ASR-I SAADETTE KÖLELİK VE CARİYELİK
Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin
II. Hürriyetin Kaybedilmesiyle Kölelik (Savaş Esirlerinin Köleleştirilmesi)
KÖLELERİN SOSYAL VE HUKUKÎ DURUMU
D- Hürriyet Bedelini Ödeyerek Azat (Mükâtebe)
G- İslâm Ülkesine Sığınıp Müslüman Olmayla Azat
II. Hürriyete Kavuşmanın Sonuçları (Velâ Hakkı)
(Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İstanbul)
Buraya kadar Rasûl-i Ekrem Efendimizin çeşitli sıfatlarla ortaya koyduğu, bağlayıcılık bakımından farklı hükümler ifade eden davranışlarını gördük. Şüphe yok ki O'nun asıl vazifesi ve Allah tarafından eğitilerek insanlığa gönderilmesinin sebebi peygamberliktir, tebliğdir ve rehberliktir; bu sebeple de davranışlarının çoğu bu sıfatına dayanmaktadır. Bunun en açık işareti de herkesin duyması için gayret sarfetmesi, herkesin gözü önünde uygulaması, buna uygun üslublar kullanmasıdır. Ancak verilen ve çoğaltılması mümkün bulunan örnekler O'nun, başka sıfatlarla ve bağlayıcı olmayan davranışlarda da bulunduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu davranışlarının önemli işaretlerinden biri herkesin duyması için gayret göstermemesi, uygulamada ısrar etmemesidir. Nitekim ebedî aleme intikalinden önceki hastalığında bazı tavsiyelerini yazmak üzere bir kağıt istediği zaman yanında-bulunan sahabe konuyu tartışmış, bazıları «Allah'ın Kitabının elde olduğunu, dinin tamamlandığının bildirildiğini, bu halinde Hz. Peygamber'i bunlarla rahatsız etme ve yormanın doğru olmayacağını» ileri sürerek kağıt getirmeyelim demiş, bazıları ise getirmek istemişlerdi. Peygamberimiz tartışmayı keserek vazgeçtiğini bildirdi.[1] Eğer bu isteği bir tebliğ olsaydı, peygamberlik görevinin gereği bulunsaydı, «güneşi sağ eline, ayı da sol eline verseler yine bu isteğinden vazgeçmezdi» ısrar eder ve vazifesini yerine getirirdi.
VECDİ 1955 yılında Kırklareli'nin Üsküp bucağında doğ-AKYÜZ du. ilkokulu aynı yerde bitirdi. Î.H.L.nin orta kısmını Tekirdağ, lise kısmını İstanbul Fatih l.H. L.nde tamamladı 1978 yılında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünden mezun oldu. 1985 yjında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde okutman olarak görev aldı.,1989'da "Emevilerin Kuruluş Devrinde İslâm Amme Hukukunun Gelişmesi" konulu teziyle doktor oldu. 1992 yılında İslâm Hukuku doçenti oldu. Eserleri:
- Devlet ve İşçi-İşveren İlişkileri
- Hilafetin Saltanata Dönüşmesi
NİHAT 1949 Yılında Bulgaristan'ın Burgaz vilayetinin EN(JİN Aydos kasabasında doğdu. 1950 yılında Türkiye'ye gelip İstanbul yerleşti. 1969 yılında İstanbul 1.H.L' nden mezun oldu. 1973 yılında İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünü bitirdi. 1982 y-ılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Tarihi bölümünde asistanlık görevine başladı. 1992'de "Osmanlılarda Kölelik" konulu teziyle doktor unvanını aldı. [2]
Köle; hukuki, iktisadi ve sosyal bakımlardan hür insanlardan farklı ve aşağı statüde bulunan kimse demektir.[3] Kölelik İslâm'ın doğduğu çağda, dünyanın her yerinde yaygındı. Eski Yunan'da, Roma'da, Mısır, israil ve Babil'de kölelerin sayısı hayli çoktu. Köle, bir mal sayılırdı. Patronu onu mal gibi satar ve elindeyken emeğinden yararlanırdı. Toprağa bağlı olarak gayrı menkulle birlikte köleler de satılabiliyordu. Borcunu ödemeyen kimse, borcu için borç verenin kölesi olurdu. Kumarda kaybeden de köle durumuna düşerdi. Kölenin çocuğu da köle oluyordu. Ancak en çok köle, savaşta esir düşenlerdir. Roma'da madenlerde çalışma, sirklerde vahşi hayvanlarla döğüşme cezasına çarpılanlar da kölelerden olurdu.
insanlık tarihinin her döneminde var olduğu bilinen kölelik, müessesesi, islâm öncesi dönemde Araplar arasında da mevcuttu. En eski ve en ibtidai şekil olan pederşahi kölelik tarzına yakın bir biçimde devam eden cahiliye dönemi köleliğinde köle, sadece bir mal olmayıp, ailenin sosyal ve dinî faaliyetlerine katılır, aile ve kabile fertleriyle bir arada yaşardı. Toplumsal durum itibariyle hür insandan pek farklı değildi. Hür insanın giydiklerine yakın biçimde giyinir, onların çocuklarıyla oynardı.
Cahiliye döneminde kölelerin evlât edinildiği de bilinmektedir. Nitekim Zeyd b. Harise, peygamberlikten önce, Hz. Muham-med (s.a.v.) tarafından babasıyla gidip gitmemekte serbest bırakıldığı zaman, Hz. Muhammed (s.a.v.)'den ayrılmayacağını söylemişti. Bunun üzerine Hz. Muhammed (s.a.v.) onu elinden tutup Kureyş'ten bir topluluğun yanına giderek: "Varis olarak da mevrûs olarak da bunun oğlum olduğuna şahit olunuz!"[4] diyerek kendisini evlat edinmiştir.
Hakîm b. Hizam (r.a.) cahiliyet zamanında yüz tane köleyi azat etmiş, yüz tane de kurban etmişti. Müslüman olunca da hac mevsiminde yüz deve kurban etmiş ve yüz köle azat etmişti. Bu durumu "Ey Resûlallah! Ben cahiliye döneminde sadaka vermek, köle azat etmek yahut akrabaya yardım kabilinden birtakım işlerle ibadet ederdim. Bunlarda bir ecir ve sevap var mı?" diye sorduğunda, Resûluliah (s.a.v.): "Sen eskiden yaptığın hayırla müslüman oldun"[5] buyurdu. Bu hadisten, müşrik araplar arasında da sadece Allah'a ibadet edip O'na yaklaşma ve insanlara iyilik yapma düşüncesiyle köle azat etme uygulamasının bulunduğu ve bunun islâmiyet'te de aynen devam ettiği anlaşılmaktadır. Cahiliye döneminde azat edilen köle, azat edildiği kabilenin bir ferdi sayılırdı.
Cahiliye dönemi köleleri, efendilerinin hoşuna giden bir hizmet karşılığında efendileri tarafından azat edilebilirlerdi. Uhud harbine gitmek için yola çıkmadan önce kendisinin azat edilme şartını Vahşî (r.a.): "Efendim olan Cubeyr b. Mut'im bana: —Eğer amcam Tuayme'ye karşılık Hamza'yı öldürürsen sen hürsün! dedi"[6] sözleriyle ifade etmektedir.
O dönem köleleri efendileriyle beraber savaşlara da katılırlardı. Uhud harbinde müslümanlarla çarpışan müşriklerin içinde müşriklerin kölelerinin de bulunduğu bilinmektedir.[7]
Cahiliye döneminde köle ticeretiyle meşgul olarak büyük bir servete kavuşan Abdullah b. Cüd'ân'm cömertliği yaşlandıkça artıyor, birçok köle ve cariyeyi azat edip yardımda bulunuyordu.. Meşhur sahabî Suheyb-i Rumî de onun kölelerindendi.[8]
islâm, mevcut kölelik durumunu düzenlemiş, sebeplerin hayli daraltmıştır. "Savaşta inkâr edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun, sonunda onlara üstün geldiğinizde onları esir alın; savaş sona erince onları ya karşılıksız ya da fidye[9] ile salıverin.." âyetini, îslâm'm prensip olarak köleliği kabul etmediği şeklinde yorumlayanlar da bulunmaktadır. Kur'ân'da kölelerden "sağ elin sahip oldukları" ifadesiyle söz edilir.[10] ilk müslümanlar, pek eski devirlerden kalma ve bütün dünyaya yayılmış olan kölelik kurumunu devralmışlardı, icad etmemişlerdi, islâm bakımından kölelik, ne bir cezalandırma yolu ve çaresi, ne de bir takım iktisadî gayelerle kendisinden yarar sağlanan bir savaş ganimetidir. Köleliğin esas varlık sebebi, insanî duygulara dayanan, âcizlerin barındırılıp hallerinin düzeltildiği bir "ıslah evi" gibi bir şey olmasıdır.[11]
Karı-kocamn her ikisi de köle ise, doğan çocuk da köle olarak dünyaya gelir. Sadece kocanın köle olması halinde, çocuklar hür kimseler olarak anaya tabi olur. Yalmzca karının köle olması halindeyse, o cariyenin efendisine ait olmayacağı hususunda önceden anlaşmış olmak gerekir.
Cariyenin efendisinden olan çocukları hür statüde doğarlar. [12]
Köleliği doğuran asıl sebep, savaş ve bunun ortaya çıkardığı sonuçlardır. Kur'an âyetleri ile Rasûlullah'm tatbikatına göre, Müslüman ordu komutanı, bir anlaşmanın yokluğu halinde, savaş esirlerini karşılıksız bırakma, fidye alarak bırakma ve köle statüsüne sokma yetkilerine sahiptir.
"Araplara kölelik yoktur" şeklinde bir hadis de rivayet edilir. (Serahsî, Mebsut, 10/40,118).
Hz. Peygamber, Temîm kabilesinden alınan savaş esirlerinin -yarısını karşılıksız, diğerieriniyse fidye ödenerek serbest bırakmıştır.[13]
Benu Suleym'den Yesâr adında bir köle-çoban savaş esiri olarak alınmış, ancak müslüman olunca Rasûlullah tarafından azat edilip serbest bırakılmıştır.[14]
Hz. Peygamber, Benû Mustalık savaşından sonra çoğu çocuk ve kadınlardan oluşan yüzlerce savaş esirinin ganimet olarak bölüşülmesini müteakip, mağlup düşen kabile başkanının kızı Cuveyriyye'yi, değerini ödeyerek satın alıp azat ettikten sonra nikahladı. Müslüman savaşçılar, ellerinde köle halinde bulunan savaş esirlerini, Rasûlullah'ın zevcesi tarafından akrabası sayarak, iade ettiler. îkiyüz ailenin hiç beklenmedik bir şekilde hürriyetlerine kavuşturulmaları üzerine, Mustalık'lılar kaybettikleri on savaşçıyı pek çabuk unuttular ve sonunda müslüman oldular.[15]
Cuveyriyye, mağlup kabile başkanının kızıydı ve o, iki askerin payına düşmüştü. Bu iki asker, ister bir tek şahsın iki kişiye taksim edilmesindeki uygunsuzluğu düşünerek, ister bu kızın kabile başkanının kızı olması dolayısıyla, bundan büyük kurtuluş fidyesi koparacaklarını düşünerek, kızın sahip olduğu değerin ödenmesi halinde, onu serbest bırakmaya karar verdiler. Esir kız, Rasûlullah'ın huzuruna girdi ve ona, başından geçenleri anlatarak, müslüman olduğunu söyledi ve kendisinden tekrar hürriyetine kavuşabilmesi için şöyle diyerek yardım istedi. "Ben kabilemin başkanı el-Hâris'in kızıyım. Başıma gelen felâketi görüyorsun. Tekrar hürriyetime kavuşabilmem için bana yardım et. Allah da sana yardım edecektir." Rasûlullah ona merhamet etti, yardım talebini kabul ederek evlenme teklifinde bulundu.
Hz. Peygamberin, Taiflilerle yaptığı anlaşmanın 6. ve 21. maddeleri, Taiflilerin elinde bulunan savaş esirleriyle ilgilidir. Onların bu esirler üzerinde sahip oldukları hakları tamamen kabul ve itiraf etmekle birlikte, Rasûlullah, bunların serbest bırakılmalarını sağlayacak olan imkânları da ortaya koymuş, hatta ödenmesi gerekli kurtuluş fidye miktarını da belirtmiş ve ayrıca bu esirlerin köleler statüsüne sokulmasını da yasaklamıştır.[16]
Evtâs savaşından sonra, Ci'irrâne'ye varıldığında, ele geçen ganimet ve savaş esirlerinin akıbetinin ne olacağı konusu ele alındı. Mal tarzındaki ganimetler kolayca taksim edildi. Sayıları altı bine varan esirlerin, islâm devleti tarafından iaşe edilip edilemeyeceği müphemdi. Rasûlullah, birçok tereddütler geçirdikten sonra, nihayet bu esirleri, askerler arasında, köle olarak dağıtmaya karar verdi.[17]
Hevazin kabilesinden bir heyet, Rasûlullah'ın huzuruna çıktı. Pişmanlıklarını arzedip müslüman olduklarını, kendisiyle sütkardeş yoluyla akraba olmaları dolayısıyla affedilmelerini istedi. Hz. Peygamber, bu dileklerim, cemaat namazı kılındıktan sonra, orduya hitaben açıktan yapmalarını istedi. Onlar da böyle yaptılar. Rasûlullah, onlara şu hatırlatmada bulundu: "Sizin müslüman olduğunuzu öğrenmekten çok sevinç duydum, fakat geç kalındı. Huneyn savaşı gününden sonra, ganimet mallarınızı ordu içinde dağıtmadan ben sizi uzun haftalar bekledim. Bu durumda şimdi iki şeyden birini seçin: 1) Savaş esirleri, 2) Mâllar". Heyet, esir düşmüş kabile mensuplarım tercih etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, şu sözleri ekledi: "Bu esirler, köle olarak savaşçılar arasında dağıtılmışlardır. Fakat bana şahsen veya ailem mensuplarına düşen köleleri ben derhal ve hiçbir fidye istemeden hür bırakıyorum". Bu sözler üzerine, Hz. Ebu Bekir doğruldu ve kendi ailesi mensuplarının da aynı şeyi yapacaklarını beyan etti. Diğerleri de aynı yolu tuttular ve kısa bir zaman içinde bu kölelerin tamamı azat edildi, iki kabile bedelsiz azatı kabul etmediği için, onlara beytülmalden ödeme yapılıp, köleler hürriyete kavuşturuldu.[18]
Köleliğin bir başka sebebi, başka birinden köle st-un alınmasıdır.
Arabistan'da bitip tükenmeyen baskın savaşlarından birinde Zeyd b. Harise adındaki Arap delikanlısı esir düşmüş ve köle olarak satılmıştı. Böylece birçok el değiştirerek sonunda Mekke'ye gitmişti. Hz. Peygamber, hanımının da onayıyla onu satın aldı. Babası, kurtuluş fidyesini ödeyip Zeyd'i geri almak istedi. Ancak Zeyd, efendisinin yanında kalmayı tercih etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber onu, Kabe'ye gidip herkesin önünde azad etti.[19]
ilk müslümanlar arasında yer alan köleler, müşriklerin dayanılmaz işkencesine uğrayınca, Hz. Ebu Bekir erkek kölelerden Bi-lal'i, Amir b. Fuheyre'yi, kadınlardan ise Ununu Ubeys, Zu'n-Nîre, Nehdiye ve Lubeyne'yi, bedellerini ödeyip satın aldı ve derhal azat etti.[20]
Kölelerin bedelleri çeşitliydi. 800 dirhem, 5 ûkiye (200 dirhem) gibi. Kölelerin mesleği, yaşı ve bir takım özellikleri, köle fiyatının belirlenmesinde önemliydi.[21]
Köle alım-satım işlemi bazan bir belgeye yazılırdı.[22]
Başkasından bağış yoluyla da köle edinilebilirdi.
Mısır hükümdarı Mukavkıs, davet mektubuna verdiği cevabın yanısıra, Hz. Peygamber'e Mâbûr adında bir hadım ağası ile kadın köleler hediye olarak göndermiştir. Hediye gelen köle kadınlardan sadece hıristiyan olan Mâriyeyi kendi yanına almış, diğerlerini sahabîlerin bazılarına hediye etmişti. Diğer köle kadınlar arasında en şöhretlisi Şîrîn (Şîrîn?) idi.[23]
Aslında bu son iki yolla, başkasmdaki köleler, satın alınarak veya bağışla devralınırlar, yoksa hür kişiler köle edilmezler.
Andlaşmalar sonunda da köleler devralınmıştır. Nitekim Maknâ sakinleriyle yapılan bir andlaşma gereğince, Maknâlılar başka şeyleriyle birlikte kölelerini de, müslümanlara teslim ettiler.[24]
Bir aile çatısı altında, sadece karı-koca ve onlardan dünyaya gelen çocuklar, kocanın ana-babası, yahut yakın akrabaları ve köleler değil, aynı zamanda himaye altına alınmış, yahut o ailenin eman (sığınma) hakkı vermesiyle kendisine sığınmış yabancılar (halif, mevlâ, dahîl) da bulunuyordu. İslâm geldikten sonra kölelerle ilgili her türlü şaftları iyice ıslah edip geliştirmiştir. Hz. Hatice, kadın-erkek, evinde hizmet gören kölelerine de İslâm denen ıslah hareketini anlatmaktan geri durmuyordu.
İlk Müslüman köleler, çok acıklı işkencelerle karşılaştılar. Dövüldüler, kavurucu sıcağın altında kızgın kumlar üzerinde çı-rılçılak yatırıldılar, boyunlarından ip geçirilerek ister kadın, ister erkek olsun, bu köleler yollarda sürüklenip durdular. Bazı efendiler müslüman olan kölelerin vücudlarını kızgın demirlerle dağladılar. Bunlardan bir kısmı işkenceler karşısında hayatlarını devam ettiremediler. Hz. Ebu Bekir bunları himayede en başta geliyordu. Krkek kölelerden Bilal ve Amr b. Fuheyre'yi, kadınlardan da Umrnu Ubeys, Zu'n-Nîre, Nehdiye ve Lubeyne'yi bedellerini ödeyip satın aldı. Derhal onları hürriyetlerine kavuşturdu. Kendisi diğer köleleri de satın almak istemiş, fakat efendileri, yüksek bir fiyat teklif edilmesine rağmen, onları satmayı reddetmişlerdir.[25]
Hz. Ebu Bekir kaare bölgesinden eman hakkı almıştı. Bir süre sonra Mekke müşrikleri, bu bölgenin başkanı îbn Dugunne aracılığıyla Hz. Ebu Bekir'den komşularının kadın, çocuk ve kölelerinin dikkatlerini çekip onları cezbetmesi sebebiyle, kendi kapısı önünde yüksek sesle Kur'ân okumamasını istediler. Ebu Bekir ise, Allah'ın kendisine yeteceğini söyleyerek, himayesine ihtiyacı olmadığını İbn Duğunne'ye duyurdu. Böylece, Mekke'de oturdu, Habeşistan'a gitmemeye karar verdi.[26]
Hz. Peygamber, cariyelerinden Ummu Eymen'i, kendi kölelerinden Zeyd ile evlendirmişti.
İslâmiyet'in 13 senelik Mekke döneminde varlıklı müslümanlann köle sahibi oldukları bir vakıadır. Rasûlullah hicret için Mekke'den çıkıp Sevr dağındaki mağarada saklandığı sırada Ebu Bekir'in kölesi Amir b. Füheyre o civarda, bol sütlü, sağmal koyun sürüsü otlatır ve akşamdan bir müddet getiğinde o sürüyü Resûlullah (s.a.v.) ile Ebu Bekir'in yanlarına getirirdi.[27] Ibn Hişam'ın verdiği bilgiye göre[28] Amir b. Füheyre, Esed'in kölesiyle cariyesinden doğma köle o'ğlu köleydi. Harp esiri olmamasına rağmen islâmiyet'in 13. yılında böyle birinin alınıp köle olarak istihdam edilmesinde müslümanlar tarafından bir beis görülmemekteydi. Bu olaylardan anlaşıldığına göre, m. 622 yılına kadar müslümanlar, haklarında hiçbir nass olmamasından dolayı, köle hukukunu içinde yaşadıkları cemiyetin örf ve âdetlerine göre tatbik ederlerdi.
İslâm tarihindeki olaylara, kronolojik sıralama ile, genel olarak bakıldığında, İslâmiyet'in son derece gerçekçi bir anlayışla insanlar arasında savaşı ve bunun tabiî neticesi olarak kölelik müessesesini caiz gördüğü açıkça anlaşılmaktadır.
"...Allah'ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan (cariye)leri..." (Ahzab, 33/50), "Köle azat etmek" (Beled, 90/13) "...boyunduruk altında bulunan köle ve esirleri..."(Bakara, 2/177), "...bir mümin köleyi azat etmek... "(Nisa 4/92), "...Bir köle azat etmek"(Maiâe 5/89). "...bir köleyi hürriyete kavuşturmak" (Mücadele, 58/3) meallerindeki ayetler de, İslâmiyet'te kölelik müessesesinin varlığını gösteren Kur'ân'dan delillerdir.
İslâmiyet'in 18. Hicretin 5. yılma gelinceye kadar Hz. Mu-hammed (s.a.v. )'in, peygamberlik dönemi içinde, köle sahibi olduğuna dair kaynaklarda hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Hicret'in 5. senesinde Benî Mustalikgazvesinde esir olarak ele geçen kadınlar ve çocuklar köle olarak müslümanlar arasında dağıtılmıştır.
Medine döneminde, cihadın emredilmesinin ilk yıllarında harp sonucunda esir edilen kadınlarla, esir paylaşımından sonra, iddet beklemeksizin cinsi birleşmede bulunulurdu. "Biz Resûlullah'ın maiyetinde Mustalikoğulları gazasına çıktık. Sonunda bizlere Arap esirlerinden birer tane düştü. Bu sırada kadınlara çok iştiha ve arzu hissetmiştik; bekârlık canımıza tak etmişti, (Çocuk olup da satışa mani olmasın diye) cinsî yaklaşmada azl yapmak istiyorduk..."[29] Esir kadınlarla cinsî birleşme için iddet beklenmesi Hayber'in fethinden sonra emredilmiştir. Hay-ber'in fethinden sonra müslümanlann ellerindeki erkek ve kadın kölelerin sayıları artmıştır.
Kur'ân (Nisa, 4/36), kölelere iyi davramlmasını belirtmiştir. Hadislerde de kölelere iyi davranılrnası emrolunmuştur. "Kendisi köle bir kıza malik olup da onun ihtiyaçlarına harcama yapan -diğer bir rivayette- Ona ilim öğreten ona ihsan edip güzelleştiren,- sonra da onu hürriyete kavuşturan ve onunla evlenen kimsenin iki ecri vardır."[30]
İslâm'da kölelere yapılacak muamele Ma'rûr b. Süveyd'in anlattığı şu hadisede açıkça görülmektedir: Rebeze'de Ebu Zerrin yanına uğradık. Üzerinde çizgili bir aba vardı. Kölesinin üzerinde de aynı abanın bir eşi vardı. Biz Ebu Zerre;
"— Ya Ebâ Zerr! Bu iki abayı bir araya getirsen bir kat elbise olurdu." dedik. Bunun üzerin Ebu Zerr şunları söyledi:
"— Benimle din kardeşlerimden bir zat (Bilâl-i Habeşî) arasında münakaşa geçmişti. O zatın annesi (siyah renkli bir) yabancı idi. Ben de onu annesi sebebiyle yerdim de, beni Peygambere (s.a.v.) şikayet etmiş. Derken Peygamber'e rastladım. (O beni görünce) "Ya Eba Zerr! Gerçekten sen kendinde cahiliyyet bulunan bir kimsesin!" dedi. Ben:
"—Ya Resûlallah! Eğer bir kimse başkalarına söğerse, onun anasına ve babasına söğülür" dedim. (Tekrar)
"Ya Eba Zerr! Gerçekten sen kendinde cahiliyyet bulunan bir kimsesin! Onlar sizin din kardeşlerinizdir. Allah onları sizin elleriniz altına vermiştir. Bu yüzden onlara kendi yediğinizden yedi-rin! Kendi giydiğinizden giydirin! Onlara yapamayacakları şeyleri yüklemeyin! Şayet yüklerseniz onlara yardım edin" [31] buyurdular.
Kölelere hitap konusunda Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Sizin herhangi biriniz (Kölesine): Rabbini doyur, rabbine su içirt diye hitab etmesin. Yine sizin herhangi biriniz (kölesine): Kulum, cariyem! demesin. Fakat;'Yiğidim, kızım, oğlum! diye hitab etsin" [32]
Kölelere iyi muamele edilmesi hususunda Rasûlullah (s.a.v.) diğer bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
"Herhangi biriniz için hizmetçisi yemeğini hazırlayıp da getirdiği zaman —ki o hizmetçi yemeğin sıcağına, dumanına katlanmıştır— onu kendisi ile beraber oturtsun! şayet yemek az olursa eline ondan bir yudum yahut iki yudum koyuversin!" [33]
Müslüman köleler de sahiplerine karşı iyi hizmet etmekle mükelleftirler. "Köle efendisine doğru ve iyi iş yaptığı ve Rabbanin ibadetini de güzel yerine getirdiği zaman, bu köle için iki ecir vardır."[34] hadisi bunu açıkça göstermektedir^. Bu anlamda başka hadisler de mevcuttur.
Suç işleyen kölelerin dövülmesi caizdir. Peygamber (s.a.v.): bir hadis-i şeriflerinde: "Sizden biriniz (icab-ı halinde) dövdüğü zaman yüze vurmaktan sakınsın"[35] buyurmuştur. Hadis görünüşte genel olarak, insanların dövülebileceğini ifade etmekteyse de, Buharı bu hadisi "însan köleyi dövdüğünde yüzjüne vurmaktan sakınsın" babı (başlığı) altında zikretmektedir.
Zina suçunu işleyen cariyenin cezası hakkında Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Bir cariye zina ettiği zaman onu kamçılayın. Sonra yine zina ettiğinde onu yine kamçılayın. Üçüncüde yahut dördüncüde o cariyeyi kıldan örülmüş bir ip bahasıyla da olsa satınız,"[36] Hadisin diğer bir rivayetinde "değnek cezası uygulayın" Duyurulmaktadır.,
Hz. Peygamber devrindeki kölelerle ilgili bir uygulamayı Muaviye b. Süveyd (r.a.)'in şu sözlerinden öğrenmekteyiz: "Bir kölemize tokat atarak kaçtım. Sonra öğleden önce geldim ve babamın arkasında namaz kıldım. Babam köleyi de, beni de çağırdı: ve «—Ona misilleme yap!" dedi. Köle affetti. Sonra babam şunu söyledi: — Biz Mukarrin oğullarının Resûlullah (s.a.v.) devrinde bir hizmetçimiz vardı. Birimiz onu tokatladı. Bu Resûlullah'm kulağına' ermiş de: "Onu azad edin!" buyurdular. (Kendisine) *—Onların bundan başka hizmetçisi yoktur" dfediler. "O halde onu hizmetlerinde kullansınlar; ama ona ihtiyaçları kalmadığı zaman hemen kendisine yol versinler!"[37] buyurdular.
Ebû Mes'ud el-Bedrî el-Ensârî köleyi dövme konusunda başından geçen bir hadiseyi şu sözlerle anlatmaktadır: "Bir kölemi kırbaçla dövüyordum. O sırada arkamdan bir ses işittim: "Bilmiş ol ey Ebâ Mes'ud!" diyordu. Ben öfke ile bu sesi anlayamadım. Bana yaklaşınca bir de baktım ki Resûlullah'mış. Bana: "Bilmiş ol, ey Ebâ Mes'ud! Bilmiş ol, ey Ebâ Mes'ud!" diyor... Hemen elimden kırbacı bıraktım. Bunun üzerine: "Bilmiş ol ey Ebâ Mes'ud! Allah senin bu köle üzerine olan kudretinden daha muktedirdir!" buyurdu. Ben de: "Bundan sonra aslâ.bir köle dövmem" dedim. Hadisin diğer rivayetinde anlatıldığına göre, Ebu Mes'ud dövdüğü köleyi Allah rızası için azat etmiş, Rasûlullah (s.a.v.) da "îşte şimdi oldu. Eğer bunu yapmasaydın, senin yüzünü mutlaka ateş çalardı." buyurmuştur.
Kadın köle (cariye=odalık), bir nikâh akdi olmaksızın efendisinin emir ve hizmetine" bağlıdır. Efeadi, cariyesinin .şahsı üzerinde bir mülkiyet hakkına da safriptirJEfendi, cariyesini satabilir; başka biriyle nikâh akdi yapmak isterse cariyesine izin verebilir, Kur'ân salih köle ve cariyelerin evlendirilmesini tavsiye eder, bu -durumda efendi evlenen cariyesiyle artık yatamaz.
Hz. Peygamber (s.a.v.), Kur'ân'm izniyle (Ahzâb, 33/50,52) birkaç kadın köleye (cariye) sahip olmuştur.
Reyhâne, Medineli bir yahudi kabilesi olan Kûrayza'ya mensuptur. Hicrî 5. yılda bu kabileyle yapılan savaş sonunda,.Hz. Peygamberin hissesine ganimet olarak düşmüştü. Bir müddet tereddüt geçirdikten sonra müslüman olmuştu. Bunun üzerine Rasûlullah ona nikâh teklifinde bulunmuş ve böylece hürriyetine kavuşacağım ifade etmişti. Ancak Reyhâne, şu cevabı vermişti: "Beni nikâhlamaktansa cariyen olarak muhafaza et. Ben bir cariye olarak kalmak isterim. Zira hür müslüman kadınlar gibi başıma örtü ve yüzüme peçe takmak istemiyorum." Hz. Peygamber, onun teklifini kabul etmiş ve böylece o, eski evinde oturmaya devam etmiş ve hatta bizzat Medine şehri içine bile yerleşmemişti.[38]
Mâriye, Mısırlı olup hıristiyandı. Kopt, Iran veya Grek asıllı oluşu belli değildir. Mısır hükümdarı Mukavkıs (George, Gregoir) tarafından h. 7 / M. 628 yılda Hz. Peygamber'e hediye edilmiştir. Mâriye müslüman oldu. Kaynaklar, bu sırada bir nikâh teklifinin olup olmadığından bahsetmezler, Hz. Peygamber'in Mâriye'den İbrahim adındaki küçük yaşta ölen oğlu doğmuştur. Böylece Mâriye daha sonra Rasûlullah vefat edince hür olmuştur.[39]
Cariyelerin eğitimiyle ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kimin bir cariyesi varsa ona bir tahsil, fakat iyi bir tahsil versin. Onun hür bir kadın olarak evlenebilmesi için azat etsin. Böyle yapan Allah tarafından iki katiyle ecir görecektir.[40]
İslâm, Tevrc gibi kölelik kurumunu tanımıştı. Ancak, Tevrat'ta kölelerin azat edilmesi hakkında bir tek kelime, söylenmezken, îslâm öyle hukukî ve dinî tedbirler almıştır ki bunlar sayesinde kölelik fiilen ilga edilmiş olmaktadır. Bütün dünyada köleliğin yaygın olduğu bir çağda, harplerde esir alman müslümanlarm düşman tarafından köleleştirildiği bir devir de tek yanlı bir tasarrufla köleliği kaldırdım demenin pratik bir değeri olamaz. Hz. Peygamber bu konuda iki kaideyi koydu:
1) îslâm ordugahına veya ülkesine sığman kölenin hürleşme-si,
2) Efendisinden çocuk sahibi olan cariyenin, daha önce azat edilmemişse, onun ölümüyle hürleşmesi[41]
İslâmiyet'teki, sadece Allah'ın rızası, hiçbir maddî ve hissî menfaat gözetmeden, sadece manevî derecenin yükselmesi için, bir fazilet olarak köle azat etme uygulamasının, müşrik Araplar-daki uygulamanın devamı olduğu söylenebilir. Bu tabiî bir olaydır. İslâmiyet gerek cahiliyet, gerekse hıristiyanlık ve yahudiliğin kötü veya bozulmuş olan gelenek ve dinî inançlarım düzeltmiş, hakkında bilgi olmayan konularda da yeni prensipler getirmiştir. Unutulmamalıdır ki bütün hak dinlerin kaynakları ilahidir.
Kur'ân'da köle azat etmenin en iyi sadaka olduğu belirtilir.[42] İyiliğin bir yolu olarak da köle azadı[43] sayılır.
Temim kabilesine yapılan askerî sefer sırasında Hz. Ayşe Rasûlullah'a "Bir Arabi kölelikten azat etmeyi adamıştım. deyince, Hz. Peygamber ona "işte Temimiler! Yakında gelecekler; istediğin herhangi birini azat edebilirsin. Nitekim. Hz. Ayşe, savaşta ele geçirilenler Medine'ye gelince, bu azat işini gerçekleştirmiştir.[44]
Rasûlullah (s.a.v.), sahip olduğu bütün erkek köleleri azat etmiştir. Ayrıca o, cariye olarak emri altına almadığı, kendi hissesine düşen bütün kadın köleleri azat edmiştir.[45]
îbn Sa'd'ın belirttiğine göre, Hz. Peygamber, Ramazan ayı esnasında elinde ne kadar esir varsa, bir sadaka ve iyilik olmak üzere, hepsine hürriyetlerini iade ederdi.[46]
Hz.^Peygamber "kim kendisine nikâhı düşmeyen bir yakınına malik olursa, o yakını azatlanmış olur." buyurmuştur.[47]
Hz. Peygamber, güneş ve ay tutulmaları sırasında köle azat edilmesini tavsiye etmiştir.[48]
Bir kölenin, bir günah veya suçun bağışlanması için keffaret olarak azad edilmesi üç halde görülür:
a) Yeminden caymanın bir keffareti, Maide, 5/89 ayetinde belirtildiği gibi, köle azat etmektir.
b) Mücadele, 58/3 âyetlerinde cahiliye devrinin kötü bir âdeti olan zıhar önlenmektedir. Zıhar, kocanın, karısını, anasının mahrem bir yerine.benzetmesidir, boşanma sebebidir. Zıhar ile boşanıp da sonradan sözlerini geri alarak kan-koca, olanların cinsî münasebetten önce bir köle azat etmeleri gerekir.
c) Nisa 4/92 âyetine göre,tedbirsizlik veya dikkatsizlik (hata) sonucu bir mü'mini Öldüren başka bir mü'mi, ölünün velileri bağışlamadığı takdirde, bir köle azat etmeli ve diyet ödemelidir.
Hz. Peygamber, Zimbâ adında birinin kölesine işkence yapıp, zekerini ve burnunu kesmesinden dolayı kölesini azat ettirmiştir.[49]
Efendi, ölümünden sonra yürürlük kazanmak üzere kölesini azat edebilir. Buna, tedbîr, köleye mudebber denir. Mudebber köle satılabilir, nitekim Hz. Peygamber'in böyle bir köleyi sattığı rivayet edilir.[50]
Ayrıca, efendisinden çocuk sahibi olan cariye de efendisinin ölümünden sonra hür olur. Bu durumdaki cariyeye Umumul-ve-led denir. Ensâr'dan biri tedbir yoluyla kölesini azat etmişti. Hz.Peygamber, bu adam muhtaç duruma düşünce, satışını yapmış ve Nuaym b. Abdillah tarafından alınmıştı.[51]
Hz. Peygamberin Mâriye ile kurduğu cariye hayata, diğer bütün cariyeler için bir nimet oluşturmuştur. Zira Rasûlullah'ın şu beyanı, bir hukuk kuralı olmuştur: "Şayet bir cariyenin efendisinden bir çocuğu dünyaya gelecek olursa, bu efendi onu daha önce azat etmemiş olsa bile, onun ölümüyle o kadın kendiliğinden azatlı (hür) olur."[52] Bir emsal bırakmak için, Rasûlullah'm, böylesine bir hayatı da yaşaması gerekmişti. Mâriye, efendisinden bir çocuk dünyaya getirmesi dolayısıyla, Rasûlullah'm vefatı üzerine, kendiliğinden hür bir hanım olmuştur.[53]
Kur'ân'da (Nur, 24/33), bir köle için kendi azat bedelini efendisine ödeyip kendi kendisini azat edebilmesi kaideleştirilmiştir. Bu durumdaki köleye mükâteb denir. Böylece, gerekli parayı elde edinceye kadar, köle kendi hesabına çalışır ve bu çalışma devresinde artık efendisine hizmet etmez.
Mükâteb kölelere, zekât ödeyerek yardımda bulunulmuştur.
Medine'de bulunan Selman-ı Farisî, uzun bir takını maceralardan sonra, islâm öncesi devirde bazı Arap kabilelerine esir düşmüş ve sonunda Medine'de yahudilere köle olarak satılmıştı. H. 4. yıla doğru, Hz. Muhammed'in huzuruna çıktı müslüman olduğunu bildirdi ve kendisinden azat edilmesini rica etti. Selmanın yahudi efendisi, sadece bir miktar altın para değil, aynı zamanda, onun diktiği hurma ağaçlarından olması şartıyla bir miktar da hurma karşılığında azat edilmesine rıza gösterdi. Selmanın bu ücretinin ödenebilmesi için, Benu Suleym kabilesinin altın madenlerinden gelen zekat vergisi kullanılmış ve bir yıl geçmeden taze hurma fidanlara şartedilen yeterli ölçüde meyveyi vermişti. Selman hürriyetini kazandıktan sonra, Hz. Peygamber'in en yakın arkadaşları araşma girmişti.[54]
islâm, mükatebe yoluyla islâm hürriyetlerine kavuşmayı arzu eden kölelerin tamamına hürriyet yolunu açmıştır. Böylelikle onlar, kendilerine uygun bir zamanda hürriyetlerine kavuşabilmek için pasif olarak efendilerinin iyi niyetlerini veya muttakili-ğini bekleme gereği duymayacaklardır. [55]
Azat olma yollarının birisi de, satın alarak azat etmektir.
Hz. Peygamber, Benû Mustalık savaşı ganimetlerinin bölü-şülmesinden sonra, Mağlup düşen kabile başkanının kızını, değerini ödemek suretiyle satın almış, onu azat edip nikahlamıştır.[56]
Habeş necaşisinin tahtta veliahdlik hakkına sahip oğullarından köle statüsünde olan biri, Hz. Ali ile kardeşlik bağı kurmuş, Hz. Ali'de Mekke'de iken onu satın alıp azat etmiştir.[57]
Hz. Peygamber, köledeki hissesini azat edenin, Öteki ortaklarının paylarım .ödemeye yetecek malî güce sahipse, onlara bu paylarını ödeyip kölenin azat edileceğini, malı yoksa kendi hissesin-deki azadın geçerli olduğunu belirtmiştir.[58]
Hz. Peygamber, bir adamın ölüm sırasında altı kölesini azat etmesini, aralarında kura çekerek ikisi için geçerli kılmıştır.[59]
Hz. Peygamberin kalbinde, kölelerin hürriyete kavuşmaları o kadar Önemli bir yer tutardı ki, köleler, efendilerinden kaçar ve müslüman olur, islâm toprağına gelirlerse, derhal hür olacaklarını ilan etti. Hayber savaşı sırasında Hayberli bir yahudi köle olan Esved, çobanlık ettiği efendisinin koyun ve keçi sürüsüyle islâm'ı kabul etmeye gelmişti.[60] Taif te "soğuk savaş" taktiği olarak yapılan bu ilan sonucunda 80 kadar köle bu davete kulak vermiştir. Bunlar şehrin içinde bir çatışma çıkarmak istemişlerse de, Rasûlullah sayılarının azlığım gözönüne alarak onlara engel olmuş ve sadece müslüman ordusunun saflarına katılmakla yetinmelerini tenbihlemişti.[61]
Azat edilen köle, Mevlâ adım alır, Mevlâ'nın, eski efendisiyle veya mirasçılarıyla hukuki ilişkileri devam eder. Buna Velâ Hakkı denir. Velâ hakkı, köleyi azat edenindir.
Berire adlı köleyi satın alıp azat etmek isteyen Hz. Aişe'den efendileri velâ hakkının kendilerinde kalmasını isteyince, Hz. Peygamber "Velâ hakkı, azat edenindir." buyurarak bunu engellemiştir.[62]
Ayrıca, velâ hakkının satışını ve bağışlanmasını da[63] yasaklamıştır.
Mirasçı bırakmadan ölen azatlı kölenin eski efendisi, bu kölenin bıraktığı malları tevarüs ettiği gibi, bu eski efendi de şayet geride hiçbir mirasçı bırakmadan ölecek olsa, o azatlı köle eski efendisinin bıraktığı malına mirasçı olurdu.
Hz. Peygamber, Medine'de bazı ileri gelenler ile azatlı köleleri kardeş yapmıştır. Böylece, Bilal b. Rebah'ı Halid b. Ruveyha el-Has'amî ile, azatlı kölesi Zeyd'i Ebu Bekir ile kardeş yaparak birbirine bağladı.
Belazurî'nin belirttiğine göre, Hz. Peygamber, Medine'den askerî seferler maksadıyla 25 defa çıkmış ve her defasında kendi yerine, yokluğu süresince şehirde bir halife (naib=vekil) bırakmıştı. Bu vekiller, daima aynı kişiler olmamıştır. Bunlar arasında henüz azad edilmiş köleler de vardır.[64]
Efendisinden çocuk sahibi olan cariyeyej Ummu'l-Veled (çocuk anası) denir. Bunun hukukî manası, efendisinin bundan sonra o cariyesini satamaması, ne şekilde olursa olsun, onu her hangi birerkeğe hediye vs. bir şekilde artık verememesi ve hatta efendisi onu hayattayken azat etmemişse, ölümüyle o cariyenin kendiliğinden hürriyete kavuşacağıdır. Bununla birlikte Hz. Peygamber devrinde Ummul-Veled'lerin satıldığı da rivayet edilir.[65]
Cemiyete mal olmuş; kökleşmi bir kurumun, bir-iki maddeyle kaldırılması mümkün değildir. Kanunun emri ne derece sert yaptırımlara bağlanırsa bağlansın, toplumun ortak tepkisi baskın geldi mi, hukukun acziyle karşılaşılır. Mevzii de olsa, hukukun uygulanamaması, Kamu vicdamndaki hukuka, kanuna saygı hissini kaldırır, Kur'ân'ın köleliği reddetmemesinin en önemli sebebi budur. Kur'ân köleliği kaldırsaydı, bir takım şüphelere düşülecek, bu da İslâm'a olan iman ve saygıyı sarsabilecekti.
Kölelik kurumunun Kur'ân'daki düzenleniş tarzı uhrevî, manevî değerlerle dünyevî değerlerin değişimi sistemine oturtulmuştur. Hürriyeti sağlamak için keffaret, sadaka imkânları tanınmış ve köleye ayrıca hürriyetini satın alma yolu açılmıştır.
Kanuna karşı saygının bir diğer yolu da, kanunu koyanların ve uygulayanların herkesten önce ona uymasıdır. Hz. Peygamber bu yolda da ümmetine en güzel örnek olmuştur.
islâm bir taraftan köleye türlü haklar ve imkanlar tanırken, Öte yandan da her vesileyle azabı tavsiye ve teşvik etmiştir. Burada onun gayesi, mevcudu tanzim ve tavsiyedir.
islâm'ın bir hukuk ve din sistemi olarak, kölelik karşısındaki tutumu şöylece formüllendirilebilir:"Kölelik yolu alabildiğine dar, hürriyet yolu alabildiğine geniştir; insanlığa armağan edilen kölelik değil, azat ve hürriyettir; islâm köleliğin kurucusu değil, kaldıncısıdır." [66]
Belazurî, Ensabu'l-Eşraf, I, yay. Muhammed Hamidullah, Kahi-rel959
Buharı, Muhammed b. İsmail, Sahih-i Buharı ve Tercümesi, çev. Mehmet Sofuoğlu, İstanbul, 1987.
Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İstanbul 1973.
Hamidullah, Muhammed, îslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1990.
Hamidullah M., İslâm'da Devlet idaresi, çev. Kemal Kuşçu, istanbul 1963.
Hamidullah, M., Rasûlullah Muhammed, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1973.
tbn Hişam, Sîret, çev. Hasan Ege, İstanbul, 1985. [67]
[1] Buharı, İlim, 39; Müslim, Vasiyet, 22.
[2] Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/491-492.
[3] Muhammed Hamidullah -M. Akif Aydın. "Köle", TDV İslâm Ansiklopedisi, Örnek Fasikül, İstanbul 1986.
[4] İslâm'da evlâtlık müessesesi "Onları babalarının isimleriyle çağınınz" aye-tiyle kaldırılmıştır.
[5] Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İstanbul 12973, c.l s. 459.
[6] Sahih-i Buharı ve Tercümesi, trc. Mehmet Sofuoğlu, İstanbul 1987, c. 8, s. 3813.
[7] İbn Hişam, Slret, c. 3, s. 92 Hasan Ege, İstanbul 1985.
[8] Mustafa Fayda, "Abdullah b. Cüd'an." TDV. İslâm Ansiklopedisi, c.l, s.93.
Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/493-494.
[9] Muhammed, 47/4.
[10] Ahzab, 33/50,52.
[11] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, c.2, s.691-692.
Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/495.
[12] Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/495.
[13] Hamidullah, a.g.e., c.I, s.391.
[14] Hamidullah, a.g.e., c.I, s.472.
[15] Buharı, Itk, 49, no: 24, 25; Hamidullah, a.g.e., c.I, s.243, 458-459, 2, s.684 (îbn Sa'd'a göre, esirlerin tamamını veya kırk kadarını Cuveyriyye'nin meh-ri olarak serbest bıraktı).
[16] Hamidullah, a.g.e., c.I, s. 502.
[17] Hamidullah, a.g.e., c.I, s.494.
[18] Buharı, 49, no: 23; Hamidullah, a.g.e., c.I, S..494-495, c.2, s. 893-894.
Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/495-497.
[19] Hamidullah, a.g.e., c.I, s.67.
[20] Hamidullah, a.g.e., c.2, s.95.
[21] Buharî, 50/1, 89/5; Hamidullah, a.g.e., c.2, s.990.
[22] Hamidullah, a.g.e., c.2, «.711.
Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/497-498.
[23] Hamidullah, a.g.e., c.I, s.316.
[24] Hamidullah, a.g.e., c.I, s. 604-607. Ancak yahudi kaynaklar bunu reddetmektedirler. (Hamidullah, a.g.e., c.I, s.607).
Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/498.
[25] Hamidullah, a.g.e. c.I, s. 95.
[26] Hamidulîah, a.g.e., c.I, s.lll.
[27] Buharı, c.8, s. 3660 (M. Sofuoğlu tercümesi).
[28] Ibn Hişam a.g.e., c.I, s.344.
[29] Buharı, c.5, s.2345 (M. Sofuoğlu tercümesi).
[30] Buharı, c.5, s.2347 (Itk, 49, no: 27, 30).
[31] A. Davudoğlu, Müslim, Şerhi, K. Eymân, c.8, s.261.
[32] Buharî, c.5, s.2348.
[33] A. Davudoğlu, Müslim Şerhi, K. Eymân, c.8, s. 265. a.
[34] Buharî, c.5, s.2349.
[35] Buharî, c.5, s. 2355.
[36] Buharî, c.5, s.2353.
[37] A. Davudoğlu, Müslim Şerhi, K. Eyman, c.8, s. 254.
[38] Belazurî, Ensab, I, no: 920; Hamidullah, a.g.e., c.2, s. 690. Belazurî'de yer alan başka bir nakle göre, Rasûlullah onu azat etmiş ve ardından nikahlamıştır.
[39] Hamidullah, a.g.e., c.2, s.691.
[40] Buharı, Itk, 49, no:30.
Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/499-504.
[41] M. Hamidullah, Rasûlullah Muhammed, s. 254.
Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/505.
[42] Beled, 90/11-13.
[43] Bakara, 2/177.
[44] Hamidullah, İslâm Peygamberi, el, s.392.
[45] Belazurî, Ensâb, I, no: 984; Hamidullah, a.g.e., c.I, s.66-67, 277, c.2, s. 694.
[46] Hamidullah, a.g.e., c.2, s. 693.
[47] Ebu Davud, Itk, 23/7; no:3949.
[48] Buharî, Itk, 49, no:3,4.
Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/505-506.
[49] Ebu Davud, Diyat, 33/7, no: 4519.
Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/506-507.
[50] Buharî, Itk, 49/9 (no: 2534).
[51] Buharı, Itk, 49, no:i8.
[52] Beyhakî, es-Sunenu'l-Kubrâ, c.10, s. 342-343; Ahmed b. Hanbel Müsned, 1/317; Îbn Mace, Itky 19/2, no: 2515.
[53] Hamidullah, a.g.e., c.2, s.691.
Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/507.
[54] Hamidullah, a.g.e., c.I, s. 414.
[55] Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/507-508.
[56] Hamidullah, a.g.e., c.I, s. 243.
[57] Hamidullah, a.g.e., c.I, s. 303 (Süheylî, 1/216'dan).
Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/508.
[58] Buharı, Itk, 49, no:7; Müslim,/«A, 20, no:l; Malik, Muvatta, Uk, 38/1.
[59] Müslim, Eyman, 27/12, no: 56, Malik, Itk, 38/3.
Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/508-509.
[60] Hamidullah, İslâm'da Devlet İdaresi, s.160.
[61] Belazurî, Ensab, I, no: 989; Hamidullah, a.g.e., c.I, s. 493.
Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/509.
[62] Buharî, Feraid, 85 (no: 6571, 7654).
[63] Buharî, Itk, 49, no: 19.
[64] Hamidullah, a.g.e., c.2, s.1113.
[65] Abdurrezzak, Musannef, 7/288 no: 13210; îbn Mace, Itk, 19/2, no: 2517; Ebu Davud, Itk, 23/8, no: 3954. Doç.Dr.Vecdi Akyüz-
Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/509-510.
[66] Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/511.
[67] Doç.Dr.Vecdi Akyüz-Dr.Nihat Engin, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 1/512.