I. Bizans Ve Bizans İdaresindeki Mısır Ve Suriye'de Vergi Sistemi:
A- Baş Vergisi (Tributum Capitis)
III. İslâm Öncesi Arap Yarımadasında Vergi Durumu
HZ. PEYGAMBER DEVRİNDE VERGİ HUKUKUNUN TEKEVVÜNÜ
I. Mekke Devrinde Vergi Meseleleri
II. Medine Devrinde İslâm Vergi Hukukunun Tekevvünü
HZ. PEYGAMBER DEVRİNDE VERGİ UNSURLARININ TEKAMÜLÜ
D- Altın - Gümüş (Para) Ve Ticaret Malları
F- Fıtır Sadakası (Sadakatul-Fıtr)
GAYRI MÜSLİMLERDEN ALINAN VERGİLER
(Marmara Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, istanbul)
Mehmet Erkal 1944 yılında Sakarya Taraklı'da doğdu. 1955 yılında İlkokulu burada bitirdikten sonra hıfzını tamamladı. 1966 yılında Î.H.L'den mezun olarak aynı yıl istanbul Y.İ.E'ye girdi. 1968'de Beyoğlu Müftülüğünde İmam Hatiplik görevi aldı. İslâm Enstitüsünü 1970 yılında bitirdi.1975 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesine bağlı olarak başladığı doktora çalışmasını 1981 yılında tamamlayarak 1982'de fakültemiz İslâm Hukuku Dalma Öğretim Görevlisi olarak atandı. 1983'de Yardımcı Doçent, 1984'de Doçent oldu. 1988'de atandığı İslâm Hukuku Anabilim Başkanlığını 1991 yılma kadar sürdürdü. 1989'da kurulan fakültemize bağlı İlahiyat Meslek Yüksek Okulu Müdür Yardımcılığına atandı. Halen bu görevi sürdürmektedir."İbadet ve Müessese olarak Zekat" adlı bir kitabı ve çeşitli makale ve araştırmaları yayınlanmıştır. [1]
İlk devir islâm fetihlerinin yayıldığı yerler, geniş ölçüde o zamanki dünyanın en büyük iki devleti; Bizans ve Sâsâ-nî Devletlerinin hakimiyeti altındaki topraklar idi. islâm fütuhatının Arap Yarımadasının dışında yayılmaya başladığı yıllarda Mısır, Suriye Kuzey Afrika Bizans imparatorluğunun; Irak, Iran ve Horosan toprakları da Sâsânî imparatorluğunun hakimiyeti altında idi.
ilk islâm fütuhatı, o devirde dünyanın en büyük iki devletinden Sâsânî (Iran) imparatorluğunu on sene zarfında tarih sahnesinden silerek, sahip olduğu toprakları islâm Devleti sınırları içine katmış, Bizans imparatorluğunu da en güzel ve en verimli eyâletlerinden mahrum ederek esas kurulduğu ülkeye çekilmeye mecbur etmiştir.
Bu sebeple, îslâm Vergi Hukukunun Asr-ı Saadet tatbikatını incelemeden önce, Bizans ve Sâsânî Devletlerinin vergi sistemlerini ve fetih öncesi hükümrân oldukları ülkelerdeki tatbikatı ile Arap Yarımadasındaki Islâni öncesi vergi uygulamalarını gözden geçirmemiz gerekmektedir. [2]
Milâdın ilk iki yüzyılında Roma imparatorluğu, bütün Akdeniz havzasını kaplayan ülkelerde büyük Afrika sahrasında, îskoç-ya'dan Fırat ve Arabistan çöllerine kadar uzanan geniş bir sahada Hâkimiyetini sürdürdü.
Bu ihtişamlı devirlerinde hudutlarına yığdığı çok sayıdaki askeri kuvvetleriyle, yaptırdığı müdafaa teşkilâtı Roma imparatorluk sahasını barbar ismi verilen kavimlerin istilâlarına karşı korudu, fakat Romanın sarf etmek zorunda kaldığı büyük mukavemet, kendisi için tüketici oldu.[3]
Mîlâdî 3. apır içinde, Batı Asya üzerindeki hâkimiyetini Sâsânî idaresi altında yeniden tesise teşebbüs eden îran, Roma İmparatorluğunun en zengin kısımlarını işgal ve tahrip etti.[4] İki devlet arasında umumiyetle orta doğu ve doğu bölgelerinde cereyan eden harpler ve devamlı hareket halindeki ordular, küçük Asya, Suriye ve Mısır'ı kargaşalık içinde bıraktığı gibi, Roma'ya da pahalıya mal oluyordu.
Mağlubiyetle neticelenen savaşlar, iç isyan ve karşı isyan hareketlerini doğuruyor, müthiş harp masrafları karşısında mâlî durumu günden güne güçleşen devlet, fazla olarak istilâya uğrayan topraklarının vergisini toplayamamak, doğu memleketleriyle olan ticaretinin durması yüzünden de ekonomik bunalıma hızla sürükleniyordu.[5]
Önceden gerek ganimet ve gerekse vergiler yoluyla Akdeniz Ülkelerinin altınlarının büyük bir kısmım elinde toplayan Roma, şimdi mağlubiyetle neticelenen harpler, kıymetli maden kaynaklarının kuruması yüzünden, bu altınları bir bir elinden çıkarıyordu. Esasen doğu ülkelerinden kıymetli eşya ithali dolayısıyla açık veren dış ticaret dengesizliği sebebiyle tüccar, ticaret yapmak için gereken parayı bulamıyordu.[6]
Nihayet devlet ağır harcamaların altından kalkamayacak hale gelince, en tehlikeli bir tedbire, paranın ayarını bozarak açıklarını kapatma tedbirine başvurdu. Bu hal, bilinen iktisâdı kanun gereği, eşya ve hizmet fiyatlarım yükseltti.[7] Devlet Vergi tahsilatını da bu çürük para üzerinden yapmaya mecbur olduğundan hazine gelirleri eski masrafları karşılayamaz oldu.[8]
Bu hal, önceleri nakîd para esası üzerine kurulmuş olan vergi sisteminde köklü değişiklikler yapılması ve vergilerin aynîyât halinde tahsilini zorunlu kıldı. Aynı sebeple devlet asker, memur ve işçilerin maaşlarını da aynîyât halinde ödemek zorunda kaldı. Bu suretle Ülke ekonomisinde para (nakid) ekonomisinden, tabiî yahut aynî ekonomiye geçiş şeklinde isimlenecek bir değişiklik oldu.[9] Bu hal çeşitli devirlerde ıslah edilmek istendiyse de 4. asrın vergi sistemi 3. asrın izlerini taşıdı.
Devlet gelirleri, eski vergi sistemi yüzünden fakirleşen ve sayıları azalan mükelleflerden tahsil edildiğinden, giderleri karşıla-yamıyordu.[10] Bir vergi reformu zaruri idi. Bu reformu Diocletian (m.s.284-304) yaptı. Constantin (m.s.324-337) geliştirdi. Ancak yapılan bu reformlar geçici bir zaman için faydalı olmalarına rağmen, çöküşün temel sebeblerini ortadan kaldıramadı.[11]
Üçüncü asırdan sonraki devirlerde Bizans Mali Sisteminin esas unsurları Diocletian ve Constantin'in vergi reformlarına isti-nad ettiği için bu reformlarla yeni bir şekil alan idâri taksimatı da özetlemeliyiz.
Dioclatian zamanında imparatorluk dört büyük Prefelik'ten ibaretti. Her prefeliğin başında bir "Prafecti Prastorio" bulunuyordu. Bu prefelikler "Dioecesis" lere, her diocesis de eyaletlere bölünmüştü. Diocesisler Vicariusler'in idaresine verilmişti.[12]
Constantin'in reformunda da idâri teşkilat imparatorluğun prefeliklere, diocesislere ve eyaletlere bölünmesi esasına dayanıyordu. Her prefeliğin başında bulunan en yüksek sivil memur olan Praetor prefekt'i, her çeşit vergilerin toplanması ve muhafazası ile görevli idi. Dioecesislerin reisleri bulunan vicariuslara ise, eyaletlerin sicil valilerine bağlı idi. Bunlar proconsul, corrector veya praeses gibi unvanlar taşıyorlardı.[13]
Dioclatian'in reformları ile askeri ve mülki idare birbirinden ayrılmış ve neticede kalabalık bir hükümet heyeti vücuda gelmişti. Constantinus'dan itibaren ise, mülkî ve askerî kuvvet, yavaş yavaş aynı ellerde toplanmaya başladı. Bunun yanında kalabalık hükümet heyeti, bazı önemli değişikliklere uğramasına rağmen, Bizans devrine geçti ve İmparatorluğun son devrine kadar aynen kaldı.[14]
idarî bünye değişikliklere uğramasına ve Bizans Devrinde karışık bir sistem kâim olmasına [15]rağmen, Bizans idarî taksimatı da esas unsurları Dioclatian ve Constantin'in reformlarına istinat eder.
Bizans idaresindeki Mısır'da, islâm fetihlerine tesadüf eden yıllarda idarî mekanizma Junstinian (Ö.563) devrine dayanmaktadır. Bu taksimata göre, ülke 5 eyâlete ayrılıyordu: Mısır, Libya, Thebaid, Augustamnica ve Arcadia. Her eyalet sivil ve askerî yetkileri elinde tutan ve "Duka" diye isimlenen bir görevli tarafından yönetiliyordu. Eyaletler de Eparchy'lere taksim edilmiş olup her birinin başında "praeses" denilen sivil bir idareci vardı. Eparchy-ler de muhtelif kategorilere; pagarchy'lere, idarî mülkî teşkilatlı şehirlere ve muhtar bölgelere ayrılıyordu.[16]
Şehir aristokrasisi curiales yahut bouleutai adı verilen toprak sahipleri, din adamları, bu aristokrat zümre tarafından seçilen exactor (câbî) lerden müteşekkildi. Exactor, maliyeden ilk sorumlu kişi idi.[17] Şehirlere bağlı karyeler de benzer idâri nizâma sahipti. Fakat daha küçük ölçüde idi ve yetkiler karye reisinin (protokometes) elinde toplanıyordu.[18]
Suriye de buna benzer taksimata tâbi tutulmuştu. Zira Bizans idaresi iki ülkede de benzer taksimatla vergi tahsilini kolaylaştırmayı hedef alıyordu.[19]
Her idare şeklinin nüvesini maliye idaresi teşkil eder. Zira hakim olunan ülkenin idaresinde hedef alman ilk gaye, vergilerin zamanında ve mümkün olduğu kadar çok tahsil edilmesidir, işte bu maksatla Diocletian, idarî reformu müteakip vergi reformuna girişmiştir.
Diocletian, önceleri fevkalade anlarda imparatorların özel emirleriyle (indictic) eyaletlerden toplanan tahsislere yeni bir şekil vererek muntazam ve resmi vergiler haline getirdi ve ona "annona" adını verdi.[20]
Daha sonra vergi takdiri için "capitatic" denilen bir sistem uygulandı, istihsal bölgeleri, "capitatio" adı verilen eşit birimlere ayrıldı. Vergi matrahları da "capita" adı verilen gruplar halinde toplandı, imparatorluğun bir nevi kadastrosu yapılarak, söz konusu gruplardan kaç tane bulunduğu tesbit edildi. Bundan sonra önceden tesbit edilen toplam vergi, capita adedine bölünüp, her
eyalete, bölgeye.....capitaların sayısına göre tevzi edildi.
Bizans mali sistemi içinde Suriye'de de toprağın yüzölçümü itibari ile eşit olmayan, fakat yetiştirdiği ürünün değeri bakımından müsavi olan birimlere ayrıldığı ve bu birimlerin "iugum" diye isimlendirildiği görülüyor.[21] Böylece bir çeşit muadelet oluşturuluyor ve her iugum kıymet bakımından aynı değerde vergi ödüyordu. Bu birimlerin tesbiti her idarî, mülkî teşkilatlı şehirlerle, onlara bağlı karye ve topraklarda kütüklere geçerek tescil ediliyordu.[22]
Roma imparatorluğunun ilk yüzyıllarında arazi vergisi yanında baş vergisi (tributum capitis) de tahsil edildiğinde tarihçiler ittifak halindedir. Ulpian'a göre bu vergi mükellefleri 14-65 yaş arasındaki erkeklerle, 12-65 yaş arasındaki kadınlar idi.[23] îsken-deriyede oturanlar, bütün Mısır'da ikamet eden Rumlar, asker çocukları, her mabetteki din adamları baş vergisinden mu1 af idi.[24] imparatorluğun ilk yüzyılında adam başı 16 dirhem olan bu vergi, ikinci yüzyılda 20 dirhem olmuştur.[25]
Mısır ve Suriye'de islâm fetihlerine yakın yıllarda baş vergisinin mevcud olup olmadığı münakaşa edilmiştir. Zira Bizans'ın son devirlerine ait malumat veren papirüslerde bu vergiden açık bir şekilde bahsedilmemektedir. Bazı müellifler baş vergisinin Konstantin tarafından ilga edildiğini ileri sürerken,[26] Ferdinand Lot [27]ve D.Dennett gibi yazarlar da bu verginin islâm idaresine kadar devam ettiğini iddia etmişlerdir.[28]
F.Lot görüşünü doğrulamak için baş vergisinin varlığına işaret eden, Bizans hasse kanunlarını delil olarak gösterir. Ancak gösterilen kanun metinlerindeki tarihler 4.asrı geçmemektedir.[29]
islâm fetihlerine yakın tarihlerde Mısır'da baş vergisinin var olduğunu savunan D. Dennett, geniş ölçüde F.Lot'a istinad eder. Eserinde onun ileri sürdüğü delilleri kaydettikten sonra bunlara ilaveten "50 kadar papirüs, ismi "andrismos" yahut "diagraphon" olan vergiye işaret etmektedir. Fetihten sonra da baş vergisi (cizye), "diagrophon" adı altında tahsil edilmiştir. O halde Bizans baş vergisi, islâm idaresinden önce Mısır'da vardı ve aynı isimlerle islâm idaresinde de devam etti" der.[30]
Fetihler esnasında Mısır'da baş vergisinin yürürlükte olduğunu savunanların konu ile ilgili delillerini ele alan Fevzî Fehîm Câdullah, o devre ait kıptîce vesikaları da değerlendirerek, Papirüslerde görülen ve bir vergi ıstılahı olan "diagraphe" kelimesinin ne yunanca ve ne de kıptîce vesikalarda kesin bir şekilde Islâmî devre kadar ulaşmadığını, ayrıca Bizans diagraphesinin baş vergisini ifade ettiğinin de tesbit edilemediğini ileri sürer.[31]
islâm idaresi altındaki Mısır'da yunanca "diagraphon" yahut "andrismos", arapça "cizye 'alâ'r-re's" şeklinde papirüslerde geçen ıstılahlar, açıkça baş vergisini ifade etmektedir. O kadar ki yunanca "andrismos" istilam, özellikle erkeklei'den alınan baş vergisi (cizye) manasına kullanılmaktadır.[32]
islâm'ın ilk devirlerinde Mısır'da, yunanca resmi yazışma dili idi. Bu böyle olunca, müslümanlarm vergi tahsilinde yunanca vergi İstılahlarını kullanmaları tabiîdir. Yunanca vergi istilahlarının îslâmî devirde kullanılmış olması, baş vergisinin Bizans'ın son yıllarında mevcut olduğu sonucunu doğurmaz.
Bizans'ın son devirlerinde Mısır'da baş vergisinin yürürlükte olduğu görüşünü -daha kuvvetli delillerle isbat edilemedikçe- kabul etmek güçtür. Eğer baş vergisi fetih esnasında Mısır'da yoksa, o zaman müslümanlar adı geçen vergiyi Mısır'da ilk defa tatbikata koymuşlardır. Biz de bu son şıkkı tercihe daha layık buluyoruz. [33]
Roma ve Bizans imparatorlukları devirlerinde arazi ve baş vergilerinden başka pekçok vergiler daha vardı.
imparator Konstantin, masrafların karşılanması maksadıyla koyduğu ve sonraları Costantinapolis'te oturanlara da tevcih ettiği bir vergi ile, aynı zamanda senato üyelerini ve kasaba halkını da vergilendirmiş oldu.[34]
Adı geçen imparator tarafından tüccar sınıfına konan bir vergi daha vardı ve "auriustratis collatio" diye isimlendirilirdi. Bu vergi 5 yılda bir tahsil edilirdi.[35]
Bunların yanında çeşitli nisbetlerde tahsil edilen bina, hayvan, sanat ve ticaret erbabından alman vergiler, gümrük, tereke ve tescil vergileri gibi çok çeşitli vergiler de vardı.[36]
Ayrıca devlet görevlilerini ağırlamak, ücretsiz amele ve memur çalıştırmak gibi hizmet şeklindeki mükellefiyetlerle beraber, devlet zaman zaman zaruri masraflarını fevkalade tekâlif adı altında müsadere ve angaryalara baş vurarak temine çalışıyordu.[37]
Roma ve Bizans imparatorları kanunların koyucusu idi. Mutlak yetki sahibi olan imparator, mali yönetimde de tek söz sahibi idi.[38]
Her sene imparator -istişare ile- gelecek seneki giderleri tes-bit eder ve buna göre o sene için konacak vergileri tayin ederdi. Tayin edilen toplam vergi prefekt'liklere ve idarî teşkilat hiyerarşisi içinde karyeye kadar her idarî, mülkî bölümün ödeyeceği vergiler tesbit edilecek şekilde taksim edilirdi.[39] Bizans idaresi içinde özel bir yeri olan Mısır'ın senelik vergi takdirini bizzat imparatorun yaptığı söylenir.[40]
Bizans idaresinde Mısır'da tesbit edilen toptan verginin tevzî'i şöyle olmaktaydı: Her yılın Temmuz ve Ağustos aylarında Bizans'ın doğu bölgeleri umumi valisi (prafeeti praetorio) Mısır'dan tahsil edilecek vergilerin miktarını belirtir bir emirname (delegatio) çıkararak, onun her eparchy'nin preases'ine gönderirdi. Bu emirnamede aynı zamanda mahalli idarelerin yıllık masrafları, maliye teşkilatının giderleri ve umumi valinin hazinesinde bırakılacak paylar da gösterilirdi.[41]
Her eparchy'nin preases'leri toplam vergiden hisselerine düşen paylan öğrenince, Eylül ve Ekim aylarında İmparatorluk emrini pagarchy'lerin yöneticisi olan Pagarch'lara gönderirdi. Bunlar da idarî mülkî teşkilatlı şehirlerin vergi tahsil sorumlularına (curiales) ve karye reislerine (protokometes) hisselerine ne kadar vergi isabet ettiğini bildirirlere!. Karye reisleri de, karyele-rindeki mükelleflere yüklenen toplam vergiyi tevzî ederdi.[42]
Yukarıdaki şekilde takdir ve tevzî edilen vergilerin tahsilinde, karyeden üst makamlara doğru şu şekilde bir silsile takip ediliyordu:
Karye reisleri, karyelerin ödeyeceği vergileri, tahsildarların yardımları ile tahsil ederler ve toplanan vergiyi Pagarch'a gönderirlerdi. Pagarch da nezdinde toplanan vergileri Duke'e gönderirdi.[43]
Şehirlerde oturanların ve onların şehir dışındaki arazilerinin vergilerini, şehir aristokrasisi tarafından seçilen "exactor" ve yardımcıları tahsil ederdi. Şehir idare meclisi de toplanan vergileri Duke'ün vergi memurlarına teslim ederdi.[44]
Şehirlere ve karyelere ait toprakların bir kısmı amme mülkü, bir kısmı istisnaî şartlarla mülk toprak, küçük bir bölümü de hür çiftçilerin toprakları idi. Çiftçilerin çoğunluğu toprağa bağlı (koloni) idi.[45]
Toprağa bağlı çiftçilerin vergilerinin tarh ve tahsili ile, hâkim sınıfının "agriexcept" diye isimlendirilen topraklarının vergilerinin tarh ve tahsili, hükümet görevlilerinin müdahelesi olmaksızın malikâne sahiplerince yapılır ve doğrudan imparatorluk hükümetine ödenirdi. Vergiyi doğrudan hükümete verebilme hakkına "autopragia" denirdi.[46]
Eyaletlerin sivil ve askeri selahiyetlere sahip yöneticisi olan Duke'lerin vergi tarh ve tahsilinde bir rolleri yoktu. Onlar sadece -yukarıdada görüldüğü gibi- kendilerine gelen vergi hasılatını tesellüm ve bunu bir üst makama (Prafeeti Praetorio) teslimle meşgul olur, aynı zamanda vergi memurlarını tahsilat esnasında polis ve askerî kuvvetlerle takviye ederlerdi.[47]
Yukarıda kaydettiğimiz vergi tarh ve tahsili, nakden tediye edilen vergilere hastı ve arazi vergisinin bir yönünü teşkil etmekte idi.[48]
Aynî tahsilatta, matrah tesbit uzmanları değişen şartlara göre arazide matrah tesbitleri yaparlar ve buna göre vergiler takdir ve tahsil edilirdi.[49]
Aynî olarak tahsil edilen vergiler, karye ve mahallî idarelere ait silolarda depo edilir, oralardan da Nil ve kanalları vasıtası ile iskenderiye'deki imparatorluk hazinesine, buradan da Kostanti-niyye'ye sevkedilirdi.[50]
Roma imparatorluğunda -Mısır hariç- bütün eyaletlerde vergiler, istisnaî aynî tahsilat dışında, nakdî olarak tahsil edilirdi. Yukarıda izah ettiğimiz Dioklatian'ın yaptığı reformla aynî tahsilat, istisnaî durumdan çıkarılarak urnumileştirildi ve imparatorluğun her tarafına yayıldı. 4. asırdan sonra vergi tahsilinde tekrar nakdî ödemeye dönüldü.[51]
Mısır, Bizans idaresi içinde daima farklı muameleye tabi tutulmuştur ve ayni tahsilata ağırlık verilmiştir.[52] Ancak Mısır'da da nakdî ödemeler yapılmıştır. J.G. Milne, Mısır'da vergilerin aynî ve nakdî Ödenmesinde mükelleflerin serbest bırakıldığını savunurken,[53] A.Ch.Johnson, vergilerin aynı zamanda hem aynî ve hem de nakdî ödendiğini ileri sürmüştür.[54]
İlk îslâm fetihleri, Sâsânî (îran) İmparatorluğunu on sene zarfında yıkmış ve sahip oldukları toprakları islâm Devleti sınırları içine katmıştır. Bu sebeple, Sâsânî idaresi altındaki iran'da yürürlükte olan vergi sistemi ile V. ve VI. yüzyıllarda girişilen vergi reformlarından da bahsetmeliyiz.
Sâsânîler kuruluş döneminden itibaren kuvvetli bir devlet bürokrasisine sahip bulunuyorlardı.[55] Kubaz b. Fîrûz (m.s.487-531) devrine kadar arazi vergisi sulama tekniği ve mahsulün durumuna göre mukâseme (mahsulün durumuna göre) usûlü ile 1/10-1/2 arasında değişen nisbetlerde tahsil olunuyordu.[56]
Kubâz, mukâseme usulü vergi tarh ve tahsilim kaldırdı. Muvazzafa (yerin tahammülü, mahsûlün nev'îne göre) usûlü vergileme sistemine dönülmesini emretti.[57] Kaynakların muvazzafa usûlü vergileme sistemine dönülmesine sebep olarak gösterdikleri hikâye,[58] Kubâz tarafından başlatılıp oğlu Enûşirvân (m.s.531-578) tarafından tekâmül ettirilen vergi reformunun asıl sebebi değildir.
Büyük iskender'in fetihleri sonucu ezilmiş olan Persler, aradan beş altı asır geçtikten sonra, Batı Asya üzerindeki hakimiyetlerini, Sâsânî idaresi altında yeniden tesise teşebbüs ettiler. Bu uğurda Bizanslılarla yaptıkları sonuç vermeyen savaşlar, iki devlet için de tüketici oldu. Öte yandan Sâsânî devletim kuzey ve doğusundaki ülkeler de tehdit ediyor ve hatta devlet, zaman zaman bu ülkelere fidye vermek suretiyle anlaşmalar yapmak zorunda kalıyordu.[59] Bu savaşlar devlet hazinesinde devamlı para bulundurmayı gerektiriyordu. Zaman zaman müracaat edilen istisnaî nakdî vergiler, bu ihtiyaca yetmiyordu.[60]
Aynı zamanda Kubâz'm vergi reformuna sebep olarak gösterilen hikâyeden de anlaşılacağı üzere, yürürlükte olan mukâseme usûlü vergi tahsili -zahirde âdil gibi görünmesine rağmen- tatbikatta pek çok sakıncalar doğuruyordu. Çoğunlukla vergi memurlarının gelip vergiyi takdir ve tahsil etmelerine kadar geçen süre içinde mahsûl bozuluyordu. Aynı zamanda merkezî bir kontrolden uzak olan devlet memurları da, mahsule keyfî ve indî nisbet-ler tesbit ediyorlardı.[61]
Yapılan vergi reformuyla aynî tahsilattan -geniş ölçüde-nakdî ödemeye geçilmiş olması da gösteriyor ki, reformun bir sebebi -belki başlıca sebebi-, harp ekonomisinin gereği hazinede dâima taze para bulundurmak ihtiyacıdır.[62] İkinci sebebi de, mukâseme usûlünde görülen aksaklıkların giderilmesidir.
Kubâz b. Fîrûz, mukâseme usûlü vergi sistemini ilga etti. Arazinin ölçülmesini, mahsûl nev'ilerinin tesbitini, buna göre vergilendirmenin yapılmasını emretti. Ancak, bu işlemi tamamlaya-madan öldü (m.s.531). Oğlu Enûşirvan O'nun başlattığı vergi reformunu tamamladı. Buna göre a) Arazi ölçüldü, b) Mahsûl nev'ileri tesbit edildi, c) Meyve veren ağaçlar sayıldı, d) Nüfus sayımı yapıldı.[63] Yapılan bu matrah tesbit çalışmalarından sonra, arazi birimlerine, üzerindeki mahsûlün nev'ilerine göre değişen nisbetlerde vergi tahakkuk ettirildi. Enûşirvan bu iş için bir komisyon kurdu. Bu komisyon yedi sınıf arazi vergi mevzuu tesbit etti. Bu vergi mevzuulanna buğday ve arpa ekilen her cerib araziye bir dirhem,[64] pirinç ekilen her cerib araziye 1/2 ve 1/3 dirhem,[65] bir cerib bağa 8 dirhem,4 hurma ağacı yahut 6 zeytin ağacına 4 dirhem,[66] her yonca ceribine 7 dirhem vergi kondu.[67] Bunların dışındaki toprak ürünleri vergi istisnası kabul edildi.[68]
Vergi mevzuu ve nisbetleri bu şekilde tesbit edildikten sonra, bunlar üç nüsha halinde yazıldı, ilk nüsha Kisra'nm özel divanında alıkondu. İkinci nüsha arazi vergisi memurlarına, üçüncüsü de mahalli teşkilatlı idarelerin adliye işlerine bakan memuruna gönderildi. Böylece tahsildarların kararlaştırılan vergi dışında tahsilatta bulunmalarına engel olundu.[69]
Arazi vergisi dörder aylık vadelerle üç defada tahsil ediliyor,[70] bu işlere "Vastryoshansalar" namına husûsi bir memur bakıyordu.[71]
Enûşirvan yaptırdığı yeni nüfus sayımının ışığı altında baş vergisini de yeni baştan düzenledi. Buna göre 20 ile 50 yaş arasındaki erkekler baş vergisi ile mükellef tutuldu. Mükellefin iktisadi durumuna göre, yıllık 4, 6, 8,12 dirhemler arasında değişen vergiler kondu.[72] Bu vergiden asiller sınıfı, ordu mensupları, din adamları, devlet memurları, Kisra'nm hizmetinde bulunanlar mu'af tutuldu.[73] Bu verginin arazi vergisine bakan memurdan ayrı memurları vardı.[74]
Arazi ve baş vergilerinin yanında başka vergiler de vardı. Bunlar içinde, Nevruz ve Mihrican günlerinde alman mecburi hediyeler, karşılıklı müdahele esasına dayalı gümrük vergileri ile[75] devlet hazinesine gitmese de, büyük yekûn tutan mabedler için alman bağışları zikredebiliriz.[76]
Arap Yarımadası, büyük kısmı çöllerle kaplı geniş bir ülkedir. Bu durum, ziraat ve sanayinin gelişmesine pek elverişli değildir. Ancak Yarımadayı dış tesirlere kapalı bir ülke olarak tasavvur etmek de doğru olmaz.[77]
Büyük kervan yollarının geçtiği siteler, muhtelif dini ve içtimai cereyanların kaynaştığı yerler olduğu gibi, bu site halkları çoğunlukla ticaret ve kervancılıkla geçindikleri için, çeşitli ülkelere seyahat ederler ve bu ülke insanlarının dini, içtimai ve iktisadi yaşayışları hakkında da bilgi sahibi olurlardı.[78]
Tarih boyunca, Sami ırktan gelen birçok devlet, bilhassa güneyde hayatiyet kazanmıştır.[79] iranlılar zaman zaman Arabistan'ın kuzey, doğu ve güney bölgelerim işgal edip koloni haline getirmişler, Bizans ve Iran, güney hudutları boyunca Arap Reislerinin idaresinde vergiye tabi tampon devletler kurmuşlardır.[80]
Islâmiyetin zuhuru sırasında, daha Önce Bizans'la îran arasında uzun müddet devam eden büyük harpler sonucu, îç Asya ve Uzak Doğu ticaret yollarının Basra Körfezi, Irak ve Suriye arasındaki kısımları kapanmış olduğundan, Hind ticaretinin daha güneyden dolaşarak, Arabistan üzerinden Mısıra geçen yolları ve bu arada Yemen, Mekke ve Medine büyük bir önem kazanmıştı. Bu yüzden bu devirde Arap Yarımadasında büyük bir hareket ve zenginlik mevcuttu. Hint, Babil, Habeşistan ve Suriye yollarının birleştiği noktalarda olan bu şehirlere uğrayan kervanlar, muhtelif cins kıymetli eşya taşıyor, bu suretle milletler arası ticaretin kendilerine büyük bir refah temin etmiş olduğu Mekke eşrafı da ayrıca siyasi nüfuz ve iktidar kazanıyordu.[81] Ümit Burnu yoluyla deniz seferlerinin başlamasına kadar, Arabistan beynelmilel emtia nakliyatının geçit yolu olmaya devam etti. Basra körfezindeki Da-ba Limanı, Yarımadanın en büyük emtia depolarından biri idi.[82]
Arabistan'da su bulunan hemen her yerde ziraat yapılıyor, toprak ürünleri yetiştiriliyordu.[83] Necd bölgesinde Yemame buğday, Taif de yakın bölgelere üzüm ihraç ediyordu. Diğerleri yanında Yemen, Medine ve Taif bilhassa ziraat ve hayvancılıkta gelişmişti.[84] Başta Hecer olmak üzere Hayber, Yemame ve Medine hurmaları ile meşhurdu.[85] Ancak çeşitli ülkelerden gelen hububat kervanları, Arap Yarımadasının kendine yetecek kadar hububat üretmediğini bize göstermektedir.[86]
Bazı kabilelerin geçim vasıtası olan deve ve keçi yanında bedeviler, koyun ve at da yetiştiriyorlardı. Necid bölgesinde yetişen atlar büyük bir üne sahipti.[87]
Bunlara ilaveten, muntazam çalışan periodik panayırlar, Ya-rmıada'da ticari, kültürel ve dini hayatın canlı bir halde kalmasını temin ediyordu.[88] Büyük panayırlar bütün yarımadayı kuzeyden doğuya, doğudan güneye, batıya olmak üzere dönüp dolaşıyor ve yalnızca muayyen bir bölgeden değil, aynı zamanda Arabistan'ın diğer kısımlarından, Iran, Hire, Hind ve hatta Çin gibi uzak ülkelerden de tüccarları kendine çekmekte idi.[89]
Ayrıca yahudi ve Nebatiler sözü edilen panayırlara bağlı olmaksızın, ekseriya ticaret maksadıyla, Arabistan ile Sasani ve Bizans imparatorlukları arasında kervanlar tertipler, Bizans ve Habeşli tüccarlar da Mekke'ye -panayırlar dışında- erzak getirirlerdi.[90]
Memleket mahsulleri bütün ülke halkını beslemeye kafi gelmediğinden yapılan ithalat, insanları az çok uzun seyahatlere gitmeye mecbur ediyordu. Arap yarımadasının muhtelif bölgelerine yapılan seyahatlerden başka, Suriye'ye, Mısır'a, Habeşistan'a, Mezapotamya'ya yapılan seyahatler, Yarımada sakinlerinin bu memleketlerin iktisadi, içtimai gerçekleri, coğrafyası ve daha bir çok hususlar üzerinde bilgi sahibi olmalarım sağlıyordu. Daha sonra îslâm fetihleri esnasında müslümanlar bunlardan istifade edeceklerdir.[91]
Ülkenin diğer kaynaklarına gelince, Arap^edebiyatmda, Arabistan'da bir çok yerde mevcut altın madenlerinden bahsedilmekte dir. [92]Araplar toprak altı madenlerini işletmesini biliyorlardı.[93] Bu arada onların sulama bendleri inşa ettiklerim, Makna ve Uman limanlarında nakliye ve balıkçı gemileri yaptıklarını[94] ve Kur'an'm, Kızıl Deniz ve Basra körfezi gibi iki komşu denizde yapılan mercan ve inci avcılıklarından bahsettiğini de hatırlatmalıyız.[95]
Yukarıda da izah ettiğimiz gibi, iranlılar Arabistan'ın kuzey, doğu ve güney bölgelerini işgal edip koloni haline getirmişler, yine Iran ve Bizanslılar güney hudutları boyunca arap reislerin idaresinde tampon-devletler kurmuşlardır. Bu çeşit himaye devletler Bizans ve iran'da cari olan şu veya bu vasıftaki vergileri tanıyorlardı. Nitekim güneyde Bizans'ın himayesinde yaşayan bir Arap devleti olan Du'cum'lular, Gassan'lılan mağlup etmeleri üzerine adam başı 1, 1/2, 2 dinar arasında değişen baş vergisi almışlardır.[96]
islâm öncesi Arap Yarımadasında hayatiyet kazanmış hukuki yapıları dine dayalı devletlerde Mevzu vergiler de daha ziyade dini mahiyette idi.[97] Kataban devletinde Almaka ma'bedi, sebze mahsullerinden vergi toplar, görevliler taş sütunlar üzerine kazınmış vergi tariflerim matrah araziye dikerlerdi.[98]
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, Islâmdan evvel Arap Yarımadasında en belirgin vergi, gerek ticari ithalattan ve gerekse panayırlarda ticari muamelelerden 1/10 nisbetinde alman, gümrük vergisi diyebileceğimiz vergidir.[99]
Muhammed Hamidullah'm îbnü11-Kelbi'ye istinaden verdiği malumattan da anlıyoruz ki, eşhuru'l-hurum (haram aylar) esasına göre güvenli bir şekilde işleyen panayırların çoğunda 1/10 nisbetinde vergi almıyordu.[100]
Aşağıdaki vaka, gümrük vergisinin Mekke'de nasıl tatbik edildiğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir: "Mekke'liler Bizans topraklarına gittiklerinde nasıl ödüyorlarsa, Bizanslılar da Mekke'de Öylece öşr ödüyorlardı."[101] Mekke şehir devletinde bu tarzda alman vergi Bizans'la mütekabiliyet (karşılıklılık) esasına dayanıyordu."
Medine'ye hububat getiren Nebatilerden alman gümrük vergi nisbeti, 1/10 dan 1/20 ye indirilmiştir. Önceki nisbetin islâm öncesi devirlere ait olduğu anlaşılmaktadır.[102]
Tarihin tanıdığı en eski vergilerden olan gümrük vergisi Yarımadada çeşitli devirlerde kurulan birçok devlet tarafından tahsil edilmiştir. Himyer devleti ve hatta Daba, Suhar ve Musakkar gibi şehirler bu nevi vergiyi tahsil etmişlerdir.[103]
1/10 nisbetindeki vergi uygulamasının Kuzey Arap devletlerinde şümulünün, çok genişletilmiş olduğu görülmektedir. Kataban Devleti bu vergiyi, kişinin bütün gelir ve kazançlarım kapsayacak şekilde; ahm-satım, ücret, veraset gibi muamelelerinde de uygulamıştır. Cevad Ali, Cenub devletlerinde bu uygulamanın her nev'iden ticaret ve kazancı kapsamış olduğunu ileri sürmektedir.[104]
Hz.Peygamber'in Medine'ye hicretinden (1/622) sonra arap kabileleri ile yaptığı birçok muahedelerde, öşr (1/10) vergisinin ilgası bahis mevzuu edilmektedir, ilga edilen bu vergi, bundan böyle şehirler arası mübadelelerde ve panayırlarda ticaret mallarından almagelen dahili gümrük vergisi diyebileceğimiz vergidir.[105]
Islâmdan evvel "meks" diye de isimlendirilen bu vergiyi, mâkisler tahsil ederdi. Dilciler "aşir" ile '%ıakis"i aynı manada kullanırlar. Daha sonralara "aşir" ve "uşşar" tabirleri daha çok kullanılmıştır. Pazarlarda, hudutlarda ve özel yerlerde alınan bv verginin tahsildarlarının adaletsizliğinden, Hz.Peygamber hadislerinde bahsetmektedir.[106]
Konuya son verirken Mekke'de hac mevsiminde, Yarıma da'nın her tarafından gelen hacılara ziyafet vermek ve fakir hacv ların dönüş masraflarını karşılamak gayesi ile, Mekke sakinleri' ne "Rifade" adıyla ayni (mal ile Ödenen) bir mükellefiyet yüklen miş olduğunu, bundan başka dini mahiyette bazı beledi vergilerir de mevcudiyetini hatırlatalım.[107]
Giriş bölümünde de izah ettiğimiz gibi islâm, çeşitli kültürlerin kaynaştığı, bilhassa iktisadi yönden hareketli bir muhit içinde zuhur etmiştir. îslâm hukuk müdevvenatı, bunun içinde mali mevzuat ve vergi hukuku, Mekke ve Medine'de olmak üzere 23 sene süren bir devrede parça parça vazedilmiştir. İslâm, Mekke'de inananlar camiasından, Medine'de teşkilatlanmış ve devlet unsurlarını nefsinde toplamış hale gelirken, buna paralel olarak vergi hukukunun ana hatları da ortaya çıkmıştır.[108] Bu sebeple islâm Vergi Hukukunu:
1. Mekke safhası
2. Medine safhası olmak üzere iki safhada incelemek zarureti vardır.[109]
Hicretten önce Mekke'de müslümanlar, teşkilatlanmış bir camia teşkil ediyorlardı. Bir ülkeleri yoktu, fakat devletin unsurlarından çoğu burada mevcuttu. Bir başkanları vardı ve aynı zamanda bu başkan onların yasama organı, hakimi ve bütün işlerde nihai otoriteleriydi. Bu camia her geçen gün büyüyüp gelişmekte ve ihtiyaçları da artmakta idi. Müslümanlar Mekke-Şehir devleti içinde yaşıyor, fakat ona hiç itaat etmiyorlardı. Bu tabii olmayan durum, hicretle son bulacaktır;[110] ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, hicretten evvelki Mekke şartları içinde -ileride müslüman mükellefler için vazedilecek olan- zekatın, değişik isimler altında temellerinin atılmış olmasıdır.
Gerçekte Kur'an'm hicretten evvel nazil olan ve mali mükellefiyetleri konu alan ayet ve surelerini, iniş sıralarına göre bir tertibe tabi tuttuğumuzda, bu temellerin nasıl atıldığım, önce Mekke safhasında, daha sonra da Medine devrinde nasıl bir gelişme gösterdiğini tesbit edebiliriz.
Bu itibarla biz bu bölümde sadece konumuzla ilgili Mekki ayet ve sureleri, iniş sıralarına göre tetkik edecek ve mevzuyu Medine devrine intikal ettireceğiz.[111]
Daha îslâmın ilk yıllarında inen ayetlerde, müminlerin mali konulara dikkatleri çekilmeye başlanmış ve mali mükellefiyetler müminlerin kafalarında canlandırılarak onların bu mevzuda şu-urlanmaları sağlanmıştır.
Nüzul sırasında "ikinci" vaziyette olan K.68/19-33 ve bunu takiben dördüncü sıradaki K.74/38-46 ayetlerde, muhtaç kimselerin (miskin) haklarını gözetmeyen, onları doyurmayanların düştükleri kötü akıbet gösterilmektedir. Daha sonra "dokuzuncıx" iniş sırasında bulunan K.92/5 ayette "malının hakkı olan vergisini veren..."[112] lerin işlerinin kolaylaştırılacağı, K.92/8-10 ayetlerde de bunun aksine "malını kıskanıp vergi vermekten kaçınan ... kimselerin güçlüğe götüren yolda bırakılacakları"[113] belirtilmektedir. Aynı surede 92/18 ayette ise zekaen (ve zekaten) masdanndan yetezekkâ fiili, mal vermek (ita mal) ibaresi ile birlikte kullanılmakta ve temizlenip nemalanmak üzere malını hayra sarfedip te-zekki eden kulların ateşten uzak tutulacakları bildirilmektedir. Aynı masdardan tezekkâ[114] ve zekkâ[115] fiilleri Mekki surelerde mali mükellefiyet dışında temizlenmek, kalbi şirkten temizlemek manalarında kullanılmıştır. Ancak K.92/18 ayette, sözü edilen fiilin, mal verme (ita mal) ibaresi ile beraber zikredilmesi, onun kelime manasının mali mükellefiyetleri de ifade ettiğini açık bir şekilde göstermektedir.
"Miskin"i gözetmemenin dünya[116] ve ahiretteki[117] kötü akıbetine dikkat çekilip, arınmak için malını hayra sarf eden kullar öğül-dükten sonra, bu noktadan daha da ileri gidilerek, miskini doyurmaya başkalarını da teşvik etmek mecburiyeti getirilmektedir. Nitekim iniş sırası "onuncu" vaziyette olan K.89/17-18 ayetlerde, kendilerinin Hz. ibrahim'in dininden olduklarını iddia eden cahi-liyye devri araplanna hitaben, "siz yetime ikram etmiyorsunuz ve miskini yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz" denilmektedir.
"Onbirinci" iniş sırasındaki K.93/8-9 ayetlerde: "Yetime hor bakma, isteyeni (sail) azarlama" şeklindeki uyarıdan sonra, "on-yedinci" sıradaki Kİ 07/2-3 ayetlerde "dini yalan sayan'lann aynı zamanda "yetimi şiddetle iten" ve "miskini doyurmayı teşvik etmeyen" kimseler oldukları belirtilmektedir. Aynı ifade "yetmişse-kizinci" nüzul sırasında olan K. 69/34 ayette de tekrarlanmaktadır. Böylece daha Mekki ilk ayetlerde, cemiyet fertlerinin birbirlerini, yoksullara yardıma teşvik etmeleri gereğine işaret ediliyordu.
Sureleri iniş sırasına göre tetkike devam ettiğimizde, "otuz-dokuzuncu" sıradaki K 7/157-158 ayetlerde, Musa kavminin kıssası münasebetiyle "zekat ıstılahı" kullanılmaktadır. "Kırkdör-düncü" sırada Kİ 9/31 ayette Hz. İsa'ya, aynı sure Kİ 9/55 ayette de Hz. İsmail'in ehline, namaz kılmakla beraber zekat vermenin de emredildiği bildirilmekte, böylece zekat şeklinde bir ödemenin, önceki peygamberler vasıtasıyla insanlara tebliğ edildiği anlatılmaktadır. Bundan sonra artık Kur'an'a inanan müminlere mali teklifler -diğerlerinin yanında- "zekat ıstılahı" ile de yapılmaya başlanmaktadır. Nitekim "kırksekizinci" iniş sırasında olan K.27/3 ayette, artık doğrudan Kur'an ayetlerinin ancak namaz kılanlara ve zekat verenlere doğruluk rehberi olacağı açıklanmaktadır. Böylece -ileride Medine safhasında da göreceğimiz gibi- namaz kılmanın zekat vermekle bir arada zikredilmesi şeklindeki Kur'an üslubu, daha Mekke safhasında başlamış olmaktadır.
"Ellinci" iniş sırasında yer alan Kİ 7/26 ve daha ileride ''seksen dördüncü" sıradaki K. 30/38 ayetlerde "hak" tabiri ile mali tekliflere temas edilmekte ve bu mali ödemelerin kimlere verileceği gösterilmektedir, ileride ele alacağımız gibi "hak" tabiri ile ifade edilen mali mükellefiyet, K. 51/19 ayette "sail" ve "mahrum" un ödenmesi gerekli bir hakkı olarak ele alınacak, K. 70/19-20 ayetlerde bu "hak"a "malum" (belirli) şeklinde bir sıfat eklenerek, tabir daha belirgin hale getirilecektir.
"Elliüçüncü" iniş sırasındaki K. 12/88 ayette, Hz. Yusuf zamanında cereyan eden bir hadise [118]münasebetiyle "s.d.k." kökünden "tasaddaka" tabiri kullanılmaktadır ki, bu tabir Medine devrinde Kur'an ve hadislerde çokça kullanılacaktır.
"Ellibeşinci" sıradaki K. 6/141 ayette ise, toprak mahsullerinden verilmesi gerekli bir "hak" söz konusu edilmekte ve bu "hak"kın hasad günü ödenmesi emredilmektedir.[119]
Mekki ayet ve sureleri iniş sıralarına göre tetkike devam ettiğimizde, zekat Ödemenin artık mümin olmanın bir vasfı olarak mütalea edildiği ve namaz kılmakla zekat vermenin aynı ayetlerde ve bir arada zikredilmekte olduğunu müşahede etmekteyiz. Nitekim "elliyedinci" iniş sırasındaki K. 31/4 de zekat vermemek, müşriklerin bir huyu olarak zikredilmektedir. Yine Mekki sure lerden olan K. 23/4 de, zekat vermek, bu sefer müminlerin bir sıfatı olarak zikredilmektedir. Yukarıda mezkur üç ayette de zekat, namazla birlikte zikredilmektedir.
Kronolojik sırada "atmışyedinci" vaziyette olan K. 51/19 ayette, cennetlik kulların en belirgin vasıflarından birinin "Mallarında sail ve mahrumun hakkı olduğunu" kabul eden kimseler olduğu belirtilmekte, daha ileride K. 70/19-20 ayetlerde bu "hak" tabirine "malum" sıfatı ilave edilerek, ibare aynen tekrar edilmektedir. Bazı müfessirler, bu malum hakkın, zekat olduğunu belirtmişlerdir.[120]
iniş sırası "yetmiş"olan K. 16/56 ayette islâm'dan evvelki mali uygulamalara temas edilmekte ve bu devirlerde müşriklerin her nev'i mahsulden evsan ve esnam (putlar) için bir hisse (nasib) ayırdıkları bildirilmektedir.[121] K. 6/136 ayette de aynı devirlerde müşriklerin zirai mahsul ve hayvanlardan bir kısmını Allah'a, diğer kısmını da ilahlara tahsis ettiklerine işaret edilmiş ve Allah'ın yanında putlara da pay ayrılması tenkit edilmişti. "Yetmişüçün-cü" nüzul sırasındaki K. 21/73 ayette Hz. ibrahim, Hz. ismail ve Hz. Yakub'a vahyolunan emirler arasında namaz, kılmanın yanında, zekat vermenin de bulunduğu zikredilmektedir. Bu sureden hemen bir sure ileride "yetmişdördüncü" sırada K. 23/4 ayette, namaz kılmanın ve zekat vermenin müminlerin vazgeçilmez sıfatı olduğu hatırlatılmaktadır. Böylece islâm'dan önceki durumlara temas etmek suretiyle müminlerin mali tekliflere dikkatleri çekilmekte, aynı zamanda îslâm öncesi muhtelif cemiyetlerde rastlanan dini vergilere atıflar yapılarak, bunların Islama uymayan yönleri tenkid edilmektedir.[122]
Yukarıda K. 17/26, 6/141, 51/19 ayetlerde, mali mükellefiyetlere "hak" tabiri ile temas edilmiş olduğuna işaret etmiştik. Nüzul sırası "yetmişdokuz" olan K. 70/24/25 ayette ise bu tabire "malum" sıfatı ilave edilmektedir. [123]Bu malum hakkın (Hakkun malum) zekat olduğu görüşünü benimseyenler varsa da, bu hakkın tesbiti-nin, fertlerin imanına bırakılmış olduğu ve o andaki muhtacın ihtiyacına göre tayin edilen bir hak (pay) olduğu görüşü daha tercihe şayandır.[124]
Son olarak iniş sırasına göre "seksendördüncü" vaziyette olan K. 30/38-39 ayetlerde, yakın (ze'1-kurba), fakir (miskin) ve yolda kalmış (Ibn sebil) in haklarının ödenmesi emredildikten sonra, malı artırır gibi göründüğü halde gerçekte onu noksanlaştıran "ri-ba" ile, zahiren onu bereketlendiren, nemalandıran "zekat" mukayese edilmektedir. Böylece Mekki surelerde geçen zekat ıstılahından mali mükellefiyetin kastedildiği de daha açık bir şekilde gözler önüne serilmektedir.
Buraya kadar yapmış olduğumuz tetkikte, hicretten Önce Mekke devrinde nazil olan "8 Mekki ayette" zekatın mali mükellefiyet manasında kullanılmış olduğunu tesbit ettik. Buna rağmen bazı müsteşrikler, Hz.Peygamber'in Medine'ye hicretten sonra, bura Yahudileri ile muhtelif sahalarda sıkı münasebete girmesi sonucu zekat müessesesini tanıdığını ileri sürmüşler[125] ve hatta bunlardan J. Schocht daha da ileri giderek, zekat müessesesinin Hz. Peygamber'in vefatından sonra tekevvün ettiğini ve onun vahy mahsulü olmadığını iddia etmiştir.[126]
Zekat ıstılahı Mekki 8 ayrı ayette tekrarlandığı gibi, aynı zamanda namazla birlikte zikredilmiştir. Ayrıca yine Mekke devrinde nazil olan ayetlerde "hak", "hakkım malum", "nasib" gibi çeşitli tabirlerle de mali tekliflere işaret edilmiştir. Hatta K. 30/38-39 ayetlerde, yakın akraba (ze'1-kurba), fakir (miskin) ve yolda kalmışlara (ibn sebil) verilmesi emredilen bu hak, riba ile de mukayese edilmiştir, ileride Medine'de nazil olan K. 2/276 ayette de "sadaka", aynı şekilde riba ile karşılaştırılacaktır. Bu ayetlerin birlikte müteala edilmesinden de, "hak" tabirinden, mali tekliflerin kastedildiği açıkça anlaşılacaktır. Hz. Peygamber'in yahudi-leıie hicretten sonra karşılaşmış olduğunu, arapçadan başka dil bilmediğini de düşünürsek, adı geçen müsteşriklerin bu iddialarının ilmi gerçeklere uymadığım görürüz.
Yukarıda tesbitini yaptığımız mali konulara temas eden Mekki ayetleri, üç ana gurupta toplayabiliriz:
Birinci grupta ele alabileceğimiz ayetlerde, öncelikle yetim ve miskini gözetmeyenlerin kötü akıbetleri tasvir edilmekte,[127] sonra malım hayra sarfedenlerin mükafatlandırılacağı,[128] ateşten uzak tutulacağı,[129] mali yardımlarından kaçınanların cezalandırılacağı bildirilmekte,[130] daha sonra yoksulu doyurmaya başkalarım da teşvik etmek gerektiğine işaret edilmektedir.[131]
ikinci grupta toplayabileceğimiz ayetlerde, islâm öncesi durumlara temas edilmekte, yanlış uygulanan mali ödemeler gösterilerek bunların tenkidi yapılmakta,[132] bu arada zekat adı altında mali mükellefiyetin önceki peygamberler tarafından da insanlara tebliğ edildiği hatırlatılmakta,[133] esasen Allah'a iman edenlerin değişmeyen vasıflarından birinin zekat vermek olduğuna dikkat çekilmektedir.[134]
Üçüncü gruba alabileceğimiz Mekki ayetlerde ise, müeyyide (yaptırım) unsuru daha açık bir şekilde ortaya konmaktadır. Bu bilhassa mali meselelere "hak" tabiri ile temas eden Mekki ayetlerde görülmektedir. "Onların mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır,[135] "Mallarında sail ve mahrum için belirli bir hak olanlar"[136] ayetleri ile, zekat mevzuu ve tahsil devresi de belirtilerek, emir sigası (kipi) ile, bu hakkın ödenmesini buyuran K. 6/141 ayette bu müeyyide unsuru açık bir şekilde ortaya konmaktadır.
Buraya kadar tetkik ettiğimiz mali konulara temas eden Kur'an'daki Mekki ayetlerin genel bir değerlendirmesini yapmak istiyoruz.
Mekki ayetlerde mali mükellefiyetler sahasında önce müslü-manların dikkatleri bu yöne çekilmiş, bu şuurlanma meydana getirildikten sonra, mevzu merhale merhale işlenerek, yer yer teşvik ve korkutma ile de takviye edilip, mallarında, sayılan hak sahibi zümreye verilmesi gerekli bir hakkın olduğu, müslümanla-rın ruhlarına yerleştirilmiştir. Bu arada zekat ıstılahı "Mekki 8 surede" kullanılmıştır.[137] Bu ayetlerde sadece zekat vermeye teşvik, tavsiye ve öğüdün kastedilmediği de müminlere hissettiril-miştir.
Şurasını belirtmeliyiz ki, K. 6/141 ayet hariç, Mekki ayetlerde mali tekliflere ait açıkça vücup (zorunluluk) ifade eden bir tabire r ati anmamaktadır. Teşri tarihinden de biliyoruz ki, nisab, mevzu ve nisbetleri belirtilen, vücup ve eda şartları tesbit edilen zekat, Medine devrinde farz kılınmıştır. Ancak Mekke safhasında bahis mevzuu olan zekat, bu kayıtlarla bağlı olmayan manada bir zekattır.[138]
Mekke'de mali tekliflerin mükellefleri şüphesiz müminlerdir. Mükellefiyet mevzuu olarak umumi manada "mallar",[139] hususi manada da "toprak mahsulleri"[140] zikredilmiştir.[141] Nisbetler hususunda Hz. Peygambere K. 7/199 ayetle, "(mallardan) fazlasını al" yetkisi verilmekle birlikte, bu fazla ifadesi, gereği kadar açık değildir "[142]
Bilindiği gibi Hz. Peygamber, Medine'de bir devlet tesis etmiştir.[143] Bu, evvelce mevcut bir devletin devamı değildir. Hz. Pey-gamber'in tesis ettiği devlet, evvela muhtelif kabile organizmalarından bir site-devlete, sonra daha geniş bir konfedere devlete dönüşmüştür. Bu sebeple yukarıdan aşağıya doğru her şeyde ilk defa olarak vaz ve tesis edilmek mecburiyeti vardı.[144]
işte bu sebepten mali mükellefiyet konuları yeniden ele alınmış, önemi belirtilmiş, konuya Mekke'de olduğu gibi muhtelif ıstılahlarla bol miktarda temas edilmiştir. Ancak Medine safhasında mali cephe, Mekke'de eksik olan maddi müeyyide ve teşkilatla takviye edilmiş, mutlak hükümler -bilhassa hadislerle- tahdid ve tahsis edilmiştir. Bu süre içinde müslümanlarm mükellef oldukları mali teklifler, zekat ve sadaka ıstılahları altında temerküz ederken, nisab, nisbet, mevzu gibi vergi unsurları da tedricen tekamül etmiştir. Yine bu safhada gayri müslimlerden cizye adı ile vergi alınması emredilmiştir.
Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettiğinde, ilk varış yeri olan Küba'da, Cuma hutbesinde mali mükellefiyet konusunu ele almış,[145] Medine'ye vardığında ensarla muhacirini mal, para ve gelirlerine de ortak yapacak şekilde kardeş yapmış,[146] Mescidu n-Nebevi'yi inşa ettirdikten sonra ilk iş olarak müslümanlar için yeni bir pazar yeri kurdurmuştur.
Eski Medine pazarı, yahudi kabilelerinden biri olan Benu Kaynuka mahallesinde idi. Bu yahudi kabilesi, pazarda yerleri parseller, ücret mukabili kiralar, pazara gelenlerden pazar resmi alırdı. Yahudiler Medine pazarına, dolayısıyla Medine iktisadiyatına hakim idiler.
Hz. Peygamber Medine'de yahudi mahallesindekinden daha müsait bir pazar yeri tesbit edip o yeri işaretleyerek "Bu sizin pa-zanmzdır... Orada size haraç (pazar resmi) yoktur" dedi.[147] Böylece Hz. Peygamber, daha Medine devrinin başlarında, bu pazar yerinde fiyatlara yansıyarak tüketiciye yüklenecek pazar resmini kaldırmış oldu. Nitekim daha sonra, Hz. Peygamberin muhtelif kabilelere gönderdiği mektuplarda, -îslâm öncesi devirlerde yürürlükte olan- dahili gümrük vergisi diyebileceğimiz, iç pazarlarda tahsil edilen bir çeşit vergiyi de kaldırdığını göreceğiz. Hz. Peygamber, Medine şehir-devletini tesis edip, devletin ana yapısını gösteren kurucu anayasayı[148] kaleme aldırdıktan sonra, mümin hayatının mali cephesi üzerinde gittikçe artan bir ehemmiyet getiren Kuran ayetlerini vahy olarak almaya başladı.
Biz bu mevzuda nazil olan ayetleri tetkik ederken önce Medine devrinin ilk yılında nazil olmaya başlayan ve mali mevzuların yoğun bir şekilde bulunduğu "Bakara" suresini ele alacak, sonra iniş sırasına göre diğer ayetleri gözden geçirip nübüvvetin son yıllarında (h.9) nazil olan ve iniş sırasında 113. vaziyette olan[149] "Tev-be" süresindeki mali mükellefiyetlerle ilgili ayetleri tetkik edeceğiz.
Tetkikatımız sonunda da görüleceği gibi, "Bakara" suresinde mali mükellefiyetler, ilgili ayetlerde çeşitli vesilelerle bol miktarda ele alınmakta, "Tevbe" suresinde ise yine aym mevzuya geniş bir şekilde yer verilerek, Medeni ayetlerin mali mükellefiyetler yönünden nihai tekamülüne varılmaktadır.
Hicretten sonra ilk nazil olan "Bakara" suresi 2/3, 195, 215, 219, 239, 261, 262, 264, 265, 267, 270, 272, 273, 274 ayetlerde mali mükellefiyetlere "infak" mastarından tasrif halinde fiil ve emir sığaları ile temas edilmekte, iniş sırasına göre; gayba iman eden, namaz kılan ve Allah'ın kendilerine nzık olarak verdiklerinden infak edenlerin... muttaki kullardan olacağı belirtilmekte,[150] Allah yolunda infaktan kaçınanların tehlikeli akıbetine dikkat çekilmekte,[151] mallarını nerelere sarfedeceklerini soranlara evvela bunun ana-baba, yakın akraba (ze'1-kurba), yetim, miskin ve yolda kalmışlara (ibn sebil) yapılacağı şeklinde cevap verilmekte,[152] ne infak edileceği sorulduğunda da "afv'ı infak ediniz",[153] yani tabii ihtiyaçlarınızın dışında kalan fazlayı[154] infak ediniz denilmektedir. Müteakip ayette tasvir edilen kıyamet günü gelmeden Önce infak ediniz[155] emri tekrarlanarak müslümanlar mali teklifler sahasında teşvikin de ötesinde azami fedakarlıkta bulunmaya davet edilmektedir. Bundan sonraki ayetlerde iniş sırasına göre Allah yolunda mallarından infak edenlerin 700 misline kadar mükafat-landırılacağı,[156] ancak Allah katında makbul infakın "başa kakmadan" ve "eza vermeden" yapılanı olduğu,[157] malım gösteriş için infak edenlerin bu sadakalarının boşa gideceği bildirilmektedir.[158]
Bundan sonra, infakın sırf Allah rızası için yapılması tenbih-lenmekte,[159] daha sonra müminlere hitaben temiz ve helal olarak kazandıklarından ve yerden çıkardıklarından infak edilmeleri emredilmektedir.[160] Böylece mezkur ayette, ticaret mallarından, yer altı ve yer üstü toprak ürünlerinden vergi vermek bahis mevzuu edilmektedir.[161] Bu arada, aynı ayette, ödenecek malın vasfına da işaret edilmekte, bunun kötü, adi cinsten olmamamsı istenmektedir,[162] Fakat az veya çok, iyi veya kötü her çeşit harcamanın
Allah tarafından bilinip değerlendirileceği de hatırlatılmaktadır.[163] Gece gündüz, gizli açık,[164] gerektiğinde muhtacın ihtiyacından haberdar olunduğunda derhal[165] yapılacak bütün harcamala-rın Allah rızası için yapıldığı müddetçe mükafatlandırılacağı belirtilmektedir.
Aynı sure K. 2/43, 83,110,177, 277 ayetlerde, zekat ıstılahı kullanılmakta, bunlardan K. 2/43 ve K. 2/83 ayetlerde israil oğullarına,[166] K. 2/110 ayette doğrudan müminlere "zekat veriniz" şeklinde emirler varid olmaktadır. K. 2/177 ayette "Birr (iyilik)... zekat vermek... dir" şeklinde açıklanmakta, bütün bu ayetlerde zekat vermek, namaz kılmakla birlikte zikredilmektedir. Böylece, namaz ile zekatın birlikte zikredilmesi şeklindeki Kur'an üslubu, Medeni ilk ayetlerde açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
K. 2/83 ayette zekat, anneye-babaya, yakın akrabaya, yetim, miskin ve yolda kalmışlara yapılacak "ihsan" (gönüllü ödeme) den, K. 2/177 ayette de "birr" (iyilik maksadı ile yapılan ve mecburi olmayan harcama) dan ayrılmaktadır.
Bakara suresi 2/263, 264, 271, 276 ayetlerde mali mükellefiyetlere "sadaka" ve onun cemi müennesi olan "sadakat" ıstılahı ile temas edilmektedir. Mekke devrinde tesadüf .edilmeyen bu ıstılah,[167] ileride de görüleceği gibi, zekatın müteradifi olarak sık sık kullanılacaktır.
K. 2/276 ayette sadaka, riba ile mukayese edilmekte; Allah'ın, ribanın bereketini giderdiği, sadakanın bereketini ise artırdığı hatırlatılmaktadır.[168] Aynı sure K. 2/245 ayette ise mali mükellefiyetlere, "Kardan Hasanen" tabiri ile temas edilmektedir. Allah'a güzel bir ödünç verme manasında kullanılan bu tabir, K, 5/12, 57/11,18, 64/17 v.s. ayetlerde de geçmektedir. Bu ayetleri birlikte mütalea ettiğimizde, adı geçen tabirin, cemiyet içinde Allah rızası için yapılacak bir çeşit yatırım manasına geldiği anlaşılacaktır.[169]
Bakara suresinden sonra, "seksensekizinci" iniş sırasında yer alan Enfal (8) suresi, Bedir harbinden sonra nazil olmuştur. Adı geçen sure K. 8/1 ayette ganimetlerin hükmü anlatılmış, 8/4 ayette ise yine ganimetlerin tahmis (beşe ayrılması) ve taksim şekli açıklanmıştır. Nitekim K. 59/6-10 ayetleri de, harpsiz ele geçirilen Benu Nadir arazisinin hukuki durumunu beyan sadedinde nazil olmuştur.[170]
Öteki surelerde iniş sırasına göre; K. 3/92 [171]ayette, mali mükellefiyetlere "birr" ıstılahı ile temas edilmektedir.[172] K. 4/77,162[173] ayetlerde ise, zekat vermek ve namaz kılmak birlikte zikredilmektedir.
K 33/33 [174]ve K. 57/18 [175]ayetlerde mükelleflere temas edilmekte, öncekinde peygamber hanımlarının da zekatla mükellef oldukları açıklanırken, sonuncuda "musaddık" ve "musaddıkat" ıstılahları ile kadın ve erkek bütün müslümanlara işaret edilmektedir. Bundan sonra, nüzul sırasına göre K. 98/5,[176] 24/37,[177] 22/41,[178] 58/13,[179] 5/12,[180] 55 ayetlerde, zekat ıstılahı yine namazla birlikte zikredilmekte, böylece müslümanlar katında Allah'a karşı vazifeler ile insanlara karşı vazifelerin içli dışlı ayrılmaz bir bütün şeklinde birbirine bağlandığı bir devlet anlayışına dikkat çekilmektedir.[181]
Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Tevbe suresi, hem Kur'an'ın en son inen surelerinden biridir, hem de mali mükellefiyetlere en geniş bir şekilde yer veren suredir. "Yüzonüçüncü" sırada yer alan bu surede, biri devlet gelirlerinden, diğeri de devlet harcamalarından bahseden iki mühim ayetin yanında, gayrı müslim tebadan tahsil edilen cizye (baş vergisi) ile ilgili ayet de bu surede yer almaktadır.
Tevbe suresi 9/5,18 ayetlerde önce zekatın önemi, onun inananlarla inanmayanlar arasında bir alamet-i farika olduğu belirtilmekte, bundan sonra K. 9/34-35 ayetlerde yeni zekat mevzuları bahis mevzuu edilmektedir. Bunlar altın ve gümüştür. Mezkûr ayette altın ve gümüşten zekatını [182]vermeyenlerin cehennem ateşi ile nasıl yanacakları ayrıntılı bir şekilde tasvir edilerek, böylele-ri elim bir azapla tehdid edilmektedir.
Tevbe suresi 9/81 ayette zekat mükellefi olarak kadın ve erkeklerin (müminun ve müminat) ayrı ayrı zikredilmesi vergi unsurlarının tekamülü yönünden mühimdir.[183] Bir diğer önemli olan husus da K. 9/29 ayetidir. îslâm Devletinin gayrı müslim tebasın-dan cizye (baş vergisi) vergisinin alınması bu ayet ile meşruluk kazanmıştır.
Nihayet Kur'an'ın bu dokuzuncu suresinde biri devlet gelirlerinden, diğeri de devlet giderlerinden bahseden iki mühim ayetten de bahsedelim.
K. 9/103 ayette, Hz. Peygamber'e müslümanlarm mallarından sadaka (zekat) alması ve tahsil esnasında mükellefe dua etmesi emre dilmektedir. Müfessirler, ayetin tefsiri hususunda geniş açıklamalar yapmışlardır. Burada şunu belirtmeliyiz ki, adı geçen ayette, Hz. Peygamber'e ve O'na niyabeten devlet başkanına, zekat tahsili için selahiyet verildiği açıkça belirtilmektedir.
K. 9/60 ayette ise devlet harcamaları hakkında esaslı prensipler vazedilmektedir.[184] Devlet bütçesi ile ilgili olan bu ayette, konumuz bakımından "amilin", yani vergi işlerinde çalışanlar ve bunların toplanan vergilerden maaş şeklinde bir hakka sahip olmaları gibi hususlar dikkatimizi çekmelidir.
Buraya kadar yapmış olduğumuz tesbitleri şu şekilde değerlendirmemiz mümkündür.
Medine devrinde, hicreti müteakip mali meseleler ele alınmış, Medeni ayetler giderek artan bir ehemmiyetle mümin hayatının bu cephesi üzerinde yoğunlaşmıştır. Konuya Mekke devrinde olduğu gibi, fakat daha farklı ıstılahlarla (ihsan, birr, kard gibi) temas edilmiştir. Bu devirde "zekat" ıstılahı tekrar tekrar kullanılmış ( K. 2/43, 83,110,177, 277, 4/77,162, 5/12, 55, 9/5,11,18, 71, 24/27, 33/33, 22/41, 78, 24/37, 56, 58/13, 98/5), bu arada zekatın müteradifi olarak, Mekke devrinde kullanılmayan "sadaka" ve "sadakat" ıstılahları 12 ayrı Medeni ayette (K. 2/196, 263, 264, 276, 4/114, 9/58, 60, 79,103,104, 58/12,13) kullanılmıştır. Zekat ıstılahı gönüllü ödemelerden olan "ihsan" (K. 2/83) ve "birr" (K. 2/177) ıstılahından açık bir şekilde ayrılmış, bu devirde doğrudan müminlere yapılan "zekat veriniz..." veya Hz. Peygamber'e hitaben "onların mallarından sadaka al..."[185] şeklinde varid olan hitaplarla, zekatın "cebrilik" unsuru taşıyan ilahi-dini bir mükellefiyet olduğu belirtilmiştir.
Kur'an Medeni ayetlerde mali mükellefiyet mevzuları umumi manada mal (K 2/177) ve emval (K. 2/261, 262) şeklinde gösterildikten başka, ticaret mallarını, toprak ürünlerini (K. 2/177), altın ve gümüş mevzularını (K. 9/34) da içine alacak şekilde tafsil edilmiştir.
Medeni ayetlerde mükelleflerin kadın ve erkek ayrı ayrı zikredilmiş olmaları da, vergi unsurlarının tekamülü yönünden önemlidir.[186]
Medeni K. 2/219 ayetle ne (kadar) infak edileceği hususunda sorulan bir soruya "Afvı (fazlayı) infak ediniz..." şeklinde cevap verilmiş ve böylece Mekke'de nazil olan K. 7/199 ayete açıklık getirilmiştir.
Medeni ayetlerin ilki olan Bakara suresi K. 2/262, 263, 264, 271, 274 ayetlerde, Ödeme şekli üzerinde hassasiyetle durulmuştur.
Medine Devrinde nazil olan ayetlerde harb hukukuna da yer verilmiş, bu münasebetle K. 8/1 ayette "nefl" (enfal), 8/41 ayette ganimet, 59/6-10 ayetlerde de fey hükümleri açıklanmıştır. Ayrıca gayrı müslim tebadan tahsil edilecek olan cizye (baş vergisi) de Kur'an Medeni 9/29 ayetle meşruluk kazanmıştır.
Hz. Peygamber'e tahsil selahiyeti veren K. 9/103 ayette, zekatın Ödenmesindeki "cebrilik" unsuru açık bir şekilde gösterilmiştir.
Zekat gelirlerinin tahsis yerlerini gösteren K. 9/60 ayette ise, vergi işlerinde çalışanlar (amilin) ve bunların zekat tahsisinden sahip oldukları haklarından bahsedilmiş olması, İslâm'ın ilk devrinden itibaren vergi teşkilatım sağlam esaslara istinad ettirdiğini göstermesi bakımından ehemmiyet arzetmektedir.
Yaptığımız tesbitlerden de anlaşıldığı gibi, mali mükellefiyetlerle ilgili ayetler, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinin ilk yılında inmeye başlayan Bakara (2) suresinde bol miktarda kullanılmış, Hz. Peygamber'in vefatına yakın yıllarda (h.9) nazil olan Tevbe (9) suresinde de aynı mevzulara geniş bir şekilde yer verilerek, Medeni ayetlerin mali mükellefiyetler yönünden nihai tekamülüne varılmıştır. [187]
Kur'an'da mali mükellefiyetlerle ilgili ayetleri tetkik ettikten sonra, bu konudaki hadisleri de incelememiz, bize vergi unsurlarının tatbikatta nasıl tekamül ettiğini gösterecektir.
Bilindiği gibi islâm Hukukunun ilk asıl kaynağı olan Kur1 anda, külli kaideler ve umumi prensibler vazedilmiştir, islâm hukukunun ikinci asıl kaynağı olan sünnet, Kur'an'm mübhemini tefsir, mücmelini tafsil, mutlakını takyid ve umumunu tahsis etmiştir. Bu bütün hükümlerde olduğu gibi, vergi hukuku sahasında da böyle olmuştur. Bu münasebetle Hz. Peygamber mali mükellefiyetlerle ilgili ayetleri vahiy yoluyla almaya başladığından itibaren, kendisi de konu ile ilgili açıklamalarda bulunmuş [188] ve bilhassa Medine devrinde gerek muhtelif bölgelerde görevlendirdiği amillerine ve gerekse yanında bulunan ashabına zekat nisab, nis-bet, mevzu ve tahsil usullerini öğretmiştir. Sahabe, zekat mevzularını, nisab, nisbet ve tahsil usullerini teferruatlı bir şekilde gösteren yazılı malumata da muhtaç olduğundan, Hz. Peygamber bu hususları şifahi olarak öğretmekle yetinmemiş, aynca yazı ile de tesbit ettirmiştir.
işte bu sebeple biz, bundan sonraki tetkikatımızı, vergi unsurlarının nasıl tekamül ettiğini, bu unsurları ayrı ayrı ele alarak ve konu ile ilgili ayet ve hadisleri de, her vergi unsurunun bahis mevzuu edildiği başlıklar altında göstererek yürütmeye çalışacağız. Bu suretle, hadislerde ve dolayısıyla Hz. Peygamberin tatbikatında vergi unsurlarının tekamülünü incelemiş olacağız. [189]
Kur'an'da mali mükellefiyetlere çeşitli ıstılahlarla temas edilmiş, nihayet bunlar içinde zekat ve sadaka ıstılahları, müslü-manlann devlete ödedikleri her nevi vergileri ifade eden ıstılahlar olarak yerleşmiştir.
Kur'an'da mali mükellefiyetleri ifade eden "taam" (K. 74/44, 89/18,107/3, 69/34, 76/8), "nasib" (K. 6/126,16/56), "hak" (k. 51/19, 70/24, 30/38, 6/141,17/26), "infak" masdarımn tasrifi (K. 2/3,195, 215, 219, 239, 261, 262, 264, 265, 267, 270, 272, 273, 274, 3/92, 4728, 8/36, 9/34) ıstılahları hem Mekki ve hem de Medeni ayetlerde tekrarlanmış, "ihsan" (K. 2/83, 4/36), "birr" (K. 2/177, 3/92) ve "kard" (K. 2/245, 5/12, 57/11,18, 64/17) ıstılahları ise sadece Medine devrinde zikredilmiştir.
Zekat ıstılahı Kur'an'da 8' i Mekki surede[190] olmak üzere 30 ayrı ayette ma'rife (belirli isim) olarak[191] (K. 2/43, 83,110,177, 278, 4/77,163, 5/12, 55, 9/5,11,18, 71,19/31, 55, 21/73, 22/41, 78, 24/27, 56, 27/3, 31/4, 33/33, 58/13, 73/20, 98/5, 7/156, 23/4, 30/39, 41/7) tekrarlanmıştır.
Zekat ıstılahı yukarıda kaydedilen ayetlerin 26 sında namazla birlikte aynı ayette,[192] K. 23/2, 4 ayetlerde ise namazla beraber aynı siga içinde, fakat iki ayrı ayette zikredilmiştir.[193]
Zekatın müteradifi olarak kullanılan "sadaka" ve "sadakat" ıstılahları ise Kur'an'da 12 ayette (K. 2/196, 263, 264, 276, 4/114, 9/58, 60, 79,103,104, 58/12,13) zikredilmiştir. Bu ıstılahların yer aldığı surelerin hepsi de Medeni surelerdir.
Hadislerde zekat ve sadaka ıstılahlarına bol miktarda tesadüf edilmektedir,[194] Bunlar içinde bazen toprak ürünlerinin vergi nisbeti olan uşr (1/10), zirai mahsullerden tahsil edilen verginin adı olarak da kullanılmıştır.[195]
Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, zekat ve başka ıstılahlar altında mali mükellefiyetler, mefhum olarak Mekke devrinde ortaya çıkmış, Medine devrinde teşkil edilen siyasi devlet camiası içinde müessesevi bir şekil almıştır. Bu hukuki müessese haline geliş ne zaman olmuştur? Zekat ne zaman farz kılınmıştır? islâm alimleri zekatın farz kılınış talihinde ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları zekatın h. 2. yılda Ramazan orucundan Önce,[196] bazıları aynı yıl Ramazan orucundan sonra farz kılındığını ileri sürerken,[197] îbn Esir (v. 630/1292), zekatın h.9. yılda farz kılındığım savunmuştur.[198]
Bu ve buna benzer görüş ayrılıklarının ortaya çıkışında, İslâm'ın iki asıl kaynağı olan Kur'an ve hadislerde umumiyetle, hadiselerin cereyan zamanının bildirilmemesi sebep olarak gösterilebilir.
Zekatın hangi yılda farz kılındığına dair kesin delil olmamasına rağmen, bunun h. 2. yılda vuku bulduğu hakkındaki görüş daha kuvvetlidir. H. 9. yılda ise artık zekat sabit tarifeli devlet vergileri halinde bizzat Hz. Peygamber'in amilleri tarafından tahsil edilmiştir.[199]
Kur'an'da zekat ve sadaka ıstılahlarının geçtiği ayetler gözden geçirildiğinde, bu mükellefiyetin mümin erkek ve kadına yüklendiği açıkça görülecektir. Buna ilaveten, K. 2/264 ve K. 4/38 ayetlerde, Allah'a ve ahiret gününe inanmayanların gösteriş için harcamalarda bulunmalarının kabule şayan olmayacağı da belirtilmektedir.
Tatbikatta da zekat müslümanlardan ahnagelmiş,[200] gayri müslim tebadan alınan vergiler, hukuki yapıları zekattan tamamen farklı cizye ve haraç adıyla tahsil edilmiştir.
Hz. Peygamber Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderirken verdiği talimatta, Yemen'lileri önce imana davet etmesini, kabul ederlerse namaz kılmayı, bunu da kabul ettikten sonra "zenginlerinden alınıp fakirlerine verilen" zekatı onlara öğretmesini bildirmiştir.[201] Bu hadisten de anlaşıldığı gibi, zekat mükellefiyeti, önce iman davetini kabul edip mümin olanlara yüklenmektedir.
Muaz b. Cebel'e verilen talimatta dikkat edilmesi gereken ikinci bir husus da, zekatın müslüman zenginlerden tahsil edilmiş olmasıdır. Bu zenginlik sınırı, Hz. Peygamber tarafından bütün vergi mevzuları için ayrı ayn gösterilmiştir. Buna göre nisab miktarı gümüşte 200 dirhem (595 gram), altında 20 miskal (85 gram) hayvanlarda; devede 5 deve, sığırda 30 sığır, koyunda 40 koyun; toprak mahsullerinde 5 vesk (653 gram)dir.
Hz. Peygamber nisab miktarı mala sahip olan kadm-erkek bütün müslümanları zekatla mükellef tutmuştur. O, Muaz b. Cebel'i Yemen'e (amil olarak) gönderirken ona şöyle söylemiştir: "Onları önce Allah'tan başka tanrı olmadığına ve benim Allah'ın peygamberi olduğumu bilmeye ve tanımaya davet et. Eğer kabul edip itaat ederlerse, onlara her gece ve gündüz üzerlerine 5 vakit namazın farz kılındığını öğret, buna da itaat ederlerse onlara bildir ki, Allah kendilerine mallarından zekatı farz kılmıştır. Bu zekat zenginlerinden alınıp fakirlerine verilir.[202]
Hz. Peygamberin bu hadisine göre zekat, islâm Devletinin gayrı müslim halkına yüklenmez, sadece kadın-erkek müslüman halkından alınır. [203]
Mekki ve Medeni ayetlerin tetkikinde de görüldüğü gibi, Kur'an'da çeşitli zekat mevzulanna temas edilmiş, bunun yanında kendilerinden zekat ödenmesi istenen bazı mallar da ayrı ayrı zikredilmiştir. Ancak zekata mevzu olacak malların tesbiti, mevzu olabilme şartlarının tayini ve bu mevzulardan ne miktar zekat borcu tahakkuk edeceğinin belirlenmesi, onun mütemmimi olan hadislere bırakılmıştır.
Kuran mali mükellefiyet mevzulanna çok kere umumi bir tabirle "emval" tabiri ile işaret etmiş,[204] bunun yanında zekatı ödenmesi istenen bazı malları da saymıştır. Bunlardan altın ve gümüş mevzulanna temas eden K. 9/34 ayeti, ticaret mallan, yer altı-yer üstü toprak ürünlerinden vergi mevzulanna dikkati çeken K. 2/267 ayeti ve umumi olarak zirai mahsul mevzulanna işaret eden K. 6/141 ayetleri gösterebiliriz.
Hz. Peygamber, bilhassa Medine devrinde, hangi nev'i mallarda ve ne şartlar içinde zekat tahakkuk edeceğini hadislerde belirtmiştir. Gerek Peygamber ve gerekse Medine İslâm devleti'nin başkanı olması sıfatıyla, yanmadamn birçok yerlerine gönderdiği resmi yazılarda ora halkına, müslümanlann hangi mallardan zekata tabi olduklanm göstermiş ve kendilerini bunlarla mükellef tutmuştur. Aynca bu yeni devleti temsilen muhtelif selahiyetleıie çeşitli bölgelere gönderilen memurlar, oralann zekatlannı toplamışlardır.[205]
Hz. Peygamber'in tatbikatında, diğer vergi unsurları yanında, zekat mevzuları da vuzuha kavuşmuş, aynı zamanda nisab, nema (artmcı olabilme vasfı) gibi mevzu olabilme şartlan da belirlenmiştir.[206]
Bundan sonra zekat mevzulanna ayrı ayn ele alıp hulasa etmeye çalışacağız. [207]
"Ey iman edenler, kazandıklarınızın temizlerinden ve sizin için yerden çıkardıklarımızdan infak edin...". Mealini verdiğimiz bu K. 2/267 ayette, topraktan çıkarılan ürünlerden infak edilmesi emredilmektedir. Cessas (v. 370/980), "Ahkamul-Kur'an" adlı eserinde ayette zikri geçen "infak" tan kasdedilen mananın, zekat vermek olduğunu söylemektedir.[208]
K. 6/141 ayette ise, muhtelif zirai mahsuller sayıldıktan sonra, müslümanlann her mahsul mevsimi, mahsullerinin hakkını vermeleri emredilmektedir.[209]
Bu ayetlerin yanında, toprak ürünlerinden vergi mevzularının tatbikatta nasıl belirlendiğini gösteren hadisler de oldukça boldur. Bu hadisler içinde umumi bir ifade ile bütün zirai mahsullerden zekat mevzulanna işaret edenler olduğu gibi,[210] sadece buğday, arpa, hurma ve kuru üzüm mevzularında zekat tahsil edildiğini gösterenler de vardır.[211]
Aynı şekilde, Hz. Peygamber zamanında, bazı bölgelere gönderilen yazılarda, her nevi mahsûlden müslümanlann vergi verecekleri belirtilmiş,[212] bazı bölgelere gönderilen yazılarda ise vergi mevzuu mahsuller ayn ayrı gösterilmiştir. Bazen de değişik vergi mevzuları belli bir bölgeye vazedildiği halde, diğer bir bölgeye aynı çeşit mevzular vazedilmemiştir.[213]
Vergi mevzularının vazedilişinde görülen bu farklılaşmanın vergi hukukunun tekamülü yönünden izahım Salih Tuğ, îslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı adlı eserinde şöyle yapmaktadır:
1. Vergi vazedilirken o bölgenin iktisadi ve iklimi durumu nazarı dikkate alınmış olabilir. O bölgede hangi nev'i mahsuller bol, mükellefler tarafından kolay istihsal edilebilir ve kolayca ödene-bilirse Öncelikle bunlara vergi vazedilmiştir. Kanun teşri edilirken halk süjelerinin muhtelif bakımlardan imkan ve durumları nazar-ı itibara alınmıştır.
2. Mükelleflerin henüz İslâm'a ısınmamış olduğu bir sırada bulunuşu da, farklı mevzulardan vergi alınması neticesini doğurmuş olabilir.
3. Her nev'i zirai mahsule vergi yüklendiği ve mahsul nev'i belirtilmediği vakıalarda ise, bu durumun orada çıkan mahsulün mahdud nev'inden olup, esasen herkesçe bilinen, oraya mahsus şeyler olmasından ileri gelmesi mümkün bulunmaktadır.[214]
Kur'an'da hayvan mevzulanndan zekat alınmasına dair sarih bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak pek çok ayette binek olarak yahut etinden, sütünden ve derisinden istifade edilen ve bu manada enam adı verilen hayvanlara işaret edilmekte (16/5, 7, 66, 80), insanların bu hayvanları yaratana şükretmesi hatırlatılmaktadır.[215]
Hayvan mevzularında zekat alınması hadislerle belirtilmiş, nisab ve nisbetleri tayin edilerek Hz. Peygamber devrinde devlet otoritesinin kuvvetlenmesine paralel olarak yarımadanın çeşitli bölgelerinden tahsil edilmiştir.
Hadislerde deve, sığır ve koyunlardan zekat alınacağı ve bu hayvanların zekata mevzu olabilmeleri için de bazı şartların aranacağı belirtilmektedir. Buna göre zekata mevzu olacak hayvanların;
1. Saime (senenin çoğunu meralarda otlayarak geçiren hayvanlar) olması,[216]
2. Amile (ziraat, sulama vs. işlerde kullanılır) olması,[217]
3. Nisaba ulaşmış olması,[218]
4. Üzerinden bir sene geçmiş olması[219] gerekmektedir.
Hz Peygamber, vefatına yakın yıllarda tafsilatlı vergi tarifelerini gösteren uzun bir liste hazırlatmış, fakat onu gereken yerlere göndermeden vefat etmiştir. Bu liste Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Ömer b. Abdilaziz tarafından vergi memurlarına gönderilerek tatbikata konmuştur. Biz bu vergi tarifelerini muhtevi yazılı listenin senet ve muhtevası üzerinde ileride duracağız. Burada şunu belirtelim ki, adı geçen listede deve ve koyun mevzuları nisab ve nisbetleri ile gösterilmiş,[220] sığır mevzuu listede yer almamıştır. Sığır cinsinin de zekata tabi olduğunu, Hz. Peygamberin bir başka hadisinden öğrenmekteyiz.
Hz. Peygamber, Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderirken ona sığırdan zekat almasını, nisab ve nisbetlerini de öğreterek emretmiştir.[221]
Hz. Peygamber'in atları zekattan istisna etmesi ile ilgili hadisi, ileride islâm fakihleri tarafından farklı şekilde yorumlanmıştır.
Netice olarak, Hz. Peygamber zamanında deve, koyun, sığır cinsi hayvanlardan zekat tahsil edilmiş, bunlar devlete ait otlaklarda (mera)muhafaza edilmişlerdir.[222]
Kur'an'da ma'denler hakkında Özlü bir sure ve bunun yanında çeşitli ma'denlerden bahseden bir çok ayetler vardır. "Hadid" (demir) ismi ile anılan bu surede K. 57/25 ayette, demirden insanlığa sağlanan fayda ve zararlar dile getirilmektedir. Ayrıca aynı ma'denden K. 18/96,17/50, 22/21, 24/10, 50/22 ayetlerde de bahsedilmektedir.
Bunların yanında altın K. 31/14, 18/31, 22/23, 43/53, 3/91, 9/34 ayetlerde, gümüş K. 3/14, 43/33, 34, 76/15,16, 21, 9/34,18/14 ayetlerde, özellikleri ve güçleri nokta-i nazarından ele alınmaktadır.[223]
Şunu hemen belirtelim ki, Kur'an'da, ma'den mevzularında mali bir mükellefiyetin bulunduğu hususu açıkça zikredilmemiş,konuya toprak mahsûlleri bahsinde de ele aldığımız K. 2/267 ayette "... Yerden çıkardıklarınızdan infak ediniz..." şeklinde umumi bir ifade ile temas edilmiştir. Ma'denler de Allah'ın yerden insanlar için çıkardığı şeyler cümlesindendir.
Hadislerde, ma'denlerde mali mükellefiyetin bulunduğuna dair malûmat vardır. Hz. Peygamber, Ebyad b. Hammal'a Yemen taraflarında bulunan "Me'areb" tuzluğunu ıkta etmiş, Akra b. Habis et-Temimı (yahud Abbas b. Mirdas es-Sülemi) oraya her uğrayanın istediği kadar tuz alıp gittiğini, bunun aynen su gibi muamele gördüğünü dolayısıyla Ebyad'a verilmemesini söylemiştir. Hz. Peygamber de adı geçen sahabiye yaptığı ıktadan vazgeçip,[224] tuzluğun bundan böyle Ebyad adına bir sadaka olduğunu bildirmiştir.[225]
Hz. Peygamber, Bilal b. Haris[226] el-Müzeni'ye Fur bölgesinde bulunan "Kabeliyye" ma'denini ıkta olarak vermiş ve oradan zekat alınagelmiştir.[227]
Rikaz'da ise 1/5 nisbetinde vergi olduğu açıkça gösterilmiştir.[228] Ancak fakihler bu mefhumun, ma'denleri de içine alıp almadığı hususunda ihtilafa düşmüşler; bir kısmı bu konudaki hadisleri ma'denlere ait telakki ederken, diğerleri de rikazı cahiliyye devrinde saklanmış ve İslâm'da bulunmuş şeyler (altın, gümüş) olarak telakki etmişlerdir.[229]
Hz. Peygamber'in ma'denlerden vergi aldığı bir vakıadır. Ancak Arab Yanmada1 sının bu sahada geniş imkanlara sahip olmaması dolayısıyle, Hz. Peygamber'in bu konudaki tatbikatı, sadece sınırlı misallere münhasır kalmıştır.[230]
Kur'an 9/34-35 ayetlerde, altın ve gümüşte ödenmesi gerekli Allah hakkı olduğu belirtilmekte, altın ve gümüşü stok edip bu hakkı ödemeyenler elim bir ahir et azabı ile tehdid edilmektedir.
Hadislerde de bu mana teyid edilmiş, altın ve gümüşün zekat mevzuu mallar oldukları bildirilmiştir.[231]
İslâm'dan Önce Arab Yarımadasında bilhassa komşu devletlerin paralan; Bizans'tan gelen altın sikkeler (dinar) ve İran'dan gelen gümüş paralar (dirhem) tedavülde idi. Arap piyasasında bu iki nev'i para da kabul ediliyor, ayrıca külçe halinde altın ve gümüş de ödemeler için kullanılıyordu.[232]
Hz. Peygamber'in tesis ettiği Medine İslâm Devleti, para basmak için bir teamüle lüzum görmemiş, ancak Hz. Peygamber, Mekke (Kureyş) örfünce tanınan para vezinlerinin esas alınmasını tavsiye etmiştir.[233] Hulefa-i Raşidin ve Emeviler devrinde vergi hukuku bahsinde de geniş bir şekilde ele alacağımız gibi, islâm 'da para vezinlerini ayarlama işlemleri Hz. Ömer zamanında ele alınarak zaman zaman bu konuda çalışmalar yapılmış, ancak gerçek manada Islâmi para Emevi halifesi Abdülmelik b. Mervan (65/685-86/705) devrinde basılmıştır. Burada şu kadarını söylemeliyiz ki, altın ve gümüş mevzularında zekat dediğimiz zaman, Hz. Peygamber, Hulefa-i Raşidin ve Emeviler devirleri için hem para birimi olan dinar-dirhem ve hem de külçe halinde altın-gü-müş anlaşılmaktadır.
Hz. Peygamber devrinde ikili para sistemi (bimetalizm=altın-gümüş) hakim olmasına rağmen gümüş para piyasada daha çok kullanılıyor, altın paraya ise daha yüksek ödemeler için müracaat ediliyordu. Bu sebeple, gümüşün nisab ve nisbetleri ile ilgili hadislerin daha çok olmasına şaşmamalıdır.[234]
Para ve ticari mübadele vasıtası olarak değil de, zinet için kullanılan altın gümüş maddeleri zekata tabi midir? Bu konuda varid olan hadisler,[235] fakihler tarafından farklı şekilde yorumlanmış ve neticede görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır.[236]
K. 2/267 ayette "Kazandıklarınızdan... infak ediniz..." şeklinde ifade edilen manadan müfessirler, ticaret mallarından zekatın verilmesi emredildiğini anlamışlardır.[237] Buhari (v. 256/870) mezkur ayeti "Sahih" inde "Kazanç ve ticaretin sadakası (zekatı)" babında ele almıştır.[238]
Semuretubnü Cündüb'den rivayet edilen bir hadiste, adı geçen sahabi, "Hz. Peygamber bize satmak için hazırladığımız maldan zekat çıkarmamızı emrederdi"[239] demektedir. Bu beyandan da, Hz. Peygamber devrinde ticaret mallarından zekatın alınmış olduğunu öğreniyoruz.
Altm-gümüş (ister para halinde olsun, ister külçe halinde bulunsun) ve ticaret malları, bir sene elde bulundurma ve gereken nisaba ulaşma şartlan ile zekata tabi mevzular olmaktadır. [240]
Giriş bölümünde de işaret ettiğimiz gibi İslâm'dan önce Arap Yarımadasında en belirgin vergi, gerek ticari ithalattan ve gerekse panayırlarda ticari muamelelerden 1/10 nisbetinde alman gümrük vergisi diyebileceğimiz bir vergi idi.
Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettikten sonra, Arap kabile-leriyle yaptığı bir çok muahedelerde, uşr denen bu verginin ilgası bahis mevzuu edilmiştir.[241] ilga edilen bu uşr vergisi, bundan böyle iç pazarlarda ve eyaletler arası nakliyatta alınması adet olan dahili gümrük diyebileceğimiz vergiler idi. Bununla beraber, dış ticarette alınması mutad olan gümrük vergisi devam etti. Yahut herhangi bir nisbet, hususi muahedeler ve anlaşmalarla şart koşuldu. [242]
Ahmed b- Hanbel'in (v. 241/855) Müsned adlı eserinde rivayet ettiği araplardan uşr'ün kaldırıldığını ifade eden hadisiyle,[243] Ebu Davud'un (v. 275/888) ""uşr", yahudi ve hristiyanlara yükletilir, müslümanlara "uşr" yoktur"[244] manasmdaki hadisini yukarıdaki malumatla birlikte mütalaa ettiğimizde, Hz. Peygamber zamanında gümrük vergisinin sadece gayrı müslimlere tatbik edilmiş olduğunu anlarız.
Hz. Ömer'in halifeliği zamanında müslümanları da içine alacak şekilde genişleyen bu vergi, aynı zamanda bu halife zamanında tafsilatlı hükümlerle müessese halini alacak ve geniş tatbikat zemini bulacaktır.
Hz. Peygamber devrinde gümrük vergisinin, hududlarda değil de malın pazara arz edildiği mahallerde alındığı anlaşılmaktadır.[245] Ancak daha sonraki devirler için hududlarda da hususi tahsil memurlarının özel mahallerde bu vergiyi tahsil ettikleri görülmektedir.[246]
Ferdi bir mükellefiyet olan fıtr sadakasının (Sadakatu'1-fttr) Hz. Peygamber zamanındaki tatbikatı ile ilgili olarak kaynaklar şu malumatı vermektedir:
"Hz. Peygamber fıtır zekatını bir sa hurma ve bir sa arpa olmak üzere köle, hür, erkek, kadın, küçük ve büyüklere farz kılmış ve insanlar namaza çıkmadan önce verilmesini emretmiştir."[247]
Buhari'nin kaydettiği, tbn Ömer'den rivayet edilen bu hadisin yanında, diğer bütün kaynaklar da hemen hemen aynı manada hadisleri nakletmektedirler. Ancak bu kaynaklardaki konu ile ilgili hadisin sonunda zamanla insanların bir sa arpa ve bir sa hurmayı yarını sa buğdaya denk tuttuklarım, bunun da münakaşalara yol açtığını ilave etmektedu-ler.[248]
Yukarıdaki hadislerden, fitır sadakasının, fakirlere muayyen nisbette arpa ve hurma tahsisi şeklinde ödendiğini öğreniyoruz. Ancak bir başka hadiste bu mali mükellefiyetin, Hz. Peygamber zamanında yiyecek maddesi olan "her nev'i ta'amdan" ödenmiş olduğunu görüyoruz.[249]
Mevzu, nisbet ve mükellefleri tesbit edilen fıtır sadakasının ödenmesi Hz. Peygamber tarafından emredilmiş, zekat farz kılındıktan sonra Hz. Peygamber onu ne ilga etmiş ve ne de emretmiştir. Ancak müslümanlar bu mükellefiyeti her Ramazan ayında Bayram namazından Önce ödemeye devam etmişlerdir.[250]
K. 7/199 ve 2/219 ayetlerde "fazla", "fazlayı al" ifadeleri ile umumi manada işaret edilen nisbet mefhumu dışında, Kur'an'da bu konuya temas eden başka bir ayete tesadüf edilmemektedir.
Diğer vergi unsurlarında olduğu gibi, vergi nisbetleri konusunda da, geniş malumatı Hz. Peygamberin hadislerinde buluyoruz.
Hz. Peygamber Medine devrinde çeşitli zamanalarda islâm idaresine bağlı bölgelerde görevlendirdiği amillerine verdiği talimatnamelerde, tahsili istenen vergilerin nisbetlerini de göstermiş, bu vergi tarifleri O'nun vergi memurlarına göndermek üzere kaleme aldırdığı ve fakat vefatı üzerine gönderemediği bir yazıda nihai şeklini almıştır.[251]
Gerek bahis konusu yazı ve gerekse kaynaklardaki diğer hadislerde, muhtelif zekat mevzularından ne miktar zekat alınacağı aşağıdaki şekilde gösterilmiştir:
Develer : 1 den 5 e kadar zekat istisnasıdır. 5 den 25 e kadar, her 5 devede bir koyun, 23-35, 36-45, 46-60, 61-75 arası develer sırasıyla iki, üç, dört ve beş yaşında birer dişi deve, 76-90 arası üç yaşında iki, 91-121 deve arası dört yaşında iki dişi deve Ödenmesi şeklinde vergilendirilmiştir.[252]
Koyunlar : 1 den 39 a kadar zekat istisnasıdır. 40-120 arası bir, 121-200 arası iki, 201-399 arası üç ve bundan sonra her 100 koyunda bir koyun ödenmek üzere vergilendirilmiştir.
Sığır: her 30 sığırda iki yaşında bir dana/düve, her 40 sığırda üç yaşında bir sığır Ödenmek üzere vergilendirilmiştir.
Yukarıda zikrettiğimiz sığır mevzuunun zekat nisab ve nis-betlerini, Hz. Peygamberin Muaz b. Cebeli Yemen'e gönderirken ona verdiği talimattan öğreniyoruz.[253]
Hz. Peygamber tarafından altın ve gümüş mevzularının zekat nisbetleri de, 1/40 (% 2.5) olarak tesbit edilmiştir.[254]
Toprak mahsullerinden zekat nisbetlerine ise, hadislerde sıkça rastlanmaktadır. Buna göre, zirai mahsul nisbetleri, toprağın sulama tekniğine göre tayin edilmektedir; eğer toprak (yağmur gibi) tabii sularla emek sarfedilmeden sulanıyorsa uşr (1/10), arazi (kova vs. gibi) taşıma su ile emek harcanarak sulanıyorsa nısfu'l-uşr (1/20) nisbetinde vergilenmektedir.[255]
Kur'an'ın 9/103 ve 9/60 ayetleri, esasen zekattaki cebrilik unsurunu göstermektedir. Bu ayetler, Hz. Peygamber'e zekatı tahsil selahiyeti vermektedir.
Hz. Peygamber de kendisine getirilen zekat borçlarını kabul ettiği gibi Medine dışına da vergi memurları göndererek zekatı yerinde tahsil ettirmiştir.
Hz. Peygamber ashabı arasında kabiliyetli kişileri seçerek çeşitli bölgelerde vergi memur ve müfettişi olarak görevlendirmiş, onlara vergi mevzu ve nisbetlerini içeren talimatnameler vermiş ve onlara bizzat matrah tesbitlerini öğretmiştir.[256]
Hz. Peygamber vergi memurlarına, zekat mevzularının bulunduğu yerlere gitmelerini emretmiş, mükelleflerin vergi memurlarını arayıp bulmakla ve vergilerini onun ayağına getirmekle sorumlu olmadıklarını onlara hatırlatmıştır.[257]
Hz. Peygamberin emirleri doğrultusunda vergi memurları, zekata mevzu olan malların bulunduğu mahallere gitmişler, mesela hayvanları kolayca toplanabilecekleri su başlarında toplamışlar,[258] büyüğünü küçüğünü sayıp sonra orta vasıfta olan hayvanları zekat borcu olarak tahsil etmişler, küçüklerini almadıkları gibi, en semizlerini ve süt veren hayvanları da zekat olarak almamışlardır,[259] Nitekim Hz. Peygamber, Muaz b. Cebel'i Yemen'e amil olarak gönderirken ona "Halkın en kıymetli mallarını almaktan sakın" diye emretmiştir.[260]
Hz. Peygamber amillerine daha çok vergi tahsili için ayrı ayrı kişilerin sürülerini bir araya toplayıp, bu toplu sürüye vergi tarifesini uygulamamalarını, ayrıca mükelleflere de vergiden kaçmak için sürülerini küçük küçük parçalara ayırıp, her bir parçayı başkasının malıymış gibi göstermeden bildirmelerini emretmiştir.[261]
Toprak mahsullerinden de zekat borcunun kötü kalite maldan ödenemiyeceği,[262] para ve ticaret mallarından ise ancak temiz ve helal yoldan kazanılanlardan zekat kabul edileceği bildirilmiştir.[263]
Hz. Peygamber, nezdine zekat borçlan getirildiğinde mükelleflere dua eder,[264] böylece onları zekat ödemeye teşvik ederdi.
Nihayet Hz. Peygamber devrinde vergilerin aynî (mal) olarak tahsil edildiklerini, bunlar arasında zekat olarak tahsil edilen hayvanların devlet malı olduklannın bir nişanesi olarak damga-lattırıldıklarım da görmekteyiz.[265] Bununla beraber Muaz b. Ce-bel'in Yemen vergi tatbikatında da görüldüğü gibi, aynî (mal) zekat borcunun yanında, bedeli ödemelerin kabul edildiğini de tes-bit etmekteyiz.[266]
K. 6/141 ayette zirai mahsûllerin vergi tahsil zamanlarına temas edilmiş ve bunun hasad zamanı olduğu belirtilmiştir. Bunun dışında zekatın ne zaman tahsil edileceğini Hz. Peygamberin tatbikatından öğrenmiş oluyoruz.
islâm'da vergi yıllıktır. Bilhassa nakid, hayvanlar ve ticaret mallarında zekat borcunun tahakkuku için, bunlann üzerinden bir sene geçme şartı (havalanu'1-havl) aranmaktadır.[267] Ancak ferd isterse bir sene dolmadan da zekatını ödeyebilmektedir.[268]
Zekatın tahsil edileceği ay olarak biri Muharrem,[269] diğeri de Ramazan olmak.üzere iki ay gösterilmektedir.[270]
Sonuç olarak bazı vergi mevzuları, yapılan icabı tahsil zamanı bakımından ya güneş takvimine tabi olmakta (zirai mahsuller gibi) veya kameri takvime tabi olmaktadırlar (ticaret malları, nakid gibi).
Hz. Peygamber (s.a.v.) Tarafından Zekât Tahsildarlarının Gönderildiği Yerler/Kabileler
No |
Yer Kabile |
Tahsildar |
1 |
Udra |
kendileri getirdi |
2 |
San'a |
|
3 |
Hadramut |
7 |
4 |
Tayy |
7 |
5 |
Esed |
7 |
6 |
Benî Hanzala |
Vekî b. Malik- Malik b. Nuveyre |
7 |
BenîSa'db. Bekr |
7 |
8 |
Bahreyn |
Alâ b. Hadramî (h.8) |
9 |
Necran |
7 |
10 |
Benî Haris |
7 |
11 |
Kelb |
Dahhak b.Süfyan el-Kilabî |
12 |
Fezare |
Amr b. As |
13 |
Benî Mııstalık |
el-Velîd b.Ukbe/(daha sonra Abbad b. Bişr) |
14 |
Benî Murre |
7 |
15 |
Eşca, Gatafan, Abs |
? |
16 |
Udra, Salamım, Bali |
|
17 |
Avz/el-Enbâ |
Zibrikan b. Bedr |
18 |
Dârim |
9 |
19 |
Benî Amir |
Safvân b. Safvân-Sabra b. Amr |
20 |
Benî Süleym |
Abbâd b. Bişr el-Eşhelî, Süleymlerden biri |
21 |
Hevâzin, Cesm, Nadar |
|
22 |
Sakîf |
7 |
23 |
Kilâb |
? |
24 |
Eşlem |
Abbad b. Bişr veya Kâb b. Malik -Bureyde b. el-Husayb |
25 |
Gifar |
Bureyde b. el-Husayb - Kâb b.Malik ? |
26 |
Muzeyne |
Abbad b. Bişr el-Eşhelî |
27 |
Kâ'b |
Busrb. Sufyan el-Kâ'bî |
28 |
Zubyan |
Abdullah b. Leysî (Lutbiyye) el-Ezdî |
29 |
Sa'd Huzeym |
7 |
30 |
Uman |
Amr b. As (h.8) |
31 |
Medine |
Ömer b. Hattab |
32 |
Cuheyne |
Râfi b. Mukeys |
İslâm Devletinin gayrı müslim tebasmdan biri Cizye (baş vergisi), diğeri de Haraç (arazi vergisi) olmak üzere başlıca iki nev'i vergi tahsil edilmiştir. Bu iki çeşit verginin ortaya çıkışları, mahiyetleri ve hukuki durumları arasında farklar vardır. Bunlardan Cizye, Hz. Peygamber'in hayatında sarahaten vazedilmiş, O'nun sağlığında muhtelif bölgelerde tatbikata konmuş ve böylece tekamül edip müesseseleşmiştir.[272] Haraç, yani arazi vergisi, Hz. Peygamber devrinde sadece bir kaç bölgede, gayrı muayyen ve müphem bir şekilde uygulanmış, hukuki hüviyetine kavuşması için gerekli tatbikattan yoksun kalmıştır. Haraç vergisi ancak^geniş manada tatbikat zeminim Hz. Ömer'in halifeliği zamanında bulmuş, o devirde tekevvün ve tekamül ederek müessesevi hüviyetine kavuşmuştur.
Bu itibarla biz, Hz. Peygamberin vefatından sonra, bilhassa Hz. Ömer'in hilafeti zamanında müstakil bir vergi haline gelen Haraç vergisinden önümüzdeki bölümde kısaca bahsedecek, haraç vergisinin ortaya çıkışı, mükellef, mevzu, nisbet gibi unsurlarının tekamülünü geniş bir şekilde Hz. Ömer devrinde ele alacağız. Hz. Peygamberin sağlığında ortaya çıkıp tekamül eden Cizye vergisini ise bu bölümde tetkik edeceğiz. [273]
Haraç ıstılahı, K. 23/72 ve 18/94 ayetlerde "Hare" ve "Haraç" şeklinde, fakat vergi ve bilhassa arazi vergisi manasının dışında, "karşılık", "ücret" manalarında kullanılmıştır.
Hz. Peygamber de haraç ıstılahını cizye[274] (baş vergisi), vergi,[275] gelir [276] manalarında kullanmıştır.
Hz. Peygamber zamanında ele geçirilen topraklardan arazi vergisi tahsil edilmiş midir? Bu husus gerek klasik ve gerekse muasır müellifler tarafından münakaşa edilmiş, bunlardan bir kısmı Hz. Peygamber devrinde gayrı müslimlerden arazi vergisi alınmış olduğunu savunurken, diğer bir kısmı da gayrı müslim arazi vergi uygulamasının Hz. Peygamber zamanında görülmediğini, bunun ilk defa Hz. Ömer tarafından vazedildiğini ileri sürmüşlerdir. Hz. Ömer zamanında haraç vergi hukukunun ulaştığı noktayı tesbit edebilmek için, çalışmalarımızı Hz. Peygamber devrinden itibaren arazi ve arazi vergi hukuku sahalarında ne gibi uygulamaların yapıldığını da ele alarak yürütmek zorunda olduğumuzdan, burada -tekrardan kaçınmak için- şu kadarını söylemekle yetineceğiz.
Hz. Peygamber zamanında haraç vergisinin tatbikata konulup konulmadığı hususundaki tartışmalar, bilhassa şu vak'alarm müellifler tarafından farklı değerlendirilmesinden kaynaklanmaktadır.
1) H. 7. yılda Hayber arazisi savaşla (anveten) ele geçirilmiş, savaş sonunda Hayberli Yaudilerle, araziyi işletmelerine karşılık, elde edecekleri mahsulün yarısını müslümanlara vermeleri şartı ile anlaşma yapılmıştır.[277]
Anlaşma gereği Hayber Yahudilerinden alman bu pay, bazı müellifler tarafından gayn müslim arazi vergi uygulaması olarak değerlendirilirken,[278] bazıları da bunun zirai ortaklık akdi olduğu görüşünü savunmuşlardır.[279]
2) H.8. yılda Makna halkı ile yapılan sulh anlaşmasında, meyvelerin 1/4 ünün müslümanlara verilmesi şart koşulmuştur.[280]
3) H. 10. yılda Bahreyn ahalisi ile, toprak ürünlerinin 1/2 sinin müslümanlara verilmesi şartı ile sulh yapılmış, burada "amil" olarak görev yapan Alâ b. Hadrami'nin müslümanlardan uşr, müşriklerden haraç tahsil ettiği rivayet edilmiştir.[281]
Bu son iki vak'a da bazı müellifler tarafından gayrı müslim arazi vergi tatbikatı olarak kabul edilirken,[282] diğer bazıları da bunun "müşterek cizye" uygulaması olduğunu ileri sürmüşlerdir.[283]
Gayrı müslim mükelleflerden alınan cizye (baş vergisi), hicretten sonra Medine devrinin ileri senelerinde ortaya çıkmıştır.[284]
Bilindiği gibi İslâm'ın ilk yıllarında cizye vazolunmadığı gibi, gayrı müslimlerle savaşa da izin verilmemiş, daha sonra Hz. Pey-gamber'e Hac 22/39 ayetle savaş izni verilmiş, ancak kendisi ile (müslümanlarla) savaşanlarla savaşması, savaşmayanlarla savaşmaması bildirilmiş,[285] daha sonra h. 8. yılda bütün arap müşrikleriyle, onlar tevbe edip namaz kılana ve zekat verene kadar savaşması emredilmiştir.[286]
Nihayet h. 9. yılda, Tebuk seferi esnasında nazil olan K. 9/29 ayetle[287] ehli kitabtan cizye vergisi alınması meşruluk kazanmıştır. K. 9/29 ayetin umumi manasına göre, İslâmiyet'i kabul etmeyen, ehl-i kitaptan olan kimselere cizye vermeleri teklif edilecektir. Eğer kabul etmezlerse kendileriyle savaşılması emredilmiştir. Bu ayetin nazil olmasından sonradır ki, Hz. Peygamber kabile reislerine ve devlet başkanlarına yazdığı mektuplarda cizye ayetinin hükmünü belirtmeye başlamıştır.[288]
Cizye vergisinin mükellefleri K. 9/29 ayete göre kitabi bir dine sahip olan (yahudi, hristiyan) ve islâm siyasi hakimiyeti altında bir teba' durumunda kabul edilen gayrı müslimlerdir. Ancak Hz. Peygamber'in tatbikatında mecusilerin de cizye mükellefi oldukları tesbit edilmiştir.[289]
Hadislerde müslümanlardan cizye vergisi alınmayacağı kafi ifadelerle anlatıldığı gibi,[290] müslüman olan gayrı müslim-lerden de bu mükellefiyetin düşeceği belirtilmiştir.[291]
Hz. Peygamber cizye ayetinin hükmünü, ayetin nazil olduğu h. 9. yılda Eyle,[292] Ezruh,[293] Cerba [294]halkları ile yaptığı sulh anlaşmalarında uygulamış, h. 10. yılda da yine Necran hristiyan-arapları [295]ve Yemenli hıristiyan ve yahudilerle cizye ödemeleri şartı ile anlaşmalar yapmıştır.[296] Hz. Peygamber aynı zamanda ahalisi arasında mecusilerin de bulunduğu, Bahreyn ve Hacer'li-lerden cizye vergisini kabul etmiştir.[297]
Hz. Peygamber'in cizye vergisini yetişkin erkeklerden (halim) aldığım gösteren hadislerin yanında,[298] yetişkin kadınlardan (halime) aldığını belirten hadisler de vardır.[299]
Hz. Peygamber zamanında senevi 1 dinar olarak tahsil edilen cizye vergisi, [300]bazan sulh anlaşmalarına göre bir bölge halkına toptan muayyen bir meblağ olarak da vazedilmiş,[301] bazan da daha farklı nisbetlerde tahsil edilmiştir.[302]
Cizye vergisi Hz. Peygamber zamanında nakdi olarak tahsil edildiği gibi,[303] bazan ayni, bazan da hem nakdi hem ayni olarak tahsil edilmiştir.[304]
Hz. Peygamber devrinde cizye vergisi yıllık olarak tahsil edilmiş,[305] ancak mükelleflere kolaylık olsun diye yılda iki devrelik tahsilat yapıldığı da olmuştur.[306]
Hz. Peygamber (s.a.v.) Devrinde Cizye Ödeyen Mükelleflerin Vergi Meblağları
No |
Gayr-i Müslim Mükelleflerin Bulunduğu Yerler |
Oran/ Miktar |
Toplam (dirhem) |
1 |
Necran |
İki taksitle ödenecek gibi her biri 40 dirhem değerinde 32000 clbisc+hcrbiri 30 dirhem değerinde silah, dcvc>zırh, at + 30 gün müslümanların ağırlanması |
80.000 |
2 |
Bahreyn |
Miktar verilmiyor, fakat zekât dahil yıllık |
80.000 |
3 |
Eyle |
Kişi başına 1 dinar |
3.0jJ |
4 |
Ezruh |
Kişi başına 1 dinar |
1.000 |
5 |
Yemen |
Kişi başına 1 dinar veya elbise |
- |
6 |
Himyer |
Kişi başına bir dinar veya elbise |
- |
7 |
Cerbe |
Kişi başına bir dinar |
1.000 |
8 |
Mekke |
Yalnız hıristiyanlara 1 dinar |
10 |
9 |
Hecer - Uman mecusileri |
oran verilmiyor |
|
10 |
Mekna |
Faydalı şeyler, at, zırh |
|
11 |
Dumetu'l-Cendel |
Oran verilmemiş |
_ |
12 |
Teyma |
Oran verilmemiş |
- |
13 |
Tebâle-Curaş |
Kişi başına 1 dinar ve müslümanların ağırlanması |
- |
|
Kayıtlara göre toplam |
165.000 |
Hz. Peygamber zamanında esasları konulan "islâm Vergi Hu-kuku'nu tesbit etmeye ve bazı sonuçlara ulaşmaya çalıştık. Buna göre:
1. İslâm'ın ilk yıllarında, Mekke Devrinde Müslümanların malî mükellefiyetler sahasına önce dikkatleri çekilmiş, mevzu merhale merhale işlenerek, onların ruhlarına, mallarında müsta-hik zümrelere verilmesi gerekli olan bir hakkın bulunduğu gerçeği yerleştirilmişir. Bu arada malî mükellefiyet manasında zekât ıstılahı 8 Mekkî sûrede kullanılmıştır.
2. Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretini müteakip, malî mükellefiyet konuları yeni baştan ele alınmış, Medenî ayetler giderek artan bir ehemmiyetle mü'min hayatının bu cephesi üzerinde yoğunlaşmış, konuya Mekke devrinde olduğu gibi ve fakat daha farklı ıstılahlarla temas edilmiştir; Zekât ıstılahı 22 si Medenî ayette olmak üzere Kur'ân'da 30 ayrı âyette marife olarak tekrarlanmış, Sadaka ve sadakat ıstılahları da, zekâtın müteradifi olarak, 12 Medenî sûrede kullanılmıştır.
Malî mükellefiyetlerle ilgili âyetlerin, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinin ilk yılında inmeye başlayan Bakara (2) sûresinde bol miktarda yer almış olduğu, Hz. Peygamber'in vefatına yakın yıllarda (H. 9) nazil olan Tevbe (9) sûresinde de Medenî ayetlerin malî mükellefiyetler yönünden nihaî tekamülüne varılmış olduğu görülmüştür. Aynı zamanda gayrı müslim mükelleflerden cizye alınmasını emreden K. 9/29 ayeti de bu sûrede yer almıştır.
Yine Medine safhasında müslümanların mükellef oldukları malî teklifler zekât ve sadaka ıstılahları altında temerküz ederken, bilhassa Hz. Peygamber'in hadisleri ve tatbikatı ile mükellef, mevzu, nisbet ve nisab gibi vergi unsurları da tedricen tekamül ederek vuzuha kavuşmuş aynı şekilde gayrı müslimlerden de genellikle nisbeti 1 dinar ve bazan aynî ödeme şeklinde cizye vergisi de tahsil edilmiştir.
3. Kaynakların ittifakla haber verdiklerine göre, Hz. Peygamber zekâta tabi olan mallarla, onların nisâb ve nisbeti erini, zekât tahsilinde hangi esaslara uyulacağını tafsilatlı bir şekilde gösteren uzun bir mektub ( vergi tarifesi) kaleme aldırtmış, fakat onu icab eden yerlere gönderemeden vefat etmiştir. Bu mektub (vergi tarifesi) Hz. Kbu Bekir ve Hz. Ömer tarafından uygulamaya konmuştur. Bundan başka kaynaklar Hz. Peygamber'in zekâta tâbi mallarla, onların nisâb ve nisbetlerini gösteren mektuplar yazdırarak bunları Amr b. Hazm, Muaz b. Cebel ve Hz. Ali'ye verdiğinden de bahseder. Hz. Ali ve Hz. Osman'ın ayrı ayrı Hz. Peygamber'den "Zekât ahkâmını öğreten" sahifeler aldıkları da nakledilir.[308] Buna göre Hz. Peygamber'in ashabına zekat hükümlerini şifahî olarak öğretmesinin yanında, bunları -önemine binaen-yazı ile de ayrıca tesbit ettirmeye ehemmiyet verdiği anlaşılmaktadır.
4. Hz. Peygamber, Hz.Ebu Bekir ve Hz. Ömer devirlerinde bütün mevzu mallardan zekât, devlet memurları tarafından tahsîl edilmiş, ancak müslümanlar, mükellefin beyanı ile bilinebilecek olan altm-gümüş ve gümrükten geçmeyen ticaret eşyası gibi malların zekâtlarını ödeme hususunda herhangi bir zorlamaya maruz kalmamışlar, bu mallarda tahakkuk eden zekât borçlarını devlet memurlarına getirip teslim etmişlerdir.
Yaptığımız incelemelerde Hz. Osman devrinden önce de batmî (gizli) addedilen malların zekâtını devlet memurlarına ödemek, veya bizzat mükelleflerin K. 9/60 ayette zikredilen müstahik zümrelere dağıtmak arasında bir hareket serbestisine sahip oldukları, üçüncü halifeden önce ve sonra ilk devirlerde de mükelleflere böyle bir selahiyetin tanınmış olduğu müşahede edilmiştir.
5. Tarihî deliler Hz. Peygamber zamanında gümüş ve gümüş para (dirhem)ların, piyasada altın ve altın para (dinar)dan daha fazla kullanılmış olduğunu, altma daha yüksek ödemeler için müracaat edildiğini göstermektedir. Bu itibarla gümüş hakmda varid olan hadisler, altın mevzuunda varid olan hadislerden daha çoktur. Altının zekat nisabı da sahabe tatbikatı ile sübut bulmuştur.
6. Hz. Peygamber zamanında atların Medine civarında -develer kadar- çok olmadığı, müslümanlarm o zamanda atları sadece savaşlarda kullanılmak üzere yetiştirdikleri, neslim elde etmek ve satıp para kazanmak için, erkeği dişisi bir arada at yetiştirme âdetinin henüz toplumda yerleşmemiş olduğu anlaşılmaktadır. Hulefâ-i Raşidîn devrinde ticarî gaye ile at yetiştirilmeye başlanınca, bu maksatla beslenen atların zekâta tâbi olup olmayacağı münakaşa edilmiştir.
7. Hz. Peygamber zamanında temel gıda maddesi olan buğday, arpa, hurma ve üzümden zekat tahsil edilmiş olduğu bir vakıadır. Bunlara ilaveten başka ürünlerden de zekat alınmış olduğu da rivayet edilmiştir.
8. Hz. Peygamber'den itibaren istihsali için emek ve masraf harcanan batını (gizli) madenlerden vergi tahsil edilegelmiştir. Ancak Arap Yarımadasının bu sahada geniş imkanlara sahip olmaması, bu husustaki tatbikatın da mahdud misallere münhasır kalmasına yol açmıştır.
9. Tarihin tanıdığı en eski vergilerden olan gümrük vergisi islâm'dan önce Arap Yarımadasında gerek iç ve gerekse dış ticarette kapsamı geniş bir şekilde tahsil edilmiştir. Hz. Peygamber iç gümrük vergisi diyebileceğimiz, pazarlarda ve panayırlarda ticarî muamelelerden tahsil edilen gümrük vergisini kaldırmış, dış ticarette mutad olan gümrük vergisinin tahsiline devam edilmiştir.
îslâm Devlet camiası içinde tebâ sıfatiyle bulunan gayrı müs-limlerden biri cizye (baş vergisi), diğeri de haraç (arazi vergisi) olmak üere başlıca iki nev'î vergi tahsil edilmiştir. Bunlardan cizye Hz. Peygamber zamanında sarahaten vaz edilmiş, haraç ise Hz. Ömer zamanında müessesevî hüviyetine kavuşmuş, Hz. Ömer ve onu takip eden devirlerde geniş tatbikat zemini bulmuştur.
10. Cizye Hz. Peygamber zamanında genellikle adam başı 1 dinar olarak tesbit edilmiş, bazan da buna eş aynî ödemeler de kabul edilmiştir. [309]
Abdülbâkî, Muhammed Fuad, el-Mu'cemu'l-müfekres li elfâzi'l-Kur'âni'l-Kerîm, Kahire 1370 h.
Ali Abdurrasûl, el-Mebâdiu'l-îktisâdiyye fi'l-lslâm, Kahire 1968 Artuk, İbrahim-Artuk, Çevriye, istanbul Arkeoloji Müzeleri Teşhirdeki îslâmî Sikkeler Katalogu, c. I-II, M.E.B. eski Eserler ve Müzeler Müd., Seri 111, nr. 7, İstanbul 1971 Barkan, Ömer Lütfi, îktisad Tarihi (Ders Notları Kitap II), istanbul 1950
Belazurî, Ahmed b. Yahya b. Cerîr (v. 279/892); Futuhu'l-Buldan (Neşr. Rıdvan M. Rıdvan), Kahire 1350/1932
Buharî, Ebu Abdillah Muhammed b. ismail (v. 256/870), el-Ca-miu's-Sahih, c. I-VIII, istanbul 1315 h. (Ofset bas.) Buharî, Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Müellifi Zeynüddîn Ahmed k. Ahmed ez-Zebidî,
Mütercimi ve Sarihi Ahmed Naim-Kâmil Miras, ö. I-XII, (ikinci bas.) Ankara 1966-1973. Cessas, Ebu Bekr Ahmed b. Ali (v. 370/980), Ahkâmu'l-Kur'ân, c.
I-III, istanbul 1355 h. Cevad Ali, el-Mufassal fi Tarihi'l-Arab, Kable'l-îslâm, c. I-VIII,
Beyrut 1968-1972 Dennett, Daniel C, Conversion and the Poll Tax in Early îslâm,
Cambridge 1950 (Arapça, el-Cizyetü ve'1-Islâm, tere.
Fevzî Fehîm Cadallah, Beyrut 1960) Ebu Davud, Süleyman b. el-Eşas es-Sicistanî el-Ezdî (v. 275/888),
Sünenü Ebi Davud, c. I-V, (el-Hattabî v. 388 h. Kitâbu Meâlimu's-Sünen ile birlikte, Neşr. Muhammed Ali
Seyyid), Hıms (Humus) 1388/1969-1394/1974. Ebu'l-Ferec, Abdurrahman b. Ahmed b. Receb el-Hanbelî (v.
795/1393), el-îstihrac li ahkâmi'l-harac, (Thk. Seyyid Abdullah es-Sıddık), Mısır 1352/1934 Ebu Ubeyd, el-Kâsım b. Sellâm (v. 224/838), Kitâbu'l-Emvâl, (Thk. H. Muhammed Harras), Kahire 1389/1969 (Bu esere numaralanmış paragraflara H.m\, müellifin kendi görüşleri içinde de s. şeklinde atıflar yapılmıştır.) Ebu Ya'lâ, Muhammed b. el-Huseyn el-Ferrâ (v. 458/1966), el-Afıkârnu's-Sultâniyye, (Thk. Muhammed Hamid el-Fakî), Kahire 1356/1938
Ebu Yusuf, Yakub b. İbrahim el-Kufî (182/798), Kitâbu'l-Harac, (Neşr. Muhyiddin el-Hatib) Kahire 1396 h.
Fazlurrahman, İslâmiyet ve İktisadî Adalet Meselesi, Çev. Yusuf Ziya Kavakçı, Erzurum 1976
Hamidullah, Muhammed, el-Vesâiku's-Siyasiyye li'l-Ahdi'n-
Nebeuî ve'l-hılâfeti'r-Raşide, Kahire 1941 Hamidullah, Muhammed, İslâm Peygamberi, Çev. M. Said Mut-
lu-SalihTuğ, c.I, İstanbul 1966-1969 Hamidullah, Muhammed, İslâm'da Devlet İdaresi, Çev. Kemal
Kuşçu, İstanbul 1963 Hasen, İbrahim Hasen, Ali, İbrahim Hasen, en-Nuzumu'l-
Islâmiye (ikinci bas.) Kahire 1959 Husaini, S.A.Q, Arab Abministration, Madras 1948 İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdülmelik (v. 218/833), es-Sîretü'n-Nebeviyye, c. I-IV, Mısır 1355/1938 İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdülmelik v.218/833), es-Sîretü'n-Nebeviyye, c.I-IV, (Thk. Mustafa es-Sekâ, İbrahim el-
Ebyarî, Abdulhafız Şelebî (Çelebi), üçüncü bas.) Beyrut 1971 ibn Mace, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (v. 275 h.), Sünen, c. I-II, (Talik, Muhammed Fuad Abdülbakî), Mısır 1373/1954 İbn Zenceveyh, Humeyd b. Mahled b. Kuteybe (v. 247/861),
Kitâbu'l-Emvâl, arapça el-yzm., Süleymaniye (Burdur) Ktp. Fotokopi servisi Nr. 141 ibrahim Fuad Ahmed Ali, el-Mevâridu'l-maliyye fi'l-lslâm, (üçüncü bas.) Kahire 1392/1972
Kardavî, Yusuf, Fıkhu'z-Zekât, c. I-II, (ikinci bas.) Beyrut
1393/1973 Kasanı, Alauddin Ebi Bekr b. Mes'ûd (v. 587/1191), Bedaiu's- Sanâî, c. I-VII, (ikinci bas.) Beyrut 1394/1974 Kettanî, Abdülhayyel-Hasen el-Idrisî, et-Terâtîbu'l-îdariyye, c. I-II, Rabat 1346 h.
Lokkegaard, Ferde, Islamic Taxation in the Classic Period, Copenhagen 1950
Malik b.Enes (v. 179/795), el-Muvattâ, Mısır 1370/1951 Makrizî, Takiyyuddîn Ahmed b. Ali b. Abdülkadir b. Muhammed (v. 845/1441), İmtau'l-Esma, arapça el yzm. Köprülü Ktp. No. 1004
Maverdî, Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habib (v. 450/1058), el-Ahkamu's-Sultaniyye ve'l-Velayatu'd-diniyye, (üçüncü bas.) Mısır 1393/1973
er-Rahbî, Abdü'1-Azîz b.Muhammed (1184/1770 den sonra vefat etti), Fıkhu'l-muluk ve miftahu'r-Ritac el-mursad ala hızaneti Kitâbi'l-Harac, (Tahkik, Ahmed Ubeyd el-Kubeysî) c.I-II, Bağdad 1973-1975
er-Reys, Muhammed Ziyauddin, el-Harac ve'n-nuzumu'l-maliyye IVd-Devleti'l-llamiyye, (üçüncü bas.) Kahire 1969
Serahsî, Ebu Bekr Muhammed b. Ebî Sehl (v. 483/1090) el-Mebsût, c. I-XXX, (Tashih, Muhammed Radî el-Hanefî, üçüncü bas. ofset) Beyrut 1398/1978
Şafak, Ali, İslâm Arazi Hukuku ve Tatbikati\i\k devir),istanbul 1977
Taberî, Ebu Ca'fer Muhammed b. Cerîr (v. 310/922), Camiu'l-be-yan an te'vili ayi'l-Kur'ân, c. I-XTV, (Thk. Mahmud Muhammed Şakir-Ahmed Muhammed Şakir), Mısır 1374/1955.
Taberî, Tarîhu'l-ümem ve'l-mulûk, c. I-III, Leiden 1879-1890.
Tirmizî, Ebu Isa Muhammed b. İsa b. Sevre (v. 279/892), el-Camiu's-Sahih ve Hüve Sünenü Tirmizî, (Thk. Ahmed Muhammed Şakir) c. I-V, Mısır 1357/1938
Tuğ, Salih, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, Ankara 1963
VVellhausen, Julius, Arap Devleti ve Sukutu, Çev. Fikret Işıltan, Ankara 1963
Yahya b. Adem el-Kureşî (203/818), Kitâbu'l-Harac, Tashih, Ahmed Muhammed Şakir, ikinci bas.) Kahire 1384 h.
Yakubî, Ahmed b. Ebi Yakub b. Cafer b. Vehb (v. 292/904), Târihu'l-Yakubî, c. I-III, Necef 1358 h.
Yeniçeri, Celal, İslâm İktisadının Esasları, istanbul 1980 [310]
[1] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/177-178.
[2] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/179.
[3] Barkan, Ömer Lütfı, İktisat Tarihi, İstanbul 1950, s.15.
[4] Barkan, Ö.L.
[5] Barkan, Ö.L
[6] Barkan, Ö.L.
[7] Barkan, Ö.L
[8] Barkan, Ö.L.
[9] Akşit, Oktay, Roma İmparatorluk Tarihi, m.s. 193-395, İstanbul 1970, s.21.
[10] Akşit, O.,a.g.e.,s. 340.
[11] J.G. Milne, "A History ofEgypt Under Roman Rule", Londra 1898, s.94.
[12] Akşit, O., a.g.e., s. 233-234.
[13] Akşit 0.,a.g.e., s. 338.
[14] Akşit, O.,a.g.e.,s. 281.
[15] l.A. "Mısır" maddesi.
[16] Dennet, C. Danie\,Conversion and the Poll Tax in Early islam, Cambridge, 1950, s. 56.
[17] Dennet, C.D., a.g.e., s.65.
[18] Dennet, C.D., a.g.e., s. 66
[19] Dennet, C.D,, a.g.e., s. 66.
[20] Akşit, O., a.g.e., s. 236, 290.
[21] Capita ve İugum tabirleri, çeşitli vergi tesbitlerine esas teşkil eden tabirlerdir. Bunlardan birincisi daha ziyade şahsın çalışma gücü ile, çeşitli iş dallarındaki çalışma kapasitesini, sonuncusu arazinin kalitesini ifade etmektedir. Mesela bir erkeğin çalışma gücü 1 caput ise, bir kadındaki bunun yansı sayılır. Yine 5 iugara'hk bir zeytinlik, 20 iugara'lık ikinci kalite araziye eşit sayılır. Suriye'de ziraata elverişli araziler için 20 yahut 40, veya 60 feddan, bağlar için 5 feddan, zeytinlikler için 225 (arazi dağlık ise 450) ağaç iugum olarak kabul edilir. 5 feddan bağ, 20 feddanlık hububat ekilen toprağa, o da 225 zeytin ağacına eşit tutulmuştur. Geniş malumat için bk. Akşit, O., a.g.e., s. 291; Dennett, C.D., a.g.e., s.51; Dikmen, M. Orhan, Maliye Dersleri, birinci Kitap,İstanbul 1969, s. 66, 3. Baskı); Muhammed Ziyaedin er-Reys el-Harac ue'n-nuzumu'l-maliye li'd-Deuleti'l-îslâmiyye, Kahire 1969, s. 52.
[22] Dennet, C.D., a.g.e., s. 51 ve Dennett, C.D. a.g.e., s.52, Arapça tercüme, Fevzi Fehim Cadallah, el-Cizyetü ve'l-îslâm, Beyrut 1960, s. 118.
Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/179-183.
[23] Ulpian, Digest, L., 15. 3. Cf. M., Harper, p. cit., s. 60 dan naklen Dennett, C.D., a.g.e., s.53.
[24] Milne, J.G., A. History ofEgypt Rule, s.121-122.
[25] Milne,J.G, a.g.e., s.122.
[26] Thibault, Fabian, Les Impote directs sous le Bas-Empire Romain, Paris 1900 dannaklen Dennett, C.D., a.g.e., s. 53.
[27] Lot Ferdinant, L Impot Foncier et la Capitation Personelle, s. 26-40, Paris 1928 den naklen Dennett, C.D., a.g.e., s. 53-54.
[28] Dennett, C.D., a.g.e., s. 53-54.
[29] Bk. Dennett, C.D., a.g.e., s. 54, burada kaydedilen 5 kanun metninde, tarihler şöyledir: ra.s. 290, 368 (yahut 370, 374, 375.
[30] Dennett, C.D., Conversion and the Poll Tax in Early islam, s. 54.
[31] Cadallah, F.F., el-Cizyetü ve'1-îslâm, s. 19-21.
[32] Cadallah, F.F., el-Cizyetü ve'l-îslâm, s. 17-18.
[33] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/183-185.
[34] Akşit, O., Roma İmparatorluk Tarihi, s. 236, 292.
[35] Akşit, O.,a.g.e., s.292.
[36] Salih Tuğ, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, Ankara 1963, s. 5.
[37] Barkan, Ö.L., İktisat Tarihi, s. 20.
Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/185.
[38] er-Reys, el-Hamc, s. 34.
[39] er-Reys, el - Harac, s. 30, 45; Tuğ, S., Islâm Vergi Hukuku, s. 4.
[40] Mİlne, J.G., A. History ofEgypt, s. 118, er-Reys, a.g.e., s. 35.
[41] Dennett, C.D., Conversion and the Poll Tax, s. 67.
[42] Dennett, a.g.e., s. 67.
[43] Dennett, C.D., Conversion and the Poll Tax, s. 67.
[44] Dennett, C.D., a.g.e., s. 68.
[45] Dennett, C.D., a.g.e., s. 52.
[46] Dennett, C.D., a.g.e., s. 52.
[47] Milne,J.G.,a.g.e., s. 119.
[48] Dennett, C.D., Conversion and the Poll Tax, s. 67-68.
[49] Baynes, H.N., The Byzantine Empire, s. 100-101, Londra 1935, er-Reys, a.g.e., s. 36.
[50] Milne, J.G., a.g.e., s. 119;er-Reys,el-Harac,s.54; Dennett, C.D., a.g.e., s. 68.
[51] er-Reys, el-Harac, s. 50.
[52] Baynes, H.N., a.g.e., s. 103; er-Reys, a.g.e., s. 49; Tuğ, S., a.g.e., s.4.
[53] Milne, J.G., a.g.e., s.119.
[54] Johnson, Ch.A., West, A.L., Byzentine Egypt: Economic Studies, Princeton 1949, s. 239-240, Bizans vergi sisteminin tenkidi için bk. Barkan, Ö.L., İktisat Tarihi, s. 22-23, 25-27; Baynes, H.N., a.g.e., s. 105-107; Dennett, C.D., a.g.e., s. 66-97; er-Reys, a.g.e., s. 41-51.
Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/186-188.
[55] Tuğ, S., İslâm Vergi Hukuu, s. 6.
[56] el-Maverdi, Ebu'l-Hasen Ali b. Muhammed, el-Ahkamu's-Sultaniyye, Mısır 1393/1973 s. 148; er-Reys, a.g.e., s. 79; Cahşiyari, Ebu Abdillah Muhammed, el-Vuzera ve'l-küttab, Mısır 1938, s. 4, Cahşiyari'ye göre arazi vergi nisbetleri 1/3 ile 1/6 arasında değişiyordu, bk. Cahşiyari, a.g.e., s.4.
[57] Maverdi, a.g.e., s. 148; Ebu Ya'la el-Ferra, Muhammed b. Hüseyin el-Han-beli, el-Ahkamu's-Sultaniyye,s. 169, Mısır 1366.
[58] Maverdi, a.g.e., s. 175, Maverdi mezkûr hikayeyi şöyle nakleder: "Kubaz birgün avlanırken... hurma nar gibi meyvalı bir bahçede, bu meyvalardan-koparmak isteyen çocuğuna mani olan bir kadın gördü. Kadına... niçin çocuğunun nar almasını önlediğini sordu. Kadın da: -Mülkünde devletin hakkı vardır. Mahsul ve meyveleri vergilendirecek memur gelmedi. Devlet hakkını almadı. Devlet hakkını almadan meyvelerden birisinin koparılmasından korkarım... dedi. Bk. Maverdi, el-Ahkam, s. 175.
[59] er-Reys, el-Harac, s. 73-77.
[60] er-Reys, a.g.e., s.73-77.
[61] Dennett, C.D., a.g.e., s. 115.
[62] er-Reys, a.g.e., s. 73-77.
[63] et-Taberî, Ebu Ca'fer Muhammed b. Cerif, Tarihu'r-Rusul ve'l-mulk, Kahire 1939, c.l, s. 962-963, er-Reys, el-Harac, s. 83.
[64] Cerib ve dirhemler hakkında ileride bilgi verilecektir.
[65] el-Mes'udi,Ebu'l-hasan Ali b. el-Hüseyin b. Ali, Mıtrucu'z-Zeheb ve Meadi-nu'l-Cevher, Kaire 13303. c.l, s. 294.
[66] Taberî, a.g.e., c.l, s. 962-963, Dennett, C.D., a.g.e., s. 15.
[67] Dennett, C.D., a.g.e., s. 15; er-Reys, a.g.e., s.83.
[68] Taberî, a.g.e., c.l, s. 962-963.
[69] er-Reys, a.g.e., s.84.
[70] er-Reys, el-Harac, s. 84; Tuğ, S., İslâm Vergi Hukuku, s.6.
[71] Christensen, A., İran sous les Sassanides, Copenhag 1936, s. 117, naklen; Tuğ, S., a.g.e.,s. 6.
[72] Dennett, C.D., a.g.e., s. 15; er-Reys, a.g.e., s. 85.
[73] Dennett, C.D., a.g.e., s. 15; er-Reys, a.g.e., s. 85; Tuğ, S., a.g.e., s. 6.
[74] Christensen, A., a.g.e., s.117, naklen; Tuğ, S., a.g.e., s.6.
[75] Christensen, A., a.g.e., s.117, naklen; Tuğ, S., a.g.e., s.6.
[76] er-Reys, a.g.e., s.85. Sasani idaresi vergi nizamı ile ilgili haberlerin çoğu Taberi'ye istinad eder. Onun da kaynağı İbnü'l-Mukaffa (V. 143/760) tarafından arapçaya tercüme edilen resmi yıllıklar olan "Hüda-Name"lerdir. Bk. Dennett, C.D., a.g.e., s.15.
Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/188-191.
[77] Hamidullah Muhammed, İslâm Peygamberi, Çev., M. Said Mutlu; Salih Tuğ, İstanbul 1388/1969, c.2, s.199.
[78] Hamidullah, M., a.g.e., c.2, s. 211.
[79] Tuğ, S., İslâm Vergi Hukuku, s.
[80] Hamidullah, M., a.g.e., C.I, s. 214.
[81] Barkan, Ö.L., İktisat Tarihi, s. 56.
[82] Hamidullah, M., İslâm Peygamberi, c.I, s.213.
[83] Cevad Ali, el-Mufassal fi tarihi'l-arab Kable'l-İslâm, Beyrut 1968-1972, c.7, s.74.
[84] Cevad Ali, a.g.e., c.7, s. 24; tîamidullah, M., a.g.e., c.2, s.200.
[85] Cevad Ali, a.g.e., c.7, 8.72.
[86] Hamidullah, M., a.g.e., c.2, s.200.
[87] Hamidullah, M., a.g.e., c.2, s.201.
[88] Tuğ, S., İslâm Vergi Hukuku, s.8.
[89] Hamidullah, M., İslâm Peygamberi, c.2, s.208.
[90] Hamidullah, M., a.g.e., c.2, s.210.
[91] Hamidullah, M., a.g.e., c.2, s.212.
[92] Hamidullah, M., a.g.e., c.2, s.212.
[93] Hamidullah, M., a.g.e., c.2, s.212.
[94] Hamidullah, M., a.g.e., c.2, s.212, Arap yarımadası îslâm Öncesi İktisadî sistemi hakkında geniş bilgi için bk. Hamidullah, M., İslâm Peygamberi, c.2, s.199-212; Tuğ, S.,İslâm Vergi hukukunun Ortaya Çıkışı, s.7-9.
[95] Kur'an, 55/22.
Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/191-193.
[96] İbn Habib, Ebu Ca'fer Muhammed, Kitabü'l-muhabber, Haydarabad 1361/1942, s. 370-371; Tuğ, s., a.g.e., s.10.
[97] G. Ryckmans, Les Religions Arabes Preislamiques, Louvein 1933 (2. Baskı) s. 10, 26, 29 naklen Tuğ, S., a.g.e., s. 10.
[98] G. Ryckmans, a.g.e., s. 29'dannaklen Tuğ, S., a.g.e., s.10.
[99] Cevad Ali Mufassal fi tarihi'l-Arab kable'l-İslâm, c.7, s. 474.
[100] Bk. Hamidullah, M., îslâm Peygamberi, c.2, s.142.
[101] Tuğ, S., İslâm Peygamberi, c.2, s. 142.
[102] Hamidullah, M., a.g.e., c.2, s.213.
[103] İbn Habib a.g.e., s. 263-266; Tuğ, S., a.g.e., s.10.
[104] Cevad Ali, a.g.e., c.7, s.474-486.
[105] Hamidullah, M., a.g.e., C.2, s. 213; el-Vesaiku's~Siyasiyye, Kahire 1941 V.nr.48,122,181, 84, 90,189.
[106] Ebu Ubeyd, el-Kasım b. Sellam, Kitabu'l-Emval, Kahire 1389/1969, H nr. 1624-1625,1630-1631; Cevad Ali, a.g.e., c.7, s. 474.
[107] Geniş malumat için bk. Tuğ, S., a.g.e., s.12-13.
Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/194-195.
[108] Tuğ, S., İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, s. 16.
[109] Bk. Tuğ, S., a.g.e.; s.16.
Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/197.
[110] Hamidullah, M., İslâm Peygamberi, c.2, s. 215.
[111] İslâm'ın Mekke-Şehir devleti içinde ortaya çıkışı için bk. Tuğ, S., İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, s. 15-19.
[112] Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili, İstanbul, 1971, c.8, s. 5875.
[113] Yazır, H., a.g.e., c.8, s.5878.
[114] K, 87/14, nüzul sırası 8; H. Yazır bu ayete "zekatım verip huzuru ilahide temize çıkmak için çalışan..." şeklinde mana vermektedir. Bk. Yazır, H., a.g.e., c.8, s.5764.
[115] K 91/9-10.
[116] K.68/19-33.
[117] K.74/38-46.
[118] Bk. Tuğ, S., İslâm Vergi Hukuku, s. 21.
[119] Emir kipindeki bu ayetin tefsiri hususunda çok çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bk. el-Kardavi, Yusuf Fıkhtı'z-Zekat, Beyrut 1393/1973, (İkinci baskj). Konuyu "Toprak Mahsulleri Mevzuları" başlığı altında ele alacağız.
[120] Ancak Medine'de nisab, nisbet ve mevzuları belirtilen zekatla, bu "malum hak" arasındaki fark, sonuncunun mükellefler tarafından tayin edilmiş olmasıdır. Bk. Kardavi, a.g.e., s.57.
[121] Tuğ, S., İslâm Vergi Hukuku, s. 21.
[122] Tuğ,S.,a.g.e.,s.2O.
[123] Ayrıca bu hakkın kimlere verileceği de belirtilmektedir. Zekatın nerelere ve kimlere tahsis edileceği hakkında geniş bilgi için bk. Tuğ, S., a.g.e., s. 21-22; Kardavi, Fıkku'z-zekat, c.2 s. 544-744.
[124] Kardavi, Fıkhu'z-zekat, c.ı, s.58.
[125] Hurgronje, C. Snouck, Oeuvres, Leiden 1957, s. 153-154 naklen; Tuğ. S., îslâm Vergi Hukuku, s. 20.
[126] Dairetü'l-marifi'l-îslâmiyye, "Zekat" Maddesi, Ayrıca bk. Kardavi, a.g.e., c.l,s.88-89, 90-91.
[127] K., 68/19-33; 74/38-46.
[128] K., 92/5.
[129] K., 92/18.
[130] K., 92/8-10.
[131] K., 89/17-18; 107/2,3, 69/34.
[132] K, 16/56; 6/136.
[133] K, 7/157-158, 55; 19/31.
[134] K., 23/4; 31/4; 27/3.
[135] K., 51/19.
[136] K, 70/24-25.
[137] Zekat ıstılahının geçtiği Mekki sûreler ve ayetleri şunlardır: K., 7/156, 19/31, 55, 21/73, 23/4, 27/3; 30/39; 31/4; 41/7.
[138] Bk. Kardavi, Yusuf, Fıkhu'z-zekat, c.l, s.69.
[139] Bk. K., 51/19; 70/24.
[140] K., 6/141.
[141] Ebu Zer el-Gıfari'nin rivayet ettiği bir hadiste sığır (bakar), deve ve koyun mevzularına da işaret edildiği görülüyor. Bk. Ebu Ubeyd, el-Kasım b. Sel-lam, Kitabu'l-Emval, Kahire 1389/1969, H.nr. 921.
[142] Vergi nisbetleri bölümünde konu tekrar ele alınacaktır.
Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/197-204.
[143] Medine şehir devletinin teşkili için bk. Tuğ, S., îslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, s. 26-31.
[144] Bk. Hamidullah, M.Jslâm Peygamberi, c.l, s.113-121.
[145] İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdülmelik, es-Siretü'n-Nebeviyye, Götün-gen 1858, s.340; Tuğ, S., a.g.e., s.26.
[146] İbn Hişam, a.g.e., s.344-346.
[147] el-Belazuri, Ahmed b. Yahya b. Cabir, Futuhu'l-Bultan, Kahire 1350/1932, s.15.
[148] Bk. Tuğ, S., Kurucu Anayasanın Tedvini, a.g.e., s. 30-31.
[149] Bk. Tuğ, S., Kurucu Anayasanın Tedvini, a.g.e., s.30-31.
[150] K., 2/3, Nüzul sırası, 87.
[151] K., 2/195, Nüzul sırası, 87.
[152] K., 2/215, Nüzul sırası, 87.
[153] K, 2/219, Nüzul sırası, 87.
[154] Yazır, H., Hak Dini Kur'an Dili, c.2, s. 767.
[155] K., 2/239, Nüzul sırası, 87.
[156] K, 2/262, Nüzul sırası 87.
[157] K., 2/264, Nüzul sırası 87.
[158] K., 2/264, Nüzul sırası 87.
[159] K, 2/265-266, Nüzul sırası 87.
[160] K., 23/267, Nüzul sırası 87.
[161] Yazır, H., a.g.e., c.2, s.907.
[162] K., 2/267, Nüzul sırası 87.
[163] K., 2/2270, 272, 273, Nüzul sırası 87.
[164] K., 2/274.
[165] K., 2/274.
[166] İsrail oğullarına varid olan bu gibi emirlerin hükümleri sadece onlara mahsus olmayıp bunlar İslâm'da da caridir. Sebebin hususi oluş, hükmün umumî oluşuna mani değildir.
[167] Mekki K, 12/88 ayette s.d.k. kökünden tasadduk şeklinde kullanılmıştır.
[168] Mekki K, 30/38-39 ayetlerde de zekat ıstılahı riba ile mukayese edilmiştir.
[169] Fazlurrahman, İslâmiyet ve İktisadi Adalet Meselesi, Çev. Yusuf Ziya Ka-vakçı, s.8, Erzurum 1976.
[170] Fey mefhumu Haraç Istılahı bölümünde ele alınacaktır.
[171] Nüzul sırası 89.
[172] Medeni K, 2/177 ayette de aynı ıstılahla temas edilmiştir.
[173] Nüzul sırası, 92.
[174] Nüzul sırası, 90.
[175] Nüzul sırası, 94.
[176] Nüzul sırası, 100.
[177] Nüzul sırası, 102.
[178] Nüzul sırası, 103.
[179] Nüzul sırası, 105.
[180] Nüzul sırası, 112.
[181] Hamidullah, M., İslâm Peygamberi, c.2, s.217.
[182] Yazır, H., Hak Dini Kur'an Dili, c.4, s.2519-2521.
[183] Krş. K., 33/33 ve K., 57/18.
[184] Bilhassa mali hukukun bütçe kısmıyla yakından ilgili olan gelirlerin nerelere ve ne şekilde sarfedileceğine dair meselelere,K., 2/17, 215, 271 ayetlerinde de dokunulmuş, nihayet K, 9/60 ayette, kafi ve nihai olarak tahsis yerleri tanzim olunmuştur. Bk. Tuğ, S., İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, s. 44-45.
[185] K., 9/103
[186] K.,9/81, 33/33, 57/18.
[187] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/204-211.
[188] Mekke devrinde mali konularla ilgili hadisler için bk. Ebu Ubeyd, el- Emval, H. nr. 921; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Mısır 1368/1949, 2533, 2593, c-6, nr. 4019, 4037, 4122, 4152, 4265, 4207, 4440.
[189] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/213.
[190] Bk. K., 7/156,19/31, 55, 21/73, 23/4, 27/3, 41/7.
[191] Zekat K, 18/81 ve 19/13 ayetlerde nekra (belirsiz isim) larak, mali mükellefiyetten ayrı manada kullanılmıştır.
[192] Bk. K, 2/43, 83,110,117, 278, 4/77,163, 5/12, 55, 9/5,11,18, 71,19/31, 55, 21/73, 22/41, 78, 24/27, 56, 27/3, 31/4, 33/33, 58/13, 73/20, 98/5.
[193] Kaynaklar ve farklı tesbitler için bk. Abdülbaki, Muhammed Fuat, el-Mu-cemu'l-müfehres li elfazi'l-Kur'an, "Zekat" kelimesi, Kardavi Fıkhu'z-Ze-kat, c.l, s.42.
[194] Sadece Buharı Sahihinde zekatla ilgili 172 hadis nakleder. Bk. el-Buharî, Muhammed b. İsmail, el-Camiu's-Sahih.
[195] Bk. Hadis kitapları, K., ez-Zekat, babu'1-uşr.
[196] Bk. el-Askalani, Ahmed b. Hacer, Fethu'1-Bari Şerhu Sahihi'l Buharı, İstanbul 1319, c.3, 8.171.
[197] el-Askalanî, a.g.e., c.3, s.171.
[198] Kardavi, a.g.e., c.l, s.71.
[199] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/214-215.
[200] Bu kaidenin geçici bazı istisnaları için bk. Hamidullah, M., Vesaik, nr. 34, 48, 84, 90, 94,112,137,181,182;İslâm Peygamberi, c.l, s. 330-331; Tug. S., îslâm Vergi Hukuka, s. 52.
[201] Ebu Ubeyd, et-Emval, H. nr. 516; Buharı, zekat 1.
[202] Buharı Zekat, 1. Aynca Bkz. K. Miras, Tecrid-i Sarih Tercemesi,c.5, s.4; Kardavı, Fıkhu'z-Zekat, c.I, s.96
[203] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/215-216.
[204] Bkz. K, 9/103, 51/18, 70/24.
[205] Tuğ, İslâm Vergi Hukuku, s.54.
[206] Kardavî, a.g.e., c.I, s. 139-151.
[207] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/217.
[208] Cessas, Ebu Bekir Ahmed b. Ali, Ahkamu"l-Kur'an, c.I, s. 543.
[209] Ayette mezkur hak ıstılahının tefsirinden doğan farklı görüşleri ileride ele alacağız.
[210] Ebu Ubeyd, el-Emual, H. nr. 1410,1418; Buharî,zekat 55.
[211] Ebu Ubeyd, el-Emval, H. nr. 1374,1378; Yahya b. Adem, Ki tabu' 1-h araç, Kahire 1384, H. nr.382, 516, 517, 537-538 (2. baskı)
[212] Hamidullah, M., Vesaik nr. 186; Tuğ, S., a.g.e., s. 55-56.
[213] Hamidullah, M., a.g.e., nr. 152; Tuğ, S., a.g.e., s. 55-56.
[214] Geniş bilgi için bk. Tuğ, S., îslâm Vergi Hukuku, s. 56-57.
Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/218-219.
[215] Bk. K., 36/71-75. U09)Tuğ,S.,a.g.e., s. 58.
[216] Ebu Ubeyd, el-Emval, H. nr. 987, 988, 990; Kardavi, a.g.e., c.I s. 170-171.
[217] Ebu Ubeyd, a.g.e., H.nr. 1007; Kardavi a.g.e., c.I, s. 171-172.
[218] Ebu Ubeyd, a.g.e., H.nr. 933-934, 992; Kardavi a.g.e., c.I, s. 169.
[219] Ebu Ubeyd, a.g.e., H.nr. 982; Kardavi a.g.e., c.I, s. 169-170.
[220] Ebu Ubeyd, a.g.e., H.nr. 933-938.
[221] Ebu Ubeyd, a.g.e., H.nr. 992.
[222] Buharı, Zekat, 45; Kardavi, Fıkhu'z-Zekat, c.l, s.222-232.
Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/219-220.
[223] Geniş bilgi için bk. Şafak, Ali, "Kur'an'da Maden", Diyanet Dergisi, Ankara, 1978, c.l 7, sy. 3-4, s.140-150.
[224] Ebu Ubeyd, a.g.e., H.nr. 683.
[225] Maverdi, el-Ahkamu's-Sıdtaniyye, s.197.
[226] Bilal b. Hars şeklinde de okunmuştur. Bk. Ebu Ubeyd, el-Emval, H. nr. 863.
[227] Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 863, 866; H. nr. 864-865 de ıkta edilen yerin Gav-riyye (Tihame tarafında bir yer) ve Cilsiyye (Necd tarafında bir yer) arasında olduğu zikredilir; es-Serahsi, Ebu Bekr Muhammed . Ebi Salh, el-Mebsut, Beyrut 1398/1978, c.2, s.211.
[228] Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 856-858; Serahsi, a.g.e., c.2, s.211-212; Buharı, zekat 66.
[229] Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 860-862; Buharı, zekat 66.
[230] Tuğ,S.,a.g.e., s.60-61.
Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/220-221.
[231] Buharî, zekat 21; Ebu Ubeyd, a.g.e. H. nr. 1106-1113; Kardavi a.g.e., el, s. 241.
[232] Hamidullah, M., İslâm Peygamberi, c.2, s.232-233.
[233] Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 1604, s. 696.
[234] Bk. Ebu Ubeyd, a.g.e., s.559-580; Buharı, zekat 32.
[235] Bk. Ebu Ubeyd, el-Emval, s.600-609; ebu Davud, Süleyman b. el-Eşas es-Sicistani el-Ezdi, Sünenu Ebu Davud, Hıms (Humus) 1389/1969-1970, c.2 nr. 1566; Kardavi, a.g.e., el, s.286-289.
[236] Fakihlerin bu konudaki görüşlerini ileride ele alacağız.
[237] Cessas, Ahkamü'l-Kur'an, el, s. 543; et-Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu'l-beyan an Te'vili Ayi'l-kur'an, Mısır 1374/1955, c.5, s. 555-556; Kardavi, a.g.e., el, s. 315-7.
[238] Buharî, zekat, 29.
[239] Ebu Davud, c.2, nr. 1562; Serahsi a.g.e., c.2, s.190.
[240] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/222-223.
[241] Hamidullah, M., Vesaik, nr. 48, 84, 90, 94,122,181,189; Tuğ, S., İslâm Vergi Hukuku, s. 63.
[242] Hamidullah, M., îslâmda Devlet İdaresi, çev. Kemal Kuşçu,İstanbul 1963, s.117.
[243] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, nr. 1654
[244] Ebu Davud, c.3, nr. 3046, 3048, 3049.
[245] Hamidullah,M., İslâm Peygamberi, c.2, s. 201.
[246] Ebu Ubeyd, el-Emval, H. nr. 1663,1638,1684; Yahya b. Adem el-Harac, H. nr. 39,121; Tuğ, S. a.g.e., s. 64. Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/223-224.
[247] Buharı, zekat, 70-71.
[248] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.3, nr. 2018; Ebu Davud, c.2, nr. 1619-1620; Müslim, Ebu'l-Hüseyn Müslim b. el-Haccac el-Kureşi en Nisaburi, el-Ca-miu's-Sahih, Mısır 1374/1955, c.2, s.677-679, nr. 12-20; Hadislerde geçen sa ve diğer ağırlık ölçüleri hakkında ileride izahat verilecektir.
[249] Buharı, zekat, 73, 75.
[250] Buharı, zekat, 76; İbn Mace, Ebu Abdillah Muhammed b. Yezid el-Kazvi-ni, Sünen, Mısır 1373/1954, c.l, nr. 1828.
Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/224-225.
[251] Ebu Ubeyd, el-Emval, H. nr. 933-934; Buharî, zekat 38; Hamidullah, M., Vesaik, nr. 105,106,168,157; Karâavi,Fıkku'z-zekat, c.l, s.177-182.
[252] 25 devede 5 deve ödeneceğine dair Hz. Ali'denrivayet edilen hadisle, 120 den sonraki develerin vergi miktarlarını ve konu ile ilgili farklı görüşleri ileride ele alacağız.
[253] Ebu Ubeyd, el-Emual, H. nr. 992-995; Tirmizi, Ebu îsa Muhammed b. İsa b. Sevre, el-Camiu's-sahih (sünen), Mısır 1357/1938, c.3, nr.622.
[254] Ebu Ubeyd, a.g.e., H.nr. 1106,1113; Tirmizî, c.3, nr. 620. Ahmed b. Han-bel, c.2, nr. 913,1097,1232.
[255] Yahya b. Adem, el-Harac, H. nr. 508, 512, 537; Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 1410-1414; Buharı, zekat 55; Müslim, c.2, s. 675 nr. 7; Hamidullah, M., vesaik, nr. 66,186.
Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/225-226.
[256] Buharî, zekat 54
[257] Ebu Ubeyd, el-Emval, H. nr. 1092; Ahmed b. Hanbel, c.10, nr. 6692, 6730, 7012, 7023; ebu Davud, c. 2,nr. 1591.
[258] Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 1092; Hamidullah,M., a.g.e., nr. 188.
[259] Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 1084-1085; Buharî, zekat 39-41; Ibn Mace, c.l, nr. 1821-1822; Ahmed b. Hanbel, c.3, nr. 2071.
[260] Buharî, zekat 41; Ahmed b. Hanbel, c.3, nr. 2071.
[261] Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 1052-1053; Buharî, zekat 34.
[262] Ebu Davud, c.2, nr. 1607.
[263] Buharî, zekat 7.
[264] Buharı, zekat 64; îbn Mace, c.l, nr. 1796-1797.
[265] Buharı, zekat 69.
[266] Buharı, zekat 33.
Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/226-228.
[267] Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 981,1131; İbn Mace, c.l, nr. 1792.
[268] Buharı, zekat 20; Ebu Davud, c.2, nr. 1623; ibn Mace, c.l, nr. 1795; Tuğ, S., İslâm Vergi Hukuku, s. 74.
[269] Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 1247; Tuğ, S., a.g.e., s. 74.
[270] Ebu Ubeyd, a.g.e., H.nr. 1247; Tuğ, S., a.g.e., s. 74.
[271] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/228-229.
[272] Tuğ, S., îslâm Vergi Hukuku, s. 85.
[273] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/231.
[274] Ebu Yusuf, Yakub b. İbrahim, Kitabu'l-harac, Kahire 1393 h., s.139 (Beşinci baskı).
[275] Belazuri,Ahmedb. Yahya h. Cabir,Futuhu'l-buldaiıMısır, 1350/1932, s. 28.
[276] îbn Mace, c.2, nr. 2233, 2242.
[277] Ehu. Ubeyd, el-Emval, II. nr. 141; Belazuri, Futuk, s. 39.
[278] Kettani, el-Hasenü'l-İdrisi, et-Teratibu'l-îdariyye, Rebat 1346 h., c.l, s. 400; el-Makrizi, Ahmed b. Ali b. Abdülkadir, İmtau']-esma, arapça el yzm., Köprülü Ktp. nr. 1005, s.1050; Hasen b. Hasen, en Nuzunıu'î-İslâmiyye, Kahire 1959 s. 194; Tuğ, S., İslâm Vergi Hukuku, s. 90.
[279] Ebu Ubeyd, a.g.e., H. Nr. 931, s. 109; Ebu Yusuf, a.g.e., s. 54-55; Fayda, Mustafa, Hz. Ömer Zamanında Gayr-ı Müslimler, (Doçentlik Tezi), Ankara 1979, s. 93.
[280] Belazuri, Futuk, s. 71; er-Reys, el-Harac, s. 108; Hamidul]ah,M., İslâm Peygamberi, c.l, s. 224-225.
[281] Belazuri, Futuh, s. 89-90; İbn Mace, c.l, nr. 1831.
[282] Tuğ, S., a.g.e., s.92.
[283] Fayda, M., a.g.e., s. 95-99.
Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/231-233.
[284] Tuğ, S., a.g.e., s. 93.
[285] K, 4/90.
[286] K, 9/5.
[287] Ebu Ubeyd, el-Emval, H. nr. 49.
[288] Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 50-61.
[289] EbuUbeyd, a.g.e., H. nr. 76-85.
[290] Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 121; Tirmizî, c.3, nr. 633; Tuğ, S., a.g.e., s. 96.
[291] Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 66-69; Yahya b. Adem, el-Harac, nr. 19-24; Tuğ, S., a.g.e., s.96.
[292] Belazuri, a.g.e., s. 71; Hamidullah, M., a.g.e., c.l, s. 224.
[293] Belazuri, a.g.e., s. 71; Hamidullah, M., a.g.e., c.l, s. 224.
[294] Belazuri, a.g.e., s. 71; Hamidullah, M., a.g.e., c.l, s. 224.
[295] Belazuri, a.g.e., s. 75-76; EbuUbeyd, a.g.e., H. nr. 68.
[296] Belazuri, a.g.e., s.80; Makrizi, İmta, s. 1046.
[297] Belazuri, a.g.e., s. 71; Hamidullah, M., vesaik, nr. 57, 59, 62.
[298] Belazuri, a.g.e., s. 89; Ebu Davud, c.3, nr. 3038.
[299] Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 65-66; Hamidullah, M., Vesaik, nr. 106.
[300] Belazuri, a.g.e., s. 71-75, 89; Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 66, 502.
[301] Belazuri, a.g.e., s. 71-75, 89; Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 66, 502.
[302] Hamidullah, M., a.g.e,, nr. 62.
[303] Ebu Ubeyd, a.g.e., H.nr. 64, 65; Belazuri, Futuh, s. 71, 75.
[304] Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 64, 65; Belazuri.
[305] Belazuri, a.g.e., s. 71; Ebu Ubeyd, a.g.e., H. nr. 66.
[306] Belazuri, a.g.e., s. 75; Ebu Ubeyd, c. 3, nr. 3041.
[307] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/233-235.
[308] Bk. Kasânî, Bedâi, c.2, s. 27.
[309] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/236-238.
[310] Prof. Dr. Mehmet Erkal, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 3/239-241.