ASR-I SAADETTE YAHUDİLERLE İLİŞKİLER
2.İslâm'dan Önce Arapyaramadası'nda Yahudiler
1. HİCRETİ MÜTEAKİP YAHUDİLERLE YAPILAN ANLAŞMALAR VE KARŞILIKLI MÜNÂSEBETLER
HAYBER VE DİĞER BÖLGELERDE BULUNAN YAHUDİLER
(Dokuz Eylül Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi, izmir)
Nadir Özkuyumcu 1961 yılında Manisa'da doğdu. İlk, orta ve lise tahsilini aynı şehirde tamamladı. 1982-83 öğretim yılında îzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1985 yılında "Hz. Peygamber Devrinde Yahudilere Karşı Güdülen Siyaset" konulu yüksek lisans tezini, 1993 yılında da "Fethinden Emevîlerin Sonuna Kadar Mısır ve Kuzey Afrika" konulu doktora tezini tamamlayarak "Doktor" unvanını aldı.
1985 yılından bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktadır.[1]
Öncelikle şunu belirtelim ki, konumuz Hz. Peygamber devri olduğundan, müracaat ettiğimiz eserler klâsik îslâm Tarihi eserleri olmuştur. Kaynak bulma yönünden fazla sıkıntımız olmamasına rağmen, bu kaynak eserlerde bulunan rivayetlerin genellikle birbirini tekrardan ibaret olduğu tarafımızdan müşahede edilmiştir.
Klasik îslâm Tarihi eserleri içinde elimizde bulunan en eski iki kitap îbn Ishak'ın (151/768) Slre'si[2] ve bu eserin tamamlayıcısı durumunda olan Ibn Hişâm'm (218/833) Stresidir.[3] Muhammed Hamidullah'ın tahkikini yaparak ilim alemine kazandırdığı tbn Ishak'ın Sîre'sinde konumuzla ilgili fazla bilgi bulamadık. Ancak; bazı şahısların müslüman oluşlarını naklederken Yahudilerin islâm öncesi durumlarına da temas etmektedir. Ibn Hişâm'ın Sîre'si ise; tezimizi hazırlarken en fazla istifâde ettiğimiz eser oldu. Ibn Hişâm hem islâm öncesi ve hem de konumuzla ilgili olarak, özellikle Hz. Peygamberin Medine'ye hicretinden sonra, burada Yahudilerle arasında meydana gelen, gerek münferid hadiseler ve gerekse yapılan savaşlar ile, bunların neticelerinde yapılan anlaşmalar hakkında doyurucu bilgiler vermektedir. Ayrıca bu eser, Hz. Peygamberin Yahudiler'i islâm'a daveti ve bu davetler sırasında meydana gelen çekişmelerin hemen ardından nazil olan ayetleri zikretmesi, Hz. Peygamber'in Yahudi siyasetini, hicretin ilk yıllarından itibaren zaman içindeki değişimini ayetlere müstenid olarak göstermemiz bakımından da önemli bir yer tutmuştur.
Vâkidî'nin (207/822) Kitâbul-Meğâzisi[4] ise, Hz.Peygam-ber'in Yahudilerle yaptığı savaşlar ve bunlar hakkında en teferruatlı bilgileri vermektedir.
Belâzurî (279/892)'nin Fut ûhu'I-Buldan[5] isimli eseri ise Yahudilerle yapılan savaşlar hakkında kısa bilgiler verdikten sonra, alman ganimetler ve bunların taksimi ile ilgili bilgiler vermektedir.
İbn Sa'd (230/884)'m et-Tabâkâtü'l-Kübrâ'sı[6] ve Taberî (3lO/922)'nin Tarih'i[7] genel olarak yukarıda zikrettiğimiz eserlerdeki rivayetleri nakletmekle beraber, zaman zaman bir konu hakkında farklı rivayetleri de vermektedirler.
Bu temel eserler dışında bazı muahhar kaynaklardan da[8] istifademiz oldu.
Tarih kitapları dışında, konumuz Hz.Peygamber devri ile alakalı olduğundan, hadis kitaplarından da faydalandık.[9] Tefsir kitaplarından ise; bazı ayetlerin nüzul sebebleri ve açıklamaları yönü ile yararlandık.[10]
Araştırma mahsulü eserlerden Şevki Dayfın el-Asru'l-Câhilî[11], Muhammed Ahmed Câdbek ve iki arkadaşı tarafından kaleme alınan Eyyâmü'1-Arab fTl-Câhiliyye[12], Muhammed İzzet Derveze'nin Asru'n-Nebî ve Bietühû Kable'l-Bi'se[13], Cevâd Ali'nin Târihu'1-Arab Kable'l-Islâm[14] ve Neşet Çağatay'ın îslâm Öncesi Arap Tarihi ve Câhiliye Çağı[15] isimli eserlerinden Yahudilerin islâm öncesi durumlarının tesbiti açısından faydalandık. Muhammed Hamidullah'm islâm Peygamberi[16] isimli eseri ise her yönüyle istifâde ettiğimiz bir kitap oldu.
Bunların dışında Mustafa Faydanın îslâmiyetin Güney Arabistan'a Yayılışı isimli Doktora tezinden Yemen'deki Yahudiliğin durumu hakkında faydalanırken, aynı müellifin Hz.Ömer Devrinde Gayr-i Müslimlerin Durumu isimli Doçentlik tezinden de Hz. Peygamber'in çeşitli bölgelerdeki Yahudilerle yaptığı anlaşmalardan bahsetmesi sebebiyle istifademiz oldu.[17]
İsmail el-Buhârî, el-Câmiu's-Sahîh, c.I-VIII, İstanbul ,1981; Ebû'l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî, el-Câmiu's-Sahîh, c.I-V,Mısır 1955-1956; Ebû Davud Süleyman b. el-Eş'as es-Sicistânî, Sünen,c.I-V, İstanbul 1981; Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd el-Kazvinî b. Mâce, Sünen, c.I-II, İstanbul 1981; Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuaybb. Ali en-Nesei, Sünen, c.I-VIII, İstanbul 1981; Ebû İsa Muhammed b. İsa Tirmizî, Sünen, İstanbul 1981; Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn, es-Sünenü'l-Kübrâ, c.I-X Haydarabat 1935. [18]
Yakub (a.s.Yun neslinden gelip ibranî[19], Benî îsrâil [20]ve Musevî[21] gibi isimlerle anılan Yahudilerin[22] Arapyanmadası'na ne zaman geldikleri tam olarak belli olmamakla beraber, onların, Bâbil Kralı[23] Buhtünnassar'm[24] M.Ö.587 [25] yılında Kudüs'ü işgal edip halkını esir etmesi ve Bâbil'e götürmesinden[26] veya M.S. 70 yılında Suriye Rum kayserlerinden[27] Titus'un Kudüs'e saldırmasından sonra birkaç Yahudi kabilesinin kaçarak bu bölgeye geldikleri[28] sanılmaktadır.
Arapyanmadası'na bu şekilde geldikleri tahmin edilen Yahudiler, bölgenin Hicaz, Vâdi'1-Kurâ, Hayber, Teyma, Yesrib ve Eyle gibi muhtelif yerlerine yerleşmişlerdir.[29] Arapyanmadası'nm değişik bölgelerine yerleşen bu Yahudiler, bulundukları yerlerde ziraatı geliştirmişler[30], açılan panayırlara katılarak ve kervan ticaretinde ön safa çıkarak[31] ticaret hayatını ellerine geçirmişlerdir.
Yesrib Yahudileri ilk olarak şehrin kenar kısımlarına yerleşmişler, zamanla güçlenerek buranın yerlileri Cürhüm ve Amerikalıları yurtlarından çıkarmışlar ve böylece şehrin kontrolünü ellerine geçirmişlerdir.[32]
Yahudiler şehrin kontrolünü ellerine aldıktan sonra, sık sık Yesrib çevresinde oturan bedevilerin saldırılarına uğramaya başlamışlardır. Bu saldırılara karşı kendilerini koruyabilmek için "Utum"[33] adı verilen kaleler yapmışlardır.[34]
Bâbil esaretinden sonra, dinî hayat yöünüden, kapalı cemaatler halinde yaşadıkları belirtilen [35]Yesrib Yahudilerinin, tbrânice bilmelerine [36]rağmen dil hususunda birlikte yaşadıkları Araplara uyduklarını görmekteyiz.[37] Hatta öyle ki, kabilelerinin ve kendilerinin isimleri dahi Arapça ifade edilmeye başlanmış [38]ve içlerinden Samuel b, Adiyâ gibi Arapça şiirler söyleyenler bile çıkmıştır.[39]
Yesrib Yahudilerinin bu derece çok Arapça kullanmaları, onların Yahudi ırkından olup-olmadığı hususunda tartışmalara yol açmış ve Yahudileşmiş Araplar olabileceği şeklinde bir tezin ortaya atılmasına da sebep olmuştur.[40]
M.S. II. yüzyılda Yemen1 de Seylü'1-Arîm adı verilen bir sel felâketi olmuş ve buranın halkı Arapyanmadası'mn çeşitli yerlerine göç etmişlerdir.[41] Bu göçler esnasında Kahtânilerin Ezd koluna mensup Hâlise b. Salebe b. Amr Muzaykiya, kabilesiyle birlikte Yesrib'in çevresine yerleşmiştir. Amr Muzaykiya'nm burada daha sonra Yesrib'in iki büyük kabilesini oluşturacak olan Evs ve Hazrec isminde iki oğlu olmuştur.[42]
Medine çevresinde uzun müddet Yahudilere ait köylerde yaşayan Evs ve Hazrec, Yahudiler tarafından ikinci sınıf insan muamelesine tâbi tutulmuş[43] ve haraç vererek hayatlarını devam ettirmek zorunda bırakılmışlardır.[44] Zaman içinde bu baskılar daha da artmış ve Yahudilerin reisi el-Fidyun [45]evlenen her Arab kızının ilk geceyi kendisiyle geçirmesini mecbur tutacak kadar ileri gitmiştir.[46] Fakat bu baskı fazla sürmemiş ve Mâlik b. Aclân isimli bir Hazrecli'nin kız kardeşinin evlenmesi esnasında sona ermiştir. Mâlik b. Aclân evlenecek olan kız kardeşim el-Fidyun'a teslim etmeyerek Şam'daki Gassâni reisi Ebû Cübeyle'ye giderek durumlarım anlatmış ve ondan yardım istemiştir. Ebû Cübeyle bu isteği kabul ederek Evs ve Hazrec kabilelerini de yanına almış ve Yahudileri yenmiştir. Bir müddet sonra da şehri Evs ve Haz-rec'in idaresine bırakarak geri dönmüştür. Böylece Yesrib'deki Yahudi hakimiyeti sona ermiş [47]ve önceleri Araplar Yahudilere tâbi iken, bu defa Yahudiler Araplara tâbi duruma gelmişlerdir.[48] Evs ve Hazrec'in ele geçirdiği bu üstünlük "Sümeyr" harbine kadar sürmüş, Evs kabilesinin mi yoksa Hazrec kabilesinin mi daha üstün olduğu yolunda çıkan bir tartışma (müfâhere) neticesinde bu savaş meydana gelmiş ve iki kardeş kabile ilk olarak birbiriyle savaşmıştır. Bu savaşa Yahudiler de katılmış ve Benû Ku-reyza ile Benû1 n-Nadir Evs'in yanında yer alarak Hazrec'i yenilgiye uğratmışlardır.[49]
iki kardeş kabile arasında çıkan bu ilk savaştan sonra Yahudiler, Evs ve Hazrec'i zayıfjatmak için zaman zaman aralarına fitne sokmak suretiyle onları savaşmaya tahrik etmişler [50]ve bunda da başarılı olmuşlardır. Fakat kendi aralarında siyasi bir birlik olmadığından [51]Araplara üstünlük sağlayamamışlar ve bu savaşlarda bazısı Evs'in, bazısı da Hazrec'in yanında yer almak zorunda kalmışlardı. Meselâ bir defasında Benû Kureyza ve Benû'-Nâdir Yahudileri Hazreclilerle birleşerek, Kureyş ile ittifak yapan Evslilere karşı savaşmışlardır.[52] Hz.Peygamber'in Yesrib'e hicretinden önce ve bi'setin 7.senesinde [53]iki kabile tekrar savaşmışlardır. "Buas" adı verilen bu savaşta Benû Kureyza ve Benun-Nadîr Yahudileri bu defa Evslileıie birleşmişler ve Benû Kaynuka Yahudileriyle ittifak kuran Hazreclileri yenmişlerdir.[54]
Yahudiler, Arapları parçalama hususundaki taktiklerini başarı ile uygulamalarına rağmen, aralarında siyasi bir birlik olmadığından [55]daha önce ittifak yaptıkları Araplarla birlikte savaşa girmek mecburiyetinde kalıyorlardı.[56] Böylece birbirlerine karşı muharebe ediyorlar, birbirlerinin kanlarım akıtıp, dindaşlarım esir alıyorlar ve onları yurtlarından çıkarıyorlardı.[57] Bazan da kendi aralarında ferdi öldürme olayları meydana geliyor ve birbirlerine diyet veriyorlardı.[58] Ancak bu konuda adaletli olamıyorlar ve bazısı bazısından daha fazla diyet alıyordu. Kendilerini diğer Yahudi kabilelerine karşı üstün olarak "kabul ettiren Benû'n-Nâdir Yahudileri içlerinden biri öldürüldüğünde tam diyet alıyorlar, fakat kendilerinden biri diğer Yahudi kabilelerinden birini öldürecek olursa yarım diyet veriyorlardı.[59] Böyle bir olay Hz.Peygamber'in Yesrib'e hicretinden hemen sonra vuku bulmuş ve Yahudiler hakem olması için Hz.Peygamber'e baş vurmuşlardır. Hz.Peygamber de "şayet hükmedersen adaletle hükmet"[60] şeklinde gelen ilâhî bir müsaadeyle hükmetmiş ve Benû'n-Nadir ile Benû Kureyza arasındaki diyet farkını, ortadan kaldırmıştır.[61]
Siyasi yönden Araplara üstünlük kuramayan Yahudiler, iktisadî sahada onlardan ileri durumda olup bölgede söz sahibiydiler.[62] Ziraat, iç ve dış ticaret, demircilik, silah yapımcılığı, kumaş dokumacılığı ve kuyumculuk [63]gibi mesleklerde ileri bir seviyeye ulaşmışlardı. Panayırlara katılarak zengin olmuşlar, faizle borç vereek [64]borçlarını ödeyemeyenlerin mülk ve arazilerine el koymuşlar [65]ve bu sayede refah içinde yaşamaya başlamışlardı. Ayrıca Tevrat'ta mekruh [66]ve Allah'a isyan ile eş değerde suç olduğu [67]belirtilen falcılık [68]ve kâhinlik gibi işlerle de iştigal edip para kazanıyorlardı.[69]
Muhammed Hamidullah, Yesrib'de bulunan Yahudi kabilelerinin isimlerinin anlamlarını verirken, Kaynuka'mn "Kuyumcu", Nadirin "Yeşil ve çiçekli Bitki", Kureyza'nın ise "Derici" manalarına geldiğim belirterek [70], bu isimlerin dahi onların ticarî hayatları ile ilgili olduğunu vurgulamaktadır.
Belâzurî, burada yaşayan Yahudilerin ziraatı Amelikalılar ve Cürhümlüler'den öğrendiklerini,[71] Watt ise, Yesrib'te ziraatı onların geliştirmiş olabileceği[72] şeklinde görüş beyan ederek, Muhammed îzzet Derveze de bunlara tam zıt bir görüş serdederek Arapların ziraat, sanaat ve ticaret gibi işleri Yahudilerden öğrenmiş olabilecekleri ihtimali üzerinde durur.[73]
iktisâdi hayatta üstün olmanın yamnda, dinî ve kültürel yönden de Araplardan üstün görünen Yahudiler; eğitim, öğretim ve kazâî işlerini gördükleri Beytü'l-Midrâs[74] isimli bir müesseseye sahiptiler. Dinî törenlerini de burada yapıp Tevrat, Mişna ve Zebur'u okuyorlar ve çocuklarının eğitim-öğretim işlerini de yine burada yapıyorlardı. Arabistan Yarımadasındaki diğer cemaatlere nazaran daha yüksek bir hukuk nizamına sahip olan[75] Yahudiler, içlerinden suç işleyenleri de burada cezalandırıyorlardı.[76] Kendi aralarında, suçu işleyenin içtimaî durumuna göre cezaî müeyyide uygulamalarına,^ kendi hukuklarına tam olarak riayet etmemelerine rağmen[77], bu dinî hukuk zaman zaman, kendi içlerine karışmış, fakat Yahudi olmamış Araplar tarafından da uygulanmaktaydı.[78]
Yahudilerin Tevrat'ı Ibrânice okuyup Arapça olarak Araplara tefsir etmeleri ve içlerinden Samuel b. Adiyâ gibi Arapça şiirler söyliyen kişilerin çıkması da onların dinî ve kültürel yönden ileri bir seviyede olduklarını göstermektedir.[79] Fakat bu husus aynı zamanda dil açısından Arapların tesiri altında kaldıklarını da göstermektedir.
Buradan anlamaktayız ki, bu bölgede Yahudiler, Arapları kendi dinlerine çevirme hususunda az da olsa gayret sarfetmişler ve dinlerini sadece tsrâiloğullarma has görmemişlerdir.[80] Araplar, her ne kadar, bu Yahudilerin dinlerine fazla rağbet göstermemişlerse[81] de, içlerinden çocuğu olmayanlar, şayet Allah kendilerine bir çocuk verirse, onu Yahudi terbiyesi üzerine yetiştirip büyüteceklerini adamak[82] suretiyle onların tesir sahasına giriyorlardı. Hatta Benû'n-Nadîr sürgünü sırasında bu yolla Yahu-dileşmiş bir hayli çocuğun olduğu görüldüğünde, babaları bunları geri alıp müslüman yapmak istemişler, ancak "Dinde zorlama yoktur"[83] şeklinde gelen ayetle Hz.Peygamber ashabım bundan vazgeçirmiş ve Yahudileşen bu çocukları Yahudiler ile birlikte göndermiştir.[84]
Bu hususla ilgili olarak M.Izzet Derveze, ferdi Yahudileşme-leri kabul ederken[85], Yahudi ve Hristiyanların, Araplara gerek dinî ve gerekse din dışı konularda fikirlerini benimsetemedikleri-ni iddia etmektedir[86]ki, Muhammed Hamidullah da bu görüştedir.[87]
îlâhi bir kitaba sahip olan Yahudiler, Arapları kendi dinlerine çevirme gayretlerinden dolayı veya daha başka sebeblerle ba-zan onlarla çekişme içine giriyorlar ve zor durumda kaldıklarında da semavî bir kitaba sahip olduklarım hatırlatıp, onlara psikolojik bir üstünlük kurmak istiyorlardı.[88] Kendilerinin Allah'ın dostu ve sevgilileri olduklarım[89] söylüyorlar, Arapları, ellerinde bulunan Tevrat'ta geleceği haber verilen[90] bir'peygamber ile korkutuyorlardı.[91] O peygamber geldiğinde onunla birleşip Ad ve irem kavimlerinin akıbetine uğratacaklarını[92] söylemek suretiyle Arapları tehdîd ediyorlardı.
Bu çekişmeler esnasında söyledikleri gibi Yahudiler gerçekten bir peygamber bekliyorlar ve onun gelme zamanının yakın olduğunu da biliyorlardı.[93]
Yesrib Yahudileri bu beklentiler içindeyken, içlerinden bir grubun Mekke'ye geldiği bir zamanda Hz.Peygamber dünyaya gelmiş ve Yahudiler bunu anlamışlardır. Onlardan biri derhal bir Kureyş topluluğunun yanma gitmiş ve onlara: "İçinizde bu gece çocuğu doğan oldu mu?" diye sormuştur. Hz.Aişe'den mervî bu hâdise şu şekilde devam etmektedir:
Kureyşliler: "Bilmiyoruz" dediler.
Yahudi: "Yanıldığımı zannetmiyorum, dediğim şeyi araştırınız, bu gece âhir zamanın ve bu ümmetin peygamberi olacak, ismi Ahmed olan kişi doğdu, omuzunda da siyah-sarı bir mührü vardır." dedi.
Bunun üzerine Kureyş meclisi dağıldı ve herkes meseleyi soruşturmak için evlerine gitti. Onların bazılarına:
"Bu gece Abdullah b. Abdulmuttalib'in oğlu oldu, adını Mu-hammed koydular" denildi.
Bu haber yayılınca Araplar o Yahudiyle birlikte Muham-medin evine geldiler. Annesi onu çıkarınca, Yahudi hemen sırtındaki mühre baktı ve orada bayıldı. Ayıldığmda, niçin bayıldığı sorulduğu zaman Yahudi: "Peygamberlik Beni israil'den gitti" dedi ve yanında bulunan kitabı çıkararak sözlerine;
" Burada onun 3avaşacağı yazılıdır" diye ilâve etti. Daha sonra da:" Nübüvvet ile Arabm şanı yüceldi. Sevinmez misiniz ey Kureyş topluluğu ?" diyerek sözlerini tamamladı.[94]
Mekke'de cereyan eden bu hadisenin bir benzeri de Yesrib'de meydana gelmiş ve bir Yahudi;" Bu gece, dünyaya gelen Ahmed'in yıldızı doğdu.[95] diyerek dindaşlarına son Peygamberin doğduğunu haber vermiştir.
Yesrip Yahudilerini bu şekilde özetledikten sonra, şimdi de Yemen'in islâm öncesi durumundan bahsetmek istiyoruz.
Yemen'de bulunan Yahudilerin buraya ne zaman geldikleri hakkında İbranî kaynaklarında herhangi bir bilgi olmadığı belirtilmektedir.[96]
Asru'l-Câhilî isimli eserin sahibi Şevki Dayf, Yahudilerin buraya gelişini M.S.70'de Kayser Titus'un ve yine M.S.132'de Kayser Hederyan'm Filistin'e yaptıkları saldırılar sonrasına bağlar.[97]
Şevki Dayf m fikrini bu şekilde verdikten sonra, îbn îshak[98] îbn Hişâm[99], îbn Sa'd[100],Taberî [101] ve Mes'ûdî[102] tarafından müştereken nakledilen bir rivayete temas etmek istiyoruz. Bu rivayete göre, Yemen Tübba'sı Es'ad Ebû Kerîb doğu seferinden dönerken Yesrib'e uğramış ve giderken bıraktığı oğlunun öldürülmüş olduğunu öğrenince, Yesribri yerle bir edeceğine dair yemin etmiştir. Bunun üzerine Benû Kureyza kabilesine mensup iki haham ona, bu beldeye son Peygamberin hicret edeceğini ve şayet buraya saldırırsa kendisinin helâka uğrayacağını söyleyerek, onu bu fikrinden caydırmışlardır. Tübbâ daha sonra bu iki hahamın dinim kabul ederek Yahudiliğe girmiş ve onları da yanına alarak Yemen'e gitmiştir. Ancak, Yemenli halk, onu, Yahudi dinine girdiği için şehre sokmak istememiş, bunun üzerine, Yemen'de yaygın olan ve haklı ile haksızı ayırmak için baş vurulan "ateş"in hakemliğine müracaat edilmiş ve neticede halk toptan Yahudi dinini kabul etmiştir.[103]
Böylece Yahudiliği kabul eden Yemen halkının başına bir müddet sonra Tübbâ Es'ad Ebû Kerîb'in Zû Nuvas olarak anılan ve asıl adı Zur'a[104] olan küçük oğlu hükümdar olmuştur. Daha sonra adını Yusuf olarak değiştiren[105] Zû Nuvas'm hükümdar olması hem Hıristiyanlık hem de Yahudilik için iyi bir sonuç vermemiştir.[106] Zû Nuvas Yahudiliği kabul ettikten sonra[107] Necran bölgesinde bulunan Hıristiyanlar![108] kendi dinine davet et-miş,[109]ancak Yahudiliği kabul etmeyen 20.000 kadar Hıristi-yam[110] M.S.525'de[111], Kur'ân-ı Kerîm'in Uhdûd adım verdiği ve:"Hazırladıkları hendekleri, tutuşturulmuş ateşle doldurarak onun çevresinde oturup, inanmış kimselere dinlerinden dönmeleri için yaptıkları işkenceleri seyredenlerin canı çıksın"[112] diye andığı, içi ateş dolu çukurlara atarak yaktırmıştır.[113]
Zû Nuvas'm Yahudi dinine girmesi hakkında bir yorum yapan Şevki Dayf, "Hıristiyanların, özellikle Habeşli Hıristiyanların kendi ülkesine girmeleri ve işgal etmelerinden korkması Yahudi dinini seçmesine sebep olmuştur." demektedir.[114]
Zû Nuvas'm bu zulmünden kaçarak kurtulan Devs Zû Sa'le-ban isimli bir Hıristiyan Bizans imparatoruna giderek durumlarını anlatmış ve yardım istemiştir. Ancak İmparator memleketinin Yemen'e uzak olduğunu öne sürerek, Habeş Necaşi'sine bir mektup yazmış ve Devs Zû Sa'leban'a yardım etmesini istemiştir. Necaşi de Aryat komutasında 70.000 kişiyi Yemen'e göndermiştir. Bu orduda daha sonra filler ile Kabe'yi yıkmaya teşebbüs edecek olan Ebrehe el-Eşrem de bulunmaktaydı. Aryat komutasındaki Habeşliler M.S. 525 yılında Yemen1 de Zû Nuvas'ı yenmişler ve Zû Nuvas da kaçarak izini kaybettirmiş ve bir daha hiç görülmemiştir. Böylece hâkimiyet Habeşli Hıristiyanlara geçmiştir.[115]
Habeşli komutan Aryat burada idareyi bir müddet elinde tuttuktan sonra, kendi komutanlarından Ebrehe el-Eşrem tarafından öldürülmüştür. Ebrehe burada " Kulleys" isimli bir kilise yaptırmış ve kilisesine rakip olarak gördüğü Kabe'yi yıkmak için yola çıktığında, bilinen " Fil Vak'ası"[116] olmuş ve Ebrehe ölmüştür.[117] Yerine sırasıyla oğulları Yeksum ve Mesrûk hükümdar olmuşlardır.[118]
Aryat, Ebrehe ve oğullarının saltanatı yaklaşık 72 yıl sürmüş, son hükümdar Mesrûk'un zulmünden bıkan, Yemen halkından Seyf b. Zî Yezân Fars Kisrâ 'sına gidip yardım istemiş, o da hapishanelerinde bulunan 800 mahkûmu Vehriz b. el-Kâmecar komutasında Yemen'e göndermiştir. Onlar burada, yerli halk ile birleşip Mesrûk'u öldürmüşler ve idareyi ellerine almışlardır. Vehriz burada 5 yıl valilik yaptıktan sonra ölmüş, yerine Seyf b. Zî Yezân vali olarak atanmıştır. Fakat Seyf, bu sefer Hristiyanlara zulmetmeye başlamıştır. Bunun üzerine Kisrâ onu azletmiş ve yerine M.629/ H.7. yılda müslüman olacak olan^Bâzân'ı tayin etmiştir.[119]
Dini ve siyasi durumunu bu şekilde özetleyebileceğimiz Yemen halkının geçim kaynağı, Çin-Hind ve Roma-Bizans yolu üzerinde bulunması sebebiyle [120]kervan ticaretiydi.[121] Kervan ticaretinde önemli mallar olarak "Yemen Meâfıri [122] denilen ünlü kumaşım, Sana bölgesinin meşhur "Akik Taşı'nı[123] ve hubûbât'ı[124] sayabiliriz. [125]
Hz.Peygamberin Yesrib'e hicretinden Önce Mekke'de Yahudilerle münâsebetine dâir kaynaklarımızda herhangi bir habere rastlamıyoruz. Ancak onun doğumundan önce, daha dedesi Abdülmuttalib zamanında, dedesinin Yahudi bir komşusundan bahsedilir. Kaynaklarımızın ticaret yapan ve zengin bir tüccar olarak tanıttığı bu Yahudi, Mekkeliler tarafından malı için öldürülmüş, fakat katiller Abdülmuttalib tarafından bulunmuş ve onlardan 100 deve diyet alınarak Yahudi'nin amca oğluna verilmiştir.[126] Bundan başka yukarıda zikrettiğimiz, İbn Sa'd'da yer alan ve Hz.Peygamberin doğumuna şahit olan Yahudi'yi, ayrıca Kureyşliler'in, Yahudilere heyet gönderip Hz.Peygamber'in durumunu onlardan sormaları[127] gibi hadiseleri burada zikredebiliriz. Ancak bunların, Hz.Peygamber ile Yahudilerin doğrudan doğruya münâsebette olduğunu ortaya koyan hadiseler olmadığı ortadadır. Muharnmed Hamidullah da; kaynaklarımızın Mekke devrinde Hz.Peygamber ile Yahudiler arasında herhangi bir münâsebetini nakletmediğini[128] söylerken, bu münâsebetin ancak fuarlar yoluyla olmuş olabileceği[129] üzerinde durmaktadır.
Hz.Peygamber'in Yahudilerle doğrudan doğruya bir ilişkisini bulamamakla beraber, Kur'ân-ı Kerîm'de, daha Mekke devrinde Beni İsrail kıssalarından bahsedilmekte olduğunu müşahede etmekteyiz.
Kur'ân-ı Kerîm Hz.Peygamber'i, kavminden görmüş olduğu çeşitli eziyetler karşısında teselli ederken, eski Peygamberlerden ve onlara indirilen kitaplardan bahsetmiştir. Bunu yaparken de daha çok Beni israil Peygamberleri ve kitapları üzerinde durmuş, onların kıssalarını anlatmıştır.
Kur'ân-ı Kerîm birçok ayetlerinde Isrâiloğullan'nm Peygamberlerini[130] zikretmiş ve onlara kitap, hüküm ve peygamberlik verildiğini, onların temiz rızıklarla rızıklandınldıklarım ve dünyaya üstün kılındıklarını[131] bildirdikten sonra, "işte bunlar Allah'ın doğru yola eriştirdikleridir, onların yoluna uy..."[132] demek suretiyle o Peygamberleri örnek olarak takdim etmiştir. Müşriklerin, Hz.Peygamber'e inen ayetler hakkında ortaya attıkları şüphelerden sonra, kendisine inenlerden şüpheye düşmemesi için, ona; "Sana indirdiğimizden şüphede isen, senden önce indirdiğimiz Kitâblar'ı okuyanlara sor. And olsun ki, sana rabbinden gerçek gelmiştir, sakın şüphelenenlerden olma."[133] "Ey Muhammedi Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz adamlar gönderdik. Bilmiyorsanız kitâbhlara sorun."[134] gibi ayetlerle Yahudilere müracaat etmesini tavsiye etmiştir. Yine Kur'ân-ı Kerîm, Tevrat'ı da övmüş ve; "Kur'ân'dan önce Musa'nın kitabı, Tevrat, bir rahmet ve rehberdir. Bu Kur'ân zulmedenleri uyarmak ve iyi davrananlara müjde olmak üzere Arap diliyle indirilmiş, kendinden öncekileri doğrulayan bir Kitâb'tır."[135] şeklindeki ayetlerle, onun da ilâhi bir kitab olduğunu beyan etmiştir. Bu kitab'ın eğriyi doğrudan ayıran ve sakınanlara bir ışık ve öğüt[136] olarak indirildiği de belirtilmiştir.
Bununla beraber Kur'ân-ı Kerîm, Hz.Peygamber'e onların bir çok ayrılıklara düştüklerini ve ayrılığa düştükleri şeyler hakkmda mutlaka hesaba çekileceklerini[137] bildirerek, onu Yahudiler'e karşı uyarmayı da ihmâl etmemiştir.
îşte Hz.Peygamber Mekke'den Yasrib'e hicret ederken Yahudiler hakkında bu bilgilere sahipti.
Hz.Peygamber ilâhi bir emirle [138]Rebîu'l-Evvel ayının 12. günü [139]Yesrib'e hicret ettiğinde, şehirde yaşayanların hemen yarısına yakını Yahudi idi.[140]
Yahudiler, Hz.Peygamber'in hicretini kalelerine çıkarak gözlemişler ve onun gelişini Araplara haber verirken[141] kendileri de merak içinde bekleşip, onun gerçekten bir peygamber olup olmadığını anlamak istemişlerdi. Biz onların bu durumunu Safiyye bintü Huyey'in bir rivayetinden anlamaktayız. Safiyye, Hz.Peygamber'in hicreti esnasında, Benu'n-Nadir Yahudüeri'nin reisi olan babası Huyey b. Ahtab ile amcası Ebû Yâsir b. Ahtab'ın onu karşılamaya gittiklerini, sabahın erken saatlerinde çıkmalarına rağmen çok geç döndüklerini ve babası ile amcası arasında şu konuşmanın geçtiğini anlatır:
Amcam Ebû Yâsir, babama: "O, o mu?" diye sordu.
Babam: "Evet, vallahi o odur." dedi.
Amcam:"Onun o olduğundan emin misin?" diye sorduğunda,
Babam: "Eminim" diye cevap verdi.
Amcam bu sefer babama;
"Ona karşı içinde uyanan nedir?" dedi.
Babam: "Vallahi eski halimde kalacağım, nefsimde uyanan ise, ona düşmanlık hislendir."[142] dedi.
Buna benzer bir hâdise de Selmân-ı Fârisî'den nakledilmiş ve Selmân-ı Fârisî, Hz.Peygamber'in Yesrib'e varışım Yahudi olan efendisine haber veren çocuğa, onun durumunu sorduğunda, Yahudi olan efendisi hiddetlenip Selmân'm yüzüne bir tokat vurmuştur.[143]
Hz. Peygamber, hicretini müteakip, kendisinin gelişinden memnun olmayan Yahudiler'e karşı gayet iyi davranmış ve onlara karşı takındığı tavırlarında yumuşaklık ve anlaşma arzusunda olduğunu izhâr etmiştir. Bu cümleden olarak onları, aralarında ortak olan bir kelimeye [144]çağırmış, kendisine ilâhî emir gelmeyen konularda onlara muvafakat etmeyi sevmiş [145], namazlarında onların kıblesi olan Beytü'l-Makdîs'e yönelmiş[146], hicreti esnasında onları oruçlu bulunca, sebebini sormuş ve daha sonra da müslümanlara bu orucu tutmalarını emretmiş[147] onların bölgesinde oturan müslümanlara, başka kap bulamamaları halinde, temizlemek şartıyla onların kaplannda yemek pişirmeyi ve o kaptan yemek yemeye müsaade etmiş [148], bundan daha ileri olarak, gelen bir ayetle, kendisine tâbi olanlara, onların kestiklerini yemelerine ve iffetli kadınlarıyla evlenmelerine müsaade etmiş [149]bizzat kendisi zaman zaman Beni israil kıssaları anlatmış ve bunları anlatma hususunda da herhangi bir beis görmemiştir.[150]
Bunlardan başka, onları kendi dinine kazanmak için, önünden geçen Yahudi cenazelerine saygı gösterip ayağa kalkmış ve bunu ashabına da tavsiye etmiş [151], müşriklere-girmeyi yasakladığı mescide kitâb ehli olarak onların girmesine müsaade etmiştir.[152] Ehl-i Kitâb'tan olup da, sonradan müslüman olan kişinin, Allah katında, daha önceden kendi peygamberini, sonradan da kendisini tastiklediğinden, iki peygamberi tasdiklemiş olacağı sebebiyle, diğer insanlardan müslüman olanlara nazaran iki kat daha fazla ecir alacağını[153] söylerken, o kişinin dirisiyle ve ölüsüyle insanların en hayırlısı olduğunu[154] beyan etmiş ve onun cennetlik olduğunu[155] müjdelemiştir.
Hz.Peygamberin takındığı bu olumlu tavırlar karşısında, sayıca az da olsa, bazı Yahudiler müslüman olmuş, bazıları da müslüman olmasalar bile en azından Hz.Peygamber'e cephe almamışlar ve hatta onun yanında yer almışlardır.
Bunlardan Abdullah b. Selâm daha hicrî 1.yılda ailesiyle birlikte müslüman olmuştur.[156] Salebe b. Saye, Esîd b. Sa'ye ve Esed b. Ubeyd isimli Yahudiler de Benû Kureyza kuşatması sırasında müslüman olmuşlardır.[157] Yine Benû Kureyza günü Ümmü Mün-zir isimli müslüman bir kadın, Rifâ'a b. Samuel adındaki bir Yahudi çocuğu himayesine alarak müslüman olmasına vesile olmuştur.[158]
Bu Yahudilerden başka, bazı kaynaklarda müslüman olduğu rivayet edilmekle[159] beraber, Hz.Peygamber'e iman etmeyen, fakat onun yanında yer alıp Uhud'da savaşan ve ölen Benu'n-Nadîr Yahudileri'nden Muhayrık da nıüsbet davranışlarda bulunmuştur. Hatta Uhud savaşı çıktığında kavmini Hz.Peygamber ile birlikte savaşmaya çağırmış, kavmi, günün Cumartesi olmasını bahane edince, "sizin için Cumartesi'nin önemi yoktur." diyerek silâhını kuşanmış ve "şayet ölürsem mallarımı Muhammed'e verin, o, malımı, Allah'ın kendisine göstereceği yere harcar" deyip Uhud savaşma katılmıştır. Savaşta ölünce, Hz. Peygamber onun hakkında, "Muhayrık Yahudilerin en hayırlısıdır" diyerek, onu övmüş ve bıraktığı malları Medine'de dağıtmıştır.[160]
Benû Kureyza kuşatması esnasında Hz.Peygamber'e verdikleri ahde sadık kalarak kavminin savaşmasına karşı çıkan Amr, b. Su'da isimli bir Yahudi de, kaleden inmiş ve geceyi Hz.Peygam-ber'in mescidinde geçirdikten sonra bilinmeyen bir yere gitmiştir. Daha sonra, ashâb o kişiyi sorduğunda Hz. Peygamber, "Ahdine vefasından dolayı Allah'ın (ölümden) kurtardığı bir adam" cevabını vermiştir.[161]
ibn Sa'd da bunlara ilâveten, Tevrat'ta Hz.Peygamber'in sıfatlarını okuduktan sonra, bir Yahudinin daha müslüman olduğunu isim vermeden rivayet etmektedir.[162]
Onlara bu derece ihtimam ile davranan Hz.Peygamber, kendi başkanlarından başka hiçbir kimseyi dinlemeyen[163] Yahudileri, Medine'de bulunan diğer kabileler ile birlikte anlaşma yapmak için ikna etmeyi başarmıştır. Hicrî 1.yılda yapılan[164] ve Anayasası da denilen bu anlaşmanın metni zamanımıza kadar çeşitli kaynaklarda[165] muhafaza edilmiş ve bizlere ulaşmıştır.
Biz burada anlaşma maddelerinin değerlendirmesine geçmeden önce, Yahudiler'in böyle bir anlaşmayı benimsemelerini sağlayan âmillerin neler olabileceği üzerinde durmak istiyoruz.
Bu âmilleri şu şekilde sıralayabiliriz:
Birincisi; Hz.Peygamber tarafından takınılan olumlu tavırlar ki, biz bunları, aralarında ortak olan kelimeye çağırma, aşure orucunu ashabına emretme, kıble olarak Beytül-Makdis'e yönelme vb. şeklinde Özetlemiştik.
İkincisi; Yahudilerin kendi bünyelerinden kaynaklanan bir takım sebepler ki, bunları da, aralarında siyasî bir birliğin olmayışı, kabul etmelerine rağmen onun bir Peygamber olduğunu bilmeleri[166] şeklinde söyleyebiliriz.
Üçüncüsü ise; onların Evs ve Hazrec ile ittifak halinde olmaları ki, bu durumda onlar birer müttefik olarak anlaşmaya imza koymak için kendilerini mecbur hissetmiş olabilirler. Bu üçüncü kısımda, çok uzak biı ihtimal olmasına rağmen zikretmek istediğimiz bir sebep de, Yahudilerin müşrik bir başkandansa, kendilerinin peygamberlerini ve kitaplarım tasdik eden[167] ve kendilerine iyi davranan birinin başkanlığını kabul etmiş olabileceklerdir.
Bu şartlar dahilinde, hicretten hemen sonra ele alınmış bulunan ve müslümanlarla Yahudilerin eşit şartlarda düşünüldüğü[168] anlaşmada Yahudilerle ilgili maddeler şöyle tanzim edilmiştir:
Anlaşmasının 1. maddesine göre, Yesrib'li müslümanlara tâbi olanlar şeklinde zikredilen Yahudiler, şehir devleti içinde yer almışlar ve müslümanlarla birlikte, şehri korumak için, harb etmeyi kabul etmişlerdir.[169]
2. madde de 1. maddeyi teyid eder mahiyette olup, şehirde yaşayanların her türlü kan bağlarının üstünde bir ümmet (cemaat) oldukları belirtilmekte,her ferdin yeni kurulan bu devletin içinde yer aldığı vurgulanmaktadır.
Umûmî bir hüküm taşıyan bu iki madde'den sonra 15. mad-de'ye kadar Arap kabileleriyle ilgili hükümler yer alır.
15.18. ve 19. maddelere göre ise; bir harp vukuunda anlaşmaya imza koyanların eşit şartlara sahip oldukları belirtilir.[170]
16. madde, Yahudilerin durumuna özel olarak ışık tututmak-tadır. Bu maddeye göre, Yahudilerden müslümanlara tâbi olanların, zulme uğramaksızın ve onlara muarız olanlarla yardımlaş-maksızm, müslümanların yardım ve himayesine hak kazanacakları belirtilmektedir. Bu maddenin iki bölüm halinde hazırlandığı tahmin edilen Medine anlaşmasının, birinci bölümünün son kısmı olduğu sanılmaktadır.168
18. maddeye göre ise, şehir devletini savunanlar nöbetleşe harbe iştirak edeceklerdir.
Umûmî maddeler olarak göze çarpan 23. ve 42. maddelere göre, Hz. Peygamber'in tam yetki ile, Allah adına idareyi eline aldığı tescil edilmektedir. Buna göre üzerinde ihtilafa düşülen konular derhal Allah'a ve Muhammed'e götürülecektir.
24. 37. ve 38. maddelerde özel olarak zikredilen Yahudiler, harbe iştirak ettiklerinde, harp süresince masraflarını kendileri karşılayacaklar, dıştan gelecek saldırılara karşı da kendi aralarında yardımlaşacaklardı![171]
25. maddeden 33. maddeye kadar çeşitli Yahudi kabileleri tek tek isim olarak zikredilirken, onların müslümanlarla bir ümmet (cemaat) oldukları, dinlerinde serbest oldukları vurgulanır. Haksız yere bir cürüm (suç) işleyenin ise "sadece kendine ve aile efradına zarar vermiş" olacağı belirtilerek, suç umûmîleştiril-mekten uzak tutulmuştur.
35. maddeye göre ise, Yahudiler'e sığınanların Yahudiler gibi kabul edileceği açıkça anlaşılmaktadır.
36. madde, Yahudileri Hz. Peygamberden habersiz (izinsiz) olarak müslümanlarla birlikte askerî bir sefere çıkmaktan men etmektedir.
37. maddenin (b) fırkasına göre, herhangi bir kimsenin müttefikine karşı suç işlemesi yasaklanırken, böyle bir durumda zul-medilene yardımcı olunacağı anlaşmada yer alır.
39. maddeye göre Yesrib şehrinin dahili, haram (mukaddes) bir belde kabul ediliyor ve sınırları çiziliyordu.[172]
40. madde, himaye altındakiler, bizzat himaye eden gibidir, ne zulmeder, ne de zulmedilir kaydım getirirken;
41. madde onu tamamlar ve; himaye hakkı verilenler hariç hiç kimsenin himaye hakkına sahip olmadığım belirtir.
43. madde Hz. Peygamberi dışarından gelecek tehlikelere karşı korurken, "ne Kureyşliler ve ne de onlara yardım edenler himaye altına alınacaklardır" şeklindeki ifade, müşrik Kureyşle her türlü irtibatı yasaklamaktadır.
44. maddenin pozisyonu ise, bir önceki maddeyi tamamlar durumda olup Kureyşle yardımlaşmama şartının bir adım daha ilerisindedir .Buna göre dışarıdan gelecek saldırılara karşı içeride yardımlaşma yapılacak ve bu saldırının Kureyşten gelmesi halinde de onlara karşı savaşılacaktır.
45. madde ise, dinî harpler hariç tutularak, her iki tarafın birbirini anlaşmaya çağırması halinde icabet etmenin gerekli olduğunu açıklığa kavuşturmaktadır.
Yine bu maddenin (b) fırkasına göre her zümre kendi bölgesinden, gerek müdâfaa ve gerekse şâir ihtiyaçlar açısından mes'ul olacaktır.
46. ve 47. maddelere göre de, bu anlaşmaya tam bir sadakat istenmekte ve bunu yapanların savaşta ve barışta emniyet içinde olacakları vurgulanmaktadır.[173]
Yukarıda [174]anlaşmanın iki bolüm olduğunun sanıldığım belirtmiştik. Fakat bu konuda kaynaklarımızda herhangi bir haber mevcut değildir. Ancak Yahudilerle yapılan bu anlaşmanın Bedir'den önce yapıldığını teyid eden rivayetler mevcuttur. Meselâ, Vâkıdî, Belâzurî ve Ibnu 1-Esîr'de "Kaynukalılar Hz. Peygamber Bedir'den döndükten sonra isyan etmişler ve ahidlerini bozmuşlardır."[175] şeklinde yer alan rivayet bunu ispatlamaktadır. Buna göre anlaşmanın H.l. yılda (M.622) veya en azından Bedir'den önce yapıldığını düşünebiliriz.
Hz. Peygamber bu anlaşma ile şehirde birlik ve beraberliği temin ettikten sonra, islâm'ı tebliğ vazifesine ağırlık vermiş ve gerek putperest Araplara karşı olsun, gerekse kitab ehli olan Yahudilere karşı olsun islâm'ı yayma faaliyetlerine hız vermiştir. Bu faaliyetleri esnasında birçok kereler Yahudilerin Beytü'l-Midrâs adını verdikleri toplantı yerlerine gitmiş ve onları Islama davet etmiştir. Hz. Peygamber'in, Yahudileri islâm'a davet için gittiğini anlatan rivayetlerin birkaçını, onların islâm'a ve Hz. Peygam-ber'e karşı takındıkları tavırları ortaya koyabilmek açısından, özetleyerek buraya almak istiyoruz.
Birgün Hz. Peygamber Beytul-Midrâs'a gider ve Yahudilere, içlerinden en âlim olan kimseyi karşısına çıkarmalarını ister. Yahudilerden Abdullah b. Sûriyâ çıkar. Hz. Peygamber ona, Allah'ın, geçmişte Beni israil'e verdiği nimetleri hatırlayarak; "Benim, Allah'ın Rasulü olduğumu bilmiyor musun?" diye sorar. Sûriyâ: "Allahümme, Evet, benim kavmim de şu bildiklerimi ve senin durumunun, sıfatlarının Tevrat'ta beyan edildiğini biliyor." der. Hz. Peygamber: "Bana iman etmen hususunda sana mâni olan şey nedir?" diye sorduğunda, Sûriyâ: "Kavmime muhalefet etmeyi kerih görüyorum, umulur ki onlar sana tabi olup müslüman olurlar, o zaman ben de müslüman olurum."[176] der.
Nakledilen bir başka hadise ise şudur; Ibn Abbas'tan rivayet edilmektedir.
Hz. Peygamber birgün yine Beytü'l-Midrâs1 a gitmiş ve onları Tevrat okur vaziyette bulmuştur. Yahudiler, Hz. Peygamber'in sıfatlarının bulunduğu bölüme gelince susmuşlardır. Bunun üzerine Hz. Peygamber merak edip bir kenarda hasta olarak oturan bir Yahudiye niçin sustuklarını sormuştur. Yahudi: "Onlar âhir zaman Peygamberinin sıfatlarına geldiler ve okumamak için sustular." deyip, yerinden kalkmış ve Tevrat'ı eline alarak o bölümü okumuştur. Sonra da kelime-i şahadet getirip müslüman olmuştur.[177]
Bir başka rivayette de Hz. Peygamberin yine Beytul-Midrâs'a gittiği ve onları islâm'a davet ettiği nakledilmiştir. Bu rivayete göre, Yahudiler Hz. Peygamber'e hangi din üzere olduğunu sormuşlar, Hz. Peygamber de; "ibrahim milleti ve dini üzereyim." deyince, onlar; "ibrahim Yahudi idi." diye mukabelede bulunmuşlardır. Yahudilerin bu iddiaları üzerine Hz. Peygamber, orada bulunanları, bu konu hakkında Tevrat'ın hakemliğine çagirmiş, fakat onlar bundan kaçınmışlardır.[178] Bu konuda hemen bir ayet nazil olmuş ve Hz. ibrahim'in ne Yahudi ve ne de Hıristiyan olduğu, aksine onun Allah'a teslim olanlardan olduğu vurgulanmıştır.[179]
Hz. Peygamberin islâm'a davet faaliyetlerine zaman zaman ashab da katılmış ve Yahudileri islâm'a davet etmişlerdir. Bu konuda Sa'd b. Ubâde, Muaz b. Cebel ve Utbe b. Vehb Yahudilere giderek, onlara islâm öncesini hatırlatmışlar ve: "Siz bizi gelecek olan bir Peygamber ile korkuttuğunuz halde, o geldikten sonra, onu niçin inkar ediyorsunuz, kaldı ki onun sıfatlarını da anlatıyordunuz." dediklerinde, Yahudilerden Râbi b. Hureymile ve Vehb b. Yahûzâ: "Biz kesinlikle böyle bir şey sÖ3flemedik ve Allah da Musa'dan sonra ne bir kitab, ne de bir korkutucu göndermiştir." diyerek Hz. Peygamberi inkar etmişlerdir.[180] Bu hadise üzerine de hemen bir ayet nazil olmuş ve Hz. Peygamberin hem müjdeci, hem korkutucu olarak gönderildiği bildirilerek Yahudiler yalanlanmış tır.[181]
Hz. Peygamber'in en yakın arkadaşı Hz. Ebû Bekr de bir gün onları islâm'a davet için gittiğinde, ona karşı gelmişler ve Hz. Peygamber'in kendilerinden borç para istediğini hatırlatarak:" (Bu hale göre) Allah fakir, biz zenginiz." demişlerdir. Yahudilerin bu sözlerine çok kızan Hz. Ebû Bekr, Finhas isimli Yahudi hahamının yüzüne bir tokat vurmuş ve: "Vallahi, aramızda anlaşma olmasaydı, başını uçururdum." demiştir. Bunun üzerine Finhas Hz. Peygambere gidip Hz. Ebû Bekr'den şikayetçi olmuştur. Hz. Peygamber olayı bir de Hz. Ebû Bekr'den dinleyince Finhas daha önce söylediği sözleri inkar ederek Hz. Peygamberin yanından ayrılmıştır.[182] Bu konuda da bir ayet inmiş ve; "Allah, 'Allah fakir, biz zenginiz' diyenleri işitmiştir.[183] diyerek gerçeği açıklamıştır.
Şimdi nakledeceğimiz hadise ise, Yahudilerin söyledikleri sözleri ve gerçekleri ne derece inkar eden bir kavim olduğunu göstermesi bakımından oldukça ilginçtir.Yahudilerden müslüman olan Abdullah b. Selâm bir gün Hz. Peygamber' geldi ve; "Yâ Rasulallah, Muhakkak ki Yahudiler tuhaf bir kavimdir. Senin onlara gitmeni ve ben bir ev'de gizlenirken, onlara beni sormanı isterim. Onlar benim hakkımda sana bilgi versinler, fakat bunu, onlara benim müslüman olduğumu söylemezden önce yap. Şayet onlar benim müslüman olduğumu öğrenirlerse hakkımda kötü söz söylerler, "dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Abdullah b. Selâm bir ev'de gizlenirken Yahudileri çağırmış ve onlara: "Hüseyin b. Selâm hanginizdir." diye sormuştur. Onlar: "O, bizim seyyidimiz ve seyyidimizin oğludur, dinimizi en çok bilenimiz ve en âlimimizdir." demişlerdir. Bu sırada Abdullah b. Selâm saklandığı ev'den çıkmış ve: "Ey Yahudi topluluğu, Allah'tan korkunuz ve onun size getirdiğini kabul ediniz, Allah'a yemin ederim ki, siz onun ismini ve sıfatım yanınızda olan Tevrat'ta buluyorsunuz. Muhakkak ben Rasûlullah'a iman ediyorum ve onu tasdik ediyorum." demiştir. Abdullah b. Selâm'dan bu sözleri işiten Yahudiler onun hakkında az önce söyledikleri sözleri inkar etmişler, onu yalanlamışlar ve hakkında kötü sözler söylemeye başlamışlardır. Onların bu şekilde kötü sözler söylemeleri üzerine Abdullah b. Selâm: "Yâ Rasulallah ben sana onların tuhaf, sözlerinde durmayan ve fâcir bir kavim olduklarını söylemedim mi?" demiştir.[184]
Görüldüğü gibi önceleri gayet normal olarak gelişen ve pek fazla çekişmeye meydan vermeyen bu davetler, sıklaşmaya başlayınca tepkiler doğurmuş ve en sonunda da kopma noktasına gelmiştir. Aşağıda zikredeceğimiz hadise bu durumu bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber bir gün yine Beytül-Midrâs'a gitmiş ve Yahudileri islâm'a davet etmiştir. Bu davetini üç defa tekrarlayan Hz. peygamber, üçüncü de, "Tebliğ ettin, Ya Ebe'l-Kâsım" şeklinde cevap almıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber onlara son olarak: "Bunu ben istiyorum. (Yani islâm'a girmenizi)" dedikten sonra, "Biliniz ki, arz Allah ve Rasûlüne aittir."[185] diyerek sözlerine tamamlamıştır.
İlişkilerin bu noktaya gelmesi Yahudileri daha çok kızdırmış ve onlar, önceleri bu davetlere seslerini çıkarmamış ve sonraları alaylı[186] cevaplar vermeye başlamışlarken, bu defa Hz. Peygamberin aleyhine bir takım faaliyetlerde bulunmaya başlamışlardır.
Hz. Peygamber ve ona inananları saptırmak için, kıyametin ne zaman kopacağı [187], cennetin kapılarının mahiyeti[188] mahlûkâtı Allah'ın yarattığını, fakat Allah'ı, kimin yarattığı ve onun pazu ve dirseklerinin nasıl olduğu [189], Allah'la beraber başka ilâhların da olup olmadığı[190] ve ruh'un mâhiyetinin ne olduğu[191] şeklinde gaybî sorular sonnuşlar, Hz. Peygamber'in de nihayet bir insan olduğunu birbirlerine hatırlatıp [192], içlerinden suç işleyenlerin bazılarını ona gönderip, şayet istedikleri gibi hüküm verirse ona uymalarını, istediklerinin dışında bir hüküm verirse uymamayı[193] tavsiye etmişlerdir.
Yine onlar, "Muhammed ve arkadaşlarına ineni değiştiriniz, umulur ki, onlar da bizim gibi yaparak kitaplarını tahrif ederler ve dinlerinden dönerler" [194] diyerek Kur'ân-ı Kerîm'i alaya almışlar[195] ve onu inkar etmişlerdir.[196] Hz Peygamber'e inenin kendilerine inen gibi olmadığını, onun bunları insanlardan ve cinlerden öğrendiğini[197], aslında Allah'ın ona hiç birşey indirmediğini [198]kendilerininse, Allah'ın oğulları ve sevgilileri olduklarını[199] hidayetin ancak kendilerinde olduğunu ve Hz. Mu-hammed'in de ancak ve ancak kendilerine tâbi olması halinde hidâyete ereceğin[200], Hz. Peygamber'in "Ben İbrahim milleti ve dini üzereyim" demesi üzerine, onun, Yahudi olduğunu[201] ve Hz. Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğunu[202] iddia etmişlerdir.
Bunlardan ayrı olarak, Hz. Peygamber1 den, gökten bir kitab indirmesini[203], Allah'ın kendileriyle konuşmasmı [204]istemişler ve ashabı sadaka vermekten men etmek için onlara;"Biz sizin fakir olmanızdan korkuyoruz"[205] demişlerdir.
Hz. Peygamber'in devesi kaybolduğunda da onlar, "Muhammed gökten haber aldığını iddia ediyor, fakat devesinin nerede olduğunu bilmiyor" [206]demişler, Ensâr'dan müslüman olanlara eski günleri hatırlatıp[207] Evs ve Hazrec'in îslâm öncesi düşmanlıklarına tekrar başlamalarım ve böylece Hz. Peygamberi yalnız ve yardımsız bırakmayı arzulamışiardır.
Kur'ân-ı Kerîm Yahudilerin bu tür söz ve davranışları karşısında sessiz kalmamış ve onlara gerekli cevapları vermiştir.
Kıyametin ne zaman kopacağı hususundaki sorularına, "Ey Muhammed, sana kıyamet saatinin ne zaman gelip çatacağını soruyorlar, de ki, onu ancak Rabbim bilir, onun vaktini O'ndan başka belirtecek yoktur. Göklerin ve yerin ağırlığını kaldıramayacağı o saat sizlere ansızın gelecektir. Sen sanki öğrenmişsin gibi sana soruyorlar, de ki,onu bilmek ancak Allah'a mahsustur, ama insanlann çoğu bu gerçeği bilmezler."[208] ayetiyle, Allah'ı kim yarattı sorularına, "Ey Muhammed, de ki, O Allah bir tektir. Allah herşey-den müstağni ve her şey O'na muhtaçtır, O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiç birşey O'na denk değildir."[209] mealindeki Ihlâs suresi ve "Onlar Allah'ı gereği gibi değerlendiremediler. Bütün yeryüzü, kıyamet günü O'nun avucundadır; gökler onun kudretiyle durulmuş olacaktır. O, putperestlerin ortak koşmalarından münezzehtir."[210] ayetiyle, Allah'la beraber başka ilahlar var mıdır, sorularına, "Şâhid olarak hangi şey büyüktür' de. 'Allah benimle sizin aranızda şahittir. Kur'ân bana, sizi ve ulaştığı kimseleri uyarmanı için vahyolundu; Allah'la beraber başka tanrılar bulunduğuna siz mi şahitlik ediyorsunuz? de. 'Ben şahitlik etmem1 de. 'O ancak tek bir tanrıdır, doğrusu ben ortak koşmanızdan uzağım'de"[211]ayetiyle, ruh' un mâhiyeti hakkındaki sorularına, "Ey Muhammed, sana ruh1 un ne olduğunu soruyorlar, de ki: 'Ruh, Rabbimin emrinden ibarettir. Bu hususta size pek az bilgi verilmiştir."[212] ayetiyle cevap vermiştir.
Yine onların, "o bizim istediğimize göre fetva verirse alırız, vermezse almayız" demelerine, "Ey Peygamber, kalpleri inanmamışken, ağızlarıyla İnandık' diyenler, Yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden değiştirenler de, 'Böyle bir (fetva) size verilirse alın, verilmezse kaçının' derler. Allah'ın fitneye düşmesini dilediği kimse için Alah'a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar Allah'ın, kalplerini arıtmak istemediği kimselerdir. Dünyada rezillik onlaradır. Onlara ahi-rette de büyük azab vardır." ve "Onlar yalana kulak verirler, haram yerler. Eğer sana gelirlerse aralarında hükmet yahut onlardan yüz çevir, yüz çevirirsen sana bir zarar veremezler. Eğer hükmedersen aralarında adaletle hüküm ver. Allah âdil olanları sever"[213] ayetleriyle, "Muhammed ve arkadaşlarına ineni değiştiriniz, umulur ki, onlar da aynısını yaparlar" şeklindeki teşebbüslerine, "Ey kitâb ehli, niçin hakkı batıla karıştırıyor ve bile bile hakki gizliyorsunuz?"[214] ayetiyle Hz. Peygamberin Kur'ân-ı Kerîm'i insanlardan ve cinlerden öğrendiği hakkındaki iddialarına, "De ki: İnsanlar ve cinler, birbirlerine yardımcı olarak bu Kur'ân'm bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, and olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar"[215] ayetiyle, "Allah ona hiç birşey indirmemiş tir" şeklindeki iddialarına, "Andolsun ki, açıklayıcı ayetler indirmişizdir. Allah dilediğini doğru yola eriştirir."[216] ayetiyle, Allah'ın oğulları ve sevgilileri olduklarını iddia et-meleıine, "Yahudiler ve Hıristiyanlar, 'Biz Allah'ın oğulları ve sevgilileriyiz' dediler. 'Öyleyse günabîarınızdan ötürü size niçin azabediyor? Bilakis siz O'nun yarattığı insanlarsınız' de..."[217] ayetiyle, Hz. ibrahim'in Yahudi olduğunu iddia etmelerine, "ibrahim Yahudi de Hıristiyan da değildi, ama doğruya yönelen bir müslim-di; puta tapanlardan (da) değildi."[218] ayetiyle, Hz. Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğu şeklindeki iddialarına, "Yahudiler, 'Uzeyr Allah'ın oğludur' dediler; Hıristiyanlar, 'Mesih Allah'ın oğludur' dediler. Bu daha önce inkar edenleiin sözlerine benzeterek ağızlarında geveledikleri sözdür. Allah onları yok etsin. Nasıl da uyduruyorlar."[219] ayetiyle cevaplamıştır.
Gökten kitap indirmesini istemelerine, "Şy Muhammed, Kitap ehli, senin kendilerine gökten bir kitap indirmelerini isterler. Musa'dan bundan daha büyüğünü istemişlerdi ve 'Bize Allah'ı apaçık göster1 demişlerdi. Zulümlerinden ötürü onları yıldırım çarpmıştı....."[220] ayetiyle, Allah'ın kendileriyle konuşmasını istemelerine, "Bilmeyenler Allah bizimle konuşmalı veya bize bir ayet gelmeli değil miydi?' dediler. Onlardan öncekiler de onların söylediklerinin tıpkısını söylemişlerdi. Kalpleri birbirlerine benzedi. Kesinlikle inanan kimseler için ayetlerimizi açıklamışızdır."[221] ayetiyle, ashabı sadaka vermekten men etmek istemelerine, "Onlar cimrilik ederler, insanlara cimrilik tavsiyesinde bulunurlar, Allah'ın bol nimetinden kendilerine verdiğini gizlerler. Kafirlere aşağılık bir azâb hazııiamışızdır."[222] ayetiyle cevaplar vermiştir. Bütün bunlara ilâve olarak Kur'ân-ı Kerîm, îsrailoğullan'nm tarih içinde yapageldikleri olumsuz tutumlarını özetler ve onların; ahiret karşılığında dünyayı satın aldıklarını[223], kendi dinlerinde yasaklandığı halde faiz yediklerini [224], Allah'ın ayetlerini az bir pahaya sattıklarını [225]kitaplarını tahrif ettiklerini[226], Hz. Musa'dan Allah'ı kendilerine göstermesini istediklerini[227], kendilerine kutsal kılanan Cumartesi yasağını çiğnediklerini[228], yalana kulak verip, haram yediklerini[229], kendilerine ilim geldikten sonra birbirlerini çekemeyip ayrılığa düştüklerini[230], bazıları müstesna hâin olduklarını ve ahitlerini bozduklari için lanetlendiklerini[231], hatta bu lanetlenmenin kendi peygamberleri Hz. Davud ve Hz. Isâ tarafından bile yapıldığını [232], hahamlarının çoğunun insanların mallarını haksız yere yediklerini ve altın-gümüş biriktirip hak yolunda sarfetmediklerini[233], şeytana kul olduklarını[234], münafıklık yaptıklarını[235], peygamberlerine karşı gelmek için, men edildikleri halde gizli toplantı yaptıklarım[236], peygamberlerini yalanlayıp, onları öldürdüklerini[237], inananlara karşı en şiddetli düşman olduklarını[238] ve onların kesinlikle dost edinilemeyeceğini [239], beyan ederek Hz Peygamberin onlara karşı takip edeceği siyaseti kesin olarak ortaya koymuştur.
Yahudiler, Kur'ân-ı Kerîm'in bu tavrı karşısında büsbütün hiddetlenmişler ve düşmanlıklarını daha da arttırmışlardır. Gerek Hz. Peygamberi gördüklerinde, gerekse müslümanlara rastladıklarında "es-Sâmu aleyküm" yani "ölüm üzerine olsun"[240] diye Selâm vermeye başlamışlar ve Hudeybiye dönüşünde[241] de Hz. Peygamber'e büyü dahi yapmışlardır.[242]
Onların bu şekilde Selâm vermelerine Hz. Peygamber gayet sakin ve yumuşaklıkla cevap vermiş, "ve aleyküm" yani "sizin de üzerinize olsun" demiştir. Başta eşi Hz. Âişe olmak üzere ashabı, Yahudilerin bu Selâmına hiddetlenip, onlara lanet okumaya başlayınca, "Allah rıfk sahibidir, rıfkı sever."[243] buyurarak onlara mâni olmuştur. Yine onların büyü yapmaları karşısında, oldukça ızdırap çekmesine rağmen, ashabın büyü yapanı öldürme teklifini reddetmiş ve Yahudi Lebîd b. A'sam'ı affetmiştir.[244]
Birbirini takip eden ve ardı arkası kesilmeyen bu çekişmelerden sonra, Hz. Peygamberin Yahudilere güveni kalmamış ve Tevrat'tan bazı şeyleri onlara sorduğunda kendisine doğru cevaplar verilmemesi ve buna benzer sebeblerle Zeyd b. Sâbit'e îbrânice öğrenmesini emretmiş, o da 15 gün içinde îbrânice'yi öğrenmiştir.[245]
Kıblenin değişmesi esnasında da onlar fm tür davranışlarını devam ettirmişler ve Hz. Peygamber'e gelip, "şayet tekrar bizim kıblemize dönersen, sana tâbi oluruz,"[246] demişlerdir. Kur'ân-ı Kerîm onların bu sözlerini cevapsız bırakmamış ve, "insanların beyinsizleri; yöneldikleri kıbleden onları çeviren nedir? 'diyecekler; de ki, 'Doğu ve Batı Allah'ındır, o, dilediğini doğru yola eriştirir.' [247] ayetiyle mukabelede bulunmuştur.
Bu çekişmelerin neticesinde ilk olarak, Hz.Peygamber'in hicretinin 20. ayında (H.2.yıl Şevval/M.624 Mart-Nisan) Amrb. Avf Yahu dilerinden olan Ebû Afek, müslümanları hicvettiğinden dolayı, Hz. Peygamber'in emriyle kendi evinin bahçesinde uyurken, Salim b. Umery tarafından öldürülmüştür.[248]
Yine Bedir savaşından sonra, müslumanların zaferini çekemeyip anlaşmaya aykırı olarak, Mekke'li müşriklere gidip onların ölülerine ağıtlar yakan ve onları müslümanlara karşı tahrik eden Ka'b b. el-Eşref, şiirleriyle Hz. Peygamberi ve müslümanlan hicvetmiş, Medine'ye döndükten sonra da bu tavrını devam ettirerek söylediği şiirlerle müslüman kadınlara sarkıntılık etmeye başlamıştır. Babası tarafından Tay kabilesinden olduğu halde, annesi Benu'n Nadîr Yahudilerin den olduğu için, Benu'n-Nadîr'e nisbet edilen Ka'b b. el-Eşref, Hz. Peygamber tarafından H.2. yıl'da (M.623-624) öldürtülmüştür.[249] Hz. Peygamber onu öldürecek kişileri Benu'n-Nadîr'in eski müttefiklerinden olan Evs kabilesinden seçmiş ve böylece Yahudilerin kan davası gntme ihtimâlini ortadan kaldırmıştır.[250] Ayrıca onu öldürmeye gidenlerden Ebu Na-ile'nin de Ka'b'ın süt kardeşi olduğunu[251] düşünürsek Hz. Peygamber'in ne kadar isabetli bir seçim yaptığım kolayca anlayabiliriz.
Muhammed Hamidullah, Ka'b b. el-Eşref in, Hz. Peygamber'e düşman olmasının sebeblerinden birinin, Hz. Peygamberin Medine'ye hicret ettiği günlerde Bemı'n-Nadîr ile Benû Kureyza'mn diyetini eşitlemesi olabileceğini belirtir.[252] Bunu da, Mukatil tefsirinde yeralan bir rivayete dayandırır. Bu rivayete göre Ka'b b. el-Eşref: "Biz senin kararını kabul etmiyoruz, senin emrine itaat etmeyeceğiz ve eski hükümlere tâbi olacağız."[253] demiştir. Ka'b b. el-Eşref in öldürüldüğü gecenin sabahında Yahudiler Hz. Peygamber'e gelip onun suçsuz yere öldürüldüğünü söylemişlerdir. Onların bu sözleri üzerine Hz. Peygamber, onun suçlu olduğunu belirterek; "Onun gibi yapanlar ve onun görüşünde olanlar (derhal) öldürülür, onun bize şiirleri vasıtasıyla zararları ulaşmıştı. Aynı şeyi sizden kim yaparsa onun hakkı da kılıç olur." demiştir. Bu hadiseden çok korkan Yahudiler Hz.Peygamber'in kendilerini tekrar anlaşmaya çağırmasına olumlu cevap vermişler ve Remle bintü Hârise'nin evinde bir daha böyle bir hadisenin olmayacağına dâir anlaşma imzalamışlardır.[254]
Yahudi şâir Ka'b'ın katlinden sonra, Hz_ Peygamber Yahudilere karşı, o ana kadar, Önceleri yumuşak, sonraları tatlı- sert diyebileceğimiz bir siyaset takip etmişken, bu olaydan sonra sertleşmiş [255] ve, "Kim bir Yahudi yakalarsa, onu Öldürsün." buyurarak, müslümanlarm aleyhinde bulunan Yahudilere aman verilmeyeceğini belirtmiştir. Hz. Peygamber'in bu sözü üzerine Mu-hayyısa b. Mes'ud isimli bir müslüman, Süneyne adındaki bir Yahudi tüccarı müslümanlara zararı dokunduğu için öldürmüştür.[256]
Hz. Peygamberin Medine'ye hicretini müteakip yapılan anlaşmaya Hazreclilerin müttefiki olarak katılan [257]Benû Kaynuka Yahudileri, şehrin içinde bulunan bir mahallede yaşıyorlar ve kuyumculukla meşgul oluyorlardı.[258] Diğer Yahudi kabilelerine nazaran daha zengin olan Benû Kaynukahlar, müslüman olan Abdullah b. Selâm'ım kabilesi olup, dindaşları içinde de Yahudilerin en cesurları olarak tanınıyorlardı.[259] Aynı zamanda Hazredi Abdullah b. Übey b. Selûl un de müttefiki [260]olan Benû Kaynuka-lılar, Hz. Peygamber'e savaş ilan eden ilk Yahudi kabilesi olmuştur.[261]
Benû Kaynuka Yahudileri, Hz. Peygamber Bedir savaşından döndükten sonra isyan etmişler ve ahidlerini bozmuşlardır.259 Bunun üzerine Hz. Peygamber'onları çarşılarında toplamış ve: "Ey Yahudi topluluğu, Allah'tan korkunuz ve Kureyş'in başına gelen sizin de başınıza gelmeden önce müslüman olunuz. Muhakkak ki, siz benim gönderilmiş bir Peygamber olduğumu ve bu hususun da kitabınızda haber verildiğini biliyorsunuz. Ayrıca bu konuda Allah'ın size karşı olan ahdini de biliyorsunuz." demiştir. Buna cevap olarak Yahudiler: "Ey Muhammed; Muhakkak sen cahil (ve savaş bilmeyen) bir kavimle karşılaştın. Onları yenmen seni gururlandırmasın. Vallahi biz savaşçı insanlarız, şayet bizimle savaşırsan, bizim ne savaşçılar olduğumuzu anlarsın. Şüphesiz sen bizim gibisiyle savaşmadın."[262] diyerek Hz. Peygamber'e meydan okumuşlardır.
Hz. Peygamberin Benû Kaynuka Yahudilerine gidip onları tehdid ederek İslâm'a davet etmesi ve bunun sebebi üzerinde biraz durmak istiyoruz. Yukarıda belirttiğimiz gibi Benû Kaynuka Yahudilerinin Hz. Peygamber ile yaptıkları anlaşmayı Bedir savaşmdan sonra bozdukları rivayet edilmekte, fakat nasıl bozduklarına dâir herhangi bir malumat verilmemektedir. Muhammed Hamidullah, Hz. Peygamber'in bu tehdidli davetini yorumlarken, onun bir Peygamber olarak, geleceği bilmesinden dolayı böyle konuşmuş olabileceği üzerinde durur.[263]
Biz burada Muhammed Hamidullah'm yorumunu kabul etmekle birlikte, sadece Ebû Davud'un Sünen'inde bulabildiğimiz bir rivayeti nakletmek istiyoruz. Zeyd b. Sâbit'in kölesi Ebû Mu-hammed'e kadar uzanan bir senede sahip olan rivayette, Hz. Peygamber'in Bedir'de Kureyş'le karşılaşacağı sırada, Yahudilerin Benû Kaynuka liderliğinde Medine'ye girdikleri ve ancak bunun üzerine Hz. Peygamber'in bunlarla mezkûr konuşmayı yaptığı zikredilir.[264]
Bu rivayeti sahih kabul edersek, önümüzde iki ihtimal belirir. Bunlar da, bu Yahudilerin, ya anlaşmaya uyarak gerçekten yardıma geldikleri yahud da yardım maskesi altında Hz. Peygamber'in zayıf bir anını kollayıp ona saldırmak için fırsat kolladıkları ihtimalleridir, iki ihtimal de olabilir. Ancak Hz. Peygamber'in onları tehdid edici bir konuşmayla islâm'a çağırması ve Yahudilerin de aynı şekilde cevap vermelerine bakılırsa ikiiici ihtimal daha ağır basmaktadır.
Bu olaydan sonra dokuz ay kadar bir zaman olaysız geçmiş,[265] bu zaman zarfından sonra Ensâr'm Rebîa kabilesinden [266]müslüman bir kadın Benû Kaynuka Yahudileri'nin çarşısına alış veriş için gitmiş ve onların dükkanlarından birine girmiştir. Bu arada dükkanda bulunan bir Yahudi, işi bitinceye kadar dükkanın bir kenarına oturan müslüman kadının eteğini arkadan oturduğu yere bağlamıştır. Kadın işini bitirip kalktığında, eteği yırtılmış ve mahrem yerleri görünmüştür. Yahudiler de kadının bu duruma düşmesine hep bir ağızdan gülmüşlerdir. Utanılacak bir duruma düşen kadın bağırmaya başlamış, oradan geçmekte olan bir müslüman da kadının bu durumunu görünce, hemen müdahale' etmiş ve kadının o hale düşmesine sebep olan Yahudiyi orada Öldürmüştür. Bunun üzerine olay yerinde bulunan Yahudiler de o müslümanı şehid etmişler [267]ve böylece Hz. Peygamber ile yaptıkları anlaşmayı bozmuşlardır.[268]
Yahudilerin bu davranışlarından hem Hz. Peygamber ve hem de müslümanlar oldukça rahatsız olmuşlar, Benû Kaynuka'nın kendilerine ihanet edebileceğinden endişe etmeye başlamışlardır. Müslümanlar bu haldeyken bir ayet gelmiş ve Hz. Peygam-ber'e, Benû Kaynuka Yahudilerine karşı takip edeceği siyaset gösterilmiştir. "Eğer bir topluluğun anlaşmaya hıyanet etmesinden korkarsan, sen de onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran. Doğrusu Allah hâinleri sevmez."[269] şeklinde gelen ilahî müsadeden sonra, Hz. Peygamber: "Ben Benû Kaynuka Yahudi-leri'nin anlaşmayı bozmasından korkuruyorum."[270] diyerek onlara karşı savaşa çıkmıştır.[271]
Hicretinin 2O.ayında[272] (H.2.yıl Şevval/M.624 Mart-Nisan) Benû Kaynukahlar'ı kuşatma altına alan Hz. Peygamber, Medine'de Ebû Lübâbe Beşîr b. Abdülmünziri bırakmıştır.[273] Bayrak kullanılmayan [274]sefer esnasında beyaz sancağı[275] Hamza b. Ab-dülmuttalib taşımıştır.[276]
Hz. Peygamber onları 15 gün[277] şiddetli muhasara altında tutmuş[278] ve sonunda kendi hükmüne inmeyi kabul ettirmiştir.[279] Benû Kaynukahlar Hz. Peygamberin vereceği hükme razı olarak teslim olmadan önce, serbest bırakılmalarını istemişler, ancak Hz. Peygamber bunu reddetmiştir.[280] Böylece, onları kendi hükmüne razı olarak teslim alan Hz. Peygamber, erkeklerinin öldürülmek üzere bağlanmalarım, kadın ve çocuklarının ise esir edilmelerini emretmiştir.[281]
Bu arada Yahudiler'in boyunlarının vurulacağını duyan Abdullah b. Übey b. Selül Hz. Peygamber'e gelip, onu tacize varan derecede ısrarla, eski müttefiklerini affetmesini istemiştir. Hz. Peygamber önce onu dinlememiş, fakat sonradan, "Allah, onlara ve onlarla beraber olana lanet etsin." diyerek Benû Kaynukalıla-ruı hayatlarım bağışlamış[282], ancak mallarını bırakmalarını [283]ve Medine'yi derhal t erke tmel erini emretmiştir.[284]
Kendileri hakkında verilen bu ikinci karardan sonra Yahudiler, Hz. Peygamber'e gelip şehirde oturanların bazılarından alacakları olduğunu söylemişlerdir. Hz. Peygamber de onlara izin vererek: "Acele ediniz, alacaklarınızı tenzil ediniz."[285] buyurduktan sonra, "her zaman için tekrar Medine'ye işlerinizi halletmek üzere gelebilirsiniz, yeter ki, burada oturup kalışınız üç günü geçmesin."[286] diyerek onlara tekrar Medine'ye gelebilme izni vermiştir.
Bu konuşmalardan sonra Benû Kaynukalılar önce Şam'a gitmişler, orada bir ay kadar kaldıktan sonra hemen hepsi Ezriat'a gitmişlerdir.[287] Kaynaklarımızın verdiği bilgilere göre bu Yahudilerin az bir kısmı Medine'de kalmıştır.[288]
Medine'nin kenar kesimlerinde oturan diğer Yahudi kabileleri Benu'n-Nadîr ve Benû Kureyza Yahudilerinden yardım göremeyen[289] Benû Kaynuka Yahudilerinin, arkalarında birçok silah ve kuyumcu aleti bırakarak[290] gitmelerinden sonra, şehir içinde herhangi bir Yahudi tehlikesi ihtimali de ortadan kalkmıştır.
Benû Kaynuka Yahudileri hakkında son olarak şunu da söylemek istiyoruz. Yukarıda zikrettiğimiz gibi Benû Kaynukah-lar'm bir kısmı Medine'de kalmıştı, işte bu Yahudilerin Uhud ve Hayber savaşlarında Hz. Peygambere yardıma geldikleri, Hz. Peygamberin Uhud savaşında onların yardımlarını kabul etmeyip geri çevirdiği [291], Hayber savaşında ise kabul edip savaştan sonra onlara ganimetten pay verdiği[292] nakledilen rivayetler arasındadır. Ayrıca Serahsî'de bulunan diğer bir rivayete göre , Hendek savaşından sonra yapılan Benû Kureyza kuşatması sırasında Hz.Peygamber'in, onların Medine'de kalanlarından yardım istediği[293] de nakledilmektedir.[294]
Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretini müteakip yapılan anlaşmada, Evsîiler'in müttefiki olarak yer alan Benu'n-Nadîr Yahudileri, Medine'nin dış tarafında ve Benû Hatme mezarlık bölgesinde[295] meskûn olup, dindaşları içinde en kalabalık nüfusa ve Hz. Musa'nın kardeşi Harun (a.s)'a dayanan bir nesebe sahiptiler.[296]
Bedir savaşma kadar Hz. Peygamberle hei'hangi bir sürtüşmesine rastlamadığımız Benu'n-Nadir Yahudileri, Bedir savaşından sonra, önce Benû Kaynukalılar'm sürülmesi ve daha sonra da kendi kabilelerinden Ka'b b. el-Eşrefin öldürülmesi olaylarına çok kızmışlar, aynı zamanda içlerini bir korku da kaplamıştı. Hatta onlar Ka'b'm Öldürülmesinden sonra Hz. Peygamber ile anlaşmalarını yenilemişlerdi.
Hz. Peygamber ile anlaşma imzalamış olmalarına rağmen onlar, yukarıda zikrettiğimiz sebeblerden dolayı olsa gerek, rahat durmamışlar ve Mekke'li müşriklerle ilişki kurmuşlardır. Bedir yenilgisiyle çılgına dönen ve Hz. Peygamber'den intikam almadıkça yıkanmayacağına yemin eden Mekke'li müşriklerin reisi Ebû Sufyân bir gece 200 adamıyla Hz. Peygamber ve müslüman-lar hakkında bilgi almak için kendilerine gelmiş ve onlar da, ona gerekli bilgileri vermişlerdir. Kaynaklarımız, Ebû Sufyân'm, bu bilgileri aldıktan sonra Mekke'ye dönerken el-Ureyd bölgesinde, hurmalıklarının başında bulunan iki müslümanı öldürdüğünü ve hurmalıklarını yaktığını da nakletmektedirler.[297]
Mekke'li müşriklere gizli olarak verdikleri bilgilerle anlaşmaya aykırı harekette bulunan[298] Benu'n-îs[adîr Yahudileri, Hz. Peygamber'in Uhud savaşında Kureyşlilere üstünlük sağlayamaması üzerine cesaretlenmişler ve bu arada Kureyşlilerden aldıkları tehdidkâr bir mektupla[299], Hz. Peygamber ile yaptıkları anlaşmayı tamamen bozma eğilimine girmişlerdir.
Bu gerginlik havası içinde Hz. Peygamberin hicretinin 36. ayı Safer'de[300] (H.3. yıl Safer Temmuz-Ağustos) Bir'i Mauna[301] hadisesi meydana gelmiş ve 70 müsîüman mübelliğ tuzağa düşürülerek öldürülmüştür, içlerinden sadece Amr b. Ümeyye ed-Damrî isimli bir müsîüman kurtulmuş ve hadiseyi Hz. Peygamber'e haber vermek için Medine'ye doğru yönelmiştir. Yolda Hz. Peygamber ile anlaşması olan Benû Âmir kabilesinden iki kişiye rastlamış ve onları kendilerine saldıranlardan sanıp öldürmüştür. Sonra da hemen Medine'ye gelip durumu Hz. Peygamber'e anlatmıştır. Bu olaydan bir müddet sonra Benu Amir kabilesinin reisi Âmir b. Tufeyl Hz. Peygamber'e bir mektup yazıp, öldürülen iki adamın diyetini istemiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber bir grup arkadaşlarıyla[302] aralarında mevcut olan anlaşmaya dayanarak Benu'n-Nadir'lilere gidip diyete iştirak etmelerini istemiştir. Benu'n-Nadirliler diyeti vereceklerini söyleyip biraz beklemelerini istemişlerdir. Hz. Peygamber ve arkadaşları da bu arada bir duvarın dibine oturmuşlardır. Yahudiler, Hz. Peygamber'in bu şekilde bir duvar dibine oturmasını firsat bilip, durumu değerlendirmek istemişler ve onu öldürmek için kendi aralarında bir plan yapmışlardır. Bu plana göre; içlerinden Amr b. Cihâş isimli birini vazifelendirmişler ve ona yapacağı işi anlatmışlardır. O, Hz. Peygamber'in dibine oturduğu duvarın üzerine çıkacak ve onun üstüne büyük bir kaya parçası yuvarlayacaktı. Ancak onların bu planına içlerinden Sellam b. Mişkem karşı çıkmış ve şayet bunu yapacak olurlarsa durumun Hz. Peygamber'e derhal haber verileceğini söylemiştir. Buna rağmen Yahudiler bu işte ısrar etmişler ve planlarım uygulamak için harekete geçmişlerdir. Tam bu sırada Hz.Peygamber, kendisiyle birlikte gelen ashabına beklemelerini söyleyerek, bir hacetim görmek için kalkmış gibi yaparak bulunduğu yerden ayrılmış ve geri dönmemiştir. Durumdan şüphelenen Yahudiler, Hz. Peygamber'in arkadaşlarına gelip, onun için geciktiğini sormuşlar, ancak onlar da bilmediklerini söylemişlerdir. Bu arada Hz. Peygamber'in dönmemesine bir anlam veremeyen Yahudilere Kinane b. Suriya: "Muhammed'in niçin kalktığını idrak etmiyor musunuz? Tevrat'a yemin olsun ki, Muhammed sizin hazırladığınız tuzaktan haberdar edildi. Siz bunu yapmakla kendi nefsinize tuzak kurmuş oldunuz. O, sizin kurduğunuz tuzaktan dolayı kalkmıştır. O nebilerin sonuncusudur. Siz nebinin, Harun'un neslinden gelmesini istiyorsunuz, ama Allah onu dilediği kavimden gönderir. Muhakkak okuduğumuz kitabımız Tevrat'ta onun doğum yeri Mekke'dir, hicret yeri ise Yesrib'tir Onun anlatılan sıfatı, bizim kitabımızda anlatılanlar ile çatışmaz, o şimdi sizinle harbetmeye gelecek, sanki ben, sizi yerinizden sürülür, çoluk-çocuklarınızı bağırır ve evlerinizle mallarınızı arkanızda bırakıp gider bir halde görür gibiyim. Şayet bana iki şey hakkında itaat ederseniz, o şeyler size şeref kazandırır, üçüncüsünde ise hayır yoktur." demiştir.
Benu'n-Nadîrliler: "O ikisi nedir." diye sorduklarında, Kinane b. Suriya birincisinin müslüman olup çocuk-çocuklannı ve mallarını kurtarmak, bunun yanında yerlerinden de sürülmemek olduğunu söylemiştir. Kinane b. Suriya ikinci teklifinin; Hz. Peygamber kendilerini çıkarmak için geldiğinde, ona boyun eğmeleri şeklinde olduğunu, üçüncü teklifinin ise; kalelerine (utum'larına) çekilip savunma yapmaları olduğunu söylemiştir. Benu'n-Nadirliler savunma yapmayı tercih edince de onlara, yurtlarından çıkmalarının daha hayırlı olacağını tekrar hatırlatmış ve kızının ayıplamasından çekinmese islâm'ı kabul edeceğini itiraf etmiştir. Bu arada Sellam b. Mişkem isimli bir yahudi de reisleri Huyey b. Ahtab'a, şayet Hz. peygamberden "çıkınız" diye emir gelecek olursa, çıkmayı kabul etmesini tavsiye etmiştir.[303]
Bu arada Hz. Peygamberi arayan Hz. Ebû Bekir ve arkadaşları onu ararlarken, yolda, Medine'den gelmekte olan bir adama rastlamışlar ve ona Hz. Peygamber'i görüp görmediğini sormuşlardır. Adam, onu Medine'ye giderken gördüğünü söylemiş [304]bunun üzerine onlar da Medine'ye doğru yola çıkmışlardır. Hz. Peygamberi bulduklarında, ona, niçin böyle hareket ettiğini sormuşlar, Hz. Peygamber de onlara Yahudilerin anlaşmalarını bozduklarına dair Cibril'in kendisine haber getirdiğini ve bunun üzerine kalkıp Medine'ye geldiğini söylemiştir.[305]
Hz. Peygamber daha sonra Muhammed b. Mesleme'yi çağırtarak, ona; Benu'n-Nadir Yahudilerine gitmesini ve onlara on gün içinde yurtlarından çıkmaları gerektiği ve bu tarihten sonra burada görülecek Yahudilerin boyunlarının vurulacağı haberini gönderdi. Muhammed b. Mesleme de vazifesini yerine getirip, Hz. Peygamber'in emrini onlara iletti ve Amr b. Cihâş vasıtasıyla yapmak istedikleri suikastı anlattı. Yahudiler bu sözler karşısında bir şey söyleyemediler ve yurtlarından çıkmak üzere hazırlanmaya başladılar.[306] Ancak onlar çıkmak üzere hazırlanırlarken Abdullah b. Übey b. Selûl elçi göndererek [307]kendisinin 2000 adamla yardıma hazır olduğunu, ayrıca Gatafan ile Benû Kureyzalılar'm da yardıma geleceklerini ve uğrayacakları akibet ne olursa olsun yanlarında yer alacaklarını bildirmiştir. Gelen bu haber üzerine Sellâm b. Mişkem, Abdullah b. Übey b. Selûl'e güvenilemeyeceğini, reisleri Huyey b. Ahtab'a söylemiştir. Ancak Heyey b. Ahtab, bu uyarıya rağmen, Hz. Peygamber'e elçi göndererek yerlerinden çıkmayacaklarım bildirmiştir.[308] Hz. Peygamber de bu haber üzerine savaş hazırlıklarına başlamıştır.[309]
Hz. Peygamber ile Benu'n-Nadir Yahudileri'nin arasının bozulmasına sebeb olarak gösterilen bir diğer hadise de, Benu'n-Nadir Yahudilerinin, Kureyşlilerden, Hz. Peygamber'i öldürme hususunda aldıkları mektupdan sonra onların, Hz. Peygamber'e bir mektup yazıp ondan üç müslümam [310]yanma alıp gelmesini ve kendilerinin çıkaracağı üç hahamla tartışmasını istemeleridir. Buna göre, şayet hahamlar kendisini tasdik ederlerse, toptan imân edeceklerdi. Fakat onların hahamlarının üçünün de cübbe-lerinin altında hançerleri vardı. Asıl gayeleri de Hz. Peygamber'i böyle bir bahane ile öldürmekti. Bu arada onların Hz. Peygamber'e suikast yapma girişiminde olduklarını anlayan ve daha önceden Benu'n-Nadir Yahudileri'nden biriyle evlenmiş bulunan Ensâr'dan bir müslümamn kızkardeşi gelip durumu kardeşine bildirdi. O da yola çıkmış bulunan Hz. Peygamber'e yetişip, haberi ulaştırdı.[311] Bu haberi alan Hz. Peygamber derhal geri dönüp sefer hazırlıklarına başlamıştır.
Bu şekilde savaş hazırlıklarına başlayan Hz. Peygamber Medine'de Ümmii Mektum'u [312]bırakarak H.4. yılda hicretinin 37. ayı olan Rebiu'l-Evvel'de (M.625 Haziran-Temmuz) yola çıktı.[313] Bayrağı Hz. Ali'nin taşıdığı seferde [314]Hz. Peygamber, hiç vakit kaybetmeden Benu'n-Nadir Yahudilerini muhasara altına almıştır. Fakat bir müddet sonra muhasarayı kaldırmış ve Benû Kurey-za Yahudileri'nden gelecek yardımı önlemek için bu sefer Benû Kureyza Yahudileri'ni kuşatmıştır. Kuşatma esnasında onlara anlaşma teklif etmiş ve bu teklif olumlu karşılanınca anlaşma yapılmıştır. Benû Kureyza Yahudilerin den gelecek tehlikeyi böylece bertaraf eden Hz. Peygamber ertesi gün yeniden Benu'n-Nadir Yahudilerini kuşatma altına almıştır[315]15 gün süren kuşatma[316] esnasında kendilerine va'd edilen yardımı alamayan Yahudiler, Hz. Peygamber'in, hurmalıklarını kestirip yaktırdığım[317] görünce, ona fitne çıkarmayı yasakladığı halde, kendisinin hurmalıklarını kestirip yaktırmak suretiyle fitne çıkardığını söylemişlerdir. Onların bu şekilde, Hz. Peygamber'i fitne çıkarmakla suçlamaları, ashabın bir kısmında tereddüdlere yol açmış ve müslümanla-rın bazılarının bu işi çirkin görüp aralarında çekişmeye başlamalarına sebep olmuştur.[318] Müslümanların bu şekilde tartışmaya başlamaları üzerine bir ayet nazil olmuş ve Hz. Peygamber'in bu uygulaması tasdik olunmuştur, "inkarcı kitap ehlinin yurtlarında hurma ağaçlarını kesmeniz veya onları kesmeyip gövdeleri üzerinde ayakta bırakmanız Allah'ın izniyledir. Allah yoldan çıkanları böylece rezilliğe uğratır."[319] Kur'ân-ı Kerîm onların yardım bekleyip de yardımsız kalmalarına da işaret etmiş ve bu konuda şöyle demiştir: "Ey Muhammedi Münafıkların, kitab ehlinin inkarcılarından olan kardeşlerine, "Eğer siz yurdunuzdan çıkarı-lırsanız and olsun ki, biz de sizinle beraber çıkarız; sizin aleyhinizde kimseye asla uymayız; eğer savaşa tutuşursanız mutlaka size yardım ederiz". Dediklerini görmedin mi? Allah onların yalancı olduklarına şahidlik eder. Onlar çıkarılmış olsalar, and olsun ki, onlarla beraber çıkmazlar; savaşa tutuşmuş olsalar, and olsun ki onlar yardıma koşmazlar; onlara yardıma gitseler mutlaka geri dönüp kaçarlar, sonra yardım da görmezler."[320]
Ayette de belirtildiği gibi, yardımsız kaldıklarım anlayan Be-nu'n-Nadir Yahudileri Hz. Peygamber'e sulh teklifinde bulunmuşlardır. Hz. Peygamber de; kanlarının dökülmemesi ve silahları hariç develerinin aldığı kadar yükle yurtlarından ayrılma tekliflerini kabul etmiştir.[321] Taberî'de; anlaşma mufassal olarak şu şekilde verilir. Ibn Abbas ve ez-Zührî'ye varan iki değişik rivayet zinciriyle verilen bilgiye göre Yahudilerle; kanlarının akıtılma-ması, topraklarım ve yurtlarını bırakıp Şam ve Ezriat'a gitmeleri, üç kişiye bir deve olmak üzere, silah malzemeleri hariç, yükleye-bildikleri malları yanlarına almaları şeklinde bir anlaşma yapılmıştır.[322]
Yapılan bu anlaşmaya rağmen Benu'n-Nadir Yahudileri'nin reisi Huyey b. Ahtab çıkmak istememiş ve iki gün kadar daha oya-lanmıştır.[323] Huyey b. Ahtab in bu tür hareketlerine kızan Yâmin b. Umeyr ve Ebû Sa'd b. Vehb isimli Yahudiler müslüman olarak kalalerinden inmişler, can ve mallarını kurtarmışlardır.[324] Daha sonra Benu'n-Nadir Yahudileri anlaşmaya uyarak hazırlıklara başlamışlar, evlerini ve özellikle evlerinin kapı saçaklarını kendi
elleriyle tahrib etmişler [325], 600 deve yükü [326] mal ile giderlerken de üzüntnlerini belli etmemek için defler çalıp şarkılar söylemişlerdir.[327]
Yahudiler yurtlarından çıkarlarken, bazı kişilerde alacakları olduğunu söylediklerinde Hz. Peygamber, "Acele ediniz ve indirimli olarak tahsil ediniz."[328] diyerek onlara, alacaklarını tahsil etmeleri için izin vermiştir.
Hz. Peygamber onlar sürülürken, başlarına Muhammed b. Mesleme'yi tayin etmiş ve bu iş ile, o meşgul olmuştur. Onların bir kısmı Şam ve Ezriat'a giderken, reisleri Huyey b. Ahtab ile Sellâm b. Mişkem de Hayber'e gitmişler [329]ve buradaki Yahudilerin başına geçmişlerdir.[330]
Bu arada Hz. Peygamber müslüman olan Yâmin b.Vehb'e, onun amcası oğlu olan Amr b.Cihaş'm, kendisine yapmak istediği suikastı hatırlatmış, o da bu hatırlatmanın ne anlama geldiğini anlamış ve Benû Kays'dan bir Arab'ı 10 dinar ve 15 vesk hurma karşılığı kiralayarak Amr'ı öldürtmüştür.[331]
Benu'n-Nadir Yahudileri'nin bu şekilde sürülmesinden sonra, şu ayetler nazil olmuştur: "Kitab ehlinden inkarcı olanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O'dur. Oysa ey inananlar! Çıkacaklarını sanmamıştınız, onlar da, kalelerinin kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Ama Allah'ın azabı onlara beklemedikleri yerden geldi, kalplerine korku saldı; evlerini kendi elleriyle ve inananların elleriyle yıkıyorlardı. Ey akıl sahipleri! Ders alın. Allah onlara sürülmeyi yazmamış olsaydı, dünyada başka şekilde azab edecekti. Ahirette onlara ateş azabı vardır.
Bu, Allah'a ve Peygamberine karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim Alah'a karşı gelirse bilsin ki, Allah'ın cezalandırması şüphesiz çetindir."[332]
Yine Benu'n-Nadir Yahudileriyle ilgili olarak gelen ayetlerde:
"Ey inananlar! onların mallarından, Allah'ın peygamberine verdiği şeyler için siz ne at ve ne de deve sürdünüz; Fakat Allah peygamberlerine, dilediği kimselere karşı üstünlük verir. Allah herşeye kadir dir. Allah'ın, fethedilen memleketler halkının mallarından Peygamberlerine verdikleri; Allah, Peygamber, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir; tâki içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir devlet olmasın, Peygamber size ne verirse onu alın, sizi neden men ederse ondan geri durun; Allah'tan sakının, doğrusu Allah'ın cezalandırması çetindir. Allah'ın verdiği bu ganimet malları bilhassa, yurtlarından ve mallarından edilmiş olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden muhacir fakirlerindir. îşte doğru olanlar bunlardır."[333] ayetleriyle alınan ganimetlerin dağıtılacağı yerler gösterilmiştir.
Hz. Peygamber gelen bu ayetlere göre Benu'n-Nadir Yahudi-leri'nin mallarını kendine almış, sayım ve dökümn ez-Zübeyr'e yaptırmış,[334] sonra da yukarıda zikrettiğimiz ayetler mucibince muhacirlere dağıtmıştır. Bu arada Ensâr'ın da rızasını almayı ihmal etmemiştir.[335] Ensâr'ın buna rıza göstermesini de şu ayet teyid etmektedir: "Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imânı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler; onlara verilenler karşısında içlerinde bir çeke-memezlik hissetmezler; kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önde tutarlar. Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, işte onlar saadete erenlerdir."[336]
Hz. Peygamberin bu ganimetleri nâibler için kullandığı[337] Ensar'dan çok fakir olan iki kişiye verdiği [338]ve bir kısmını da ikta ve hubs olarak bazı müslümanlara tahsis ettiği bilinmektedir.[339]
Hz. Peygamber ile, diğer Yahudi kabilelerine nazaran en uzun süre birlikte yaşayan Benû Kureyza Yahudileri, Medine'de yapılan anlaşmada Evsliler'in müttefiki olarak ye rai mı şiar di.[340] Benu'n-Nadir Yahudilerinden bahsederken gördüğümüz gibi, bir ara anlaşmalarını bozma temayülü içine girmişler, fakat Hz. Peygamberin kendilerini muhasara etmesi neticesinde, tekrar anlaşma yapmışlardı. Bu anlaşmaya göre Hz. Peygamber onları sürmemiş, yerlerinde bırakmıştı.[341]
Yurtlarından sürülen Benu'n-Nadir Yahudileri, Hz. Peygamber'den intikam almak için Kureyşliler ve Gatafanhlarla ittifak yaparak Hendek savaşını çıkarmışlar [342], bu ittifaka Benû Kurey-zalıları da dahil etmek için harekete geçmişlerdir. Önceleri Hz. Peygamber ile yaptıkları anlaşmayı bozmaya yanaşmayan bu Yahudiler, daha sonra Huyey b. Ahtab'm, "başınıza bir hal gelirse, gelip sizin kalelerinize gireceğim ve âkibetinize ortak olacağım." demesi üzerine anlaşmalarını bozmuşlardır.[343]
Hz Peygamber ise, daha önceden anlaşmalı olduğundan dolayı Hendek savaşı çıktığında, onların tarafına hendek kazdırmamış ve hatta nakledilen rivayetlere göre, saldırının geleceği bölgeyi kazmak için onlardan kazma, kürek vb. aletler dahi almıştır.[344]
Yahudilerin bu şekilde anlaşmayı bozmaları karşısında, müslümanlar zor durumda kalmışlar, içlerinden bazıları da çoluk-çocuklarının emniyette olmadıklarını öne sürüp ordudan ayrılmışlardı.[345] Kur'ân-ı Kerîm müslümanların dehşet anındaki bu durumlarını şöyle tasvir eder:"Onlar size yukarınızdan ve aşağınızdan gelmişlerdi; gözler de dönmüştü; yürekler ağızlara gelmişti; Allah için çeşitli tahminlerde bulunuyordunuz, işte orada inananlar denenmiş ve çok şiddetli sarsıntıya uğratılmışlardı."[346]
Benû Kureyza Yahudileri'nin anlaşmalarım bozmalarından sonra, Hz. Ebû Bekir ve Câbir b. Abdullah da: "Kureyza'dan korktuğumuz kadar, Kureyş ve Gatafan'dan korkmadık"[347] diyerek durumlarının vehâmetini ortaya koymuşlardır.
Bu zor durumda Hz. Peygamber önce Zübeyr b. Avvâm'ı [348], sonra da Sa'd b. Muaz, Sa'd b. Ubâde ve Havvâd b. Cübeyr'i [349] göndererek Benû Kureyza Yahudileri hakkında bilgi edinmiş ve bu bilgilerin neticesinde de psikolojik bir sindirme hareketinin daha yararlı olacağı düşüncesiyle, hemen o günün gecesinde, Seleme b. Eşlem b. Hureyş el-Eşhelî komutasında 200, Zeyd b. Haris komutasında ise 300 kişilik iki birliği Medine'yi korumakla görevlendirmiştir. Onlara, Benû Kureyza Yahudilerinin mahallelerinde sabaha kadar tekbir getirerek dolaşmalarını emretmiştir. Kendilerine verilen görevi yerine getirerek, sabaha kadar tekbir getiren bu iki birlik sayesinde, düşünülen psikolojik sindirme plânı başarılı olmuş ve Yahudiler yerlerinden kıpırdayamamışiardır.[350]
Benû Kureyza Yahudileri bu şekilde sindirildikten sonra, Ga-tafan kabilesinin ileri gelenlerinden Nuaym b. Mes'ud, Hz. Pey-gamber'e gelerek müslüman olduğunu bildirmiş ve kendisinin bu durumunu hiçbir kimsenin bilmediğini de söyleyerek, emredilecek herhangi bir işi seve seve kabul edip, yerine getirebileceğini de sözlerine ilâve etmiştir. Bu durum üzerine Hz. Peygamber ondan, Benû Kureyza ve Gatafan kabilelerinin arasını açmasını istemiş, o da, önceden güvenilir bir kişi olarak tanınmasından istifâde ederek, bu kabilelerin arasını açmayı başarmış ve Yahudilerin savaştan çekilmelerini sağlamıştır.[351] Diğer iki kabile savaşa devam etmek fikrinde olmalarına rağmen, gerek Benû Kureyza Yahudileri'nin savaştan çekilmesi, gerek önlerinde aşılması imkânsız hendekler bulunması ve gerekse çıkan şiddetli fırtına sebebiyle savaşı daha fazla uzatmaktan vazgeçmişlerdir. Ayrıca, yaklaşan haram aylar ve Kabe ziyaretine gelecek olan kişilerle ilgilenmek şeklindeki düşünceleri de muhasarayı kaldırmalarına sebep olmuştur. [352]
Hendek savaşının sona ermesinden sonra Hz. Peygamber, silahım bırakmış ve gusul abdesti almaya gitmiştir. Tam bu sırada Cibril (a.s) gelmiş ve ona kendisiyle beraber meleklerin de silahlarını bırakmadıklarım söyleyip, Benû Kureyza üzerine sefere çıkmasını söylemiştir.[353]
Hz. Peygamber bu ilâhi emri alınca H.5. yıl Zi'1-Kâde ayında [354] (M.627 Mart-Nisan) Medine'de Ümmü Mektûm'u bırakarak[355] yola çıkmıştır. Sancağı da Hz. Ali'ye vermiş ve onu öncü olarak göndermiştir.[356] Hz. Ali Benû Kureyzalılar ıh kalelerine yaklaştığında, onların Hz. Peygamber hakkında ileri geri konuştuklarım duymuş ve hemen geri dönerek Hz.Peygamber'e gelmiş, ondan Yahudilerin kalelerine fazla yaklaşmamasını istemiştir. Fakat Hz Peygamber durumu anlamış ve Bi'r-i Ennâ [357] denilen bir kuyunun yanında karargâhını kurmuştur. Sonra da, Yahudilerin kalelerine yaklaşmış ve : "Ey maymunların kardeşleri! Allah sizi alçaltıp, musibeti üzerinize indirmedi mi?" demiştir. Yahudiler de korkarak: "Yâ Ebu'l-Kâsım! Sen cahillerden değilsin" diye mukabelede bulunmuşlardır.[358]
Hz. Peygamber onları 25 gün kuşatmış [359]ve bu kuşatma esnasında karşılıklı olarak şiddetli ok atışları olmuştur. [360]Muhasaranın muhtemelen 3. günü Benû Kureyza Yahudilerin-den Nebbâs b. Kays Hz. Peygamber'e gelmiş ve Benu'n-Nadir Yahudileri'nin şartlarıyla yurtlarından ayrılmayı teklif etmiştir. Fakat Hz. Peygamber kabul etmemiş ve sadece kendisinin vereceği hükme razı oldukları takdirde teslim olabileceklerini söylemiştir. Bunun üzerine Nebbâs kavmine geri dönmüş ve durumu haber vermiştir.[361] Bundan sonra olmalıdır ki, Yahudiler Hz. Peygamber'e bir elçi daha göndermişler ve eski müttefikleri Evs kabilesine mensub Ebû Lübâbe'yi göndermesini istemişlerdir. Hz.Peygamber gönderince de ona, kendilerine ne yapılacağını sormuşlardır. Ebû Lübâbe de emrolunmadığı bir şeyi yapmış, eliyle boğazını işaret ederek boyunlarının vurulacağım ima etmiştir.[362] Daha önceden Abdullah b. Übey b. Selûl'den yardım vaadi [363]alan ve yardımın gelmeyeceğini anlayan Benû Kureyza Yahudileri'nin reisi Ka'b b.Esed kavmini toplamış ve: "Ey Yahudi topluluğu! Size üç şey arzedeceğim. Dilediğinizi seçin." demiştir. Kavmi o üç şeyin ne olduğunu sorunca, o ilk olarak: "Bu adama tâbi olur, onu tasdik ederiz. Muhakkak onun gönderilmiş bir Peygamber olduğu sizce malumdur ve siz onu (n sıfatlarını) kitabınızda bulunuyorsunuz. Böylece kanlarınızı, mallarınızı, çocuklarınızı ve kadınlarınızı emniyet altına almış olursunuz." demiştir.
Onlar: "Biz Tevrat'ın hükümlerinden ayrılmayız ve onu başka kitabla değişmeyiz, "demişlerdir. Bunun üzerine Ka'b b, Esed ikinci olarak:"Şayet siz bu konuda bana muhalefet ederseniz, gelin kadınlarımızı ve çocuklarımızı Öldürelim, sonra da kılıçlarımızı kuşanıp Muhammed ve ashabının karşısına çıkalım, bizimle onun arasında hükmü Allah versin, şayet öldürülürsek ardımızda neslimiz olmadığından korkmayız, onları düşünmeyiz., Fakat galip gelirsek yeni kadınlar alırız ve çocuklar ediniriz. " demiştir.
Fakat onlar: "Biz bu güçsüzleri mi öldüreceğiz? Onlardan sonra yaşamak bize hayır getirmez, hayatın tadı kalmaz." diye cevap vermişlerdir. Ka'b b. Esed üçüncü olarak: "Şayet bunu da kabul etmiyorsanız, bu gece Cumartesi gecesidir, Muhammed ve ashabına ansızın baskın yapalım, şüphesiz ki, onlar bu gece bizden böyle bir baskın beklemezler. Umulur ki, onları gafil avlarız." demiştir.
Kavmi bu sefer de: "Biz Cumartesi günü fesat çıkarmayız. Sen bizden önce Cumartesi günü fesat çıkaranların ne hallere düştüğünü biliyorsun."demişlerdir.
Bu teklifini de kabul etmeyen kavmine Ka'b: "Sizin içinizden hiç kimse anasından doğduğu günden berrakıl ve düşünce ile iş görmemiştir", diyerek onların hisleriyle hareket etmelerini kınamıştır.[364]
Ka'b b. Esed'in bu konuşmasından sonra, Benû Kuzeyza içinde yaşayan Salebe b. Saye, Said b. Saye ve Useyd b. Ubey[365], Yahudilere Hz. Muhammedm, Yahudi âlimi îbn Heyyeban tarafından haber verilen Peygamber olduğunu hatırlatmışlar ve onları tslâm'a davet etmişlerdir. Kendileri de kalelerinden inip müslü-nıan olmuşlardır.[366]
Onların içinden Amr b. Su'da isimli biri de: "Ey Yahudi topluluğu! Siz Muhammed ile, onun da üzerinde olur dilediği bir anlaşma yaptınız. Ancak siz ona düşman olan biriyle, onun aleyhine yardımlaştımz ve yapılan anlaşmayı bozdunuz."[367] diyerek, kendisinin, Hz. Peygamber 'le yapılan anlaşmaya sadık kalacağım belirtmiş ve gece karanlığında kaleden inmiştir. Daha sonra Hz. Peygamberin mescidine gelerek geceyi orada geçirmiştir. Bu adamın kim olduğu sorulduğunda Hz. Peygamber: "Ahdine vefasından dolayı Allah'ın kurtardığı bir adamdır." diye cevap vermiştir.[368]
Bundan sonra onlar Hz. Peygamber'in vereceği hükme razı olarak kalelerinden inmişlerdir.[369]
Benû Kureyzalılar'ın teslim olmasından sonra Hz. Peygamber onları Muhammed b. Mesleme'ye bağlatmış, Abdullah b. Selâmı da ganimetlerin sayım-döküm işleri için görevlendirmiştir.[370] Bağlanan erkekler Benu'n-Neccâr'dan Haris'in kızının evine hapsedilmişler [371], kadın ve çocuklar ise oturdukları bölgeden çıkarılıp bir başka yere götürülmüşlerdir.[372] Bu arada Hazrec'ten Abdullah b. Übey b. SelûTün Benû Kaynuka Yahudileri için araya girip müttefiklerini serbest bırakılması olayım unutmayan Evsliler, eski müttefikleri Benû Kureyza Yahudileri için devreye girmişlerdir. Evsliler Hz. Peygamber'e gelip eski müttefiklerine iyi davranmasını istemişler ve bu hususta aşırı derecede ısrarlı olmuşlardır. Hz. Peygamber bu ısrar karşısında Evslilere kendi içlerinden bir hakem'e razı olup olmayacaklarını sormuş, onlar razı olacaklarım söyleyince de Sa'd b. Muaz'ı önermiştir. Bunun üzerine Evsliler, Hendek savaşında yaralanan ve tedavi görmekte olan Sa'd b. Muaz'ı almaya gitmişlerdir. Yolda giderken de devamlı olarak, ona eski müttefiklerine iyi davranması hususunu telkin etmişlerdir.
Sa'd b. Muaz'm gelmesiyle Hz. Peygamber ayağa kalkmış ve: "Seyyidinize kalkınız." diyerek ona ta'zim göstermiştir. Sa'd b. Muaz hem Hz. Peygamber e, hem Yahudilere vereceği hükme razı olup olmayacaklarını sormuş, her iki taraftan da müsbet cevap alınca kararım;
1. Savaşabilecek yaşa gelen erkeklerin katli,
2. Kadın ve çocukların esir edilmesi,
3. Mallarının müslümanlar arasında taksim edilmesi şeklinde açıklamıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber; "Yedi kat göklerdeki Allah'ın hükmüyle hükmettin." diyerek isabetli bir karar verdiğinden dolayı onu tebrik etmiştir.[373]
Bu karardan sonra Hz. Peygamber Kureyza sokaklarında hendekler kazdırmış ve buluğa ermeyenler hariç [374]600 ile 700 arasında [375]erkeğin boynunu vurdurmuştur. Bu arada Kureyzalı-lara verdiği ahdi yerine getirip, onların içinde bulunan Huyey b. Ahtab da boynu vurulanlar arasında yer almıştır.[376] Huyey b. Ah-tab boynu vurulurken, Hz. Peygamber ve asîıabına, içindeki kin duygusunun ölmediğini, bu kaderi Benî israil'e Allah'ın yazdığını ve bunda da bir beis görmediğini söylemiştir.[377]
Hz. Peygamber, Yahudilere, öldürecekleri günün gecesinde Tevrat okumalarına müsâade etmiş, onlara hurma ikram etmiş [378]ve 5ğie sicağ! olunca da; "Esirlere iyi davranın, onlara yedirin içirin, Öğle uykusuna yatırın, kılıç'm sıcağıyla havanın sıcağını üzerlerine biri eştirmeyin, hava serinledikten sonra boyunlarını vurmaya devam edin."[379] demiştir.
Benû Kureyza günü ashabtan birini öldürdüğünden dolayı, sadece bir kadın öldürülmüş [380], Reyhâne bintü Zeyd isimli bir kadını da Hz. Peygamber saftyy [381]olarak kendine ayırmış, o da sonradan müslüman olmuştur. Diğer kadınlar ise, Hz. Peygamberin emriyle Necid'e gönderilmiş ve orada satılmıştır. Ele geçen para ile de at ve silah alınmıştır.[382]
Yukarıda da zikrettiğimiz gibi, Rifâa b. Samuel [383]ve Zübeyr b. Bâtâ [384]isimli Yahudiler müslümanların delaletiyle Hz. Peygamber tarafından affedilmiştir.
Bazı müellifler, Sa'd b. Muaz'ın verdiği hüküm hakkında yorum yaparlarken, onun, Tevrat'ta bulunan ve Yahudilerin savaşta esir aldıkları düşmanlara karşı uyguladıkları hükme göre karar verdiği görüşünü savunurlar.[385] Bu arada biz, Kurfân-ı Kerîm'de de böyle bir ayetin bulunduğunu hatırlatmanın yerinde olacağı kanaatindeyiz.[386]
Benû Kureyza'dan alman mallara ganimet statüsü uygulanmıştır.[387]
Hayber Yahudileri, lavhk arazi ile örtülü yaylalık bir yere sahip olmaları [388] bölgenin çok yağmur alması ve bunlara ilaveten eş-Şıkk kalesinde bulunan el-Hamme isimli su kaynağının [389]da sağladığı imkanlarla ziraat ve hurmacılık işleriyle meşgul olmaktaydılar.[390] Diğer Yahudilerden hem daha kuvvetli ve hem de daha zengin idiler.[391]
Hz. Peygamber ile Hayber Yahudileri'nin ilişkisi daha hicretin 1. yılında[392] (M.622) başlamış ve Hz. Peygamber bir mektupla onları islâm'a davet etmiştir. Hz. Peygamberin gönderdiği bu mektup şöyledir:
"Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla....
Allah'ın Rasûlü, Musa'nın dostu ve kardeşi, (Musa)'mn getirdiği bütün şeyleri tasdik edip doğrulayan Muhammed'den (bir mektuptur):
Ey Tevrat'a tâbi olup onun etrafında toplanan insanlar, dikkat edip biliniz ki, gerçekte Allah'ın size söylediği şu sözleri sizler kendi kitabınızda bulmaktasınız: "Allah'ın Elçisi Muhammed ve onunla birlikte bulunan kimseler kâfirlere karşı sert ve şiddetli, kendi aralarında ise yumuşak ve rahimdirler. Onları, Allah'ın faziletleri ve onun rızası peşinde namazlarında rükû ederken, secdede iken görür durursun; onların alınları, yüzleri bunların iz ve işaretleri ile (kaplıdır). Tevrat'ta da bunların mesel ve kıssalarını bulursun, incil'de onların meseli: "Onlar filizini yarıp çıkarmış, gitgide onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, sapları üzerine doğrulup kalkmış bir ekine benzerler ki, bu ekicilerin hoşuna gider, buna mukabil kâfirlerin öfkelenişine sebep olur. Allah imân edenlere (ve imân edip de) iyi ve güzel hareketler (âmeli sâlih) gösterenlere af ve mağfiret ile büyük nimetler vadetmiştir."[393]
Allah aşkına, size vahyolunan şey aşkına, aynı şekilde, sizlerden evvel gelip geçmiş kabilelerinizi kudret helvası ve bıldırcın [394]ile rızıklandıran aşkına, baba ve dedelerinizi Firavun'un elinden ve fiilinden kurtarmak için denizi kurutan (yüce varlık) aşkına, bana söyleyiniz: Allah'ın size vahdettiği Kitab'ta Muhammed'e iman etmeye mecbur olup olmadığınız kayıtlı değil midir? Böyle değilse bana haber veriniz. Aksine şayet Kitabınızda bu (kaydı) bulamazsanız (o halde benim dinimi kabul etmeniz için bir mesele yok) size hiç bir zor da kullanılacak değildir. Gerçekten de yanlış ile doğru yol birbirinden ayrılmış bulunmaktadır. Sizi Allah'ın ve Rasûlünün yoluna davet ederim,"[395]
Hz. Peygamber'in daha hicri 1. yıl'da gönderdiği bu mektubu cevapsız bırakan [396]Hayber Yahudileri, Medine'deki dindaşlarından sonra sıranın kendilerine geldiğini anlamışlardı. Zaten onlar yanlarına gelen Benu'n-Nadir Yahudileri reisi Huyey b. Ahtab ve arkadaşlarına tâbi olmakla [397]Hz. Peygambere karşı bir takım faaliyetlerin içine girmişlerdi bile. Esasen Huyey b. Ahtab ve arkadaşlarının amacı Hz. Peygamberden intikam almaktı. Böylece Hz. Peygamber'e karşı düşmanlıkta birleşen Benu'n-Nadir ve Hayber Yahudileri'nden Huyey b. Ahtab, Sellâm b. Ebi'1-Hukayk, Ebû Râfi, er-Rebî1 b. Ebi'l-Hukayk, Ebû Ammâr, Vahvah b. Âmir ve Hevze b. Kays, daha önce Benû Kureyza Yahudileri kısmında geçtiği gibi Kureyş ile Gatafan'ı Hendek savaşma kışkırtmışlardı. Onlar, Kureyşlileri; "Sizin dininiz Muhammed'in dininden daha hayırlıdır."[398] diyerek, Gatafanlılar'ı ise, Hayber'in bir yıllık hurmasını vermeyi vadederek [399]kandırmışlardı. Yine bu grubun içinden Huyey b. Ahtab'in Benû Kureyza Yahudilerini nasıl kandırdığım da görmüştük.[400]
Bilindiği gibi, Hendek savaşını kışkırtan Yahudilerden Huyey b. Ahtab Benû Kureyza Yahudileriyle birlikte öldürülmüştü. Onun öldürülmesinden sonra Hayber'de başkanlığı Sellâm b. Ebi'l-Hukayk eline almış ve hemen Hz. Peygamber ve müslüman-lar aleyhine bir takım faaliyetlere başlamıştır. Onun bu şekilde müslümanlar aleyhine çalışması Ensâr'dan Hazrec kabilesinin gözünden kaçmamış ve Ka'b b. el-Eşref i öldüren Evs kabilesine denk olacak bir iş yaparak, Hz. Peygamber'e hizmet yarışında Evs'ten geri kalmamak için, Sellâm b. Ebi'l-Hukayk'ı öldürme işini Hz. Peygamber'e sormuşlar ve müslümanlar aleyhine çalışan bu Yahudiyi öldürmüşlerdir.[401]
Ebu'l-Hukayk'm öldürülmesinden sonra Hayber'li Yahudiler, Sellâm b. Mişkem'i başkan yapmak istemişler, fakat o kabul etmeyince Yüseyr b. Rizâm'ı[402] başkanlığa getirmişlerdir.[403]
Yüseyr b. Rizâm da, başkan olduktan sonra boş durmamış, Gatafanhları etrafına toplayıp onları Hz. Peygamber ve müslümanlar aleyhine kışkırtmıştır. Bunun üzerine-Hz. Peygamber önce Abdullah b. Revaha komutasında üç kişilik bir keşif birliği gönderip durumu tetkik ettirmiş[404] , daha sonra da yine Abdullah b. Revâha komutasında bu sefer otuz kişilik bir kuvvet göndermiştir. Bu birlik Yüseyr b. Rizam'a gelip Hz. Peygamber'in kendisini Hayber başkam olarak tanımak istediğini, bunun için de görüşmek arzusunda olduğunu söylemiştir. Yüseyr de bu hileye kanmış ve yanına otuz adam alarak her biri bir müslümanın terkisine binip yola çıkmışlardır. Medine ile Hayber arasında ve Hay-ber'den 6 mil kadar uzaklıkta bulunan Karkara[405] mevkiine gelince müslümanlar derhal harakete geçip otuz Yahudiyi de öldürmüşlerdir.[406]
Hayber Yahudilerinin menfi tavır takınmaları karşısında Hz. Peygamber, onlarla savaşmanın gerekli olduğunu anlamış ve sefere çıkma kararı vermiştir. Fakat daha önce, Hayberlilerle ittifak anlaşması bulunan Kureyşlileri devreden çıkarmak ve Medine'yi emniyete almak için[407] Hudeybiye barış anlaşmasını yaptı. Hicri 6. yıl Zilhicce ayında (M.628 Nisan) Medine'ye döndükten sonra[408] , 7. yıl Zi'1-kâde ayının 8.günü (M.629 Martın 9.günü) Hayber'e yürüdü.[409] Beyaz sancağı Hz.Ali'ye veren[410] Hz. Peygamber, Heyber'e yakın bir bahçe olan Sahba[411] 'ya indi. Orada bir gece geçirdi.[412] Medine'de Nümeyle b. Abdullah el-Leysî'yi [413]bırakan Hz. Peygamber, Muhacirler için Benî Abdurrahman, Hazrecliler için Benî Abdullah ve Evsliler için de Benî Ubeydullah parolalarını belirledi.[414] Geceyi Sahba'da geçirdikten sonra şafakla birlikte [415]harekete geçen Hz. Peygamber, ordusunu er-Recî [416]denilen bölgeye yerleştirdi.[417] Böylece hem Hayberlileri kontrol altına almış, hem de Hayber Yahudileri'ne Gatafan'dan geleceği bilinen [418]yardımı önlemek istemiştir.[419] Bu taktik başarıya ulaşmış [420]ve Gat af anlılar Hayberlilere yardıma geldiklerinde geride bıraktıkları yurtlarından bazı sesler işitmişler ve müslü-manların saldırısına uğradığını zannederek geri dönmüşler, savaş boyunca da yerlerinden ayrılmamışlardır.[421]
Gatafanlılann işi bu şekilde halledildikten sonra bir Yahudi casusu yakalanmış ve konuşturulmuştur. Vazifesinin, Hayberli-ler'in durumunun çok iyi olduğunu ve onlarla başa çıkılamayacak kadar kuvvetli olduklarını abartarak anlatmak suretiyle müslümanlar arasında ümitsizlik ve korku yaymak olduğunu itiraf etmiştir. Bu casus önce bağlanmış, fakat daha sonra kendisine müs-lüman olması teklif edildiğinde kabul etmiş ve serbest bırakılmıştır.[422]
Bu casustan Hayber hakkında bilgi alan Hz. Peygamber sabah namazından sonra ordusuna tekbir dahi getirmelerini yasaklayarak [423]onların ovalarına inmiştir. Hz.Peygamberin geleceğini bu kadar çabuk beklemeyen Hayberliler ellerinde kazma-kü-rek ve ziraat aletleriyle ovalarına inmişler, ancak Hz.Peygamber'i görünce:"Muhammed ve ordusu" diye bağırarak derhal kalelerine çekilmişlerdir.[424] Kur'ân-ı Kerîm Hayber Yahudileri'nin sabahın erken saatlerinde ansızın basılmalarına temas ederken: "O azab, yurtlarına indiğinde, uyarılan fakat yola gelmeyenlerin sabahı ne kötü olur."[425] demektedir.
Yahudilerin kalelerine girmesiyle muhasara başlamış ve 15 gün süreyle şiddetli bir kuşatma altında tutulmuşlardır. Muhasara esnasında Hz.Peygamber onları bir an önce teslim olmaya zorlamak için Benu'n-Nadirliler'e yaptığı gibi hurmalıklarını kestirmeye başlamış, ancak daha sonra Hz. Ebû Bekir'in uyarısıyla bundan vazgeçmiştir.[426] Bu arada, muhasara devam ederken Hayber'lî bir Yahudi Hz.Peygamber'e gelmiş ve kendisiyle ailesinin bağışlanması halinde Hayber hakkında bilgi verebileceğini söylemiştir. Ka'b b. Mâlik'ten yapılan rivayete göre Hz.Pey-gamber bu teklifi kabul etmiş ve islâm'ı teklif ettiği halde Yahudi olarak kalmayı tercih eden bu adamdan gerekli bilgileri almış-tır.[427]
Elde edilen bu bilgilerden sonra, ilk olarak Nâim kalesi alınmış, daha sonra da Ebu'l-Hukayk'a ait el-Kâmus kalesi fethedilmiştir.[428] Bu kalede Huyey b. Ahtab'm kızı Saflyye ele geçirilmiş ve Hz. Peygamber onu Safiyy olarak kendine ayırmıştır.[429] Bu kaleden sonra da Hayber'in yiyecek deposu olan Sa'b b. Muaz kalesi alınmış ve yiyecek sıkıntısı çekmeye başlayan müslüman askerleri bu kalenin alınmasıyla rahatlamışlardır.[430]
Bu kalelerin fethinden sonra Hz. Peygamber, Hayberlileri tekrar İslâm'a çağırmış, fakat onlar kabul etmemişlerdir.[431] Bunun üzerine Hz. Peygamber müslümanlara, fethin Hz. Ali'nin eliyle gerçekleşeceğini müjdelemiş ve'Hz. Âişe'nin siyah elbisesinden yapılıp el-Ukâb adı verilen bayrağı[432] Hz. Ali'ye vermiştir.[433] Hz. Ali'nin önderliğinde Hayber'in geri kalan kalelerine hücum eden müslümanlar, Yahudileri bozguna uğratmışlar ve son kaleler olarak el-Vetih, es-Sülâlim, el-Ketîbe ve en-Netat kaleleri alınmıştır.[434]
Hayber kalelerinden eş-Şıkk, en-Netat ve el-Ketîbe savaşsız alınmış ve Yahudiler teslim olmuşlardır.[435]
Onlar, Hz. Peygamber'e şu şartları teklif etmişlerdir:
1. Kanları akıtılmamak,
2. Kadın ve çocuklarına dokunulmamak,
3.Yerlerinden çıkarılmamak. Ayrıca onlar, üzerlerindekiler hariç, altın, gümüş ve giyecek eşyalarını da bırakacaklardı.[436]
Hz. Peygamber de onların bu tekliflerini, kendisinden hiç bir-şeyi gizlememeleri, gizledikleri takdirde anlaşmanın ihlâl edilmiş olacağı şartlarıyla kabul etmiştir.[437]
Bu anlaşmayı müteakip Hz. Peygamber, Kinâne b. er-Rebî b. Ebil Hukayk'a Benu'n-Nadir sürgünü sırasında beraberlerinde getirdikleri hazineyi sormuştur. O, hazinenin yerini söylememiş ve harb esnasında harcandığım söyleyerek yalan beyanda bulunmuştur. Bunun üzerine Hz Peygamber'e gelen bir Yahudi, Ebu'l-Hukayk'ı harabeler arasında dolaşırken gördüğünü söylemiş, yapılan aramalardan sonra hazinenin bir kısmı bulunmuştur. Hz. Peygamber, hazinenin geri kalan kısmının nerede olduğunu Ebu'l-Hukayk'a tekrar sormuş, fakat o, yine söylememiştir. Hz. Peygamber bu defa Zübeyr b. Avvâm'a onu konuşturmasını emretmiş ve bu hususta gerekirse onu dövmesini söylemiştir. Zübeyr b. Avvâm normal yollarla konuşmayan bu Yahudiyi, konuşunca-ya kadar dövmüş ve sonunda hazinenin geri kalan kısmının yerini öğrenmiştir. Hazine'nin geri kalanının bulunmasından sonra Ebu'l-Hukayk'm boynu, Hz. Peygamberin emri ile vurulmuştur.[438]
Yahudiler, hiç birşey saklamayacaklarını taahhüd etmelerine rağmen, hazineyi saklamak suretiyle anlaşmalarını daha o an bozmuşlar, fakat hiç birşey olmamış gibi tekrar Hz. Peygamber'e gelmişler ve ziraat işlerinden anladıklarım söyleyerek, hurmalıklarını yarıcılık esasına göre işlemeyi teklif etmişlerdir. Hz. Peygamber de istenildiği zaman çıkmaları şartıyla onların bu teklifini kabul etmiştir.[439]
Hz. Peygamberin lütufkâr davranıp kendilerini yurtlarından çıkarmadığı Hayber Yahudileri, yine rahat durmamışlar ve bu defa Hz. Peygamber'i zehirleyerek öldürmek istemişlerdir. Yahudilerden bir kadın kızarttığı koyunu zehirlemiş ve yemesi için Hz. Peygambere, vermiştir. Hz. Peygamber lokmayı ağzına aldığında, Cibril (a,s) gelerek kendisini, koyunun zehirli olduğu hususunda ikaz etmiştir. Lokmayı ağzından çıkaran Hz. Peygamber, ashabına da bunu söylemiş ve koyunu yedirmemiştir. Ancak Bişr b. el-Berâ isimli bir müslüman lokmasını yutmuş ve bir müddet sonra da ölmüştür. Daha sonra koyunu zehirleyip getiren kadın bulunmuş ve kendisine niçin böyle birşey yaptığı sorulduğunda: "Şayet sen Peygamber isen sana haber verilir ve kurtulurdun, yok Peygamber değil de melik isen Ölürdün ve biz de senden kurtulurduk." demiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber kadını affetmiş, fakat ölen Bişr b.el-Berâ'mn ailesi kısas isteyince kadın öldürülmüştür.[440] Kadının Öldürülmediği ve müslüman olduğu da gelen rivayetler arasındadır.[441]
Serahsî, hadisenin fıkhı yönünü ortaya koyarken, onların zehirli et ile Hz. Peygamber'i zehirleme teşebbüslerinin sulh'den sonra olmasına rağmen anlaşmayı bozma durumunun olmadığını belirtir.[442]
Bu olayı mnteâkip Hz. Peygamber burada üç gün kalmış ve daha sonra Hayber'den ayrılmıştır.[443]
Bundan sonra Hz. Peygamber her yıl yapılacak olan ürün taksimi için buraya Abdullah b. Revâha'yı göndermiş ve Yahudiler onun adaletli taksim yapması karşısında: "Arz ve semâ bu adaletle ayakta duruyor." demişlerdir. Abdullah b. Revâha bu işi Mûte savaşında şehit düşünceye kadar yapmış [444]ve yerine tayin edilen Cebbar b. Sıhr b. Ümeyye b. Hansa da aynı şekilde hareket etmiştir.[445]
Yahudiler bir defasında Hz. peygambar'e gelip, ürünlerinin bazı müslümanlar tarafından izinsiz bir şekilde alındığını söyleyerek şikayette bulunmuşlardır. Bunun üzerine Hz. Peygamber müslümanları mescidte toplamış ve onlara, kendileriyle muahede yapılmışların mallarının haram olduğunu ilân etmiş.[446] ve böyle bir şeyin doğru olmadığını açıklamıştır.
Hz. Peygamber Hayber günü de böyle bir konuda ashabını uyarmış ve: "iğneyi ve ipliği geri veriniz, yeyiniz, hayvanlarınızı doyurunuz, fakat, yüklemeyiniz."[447] buyurarak Yahudilerin hak ve menfaatlerine dikkat etmelerini istemiştir.
Ganimetlerin taksimi sırasında da Hz. Peygamber, Tevratla-rını geri isteyen Yahudilere kitaplarım vermiştir.[448] Hz. Peygamberin, müslümanlarm yanında Hayberliler'e karşı savaşan Medine Yahudilerinden 10 kişiye ganimetlerden pay verdiği de gelen rivayetler arasındadır.[449]
Bu Yahudiler, Hayber çevresinde yerleşmiş olup, oturdukları bölge Hayber ile Medine arasında ve Medine'ye iki günlük mesafededir.[450] iktisadî hayatları genel olarak hurmacılığa [451]dayanan Fedek Yahudileri, deve ve koyun gibi küçük ve büyük baş hayvanlara da sahiptiler.[452] Ayrıca at gem'i ve dizgini yardımcılığında da meşhurdular.[453]
Hz. Peygamber H.6. yıl Şaban ayında[454] (M.627 Aralık) Fe-dek'te bulunan Benû Sa'd a, Hayberliler'e yardım teşebbüsünde bulundukları için, Hz.Ali komutasında serriyye göndermiştir. Hz. Ali 100 adamıyla buraya geldiğinde halkı kaçmış ve 1500 deve ile 1000 koyun ganimet olarak kalmıştır.[455] Daha önce de, burada yaşayan Benû Merre'ye karşı BeşEr b. Sa'd'ın gönderildiğini ve o başarısız olunca [456] da yerine hemen Galib b. Abdullah el-Leysî'nin gönderildiğini kaynaklarımızdan öğrenmekteyiz.[457]
Hz. Peygamber Hayber'de iken, Fedek Yahudilerine Muhay-yısa b. Mes'ud'u göndererek onları İslâm'a davet etti.[458] Fedek Yahudileri, Hayberlilerin başına gelen felaketten korkmuşlardı. Bu yüzden Hz. Peygambere, Hayberlilerin yaptıkları teklifin aynısını yaptılar ve;
1. Sürülmelerini,
2. Kanlarının akıtılmamasmı,
3. Mallarının tamamım vermeyi kabul ettiklerini bildirdiler. Hz. Peygamber de bu teklifi kabul etti.[459]
Bu anlaşmadan sonra Fedeklilerle ikinci bir anlaşma yapılmış, buna göre, başkanları Nûn b. Yuşâ, Hayberlilerin sonradan yaptıkları teklifi yapmış ve yarıcılık önerisinde bulunmuştur.[460] Buna göre;
1. Kanları akıtılmayacak,
2. Arazilerinin ve mahsullerinin yarısı Hz. Peygamber'e verilecek,[461]
3. Hz. Peygamber onları istediği zaman çıkarabilecekti.[462] Hayber müslümanlara "fey" olduğu halde, Fedek sulh ile alındığından, oranın yarısı Hz. Peygamberin oldu. [463]Hz. Peygamber de buranın gelirini yolcular için ayırdı.[464]Fedek Yahudileri burada, Hz. Ömer kendilerini çıkarmcaya kadar kaldılar.[465]
A'mâru'1-Vâdi diye de anılan ve Şam ile Medine arasında olup [466], Şam cihetinden Medine'ye doğru Hacc yolu üzerindedir.[467] Vâdi'1-Kurâ Yahudileri genel olarak ziraat ve hurmacıhk ile geçinmekteydiler. [468]
Hz. Peygamber, Hayber dönüşü burayı muhasara etmeden önce, H.6. yılda (M.627-628) sebebini kaynaklarımızın bildirmediği, ancak Fedek'e gönderilen seriyyeler gibi, aynı gayeye matuf olma ihtimâlini düşünebileceğimiz, Zeyd b.Hârise komutasında bir seriyye göndermiştir.[469] Zürkanî'nin bize verdiği bilgiye göre bu serriyye başarısız olmuş ve sadece seriyye komutam yaralı olarak kurtulabilmiştir.[470]
Hayber ve Fedek Yahudilerinin ikisini birden itaat altına alan Hz. Peygamber, dönüşte Vâdi'l-Kurâ'ya geldikleri bir sırada burada bulunan Yahudilerin saldırısına uğramışlar ve Hz.Pey-gamber'in, Rifâ'a b. Zeyd el-Cüzzâmî tarafından hediye edilen kölesi öl durulmuştur.[471] Bunun üzerine Hz. Peygamber onları hemen muhasara altına almış [472]ve islâm'a davet etmiştir.[473] H.7.yıl Cemâziye'l-Ahir'de[474] (M.628 Ekim) girişilen bu savaş sonunda Yahudilerden 11 kişi öldürülmüş[475] ve Vâdi'l-Kuralılar sulha razı olmuşlardır. Bir günlük[476] muhasaradan sonra, onlarla, Hayber ile yapılan anlaşmanın aynısı imzalanmıştır[477]. Vâdil-Kurâ'nın, üçte biri Uzre oğullarının, üçte ikisi Yahudilerin olduğu için, bu anlaşmaya göre buranın üçte biri Hz. Peygamberin olmuştur.[478]
Hz. Peygamber anlaşmadan sonra burada dört gün kalmış, daha sonra Medine'ye dönmüştür.[479]
Hz. Ömer'in, bunları buradan sürdüğüne dâir çeşitli rivayetler vardır, bir kısım müellifler "sürdü" derken, bir kısım müellifler de buranın Hicaz bölgesi dışında kaldığını belirterek "sürmedi" demektedirler.[480]
İktisadî hayatları toprağa bağlı olan[481] Teymâ Yahudileri, Şam Hacc yolu üzerinde meskûn olup[482] yurtları Şam'a doğru gidildiğinde Medine'ye 7-8 günlük mesafede idi.[483]
Hz. Peygamberin bu Yahudilerle sulh anlaşmasını hangi tarihte yaptığı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Ancak bunların, Hayber, Fedek ve Vâdi'l-Kurâ'nm akıbetini öğrendikten sonra, cizye vermek üzere anlaşma yaptıkları kaynaklarımızda rivayet edilmektedir.[484] Cizye ayetinin hicri 9. yılda (M.630-631) nazil olduğunu dikkate alırsak, anlaşmanın H.9. yılda veya daha sonra yapıldığını söyleyebiliriz. Bu anlaşmaya göre kendi toprakları ellerinde kalacak ve onu işleyeceklerdi.[485] Zürkanî, Hz. Peygamberin anlaşmadan sonra buraya vali olarak Yezid b. Ebî Sufyân'ı bıraktığını da bildirmektedir.[486]
Teymâ Yahudileri Hz. Ömer zamanında topraklarından çıkarılmamı şiardır.[487]
Halkının geçimi balıkçılık, ziraat ve dokumacılık olan[488] Maknâ Yahudileri, Eyle yakınlarında[489] ve sahilde[490] yaşamaktaydılar.
Hz. Peygamber Tebük seferindeyken kendileri gelip sulh yapmışlardır.[491] Kaynaklarımızın bize kadar ulaştırdığı bu anlaşma şöyledir:
"Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla...
Benî Cenbe (Yahudilerine, ki onlar Maknâ Yahudilerinden-dir) ve Maknâ ehline:
Şehrinize dönmekte olan sizin temsilci heyetinizi kabul ettim. Mektubum size varır varmaz siz emniyet ve selâmet içinde olacaksınız. Allah'ın ve Rasûlünün zimmeti size tanınmış olacaktır. O'nun Rasûlü, sizin yaptığınız bütün kötülükleri ve kusurları affediyor.
Sizin üzerinize ne bir tecavüz ne de bir zulüm tatbik edilecektir. Allah'ın Elçisi bunlara karşı sizin müdâfiinizdir. O, kendini de bunlara karşı korur.
Sizin dokumalarınız Rasûlüllah'a gönderilecektir. Sizin yanınızda bulunan köleler ve nakliye hayvanları, Rasûlüllah yahud onun gönderdiği elçinin yasakladıkları müstesna, silahlarınız yanınızda kalacaktır.
Bundan başka hurma mahsûlünüzün dörtte biri, küçük sandallarla tuttuğunuz balıkların dörtte biri ve kadınlarınızın dokuduklarının dörtte birini ödeme mükellefiyetiniz vardır.
Bundan sonra bütün cizye ve bütün suhre (yani boğaz tokluğuna çalıştırma gibi) vergilerden muaf ve berisiniz.
Bu duruma göre şayet siz dinler de itaat ederseniz, bu Rasûlüllah'ın sizin aranızdan şerefli kimseleri şereflendirmesine ve aranızda suç işlemiş olan kimselerin de affına sebep olacaktır. Şimdi ben mü'minlerin ve müslümanların dikkatlerine şunu ilâve ederim: Maknâ ahâlisine kim iyi muamele gösterirse bu onun lehine, kim ki onlara kötü muamele tatbik ederse bu da onun aleyhine bir durum hasıl edecektir. Siz başkan olarak, kendi aranızdan veya Rasülûllah'ın hemen yakınında bulunanlardan Cehlinden) seçilmiş birine sahip olacaksınız."[492]
Hz. Peygamber'in Maknâ ehline gönderdiği bu mektup, bize onun hoşgörüsünü göstermesi açısından da hayli ilginçtir. Medine'de ve Hayber'de bulunan Yahudilerle kıyaslanamayacak kadar çok hoşgörü ile muamele gören bu Yahudiler silahlarını dahi yanlarında bulundurabileceklerdi. Bu da herhalde Yahudilerin en güçlüleri ve en zenginleri olarak bilinen Medine ve Hayber Ya-hudüeri'nin itaat altına alınması, Hicaz bölgesinin kontrolünün ele geçmiş olması ve diğer bölgelerde bulunan Yahudilerin de fazla güçlü olmamaları dolayısıyla Yahudi tehlikesinin ortadan kalkmış olmasındandır. [493]
Kızıldeniz sahilinde [494]ve bugünkü Akabe körfezinde [495]yaşayan Eyle Yahudileri; sahilde bulunmanın verdiği avantajla deniz ticaretine ağırlık vererek iktisadî hayatlarını tanzim ediyorlardı. Mısır'dan Orta Arabistan'a ve Filistin-Fenike limanlarından Güney Arabistan'a giden kervan yollarının kesişme noktasında olmaları da onlara, ayrıca bir ticarî rahatlık sağlıyordu.[496] Bunların yanında onların balıkçılık yaptıkları da bilinmektedir.[497]
Hz. Peygamber H.9/M.630-631 yılında [498]Tebük'te iken Eyle Meliki Yuhanne b. Ru'be kendisine gelmiş ve onunla yıllık 300 dinar üzerine anlaşma yapmıştır.[499] Hz. Peygamber'e beyaz bir elbise ile beyaz bir katır [500] getiren Yuhanne b. Ru'be, bölgelerinden geçen müslümrn yolcuları düşmanlarına karşı korumayı ve müdâfaa etmeyi de kabul etmiştir.[501] Daha sonra Hz. Peygamber'in Yuhanne b.Ru'be'ye hırkasını hibe ettiği rivayet edilmekte[502] ve ayrıca ona şu mektubu gönderdiği kaynaklarımızda yer almaktadır:
"Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla...
Bu, Allah ve Rasûlü Muhammed'den Yuhanne b. Ru'be'ye ve Eyle halkına, onların denizdeki gemileri ve karadaki taşıtları (kervanları) için bir emândır. Onlar Allah ve Rasûlü Muham-med'in zimmesi altındadırlar.
Yine onlarla beraber ticaret yapan Şam halkı ve denizciler de Allah ve Rasülü'nün zimmetindedirler.
Kim ki (anlaşma dışı) yeni bir şey ihdas ederse, canı bağışlanır, ancak malına el konulur ve bu malı alan insanlara helâl olur.
Onları karada ve denizde yaptıkları ticaret için kullandıkları yollardan men etmek doğru değildir."[503]
Hz. Peygamber'in bu Yahudilerle yaptığı anlaşma ve gönderdiği mektuba bakarak, müslümanlara âit ticaret kervanlarının buralarda rahatça ve güven içinde dolaşmalarının sağlandığını söyleyebiliriz. [504]
Şam bölgesinde ve Hicaz tarafındaki es-Serat dağları yakınlarında bir belde olan Cerbâ [505]ve Cerbâ'dan üç mil uzaklıkta bulunan Ezruh [506]halkı Eylelilere bağlı olarak yaşıyorlardı. [507]Hz. Peygamber'in bunlarla yaptığı anlaşmaya bakarak, halkının denizci olduklarını ve kervan ticareti yaptıklarını söyleyebiliriz.[508]
Hz. Peygamber Tebük seferinde iken Eyle Meliki ile geldikleri ve Yuhanne b. Ru'be'ye yazılan mektubun bunlara da şâmil olduğu, ancak daha sonra Cerbâ ve Ezruh halkına ayrı bir mektup ya-zılmasıyla, onların bu mektubun dışında kaldıkları, îbn Sa'd tarafından rivayet edilmektedir.[509]
Bundan sonra onlardan sadece Ezruh Yahudilerin» bir mektup yazılmış ve şöyle denilmiştir:
"Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla...
Bu, Nebî Muhammed'den Ezruh ehline bir mektuptur. Onlar Allah ve Muhammed'in emânı ile emniyettedirler.
Her Receb ayında 100 dinar vermeleri onların borcudur. Allah onlara nush ve ihsan üzere müslümanlar adına kefildir.
Müslümanlardan herhangi biri bir tehlike karşısında kendilerine sığındığında, onu emniyetle misafir edeceklerdir.
Muhammed kendilerine karşı harekâta, ancak onlardan bir hâdesin zuhuru halinde çıkacaktır. Kendilerinden bir hades zuhur etmedikçe emniyet altında olacaklardır."[510]
Bu mektupdan sonra Hz. Peygamber bir mektup daha yazmış, ancak bu mektupda Cerbâ ve Ezruhlular'm her ikisine birden hitab edilmiştir. Mektup şöyledir:
"Bu, Nebî Muhammed'den Cerbâ ve Ezruh ehline bir mektuptur.
Onlar Allah ve Muhammed'in emânı ile emniyettedirler.
Her Receb ayında 100 dinarı güzel bir vefa ile vermek onlara borçtur.
Allah onlar hakkında kefildir."[511]
Bu mektuplardan sonra Hz. Peygamber Amr b.el-As'ı Ezruh'a ve Ebû Musa el-Eş'arî'yi Cerbâ'ya bölge sorumluları olarak göndermiştir.[512]
Arîz Medine'den Vâdil-Kurâ'ya giden yolda [513]ve Medine sınırı içinde kalan bir vadiye verilen isimdir.[514] Bu vadi'de yaşayan Yahudiler iktisadî hayatlarını ziraatla tanzim ediyorlardı. Buğday, arpa ve hurma gibi mahsuller, yetişdirdikleri ürünler arasındaydı. [515]
Arîz Yahudileri hakkında kaynaklarımızda fazla bilgi yoktur. Bunlar hakkında Vâkıdî ve Ibn Sa'd1 da malumat bulmaktayız. Vâkıdî'de yer alan bir rivayete göre; Arîz Yahudileri, Hz, Peygamber, Tebük seferi esnasında Vâdil-Kurâ'ya geldiğinde, huzuruna çıkmışlar ve Hz. Peygamber'e 40 ölçek elenmiş un vermişlerdir. Un'un yanında bir de cariye hediye etmişlerdir.[516]
îbn Sa'd'da bulunan rivayet ise; Hz. Peygamberin bu Yahudilere yazdığı mektubu ihtiva etmektedir. Bu mektup şöyledir:
"Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla...
Bu, Muhammed Rasûlullah'dan Benû Arîz'a bir mektuptur.
Benû Arîz, Rasûlüllah'a her sene hasad zamamnda 40 vesk buğday, 10 vesk arpa ve 10 vesk de hurma vereceklerdir. Hiçbir şekilde asla zulm olunmayacaklardır."[517]
Yemen Yahudileriyle müslümanlarm münâsebetlerine geçmeden önce, Kisra'nın Yemen valisi Bâzân'ın nasıl müslüman olduğu üzerinde durmak istiyoruz.
H.7.yılda (M.628-629) Hz. Peygamber, Hudeybiye anlaşması ve Hayber savaşı arasında birçok bölgelere elçiler gönderip, bu bölgelerde yaşayan kabileleri İslâm'a davet etmiştir. Nitekim Abdullah b. Huzâfe es -Sehmî'yi de, Sâsânî Kisrası II. Hüsrev Perviz'e elçi olarak göndermiş ve onu islâm'a davet etmiştir. Kisra buna çok kızmış ve Yemen'de bulunan valisi Bâzân'dan Hz. Muhammed hakkında bilgi istemiştir. Bâzân da iki adamını Hz. Peygamber'e göndermiştir. Hz. Peygamber Bâzân'ın elçilerine: "Sahibinize bildiriniz ki, benim Rabbim, onun Rabbi Kisra'yı bu gece öldürdü ve bu olayın üzerinden henüz yedi saat geçmiştir." diyerek onları geri göndermiştir. Bâzân'nın iki adamı Yemen'e döndüklerinde durumu anlatmışlardır. Bir müddet sonra Bâzân da Kisra'mn kendi oğlu tarafından öldürüldüğünü öğrenince hemen müslüman olmuştur. Fakat o anlar siyasî karışıklıklar olduğundan müslüman olduğunu gizlemiş ve ancak H.8. yılda Arap Yarımadasında hâkimiyetini tam olarak kabul ettiren Hz. Peygamber'e tabî olduğunu açıklamıştır.[518]
Yemen'de müslümanlarla Yahudilerin münâsebetleri hakkında fazla malumata sahip olamadık.
Yemen1 deki Islâmlaştırmalar esnasında "Ehl-i Kitâb" tâbirine ilk olarak, Muaz b. Cebel ile Ebû Musa el-Eş'arî'nin Hz. Peygamber tarafından H.9. yılda buraya gönderilmesi sebebiyle[519] rastlamaktayız.
Kaynaklarımızdan öğrendiğimize göre, Hz. Peygamber, Ebû Musa el-Eş'arî'yi kendi kabilesinin bulunduğu yerlere, yani Zebîd, Rimâ, Aden [520]ve Tihâme sahilerine [521], Muaz b. Cebel'i ise, Necd [522], Cened ve çevresine göndermiştir.[523] Giderlerken onlara: "Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz."[524] diye tenbihatta bulunmuştur.
Hz. Peygamber Muaz b. Cebel'e ayrıca: "Sen Ehl-i Kitâb olan bir kavme gidiyorsun. Onları Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim O'nun Rasûlü olduğuma şahadet etmeye çağır. Şayet onlar sana itaat ederlerse, onlara, Allah'ın kendilerine her gün ve gecede beş vakit namazı farz kıldığım bildir. Ve yine şayet onlar sana itaat ederlerse Allah'ın kendilerine, mallarından sadaka vermeyi farz kıldığım bildir. Sen onu onların zenginlerinden alır, fakirlerine verirsin...."[525] demiştir.
Bu rivayetlere rağmen biz, Hz.Peygamber'in Ehl-i Kitâb olarak zikrettiği zümreler içinde ne kadar Yahudi olduğu ve bu Yahudilerin tam olarak hangi bölgede yaşadıklarını bilememekteyiz. Ancak şu rivayet bize ışık tutabilir:
Yemen'in iki değişik mıntıkasında bulunan Ebû Musa el-Eş'arî ile Muaz b. Cebel zaman zaman birbirlerini ziyaret etmekteydiler. Muaz b. Cebel böyle bir ziyaret için Ebû Musa'nın yanma gider ve orada elleri boynuna bağlanmış bir adam görür ve: "Ey Abdullah b. Kays! Bu ne iştir?" diye sorar. Ebû Musa, o adamın müslüman iken irtidat edip Yahudi olduğunu söyleyince, Muaz b. Cebel, o mürted öldürülmedikçe devesinden inmeyeceğini söylemesi ve bunda ısrar etmesi üzerine o mürted öldürülmüş ve Muaz da devesinden inmiştir.[526] Bu rivayet Ebû Musa'nın gittiği Zebid, Rimâ ve Aden bölgelerinde Yahudilerin bulunduğunu göstermektedir.
Bu hususta Hz. Peygamberin Himyerlilere gönderdiği mektup da bize, bu bölgedeki Yahudi varlığını ispatlayabilir.[527]
Bu mektupda Hz. Peygamber İslâm'ı kabul eden kişilerin, mü'minlerin haklarım kazanacağını, Yahudi ve Hıristiyan olarak eski dinlerinde kalanların ise cizye vermekle mükellef olacaklarını, vermeyenlerin Allah ve Rasûlünün düşmanı olduklarını açıklamıştır. [528]
Hz. Peygamber, Mekke'deki sıkıntılı yıllarından sonra, kendisini koruyacaklarına söz veren Medine'li müslümanlarm davetine, ilâhi müsâadenin gelmesiyle, icabet etmiş ve burada, görünüşte Yahudi ve Müşrik olarak iki grup olan, fakat aslında kabile esasına dayalı hayat sürdüklerinden, sayılamayacak kadar çok gruplar oluşturan insan kitlelerini başarıyla biraraya getirerek, bu grubların iştirakiyle kısa zamanda ve hem de kendi başkanlığında bir şehir-devleti kurmuştur.
O, kurduğu şehir-devlet'inde en önemli unsurlar olarak görünen Ehl-i Kitâb'a, önceleri çok iyi davranmış ve onlardan hüsn-ü kabul beklemiştir. Fakat kendisinin davetleri her defasında kulak arkası edilmiştir. Buna rağmen o, "âlemlere rahmet olarak" gönderilmiş olması ve bu davetini gücünün yettiği kadar her insana ulaştırmakla vazifeli bir Peygamber olarak, tekrar tekrar ve yılmadan, insanları İslâm'a davet çalışmalarına devam etmiştir.
Hz.Peygamber'in bu davetlerine önceleri kayıtsız kalan Yahudiler, içlerinden az da olsa bazılarının müslüman olması ve kendileriyle ilgili hakikatlerin birer birer ortaya konması karşısında, önce yavaş yavaş cephe almışlar, daha sonra da tutumlarım açıktan düşmanlığa çevirmişlerdir. Bu konuda müşriklerle iş birliği yapmaktan da çekinmemişlerdir. Hz. Peygamber ve müslü-manları dalâlete düşermek için de ellerinden geleni yapmışlardır.
Fakat Kur'ân-ı Kerim, onların bu düşmanlıklarına karşı lâkayd kalmamış ve hemen her olaydan ve çekişmeden sonra, Hz. Peygamber'e yol göstermiş ve ona Yahudilere karşı takip edeceği siyasetin ne olması gerektiğini bildirmiştir.
Yahudilerin Hz.Peygamber'e bu derecede düşmanlık beslemeleri, sonunda kendilerinin zararına olmuş ve bazıları yurtlarından sürülmüş, bazısı da kabile olarak toptan katdedilmişler-dir.
Onların bütün bu olumsuz tutum ve davranışlarına rağmen Kur1 ân-; Kerim, müşriklere hayat hakkı tanımazken, Ehl-i Kitab olmaları sebebiyle onlara cizye vermeleri şartıyla hayat hakkı tanımıştır. [529]
AHMED B. HANBEL (241/855) Müsned,l~Vl, İstanbul 1982
AHMED EMİN,Fecru'l-îslâm, Kahire 1965.
el-ALUSî, Ebu'1-Fadl Şihâbuddin es-Seyyid Mahmud (1270/1854), Ruhu'l-Meânîfî, Tefsiri'l-Kur'âni'l-Azim ve's-Seb'u'l-Mesânî, IXXX, Beyrut, Tarihsiz.
el-AMiKÎ, îmâdüddin Yahya b. Ebî Bekr (893/1488), Behçetul-Mehafil ve Bug-yetü'l-Emâsil fi Telhisi'l-Mu'cizâti ve's-Siyer ve'ş-şemâil bi-şerhi'l-Allâme Cemâluddin Muhammed el-Eşhar el-Yemînî, I-II, Medine 1330-1331.
ARNOLD, T.W, İntişâr-ı İslâm Tarihi, Çev.; Hasan Gündüzler, Ankara 1982.
el-BELAZURÎ, Ahmed b. Yahya (279/892) Fütûhu'l-Buldân, thk. Muhammed Rıdvan, Mısır 1932, Trk. trc; Zâkir Kadiri Ugan, I-II, İstanbul 1955-1956. .
el-BELAZURÎ, Ensâbu'l-Eşrâf, thk. Muhammed Hamiaullah, Mısır 1959.
BEYHAKİ, Ebû Berk Ahmed b. el-Hüseyin (458/1065), es-Sünenul-Kübrâ, I-X, Haydarâbat 1935.
BROCKELMANN, Cari, İslâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, Çev.:Doç.Dr. Neşet Çağatay, Ankara 1954.
el-BUHARÎ, Ebû Abdullah Muhammed b. îsmâil (256/870), el-Câmiu's-Sahih, I-VIII, İstanbul 1981.
BUHL,Fr. Medine, İslâm Ansiklopedisini!, 459-471.
CAETANÎ, Leon, İslâm Tarihi, Trk.Trc: Hüseyin Cahid, I-X,îstanbul 1924
CEVAD ALÎ, el-Mufassal fi Tarihi'l-Arab Kable'l-îslâm, I-IX, Beyrut 1968-1972.
ÇAĞATAY, Neşet, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Câhiliye Çağı, Ankara 1963.
ÇELEBİ, Ahmed, Mukayeseli Dinler Açısından Yahudilik, Trk.Trc: Ahmet M. Büyükçmar- Ö. Faruk Harman, İstanbul 1978.
DARİMİ, Ebû Muhammed (ı55/868), Sünen, İstanbul 1981.
DAYF, Şevki, el-Asru'l-Câhill, Mısır Tarihsiz.
DERVEZE, Muhammed İzzet, Asru'n Nebî ve Bietühü Kable'l-Bi'se, Dımeşk 1946.
DESAFİ, Mustafa Kemal, Muhammed ve Benû İsrail, Kahire 1970.
ed-DÎNEVERÎ, Ebû Hanife Ahmed b. Davud (282/895), Kitâbu'l-Ahbâri't-Tıvâl, Bağdat Tarihsiz.
EBU DAVUD, Süleyman b. el-Eş'as es-Sicistâni (275/888), Sünen, I-V, İstanbul 1981.
EBU'L FİDA, Ümâdüddin İsmail (732/1332), el-Muhtasar fi Akbâri'l-Beşer, I-IV, Beyrut Tarihsiz.
EBUS'S-SUUD, Muhammed b. Muhammed el-lmâdi (951/159), İrşadul-Ak-
li's-Selim İlâ Mezâyidi'l-Kurâni'l-Kerim, I-IX, Beyrut, Tarihsiz. EBU UBEYD, el-Kâsım b. Sellânı, (224/839), Kitâbu'l-Emvâl, thk. Muhammed Halil Hirâs, Kahire 1981 (Trk. trc: Cemâleddin Saylık, İstanbul 1981).
EBU YUSUF, Yâkub b. İbrahim (182/798), Kitâbu'l-Harac, Kahire 1397 (Trk. trc: Ali Özek, İstanbul 1973).
FAYDA, Mustafa, îslâmiyetin Güney Arabistan'a Yayılışı, Ankara 1982.
FAYDA, Mustafa, Hz. Ömer Devrinde Gayr-i Milslimlerin Durumu, (Basılmamış Doçentlik Tezi). Ankara 1979.
FİRUZABADÎ, Mecdüddin Muhammed b. Yâkub, el-Kâmusu'l-Muhît, I-IV, Beyrut Tarihsiz.
GROHMAN, Adolf, Hayber, İslâm Ansiklopedisi, C:V/I, 384-386. HAMÎDULLAH, Muhammed, İslâm Peygamberi, trk.trc. Salih Tuğ, I-II, İstanbul 1980, Hz. Peygamberin Savaşları ve Savaş Meydanları,
trk.trc. Salih Tuğ, İstanbul 1981. HAMİDULLAH, Muhammed, Mecmûatu 1-Vesâiki's-Siyâsiyye li'1-Ahdi'n-Nebiyyi ve'1-Hilâfeti'r-Râşide, Kahire 1941. HİTTÎ, Fhilippe, Târihu'l-Arab (Mutavvel), MI, Beyrut 1965 (Trk.trc: Siyâsî ve Kültürel İslâm Tarihi, Çev.: Salih Tuğ, I-IV, İstanbul 1980. Bu tercüme eserin İngilizcesinden yapılmıştır.).
HU ART, Clement, Arab ve İslâm Edebiyatı, Çev.: Cemâl Sezgin, Ankara t.siz. İBNU'L-ESÎR, îzzüddin Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed (630/1232), el-Kâmil fi't-Tarih, I-XI, Beyrut 1965. İBN HtŞAM, Ebû Muhammed Abdülmelik (218/833), es-Sîretü'n-Nebeviyye,
thk. Mustafa es-Sakkâ ve iki arkadaşı, I-IV, Beyrut 1936. İBN İSHAK, Muhammed (151/768), es-Sîretü'n-Nebeviyye (thk. Muhammed Hamidullah), Konya 1981. İBN KESİR, İmâdüddin Ebu'1-Fidâ (774/1372), Tefsîru'l-Kur'âni'l-Kerim, I- IV, Beyrut 1969. İBN KUTEYBE, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim (276/889), el-Maârif,
Beyrut 1970.
İBN MACE, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid (275/889), es-Sünen, I-II, İstanbul 1981.
İBN SA'D, Ebû Abdullah Muhammed (230/884), et-Tabâkâtü'l-Kübrâ, I-IX, Beyrut 1960.
KARAMAN, Hayrettin, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1974. KOÇYÎĞÎT, Talât- CERRAHOĞLU, İsmail, Kur'ân-ı Kerim Meal ve Tefsiri, I-, Ankara 1984.
KRENKOV, Fr. Hazrec, İslâm Ansiklopedisi, C:V/I, 415-416. el-KURTUBİ, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed (671/1272), el-Câmiw7-
Ahkâmi'l-Kur'ân, I-XX, Mısır 1967. KUTLUAY, Yaşar, İslâm ve Yahudi Mezhepleri Tarihi, Ankara 1965.
LEWÎS, Bernard, el-Arab fi't-Tarih, Ta'rib: Nebiyye Emin Fâris-Mahmud Yusuf Zâyed, Beyrut 1954.
MALİK B. ENES, (148/765), el-Muvatta, I-V, İstanbul 1981.
el-MAVERDİ, Ali b. Muhammed b. Habîb (450/1058), el-Ahkâmu's-Sultaniyye, trk.trc. Ali Şafak, İstanbul 1976.
MES'UDİ, Ebu'l-Hasan Ali b. Hüseyn b. Ali (326/938), Mürûcü'z-Zeheb ve Meâdinu'l-Cevâhir, thk. Muhammed Muhyid-din Abdulhamid, Mısır 1958.
MUHAMMED AHMED CADBEK- ALÎ AHMED el-BUHARÎ-MUHAMMED EBU'L-FADL İBRAHİM, Eyyâmu'l-Arab fi'l-Câhiliyye, Beyrut Tarihsiz.
MUSIL, A. Eyle, İslâm Ansiklopedisi, C: IV, 420-421..
MUKATİL B. SÜLEYMAN (150/767), Tefsir, İstanbul Hamîdiye Kütüphanesi, No:58, Arşiv No: 1579, vr. Ib-478 b
MÜSLİM, Ebu'l-Hüseyn (261/874), el-Câmiu's-Sahih, I-V, Mısır 1955-1956.
NESEl, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb (303/915), Sünen, I-VIII, İstanbul 1981.
ÖRS, Hayrullah, Musa ve Yahudilik, İstanbul 1966.
PARET, RxLdi,Muhammed und der Koran, Stuttgart 1957.
RECKENDORF,Evs, İslâm Ansiklopedisi, C:IV, 418-419.
SARIKÇIOĞLU, Ekrem, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul 1983.
SCHACHT, Joseph, İslâm Hukukuna Giriş (Trk.trc Mehmet Dağ-Abdulkâdir Şener), Ankara 1977.
es-SERAHSÎ, Muhammed b. Ahmed (483/1090), Şerhu Kitabi's-Siyeri'l-Kebîr thk. Salahuddin el-Müneccid, I-V, Beyrut 1971-1972.
SIDDIK HASAN HAN, (1307/1889), Fethu'l-Beyân fi Mekâsidi'l-Kur'ân, I-X, Kahire 1965.
SIRMA, İhsan Süreyya, Osmanlı Devletinin Yıkılışında Yemen İsyanları, İstanbul 1980.
SÖNMEZ, Abidin, Rasûlullah'm Diplomatik Faaliyetleri ve Sulh Muahedeleri, İstanbul 1984.
es-SUYUTÎ, Celâleddin (911/1505), ed-Dürrul-Mensûr fİ't-Tefsir bi'l-Mensûr, I-VI, Beyrut Tarihsiz.
es-SUHEYLÎ, Abdurrahmah (581/1185), er-Ravdu'l-Unuf fi şerhi's-Sireti'n-Nebeviyye li'bni Hişam, thk. Abdurrahman el-Vekîl, I-VII, Kahire 1967.
ŞENER, Abdulkâdır, Kıyas îstihsan Istıslah, Ankara 1981.
eş-ŞERBİNÎ, El-Hatîb, Tefsîru's-Sirâci'l-Münîr, I-IV, Beyrut Tarihsiz.
eş-ŞEVKANÎ, Muhammed b. Ali b. Muhammed (lı50/1834), Fethu'l-Kadlr, I-V, Beyrut Tarihsiz.
TABBARA, Afif Abdülfettah, el-Yehûd fil Kur'ân, Beyrut 1966.
et-TABERÎ, Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr, (310/922), Câmiu'l-Beyân an-Te'vîli Ayi'l-Kur'ân, I-XXX, Mısır 1954.
et-TABERÎ, Tarihu'l-Ümen ve'l Mülûk, thk. Muhammed Ebu'1-Fadl İbrahim, I-XI), Beyrut 1967 (Trk. trc: Zâkir Kâdirî Ugan-Ahmet Temir, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, I-III, Ankara 1954-1955).
TABLAMACIOĞLU, Mehmet, Karşılaştırılmalı Dinler Tarihi, Ankara 1966.
TANYU, Hikmet, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, I-II, İstanbul Tarihsiz.
et-TEYALİSE, Ebû Davud (204/819), Milsned, Haydarâbat 1321.
TİRMÎZİ, EBU İsâ Muhammed b. îsâ (279/892), Sünen, I-V, İstanbul 1981.
TUG, Salih, İslâm Vergi Hukukunun O~taya Çıkışı, Ankara 1963.
TUĞ, Salih, İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İstanbul 1969,
TUĞ, Salih, Hicret'le Gelen Devlet ve Anayasa Nizâmı, Nesil Dergisi Hicret 0-zel Sayısı, İstanbul 1979, sayı: 37-38, s. 35-41.
THE UNIVERSAL JEW1SH ENCYCLOPEDIA, I-X, New York 1948.
UÇUK, Bahriye, îslâmdan Dönenler ve Yalancı Peygamberler, Ankara 1967.
el-VAKİDÎ, Muhammed b. Ömer (207/822), Kitâbu'l-Meğazî, thk. Marsden Jo-nes, I-III, Beyrut İ965-1966.
WATT, W. Montgomery, Muhammad at- Medina, Oxfort 1956.
WENSINCK, A.J., İsrail, İslâm Ansiklopedisi, C:V/2,1128.
YAKUT el-HAMEVİ, Şihâbuddin Ebû Abdullah (626/1229), Kitâb-u Mu'ce-mi'l-Buldân, thk. Muhammed Emin el-Hancî, I-VIII, Mısır 1323.
ez-ZÜRRANÎ, Muhammed b. Abdulbâkî, Şerhu Mevâhibî'l-Ledünüiyye li'l-İmâmi'l-Kastallânî, I-VIII, Mısır 1292 [530]
[1] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/415-416.
[2] Muhammed b. îshak b. Yesâr, Es-Sîretü'n-Nebeviyye, (thk. Muhammed Ha-midullah), Konya 1981.
[3] Ebû Muhammed Abdülmelik b. Hişâm, Es-Sîretü'n-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sakkâ ve iki arkadaşı), c.I-IV, Beyrut 1936 (Trk.trc: Hz.Muhammed'in Hayatı, Çev.; Prof.Dr.Neşet Çağatay-Prof.Dr. İzzet Hasan, c.I,Ankara 1971); bu tercüme eserin dörtte biridir.
[4] Muhammed b. Ömer el-Vâkıdî, Kitâbu'l-Meğâzi, (thk. Marsden Jones), c.I-III, Beyrut 1965-1966.
[5] Ahmed b.Yahya el-Belâzurî, Fütûhu'l-Büldân, Kahire 1932 (Trk.Trc: Za-kir Kadiri Ugan, I-II, İstanbul 1955-1956). Yine aynı müellifin, tahkikini M.Hamidullah'ın yaptığı Ensâbu'l-Eşrâf, Kahire 1959 isimli eserini de kullandık.
[6] Ebû Abdullah Muhammed b. Sa'd, et-Tabâkâtü'l-Kübrâ, c.I-IX, Beyrut 1960.
[7] Ebû Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Târihu'l-Ümem ve'l-Mülûk, (thk. Muhammed Ebul-Fadl İbrahim), cIOCI, Beyrut 1967 (trk.trc. Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Zâkir Kadiri Ugan-Ahmet Temir, c.I-III, Ankara 1954-1955).
[8] Muahhar kaynaklardan bazılarını şöylece sıralayabiliriz: Abdurrahman es-Süheylî, er-Ravdu'l-Unuf fi şerhi's-Sîreti'n-Nebeviyyeti Vibni Hişâm (thk. Abdurrahman el-Vekîd, c.I-VII, Kahire 1967; İzzuddin Ebû'l-Hasan Ali b. Muhammed b. el-Esîr, el-Kâmil fi't-Târih, c.I-Xl, Beyrut 1965; İmâdüddin İsmail Ebi'1-Fidâ, el-Muhtasar fi Ahbâri'l-Beşer, C.I-IV, Beyrut Tarihsiz; imâdüddin Yahya b. Ebu Bekr el-Âmirî, Behçetü'l-Mehâfıl ve Buğyetul-Emâsil fî Telhîsi'l- Mu'cizâti ve's-Siyer ve'ş-Şemâil bi-Şerhi'1-Allâm Cemâlüddîn Muhammed el-Eşhar el-Yeminî, c.I-II, Medine 1330-1331; Muhammed b. Abdülbâki ez-Zürkanî, Şerhu'l-Mevâhibi'l-Ledüniyye li'l-Ümâm el- Kastallâhi,l-Vlll, Mısır 1291.
[9] İstifâde ettiğimiz bazı hadis kitapları: Mâlik b. Enes, el- Muvattâ, c.I-V, istanbul 1981; Ebû Davud et-Teyalisî, Müsned, Haydarabat- Dakkan 1321; Ahmet b. Hanbel, Müsnedyc.l-Vl, İstanbul 1982; Ebû Davud Abdullah b. Abdurrahman, Sünen, İstanbul 1981; Ebû Abdurrahman Muhammed b.
[10] Faydalandığımız bazı tefsir kitapları: Ebû Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Câmiu'l-Beyân an-Te'vîliÂyil-Kur'âı, c.I-XXX, Mısır 1954; Mukâtil b. Süleyman el-Belhî, Mukatil Tefsiri, İstanbul Hamidiye Kütüphanesi Mikrofilmleri, No:58; Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî el-Kurtubî, el-Câmiu'l-Ahkâmi'l-Kur'ân, c.I-XX, Mısır 1967; imâdüddin Ebû'l- Fidâ İsmail b. Kesir, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Kerîm, c.I-IV, Beyrut 1969.
[11] Şevki Dayf, el-Asru'l-Câhilî, Kahire Tarihsiz.
[12] Muhammed Ahmed Câdbek-Ali Ahmed el-Buhâri- Muhammed Ebul-Fadl İbrahim, Eyyâmü'l-Arab fı'l-Câhiliyye, Beyrut Tarihsiz.
[13] Muhammed İzzed Derveze, Asru'n-Nebî ve Bietühü Kable'l-Bi'se, Dımeşk 1946.
[14] Cevad Ali, el-Mufassal fi Târihi'l-Arab Kable'l-İslâm, c.I-IX, Beyrut 1968-1972.
[15] Neşet Çağatay, İslâm Öncesi Arap Tarihi ve Câhiliye Çağı, Ankara 1963.
[16] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, (Çev. Salih Tuğ), c. I-II, İstanbul 1980.
[17] Mustafa Fayda, İslâmiyetin Güney Arabistan'a Yayılışı Ankara 1982; Hz.Ömer Devrinde Gayr-i Müslimlerin Durumu. (Basılmamış Doçentlik Tezi), Ankara 1979.
[18] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/417-419.
[19] Bu kavme îbrânî denilmesi Hakkında bk.: Hikmet Tanyu, Tarih Boyunca Yahudiler ve Türkler, İstanbul Tarihsiz, 1,24; Âhmed Çelebi, Mukayeseli Dinler Açısından Yahudilik, (Çev. Ahmet M. Büyükçmar-Ö.Faruk Harman) İstanbul 1978,27; Afif Abdülfettah Tabbara, el-Yehûd fi'1-Kur'ân, Beyrut 1966,13; Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik, İstanbul 1966,7,64.
[20] Benî îsrâil denilmesi hk. bk.: Muhammed Hamidullah, îslâm Peygambe-ri,I,587; Hikmet Tanyu, 1,21-23; Tabbara,13; A.J.Wensinck,lsrâil, l.A. V/2,1128; Yakub (a.s)'un îsrâil lakabıyla anılması hk. ayrıca bk.: Al-i İmrân,93; Tevrat, Tekvin,35:10.
[21] Mûsevî denilmesi hk.: Mehmet Taplamâcıoğlu, Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Ankara 1966,173; Örs, 257.
[22] Yahudi denilmesi hk. bk.: Ahmed Çelebi, Mukayeseli Dinler,35; Hikmet Tanyu, I, 23-24; Tabbara,13; Örs,7.
[23] Süheylî, IV, 290; Tevrat, Yaremya,40:ll.
[24] Taberî, Tarih, 1,538 (trk.trc. 1/2,818), Mütercimler bu ismi "Buhtünnassar" olarak okumuşlardır. Beyrut baskısında isim "Buhtünnassar" olarak verilmesine rağmen (bk.I,538), Leiden baskısında "Buhtn Nassar" olarak ayrı yazılmıştır. Bk.: 11,645. Tevrat ise bu ismi "Nebukatnetsar" olarak vermektedir. Bk.: II .Tarihler,36:6.
[25] Örs,265; Ayrıca bk. Neşet Çağatay, Cahiliye Çağı,95.
[26] Taberî,Tarih,I,536 (1/2,818); Örs,265. Hadisenin cereyan edişi hk. bk.: Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe, el-Maarif, Beyrut,1970, 21-22; Ebû'1-Fidâ, el-Muhtasar fî Ahbari'l-Beşer, Beyrut Tarihsiz, 1,88; Tev-rat,II. Tarihler,36. bab'ın tamamı ve Yaremya, 40:11-12.
[27] Taberî,Tarih,I,606 (11/2,929).
[28] Şevki Dayf, el-Asru'l-Cahilî,97; Leone Caetani, îslâm Tarihi, (çev. Hüseyin Cahit), İstanbul 1924,111,99-100; Rudi Paret, Muhammed Und Der Koran, Stuttgart 1957,10.
[29] Belâzurî, Fütûh,29 (1,24-25); Süheylî,IV,290; Ayrıca bk.: Hamidullah, îslâm Peygamberi, 1,594; A.Musıl, Eyle, Î.A., IV,420-421.
[30] Fr. Buhl, Medine, Î.A., VII,459-471.
[31] Hamidullah, İslâm Peygamberi,1,594
[32] Belâzurî, Fütûh, 29(1,24-25).
[33] Utum: Taşla bina edilmiş kale, dört tarafı çevrilmiş ev. Bk.: Mecdüddin Muhammed b. Yakub el-Firuzâbâdî, el-Kâmusu'1-Muhîd, Beyrut Tarihsiz, IV,76.
[34] N.Çağatay, Cahiliye çağı, 89; Fr. Buhl, Medine, İ.A. VII,459-471; Tabba-ra,16.
[35] Yaşar Kutluay, îslâm ve Yahudi Mezhepleri, Ankara 1965,4.
[36] Bk.: Buharî, Tefsîr-i Kur'ân (el-Bakara), 11; İ'tisam bi's-Sünnet,25; Tev-hid,37.
[37] Carl Brockelmann, islâm Milletleri ve Devletleri Tarihi (şev. Neşet Çağatay), Ank. 1954,10-11; Caetani, bunların kendilerine has bir Arapça lehçe meydana getirdiklerini savunur. Bk.: 111,106.
[38] Hamidullah, islâm Peygamberi, 1,614; Fr. Buhl, Medine, I.A,VII,459-471.
[39] Şevki Dayf, el-Asru'l-CahiKj?8; Clement Huart, Arap ve İslâm Edebiyatı (şev. Cemâl Sezgin), Ank. Tarihsiz,37.
[40] W.Montgomery Watt, Muhammed at Medina, Oxfort, 1956,192; Cevad Ali, el- Mufassal fî Târihi'1-Arab Kabe'l-İslâm, VI,515 (İsrail Wellfenson, Târihu'l- Yehûd fî-Bilâdi'1-Arab, Kahire 1927,13'den naklen). Ayrıca bk.: Fhilippe Hitti,Tarihu'l-Arab (Mutavvel), Beyrut 1965. 1,146 (şev. Salih Tuğ, Siyasal ve Kültürel İslâm Tarihi, İstanbul 1980,1,156); Pr. Buhl, Medine, Î.A., VII,459-471.
[41] îbn Hişâm,I,13-14 (1,7); Eyyâmü'1-Arab fı'l-Câhiliyye,62; Watt, 192.
[42] Belâzurî; Fütûh,30 (1,27); Eyyâmü'1-Arab fî'l-Câhi]iyye,62; Tabbara,16; Mustafa Kemal Desafî, Muhammed ve Benû İsrail, Kahire 1970, 23-24; Reckendorf, Evs, İ.A., IV,418-419; Fr. Krenkov, Hazrec, ÎA, V/1,415-416. Ayrıca bk.: İbn Kuteybe, el-Maarif, 49.
[43] Watt,192.
[44] Eyyârnul-Arabfı'l-Câhiliyye,62.
[45] Bu ismin çeşitli şekillerde yazılışı ve okunuşu olmuştur. Bunlar: el-Fidyun, el-Fayton, el-Kıbtiyyûn vb.'dir. Bk.: îbnü'l-Esîr,I,658; Cevad Ali,VI,520 (Cevad Ali el-Fedyun olarak okumuştur.); Neşet Çağatay bu ismi el-Fayton olarak almıştır. Bk.: Cahiliye Çağı,95; Watt ise el-Fidyawn olarak almıştır. Bk.:193. İbn Hişâm'm Sire'sinin tahkikli neşrim yapanlar bu kelimenin îbrânice olduğunu ve Yahudilerin işlerine bakanlara verildiğini ifade etmektedirler. Bk. 11,161, dipnot: 1.
[46] İbnü'l-Esir,I,658; N. Çağatay, Cahiliye Çağı, 95; Watt,193.
[47] İbnü'l-Esîr, 1,656-658; Eyyamul-Arab fı'l-Cahiliyye,62; Desafî,25; Watt, 193
[48] Caetani,111,100-101; Watt,194. Watt "Evs ve Hazrec'in eline geçen bu hâkimiyet kısmî idi" der.
[49] îbnü'l-Esîr,I,658; Eyyâmü'1-Arab fı'l-Cahiliyye,63-65. (Savaşın çıkış sebebi ve tafsilat için gösterilen yerlere bakınız.)
[50] N.Çağatay,98; Desafî,27.
[51] Derveze, Asru'n-Neî,110; Ayrıca bk.: Bakara,84-85; Haşr,14.
[52] N.Çağatay,97; Ayrıca diğer savaşlar için bk.: Eyyâmul-Arab fı'1-Cahiliy-ye,62 vd.
[53] Caetani,III,301-302.
[54] İbn Hişâm,II,188-189; îbnü'l-Esîr,I,680; Süheylî,IV,338,372-373.
[55] Bkz. Dipnot 49. Ayrıca bkz.: Caetani 111,107.
[56] Caetani,III,103.
[57] Derveze, Asru'n-Nebî,110; Ayrıca bkz.: Bakara,84-85
[58] Salih Tuğ, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya sıkışı, Ankara 1963,29.
[59] Ibn Hişam, 11,188-189; Süheylî, IV,372-373; İbn Hanbel, 1,246; Ebû Davud, Ekdiye,10; Neseî, Kasâme, 7,8,9.
[60] Mâide,42.
[61] îbn Hişâm,II,215; Ebû Davud, Ekdiye,10; Neseî, Kasâme.7,8,9. Diyet miktarlarının 140'a karşı 70 vesk olduğuna dair bk.: Mukatil, Tefsir,vr.96a, (Maide,44. ayetinin tefsiri)
[62] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,615-616.
[63] Şevki Dayf, el-Asrul-Cahili, 98; Salih Tuğ, İsi. Vergi,30; Watt,193; Caeta-ni, 111,106; Talât Koç-yiğit-İsnıâil Cerrahoğlu, Kur'an-ı Kerim Meal ve Tefsiri, Ankara 1984,1,14, (Medine'ye Şam'dan içki getirdikleri ve Araplara sattıkları da ilâve edilir.
[64] Fâiz'in kendi dindaşlarından alınmasının haram, başkalarından, onların mal ve mülklerine el koymak için almanın helâl olduğuna dâir bk.: Tevrat, Tesniye,23:19-20; Kur'ân-ı Kerim ise fâiz'in onlara haram kılındığını bildirmektedir. Bk.: Nisa, 160-161.
[65] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,616; Ayrıca bk.: Bernard Lewis, el-Arab fi't-Tarih (Ta'rib: Nebiyye Emin Fâris-Mahmud Yusuf Zâyid), Beyrut 1954,52. Kur'ân-ı Kerim de bu konuda; Onların sorumsuzca davranıp Arapların mallarını yemede herhangi bir beis görmediklerini bize haber vermektedir. Bk.: Al-i İmrân,75
[66] Fal bakmanın mekruh olduğuna dâir bk.: Tevrat, Tesniye,18:10-14.
[67] Falcılık suçunun Allah'a isyan ile eş olduğuna dâir bk.: Tevrat,I.Samu-el,15:23.
[68] îbn Hişâm,IIJ254; îbnü'l-Esîr,II)113-114. Bu konuda, Hz.Peygamber'in dedesi Abdülmüttalib'in, oğlu Abdullah'ın kurban etmemek için baş vurduğu kâhine kadının Hayber'li olduğuna dâir bk.: İbn Hişâm,.II,162.
[69] Hamidullah, İslâm Peygamberdi,594,595.
[70] Hamidullah, İslâm Peygamberi,I,200,615-616
[71] Belâzurî, Fütûh,29 (1,24-25)
[72] Watt,193.
[73] Derveze, Asru'n-Nebî,121-122.
[74] Beytü'l-Midrâs ve fonksiyonları için bk.: İbn Hişâm,II,201,207-208; îbn Sa'd,I,164; Buharı, İkrah, 2; Cizye,6; Müslim, Cihad ve's-Siyer,61; îbn Hanbel,II,451; Ebû Davud, Haraç İmaret Fey,22; Hamidullah, İslâm Peygamberdi,614, Caetani, Yahudilerin okuma-yazma için bir okula sahip olabilecekleri ihtimali üzerinde durur ki, bu da herhalde Beytü'l-Midrâs olsa gerektir. Bk.: 111,106.
[75] Joseph Scbacht, İslâm Hukukuna Giriş, (şev.: Mehmet Dağ-Abdülkâdir Şener), Ankara 1977,17.
[76] Bk.: Dipnot:72.
[77] İçlerinden şerefli bir adam zina ettiğinde, kendi kitaplarında onun cezası recm olduğu halde (bk.: Tevrat, Tesniye,22:22-24) recmetmeyip başka ceza vermişlerdir. Hz.Peygamber bunun sebebini sorduğunda, hahamları, "içimizden şerefliler suç işlerse onu hafifletir, sıradan bir insan işlerse, ona cezayı tam olarak uygularız" demişlerdir. Bu hadise ve Hz.Peygamber'e verilen bu cevap için bk.: İbn Hişâm,II,213-215; Süheylî,IV,369-372; Buharı, Menâkıb,26; Hudud,24,37; Tevhid,51; Müslim, Hudud,26,27,28; İbn Han-bel,I,261;II,5;III,387; îmam-ı Mâlik, Hudud,l; İbn Mâce, Hudud,10; Tirmizî, Hudud,10; Ebû Davud, Ekdiye,27; Hudud,26; Dârimî, Hudud,15; Beyhakî,VIII,231; Teyâlisî,H.No.: 1854.
[78] Ahmed Emin, Fecru'l-îslâm, Kahire 1965, 227.
[79] Bk.:Dipnot: 34-36.
[80] Bu konuda Brockelmann; "Bunlar, buralarda kapalı cemaatler halinde yaşamakla beraber, bazı Arapları dinlerine döndürmüşler, içlerine almışlar ve dil'de tamamiyle yerli halka uymuşlardı." demektedir. Bk.: Brockelmann, 10-11. Ayrıca bakınız: Hamidullah, İslâm Peygamberi,1,162.
[81] Abdülkadir şener, Kıyas Istihsan İstislah, Ankara 1981,11.
[82] Süheylî,IV,397-398; Hamidullah, İslâm Peygamberi,I,629.
[83] Bakara,256.
[84] Çocuğu olmayanların bu adakları ve bu çocukların Yahudilere gönderildiği hk. bk.: Taberî, Câmiu'l-Beyân, V,14-15; Kurtubî, Ahkâmu'l-Kur'an, 11,280; İbn Kesîr, Tefsir, 1,310-311; Muhammed b. Ali b. Muhammed eş-Şevkâni, Fethu'l-Kâdîr, Beyrut Tarihsiz,I,275; Sıddık Hasan Han, Fet-hu'1-Beyân fî Mekâsidi'l-Kur'an, Kahire 1965,1,427. (Bakara 256. ayetin tefsiri). Ayrıca bk.: Süheylî,IV,256; Hamidullah, İslâm Peygamberi,1,629.
[85] Derveze, Asru'n-Nebî,107.
[86] Hamidulîah, İslâm Peygamberi, 1,618, Ayrıca bk.: Brockelmann, 10-11.
[87] Derveze, Asru'n-Nebî, 435.
[88] S.Tuğ, Vergi, 30. Ayrıca bk. Hamidullah, İslâm Peygamberi,!, 162-163.
[89] Derveze, Asru'n-Nebî,107. Ayrıca bk.: Mâide,18.
[90] Bk.: Tevrat, Tesniye,18:15-18, Yaremya,23:5-6. bu konuda Kur'ân-ı Kerim de onların bir peygamber beklediklerini haber vermektedir. Bk.: Baka-ra,89;Tevbe,30.
[91] Brockelmann,19.
[92] îbn Hişâm,I,225 a,135);II,190.
[93] Yahudilerden İbn Heyyeban isimli bir haham, onun geleceği zamanın yaklaştığını ve geldiğinde ona tâbi olmalarını Yahudilere vasiyyet etmiştir. Bu konda bk.: îbn îshak,64; îbn Hişam,I,227-228 (1,133-134); Muhamnv -i b. Ahmed es-Serahsî, Şerhu Kitabi's-Siyeri'1-Kebîr (thk. Dr. Selâhuddîn el-Müneccid), Beyrut 1971-1972,1,262.
[94] İbn Sa'd,I,162-163; Zürkanî,I,470.
[95] îbn Hişâm,I,168 (1,100-101).
[96] M.Fayda, îslâmiyetin,16; İhsan Süreyya Sırma, Osmanlı Devletinin Yıkılışında Yemen İsyanları, İstanbul 1980,41.
[97] Şevki Dayf, el-Asru'l-Câhilî, 97-98. Ayrıca bu savaşlar için bk.: Ekrem Sa-rıkçıoğlu, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, İstanbul 1983,196.
[98] İbn İshâk,29.
[99] İbn Hişâm,I21-22 (1,17-18).
[100] İbn Sa'd,I,158-159.
[101] Taberî, Tarih, 11,105-106 (1/3,1118-1124) Taberî mütercimi Tübbâ'nın ismini "Es'ad" olarak harekeli olduğu halde "Esd" olarak okumuştur. Bk.: Gösterilen yerler ve ayrıca, Leiden Baskısı,II,901).
[102] Mes'ûdî, Mürûc, 11,76-77.
[103] Bu konu hakkında ayrıca bk.: M.Fayda, îslâmiyetin,16-17.
[104] Asıl adı Zur'a b. Zeyd b. Ka'b olup nesebi Kahtânoğullanna kadar dayanır. Bk.: Ebû Hanife Ahmed b. Davud ed-Dineverî, Kitabu'l- Ahbâri't-Tıvâl, Beyrut Tarihsiz,61; N.Çağatay,! 8.
[105] İbn Hişâm, 1,32 (1,21).
[106] M.Fayda, İslâmiyetin,17.
[107] Zû Nuvas'm Yahudiliği kabul edişi ve daha önce ateşe taptığı hk. bk.: Dineverî,61.
[108] Taberî, Tarih,Il;L 18-119 (1/3 J140-1141); ŞevM Dayf, el-Asrul-Cahüî,97-98.
[109] İbn Hişâm,I,37 (1,25); Taberî, TarihsII,123 (1/3,1148).
[110] İbn Hişam,I,37(I,25); Taberî, Tarih,II,118-123 (1/3,1140-1148).
[111] N.Çağatay,18.
[112] Bürûc,4-7.
[113] N.Çağatay,18; M.Fayda, lslâmiyetin,9,17-18; Ayrıca Bürûc suresi 4,5,6 ve 7. ayetlerin tefsirleri için bk.: Taberî, Câmiu'l-Beyân,XXX,133; Kurtubî, Ahkâmu'l-Kuran,XIX,290-291"Çukurlarm boyu 4 zira, eni 21 zira idi"der; Şihabuddin es-Seyyid Mahmûd el- Âlûsî, Ruhu'l- Meâni fi Tefsîri'1-Kur'ani'l-Azîm ve's-Sebul-Mesânî, Beyrut Tarihsiz, XXIX,89 (şukur ölçülerini Kurtubî gibi veren Alûsî, toplam olarak 700 kişinin yakıldığını söyler.) Celalüddin es-Suyûti, ed-Dürru 1-Mensûr fî't-Tefsîr bi'l-Me'sûr, Beyrut Tarihsiz, VI.331-333; el-Hatîb eş-şerbinî, Tefsîru's-Sİrâci'l-Münîr, Beyrut Tarihsiz, IV,512; Sıddık Hasan Han, Fethu'1-Be-yan fî Mekâsiditl-Kur'ân,X,296-297.
[114] Şevki Dayf, el-Asm11-Cahili, 97-98.
[115] Dîneverî,62; Taberî, Tarih, 11,115-127 (1/3,1134-1154); N.Çağatay,20-21; M.Fayda, İslâmiyetin, 17-18.
[116] Fil Vakası hk. bk.: Fil Suresi.
[117] Dîneverî,62-63; Taberî, Tarih,11,130-137(1/3,1160-1171).
[118] Bk.: Bir Önceki dipnot.
[119] İbn Hişâm, 1,64-72 (1,39-44); Dîneverî, 64-65; Taberî, Tarih,II,139-148 (1/3,1175-1191); N.Çağatay, 23-24; M.Fayda, îslâmiyetin,10-ll,18.
[120] M.Fayda, İsiâmiyetin,14.
[121] Brockelmann,13; N.Çağatay,83-85; M.Fayda, îslâmiyetin,15-16.
[122] M.Fayda, Hz.Ömer,153.
[123] I.Süreyya Sırma, Yemen İsyanları,30.
[124] Bahriye Üçok, İslâm'dan Dönenler ve Yalancı Peygamberler, Ankara 1967,20.
[125] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/420-431.
[126] Belâzuri, Ensâb,72-74; tbnü'l-Esîr,II,15.
[127] İbn Hişâm, 1,322 (1,190-191); tbn Sa'd, 1,165; Tirmizî, Tefsîru1-Kur'ân,18; îbn Hanbel, 1,225; Desafî, 60.
[128] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,596.
[129] Hamidullah, İslâm Peygamberi,594.
[130] Bu konuda bk.: Mâide,83-90; En'am,17; Ahkâf,21; Necm,36-37.
[131] Bk. :Yunus,93; Câsiye,16.
[132] Mâide,90.
[133] Yunus,94.
[134] Enbiya,7.
[135] Ahkâf,21.
[136] Bk.:Enbiya,48.
[137] Bu konuda bk.: Yunus,93; Secde, 25. Ayrıca Nemi suresi, 76. ayette "Doğrusu bu Kur'ân, İsrâiloğullarına, ayrılığa düştükleri şeyin çoğunu anlatmaktadır." denmektedir.
[138] Bk.İsrâ,8O.
[139] Vâkıdî,I,2; Belâzurî, Ensâb,263; Mes'udî, Mürûc,II,286. (Yesrib'e Varış).
[140] Zürkanî,I,465; Hamidullah, İslâm Peygamberdi,614.
[141] Belâzurî, Ensâb,262; Caetani,II,71.
[142] İbn Hişâm,II,165-166; Süheylî,IV,310-311.
[143] Rivayet ve tafsilât için bk.: İbn îshâk,66-70; İbn Hişâm.1,232-233 (1,137-138); İbn Sa'd,IV,75-79; Belâzurî, Ensâb.485-489.
[144] Bk.:Âl-iîmrân,64.
[145] Meselâ saçlarını ayırma hususunda bk.: Buharı, Menâkıbu'l-Ensâr,52; Libas,50; Fedâil,90; İbn Hanbel, 1,246,261,287; îbn Mâce, Libas,36; Ebû Davud, Tereccül, 10.
[146] İbn Sa'd, 1,243; Zürkanî, 1,465; Tabbara, 18; Watt, 198-199.
[147] Buharı, Menâkıbu'l-Ensâr,52; İmam-ı Malik, Siyam,11; Dârimî, Savm,46; İbnü'l-Esîr,II,115; Âmiri, 1,169-170.
[148] Buharî, Zebâih ve's-Sayd,4,10,14; Tirmizî, Siyer.11,12; İbn Han-bel,IV,194-195; İbn Mâce, Cihad, 26; DârimE, Siyer,56.
[149] Bk. Mâide,5.
[150] Ebû Davud, îlim.ll.
[151] Buharı, Cenâiz,50; İbn Hanbel,III,324; IV;391; îmâm-ı Mâlik, Cenâiz,21; Ebû Davud, Cenâiz,47.
[152] îbnHanbel,III,339.
[153] Buharı, Nikah,21; İlim,31; Cihad ve's-Siyer,145; İbn Hanbel,IV, 259,395,402,414; îbn Mâce, Nikah,42; Teyâlisî, H.No.502.
[154] İbn Mâce, Ferâiz,18
[155] Bkz: Âl-i İmran,H3-115; Mâide,69.
[156] İbn Hişâm, 11,163-164,206,220; îbn Sa'd, II, 353; Buharı, Menâkıbu'l-Ensâr, 19,51 ;Tefsîr-i Kur'ân,6; Enbiyâ,l; İbn Hanbel, 111,108,109,371; Süheylî, IV,308-309,407; Âmiri, 1,164-172
[157] îbn Hişâm, I, 226-227 (1,132-133); 111,249; Vâkıdî, 11,503; îbn Sa'd, 1,160-161; Taberî, 11,581-585 (11/2,512-518); Îbnii'1-Esîr, 11,187; Süheylî, IIIs287;Serahsî, t,262;Zürkanî, 11,157; Desafî.lll.
[158] İbn Hişâm,III, 255-256; Vâkıdî, 11,514-515; Taberî, 11,591 (11/2,527); Sühely-, VI,294; Desafî,112.
[159] Belâzurî, Fütûh, 31 (1,30); Ensâb, 285,518; Ali b. Muhammed b. Habîb Ebi'l-Hasan el-Mâverdî, el-Ahkâmu's-Sultâniyye, (Çev.Ali Şafak), İstanbul 1976,86.
[160] Bu bilgiler ve onun bıraktığı mallar hk.bk.: İbn Hişâm, 11,164465; 111,94; Belâzurî, Fütûh, 31 (1,30); Ensâb, 285,325,518; Süheylî,IV,310, 408-409; VI, 21,47; Mâverdî, 189.
[161] îbn Hişâm,I,228 (1,133-134); 111,249; Vâkıdî, 11,503-504; Taberî,II, 585-586(11/2,518-519); Süheylî,VI,287-288; Desafî,lll.
[162] İbn Sa'd, 1,361.
[163] Hamidullah, İslâm Peygamberi,I,201.
[164] Hamidullah, îslâm Peygamberi, I,206;Sâlih Tuğ, Hicret'le Gelen Devlet ve Anayasa Nizâmı, Nesil Dergisi, Hicret Özel Sayısı, istanbul 1979, sayı: 37-38,s.36.
[165] İbn Hişâm, 11,147-150; Belâzurî, Ensâb, 286; Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm, Kitâbu'l-Emvâl, (thk. Muhammed Halil Herrâs), Kahire 1981, 193-198 (trc: Cemâleddîn Saylık, Kitâbu'l-Emvâl, İstanbul 1981,235-241); Hamidullah, Mecmûâtul-Vesâiki's-Siyâsiyye li'1-Ahdi'n-Nebiyyi ve'1-Hilâfeti'r-Râşide, Kahire 1941,No:l.
[166] Bakara, 146; Enam, 210. Bu ayetlerde Yahudilerin Hz. Peygamberi oğullarım tanıdıkları gibi tanıdıkları haber verilir.
[167] Bk.: Bakara, 89,91,101; Enbiya, 48; Câsiye, 16-17; Ahkâf.21.
[168] M.Fayda, Hz. Ömer, 145.
[169] M. Fayda, Hz. Ömer, 145
[170] M. Fayda, Hz. Ömer, 145-146; Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,207; Salih Tuğ, İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İstanbul 1969,44.
[171] Bk.: Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 206.
[172] Salih Tuğ, Anayasa Hareketleri, 44; Hayrettin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, İstanbul 1974, 70.
[173] Yahudilerle ilgili bölümlerin ve anlaşmanın topluca bir izahı ve değerlendirmesi hk. bk.: Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,206-214; M. Fayda, Hz. Ömer,145-148; Salih Tuğ, Anayasa Hareketleri, 40-47; Hicretle Gelen Devlet ve Anayasa Nizâmı, Nesil Dergisi Hicret Özel Sayısı, sayı: 37-38; s.39-41; Vergi, 30-35,84; Hayrettin Karaman, Mukayeseli İslâm Hukuku, 70-71.
[174] Bk.: Dipnot: 46.
[175] Vâkıdî, 1,176; Belâzurî, Ensâb, 308; İbnü'l-Esîr,II,137.
[176] îbnSa'd, 1,164.
[177] îbn Hanbel, I, 416. Bu hadise nakledilirken, Yahudilerin ibadet ettikleri yer hakkında "kilise" lafzı kullanılmıştır.
[178] ibn Hişâm, II, 201.
[179] Bk.:Âl-İİmrân,67.
[180] İbn Hişâm, 11,212.
[181] Bk.:Mâide, 19.
[182] İbn Hişâm, 11,207-208; Süheylî, IV, 362-363.
[184] îbn Hişâm, 11,164. Diğer kaynaklardaki rivayetler ve sorunun "Hüseyn b. Selâm hanginizdir?" şekli ve ayrıca, "Abdullah b. Selâm hanginizdir?" tarzında olduğuna dâir bk.: İbn Sa'd, 11,353; Buharı, Menâkıbu'l-Ensâr, 19,51; Tefsir-i Kur'ân, 6; Enbiyâ, I; îbn Hanbel, III, 108,109,371; Süheylî, IV, 308-309,407; Âmİrî, I, 164-172.
[185] Buharı, İkrah, 2; î'tisâm bi's-Sünnet, 18; Cizye, 6;Müslim, Cihad ve's-Si-yer, 61; îbn Hanbel, 11,451; Ebû Davud, Haraç îmaret Fey, 22.
[186] Brockelmann, 22-23; T.W. Arnold, întişâr-ı îslâm Tarihi, (şev. Hasan Gündüzler), Ankara 1982,42.
[187] İbnHişâm, II, 217.
[188] Tirmizî, Tefsîr-i Kuran (Müddesir), 71.
[189] îbn Hişâm, II, 200-201; Süheylî, IV, 379.
[190] İbnHişâm, II, 217.
[191] Buharî, İlim, 47; İ'tisânı bi1 s-Sünnet, 3; Tevhîd, 28-29; Tirmizî, Tefsîr-i Kur'ân (Benî İsrail), 18; Müslim, Münâfikûn, 32; İbn Hanbel, I, 389, 410,444.
[192] İbn Hişâm, II, 216; Sübeylî, IV,373. Bu konuda îbn îshâk'tan nakledilen bir rivayette, Ka'b b. Esed, İbn Salûbâ, Abdullah b. Süriyâ ve Şe's b. Kays birbirlerine: "Muhammed'e gidelim, umulur ki, onu dininden çeviririz, o da nihayet bir insandır" diyerek, Hz. Peygamber'e gelmişlerdir. Ona: "Yâ Muhammed sen, bizim Yahudilerin hahamları, en şereflileri ve efendileri olduğumuzu biliyorsun. Şayet biz sana tâbi olursak, Yahudiler de sana tâbi olurlar, onlar bize muhalefet etmezler. Bizimle bazı kavimlerimiz arasında bir takım ihtilaflar vardır. Biz senin huzurunda onlarla muha-kemeleşmek istiyoruz. Sen bizim lehimize, onların aleyhine hüküm verir misin? Şayet bunu yaparsan sana imân eder ve seni tasdik ederiz." demişlerdir. Hz. Peygamber onların bu tekliflerini hoş karşılamamış ve buna yanaşmamıştır.
[193] Bk.: Giriş bölümü, dipnot: 75; ayrıca bk.: Mâide, 43.
[194] İbn Hişâm, II, 202.
[195] Bk.:Mâide,57.
[196] Bk.: Bakara, 91,101; Âl-i İmrân, 98,
[197] İbn Hişâm, II, 219-220.
[198] Süheylî, IV,248.
[199] İbn Hişâm, II, 212; Süheylî, IV,268.
[200] îbn Hişâm, II, 198; Süheylî, IV, 350.
[201] İbn Hişâm, 11,201; Süheylî, IV.355.
[202] Süheylî, IV,377.
[203] Süheylî, IV, 348, 377-378.
[204] İbn Hişâm, II, 198; Süheylî IV,350.
[205] İbn Hİşâm, 11,208-209,212; Süheyiî, IV, 363-364.
[206] îbn Hişâm, II, 174; Belâzurî, Ensâb, 285.
[207] ibn Hişâm, II, 212; Süheylî, IV.358.
[208] A'râf, 187.
[209] îhlâsSuresi?l-4
[210] Zümer,67; ayrıca bk.:Tevbe,31.
[211] Enam, 19.
[212] İsrâ, 85.
[213] Mâide, 41-42.
[214] Al-iİmrân, 71.
[215] îsrâ, 88.
[216] Nûr,46.
[217] Mâide, 18.
[218] Âl-iîmrân, 67.
[219] Tevbe, 30.
[220] Nisa, 153.
[221] Bakara, 118.
[222] Nisa, 37.
[223] Bk.:Bakara,86.
[224] Bk.:Nisâ,161.
[225] Bk.:Bakara, 90.
[226] Bk.:Bakara, 101, 211; Nisa, 46.
[227] Bk.:Bakara, 55; Nisa, 153.
[228] Bk.:Bakara, 55-56.
[229] Bk.:Mâide,42.
[230] Bk.:Câsiye, 16-17.
[231] Bk.:Mâide, 13.
[232] Bk.:Mâide, 78.
[233] Bk.:Tevbe,34.
[234] Bk.:Mâide, 60
[235] Bk.:Mâide, 61.
[236] Bk.:Mücâdele,8.
[237] Bk.:Bakara, 61,87; Mâide, 70.
[238] Bk.:Mâide, 82.
[239] Bk.:Mâide, 51,57; ayrıca bk. :Âl-i frnrân, 28.
[240] Buharî, İstitâbetul-Mürteddîn, 4; İstizan, 22; Müslim, Selam, 6,8,11; Tirmizî îsti'zân, 21; Tefsîr-i Kur1 ân, 59; Siyer, 41; İbn Hanbel, 11,9, 58; III, 99,115,140,144, 202, 210, 212, 214, 222, 234, 241, 262, 273,277, 289, 290, 383; VI, 199; îmâm-ı Mâlik, Selam, 2; îbn Mâce, Edep, 13; Dârimî, îsti'zân, 7; Teyâlisî, H. No: 2069; İbn Sa'd, V, 540.
[241] İbn Sa'd, II, 197.
[242] Buharî, Cizye, 14; ibn Hişâm, II, 162; îbn Sa'd II, 196-197,198-199; Süheylî, IV,2398-399; Âmin, 1,164.
[243] Bk. Birinci bölüm, dipnot: 115.
[244] Bk. :Birinci bölüm, Dipnot: 117.
[245] Tirmizî, İstizan, 22; Ebû Davud, ilim, ı; Ibnü'1-Esîr, II, 176.
[246] îbn Hişâm, II, 198-199; 257; İbn Sa'd,I,243; Belâzurî, Ensâb, 271-272; Mes'ûdî, Mürûc, 11,295; Îbnü'1-Esîr, II, 115; Âmiri, 1,173-174
[247] Bakara, 142.
[248] Vâkıdî, 1,174-175; İbn Sa'd, 11,28; Belâzurî, Ensâb, 373-374 ; Süheylî, VII, 498-499; Zürkanî, I, 527-528; Bu tarihçilerimiz hicri aylara göre tarihle-me yaparlarken, hicri yılın ilk ayı olan "Muharrem" ayını değil, Hz.Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicret ettiği ay olan "Kebiu'l-Evvel" ayını esas almaktadırlar. Buradaki "H.20.ay şevval" şeklindeki rivayette de, hicri yılın ilk ayı olan "Muharrem" değil, Hz.Peygamber'in hicret ettiği yılın üçüncü ayı "Kebiu'l-Evvel" esas alınmış ve 20. ay olarak "Şevval" ayı tesbit edilmiştir.
[249] İbn İshâk, 297-300; Vâkıdî, I, 184-193; îbn Hişâm, 111,54-60; Buharî, Meğâzî, 15; ibn Sa'd, II, 31-34; Belâzurî, Ensâb, 374 (H.3. yıl'da öldürüldüğünü yazmaktadır.); Taberî, Tarih, II, 487-491 (11/1,367-374); Ebû Da-vud, Cihad, 169; Haraç İmaret Fey,22; İbnü'1-Esîr, 11,143-144; Süheylî,V, 396-402; Serahsî,If27O-273; Amirî, 1,191-192; Zürkanî,II, 11,16.
[250] Ka'b b. el-Eşref i Evs kabilesinin öldürdüğüne dâir bk.: İbn Hişâm, III, 256; Taberî, Tarih, 11,493 (H/1,377); İbnü'l-Esîr,II,146; Süheylî,VI,358-359. Öldürmeye gidenlerin isimleri; Muhammed b. Mesleme, Silkân b. Seleme b. Vakî, Abbâd b. Bişr Vakş, Haris b. Evs b. Muaz ve Ebû Abs b. Cafer idi. Bk.: Vâkıdî, 1,187-189; İbn Hişâm, III, 55-56; İbn Sa'd,II,32; Buharî, Meğâzî, 15; Taberî, Tarih, II, 487-491 (11/1,367-374); lbnü'1-Esîr, 11,143-144.
[251] Bk.: Bir önceki dipnotlar. Vâkıdî, Ebû Nâile'nin yanında Muhammed b. Mesleme'nin de Ka'b'm süt kardeşi olduğunu nakleder. (Bk.: Vâkıdî, I, 188); Belâzurî de Abbâd b. Bişr b. Vakş'm Ka'b ile süt kardeş olduğunu ilâve eder. (Bk.: Belâzurî, Ensâb, 374.) Ebu Nâile'nin asıl adı ise Silkân b. Seleme b. Vakş'dır.
[252] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,626.
[253] Mukâtil b. Süleyman, Tefsir, vr. 96a.
[254] Vâkidî,I,192; îbn Sa'd, 11,34.
[255] Desafî, 85.
[256] îbn İshâk, 300; İbn Hişâm, II, 62; Vâkıdî,1,191-192; Taberî, Tarih, 11,491 (11/1,374); Ebû Davud, Haraç îmâret Fey,22; İbnü'1-Esîr, 11,144; Süheylî, V,416-418; Serahsî,1.276; Âmirî,I,194.
Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/432-451.
[257] Bk. :Anlaşmanm 1. maddesi.
[258] İbn Sa'd, 11,29; Hamidullah, Hz. Peygamberin Savaşları, 203.
[259] Zürkanî, 1,528; The Universal Jewish Encyclopedia, New York. 1948,11,67.
[260] İbn Sa'd, 11,209.
[261] İbn Hişâm, 111,51; İbn Sa'd, 29; Taberî, Tarih, 479 (11/1,357). (259 )Vâkıdî, 1,176; Belâzurî, Ensâb,308; İbnü'1-Esîr, 11,137.
[262] îbn îshâk,294; Vâkıdî, 1,176; îbn Hişâm,II,201; 111,50-51; Belâzurî, Ensâb, 308; Taberî, Tarih, 11,479 (11/1,356-7); Serahsî, V.2190
[263] Hamidullah, İslâm Peygamberi,I,620.
[264] Ebû Davud, Haraç İmaret Fey, 22.
[265] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,621.
[266] VâkıdU,176.
[267] İbn İshâk, 295-296; Vâkıdî,I,l76-177; İbn Hişâm, 111,51; Belâzurî, Ensâb, 309; İbnü'1-Esîr, II, 137-138; Süheylî, V,392-393. (îbn Hişâm, Ebî Avf dan yaptığı rivayette, "kadından önce yüzünü açmasını istediler" der.)
[268] Îbnü'1-Esîr, 11,137-138.
[269] Enfâl,58.
[270] İbn Sa'd, 11,29; Taberî, Tarih, II, 480 (II/I, 357); Zürkanî, I, 529.
[271] Vâkıdî,I,177,180; İbn Sa'd,II,29; Taberî, Tarih, 11,480 (11/1,357); Zürkanî,I,529.
[272] Vâkıdî.1,3,176; îbn Sa'd,II,28-29; Taberî, Tarih, 11,479-480 (11/1,357). (Taberî kuşatmanın 3. yıl Safer ayında olduğunu bildirmektedir.)
[273] Vâkıdî, 1,180; İbn Sa'd, 11,29; Taberî, Tarih, 11,481 (11/1,359); îbnü'l Esîr, 11,138; Süheylî, V, 394; Zürkanî.1,529.
[274] İbn Sa'd, 111,10.
[275] îbn Sa'd, II, 29; Taberî, Tarih, 11,481 (II/i',360). (Mütercim, metinde geçen "Liva" kelimesini "Bayrak" olarak tercüme etmiştir. Halbuki "bayrak" kelimesinin Arapça karşılığı "Ra'ye"dir.)
[276] îbn Sa'd, 11,29; 111,10; Taberî, Tarih, 11,481 (11/1,360); Îbnü'1-Esîr,11,138.
[277] Taberî, Tarih, 11,480 (11/1,357-8); Süheylî,V,394.
[278] İbn SaTd,II,29.
[279] îbn Ishâk, 295-6; îbn Hişâm, 111,51; Vâkidî,!,178; îbn Sa'd,II,29.
[280] Vâkıdî,I,177.
[281] Vâkıdî,I,177-178; İbn Sa'd,II,29; Taberî,Tarih,II, 480 (11/1,357-8).
[282] İbn İshâk, 295-296; îbn Hişâm, 111,52; Taberî, Tarih, 11,480 (11/1,358-359); îbnü'l-Esîr,II,138; ayrıca bk.: Vâkıdî,I,177-178 (Vâkidî, bu olaydan, biraz daha farklı bir rivayetle, Hz. Peygamber'in Yahudileri bağlattıktan sonra, onların teker teker öldürülmeye başlandığım, bu işin de el-Münzir b. Kudâme es-Sülemi'ye verildiğini, ancak bundan sonra Abdullah b. Übey b. Selûl'ün olaydan haberdar olduğunu ve onun Önce el-Münzir'den onları serbest bırakmasını istediği, el-Münzir'in de buna yetkili olmadığını, çünkü bu işi kendisine verenin Hz.Peygamber olduğunu söyleyerek, Abdullah b. Übey'i Hz.Peygamber'e gönderdiğini ve ancak bundan sonra yukarıda anlatılan hadisenin, yani Medine'den sürülme emrinin verildiğini nakleder. Ayrıca buna ilave olarak, bu sürülme emrinden sonra, Abdullah b. Übey'in tekrar Hz.Peygamber'e giderek, onların Medine'de kalmalarını söylemek istediğini, fakat ashabın bu görüşmeyi engellediği de kaydedilmektedir.)
[283] Vâkıdî,I,178-180
[284] îbn Sa'd,H,29; Taberî, Tarih,II,481 (11/1,359); îbnü'l-Esîr,II,138
[285] Serahsî,IV,1412
[286]Hamidullah, İslâm Peygamberi,I,622 (Burhaneddin el-Merğinânî, Zahire, Burhaniye "Siyer" bölümü,18. Par agraf,"Ahkâm Ehli'z-Zimme" İstanbul Yeni Cami Kütüphanesinde bir el yazması, No: 614'den naklen).
2 I 456 Asr-ı Saadet'te Yahudilerle İlişkiler
[287] Vâkıdî I180
[288] Vâkıdî,I,179-180; İbn Sa'd,II,29; Ziirkanî,I,530
[289] Hamidullah İslâm Peygamberi,I,624.
[290] Vâkıdı 78-179; İbn Saad,II,29; Zürkâni,I,530.
[291] Serahsî,IV,1423; ayncabk. Hamidullah, İslâm Peygamberi,I,623
[292] Beyhakî,IX,53; ayrıca bk.:Hamidullah, İslâm Peygamberi,I,623.
[293] Serahsî,IV,1422.
[294] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/452-456.
[295] İbn Sa'd,II,57.
[296] Zürkanî,II,91.
[297] İbn İshâk,291-292;îbn Hişâm,III,47-48; İbnul-Esîr,II,140-141.
[298] Bk.: Anlaşmanın 43.maddesi.
[299] Ebû Davud, Haraç İmaret Fey,22; Zürkanî,II,93-94. Bu mektupla Ku-reyşliler, Benûn-Nadir Yahudilerinden Hz.Peygamberi öldürmelerini istemişler, aksi takdirde başlarına geleceklerden mes'uî olmayacaklarını belirtip onları tehdid etmişlerdir.
[300] Vâkıdî,I,3,4
[301] Mekke ile Gatafan arasında bir yerdir. Bk.: Âmiri,I,214. Ayrıca Bi'r-i Maûne hadisesi için bk.: Hamidullah, islâm Peygamberi,I,478-479 ve 508.
[302] Hz.Peygamber'in yanında Hz.Ebû Bekir ve Hz.Ali vardı. Bk.: Ibn Hişâm,III,199-200; İbnü'l-Esîr,II,173. Vâkıdî, bu isimlere ez-Zübeyr, Tal-ha, Sa'd b. Muaz, Üseyd b. Hudayr ve Sa'd b. Ubâde'yi de ilâve eder. Bk.:I,364; Behçetul-Mehâfn Şârihi bunlara Abdurrahman b. Avf ı da ekler. Bk.: şerh,I,214; Belâzurî ise; Hz.Ebu Bekir, Hz.Ömer ve Üseyd b. Hudayr olarak sayar. Bk.: Fütûh,31 (1,29-30).
[303] Vakıdî,I,363-366. Aynı hadisenin değişik ifadelerle, fakat aynı çerçeve dahilinde anlatımı için bk.: İbn Hişânı, III,199-200;İbn Sa'd,II,58; Taberî,Tarih>II,550-552 (111,465-468); Serahsî.I,52-54; Zürkanî,II,92-93; Amirî,I,213-214.
[304] İbn Hişâm, 111,199-200.
[305] Bu konuda gelen ayet Mâide,ll'dir. "Ey İnananlar! Allah'ın üzerinize olan nimetini anın. Hani bir topluluk size tecavüze kalkmıştı da Allah onlara mâni olmuştu. Allah'tan sakının, inananlar Allah'a güvensinler."; ayrıca bk.: İbn Hişâm,II,211-212.
[306] Vâkıdî,I,367-368.
[307] İbn Hişâm,II,173-174;Vâkıdî,I,367-368 (Vâkidî,elçilerin isimlerinin Sü-veyd ve Dâis olduğunu yazar.); İbn Sa'd ise, elçi göndermeyip kendisinin gittiğini nakleder. Bk.:II,58.
[308] Vâkıdî,I,366-370; İbn Sa1d,II!58;Taberî,Tarih,n,550-552 (11/2,465-7).
[309] İbnHişâm;III,200.
[310] Ebû Davud,30 müslüman der. Bk.: Haraç İmaret Fey,22.
[311] Zürkanî,II,94, Zürkanî, Musa b. Ukbe'nin İbn Merdiye'den yaptığı bu rivayeti diğerlerinden daha sahih görmektedir.
[312] Vâkıdî,I,8,370-371; îbn Hişâm,ÎII,200; İbnü'l-Esîr,II,174.
[313] İbn Hişâm,III,200; Vâkıdî.1,4,363
[314] İbn Sa'd,II,57; İbnü'l-Esîr,II,174
[315] Buharı, Meğâzî,14; Ebû Davud, Haraç İmaret Fey,22.
[316] Vâkıdî,I,374; Taberî,Tarih,II,553 (11/2,470); Belâzurî, Ensâb,339;îbn Hişâm,kuşatma 6 gün sürdü der. Bk.: 111,200.
[317] îbn Hişâm,III,200-201;îbn Sa'd,II,58;Taberî,Tarih,II,550-551 (11/2,465-467); İbnü'1-Esîr, II, 173; Mesudî, Mürûc,II,295; Belâzurî,Fütuh,32(I,32). Bu konuyla ilgili olarak Buharî, ağaçların sadece üst kısımlarının kesildiğini nakleder. Bk.: Farzu'l-Hums,19; Vâkıdî de olgunlaşmamış ağaçların kesildiğini rivayet eder. Bk.: 1,381.
[318] Vâkıdî,I,373,381;tbnHişâm,m,200-201;Serahsî,I,94-95.
[319] Haşr,5
[320] Haşr,ll-12.
[321] İbn Hişâm,HI,200-201; Vâkıdî,I,373;tbnü'l;Esîr, II,173;Serahsî,,I,53-54.
[322] Taberî, Tarih,II,553 (11/2,470); Taberî'nin İbn İshâk'tan aldığı bir başka rivayette ise, her aileye bir deve verildiği nakledilir. Bk.:II,554 (11/2,470-471).
[323] Vâkıdî,I,373.
[324] îbn Hişâm, III, 202; Vâkıdî, I, 373; Taberî, Tarih, II, 555(11/2, 472); Maverdî, 189.
[325] İbn Hişâm,ni,200-201;Vâkıdî,I,374; Taberî, Tarih, 11,554 (11/2,470-471); Ebû Davud, Haraç İmaret Fey,22; ayrıca onların evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle yıktıklarına dâir bk.: Haşr,2, Desafî, onların, saçaklarına Tevratlarını koyduklarını ifade eder, Bk.:95.
[326] Vâkıdî,I,374;lbn Sa'd,II,58; Zürkanî,II,98.
[327] İbn Hişâm.111,201; Taberî, Tarih, 11,554-555(11/2,471).
[328] Serahsî,IV,1412. Bu konuda Ebû Rafı1 Sellâm b. Ebi'l-Hukayk,Useyd b. Hudayr'dan, alacağı 210 dinâr'ı 80 dinara indirmiştir. Bk.:Vâkıdî ,1,374; Zürkanî,II,94.
[329] İbn Hişâm,III,200-201;îbn Sa'd,II,58; Taberî,Tarih,II,554(n72,470-471); Zürkâni,11,98 (Çoğunun Şam'a gittiğini kaydeder); Âmirî,I,215. Amirî, onların gittiklerini bölgelere Eriha'yı da ilâve eder.
[330] SüheyIÎ,VI,210-211.
[331] îbn Hişâm,III,202; Vâkıdî ,1,374; Serahsî.1,143.
[332] Haşı-,2-4.
[333] Haşr,6-8.
[334] Serahsî,II,611.
[335] Serahsî.II.609-610.
[336] Haşr,9.
[337] Belâzurî, Ensab,519; Ebû Davud, Haraç İmaret Fey,19; Serahsî,II,610; Zürkanî,II,98.
[338] Belâzurî,Ensâb,518;Taberî,Tarih,554-555(11/62,472); Ebû Davud, Haraç İmaret Fey, 19,22; Süheylî, VI,211; Serahsî.11,609; Amiri, bunların üç kişi olduğunu zikreder. Bk.:I,216.
[339] M.Fayda, Hz.Ömer,l8.
Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/456-465.
[340] Bk.: Anlaşmanın 1. maddesi.
[341] Buharî,Meğâzî,14.
[342] Vâkıdî,II,441-443; İbn Hişâm, 111,225-226; İbn Sa'd,II,65-70; Belâzurî, Ensab,343-347; Taberî, Tarih, 11,565 (11/2,486-487); İbnul-Esir, II, 178; Serahsî, I, 211-122; Zürkanî,II,119.
[343] Vâkıdî, 11,454-456; İbn Hişâm,111,231-233i îbn Sa'd, 11,65-66; Taberî, Tarih, 11,570-571(11/2, 494-495) ; İbnul-Esir, 11,180; Serahsî,I,211-122; Zürkanî,II,218-129.
[344] Vâkıdî,II,445.
[345] Vâkıdî,II,459-460; ayrıca bk.: Ahzâb,13
[346] Ahzâb,l 0-11.
[347] Vâkıdî,II!460,468.
[348] Vâkıdî,n,457;İbnSa'd,III,106; İbn Hanbel,III,314.
[349] Vâkıdî,II,458-459 (Vâkıdî,3.Şahsın Üseyd b. Hudayr olduğunu söyler); İbn Hişâm,III,231-233; Taberî, Tarih,II, 571-572(11/495-496); Süheylî,VI,269-270; Zürkanî,II,130-131 (Süheylî ve Zürkanî ise, 3. Şahsın Abdullah b. Revâha olduğunu naklederler.).
[350] Vâkıdî,II,460; İbn Sa'd,II,65-67; Zürkanî,II,218.
[351] Nuaym b. Mes'ud'un ajanlığı ve kabilelerin arasına fitne sokması hk. bk.: Vâkıdî,II,480-484; İbn Hişâm,III,240; İbn Sa'd,II,67-70; îbnü'l-Esîr,II,182-184; Serahsî ,I,211-12ı.
[352] Hamidullah, Hz.Peygamberin Savaşları,153-156.
[353] Vâkıdî, 11,496-497; İbn Hişam, 111,244-245; İbn Sa'd,II,71-74; 111,425-426;Taberî, Tarih, 11,581, (11/2,512); Belâzurî,Fütûh,35(I,38-39); Buharî,Meğâzî,30; Müslim, Cihad ve's-Siyer,65; İbn Hanbel,VI,56,141-142,280; İbnü'l-Esir,II,185; Süheylî,VI,282.
[354] Vâkıdî,I,4;II,476; İbn Sa'd,III,530-531; Be]âzurî,Futûh,34~35(I,38).
[355] Vâkıdî;I,8;II,496; İbn Hişam,III,345; İbn Sa'd,II,74; Zürkanî,II,146-148.
[356] îbn İshak,276; İbn Hişam,III,245; Vakıdi,II,497;İbn Sa'd,II,74;Taberî,Ta-rih,II,581-582 (II/2, 512 - 513); Süheylî,VI,282-283.
[357] İbn Hişam,III,245 (îbn Hişâm, ayrıca Bi'r-i Ennî şeklinde de yazmaktadır.); Taberî, Tarih, 11,581-582 (11/2,512-513); Süheylî,VI,283; Yakut el-Hamevî, Kitâbu Mu1 cemi'l-Buldan, Mısır 1323,1,340;Vakıdî,II,499 (Bi'r-i Lenâ olarak verir).
[358] İbn Hişam,III,245; Taberî,Tarih,II,58l-582(11/2,512-513); Süheylî, VI, 282-283; (Vâkıdî,II,499-500 (Hz.Peygamber'in onlara: "Ey maymunların, domuzların ve şeytâna tapanların kardeşleri bana mı sövüyor sunuz?" demiştir.); İbn Sa'd,II,77 (İbn Sa'd ise, "Ey maymunların ve domuzların kardeşleri..." dediğini nakletmektedir).
[359] îbn Hişâm!III,246; İbn Sa'd,II,74; Belâzurî, Futûh,34-35 (1,38) Bu iki müellif kuşatmanın 15 gün sürdüğünü yazmaktadırlar.); Taberî ise,25 gün veya 1 ay1 dır der. Bk.: Tarih,II,583(II/2,514-515).
[360] Vâkıdî,II,500-501; tbn Sa'd,II,74.
[361] Vâkıdî,II,501-502; Âmirî,IJ272-273.
[362] Vâkıdî,II,505-506; İbn Hişâm,III,247; İbn Sa1d,II,74;III,42ı; îbnü'l-Esir,II,185-186; ZurkanîJI, 151-153.
[363] Vâkıdî,II,501-502.
[364] Vâkıdî,II,5Ol-503; îbn Hişâm,III,246-247; Taberî, Tarih,II,581-58i (11/2,512-518).
[365] Taberî,bunların Benu n-Nadîr ve Kureyza'nın amca oğullan kavmi Beni: Hedl'den olduğunu söyler. Bk.: Tarih,IIJ585(II/2,517-518). îbn Hişam bunları Benû Hedl'den kabul etmekle beraber, Benû Hedl kabilesin: Benû Kureyza'mn bir kolu kabul eder. Bk.: 1,226-227 (1,132-133). Bunlar Benû Kureyza' dan kabul edenler de vardır. Bk.: Vakıdi,II,5O3; îbr Sa'd,I,160-161.
[366] İbn İshak,64;îbn Hişâm.1,228 (1,133-134); İbn Sa'd,I,160-161;Taberı, Ta «11,11,585(11/2,517-518); Serahsî,I,262; Zürkanî,II,157. îbn Heyyebai isimli Yahudi alimi Ölümüne yakın Yesrib'e gelmiş ve Yahudileri çağırarak, son peygamberin çıkmasının yakın olduğunu onlara hatırlatmış ve "ona muhalefet etmeyiniz, ona tabi olunuz, zira o kendisine muhalefet edenlerle savaşıçı ve onları yurtlarından çıkarıcıdır." demiştir. Bk.: Yu-kardaki eserler.
[367] Vâkıdî,II,503-504.
[368] Vâkıdî,II,503-504; îbn Hişâm,III,249; Taberî,Tarih,II,585-586 (11/2,518-519);Süheylî,VI,287-288.
[369] Vâkıdî,n,509; İbn Hişâm,III,249;İbn Sa'd,II,74; Taberî, Tarih,II,586-587 (11/2,519-521); Taberî ayrıca, onların Sa'd b. Muaz'ın hükmüne razı olmak şartıyla indiklerini de nakleder. Bk: Tarih,II,583(11/2,514-515).
[370] Vâkıdî,II,509-510;îbn Sa'd,II,74-75.
[371] İbn Hişâm,III,251; Âmiri şerhi,I,274.
[372] Vâkıdî,II,509-510;İbn Sa'd,II,74-75.
[373] Vâkıdî,II,510-512; îbn Hişâm,III,249-251;İbn Sa'd,II,75; Taberî, Ta-rih,II,586-587; Zürkanî, 11,155-156; Ayrıca Sa'd b. Muaz'ın verdiği hüküm ve Hz.Peygamberin onu kutlaması hk.bk.: Buharı, Cihad ve's-Si-yer,168; İsti'zan,26; Menâkıbu'l-Ensâr,21; Meğâzî,30; Müslim, Cihad ve's-Siyer,64; Tirmizî, Siyer,29; İbn Hanbel,III,22,71; Teyâlisî.H.No: 2240.
[374] Vâkıdî,II,517; İbn Hişâm,lU,255;îbn Sa'd,II,77; Belâzurî,Fntuh,35 (1,39); TaberîJIIJ591(II/2,526).
[375] Vâkıdî,II,512-513; İbn Hişâm,III,251-252; Taberî, Tarih,II,588 (11/2,522); ayrıca öldürülenlerin sayısının 900'e kadar vardığı şeklindeki rivayetler için bk.: Dipnot 249 ve 250'de gösterilen yerler.
[376] Taberî,Tarih,II,587(II/2,515).
[377] ,IIJ513-5l4; îbn Hişâm,III,252; Taberî, Tarih,II,588-589 (11/2,523).
[378] Vâkıdî,II,512-5l3.
[379] Vâkıdî,II,514; Serahsî,III,1029.
[380] Vâkıdî,II,517; İbn Hişâm,III,253; Taberî, Tarih,II,589(II/2,524).
[381] Safıyy: Ganimet taksiminden önce komutanın kendisine seçtiği şey'dir. Kılıç, Zırh, Cariye vb. gibi Bk.: Serahsî,II,608.
[382] Taberî,Tarih,IIî591-592(II/2,527); Serahsî/'yarısı Necid'de yarısı Şam'da satıldı" demektedir. Bk.: IV,1592.
[383] Vâkıdî,II,514-515; İbn Hişâm,III,255; Taberî,II,589-590(II/2,524-6).
[384] Vâkıdî,II,518-520; îbn Hişâm,m,253-254;Taberî,Tarih,II,EB9(IL2,524-6)
[385] Bk.: Hamidullah, İslâm Peygamberi5I,633; Hz.Peygamber'in Savaşları, 209-210; Fhilippe Hitti,II,162(I,174). Sa'd b. Muaz'ın verdiği kararda dayandığı iddia edilen hüküm için bk.: Tesniye, 20:13-14.
[386] Bu ayet'te Allah ve Rasulüne savaş açanların ve yeryüzünde fesat çıkaranların cezasının öldürülmek yahud çapraz olarak el ve ayaklarının kesilmesi yahud yerlerinden sürülmek olduğu hk.bk.: Mâide,33-34.
[387] M.Fayda, Hz.Ömer,24-25; Ganimetlerin dağıtımı hakkında bk.: Vaki-di,II»521-525; îbn Sa'd,II,75; Belâzurî, Fütûh,35-36(I,39).
Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/465-472.
[388] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,637; Hz. Peygamber'in Savaşları, 212.
[389] Adolf Grohmann, Hayber, İ.A.,V/I,384-386.
[390] Grohmann,Hayber, İ.A.,V/I)384-386; Hamidullah, îslâm Peygamberi, 1,637.
[391] Tabbara,81.
[392] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,619.
[393] Bk,:Fetih,29.
[394] Bakara, 57;A'râf, 160; Tâ-hâ, 80.
[395] İbn Hişâm, 11,193; Süheyli, IV,343-344; Hamidullah, Vesaik, No:15.
[396] Hamidullah, İslâm Peygamberi, I, 620.
[397] Bk. :Birinci bölüm, dipnot: 206.
[398] Vâkıdî, II, 441-443; İbn Hişâm, 11,210; Taberi, Tarih, 11,565-566 (II/2, 486-488); ayrıca bk. :Nisâ, 51.
[399] Vâkıdî, 11,441-443.
[400] Bk. :Bİrinci bölüm, dipnot:218.
[401] Vâkıdî, 1,391-395; İbn Hişâm, 111,286-288; îbn Sa'd, 11,91-92; Taberi, Tarih, 11,493-499 (11/1,377-386); Belâzurî, Ensâb, 376. Öldürmeye gidenler: Ebu Katade el-Haris b. Rib'E, Abdullah b. Atak, Mes'ud b. Sinan, Abdullah b. Üneys ve Huzaî b. Esved'dir. Ayrıca belirtelim ki, yukarıdaki kaynaklar bu Yahudinin kati tarihi hk. H.2. yıl ile 6. yıl arasında değişik tarihler verirler.
[402] Bu Yahudinin ismi hk. ihtilaf vardır. İbn Hişâm, Yüseyr b. Rizâm der. Bk.: IV, 266-277; Vâkıdî, Üseyr b. Zârim der.: 1,5 ve 11,556-568; Belâzurî, Üseyr b. Rizâm der. Bk.: Ensab,378.
[403] Vâkıdî, 1,4.
[404] İbn Sa'd, II, 92-93.
[405] îbn Hişâm, bu isim hk. sadece Karkara der. Bk.: IV,266-267; Vâkıdî ise tam ismin Karkaratü Sibâr olduğunu yazar. Bk.: 11,567-568.
[406] Vâkıdî, 1,5 ve 11,556-568; İbn Hişâm, IV, 556-568; Belâzuri, Ensab, 378. Kaynaklar bu Yahudinin de kati tarihi hakkında kesin bir tarih vermemektedirler
[407] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1,639.
[408] Vâkıdî, 11,634.
[409] Vâkıdî,IÎ,440-441
[410] Ibn Hişâm, 111,342; Süheylî, VI, 499.
[411] Sahba: Mekke cihetinden Medine'ye 30 mil ve Hayber'den Medine'ye bir Berid mesafede bulunan, hurmalıklarıyla meşhur bir ovadır. Bk.:Zürkanî, 11,286; aynı zamanda bir içki adıdır. Bk. :Yakut, Mu cem, V,401.
[412] İbn Hişâm, 111,344.
[413] İbn Hişâm, III, 342: Süheylî, VI, 499. Medine'de bırakılan kişi hk. değişik rivayetler için bk.: Vâkıdî, I,8;II,636-637; îbn Sa'd, II, 106; Taberi, Tarih, III, 9 (11/2,629-630); Belâzuri, Ensâb, 352.
[414] Vâkıdî, I, 8;ayrıca parolanın "Ya mensurun, Emit" olduğuna dâir bk.: îbn Hişâm, III, 347; îbn Sa'd, II. 106.
[415] İbn Sa'd, 11,106.
[416] er-Reci: Hayber ile Gatafan arasında bir yerdir. Bk.: Süheylî, VI,501.
[417] Vâkıdî, II, 643-644; Taberi, Tarih, 111,9 (11/2,629-630).
[418] Vâkıdî, II, 637.
[419] Îbnü'1-Esîr, 216; Zürkanî, 11,254; Süheylî, VI.506; Âmiri, Gatafandan ayrı olarak, Es'ad kabilesinin de yardımına geleceğini yazmıştır. Bk.:I,347.
[420] İbn Hişâm,III, 344.
[421] Taberi. Tarih,III,9(II/2,629-630).
[422] Vâkidî,II,640-643.
[423] Buharı, Meğazi,38.
[424] İbn Sa'd,II,l 06,108-109; İbnul-Esir,II,217; Buharı, Meğazi,38; Tirmizi, Siyer,3; İbn Hanbel,III,270-271; Süheyli,VI,501.
[425] Saffât,177.
[426] Vâkıdî, 11,440-441; Zürkanî, 11,250.
[427] yâkıdî, II, 446- 448; Serahsî,I,55. Serahsi, Hz.Peygamberi uyaranın Hz. Ömer olduğunu rivayet etmektedir.
[428] Vâkıdî, II, 645; İbn Hişâm, III, 334; Taberi, Tarih, III, 9 (II /2, 630- 631).
[429] İbn Hişâm, III, 344- 345 ; Belâzuri, Ensâb , 515 ; Taberi, Tarih , III, 9 (II/2, 630-1 ).
[430] Vâkıdî, II, 659; ayrıca bk. îbn Hişâm , III, 347; Taberi, III, 10 (II12, 631).
[431] Vâkıdî, II, 645- 656 .
[432] Vâkıdî, II ,649.
[433] Vâkıdî, II, 645- 656 ; îbn Sa'd, II, 110-111 ; Buhari, Meğazi, 38 ; Cihad ve's - Siyer , 143 ; Taberi, Tarih , III , 11-13 (II/2, 633- 636 ).
[434] Vâkıdî, II, 645- 646 ; îbn Hişâm , III, 347 ; Taberi, Tarih , III, 10 (II /2, 631).
[435] Vâkıdî, II, 691- 692 ; İbn Hişâm , III, 352 ; T-beri , Tarih , ÎII ,14-15 (II /2, 639).
[436] Vakıa, II, 669 - 671 ; İbn Hişâm, III, 352 ;Taberi, Tarih, III, 14-15 (H/2 , 639 ); Belâzurî, Fütûh , 36 , 38 (1, 40, 44 ); Serahsî, 1, 278- 281.
[437] Vâkıdî ,11, 671.
[438] İbn Hişâm , III, 351 ; hadisesinin değişik şekillerdeki anlatımları için bk. Vâkıdî, II, 671- 673 ; Belâzurî, Fütûh , 36-37 (1,41/ 42); Taberi, Tarih , 111,14 ( II /2, 638-639 ) ; İbn Sa'd , II, 112.
[439] Vâkıdî, II» 690- 691 ; Taberi, Tarih , III, 15 (II / 2 , 639- 640 ); Buhari, Meğazi , 40; Dârimi , Büyü , 71.
[440] Vâkıdî, II, 677- 678 ; İbn Sa'd , II, 197, 201- 202 ; Süheylî, VI, 571 ; Zürkanî , II, 278- 279 ; Âmiri , I , 351- 352.
[441] Süheylî, Ma'mer b. Râşidin, Cami' isimli eserinde ez - Zührî'den yaptığı rivayette kadının müslüman olduğu ve serbest bırakıldığına dair bir rivayetin nakledildiğini kaydetmektedir . Bk. : VI, 572 , Ayrıca bk .: Zürkanî, II, 279.
[442] Serahsî, IV, 1420 -1421 .
[443] Zürkanî, II, 275 .
[444] Taberi, Tarih , III, 20 (II / 2, 648). Ebu Yusuf, Krtabul - Haraç ,54-55 (terci 94 - 96) s. 95.
[445] İbn Hişâm, III, 369 ; Ab. b . Revâha'nın adaletli taksimi için bk. : Vâkıdî, 11,690 - 691 ; İbn Sa'd, III, 526 ; Belâzurî , Fütûh , 37 (I, ).
[446] Bk. : Vâkıdî, II, 691 ; îbn Hanbel, IV , 89; Serahsî, I , 133; IV , 1530.
[447] Serahsî, III, 1018.
[448] Vâkıdî, II, 680 - 681 .
[449] Vâkıdî, II , 684 ; Beyhakî, IX, 53 -54 .
Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/473-481.
[450] Yakut, Mu'cem , VI, 343.
[451] îbn Hişâm , III , 352; Taberi, Tarih , III , 20 (II / 2, 684 ) .
[452] îbn Sa 'd , II , 90; Zürkanî, II , 186 -187.
[453] Hamidullah , İslâm Peygamberi, 1, 644.
[454] Vâkıdî ,1,5.
[455] Vâkıdî, II, 562 -563 ; Ibn Sa'd, II, 90 (İbn Sa'd, 500 deve 2000 koyun der) Zürkanî , II, 186 -187 (150 deve, 1000 koyun der); aynca bk .: Belâzurî, Ensâb , 378.
[456] Vâkıdî, 1, 5 ; II, 723 - 725 , Belâzurî , Ensâb , 379 .
[457] Vâkıdî, II, 723
[458] Yakut, Mu'cem , VI, 344 ; îbnü'l - Esir , II, 224 - 225 .
[459] Ibn Hişâm , III, 352 ; Ebu Yusuf, Kitâbul -Haraç,Kahire 1397,55 (ter. 95).
[460] îbn Hişâm , III, 368 .
[461] Vâkıdî, II, 706 - 707 ; Belâzurî , Ensâb , 352 ; Fütûh , 42 - 44 (1, 50 - 51).
[462] İbn Hişâm , III, 352 .
[463] İbn Hişâm , III, 352 ; Yakut, Mu'cem , VI, 342 - 343 ; Taberi, Tarih , III, 15 (II / 2 , 640 ).
[464] Serahsî,II,610.
[465] Yakut, Mu'cem , VI, 344.
Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/481-482.
[466] Yakut, Mu'cem , VIII, 375 .
[467] Zürkanî , II, 285 .
[468] Vâkıdî, II, 711; Yakut, VIII, 375 ; Zürkanî, II , 285 .
[469] Vâkıdî, 1, 5 ; îbn Sa'd , II, 89 ; Belâzurî, Ensâb , 377 -378 .
[470] Zürkanî, II, 285 .
[471] İbn Hişâm , III, 353 . Kölenin ismi Mid'am idi. Bk .: Mes'udî, Mürûc , II, 288.
[472] İbn Hişâm , III, 353 ; Buhari, Meğazi, 38.
[473] Vâkıdî, II, 710 - 711 ; Belâzurî, Fütûh , 47 (159 ); Yakut, VIII, 375 .
[474] Vâkıdî ,1,5; Belazuri , Fütûh , 47 - 48 (1, 60 ) ; Zürkani, II, 284 .
[475] Vâkıdî, II , 710 - 711 ; Zürkâni, II, 285.
[476] Vâkıdî, II , 710 - 711 ; îbn Hişâm , III, 353 ; İbnü'l - Esir , II , 222.
[477] Belazuri, Fütûh , 47 (I , 59 ).
[478] Maverdî ,190 -191.
[479] Vâkıdî,II,711.
[480] Bu konuda geniş bilgi için bak. : Yakut, VIII, 375 .
Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/483-484.
[481] Yakut, Mu'cem, II, 442 ; Zürkânî, II, 286 ; Hamidullah , İslâm Peygamberi , 1,646.
[482] Yakut, Mu'cem , II, 442.
[483] Zürkanî, II, 286 ; ayrıca bk .: el - vefanl - Vefa, II, 272'den naklen Vakıdî, II, 711.
[484] Vâkıdî, II, 711 ; Belâzurî , Fütûh , 48 (1, 60 ); Yakut, Mu'cem , II, 442 ; Zürkanî, II , 286 ; Hamidullah , Vesaik , No: 19 .
[485] Vâkıdî, II, 711 ; Zürkanî, II, 286.
[486] Zürkanî, II, 286 .
[487] A . Sönmez , Rasulullahın Diplomatik Faaliyetleri ,160 -161 .
Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/484.
[488] îbn Sa'd, 1,190 ; Belâzurî, Fütûh, 71-72 (1, 99 -101); Hamidullah, Vesaik, No: 33.
[489] Yakut, Mu'cem, VIII, 218 .
[490] îbn Sa'd, I, 290-291 .
[491] Fhlippe Hitti, II, 164 (1, 176 ) .
[492] İbn Sa' d , 1, 276 ; Hamidullah, Vesaik, No: 33 ; islâm Peygamberi , 1,652 -653. Aynı çerçeve dahilinde bir başka anlatım için bk .: Belâzurî, Fütûh, 71 (I, 99 )
[493] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/485-486.
[494] Yakut, Mu'cem, I, 392 ; Âmiri, II, 32 .
[495] Brockelmann, 34 ; M . Fayda, Hz. Ömer, 149 -150 .
[496] A . Musıl, Eyle , IV , 420 - 421 .
[497] Yakut, Mu'cem , I , 391 .
[498] Belâzurî, Fütûh , 71 (199 ); Fhilippe Hitti, II, 164 (1,176 ).
[499] M . Fayda , Hz . Ömer , 149 -150 .
[500] Buharî, Cizye , 2 : Zekat, 54 .
[501] Belâzurî, Fütûh , 71 (1, 99 ).
[502] Yakut, Mu'cem , 1, 391 - 392 .
[503] İbn Hişâm , IV , 169 ; İbn Sa'd,I,289 ; Abidin Sönmez, Rasûlüllah'ın Dıplomatik Faaliyetleri, 164-165.
[504] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/486-487.
[505] Cerbâ: Şam bölgesinde bir köydür. Bekri, Mu'cem Me'sta'cem, (Thk.: Mustafa es-Sakkâ), Beyrut 1403/1983,11,374-375. Ayrıca bk. Yakut, Mu cem, ilgili yer.
[506] Yakut, Mu'cem , I , 161.
[507] Hamidullah , İslâm Peygamberi, I , 660.
[508] İbn Sa'd,I, 289 .
[509] Rk.: İbn Sa'd , 1, 290.
[510] îbn Sa'd,I,290 .
[511] İbn Sa'd,I,290. Cerbâ ve Ezruhlular'ın Hz . Peygamber ile yaptıkları anlaşmalar için ayrıca bk .: Belâzurî, Fütûh, 71 (199 ); İbn Hişâm , IV , 169 .
[512] Yakut, Mu'cem,I,16 -162 .
Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/487-488.
[513] Vâkidî, III, 1006.
[514] Yakut, Mu'cem , VI, 163.
[515] Vâkidî , III, 1006 ; İbn Sa' d , 1, 279 ; Yakut, VI, 163 .
[516] Vâkidî, III ,1006.
[517] İbn Sa'd , I , 279.
Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/489.
[518] Bk. :M.Fayda, İslâmiyetin, 68-75.
[519] Neseî, Zekat,l.
[520] Belâzuri, Fütûh, 80 (1,116).
[521] M. Fayda, tslâmiyetin, 88.
[522] Belâzurî. Fütûh, 80 (1,116).
[523] M. Fayda, İslâmiyetin, 88.
[524] İbn Hişâm, IV,237; Buharî, Ahkâm, 22.
[525] Buharı, Zekat,41; tbn Mâce, Zekat, l;Belâzurî, Fütûh, 83 (1,210).
[526] Amin, II, 14-15.
[527] îbn Sa'd, 1,326; Taberî, Tarih, 111,12121 (II/2, 810-812); Vesaik, No: 109. Yemen bölgesi hakkında teferruatlı bilgi için bk.: M.Fayda, islâmiyetin, 66-118.
[528] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/489-491.
[529] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/492-
[530] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/493-496.