ASR-I SAADETTE İÇKİ VE YASAKLANIŞI
İÇKİNİN KESİNLİKLE YASAKLANIŞI
(Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi, İzmir)
Nadir Özkuyumcu 1961 yılında Manisa'da doğdu, ilk, orta ve lise tahsilini aynı şehirde tamamladı. 1982-83 öğretim yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1985 yılında "Hz. Peygamber Devrinde Yahudilere Karşı Güdülen Siyaset" konulu yüksek lisans tezini, 1993 yılında da "Fethinden Emevîlerin Sonuna Kadar Mısır ve Kuzey Afrika" konulu doktora tezini tamamlayarak "Doktor" unvanını aldı.
1985 yılından bu yana Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Araştırma Görevlisi olarak çalışmaktadır.[1]
İçki çok eski çağlardan beri bilinir. Özellikle şarap en eski içkilerdendir.
Eski Yunanlılar ve Romalılar, pişmiş meyve ve çiçek özleriyle kokulandırılmış, bal ile tatlandırılmış şaraplar yaparlardı. Özellikle Sakız, Midilli ve Trakya şarapları çok makbuldü. Anadolu'da şarap daha M.Ö. 2000 yılında yapılıyordu. Avrupa'da bağcılık, dolayısıyla şarap yapımı, Ortaçağ'da Hıristiyanlığın yaygınlaşmasıyla gelişti. Türkler Müslüman olduktan sonra, îslâm dininin yasaklaması dolayısıyla, Anadolu'da şarapçılık.geriledi.
Araplar'da cahiliye döneminde ve islâm'ın ilk yıllarında içkiye büyük düşkünlük vardı. Cahiliye dönemine ait metin ve şiirlerde içkiden ve içki âlemlerinden sıkça bahsedildiği görülür. Hatta o dönem Arapça'sında içki için yüz kadar isim kullanılmıştır, içkiler hurma, üzüm, mısır, arpa, buğday, dan ve hatta baldan yapılıyordu. Medine'de hurma koruğu ve hurmadan yapılan, Fadih adında bir içki kullanılmaktaydı. O devirde üzüm Suriye'den getiriliyor, üzümden de şarap (hamr) yapılıyordu. Bizans topraklarına giden Arap tüccarlar, Bizans Devletinin (Jüstinien Kanunu, 4. Bölüm, 41. kısım, M.l-2) ihraç yasağı dolayısıyla, Bizans şaraplarını dışarı çıkaramıyorlardı. Bundan, cahiliye dönemi Arapları-nın Bizans şaraplarına aşırı düşkün olduğu sonucu çıkarılabilir.
Medine'de üzüm bağı yoktu. Çoğunluğunun içkisi, hurmanın köpük atmasıyla meydana gelen "nebîz" idi.[2] Şarap, ağaç kaplarda ve küplerde, toprak veya kabaktan yapılan kaplarda, sırlı kaplarda yapılırdı. Yemen halkı, Bit' denilen ve baldan yapılan bir içki üretiyordu. Onların, Mizr denilen arpa veya mısırdan yapükları bir içki daha vardı.[3] Ayrıca buğday ve darıdan Gubeyrâ adında bir içki daha yapıyorlardı. Aynı içkiye Sükreke de denilirdi.
Cahiliye devri müşrik arapları arasında kötülüklerini görerek içki içmekten kaçınanlar da vardı.^Abdullah b. Cud'an, Amir b. Ez-Zarib, Afif b. Ma'dikeb, Kays b. Âsim el-Munkırî, Safvanb. Umeyye, Velîd b. Mugire bu kişilerdendir.
Hz, Peygamber dönemi Arabistan'ında Hz. ibrahim'in getirmiş olduğu dine inanan Hanîfler, içki içmezlerdi. Nitekim, Osman b. Maz'un, "Aklımı gideren ve benden aşağı kimseleri bana güldüren şarabı içmem" demiştir. Ayrıca Kus b. Saide, Varaka b. NevfeL Zeyd b. Amr, Ebu Zer el-Gıfarî, Ebu Bekir ve Osman b. Affan da içki içmezdi. Hz. Ali'den nakledildiğine göre, Hz. Peygambere (s.a.v.) "Hiç içki içtin mi?" diye sorulmuş, "Hayır" diye cevap vermiştir.
Gerek Tevrat'ta, gerekse incil'lerde içkiyi kötüleyen satırlar olmasına rağmen, bu dönem yahudileri içki üretip içiyorlardı. Pavlus/'Şarapla sarhoş olmayın, onda edepsizlik vardır." demiştir.[4] Luka incilinde ise, Hz. Yahya'nın vasıfları anlatılırken, "Rab-bin meleğinin, onun şarap ve içki içmeyeceğini haber verdiği" anlatılmaktadır.[5] Ancak daha sonraları, içki, hıristiyan ibadetinin içine sokulmuştur. Kilise, şarabın Hz. isa'nın kanı olduğunu ileri sürmüştür. Çeşitli kiliselerde ekmek ve şarapla komünyon âyini yapılır olmuştur.
Müşriklerin işkencesi sonucu Habeşistan'a iltica eden müslü-inanlardan ikisi hıristiyan olmuştu. Bunlardan biri, Urnmu Habı-be'nin kocası Ubeydullah'tır. Bu zat alkolikti ve sarhoşken suya düşüp boğulmuştur.[6]
İçki ile ilgili âyetlerin içerikleri gözönüne alınırsa, içki yasağı konusunda aşamalı bir yöntem izlendiği, bu çok yaygın kötülüğün ortadan kaldırılmasında sosyal şartların dikkate alındığı görülür, ilk âyet şöyledir:
"Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden de sarhoşluk veren içki ve güzel bir rızık edinirsiniz. İşte bunda da aklını kullanacak bir kavim için hiç şüphesiz bir ayet vardır." [7]
Bu ayet-i kerîme, Mekke'de, ve daha içkiye hiçbir yasaklama getirilmeden, içki hakkında ilk olarak indirilen ayettir. Bizleri yaratan ve en güzel bir şekilde biçim veren Cenâb-ı Allah, bu ayette iki hususa dikkat çekmektedir. Birincisi; sarhoşluk veren içkilere, ikincisi de; güzel yiyecek ve içeceklere.
Cenâb-ı Allah, hurma ve üzümden yapılan ve sarhoşluk veren içecekleri, insanlara faydası olan "güzel rızık" lafzından ayırmıştır. Yani sarhoşluk veren şeyleri "güzel rızık" lafzının içine dahil etmemiştir. Ayetin devamında da "bu akleden, aklını kullanan insanlar içi, apaçık bir ibrettir, bir delildir, ders alınacak bir şeydir." buyurulmaktadır. Ayetin bu son kısmına dikkat edilmesini istiyoruz. Nasıl ki bizler, konuştuğumuz kişilerin aklı başında ve söyleneni anlayacak kapasitede ve seviyede olmalarım arzu eder ve söylediğimiz sözlerin karşımızdaki tarafından akıllıca düşünülüp değerlendirilmesini istersek, Cenâb-ı Allah da, indirdiği ayetlerin muhatabı olan insandan "güzel rızık" ile beslenmesini ve sarhoşluk verenden kaçınmasını, böylece aklı başında bir insan olarak Allah'ın (Kendisinin) ayetlerini anlamamızı istemektedir. Bu ayet-i kerime ile Cenâb-ı Allah doğrudan haram kılmamakla beraber sarhoşluk vereni, "güzel rızık"tan ayırmakla, sarhoşluk veren şeylerin iyi olmadığını ima etmektedir.
Cenâb-ı Allah, iyi ve güzel olan ile sarhoşluk vereni bu şekilde ayırdıktan ve sarhoşluk verenin karşısında "güzel rızkı" tavsiye ettikten sonra, bu "güzel rızk"m ne olduğunu da bizlere açıklamakta ve kötü olarak gördüğü bir içeceğin yerine, onun alternatifini de koymaktadır. Bakın aym surenin 66. 68 ve 69. ayetlerinde bu durum nasıl açıklanmaktadır:
"Doğrusu sizin için davarlarda da ibret vardır. Size onların karnındaki ters ile kan arasında (oluşan) hâlis, içenlerin boğazından rahatlıkla geçen süt içiriyoruz."[8]
"Rabbin Bal Arısına: Dağlardan, ağaçlardan ve (insanların senin için yapacakları) çardaklardan evler (kovanlar) edin, dedi"[9]
"Sonra da her türlü meyve, çiçek ve üründen ye, Rabbinin sana (bal imâlinde gösterdiği yayılman için gerekli yollarda) elverişli yollarda yürü, diye vahyetti. Karınlarından değişik renklerde bir içecek çıkar ki, onda insanlara şifâ vardır. Şüphesiz ki bunda iyice düşünen bir millete öğüt, ibret ve belge vardır."
Bu ayetlerde sarhoşluk veren yiyecek ve içeceklerin karşıtı olarak bizlere takdim edilen "güzel nzık'lar; süt ve bal'dır. Bugün tıb ilmiyle uğraşan kişiler de belirtmektedirler ki, süt, insan gelişmesinde çok önemli bir faktördür. Bal da aynı şekilde faydalı, insan sıhhatine katkıda bulunan bir gıdadır. Cenâb-ı Allah, bu ayetlerin sonunda da bizleri tefekküre, düşünmeye davet ederek, sarhoşluk veren şeylerle, insana faydalı olan şeyleri düşünmemizi ve tercihimizi yapmamızı istemektedir.
içkinin haram edilmesiyle ilgili olarak nazil olan ikinci ayet de Bakara Sûresinin 219. ayetidir. Bu ayet-i kerime şöyledir:
"Sana içkiyi ve kuman sorarlar. De ki: Onlarda hem büyük günah, hem de insanlar için faideler vardır. Günahları ise faidele-rinden daha büyüktür" Yine sana hangi şeyi nafaka vereceklerini sorarlar. De ki: "ihtiyacınızdan artanı (verin)." Allah size böylece ayetlerini (pek güzel) açıklar. Olur ki, dünya hususunda da, ahi-ret işinde de iyi düşünürsünüz."[10]
Bu ayet-i kerime, Hz. Ömer, Muaz b. Cebel ve ensardan bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Bu kişiler Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) gelip "Ey Allah'ın Rasûlü! Bize şarap ve kumar hakkında bir fetva ver, zira bunlar aklı gideriyor ve malı selbediyor." dediler. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah bu ayeti kerimeyi inzal buyurmuştur.
Bu ayet-i kerime geldikten sonra, müslümanlarm bazıları, "O büyük bir günahtır, günahı faydasından daha büyüktür" lafzına itibar ederek içkiyi ve sarhoşluk veren herşeyi bırakmışlardır. Ancak, bazı müslümanlar da, "İnsanlar için bazı faydalar vardır" ifadesine itibarla içki içmeye devam etmişlerdir.
Hz. Ömer ve arkadaşlarını bu konuda endişeye sevkeden ve Peygamber Efendimiz'e (s.a.v.) gidip içkinin yasaklanmasını istemelerine sebep, elbetteki onların imâm, ahlâkı, toplumun ve neslin sağlam ve sağlıklı kalması, müslümanlar arasında fitnenin ve fesadın çıkmasını istememeleri, arzu etmemeleridir. Çünkü açık-ça görülmektedir ki içki insanların arasını açıp cinayetler işletmektedir. Toplumun huzurunun bozulmasına sebep olmaktadır. Bu nedenle Peygamberimiz (s.a.v.): "İçki her kötülüğün anandır buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında meydana gelen şu üzücü hadise bu konuda ne kadar ibret vericidir ve içki ile insanların fitneye nasıl da kolayca düştüklerini bize bildirmektedir:
"Bir defasında Evs ve Hazrec kabilelerinin gençleri birlikte oturup içkili sohbet yapıyorlar ve eğleniyorlardı. Bunları gören bir Yahudi, alkollü kafalardan istifade ederim ümidiyle gençlerin yanına sokuldu ve her iki kabilenin islâm Öncesi Cahiliyye çağında birbirlerine düşman olduklarım hatırlatır mahiyette şiirler okumaya başladı. Çok geçmeden beklenen netice doğdu. Gençler birbirlerine hitaben, kendi kabilelerinin asalet ve şöhretini sayıp dökmeye başladılar. Karşılıklı olarak devam eden bu söz düellosu, kısa zamanda kavgaya dönüştü. Durum hemen Hz. Peygamber (s.a.v.)'e bildirildi. O da, gençlerin bulunduğu yere giderek şöyle dedi: "Ey Müslümanlar! Allah'tan korkunuz, aklınızı başınıza toplayınız. Daha ben hayatta ve içinizde bulunurken, hâlâ cahili-ye işleriyle mi uğraşıyor sunuz? Bu hareketinizin neticesini hiç düşünmüyor musunuz?" diyerek onların yaptığının hiç de doğru olmadığını belirterek, çıkması muhtemel bir fitneyi de önlemiştir.
Bu arada yukarıda zikrettiğimiz Bakara sûresi 219. ayetteki bir ifadeye dikkati çekmek istiyoruz. Burada "içkinin insanlara faydası"ndan söz edilmektedir. "Fayda"dan maksadın ne olduğu hususunda islâm âlimleri şu ayeti öne sürmüşlerdir: "Haddi aşmamak şartıyla ve sıkıntıda kalmak durumunda, ölmemek için günah yoktur."[11] Bazı âlimlerimiz de alkol cinsinin, gerek ilaç olarak, gerekse temizlikte kullanılabileceğim, bu konularda insana faydalı olacağını savunmuşlardır.
içkinin haranı kılınmasıyla ilgili üçüncü ayet, üçüncü merhale Nisa sûresinin 43. ayetidir. Bu ayet şöyledir:
"Ey îman edenler! Siz sarhoşken, ne söylediğinizi bitinceye kadar, (yani sarhoşluğunuzun etkisi üzerinizden kalkıncaya kadar) namaza yaklaşmayın..
Bu ayette de görüleceği üzere içki yine kesin olarak haram kı-lınmamıştır.Ancak bu defa ilk olarak kısmî bir yasaklama getirilmiştir. Bu ayetin nazil olmasına sebep olarak kaynaklarımızda şu hadiseler zikredilmektedir:
Ashabın büyüklerinden ve önde gelenlerinden Abdurrahman b. Avf bir gün bir ziyafet verir. Ziyafette bulunanlara içki de ikram eder. Müslümanların çoğu sarhoş olur. Sonra akşam namazının vakti gelince, Abdurrahman b. Avf cemaate imam olur ve namazda Kâfirim suresini okur. Ancak bu surede yer alan ve "Lâ Abudu Mâ Tabudûn" ve "Lâ" ile başlayan diğer ayetleri "Lâ"sız olarak kıraat eder. Bu yanlış ve oldukça hatalı bir okuyuştu. Çünkü ayette "Ben sizin taptıklarınıza tapmam" denilirken, "Lâ"sız okuyuşta, "Ben de sizin taptıklarınıza taparım" anlamı çıkmakta ve namazları bozulmaktadır. Ayrıca bu durum müslümanlar arasında üzüntü ve hoşnutsuzluk yarattı, işte içkinin yasaklanmasında üçünü merhale olan Nisa sûresinin 43. ayeti bu sebeple nazil olmuştur. Bu ayetin gelmesinden sonra, müslümanlarm çoğu içkiyi bırakmıştır. Ancak yine de bırakmayanlar veya bırakamayanlar mevcuttu, içkili iken namaza yaklaşmayı yasaklayan bu ayet nazil olduktan sonra hâlâ içkiye devam edenler, ya Yatsı namazından sonra içiyorlar ve sabaha kadar ayılıp sabah namazını ayık olarak kılıyorlardı, ya da sabah namazından sonra içiyorlar ve öğle namazına kadar sarhoşlukları geçince namazlarını kılıyorlardı. [12]
içkinin kesin olarak haram kılınıp yasaklanması ise Mâde sûresinin 90. ayetiyle olmuştur. Bu ayet şöyledir:
"Ey îman edenler! îçki, kumar, (tapmaya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak Şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bun(lar)dan kaçının ki muradınıza eresiniz."[13]
Bu ayetin nazil olmasına sebep olarak pekçok olay haynakla-rımızda zikredilmektedir. Bunlardan biri şöyledir: Sahabîlerden Utbân b. Mâlik bir düğün yapar ve bu mutlu gününde bir de içkili yemek verir, Pekçok müslüman da onun yemeğine katılırlar. Yenilir içilir ve nihayet sarhoş olunur. Bu davetliler içinde ashabın önde gelenlerinden Sa'd b. Ebi Vakkas da vardır, içkili yemek sırasında sohbet koyulaşır ve söz dönüp dolaşıp kabile rekabetine gelir. Her müslüman sarhoş kafa ile kendi kabilesini Övmeye, nesebini methetmeye başlar. Sayılarının çokluğunu da dile getirip, diğer kabilelere karşı Övgü yarışma girerler, büyüklenirler, üstünlük taslarlar. Bu durum cahiliyye arapları arasında çok yaygın bir durumdu. Buna "miifâheret" denmekteydi ve her kabile kabirlerindeki Ölüleri dahi sayarak diğer bir kabileye karşı bunu üstünlük vesilesi olarak kabul ederdi, işte Cahiliyyedeki bu âdet, içkili sarhoş kafalarda yeniden canlanmış ve Sa'd b. Ebi Vakkas bir şiir okuyarak, mecliste bulunan bazı müslümanları hicvetmeye başlamıştır. Sa'd b. Ebi Vakkas'ın bu sözlerini kaldıramayan diğer müslümanlardan biri, yedikleri devenin kafa kemiğini eline alır ve Sa'd b. Ebi Vakkas'ın kafasına şiddetle vurur, başını ciddî bir şekilde yarar.
Bunun üzerine Sa'd, içkili haliyle Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanına gider, kendisini yaralayanı ona şikayet eder. Hadisenin bundan sonraki seyrini nakletmeyen kaynağımız Hz. Peygamber (s.a.v.)'in bu olaya çok üzüldüğünü ve "Allah'ım şarap hakkında bize kifayet edecek bir ayet gönder" diye duâ ettiğini bildirmektedir.
Hz. Peygamberin bu duasına benzer bir duâmn Hz. Ömer tarafından da yapıldığını kaynaklarımız zikretmektedirler. Bu rivayete göre, Hz. Hamza fazlaca şarap içmiş ve sarhoş olmuştu. Hamza bu haliyle yolda yürürken ensandan birine rastladı. O kişi elinde devesi, kendi kavmim öven, muhacirleri ve diğer kavimleri kötüleyen şiirler söylemekteydi. Hz. Hamza ona kızmış ve muhacirleri şiir yoluyla kötüleyip hicvettiği için kılıcım çekip onun üzerine saldırmıştır. Adam da elindeki devesini bırakarak kaçmıştır. Ancak Hamza hırsını deveden almış ve bir kılıç darbesiyle deveyi öldürmüştür. Bu kişi derhal Hz. Peygamberin (s.a.v.) yanına gelmiş ve başından geçenleri ona anlatmıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber devenin diyetini amcası adına kendisi ödemiştir. Bu olaya şahid olan Hz. Ömer çok üzülmüş ve: "Allah'ım şarap hakkında bize kifayet edecek bir beyân gönder" diye duâ etmiştir.
İçkinin kesin olarak yasaklanmasına sebep olan olaylardan biri de şöyledir: (Olayın kahramanı yine Hz. Hamza1 dır.):
Hz. Ali'den nakledilen bir hadiseye göre, Hz. Hamza, yine içki sebebiyle Hz. Peygamber'i (s.a.v.) üzmüştür. Hz. Ali şöyle anlatıyor:
"Bedir Savaşı ganimetinden hisseme yaşlı bir deve isabet etmişti. Ganimetin humusundan (yani beşte birinden) bir deve de Allah Rasûlü bana vermişti. Rasûlullah'm kızı Fâtıma ile evlenmek istediğimde, Benû Kaynuka yahudilerinden bir kuyumcu ile bir anlaşma yaptık. Buna göre biz o yahudiyle gidip, ona "izhir" otu getirecektik. Ben de ondan aldığım ücret ile evlenecektim. Develerimi getirip ensardan bir kimsenin evinin yanına çökerttim. Palanlarım, iplerini ve hararlarını (çuvalın büyüğü) tedarik etmek için oradan ayrıldım. Dönüp geldiğim zaman çok feci bir manzara ile karşılaştım. Develerimin boğazları kesilmiş, göğüsleri yarılmış, kalpleri ve ciğerleri çıkarılmıştı. Bu acıklı manzara karşısında donup kalmıştım. Bunu kimin yaptığını sordum. Hanı-za'nın yaptığını, ensardan birinin evinde oturduklarını, yanında şarkıcı bir kadınla arkadaşlarının bulunduğunu, hep birlikte içki içmekte olduklarım söylediler. Kadın şarkı söylerken bir ara: "Ey Hamza! Şu yağlı develere bak, evin önünde duruyorlar, bıçağı alsan, bunları kesip kalplerim getirsen de şerefine kebap yapılsa." anlamında, Hz. Hamza'nın hislerini tahrik edici beyitler söylemiş, şarkılar terennüm etmiş. Şarabın verdiği sarhoşlukla coşan Hamza, bıçağı eline alıp dışarı çıkmış ve develerimi keserek göğüslerini açmış, kalplerini ve ciğerlerini alıp götürmüş olduğunu söylediler."
Hz. Ali bu durumu gördükten sonra oradan ayrılmış, doğru Hz. Peygamber (s.a.v.)'in yanma giderek durumu anlatmıştır. O şöyle demiştir: "Ey Allah'ın Rasûlü! Hamza'nm develerime yaptığını bugüne kadar kimsede görmedim, boğazlarım kesmiş, böğürlerini yarmış, ciğerlerini çıkarmış. îşte şu evde bulunuyor, içmekte olduğu şarap da yanında duruyor." Hz. Ali devamla, şöyle demektedir: "Allah'ın Rasûlü ridâsım getirtti, o tarafa doğru yürü-dü. Zeyd b. Harise ile beraber biz de onun ardı sıra yürüdük. Ham-za'nın bulunduğu eve geldik. Rasûlullah izin istedi, izin verildi, içeri girdiğimizde onları içki başında bulduk. Allah'ın Rasûlü, yaptığı işten dolayı Hamza'ya kızdı. Ancak sarhoşluktan dolayı Hamza'nın gözleri kıpkırmızı idi. Allah'ın Rasûlüne baktı, onu baştan aşağı süzdü, sonra başım kaldırdı, yüzüne baktı ve Pey-gamber'e kına sözler söyledi. Onun çok sarhoş olduğunu anlayan Allah Rasûlü, hemen geri dönerek çıkıp-gitti. Biz de onunla beraber çıktık."
Ertesi gün Hz. Hamza ayıldığında, yaptığı işten pişman olarak Hz. Peygamber'in huzuruna gelmiş ve özür dilemiştir. Sonra da develerin bedellerini ödeyerek Hz. Ali'nin mağduriyetini gidermiştir.[14]
Hz. Ali'nin başından geçen bu olayın tarihi hakkında kaynaklarımızda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak Bedir savaşından sonra ve Benû Kaynuka Yahudileri'nin Medine'den sürülmelerinden önce olduğunu dikkate alırsak, bu olayı hicrî ikinci yıl olarak tarihlendirebiliriz.
içkiyi kesin olarak haram kılan bu ayetin nazil olmasına sebep olarak kaynaklarımızda bir olay daha zikredilmektedir. Bu da Uhud Savaşı ile ilgili olup, savaşın kaybedilmesinde içkinin oynadığı rol hakkındadır. Buharı'de yer alan ve Hz. Ömer ile Câbir yoluyla nakledilen rivayette, Uhud Savaşı sırasında, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in Ayneyn Tepesine yerleştirdiği okçular, henüz içki yasağı olmadığı için, sabaha kadar içmişler ve sarhoş olmuşlardır.[15]
Bu durum bize Uhud Savaşı'mn mağlubiyet sebebini de açıklamaktadır. Bütün gece sabaha kadar şarap içen Ayneyn Tepesindeki okçular ertesi gün savaşın müslümanlar lehine geliştiğini görünce, sarhoşluğun da sebep olduğu bir hal ile, "Düşmanın bizi öldürdüğünü görseniz bile, yerinizden ayrılmayın" şeklindeki Hz. Peygamberin emrini unutmuşlar ve ganimet toplamak için yerlerinden ayrılmışlar ve Mekkeli müşriklerin arkadan baskın yapmalarına ve böylece savaşın da kaybedilmesine sebep olmuşlardır. Tabii ki bu okçuların pek çoğu da arkadan vuruldukları için bu savaşta şehit olmuşlardır.
Uhud savaşının kaybedilmesine sebep olan içki nihayet, bu savaştan sonra nazil olan ve yukarıda bizim zikrettiğimiz Mâide 5/90. ayetiyle haranı kılınmıştır. Bundan sonra müslümanlar içkiyi tamamen terketmişlerdir. Esasen tedrici bir şekilde nazil olan ayetler sebebiyle, müslümanlar psikolojik olarak da içkiyi bırakmaya hazırdılar.
îçkinin kesin olarak haram kılındığına dair ayetin duyulmasından sonraki bir hadiseyi Enes b. Malik bize şöyle anlatmaktadır:
"içkinin haram kılındığı sırada, bizde Fadîh denilen ve Hurma koruğundan (:olgunlaşmamış hurmadan, ateşte kaynatılmak suretiyle yapılan) içkiden başka bir şey yoktu. Tahrîm günü ben babalığım Ebu Talha'mn evinde, Ebu Talha ile falan ve falan sa-habiye Fadîh dağıtıyordum. O sırada hemen birisi geldi ve "Haberiniz yok mu?" dedi. Mecliste bulunanlar "Ne haberi?" diye sordular. O kişi: "içki, haram kılındı" dedi. işret yaranı bana: "Ey Enes! Küp büyüklüğündeki şarap destilerini dök." diye emrettiler. Ben de emirlerini yerine getirdim.
Enes b. Mâlik der ki: "Bu bir adamın sözü üzerine mecliste bulunanlar şarabın nasıl ve ne zaman haram kılındığını araştırmaya lüzum görmediler ve o adamın haberinden sonra hiç şarap içmediler.[16]
İçkinin yasaklanmasından sonra, Maide sûresi 91. ve 92. ayetlerle de bu yasaklama teyid edilmiş ve Allah'a ve peygamberine itaat edilmesi istenmiştir. Bu ayetler şöyledir:
"Şeytan, içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz hepiniz vazgeçtiniz değil mi?"[17]
Bu ayet-i kerime'de içkinin sebep olduğu felâketlere temas edilmekte ve onun, şeytan tarafından, müslümanları doğru yoldan ayırmak için kullanıldığı belirtilmektedir. Ayrıca Şeytan'm, bu vesileyle insanlar arasına düşmanlıklar soktuğu ve onları Allah'ı anmaktan, namazdan alıkoyduğu da ifade edilmektedir.
Bundan sonraki ayette ise, müslümanlarm Allah'a ve Rasûlüne itaat etmeleri istenmekte ve şöyle denmektedir:
"Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin, karşı gelmekten çekinin; eğer yüz çevirirseniz bilin ki peygamberimize düşen sadece açıkça tebliğ etmektir."[18]
Aynı sûrenin müteakip 93. ayetinde ise Uhud Savaşında şe-hid düşenlerle ilgilidir. Yukarıda, Ayneyn tepesini terkeden okçuların içkili oldukları halde şehit olduklarını belirtmiştik, içkinin yasak edilmesinden sonra hayatta kalan müslümanlar, Uhud savaşında ölen kardeşleri için üzüntü duydular. Çünkü onlar mide-lerindeki şarapla ölmüştü ve şarap da artık tahrim edilmiş, yasaklanmıştı, işte bu konuda müslümanları teselli ve teskin edici olarak Mâide suresi'nin 93. ayeti nazil olmuş ve Uhud'da ölenlerin, içki yasağından önce içtiklerini ve onların günahkar olmadıklarını da vurgulamıştır. Ayet meali şöyledir:
"îman edip de, güzel amel (ve hareketlerde bulunanlar (bundan sonra haram olan şeylerden de) sakındıkları, iman darında sebat ile) iyi iyi işlere devam ettikleri, sonra yine (haram edilen şeylerden) daima sakınıp (haram olduklarına iyice) inandıkları ve yine sakınmakta devam ve ısrar ve güzel işler(i arayıp onlar)la iştigal eyledikleri takdirde, (haram kılınmazdan evvel) tatdıkla-rından dolayı üzerlerine hiçbir suç yoktur, günah yoktur. Allah iyi hareket edenleri sever."[19]
İçkinin kesin olarak yasaklanmasından sonra Taif den Medine'ye gelen bir heyet, içkinin kendilerine yasaklanmamasını istediler.[20] Ancak Hz. Peygamber, bu isteklerini kabul etmemiş, daha sonraki bir tarihte de "Gubeyrâ (mısırdan yapılan) içkisi yasaklanmıştır." şeklinde onlara yazı yazma gereği duymuştur. Bundan çıkarılacak sonuç, Rasûlullah'm içki hakkında onlara hiçbir imtiyaz tanımadığı, genel kuralı onlara da uyguladığıdır.. Taif li-ler üzümden yapılmış içkileri içmekten kaçınmaktaydılar. Ama onlardan bazıları, Kur'ân'da bu konuda sadece "hamr" (üzüm şarabı) kelimesinin kullanılmasını dikkate alarak, bunun işaret ettiği lafzı manayı kullanmak suretiyle üzümden gayrı maddelerden imal edilen alkollü içkilerin içilebileceği şeklinde ayeti tefsir etmişe benzemektedirler. Muhtemelen işleri sıkı tutan valinin isteği üzerine Hz. Muhammed (s.a.v.) bu sonraki yazısıyla "bir nevi bira" (?) olan bu Gubeyrâ'yı da yasaklamış oluyordu.[21] Rasûlullah, Abdulkays'a da içkileri yasaklamıştı.[22]
Hicrî 3. yılda, Uhud savaşı sırasında Medine'ye gelip, İslâm'ı öğrenmek isteyen Tarık b. Suveyd el-Hadramî, Rasûîullah'a "Bizim memleketimizde yetişen üzümlerden biz şarap imal ederiz. Bunu içebilir miyiz?" diye sormuş, ancak Rasûlullah bunu yasaklamıştı. Tarık ısrar etti, "Ama bu şarapla hastalarımızı tadavî ederiz" deyince, Rasûlullah, içkinin ilaç ve tedavi olmadığını, tersine hastalık olduğunu belirtmiştir.[23]
Kesin ve açık şekildeki bu içki yasağına müslümanlar Hz.Peygamber (s.a.v.) sağken genellikle uymuşlardır. Buna karşı çıkanlara o devirde pek az rastlanır. Az da olsa bu gibileri cezalandırmak üzere Rasûlullah, bir defasında kendi ayakkabısını (na'leyn) çıkarıp onunla içeni dövmek gibi bir yola girmişti.[24] Ayrıca, kabuğu ayıklanmış hurma dalıyla kırk değnek de vurmuştur.[25]
Hz. Peygamber (s.a.v.), daha önce şarap yapılan kaplarda, ne-biz (= meyva şırası) yapımını dahi, içki içme kötülüğüne yol açacağı, içkiye alıştıracağı endişesiyle yasaklamıştır. Ancak sonraları, büyük ihtimalle içki alışkanlığı sosyal rahatsızlık olmaktan çıkınca, buna izin verdiği de rivayet ediHr.[26] Hz. Peygamber (s.a.v.) "Her sarhoş eden haramdır [27]; "Buğdaydan, arpadan, üzümden, hurmadan ve baldan şarap olabilir. Ben her sarhoş edeni yasaklıyorum."[28] "Her sarhoş eden hamr'dır, her sarhoş eden haramdır."[29] "Her sarhoş eden haramdır, onun bir far ak'ı (çoğu) da, avuç dolusu olanı da haramdır."[30] buyurmuştur. [31]
[1] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/487-488.
[2] Ibn Teymiye, Siyaset (es-Siyasetu'ş Şer'iyye), çev. Vecdi Akyüz, İstanbul 1985, s. 134.
[3] Buharı, Eşribe, 4; Malik, Eşribe, 9, Ebu Davud, Eşribe, 5; Tecrid-i Sarih, c. 10, s. 43, no: 1891.
[4] Efesoslulara Mektup, 5/18.
[5] Luka, 1/13-15.
[6] Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, Çev. Salih Tuğ, istanbul, 1992, c.I, s. 302, 449.
Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/499-500.
[7] Nahl, 16/67.
[8] Nahl,16/66.
[9] Nahl,16/68.
[10] Bakara, 2/219.
[11] Bakara, 2/173.
[12] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/501-504.
[13] Mâide, 5/90.
[14] H. Tahsin Emiroğlu,£södö-t Nüzul, Konya 1969, c.4, s. 149-150.
[15] Buharî, Sahih, Tefsîru'l-Kur'ân (Mâide sûresi) Bab, 10, Hadis No: 2-3, c. 5 sh. 189, Tecrid-i Sarih, c.ll, s. 94-97.
[16] Tecrid-i Sarih, c.ll, 94-95.
[17] Mâide, 5/91.
[18] Mâide, 5/92.
[19] Mâide, 5/93. Ayrıca bkz. Buharî, Sarih., Tefsîru'l-Kur'ân (Mâide sûresi, Bab: 11, sh. 190).
[20] Ebu Davud, 19/26; Hamidullah, a.g.e., c.l, s. 497.
[21] Hamidullah, a.g.e., c.l, s. 504-505.
[22] Hamidullah, a.g.e., c.l, s. 398.
[23] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/311, 5/293; Müslim, 36, no: 12; Hamidullah, a.g.e., c.2, s. 809.
[24] Hamidullah, a.g.e., c.2, s. 1063-1064.
[25] İbn Teymiye, Siyaset, s. 133.
[26] Buharı, Eşribe, 56; Ebu Davud, Eşribe. 7; İbn Teymiye, Siyaset, s. 135.
[27] Buharı, Eşribe, 4; Ebu Davud, Eşri^. 5; Tecrid-i Sarih, c. 10, s. 43, no: 1891.
[28] Ebu Davud, Eşribe, 1-4; Tirmizî, Eşribe, 8.
[29] Müslim, Eşribe, 73; Ebu Davud, Eşribe, 5.
[30] Buharı, Ahkâm, 22; Müslim, Eşribe , 73.
[31] Dr. Nadir Özkuyumcu, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/505-511.