ASR-I SAADET'TE MÜŞRİKLER VE MÜŞRİKLERLE İLİŞKİLER
1. Müşrik Kelimesinin Lügat Ve Istılah Anlamı
2. Kur'ân-I Kerim Ve Hadislerde Müşrik
İSLÂM ÖNCESİ DÖNEME GENEL BİR BAKIŞ
1. Arabistan'da Putperestlik Ve İbadet Şekilleri
2. Putperest - Ehl-İ Kitap Münasebetleri
III. İÇTİMAÎ VE KÜLTÜREL HAYAT
2. Örf, Adet Ve Önemli Kurumlar
2. Önemli Ticaret Merkezleri, Ticaret Andlaşmalan Ve Kervanlar
HZ. MUHAMMED'İN MÜŞRİKLERLE DİNİ MÜNASEBETLERİ
3. Çevre Kabileleri İslâm'a Da'vet
A) Taife Gidip Ve İslâm'a Da'vet
b) Hac İçin Gelen Kabileleri Da'vet
II. DAVETE GÖSTERİLEN TEPKİLER
B) Münazara Yapmak Ve Tartışmak
D) Eza Ve Cefa Yapmak, Tehdit Etmek
HZ. MUHAMMEDİN MÜŞRİKLERLE SİYASİ VE DİPLOMATİK MÜNASEBETLERİ
I. Hz. Muhammed (S.A.V.)'İn Medine'deki İlk Faaliyetleri
II. MÜŞRİKLERLE YAPILAN SAVAŞLAR
1. Gaza Ve Seriyyelerin Tahlili
2. Gaza Ve Seriyyelerin Sebepleri
a) Devletin Varlığını Devam Ettirmek
g) Müşriklerin Harp Teklifi Üzerine
3. Esirlere Yapılan Muameleler
c) Karşılıksız Serbest Bırakmak
a) Devlet İçinde Sulhu Temin Etmek
b) Devletin Varlığını Kabul Ettirmek, İtibarını Korumak
c) Komşuluk Münasebetlerini Temin Etmek
2. Önemli Andlaşmalar Ve Sonuçları
A) Benû Damre Île Yapılan Andlaşma:
B) Benû Gıfar Île Yapılan Andlaşma:
C) Cüheyne Kabilesiyle Yapılan Andlaşma:
D) Benû Müdlic Île Yapılan Andlaşma:
E) Kureyşlilerle Yapılan Hudeybiye Andlaşması:
F) Taiflilerle Yapılan Andlaşma:
1. Hz. Muhammed'in Gönderdiği Elçiler
A) Elçilerin Seçimi Ve Mektupların Yazılması
B) Elçilerin Gönderilişi, Yapılan Tavsiyeler Ve Neticeleri
2. Hz. Muhammed'e Gelen Elçiler
B) Elçilerin Kabulü Ve Uğurlanışı
IV. MÜŞRİKLERLE YAPILAN İTTİFAKIN SONA ERMESİ
1. Tevbe Suresi İle Müşriklere Verilen Ültimatom
V. HZ. PEYGAMBERİN CAHİLİYE ÖRF VE ÂDETLERİNE BAKIŞI
Müşrik kelimesi lügatta ortak koşmak anlamına gelen Şerike fiilinden müştaktır. Müşrik, Allah'a küfreden,[1] O'na ortaklar koşan ve O'nu inkâr eden kimsedir.[2] Mirasta ve alışverişte ortaklık anlamına gelen şirk, riya, nifak, Allah'tan başkasına yemin, her-hangibir şeyi uğursuz saymak gibi anlamlara gelmektedir.[3]
Istılahta ise, Allah'a ortak koşan, sayısız ilahlara inanan, onları Allah'a ortak kabul eden,[4] müslüman, yahudi, sabii, hristiyan ve mecûsî olmayan,[5] şirki din olarak kabul eden putperestlerdir.[6]
Kur'an'da müşriklerin Allah'a ortak koşmaları putlara tapmak,[7] cinleri ortak koşup O'na oğul ve kız isnad etmek,[8] onların isimlerini çocuklarına ad olarak vermek,[9] Allah'a batıl zan ve is-nadlarda bulunmak, Allah'a ve putlara hisse ayırmak[10] şeklinde bildirilmektedir. Ayrıca müşriklerin putları Allah ile kendi aralarına şefaatçi koyduklarına dikkat çekilmektedir.[11]
Kur'an'da müşriklerin vasıfları: Putlardan yardım beklemek,[12] Allah'ı ve ayetlerini yalanlamak,[13] Peygambere ve meleklere düşman olmak,[14] ahireti inkar etmek şeklinde anlatılmaktadır. Ayrıca müşrikler haksız yere mal gasbeden, [15]ahde vefasızlık gösteren,[16] hakka kulak tıkayan,[17] zalim, yalancı ve hâin[18] kişiler oldukları bildirilmiştir. Bundan dolayı Kur'an'da müşriklerin asla dost edinilmemesi ve onlardan yardım istenmemesi de[19] emre-dilmektedir.
Kur'an'da müslümanlara müşriklerin putlarına sövmemeleri, kendi din ve inançlarıyla başbaşa bırakmaları,[20] akraba dahi olsa şirk ehline istiğfarda bulunmaları[21] yasaklanmış, müşriklerin tapmış oldukları putların güçsüzlüğü beyan edilmiş ve taptık-lanyla beraber kendilerinin kıyamette mutlaka cehennemde olacakları[22] ve amellerinin kendilerine hiçbir fayda vermeyeceği bildirilmiştir.
Hadislerde ise, Hz. Muhammed, inanç ve yaşayış itibariyle müşriklerle ilgisinin bulunmadığını, "...Ben müşriklerden değilim"[23] cümlesiyle ifade etmiş, beyat esnasında "müşriklerden ayrılmak[24], "Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak"[25] şartı ileri sürül; müştür. Ayrıca hadislerde, cahiliye devrinde yapılan yemin gibi putlara yemin edilmesi yasaklanmış ve keffaret olarak hemen ke-lime-i tevhid getirilmesi emredilmiştir.[26] Müşriklerin amellerinin Allah katında makbul olmadığı bildirilmiş, putların alınıp satılması, şarap, ölü ve domuz eti ticareti gibi değerlendirilerek haram kılınmıştır.[27]
Müşrik kelimesinin kapsadığı anlam ve sahasını belirlemek için Kur'an'daki müşriklerle ilgili şu ayetin müfessirler tarafından yapılmış izahına bakalım:
"O iman edenler, o yahudiler, o sabitler, o hristiyanlar, o mecûsiler ve Allah'a eş koşanlar yok mu? Allah, kıyamet günü (bütün) bunların aralarını mutlaka ayıracaktır Çünkü Allah her şeyi hakkıyla görüp bilendir.[28]
Burada altı dinden bahsedilmiş, bunlardan yalnız birincisinin ehli iman olduğu gösterilmiş, geriye kalanlar küfür ehli olarak zikredilmişlerdir. Sonra da bu beş küfür ehlinden birisi şirk olarak tasrih edilmiştir. Halbuki diğerlerinde de şirk vardır. Zira me-cusun ateşperestliği malumdur. Şu halde buradaki (Allah'a eş koşanlar) ibaresi, diğer müşrikler olabilirse de buradaki şirkden murad "hiçbir veçhile tevhid iddiası karıştırılmayan şirk olması" daha uygundur. Çünkü hristiyanlar üç birdir diye tevhid iddiasında bulunduğu gibi, mecûs ve zerdüştîler de bir mabud tanıdıkları iddiasındadırlar. Bu suretle (Allah'a eş koşanlar) ile sadece putlara taparak onları Allah'a şirk koşan müşriklere işaret edilmiştir. Zira sabiiler de sarahaten Allah'a şirk koşmadan, meleklere inanan ve Zebur'u okuyup kıbleye yönelerek ibadet eden yahudi ve mecûsi arasında bir gruptur.[29]
Taberi, tefsirinde (Allah'a eş koşanlar) dan maksadın "putlara tapanlar" olduğunu zikretmektedir.[30] Şevkânî ise, Allah'a eş koşanlardan maksadın, putlara tapan zümrenin[31] olduğunu ifade etmiştir.
Müşrik kavramına Hac sûresinin 17. âyeti ile açıklık getirilmiş ve müşrikin ancak Allah'a putları şirk koşan putperest zümre olabileceği bildirilmiştir.[32] Çünkü bu ayette Arabistan'da cahiliye dönemindeki bütün dinler ayrı ayrı zikredilmiş, Allah'a eş koşanlar cümlesi ile de daha çok yaygın olan ve cahiliye Arabının gönülden bağlandığı putperestliğe dikkat çekilmiştir.
Nitekim Arabistan'daki dinler incelendiği zaman, hristiyan-lar, yahudiler, sabiiler ve mecûsiler bir mabud tanıdıkları iddia-sinda olduklarından, müşrik lafzıyla inançlarında hiçbir zaman tevhid görüşü hakim olmayan ve sadece putlara tapmayı din olarak kabul eden putperestler anlaşılmaktadır.
Cizye alınması hususunda Hac sûresinin 17. âyetinde zikredilen dinler arasında "cizye vererek kendi dinlerinde ve memleketlerinde kalmak veya harbetmek" gibi iki tercihten yararlanamayanlar sadece Arap putperestleridir. Bu konuda Arap putperestleri islâm'dan dönen mürtedlerle eşit mütalaa edilmişlerdir. Müşrik ve mürdetlere önce îslâm tebliğ edilir, müslüman olmaları halinde, diğer müslümanlarm sahip oldukları hakların tamamını elde etmiş olurlar. Müslümanlığı kabul etmedikleri takdirde onlarla harp yapılır.[33]
İslâm öncesi dönemde Arabistan'ın dini hayatında putperestlik yer almış ancak diğer dinlerden olan yahudilik, hristiyanlık, mecûsilik ve sabiilik Arabistan'ın çeşitli bölgelerinde yayılmıştır. Yahudilik Yemen, Hayber ve Medine'de, hristiyanlık Necran ve Kuzey Arabistan'da, mecûsilik Bahreyn'de, sabiilik ise, daha çok Güney Arabistan ve Yemen'de yayılmıştır. Fakat putperest müşrikler Arabistan'ın her tarafına yayılmışlar ve ilk sırayı almışlardır.[34]
Mekke'nin ilk sakinleri Amalika Araplarıdır. Hz. ismail ve annesi Hacer orada iken Cürhümlüler Mekke'ye hâkim oldular. Cürhümlüler Amalikalıları oradan kovdular. Bir müddet sonrada Huzaalılar Amr b. Luhay başkanlığında Cürhümlülere galip gelerek oraya yerleştiler.[35]
Arabistan'da önceleri putperestlik yokken ilk defa putperestliği getiren Amr b. Luhay'dır. Hadise şöyle meydana gelmiştir: Amr b. Luhay Cürhüm kabilesini yenip Mekke'nin ve Kabe'nin idaresini ele aldıktan sonra ağır bir hastalığa tutuldu. Suriye'de Belkâ taraflarına gitmesi tavsiye edildi. Oraya gitti. Sıcak pınardan çıkan su ile yıkandı ve iyileşti. Orada halkın putlara taptığını görünce bunun sebebini sordu. Onlar da "Biz bu putlar aracılığı ile yağmurun yağdırılmasını isteriz, düşmanlarımıza galip gelmemizi talep ederiz" dediler. Bunun üzerine putlardan birisinin kendisine verilmesini istedi. Onlar da Amr b. Luhay'a bir put verdiler. îşte bu put Hübel putudur. Amr b. Luhay bu putu alıp Mekke'ye getirdi ve Kabe'nin çevresine dikti, işte bundan dolayı Rasûlullah Amr b. Luhay'ı ateşte barsak] arına sürür vaziyette gördüğünü haber vermektedir.[36] Kırmızı akik taşından yapılmış olan Hübel putu insan suretinde idi ve Mekke'ye nakli esnasında kınlan koluna altından bir kol takmışlardır.[37]
Amr b. Luhay'ın getirmiş olduğu putla başlayan Arabistan'daki putperestlik her kabileye yayıldı.[38] Putperestlik o kadar yayıldı ki, Kabe 360 putla dolu bir putperest mabedi haline geldi.[39]
Her kabile kendisinin benimsediği putları kabilelerine yakın yerlerde yaptıkları tapmaklara yerleştirmişlerdi. Sakîf kabilesinin putu Lât, Taifte,[40] Kureyş'in putu olan Uzza, Nahle mevkiinde[41] bulunmakta ve önemli putlardan sayılmakta idi. Diğer Arap kabileleri de kendilerine uygun putlar edinmişlerdir.[42]
Arapları putperestliğe sevkeden en önemli sebep onlann Mekke'ye ve Kabe'ye duydukları saygıdır. Çünkü Mekke'den uzaklaşan bir Arap, Kabe'ye olan saygısından ve Mekke'ye olan bağlılığından dolayı Mekke'den ayrılırken yanma bir taş alırdı. Yolda nerede konaklarsa onu bir yere koyar ve tıpkı Kabe'yi tavaf eder gibi kendilerine uğur getireceği inancıyla onu tavaf ederlerdi. Çünkü putperest Araplar Hz. İbrahim ve ismail'den öğrendikleri üzere haccediyor ve umre yapıyorlardı.[43]
Arabistan'da Amr b. Luhay tarafından getirilen Hübel putunun yamsıra îsâf ve Naile, Uzzâ, Menât, Zulhalasa, Fels, Riâm, Rudâ gibi putlar ve tapmaklar dikkati çekmektedir. Ayrıca Kur'ân-ı Kerim'de Vedd, Suvâ, Yeğûs, Yeûk ve Nesr adı verilen[44] putlardan bahsedilmektedir.
Arapların taptıkları putlar konusunda İbnü'l-Kelbi şu bilgiyli verir: "Eğer put tahtadan, altından veya gümüşten ve insan suretinde ise Sanem, taştan ise Vesen, dikili taş şeklindeki putlara ise Ensab adı verilmektedir.[45]
Cahiliye Arabi yolculuk esnasında konakladığında dört taş bulur. Bunlardan üçünü ocak taşı yapar, diğer bir tanesini de ilah edinirdi.[46] Cahiliye Arabi evinde bulundurduğu putuna yolculuğa çıkarken veya yolculuktan döndükten sonra dokunmak suretiyle ondan diler veya şükrünü ifa ederdi.
Cahiliye döneminde Hac, Umre, Tavaf, Kurban, Oruç, putlarla müşavere, putlara hediye takdimi, putlara yapılan dua ve yemin, çocuklara putların isimlerinin ad olarak verilmesini önemli ibadetler arasındadır. Bunların başında Hac ve Umre gelmektedir.
Hac ve Umre: Cahiliye döneminde Hac ve Umre ibadeti dini bir vecibe olmakla beraber, haram aylarda yapılmış olması sebebiyle de ekonomik açıdan son derece önemlidir.
Hac görevi Arafat'tan başlatılır, daha sonra yürüyerek Müz-delife'ye giderlerdi. Ancak Kureyşliler Arafat'ta durmazlar.[47] Müzdelife'den güneş doğduktan sonra ayrılırlar ve beyte gelerek onu yedi defa tavaf ederlerdi. Tavaf esnasında Hacerulesved'e dokunurlardı. Sonra Safa ile Merve arasında Sa'y görevim yaparak Hac görevlerim tamamlamış olurlardı. Evs ve Hazrec kabilesi ise Sa'y yapmazlar ve Müşellel dağındaki Menât putunu ziyaret ederek Hac görevini tamamladıklarına inanırlardı. Evs ve Hazrec kabilesinin bu hareketi Kur'an'da Bakara sûresinin 158. ayetiyle kınanmaktadır: "Şüphe yokki Safa ile Merve Allah'ın şiarlanndan-dır, îşte kim o beyti hac ve umre kasdı ile ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde bir beis yoktur."[48]
îslâm öncesi dönemde Araplar, Hac aylarında Umre yapmayı günah sayarlardı. Hac ve Umre esnasında telbiyede bulunurlar, ancak telbiyelerinde de şirk vardı. Telbiye esnasında: "Buyur Allah'ım buyur. Buyur. Senin ortağın yoktur. Ancak bir ortağın vardır. O da senin hükmündedir. Sen ona ve onun sahip olduklarına hükmedersin."[49]
Tavaf: Cahiliye döneminde Kabe'yi genellikle çıplak tavaf ederlerdi. Çünkü Araplar koydukları kurallar sebebiyle Mekke'ye gelirken giydikleri elbiseyi tavaf ensasmda çıkarmaları, Mekke'den yeni elbise almaları gerekirdi. Buna razı olmayanlar Mekke'ye gelirken giydikleri elbiseleı~i çıkararak çıplak tavaf etmeyi tercih ederlerdi. Erkekler bu şekilde Kabe'yi çıplak tavaf ederlerken kadınlar üzerlerindeki bütün elbiseleri çıkararak, sadece yukarıdan aşağıya yırtmaçlı bir gömlek giyerlerdi.[50] Kur'ân-ı Kerim'de bu durum açıkça kınanmaktadır.[51]
Kabe'nin ve putların bulunduğu tapınaklarda ibadet törenleri tanzim ederler ve genç kızlar güzel elbiseler giyerek törenlere iştirak ederlerdi. Bundan dolayı Rasûlullah, "Devs kabilesi kadınlarının kıçları tekrar Zülhalasa puthanesinin etrafında tavaf ederek çalkalanmadıkça kıyamet kopmaz." buyurmuştur.[52]
Kurban: Putperest Araplar putlarım ilah veya ilahe vasıta olarak kabul ettiklerinden onlar için Kurban kesmeyi ihmal etmezler, hatta bir görev telakki ederlerdi.[53] Bir çoban en değerli hayvanını kurban ederken, bereketli olması için bir hayvanın doğan ilk yavrusu da put adına kurban edilirdi. Kurbanın eti de puta Kurban'a katılanlar arasında paylaştırılırdı.[54]
Araplar Recep ayını ta'zim etmek için putların yanında bir-Kurban daha keserlerdi. Rasûlullah, Kurbanlarını keserken cahiliye Araplarma muhalefet ederek, Kurbanın sadece Allah için olabileceğini ifade etmiş ve "Ben müşriklerden değilim" buyurmuştur.[55]
Oruç: Cahiliye döneminde Araplar Aşure günü oruç tutarlardı.[56] Ayrıca Recep ayında putlarını ta'zim için Kurban kestikleri gün de oruç tutarlardı. Bu dönemde Sumt adı verilen ve hiç konuşmamak üzere tutulan bir oruçtan daha bahsedilmektedir.[57]
Putlara Danışma: Putlara büyük değer veren cahiliye Arabi yapacakları işler için onlara danışmayı asla ihmal etmezdi. Bu putlara danışma genellikle put önünde fal okları çekmek suretiyle yapılırdı. "Evet veya "hayır" okundan birinin çıkması ile yapacağı işe karar verirdi.[58]
Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalip de Zemzem kuyusunun kazılması esnasındaki çektiği zorluklar sebebiyle 10 erkek çocuğa sahip olursam birini kurban edeceğim şeklindeki adağı üzerine daha sonra sahip olduğu 10 çocuğu arasından Kurban edilecek çocuğunu tayin için Hübel önünde fal okları çekmişti."[59]
Fal okları sadece Hübel önünde çekilmez, diğer tapmaklarda da fal oklarının çekildiği bilinmektedir.[60]
Putlara Hediye Takdimi: Putlara hediye takdimi Arapların putlara gösterdikleri hürmetin ifadesidir. Onları ziyaretleri esnasında, her ailenin putlara yiyecek veya kıymetli eşya takdiminin yanısıra[61] sürülerin en değerli hayvanlarının veya toprakta yetişen mahsûlün bir kısmının putlara hisse olarak ayrılması[62] dini açıdan büyük önem arzeder.
Bu kıymetli hediyeler genelikle Kabe'de ve diğer tapmakların yanındaki hazinelerde muhafaza edilirdi.[63] Sakif kabilesinin putu olan Lât ve Fels putlarının yıkılması esnasında hazinelerinden pekçok hediye çıkmıştı. Ayrıca putlara yiyecek takdiminde de bulunulurdu. Kur'ân'da cahiliye Araplartnın bu hareketleri şiddetle kınanmaktadır.[64]
Dua ve Yemin: Mekke müşrikleri putlarına korktuklarından emin olmak ve yardımlarını talep etmek için putlarını Allah'a şefaatçi kabul ettiklerinden, putların yanına gidip bereket için dua ederlerdi. Cahiliye Arabmın putlarına dua etmelerinin ikinci sebebi, putların öfkesini çekip hastalık, kıtlık, mal ve can kaybı gibi musibetlere duçar olmaktan korktukları içindir ki, putları şefaatçi kılmak ve hediyeler takdimiyle yardımlarını celbetmek istiyorlardı.[65]
Cahiliye Arabi inançlarının gereği önemli işlerinde putları devreye sokarak "Allah seninle benim aramdadır"[66] diyerek yemin etmelerinin yanısıra, "Lât hakkı için" en çok kullanılan yemin seldi idi.. Rasûlullah "Sizden her kim yemin eder de Lât hakkı için derse (bunun keffareti olarak) hemen Lâilahe illallah desin"[67] diyerek putlar adına yapılan yemini reddetmiştir.
Putların İsimlerini Çocuklarına Ad Olarak Vermeleri: Cahiliye döneminde Abdurrahman, Abdullah gibi isimlerin yanısıra putlarına atfen Abdüluzza, Abdümenaf, Abdümenat, Abdüyegûs gibi isimler çocuklarına ad olarak verilmiştir. Lât putundan dolayı Zeydü'1-Lât, Teymü'1-Lât, Rudâ' putuna olan sevgilerini sebebiyle de Abdü Rudâ' gibi isimler verilmiştir. [68]
islâm öncesi Arap Yarımadasında bol miktarda yahudi mevcuttu. Bunların çoğu Hicaz bölgesindeydi.[69] Arabistan'a çeşitli maksatlarla gelmiş bulunan yahudiler, verimli olan topraklara yerleşmişler ve buraları korumak için de kaleler inşa etmişlerdir. Rüşvet ve hediyeler vererek komşu kabilelerle antlaşmalar yapmışlar ve kendilerini emniyete almışlardır.[70]
Hristiyanlar ise, sadece Güney Arabistan'da olmayıp Benû Bekr, Tağlib, Hanîfe ve Tay kabileleri arasında yayılmıştır.[71]
Miladi VI. asrın başlangıcında ehli kitap olan iki din mensubu yahudi ve hristiyanlar arasında uzun süre devam eden çekişme baş göstermiş, yahudi olan Zû Nuvâs, 522 yılında Necrân hristi-yanlarma saldırarak onları dinlerini terketmeye zorlamıştır. Daha sonraları Ebrehe zamanında da hristiyanlık ve putperestlik çatışması başlamış, 570 yılında Kabe'yi yıkmak için Mekke'ye sefer düzenleyen Ebrehe[72] buna muvaffak olamamıştır.
Putperestlerle ehl-i kitap arasındaki ilgi ticaret yönüyle de dikkati çekmektedir. Tüccar olan Araplar yahudi ve hristiyanlar-la karşılıklı iyi ilişkiler içerisinde olmuşlardır. Abdümenaf m oğlu Hâşim, Şam, Rum ve Gassan melikinden, bu topraklarda ticaret için eman almışdır.[73] Çünkü Araplar kışm Yemen'e, yazın ise Şam taraflarına ticaret kervanları gönderiyorlar di. Bunun neticesi olarak Arapların ehl-i kitap ile medeni, dini, içtimai yönden münasebetleri olmuştur.[74]
Cahiliye döneminde yahudiler müşriklere karşı ilmi yönden üstünlük sağlamışlardır. Aralarında bir anlaşmazlık meydana geldiği zaman, müşriklerden intikam almak için "Allah'ın göndereceği peygamberle birleşip onları yurtlarından çıkarıp, Ad ve irem gibi öldürülüp yok olacaklarını söylüyorlardı.[75]
Hristiyanlar da yahudiler gibi Rasûlullah'm vasıflarını biliyorlardı. Kur'ân-ı Kerim'de de buna temas edilmektedir.[76] Rasûlullah, yahudi ve hristiyan rahip ve kabilelerle küçük yaştan itibaren karşılaşmıştır. Gözlerinin tedavisi için dedesi onu rahibe götürmüş,[77] amcası Ebu Talib üe Şam'a gitmiş ve Bahira isimli rahiple görüşmüş,[78] yirmi beş yaşlarında ise Şam'a yaptığı seyahat-ta yine bir başka rahip olan Nastura ile görüşmüştür.
Ehl-i Kitap, Rasûlullah gönderilmeden önce müşrikleri hakir görmelerine mukabil, peygamberlikten sonra Rasûlullah'a karşı müşriklerle işbirliği yapmaktan çekinmemişlerdir.
Arabistan'da cahiliye örf ve adetlerinden uzak, yahudilik ve hristiyanlık hakkında bilgileri olan bir grup daha vardır ki, bunlar "Hanif' diye isimlendirilmektedir. Varasa b. Nevfel, Ubeydullah b. Cahş, Osman b. Huveyris, Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Kus b. Sâide belli başlı haniflerdendir.[79]
Araplar, kabileler halinde yaşamakta ve her kabile ayrı bir cemaat Özelliği taşımaktadır. Bundan dolayı Arabistan'da ve Hicaz'da müstakil bir hükümetten bahsetmek mümkün değildir.[80] Kabileler, şeyhler veya reisler tarafindan- idare edilmekte olup, reisler kabilenin büyüğü, malı ve çocuğu çok olan, nüfuzu fazla olanlar arasından seçilirdi.[81]
Bu dönemde reisler hakimiyeti ellerinde bulundurmakla beraber emri altındakilere asla baskı yapmazlar, aksine kabilenin ileri gelenleriyle istişare ederlerdi. Reisler her sınıf halkla konuşurlar, kendisine künyesiyle veya adıyla hitap ederlerdi.
Reis kabile fertleriyle asabiyet bağlarını koparmamak için onlara müşfik davranmaya çalışır. Reisler harp zamanında ordu kumandam, sulh zamanında hakem görevini yapardı.[82]
Hicaz bölgesindeki idare şekli hakkında daha çok Kusay b. Ki-lab'dan sonraki devre hakkında bilgiye sahibiz. Kusay tarafindan kurulan Darünnedve, Hac için gelenlere ikramda bulunmak üzere Rifade müessesesi için vergi alınması kararlaştırıldı.
Darünnedve, halkın işlerinin görüldüğü bir müessesedir. Buraya yaşı kırk olanlar alınır. Ancak ehliyet ve liyakat sahibi olanlardan yaşı küçük olanlar da girmekteydi. Nitekim Ebu Cehil 30 yaşında, Hâkim b. Hizam 20 yaşında Darünnedve'ye alınmışlardır.[83] Rifade, sikâye, hicabet, liva ve nedve gibi görevler Darünnedve tarafından görülmektedir.
Darünnedve, reis başkanlığında toplanır. Nikah, düğün gibi sosyal hizmetlerin yanısıra orduların tanzimi ve komutanların tayini buradan yapılırdı. Hacıların su ihtiyaçları Sikaye müessesesi aracılığı ile Darünnedve tarafından yürütülürdü.[84] Kabe'nin bakıcılığı olan Hicabet, sancaklık vazifesi olan Liva, cezaların uygulanması olan Diyet, dış temsilcilik olan Sefaret, Darünnedve bünyesinde yürütülen görevler arasındadır.
Darünnedve'de bu hizmetler Kureyş tarafından 10 aileye mensup 10 kişi tarafından yürütülmektedir: Hâşim, Ümeyye, Mahzûm, Cumah, Sehm, Teym, Adiy, Esed, Nevfel, Zühre, kabilelerinden katılan birer kişi "Onlar Meclisi"ni meydana getirmektedir.[85]
Bu dönemde davalara reisler veya kadılar bakardı. Ayrıca panayırlarda da önemli davalar halledilirdi. Bu dönemde davaların ispat yolları, Kıyafet ilmi (nesep ve iz bulma), Feraset ilmi (konuşanın ses ve hareketlerinden sözünün doğruluğunu tesbit etme ilmi), Kasâme (elli kişinin bir cinayet konusunda katili bilmediklerine dair veya kendilerinin öldürmediklerine dair yemin etmeleri), kura çekmek ve güvenilir bir şahidin ikrarından ibaret olup, davalar bunlardan biriyle çözüme bağlanırdı.[86] Bunların dışında kuşların uçuşu, gaibden haber almak ve kehânette bulunularak davaların halline çalışılırdı.
Hüküm verilirken kişinin makam ve mevkii dikkate almır, çoğu kez cezaların verilmesine engel teşkil ederdi. Bundan dolayıdır ki Rasûlullah! "Sizden evelki kavimlerin helak olmalarının sebebi şudur: Onların aralarında makam ve mevki sahibi kimselerden biri hırsızlık yapınca hırsıza gereken ceza verilmeyip bırakılırdı. Makam ve mevki sahibi olmayan birisi hırsızlık yapınca hemen cezaya çarptırılırdı" buyurmaktadır.[87]
îslâm Öncesi dönemde yahudi ve hristiyanlar arasındaki harpler ve ehl-i kitap -putperestler arasındaki çatışmalar, her grubun kendi dinini yayması ve o bölgede hakimiyetin sağlanması amacına matuftur. Güçlü olanın zayıfi ezmesi, kabileler arasındaki harplerin devam etmesine sebep teşkil ediyordu. Hılfu'l-Fudûl adı verilen andlaşma bu noksanlığın telafisi için atılmış önemli adımlardandır.[88] Ayrıca Mekke'deki kabileler arasında meydana gelen Ficar harpleri ve Medine'deki Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki Buâs harbi ve benzeri harpler kan gütme örfünden ve suçlunun tüm kabile tarafından korunması adetinden doğmuştur.[89] Çoğu harplerden önce andlaşma sağlanamayınca, bütün kabile fertlerinin kan dolusu bir kap içine ellerini sokup yemin etmeye ve kanları yalamaya ahdettikleri de görülmektedir.[90]
islâm öncesi Arabistan'da kabilelerin hazır orduları olmadığı gibi, asker sayıları 3000'den fazla orduları da mevcut değildi. Orduda harp malzemeleri olarak ok, mızrak, kılınç, at, kalkan, zırh, miğfer kullanılırdı.
Cahiliye döneminde kadınlar da harbe çıkarlardı. Cahiliye dönemi harplerinin bir devamı niteliği taşıyan Uhud harbinde de müşrik kadınların harbe katıldıklarını görüyoruz.[91]
Harbe sancak sağlanarak iştirak edilir, şâir ve hatiplerin ileri gelenleri vasıtasıyla harbe teşvik edilir ve er dilemek suretiyle harbe başlanırdı.[92] Bu dönemde harplere uzun süre devam edilmezdi. Muhasara şeklinde olan harpler tasvip edilmezdi. Baskın yapmak ve kısa zamanda harbi neticelendirmek bu dönemin en bariz harp anlayışı idi.
Harplerde üniforma olmadığı için parola kullanılmaz, harplerin sonunda ele geçirilen ganimetlerin 1/4'i mirba' adıyla reis tarafından alınırken, ayrıca safiy ve hukm adıyla beğendiği herhangi bir şeyi alabilirdi. Reis harp öncesi ele geçirilen mal olan Neşîta ile taksimi mümkün olmayan eşya ve emval olan "Fudûl" ü de alırdı.[93]
Her zamanda olduğu gibi cahiliye döneminde de çeşitli sebeplerle andlaşmaîar yapılmıştır. Rasûlullah: "Cahiliye döneminde yapılan herhangi bir andlaşmayı İslâmiyet ancak pekiştirir" buyurarak[94] her zaman andlaşmaya taraftar olmuştur.
Bu dönemde yapılan en önemli andlaşmalardan birisi Hılful-Fudûl'dür. Mekke içerisinde mazlumun hakkım zâlimden almak ve zâlimi cezalandırmak üzere fikir birliğine varmış oldukları bi] andlaşmadır.
Arapların ayrıca ticaretle meşgul olmaları komşularıyla tica ri konuda andlaşmaîar yapmalarına'vesile olmuştur.[95]
Muahedelerin onaylanması, kan ve koku dolu bir kaba elin so kulması şeklinde olduğu gibi, müzakere etmek, tek taraflı kara] vermek, iki taraf arasında müzakere edilen şartların yazılı vesika haline getirilerek şahitler huzurunda okunmak suretiyle müm kün olmaktadır. Ayrıca bu devrin muahede özellikleri arasıncU kokular sürünmek, ateş yakmak, başın ön kısmından bir tutarr saç kesmek, tarafların kesilen tırnaklarım havuzun dibine göm mek, el sıkışmak dikkati çekmektedir.[96]
Cahiliye dönemindeki diplomasi (siyasi temsilcilik), kabile şefleri tarafından tek başına yürütüldüğü gibi, tayin edilen öze! görevliler tarafından da yürütülürdü. Müslüman olmadan evve! Hz. Ömer, Mekke Site devletinde Sefaret görevini yürütmüştü Rasûlullah'ı öldürmek için yola çıkışının sebebi Sefaretle görevi: olmasından kaynaklanmaktaydı. Hz. Ömer'in müslüman olma sından sonra bu göreve Amr b. el-As ve Abdullah b. Rebîa tayir edilmiştir.
Mekke idaresinde diplomasi reis başkanlığında bir heyet ta rafından da yürütülürdü. Nitekim Yemen idarecisi Seyf Zû Ye zen'i Abdülmuttalib başkanlığında Ümeyye b. Abdi Şems, Abdul lah b. Cüd'ân ve Hz. Ömer'in dedesi Riyah'dan müteşekkil bir he yetle ziyaret etmişler, hatta bir ay misafir edildikten sonra kralır hediyeleriyle Mekke'ye dönmüşlerdir.[97]
Cahiliye döneminde toplumda üç sınıf halk vardır. Hürler Esirler ve Mevâli'dir. Hürler cemiyetin birinci sımf vatandaşıdır Kâhinler, şairler ve savaşta ün yapmış insanlarla Kusay haneda nından olan insanlar ve Onlar Meclisi üyelerinin de toplumda ayr bir yeri ve değeri vardı. Köle ve cariyelerden teşekkül eden Esirler ise, pazarlarda alınıp satılan kimselerdir. Bazan hediye, bazan mehir olarak değerlendirilen köleler sanat ve ticaretle meşgul olurlar ve harplere iştirak ederlerdi. Köleler hürlerden aşağı kabul edildiğinden ona hürlerin cezasının yansı kadar ceza verilir. Cariyelerden doğan çocuklar da esir olarak kabul edilir. Köle ve cariyeler efendisi elinde her türlü muameleye duçar olurlar. Sonunda sahiplerine hiç bir sorumluluk yüklenmezdi.[98]
Mevâli ise, azad edilmiş kölelere verilen, hür ve köleler arasında bulunan bir sınıftır. Efendisinin hürriyete kavuşturduğu köle sahibinin mevlâsı olur. O aileye mensup olur ve o ailenin akrabası sayılır. Bunlar köleler gibi alınıp satılmazlar, ancak hür kadınla veya kızla da evlenemezdi. Mevlâ da hürün cezasının yarısı kadar cezalandırılırdı.[99]
islâm öncesi dönemde kadının durumu son derece vahim idi. Cemiyette horlanan, fikirlerine başvurulmayan, adet günlerinde bile eve sokulmayan kadınlar miras hakkından da mahrum idiler.[100] Cariyeler Kur'an'da da beyan edildiği üzere [101]fuhşa zorlanırdı. Abdullah b. Übey gibileri cariyelerini fuhşa zorlayarak para kazananlar arasındaydı.[102]
Mekke, Medine ve Taif gibi şehir kadınları ile eşrafın kızları ve kadınları daha imtiyazlı idiler. Bu dönemde bazı bölgelerdeki kız çocuklarının durumu enşide verici durumundaydı. Erkek çocuğuna sevinen baba, kız çocuğu olunca ondan utanır, Yaşamasını istemiyorsa toprağa gömerek hayatlarına son verirlerdi.[103]
islâm öncesi dönemde evlilik, kızı babasından veya yakınlarından istemekle başlar. Kızı almak için başlık veya mehir kızın babası veya yakınlarına verilirdi. Babası kızını verirken hiçbir zaman kızının görüşünü almazdı.
islâm Öncesi dönemde iki kız kardeş ile aynı anda nikah edilmesi, üvey anne ile evlilik, para karşılığı cariyeleri fuhşa zorlamak örften idi. Erkek birkaç kadınla evlendiği gibi, kadın da birkaç erkekle evlenebilirdi.[104]
Cahiliye döneminde talak üç idi.[105] Kocası ölen veya boşanan kadın bir yıl iddet beklerdi. Bu müddeti beklemeyenler de vardır. Bu dönemde ana, kız, hala ve teyzelerle evlenilmez, kadın da usul ve furûu' amca ve dayılar ile evİenmezdi. tslâmiyette de evlatlık dışında diğer akrabalarla evlilik yasaklanmıştır.[106]
Düğünlerde kadınlar def çalarlar ve eğlenirlerdi. Çocuğun doğuşu esnasında damağına çiğnem koyması adettendi. Rasûlullah Abdullah b. Zübeyr'in doğumunda damağına çiğnem koymuştu.[107] Çocuğun başının traş edilmesi, doğum sebebiyle kesilen kurban kanı ile başının yağlanması adettendi. Çocuğun sünnet etti rilmesi ve süt anneye verilmesi adettendi. Yeni doğan çocuklar badiyeye götürülürdü. Ancak badiyeye gidinceye kadar çocuklar ailedeki cariyeler tarafından emzirilirdi. Rasûlullah'ı da Ebû Le-heb'in cariyesi Süveybe emzirmiştir.[108]
Bu dönemde ırzlarına geçileceği endişesiyle kız çocukların ya nısıra erkek çocuklarının da diri diri gömüldüğü görülmektedir.[109] Kız çocuklarına mirastan hisse verilmeyen cahiliye toplumunda pekçok uygulama alam bulmamakla beraber bu dönemde Zulme sacid el-Yeşkûr'un kıza bir, erkeğe iki hisse verdiği rivayet edilmektedir.[110]
Kan davası bu dönemin örf ve adetlerindendir. Bütün kabile diyete iştirak ederdi. Az da olsa hırsızın eli kesilmiş, eşkıyalar idam edilmiştir.[111] Kişi künyesi ile çağrılırdı. Araplar cünüplük-ten dolayı guslederler, Ölüleri yıkanıp kefenlerler ve defhederler-di. Bütün bu iyi hasletler Hz. ibrahim dini bakiyeleridir.[112]
Bu dönemde ölü yıkandıktan sonra bir tabuta konur, velisi veya ailenin büyüğü tarafından ölenin iyilikleri sayılırdı. Ölenin dünyada iken kullandığı devesi de kabri başında aç ve susuz bekletilirdi. Yine bu dönemde harpte veya başka sebeplerle öldürülenler için intikam alınıncaya kadar arlanmazdı. Mekke müşrikleri Bedir gazvesinde öldürülenleri için Uhud harbine çıkıncaya kadar ağlamamaya ahdetmişler, hatta bu savaşa kadınlar dahi iştirak etmişlerdi.
îçki içmek, kumar oynamak ve fal oklarıyla istişarede bulunmak bu dönemin belli başlı örf ve adetlerindendi. Saçların ikiye ayrılması, bıyıkların uzatılması[113] da adettendi. Bu dönemde geceleri kayan yıldızlar büyük bir kimsenin doğum veya ölümüne işaret olarak değerlendirilirdi.[114]
Rasûlullah cahiliye dönemindeki örf ve adetlerin faziletli olanlarının ve islâm'a tezat teşkil etmeyenleri ibka etmiştir. Nitekim Sidane ve Sikaye görevleri tasvip gören örf, adet ve görevler arasındadır.[115]
Bu dönemdeki belli başlı kurumlar şunlardır: [116]
Cahiliye döneminde iki tip aile vardır. Birincisi, soy birliğine dayanan klan ailesidir. ikinci si ise, tabii ailedir ki, bu evlilik yoluyla olur. Bir kişi evlenmek istediği kadını ailesinden ister. Hıtbe usule evliliğin cari olduğu bu evlilikte karşılıklı nesep, soy ve sosyal seviye (denklik) dikkate alınırdı.[117]
islâm'ın da kabul ettiği Hıtbe usulü evliliğin yanısıra bu dönemde bazı nikah şekilleri de vardır ki, Hz. Aişe bu konuda şu bilgiyi verir: Cahiliye döneminde dört çeşit nikah vardır. Birincisi, kızın ailesinden istenerek, nikah neticesinde erkeğin kadına sahip olmasıdır, ikincisi, soylu bir evlâd sahibi olmak için karısının uygun göreceği bir erkekle beraber olmasıdır. Hamile kalıncaya kadar o kadın kocasıyla birleşmezdi.[118] Üçüncüsü, kadının ona yakın erkekle beraber olması ve bundan bir çocuk doğurmasıdır. Bu durumda kadın beraber olduğu erkekleri çağırır ve içlerinden birisine nisbet ederdi. Erkek de onu kabullenmek zorunda kalırdı. Dördüncüsü ise, fahişe bir kadının birçok erkekle beraber olmasıdır. Bunun sonunda doğan çocuk bir Kaifm çağırılması ve onun yapacağı nisbet ile çocuğun babasının tayin edilmesidir. Rasûlullah, birincisi olan hıtbe usulü evliliğin dışında diğer evlilikleri yasaklamıştır.[119]
Bu dönemde bunlardan başka nikah sekileri de vardır, iki erkeğin karşılıklı olarak karılarını değişmeleri demek olan Bedel nikahı, hür bir kadının başka bir erkekle metres hayatı yaşaması olan Haden nikahı, iki erkeğin mehirsiz olarak kızlarını karşılıklı değişerek evlenmeleri[120] ise, Şiğar nikahıdır. Makt nikahı, bir kimsenin öldükten sonra en büyük oğlunun üvey annesi ile mehirsiz olarak evlenmesidir. Mut'a nikahı da kadın ve erkeğin belli bir süre için evlenmeleridir. Doğan çocuk kadına aittir. Ancak islâm bunu yasaklamıştır.[121]
Bu devrede kadının talakı üç olarak kabul edilirdi. "Sen boşsun" demek suretiyle kadının boşandığı gibi, erkek Hul adı verilen ve mal karşılığında da karısını boşayabilirdi.[122] Ayrıca erkeğin "Karısına yaklaşmaması" demek olan "ilâ" yoluyla ve yine erkeğin karısına "sen bana anamın sırtı gibisin" diyerek zıhar talakı ile[123] karısından boşanması devrin belli başlı talak yollarıdır. [124]
Kabile fertlerini birbirine bağlayan bir müessesedir. Fakat bu kabile içerisindeki bu müesseseyi ancak reis sağlayabilir. Bu yüzden reis seçiminde çoğu kez ihtilafın artması sebebiyle reis sayısının artmasına sebep olurdu. Bu sebeple bir kabile ferdinin bir başka kabilede esir olması zül sayılırdı. Bir an önce bu esirin kurtarılması için reis büyük çaba sarfederdi.[125]
Kavmiyetçiliğin bir gereği olarak aile ve kabile fertleri arasında ciddi bir yardımlaşma dikkat çeker. Yardımına koştuğu kişi, haklı veya haksız oluşuna bakılmaksızın yerine getirilir. "Kardeşin zâlim de olsa mazlum da olsa mutlaka yardım et" sözü darb-ı mesel haline gelmiştir:[126] Nitekim Buas ve Ficar harpleri bu kavmiyetçiliğin en bariz örneklerindendir.
Kavmiyetçiliğin izleri islâmiyet'in gelişinden sonra da devam etmiştir. Nübüvvetin 7. yılında müslümanlarm muhasarasında müşrik olan Hâşim oğulları da Rasûlullah'ın yanında yer aldılar. Ebû Talib'in ölümünden sonra Ebû Leheb'in düşmanlığına rağmen Rasûlullah'ı koruması da yine kavmiyetçilik sebebiyledir.
Bu dönemde mübareze ve evlilikte de kavmiyetçilik dikkate alınır, başka bir aileye gidecek olan gelinlik kıza baba veya veli tarafından yapılan nasihatte; yapacağı davranışlarla kabile ve ailelerinin itibarlarını yükseltmesini söylerlerdi. [127]
Cahiliye dönemi kurumlarından birisi de Emândır. Emân isteyen düşman kabilenin ferdi bile olsa kendisine emân verilir. Bu müessese islâm'ın gelişinden sonra devam etmiş, Ebû Talib Rasûlullah'ı emânına alarak müşriklerin eza cefasına göğüs germişti. Rasûlullah emân talep edenlere sözlü veya yazılı emân vermiştir. Rasûlullahın hicret esnasında Sürâkâ'ya,[128] Mekke fethi günü de Ebû Süfyan, Safvan b. Ümeyye, Ikrime b. Ebî Cehil'e enıan vermiştir.[129]
Cahiliye döneminde emân verecek kişi daha çok kavmi içerisinde itibar sahibi olması gerekirken, islâmiyet bir kölenin emânını bile diğerlerinden farklı görmemiştir.[130]
Hac görevinin yerine getirilmesi ve geçimlerinin temin edilmesi için Hz. ibrahim ve oğlu ismail zamanından beri devam eden haram aylar islâm tarafından da değerini bulmuş bir müessesedir. 1., 7., 11. ve 12. aylar olan Muharrem, Recep, Zilkade ve Zilhicce aylarında Araplar, silaha sarılmazlar, yağmacılık yapmazlar, her türlü kötülüğe ve kan dökmeye son vererek sükun içerisinde yaşamaya devam ederler.[131]
Cahiliye döneminde bu aylarda panayırlar kurulurdu.Ukaz, Mecenne, Zülmecaz vd. panayırlarla Mekke ve çevresi hac ayları Öncesinde büyük bir ticari faaliyete sahne olmaktadır. Kur'an'da da bu konuya işaret edilmektedir.[132]
Cahiliye döneminde zaman zaman bu haram ayların ihlal edildiğini görmekteyiz ki, bu aylarda meydana gelen harplere haram ayların kudsiyetine tecavüz edildiğinden "Harbü'l-Ficâr" adı verilmiştir. [133]
islâm'dan önceki dönemlerde güney bölgesindeki Himyeriler Müsned, kuzeydeki Nabatlılar ise Nabat harfleriyle yazı yazardı. Hicazlılar hem Müsned hem Nabat yazısını öğrenmişlerdi. Ku-reyşliler ve Taifliler bu yazıyı Irak halkından öğrenmişlerdir.[134] Burada ilk yazı yazmayı öğrenen Safvan b. Ümeyye'dir.
îslâmın tebliğ edildiği ilk yıllarda Mekke'de okuma yazma bilenlerin sayısı yirmiye varmamıştı. Varaka b. Nevfel, Ömer b. Hattab, Ebû Bekir, Ebû Süfyan gibi erkekler, Şifâ bint Abdillah, Hafsa bint Ömer, Fatıma bint Hattab okuma yazma bilenler arasındaydı. Resûlullah bundan dolayıdır ki, Bedir harbi sonunda müslümanlar arasında okuma yazma oranını artırmak için Mekkeli esir müşriklerden her birinin 10 müslüman çocuğa okuma yazma öğretmeleri mukabilinde serbest bırakılacağını bildirmişti.[135]
Bu dönemde yazı malzemesi olarak deri, hurma yaprağı, deve kemiği, çanak çömlek parçaları, yumuşak beyaz taş, tahta levhalar, parşömen ve papirüs kullanılırdı.[136] Cahiliye dönemi için çölün büyük değeri vardır. Nitekim çocuklar güzel konuşmalarını sağlamak için çöle gönderilirdi.
Araplar şecaat ve misafirperverlik ve ahde vefahkları yanında beden temizliğine riayet ederlerdi. Ağız ve burun temizliğine dişlerin bakımına, saçların taranıp koltuk altının temizliğine, tırnakların kesilip büyük abdest sonrası taharete dikkat ederlerdi.[137]
Konuştukları dilin Arapça olmasına rağmen lehçe farklılıkları vardı. Ancak Sami ırklar oluşları, putperest olmaları ve tek dil olarak Arapça'yı konuşmaları Arab'ın üç önemli hasletini teşkil eder.[138]
Bu dönemde belli başlı ilim dalları edebiyat, neseb ilmi, ilmi nücûm, tıb, meteoroloji, mitoloji, kehanet, kıyafettir. Edebiyat, cahiliye Arabınm en çok değer verdiği ilim dalıdır. Şair ve Edibler "Ehlü'l-Ma'rife" diye isimlendirilirler. Asker toplamak ve askerleri harbe teşvik etmek kabilenin şeref ve haysiyetini korumak bunların görevi idi.[139]
Nesep ilmi cahiliye döneminde Arapların büyük değer verdikleri ilim dallarmdandır. Evlilik, mubareze[140] ve diğer konulardaki denklik bu ilim dalım bilen kişilerce tesbit edilirdi. Ebû Bekir ve Abbas b. Abdilmuttalib bu dönemde nesep ilmine vakıf olanlardandır. Davaların hallinde, hastaların tedavisinde önemli vazife gören Arâfet ve bu ilmi bilen Araflarm cemiyetteki değerleri büyüktü. Gaibten haber veren Kahin ve kehanet ilmi cahiliye döneminde en çok değer verilen ilim dallarmdandır. Şakk, Hunafir, Turayfe, Secah gibileri bu dönemin belli başlı kahinlerinderdir.
Kıyafet ilmini bilen Kaifîer ayak izlerinden kim olduklarını ve hangi kabileye ait olduklarını bilirlerdi. Babası olmayan çocukların neseplerinin tayini konusunda da hakemliklerine başvurulurdu. Bunlar çocukların yüz hatlarına bakarak babalarını tayin ederlerdi.[141]
Tıp ilminin temeli Keldaniler tarafından atılmış, diğer milet-ler bu ilmi kendilerine göre geliştirilmişlerdir. Keldaniler hastalarını herkesin gelip geçtiği yerlere koyarlar, oradan gelip geçenlerin tavsiyesi ile hastalarını tedavi ederlerdi. Genellikle bu dönemde hastalar, kahinlerin okuyup üflemesi ile muska yazmak suretiyle veya tıbben mevcut ilaçların kullanılmasıyla tedavi edilirdi. Bal, karın ağrıları için ve hacamat, demir ile dağlamak iltihaplı hastalıklar için kullanılan tedavi yollarıdır. Göz şaşılığı değirmen taşma baktırmak, korkan kimseyi su içirme [142] suretiyle tedavi ederlerdi. Bu dönemin meşhur tabipleri arasında Lokman hekim, îbn Kuzeyine, Haris b. Kelede ve Nadr b. Harisin isimlerini sayabiliriz.
Bu dönemde baytarlık mesleği de son derece önem kazanmaktaydı. Çünkü en büyük varlıkları deve ve atların bakımı bu ilim dalının gelişmesini zorunlu kılıyordu. As b. Vail bu dönemin meşhur baytarlanndandır.[143]
Bu dönemin ilim anlayışı içerisinde "Eyyâmü'1-Arab" diye isimlendirilen kabileler arası harplerin hikaye ve kıssaları önemli yer tutar.[144]
Hayvancılığın tabii bir sonucu olarak çölde yaşayanların deve, koyun ve keçi yönünden ihtiyaçları olan giyim eşyası, çadır ve çuval örerlerdi. Şehirlerde bilezik, yüzük, küpe, halhal ve diğer süs eşyaları yapılırdı. Harp aletleri daha çok Yemen bölgesinde yapılırdı. Bahreyn taraflarında inci, mercan, akik ve fildişi işlemeciliği, Taif te deri işlemeciliği ileri safhada idi. Deriden ayakkabı, at eğerleri ve deve semerleri, çadır, su kovası, tulum ve hurç yaparlardı. Papirüs yazı malzemesi olarak kullanılırdı. Cahiliye döneminde Araplar arasında şu meslekler daha çok rağbette idi. Ebûbekir konfeksiyoncu, Ebû Tâlib itriyatçı, Sa'd b. Ebî Vakkas ok yapımcısı, As b. Hişâm kasap, Osman b. Talha terzi, Ebû Süf-yan zetinyağı ve deri satıcısı, Utbe b. Ebî Vakkas marangoz idi. Ayrıca bağ ve bahçe işleriyle meşgul olurlardı.[145] Dışarıdan da sanatkar gelmiş, nitekim Kabe tamirinde Kıptî marangoz, Taif istihkamlarının yapımında da iranlı mühendis görev almıştır.[146]
Tüccarlar için Önemli bir müessese olan Panayırlar, adli ve kültürel faaliyetlerin de yürütüldüğü ticaret merkezleridir. Ukaz ve Zülmecaz, Mina ve Mecenne panayırları Mekke civarında Hac Öncesinde kurulan Önemli panayırlardandır.[147]
Hac'tan sonra Hayber'de Netât, Yemen'de Hecer panayırının yanısıra Dûmetülcendel, Muşakkar panayırları kurulurdu.
Cahiliye dönemindeki panayırlar haram aylarda kurulur ve yol boyunca muhafız alırlardı.[148] Kurulan panayırlarda bu bölgenin reisleri tarafından öşür alınırdı. Ediplerin ve hatiplerin yarıştığı panayırlarda kahin ve tabiplerin yanısıra halledüemeyen davalara bakan hakimler de bulunmakta idi.[149]
Bu bölgede ticareti ayakta tutan kervanlar şu yollan takip etmektedirler; güneyde Yemen'deki Sana şehrinden başlar, kuzeye doğru çıkarak Taife, oradan da Mekke'ye gelirdi. Medine'ye uğrayan kervan Hıcr'dan, Tebük, Maan, Mute ve Busra'dan geçerek Şam'a ulaşırdı.
Bir başka yol da Mekke'den çıkar, Kızıldeniz'den geçerek Bedir ve Akabe körfezinden geçerek Eyle, Maan ve Mute yoluyla Şam'a ulaşırdı. Diğer bir yolla da Mısır'a ulaşırdı. Basra körfezini takip eden bir başka yol da Iran topraklarına girerdi.
Abdümenaf oğullarının işbaşında oldukları zamanda komşularıyla yaptıkları ticari andlaşmalar neticesinde Şam, Rum, Gas-san, Irak, Iran, Yemen ve Habeşistan'ın Araplar için ticaret merkezi haline gelmesine sebep olmuştur.
Mekke ticaret kervanları Şam'a giderek kumaş ve yiyecek, iran'dan ise şeker, mum vs. alarak geri dönerlerdi. Yemen kıymetli taşlar ve baharat, Bahreyn ise incisi ile meşhur ticaret merkezleri arasında idi.[150]
Bu dönemde kervanlar şarap, deri, kuru üzüm, zeytinyağı, el-hise altın, gümüş ve silah gibi maddeler taşırlarda Bu donemde sadece SeHer değil kadınlar da ticari faaliyete katılırlardı.[151]
Cenâb-ı Hak her topluluğa bir peygamber göndermiş, bu peygamberler gönderildikleri topluluklara Allah'ın emir ve yasaklarını bildirerek onları delaletten kurtarmışlardır. Çünkü insanlar Hz. İsa'dan sonra uzun bir zaman geçmesi sebebiyle hidayetten ayrılmışlar, sapıklığı savunmuşlardır. Hristiyanlar teslis akidesini benimsemişler, yahudiler Yahova'yı ilah kabul etmişler, mecusîler ateşe tapmışlar, sabiiler ay ve güneşten medet ummuşlar, bunlar da yetmiyormuş gibi taştan, ağaçtan ve madenden kendi elleriyle yaptıkları putlara tapan müşrikler insanların inanç itibariyle düştüğü dalaleti gösteriyordu.
Arabistan'da Hz. Muhammed'in peygamberliğinin ilk yıllarında bu dinlerin hepsi yaşanmakta, ancak insanın kendi benliğini unutturan ve zihnini putlaştıran putperestlik hakim durumda idi. Tevhid inancının merkezi olan Kabe putlarla doldurulmuş, hiçbir devirde ilah telakkisi bu kadar zedelenmemiş, ilah adedi bu kadar çoğalmamış, ilah ile bu kadar alay edilmemiştir. Bu durumu Kur'ân-ı Kerim şöyle tasvir eder; "İnsanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden karada, denizde fesad belirdi ki, (Allah) yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın. Olur ki, rücû ederler."[152]
Bu devreyi dini ve içtimai hayatın düzensizliğinden dolayı Kur'ân-ı Kerim, Cahiliye diye isimlendirmiştir.[153]
Bu dönemde yahudiler ve hristiyanlar ellerindeki tahrif edilmiş de olsa Tevrat ve İncil'e göre bir nebinin çıkacağını bilmekteydiler. Hatta Medine'de yahudiler ile müşrikler arasında meydana gelen anlaşmazlıklarda yahudiler, "Bir nebi geleceği zamanın yaklaştığını, ona tabi olarak Âd ve İrem gibi onunla birleşip onları öldüreceklerini" bildirerek tehdit ediyorlardı.
Yahudiler, hristiyanlar ve mecûsiler Hz. Peygamber'in geleceğini, ondan başka bir peygamberin gelmeyeceğini biliyorlardı. Kur'ân-ı Kerim'de bu hadise şöyle anlatılmaktadır: Meryem oğlu İsa da bir zaman şöyle demişti; "Ey İsrail oğulları! Ben size Allah'ın Peygamberiyim. Benden evelki Tevrat'ı tasdik edici, benden sonra gelecek bir Peygamberi de -ki adı Ahmed'dir- müjdeleyi-ci olarak geldim."[154] Nitekim seyahat için yola çıkan Selman el-Fa-risi'nin karşılaştığı bir papaz, Hz. Peygamber'in geleceğini haber vermiş, onun zamanının yaklaştığım ve alametlerini söylemiştir.[155]
Rasûlullah, Peygamber olarak görevlendirildiği ilk günden itibaren da'vet görevine başlamış, yıllarca cahiliye Arabının beynine taht kurmuş olduğu putperestliğin yerine İslâm'ın ve vahdet inancının hakim olması için gayret etmiştir. [156]
Hz. Peygambere vahyin geldiği ve Alak suresinin ilk beş ayetinin inzal buyurulduğu günden itibaren gizli da'vet dönemindeki ilk muhatabı eşi Hz. Hatice olmuş ve hemen kendisine iman etmişti.[157]
Hz. Peygamber'in üç yıl boyunca devam eden gizli da'vet döneminde son derece dikkatli olması gerekliydi. Çünkü aile fertleri ve akrabaları hep müşrik idiler. Bütün bunlara dikkatle İslâm'ı anlatması gerekliydi.
Rasûlullah'm ailesinin müslümanlığı, eşi Hz. Hatice'nin müs-lüman olmasıyla başlamış, diğer aile bireyleri de aynı zamanda müslüman olup Rasûlullah'a biat etmişlerdir. Hatta geçimini üzerine aldığı yeğeni Hz. Ali ile[158] azadlılan Zeyd b. Harise de İslâm'ı kabul ederek ilk müslümanlar arasında yerlerini almışlardır.[159]
Bu gizli da'vet döneminde en çok güvendiği Ebûbekir Onu ilk tasdik edenlerdendir.[160] Ebûbekir'in gayretiyle Osman b. Affan, Zübeyir b. Avvam, AbduiTahman b. Avf, Sa'd b. Ebî Vakkas, Talha b. Ubeydullah İslâm'ı kabul etmişlerdir.[161] Hz. Peygamber üç yıllık da'vet döneminde müşrikleri korkutmak ve onlardan yüz çevirmekle emrolunmadığı için zaman zaman Kabe'nin yanında inzal buyurulan ayetleri alenen okuyor, ancak müşriklerin putlarını alenen kötülemiyordu. Ancak bu devrede müşrikler Rasûlullah'a sataşmadan da duramıyorlardı. Hatta İslâm'ı yeni kabul eden Sa'd b.Ebî Vakkas, Ammar b. Yâsir, Abdullah b. Mesud ve diğerlerinden oluşan bir grupla Rasûlullah Mekke dışında gizlice namaz kılarlarken Ebû Süfyan ve arkadaşları tarafından görülmüş, hatta aralarında çıkan tartışmada Sa'd b. Ebî Vakkas eline geçirdiği deve kemiği ile karşılık vermek zorunda kalmıştı.[162]
Rasûlullah da'vetin ilk yıllarından başlayarak üç yıllık süre içerisinde sayıları az olmakla beraber birbirini seven ve Hz. Mu-hammed'e gönülden bağlanan bir toplum meydana gelmiştir. [163]
Aleni da'vet, yakın arkabalarmm inzar edilmesini emreden ayetle [164]başlamış, "Şimdi sen ne ile emrolunuyorsan kafalarını çatlatırcasma apaçık bildir. Müşriklerden yüz çevir" ayeti ile de aleni da'vet teyid edilmiştir.
Bu ayetlerin bildirilişinden sonra bir ara uzlete çekilen Rasûlullah daha sonra bazı akrabaları ve yeğeni Hz. Ali'nin desteği ile yakınlarım yemeğe da'vet etti. Onlara peygamberliğim ve getirdiği mesajı bildirdi. Ancak akrabalarından müsbet bir cevap çıkmadı.[165] Hz. Peygamber Hıcr suresinin 94. ayeti nazil olunca Safa tepesine çıkmış, bütün akraba ve Kureyş'i oraya çağırarak: "Ey Ka'b b. Lüey oğulları! Nefislerinizi ateşten koruyun. Ey Haşim oğulları, nefislerinizi ateşten kurtarın.."[166] diye hitap ederek; "Size şu dağın aşağısından bir takım süvarilerin gelmekte olduğunu haber vermiş olsam beni tasdik eder misiniz?" diye sorunca onların "evet" cevabı üzerine, "öyleyse ben, sizler için şiddetli bir azabın önünde, azabı açıkça bildiren bir peygamberim" deyince amcası Ebû Leneb; "Yazıklar olsun. Bizi bunun için mi buraya topla-din?" diyerek oradaki topluluk üzerinde de menfi bir etki yapmıştır.[167] Ebû Leheb'in ve karısı Ümmü Cemil'in İslâm'a karşı aldığı tavır sebebiyle Tebbet suresi inzal buyurularak onların ahiretteki makamı bildirilmiştir.[168]
Ai'tık bu aleni da'vetle müşrik, münafık ve Ehl-i Kitab'm küçüğü, büyüğü, köle ve hürü, kadın ve erkeği, kırmızı ve siyah, bütün mahlûkat da'vete muhatab olmuştur.[169]
Bundan sonraki dönemde RasûluUah bütün insanlara her fırsatta İslâm'ı anlatmaya başlamış ve yılmadan bu görevine devam etmiştir. [170]
Mekke bu dönemde içinde Kabe'yi barındıran dini ve siyasi bir şehir idi. Araplar dini görevleri olan Hac ibadetini ifa etmek için Mekke'ye gelirlerdi. İşte Rasûlullah hac sebebiyle Mekke'ye gelen putperest Arapları aleni da'vetten sonra İslâm'a çağırmaya başladı ve Mekke'den Medine'ye hicret edinceye kadar devam etti. Rasûlulah'ın çevre kabileleri da'veti Taife gidişle başlamıştır. [171]
Taif, dericilikle meşgul olan ve buradaki Sakif kabilesi fertlerinin bağları ve bahçeleriyle münbit topraklara sahip bir yerdir.
Rasûlulah amcası Ebû Talib'in ölümünden sonra Mekke'de kendisini koruyacak bir hami bulunmayınca O da Taife gitmeye ve orada hami aramaya çalıştı. Ancak Sakif in ileri gelenlerinden üç kardeş Abdü Ya'lil, Mesûd b. Amr ve Hubeyb b. Amr, Taif in idarecisi idiler. RasûluUah Taife gidince bunlarla görüşüp onları İslâm'a daVet etti. Fakat onlar Rasûlullah'm da'vetini kabul etmedikleri gibi ayak takımını kışkırtarak O'nu Taif ten kovdular.[172] Allah'ın Rasûlü buna üzülmemiş ve sığındığı bağm kölesi Addas'ın müslüman olmasına sevinmiş ve teselli bulmuştur.[173]
Mekke'de Kabe'nin bulunuşu ve Hac Öncesi Mekke civarında panayırların kurulması nedeniyle Araplar, hem dini hem ticarî faaliyetlere katılmak için Mekke'ye gelirlerdi. Mekke'ye Hac ve ticaret için gelen Araplara RasûluUah her fırsatta İslâm'ı anlatmış, yanında Ebûbekir ve Hz. Ali veya amcası Abbas olduğu halde Mekke civarında kurulan Ukaz, Mecenne ve Mina panayırlarında kabileleri da'vet imkanı bulmuş, ancak hiç birisinden müsbet netice alamamış, hepsinin tavrı inkar olmuştur.[174]
Rasûlullah'm bir günde onbeş ayrı kabileyi İslâm'a da'vet ettiği ancak bunların hiç birinin Allah'ın Rasûlünü kabule yanaşmadığı görülmüştür. Bunların yanında Rasûhıllah ile görüşmek üzere gelen ve sonunda müslüman olarlar da vardı. [175]
Allah'ın Rasûlü Mekke'de bulunduğu ve daVetine devam ettiği süre içerisinde pek çok tepkiler almış ve eza ve cefalar reva görülmüştür. [176]
Rasûlullah'ı gösterilen tepkilerin pek çok sebepleri vardır: [177]
Hz. Peygamberin,getirdiği İslâm'ı din olarak bildirince ve putların güçsüzlüğü ortaya çıkınca [178]ona cephe almaya başladılar. [179]
Haşimoğulları Kureyş içerisinde yaptığı hizmetlerle dikkati çekip, herkesin takdirini kazanmıştı. Abdülmuttalib'in ölümünden sonra idareye hakim olan Ümeyye oğulları ile Haşim oğulları arasında bir rekabet başladı. Bu rekabet islâm'ın gelişi ile düşmanlığa dönüştü. Bu düşmanlık diğer kabilelere de yayıldı. Nitekim Rasûlullah'a eza ve cefa yapanlardan Ebû Süfyan, Ukbe b. Ebî Muayt, Utbe b. Rebîa ve Şeybe Ümeyye ailesinden, Ebû Cehil, Velid b. Muğire gibileri Mahzum oğullarından, Ebu'l-Bahteri ve Zem'a b. el-Esved Benû Esed'den idiler. Bu rekabet Haşim oğullarına olan düşmanlıklarından dolayıdır. [180]
Cahiliye döneminde liderlerde "zengin olmak ve erkek çocuk sahibi olmak" gibi şartlar arıyorlardı. Halbuki Hz. Peygamber zengin değildi ve sadece hayatta kız çocukları vardı. Velid b. Muği-re, Umeyye b. Halef, Ürve b. Mesud gibileri bu özelliklere sahipti. Ümeyye b. Ebi's-Salt da kendini peygamber olarak görmek istiyordu.[181] Rasûlullah'ın İslâm adına getirdiği prensiplere karşı çıkıyorlardı. Çünkü Rasûlullah insanları Allah'a da'vet etmekle beraber, kötülüklerden sakınmayı, akraba, komşu hukukuna saygısızlık etmemeyi, zayıfların haklarını korumayı, akraba, komşu hukukuna saygısızlık etmemeyi, zayıfların haklarını korumayı, fuhuş ve her türlü kötülüklerden uzak durmayı emrediyordu. Halbuki bu davranışlar cahiliye Arabının belli başlı özelliklerin-dendi. İndirilen ayetler bu davranışları kınıyor ve bu Özelliklere sahip insanların değerinden (!) bahsediyordu.[182]
Mekke'de Kabe'nin bulunuşu dini açıdan ve çevresinde Hac Öncesinde kurulan panayırlar sebebiyle de ticari bir merkez idi. Bu panayırlar sebebiyle Kureyş hem ticari açıdan, hem de siyasi açıdan değer kapanmasını putperest olm.alan.na bağlıyorlardı. İslâm'ın gelişi ile bu ekonomik üstünlüklerinden mahrum olacaklarına inandıkları için İslâm'a ve müslümanlara karşı çıkıyorlardı. Çünkü Rasûlullah'a en çok eza cefa yapanların başında gelen Ebû Süfyan, Ebû Cehil, Amr b. Hadramî, Ümeyye b. Halef birer tüccar idiler. Elbette Kureyş'in en büyük gelir kaynağı olan ticaretten mahrum olmaları onlar için fevkalade önem taşıyordu. [183]
Hz. Peygamberin getirdiği İslâm dinine müşriklerin tepkileri çok değişik şekillerde olmuştur. Da'veti engellemek, Allah Rasûîünün hedefe ulaşamaması için alacakları en önemli tedbir idi. Müşrikler aleyhte faaliyette bulunmak suretiyle Rasûlullah'ın ve müslümanların faaliyetlerine engel oluyorlardı. Hatta Hz. Ömer'in müslüman olmasına kadar müslümanların Ka^be'de alenen namaz kılmamaları, da'vet mahallini evinde ve Mescid'de yürütemeyen Rasûlullah'ın Dâru'l-Erkam'a tanıması bunun en bariz Örneklerindendi, Ayrıca Rasûlullah Mekke'ye gelenleri ve panayırlarda insanları İslâm'a daVet ederken amcası Ebû Leheb; "O'na itaat etmeyiniz, O'nu dinlemeyiniz" diyerek O'nu takip etmiş ve da'vetine engel olmuştur.[184]
Rasûlullah'ın da'vetine karşı olan müşriklerin tepkileri münazara ve tartışma yoluyla da kendisini göstermektedir. Ancak Rasûlullah tartışmaya imkan nisbetinde girmemekte ve onlara Kur'an okumak suretiyle cevap vermekteydi. Nitekim yine bir defasında müşriklerin ileri gelenleri; "Ey Muhammedi Gel biz senin taptığına tapalım, sen de bizim taptıklarımıza tap. Böylece biz seninle bu konuda ortaklık yapmış oluruz..." deyince Kâfirûn suresi inzal buyurularak "Habibim şöyle de: Ey Kafirler! Ben sizin tapmakta olduklarınıza tapmam. Benim ibadet edeceğime de siz kulluk ediciler değilsiniz. Ben zaten sizin taptıklarınıza hiçbir zaman tapmış değilim. Siz de benim ibadet etmekte olduğuma kulluk ediciler değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim bana."[185]
Hatta müşrikler, Hz. Muhammed'e soracakları soru için Me-dineli yahudilei'den bilgi alıyorlar ve onunla çeşitli konularda tartışıyorlardı.[186]
Rasûlullah'm da'vetine çeşitli yollarla karşı çıkmayı prensip edinen müşrikler, sövüp saymak,[187] üzerine taş ve toprak atmak, bir takım incitici ve yakışıksız sözler sarfetmek [188]suretiyle O'nu arkadaşları arasında mahcup ediyorlar ve O'nu alaya alıyorlardı.
Bir ara vahyin kesilmesi üzerine "Rabbin seni unuttu" diyerek alaya almışlar, bir defasında da Rasûlullah'ı Habbab b. Eret ve Ammar b. Yâsir vb. ile otururken görmüşler ve onları hafife alarak Rasûlullah ile alay etmişlerdir.[189]
Yine bir gün Zem'a b. Esved ile birlikte bir grup müşrik, Rasûlullaha gelerek; "Keşke seninle beraber bir melek indirilsey-di de daima seninle beraber bulunup senden haber verseydi"[190] demeleri üzerine Cenâb-ı Hak En'am suresinin 9. ayetiyle cevap vermiştir.
Müşriklerin alay etmeleri sadece Rasûlullah için değil, diğer müslümanlarla da alay etmişlerdir. As b. Vâil, kendisinden alacağı olan Habbab b. Eret'e: "Muhammed'e küfretmedikçe bu alacağını asla sana vermeyeceğim" diyerek alay etmiştir.[191]
Bilhassa aleni da'vetten sonra Rasûlullah'm komşuları arasında bulunan Ebû Leheb ve Ukbe b. Ebî Muayt onun geçtiği yollara dikenler atmışlar ve işkembeler boşaltarak eza ve cefada bulunmuşlardır. Secdede iken üzerine saldırmak, O'nu çiğnemek, yeni kesilmiş deve işkembeleri koymak suretiyle eza ve cefaya devam etmişlerdir.[192]
Hz. Ömer, Rasûlullah'ı Kabe'de namaz kılıncaya kadar beklemek zorunda kalırdı.[193]
Rasûlullah bütün bunlara karşı sabır göstermiş ve ashabına da örnek olmuştur. Bu eza ve cefa sadece Rasûlullah'a değil aynı ölçüde bazan daha fazlası ashabına da yapılmaktaydı. Nitekim Ebû Bekir, Sa'd b. Ebî Vakkas, Zübeyr b. Avvam, Abdurrahman b. Avf gibi itibarlı kimseler dahi bu eza ve cefadan nasiplerini almışlardır. Ama kimse bu yaptıklarından dolayı ceza görmemiştir.
Ayrıca Mekke'de köle ve cariye durumundaki Hz. Bilal, Ammar b. Yâsir, Amir b. Fühey [194]gibilerine yapılan eza ve cefalar ise, had safhaya ulaşmıştı. Bunlar, müşriklerinlerin muameleleri karşısında her an ölümle burun buruna gelmekteydiler. Öldürmek, çıplak kızgın kumlar üzerine veya ateşe yatırarak işkence yapmak, demir zırhlar giydirilerek yakıcı sıcakta bırakarak, sokaklarda boynunda iplerle dolaştırmak, aç ve susuz bırakmak onlara reva görülen eza ve cefa şekilleridir.
Hatta müslümanlarm Rasûlullah'm izni ileTrlabeşistan'a hicret etme[195] istemeleri Kureyş'in müslümanlara yaptıkları eza ve cefamn bir neticesidir. [196]
Hz. Peygamber'in müşriklerle ve diğer din mensuplarıyla olan siyasi ve diplomatik münasebetleri Medine'ye aittir. Çünkü müslümanlar için Mekke'de bir devlet münasebetleri Medine'ye aittir. Çünkü müslümanlar için Mekke'de bir devlet mefhumundan bahsedilmesi mümkün değildi. Müslümanlar Mekke'de Da-rü'n-Nedve'nin sıkı baskı ve denetimi altında idi. Medine'de devle-.tin kuruluşu ile bu münasebet temin edilmiştir.
Medine'de Evs ve Hazrec kabilesine mensup iki kardeş kabilenin yanısıra yahudiler oturmakta idiler, Yahudilerin de kışkırtması ile Evs ve Hazrec kabileleri arasında devam eden savaş bu iki kardeş kabilenin birinin diğerine karşı itimatsızlığına sebep olmuştu. Bu yüzden birinin diğeri lehindeki sulh teklifi dahi güvensizlikle karşılanıyordu. Bunun neticesi olarak Medine'de kabileler arası bir ittifakı görmek imkansızdır. Hatta bu arada Hazreçli Abdullah b. Übey'in Medine'ye reis olma yolundaki gayreti Evsli-ler tarafından hoş karşılanmamış, dışarıdan bir idarecinin Medine'nin barışını sağlayacağı kanaati hasıl olmuştu. İşte Hz. Peygamberin Akabe biatları sonunda Medine'ye hicreti onlara bu imkanı sağlamıştı. Hz. Peygamber Medine'ye hicretten kısa bir süre geçtikten sonra kurmayı planladığı islâm devletinin otorite merkezi olarak Mescid inşa etmekle işe başladı. [197]
Hz. Peygamberin hicreti sırasında uğradığı Küba'da yaptırdığı ilk mescid'in hemen akabinde Medine'ye varır varmaz orada da hemen bir mescid yapma faaliyetine girişti. Hz. Peygamber yaptırdığı bu mescidleıie islâm devletinin ve hakimiyetinin temelini atmış oluyordu. Allah Rasûlünün yaptırdığı bu mescid, müslümanlar için bir ibadethane, kendisi için yaptırdığı ilavelerle bir saadethane ve hem de daVet işlerinin yürütüldüğü bir merkez haline geldi.
Hz. Peygamberin ve ashabının iştiraki ve gayretiyle kıblesi Kudüs'e doğru yapılmak suretiyle inşa edildi.[198] Bu mescid aynı zamanda müslümanlann eğitim ve öğretim merkezi idi. Mescidin arka tarafına küçük bir sufe yapılmıştır ki, burası kimsesiz müslümanlann barındıkları ve aynı zamanda ilim ile meşgul oldukları bir yerdi. Mescid bundan sonra da'vetçilerin, muallim ve valilerin yetiştirildiği yer oldu.
Hz. Peygamberin inşa ettiği bu mescid, dini ve kültürel faaliyetlerin yanısıra devletin önemli meselelerinin müzakere edildiği merkez durumundaydı. Çünkü Hz. Muhammed'den sonra gelen dört halife de aynı yolu takip ederek ilgili talimatları mescidden göndermişlerdir.[199]
Mekkeli müslümanlar, Medine'ye hicret ederken herşeyleri-ni orada bırakarak Medine'ye gelmişlerdi, işte Muhacir adı verilen Mekkeli müslümanlar ile Ensar adı verilen Medineli müslümanlar arasında kardeşlik tesis edilerek Muhacirlerin içinde bulundukları mahrumiyetten kurtarılmak istendi.
Bu kardeşlik hak, müsavat ve miras konusunda karşılıklı yardımlaşmaya ve sevgiye müteveccihti.[200] Rasûlullah'ın; "ikişer ikişer kardeşlesiniz" emri üzerine Muhacirler ve Ensar bir anda birbirlerini kucakladılar. Bununla bu iki grup arasında kan kardeşliğinden de üstün bir yakınlık meydana geldi.[201]
Bu kardeşliğin tesisi ile Muhacir müslümanlann zaruri ihtiyaçları bir anda karşılanmış oldu. Aynca Muhacirleri Medine'ye kabul eden Ensar, bu davranışı ile diğer müşrik Arap kabilelerinin düşmanlığını kazanmıştı. Bu kardeşlik ile düşmanlanna karşı ortak hareket imkanı sağlandı. Yine Medine'de kurulması gereken birlikte müslümanlann birinci derecede rol almalan gerekirdi. Bu durumda da müslümanlar güçlü olmak mecburiyetinde idiler. Kardeşlik tesisi onlara bu imkanı da sağladı. Medine'nin hazarda ve seferde korunması için de bu kardeşliğe ve yakınlaşmaya ihtiyaç vardı. Böylece kardeşlik tesisi onlara bu imkanı sağladı. [202]
Hz. Peygamber Medine'de kurduğu devletin sınııianm tesbit etmek için Ka'b b. Maliki görevlendirdi. Mescid merkez kabul edilerek 12 millik dairevi hudut Medine'nin sınırı oldu. Ka'b b. Ma-lik'in taşlarla tesbit ettiği hudut ile Medine'de Mekke gibi Haram bölge tayin edilmiş oldu. Aynca sınır tesbiti ile Mekke'ye karşı misillemede bulunulmuştur.[203] Sınırların tayin edilmesi devletin savunulması açısından da önemlidir. [204]
Rasûlullah sınırlan tesbit ettirdikten sonra bu sınırlar içerisindeki müslümanlann sayılmasını istedi, ilk yıllarda yapıldığı kabul edilen Nüfus sayımının,[205] müslümanlann askeri yönden sayısının bilinmesi, siyasi ve içtimai gücünün ortaya konulması açısından önemlidir.
Sayım sonunda ortaya çıkan 1500 rakamı önemli bir sayıdır. Her ne kadar nüfus sayımının yapıldığı yıllarda Medine'de 4000 putperest, 4000 yahudi varsa da[206] müslümanlar 1500 kişi olmalarına rağmen teşkilatlı olmaları, hem çevre ile hem de Medine içindeki yaptıkları anlaşmalarla toplum içinde birinci sırayı almışlardır.[207]
Hz. Peygamber kurduğu Medine devletinde sınır tesbitinden sonra, müslümanlarla arasındaki kardeşliğin ve dayanışmanın sağlanmasından sonra Medine'deki diğer din mensuplarıyla da anlaşarak iç bansın sağlanması yolunda çaba sarfetti.
islâm devletinin olduğu kadar dünyanın da ilk yazılı anlaşmasını teşkil eden Medine sözleşmesi, Hz. Peygamber'in başkanlığında bir devlet ve toplum gerçeğini ortaya koyuyordu.
Hz. Peygamber Medine'deki diğer din mensuplarıyla yaptığı bu andlaşma ile sahip olduğu dini iktidarın yamsıra siyasi iktidarı da ele geçirmiş oldu. Böylece Medine'nin hukuki, siyasi, beşeri, mali ve askeri statüsü belirlenmiş oldu.[208] Bu anayasa ile yeni bir nizam kurulmuş, parçalanmış olan Medine'yi tek toplum haline getirmiştir.[209]47 maddeden oluşan anayasada kan diyetinin durumu, harp esirleri, karşılıklı yardımlaşma, emân, askeri konular gibi pek çok meselelere açıklık getirilmiş, Medine sakinlerinin anlaşamadıkları bir hukuki davada Peygamberin hakem tayin edileceği hükme bağlanmıştır. Hiçbir mü'minin kâfir için Öldürüle-meyeceği, hiçbir kâfire mü'min aleyhine yardım edilemeyeceği, Kureyşlilerin ve ona tabi olanların müslümanlann emânında olamayacakları hükme bağlanan anayasada Medine'deki ehl-i kitap olan yahudilerin andlaşma muhatabı oldukları anlaşılmaktadır.[210]
Hz. Muhammed'in Medine'ye hicretten sonraki faaliyetleri ile devlet hüviyeti kazanan İslâm toplumu, içtimai, siyasi, iktisadi ve diğer konulardaki haklarını korumak ve da'vet görevinin yerine getirilmesi için yeni bir döneme girmiştir. Hz. Peygamber, gerek Mekke'de ve gerekse Medine'de Cihad ayeti inzal buyurulma-sına kadar müşriklerin bütün menfi davranışlarına sabretmiştir ve bu devrede muhataplarına karşı sulh yolunu tercih etmiş, onları çeşitli yollarla ve öğütlerle İslâm dinine da'vet etmiştir.[211] Ancak putperestlerin mü si umanlara karşı haddi aşan davranışları karşısında Cenâb-ı Hak müslümanlann takınacağı tavrı cihad ayet-leriyle bildirmiştir. Buna göre Fitneden eser kalmaymcaya ve İslâm'ın din olarak hakim olmasına kadar mücadeleye devam edilecek, can, mal, ırz korunacak, da'vetin önündeki engeller kaldırılacak, din hürriyeti temin edilecek ve İslâm toplumu tesis edilecekti.[212]
"Lâilâhe ilallah deyinceye kadar insanlarla (müşriklerle) harbetmekle emrolunduğunu" bildiren Rasûlullah,[213] "Ben rahmet peygamberiyim, ben harp peygamberiyim" diyerek kendisinin bir da'vetçi, aynı zamanda bir kumandan olduğunu açıkça ifade etmiştir.
Cihad ayetinden sonra Rasûlullah'ın müşriklere karşı yaptığı harp çağrısına müslümanlar icabet etmişler ve gönüllülerden oluşan bir ordu teşekkül etmiştir.[214] Harbe iştirak eden gönüllüler kullandıkları harp malzemelerini kendileri karşılardı. Sefere çıkacak ordunun mevcudu ve ordunun kumandam Rasflullah tarafından tayin edilirdi. Düşmana karşı tek vücüd çarpışmayı, her türlü zorlukta sabırlı ve metanetli olmayı tavsiye eden Rasûlullah, kendisi orduyu kumanda ettiği zaman orduyu kısımlara ayırır ve her kabileye de ayrı bayrak bağlardı.
Orduya erkeklerin yamsıra kadınların da iştirakleri uygun görülür. Kadınlar yaralıların tedavisi, Ölülerin nakli, yemek pişirilmesi ve su taşınmasıyla meşgul olurlardı. Ancak lüzumu halinde Ümmü Ümâre gibi kahramanca çarpışan kadınlara da rastlanmaktadır.[215]
Yol boyunca kılavuz kullanan Hz. Peygamber, kılavuzun ehil olması halinde müşrik veya müslüman olmasında bir beis görmezdi. Ancak müslüman tercih edilirdi.[216] Harbi bir hile olarak değerlendiren Hz. Peygamber sefere çıkacağı zamanı ve gideceği yeri kimseye bildirmez, hatta eşlerinin bile haberi olmazdı.[217] Bu donemde harbe katılan mücahidlerin özel giysileri olmadığı için birbirlerini tanımak için Parola kullanılırdı. Harpte "Ehad Ehad", "Ya Mansûr", "Ya Mansûr Emit, Ente Ente" gibi parolalar kullanan Hz. Peygamber, müşterek parolanın yanısıra bazen harbe iştirak eden her bir kabileye ayrı bir parola tayin ettiği de olurdu.[218]
Haber alma teşkilatına son derece önem veren Rasülullah, düşmanın genel durumu hakkında haber almak için keşif kolu, casusluk ve benzeri her yoldan istifade ederdi. Bazen bir çoban, bazen de bir tüccardan haber alınırdı. Elde edilen haberler dikkatle değerlendirilir. Harp için ashabının görüşlerini alarak karar verirdi. Hatta harbin yeri, başlama zamanı ve harp şekli hakkında dahi istişare etmeden karar vermezdi. Kendisine yapılan teklifleri değerlendirir, uygun ise, hemen uygulamaya koyardı.[219]
Harbteki insiyatifi elinde bulundurur, islâm'a da'vet etmeden kimseyle harp etmezdi. Seriyye gönderdiği zamanda da genellikle sabah ezanının beklenilmesini emreder,[220] ezan sesi duyulursa harp yapmaktan vazgeçerdi. Harp öncesinde mübareze yapılırdı. Harbi başlatan asla Rasûlullah olmazdı. Ancak haı-p başladıktan sonra da bir taraftan askerlerine güç verir, diğer taraftan Allah'a yardım için dua, ashabına da sabır tavsiye ederdi. Harpten Önce tarafların savaşmaması için arabuluculuk yapanlardan memnun olur, savaşta insan kanının dökülmemesini veya harbin uzamamasını, karşı tarafa geçici bazı maddi zararlar vermeyi uygun görürdü.[221]
Harp esnasında müslüman olan öldürülmez, isteyene emân verilirdi. Harp sonunda müşriklerin ölülerinin burunlarını, kulaklarını kesmek yasaklanmış,[222] düşman tehlikesi karşısında Salâtül-Havf adi verilen Korku namazı şeklinde namazlar kılınmış ama hem namaz, hem cihâd terkedilmemiştir.[223]
Rasûlullah'm karargahı harp boyunca korunmuş, hatta tehlikeli durumlarda Medine'deki evi dahi koruma altına alınmıştır. [224]Hz. Peygamber harbe katılacağı zaman kendilerinden emin olmadıkça bir müşrikin veya bir başka din grubunun yardımına başvurmamıştır.[225]
Harp esnasında müşriklerin mallarından faydalanılmasına izin verilmiştir.[226]
Harp sonrası Medine'ye geceleyin asla girmez, kuşluk vakti girer, geldiği zamanda Mescid'e girerek iki rekat namaz kılar, sonra evine girerdi.
Müslümanların harp boyunca kullandıkları malzemeler ca-hiliye döneminde kullanılan kılmç, kalkan, ok, yay, mızrak, kargı vs. gibi harp malzemeleridir. Deve ve attan istifade edilmiş, mancınık gibi ağır silahlar da kullanılmıştır.
Cihadın ilk yıllarında Cenâb-ı Hak müslümanlarm müşriklere karşı çarpışırken on müşrike karşı çarpışmalarını emretmiş, harpte sabır ve sebat göstermelerini de istemiştir.[227]
Hz. Peygamber gönderdiği seriyye kumandanlarına bazı tavsiyelerde bulunur ve bu tavsiyelere sıkı sıkıya uyulmasını isterdi. Bu tavsiyeleri şöyle özetleyebiliriz:
1. Allah'dan korkunuz.
2. Askerlere iyi muamele ediniz.
3. Ani baskın yapmayınız.
4. Cami gördüğünüzde veya ezan sesi işittiğinizde oraya harp açmayınız.
5. Onları mutlaka islâm'a da'vet ediniz.
6. Müslüman olduklarında elde edecekleri menfaatleri, reddettiklerinde de karşılaşacakları külfetleri hatırlatınız.
7. DaVete icabet edenlerin müslümanlıklarım kabul ediniz ve onları koruyunuz.
8. Karşı taraf saldırmadıkça harp etmeyiniz.
9. Harbe besmele ile başlayınız.
10. Savaş esnasında katliama girişmeyiniz, haddi aşıp kadın, çocuk, yaşlı, din adamı ve harbe gücü yetmeyenleri öldürmeyiniz.
11. İhanetten sakınınız.
12. Müşrik ölülere karşı nıüsîe yapıp, burun, kulak ve diğer azalarım kesmeyiniz.
13. İntikam hırsıyla hareket etmeyiniz.
14. Esirlere iyilikle muamele ediniz.
15. Ganimeti adaletle dağıtınız.
16. Müjdeleyici ve kolaylaştırıcı olunuz. [228]
Hz. Peygamberin Medine'de geçirdiği 10 yıllık süre içerisinde İslâm devletine ve müslümanlara yöneltilen saldırıları püskürtmek için bizzat kendisinin yönettiği [229] Gazve ve ashabından kumandan tayin ettiği 70 Seriyye tertiplemiştir.[230]
Hz. Muhammed'in yahudilere karşı yaptığı Kaynuka, Kurey-za, Hayber, VadilKura ile hiristiyanlara karşı (Bizans'a karşı) yaptığı Tebük gazvesinin dışındaki bütün seferler müşriklere karşı yapılmıştır. Büyük Bedir, Sevik, Uhud, Hamrau'1-Esed, İkinci Bedir, Hudeybiye, Umretü'1-Kaza ve Mekke'nin fethine ait olan gazveler de hep Mekke müşriklerine karşı yapılmıştır.
Hz. Peygamberin bizzat katıldığı Gazveler ve tayin edilen Se-riyyenin pek çok sebepleri vardır. Belli başlıları şunlardır:
Hz. Peygamber Mekke'de müslümanlarm sahip olamadığı devleti hicretten sonra Medine'de kurdu. Kurulan bu devlet, Mekke'de mevcut olan Şirk devletinin zayıf düşmesi demekti. Oysa tek devlet ve tek lider olarak kendilerini kabul ediyorlardı. İşte bu itibarlarını devam ettirmek için Mekke müşrikleri başta Bedir olmak üzere pek çok sefer tertiplemişlerdir.[231]
Rasûlullah işte kurduğu bu devletini korumak için ilk yıllardan itibaren hazırladığı askeri birlikleri sınırlara gönderdi, ilk yılın 7. 8. 9. aylannda Hz. Hamza, Ebû Ubeyde b. Haris ve Sa'd b. Ebî Vakkâs'm komutasındaki küçük birlikler bu maksatla gönderilen birliklerdir.[232] Bu küçük birlikler sınır boylarında İkrime b. Ebî Cehil, Ümeyye b. Halef gibi müşriklerin ileri gelenlerinin kervanlarına korkulu anlar yaşatmışlardır.[233]
Hz. Peygamber Medine'deki konumu itibariyle düşmanlarına karşı daima uyanık bulunmak mecburiyetinde idi. Çünkü zamanında gerekli tedbirleri alabilmek için dikkatli olması lazımdı. Kendisinin amansız düşmanı durumundaki Kureyşlilerin ahvalinden haberdar olmak için Abdullah b. Cehş komutasındaki küçük birliği Mekke ile Taif arasındaki Nahle mevkiine göndermişti.[234]
Ayrıca Rasûlullah duyduğu haberleri araştırmak için de bazı kişileri göndererek gerekli haberleri elde etmiştir. Nitekim Rifâa b. Kays'ın Medine aleyhinde yaptığı faaliyetleri araştırmak için İbn Ebî Hadred'i göndermiştir.[235]
Hz. Peygamber İslâm'a daVet ötmeden hiçbir toplulukla har-betmemiştir.[236] Rasûlullah müşrik Araplara müslüman olmalarını teklif etmiş, aksi halde kendileriyle harp edileceğim bildirmiştir. H.4. yılın Safer ayında Ebû-Bef â Amir b. Mâlik kendi kabilesini Isjâm'a da'vet edecek, İslâm'ı Öğretecek Mürşit istemişti. Hatta gönderilen heyetin emâmnda olacağım bildirmesi üzerine Rasûlullah'm da'vet için gönderdiği heyet, yolda kabile fertleri tarafından ihanete uğramıştı.[237]
Yine da'vet maksadıyla gönderdiği İbn Ebil-Avcâ Süleym oğullarım İslâm'a da'vet edince; "Senin da'vetine bizim ihtiyacımız yoktur" diyerek beraberindeki mücahitleri ok yağmuruna tutmuşlar ve İbn Ebil-Avcâ dışında hepsi şehit olmuşlardır.[238]
Hz. Peygamber, topraklarına saldıranlara karşı hep müdafaa yolunu tercih etmiş, bunun sonucu olarak iki ordu karşı karşıya geldiği zamanda müslümanların önce harbi başlatmamalarını is-temıştır.[239]
Müşrik saldırısına karşı Uhud'dan önce Medine'nin müdafaa edilmesini teklif etmiş,[240] Nadir oğullarının kışkırtması ile Medine'ye kadar gelen müşrik ordusuna karşı Medine'yi savunmak için hendek kazılmıştır.[241]
Hz. Peygamberin yaptığı harplerin sebeplerinden birisi de müşrik kervanlarının takip edilmesidir. Kervan takibinden maksat, onların mallarım yağmalamak değildir. Bilakis Kureyş'in can damarı olan ticari faaliyetlerine engel olmaktır. Böylece onları ekonomik yönden yıpratmaktır.
Bu maksatla Kureyş kervanları Medine yakınlarından geçerken Hz. Hamza, Ebû Ubeyde b. Haris ve Sa'd b. Ebî Vakkas seriy-yelerini bu amaçla göndermişti.[242] Bedir Gazvesi ise müşriklerin ticari faaliyetlerine ve dolayısıyla harp hazırlıklarına engel olmak için tertiplenmiştir. Çünkü Bedirin intikamı demek olan Uhud Gazvesi, Ebû Süfyan'm Şam ticaret kervanının geliriyle tertiplenmiştir.[243]
Ticari faaliyet Kureyş için son derce önemli idi. Bu ticari faaliyetin engellenmesi onların hiç hoşuna gitmezdi. Nitekim Mekke'ye Umre niyetiyle giden Sa'd b. Muaz'a Ebû Cehil'in sataşması üzerine Sa'd; "Eğer sen beni tavaftan menedersen ben de Medine'den geçen Şam ticaret yolunu keserim"[244] diyerek tehdit etmiştir. Gerçekten de müşriklerin rahat kervan takip edememeleri onları ileride Hudeybiye andlaşmasını imzalamaya zorlamıştır.[245]
Hz. Peygamber Mekke'de özlediği sulh ortamını Medine'ye hicretten sonra sağlamaya muvaffak olmuş, bununla da yetinmeyerek Medine'deki komşu kabilelerle de andlaşmalar imzalanmıştır.
Rasûlullah'ın bu anlaşma arzusu Mekke'ye kadar uzanmış ve Umre niyetiyle H.6 yılında gittiği Mekke'den Kureyşlilerle 10 yıllığına anlaşma yaparak dönmüştü.
Bu andlaşmaya göre Medineli müslümanların ve Kureyş'in dışındaki kabileler, müslümanlar veya Kureyş'in tarafına geçebilecekti. Buna göre Huzaalılar müslümanların yanında yer almışlardı.[246] Ancak Kureyş, anlaşmaya rağmen kendi tarafım seçen Benu Bekr ile Huzaaya saldırarak yapılan saldırmazlık anlaşmasına ihanet etmiş ve 20 Huzaalı'nm Öldürülmesine sebep olmuştu, işte Rasûlullah Huzaalılarm hakkını korumak için Kureyş'in yaptığı andlaşmaya ihanet etmesi üzerine Mekke'ye sefere çıkmış ve bu sefer Mekke'nin fethini sağlamıştır.[247]
Hz. Peygamber katıldığı Uhud gazvesinde mağlup duruma düşünce harbin galibi Ebû Süfyan, galibiyetin verdiği heyecanla ertesi yıl Bedir'de tekrar bulaşalım diyerek müslümanlara meydan okumuş, Rasûlullah da "Evet buluşalım" dedirtmişti.[248]
Hz. Peygamber ertesi yıl verdiği bu söze istinaden Bedir'e çıkmış, ancak Ebû Süfyan kıtlığı bahane ederek bundan vazgeçmiştir.[249]
Rasûlullah Mekke'yi fethettikten sonra putları ve tapmakları yıkmak için seriyyeler tertiplemiştir. Çünkü Mekke fethi ile Kabe putlardan temizlenmişti. Artık diğer putların ve puthanele-rin ayakta kalması son derece- anlamsızdı, işte bu maksatla Halid b. Velid'i Uzza putunu, Amr b. As'ı Suva' putunu, Sa'd b. Zeydİ Me-nat putunu, Ali b. Ebî Talib'i de Fels putunu, Muğire b. Şu'be'yi Lât putunu yıkmak için göndermişti.[250]
Rasûlullah'm yaptığı harpler incelendiği zaman onun amacının toprak genişletmek veya saltanat sürmek olmadığını görmekteyiz.
Yukarıdaki sebeplerin yamsıra, devletin itibarım korumak,[251] düşman ordusunu takip ve tecziye etmek,[252] müşrik kabilelerinin Medine'ye karşı harp hazırlığı içinde olmaları, müslümanlann elçisinin yolunu kesmeleri,[253] müslümanların mal, can, ırzlarının korunması, düşmanın yaptığı zarara misillemede bulunmak[254] gibi sebeplerden dolayı Rasûlullah'ın harbe çıktığını görmekteyiz. [255]
Hz. Peygamber'in müşriklerden esir aldığı ilk muharebe Abdullah b. Cahş Seriyyesidir. Osman b. Abdillah ve Hakem b. Keysân esir olarak Medine'ye getirilmiş, daha sonra fidye mukabili serbest bırakılmıştır.[256]
Bedir gazvesinde esir alman 70 kişi yapılan istişare sonunda fidye mukabili serbest bırakılmaya karar verilmiş, fidye veremeyenler de 10 müslüman çocuğuna okuma,yazma öğretilmesi karşılığında serbest bırakılmıştır.[257] Ancak Rasûlullah müşrik esirleri Medine'ye getirdikten sonra ashabına dağıtarak onlara iyi muamele edilmesini istemiş, sahabe de bu talimata uygun olarak kendi ihtiyaçlarını onlara vermişler ve kendileri hurma ile yetinmişlerdir.[258]
Hz. Peygamber elde ettiği esirleri, müşriklerin ellerinde bulunan esirlerle değiştirerek bazan bir müslüman esire mukabil müşrik bir esir, bazan da bir veya daha fazla müslüman esire karşılık bir müşrik esir serbest bırakılmıştır. Nitekim Sakif kabilesinin dostu olan Benû Ukayl'dan alman esiri, Sakif kabilesindeki iki müslüman ile mübadele etmiştir.[259]
Rasûlullah'm ilk esir aldığı Abdullah b. Cahş Seriyy e sindeki esir alman Osman b. Abdillah ve Hakem b. Keysan Medine'ye getirilmiş, ancak Hakem müslüman olunca karşılıksız, Osman b.Abdillah da fidye mukabili serbest bırakılmıştır.
Bedir harbi sonunda da ele geçirilen esirlerden 70 kişiden 2 tanesi yolda öldürülürken, diğerleri Medine'ye getirilmiş, yapılan istişare sonunda mali durumlarına göre 1000-4000 dirhem arasında fidye mukabili serbest bırakılması kararlaştırılmıştır.[260] Ayrıca okuma yazma bilip de fidyesini ödeyemeyenler de 10 müslüman çocuğuna okuma yazma Öğretmesi mukabilinde serbest bırakılmışlardır. [261]
Rasûlullah amacının harp olmadığım kanıtlamış ve her fırsatta bunu ispat etmiştir. Bedir harbi sonunda esir olan Ebû Azza el-Cumahî, kız çocukları olduğunu, fidye verecek kimsesinin olmadığını söylemesi üzerine Rasûlullah karşılıksız serbest bırakmıştır.[262] Benu'l-Mustalik Gazvesinde de esir edilen 600 kişi, Mustalik oğulları reisinin kızı Cüveyriyye'nin müslüman olarak Rasûlullah'la evlenmesi üzerine, "Biz Rasûlullah'm eşinin akrabasını esir etmeyiz" diyerek 600 kişi sahabe tarafından serbest bırakılmışlardır.[263]
Hz. Peygamber Mekke Fethi günü de yıllardır kendisine karşı çıkan, O'nu Mekke'den Medine'ye hicret etmeye zorlayan Kureyş-lileri Fetihten sonra affetmiş ve hiçbirisini esir etmeyerek: "Hepiniz serbestsiniz" diyerek geçmişteki düşmanlığa son vermiştir.[264]
Hatta Rasûlullah insan hürriyetine gösterdiği ehemmiyetin işareti olarak Huneyn esirlerinin serbest bırakılmasını istemesi üzerine elindeki esirleri karşılıksız serbest bırakmayan sahabeye Beytülmal'den fidye ödeyerek serbest bırakmıştır.[265]
Hz, Peygamber harp sonunda ele geçen esirleri köle olarak dağıtmış, ancak hemen akabinden kendi hissesine düşeni müşrik dahi olsa çeşitli yollarla affetmek suretiyle hür insanların köleleş-tirilmesine razı olmamıştır.[266]
Kur'ân-ı Kerim'de harp esirlerinin köleleştirilmesi hakkında bir emir bulunmamakla beraber, "...Allah'ın sana ganimet olarak nasip ettiklerinin sağ elinin malik olduğu kadınları (cariyeleri)... sana helal kıldık"[267] ayeti ile esirlerin kölelesürümesine hükme-dilmiştir. Muhammed suresinin 4. ayeti ise, müşrik esirlere yapılacak muamele hakkındadır. Müşrik olan esir kadına müslüman olmadığı müddetçe yaklaşılması uygun görülmemiş,[268] ancak hizmetlerde kullanmak caiz görülmüştür.
Ancak Rasûlullah harplerde alman esirlerin asla köleleştiril-mesini düşünmemiş, insanları esir alıp köleleştirmek için de harp yapmamıştır. [269]
Hz. Peygamber Medine'ye saldıranlara, huzursuzluğa sebep olanlara karşı sabır ve metanetle müdafaa etmeyi tavsiye etmiş, ele geçen esirler içerisinde öldürülmesi gerekenler varsa, onlar da öldürülmüştür.[270] Nitekim Bedir esirlerinden Nadr b. Haris ve Uk-be b. Ebî Muayt'ın müslümanlar için yaptıkları zulme karşılık idamı uygun görülmüş ve idamlar infaz edilmiştir.[271]
Mekke fethi günü herkesi affetmesine rağmen Mikyes b. Sübâbe, Huveyris b. Haris b. Nukayz ve ibn Hatal tslâm aleyhindeki faaliyet ve komplolarından dolayı Öldürülmüşlerdir.[272]
Hz. Peygamber müşrik esirlere karşı genellikle af yolunu tercih etmiştir. Müşrik elindeki esirlerin kurtarılması için mübadele yolunu tercih etmiş, gücü yetenlerden fidye almış veya karşılıksız serbest bırakmıştır. Toplu katliam yerine af yolunu seçmiş, fakat öldürülmesinde fayda mülahaza edilenlerin de öldürülmesi emredilmiştir. [273]
Hz. Peygamber müşrik esirler gibi müşrik ölülere de merhametle davranmış ve onların müslümanlara yaptıkları insanlık dışı muameleyi yasaklamıştır. Müşrikler müslüman ölülere reva gördükleri uzuvlarım kesmek ve süs eşyası vegerdanlık yapmak, kafataslarmda şarap içmek gibi gayr-i insani davranışlarda bulunurlarken, Rasûlullah onların Ölülerine bile merhametle davra-mlmasını emretmiştir.
Müşrikler Rasûlullah ile yaptıkları Bedir muharebesinde 70 esire mukabil 70 de Ölü vererek Mekke'ye kaçmışlardı. İçlerinde çok değerli kabul ettikleri kişileri bile gömme cerasetini göstere-memeleri üzerine Rasûlullah üç gün Bedir'de kalarak müşrik Ölüleri de defnederek onları telef olmaktan korumuştur.[274]
Uhud harbinde müslümanların mağlup olmaları üzerine müşrikler harpteki şehidlerin burun ve kulaklarını hatta avret mahallerini kesmişler ve karınlarını varmışlardır. Fakat bunlara müşriklerin kumandanı Ebû Süfyan engel olmamıştır.[275]
Uhud'da Ebû Süfyan'm karısı Hind harbe katılan diğer kadınlarla birlikte şehidlere her türlü hareketi reva görmüşler, Hz. Hamza'nm ciğerini dişlemişler, Abdullah b. Amr'ın cesedini tanınmaz hale getirmişlerdir.[276]
Hendek harbinde müşriklerin Nevfel b. Abdillah'ın cesedini parayla satın almalarına razı olmamış, onlara cesedi karşılıksız teslim etmiştir.[277]
Hatta Rasûlullah sulh zamanında da Medine'ye hicretten sonra yaptıracağı Mescid'in yerindeki müşrik ölüleri itina ile başka tarafa naklettirmiş [278] ve hangi dine mensup olursa olsun ölüye gereken hürmeti göstermiştir. [279]
Hz. Peygamber cahiliye döneminden itibaren daima sulh taraftarı olmuş, hatta o dönemde yapılan Hılful-Fudûl adlı andlaş-maya müşahid olarak katılmıştır.
Mekke döneminde müşriklerin menfî tavrından dolayı bir sulh ortamına kavuşamayan Rasûlullah Medine'ye hicretten sonra burada sağladığı sulh ortamından yararlanarak çevre kabil lerle de andlaşmalar yapmıştır. Bu andlaşmalann pek çok gav^ vardır. Belli başlıları şunlardır: [280]
Rasûlullah Medine'ye hicretten sonra buradaki bozulmuş asayişi yeniden sağlaması için Medine'de yaşayan herkesin iştirakiyle sağladığı bir andlaşma yapmış ve buradaki müslim - gayrı müslim herkes Rasûlullah'm başkanlığında "ümmet" adım almıştır. [281]
Medine'de kurulan îslâm devletini bilhassa Mekke müşriklerine karşı varlığını ve itibarını koruması için Medine'de yaptığı andlaşmaya şu maddeyi dikte ettirmişti:
"Hiçbir müşrik, bir Kureyşlinin mal ve canını himayesi altına alamaz..." (Madde 20 B). Böylece Medine'de ikamet eden kim olursa olsun bilhassa Medine'deki müşrikler Medine devletine zarar verecek hiçbir davranışta bulunmayacaklardı. [282]
Her devlet komşularıyla iyi geçinmek durumundadır. Rasûlullah Medine'de bir devlet kurduğu zaman komşularının müşrikler olduğunu biliyordu. Onların menfi tavırlarına engel olmak ve onlarla dostluk kurabilmek için Damre, Müdlic, Gıfar ve Cüheyne oğulları ile birer antlaşma yapmıştır. Böylece hem siyasi hem de ticari açıdan uzlaşma zemini bulmuştur.[283]
H.6 yılında Umre niyetiyle Mekke'ye gitmek üzere yola çıkan Rasûlullah, müşriklerin onları Mekke'ye sokmaması üzerine Hu-deybiye'ye gitmiş, oradaki bir takım yapılan diplomasinin sonunda Mekke müşriklerinin sulh teklif etmeleri üzerine Rasûlullah genellikle onların şartlarına uyarak andlaşma yapmıştır.[284]
Yine H.9 yılında müslüman olmak üzere gelen Taiflilerin ileri sürdükleri teklifleri dinlemiş, îslâm prensiplerine aykırı olanların dışındaki diğer teklifleri kabul ederek onlarla anlaşma yapmıştır.[285]
Hz. Peygamber tebliğ ettiği esaslara tezat teşkil eden andlaşmalar yapmamıştır. Andlaşmalarda şahid, imza veya mühür kullanılmış, böylece andlaşmaların geçerliliği ve devamlılığı sağlanmıştır.[286]
Rasûlullah komşusu Damre oğulları Reisleri Mahşi b. Amr ile H, II yılının safer ayında bir andlaşma yaptı.[287]
Besmele ile başlanılan andlaşmada karşılıklı yardımlaşma ve birbirlerine saldırmamak hükümleri yer almıştır.[288]
Rasûlullah Benû Gıfar ile karşılıklı yardımlaşmak ve birbirlerine destek olmak ve karşılıklı komşuluk münasebetlerim zedeleyici davranışlardan sakınmak gibi şartlan taşıyan bir andlaşma yapmışlardır.[289]
Rasûlullah'm komşusu Cüheyne oğulları ile yaptığı andlaşmada da karşılıklı saldırmazlık paktı hazırlanmış, her türlü saldırıya karşı yardımlaşmak kayıt altına alınmıştır. Cüheyne oğulları andlaşmaya bağlı kaldıkları sürece müslümanlarm himayesi altında olacakları da garanti edilmiştir. Henüz H.l. yılında müslümanlarm başka bir kabileyi himaye altına alabilecek güce gelmesi açısından bu andlaşma son derece önem taşımaktadır.[290]
Hz. Peygamber komşuları Benû Müdlic ve Benû Damre'nin müttefiki olan kabilelerle yaptığı andlaşmalar da karşılıklı yardımlaşmak esaslarını taşımaktaydı.[291]
Yine Rasûlullah Gatafan oğullarıyla da reisleri Uyeyne b. Hısn ile Medine'ye ait otlaklarda hayvanlarını otlatmak üzere andlaşma yapmıştı. Çünkü Gatafan arazisi hem az hem kuraktı. Ancak Uyeyne b. Hısn daha sonra müslümanlara karşı Hendek harbine katıldığı için, Rasûlullah da onlara karşı sefere çıkmak durumunda kalmıştı.[292]
Hz. Peygamber müşriklerin müslümanlara karşı giriştikleri Hendek muharebesi sonunda oradaki husumete son vermek için Umre yapmak niyetiyle Medine'den çıkmış, ancak Mekke müşrikleri müslümanlan Mekke'ye sokmamışlar, Rasûlullah da bir uzlaşmanın olması düşüncesiyle Hudsybiye'ye gitmişti.
Karşılıklı gönderilen delegelerin geliş-gidişleri, müslümanlarm delegesi Hz. Osman'ın Öldürüldüğüne dair haberin yayılması, müslümanlarm "Rıdvan Beyatı"na katılmaları müşrikleri korkutmuş ve müslümanlarla andlaşma yapmak üzere Süheyl b. Amr'ı göndermişlerdir.[293]
Hz. Ali'nin katiplik yaptığı andlaşmada Rasûlullah'm "Besmele" ile başlanılmasına ve kendisinin "Allah'ın Rasûlü" olarak andlaşma metnine yazılmasına karşı çıkan Süheyl b. Amr ile şu şartları muhtevi bir andlaşma yapılmıştır:
1. Müslümanlar Kabe'yi ziyaret etmeden Medine'ye dönecekler, ertesi yıl gelip sadece üç gün Mekke'de kalabilecekler.
2. Medine'deki müslümanlardan Mekke'ye iltica edenler iade edilmeyecek, Mekke'den Medine'ye iltica edenler iade edilecektir.
3. On sene birbirleriyle savaşmayacaklar.
4. Arap kabilelerinden dileyen Mekkelilerle, dileyen Medine-lüerle ittifak kurabilecek. Buna göre Benû Bekr müşriklerin, Hu-zaa da müslümanlarm tarafına geçmiştir.
5. Hz. Muhammed Mekke ahalisinden hiçbir kimseyi beraberinde götürmeyecek, müslümanlardan Mekke'de kalmak isteyenlere engel olmayacak.[294]
Görünüşte müslümanlarm aleyhine gibi görünen bu andlaşma ile kısa sürede müslümanlarm lehine büyük gelişmeler olmuş. H.l. yılında sadece 3.000 muharip çıkarabilen müslümanlar, H.8 yılında 10.000 muharip çıkarabilecek güce ulaşmışlardır.[295]
Rasûlullah diğer müşrik kabilelerle de yaptığı andlaşmalar gibi Kureyşlilerle yaptığı andlaşma hükümlerine sadakat göstermiş, hatta o esnada Süheyl b. Amr'ın oğlu Ebû Cendel müslümanlarm safına katılmak istemiş, ancak Rasûlullah Ebû Cendel'i kabul etmemiştir.[296]
H.IX. yılında müsiüman olmak üzere Medine'ye gelen Taifli-ler bazı şartlar ileri sürüyorlardı. Ancak bu şartlardan îslâmî prensiplere ters düşenler vardı.
Bu tekliflere göre Taifliler, günlük namazlardan, zekattan, hacdan ve cihaddan muaf olacaklar, puta tapacaklar, içki içip fuhuş yapacaklar ve faize izin verilecek, Taif Mekke gibi mukaddes şehir olacaktır.[297]
Rasûlullah, bütün bunları dinledikten sonra tekliflerin yersizliğini anlatarak bu şartların islâm toplumunun oluşumuna tezad teşkil ettiğim bildirmiş ve onların ancak gerçek islâm'a muhalif olmayan diğer tekliflerini kabul ederek bir andlaşma metni hazırlamıştır.[298]
Rasûlullah hicretin ilk yıllarında Eşca oğullarıyla da andlaşma yapmıştır. Reisleri Nuaym b. Mesud el-Eşcaî ile karşılıklı yardımlaşmayı taahhüd etmişler ve birbirleriyle dostane münasebetlerinin devam etmesini kararlaştırmışlardır.[299]
Abd b. Adiy oğullarıyla da H.V. yılında andlaşma yapan Rasûlullah onlara Kureyşle harp etmeyi teklif etmiş, ancak onlar; "Biz Kureyş'in dışındakilerle harbederiz. Ancak Kureyşle harp etmeyiz" demişlerdir.[300] Bu şartın dışında Abd b. Adiy oğulları karşılıklı diyet konusunda da müslümanlarla anlaşmışlardır.[301]
Rasûlullah'm müşriklerle yaptığı andlaşmalarla;
1. Medine'de sulhu temin etmiş, burası müslümanlar için emniyetli bir şehir olmuş, Medine'nin dış güçlere karşı beraberce savunulması sağlanmıştır.
2. İyi komşuluk ilişkileri kurulmuş ve karşılıklı yardımlaşma temin edilmiştir. Komşularla sağlanan dostluk, ticari faaliyetlerin gelişmesine sebep olmuş, müşriklerin ticari faaliyetleri de sekteye uğramıştır.
3. Bu andlaşmalar islâm'ın sulh yoluyla yayılmasına imkan hazırlamış, şirk yerine islâm'ın hakimiyetini sağlamıştır. [302]
Hz. Peygamber'in müşriklerle diplomatik münasebetleri Mekke dönemine dayanmaktadır. Temim kabilesi reislerinden Ekseni b. Sayfî Rasûlullahla görüşmek istemiş, ancak akrabaları onun yaşlılığını ileri sürerek yolculuğa çıkmasına engel olmuşlardı. Bunun üzerine Eksem oğlu ile bir mektup yazarak Rasûlul-lah'a göndermiş,[303] Rasûlullah da bu mektubu alarak tüm Temim-leri İslâm'a daVet mahiyetinde bir mektup göndermiştir.[304]
Rasûlullah'm Eksem b. Sayfî ile başlayan diplomatik münasebeti, Medine'de daha da gelişmiş ve Temim kabilesine dokuz ayrı mektup göndermiştir.[305]
Hz. Peygamber'in Mekke dönemine ait bir başka diplomasi örneği Habeşistan Necaşisi'ne gönderilen mektuptur. Ca'fer b.Ebî Talib başkanlığındaki ikinci Habeşistan heyeti Habeşistan'a giderken başkanları Ca'fer'e, Rasûlullah, Necaşi'ye iletilmek üzere bir mektup yazmıştı. Bu mektup hem bir da'vet mektubu, hem de Habeşistan'a giden m islümanlann hayatlarının garanti edilmesini sağlamaktı.[306]
Bedir harbi sonunda müşriklerin mağlup olmaları üzerine intikam almak için Amr b. el-As ve Umâre b. Velid Necaşi'ye gitmişler ve oradaki müslümanlara eza-cefa yapılmasını istemişler, ancak Rasûlullah Amr b.Ümeyye ed-Damrî'yi elçi olarak göndererek müşriklerin Necaşi nezdindeki menfi propagandalarını bertaraf etmek istedi ve buna muvaffak oldu.[307] Aynı elçi Amr b. Ümeyye ed-Damrî, Hudeybiye'den sonra tekrar Habeşistan'a gönderildi. Bu defa yazdığı mektupla Necaşi'yi hem islâm'a da'vet ediyor, hem de Ebû Süfyan'ın Habeşistan'da bulunan kızı Ümmii Habibe'nin kendisine nikahlanma sini istiyordu.[308]
Hz. Peygamberin diplomatik münasebeti Medine döneminde hızlanmış, Hudeybiye musalahası öncesinde de karşılıklı diplomasi büyük değer kazanmış ve her iki tarafın elçilerinin gelip gitmesi sonunda Hudeybiye musalahasmm imzalanması sağlanmıştır. [309]
Hz. Peygamber, Mekke müşrikleriyle yaptığı Hudeybiye Andlaşması ile 10 yıllık mütareke döneminden istifade ederek bütün din mensuplarına islâm'a da'vet mektubu göndermiştir.[310]
Rasûlullah da'vet mektupları yazmayı planladığı zaman mektupların altının mühürlenmesi gerektiği fikri ortaya atıldı. Bunun üzerine üç kelime ve üç satırdan oluşan şeklinde gümüşten bir mühür yaptırıldı. Bu mühür alttan üste doğru okunduğu zaman "Muhammedün Rasûlullah" ifadesini taşıyordu.
Elçiler gönderilirken gidecekleri yerin durumu ve şartlarına en ehil olanlardan seçilirdi. Gidecekleri yerin az çok lisanına vakıf, örf ve adetlerinden haberdar, fizik olarak güzel, kurnaz, güzel söz söyleyebilen, ikna kabiliyeti olan, dinin hükümlerini bilen ve hayatında yaşayanlar arasından seçilmiştir."[311]
Rasûlullah elçiler gönderirken onlara bir de mektup verirdi. Bu mektuplar deri parçalarına veya diğer yazı malzemelerine yazılırdı. Ayrıca katiplerin vasıtasıyla yazılan mektuplara "Besmele" ile başlanılır, sonra "Allah'ın Rasûlü Muhammed"den denildikten sonra muhatabın isim ve vasfına uygun bir hitabta bulunurdu. Daha sonra mektubun amacına uygun bir muhteva yer alır ve sonunda mektubun altı da mühürü ile mühürlenirdi.[312]
Rasûlullah'm gayr-i müslimlere gönderdiği elçiler, başta da'vet olmak üzere, müslümanlarla karşı taraf arasında meydana gelen bir takım problemler için gönderilmiştir. Bu diplomaside daha çok esir mübadelesi, düşman hilesine engel olmak, yabancılar yanındaki müslümanlann durumu, muahede akdi gibi konular yer almaktaydı.[313]
Hz. Peygamber hangi maksatla giderse gitsin elçilere "müjdeleyin, nefret ettirmeyin, kolaylık gösterin, güçleştirmeyin" tavsiyesinde bulunmuş,[314] kendisinin rahmet Peygamberi olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca elçilere geceleyin gidecekleri yere gitmemelerini, güzelce temizlendikten sonra iki rekat namaz kılıp Allah'a duadan sonra mektuplarını vermelerini öğütlemiştir. Elçilerin görüşecekleri kişilerle[315] irtibatlarını sağlamak üzere bazı kimseleri aracı yapmalarım da öğütleyen Rasûlullah, muhatablarına verilmek üzere elçilere hediyeler takdim ettiğini görüyoruz.[316]
Elçiler Rasûlullah'tan aldıkları talimata göre hareket etmişler, ancak gittikleri yerin gayr-i Islâmî protokol kurallarına uymamışlar ve o günün adeti olmasına rağmen hiçbir şahsın önünde eğilmemişlerdir.
Hz. Peygamber islâm'a da'vet için komşu devlet başkanlarına da elçiler göndermiştir. Bizans'a Dıhyetü'l-Kelbî, Habeşistan'a Amr b. Ümeyye ed-Damrî, iran'a Abdullah b. Huzâfe es-Sehmî, Mısır'a Hâtıb b. Ebî Beltea gönderilirken Gassan'a Şücâ' b. Vehb ve Yemâme'ye Selit b. Amr gönderilmiştir.[317]
Rasûlullah'ın gönderdiği bu altı devletten Bizans, Mısır, Habeşistan, Gassân ve Yemame idarecileri Hrıstiyan, Iran Kisrası ise Mecûsi idi. Bunların dışında din ayırımı gözetilmeksizin ulaşılabilen her tarafa elçiler ve da'vet mektupları gönderilmiştir.
Hz. Peygamber Arabistan dahilindeki herbir müşrik kabileye de elçiler göndermiş ve onları da islâm'a da'vet etmiştir. Bu konuda Ibn Sa'd et-Tabakâtü'1-Kübrâ isimli eserinde uzunca bir liste vermektedir.[318]
Rasûlullah Hudeybiye Musâlahası ile 10 yıllık bir mütarekeden istifade ederek Arabistan dahilindeki putperest kabilelere ve Arabistan dışındaki devletlere da'vet mektubu göndermişti.
Bunun neticesi olarak bilhassa Arabistan dahilindeki putperest kabileler müslümanlarla başa çıkmanın mümkün olmadığım görünce heyetler halinde İslâm'a girmeye başlamışlardır.[319] Elçilerin ve heyetlerin Medine'ye gelmiş oldukları bu IX. yıl "Senetü'l-Vüfûd" diye isimlendirilmiştir.
Reisler veya heyetler halinde Medine'ye gelen kabile mensupları hem müslüman olduklarını bildiriyorlar hem de andlaş-malar yaparak kabilelerine dönüyorlardı.[320]
Medine'ye gelen elçilerin geliş sebeplerini şöylece sayabiliriz:
Kabilelerinin müslüman olduklarım bildirmek, islâm'ı öğrenmek ve öğrendiklerini kabilelerine öğretmek, islâm'ı tebliğ edecek, dini öğretecek mübelliğler ve öğretmenler istemek, şartlı olarak islâm'ı kabul etmek, dünyevî menfaatlar elde etmek, tarafsızlık andlaşması yapmak, Cizye üzere andlaşma yapmak, Hz. Muhammed'le ilmî ve dinî münakaşalarda bulunmak, Rasûllul-lah'dan sonra onun makamına ve otoritesine ortaklık teklif etmek ve devlet arazisini paylaşmak, Rasûlullah'ın gücünü öğrenmek, Hz. Muhammed'e suikastta bulunmak.[321]
Medine'ye gelen heyetlerden Müzeyne, Selâman, Tay, Becîle gibi bir çok kabile temsilcileri kabile halkının müslüman olduğunu bildirmek için gelmişlerdir.[322]
Sakîf kabilesi reislerinden Urve b. Mesud, Abdülkays kabile reislerinden Cârûd islâm'ı öğrenmek ve öğrendi 'erini kabilelerine öğretmek için Medine'ye gelmişlerdir.
Ebû Bera Amir b. Mâlik, Kilâb kabilesinin İslâm'a da'vet edilmesi için irşad heyeti gönderilmesi için gelmişti.[323]
Şartlı olarak islâm'ı kabul etmek için Medine'ye gelen Sakîf heyetinin yanışı[324] dünyevi menfaatlar için de gelen elçi Hevze b.Ali ve Müseylime adına gelen elçiydi. Rasûlullah Hevze b. Ali'ye; "Benden bir hurma dalı dahi isteseydi onu bile vermezdim"[325] demiştir.
Medine'ye dinî ve ilmî münakaşalar yapmak, müslüman olmadıkları halde cizye vermek suretiyle müslümanlarla andlaşma yapmaları için gelenlerin başında Necran heyeti gelir.[326]
Amir b. Sa'saa ise Hz. Peygamber'in durumunu ve gücünü öğrenmek ve bir fırsatını bulup O'nu öldürmek için Medine'ye gelmiştir.[327]
Medine'ye daha çok müslüman olduklarım bildirmek için gelen heyetler Medine hududunda karşılanır. Heyetler Rasûlullah'ın yanma teşrifatçı ile beraber gelirlerdi. Daha önce Medine'de gelen kabileden sahabi varsa bu teşrifatçılığı o yapardı.[328]
Elçiler hangi maksatla gelirlerse gelsinler iyilikle karşılanır, güleryüzle muamele edilirdi.[329]
Elçiler Mescid'de, Remle bint Hâris'in veya Abdurrahman b. Avf in evinde ağırlanırdı. Heyetlere ekmek, süt, eritilmiş yağ ve hurma ikram edilirdi. Rasûlullah elçilerle Mescid'deki "Üstüva-netü'l-Vüfûd = Sefirler Sütunu" adı verilen yerde görüşürdü, onların dertlerini ve taleplerini dinler ve yakından ilgilenirdi.[330]
Elçileri kabulü esnasında kendisi özel kıyafetler giyer, ashabının da özel kıyafetler giymesini isterdi.[331] Rasûlullah'ın elçilerle görüşmesi o kadar samimi oluyordu ki, diplomatik münasebetlerdeki resmiyet ve donukluk, eriyip gidiyordu.[332]
Medine'ye gelen heyetlerin ağırlanmasında Hz. Ebû Bekir görevlendirilmişti.[333] Onun emrinde görev yapan diğer teşrifatçılar vardı.
Heyetler Kur'an ve îslâmi emirleri ve yasakları Öğrenmek için Medine'de uzun süre kalmışlar, sonunda imtihan ederek içlerinde en çok bilgisi olanı heyet reisi olarak tayin etmiş ve idareci tayın etmiştir.[334]
Heyetler Medine'den ayrılmak istediklerinde kendilerine izin verilir, örf ve adet olarak yanlış telakkileri varsa onlar izale edilir,[335] kendilerine hediyeler verilerek uğurlanırdı.
Heyetler Medine'den ayrılırlarken 5 ile 12,5 Ukiye arasında değişen hediyeler verilerek uğurlamrlardı. Çocuklar bile hediyeden mahrum edilmemiştir.
Gerçekten Rasûlullah'm yanma gelip O'nu görmüş olan elçiler onun mütevazi halini, ashabının O'na karşı davranışlarım gördükçe hayret içinde kalıyorlar, döndükleri zaman bunları anlatmaktan kendilerim alamıyorlardı.[336]
Hz. Peygamber risâletle görevlendirildiği günden itibaren daVeti bütün insanlığa olmuş, müşrik, yahudi ve hristiyanlardan islâmiyet'i kabul edenler olmuştur.
Rasûlullah 13 yıl boyunda da'vetini Mekke'de sürdürmüş, ancak kavmi olan Kureyşlilerin büyük kısmı islâm'ı kabul etmedikleri gibi O'nu Mekke'den Medine'ye göç etmek zorunda bırakmışlardır. Medine'de başta Kureyşliler olmak üzere putperestlere ve diğer din mensuplarına karşı sayıları 30'u bulan Gazveler ve yine sayıları 70'e varan Seriyeler tertiplemiştir.
Arabistan'ın ve putperestlerin en büyük kuvvetine karşı Hendek muharebesiyle Medine'yi savunmuş,Mekke müşrikleriyle
ELÇİ |
Gönderildiği Yer/ Hükümdar |
islam'a Girişi |
Diğer Nitelikleri |
Elçiliğin Sonucu |
l-Hatıb b. Beltea |
Mısır/ Mukavkıs |
Bcdrî, Hudcybi-ye'de bulundu |
Kurcyş'in iyi atabinenlcrindendi. Cahiliyc devrinde şairdi |
iyi karşılandı; hediye ile döndü |
2- Dıhye b. Halife el Kelbî |
Bizans/ Hcraklius |
Eski; çeşitli savaşlara katıldı |
Yakışıklılığı dillere destan biriydi |
tyi karşılandı |
3- Salît b. Amr el-Amirî |
Ycmame/ Hevzc b. Ali |
Eski, Bcdrî |
Ycmamc'ye gidip gelirdi. Hükümdarını tanıyordu. Kardeşi Suhcyb. Anr,Kureyş adına Hudcybiye sulhüne katılmıştı. |
Hevze, idareye katılmayı, müslüman olması için şart koştu |
4- Suca b. Vehb el-Esedî |
Dun aşk/ el-Haris b. Ebİ Şemr el-G assam |
Bedri, islâm'a ilk girenlerden |
Habeşistan'a hicret etti. |
Kötü karşılandı |
5- Abdullah b. Huzafe es-Schmî |
Faris-Ebrevîz b. Hürmüz |
Bedri |
Ebreviz'e sık sık giderdi. Rum meliki onu Hz. Ömer'in gönderdiği bir savaşta esir elli. Hıristiyan olmasını ve işe ortaklığını teklif etti. Kabul etmedi. Asılarak oka tutuldu. Korkmadı. içinde kaynar su bulunan bir kapta müslüman bir esir önüne konuldu. Esirin kemikleri görünüyordu. Kendisinin de Hrİstiyan olmazsa atılacağını söylediler. Ağladı. Niçin ağladığı soruldu. Şöyle dedi: "Keşke yüz canım olsaydı da, herbirini bu yolda feda etseydim" Bunun üzerine serbest bırakıldı. |
Mektubu parçalandı Savaşla '.ehdid edildi |
6- el-Alâ b. el-Hadramî |
Bahreyn - el-Münzir b. Sâvâ |
Seçkin saha-bîlerden. Kardeşlerinden bazısı müşriklerin saf ınday-dı. Bir kardeşi ilk öldürülen müşriktir. |
Duası makbuldü, söylediği meşhur sözlerle denize dalmıştı. |
Münzir müslüman oldu. Hz. Peygambere itaatle cevap verdi. |
7- Amr b. Umeyye ed-Damrî |
Habeş-el-Asham b. Ebcer en-Necaşî |
Uhud dönüşü müslüman oldu. Bi'r-i Maune'dc ilk kez savaştı. |
Cesareti ile meşhur olan Araplardandı |
Nccaşî müslüman oldu. Rasûlullah'a mektupla cevap verdi. |
8- Amrb. el-As |
Uman- Cey-fer ve Abd ibneyi'1-Culcndâ |
Fetihten önce müslüman oldu. |
Bilgisi ve cesareti sebebiyle Rasûlullah kendisine yakınlık gösterirdi. Arap dahilerinden biridir. Güç meseleleri kolayca çözerdi. Meşhur fetihleri vardır. |
iki kardeş kralın sevgisini kazandı. Müslüman oldular. |
Hudeybiye andlaşmasım yapmış ve H.VIII. yılında Mekke'yi fet-hetmiştir. Hudeybiye sonrası kabilelere gönderdiği da'vet mektuplarına Mekkp. fethiyle olumlu cevap verilmiş ve H.IX. yılında yapılan Tebük Gazvesiyle zamanın en güçlü devleti Bizans'a karşı sefere çıkılmıştı.
Bütün bunlara rağmen hala putperest olarak Medine'ye karşı direnmenin ve müslümanlara karşı çıkmanın hiçbir anlamı kalmamıştı.
îşte Rasûlullah'a Tebük sonunda inzal buyurulan Berâe suresinin hükümlerinin müşriklere bildirilmesi zamanı gelmişti. Hz. Ebû Bekir'in başkanlığındaki 300 kişilik hac kafilesi Mekke'ye gitmiş [337]arkasından da Ebû Bekir'i takviye için Hz. Ali gönderilmiştir. Tevbe suresinin 40'a yakın ayeti müşriklere beraberce bildirilmiş, böylece müslümanlarm müşriklere karşı takınacakları tavır ortaya konulmuş oldu.[338] Buna göre:
1. Hiçbir kâfir Cennet'e giremez.
2. Bu yıldan sonra artık hiçbir müşrik hac yapmayacak.
3. Kabe asla çıplak ziyaret edilmeyecek
4. Kimin Rasûlullah'la yaptığı bir andlaşması varsa bu and-laşma, müddeti bitinceye kadar devam edecek.
5. Müddeti olmayan anlaşmalar ve andlaşma yapmayanlar için dört ay müddet tanınacak.[339]
Bu hükümler Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali tarafından Kurban bayram günleri o yıl Mekke'de bulunan ve henüz müslüman olmayan müşriklere bir ültimatom olarak bildirilmiştir. [340]
Bu ültimatom Arabistan'ın her tarafından putperestlerin Medine'ye müslüman olmak veya müslümanlıklarını bildirmek üzere akın akın Medine'ye geldiler.
Böylece Medine devleti güçlenerek[341] Mekke artık putperest merkezi olarak otoritesini tamamen yitirmiştir.
Bu ültimatom Rasûlullah'ın bir yıl sonra Mekke Hac için bir basamak teşkil ediyordu. Artık müşriki yapacağı dini hem siyasi kapı kapanmış, hakimiyet İslâm'ın karşı olmuş, bir yıl sonra yaptığı Veda haccında tek h'6 müslüman-bulunmamış ve Rasûlullah sayıları yüzbini aşan müşrik bile tap etme imkanı bulmuştur.
Bu ültimatom ile putperestliğin inanç sistemi so insanın düşünce alanında genişleme olmuştur.[342]
Hz. Peygamber'in 23 yıla yakan risaleti boyun edilmiş, bütün engeller kaldırılarak İslâm dinî, sı yönden Arabistan'da hakim olmuş ve toplumda birlik mı sağlanmıştır. [343]
Hz. Peygamberin müşriklerle içtimai konularda da münasebetleri olmuş, müşriklerin ve diğer din mensuplarının içinde bulundukları kötü olan ve İslâm ile bağdaşmadan yaşayış, örf ve adetlerden müslümanlan sakındırmış ve onlara benzememeyi prensip edinmiştir. Nitekim yahudiler Cumartesi gününü, hnsti-yanlar Pazar gününü mukaddes gün kabul etmişler, müşrikler herhangi bir günü mukaddes olarak kabul etmemişle] Rasûlullah ise Cuma gününü mukaddes kabul ederek ve ne de müşriklere benzemek istememiştir.[344]
Yine kız çocuklarının öldürülmesine karşı çıkmış,[345] hemde câri olan iki kız kardeş ve üvey anne ile evliliği hi tır.[346] Kız çocuklarına hisse vermeyen müşriklere vermiştir.[347]
Yine Cahiliye dönemindeki asabiyeti "Asabiyete çağıran, asabiyet için çarpışan, den değildir"[348] diyerek reddetmiştir.
Ancak buna mukabil cahiliye döneminin iyi olan hasletlerini de tasvip ederek ve bir müessese olarak islâm'da da devamını istemiştir. Nitekim Cahiliye döneminde yakın akraba ile evlilik hoş görülmemiş, bu usul İslâmiyet tarafından da tasvip edilmiştir.[349]
Andlaşmayı ve dostluğu her zaman teşvik eden Rasûlullah, cahiliye döneminde bile yapılan andlaşmaları takdir etmiştir.[350]
Cahiliye dönemindeki hıtbe usulü evlilik islâm tarafından da tasvip görmüş,[351] cenabetten dolayı yıkanmak, ölülerin yıkanıp kefenlenmesi de Rasûlullah tarafından tasvip edilenlerdendir.[352] Yine bu dönemde önemli bir müessese olan Eman ve Haram aylar müessesesi İslâm'ın özen gösterdiği müesseselerdendir.[353] Nitekim Ebû Talib'in Rasûlullah'ı emanına alması, O'na da'vette rahatlık sağlamıştır.[354]
Müşrik kadınlarla evlenilmeyi yasaklayan Rasûlullah, lüzumu halinde bir müşrikten bile ödünç harp malzemesi almıştır. Nitekim Hz. Peygamber Huneyn gazvesi için Safvan b. Ümeyye'den çok sayıda zırhı ödünç almıştır.[355]
Muharip olmayan müşriklerle hediyeleşmekte bir sakınca görmeyen Rasûlullah, Hudeybiye Musalahasmdan sonra Ebû Süfyan'm hediyesini kabul etmiştir. Ancak muharip hiçbir müşrikten hediye kabul etmemiştir.[356]
Kaza umresi gününde Meymûne ile evliliği sebebiyle müşriklere yemek vermekten çekinmeyen Rasûlullah, Huzeyfe ve babası Husayl'm müşriklere emniyetleri için savaşmayacaklarına dair söz verdiklerini öğrenince; "Dönün. Biz onların anlaşmalarına bağlı kalacağız. Onlara karşı Allah'dan yardım dileriz" buyurarak müşrik dahi olsa ahde vefa göstermeyi tavsiye etmiştir.[357]
Sonuç olarak, Hz. Peygamber'in 40 yıllık hayatı putperest bir toplumda geçmiş, ancak O, bu süre içerisinde cahiliye inanç, örf ve adetlerinden uzak olmuştur. Nübüvvetle görevlendirildiği andan itibaren de gizli ve aleni davetle peygamberlik görevini ifa eden Rasûlullah, Mekke'de ve Medine'de davetine kasdeden muhaliflerine karşı bilinçli ve şuurlu bir şekilde mücadele etmiştir. Özellikle Medine'de islâm devletini kurup cihadın emredilmesinden sonra seriyye ve gazveler tertiplemiştir. Ancak Rasûlullah tertiplediği harplerde dahi cahiliye dönemindeki harp anlayışından uzak, insani ölçüler içinde kalmayı ve mücadelesini böylece sürdürmeyi başarmıştır.
Rasûlullah'm müşriklerle yaptığı harpler, esir ve ganimet elde etmek, insan canına kıymak için değildir. Onun tek amacı vardır. O da islâm dininin yayılması ve İslâm'ın hakim olmasıdır. Her zaman müşriklerle andlaşma yapmanın yollarını araştıran Rasûlullah, ancak sulh yoları kapandığı zaman müşriklerle savaşa başvurmuştur.
Hz. Peygamber'in Mekke müşrikleriyle imzaladığı Hudeybiye musalahasmdan sonra gönderdiği davet mektupları, Mekke Fethi ile meyvesini vermiş ve yıllarca kendisim uğraştıran ve islâm'ı kabul etmekte direnen Arap kabileleri Tebük gazvesinden sonra müslümanlıklarını açıklamak için Medine'yi heyetlerle doldurmuşlardır.
Ancak bütün bunlara rağmen hala putperestlikte direnen putperestler için inzal buyurulan Tevbe suresi ile onlara karşı kesin tavır alınmış, Arabistan dahilindeki putperestler için müslü-man olmaları veya Arabistan'ı terketmeleri, aksi halde kendileriyle savaşılacağı hükmü bildirilmiş ve bunun için de 4 aylık bir mühlet verilmiştir. Bu hükümlerin H.IX. yılda Hac emiri tayin edilen Hz. Ebû Bekir tarafından müşriklere bildirilmesinden sonradır ki Rasûlullah, ertesi yıl Veda haccmda yüzbinleri aşan müs-lümanlarla birlikte hac etmiş ve islâm hakimiyetini tam olarak tesis etmiştir.
Yine Rasûlullah müşriklerle içtimai yönden de münasebetlerini devam ettirmiş, Cahiliye dönemindeki mevcut yaşayışa, örf ve adetleri islâm açısından da değerlendirip, sakıncalı görmediklerini tasvip etmiştir. [358]
[1] Firûzâbâdî, el-Kâmûsu'l-MuhU, III/308.
[2] İbn Manzur, Lisânü'l-Arab Xİ/363.
[3] Ebu'1-Bekâ, Külliyât, s. 390.
[4] M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, 11/770
[5] Hac, 22/17.
[6] el-Kurdubî, el-âmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân, XII/23.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/309-311.
[7] Hac, 22/30; Ankebût, 29/17,25.
[8] En'am,6/100.
[9] A'raf, 7/190.
[10] En'am, 6/136.
[11] En'am, 6/95.
[12] Ra'd, 13/14.
[13] A'raf, 7/37.
[14] Bakara, 2/90.
[15] Bakara, 2/160-61.
[16] Tevbe, 9/12.
[17] Bakara, 2/19
[18] Hac, 22/38.
[19] Nisa, 4/84, 89.
[20] Kâfırûn, 109/1-6.
[21] Tevbe, 9/113 vd.
[22] Sebe, 34/22, 27.
[23] İbn Mâce, Edâhî, 1.
[24] Neseî, Beyat, 17.
[25] İbn Hanbel, IV/14.
[26] Müslim, îman, 5.
[27] Müslim, Müsâkât, 71.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/311-312.
[28] Hac, 22/17; Maide, 5/69.
[29] M. Hamdi Yazır, Hak Dini, V/3389-3390.
[30] Taberi, Tefsir, XVII/129.
[31] Şevkânî, Fethu'l-Kadîr, III/443.
[32] Hac, 22/17.
[33] Ebû Yûsuf, Kitâbü'l-Harac, s. 130.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/313-314.
[34] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/315.
[35] İbnü'l-Kelbî, Kitâbü'l-Esnâm, Çev: Beyzâ Düşüngel, s. 29.
[36] Buhari, Menâkıb, 9; Müslim, Küsûf, 9, 10.
[37] Hasan İbrahim, Târîhu'Uîslâm, 1/69.
[38] İbnü'I-Kelbî, Kitâbü'l-Esnâm, s. 50.
[39] Hasan İbrahim, Târîhu'l-îdâm, 1/47, 71.
[40] İbnHişâm, 1/87.
[41] İbn Hişâm, 1/86.
[42] ibnHişâm; 1/81-91.
[43] İbnü'l-Kelbi, age., s. 26.
[44] Nuh, 17/23.
[45] İbnü'l-Kelbi, age., s. 43, 49.
[46] İbnü'l-Kelbi, age., s. 39.
[47] İbn Hişâm, 1/212; îbn Habib, Muhabber, s. 319.
[48] Bakara, 2/158.
[49] İbnü'l-Kelbi, age., s. 27.
[50] İbn Hişâm, 1/215.
[51] A'râf, 7/31,32.
[52] Müslim, Fİten 51.
[53] Yunus, 10/18; İbnü'1-Kelbi, age., s. 28, 40.
[54] İbnü'l-Kelbi, age., s. 66.
[55] İbn Mâce, Ezâhî, 1.
[56] Müslim, Siyam, 113.
[57] Buharı, Menâkıbü'l-Ensar, 26.
[58] İbn Hişâm, 1/160-161.
[59] İbn Hişâm, 1/160-161.
[60] İbnü'l-Kelbi, age., s. 40-46.
[61] îbn Hişâm, 1/160-161.
[62] İbnü'l-Kelbi, age., s. 44, 50
[63] İbn Hişâm, 1/205.
[64] İbnü'l-Kelbi, age., s. 44, 52.
[65] el-Mevdûdî, Ebu'1-Alâ, el-Mustalahâtü'l-Erbcafi'l-Kur'an, s. 16.
[66] İbnü'l-Kelbi, age., s. 80.
[67] Müslim, İman, 5.
[68] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/315-320.
[69] Nevâvi, Abdülhâlik, el-Alâkatü'l-Devliyye, s. 177.
[70] Afif Abdülfettah, Kur'an Açısından Yahudi, s. 22.
[71] Fr. Buhl, Muhammed, İ.A., VIII/455.
[72] İbn Hişâm, 1/44 vd.
[73] Taberi, Tarih, 11/252.
[74] îbn Hişâm, 1/143.
[75] îbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü'l-Meâd, 11/56.
[76] Saf, 61/6.
[77] İbnü'l-Cevzi, age., 1/101.
[78] İbn Hİşâm, 1/191-195.
[79] îbn Hişâm, 1/239-347.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/320-321.
[80] M. Hamidullah, îslâm Peygamberi, 1/283.
[81] Hasan İbrahim, age., 1/52.
[82] Ya'kûbî, Tarih, 1/258.
[83] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 11/124-124.
[84] İbn Sa'd, 1/70.
[85] Nedvî, es-Siretü'n-Nebeviyye, s. 98-99.
[86] Fahreddin Atar, İslâm Adliye Teşkilatı, s. 30.
[87] îbn Mâce, Hudûd, 6, Dârimî, Hudûd, 5.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/322-323.
[88] İbn Hişâm, 1/140-142.
[89] İbn Sa'd, 1/126-128.
[90] Taberi, Tarih, 11/289-290.
[91] Belâzurî, Ensab, 1/312-313.
[92] İbn Hişâm, 11/277.
[93] Tâhiru'l-Mevlevî, Olgun, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, s. 142.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/323-324.
[94] Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 206.
[95] ibn Hişâm, 1/146-147.
[96] M. Hamidullah, Ulamda Devlet İdaresi, s. 47.
[97] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 11/257.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/324-325.
[98] Belâzurî, Ensâb, 1/158,184,196.
[99] M. Şemseddin, Kablel'îslâm Araplarda İcAile, DÎFM, I-IV/84-85.
[100] Ibn Habib, Muhabber, s. 324.
[101] Nur, 24/33.
[102] İbn Kesir, Tefsir, V/98.
[103] Nahl, 16/58-59.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/325-326.
[104] Nevâvi,Atâfca£, s. 178.
[105] Ibn Habib, Muhabber, s. 309.
[106] Nisa, 4/23.
[107] Müslim, Adâb, 25.
[108] Ibn Kuteybe, el-Meârif, s. 58.
[109] Mahmud Es'ad, Târih-i Dinî îslâm, s. 255.
[110] İbn Habib, Muhammed, s. 324.
[111] İbn Habib, age., s. 327-328.
[112] Süheyli, Ravd, Iİİ/142.
[113] Maide, 5/90; Buhari, Menâkıb, 23; Müslim, Taharet, 54.
[114] Müslim, Selam, 124.
[115] İbn Hanbel, III/425-426.
[116] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/326-328.
[117] Ibn Habib, Muhabber, s. 30.
[118] Buharı, Nikâh, 33.
[119] Buharı, Nikah, 36.
[120] Nisa, 4/25; Maide, 5/5.
[121] Müslim, Nikâh, 11.
[122] Buharı, Talâk, 12.
[123] Buharı, Talak 23.
[124] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/328-329.
[125] Belâzurî, Ensâb, 1/66, 72-74.
[126] Buharî, Mezâlim, 4, îkrâh, 7.
[127] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/329-330.
[128] İbn Hişâm, 11/133-134.
[129] Müslim, Cihâd, 84; Kettânî, Terâtib, 1/195-196.
[130] Ebû Yûsuf, Kitâbü'l-Harac, s. 205.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/330.
[131] İbn Hişâm, 1/46.
[132] Bakara, 2/198.
[133] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/330-331.
[134] îbn Haldun, Mukaddime, s. 376.
[135] îbn Hanbel, 1/247, İbn Sa'd 11/22.
[136] îbn Hişâm, 1/375-376.
[137] İbn Habib, Mukabber, s. 329.
[138] Hasan İbrahim age., 1/64.
[139] İbn Hişâm, 111/64-65.
[140] ibn Hişâm, 1/164-165.
[141] İbn Hişâm, 11/34.
[142] C. Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, 111/34-37.
[143] İbn Kuteybe, Meârif, 1/250
[144] C. Zeydan, Medeniyet-i İslâmiye Tarihi, 111/67-68.
[145] Kettâni, Terâtib, 1/198.
[146] îbn Hişâm, 1/205.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/331-333.
[147] Yakut el-Hamevî, Mu'cem, IV/142, V/58-59.
[148] Ya'kûbi, Tarih, 1/270.
[149] îbn Habİb, Muhabber, s. 135, 265.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/334.
[150] Mevlâna Muhammed, Peygamberimiz, s. 10-11.
[151] îbn Hişâm, 1/198-201.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/334-335.
[152] Rum, 30/41.
[153] Ali-îmrân, 3/154.
[154] Saf, 61/6.
[155] İbnü'l-Cevzi, el-Vefa, 1/55-56.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/337-338.
[156] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/338.
[157] İbn Hişâm, 1/255.
[158] İbn Hişam, 1/262-264.
[159] İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü'l-Meâd, 11/48.
[160] M. Hudarî, Nuru'l-Yakîn, s.41.
[161] Taberi, Tarih, 11/316-317.
[162] İbnHanbel, VI/349.
[163] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/338-339.
[164] Şuarâ, 26/214.
[165] Belâzurî, Ensab, 1/118; lbnü'1-Esîr, el-Kâmil, 1/61,11/62-63.
[166] Müslim, îman, 348.
[167] Buharı, Tefsîrıı Sureti't-Tebbet, 2.
[168] Tebbet, 111/1-5.
[169] İbn Kayyım, Zâdü'l-Meâd, 11/45.
[170] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/339-340.
[171] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/340.
[172] İbnHişâm, 1/60-61.
[173] İbn Sa'd, 1/62-63.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/340-341.
[174] M. Hamidullab, İslâm Peygamberi, 1/98.
[175] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/341.
[176] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/341.
[177] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/341.
[178] İbn Hişâm, 1/208-210.
[179] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/341.
[180] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/342.
[181] İbn Kesir, Tefsir, III/250-251.
[182] Kalem, 68/10-14; İbn Kesir, Tefsir, III/250-251.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/342.
[183] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/342-343.
[184] îbn Hişâm, 1/208.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/343.
[185] Kâfirûn, 109/1-5.
[186] Müslim, Kader, 19.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/343-344.
[187] İbnHişâm, 1/311-312.
[188] İbnü'l-Cevzi, el-Vefa 11/655.
[189] İbnHişâm, 11/33.
[190] İbn Hişâm, 11/36.
[191] Buharî, İcâre, 15.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/344.
[192] Müslim, Cihad, 107-108.
[193] İbn Hanbel, 1/403-404.
[194] ibn Hişâm, 1/340-341.
[195] M. Hamidullah, islâm Peygamberi, H/110.
[196] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/344-345.
[197] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/347.
[198] İbnü'l-Çevzi, el-Vcfa, 1/365.
[199] Hasen İbrahim, Târihu'l-Ulâm, 1/523-524.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/348.
[200] İbn Habib, Muhabber, s. 71.
[201] İbnHişam, 11/151.
[202] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/348-349.
[203] Semhûdî, Vefâu'l-Vefâ, 1/96.
[204] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/349.
[205] M. Tayyip Okiç, hlâmiyette İlk Nüfus Sayımı, AÜİFD, Ank. 1960 VII/15.
[206] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/110.
[207] İbn Hişâm, 11/148-149.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/349.
[208] Salih Tuğ, İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, s. 30-31.
[209] î. Halil, Dirâsât ft's-Sira, s. 324.
[210] î. Halil, Dirâse, s. 149.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/350.
[211] Hıcr, 15/85.
[212] Bûtî, S. Ramazan, Fıkhu's-Sîre, s, 134.
[213] Müslim, İman, 33.
[214] Buharı, Cihâd, 138.
[215] İbn Hişâm, 11/87-88.
[216] Kettanî, Terâtib, 1/349.
[217] îbn Hişâm, IV/39.
[218] İbnSa'd, 11/14.
[219] İbn Hişâm, 11/272.
[220] Müslim, Salât, 9.
[221] Taberi, Tarih, 11/84; İbnü'1-Esir, el-Kâmil, 11/266.
[222] Müslim, Cihâd, 3.
[223] îbn Hanbel, 11/522, IV/59, 60.
[224] İbn Sa'd, 11/37.
[225] İbn Mâce, Cihâd, 27.
[226] Ebû Davud, Fitne, 45.
[227] Enfal, 8/65.
[228] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/350-354.
[229] Buharı, İlim, 11; Ebû Davud, Cihad, 78, 91; İbn Hişâm, IV/280-281; Ebû Yusuf, Kitâbu'l-Harac, s.193-196.
[230] Ibn Hişâm, IV/257.
[231] 11. Halil, Dirâse, s. 178-179.
[232] İbn Sa'd, II/6-7.
[233] İbnü'1-Esir, el-Kâmil, 11/111-112.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/354-355.
[234] Taberi, Tarif, 11(410-411.
[235] İbn Hişâm, IV/278-279.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/354.
[236] Dârimî, Siyer, 8.
[237] îbn Hişâm, 11/193-194.
[238] İbn Sa'd, 11/123.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/355.
[239] Bakara, 2/190,194.
[240] tbn Hişâm, 111/67-68.
[241] Îbnü'1-Esir, el-Kâmil, 11/178.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/356.
[242] İbn Hişâm, 11/241, 242.
[243] İbn Sa'd, 11/37.
[244] Buharı, Menâkıb, 251, Megazi, 2.
[245] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/356.
[246] Taberi, Tarih, 111/44.
[247] İbn Hişâm, İV/ 37-38.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/357.
[248] îbn Hişâm, III/100.
[249] İbn Hişâm, III/220.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/357.
[250] Müslim, Fedâilü's-Sahâbe, 136.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/357-358.
[251] îbnHişâm,III/108.
[252] İbn Sa'd, 11/30.
[253] tbn Hişâm, III/204.
[254] İbn Kayyım, Zâdü'l-Meâd 11/121.
[255] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/358.
[256] İbn Hişâm, 11/255.
[257] Müslim, Cihad, 58.
[258] Taberi, Tarih 11/461.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/358-359.
[259] Müslim, Nezir, 8.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/359.
[260] M. Hudarî, Nûm'l-Yakîn, s. 127.
[261] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/359.
[262] Taberi, Tarih, 11/500-501.
[263] îbn Sa'd, 11/64.
[264] İbn Hanbel, V/135.
[265] İbn Hişâm, İV/139,132.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/359-360.
[266] Nur, 24/3.
[267] Ahzâb, 33/50.
[268] Ebû Yûsuf, Kitâbu'l-Harac, s. 206-207.
[269] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/360.
[270] Muhammed, 47/4.
[271] İbn Hişâm, 11/297-298.
[272] İbn Sa'd, 11/136.
[273] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/360-361.
[274] Müslim, Cennet, 77.
[275] İbn Hişâm, IH/99.
[276] Ibn Sa'd, 11/12; Zürkâfti, Şerhuî-Mevâhib, 11/510.
[277] îbn Kesîr, Sıre, III/206.
[278] Buharı, Salât, 48.
[279] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/361-362.
[280] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/362.
[281] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/362.
[282] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/363.
[283] îbn Hişâm, 11/241, 249.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/363.
[284] îbn Sa'd, 11/95-98.
[285] İbn Hişâm, IV/184-18
[286] Nevâvî, Alâkai, s. 68-74.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/363.
[287] İbnHişâm, 11/241.
[288] M. Hamidullah, Vesaik, s. 187-188.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/364.
[289] M. Hamidullah, Vesaik, s. 188-189.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/364.
[290] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi 1/289.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/364.
[291] M. Hamidullah, Vesaik, s. 186.
[292] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/364.
[293] İbnSa'd, 11/97.
[294] Buharî, Sulh, 7, Şurât, 15; Müslim, Cihad, 92.
[295] İbnHişâm, III/337.
[296] İbn Hanbel, IV/330.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/365-366.
[297] îbn Hişâm, IV/184-185.
[298] M. Hamidullah, Vesaik, s. 206-207.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/366.
[299] M. Hamidullah, Vesaik, s. 189.
[300] İbn Sa'd, 1/306.
[301] İbn Sa'd, 1/306.
[302] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/366-367.
[303] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/260.
[304] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/263.
[305] M. Hamidullah, Vesaik, s, 176-180.
[306] M. Hamidullah, Vesaik, s. 43-44.
[307] M. Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/197.
[308] İbn Sa'd, 1/258-259.
[309] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/367-368.
[310] 1. Halil, Dirâse, s. 235.
[311] M. Hamidullah, îslâm Peygamberi, 1/259-260.
[312] Kettanî, Terâtib, 1/179.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/368.
[313] M. Hamidullah^îslâm Peygamberi, 11/226.
[314] Buharî, Cihâd 164; Müslim, Cihâd, 5.
[315] Kettanî, Terâtib, 1/247.
[316] İbn Sa'd, 1/265.
[317] Taberi, Tarih, 11/644.
[318] Ibn Sa'd, 1/267-274.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/369.
[319] İbnHişâm,IV/205.
[320] J. Welhausen, Arap Devleti Sükutu, s. 10.
[321] A. Önkal, Rasûlullah'ın İslâm'a Da'vet Metodu, s. 125.
[322] Buharı, Meğâzi, 71, 74, 76.
[323] İbn Hişâm, III/193 vd.
[324] îbn Hişâm, IV/184-185.
[325] îbn Sa'd, 1/262.
[326] Ali İmran, 3/1-30; İbn Hişâm, 11/222.
[327] Taberi, Tarih, III/144-145.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/370-371.
[328] İbn Hişâm, IV/84.
[329] Kettanî, Terâtib, 1/447.
[330] Müslim Libas, 23.
[331] Kettanî, Terâtib, 1/452.
[332] A. Önkal, Rasûlullah'ın İslâm'a Da'vet Metodu, s. 128.
[333] Kettanî, Terâtib, 1/39.
[334] îbnHişâm, IV/185.
[335] İbnSa'd, 1/324-325
[336] Buharî, Şurût, 15; Taberi, Tarih, 11/627.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/371-372.
[337] îbn Sa'd 11/168; Taberi, Tarih, IH/122.
[338] İbn Kayyım, Zâdü'l-Meâd, 111/30.
[339] Buharı, Salât, 2,10; Müslim, Hac, 432.
[340] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/372-374.
[341] İmadüddin Halil, Dirâse, s. 265.
[342] î. Halil, Dirâse, s. 265-267.
[343] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/374-375.
[344] Müslim, Cuma, 19, 22.
[345] Buharı, Ede, 18.
[346] Nisa, 4/23.
[347] îbn Habib, Muhabber, s. 324.
[348] Buharî, Menâkıb, 251.
[349] 4/Nisa,23.
[350] Müslim, Fedâilü's-Sahabe, 206.
[351] Buharı, Nikah, 36.
[352] Süheyli, Ravd, III/142.
[353] Buharı, Menâkıb, 251; Buharı, Tefsîru Sureti't-Tevbe, 8.
[354] îbnSa'd, 1/211.
[355] îbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü'l-Meâd, IV/31.
[356] İbn Hanbel, IV/162; İbn Kayyım el-Cevziyye, Zâdü'l-Meâd, IV/190.
[357] İbn Hanbel, V/395.
Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/375-376.
[358] Doç. Dr. M. Ali Kapar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/377-378.