121- ORTA ASYA VE ESKİ MOĞOL İMPARATORLUĞU'NUN BUGÜNKÜ ENKAZI2

Doğu Avrupa Ve Batı Sibirya. 2

Kazan Hanlığı3

Istrahan (Veya Astırhan) Hanlığı6

Sibirya Hanlığı6

Kırım Hanlığı7

Kafkasya. 8

Orta Asya. 11

Şeybaniler12

Caniler (Canoğulları)13

Buhara Hanlığı13

Harizm (Veyaharezm) Hanlığı13

Hokand (Yadaferhgana) Hanlığı14

Doğu Türkistan. 14


121- ORTA ASYA VE ESKİ MOĞOLİMPARATORLUĞU'NUNBUGÜNKÜ ENKAZI

 

Bu bölge, genişlik olarak yaklaşık Avrupa kıtası kadar büyük bir alanı kapsamakta ve Avrupa ile Asya kıtaları üzerinde bulun­maktadır. Timurlenk bir zamanlar bu geniş alanın büyük bir üze­rinde otorite tesis etmiş bulunuyordu. Timur'un üzerinde nüfuzu­nu yaydığı bu bölgenin dışında kalan başka alanlar da vardı. Hal­buki bu alanların içinde kalan ancak Timur'un yönetimi altına gir­meyen yöreler de bulunuyordu. Şu varki bu yöreleri yöneten bey­lerle anlaşıyor, ya da bu beyler onun himayesini kabul ediyorlardı.

Bu bölgede varlık gösteren devletlerin sınırları genelde değiş­mez bir nitelik taşımıyordu, bilakis sürekli olarak değişiyordu. Öy­le ki bunlardan birinin sınırları bir diğerinin topraklan içine taşı­yor, bazan da içe doğru çekiliyor ya da hayatiyetini kaybedecek ka­dar güçten düşüyor ve neredeyse yok olma eşiğine geliyordu. Ba­zan da bu raddeye gelmişken tekrar genişliyor ve (canlılığına ka­vuşuyordu.) İşte bu devletlerin böylece sürüp giden iniş çıkışları onların tarihi gelişmelerini incelemeyi bir hayli zorlaştırmıştır. Ke­za onların enkazı üzerinde varlık gösteren yeni devletlerde de de­ğişmez siyasi ve coğrafi özelliklere sahip olmamalarıdır.

Özellikle bu topraklar üzerinde iki çağdaş devlet kurulmuş bu­lunmaktadır ki bunlar İran ve Afganistan'dır. Bölgenin geriye ka­lan kısmı üzerinde ise Rusya egemenliği kurmuş ve Çarlık döneminde buraları topraklarına katmıştır. Rusya daha sonra bu top­raklar üzerinde birtakım Cumhuriyetler kurdu ki bunların bir kıs­mı Otonom Cumhuriyetler idi; bir üçüncü kısmına da özerk idari bölgeler adım verdi. Bunlardan dördüncü bir grup daha vardır ki Rusya onları uygun fırsatlarda yutarak ilhak etti. Ve bizzat federe Cumhuriyetlerin birer parçası haline getirdi.

Sovyet Rus imparatorluğunda gördüğümüz bu acayip parçala­ma (bölme ve yutma taktiğinin de bir) sonucu olarak diyebiliriz ki: İmparatorluğun topraklan belirgin özelliklere sahip üç ayrı bölge­ye ayrılmıştır. [1]

Üzerinde peydahlanmış bazı devletler özde varlık gösteriyor olsa bile Rus topraklarının bir bölümünü oluşturan bu üç bölge­den birincisi Avrupanın doğusuna düşmektedir.

İkincisi, Avrupa ile Asya arasında bulunmaktadır ki burası Kaf-kasyadır.

Üçüncü bölge ise Orta Asya'yı kapsamaktadır. Eskiden bu böl­ge Maveraünnehir adıyla tanınırdı. Burada da bir takım devletler oluşmuştur. Bütün bunlara ilaveten doğuda daha başka toprak parçaları da vardır ki bunlar da Çin'in sınırları içine girmiş bulun­maktadır bu ise konuyu karmaşık hale getirmektedir.

Aynı coğrafyanın komşu bölgeleri üzerinde yeni kurulan dev­letler de vardır ki bunlar Afganistan ve İran'dır.

Buralardaki topluluklar içinde egemen olan unsur, Perslerin soyundan gelen (İran asıllı) halktır. Dil ise farsça peştudur. Ru­sya'nın, üzerinde egemen olduğu Asya ve Avrupa daki bölgelerde yaşayan halk ise genellikle Türk ya da tatardır. Veya başka bir de­yimle aynı kökenden gelen bu unsurların Asya'da yaşayanları Türkler Avrupa'da yaşayanları ise tatarlardır.

Kafkasya bölgesine gelince burada yaşayan etnik toplulukla­rın ve konuşulan dillerin sayısı o kadar çoktur ki. bazan ayni cins­ten olan bir topluluğun fertleri yüzbin kişiyi bile geçmemektedir. Aynı zamanda bunlardan bazıları çok küçük bir toprak üzerinde yaşar ve konuştukları dili de dünyada hiç bir millet bilmemektedir.

Ruslar ise bu beşeri cümbüşü, bu etnik çeşitliliği ve birçok dil­lerin kalabalık oluşunu fırsat bilerek bölgeyi bu farklılıklara göre parçaladılar. Bölgenin yerli halklarını böldüler, aralarını açtılar; onları bir noktada birleştiren inanç bağlarını kopardılar; her imka­na baş vurarak onları parçalamaya çalıştılar. Aynı zamanda onları denetleyebilmek için her an kontrol edebilmek, topraklarını sö-mürebilmek, topraklarının servetini yağmalayabilmek, oranlarını düşürebilmek, ahlaklarını bozmak ve sahip oldukları bilgileri on­lardan almak için aralarına Rusları yerleştirdiler. Bütün bunlarla beraber islam dini hakkında onları daima şüphe ve tereddütlere düşürmeye çalıştılar. Kendileri Rus ortodoks kilisesine ve çok yeni olmasına rağmen Rus tarih ve medeniyetine titizlikle bağlılıklarını korudukları halde, egemen oldukları müslüman toplulukları tarih ve medeniyetlerden koparmaya çalıştılar.

Köklü toplumsal değişikliklere ve özellikle kominist düzenin uygulanmasından Rus toplumunda meydana gelen gelişmelere rağmen Rusların siyaseti aynı doğrultuda devam etti, ve hiç bir de­ğişikliğe uğramadı. Eskiden devletler arasındaki anlaşmazlıktan kaynaklanan sebeplerle İslama karşı olumsuz tavırlar var idi ise de bu kezde bütün dinlerle savaşan kominizm adına aynı tavrı sür­dürmeye çalıştılar. Şu varki sırf İslama karşı savaştıkları gerçeği çok net olarak göze çarpmamaktadır. Halbuki yahudi ve hırıstiyan dinine karşı sözde verdikleri mücadele hiç bir zaman İslama karşı giriştikleri saldırılar düzeyinde olmamıştır. Nitekim yahudilerin Rusya'ya yine etkin olduklarını görüyoruz. Keza Rus dikdatörleri-nin, bütün halkın hırıstiyan dinine girmesi özlemine sahip olduk­larını, hatta merkezi moskova olan ortodoks mezhebini benimse­meleri doğrultusunda bir eğilim gösterdiklerini, {ileri sürdüklerine göre) de bunu sırf milli birliğin gerçekleşmesi uğruna arzu ettikle­rini görüyoruz. [2]

 

Doğu Avrupa Ve Batı Sibirya

 

Moğollar Cengiz Han döneminde Doğu Avrupa'yı işgal etmiş­lerdi. Bu bölgeyi bağımsız olarak Cengiz Han'ın oğlu Cuci Hane­danı yönetiyordu. Bu topluluk, Altınordu ve Kuzey Moğolları ola­rak tanındılar. Çok geçmeden de islam dinine girdiler. Merkezleri Voga nehri üzerinde bulunan Saray kenti idi. Sonraları parçalana­rak Kırım, Kazan ve Istrahan devletten koptu. Timurlenk'in bu ül­ke üzerine düzenlediği savaştan sonra Sibirya da ayrıldı.

H. 907 de Saray Devleti Kırım Han'ı Mikili Giray tarafından ortadan kaldırıldı. Bu tarihten sonra Ural eteklerindeki Ufa ve Urunburg İlanlarıyla Maverünnehir hanlarına artık Nogay unvanı verilmeye başlandı. Bu bölge hanlarının her birinin yönetimi al­tında bağımsız bir beylik oluştu. Dolayısıyla bu beyliklerin herbi-rinin kendine özgü bağımsız bir tarihi vardır. (Ortak özellik olarak) bu beyliklerin başında bulunan hanların her biri kendi şahsına özel çıkarlarını korumak ve sınırsız arzularını doyuma ulaştırmak için sarayında debdebe içinde yaşıyordu. Ne yazık ki Avrupalılar ve genelde tüm yabancılar, müslümanlar, işte bu hanlar ve sultan­lar gibi yöneticilerin (gaflet ve savurganlık içinde geçirdikleri) ya­şam biçimlerine bakarak islam hakkında kötü izlenimler edinmiş­lerdir. Ek olarak, bu yabancıların, müslümanlar hakkında takın­dıkları her tavırdan zaten haçlılıktan kaynaklanan kinlerinin ko­kusu hissedilmektedir.

Her ne kadar aynı inancı paylaşıyor idiyseler de, sözü edilen bu hanlar arasında birleştirici bîr bağ da yoktu. Çünkü sırf çıkara ve şehvete dayalı amaçları birbirlerinden farklıydı. Her birinin he­deflediği şeyler ayrıydı. Başlarına bir bela gelmeden önce araların­daki islam bağını da hiç mi hiç hatırlamazlardı. Zor durumların dı­şında ise bu hanlardan bazıları temelde hepsine düşman olan Ruslarla bir araya gelerek, kişisel çıkarları devam ettiği sürece di­ğer müslüman kardeşlerine karşı onlarla işbirliği yaparlardı. O za­manlar küçük bir prenslik olan Rusya H. 886 yıllarından sonra ya­vaş yavaş güçlenmeye ve bu müslüman hanlıkları birbirine kırdı­rarak parça parça topraklarını alarak üzerine egemenlik kurmayabaşladı. Hanlar ise Ruslara yanaşıyor, birbirlerinden ise gittikçe uzaklaşıyorlardı. ıa ki Rusya onların hepsini zamanla yutuncaya kadar.

Sözü edilen bu hanlıkları şu şekilde inceleyebiliriz. [3]

 

Kazan Hanlığı

 

Bu aşamanın başlangıcında Kazan Hanlığını Abdüllatif Han yönetiyordu. Abdüllatif Han Ruslarla barış içindeydi. H. 924 yılın­da ölünce yerine kardeşi Muhammed Emin Han geçti. Ve Kerim Han'ı Muhammed Giray'a (anne bir) kardeşi olan Sahip Giray'ı kendine veliahd seçmesi teklifinde bulundu. Rusya da Kırım Ha-nı'nm Polonya karşısında tavır alması ve Istrahan'a Rusya tara­fından girişilecek savaş konusunda tarafsız davranması şartıyla bu teklifi onayladı. Bunun üzerine Kırım Hanı'nın, çıkarları uğruna feda ettiği Istrahan müslümanlarm hesabına Sahip Giray, Kazan Hanı'nın veliahdı olarak tayin edildi.

H. 925 yılında ise Muhammed Emin Han, arkasında yerine ge­çecek bir varis bırakmadan bir hastalık sonucu Öldü. Böylece 85 yılında devam eden bir iktidardan sonra Kazan Hanlığı'nın yöne­timi Muhammed Uluğ Han ailesi'nin elinden çıkmış oldu. Ardın­dan Kırım Hanlığının son nefeslerini verecek duruma geldi. Çün­kü bu küçük beyliğin başında bulunan hanlar artık devletleriyle il­gilenmiyorlardı. Bu can çekişme dönemi de 34 yıl sürdükten son­ra Kazan Hanlığı ortadan kaldırıldı. Fakat Rusya, Kırım Hanı Mu­hammed Giray'la yaptığı sözleşmesini çiğneyerek, Kazan Hanlığı­nın başından Sahip Han'ı tayin etti

Bir ara Kırım Hanı, Polonya üzerine savaş açarak zafer elde etti ve büyük miktarda ganimet ele geçirdi. Bunun üzerine Rusya Os­manlı Halifesine baş vurarak, Muhammed Girayın, Polonya'ya karşı giriştiği bu savaşların önüne geçmesini istedi. Halife de Kırım Hanı'ndan Rusya ile ticari ilişkiler kurması ve bu ülkeye karşı saldı­rılara girişmemesi talebinde bulundu. (Bu şekilde davrandığı taktir­de) ganimet elde etmek amacıyla Polonya ve Litvanya'ya baskınlar

da düzenleyebileceğin! de açıkladı. Yavuz Sultan Selim H. 926 yılın­da ölünce Muhammed Giray Rusya'ya akınlar düzenleyerek bu ül­kenin topraklarına girdi ve bir çok ganimetler de ele geçirdi. Bunun üzerine Rusya bu kez de devrin Osmanlı Halifesi Kanunî Sultan Süleyman'a ricada bulunarak babasının yerine geçen bu yeni Hali­feyi kutlamak amacıyla ona gönderdiği heyet aracılığıyla Muham­med Giray'a engel olmasını istedi. Bunun üzerine Halife Kanunî Sultan Süleyman, Muhammed Giray'da Rusya'ya karşı giriştiği sa­vaşlardan vazgeçmesine dair uyarıda bulundu. Ancak Muhammed Giray, Rusya'nın islam düşmanı bir ülke olduğunu, camileri kilise­lere dönüştürdüğünü; İran'a mal ve silah desteği verdiği yolunda Halife'yi bilgilendirerek, tavrına karşı çıkmaması dileğinde bulun­du. Ne varki Kanunî Sultan Süleyman, Muhammed Giray1 in bu sözlerine pek aldırış etmeden, Ruslara karşı giriştiği saldırılarını ve düşmanlıklarını derhal durdurması yolunda ısrar etti.

H. 928 yılında Sahip Giray Kazan halkının ileri gelenleriyle gizli temaslar kurduktan sonra bir kuvvetin başına geçerek Kazan üzerine yürüdü. Ve Şeyh Ali Han'ı yakalayarak zindana attı. Aynı zamanda Kazan'da bulunan Ruslar'ı ve Rus tüccarlarını da tutuk­layarak mallarına el koydu. Fakat (devrik Kazan emir'i) Şeyh Ali Han'ı öldürmedi. Bilakis onu bağışladı ve serbest bıraktı. Ona, sırf Koktamış ailesinden olduğu için, istediği yere gidebileceğine dair özgürlük tanıdı. Bunun üzerine Şeyh Ali Han Moskova'ya gitti. Bu suretle Kırım ve Kazan'm yönetimi (Muhammed Giray ile Sahip Giray) kardeşlerin eline geçmiş oldu. Sonra iki kardeş birlik olup Ruslar'm üzerine savaş açtılar.

Emir ve komutanları altında Nogay tatarlarından topluluklar­da bulunuyordu. Bu arada Polonya ile de anlaşarak üstünlük ka­zandılar. Ruslar'm ise içine korku girdi. Paniğe kapılarak Mosko­va'ya kaçtılar. Barış yapmak ve tekrar vergi ödemek istediler. Ta­tarlar da buna razı oldular ve ülkelerine döndüler. Rusya, yeniden hazırlanarak Kazan üzerine savaş için bir güç şevkettiler. Komuta­sını da Şeyh Ali Han'a verdiler. Bu ordu Kazan yakınlarına ulaştı fakat şehre giremediler. (yıl:930). Sahip Giray Ruslar karşısında zayıf kaldığını anlayınca Osmanlı Halifesi Kanunî Sultan Süleyman'a mesaj yollayarak Kazan Hanlığı'nın Osmanlı devletine bağlanması yolundaki rağbetini bildirdi. Halife onun bu başvuru­sunu kabul etti. Ancak onu Rus taşkınlıklarına koruyacak herhan­gi bir kuvveti oraya göndermedi. Onun yaptığı, sadece elçisi aracı­lığıyla Rusya'ya Kazan Hanlığının, bizzat hanın isteği üzerine Os­manlı devletine bağlandığı oldu. Ne var ki Rusya, Kazan Hanlığı­nın kendisine bağlı bulunduğunu, Han'ın ise yönetimi altında ki devletin statüsü üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunma yetkisi­ne sahip olmadığını bildirdi. Ardında da bunu kanıtlamak için Rus ordusuna ayrıca Litvanya ve Avusturyalılardan kuvvetler katarak Kazan'ı ilhak etmek ve Sahip Giray'ı kovmak istedi. Rusya Kazan'ı olmak için Osmanlılarda daha önce davranmak istiyordu.

Sahip Giray bu tehlikeyi sezince Osmanlı Sultanı'nı ziyaret et­mek bahanesiyle şehirden ayrıldı. Nihayeti Sultandan bir güç ala­rak dönmekti. Kazan'dan ayrılınca yerine kardeşi Mahmut Giray oğlu Safa Giray'ı vekaleten bıraktı. Safa henüz yaşça küçüktü. Ka­zan bütün güç ve imkanlarını birleştirerek, Kazan yakınlarına ka­dar sokulmuş ve burada kamplarım kurmuş bulunan Rusların gi­rişebilecekleri bir saldırıya karşı hazırlık yaptılar, ve Ruslar gelip yararlanmasın diye şehirlerinin yakınlarında ki bütün ürünleri ve işe yarayan maddeleri ateşe verdiler.

Ruslar ise hiç bir sonuç elde etmeden birkaç ay sonra tekrar ülkelerine döndüler. Fakat (ne ilginçtir ki) Ruslar farketmemekle beraber, Kazanlar bu olay sırasında o kadar şiddetli bir korkuya kapılmışlardı ki aynı şekilde onlarda Ruslar'm Kazan yakınlarında kamp kurdukları sırada ne büyük bir dehşet ve ve panik içinde ol­duklarını hiç farkedememişlerdi. Bu nedenle Kazanlılar, sadece isimden ibaret olmak üzere Rusya'ya bağlı olduklarını bildirmek için Moskova'ya bir heyet gönderdiler. Moskova da onların bu is­teğini kabul ederek gönderilen heyetin üyelerinden bazılarını te­minat olmak üzere rehin aldılar.

Ruslar bu sözleşmeyi yenilemek amacıyla H. 936 da Kazan'a bir heyet yolladılar. Böylece bağlılık sözleşmesi yenilendi. Sonra Moskova Kazan'a bir temsilci gönderdi. Bu görevli, devamlı Ka­zan'da oturacak, ve tatarların (yani yerli halkın) tutum ve davranışlarını gözlemeye çalışacak {Moskovaya rapor edecek.) Ancak bu adam belli bir amaç için ya da kasıtlı davranarak görevini kötüye kullandı. Kazan Han'ı Safa Giray'm Ruslardan nefret ettiği, ancak barşı tercih eden halkından bu niyeti gizleyerek sustuğu, fakat son zamanlarda halkı yanına çekebileceği ve Rusya'ya karşı bir savaş içinde olduğu yolunda devletine şikayette bulundu. Ayrıca Ka-zan'a ilk geldiği Safa Giray tarafından hakarete uğradığını ve Safa Giray'ın Rus devletine dil uzattığını, bu nedenle geri dönmek zo­runda olduğunu da bildirince Rusya Kazan Hanlığına karşı savaş­mak üzere hazırlıklara başladı.

Bu haber Kazan Hanlığına ulaşınca onlar da savaş hazırlıkları­na giriştiler. Bunun üzerine Safa Giray'ın evlilik bağıyla akrabası olan Mamay Han komutasında Nogaylardan otuzbin savaşçı, Ka-zanhlar'ın yardımına geldi. Bu sırada aniden Rus saldırısı başladı. Saldırgan Ruslar altmışbin Kazanlıyı öldürdüler. Bu ağır darbeye karşı halk adeta arslan kesilerek şehirlerim savundular ve Ruslara karşı zafer kazandılar. Ruslar ise barış isteyerek ülkelerine döndü­ler. Ancak Rus Devletinin yetkilileri Kazan üzerine gönderilen or­dunun komutanını azarladılar.

Onun-geri çekilmesini bir vatan hainliği olarak değerlendirdi­ler ve bu geri çekilmeyi, Kazanlılardan aldığı bir para karşılığında yaptığına ilişkin suçlamada bulundular. Bu olaydan sonra barış yapmak üzere Moskova'dan Kazan'a bir heyet geldi ve Kazan hal­kının, esir almış oldukları Ruslarla ganimet olarak ele geçirdikleri mal ve değerlerin geri verilmesi şartıyla bir barış akdettiler. Bunun karşılığında Rusya sadece saldırmazlık sözü veriyordu. Ancak onaylanan bu barıştan sonra Rus askerleri tarafından ele geçirilen malların ve alman Kazanlı esirlerin geri verilmesi konusunda ta­raflar anlaşmazlığa düştüler. Ne var ki Moskova yönetimi bu mad­denin görüşmeler sırasında sözkonusu edilmediğini, fedakarlığın sadece tek taraflı olarak kabul edildiğini ileri sürdüler.

Bu yüzden Kazanlılar'ın itirazı reddedildi ve Kazan heyetinin üyeleri Ruslar tarafından tutuklandılar. Onları rehin saydılar. Bu heyet, ileri gelen kimselerden oluşuyordu. Sonra onlara baskı ya­pılınca yeniden görüşmeler yapıldı. Ve heyet, Safa Giray'm, Kazanyönetimi'nin başından uzaklaştırılması ve istediği yere gönderil­mesi, yerine ise eski Kazan Hanı Şeyh Ali'nin kardeşi Can Ali'nin Kazan hanlığına getirilmesi teklifini kabul ettiler. Bu sözleşme üzerine Safa Giray Kırım'a dönerek, amcasını Ruslara karşı sava­şa teşvik edip durdu.

Kazan halkı ise hanları olan Can Ali'yi devirerek Onu öldürdü­ler ve hanlık makamına dönmesi için eski hükümdarları olan Safa Giray'ı davet ettiler. O da bu teklifi kabul ederek Kazan'a döndü. Kazanhlar Qnu,eski hanları Can Ali Han'ın dul eşi ve Nogay lider­lerinden Mirza Yusuf un da aynı zamanda kızı olan bayanla evlen­dirdiler (yıl. 942). Ruslar ise -kendi ifadeleriyle- sözde Kazanlılar'ı yaptıklarından dolayı cezalandırmak üzere bir kuvvet şevkettiler. Fakat bu birlikler bozguna uğradılar, Kazanlı tatarlar Rusları arka­dan kovalayıp durdular. Kimisini öldürdüler, kimisinide esir aldı­lar. Sonra Ruslar hazırlanıp bir öncekinden daha büyük bir kuvve­ti Kazan üzerine yolladılar. Bu kez Kazanlı tatarlara karşı üstünlük elde ettiler ve çok sayıda onlardan esir aldılar. Bu esirleri Mosko­va'ya götürülerek orada hepsi öldürüldüler.

H. 947 yılında bir yandan Kazan halkı, diğer yandan Kırım hal­kı Ruslar üzerine yürüdüler. Fakat şiddetli bir direnişle karşılaşa­rak geri dönmek zorunda kaldılar. Bunun üzerine Safa Giray barış yapmayı teklif ettiyse de Ruslar bu isteği reddettiler.

H. 953 yılında bu kez Rusya Kazan üzerine yürüdü. Rus birlik­leri Kazan yakınlarına ulaşarak buralarda bazı binaları yakıp yıktı­lar. Birçok kimseleri esir aldılar ve etrafta rezalet çıkardılar. Bunla­rı yaparken de hiç bir direnişle karşılaşmadılar. Ondan sonra Rus kuvvetleri hiç bir yara almadan geri döndüler. Safa Giray bu olayı, komutanlarından bazılarının hain olduğuna bağlayarak onlardan bir kısmını idam etti. Kimisini de sürgün cezasına çarptırdı. Bu­nun üzerine Safa Giray'a karşı nefret uyanmaya başladı. Devlet adamları Ruslarla gizli şekilde yazışarak Safa Giray'ı ve Kırımlı has adamlarını Kazan'dan kovmak için yardım isteğinde bulundular. Ruslar ise Kazanlı bu devlet adamlarından, önce Safa Giray'ı yaka­layıp ülkeden çıkarmalarını istediler, ondan sonra kendilerine yar­dım edebileceklerini bildirdiler. Bunun üzerine Kazanlı devletadamları Safa Giray'i yakalama hazırlığı içine girdiler. Fakat Safa Giray kendisi için hazırlanan komployu önceden sezerek Ka­zan'dan ayrıldı ve Nogayların yakınında bir yere yerleşti. Bunu sırf olayların cereyan edeceği arenaya yakın olsun diye yaptı. Bu sıra­larda Kırımlı liderlerle Kazanlı liderler arasında kanlı çarpışmalar cereyan etti. Birçok insan bu olaylara kurban gitti. Kazanlı liderler­den bazıları, Rusya'dan, Şeyh Ali Han'ın Kazan'a Hükümdar ola­rak tayin edilmesi isteğinde bulundular. Ruslar da bu isteği kabul ettiler Bunun üzerine yeni Emir gelip idareyi ele aldı. Fakat esasın­da Şeyh Ali Han ne halk tarafından seviliyordu.

Onu başlarına getirip koymalarının sebebi şuydu: şeklen bu­lunmasını istiyor ancak ona danışmadan yönetim ellerinde olsun diye düşünüyorlardı. Nitekim onu kısıtladılar, yandaşlarını da hap­se attılar. Devlet idaresi bir komedya haline geldi. Nihayet halk, içinde bulundukları bu kaostan kurtulabilmek için Safa Gir ay'in tekrar işbaşına gelmesini bile istediler. Şeyh Ali Han da kendisine karşı girişilecek tedbirleri seziyordu. Bu nedenle Moskova'ya kaçtı. Safa Giray ise tekrar Han olarak Kazan'a döndü. Fakat artık Kazan halkına güvenmiyordu. Onun için hükümdarla halkı arasında bir sı­kıntı vardı. Zaten bir ülkede böyle bir durum baş gösterdi mi artık o ülke uçuruma doğru gider. Çünkü böyle bir durumda ne başarı el­de edilebilir, ne de kimse yaptığı işte samimi olabilir. Bu karışık or­tamın baskısıyla halktan birçok kimse Moskova'ya kaçtı. (Fin-Uy-gur kökenli bir kavim olan) Çirmişler de Moskova'ya baş vurarak Kazan'a karşı savaşmak için Rusya'dan dostluk ve işbirliği istediler. Moskova Prensi Korkunç İvan H. 953 yılının sonlarına doğru Kazan üzerine yürüdü ise de hayal kırıklığına uğrayarak geri döndü.

H. 956 yılında Safa Giray öldü ve Kazan Hansız kaldı. Bunun üzerine Kazan'lı liderler Safa Giray'ın yerine çocuk yaştaki oğlu Ödemiş Han'ı başlarına geçirdiler. Bununla beraber bu çocuğun babasının amcası olan Kırım Hanı Sahip Giray'dan, kendilerine güçlü bir han tayin etmesi isteğinde bulundular, özellikle de bu­nun, Safa Giray'ın oğlu Bölük Giray olmasını temenni ettiler. Aynı zamanda Moskova Prensi Korkunç İvan'dan da barış yapmasını is­tediler. Ne var ki Korkunç İvan Kazanhlar'm bu isteğine hiç kulakvermedi. Bilakis Hicri 957 yılında üzerlerine yürüdü. Ancak Ka­zan'a girme imkanına sahip olduğu halde şehre girmeden geri döndü. Halbuki Kazanlılara karşı birçok kere üstünlükler de kazan­mıştı. Fakat olabilir ki şehri alsa bile burada tutunamayacağını, ya­da şehrin içinde girişeceği savaşın, kendisi aleyhinde ağır sonuçlar doğuracağı kanaatine kapılarak bu düşüncesinden vazgeçti.

Bu arada Osmanlı Halifesi Kanunî Sultan Süleyman Nogaylıliderlere bir mesaj göndererek Kazan'ı Ruslar'ın pençesinden kur­tarmaları için onları cesaretlendirmeye çalıştı. Ne var ki bu sıralar­da bazı tatar beyleri Moskova'da yerleşmiş bulunuyor ve Rusların emrinde çalışıyorlardı. Buna ilaveten küçük devletçikler halindeki tatarların, başlarında bulunan beyler kendi aralarında anlaşmaz­lık içinde olduklarından bu durum onların bazısını, Rusların ya­nında yer almalarına sebep oluyordu. Bu sırada Nogay'dan Ka­zan'a Muhammed Yazgâr Han admda bir bey geldi. Kazanhlar da onu başlarına Han olarak seçtiler. Kırımlılar da bir ara Kazanh­lar'a yardımcı olmak için bir miktar ilerlediler, sonra döndüler.

Sonra Kazanlı liderlerle Moskova Prensi Korkunç İvan arasın­da anlaşma gerçekleşti. Bu anlaşmaya göre Kazan'in çocuk yaşta­ki hanı Ödemiş Giray, Kazan'ı terkedecek ve annesiyle beraber Moskova'da oturacaktı. Aynı zamanda Kırım'lı liderler de Kazan'ı terk edeceklerdi, Şeyh Ali Han ise yeniden hükümdar olarak Ka­zan'a dönecekti. Nitekim öyle de oldu. Ancak Kırımlı liderler Ka­zan kentinin dışına çıkar çıkmaz Rus kuvvetleri derhal onları ya­kalayarak esir aldılar ve Moskova'ya götürdüler. Orada da öldürül­düler. Kazan liderleri tarafından tüm maddelerine uygun hareket edilen bu antlaşmaya rağmen korkunç İvan bunu tek taraflı çiğne­yerek Kazan sorunundan köklü bir şekilde kurtulmayı ve şehri ke­sin şekilde Rusya'ya bağlayarak yutmayı kararlaştırmıştı.

Bu amaçla H. 959 yılında Kazan üzerine yürüyerek hiç bir ça­tışma olmadan şehre girdi. Fakat Rusların kentte yaptıkları taşkın­lıklara halk tepki gösterdi ve bu saldırganlara karşı silahlarım çek­tiler. Bu sebeple kanlı sokak çatışmaları şehirde cereyan etmeye başladı. Ancak düşmana karşı koymada gösterilen bu cesaret pek işe yaramadı. Çünkü Hân'ın kendisi Rusların yandaşıydı. Ruslarise hepsi silahlı askerlerdi, hepsi de hazırlıklıydı. Üstelik de şehri işgal etmiş durumdaydılar. Halbuki şehrin halkı bir savaş için he­nüz organize olamamışlardı. Çünkü böyle bir savaşın içinde ken­dilerini bulacaklarını daha önce tahmin edememişlerdi. Kaldı ki kadm,çocuk ve yaşlı insanlar olarak onların birçoğu da silahsızdı.

Bu olaylardan sonra Kazan, Rusya'ya ilhak edildi ve rezil Rus­lar halka karşı öyle kötü muamelelerde bulundular ki onların yap­tıkları bu rezaletlerin yanında;camileri kiliselere çevirerek, halkın mülkiyet hakkını ve kutsal değerlerini çiğneyerek onları Hristiyan olmaya zorlayarak giriştikleri insanlık dışı muamelelerin yanında bir zamanların Endülüs Engizisyon mahkemelerince müslüman-lara reva görülenler çok basit kaldı. Bütün bu ağır muamelelere rağmen müslüman tatarlar dayanmaya çalıştılar, çok çileler çekti­ler, dinlerine ve inançlarına bağlı kaldılar. [4]

 

Istrahan (Veya Astırhan) Hanlığı

 

Bu beyliğe Hacı Tarhan Hanlığı da denir. Burası eskiden Etil ve Belencer adlarıyla da tanındı. Istrahan Kuzey Tatarlar ülkesi ya da Altmordu Devletinden ayrılmıştı. Istrahan, tarihin bu aşamasın­da, Kırım Hanlarıyla ihtilaf içindeydi. Aynı zamanda Rusların can düşmanlarından da sayılırdı. Kırım Hanı, H.913 yılında Rusların Istrahan üzerine ordularını sevk etmesi ve bu beyliğin altını üstü­ne getirmesi için Rusları kışkırtıyordu. Bu aşamanın başlangıcın­da Istrahan'ı Hüseyin Han yönetiyordu. Ruslarla katiyyen oturup anlaşmak istemiyordu. Fakat kendini Kırım Hanı Mikili Giray'm oğlu Muhammed Giray'in saldırılarından da koruyamıyordu.

H. 928 yılında Muhammed Giray, Istrahan'a saldırmak ve bu­rayı ele geçirip Hüseyin Hanı kovmak için Nogay Hanı Mamay'la anlaşmaya çalıştı. Fakat çok geçmeden şartlar değişti. Çünkü 929'da Muhammed Giray, kendi çocuklarının elleriyle öldürüldü. Aralarından biri de onun yerine geçti. Altı ay sonra ise Muham­med Giray'ın kardeşi Saadet Giray Kırım Hanlığını üstlendi. Onu Osmanlı Halifesi Kanunî Sultan Süleyman tayin etmişti. Sonra Saadet Giray Ruslarla yazışarak onlara: Tatarlar tarafından kuşatılmış bulunduklarını, tatarların birbirleriyle anlaşmış durumda ol­duklarım, Istrahan'm başında Hüseyin Han'ın bulunduğunu, bu zatın, yakın dostu olduğunu Kazan yönetiminin ise Sahip Giray'm elinde bulunduğunu Sahip Giray ise kardeşi olduğunu ve bu gibi daha bir çok şeyler kaydederek Rusları tehdit etmeye çalıştı.

H. 938 yılında Çerkezler Istrahan'a saldırarak Kasım Hanı öl­dürdüler. Yerine ise Aku Bey Han'ı nasbettiler. H. 941 yılında Ab-durrahman Han, yönetimi teslim alıncaya kadar da Aku Bey baş­ta kaldı. Aku Bey Han, Kırım ve Nogay Hanlarından korktuğu için Rusların isteği üzerine Rusya ile işbirliği yapmayı kabul etti. Bu­nunla birlikte yine de düşmanlarının şerrinden korunamadı. Çün­kü Nogaylar Istrahan'a saldırdılar ve burayı ele geçirdiler. Bu yüz­den Abdurrahman Han buradan kaçtı. Onun yerine ise Derviş Han'ı oturttular. Ancak çok geçmeden onun yerine Şeyh Ahmet Han'ın oğlu Haydar Han geçti. Haydar Han da H. 948'de yönetim­den alınarak yerine Ahmet Han'ın oğlu Murtaza Han oğlu Akka-bak Han tayin edildi. Fakat O da yönetimin başında bir yıldan faz­la kalamadı. Çünkü Murtaza Han oğlu, Sultan Han oğlu Burdi Bey'in oğlu Yağmurcu Han onu öldürdü.

H. 958 yılında da Sahip Giray Istrahan'ı ele geçirdi. Bunun üzerine Yağmurcu, Istrahan'ı terketti. Onun yerine ikinci kez Der­viş Ali Han yönetimi üstlendi. Fakat Sahip Giray, Istrahan'dan çe­kilir çekilmez, Yağmurcu tekrar gelerek Derviş Han'ı devirdi ve Kı­rım'ın yeni Hanı Devlet Giray ile Nogay Emiri Mirza Yusuf'la an­laştı. Bu sırada Moskova Prensi Korkunç İvan bu üçlü ittifakı ba­hane ederek Istrahan üzerine ezici bir saldırı düzenledi. Aslında Korkunç îvan'i bu saldırıyı düzenlemek için Nogay Lideri Mirza Yusuf, cesaretlendirmişti. Bunun üzerine İvan, Yağmurcu'nun, derhal Istrahan'dan çıkmasını ve onun vaktiyle devirmiş bulun­duğu Derviş Han'ın gelip yönetimi yeniden ele almasını istedi...

Elbette ki bu istek Istrahan'a saldırmak için bahaneden başka birşey değildi. Nitekim bu istek reddedilince İvan H. 962 yılında or­dusunu Mirza İsmail komutasında Istrahan üzerine şevketti. Rus askerleri gelip bu beyliği ele geçirdiler. Yağmurcu ise yirmi kişilik adamlarıyla beraber Istrahan'dan Azak'a kaçtı. Geride bıraktığı yakınları ise yakalanarak yeni hükümdar Derviş Han'a götürüldüler ve burada Rus Hükümdarı İvan'a bağlılık yemininde bulundular.

Derviş Han Ruslarla bir antlaşma imzaladı. Bu antlaşmaya gö­re Ruslar Derviş Han'ın ölümünden sonra Istrahan'm basma yeni bir han tayin etmeyeceklerdi. Yani Istrahan Derviş Han'ın ölü­münden sonra Rus topraklarından sayılacaktı. Ancak her halükar­da eğer bir han seçecek olurlarsa bu, yine de Moskova'ya bağlı ola­caktı. Keza Ruslar da Tatarlar gibi Volga Nehri'nden balık avlayabi-leceklerdi. Ne varki Derviş Han Ruslarla yapmış olduğu bu antlaş­maya bağlı kalmadı. Bilakis Kırım Han'ı Devlet Giray'la anlaşarak Onun oğullarından bir tanesini Istrahan Veliahdı olarak seçti. Bu­na öfkelenen Rusya H. 956 yılında Istrahan üzerine bir ordu sevk etti ve burayı ele geçirdi. Bu sırada Derviş Han ülkeden kaçarak Azak'a gitti. Böylece Ruslar Istrahan'ı kesin şekilde ilhak ettiler ve buraya soydaşlarını yerleştirerek Istrahan camilerinin çoğunu ki­liseye çevirdiler. Hicri onbirinci yüzyılın ortalarında da Ruslar Ist­rahan'da bulunan bazı tatar ileri gelenlerini buradan kovdular. Bu şahsiyetler gidip Buhara'ya yerleştiler. [5]

 

Sibirya Hanlığı

 

Cengizhanoğlu, Cucioğlu Batu -vaktiyle Moğol İmparatorlu­ğunu hanedan üyeleri arasında paylaşınca- Urallar'm doğusunu kardeşi Şeyban (yada Çoban)'a vermişti. Dolayısıyla H. 640'larda Urallar'ın doğusunda Şeyban ve çocuklarına ait bir beylik oluştu. Bu beyliğin yönetim merkezi Sibirya Kalesi'ydi. Hicri onuncu yüz­yıla kadar burayı Seyhan'ın soyundan gelenler idare ettiler.

Kuçem Han (H. 977-978} döneminde ve H. 1003 yılında Şeyba-noğulları Beyliğine Teymaoğlu Yermuk hakim oldu. Ancak güçsüz­dü. Bu nedenle ülkeyi Rusya'ya sattı. Kuçem Han'a gelince o da merkezleri Ufe kenti olan Başkırdların ülkesine sığındı. Hayatının geriye kalan kısmını orada geçirdi ve orada öldü. Ondan sonra oğ­lu Ali Han H. 1017 yılında harekete geçerek ülkesini tekrar geri al­mak için çalıştı. Fakat başarılı olamadı. Keza aynı yolda çaba har­cayan kardeşi eşim Han'ın da elde ettiği sonuç böyle oldu.

Ruslar H. 959'da Kazan Beyliğini 965'te de Istrahan Beyliğini ortadan kaldırınca bu kez de doğuya doğru ilerlemeye başladılar ve Urallar'la Sibirya'nın batısına yayılmış bulunan Nogaylar'm yönetimine de son verdiler. Urunburg ve Ufa kentleri onların Önemli merkezlerindendi. Ruslar aynı zamanda Tiyomin Çarlıkla­rı adıyla bilinen ve Şeybanoğullan kollarından olan Sibirya'daki Hanlıklara da son verdiler. Bu suretle Ruslar Doğu Avrupa'da ve Batı Sibirya'da gerçekleştirmek istedikleri hedeflerini tamamla­mış oldular. Ancak bununla yetinmediler, bilakis yayılmacılıkları­na devam ettiler. [6]

 

Kırım Hanlığı

 

Fatih Sultan Mehmet, Kırım'da müstahkem kaleleri bulunan Cenovalıları Kırım sahillerinden kovduğu H. 880 yılından beri Kı­rım Hanları Osmanlı egemenliği altına girmiş bulunuyorlardı. Onun için Kırım, Osmanlılar'ın en ileri ve kalkınmış bir mevkii sa­yılırdı. Aynı zamanda Kırım Hanları, Osmanlılar'a, giriştikleri sa­vaşlarda asker yardımında bulunurlardı.

Sözkonusu tarihi aşamanın başında, (H.921 yılında yönetimi veraset yoluyla babası Mikili Giray'dan devralan) Birinci Muham­med Giray, Kırım'ı yönetiyordu. Muhammed Giray, güçlü ve cesur­du. Rusya'ya akınlar düzenliyor Polonya'nın üzerine atılıyordu. H. 922 yılında Moskova'nın 150 km. güneyine düşen Tola beldesine girdi. Tatarlar bu sırada Tola yakınlarında bulunan Razan Vilayetine yayıldılar. Muhammed Giray'ın kardeşi de Kazan Hanı'na veliaht olarak tayin edildi. Ruslar Muhammed Giray'ın, kardeşi Sahip Gi­ray'ın bu mevkiye gelmesine engel olunca onun bu tutuma karşı duyduğu tepkiyle Rusya üzerine düzenlemekte olduğu baskınlar daha da arttı. Öyle ki Giray'ın, bu akınlarını önlemesi için Rusya, Osmanlı HalifesiYavuz Sultan Selim'e bile baş vurdu. Yavuz Sultan Selim de O'nu engelledi. Fakat Yavuz ölünce Giray tekrar akınları­na başladı. Rusya bu kez de yeni Osmanlı Halifesi Kanunî Sultan Süleyman'a ricada bulundu. Nitekim Muhammed Giray, Rusların esasen İslâm' a ve müslümanlara karşı savaştıkları, camileri yıktıklan, bunlara ek olarak da acemlere mal ve silahla yardım ettikleri yo­lunda gerekçeler ortaya koymasına rağmen, Kanuni yine de O'nu engelledi. Böylece Giray'ın Rusya'ya karşı devam ettirdiği sürekli baskıları son bulmuş oldu. Fakat Polonya üzerine düzenlediği akın­ları devam etti. Bu olayların ortaya koyduğu tarihi gerçeklerden ha­reket ederek diyebiliriz ki Kırım'ın ilk yerleşik halkının hayatı işte bu akınlar esnasında elde edilen ganimetlere dayanıyordu.

Muhammed Giray'ın, H. 928 yılında bir kuvvetin başında Ka­zan üzerine gönderdiği Sahip Giray, şehri işgal etti. Bu suretle de Giray, hem doğudan, hem de güneyden Rusya'yı kuşatmış oldu. H. 929'da Istrahan'ı da topraklarına katınca, Rusya'yı her taraftan çembere aldı. Giray, aynı zamanda Nogay ve Sibirya beyliklerini de topraklarına katmak istiyordu. Hatta Ruslara karşı çok daha güçlü bir şekilde diretebilmek için Harzem'i de almak niyetindey­di. Nevarki o yıl Gazi ve Baba adındaki iki oğlu tarafından öldürül­dü. Hanlığın yönetimini Gazi teslim aldı. Baba ise, biraderinin ve­ziri ve danışmanı oldu. Fakat Osmanlı Sultanı, meydana gelen bu inkilaptan memnun değildi. Bu nedenle kendi tarafından Kırım'a bir han tayin etti. Bu da Muhammed Giray'ın kardeşi Saadet Gi-ray'dır. Saadet Giray İstanbul'da oturuyordu. Yavuz tarafından Kı­rım'a han tayin edilince gidip yönetimi teslim aldı. Devlet idaresi normal olarak yürüyüp Muhammet Giray'ın oğulları da amcaları­na güven verince Saadet Giray yönetime geldikten altı ay sonra yeğenlerini tutuklayarak onları idam etti.

H. 938 yılında İslâm Giray zorla Kırım'ın yönetimini ele geçire­rek amcasını devirdi. Amcası ise ülkeden kaçtı. Bu durum Osmanlı halifesini öfkelendirdi. Onun için sultan Kırım'ı doğrudan Osmanlı topraklarına kattı ve İslâm Giray'ı da sade bir vali olarak, bölgenin yönetimi başında bıraktı. Ancak kısa bir süre sonra Sahip Giray kar­deşinin oğlu İslâm Giray'a karşı bir devrim yaparak onu öldürdü ve yerine geçti. Fakat bu olayın, Osmanlı Sultam'nm görüşüyle mey­dana geldiği anlaşılmaktadır. Ondan sonra Kırım'la Rusya'nın siya­si çekişmeleri ve kavgaları yeniden başladı. Özellikle (de bilinmeli­dir ki) Kazan hükümdarı, Sahip Giray'ın kardeşi Muhammed Gi­ray'ın oğlu Safa Giray idi. Hatta, Sahip Giray, Kazan'ı ele geçirince,henüz şehirden ayrılmadan yeğenini Kazan Hanlığı makamına oturtan da yine Safa Giray idi. Aynı zamanda H. 958 yılında Safa Gi­ray Istrahan'ı da topraklarına katmıştı. Bütün bir süre içerisinde Kı­rımda sükunet vardı ve durumlar istikrar içindeydi. O sırada Rusya ile sadece arada bir seyrek olarak savaş yapılıyordu. H. 940 yılında Safa Giray ile amcası Kalgay İslâm Giray Rus vilayetlerinden Ra-mazan'a saldırdılar. Safa Giray da 947 yılında Rusya'ya karşı savaş­tı. Fakat şiddetli bir direnişle karşılaşarak geri çekildi. Ertesi yıl ta­tarlardan, Osmanlılardan ve Nogaylardan oluşan 150 bin kişilik bir ordunun başında tekrar Rusya ile savaşa tutuştu ise de yenilgiye uğ­radı ve elinde bulunan Osmanlı toprakları, (Sahip Giray Don nehri­ni geçtikten sonra) ganimet olarak Rusya tarafından ele geçirdi

H. 958 yılında Kırım'ın yönetimini Devlet Giray üstlenerek Ist-rahan Beyliğinin hamyla anlaştı. Istrahan Beyliğinin hanı, Sahip Gi­ray, buradan ayrıldığı tarihten beri ülkesine dönmüş bulunuyordu. Kırım Han'ı Devlet Giray, aynı zamanda Nogaylar'ın Emiri , Mirza Yusuf Bey'le de iyi geçiniyordu. Bir ara Devlet Giray, İstanbul'da bu­lunuyordu. Osmanlı Halifesi ona, Istrahan'ı işgal ederek bu sebeple Kazan'm ihmal eden Sahip Giray'ı öldürmesi için onu görevlendir­di. Ondan aynı zamanda Kazan'ı Rusya'dan kurtarmasını da istedi. Ancak Devlet Giray, sadece birinci görevi yerine getirebildiki o da Sahip Girayı öldürmek oldu. Bu suretle de Mübarek oğlu Devlet Gi­ray, Hicri 985 yılma kadar, Kırım Hanlığı makamında kaldı.

H. 958 yılında ise Kırım idaresini ikinci Muhammed Giray tes­lim aldı. Ne var ki 992 yılında ikinci İslâm Giray onu öldürdü. Çün­kü Osmanlı orduları komutanı Gazi Osman Paşa, eğer kendisine yardımcı olursa onu Kırım Ham yapacağına dair söz vermişti. Do­layısıyla o da bu işi yaptı ve gidip selefini Öldürerek, Kırım'ın yö­netimini eline geçirdi, ve işte bu olaydan sonradır ki Kırım yöneti­minin başında bulunanlar artık birer Osmanlı valisi statüsünde kaldılar. Bu yöneticiler her ne kadar başka aileden değil, aynı ha-nedan'ın, üyeleri idiyseler de hep İstanbul'dan azledilirlerdi.

H. 1082 yılında Ukrayna'da bulunan Kazaklar, Osmanlı Devle-ti'ne bağlılıklarını ilan ettiler. Nitekim bu sebepledir ki Polonya onlara saldırınca Osmanlı Sultanı IV. Mehmet Kozaklar'a destekverdi. Bu sayede de üstün geldiler. Ondan sonra Polonya ile yapı­lan bir antlaşma gereği bu devlet Ukrayna'nın Kozaklar'a ait oldu­ğunu tamdı. H. 1083 yılında imzalanan bu antlaşma ile Polonya Ukrayna'nın batısına düşen Polonya eyaletinin de Osmanlılar'a ait olduğunu kabul etti. H. 1087 yılında Sadrazam Köprülü Ahmet paşa öldü, yerine ise eniştesi, Kara Mustafa paşa geçti. Devleti kö­tü idare ettiği için Kozakların ayaklanmasına sebep oldu.

Kozaklar Osmanlılar'a karşı isyan ettiler. Rusya da onlara arka çıktı ve yardımda bulundu. Dolayısıyladır ki H. 1088 yılında Os-manlı-Rus savaşı patlak verince Kozaklar, Osmanlılardan çok Rus­lara eğilim gösterdiler keza, sadrazam Kara Mustafa paşa'nm kö­tü idaresinin sonucu olarak Kozaklar, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yapılan antlaşma sırasında yine Ruslar'a taraf oldular.

Osmanlı Devleti Avusturya karşısında yenilip Karlofça antlaş­ması imzalanınca, Osmanlı Devleti, Azak'ı Ruslar'a bırakarak bu şehri kaybetti. Aynı zamanda Ukrayna ve Polonya'yı da Polon­ya'ya bıraktı.

H. 1125 yılında ve Edirne antlaşması imzalandıktan sonra Rus­ya o tarihe kadar, Kırım Hanlarına ödemekte olduğu cizyeden kur­tuldu ve aynı zamanda Kara Deniz sahillerinde vaktiyle ele geçirmiş bulunduğu yerlerden vazgeçti. Fakat çok sürmeden tekrar dönüp, Azot'u işgal etti, ve 1186 tarihinde de Şahin Giray'ı Kırım'a Han ola­rak atama gücünü gösterdi. III. Devlet Giray, H. 1189 yılında yeni­den ikinci kez olarak Kırım yönetiminin başına gelmeyi başardı.

Bunun üzerine Şahin Giray Rusya'ya kaçtı. Osmanlılar ise Kü­çük Kaynarca antlaşmasıyla Kırım'ın bağımsızlığını ve tarafsızlığı­nı kabul etmeye mecbur edildiler. Dolayısıyla H. 1191 yılında han­lık yönetimin başına Şahin Giray, yeniden geldi, ve H. 1197 yılma kadar da burada kaldı. Ancak Rusya , bu tarihte Kırım'ı kesin ola-rak ilhak etti. Ne varki Osmanlı Devleti Kırımlı ailelerden iki han atadılar. Bunlardan biri Şahbar Giray'dır. H. 1201 tarihinde Kı­rım'a Osmanlılar tarafından Han olarak tayin edildi. Diğeri ise Bahtiyar Giray'dır. Bu da 1203 tarihinde tayin edildi. İkisi de Rus­ya'ya karşı savaştılar. Fakat hiç bir faydası olmadı. Çünkü Kırım Rusya'nın artık bir eyaleti haline gelmişti. [7]

 

Kafkasya

 

Kafkasya, bölgesi doğudan Hazar Denizi'yle batıdan da Kara­deniz'le sınırlıdır. Kafkasya Dağlan bu bölgenin bel kemiği sayılır. Bu dağlar Azak Deniziyle Karadenizi birbirinden ayıran boğazdan itibaren kuzeybatı yönünden uzamaya başlar. Hatta güneydoğuya doğru devam eden Kırım yaylası bu dağların uzantısı sayılmakta­dır, ki burada Baku yakınlarında, Hazar Denizi'nde ki İbişirun adası bulunmaktadır. Kafkas dağlarının yüksekliği ise orta kesim­lerde Eî-buruz'ların tepesinde 5629 metreyi bulmakta ve bu dağlar Asya ile Avrupa'yı birbirinden ayıran sınır sayılmaktadır. Bu dağla­rın kuzeyine düşen düzlüklere Dest-i Kafçak adı verilmektedir. Bu farsça tabir, Kıpçak ovası anlamına gelmektedir. Bu dağların gü­ney kesimleri ise Ermeni yaylası ile Azarbeycan Engebelerinin ta-mamlayıcısıdır. Araplar bu bölgeye El-Kifçak adım verirler.

Bu bölgede birçok insan toplulukları yada başka bir ifadeyle köken ve dil bakımından birbirlerinden farklı çeşitli küçük halk toplulukları yaşamaktadır ki buda, mozağiyin birlik içinde yaşa­masına engel oluşturmaktadır. Bu bölgenin orta ve güney kesim­leri çok sarp olduğu için halkı eskiden çok savaşçı ve sert bir doğa­ya sahip idiler. Topraklarının coğrafi yapısı ve arazi şartlan da on­ların işlerini kolaylaştırıyordu. Bu bölgenin doğu kesimlerinde, güneyden kuzeye doğru Azerbaycan'dan Şivar Dağıstan ve Ku-nıuk'ta bu kavimlerden kültleri, sonradan buralara gelip yerleşen Gürcüler, Lân halkını ve Lazları sayabiliriz.

Kuzey yamaçlarda ise çeçenler, ve inguşlar batıda da Acarlar ve çerkez kabileleri yaşamaktadır. Buralarda ayrıca Ostinler ve Azak Denizi'ne uzanan topraklarda Abgaz, Şabsig ve Bazadog gi­bi çeşitli adlar altındaki kabileleriyle Adigalar yaşamaktadır. Son­ra buraya zamanla tatarlardan topluluklar geldiler ve bu bölgeye açtıkları savaşlar sırasında yerleştiler. Aynı zamanda Kabartay topraklarının kuzeyinde oturan Bulgarlar gibi çeşitli Türk boyları da buraya yerleşmişlerdir.

Müslümanlar Hz. Ömer (ra) zamanında H. 22 yılında Azerbay­can'ı fethettiler. Bu toprakları islam ülkesine katan fetih orduları­nın baş komutanı Surraka Bin Amr idi. Öncü kuvvetlerinin komu­tanı ise Bab'ül-Ebvab'a (diğer adıyla) Derbend'e giren Abdurrah-man Bin Rabia idi. Bu sırada Azerbaycan Şirvan Dağıstan ve Ku-muk halkı İslâm dinine girdiler. Hz. Osman (ra) döneminde de müslümaniar Ermenistan ve Lân topraklarını fethederek Tiflis'e girdiler. Bu harekat esnasında Başkomutan Surraka Bin Amr ordu birliklerini yönlendiriyor onların her birini bu bölgede ayrı bir yö­reye sevk ediyordu.

Onlar da gidip bu mevkiye giriyor ve orayı teslim alıyorlardı. Bu suretle fetih harekâtı Hazar Denizi'nin batı kıyıları üzerinde yayıldı ve müslümaniar Belencer'e kadar ulaştılar, (öncü birlikleri komuta­nı) Abdurrahman Bin Rabia buralarda isabet aldı. (ve şehid oldu.) Sonra kardeşi Süleyman Bin Rabia komutasında buraya imdat kuv­vetleri yetişti. Süleyman, ondan sonra bölgeye vali oldu. (Fetih ha­rekatı sırasında islam dinini kabul eden) Ermeniler bir süre sonra irtidad ettiler (yani islam dininden döndüler.) Bunun üzerine Hali­fe Hz. Osman (ra) döneminin Şam valisi Muaviye Bin Ebusüfyan halifenin emriyle üzerlerine Habib Bin Mesleme komutasında bir kuvvet şevketti. Bu ordu Tiflis'e ulaşarak şehri aldı.

Fetih hareketleri duraklayınca Ermeni liderleri İslâm Devleti­ne karşı ayaklandılar. Hazar'lı Liderler de heveslenmeye başladı­lar, ve bölgeye saldırdılar. Bunun üzerine İslâm orduları Sübeyyi't En-Nehravani Komutasında Hazar topraklarına girdiler. Fakat müslümaniar yenildiler. Bu yüzden zamanın Emevi Halifesi Yezid Bin Abdülmelik komutan Sübeyyit'i görevden alarak yerine El-Cerrah El-Hikemî'yi tayin etti, ve emrine kalabalık bir ordu verdi. Ondan sonra da kendisinden Hazar topraklarına akınlar düzenle­mesini istedi. Komutan El-Cerrah da Haiife'nin emrini yerine ge­tirerek, Bab'ül-Ebvaba girdi ve Türklere barış akdetti. Ancak müs-lümanlarla Hazarlar arasındaki çekişmeler Emevi iktidari boyunca sürüp gitti. Bununla beraber Ermenistan ve Azerbaycan'da Emevi-lerin yönetimi istikrar içinde devam etti.

Abbasiler'in güçlü oldukları dönemlerde de durum böyleydi. Fakat otoriteleri zayıflayınca Kafkaslar bölgesi parçalandı. Tiflis'te ve Abazya'da birer devlet kuruldu. Ondan sonra H. 417 yılında Ha­zarlar buraya saldırarak Tiflis'e girdiler. Fakat Selçuklular içenden Abbasi Devletine hakim olunca Kafkasya toprakları H. 465 te on­lara bağlandı. Şu varki Selçuklular'in, üzerinde otorite kurdukları yerler bugün Kafkasya adı altında bilinen-geniş-bölgenin hepsi değildi. Bilakis bu toprakların yanhzca güney ve doğu kesimleriy­di. Kafkasların doğusunda oturan halk müslümandı.

Güneyliler ise hırıstiyan Ermenilerle müslümanların karışı­mından oluşuyordu. Kafkas yaylalanndaki halk da böyleydi. Son­ra Hazarlardan buraya, kuzey yönünden bir dalga geldi. Bunlar Tiflis'e egemen olmayı başardılar. Hazar Türkleri bu sırada hırısti­yan idiler. [8]

Gürcü toprakları {Gürcistan) olarak bilinmektedir. Farsçada bu ad kuvvet ülkesi anlamına gelmektedir. Bunların merkezi Tiflis idi. Hazarların buraya egemen oldukları dönemde veya daha doğ­rusu Hicri beşinci yüzyıl'in sonlarında Selçuklular güçlerini kay­betmişlerdi

Sonra buraya Moğollar geldi. Bölge bu kez de onların egemen­liği altına girdi. Cengiz han Öldüğü sırada Dest-i Kafkaç ve Dağıs­tan toprakları onun torunu Batu'ya ait, Kuzey Moğulları ya da diger adıyla Altınordu Devleti'nin toprakları içinde bulunuyordu. Bölgenin güney kesimleri ise diğer oğlu Tuluy'un ülkesine bağlıy­dı ki İlhanı Devletini işte bu Tlıluy'un oğlu Hulagü tarafından ku­ruldu. Bu iki Moğol hanedanının topraklarım ise Kafkas dağlan birbirinden ayırıyordu. Sürekli kavga halindeydiler. Bu çekişmeler daha çok güney bölgesi üzerinde, yani Azerbaycan toprakları üze­rinde cereyan ediyordu..

Moğollar güçlerini kaybedince bölgede birtakım beylikler türemeye başladı. Bu beylikler ise kendilerini oluşturan etnik kitlele­re uygun olarak küçük topluluktan ibaret idiler. Çok kere bu cema­atlerden biri Kırım ya\âa Itrahan (Eski adıyla saray) beyliklerine saldırırdı. Bu savaşların cereyan ettiği meydan ise Deşt-i Kafçak oyasıydı.

Bu toprakların Kuzey tarafa düşen bölgesi, Kırım, Istrahan, Kazan ve diğer beylikler gibi müslüman Tatarların egemenliği al­tında bulunduğu için bu ilgiyle Osmanlı Devleti, etki alanını bura­lara kadar genişletmeyi bir zamanlar başardı. Bunlar ya Kırım gibi Osmanlılara bağlandılar, ya da hızla güçlenmeye ve bu müslü-manian tehdit etmeye başlayan Ruslardan korktukları için durum, bu devletçiklerin başındaki beyleri lider olarak (mevkilerini koru­yabilmek amacıyla) Osmanlılar'a yönelmeye zorluyordu. Ayrıca halk olarak da, müslüman oldukları için Osmanlılara karşı sempa­ti duyuyorlardı. Halife üçüncü Murat döneminde, (H.982 yılların­dan) itibaren, Halife dördüncü Murat döneminin sonlarına, yani H. 1049 yıllarına kadar Osmanlı egemenliği bu bölgeyi, ayrıca: Azerbaycan, Dağıstan, Kumuk, Ermeni, Acar, Abazya, Ladiga, Gürcistan, Ostin, Kabartay ve Bulgar topraklarını da kapması için almıştı. Daha sonra Osmanlılar, Çeçen ve Ingüşların topraklarına kadar yayıldılar. Osmanlılardın bu topraklara ulaşmasıyla birlikte henüz buralara girmemiş bulunan islam dini, {Ostin, Kabartay, Ladiga ve Abaza) gibi Çerkez boylarının arasında ve daha sonra Çeçen ve îngüş topraklarında yayılmaya başladı.

Aslında bu bölgelerin Osmanlı egemenliğine bağlanmaları sa­dece bir isimden ibaretti. İslâm dinin buralarda yayılması ise bazı şahsiyetler tarafından yapılan tebliğ faaliyetleriyle gerçekleşti. Şu da unutulmamalı ki bölge halkı da esasen yiğitlerini bu suretle bulmuş oldular. Çünkü İslâm fıtrat dinidir, (doğal bir inanış ve ya­şam düzenidir.) Bu dönemde Osmanlılarla İran arasımda siyasi çekişmeler devam ettiği için, sözkonusu rekabet bu bölgeye kadar yayıldı. İranlılar güçlü oldukları dönemde Şirvan, Azerbaycan, Dağıstan ve Gürcistan üzerine etkilerini yaydılar. Bölge halkı sün-ni oldukları için Osmanlılara daha fazla eğilim göstermelerine rağ­men, İran güçlenince buraları etkisi altına aldı. Halbuki İranlılar,sadece Azerbaycan'da yayılabüen Şii mezhebine mensupturlar. Şiilik'de ancak bu bölgenin İran egemenliği altına girmesinden sonra yayıldı. Osmanlılara ait yerler olarak ünlenen şehirler ise Azak (Azot) Anaba ve Batum'du.

Sonra Ruslar güçlenerek, Tatar topraklarının doğusuna ve gü­neydoğusu yönüne açılmaya başladılar. H. 965 yılında Istrahan'a girdikten sonra Rusların siyasi etkinliği daha da yayılmaya başladı. Öyle ki Rus nüfusu Tatar topraklarının her tarafına ulaştı. Yani Dest-i Kafçak olarak bilinen alanın hepsini topraklarına kattılar ve Ladi­ga topraklarının sınırlarına kadar ulaştılar. Büyük Petro Rus yöneti­minin başına gelince, her şeyden önce Kafkas topraklarının tümü üzerinde otorite tesis etmek için planlarını kurmuştu. Özellikle Sa-feviler zayıf düşüp Şah Hüseyin, Mir Muhammet Afganî lehinde tahtından vazgeçince Ruslar H. 1135 yılında derhal atağa geçerek gidip Dağıstan'ı ve Hazar Denizi'nin batı kıyılarını işgal ettiler. Bu toprakların hiç değilse bir kısmını kurtarmak amacıyla Osmanlılar da ilerleyerek Ermeniye'ye ve Gürcistan topraklarına girdiler. Ne varki İranlı lider Rişt Büyük Petro'dan bu sırada yardım istedi. Pet­ro'da onun imdadına süratle kuvvetler gönderdi. Bu dönemde Safe-vi Hanedanı'nm son şahı Tahtmasp da Ruslar lehinde Kafkaya, Da­ğıtan ve Şirvan halkı Osmanlılardan imdat istediler. Dolayısıyla H. 1144 yılında İran, Osmanlılar lehinde Ermenistan ve Şirvan'dan, hatta Hemedan ve Loristan'dan bile vazgeçti.

H. 1152 yılında Osmanlılar'la haçlılar arasında Belgırat'ta im­zalanan antlaşmanın sonucu olarak Kabartay toprakları, Osmanlı Devletinden ayrılarak bağımsız oldu. Ancak devletin küçük olma­sı nedeniyle bölgede gerileme başladı. Buna ek olarak Gürcistan ve Ermenistan'da bulunan, aynı zamanda Ortodoks mezhebine mensup bulunan hırıstiyanlar, Ruslara karşı olan ümitli bakışla­rıyla bu bölge üzerinde bir baskı unsuru oluşturuyorlardı.

Ruslar H. 1164 yılında Kafkaslar'ın kuzey kesimleri üzerinde egemenlik kurdular. İkinci Katerina'nın son dönemlerinde ise İranlılar Ruslar tarafından buralardan çıkarıldılar. Katerina II. yi izleyen Pol'ün zamanında ise Ruslar Gürcistan'a yardım etmenin artık zorunlu olduğuna inanmıyordu. Ne varki çok sürmeden bugörünüşünü değiştirerek tekrar bölgeye saldırdı ve burayı toprak­larına kattı. Bu olaysa H. 12155 yılında Dağıstanlı komutan Ömer Hân'i Gürcitan'da bulunan Ruslara saldırmaya zorladı. Ancak Ömer Hân'ın bu çabalan başarısızlıkla sonuçlandı ve Ruslar işgal ettikleri topraklan böylece yutmuş oldular.

Ruslar 1228 yılıda Şivan ve Azerbaycan topraklarına doğru iler­lemeye başladılar. Hatta denilebilir ki Ruslar gerek iranlılar'a karşı üstünlük kazandıkları her defasında Kafkasya topraklarının bir par­çasını kopararak ülkelerine katıyorlardı. Ya da başka bir ifadeyle el­lerine fırsat geçtiği ve müslümanları zayıf gördükleri her defasında islam topraklarına saldırıyorlar ve işgal ettikleri yerleri yutuyorlar.

Tarihin bu aşamasında müslümanlar bu bölgede kendilerini ya-payanhz görüyorlardı. Ruslar ise gün be gün ilerlemeye ve yayılma­ya devam ediyorlardı. Osmanlılar ve İranlılar ise peyderpey giriliyor­lardı. Şu var ki, zor durumlarda insanın kendine güvenmesi gereki­yor, maneviyatın takviye olması gerekiyor. Bu sebepledir ki müslü­manlar tarihin bu zor aşamasında sahip oldukları iman gibi bir kuv­vetten ilham almaya başladılar. Onların ruhunda mevcut bulunan islam potansiyel gücü ve cihada karşı rağbet duygusu birdenbire depreşmeye başladı ve onları Allah yolunda ölümün üzerine doğru itti. (Şurası çok iyi bilinmelidir ki) Allah yolunda ölümü özleyenlere, Allah ebedi hayat bahşeder. Bu sebepledir ki müslümanlar bu dö­nemde de dünya'ya ucuz bir meta olarak bakmaya başladılar. Sonuç olarak da güçlendiler. Nitekim Dağıstan'da, başında bir grup âlim şahsiyetlerin bulunduğu bir hükümet kurdular. (Yıl, H.1241) Ve işte bu sıradadır ki Kafkas Kahramanı Şeyh Şamil ortaya çıktı.

Şeyh Şamil, Şeyh Muhammed Emin'i Çerkezistan'a gönderdi. Diğer müslümanları da bilinçlendirmek ve harekete geçirmek için öbür bölgelere de âlim şahsiyetler gönderdi. Bu suretle Şeyh Şamil ile Ruslar arasında mücadele başladı. Şeyh Şamil, on yıl kadar süren savaşlarını Ruslar üzerine düzenlediği akınlarla (bu süre içinde) on­ları zayıf düşürdü. Özellikle H.1269 yılında Kırım'a karşı giriştiği sa­vaşın kazanılması sonucu Rusya birçok yerden çekildi. Fakat H. 1275 yılında Kırım savaşı sona erince Rusya, sayıları üçyüzbin askeri ge­çen bir kuvvetle yığmak yaparak Çerkezistan üzerine saldırıya başladı. Nitekim bu savaşların sonunda H. 1281 yılında Ruslar Şeyh Şa-mil'i esir alabildiler. Ondan sonra da Ruslar'in uyguladığı din ve vic­dan baskısına dayanamayan çerkezler, çeçenler ve Dağıstanlılar dal­galar halinde topraklarını terketmeye başladılar." Osmanlı Devleti onların bir kısmını sınırlarının Avrupa kanadına naklederek Rusya ve Avusturya cephelerine yerleştirdi. Bu sefer de Osmanlılarla Haç­lılar arasında Avrupa cephelerinde savaşlar başladı. Osmanlılar bu savaşda yenik düştüler. Bunun üzerine H. 1295 yılında Berlin konfe­ransı akdedildi. Bu konferansta alınan kararlarla Haçlılar, Kafkasya­lıların savaş cephelerinden geriye çekilmesi konusunda Osmanlüar'ı mecbur ettiler. Sebebine gelince Kafkasyalı unsurlar bu cephelerde Haçlılara karşı girişilen savaşlar esnasında büyük kahramanlık ör­nekleri sergilemişlerdir. Bu nedenle Osmanlı Devleti Çerkezleri bu cephelerden alarak onları Suriye ve Irak topraklarına yerleştirdi. Bu suretle Çerkezler, Fırat havzasına düşen Ras'ül-Ayn mevkiine, Halep dolaylarındaki Khanasır'a Hams kentine, Golan bölgesine ve Ür­dün'de Jaraş kasabasına yerleştirildiler. Çerkezler Amman'ı imâr et­tiler. Ez-Zerk'a Suwaylah, En-Nâur, Er-Rasıyfa,Vadi's-seyr, El-Azrak ve Filistin'in kuzey kesimlerine yerleştirildiler. Keza Çerkezlerin bir kısmı da şehirlere dağıldılar. Vatanlarında kalanlara gelince bunların başına her taraftan musibet yağıyordu. Biraz daha dayanmaya çaba­ladılar ise her defasında ve nihayet göçmek zorunda olduklarını gö­rüyorlardı. Dolayısıyla Kafkasyalı müslümanlardan bir grup kaç­mak, için fırsat eder etmez hemen yurtlarını terkediyorlar, nereye gi­deceklerini düşünmeden başlarım alıp gidiyorlardı.

- H. 1336 yılında Bolşevik ihtilali yapıldı. Bu sırada halklara din ve vicdan özgürlüğü verileceği, eziyetlere uğrayan müslümanlar hakkında adaletle davranüacağı ilân edildi. Ne var ki Bolşevik dev­riminin kökleri güçlenince bağımsızlığını ilân etme eğilimini gös­teren Kafkasya'ya Ruslar derhal bir baskın düzenlediler ve akla ge­lebilecek her türlü işkence ve zulmü buradaki insanlara reva Müs­lümanlara karşı kin ve düşmanlığın her türlüsünü burada ortaya koydular. Hıristiyanlar ise bu muamelelerin dışında kalıyorlardı. İslâm topraklarına gelince, bu bölgede yaşayan her etnik gruba ve konuşulan dillerin sayısına göre küçük parçaların bir çoğu bizzat Moskova'ya bağlanarak ilhak edildi. [9]

 

Orta Asya

 

Vaktiyle Timurlenk, Hindistan'dan Avrupa'ya kadar uzanan geniş topraklar üzerinde hükmetmişti. H. 807'de ölünce devleti parçalandı, Timur'un oğulları ve torunları, bölünen bu devletin parçalarından bir kısmını ayrı ayrı yönetmeye başladılar. Diğer parçalarını ise başkaları ile geçirerek yönettiler.

(Timur'un, kuzey İran, Ermenistan, Diyarbakır, el-Cezire ve Bağdat'ı ele geçirmesi üzerine kaçarak Mısır Memlûk Hükümdarı Barkuk'a sığman Celairliler devletinin hükümdarı) Ahmet b. Üveys  [10] Hicri 807'de Bağdat'a döndü. Aynı şekilde Timur'dan ka­çan Karakoyunlu Devleti'nin hükümdarı Kara Yusuf'da Ermeniye ve Azerbaycan'daki beyliğinin başına yeniden döndü. Azerbay­can'ın bir bölümünü de Timur'un oğlu Celaleddin Miran Şah yö­netiyordu.

Celaleddin H. 810 tarihinde öldü. Yerine ise oğlu Ebubekir geçti. Ne var ki Karakoyunlu Devletinin hükümdarı Kara Yusuf onun elinden beyliğini aldı. Böylece Azerbaycan'ın tümü Kara Yu­suf un egemenliği altına girdi. Ayni zamanda Ahmet b. Üveys de 813 yılında öldürüldü ve Kara Yusuf onun da topraklarını ele ge­çirdi. Bu suretle Irak ve Azerbaycan'ın hepsini ülkesine katmış oldu. Kara Yusuf H. 823 yılında ölünceye kadar onunla Timur'un oğ­lu Şah Ruh arasında savaşlar sürüp gitti. Sonra Timuroğullan'mn otorite alanı Arap Halici (Basra Körfezi)ne kadar genişledi. Bu top­rakların üzerinde 839 yılma kadar Şah Ruh'un oğlu Mirza İbrahim hükmetti. Safeviier tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar ayakta duran Akkoyunlular ailesi de H. 873 tarihinde Karakoyunlular'a son verdiler.

Timur'un oğlu Şah Ruha gelince Horasan, Mazenderan ve Si-cistan'ı kaybetti. Ancak H. 817'de Isfahan ve Şiraz'ı amcası Ömer'in oğullarından alarak topraklarına kattı. H. 850 yılma ka­darda durum bu şekilde sürdü. Oğullan ve torunları, onuncu hic­ri yüzyılın başlarına kadar da yönetimin başında kaldılar. Mavera-ünnehr topraklarını ise H. 814 yılma kadar Timurlenk'in torunu Celaleddin Miran Şa'h'ın oğlu Halil Sultan yönetti." Bu tarihte ise öldü ve yerine kardeşi Muhammed'in oğulları yönetimi ile alarak, onuncu yüzyılın başlarında Muhammed eş-Şeybânî gelinceye ka­dar burayı, Fergana yöresini ve Afganistan topraklarını onlar ida­re ettiler. Zahirüddin Bâbür Şah da Hindistan'da devletini kurdu. [11]

 

Şeybaniler

 

(Şeybaniler [12] Hanedânı'nm kurucusu) Muhammed eş-Şeybâ­nî soy bakımından Cengizhanoğlu, Cucioğlu Şeyban (Çoban)a dayanmaktadır; Batu'nun kardeşi ve kardeşlerinin en küçüğüdür. Biraderi Batu ona ülkesinin bir kısmını verdi. Muhammed eş-Şey­bânî H. Onuncu yüzyılın başlarında Moğol Devîeti'nin ve kendi beyliklerinin parçalanmakta olduğunu ve birbirleriyle yaptıkları savaşları görerek, yapabileceği kadarıyla ülkenin birlik ve bütün­lüğünü yeniden gerçekleştirmek istedi. Bu amaçla Maveraünnehr topraklarına doğru ilerlemeye başladı. Kabilesinden bir çok toplu­luklar da ona bu harekât sırasında eşlik ettiler. Bu kabilenin kökü ise Tiyomin Çarları adı altında Sibirya'da kaldılar.

Muhammed eş-Şeybânî, Maveraünnehr'de Timuroğulları Ha-nedam'mn son üyesi olan Sultan Mahmud'un oğulları arasında taht kavgalarının-sürüp gittiğini görünce onları ortadan kaldırarak H. 906 yılında devletini kurdu. O sıralarda son nefeslerini vermek­te olan Timuroğulları Devleti'nin başkenti Semerkand üzerine yü­rüyünce bu devletin hanı, Hindistan Hükümdarı Zahîrüddin Mu­hammed Babür'derı vardım istedi. O da hızla davranarak buraya geldi ve ülkeyi Şeybânî nin elinden kurtardı. Ancak Şeybânî so­nunda zafer kazanacağından ümit kesmedi. Dolayısıyla şehrin üzerine yeniden saldırıya geçti ve karşılaştığı şiddetli direnişe rağ­men üstünlüğü elde ederek Semerkand'a girdi ve burayı ülkesine başkent yaptı. Sonra Herat'a girdi. Arkasından Horasan'ı ele geçir­di. Bu sıralarda İran Şahı İsmail Safevi müttefiki olan Muhammed Babür'e hep yardımda bulundu. Çünkü ikisi de Semerkand'm ge­ri alınmasında Özbekler'in ortak düşmanıydılar. Fakat Özbekler onu ikinci kez buradan zorla çıkardılar. Ne var ki Muhammed Ba-bür Şah, Safeviler'in mezhep konusundaki tutucu davranış ve ta­vırlarını görünce Safeviler'le olan işbirliğini bıraktı.

Muhammed eş-Şeybânî, H. 916 yılında giriştiği çarpışmalar es­nasında öldürüldü. Yerine ise amcası Köçküncü Han geçti ve yirmi yıl iş başında kaldı  [13] Onun da yerine dört yıl kadar yönetimin ba­şında kalan (H. 936-940) oğlu Ebû Said geçti. Sonra yönetimi, Ebû Said'in amcası oğullarından biri devraldı. Bu zatın adı Ubeydul-Iah'tır. Ubeydullah'ın Safeviler'le olan siyasi mücadelesi güçlüydü. Altı yıl sonra yönetimin başına Ebû Said'in kardeşi Abdullah geçti. Bu zat I. Abdullah olarak tanınmaktadır. Ancak bir yıldan fazla iş başında kalamadı (946/947). Kendisinden bir önceki hükümdarın döneminde Özbek ordularını başarıyla komuta etmesine ve büyük zaferler kazanmasına rağmen yönetim süresi kısa geçti.

Sonra diğer kardeşi Abdüllatif oniki yıl süreyle (947/959) dev­leti idare etti. Onun da yerine amcası oğlu Nevruz Ahmet geçti. Böylece H. 1007'ye kadar hanedan üyeleri devleti yönetmekte bir­birlerini izlediler. Yani Özbekler'in yönetimi H. 906/1007 yıllarıarasında tam yüzyıl sürdü. Özbekler'den Buhara hanlığı, önemli bir etkinliğe sahipti. Hatta zaman zaman, Buhara Hanı tüm Özbek {Şeybânî} Devleti'nin fiilî hükümdarı bile sayılırdı. Aslında Buhara Hanları Şeybânî ailesinin bir koludurlar.

H. 911 yılında İskender'in Ölümünden sonra yönetim II. Ab­dullah'a geçince oğlu Abdülmümin ona karşı baş kaldırdı. Bu sıra­larda Harzemli liderler de İran Şahı Abbas Safevî'ye taraf oldular. Bu yüzden II. Abdullah Safevîler'in karşısında yenilgiye uğradı. Topraklarından birçok yerleri de kaybederek H. 1006 yılında öldü. Yerine ise, vaktiyle kendisine karşı ayaklanan oğlu geçti. Fakat çok geçmeden H.1007 yılında yönetime göz dikmiş olan biri tarafın­dan öldürüldü. Onun da yerine ikinci Pir Muhammed geçti. Fakat Şeybânîler artık heybetlerini kaybetmişlerdi. Bu yüzden devletin yönetimini onlardan sonra Caniler'e (bugünkü Türkçe ile Cano­ğulları) Hanedanına geçti. [14]

 

Caniler (Canoğulları)

 

Ülke yönetiminin başına, Şeybânîler'in yerini bu kez de akra­baları olan Canoğulları hanedanı aldı. Bunlar Caniler ya da Astar-han beyleri olarak tanınırlardı. Çünkü Astırhan kökenliydiler.

Onbirinci hicri yüzyılın ortalarında Ruslar Astırhan'ı ele geçi­rince bazı liderler buradan kaçmış ve gelip Buhara'ya yerleşmiş­lerdi. Sonraları bunlar Özbeklerin verasetine kondular, onların ye­rine geçerek Semerkand, Buhara, Fergana, Bedahşan ve Belkh kentlerinin idaresini ellerine aldılar. 1112 yılında Havkent bölge­sinde bağımsız bir hanlık kuruldu. Sonra H. 1200 yılında Canoğul­ları oradan kovuldular. 1165 yılında Belkh şehriyle birlikte Ceyhun Nehri'nin sağ tarafında kalan topraklarının tümü Afganistan'a ka­tıldı. "H. 1200. yılında ise bu hanedanın sonu geldi. [15]

 

Buhara Hanlığı

 

Buhara'da Canoğulları'ndan sonra yönetimi Mengit adlı bir aile devraldı. Bunlar da Türk'tü. Önceleri, bu ailenin fertlerinden Abdurrahim adındaki biri, Buhara emirlerinin baş vezirliğini yapı­yordu. Daha sonra Abdurrahim (bu şehir devletinin) yönetim mevkiine kadar yükseldi. Aynı zamanda bu ailenin çocuklarından Mir Masum Şah Murat adındaki biri de Canoğulları'nm son hanı Ebülgazi'nin kızıyla evlendi. Ve yerine geçerek yönetimi teslim al­dı. Akrabalarının kaybetmiş olduğu toprakları geri almak için Af-ganhlar'a karşı savaştı ise de buna güç yetiremedi.

Şah Murat'ın yönetimi, H. 1200 yılından itibaren başladı. On­dan sonra da oğullan ve torunları birbirlerini izleyerek başa geçti­ler. Devlet ise H. ondördüncü yüzyılın başlarından itibaren zayıf düşmeye, hatta H. 1282-1289 yılları arasında sürüp giden Rus sal­dırılarından önce Buhara Hanlığı yıkıldı ve Ruslar H. 1328'den iti­baren burayı parça parça kopararak zaman içinde ellerine geçirdi­ler. Bu tarihte Seyyid Mir Alim devletin başına geçmişti.

Komünist devrim patlak verip Rusya savaştan çekilerek ortalık anarşiye boğulunca Seyyid Mir Alim, hanlığının bağımsızlığını ye­niden geri aldı. Fakat çok geçmeden Komünist devrim güçlendi. Komünist yönetim eski Rus çarlarının siyasetini aynen izlemeye koyuldu. Dolayısıyla H. 1338 yılında Buhara Hanlığı bu yönetimin pençesine düştü. Seyid Mir Alim ise Afganistan'a kaçtı. [16]

 

Harizm (Veyaharezm) Hanlığı

 

Hive ya da Harizm Hanlığı'na gelince bu beylik, Timurlenk dönemine kadar (Kuzey Moğollar olarak ta bilinen) saraydaki Altı-nordu hanlıklarına bağlı olarak varlıklarını devam ettiriyorlardı.

Timuriye Devleti'nin çözülmesinden sonra Özbekler ya da (diğer adlarıyla) Şeybânîler, Hive'yi işgal ederek H. 920 yılında Ha­rizm veya diğer ismiyle Hive Hanlığını burada kurdular.

Bu beyliğin başındaki hanlar, amcazadeleri olan Buhara han-larıyla sık sık çatışıyorlardı. Aralarındaki savaşlar tekrar edip duru­yordu. Bu kavgalar bazan bunların, bazan da diğerlerinin lehinde sonuçlanıyordu. H. 1153 yılında Nadir Şah yalnız bir yıl kadar bu­rayı egemenliği altına alabildi ve başına da bir vali tayin etti. Bu vali Tahir Şah idi.

Harizm hükümdarları, Arapşah kolundan gelen Şeybânî-ler'in soyundan olurlar. Nadir Şah'ın burayı yönetimi altına aldı­ğı bir yıllık süre dışında H. 1219 yılına kadar bu beyliğin başına hep birbirlerinin ardısıra geldiler. Fakat bunlara vezirlik yapan kongratlar sülalesi H. 1219 yılında Özbek hanlarının güçsüzlü­ğünden-yararlanarak yönetimi bunların elinden aldılar.

Nitekim üçüncü Ebülgazi'nin otoritesi zayıftı ve o yıl içinde yönetimi son buldu. Kongratlarm yönetimi ise H. 1289'a kadar sürdü. Ondan sonra Harizm Hanlığı Rusya'ya bağlandı. Zira Hanlığın başındaki Muhammed Seyyid Rahim H. 1290 yılında Ruslar'ın egemenliği altına girdi. Bununla beraber, beyliğin ba-yındaki hanlar hep bu sülaleden geldiler ve özellikle komünist devrimin patlak verdiği ve ülkede her yerin anarşiye boğulduğu sırada bunlar kendilerini bağımsız sayıyorlardı.

Ne var ki H. 1237 yılı ramazanında Ruslar buraya döndüler ve son Harizm Hanı'nm yönetimi de böylece düşmüş oldu.

Ruslar burada Horasan Sovyet Cumhuriyeti adı altında bir devlet kurdular. [17]

 

Hokand (Yadaferhgana) Hanlığı

 

Hokand  [18] Hanlığı H. 1112 yılında bağımsızlığım kazandı. Bu beyliği özel bir hanlık olarak Şah Ruh kurdu. Şah Ruh, vaktiyle Hindistan üzerine yürüyen Muhammed Babür Zahirüddin b. Şeyh Ömer'in torunlarındandır. Babür orada büyük bir Moğol devleti kurmuştu.

H. 1215 yılında Alim Han, Taşkent'e hakim olmayı başardı. Hokand'da ilk defa "Han" unvanını alan hükümdar budur. Fakat Buhara Hanı Nasrullah Han H. 1255-1256 yıllarında Hokand Hanlığı'nın başkenti olan Fergana'ya bir kaç kez saldırı düzenle­yerek nihayet Muhammed Ali Han'ı öldürdü. Ancak Hokand Han­ları çok geçmeden yeniden otoritelerini kurdular ve H. 1293 yılma kadar da yönetimin başında kaldılar. Sonra Ruslar gelip toprakla­rını işgal etti. Havkent Beyliği'nin son hanı Nasirüddin oldu. Bu zat H. 1292-1293 tarihleri arasında sadece bir yıl başta kalabildi. Keza Taşkent'te birtakım bağımsız beylikler de kurulmuştur. [19]

 

Doğu Türkistan

 

Müslümanlar H. 96 yılında Kuteybe b. Müslim komutasında ilk defa Kaşgar'a ulaştılar ve şehir fethedildi. Ondan sonra da İs­lâm fetihleri durakladı. Bölgenin halkı İslâm'a girdiler. Hicri 134'de ise Çinliler buraya girmek için uğraştılar. Onlar Emevi Devleti'nin yıkılması ve yerine Abbasi Devleti'nin kurulmasıyla Müslümanla­rın güçlerini kaybettiklerini sanıyorlardı. Fakat müslümanlar Çin-liler'i buradan defetmeyi başardılar.

Bu gelişmeden sonradır ki Çin halkı müslümanların güçlü ol­duklarının farkına vardılar. Öyle ki zamanın Çin kralı ülkesinde, kendisine karşı patlak veren bir isyanı bastırmak için Abbasi Hali­fesi Ebucafer el-Mansur'dan imdat bile istedi. Nitekim Halife de ona yardım etti. Bu sayede de Çin kralının yönetimi ayakta durma imkanım buldu.

Moğollar döneminde ise bu bölgede oturan halk arasında İs­lâm dini yayılmaya başladı. Bu cümleden olarak Türkistan'ın do­ğusuna düşen Kansu Bölgesi'nin Uygur halkı İslâm'a girdiler. Aynı zamanda siyasi etkinliği bu tarafları da kapsayan Çağatay Moğol ülkesinin Kuzeybatı halkı, tamamen müslüman oldular. Ondan sonra da Moğollar İslâm'ı yaymaya başladılar. Bu dönemde Çin, Moğollar'ın egemenliği altına girdi. Çin bu sırada dokuz bölgeye ayrılmıştı. Bunlardan herbirinin başında Moğol imparatorunu temsil eden bir naip bulunuyordu.

H. 748 yılında da Türkler Maveraünnehr topraklarında üstünlük elde ettiler. Moğol beyleri, ülkenin doğu kesiminde Tuğluk Timur'ubu bölge halkının başına Han olarak nasbettiler ve Moğollar Hicri XI. yüzyıla kadar bu bölgeyi yönettiler. Moğollar tarafından her ne kadar bu bölge birçok hanlıklara bölmüş olup, bunların her birinin başında onlardan bir han bulunuyor idiyse de hepsi de müslüman idiler. Bu hanlıkların en ünlüleri, Kaşgar, Aksu ve Turfan Hanlıkla­rıydı. Çin'deki Moğol hükümdarlarına gelince bunlar H. 771 yılında, yani XI. Moğol Hanı Doğan Timur zamanında bu ülkeden kovuldu­lar. Dolayısıyla, devletleri, günümüzde Mongolya (Moğolistan), Ka-rakurum {diğer adıyla Ulanbatur) bölgesiyle sınırlı kaldı.

H. 1043 yılında Çin'i Mengü Hanedanı yönetmeye başladı. Ku-bilay ailesinden gelen Moğollar, Mengü sülalesinin bu kez sıradan vatandaşları haline geldiler. Aynı zamanda bu sıralarda Kaşgar ve Aksu'daki Türkistan hanları, güçlerini kaybediyorlardı. Bunlar Ça­ğatay ailesinden idiler ve aynı şekilde onlar da Mengü hanedanına boyun eğiyorlardı. Fakat çok geçmeden H. 1054 yılında Çin'in yöne­timini bu sefer de Mançurlar hanedanı ele geçirdi. Bu hanedanın yönetimi, H. 1329 yılma kadar sürdü. Bunlar müslümanlar üzerin­de din ve vicdan baskısı yapıyorlardı. Şu var ki vicdanlar üzerinde yapılan baskılar (daima) geri teper. Bilindiği üzere vicdanlar belli bir süre eziyetlere dayanabilir, ancak daha sonra sabır da tükenir.

Çinliler'in baskılarına karşı müslümanların giriştiği devrimler, müslümanların çoğunlukta bulunduğu -özellikle Doğu Türkistan ve Kansu bölgelerinde- cereyan ediyordu. Fakat ne yazık ki müs­lümanlar arasında güç birliği yoktu. Bu nedenle bir bölgede, bir halk hareketi başlarken, diğer bir bölgede daha önce patlak vermiş olan başka bir hareket yatışıyordu. Aynı zamanda Çin toprakları­nın diğer yerlerinde dağınık yaşayan müslümanlar da bu hareket­lere katılmıyorlardı. Özet olarak denebilir ki; Müslümanlar tarafın­dan girişilen bu devrim hareketleri daha çok onların çoğunlukta bulunduğu batı taraflarında kendini gösteriyordu. H. 1241 yılında Türkistan'da Çankağ isyanı patlak verdi ve iki yıl kadar devam etti. Bu isyan ancak 1243 yılında bastırıldı ya da yatıştı.

Yine Türkistan'da H. 1271 yılında Yakup Bey isyanı patlak verdi. Bu hareket bölge üzerinde otorite kurmayı başararak Türkistan'ın bağımsızlığını ilan etti. Aynı zamanda Yakup Bey'in de yönetiminbaşına getirdi. Bu sırada elde edilen bağımsızlık onüç yıl kadar sür­dü. Yöneticiler artık idarenin oturduğunu sanıyorlardı. Fakat ceza­ya çarptırılmaları mukadderdi. Çünkü Kansu ve Şansî'deki müslü­man kardeşlerine yardımcı olmamışlardı. Nitekim Çinliler H. 1289 yılında Kansu'daki müslümanların giriştiği ayaklanmayı bastırır bastırmaz (fırsat kollayarak) H. 1291 yılında Türkistan'a yönelip bu­raya saldırdılar. Yakup Bey yenilerek öldürüldü. Çinliler ise bölge üzerinde egemenlik kurdular ve kendi taraflarından buraya bir vali tayin ettiler. Aslında Çinliler'e karşı müslümanların giriştiği ayak­lanmalar sadece bunlardan ibaret değildi. Zira bu hareketler H. 1196-1291 yıllan arasında yüzyıldan fazla bir zaman sürdü. Bu is­yanların sonuncusu H. 1349 yılında cereyan ederek beş yıl devam etti. Çinliler, nihayet Ruslar'ın da yardımıyla bunu da bastırmayı başardılar. Sonra Ruslar 1362 yılında Türkistan'dan geri çekildiler. H. 1369 yılında Komünistler Çin'de yönetimi ele geçirince Türkistan özerklik kazandı ve H. 1373'te Seyfüddin devlet başkanı olarak tayin edildi. O tarihten beri de Doğu Türkistan "Sinkyang Eyaleti" adı al­tında tanınmaktadır. Bu da "Yeni Eyalet" anlamına gelmektedir.

Kansu Eyaletine gelince burası Türkistan'ın doğusuna düşen bir idari bölgedir. Burada da birçok ayaklanmalar oldu. En önem­lileri şunlardır:

1- 1169'da meydana gelen Susyan ayaklanması,

2-1179'daki Mansin ayaklanması,

3- 1280 yılında patak vererek tüm Türkistan'ı Kansu ve Şansi bölgelerini de kapsayan ve Yakup Bey îsyanı'mn devamı olan ayaklanma,

4- 1313 yılı isyanı.

Kansu Çinliler tarafından birkaç eyalete bölündü. Bunların bir kısmı, sırf müslümanların gücünü parçalamak için diğer eyaletle­re bağlandı.

Komünistler yönetimi ele geçirir geçirmez, müslümanlara ait şehirlerin sırf geçmişle olan tarihi bağlarım koparmak ve yeni ku­rulmuş bulunan komünist rejimin ideolojisiyle entegrasyonunu sağlamak için müslümanlara ait birçok kentin isimleri değiştirildi.

Bunun bir amacı da müslüman ülkeler tarafından bu isimlerin ta­nınmaz hale getirilmesini temin etmekti. Dolayısıyla ben bir tarih araştırmacısı olarak bu kentlerden bazılarının adlarını burada kaydetmek istiyorum:

1- Urumçi (yeni adı) Tiho

2- Kaşgar " Şofo

3- Yarkent" Soci

4- Khotan " Hotin

5-Aksu"Vensuh

6- Hami" Kom-ul [20]

 



[1] Yazar'ın Rusya'ya ilişkin bilgileri bu çerçeve içinde vermesi, Sovyet Sos­yalist Cumhuriyetler Birliği'nin parçalanmasından Önce onun bu eserini kaleme almış olmasından ileri gelmektedir. Dolayısıyladir ki bu bölümde Rusya'nın çök­mesi parçalanması hakkında bir açıklama yoktur. (Mütercim)

[2] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/333-335.

[3] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/336-337.

[4] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/337-344.

[5] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/344-346.

[6] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/346-347.

[7] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/347-350.

[8] O tarihten beri bu yöre Hazarlar'm, bu tarihlerde hırıstiyan olduklarına ilişkin, yazarın kanaati ile, başka kaynaklarda bu konuda mevcut olan bilgiler arasında küçümsenmeyecek çelişkiler vardı. Bunlardan.hangisinin doğru, yada doğruya en yakın olduğu esasen bir tartışma konusudur. Çünkü yazara göre H.465 yıllarında, (yani miladî 1087 lerde) hırıstiyan oldukları ileri sürülen Hazar-laı'ın başka kaynaklara göre 732-800 yılları arasında müslüman oldukları, 800-965 yıllan arasında İse Musevîliği kabul ettikleri (yani yahudilerin dinine girdik­leri) kaydedilmektedir. Bu kaynaklar, Hazarların esasen daha müslüman olma­dan önce hırıstiyan olduklarına da işaret etmektedir. Tahmin edilen şudur ki, Hazarlar vaktiyle Şaman iken önce hırıstiyan, sonra müslüman sonra da Muse­vi oldular.

Önemli olan, şu noktanın iyi bilinmesi gerekir ki Hz.Ebu bekir'in devlet baş­kanlığı döneminde "İrtidâd Hareketleri" olarak bilinen çok sayıda arap kabilele­rinin müslümanhğı terketmelerinden sonra îslâm tarihinde son kez yeniden toplu dinden dönme olayı Hazar türklerinde rastlanmıştır. Bu iki olay arasında bazı benzerlikler vardır. Bunlarm en önemlisi şudur: gerek çöl arapları, gerekse Hazarlar iiker ka­vimler oldukları için islamın, gelişmiş muhakeme yeteneğine sahip uygar insa­na yönelttiği mesajları idrak edememişlerdir.

Bu iki olay arasındaki en büyük farklılık ise dinden dönen arapların kısa bir süre sonra tekrar islamı benimsemelerine Hazarlar'm günümüze kadar musevi olarak kalmalarıdır.

Günümüzde Lübnan'daki hırıstiyan araplarla Mısır'daki tipleri yukarıda sö­zü edilen araplarla karıştırmamak gerekir. Çünkü bunlar, baştan beri hırıstiyan atalarının torunlardırlar.

Hazarlar'm, müslüman iken tahminen Kral bulunan bu tercihi ne kadar bi­linçsizce yaptıkları bizzat yahudiliğin prensip ve ölçülerinden de anlaşılmakta­dır. Çünkü yahudiler özellikle ibrani kökenli bir anneden doğmayan hiç bir kim­seyi musevi saymamakta dolayısıyla onu dindaş da kabul etmemektedirler. Ni­tekim bu yüzdendir ki dindaşları olan İsraillilere karşı besledikleri sıcak ilgiye ve hayranlığa rağmen, israil Baş Hahamlığı 1960 lara kadar Hazarlılar'ın nikâhları­nı onaylamamıştır. Yahudilerin bu derece Şovanist olduklarını ise hem Talmud gibi kendi öz kaynakları, hem de Kuran-ı Kerim (Maide/18) kanıtlamaktadır.

Hazarlar, verdikleri bu duygusal kararın hemen ardından , güçlü Abbasî or-dular'ınm ayakları altında çiğnenip tarihin derinliklerine gömülmek suretiyle ağır cezaya çarptırılınca bu toplumdan geriye kalanlar, müslümaniann potasın­da hiç bir zaman erimediler. Aynı zamanda gerek Abbasiler, gerek Anadolu Bey­likleri gerekse Osmanlılar döneminde ibrani kökenli musevilerden farklı ve sin­si bir şekilde devamlı iki dinli olarak toplumda yaşamlarını sürdürdüler.Bunlar "Sabataycı Dönmeler" ie karıştırmamak gerekir. Ancak sabataycüar da esasen dönme değildirler. Gerçek olan şudur ki: Bunlar evde ve havrada fanatik birer yahudi, sokakta ve camide ise müslüman geçinen kimselerdir.

Hazarlı Museviler, köken olarak Türk oldukları için özellikle taşıdıkları islam ve.Türk isimlerinin arkasına gizlenerek diğer yahudüerden çok daha tehlikeli roller üstlendiler. Müslüman toplumun cami ve cemaatlerine, düğün ve dernek­lerine güvenlik güçlerinin kadrolarına sızarak en mahrem yanlarını öğrenmeyi başardılar. Kültürlü müslümanlar tararından Karaim ya da Karait yahudileri ola­rak da adlandırılan bu topluluk Osmanlılar döneminde daha çok selânikte yo-ğunlaştılar. Buradaki Sabataycılarla da ilişki içine girerek onlarla birlikte siyasi arenada organize faaliyetlerde bulundular. Bu nedenledir ki onlara Selanik çıfıt ları ya da Selanik yahudileri de denmektedir.

Tanzimatla birlikte devlet kademelerine sızarak daha sonra kurdukları Jön Türkler, İttihat ve Terakki cemiyeti gibi gizli örgütlerle Osmanlı Devletini çöker­ten bu Selanik yahudileri 1923 te TC. Devletini kurarak ülkenin yönetimini ta­mamen ele geçirdiler. Aynı din ve inancı paylaşan Siyonistlerin 1948'de İsrail Devletini kurmalarına da yardım ettiler, ve bu devleti tanıyanlar olarak kimlikle­rini ortaya koymakta da artık engeî görmediler.

Yahudiler'in îslama karşı son derece peşin fikirli oldukları bilinmektedir. Bu nedenle musevi Hazarlar vaktiyle islam orduları tarafından darmadağın edildik­leri için İslama ve müslümanlara karşı derin bir düşmanlık beslemekledirler. Ni­tekim Asırların kiniyle dünya müslümanlarınm son devleti olan Osmanlı impa­ratorluğunu yıkarak onun enkazı üzerine -Siyonist dindaşlarıyla yardımiaşarak-TC.'yi ve İsraili kurmayı başardılar. Bu suretle de îsiâm dünyası üzerine büyük bir tehlike ve baskı unsuru haline geldiler.

Bugün Türkiye'de eğitim, kültür, sanat, ekonomi, iç ve dış siyaset gibi temel ve hayati alanlarda yönetim Selanik yahudileri elindedir. Toplumun, psikolojisi­ni, kültürünü ve dünyaya bakış açısını Selanik yahudileri yönlendirmektedir. Özellikle Aleviler, Rumlar, Ermeniler, (ibrani kökenli) Yahudiler ve Çingeneler gi­bi azınlıkları da yanlarına çekerek Sünni müslüman kitle üzerinde müdaheleci, sert ve Totariter bir yönetim uygulanmaktadırlar. Bu cümleden olarak:

1- Diyanet işleri teşkilatını devlete bağlamak. 2-İslam Alfabesini Latin Alfabesiyle değiştirmek.

3-Cumayı kaldırarak, yahudi ve Hıristiyanların hafta tatilleri olan Cumarte­si ve Pazar günlerini hafta tatili olarak ilan etmek.

4-Laik ve islam dışı düzenin Litaratüründe ve Terminolojisini kullanarak müslümanları şaşırtmak ve vicdanlarını sömürmek,

5-Müslüman kızlarını üniversitelere almamak.

6-Kanlı Pazar ve Sivas olayları gibi provakasyonlarla müslümanları tahrik ederek onları sindirmek.

7-İslamî kavramları yozlaştıran, islami inanış ve pratiği yanlış yönlendiren speklasyonlar yapmak suretiyle bu Hazar kökenli Selanik yahudileri, gerek poli­tik yollarla, gerek idari mekanizmaları kullanarak gerekse medya ile Türkiye'de müslümanlara her fırsatta ağır darbeler indirmektedirler.

[9] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/351-359.

[10] Yazarın Ahbet b. Üveys dediği Celayirliler Devleti'nin hükümdarı Sultan Ahmet'in, esasında babasının değil, dedesinin adı Üveys'tir. Babasının adı ise Hüseyn'dir (Mütercim)

[11] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/361-362.

[12] Arap kaynakları bu adı Özbekler'e vermektedirler. Miladi 1451-1510 yıl­ları arasında yaşamış olan Özbek Hanı Ebü'1-Feth Muhammed eş-Şeybânî'ye at­fen bu isim Özbekler'e verilmiştir (Mütercim).

[13] Bu süre miladi 510-530 yılları arasına rastlamaktadır (Mütercim).

[14] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/362-364.

[15] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/364-365.

[16] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/365.

[17] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/366.

[18] Şehrin adı kaynaklara bu şekilde geçmiş olmasına rağmen bu adın Hav­kent olması akla çok daha yakındır. Örneğin Taşkent ve Beykent gibi... (Mütercim)

[19] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/367.

[20] Mahmud Şakir, Hz. Âdem'den Bugüne İslam Tarihi, Kahraman Yayınları: 7/369-372.