındaki Hicaz ordusu el-İdrisî kuvvetle­rini yendi. Hatta Faysal daha da ilerlemek istiyordu.

Ancak tam bu sırada, (bu kez de Osmanlılar'a karşı mücadele vermek üzere) kendisini Mekke'ye dönmeye çağıran babasından bir yazılı mesaj aldı.

Çünkü birinci cihan savaşının patlak vermesiyle beraber Mekke Şerifi artık Osmanlılar'a karşı baş kaldırdığını ilan etmişti. Bu suretle de Mekke Şerifi ve İtalyanlar, Almanlar'in yanında yerini alan Osmanlı Devleti'ne karşı itilaf devletlerinin saflarında yerleri­ni almışlardı. Bununla beraber (ve hem Şerif Hüseyin, hem de el-İdrisî Osmanlı Devleti'nin aleyhinde bulunmalarına rağmen) iki­sinin arasındaki kişisel düşmanlık değişmedi.

Bir zaman sonra el-İdrisî İngiltere'nin bölgede daha güçlü ol­maya başladığını görünce H. 1334 yılında îngilizler'le -bir antlaş­ma yaptı. İngilizler bu antlaşma ile, kuzeyde Gunfuza'dan, güney­de Lahya'ya kadar devam eden Tuhama topraklan üzerinde el-İd-risî'nin egemenliğini tanıdılar. Sonra bu antlaşma 1336 yılında tekrar yenilendi.

El-İdrisî bir an baktı ki onu çevreleyen her taraf kendisine kar­şıdır, bir taraftan Şerif Hüseyin, bir taraftan Aızoğulları bir taraf­tan da San'a imamı onu çevrelemiş durumda idiler. Bu yüzden destek arayışı için Necid Sultanı Abdülaziz b. Abdurrahman Al'us-Suud'la temas kurmaya başladı. Fakat çok geçmeden H. 1341 yı­lında öldü. Yerine oğlu Ali geçti. Bu sıralarda Yemen imamı Yahya Hamidüddin, Tuhama bölgesinin güney kısmına egemen oldu. Ve el-Hadida ile Mida beldesine kadar Tuhama bölgesinin güneyini el-îdrisî'nin oğlu Ali'ye karşı ayaklanarak amcası el-Hasan'a beyat ettiler. Ali ise Riyada sığınarak oraya yerleşti.

El-İdrisî'nin oğlu Hasan, Fursan adalarında petrol arama im­tiyazını İngiltere'ye verdi. Aynı zamanda Yemen imamı Suudi ha­nedanı ve İtalya ile pazarlık masasına oturdu. Suudililer'le yaptı­ğı görüşmelerde başarı elde etti. Bu cümleden olarak amcası Mir-gani Mekke'de Suudi Arabistan kralı Abdülaziz ile bir antlaşma akdetti. Bu antlaşmaya göre H. 1345'te Tuhama bölgesi Suudi Ara­bistan krallığının artık bir parçası haline geldi. [40]

 

Arap Yarımadasının Doğu Bölgesi

 

Arap Yanmadası'nın doğusuna düşen ve Basra Körfezine ba­kan kısımların hepsine eskiden Bahreyn denirdi. Oman toprakla­rı bu bölgenin içine girmez. Veya (başka bir ifadeyle) bu ad, bu­günkü Katar, Bahreyn, Kuveyt ve Suudi Arabistan Krallığı'mn doğu kesimlerini kapsardı. H. 642 yıllarından beri bu bölgeyi Benî Ukayl (Ukayloğulları) kabilesi hükmederdi. Sözkonusu süre içeri­sinde bu kabileden üç hanedan bölge yönetiminde birbirini izle­miştir. Sonra gerileyip güçlerini kaybettiler ve birlikleri bozuldu. Portekizliler gelip onları egemenlikleri altına aldılar.

Portekizliler, Hürmüz Adasını H. 912'de ele geçirerek burayı kendileri için bir üs haline getirdiler, 921'de Bahreyn'e kadar etki alanlarını genişlettiler, 927 yılında da Bahreyn Hükümdarı Mukrin Bin Ecved Bin Zamil'i öldürdüler. Onların denetimi altında Ali b. Ecved yaklaşık bir ay, Nasır b. Muhammed b. Ecved üç yıla yakın bir süre, Koton b. Ali, bir yıl ve oğlu da bir kaç ay kadar bu bölgeyi yö­nettiler. Sonra Koton Gasıyb b. Zâmil lehinde tahttan çekildi. Sonra yönetimdeki bu Cabiroğullan hanedanının üyeleri arasına siyasi anlaşmazlıklar girdi. Bunun üzerine onlardan bazıları, Basra valisi Râşid b. Muğamis'ten imdat istedi. O da gelip Bahreyn'i işgal etti.

H. 941 de Osmanlılar Bağdad'ı fethettiler ve Irak'a egemen ol­dular. Bu sıralarda Basra Hükümdarı bulunan Râşid b. Muğamis kendini Osmanlı Sultanı Kanunî Süleyman'a takdim ederek ona bağlılığım açıkladı. Dolayısıyla onun hakim bulunduğu bölgeler Osmanlıların egemenliği altına girmiş oldu. Ancak Raşid b. Muğa-mis daha sonra Osmanlı valileriyle anlaşmazlığa düştü. Onlar da gelip Basra'yı işgal ettiler. Bunun üzerine Raşid, H. 951 yılında Ne-cid'e kaçtı. Daha sonra Osmanlı Devleti'nin merkezden uzak böl­gelerde savaşlarla meşgul olması, Avrupa'nın Osmanlılar'a karşı haçlı savaşlarını körüklemesi ve Bahreyn'in merkezden uzakta bu­lunması yüzünden Osmanlılar'ın bu bölgedeki yönetimi etkinliği­ni gittikçe kaybetti. Portekizlilerde bunu fırsat bilerek sonraları ikinci kez Bahreyn'e döndüler. Katıyf ve el-Ahsa'yı ele geçirerek Aval, Tarut, Seyhat ve diğer adalarda kaleler inşa etmeye başladılar.

Her şeye rağmen Osmanlılar buradan el çekmediler. Nitekim Muskat'a da girdiler ve Portekizlilerin üssü olan Hürmüz Adasını kuşattılar fakat fethedemediler. Bu yüzden kuşatmayı bırakıp Bahreyn'e yöneldiler. Portekizliler Aval ve el-Katıyftan çekilince Osmanlılar buraya girdi. Bölge halkı da Osmanlı kardeşlerinin ya­nında yerlerini aldılar onları desteklediler. Halk, kaleleri Portekiz­lilerin elinden kurtarıyor teker teker Osmanlılara teslim ediyorlar­dı. Bu hadiseler H. 957'de cereyan etti. Böylece Bahreyn Bölgesi Osmanlı topraklarının kapsamı içine girmiş oldu ve Basra vilaye-ti'ne bağlandı. Osmanlılar'la Portekizliler arasındaki savaş ise de­vam edip durdu. Ancak sonunda Portekizliler yenildiler.

Daha sonra bölgede İngiliz etkisi ortaya çıkmaya başladı. Çün­kü İngiltere, kendisiyle birlikte Osmanlılar'a karşı durması için İran Şahı, Şah Abbas Safevi'yi yanma çekmiş, Şah da ticari ilişki­lerde İngiltere'ye geniş imtiyazlar tanımıştı. İngiltere'de buna kar­şılık Şah*a, Körfez Bölgesi üzerine etkisini yayması için destek ver­mişti. Bu sayede Şah H. 1011'de Aval adasını, H.1035'te de Hürmüz Adasını işgal etti. O yıl Arap Körfezi Bölgesinden Portekiz sömür­geciliği kesin şekilde ortadan kalkmış oldu. Bu tarihten itibaren de Aval adası (yani Bahreyn Adası) bölgenin topraklarından siyasi açıdan ayrıldı. Çünkü 1081'e kadar Osmanlı egemenliği altında devam eden bölgeden koparak-bu ada- artık İran Safevi yönetimi altına girmiş oldu. Ondan sonra Beni Malik Malikoğulları Hane­danı buraya hakim oldular.

Osmanlılar'ın Bahreyn üzerindeki egemenlikleri esasen uzun süre devam etmemiştir. Çünkü Osmanlılar buraya H. 957'de geldi­ler ve 1081'de de çekildiler. Onun için buradaki yönetimleri 124 yıldan fazla sürmedi. Bölgeyi idare eden Osmanlı valilerinin sayısı da dörtten fazla değildir. H. 957'de ilk defa Fatih Paşa buraya gir­di. Onu Ebulvand namıyla tanınan Ali Paşa, onu da Mehmet Paşa izledi. Ondan sonra, Halitoğulları'nın kendisine karşı baş kaldır­dıkları Ömer Paşa geldi ve 1081'de bölgeden çekildi.

Beni Halid kabilesinden Al'u-Hamîd ailesinin reisi Brak b. Ga-rir, ayaklanarak el-Ahsa'da bulunan Osmanlı Muhafız Gücüne sal­dırdı. Bunun üzerine Osmanlı Kuvvetleri teslim olmak zorunda kaldılar. Ellerinde bulunan müstahkem mevkileri ve kaleleri de teslim ederek H. 1081 yılında el-Ahsa'dan çekildiler. Zaten Os­manlı Devleti bu aşamada çok zayıf düşmüş ve haçlı savaşları onun gücünü tüketmişti. Emir Brak, bu suretle bölgenin kralı ol­duğunu ilan etti. Ne varki çöl araplarından ATu-Muğamis (Muğa-misoğulları) Brak'ın elde ettiği bu başarıyı kıskandılar ve kendile­rinden baş gösteren bu kıskançlık onları Brak'a karşı silahlı müca­deleye itti. Ancak karşısında yenildiler ve Onlardan bir kısmı da İrak'a kaçtı.

Emir Brak, el-Mübriz kentine yerleşerek burayı merkez edin­di. Ondan sonra da sınırlarını genişletmeye çalıştı. H. 1103'te de öldü. Yerine ise H. 1135'te ölen oğlu Sadun geçti. Sadun'un ölü­münden hemen sonra, bu sülalenin mensup olduğu Benî Halid Kabilesi'nin üyeleri birbirlerinin yakasına düştüler. Onların bir kısmı Sadun'un oğlu Düceyn'in yanında bir kısmı ise Sadun'un kardeşi Süleyman'ın saflarında yerlerini aldılar. Aralarında baş-gösteren rekabette Süleyman, yeğeni Düceyn'e karşı üstünlük ka­zandı. Ancak bir süre sonra 1166'da öldü. Süleyman'dan sonra Uray'ır'a bey'at edildi. Onun döneminde ise Suudililer'in, bölge üzerine düzenledikleri baskınlar ve Benî Halid kabilesi'nin el-Ka-sıym ile Sûdeyr üzerine giriştikleri saldırılar başladı.

Benî Halid (Halitoğulları) yönetiminin bu dönemde zayıf düş­mesi nedeniyle bölgenin birliği bozuldu. Bu sebeple el-Ahsa, Bah­reyn, Katar ve Kuveyt ayrı ayrı birer parça haline geldiler. Bu par­çalardan her birinin tarihini şu şekilde incelemek mümkündür: [41]

 

El-Ahsa [42]

 

Yukarıda da anlatıldığı gibi bu bölge Beni Halid sülalesinin yö­netimi altında bulunuyordu. Uray^r 1188'de ölünce yerine oğlu Batyn geçti. Ancak çok sürmeden -kendisinden sonra yerine ge­çen- kardeşi Düceyn ile ondan sonra yönetimi devralan diğer kar­deşi Sadun'la araları bozuldu. H. 1193'de el-Mecmoa'ya saldırdı. H.1196'da Unayza üzerine yürüdü. H. 1200'de Duvayhis, kardeşi Sadun'a karşı baş kaldırdı. Sadun'da kaçarak Suudi Krallığının merkezi olan Der'iye'ye sığındı. Duvayhis, dayısı Abdülmuhsin b. Sirdah'a da yardımda bulunmuştu.

Suudililer 1202'de el-Ahsa'ya saldırdılar. Bunun üzerine Du­vayhıs ile dayısı Abdülmuhsin buradan kaçtılar. Artık bölgenin emiri durumuna gelmiş bulunan Zeyd b. Uray'ır, bu sırada Suudi Ordusunun safları içinde bulunuyordu. Abdülmuhsin'i hile ile ik­na edip Irak'tan geri dönmesini sağladı ve kalleşlikle onu öldürdü. Beni Halit Kabilesi, Zeyd'in bu hainliğine öfkelenerek onu devirdi­ler. Yerine ise Abdülmuhsin'in oğlu Brak'ı başa geçirdiler. Bu sefer de Suudililer, Beni Halid Kabilesi'nin bu davranışına gücendiler ve H. 1207'de bölgeye girerek buraları işgal ettiler. Halk Suud el-Kebir'e bey'atte bulundu ise de çok geçmeden bu bey'atten caydı. Bu yüzden Suud el-Kebir, üzerlerine yürüyerek el-Ahsa'yı kuşattı. Taki H. 1208'de burası Suudililer'e teslim oluncaya kadar. Sonra Suudi yönetimi bu bölgenin liderleri olan Uray'ır'ın oğullarını Irak'a sürdü. Böylece Beni Halid sülalesinin bölge üzerindeki ege­menliği de son bulmuş oldu.

Irak'ın Osmanlı Valisi Süleyman Paşa H. 1211 yılında el-Katiyf ve el-Ahsa'yı işgal etmek amacıyla biri denizden, diğeri ise kara­dan olmak üzere buralara iki askeri harekât başlattı. Fakat bu iki harekât da hedeflerini gerçekleştiremediler ve başarısızlığa uğra­dılar. Daha sonra Ali Keyhiya komutasında buraya yeni bir hamle gönderildiyse de bu da bir önceki harekât gibi başarısızlığa uğra­dı. Çünkü Necid'den el-Ahsa halkı için imdat güçler gönderildi. Ondan sonra da H. 1213 yılında taraflar arasında barış yapıldı.

Der'iye bir ara İbrahim Paşanın eline düşünce Beni Halîd Sabile-si'nin liderleri olan Urayır'ın oğulları: Muhammed, Macid ve Sa-dun, Mısır ordusundan el-Ahsa'ya doğru harekâta devam etmesi­ni istediler. Mısır ordusu da devam etti. Bunun üzerine Suudilile-rin buradaki valisi, Fahd b. Süleyman b. Ofaysan, buradan kaçtı. Bölgeye giren işgalci Mısır ordusu ise halka çok kötü muamelede bulundu. Mısır ordusunu buraya davet eden Uray'ır'ın oğullan tekrar bölgeye döndüler. Kardeşlerden Muhammed, biraderi Ma-cid'i el-Ahsa'ya, Sadun'u da el-Katıyf a idareci olarak yerleştirdi. Sadun gözlerini kaybetmişti, âmâ idi.

Muhammed b. Müşari b. Muammer, Necid'in bazı kesimlerini işgal edince Necid halkı, Macid b. Uray'ır'a bir yazı göndererek, -henüz fazla güçlenmeden - b. Muammer'e karşı koymasını istedi­ler. Bunun üzerine b. Uray'ır Necid üzerine yürüdü. Fakat b. Mu­ammer ona sanki kendisi tarafından tayin edilmiş bir görevlisi gi­bi davranmca, b. Uray'ır, -bu zoraki görevliyi- kabullenerek tekrar geldiği yere döndü.

H. 1245 yılında Uray'ır'm oğulları bu kez de Riyad'da bulunan Suudi Emîri Türkî b. Abdullah'a karşı savaşmak üzere harekete geçtiler. Fakat kardeşlerden Macid yolda hastalanarak öldü. Hali-toğulları da Türkî b. Abdullah'a yenildiler ve tekrar el-Ahsa'ya ge­ri çekildiler. Ancak Türkî b. Abdullah onları, el-Ahsa'ya ulaşıncaya kadar kovaladı. el-Ahsa halkı da ona bey'atte bulundular. Bu sıra­da Türkî b. Abdullah, Muhammed b. Uray'ır'ı yakalayarak onu Irak'a sürdü. Ömer b. Ofaysan'ı da el-Ahsa'ya emîr tayin ederek kendisi Riyad'a döndü.

Bu kez de Bahreyn'li bir aile olan ATu-Halife (Halifeoğulları) el-Ahsa bölgesine saldırarak Tarut Adası'na girdiler. el-Katıyf valisi Su-udili prens Abdullah el-Gânim karşılarında direnmeye çalıştı ise de yenilgiye uğradı. Bunun üzerine Emir Faysal b. Türkî Riyad'dan ha­reketle el-Ahsa'ya gitti ve H.1249'da cereyan eden bir meydan sava­şında Bahreynlilerle çarpıştı. Ancak babasının Riyad'da öldürülme­si üzerine cepheyi terketmek zorunda kaldı. Sonra el-Katıyf valiliği­ne, Ali b. Abdullah b. Ganim tayin edildi. Fakat yardımcısı Müdavi ile aralan bozuldu -ki bu Müdavi- sonunda Ali'yi, ondan sonra yerine tayin edilen Ali b. Salih'i öldürdü. Bunun üzerine -Suudi Dev­leti tarafından- el-Katıyf in idaresi Mehdi b. Nasir'a verildi ve Os­manlılar bölgeye girinceye kadar da böyle devam etti.

Osmanlılarla Mısırlılar'in yardımıyla H. 1252'de Halid b. Suud Riyad'a girince Faysal b. Türkî buradan çıkarak el-Ahsa'ya gitti. Ancak rakibi, Halid'in, el-Huta yerlileri karşısında yenilgiye uğra­dığını görünce dönüp Riyad'ı kuşatma altına aldı. Bunun üzerine Hurşit Paşa, bir imdat kuvvetinin başında gelerek Necid'e ulaştı ve başkente girdi. Faysal b. Türkî ise çekilerek Ed-Dilm mevkiinde kamp kurdu. Ömer b. Ofaysan da el-Ahsa'dan bir destek gücün başında ona yardıma geldi. Fakat ikiside yenildiler ve Faysal barış yapmak zorunda kaldı. Ancak Mısır'a sürüldü. Ömer b. Ofaysan ise el-Ahsa'ya döndü. Ne varki beldesinin halkı Hurşit Paşa'ya bağlılıklarını ilan etmişlerdi. Bu yüzden b. Ofaysan Kuveyt'e gitti. Hurşit Paşa ise el-Ahsa'ya vali olarak Ahmet b. Muhammed Es-Südeyrî'yi daha sonra azlederek yerine 1256'da Hamed b. Müba-rek'i bu görevin başına getirdi. Ondan sonra da 1258'de Musa el-Hamelî el-Ahsa'ya vali tayin edildi.

(Osmanlılar tarafından ailesine ve halkına karşı desteklenen) Halîd b. Suud sonunda Abdullah b. Sinyan komutasındaki kuvvet­ler karşısında yenilgiye uğrayarak Riyad'dan ayrıldı ve el-Ahsa'ya oradan da Kuveyt'e daha sonra da Mekke'ye gitti. Osmanlılar da el-Ahsa'da güçlerini kaybettiler. Hatta (H. 1253-1258) yılları arasın­da beş yıldan fazla bile burada kalmadılar. Bunun üzerine Abdul­lah b. Sinyan el-Ahsa'ya kendi tarafından bir vali tayin etti ki bu zat Abdullah b. Bettâl'dır. Sonra onu, -bölge halkından bey'at alan- Amr b. Ofaysan'la değiştirdi.

Bir süre sonra da Faysal Mısır'dan döndü ve 1259'da yöneti­min başına geçti. Önce Abdullah b. Bettâl'ı el-Ahsa'ya vali tayin etti sonra 1260 yılında onu Ahmed b. Muhammed Es-Südeyri ile değiştirdi. Abdullah b. Faysal, 1284 yılında, Nasır b. Cebr el-Hali-di'yi bu göreve getirinceye kadar da Es-Südeyri el-Ahsa valisi ola­rak kaldı ve kendi kardeşi Abdullah'a kafa tutan Suud b. Faysala karşı mücadele etti. Ancak 1287'de Suud'un karşısında yenilgiye uğradı. Sonuç olarak el-Ahsa Suud b. Faysal'a bağlanmış oldu ve Suudi Hanedanı'mn üyeleri arasında kavgalar sürüp gitti. Sonun­da üstünlüğü Suud elde etti ve biraderi Abdullah'ın, silahlı kuvvet­lerinin komutanı olan diğer biraderi Muhammed'i esir aldı. Onu el-Katıyf'ta zindana attı. Ardından da Riyad üzerine yürüdü ve şehre girdi. Bunun üzerine kardeşi Abdullah, Osmanlı Devleti'nin Bağdat valisinden yardım istedi.

Osmanlı kuvvetleri Basra'dan deniz yoluyla el-Katıyf'a geldi­ler. Aynı zamanda Kuveyt kuvvetleri de buraya vardılar. Suud'u temsil eden buradaki vali Ferhan b. Hayrullah ise kaçtı. Bu suret­le el-Ahsa 1288'den sonra Osmanlı topraklarına katılmış oldu. Su-ud'dan sonra Riyad'a hakim olan Abdullah b. Türkî bu sefer bir or­dunun başında el-Ahsa'ya geldi. Fakat yenilgiye uğradı. Keza H. 1291 yılında Bağdat'tan gelen Abdurrahman b. Faysal da el-Ah­sa kentini ele geçirme girişiminde başarısızlığa uğradı.

Durumlar iyice kötüleşinceye kadar da el-Ahsa Osmanlılar'm elinde kaldı. Sonra ortalığı anarşi sardı. Bu sıralarda Osmanlı vali­si Mahmut Paşa el-Hafuf çarşısında öldürüldü. Kentin halkı Emir Abdurrahman b. Faysal'a yazılı mesaj yollayarak onu davet ettiler. H.1331 yılında ise Osmanlılar el-Ahsa'yı terkettiler. Bu sırada Os­manlı Devletinin Balkan Savaşlarıyla başı dertteydi. Ayrıca Lib­ya'da İtalyanlarla meşguldü. Dolayısıyla el-Ahsa, artık Suudi Ara­bistan krallığı topraklarının bir parçası oldu. [43]

 

El-Bahreyn

 

H. 922'de Aval Adası Portekizlilerin egemenliği altına girmişti. Fakat 932'de Raşid b. Mugamiş buralara hakim olunca Portekizli­ler adayı terkettiler. Raşid b. Muğamis Osmanlılar'a bağlılığım ilan edince H. 945'te burası da Osmanlı Devleti'nin bir parçası ha­line gelmiş oldu. Nevarki Raşid, çok geçmeden Osmanlılarla bo­zuştu ve Necid'e kaçtı. Sonuç olarak yönetim gücünü kaybetti. Portekizliler de bu fırsatı değerlendirerek H. 952 dolaylarında tek­rar Bahreyn'e döndüler. Fakat 957'de Osmanlılar ikinci kez buraya girerek Portekizlileri kovdular.

İran Şahı Abbas Safevi, H. 1011'de İngilizlerin yardımıyla Aval Adasını işgal etti. Böylece Ada bu olaydan sonra artık bölgeden ay­rılmış oldu ve tarihi de bölgenin tarihinden ayrı bir gidiş izledi. Osmanlılar H.1092'de tekrar bu adaya döndüler. Sonra 1123'te Sa-feviler yeniden burayı işgal ettiler. H. 1130'da da Oman İmamı Sultan b. Seyf, kuvvetlerini buraya çıkarmak için uğraştı. Fakat ada yerlilerinin direnişi karşısında yenilgiye uğradı. Daha sonra ise Nadir Şah, burayı H. 1150 de kendine bağladı.

Tarihin bu aşamasında Aval Adasının yerlileri, Orijin bakımın­dan Oman asıllı el-Matarîşler'e dayanan el-Havla Kabilesi'nin oy­mak ve kollarından geliyorlardı. Yine köken olarak el-Matarişler'e dayanan ve Ebu Şahr limanında oturan başka Arap toplulukları, H. 1166'da gelip Aval Adasını işgal etmişlerdi.

Adanın ileri gelenlerinden ATu-Halife {Halifeoğuîları), vaktiyle Kuveyt'deki amca çocukları olan ATu-Sabah (Sabahoğulları) ile bo­zuşunca Kuveyt'i terketmiş 1179'da Aval Adasına gelmişlerdi. Fakat (Adanın onlardan önceki liderleri olan) el-Havla kabilesinden Be­ni Medkûr (Medkuroğullan) onları, topraklarında yerleşme izni vermediler. Buna rağmen Halife oğullan içeriye doğru göçlerine de­vam ederek Katar Yarımadası'nm kuzeyine düşen Ez-Zebbâr'a mevkiine kondular. Halifeoğulları'ndan bu Kuveytli göçmen kabi­le, reisleri Muhammed b. Halife'nin liderliği altında bulunuyorlar­dı. Kondukları Ez-Zebbâra kenti ogün için Beni Müslim Kabile­si'nin topraklarından sayılıyordu. Halifeoğuîları, Ez-Zebbâra şehri­ni askeri savunma bakımından tahkim etmeye başladılar ve buraya yerleştikleri tarihten iki yıl sonra da Beni Müslim yönetimine zekât vermeyi reddederek bağımsızlığa doğru bazı adımlar attılar.

Halitoğulları Devleti ise bu sıralarda gerileme eğilimini gösteri­yordu. Katar'daki Müslimoğulları'yla Kuveyt'deki Sabahoğulları gi­bi bu devlete bağlı bölgeler bağımsızlıklarını ilan etmiş, H. 1196 yı­lında Aval Adasına tamamen hakim oluncaya kadar yayılmayı sür­düren Halifeoğuîları da aynı paralelde hareket ederek bağımsız ol­muşlardı. Halifeoğuîları İran'a karşı koyarak bu statüyü elde ettiler. Çünkü Aval Adası İran'a bağlı idi. Ondan sonra da Halifeoğuîları ya da onların bir kısmı H.l 198 yılında el-Manâma'ya yerleştiler.

Bu kez de H.1210'da Halifeoğuîları'yla Suudililer arasında siya­si çekişmeler başladı. Suudililerin Ez-Zebbâra kentine koydukları kuşatma harekâtı şiddetlenince, şehir halkının tamamı buradan göçerek Aval Adasına intikal ettiler ve adanın güneyine düşen en­gebelerin üzerindeki el-Cav kasabasına yerleştiler. Sonra burası Bahreyn adını aldı. Bu arada Halifeoğullarmdan bazı liderler de, Suudililer'i el-Ahsa'da temsil eden vali İbrahim b. Ofaysan'a rehin olarak teslim edildiler. Aynı zamanda Suudi Devleti Bahreyn'i kontrolü altına aldı. Suudi valisi İbrahim b. Ofaysan da kendi ta­rafından Bahreynlilere bir yönetici tayin etti ve 1214'e kadar bu böyle sürdü.

Vaktiyle Bahreyn hükümdarı bulunan Selman b. Halife

H.1214'de tekrar yönetimin başına geldi. Fakat kendisine karşı ikinci kez düzenlenen saldırılar sebebiyle başarılı olamadı. Ez­cümle: Hürmüz Boğazından geçen gemilerinin, geçiş vergisi ver­meyi reddettikleri gerekçesiyle H. 1215'te Muskat Sultanı'nın dü­zenlediği, bir saldırıya uğradı. Oman Sultanı ise el-Manâma'ya girmek için sarfettiği çabalarda sonuç elde edemedi. Fakat ertesi yıl başarılı oldu. Bir grup Bahreyn'liyi rehin alarak onları birlikte Muskat'a götürdü. Ancak bunlardan bazıları, Ez-Zabbâraya kaçtı­lar. (Omanlılar'm saldırısı sırasında) Bahreyn Halkı H. 1218'de adalarını Osmanlılar'dan geri almayı başardılar. Bu gayretlerinde Suudililerin yardımından faydalanmışlardı. Dolayısıyla Bahreynli-lerle Suudililer arasındaki ilişkiler güçlendi. Özellikle Selman b. Halife Suudi Emiri Suud b. Abdülaziz b. Muhammed'in yardımıy­la H.1224'de tekrar işbaşına gelince Bahreyn-Suudi ilişkileri daha da güçlendi. Selman b. Halife Oman Sultan'ınm düzenlediği sal­dırı sırasında kaçmış, ancak Suudi kuvvetleri Omanlılar'ı Bah­reyn'den kovarak işbaşındaki Halifeoğuîları Hanedanından bazı şahsiyetleri Necid'e görüşmüşlerdi. Suud el-Kebir bunları bir süre yanında alıkoydu,

(Bir süre sonra) Halifeoğuîları bu kez de, adayı terkeden Su-udililere karşı eski düşmanları olan Muskat Sultanı'ndan yardım istediler. Bu olay sırasında Bahreyn kuvvetlerinin başında Abdul­lah b. Ahmet bulunuyordu. Fakat kısa bir süre sonra, amca çocuklarmdan biri olan Muhammed b. Halife b. Selman Abdullah'a kar­şı ayaklandı. Fakat karşısında En-Nasifiye savaşında bozguna uğ­radı ve kaçarak Suudi Hanedanından el-Ahsa valisi Abdullah b. Sinyan'a sığındı. Bu sırada Halife oğulları Hanedanının üyeleri arasında cereyan eden siyasi kavgaları fırsat bilerek Bahreyn yöne­timini ele geçirmek istediyse de bunu başaramadı.

Sürgündeki Muhammed b. Halife bu kez de Katar'a giderek yardım istedi. Onu, burada bulunan ATu-Ali (Alioğulları) kabilele­ri desteklediler. Bu kabilelerin Şeyhi İsa b. Tarîf idi. Ayrıca Al'u-Nuaym (Nuaymoğullan), Bakuvâra ve el-Celâhime kabileleri de ona destek verince Muhammed, amcasıoğlu Abdullah b. Ahmed'e karşı üstünlük kazandı ve H. 1258'de Bahreyn yönetimini teslim aldı. Bunun üzerine Bahreyn'in devrik Emiri Abdullah, İran'a sığı­narak yardımını istedi.

Aralarında bu konuda H. 1326 yılında beri bir antlaşma da mevcut bulunmasına rağmen İngiltere araya girerek İran'ın des­teğini engelledi. Tam bu sırada Faysal b. Türkî de Dammam'ı aldı. Dammam, Bahreyn'e bağlı idi. Faysal, Bahreyn üzerine siyasi et­kinliğini yaymak istiyordu. Abdullah b. Ahmad H. 1265'te ölünce ortam Muhammed b. Halife lehinde sükûnet buldu. Bu sayede H. 1286'da ölünceye kadar iş başında kaldı. Muhammed b. Halife H. ] 279'da İngiltere ile antlaşmayı yenilemişti. Ölünce yerine kardeşi Ali b. Halife geçti. Fakat birkaç aydan fazla kalamadı. Çünkü onu bir diğer kardeşi öldürdü. Bununla beraber yönetimi, oğlu İsa b. Ali ele geçirdi ve H. 1341 yılına kadar da başta kaldı, 1298'de Bri­tanya ile antlaşma yaptı. 1310 yılında bu antlaşma yenilendi.

Bu antlaşma, Bahreyn Emirinin, İngiltere'den başka bir ülke lehinde topraklarının herhangi bir bölümünden vazgeçemeyece­ğini, İngiltere hükümetinin bilgisi dışında herhangi bir ülkeyle ilişki kuramayacağını ve Emir'in, yambaşmda her zaman bir İngi­liz müşavir bulundurmak zorunda olduğunu Öngörüyordu. İsa b. Ali H.1341 yılında öldü. Yerine ise oğlu Ahmet geçti. [44]

 

Katar

 

Katar, H. 1180 yılma kadar Arap yarımadasının doğu kısmın­dan bir parça sayılıyor ve Arap yarımadası'nm tüm doğusu üzerin­de siyasi nüfuza sahip olan Beni Halid kabilesinin egemenliği al­tında bulunuyordu. Soy bağı ile bağlı oldukları Al'u-Müslim: (Müslimoğullan) kabilesi onlara komşu bulunuyor ve Katar'da güçlenmeleri için onlara ediyorlardı. Al'u-Ali (Alioğulları) 'ndan el-Meâdryd oymağı ise Katar yarımadasının kuzeydoğusunda oturu­yorlardı. Ayrıca el-Beda adıyla bilmen Sudanlı bir topluluk da Do­ha'da yerleşmişlerdi. H. 1179'da Halifeoğulları Kuveyt'den göç ede­rek Ez-Zebbâra'ya yerleştiler. Bunlar el-Utûb topluluğundan idi­ler. Bir süre sonra onları akrabaları olan el-Celâhime Kabilesi izle­di. Ancak çok geçmeden bu iki akraba kabile arasına düşmanlık girdi. Bu yüzden el-Celâhime'liler Er-Ruvays kasabasına göç etti­ler. Burada korsanlık uğraştılar.

Fakat Halifeoğulları tarafından kısa zamanda yok edildiler. Onlardan tek tük sağ kalanlar ise Khur Hassan mevkiine kaçarak canlarını kurtardılar.

H. 1190 yılında İran Basra'yı işgal etti. Bunun üzerine Basra'h bir grup tüccar buradan kaçarak Ez-Zabbâra'ya yerleştiler. Şehir bu sayede kalkındı ve Ticarî hayat burada büyük bir gelişme kay­detti. İran bu kez de Ez-Zabbâra'ya göz dikmeye başladı. Fakat burayı almak için yaptığı girişimlerde başarısızlığa uğradık. Keza Bahreyn'de Ez-Zabbâra'ya baskın düzenledi. Aynı zamanda İran'ın 1197 yılında Ez-Zabbâra'ya düzenlediği akınlar defalarca tekrar etti. Nevarki yine de bir başarı elde edemedi. Halifeoğulları ise 1198 yılında Bahreyn üzerine saldırarak, tepkilerini gösterdiler. Bahreyn, İran'ın egemenliği altında bulunuyordu. Buradaki İran Muhafız gücü teslim olmak zorunda kaldı. Halifeoğulları Ku­veyt'teki akrabaları olan el-Utûb kabilesinin yardımıyla Ez-Zabbâ-ra'dan el-Manâma'ya geçtiler. Şeyh Ahmed b. Halife, Bahreyn'e, el-Utûb Arapları arasında ilk hükümdar olandır. El-Celahime ka­bilesi, daha düne kadar düşmanları olan el-Utûb topluluğuna mensup kardeşleriyle birlikte Bahreyn'e karşı yapılan savaşa katıl­mış ve savaştan sonra Khur Hassan'a dönmüşlerdi. Burada güç­lendiler. Liderliklerini ise, Suudililerle ilişkilerini güçlendiren Rah-ma b. Cabir üstlendi.

Bu arada Suudi Devleti Arap yarımadasının doğusunda güçle­nerek H. 1224 yılında Katar ve Bahreyn'i topraklarına kattı. Fakat Ez-Zabbâra ve Khur Hassan'a saldırarak bu iki kenti yakıp yıkan Muskat Sultam'nm yardımıyla H. 1226'da Katar'dan çıktılar. Cabir b. Rahma da Suudililer'in aleyhinde tavır aldı. Keza Hintli bir şir­ket H.1237'de el-Beda (DOHA) kentini tahrip etti. Ondan sonra Katar, Abdullah b. Ahmet döneminde H. 1239'da Bahreyn'in ege­menliği altına girdi. Bahreyn Doğu Hint şirketiyle antlaşmaya otu­runca H. 1251'de Katar da Bahreyn'nin bir parçası olarak bu ant­laşmanın kapsamı içine girmiş oldu.

Bir süre sonra Bahreyn'de Halifeoğulları Hanedam'nın üyeleri arasında anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Sebebi de şuydu: Muham-med b. Halife, amcasıoğlu Abdullah b. Ahmet'le siyasi rekabete girmişti Fakat ona karşı giriştiği kavgada yenilerek el-Ahsa'da Su-üdililere sığındı. Sonra Katar'a geçerek yardım ve destek talep et­meye başladı. Nitekim aradığını da buldu. Çünkü Al'u Ali (AHoğul-ları) den İsa b. Tarîf, ona kucak açarak kendisini destekledi. Mu-hammed b. Halife, el-Kays Adası'ndan Doha'ya geçmiş bulunu­yordu. Aynı zamanda onu Nuaym, el-Celâhime ve el-Bukuvâra Kabileleri'de desteklediler. Bunun üzerine amcasıoğluna karşı üs­tünlük elde ettikten sonra tekrar Katar'a döndü ve 1258'de Bah­reyn yönetimini ele geçirdi.

Suudi Emiri Faysal b. Türkî Bahreyn üzerine nüfuzunu dayat­mazken tersine Katar'a egemen oldu. Bu sebeple Katar -siyasi ba­kımından- Bahreyn'den ayrıldı. Fakat Faysal b. Türkî'nin 1282'de ölmesinden ve çocuklarının birbirleriyle ihtilafa düşmesinden sonra Bahreyn H.1284 yılında Ebuzabi ile birleşerek Katar'a savaş açtı. Doha ve Vakra kentleri izale edildi. Ondan sonra Katar'da bir misillemede bulundu.

H. 1285'te Britanya, tekrar Doha'ya dönmek için Şeyh Mu-hammed Al-Thânî ile anlaştı. Şeyh Muhammed Al-Thânî'nin ka­bilesi, Bahreyn'deki kabilelerin, gerek nüfus bakımından gerekse siyasi etkinlik bakımından en güçlü kabilesiydi. Bu kabile Al-u Ali (Alioğulları) ana kabilesinin bir kolu olan el-Meadıyd oymağından bir sülaledir. Şeyh Muhammed Al-Thâni'nin hükmü H. 1288 yılı­na kadar sürdü. Sonra yerine oğlu Kasım geçti. Kasım, Kuveyt Emiri'nin komutasındaki bir Osmanlı kuvvetinin saldırısına uğra­dı. Bu yüzden de H. 1288 yılında Osmanlı bayrağını dalgalandıra­rak Osmanlı egemenliğini tanıdı. Bir yıl sonra ise Mithat Paşa, böl­gedeki Osmanlı Valisine Doha'yı işgal etme emrini verdi.

Bu sırada Osmanlı kuvvetlerine karşı bir ayaklanma patlak ver­di. Fakat isyancılar Doha'nın güneyinde yenilgiye uğradılar. Bu yüz­den Kasım b. Muhammed, Osmanlılarla barış mahiyetinde, öz kar­deşi Ahmet b. Muhammed lehinede Katar Emirliği tahtından çekil­di. Ahmet b. Muhammet ise H. 1323 yılında Benihâcir kabilesinden bir hizmetçinin giriştiği suikast sonucu hayatını kaybetti. Yerine ise Abdullah b. Kasım geçti. Abdullah b. Kasım döneminde Osmanlı­larla İngilizler arasında -Arap Körfezi problemleriyle ilgili olarak pazarlıklar yapıldı. {H. 1329) Bunlar arasında Katar da bulunuyor­du. İngilizler Osmanlılar'ı bölgeden çıkarmak istiyorlardı. Aynı za­manda Bahreyn'in Katar üzerindeki egemenliğini de tanımıyorlar­dı. Nihayet Londra'da imzalanan antlaşmayla Osmanlı Devleti Ka­tar üzerindeki haklarından vazgeçti. Keza Necid ile Katar'ı birbirin­den ayıran sınırı da tanıdı. Antlaşma, aynı zamanda üç ay zarfında imzalanma şartını da içeriyordu. Fakat bu süre bir kaç kez yenilen­di. Taki Birinci Dünya savaşı patlak verinceye kadar. Nihayet H. 1334 yılında Osmanlı Devleti Katar'dan kesin şekilde çıktı.

H. 1335 yılında ise Katar Emiri Şeyh Abdullah b. Kasım ile İn­giltere arasında yeni bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşma, Katar Devleti adına dış ilişkileri düzenleme ve yabancılar hakkında kanun koyma yetkisini İngiltere'ye veriyordu. Sonra Katar Emiri Şeyh Ab­dullah, Katar petrol şirketine 1354 yılında toprakları içinde petrol arama imtiyazını verdi, 1368'de de öldü yerine ise oğlu Ali geçti. [45]

 

Kuveyt

 

Kuveyt, Arap yarımadasının Doğu Bölgesi'nin,-siyasi açıdan-bir parçası idi. H. 467-642 yıllan arasında el-Uyûniye Devletine bağlıyken H. 642-932 yılları arasında el-Ahsa Bölgesine hükmeden Beni Ukayl Hanedanının egemenliği altında kaldı.

Sonra Portekizliler Kuveyt'e ulaştılar. Bu dönemde Kuveyt, el-Karîn adıyla tanınıyordu. Portekizliler gelip önce Filika adasını iş­gal ettiler ve burada bir kale yaptılar. Bu olay Portekizlilerin Bah­reyn'e girdikleri tarihe rastlamaktadır. Ancak Portekizliler H.932'de buradan ayrıldılar. Nevarki Raşid b. Muğamis'in Osman­lılarla olan kavgasını fırsat bilerek gelip tekrar 952'de buraya girdi­ler. Nihayet H. 957'de Osmanlılar tarafından kovuldular. Bu tarih­ten sonra Kuveyt Osmanlı topraklarının bir parçası oldu. Fakat çok geçmeden Osmanlı Devleti gücünü kaybedince Beni Halid sü­lalesi bundan yararlanarak önce el-Ahsa'da bağımsızlıklarını ilan ettiler sonra 1081 yılında da bölgenin tümünü kontrolleri altına al­dılar. İşte onların bu döneminde bölge, Kuveyt adını aldı. Bu adı ise burada mevcut bulunan ve Kuveyt adını taşıyan küçük bir kaleden aldı. Sözkonusu kalenin, Beni Halid kabilesi liderlerinden Brak b. Garir tarafından inşa edildiği söylenmektedir.

Siyasal çekişmelerin bir sonucu olarak ve ayrıca bölgede hü­küm süren kıtlığın da etkisiyle,-Necid'in güneyine düşen el-Ef-lac'm el-Heddâr yöresinde oturan- Anza Kabüesi'nin bir kolu, H.12 inci yüzyılın başlarında buradan göç ederek gelip Katar'a yerleştiler. Beni Uteybe (Uteybeogulları) soyundan geldikleri için bunlar el-Utûb Arapları adıyla tanınır oldular.

Son zamanlarda Kuveyt'i yöneten Al'u Sabah (Sabahoğullan) Hanedan'ı ile Katar'ı yöneten Al'u Halife (Halifeoğulları) Haneda­nı işte bu el-Utûb Araplarındandırlar. Utûblular'm, Katar'a yerleş­tikten kısa bir süre sonra buranın siyasi liderleri olan Müslimoğul-ları ile aralan açıldı. Bunun üzerine Kuveyt'e doğru göç etmeye başladılar. Ancak Müslimoğullan onları arkadan izlemeye koyul­dular. Çölde Ras-Tannura (Tannura Burnu) yakınlarında karşı karşıya gelen iki kabile arasında savaş cereyan etti. Utûblular üs­tün geldiler. Yenilen Müslimoğullan, memleketlerine döndüler, UtûboğuUarı ise kuzey yönünde göçlerine devam ederek nihayet Arap Körfezi'nin kuzeyine ulaştılar ve bu bölge içinde göçüp kon­dular, taki Kuveyt mevkiinde yerleşinceye kadar. Bu sırada bölge Beni Halid Kabilesi'nin kontrolü altında bulunuyordu.

Zamanla Halitoğulları'nm gücü zayıflarken UtûboğuUarı git­tikçe güçlendiler ve efendilerine kafa tutmaya başlayarak reisleri olan Sabah b. Cabir'e bey'atte bulundular, Onun H. 1162 yılında başlarına Emir seçtiler. Sabah H.1172'de ölünce yerine oğlu Ab­dullah'a bey'at ettiler. Fakat bu yeni Emir'e bey'atte bulunulması sebebiyle {Utûboğullarından rakip bir aile olan) Halifeoğulları sü­lalesi Sabahoğullan hanedanına karşı tepki göstererek H. 1179 do­laylarında Kuveyt'i terkedip tekrar Katar'a döndüler ve Ez-Zabbâ-ra'da yerleştiler.

İran H. 1190 yılında Basra'yı işgal edince şehrin bir grup tüc­carı burayı terkederek yeni yeni gelişmeye başlayan ve ticari faali­yetlerin yöneldiği Kuveyt'e göçtüler. Kuveyt'in sahne olduğu bu kalkınma, Kâab Kabilesini buraya hakim olmak için heveslendirdi.

Nitekim Kuveyt'e akın düzenlediler. Fakat Emir Abdullah bunlar­la çarpışarak, karşılarında galibiyet kazandı.

Sonra Abdülaziz b. Mahmud b. Suud, Irak'ın güneyine düzen­lediği bir sefer sırasında yolunun üzerinde bulunan Kuveyt'i kuşat­tı ise de kuşatma harekâtında başarısızlığa uğradı. Sonra H.1208 ta­rihinde el-Ahsa Emiri İbrahim b. Ofaysan buraya bir akın düzen­ledi. Ondan sonra da H. 1211 yılında Ebûricleyn Kuveyt'e baskın yaptı. Ardından bu kez de Kuveyt halkı kendilerine karşı düzenle­nen bu iki savaşa tepki olarak Suudi Devleti'ne bağlı kabileler üze­rine akınlar yaptılar. Suudililer daha sonra Mehmet Ali Paşa'nm iş­gal orduları tarafından çıkarılan gailelerle uğraşmak zorunda kal­dılar ve Kuveyt'i bırakıp batı yönüne doğru çekildiler. Kuveyt Emi­ri Birinci Abdullah ise 1229 yılında öldü. Yerine oğlu Birinci Cabir geçti ve H. 1276 yılma kadar da başta kaldı. Onun ise yerine İkinci Sabah geçerek H. 1283 yılına kadar ülke yönetimi elinde kaldı. Onun da ardından yönetimi, ikinci Abdullah teslim aldı.

H.1282 yılında Faysal b. Türkî ölünce oğulları, kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler. el-Ahsa ve el-Katıyf kentleri, Abdullah b. Faysal'ın elinde bulunuyordu. Fakat kardeşi Suudi zorla bölgeyi iş­gal etti. Bu olay ise Abdullah'ı Osm anlılar'd an imdat istemeye itti. Aynı zamanda Abdullah, kardeşi Suud'un, İngilizlerden yardım aldı­ğını söylüyordu. Bunun üzerine Osmanlı Devleti Abdullah'a yardım gönderdi ve Kuveyt Emiri (Sabahoğullanndan) ikinci Abdullah ka­nalıyla onu desteklemeye çalıştı. Bu sayede 1288'de bölge geri alın­dı. Bir yıl sonra da Abdullah, Osmanlılar'in Basra Valisi'ne bağlana­bilmek için Osmanlıların verdiği kaymakamlık görevini kabul etti.

H. 1290 yılında Suudi Emiri Suud b. Faysal Kuveyt üzerine yü­rüdü ise de savaşa girmeden geri döndü. Keza Hail Emiri ATu-Re-şid (Reşidoğullarmdan) Muhammed b. Abdullah da H. 1295 yılın­da Kuveyt üzerine sefer düzenledi.

H. 1309 yılında Sabahoğulları'ndan Kuveyt Emiri ikinci Abdul­lah öldü. Yerine ise oğlu Muhammed geçti ve H. 1313 tarihine kadar da başta kaldı. Bu tarihte kardeşi Mübarek, ona karşı ayaklandı ve üçüncü kardeşi el-Cerrah ile birleşerek onu öldürdükten sonra yönetimi tek basma ele geçirdi. Bu olay ise onun, kardeşi oğullarının Kuveyt'i terk ederek Basra'ya göç etmelerine neden oldu. İkinci Ab­dullah'ın oğlu Mübarek'in döneminde komşusu Suudi Devleti'nin yönetimi zayıflamaya başlamıştı. Bu devletin topraklarının bir par­çası olan Necid'e, Al'u-Reşid (Reşidoğulları) hakim oldular. Bu sıra­da el-Ahsa'da Osmanlılar'm elinde bulunuyordu.

Sonuç olarak Kuveyt Emiri, Sabahoğulları'ndan Mübarek ile el-Ahsa Emiri, Reşidoğlu arasına düşmanlık girdi. Mübarek ise her hangi biri kendisiyle sürtüştüğünde, ya Basra Mutasarrıfı ka­nalıyla, veyahut da el-Ahsa Mutasarrıfı kanalıyla Osmanlılardan yardım istiyordu. Mübarek, Katar Emirleri olan Al'u-Thani (Tha-nioğulları) ile ihtilafa düşünce Osmanlılar Mübarek'in yanında yerlerini aldılar ve Thanioğulları'nı tehdit ettiler. Bu sebeple de iki hanedan arasında bir vuruşma cereyan etmedi. Bu arada Al'u-İb-rahim (İbrahimoğulları) ndan Yusuf, Şeyh Mübarek'le siyasi reka­bet içindeydi ve ona karşı Katar ile Hail Hükümdarlarından yar­dım alıyordu. Bir ara Haile giderek, Hail Emiri Muhammed b. Ab­dullah Al'u-Reşid ile görüşüp, Kuveyt Emiri Şeyh Mübarek'e kar­şı birlikte savaşmak için onunla anlaştı.

Fakat bu tasarı uygulamaya konmadı. Çünkü b. Reşid, Kuveyt üzerine sefere çıkmak için bu kez, Şeyh Mübarek bir karşı hazırlı­ğa girişti. Onunla birlikte Irak'h el-Muntafık kabileleri ile Ez-Zafir kabileleri de harekete geçtiler. Girişilen bu hamle sırasında Şeyh Mübarek bir miktar ganimet de ele geçirdi. Sonra ikinci kez aynı yöne doğru bir harekâta daha girişti. Bu sefer de ona Matıyr. Aç­man, Murra, el-Avazim, el-Muntafık kabileleriyle Ez-Zafir'in bazı oymakları da eşlik ettiler. Aynı zamanda bu kez, ülkesinde sürgün­de bulunan Suudi Emiri Abdurrahman b. Faysal ve oğlu Abdüla­ziz de yanında idiler. Bütün bu topluluklar Hail'e doğru hareket et­meye başladılar ve iki tarafın ordusu el-Kasıym yakınlarına düşen Es-Sarif'te karşı karşıya geldiler. Savaş Kuveyt Emiri Şeyh Müba­rek'in ve yanında bulunan güçlerin aleyhinde gelişti. Hasmı Reşi­doğlu ise galip geldi.

H. 1317 yılında Kuveyt Emiri Şeyh Mübarek Britanya himaye­sini ve Britanya Hükümeti'nin onayı dışında herhangi bir devletle ilişki kurmamayı kabul etti. Buna tepki olarak İbn-i Reşit H. 1319 yılında Es-Sabîha'ya bir baskın düzenleyerek Kuveyt civarındaki yerleri yağmaladı. Osmanlı Devleti de Şeyh Mübarek'in baskınla­rını önlemek için Kuveyt'e saldırma çabalarında bulundu. Bunun, aynı zamanda Kuveyt'in Osmanlı Devletine karşı tavır almasına bir tepki olarak yapacaktı. Fakat İngiltere Kuveyt'in yanında yeri­ni alınca Osmanlılar bu stratejilerden vazgeçtiler.

Kuveyt'de sürgün bulunan Suudi Emiri Abdülaziz b. Abdur-rahman Riyad'a girmeyi ve burayı İbn-i Reşid'in yönetiminden koparmayı başardı. Bu olay ise Hail Emirliğini zayıf düşürdü. Do­layısıyla Hail'in Kuveyt üzerindeki baskısı da hafiflemiş oldu.

Kuveyt Emiri Şeyh Mübarek Hail Emirliği'ne karşı İbn-i Suud ile anlaşarak H.1321 yılında bu emirliğin kuvvetlerini bozguna uğ­rattılar. Ancak 1328 yılında bu iki müttefik, el-Muntank Kabileleri­nin şeyhi, Şeyh Sadun'un kuvvetleri karşısında hezimete uğradı­lar. Sonra Şeyh Bübarek ile Şeyh Sadun arasında barış yapıldı. Fa­kat tam bu sırada Kuveytli bir grup inci tüccarı memleketlerinden göç edip Bahreyn'e gittiler. İngiltere'de H. 1322 yılında Kuveyt'e bir siyasi temsilci tayin etti.

Şeyh Mübarek'in Osmanlılar'a karşı tavır almasına ve İngilte­re'nin tarafına geçmesine rağmen Libya'da İtalyanlara karşı savaş­tıkları için Osmanlılar'a üçbin Osmanlı Altın Lirası tutarında bir mali yardımda bulundu. Fakat daha sonraları büsbütün İngilte­re'ye yapışarak Osmanlı Devleti'nden tamamen ayrıldı ve Osman-blar'ın karşısında olan her kuvveti desteklemeye çalıştı. İngilte­re'nin Hindistan genel valisi H. 1330 yılında Kuveyt'i ziyaret etti. Bu yüzden ve Osmanlılar'a karşı gütmekte olduğu düşmanlıktan sebep (ve Özellikle İngiltere'nin Birinci Dünya Savaşının başlangı­cı sırasında Basra'yı işgal etmesinden sonra) Kuveyt halkı Hüküm­darları olan Şeyh Mübarek'e karşı nefretlerini açığa vurdular ve nihayet Şeyh Mübarek H. 1334'de öldü.

Ondan sonra Kuveyt yönetiminin basma Mübarek'in oğlu Ca-bir geçti. Bir yıl sürmeden o da öldü ve yerine kardeşi Salim geçti. Onun döneminde İngiliz Preesy Cooks Kuveyt'i ziyaret etti ve 1335 yılında îbn-i Suud ile -Ahvaz bölgesini kontrolü altında bulunduran Şeyh Haz'al arasında bir takım dayanışma faaliyetleri yapıldı.

Bir zamanlar Kuveyt'de sürgün bulunan Suudi Prensi Abdur-rahman'm oğlu Abdülaziz, Kuveyt vatandaşları olan el-Avazim kabilelerini kendisine bağlayıp onların zekâtını tahsil etmeye çalı­şınca Kuveyt Emiri Şeyh Salim, Britamya'nm Kuveyt'deki siyasi komiseri, Hamilton'a şikayette bulundu. Bunun üzerine Hamil-ton Riyad'a gitti ve sorun Kuveyt lehinde çözümlendi.

İngiliz temsilcisi Bili, Kuveyt'i 1336'da ziyaret ederek Şeyh Sa­lim'den, emtianın teftişinde görev yapmak üzere -İngiltere tarafın­dan tayin edilen- İngiliz memurların Kuveyt'e kabul edilmesini is­tedi. Şeyh Salim bu isteği önce reddetti ise de Britanya siyasi ko­miseri Pressy Kooks'un müdahalesinden sonra kabul etti. Şeyh Salim, Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlılar'a yardımlarda bulunduğu için onun bu davranışını İngilizleri, Kuveyt'i kuşatma altına almaya itti.

Suudililer'le Kuveyt Şeyhi iyi geçinirlerken, bir ara tekrar bo­zuştular ve iki taraf arasında, Suudililer'in üstün gelmesiyle sonuç­lanan Hamd savaşı cereyan etti. Bunun üzerine Kuveyt Şeyhi Şeyh Salim, 1328 yılında şehrini bir surla çevirdi. Ondan sonra da İngil­tere'nin görüşüyle Kuveyt ile Suudi Arabistan arasına sınır çekti. Ardından Suudi Emiri Abdülaziz Pressy Cooks ile el-Akıyr lima­nında bir araya geldiler ve ardından Suudililer Kuveyt'in el-Cehra kasabasına saldırdılar. Fakat Suudi komutan Faysal b. Derviş başa­rısız kaldı. Sonra ikinci kez harekete geçerek Kuveyt'i bastı.

H. 1339 yılında Şeyh Salim öldü. Yerine ise kardeşinin oğlu Ah-med el-Cabir geçti ve İbn-i Suud'un kuşatması sebebiyle yiyecek sıkıntısı çeken İbn-i Reşid'in halkına H. 1340 yılında mali yardımda bulundu ve buraya pirinç şevketti. İşte bu olay, H. 1342 yılında İbn-i Suud'u Kuveyt civarına baskın düzenlemeye itti. Ahmed el-Cabir H. 1370'te öldü. Yerine amcasıoğlu Abdullah es-Salim geçti. Abdul­lah es-Salim'in döneminde H. 1318 Kuveyt bağımsızlığına kavuştu. Abdullah es-Salim ise H. 1385 yılında öldü. Yerine kardeşi Sabah es-Salim geçti ve 1398'e kadar yönetimin başında kaldı. Bu tarihte ölünce onun da yerine amcasının oğlu el-Ahmed el-Cabir geçt[46]

 

Yemen

 

Onuncu yüzyılın başlarında, Yemen'in tamamı Tahiriyye Dev-leti'nin egemenliği altında bulunuyordu. Bu sıralarda ise (H.894'den 923'e kadar) ülkeyi Amir b. Abdülvahhab yönetiyordu. Yemen'in kuzey kesimi ise Hicri üçüncü asrın son yıllarından (yu­karıda sözü edilen) bu aşamaya kadar Zeydiye' [47] İmamlarının yö­netimi altında kaldı. Bu yönetimin sınırları bazan öyle genişliyor­du ki Yemen'in büyük bir kısmını içine alıyordu, bazan da öyle da­ralıyor ve içe doğru çekiliyordu ki sınırları Saada kentini bile aş­maz oluyordu. Bu devlet bazan da tamamen ortadan kalkıyordu.

İşte bu aşamada Yemen yönetiminin başında el-Mütevekkil Yah­ya Şerefüddin bulunuyordu ki bu zat H. 912 yılında Yemen İmamı oldu ve 965'e kadar da hükümdarlığı sürdü. [48]

 

Çerkez Asıllı Memluklar Yönetimi

 

(Bir ara Yemen'e hakim olan Mısır'daki Çerkez asıllı Memluklar döneminde} bölgeye -işgalci- Portekiz'liler geldiler ve Kızıl Deniz kıyılarında kötülükler yaptılar, ahlaksızlıklarda bulundular. Üzerle­rinde haçlılık ruhu sırıtıyordu. Kameran adalarını ele geçirip bölge valisini öldürdüler. Bu olay Mısır Memluk Sultanı Kansu Gavri (904-922)'yi öfkelendirdi. Kansu, Portekizlileri kovalamak için bu­raya birkaç bölük asker gönderdi. Yemen tarihçileri, bunlara Oğuz­lar adını vermişlerdi. Portekizlilerle savaşan bu askeri birliklerin komutanlarından biri de: Hüseyin el-Kurdi (Kürt Hüseyin) idi.

Kürt Hüseyin Haçlı Portekizlilere karşı Hindistan'daki müslü-manlara destek olmak için askeri bir gücün başında hareket etti. Fakat Hindistan'daki bazı vilayetlerin hükümdarları olan müttefik­leriyle birlikte 915'te ünlü Diyo Savaşı'nda Portekizlilere yenildi. Kürt Hüseyin bu yenilgiden sonra tekrar Mısır'a dönmek istemi­yordu. Bu sebeple Cidde'ye geldi ve şehri tahkim etmeye başladı.

Bu sırada Portekizli komutan Albuquerque (Albukrik) Aden seferine çıktı. Fakat H. 919'da burayı işgal etme girişiminde başa­rısızlığa uğradı. Buda Memluk Sultanını Kızıl Denizin güneyine yeni bir hamle göndermek için cesaretlendirdi. Daha önce Diyo Deniz Savaşı'nda yaşanan yenilgi sebebiyle şiddetli bir korkuya kapılmıştı. Onun için Süleyman Reis komutasında bir kuvvet ha­zırladı. Kürt Hüseyin de ona katıldı. Ondan sonra bu kuvvetler gü­neye doğru hareket ederek Somali'de Zayla kentini ele geçirdiler. Sonra 921'de Portekizliler çekildikten sonra Kameran Adası'nda karargahlarım kurdular.

Hüseyin el-Kurdî (Kürt Hüseyin) Yemen'in içlerine doğru iler­lemeye başladı. Çünkü Yemen İmamı el-Mütevekkil Yahya Şere­füddin de, içlere geçmeyi istiyordu. Kendisine karşı zorbalık yapanve tüm Yemeni kontrolü altına alan Amir b. Abdülvahhab et-Tahi-ri'ye karşı Kürt Hüseyin'e acil bir şekilde imdat çağrısında bulun­du. Zaten Kürt Hüseyin önceden ona bu konuda söz vermişti. Bu sırada Mısır'dan Kameran Adalarında bulunan Kürt Hüseyin ko­mutasındaki Mısır askerlerine yiyecek yüklü gemiler gelmiş. Ancak Tahîri Devleti'nin hükümdarı, Amir b. Abdülvahhab'ın el-Hadida valisi Muhammed b. Nuh bu gemilere el koymuştu. Vali b. Nuh, aç­lık çeken Mısır askerlerine bu gemileri teslim etmeyi reddediyor­du. Kürt Hüseyin buna çok öfkelendi. Buna ilaveten, Portekizliler'e karşı savaşmak ve onları Arap yarımadasının kıyılarından kovmak üzere bir süre önce Kürt Hüseyin Sultan Amir'dan yardım istemiş, Amir ise onun çağrısına hiç kulak vermemişti.

Bu olaylar Kürt Hüseyin! çileden çıkardı ve Tahîri Devleti'ne karşı savaşmak için harekete geçti. Kürt Hüseyin Yemenin içleri­ne doğru dalarak, Zübeyd kenti dışında Tahîri'nin ordusuyla kar­şılaştı. Taraflar arasında cereyan eden er-Rahb meydan savaşında Tahîri Suİtam'nm iki komutanı: (Kardeşi Abdülmelik ile oğlu Ab­dülvahhab} [49] kaçtılar. Peşlerinden Kürt Hüseyin Zübeyd kentine girdi. (yıl. 922). Fakat Kürt Hüseyin bir türlü Aden şehrine gireme­di. Sebebi de Sultan Amirin buradaki valisi Mercan'ın gösterdiği şiddetli direniş oldu.

Sonra bizzat Sultan Amirin kendisi bir ordunun başına geçe­rek Memluk kuvvetleriyle karşı karşıya geldi. Fakat onlara yenile­rek Tağız'a çekildi. Bu kez Memluk kuvvetleri onu arkadan kovala­yınca Sultan Amir el-Mikrana'ya geçerek taşınabilecek servetini alıp San'a'ya gitti. Ancak kovalamaca devam etti. Bunun üzerine gelen kuvvetlere San'a yakınlarında karşı çıktı. Bu civarda es-Safi-ye denilen yerde iki taraf arasında bir meydan savaşı cereyan etti. Sultanin kardeşi Abdülmelik bu savaşta öldürüldü. Kendisi ise kurtuldu. Burçlarından birine kaçıp sığınmak isterken halktan bi­rinin eline esir düştü. Bu adam, götürüp onu düşmanlarına teslim etti ve H. 922 yılı Rebiülevvel ayının 23 üncü günü öldürüldü.

Bu suretle Memluklar, sahip bulundukları ateşli silahlar saye-sindeki üstünlükleri yüzünden Yemen'in tamamına hakim oldular ki Yemen halkı henüz bu tür silahları tanıyor bile değillerdi. On­dan sonra Kürt Hüseyin ile Süleyman Reis Cidde'ye döndüler. Kuvvetleri ise Yemen'de, Bersabay, İskender b. Muhammed el-Çerkesi ve Ramazan el-Çerkesi (adlarındaki) komutanların sevk ve idaresine bırakıldı.

Tahîri Devleti ise güneyde bazı küçük topraK parçalarını he­nüz uhdesinde koruyor (ve bu suretle ayakta duruyor) du.

H. 923'te, Mısır Memluk Devleti Osmanlılar tarafından orta­dan kaldırılınca, Yemen'deki Memluk kuvvetleri komutanı kabile­lerin, kendisine karşı giriştikleri savaşlar yüzünden uğradığı büyük zorluklara rağmen Zübeyd kentine çekilebildi. Tahîri kuvvetleri ise H. 945'te Osmanlı'lar Yemen'e girinceye kadar güneyde odak­laşmış olarak kaldılar. [50]

 

Osmanlı Yönetimi

 

Osmanlı Halifesi {Kanunî Sultan Süleyman), omuzuna yükle­nen tarihi görevi yerine getirmek için Avrupa'daki savaşlarından sonra, -uğrunda babasının doğuya yöneldiği amacı gerçekleştir­mek üzere- O da doğuya döndü. Bu amaç İslâm diyarım korumak ve güney yönünden bu topraklara girmiş bulunan Portekizli'lerle mücadele etmekti. Özellikle de bu sıralarda Hindistan'daki müslü-manlar ondan imdat istemişlerdi. Bu sebeple Mısır'daki temsilcisi Arnavut Süleyman Paşa'ya bir kuvvetin başına geçerek Portekiz­lilere karşı savaşmak ve Hint müslümanlarma destek olmak üze­re hareket etmesi emrini verdi.

Süleyman Paşa komutasındaki bu ordu H. 945 yılında hareket ederek aynı yıl içinde Yemen'e çıktı. Bu sırada Aden hükümdarı (yani Tahîri Devleti'nin son kralı) Amir b. Davud, kendisine karşı zorbalık eden ve topraklarının büyük bir kısmını kontrolü altına alan İmam Yahya Şerefüddin'e karşı Süleyman Paşa'dan yardım istedi. O da bu teklifi kabul ederek hükümdarı, emrindeki bir Osmanii gemisine davet etti. Hükümdar Amir b. Davud önce tered­düt gösterdi, sonra da Süleyman Paşa'nın bu daveti üzerine ken­disini ziyaret etti. Ancak Süleyman Paşa onu hemen yakalayarak idam etti ve Aden'i ele geçirdi. Ondan sonra da Hindistan seferine devam ederek oradaki müslümanlara yardımcı oldu.

Süleyman Paşa, H. 954 yılında Hindistan'dan dönerek Ye­men'e indi ve kuvvetleriyle birlikte San'a'ya doğru ilerleyerek İmam Yahya Şerefüddin'in kuvvetleriyle çarpıştı. Onu yenerek San'a şehrine girmeyi başardı. Fakat ardından İmam Yahya Şere­füddin'in oğlu el-Mutahhar H. 975 teki yenilgiden sonra toparla­narak Osmanlı'ları Yemen'den tamamen çıkmak zorunda bıraktı. Zübeyd dışında kalan Yemen topraklarının büyük kısmı da el-Mu-tahhar'm yönetimi altına girdi. İmam Yahya Şerefüddin ise gözle­rini kaybettikten sonra H. 965'te ölmüştü.

Osmanlı'lar H. 977 yılında Sinan Paşa komutasında yeni bir askeri hamle ile Yemen'e dönerek San'a'ya girdiler. Bu askeri kuv­vet, el-Mutahhar komutasındaki Yemen güçlerini kuzeye doğru püskürttü. Bunun üzerine el-Mutahhar Sella'ya çekilerek yeniden girişeceği bir çarpışma için hazırlıklara koyuldu. Süleyman Paşa ise bir grup Zeydiye alimlerini ve liderlerini yakalayarak onları İs­tanbul'a sürdü. El-Mutahhar ise H. 980 yılında öldü. Bu suretle Osmanhlar'ın Yemen'deki mevkiide güçlendi. Dolayısıyla Yemen üzerinde otoritelerini yaydılar ve güçlendirdiler. Zeydi İmamları­nın liderlik alanı ise sadece kuzeydeki bazı yörelerle sınırh kaldı. el-Mutahhar'dan sonra yerine İmam el-Hasan b. Alib. Davud geç­ti. Yemenli Zeydilerle Osmanlı'lar arasındaki savaşlar yedi yıl ka­dar devam ettikten sonra Yemen İmamı el-Hasan'da yakalanarak İstanbul'a sürüldü ve orada öldü.

Onun da yerine H. 1006 yılında İmam el-Mansur Kasım b. Muhammed geçti ve Osmanlı'lara karşı savaşmak için kabileler­den topladığı adamlarla askeri yığmak yaptı. Nihayet 1022 yılında taraflar arasında savaşlar başladı. Bu savaşların sonunda İmamın kuvvetleri galip çıktılar. Osmanlılar ise San'a'ya çekildiler. Osman­lı kuvvetlerinin komutanı Cafer Paşa, İmam Kasım ile barış yap­mak zorunda kaldı. Ancak bu barış yalnızca bir yıl kadar sürdü.

Ondan sonra çarpışmalar yeniden başladı. Bu kez de Kasım, Ye-men'in kuzey bölgesine hakim olmayı başardı. H. 1029'da da öldü. Yerine ise oğlu el-Mü'eyyed geçti.

El-Mü'eyyed, H. 1045 yılında San'a kapılarına kadar ulaşmayı başardı. Şehre koyduğu bir kuşatmadan ve Safiye Savaşından son­ra el-Mü'eyyed, şehre girdi. Osmanlı kuvvetlerinin komutanı, şeh­rin kapısına dayandıkları ve kapıyı zorladıkları sırada bu Safiye sa­vaşı cereyan etti. Sonra Osmanlılar gerisingeri çekilmeye başladı­lar. Bu olay ise Osmanhlar'ın buradan ikinci kez tekrar eden geri çekilişleriydi. Bunun üzerine el-Mü'eyyed Zübeyd kentine, Kame­ran ve Fursan adalarına girdi.

İmam el-Kasım b. Muhammed'in ailesi H.1269 yılma kadar Yemen ve etrafını yönetmeye devam ettiler. Onbirinci hicri yüzyı­lının başlarından itibaren nüfuzları Yemen'in güneyinde Tuha-ma'ya kadar yayılmaya başladı ve aynı yüzyılın ikinci yarısında el-Mütevekkil (1054-1087) döneminde Hadramut'a kadar ulaştı. Fa­kat bir süre sonra Kasımoğullan Hanedam'mn üyeleri arasında siyasi çekişmeler başladı. Bu durum ise aileyi zayıf düşürdü. Bu yüzden ülkede yönetime karşı birçok ayaklanmalar patlak verdi. Sonuçta H. 1145 yılında Sultan, İmanı el-Mansur el-Hüseyin b. Kasım'a karşı tepki gösterince H. 1145 yılında Aden, Yemen'den ayrıldı. Aynı zamanda İngilizler İmam Nasır Abdullah b. El-Hasan döneminde Aden'i işgal etmişlerdi.

H. 1265 yılında Osmanlı Halifesi Sultan Abdülmecit, Cid­de'deki valisi Tevfik Paşa'ya Yemen üzerine yürümesini emretti. Tevfik Paşada yanma Mekke Şerifi Muhammed b. Abdülmunin b. Avn'i de alarak bir kuvvetin başında Cidde'den hareketle el-Hadi-da'ya gitti ve şehre girdi. Oradan da San'a'ya hareket ederek hiç bir direnişle karşılaşmadan oraya da girdi. Sebebine gelince Yemen İmamı el-Mütevekkil Muhammed b. Yahya b. el-Mansur, bu Os­manlı komutanı ile daha önce anlaşmıştı. Onunla birlikte San'a'ya gitti. Ancak çok geçmeden yerli halk İmamları el-Mütevekkil'e karşı ayaklanarak Onu yakaladılar ve zindana attılar. Yerine ise H. 1265'te bir başkasını geçirdiler. Osmanlılar'ı da Tuhama'ya geri çekilmeye zorladılar. Bu yüzden San'a ve Şada'da İmamlar arasında siyasi kavgalar ve ihtilaflar başladı. Onların her biri imamet makamına gelmeye daha çok hak sahibi olduğunu ileri sürüyordu. Bu siyasi kavgalar (H.1265-1289) yılları arasında, yaklaşık bir çey­rek yüzyıl kadar sürdü.

Asir'de bulunan Osmanlılar ise fırsat .kolluyorlardı. Bu bölge­nin liderleri olan Aızoğulları hanedam'm ortadan kaldırmış, emir­leri olan Muhammed b. Aız'ı öldürmüş ve ileri gelenlerden bir grubu da yakalayarak İstanbul'a sürmüşlerdi. Şimdi ise Yemen İmamları arasındaki ihtilafları fırsat bilerek uygun bir zamanı bek­liyorlardı. Bu fırsatın gelmiş bulunduğuna inanan Asir valisi Ah­met Muhtar Paşa, harekat ederek sahil yoluyla San'a'ya vardı. Fa­kat siyasi etkinliğini bölgenin kuzey kesimleri üzerinde yaymayı başaramadı. Buralar, el-Mütevekkil el-Hasan b. Ahmed (H. 1371-1395)'in ölümüne kadar yönetimi altında kaldı. Sonra yerine el-Hadi Şerefüddin b. Muhammed geçti.

H. 1290 yılında Asir valiliğine Ahmet Muhtar Paşa'mn yerine tayin edilen Mustafa Paşa, halka karşı sert muamelede bulundu, şiddet kullandı ve alimlerden bir grubu göz altına alarak onları el-Hadida kentinde zindana attı. İmam el-Hadi Şerefüddin b. Mu­hammed de H. 1307 yılında öldü. Onun yerine halk İmam Mu­hammed b. Yahya Hamidüddin'e bey'atte bulundu. Hamidüddin, zindanda bulunduğu el-Hadida'dan kaçmıştı. Kendisi el-Kasım b. Muhammed b. Ali soyundandır. Dolayısıyla liderlik ve Yemen İmamlığı makamı H. 1269 yılında el-Mansur Muhammed b. Ab­dullah el-Vezir tarafından ele geçirildikten sonra yeniden bu aile­ye intikal etmiş oldu. Diğer ailenin iş başında kaldığı süre ise 1269'dan 1307'ye kadar devam etmiştir. Ancak iki aile arasındaki siyasi çekişmeler de bu arada sürüp gitmişti.

İmam Muhammed Yahya Hamidüddin önce Osmanlılarakarşı mücadeleyle işe başladı. H. 1309 yılında Ahmed Feyzi Pa-şa'yla, ondan sonra da yerine geçen Hüseyin Hilmi Paşa ve Abdul­lah Paşa'yla devamlı çarpıştı. Osmanlılar Ahmet Feyzi Paşa'yı, ikinci kez Yemen'e vali tayin etmek zorunda kaldılar. Bunun üze­rine Ahmet Feyzi Paşa, büyük bir kuvvetin başına gelerek San'a şehrine girdi. Bu yüzden İmam el-Mansur Muhammed b. YahyaHamidüddin de Haşid'e kaçtı. Fakat Ahmet Feyzi Paşa, Yemen'inkuzeyinde bir türlü otorite kuramadı. İmam Mansur ise 1322'de öldü. Yerine oğlu Yahya seçilerek kendisine el-Mütevekkil unvanıverildi.

El-Mütevekkil H. 1323 yılında San'a şehrine girmeyi başardı. Osmanlı komutam ise Zübeyd'den çekildi. Bunun üzerine Osman­lılar Ahmet Feyzi Paşa'yı üçüncü kez buraya sevk ettiler. Ahmet Feyzi Paşa el-Hadida'ya inerek burayı işgal etti ve San'a'ya doğru ilerleyerek burayı da ele geçirdi. Oradan da Şahhara'ya geçti. İmam Yahya burada direniyordu. Kabileler Osmanlı komutam Ah­met Feyzi Paşa'yı çembere aldılar. Ondan sonra da Ahmet Feyzi Paşa geri çekildi.

İttihat ve Terakki hükümeti Ahmet Feyzi Paşa'nm yenilgisin­den sonra temsilcileri olan, Arnavut Ahmet İzzet Paşa'yı, İmam Yahya ile barış yapmak üzere buraya gönderdiler. İmam Yahya ile Osmanlı temsilcisi Ahmet İzzet Paşa Daan'da karşılaştılar. Yaptık­ları görüşme, bir antlaşmayla sonuçlandı. Antlaşma, İmam'm sa­dece yargı organını ve vakıfları denetlemesini, mürşitlerin tayinini ve ülkede bir şer'iye heyeti oluşturmasını öngörüyordu. Keza bu antlaşmaya göre devlet gelirleri şeriat sistemiyle toplanacaktı.

Çok geçmeden Birinci Dünya Savaşı patlak verdi. İmam Yah­ya Osmanlı Devletiyle yapmış olduğu antlaşmaya bağlı kaldı. Os­manlı Devleti de Yemen'e büyük miktarda silah, cephane ve gıda gönderdi. Aynı zamanda San'a valisi Mahmut Nedirr Paşa'ya Aden üzerine yürümesi ve burayı İngilizler'den geri alması için emir verdi. Nevarki İngilizler daha atak davranarak el-Hadida li­manını işgal ettiler ve el-Mukha, el-Lahya ile es-Salif limanlarını da toplarla dövdüler. Aynı zamanda el-İdrisi'yi de finanse ettiler. Ona mali destek temin ettiler ve bu limanları işgal etmesi için ken­disine sinyal verdiler. O da gidip buraları teslim aldı. Bir ara el-Ha-dida'da İngilizler'e karşı bir ayaklanma oldu. Bunun üzerine el-Hadida'yı tekrar el-İdrisi'ye teslim ettiler.

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi İngilizler H. 1253'ten beri Aden'i işgal etmiş bulunuyorlardı. Onlar Yemen Imamlanyla Osmanlılar arasındaki sürekli kavgaları fırsat olarak kullanıyorlardı. Onun için özellikle doğu yönüne doğru nüfuz alanlarını genişlet­tiler. Dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı patlak verir vermez, gerek Aden, gerek Yemen'in güney kesimlerini kapsayan idari bölgeler, gerekse Hadramut ve el-Mahra'yı içine alan doğu idari bölge-si'nin tamamı İngilizleri'in egemenliği altına girdi.

Nihayet Birinci Dünya Savaşı sona erdi. Osmanlılarla onların müttefiki olan Almanlar yenildiler. Ardından antlaşma imzalandı ve Osmanlıların San'a valisi Mahmut Nedim, Yemen'deki Osman­lı muhafız gücüyle birlikte Aden'den çekildi. O günkü tarih olan 1337'den beri Yemen İmamı Yahya, yönetimin tamamını teslim al­dı. Fakat Yemen iki kısma bölündü: Birincisi vaktiyle Osmanlıların egemenliği altında bulunan ve daha sonra İmam Yahya Hami-düddin'in yönetimi altına giren kısım, ikincisi ise İngilizler'in ege­menliği altında kalan kısımdır.

Oman tarihindeki bu aşama, Portekizliler'in işgaliyle başlar. Oman toprakları bu aşamadan önce, H. 549'dan beri buralara hükmeden Nebehaniİer ailesi tarafından yönetiliyordu.

Bölge H. 664'de İran saldırılarına uğradı ve onların yayılmacı hareketlerine sahne oldu. Yemen'in siyasi nüfuzuda H. 677'de bu­raya kadar yayılma istidadını gösterdi. Ondan sonra da Bahreyn hükümdarı Ecved b. Zamil el-Cebir buraya akın düzenleyerek H. 829'da Nebehaniİer hanedam'mn yönetimine son verdi ve buraya Ömer b. el-Hattab el-İbadi'yi temsilci tayin etti, H. 913 yılında Portekizliler gelip bölgeyi ele geçirinceye kadar da İbadiler'in yö­netimi devam etti. Bu sıralarda (906-942) yılları arasında iktidarda kalan Muhemmed b. İsmail el-Kharrusi işbaşında bulunuyordu. Bilindiği üzere İbadiler bir hanedan değil, Haricilerin bir koludur­lar. İmamlarını gizli bir toplantıda seçerler. Onun için bölgeyi de­vamlı olarak değişik İmamlar yönetti.

Oman bölgesi bir takım şehir devletçiklerinden oluşuyordu. Bunların en ünlüleri, aralarında Kalahat, Muskat, Sahhar ve Mat­rah Emirliklerinin bulunduğu sahil şehir siteleriydi. Bunların hepsi de Hürmüz Adası hükümdarına vergi verirlerdi. Oman hükümdarı­nın ise bu emirlikler üzerinde isimden öte hiç bir otoritesi yoktu.

Portekizli'ler H.904 yılında Hindistan kıyılarına ulaştılar. Al-buquerque Hindistan'ı ilk defa H.909'da ziyaret ediyordu. İşgal planım Kızildeniz ve Basra Körfezi çıkışları üzerinde kurdu. Bunu, Portekiz egemenliğinin, bölge üzerinde sürekliliğini ve ticaret imkanlarını sağlamak için böyle hazırladı. Portekiz işgal kuvvetleri komutanı Albuquergue, Portekiz'e oradan da tekrar Hindistan'a dönünce beraberinde bir kraliyet fermanı taşıyordu. Bu ferman onun, H. 912'de Hindistan'da Portekiz kralının naibi olarak tayin edildiğini öngörüyordu.

Albuqııerque Sokotra adasına saldırarak H. 913 yılında burayı ele geçirdi. Sonra Aden'e hareket etti. Fakat buraya girmek için harcadığı çabalarda başarılı olamadı. Bunun üzerine Oman sahi­line yöneldi. EI-Masîra adasından Ra'sul-Had ve sur mevkilerin-den geçerek seferine devam etti. Uğradığı her yerde yüz kızartıcı fiilleriyle ve vahşiyane cinayeti eriyle bölge halkı üzerinde terör fır­tınaları estirdi. Sonra Kalahat'a ulaşarak Kalahat hükümdarından teslim olmasını istedi. O da direndiği takdirde şehrinin tahrip edil­mesinden ve halkına kötülük yapılmasından korkarak bunu kabul etti ve Albuquerque ile barış yaptı. Buna rağmen şehir harap ol­maktan kurtulamadı. Sonra AIbuquerque Gıryat'a geçerek bura­nın halkında direnme eğilimi gördü. Bu yüzden Kalahat'da yaptı­ğı gibi buraya bir temsilci göndermedi. Bilakis şehri topa tnttu. Halk da direnişe geçti, ancak daha sonra teslim olmak zorunda kaldılar. Albuquerque şehri teslim alınca buradaki insanların bu­runlarını ve kulaklarını kesti ve hafsalanın alamayacağı düşman­lıklar ve cinayet örnekleri sergiledi.

Ondan sonra Muskat'a geçti. Halk şehri tahkim etmişti. Önce pazarlık için buraya bir heyet gönderdi. Şehirlerine bir kötülük ya­pılmaması şartıyla Muskat'lılar barış yapmaya hazır olduklarım bildirdiler. Ayrıca bu sırada Muskatlılar'a Hürmüz Adasından bir imdat gücü geldi. Bu kuvvetin gelmesi üzerine kullandığı ifade şeklinde Muskat Emirinin güçlendiği anlaşılıyordu. Bununla bera­ber Portekizliler'in bütün tekliflerini kabul ediyor, ancak Portekiz kralına boyun eğmiyordu.

Bu yüzden Portekiz saldırısı başladı ve adetleri olduğu üzere galibiyet kazamncaya kadar saldırıları devam etti. Saldırganlar Muskat halkına insanın tüylerini ürperten her türlü vahşi muame­leyi reva görüyorlardı. Sonra Albuquerque buradan Sahhara'a geçti. Sahhar halkı hem teslim olmayı hem de Portekiz halkına boyun eğmeyi kabul ettiler. Buna rağmen, halk bu vahşilerin şerrin­den kurtulamadı. Ancak Portekizliler'in burada işledikleri şeyler kötülük ve çirkinlik bakımından diğer yerlerde işlediklerine oran­la daha azdı. Aibuquerque buradan da Khurfekan'a geçti. Halk teslim olmadı ve çetin bir direniş gösterdiler. Kentleri yağmalan­dıktan ve yakıp yıkıldıktan sonra kaleye sığınarak kendilerini sa­vunmaya çalıştılar. Albuquerque buradan da Hürmüz'e geçti,

Hürmüz Emiri küçük bir çocuktu. Emir'in vesayetine bakan Hoca Attar, teslim olmayı reddedince Portekizliler öfkelerinin bü­tün kızgınlığını şehir halkından çıkardılar ve sahip oldukları silah üstünlüğü sayesinde galebeyi çalma imkanım da buldular. Şehir­de diğerlerinin akibetine uğradı. Burada emrindeki komutanlar kendisine karşı baş kaldırınca Albuquerque Sokotra Adasına dön­mek zorunda kaldı.

Albuquerque H. 914 yılında Kalahat'dan intikam almak için So­kotra adasından buraya geldi. Sebebine gelince Portekizliler Hür­müz Adasını kuşattıkları sırada Kalahath'lar Hürmüz Adası halkına yardımlarda bulunmuşlardı. Bu yüzden Albuquerque, Kalahat ken­tini yağmaladı ve Kalahat hükümdarı Şerifüddin'e karşı bir komplo hazırladı. Onu ortadan kaldırmak için emrindeki bir Portekiz gemi­sine Şerifüddin'i davet etti. Fakat Emir Şerifüddin kıvrak bir tavırla maazeret beyan ederek bu davete gitmedi. Bu tedbirli davranışı ca­ni Albuquerque'in tasarlamış bulunduğu komploya kurban git­mekten onu kurtardı. Sonra Albuquerque Hürmüz Adası üzerine yürüyerek burayı kuşattı. Fakat bu sırada Portekiz Kralı'nm, Hin­distan'da bulunan Naibi tarafından, kendisine gelen bir emir üzeri­ne kuşatmayı bırakarak Hindistan'a yöneldi, ve H. 915 tarihinde orada Portekiz Kralı'nm naipliği görevini teslim aldı.

H. 915 yılında Diyo Savaşında Mısır Memluklarına ait bir deniz gücü imha edilince meydan Portekizliler'e kaldı ve 919'da Porte­kizliler Aden'e döndüler. Fakat Aden valisi Mercan el-Amirî'nin gösterdiği direniş üzerine Portekizliler buraya girmek için harca­dıkları çabada başarısızlığa uğradılar. Bunun üzerine el-Mukha ve el-Hadida'ya gittiler. Oradan da halkın şiddetli direnişiyle karşıla­şınca bu iki yeri terk ederek gidip Kameran adalarında karargahlarmı kurdular. Sonra tekrar ikinci kez Aden'e döndüler. Burayı ele geçirmek için üçüncü kez giriştikleri çabalarda da yine aciz kaldı­lar. Sonra Zayla ve Barbara'ya yönelerek bu iki yere de girdiler ve en çirkin cinayetler işlediler, ardından Hindistan'a geçtiler.

Albuquerque H. 921 yılında tekrar Basra Körfezi'ne dönerek Ra'sul-Had, Giryat, Muskat ve Hürmüz'e uğradı. Hürmüz'ü kuşa­tarak hükümdarını öldürdü. Bunun üzerine Hürmüz teslim oldu. Kardeşinin oğlunun Hürmüz kalesine komutan ve kendisi için de naib olarak tayin etti. Sonra Hindistan'a döndü. Bu esnada, yani H. 922 yılında yolda öldü. Kardeşinin oğlu ise Bahreyn üzerine yü­rüyerek buradaki şehirleri işgal etti.

Portekizliler'in, haçlılık ruhu ve kiniyle hareket ederek işledik­leri bu vahşiyane muameleler, onları bu cinayetleri işlemeye iten haçlılık ruhu ve gerek Basra Körfezinde, gerek Arap Denizinde, ge­rekse Hint Okyanusu'nda başvurdukları korsanlık (gasp ve soy­gun faaliyetleri) bütün bu bölge halklarının şiddetli tepkilerine se­bep oldu. Halk bu işgalcilere karşı ayaklanmak ve onlardan inti­kam almak için her an fırsat bekliyorlardı. Bu cümleden olarak Be-nîzabya (Zabyaoğullan) kabilesi H. 927 yılında Bahreyn'de Şeyh Hüseyin b. Said'in liderliği altında Portekiz ticaret temsilcisine karşı ayaklandılar. Ertesi yılda Kalahat'dan Bahreyn'e kadar bütün körfez halkı Portekizliler'in egemenliği altında bulunan Hürmüz Şeyhi Şahbender'in sevk ve idaresi altında organize oldu.

Bütün bunlar, Portekizliler'in giriştikleri korsanlık faaliyetleri­nin bir sonucu olarak cereyan ediyordu. Hürmüzlülerin giriştikle­ri ayaklanma sırasında Hürmüz Şeyhi Şahbenderin emri üzerine bütün Portekiz gemileri yakıldı ve Portekiz muhafız gücü imha edildi. Sonra bu isyan hareketi Muskat hariç bütün diğer merkez­lerde yayıldı. Mukat'm bu harekete katılmasının sebebi ise Muskat hükümdarı Şeyh Raşid'in Hürmüz hükümdarıyla ihtilaf içinde ol­masından dolayı kaynaklanıyordu. Sonra Potekizlilere, Hindistan-dan bir imdat kuvveti geldi. Bu kuvvet, bölgede Muskat hükümda­rıyla işbirliği içinde olan Portekizliler'e ait bir askeri güçlere destek sağladı. Sonra H.929 yılında ikinci bir destek kuvvet daha geldi. Bu sefer de Muskat hükümdarı Raşid, kendi şehirden kaçmak ve yönetimi Vali Balamir Şah'a bırakmak zorunda kaldı. Tabiatıyla bu arada Potekiz işgal kuvvetlerinin komutan'ı Muskat'a boyun eğ­dirme imkanım buldu. Ondan sonra da Sahhar'a geçti ve burayı yakıp yıktı. Ardında Hürmüz'e intikal etti. Fakat Portekizliler esir­lerini taşımaktan ve onları yedirip içirmekten aciz kaldılar. Bunun üzerine Portekizli komutan, esirlerin burunlarını kestirdi. İnsanlık dışı daha birçok muamelelerde bulunduktan sonra vücutları ve çehreleri çarpıtılmış olarak onları serbest bıraktı.

H. 932 yılında da Portekizlilere karşı yeniden bir isyan patlak verdi. Bu sırada Hindistan'dan Portekizlilere bir imdat kuvvet ge­lerek Kalahat'ı, sonra da Muskat'ı teslim olmaya mecbur etti. Bir yıl onra yeni bir isyan patlak verdi. H. 935 yılında Bahreyn'de yine bir ayaklanma oldu. Fakat Portekizliler bu ayaklanmaları en şid­detli, hatta en vahşi şekilde bastırıyorlardı. Nitekim H. 953 yılında Sahhar kentini tahrip ederek altım üstüne çevirdiler. H. 955'te de burada yeni bir kale yaptılar.

Civardaki müslüman ülkelerin bu olaylar karşısındaki tavrına gelince, esasen iki devletten de başka yoktu. Bunlardan birisi îran Safevî Devleti idi ki bu olayların cereyan ettiği arenaya yakın olan devlet buydu. İkincisi ise son zamanlarda nüfuz ve etki alanı Arap yarımadasına, ondan sonra da Irak'a yayılmış bulunan Osmanlı Devleti idi.

Bunlardan birincisine, yani İran Safevî Devleti'ne gelince, bu devletin başındaki Şah İsmail Safevî H. 920 de kendisini Çaldı-ran'da yenen Osmanlılar'a karşı Portekizler'le bir işbirliği yapma arzusundaydı. Fakat Albuguergue'in ölümü bu tasarının gerçek­leşmesine engel oldu. Bölgenin ikinci büyük devleti ise Osmanlı devleti idi. Mesafenin uzaklığı sebebiyle az miktarda da olsa Os­manlı Devleti bu bölgeye destek olmak için çaba harcıyordu. Haç­lı Avrupa ise Osmanlılara karşı cephe alıyordu.

Bu sırada Osmanlı Halifesi Kanunî Sultan Süleyman, Piri Mu­hittin Reis komutasında bölgeye bir bahriye kuvveti gönderdi. Bu kuvvet H. 958 de Aden'i, Portekizlilerden kurtardı. Sonra Eş-Şecer'e hareket etti ve nihayet donanma Muskat'da demir attı, ve burayıkuşatma altına alarak Portekizli komutan'ı teslim olmak zorunda bıraktı. Sonra da Hürmüz üzerine yürüdü. Fakat buraya girme im­kanını bulamadı. Bu yüzden Kaşm adasına hareket ederek burayı işgal etti. Buradan da Basra'ya geldi. Sonra Portekiz kuvvetlerine Hindistan'dan bir destek güç geldiğini haber alınca Bahreyn'e dön­dü. Ondan sonra Süveyş kanalına avdet edince burada, donanma komutan'ı Pir'i Muhittin Reis, İstanbul'a geri çağrıldı. Ve görevlen­dirdiği bu sefer sırasında, başarısız kaldığı gerekçesiyle idam edildi. Nitekim daha sonra uğranan bozgunun ondan kaynaklandığı orta­ya çıktı. Çünkü sefer sırasında zaman zaman ticaretle meşgul ol­muş, operasyonun yürütülmesi konusunda dikkatleri hep zayıfla­mıştı. Bu sefer Mustak'ı kurtarmak için Süveyş'ten başka bir güç ge­lerek H. 959 yılında buraya girdi. Ondan sonra ayrıldı.

Portekizliler H. 960 yılında körfeze döndüler. Bu sırada, Os­manlı Halifesi Kanunî Sultan Süleyman, Murat bey komutasında Basra'dan bir deniz gücü şevketti. Bu kuvvet Ra'smusan'dan (mu-sandam burnu) denilen yerde Portekizlilerle karşılaştılar. Cereyan eden çarpışmada Murat Bey yenilgiye uğradı ve emrinde bulunan komutanlardan bir grup subay şehid edildiler. Bu yüzden Basra'ya dönmek zorunda kaldı.

Bu olaydan sonra Kanunî H. 962 yılında Şeydi Ali Reis komu­tasında tekrar Basra'dan bir kuvvet daha gönderdi. Bu kuvvet, Ra's-Musan'dam mevkiine yakın bir yer olan Lima körfezinde Por­tekiz donanmasıyla çarpıştı. Gemi sayısı bakımından Portekiz do­nanması, Osmanlı donanmasının üç katı olmasına rağmen üstün­lüğü müslümanlar kazandı. Ve islam kuvvetlerinin komutanı Por­tekizlileri kovalamaya devam etti. İki kuvvet arasında Muskat açıklarında bir deniz savaşı daha cereyan etti. Üstünlüğü yine müslümanlar kazandı. Ancak bu sırada esen bir şiddetli fırtına Os­manlı donanmasını Makran kıyılarına doğru sürükledi. Donanma buradan tekrar hazırlanarak batıya doğru ilerlemeye başladı ise de Zifar sahillerine ulaşınca yeniden şiddetli bir fırtınaya tutuldu. Fırtına Osmanlı donanmasını Hindistan'ın Gucerât kıyılarına ka­dar sürükleyip attı. Bunun üzerine donanma komutanı askerlerini terhis ederek kendisi de kara yoluyla İstanbul'a döndü.

H. 988 yılında Yemen valisi Sinan Paşa Halife üçüncü Murat za­manında bir deniz hamlesi hazırlayarak Reis Emir Ali bey komuta­sında Yemen'den hareket etti ve Muskat'ı kuşatma altına aldı.

Bu sırada karşıt cephedeki Portekizliler Hürmüz adasından bir imdat kuvvet geldi. Buna rağmen Emir Ali bey, Portekizlilere karşı parlak bir zafer kazanarak Muskat'a girdi. Sonra tekrar harekata devam ederek kuzey Afrika'da Mambassa ve Malenda gibi Porte­kizlilerin bazı merkezlerine saldırdı. Ne varki Portekizliler orada onu esir aldılar. Ondan sonra H. 998 yılında Lizbon'a gönderildi ve işkenceyle öldürüldü.

Bu gelişmelerden sonra, aralarında Osman'ında bulunduğu doğu bölgesinde artık Portekizlilerin nüfuzu zayıflamaya başladı. Çünkü H. 998 yılında İspanya, Portekiz'i işgal ederek onları Hol­landa ile ticaret yapmaktan engelledi. Hollanda işte bu sıralarda İspanya'dan ayrılmış bulunuyordu. Dolayısıyla Hollanda İspanya ile rekabet yapıyordu. Eline Portekizlilerin toprakları geçince müt­tefiki olan İngiltere ve İran da İspanya aleyhinde güç kazandılar.

Aynı zamanda 969 yılında İran Safevi şahı Şah Abbas, İngiliz­lerle anlaştı. Bu yakınlaşmaların sonucu olarak H. 1003 yılında Amsterdam'da Doğu Hint şirketi adıyla bir şirket kuruldu. Onu H. 1008 yılında İngiliz Doğu Şirketi'nin kuruluşu izledi ve 1024 yılın­da Şah Abbas Safevi ile ticaret, fiilen başladı. Fakat bu sırada Por­tekizliler Sahhar'a saldırdılar. H. 1025 yılında meydana gelen bu saldırılar sonunda Sahhar bir yığın küle dönüştü. Bunu Ömer Bin Hamit adında bir kabile reisinin yardımıyla yapabildiler.

İranlılar da 1033 yılında Sahhar'a girdiler. Sonra Portekizliler onları buradan çıkardı. Ardından İranlılar Hürmüz'ü 1040 yılında İngilizler'in yardımıyla Portekizliler'in elinden aldılar.

Nihayet Ya'rubiler sülalesinin yönetiminden sonra Osmanlılar güçlendiler ve 1058 yılında Muskat fethedildi. Burada o zaman sa­dece 18 hıristiyan vardı ki bir yıl sonra onlar da İslâm dinine girdi­ler. 1061 yılından beri ise Osmanlılar Zengibar üzerine ve Doğu Afrika'da bulunan Portekiz yerleşim merkezlerine akınlar düzen­liyorlardı.[51]

 

El-Yearîbe (Ya'rubogulları) [52]

 

Bu sırada Ezd kabilesi gibi Kahtaniler soyundan gelen el-Ye-aribe (Ya'ruboğulları) ailesi ön plana çıkmış bulunuyordu. Bunla­rın ataları Ezd'lilerden önce Oman'a gelmişlerdi. Bu sülalenin or­taya çıkışı ise (Portekizliler1 i Muskat, Matrah ve Sahhar gibi çok korunmuş ve tahkim edilmiş yerler hariç bölgeden kovmayı başa­ran) Nasır Bin Mürşid Bin Malik el-Ya'rubi sayesinde gerçekleşti ve yeni bir hadiseydi.

Nasır Bin Mürşid, H. 1050 yılında öldü. Yerine ise amcasıoğlu Sultan Bin Seyf Bin Malik el-Ya'rubi geçti. Bu zat Muskat'ı Portekiz-liler'in elinden kurtarmayı başarabildi. Aynı zamanda onun, emrin­deki komutanlarından biri olan Said Bin Halife de Muskat'daki ün­lü el-Mirani Kalesi'ni kurtardı. Sultan H. 1090 yılında öldü. Onun da yerine oğlu Bel'arab geçti. Fakat çok sürmeden kardeşi Seyf ile anlaşmazlığa düştü. Aralarında birtakım siyasi kavgalar cereyan et­ti ve bu olaylar, Bel'arab'ın öldüğü H. 1104 yılına kadar da sürdü. Ancak Bel'arab ölünce ortalık, kardeşi Seyf lehinde sükûnete kavuş­tu. Bu zat "Kaydu' [53]-Ard" unvanıyla tanınıyordu. Seyf H. 1112 yılın­da Mambasa'yı Portekizliler'den kurtararak, idare merkezini de iş­bu tarihe (1112) kadar Muskat sultanlığının, başkenti olarak devam etmiş bulunan Nezva'dan nakletti ve 1123 yılında da öldü. Yerine ise es-Sultanü'üs-sani (ikinci sultan) unvanıyla tanınan oğlu Sultan geçti ve Bahreyn'i İranlılar'in elinden almayı başardı.

İkinci Sultan da 1131 yılında öldü. Onun da yerine oğlu Sey-füssani (ikinci Seyf) geçti. Fakat ileri gelenlerde Adiy Bin Selmanez-Züheli H. 1134 yılında Seyf in kardeşi Mühenna'ya bey'atte bu­lundu. Mühenna el-Berimi Vahası'nda bulunduğu bir sırada am­cası oğlu Ya'rub Bin Bel'arab, aniden yönetime el koydu. Fakat bir yıldan fazla devam edemedi. Yönetim tekrar 1135 yılında Seyfü's-sani'nin eline geçti. İki yıl yönetimin başında kaldıktan sonra bu kez de Muhammed bin Nasır, Muskat'm idaresini ele geçirerek üç yıl kadar da burayı o idare etti. Sonra da öldü.Bunun üzerine Seyf üçüncü kez 1140 tarihinde yine yönetimin başına geldi. Seyf aslında vaktiyle kendisine karşı girişilen bir ayak­lanmayı bastırmak için İranhlar'dan yardım istemişken bu kez de onların bölge üzerindeki emelleri karşısında direnmek amacıyla yö­netimin basma gelmiş bulunuyordu. Vaktiyle Seyf e karşı ayaklanan isyancılar Muskat'a girmiş fakat buradaki kaleler isyancıların eline düşmemişti. Bu sırada İranlı Komutan Sahhar'ı kuşatmak üzere as­kerinin bir kısmını göndermiş, ancak askerler kuşatmayı kaldırmak ve Muskat'ı boşaltmak zorunda kalmışlardı (yıl, H. 1152). Ne varki Nadir Şah H. 1154 yılında buraya bir harekat daha düzenleyerek, askerleri Sahhar kendi hariç Oman'ın bütün şehirlerine girdiler. Belki de bu sebepledir ki Ahmed Bin Said ortaya çıkarak güçlendi ve Ya'ruboğulları yönetiminin, H. 1154 yılında son bulmasından sonra el-Busaidiler (Ebusaidoğulları) hanedanını kurdu. [54]

 

El-Busaidler (El-Busaid Oğullan)

 

Bu aile soy olarak Ahmed Bin Said'e dayanmaktadır. Bu zat hayatına ticaretle başlamıştı. Başarılı tecrübeleri sayesinde niha­yet sürpriz bir şekilde Sahhar kendine hükümdar oldu. iranlılar burayı kuşatınca kenti kahramanca savundu. Bu sırada İmam Seyf Bin Sultan'ın amcasıoğlu Sultan Bin Mürşid de Ahmed Bin Said'le beraber bulunuyordu. Sultan Bin Mürşid, Yemen İmamı olmaya adaydı. Fakat H. 1156 yılındaki kuşatma sırasında cereyan eden savaşta öldürüldü- Bu sebeple Ahmed Bin Said îranlılar'la barış yapmak ve onlara yıllık bir vergi taahhüt etmek zorunda kal­dı. Ancak İran kuvvetlen şehirden ayrılınca Ahmed Bin Said ver­diği bu taahhüdden caydı ve geriye kalmış İran kalıntılarını da bu­radan kovarak kendini imam ilan etti.

Yönetim Ya'rubilerden El-Busaidoğullan'na geçince Muham-med Bin Osman el-Mezrui, Mambasa'da bağımsızlığım ilan etti. Bunun üzerine Ahmed Bin Said, yandaşlarından Ona beş kişi gönderdi. Bu şahıslar, Oman imamına karşı olduklarım ifade edince Muhammed Bin Osman onları ağırladı. Fakat sonra bu adamlar onu oyuna getirip öldürdüler ve aralarından Seyf Bin Halife yöne­timi ele geçirdi. Eski hükümdarın kardeşi Ali Bin Osman el-Mez­rui kapatıldığı zindandan firar ederek bir İngiliz gemisine sığındı. Bu gemi Malanda Limanında demirlemiş durumdaydı. Ali Bin Os­man bu kaçıştan sonra güçlenerek tekrar Mambasa'ya dönüp Seyf Bin Halife'yi öldürmeyi başardı. Bu surette H. 1160 yılında Mam-bassa Oman'dan ayrılmış oldu.

Ahmed Bin Said H. 1169 yılında İranlılar'a karşı savaşarak zafer kazandı. Bu yüzden Osmanlı Halifesi Üçüncü Mustafa, kazandığı bu zaferin bir mükafatı olarak ona yıllık mali bir yardımda bulundu. İmamlık makamı Ahmed Bin Said'den sonra H. 1191 yılından itiba­ren onun ikinci oğlu Said'e geçti çünkü büyük oğlu Hilal ama idi. Ahmed Bin Said ise 1195 yılında öldü.

H. 1193 yılında Said, "İmam" unvanını "Seyyid"le değiştirdi. Said'in yönetimi çok sürmedi. Çünkü 1194 yılında öldü. Yerine ise oğlu Ahmed geçti. Ahmed'in amcaları kendisiyle siyasi birtakım kavgalara girdiler. Amcalarından Seyf Doğu Afrika'ya giderek H. 1195'te Mambassa'yı kuşattı. Buranın hükümdarı, Seyf'in yeğenin­den imdat istedi. Bunun üzerine Seyf kuşatmayı bırakmak zorunda kaldı ve Lamo kendine yöneldi. Orada yerleşip öldü. Arkasından Bedir adında bir oğlu kaldı. Ahmed Bin Said ise H. 1199'da Zengi-bar'a hükümdar oldu.

Küçük amcası Sultan'a gelince Ahmed Bin Said onu da 1199'da Oman'ı terketmeye mecbur etti. Bunun üzerine Sultan Mekran'a sığındı. Buranın hükümdarı Birinci Nasır Han Sultan'a günümüz Karaçi kentinin batısına düşen Cevazir Limanım verdi. Sultan burada zaman içinde güçlenmeyi başardı ve Gafiriler'in yardımıyla H. 1207'de Oman'a saldırdı ve kendini Sultan olarak ilan etti. Kardeşinin oğlu Ahmed Bin Said ise sadece Nezva imamı olarak kaldı. İngiliz mandasını kabul etmedi. Fakat İngilizler Mus-kat sultanı, Sultan Bin Ahmed'e destek verdiler. Bu yüzden bölge Nezva imamıyla Muskat sultanı arasında parçalanmış oldu. Mus-kat Sultanı H. 1207 yılında İranlı Mirza Mehdi Ali Han aracılığıylaİngilizlerle pazarlığa oturdu. Bu görüşmelerin sonucu olarak Fransizlar'ı ve Hollandalılar'ı topraklarından uzaklaştırdı.

Napolyon Bonapart H. 1213 yılında Mısır'a ulaşıp burayı işgal edince Hindistan'da bulunan Meysur Sultanı Sultan Tibo'ya bir

mesaj göndererek onu İngiliz sömürüsünden kurtarmak için ken­disiyle anlaşmaya davet etti. Fakat bu yazılı mesaj, Yemen'in Muk-ha kendinde bulunan Samuel Wilson'un eline geçince, Wilson durumu bu şehirde bulunan İngiliz temsilcisine bildirdi. O da bu meseleyi Kasımiler'le savaş halinde bulunan Sultan Bin Ah-med'in naibi Bedir Bin Seyf Bin Ahmed'e bildirdi. Bedir Bin Seyf'in Kasımiler'le giriştiği savaşta ise ona Fransızlar yardım edi­yordu. Buna rağmen İngiliz vatandaşlarının, Muskat'da yerleşme­lerine müsaade ediyor Fransızları ise kabul etmiyordu.

Muskat Sultanı Sultan BinAhmed H. 1219 yılında öldü. Yerine ise oğlu Salim geçti. Fakat Salim'in vesayetim üstlenen (yani onun adına devleti idare eden) amcasıoğlu Bedir Bin Seyf bu fırsatı de­ğerlendirerek Salim'i azletmeye ve ona hiç danışmadan başına buyruk şekilde devleti idare etmeye imkan buldu. Ne varki Bedir sevilen biri değildi. H. 1222 yılında kadar yönetimin başında kaldı. Takı amcasıoğlu Said idareyi onun elinden koparıp onu Lamo kentine sürünceye kadar. Bedir ise ölünceye kadar burada sürgün hayatı yaşadı. Salim'e gelince o da devletin idaresini kardeşi Sa-id'le paylaştı. Fakat H. 1236'da felç olup ölünce devletin başında H. 1273 yılına kadar yalnızca Said kaldı.

Said Bin Sultan, Kasınıiler'e karşı İngilizlerle işbirliği yapıyor­du. Daha sonraları Suudiler'in kendisini devirip yerine amcasıoğ­lu Hüseyn Bin Ali'yi yönetime getirdikleri Kasımi kabilesinin şey­hi Sultan Bin Sakar'da Said ve (müttefi olan) İngilizler'in yanında yerini aldı. Aynı zamanda Raasulkhayma Bölgesi'nin de bu ittifak tarafından işgal edilmesine imkan verdi. Bu bölgeyi korsanlıkla uğraşanların reisliğini yapan Cabir Bin Rahnıa, nüfuzu altında bulunduruyordu. Sonra Said Bin Sultan H. 1244'de Bahreyn'e sal­dırdı. Bu bölgede hükmeden Emirler'in kullandıkları "Seyyid" un­vanına ayrıca bîr de "sultan" unvanını ilk defa ekleyen bu Said Bin Sultan'dır.

Said H. 1244 yılında Zengibar'ı ziyaret etmek isteyip yerine ve­kaleten kardeşioğlu Salim'i tayin edince amcası Hilal'in oğlunu bu sırada yanma davet etti. Ancak Hilal'in oğlu gelince Said hıyanet-te bulunarak amcasının oğlunu tutukladı. Bunun üzerine amcası Hilal'in kızı kardeşinin tutuklanmasına öfkelenerek Said'e karşı ayaklandı. Nitekim Said, Zengibar'dan dönünce amcasının oğlu­nu serbest bıraktı.

Said, ayrıca diğer amcasının oğlu Hammud Bin Azzam Bin Kays ile de bozuştu, aralarında birtakım siyasi anlaşmazlıklar ce­reyan etti. Hammad, Sahhar kendine saldırarak burayı almış, hat­ta Oman kıyılarının büyük bir kısmını istila etmişti. H. 1252 de Hammud, oğlu Seyf lehinde Sahhar kentinden vaz geçti. Buranın yönetimini oğluna bıraktı. Fakat -anlaşıldığı kadarıyla- Hammud bu kararından dolayı pişmanlık duymuş olmalı ki oğlunu öldürt­mek için onun özel hizmetçisini ayarttı ve bu suretle H. 1265 yılın­da tekrar Sahhar'm yönetimini eline geçirdi.

Said Bin Sultan H. 1273'te ölünce arkasından kalabalık sayıda çocukları kaldı. Bunların en büyüğünün adı Hilal'di. Hilal daha babasının hayatında ölmüştü. Diğerlerine gelince bunların büyük yaşta olanlarından birinin adı Suveyni, diğerinin ise Macid'di. Bu ikisi anne baba bir, öz kardeş idiler. Babalarından kalan miras üze­rinde anlaşmazlığa düştüler. Britanya kralının Hindistan'daki Na­ibi Lord Caneng arabuluculuk yaparak bu anlaşmazlığı çözümle­di. Böylece Suveyni Oman'ın idaresini ele aldı. Macid ise kuzey Af­rika'da Oman'a ait toprakların yönetimine hakim oldu.

Suveyni Oman'ı yönettiği sırada, saltanat sistemini imamlığa dönüştürmek isteyen İmam Azzan Bin Kays, ona baş kaldırdı. Şu var ki Azzam Bin Kays da Busaidler {Saidoğullan) hanedanının üyelerinden biriydi. Çünkü aynı zamanda Sultanın amcasıoğlu ve kızının da kocasıydı.

H. 1275 yılında Suveyni, kardeşi Macid'in yönetimi altında bu­lunan Doğu Afrika'daki toprakları da Oman'a ilhak etmek için bu­raya bir donanma gönderdi. Yeniden devletin birliğini sağlamak istiyordu. Fakat Bombay hükümdarı bir gemi göndererek Ra'sulhad açıklarında donanmanın hareketini durdurdu. Türki Bin Said ise bu sıralarda Sahhar kendinin valisi bulunuyordu. Türki, karde­şi Suveyni ile oğlu Salim'le barıştı. Bunun üzerine Suveyni ve oğlu Salim Sahhar'ı ziyaret etmek istediler. Türki ve kardeşi Suveyni beraber bulundukları bir sırada Suveyninin oğlu Abdülaziz, amca­sı Türki'ye dönerek, Sultan'ın kendisi hakkında tutuklama ve zin­dana atılma emrini verdiğini doğrudan yüzüne söyledi ve ardın­dan Abdülaziz onu hemen kelepçeleyerek zindana attırdı. Suvey-ni'nin, büyük oğlu Salim ise babasının odasına hızla girerek onu öldürdü ve H. 1283'te iktidarı eline geçirdi. Hindistan Hükümeti de Türki Bin Said'in değil, bilakis, Salim'in Muskat Sultanlığını ta­nıdı.

Esasen Salim, sevilen biri değildi. Bu sebeple içeride kabileler ona baş kaldırdılar ve nihayet Muskat'ın yönetimini ele geçirmeye başlayan Azzam'ı seçtiler. Salim ise H. 1285'te ülkeyi terkedip Ben-derabbas'a gitmek zorunda kaldı. Bu suretle saltanat ve imamet birleştirilmiş oldu, ancak kısa bir süre için...

Türki'ye gelince Zindan muhafızının yardımıyla kardeşinin hapsinden kaçtı ve Matrah kentinin yönetimini eline geçirerek, Muskat surlarına saldırdı. Fakat başarılı olamadı. Aslında onu dur­duran şey, İngilizler'in, kendisini tanımayacaklarına dair savur­dukları tehdit oldu. Çünkü İngilizler, babasının halefi olarak Sa-lim'i Sultan diye tanımışlardı, ancak daha sonra her yıl Türki'nin Muskat Sultani'den 7200 dolar kadar bir maaş alması karşılığında Türki ile Salim arasında bir barış yapıldı. Bu para Zengibar'ın Os­man'a yaptığı yardımlardan kesilecekti. Buna karşı Türki yönetim­den vazgeçecekti. Böylece Türki, oğlu Faysal'la beraber Cevazir'e gitmek üzere gemiye bindiler.

Muskat'ın yeni sultanı ya da (bir diğer ifadeyle) Oman imamı tarafından tayin edilmiş olan vali azledildi ve Türki H. 1289 yılına kadar burada kaldı. Gittikçe de bazı kabile şeyhlerinin yardımla­rıyla Zengibar'dan elde ettiği servet sayesinde güçlendi. Aynı za­manda Britanya da ona destek veriyordu. Bu sayede kısa bir süre sonra Oman üzerine yürüyerek Azzan b. Kays'ı yendi ve H. 1289 yılında yönetimi ele geçirdi. Azzan b. Kays, öldürüldükten sonraH. 1332'de bazı kabileler, içeride ayaklanıp Salim b. Raşid el-Klıa-rusi'yi imam seçtikleri tarihe kadar herhangi bir imam seçilmedi.

Nitekim Salim b. Raşid birtakım başarılar da kazandı ve Nezva ile başka yerlere de hakim oldu.

H. 1294 tarihinde Hindistan'ın Melibar tarafından gelen Sey-yid Faysal Zıfâr kentine ulaşarak burada etkin olmayı başardı. Bu­nu, hacca gittiği bir sırada Kara kabilesinin şeyhleriyle buluşurken onların verdiği destek sayesinde elde etti. Bu yüzden Zıfat Oman'dan ayrılmış oldu. Fakat çok geçmeden Seyyid Faysal, ülke­den kovuldu. Muskat Sultanı'nın başkomutanı olan Süleyman b. Süveylim, Zıfar'ı tekrar Oman'a ilhak etmeyi başardı. Seyyid Fay­sal ise İstanbul'a gitti. Seyyid Faysal Osmanlı sultanı, ikinci Ab-dülhamîd'le beraberdi. Fakat oğlu Muhammed b. Faysal H. 1304 yılında beraberinde bulunan yüz kişi kadar yandaşlarıyla birlikte bir İngiliz gemisiyle Aden'e döndü. Bunlar bölgeye ulaşınca, Zi-far'da birtakım karışıklıklar meydana geldi. Bunun üzerine ku­mandan Salim b. Süveylim Muskat Sultanı'ndan imdat istedi. Sultan, oğlu Faysal komutasında bir askeri kuvvet şevketti. Fay-sal'ın komutasında Kesiriler'den otuz iki kişi de bulunuyordu. Fay­sal sultan olunca elindeki rehineleri serbest bıraktı.

Türkî 1305 yılında ölünce yerine ikinci oğlu Faysal geçti. Nev-za'nm yönetimini yürüttüğü günlerde onun ahlâk ve gidişatını be­ğenmiş ve takdir etmiş bulunan ilim erbabının da görüşünü alarak büyük oğlu Muhammed'i yönetimden uzaklaştırdı. Şu varki Faysal döneminde yabancıların, ülkenin iç işlerine karışmaları da arttı.

Faysal'in amcası olan Zengibar Sultan Bargaş, Oman ve Zengi­bar'ın, yeniden birliğini temin etmeye uğraşıyordu. Bu sebeple de Abdullah Bin Salih Bin Ali'ye silah ve para yardımında bulunuyor­du. Bu amaçla H.1313 yılında Abdullah Bin Salih aracığıyla Faysal'a karşı bir suikast düzenlendi. Fakat Faysal, El-Celâli kalesine sığın­mayı başardı. Kardeşi Muhammed ise El-Mirâni kalesine ulaşarak (burada) İngilizlerden yardım istedi. Ancak isteği karşılanmadı. Bu sebepledir ki ondan sonra taraflar arasındaki ilişki gevşedi. Sonra Sultanın adamları gelerek düşmanlarına galebe çaldılar.

Zıfar'daki duruma gelince burada Kesinler ayaklanmış ve va-li'nin Naib'i olan Mes'ad'la onun yeğenini ve adamlarım öldür­müşlerdi. Bu sebeple Faysal, Ahmed Bin Nasır komutasında, üzer­lerine bir deniz gücü gönderdi. İzinde bulunan Süleyman Bin Su-veylim de bu sıralarda döndü ve H. 1325 te öldü yerine ise Zıfar'ın Emirliğini önce Bakhit, sonra Abdullah Bin Süleyman, daha son­rada H. 1341 de İmam Ahmed Bin Saîd'in soyundan gelen Suud Bin Ali üstlendi.

Faysal H.1332 de öldü. Yerine ise oğlu Timur geçti. Ne var ki İmam Salim Bin Raşid El-Kharusi Timur'a karşı baskınlar düzen­lemeye koyuldu. İmam Salim'in kuvvetleri Humayr Bin Nasır'ın komutasında bulunuyordu. Sonra onun yerine yeni bir imam ola­rak Muhammad Bin Abdullah El-Halilî geçti. Ancak o da Sultan Timur tarafından sevilmiyordu. Timur H. 1351 de öldü. Yerine ise oğlu Sait geçti. Onun döneminde H. 1390 yılında imamlık düştü, ve İmam Galip Bin Aîi sürgüne gönderildi. Galip sürgünde bir hü­kümet kurdu ise de bu hükümet ancak kısa bir süre devam etti. [55]

 

 

 



[1] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/201-203.

[2] Selefilik veya Selefiyye Mezhebi:

Bazı yönetim bilimciler tarafından bu akımı bir kelâm mezhebi olarak nite-Ieyenler de vardı. Selefıliği Vahhabilik'le Özdeşleştirmek, kanaitimizce yanlıştır. Çünkü her şeyden önce Vahhabilik, selefiliğe göre hem çok yeni, hem çok katı­dır; hem de dar bir bölge içinde sınırlı kalmıştır.

Kavram olarak selefilik: Seleflere, yani, ümmetin eski büyüklerine (Hz. Pey­gamber (sav)'e, ashabına ve onlardan sonraki ilk kuşağa) her bakımdan benze­mek, inanç, düşünce ve yaşam biçimlerini değiştirmeden onları örnek almaktır. Dolayısıyla Selefilik, yalnızca teorik değil, aynı zamanda pratik yönleri de olan bir inanç ve düşünce akımıdır. Selefîler'in büyük bir kısmı, bu adı reddetme mekle beraber, dâvalarına "İslâm" adını vermeyi tercih ederler. Bu akım, hicri üçüncü yüzyıldan itibaren başgösteren bozulma ve yozlaşma ile beraber başla­mış çok eski bir ıslah ve yeniden yapılanma hareketi ise de milâdi onsekizinci yüzyılın son yansında bir siyasi ve sosya! patlama olarak ortaya çıktı.

Selefilik, kısa ifadeyle, arı İslâm'a dönme sorumluluğunun mekanizasyonu-dur. Dolayısıyla, hayalî bir İslâm'ın özlemiyle çeşitli dinlerden ve felsefelerden il­ham alarak peydahlanmış olan tasavvuf ve tarikatlarla çatışma halindedir.

Tarihin akışı içinde İslâm'a sızan ve özellikle tasavvuf şemsiyesi altında bi­rikerek kurumlaşan çeşitli dinlerin öğretileri, İslâm'ı hayattan soyutlayarak onunla yer değiştirince sorumluluk duyan müslüman akademisyenler tarafın­dan yeniden kitaba ve sünnete (yani Kur'ân-ı Kerîm'e ve Hz. Peygamber (sav)'in yaşam biçimine dönüş hareketi olarak başlatıldı. Ancak çok büyük bir tepkiyle karşılaştı. Bunun üzerine Selefilik hareketi sindi ve Ortadoğu'da gizli devam et­meye başladı.

Ortadoğu ülkelerinde egemen olan laik rejimlerin İslâm'a karşı takındıkları sert tavır, aynı zamanda bu rejimlerle tarikatların, 1960'lardan sonra uzlaşması hatta dayanışması, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde ise teokratik-totaliter rejimlerin İslâm'ı malzeme olarak kullanması Selefi hareketinin önünde büyük engeller oluşturmuştur (Mütercim)

[3] Osman el-Mudayifi: Şerif Galib'in damadı ve en büyük destekçisiydi. Sonra aralarında soğuktuk girdi. Bunun üzerine el-Mudayifi Suudililer'in yanın­da yerini aldı ve Şerif Galip'e karşı mücadele eden en büyük komutanları oldu (Yazar)

[4] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/205-221.

[5] Ma'kal: Riyad kentine bağlı kasabalardan biriydi. Şimdi ise şehrin ma­hallelerinden biri haline gelmiştir. Faryan caddesi civarında Dakhna'nm güne­yine düşmektedir. Vaktiyle etrafındaki yerleşim bölgelerinden ayn'idi. Buraya en yakın yer ise Manfuha'dır (Yazar).

[6] Şeyh Muhammed b. Abdülvahhab H. 1115 yılında Riyat kentinin 40 km. kuzeyine düşen Uyayna kasabasında doğdu. Güzel bir ortam ve çevrede yetişti. Babası âlim bir zattı, Uyayna ve Huraymala'da kadılıklar da bulunmuştu. Dede­si de Necid Müftüsüydü ve fıkıh ilminde önderdi. Amcası da öyleydi. Dolayısıy­la Muhammed, bir ilim ve dindarlık evinde yetişti. Öğrenmeye karşı aşın bir tut­kusu vardı. İbni Teymiyye ve öğrencisi tbnü'l-Kayyim el-Cevziyye'nin eserleriyle ilgilendi. Öğrenim amacıyla Hicaz'a, el-Ahsa'ya ve Basra'ya seyahatlerde bulun­du. Alimlerle bir araya geldi, müslümanların içinde bulunduğu durumları (yaşa­dıkları çelişkileri yakından gördü. Bunun üzerine ilgililere mektuplar gönderdi, kitaplar yazarak insanları aydınlatmaya çalıştı. Babası, Uyayna'mnyeni emiriy-le bir anlaşmazlıktan dolayı görüşmek üzere H. 1153 yılında Huraymala'ya gi­dince o da beraber gitti ve davasını burada anlatmak istedi ise de babası engel oldu. Bunun üzerine Muhammed, bir süre kitap yazmaya koyuldu. Fakat çok geçmeden babası o yıl içinde öldü. Bunun üzerine Şeyh Muhammed b. Abdül­vahhab görüşünü açığa vurarak, halka, işlemekte oldukları bid'atlardan ve batıl inançlardan vazgeçip İslâm'a tutunmaları çağrısında bulundu. Ancak Hurayma-la'daki atmosferin bu çalışma için uygun olmadığını görünce tekrar Uyayna'ya dönmeye karar verdi. Uyayna emiri Osman b. Muammer'de ona yardımcı olma­ya çalıştı ve gerekli uygulamaya başladı. Önce halkın kutsal saydıkları bir ağacı kesti. Sonra Ashab-ı Kiram'danZeydb. Hattab Hazretleri'nin üzerindeki türbeyi yıktı ve zina eden bir kadını recmetti. Şeyh Muhammed b. Abdülvahhab H. 1206 yılında öldü (Yazar).

[7] Muhammed b. Suud: H. 1139'da Der'iye Beldesinin emirliğini veraset yoluyla devraldı. Bu bölgeyi vaktiyie el-Libid ve Gadbıya adlarını taşırken H. 580 yılından beri Muhammed b. Suud'un ataları imar etmişti.

Şunlardan ilk defa el-Katıyf bölgesinden gelip yerleşen Beni Hanife (Hani-feoğulları) kabilesine mensup mani b. Rabi'a el-Meriri'dir (Yazar).

[8] Vahhabiler (Vehhabiler): Necid'li lider, Şeyh Muhammed b. Abdülvah-hab'a bağlı olan onun görüş ve inanışlarını benimseyen topluluktur. Selefi ol­duklarını ileri sürerler. Daha çok tbni Teymiyye'nin ve onun öğrencisi îbnü'l-Kayyim el-Cevziyye'nin, görüşlerini ve tezlerini savunurlar. Sert ve hoşgörüsüz olarak tanınırlar.

Onsekizinci yüzyıl ortalarında, mistik-politeist inanç biçimleri Mekke ve Medine gibi İslâm dünyasının kalbi sayılan kutsal mekanlarda bile açıkça propa­ganda edilmeye başlayınca, çok tanrıcı inanca karşı son derece duyarlı olan bu bölgenin halkı, Muhammed b. Abdülvahhab'm etkisi altında ve zamanla birik­miş olan şiddetli bir kinle büyük bir tepki gösterdiler. Olaylar gelişince siyasi bir ayaklanmaya dönüştü, birçok insan öldürüldü. Özellikle stupalar yıkılınca Türk­ler tarafından Araplara karşı nefret doğdu ve bu karşılıklı düşmanlıklar yerleşti.

Bu hareket Muhammed b. Abdülvahhab'm öncülüğünde patlak verdiği için onun çağrısına uyan bu topluluğa, başkaları tarafından VAHHABÎLER adı veril­di. Ve tarihe de böyle geçtiler.

Vahhabiler çöl adamları oldukları için hem çoğunlukla eğitimsiz idiler, hem de hırçın bir yapıya sahip idiler. Dolayısıyla mücadelelerinde, davalarını zaman içinde karşıtlarına hazmettirebilecek üstün stratejileri yoktu.

Şurası çok önemli bir husustur ki: Araplar'dan sonra müslüman olan millet­ler, özellikle Hindistan'da, Maveraünnehir'de ve Türkistan'da vaktiyle yaygın olan Budizm'in ve Şamanizm'in asırlardır derin etkilerini hâlâ yaşıyorlardı. Bun­lar eski dinlerinin birçok öğretilerini îslâmî nüanslarla yoğurup kurumlaştırmış-lardı. Vahhabiler bu durumda olan milyonlarca insanın, inançlarım kolayca ve hemen değiştiremeyeceklerini takdir edemediler. Ve çıkardıkları olaylarla İslâm tarihinde bir yara açtılar!

Osmanlı Devleti de onlara, onlar gibi kin ve inatla cevap verdi. Askeri yön­temlerle Vahhabiler'i dize getiremeyeceğini anlayınca bu kez Irak ve Suriye böl gelerinde bir sufi akımının yerleşmesine yardım ederek İslâm'a karşı başka bir dinin silahını kullandı. Böylece vaktiyle "Horasan Erenleri" tarafından Anadolu halkına aşılanmış olan Türkistan politeizmi ve "kamlar kültü". Muhammed Bir-givi ve Öğrencileri gibi değerli Osmanlı fukahası tarafından epeyce yumuşatıl­mışken, Hint kökenli ve (İslam Budizm) sentezinden oluşmuş bir mistik akımın bu kez halk arasında yayılması sağlandı. Bu suretle de Vahhabiler'den çok İs­lâm'dan öc alınmış oldu (Mütercim).

[9] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/223-231.

[10] Türki: Arapça'da "Türk" demektir. Araplar arasındaTürkler'e karşı duyu­lan hayranlığın asırlar boyu' görülen belirtilerinden biri de bu tür adlandırmadır. Mert ve kahraman anlamında kullanılmaktadır. Bir yandan Fransız ihtilalinin etkisiyle dünyada hörtalayan milliyetçilik hareketlerinin; diğer yandan gerek Türkler'in gerekse Araplar'm İslâm'dan uzaklaşmalarının bir sonucu olarak bu iki milletin birbirlerine karşı sıcakilgileri zamanla gevşedi. Ancak tarihteki Türk-Arap kaynaşmasının silinmez izleri her türlü olumsuzluğa rağmen güçlü bir şe­kilde mevcuttur Araplar'm, çocuklarına "Türk" adını vermeferr geleneği günümüzde de sür­mektedir. Örneğin Suudi Arabistan'ın ünlü ilim adamlarından Abdullah Muslih et-Türkî, Türk kökenli olmadığı halde bu soyadı taşımaktadır. Arap dünyasının birçok yerinde bu örnekler mevcuttur (Mütercim).

[11] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/231-237.

[12] İmam, burada hükümdar, başkan, yönetici ve lider anlamına gelmekte­dir; islâm literatüründe bir fıkıh, siyaset ve tarih terimidir (Mütercim).

[13] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/237-238.

[14] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/238.

[15] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/238-239.

[16] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/239240.

[17] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/240.

[18] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/240..

[19] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/241.

[20] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/241.

[21] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/241-242.

[22] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/242.

[23] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/242.

[24] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/242-243.

[25] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/243.

[26] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/243-244.

[27] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/244-245.

[28] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/247-250.

[29] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/253-254.

[30] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/254-255.

[31] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/255-256.

[32] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/256-261.

[33] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/262.

[34] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/263.

[35] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/263-265.

[36] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/265-266.

[37] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/266-268.

[38] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/268.

[39] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/269-278.

[40] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/278-282.

[41] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/283-285.

[42] Bazı kaynaklarda bu isim el-İhsa olarak da geçer. (Mütercim)

[43] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/286-289.

[44] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/289-293.

[45] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/293-296.

[46] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/296-301.

[47] Zeydiye Mezhebi: Önemli kaynaklardan sayılan et-Tenbih ve'r-Red... ad­lı eserin yazarı Ebulhüseyn Muhammed b. Ahmed ei-Malatiy [öl.H.377) Zeydiye Mezhebi hakkında şunları kaydetmektedir:

"Zeydilere gelince bunlar Şii Mezhepleri arasında Ehli sünnete en yakın ve en adil olanıdır. Zeydilerin lideri (Hz. Hüseyin'in dördüncü göbek torunların­dan) Zeyd b. el-Hasan b. Ali b. el-Hüseyin'dir.

Daha faziletli bir aday varken onun kadar erdemlere sahip olmayan bir di­ğerinin, haiife seçilebileceği kanaatindeydi.

Zeydilere göre nassa dayalı bir imamet yoktur; (yani devlet başkanı adayın­da bulunacak nitelikleri belirleyen bir ayet yoktur) İmamları tayin edici bir vahy inmemiştir. Bilakis, çıkarcı olmayan, cesur, faziletli ve hak yolunda mücadele edebilecek bir güce sahip her Fatimî (yani Hz.Fatıma'nm soyundan gelen her müslüman, erkek akıllı ve reşit kimse) devlet başkanı olabilmek için adaylığını koyabilir.

Zeydiİer, devlet başkanında ilahi bir özelİik bulunduğuna inanmazlar."

Adı geçen Eser s.5 Maarif yayınevi-Beyrut-1968 Nakleden: (Mütercim)

[48] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/303-304.

[49] Metinde "Kardeşioğlu" diye geçiyor ise de bu ifadeden amaç Abdülme-lik'in kardeşioğlu, yani Amir'in oğlu demektir. (Mütercim)

[50] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/304-306.

[51] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/306-311.

[52] El-Yearibe sözcüğü Ya'rublar demektir, Ya'rublular ya da Ya'ruboğullan anlamında kullanılmaktadır. Yemen'de yaşayan büyük bir arap kabilesinin adı­dır. Bu kabile soy bakımından, Yemen'in çok eski arap yerlilerinden olan Himye-riler'e dayanmaktadırlar. Ya'ruboğuüan'nın bu adı alması Ya'rub Bin Kahtan Bin Hud adında bir hükümdarın bu topluluğu vaktiyle yönetmiş olmasından geldi­ği sanılmaktadır. EI-Yearibe sözcüğünün etimolojik yapısına gelince -erbabı ta­rafından bilindiği üzere- "Yeâribe", "Yefâile" vezninde ve Ya'rub'un çoğuludur. (Yani, Ya'rublar demektir.) Ya'rub sözcüğü ise arap dil kurallarına göre "arabe" mazi fiilinin muzariidir ve birinci baptandır. Ya'rub kalıbında fâ'ul-fiil ile ayn'ul-fiil arasına bir elif konmuş, sözcüğün sonuna da -kural gereği- bir ha eklenerek çoğul kalıbı elde edilmiştir. (Mütercim)

[53] El-Bu said terkibi, arap dil kurallarına uymamaktadır, "Ebusaid" oiması gereken bu galat körfez ülkelerinde yaygındır

[54] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/320-322..

[55] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/322-328.