EKOLOJİ VE EKOLOJİK SÜNNET KAVRAMLARI
III. Günümüzdeki Ekolojik Mesele
HZ. PEYGAMBER'İN EKOLOJİK SÜNNETİ
I. Ekolojik Sünnetin Kaynakları
II. Hz. Peygamber'in Ekolojik Öğretisi Ve Faaliyeti
A- Ağaç Sevgisi, Dikimi Ve Korunması:
B- Ormanlaştırma Ve Sid Alanları Tesisi:
C- Hayvan Sevgisi Ve Korumacılığı
3. Hayvanlara Merhamet Ve Acıma
D- Hz. Peygamberin Şehirciliği
III. Hz. Peygamber'de Çevre Bilinci
(Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Ankara)
Mehmet Bayrakdar 1952 Yılında Beyşehir'de doğdu. Doktora tezini, 1978'de Sorbonne-Paris IV Üniversitesinde hazırladı. 1978-79 yıllarında Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye dairesinde görev yaptı. 1979'da Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi oldu. Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde ders verdi. Eserleri:
- Du Coeur â Toi
- İslâm'da Bilim ve Teknoloji Tarihi
- Kayserili Davud
- Tasavvuf ve Modern Bilim
- İslâm'da Evrimci Yaratılış Teorisi [1]
Konumuz, bugün fertlerin, cemiyetlerin ve hükümetlerin yakından ilgilenmek zorunda kaldıkları ekoloji veya çevrecilik denen olay ve faaliyetin kapsamına girebilecek Hz. Peygamberin öğreti, davranış ve fiillerini değerlendirmekdir. Bunun daha iyi anlaşılabilmesi için, genel olarak ekoloji veya çevreciliğin ne olduğu hakkında kısa bilgiler içeren bir girişle işe başlamayı uygun görüyoruz.
Ekoloji, iki yunanca kelimeden türetilmiş bir kelimedir. Birincisi, ev ve içinde yaşanan mekân anlamına "Öikos" kelimesidir; ikincisi, başka anlamlarının yanında bilgi ve ilim demek olan "Logos" kelimesidir. O halde ekoloji kelimesi, basit sözlük anlamıyla ev bilgisi, mekân bilgisi veya çevre bilgisi demektir.
Ekoloji kelimesini, 1873 yılında ilk türeten ve ilk kullanan, Alman zooloji bilgini E.K. Haeckel'dir. O, bu kelimeyi, canlı varlıkların ve organizmaların çevreleriyle ve birbirleriyle olan ilişkilerini niceleyen, genel biyoloji, zooloji, botanik ve jeoloji gibi ilimlere dayandırmak istediği özel bir bilim dalının adı olarak kullanmıştır. Ne var ki, onun bu kelimesi ve tasarladığı bu bilim dalı, zamanındaki ve daha sonraki bilim çevrelerinde bir ilgi uyandıra-nıarmştır. Ancak Batıdaki sanayi ve teknolojik gelişmelerinin sebep olduğu çevre krizinin, tüm canlılarla birlikte, insan varlığını bile tehdid eder bir duruma geldiğinin ve tabii dengenin bozulmaya yüz tutmasının şuuruna varıldığı son onbeş-yirmi sene içinde, ekoloji kelimesi ve onun ifade ettiği bilim yeniden gündeme gelmiştir.
Bugünkü kullanımıyla ekoloji, canlı organizmaların, bitkilerdin ve hayvanların tabiî çevrelerindeki hayatını, inceleyen bir bilim dalı[2] olma gibi bir özel anlam, Türkçemize "çevrecilik" şeklinde tercüme edilebilecek olan batı dillerindeki environmenta-lizm kelimesiyle eşanlama gelen bir genel anlam kazanmıştır. Ekoloji Türkçemize, özel anlamıyla "Çevre-Bilim" veya "Çevre Bilimi" olarak genel anlamıyla ise, "environmentalizm" kelimesi gibi, tabiî çevreyi korumak anlamında "çevrecilik" olarak tercüme edilebilir.
O halde, kısaca demek istersek, ister bilimsel ister popüler mahiyetteki her türlü çevrecilik, ekoloji kelimesinin anlamına dahil edilebilir, fakat ekoloji özel bir tabiî bilim dalı olarak çevrecilik değildir. Bugün ekoloji çevrecilik anlamıyla daha çok kullanılmaktadır.
"Ekolojik Sünnet" tabirine gelince, daha önce de bir eserimizde kullandığımız ve tarif ettiğimiz gibi,[3] bununla biz, Hz. Peygamberin canlı varlıklara ve doğaya olan sevgisini, doğanın ve canlıların korunmasına ilişkin sözsel öğretisi ve fiilen yaptığı şeylerin bütününü, kısaca onun çevreciliğini kast ediyoruz.
Burada, elden geldiği ölçüde ekolojik sünneti daha teferruatlı bir şekilde işlemeyi konu edindik. Ancak, doğrudan konumuza geçmezden önce, genel çevrecilikle ilgili bazı genel meselelere kısaca değinmek faydalı olacaktır. Bu, ekolojik sünnetin tarihi ve doktriner değerinin daha iyi kavranmasını sağlayacaktır. [4]
Çevre Bilim veya Çevre Bilimi anlamındaki ekolojinin konusunun, canlı organizmaların hayatı ve onların tabiî çevreleriyle ilişkilerini bilimsel açıdan incelemek olduğunu zikretmiştik. Böyle bir ekolojinin, ayrı bir bilim dalı olacak şekilde geliştirilmesi her ne kadar günümüzde yeni ise de, çevrenin, canlıların ve insanın hayatına etki ettiği gerçeği çok eski çağlardan beri bilinen bir husustur. O halde konusu bakımından ekoloji eskidir.
Sözgelimi, Hippokrat "iklimler, Sular ve Mekanlar" hakkındaki yazılarında; Aristo, "Politika" adlı eserinde, îbn Sina "Urju-zat fi't-Tıbb" adlı eserinde, Câhız "Kitab al-Hayavan"mda, îbn Haldun "Mukaddime"sinde iklimin, havanın, suyun ve hatta yiyeceklerin insan varlığı ve diğer varlıklara etkisinden söz ederler.
Aynı şekilde, Fisagor, el-Birunî, îbn el-Arabî gibi birçok düşünür, Doğada tabiî harmoni, ekolojik ve ekonomik dengenin varlığından söz ederler.
Fakat, buna rağmen îslâmiyetten önce, özellikle tabiî çevreyi, canlı varlıkları koruma, hatta insanın içinde yaşaması gereken mekân biçiminin ve o mekânın yapısal özelliklerini bile içeren bir çevreciliğe rastlanmaz. Muhakkak ki, insan her zaman doğayı ve tabiî varlıkları nazarî olarak sevmiştir; fakat bu bir çevrecilik değildir; çünkü bu sevginin ötesinde esas olan korumacılıktır; doğanın bozulmasına karşı önlem almaktır. Bu, ekoloji ve çevrecilik kelimeleri kullanılmamış bile olsa, İslâmiyet, yani Kur'ân ve fiilen de Hz. Peygamber ile tarihte ilk defa görülmüştür. [5]
Çağımızda çevrenin bir sorun naline gelmesiyle, meseleyi tartışan özellikle Batılı alimler din- çevre ilişkisi konusunu da tartışmışlardır. Onlardan bazıları, özellikle yahudilik ve hıristiyanlı-ğın biraz sonra örneklerle zikredeceğimiz, özellikle hayvanlara karşı menfî hukukî tutumlarını göz önüne alarak, bir genelleme ile dinlerin çevreye karşı menfî tesirleri olduğu sonucuna varmışlardır. Bunların başında A. Toynbee ve J. Galtung gelir. [6] Onların bu hükmü "(aksini iddia için) hıristiyan ve yahudi dinleri için hiçbir geçerli gerekçem yok, fakat islâm'a gelince, onun bu konuda müsbet unsurları olduğunu doğrulayabileceğimi düşünüyorum..." [7] diyen F. Peirone'un cümlelerinde ifade edildiği gibi, hıris-tiyanlık ve yahudilik için geçerli olabilir, fakat İslâm için asla geçerli değildir.
Gerçekten ilk ve orta çağlarda bu dinlerin ve diğer medeniyetlerin özellikle hayvanlara karşı menfi tavırları bilinmedikçe, islâm din ve medeniyetinin çevreciliği tarih içinde tam olarak değerlendirilemez. Bu bakımdan dinler ile çevrecilik arasında menfî bağlar kuranları, diğer din ve medeniyetlerde haklı çıkaracak kaideler ve uygulamalar vardı ki, bunlar Batıda 19. yüzyıla kadar bile devam etmiştir. [8]
Eski Yunan kanunlarına göre, insanın ölümüne sebep olan hayvan ve cansızlar mahkeme edilir, suçu sabit görülenler öldürülürdü. Eflatunun "Kanunlar" adlı kitabında bu konuda bilgiler mevcuttur. Mesela köpek bir kimseyi ısırmışsa, sahibi tarafından davacıya teslim edilirdi. O, bu köpeğe ölüm veya işkence cezalarından dilediğini verebilirdi.
Roma kanunlarında da hayvanlar cezalandırılmıştır. Mesela bir kanun maddesine göre, çift süren çiftçinin sınırı tecavüz ederek komşu tarlaya ihlal etmesi durumunda, o çiftçi ile birlikte öküzler de idam cezasına çarptırılırdı. Köpeğin ceza şekli, ışınlan kimsenin insiyatifîne bırakılmıştı. [9]
Yahudi yasalarından birisi şöyledir: Bir kadına veya erkeğe toslayıp öldüren Öküz veya boğa recm edilir. Eti yenmez. Eğer hayvanın toslama âdeti yoksa, sahibine bir ceza yoktur. Fakat öküz bunu huy edinmiş ve sahibi de insanları uyarmamış ise, Öküz recm edilir (ölünceye kadar taşlanır), sahibi de idam edilir.
Yahudiliğin hayvanları cezalandıran başka kanun maddeleri de vardır. Mesela, bir erkek veya kadın bir hayvanla cinsî münasebette bulunursa, hem hayvan hem de ilişkide bulunan kadın veya erkek öldürülürdü. [10]
Eski iran'da da hayvanlar cezaya çarptırılırdı. Örneğin, bir insanı veya kuzuyu ısıran köpeğin cezası, sağ kulağının kesilmesidir. Aynı hareketi tekrar eden bir köpeğin, ikincisinde sol kulağı, üçüncüsünde sağ ayağı, dördüncüsünde sol ayağı ve beşincisinde kuyruğu kökünden kesilirdi. [11]
Ortaçağ Avrupa milletlerinde de, mesela eski Germenler'de., Fraklar1 da ve Slavlar da da benzer cezalarla hayvanlar cezalandırılırdı. Fransa, hayvanı insan gibi sorumlu kabul ederek, onu mahkeme kararıyla suçuna göre, insana uygulanan cezalarla cezalandıran ilk Hristiyan ülkedir. Fransa'yı XIV. asırda Sardinya, XV. aşırın sonlarında Belçika, XVI. aşırın ortalarında Hollanda, Almanya, italya ve isviçre takip ederek, aynı kanunu kabul ederek, hayvanları cezalandırdılar. Bu durum, özellikle Slavlar arasında tâ XIX. aşıra kadar devam etmiştir.
Bu durum genel olarak şöyleydi: Hayvanlar tarafından saldırıya uğrayan kişi veya yakınları mahkemeye başvurur, mahkeme önce ihtiyat babından hayvanı hapsederdi. Sonra mahkeme heyeti oluşturulur, tam bir ciddiyet içerisinde hayvan ve saldırıya uğrayan kişinin karşılıklı şahitleri de dinlenerek savunmaları ve müdafaaları yapılırdı.
Hayvanlara verilen cezaların başında azalarından birinin kesilmesinden tutunuzda başının kesilmesi veya büyük bir törenle meydanlarda hazırlanarak ateşte yakma gibi idam cezaları gelirdi.
Burada örnek kabilinden, herkesin bildiği bazı hayvan cezalandırmalarını zikredebiliriz. Bunlardan en ilginci ve gülüncü belki XV. asırda Fransa'daki farelerin yargılanışıdır.
Olaya konu olan şehirde, fareler huzuru bozacak ve hayatı etkileyecek şekilde sokaklarda görülmeye başlayınca halk mahkemeye başvurur. Ancak, farelerin müdafaasını yüklenen vekil Chasaine, aralarında yaşlı ve emme çağında yavruların olduğunu söyleyerek, duruşmanın ileri bir tarihe ertelenmesini ister. Bu kabul edilir. Tesbit edilen tarih gelince ortalıkta fareler görünmez olur. Chasanie, "fareler kararınıza boyun eğmekten kaçınmamışlardır; ne var ki, onların mahkemeye geçebilmeleri için kedilerin sokağa sanılmalarının yasaklanması gerekir" der. Bütün mahkeme üyeleri bunu kabul ederek, halkın kedi ve köpeklerini sokaklara salmamalarını duyurur. Halkın bu karara uymadığı görülünce, mahkeme meşru haklarının yerine getirilmemesi yüzünden farelerin beraatına karar vermek zorunda kalır.
Bir başka örnek de, yumurtlayan horozun idamıdır. İsviçre'nin Bern şehrinde, 1474 yılında yumurtlayan bir horoz, dava edilerek, mahkemeye çakırdır. O günlerde de sihirbazlar, sihir işleri yapmak için horoz yumurtası arıyorlarmış. Savunma horozun suçsuz olduğunu iddia etmesine rağmen, mahkeme onun sihirbazlar için yumurtladığı gerekçesiyle horoza, '"Verdiğimiz karar diğer bütün horozlara ders olacaktır. Bundan ibret alacaklardır!" diyerek, idam kararını açıklar.
îşte hristiyan Avrupa'nın iç yüzünden bir kaç örnek. Bu durum, Kur'ân ve Hz. Peygamber'in öğretilerinden ilham alarak hayvan sevgisini, onları korumak için çeşitli müesseseler kurmakla, en doruk noktasına çıkaran îslâm medeniyetiyle tam bir zıdlık göstermektedir. Müslümanların, özellikle de Türklerin hayvanlara ve diğer canlılara verdikleri değer o dereceye ulaşmıştı ki, bu, islâm düşmam Batılı seyyahları bile hayrete düşürmüş ve eserlerinde bundan bahsetmeden de edememişlerdir.[12]
Her ne kadar tabiatın tahribi, bir bakıma insanın yaratılışıla başlamıştır denebilir ise de, bunun tabii ve gerekli olmayan bir yolla» tabiatın ve ondaki insan da dahil bütün canlıların varlık ve hayat düzenini tehdid edecek derecede bir hal alması, hiç şüphesiz Batı'daki son yıllarda gelişen sanayi ve teknoloji ile ve onları ortaya çıkaran felsefî ve siyasî düşüncelerin eseridir.
Hatta bugünkühıristiyanlık dininin kendisi de, çevre meselesinin ortaya çıkmasında önemli bir nedendir. Zira hıristiyanlann kabul ettiği tanrı, hıristiyanlara: "Yeryüzünü doldurun ve onu boyunduruk altına alınız" demektedir. [13]Hiç şüphesiz böyle bir inanç, hıristiyanlann tabiatı tahrib ve sorumsuzca kullanmalarının düşünce altyapısını oluşturmada büyük rol oynamıştır. Belki bazıları hıristiyanlığm tabiata bu yaklaşımıyla, Kur'ân'daki "Göklerde ve yerde olanların hepsini sizin buyruğunuz altına vermiştir. Doğrusu bunlarda düşünen kimseler için dersler vardır." [14]mealindeki ayet arasında bir ilgi kurarak, aynı şeyi Kur'ânın da söylediğini savunabilir.
Fakat gerçek odur ki, Kur'ân herşeyin insan için yaratılmış olduğunu böylece belirtmesine rağmen, diğer bir çok ayette, insanın tabiat ve tabiî varlıkları rastgele, israf edecek şekilde kullanmasını da yasaklamıştır; tabiî devreye tecavüzü caiz görmemiştir: "O, göğe yükselmiştir; dengeyi koymuştur. Artık dengeye tecavüz etmeyin. Dengeyi doğru tutun, dengeyi bozmayın."[15]
Yeniden konumuza dönecek olursak, batı'da çevrenin bir mesele haline geldiğinin geniş çapta farkına varılması Rachel Car-son'un "Silent Spring" (1962) adlı eseriyle olmuştur. Yaklaşık on yd sonra 1972 yılında Birleşmiş Milletlerin Stockholm'da düzenlediği çevre konferansıyla durumun ciddiyeti teyid edilirken, çareler aranmış ve tedbir önerileri ortaya konmuştur. Bu tarihten gününüze çevre akademik çevreler kadar halkın da ilgisini yakından uyandıran bir mesele olmuştur ve hakkında günden güne artan neşriyat yapılmış, özel araştırma birimleri kurulmuş ve hükümetlerin programlarına girmiştir.
Çevre krizinin sebepleri ve nasıl önleneceği hakkında, bir çok fikirler ileri sürülmüştür. Bugün özellikle Batı'da öne sürülen bu fikirleri, bir genellemeyle, bir birine zıd iki ana sınıfta riz.
Birincisi, çevre meselesinin mekanik ve teknik bir çözüm olarak görülmesi. Bu düşüncede olanlara göre, çevre kirliliğin sebebi teknolojik ve endüsriyel gelişmelerdir. O halde uygun teknolojik Önlemlerle veya geliştirilecek yeni tekniklerle çevre meselesi çözülür denmektedir.
ikincisi, manevi çözüm. Her ne kadar bugünkü çevre kirliliğinin %80 sebebi teknolojik ve sanayi gelişiminin bir neticesi isede çözüm sadece teknolojik değildir. Asıl çözüm, teknolojiyi üreten kullanan kişinin dinî, ahlakî, felsefî düşüncesi ve hayat tarzıyla çok yakından ilgilidir. Dolayısıyla, kısaca çözüm temelde rendir.
Bugün gerek Doğu'da ve gerekse Batı'da üzerinde en durulan ve işlenen çözüm şekli, manevi çözüm şeklidir. îşte kıskımdan, Kur'ânın ve Hz. Peygamber'in çevre hakkındaki öğretisiyle, eskiden islâm kültüründe yapılmış olan çevrecilik hareleri hayatî bir önem arz etmektedir. Bunlar bugün yeniden memesi ve üzerinde çalışmalar yapılmasıyla gündemde tutöss gereken konulardır. Şimdi burada diğer konuları bir kenara ict karak, Hz. Peygamber'in çevreciliği üzerinde durabiliriz. [16]
Hz. Peygamber, zaman içerisinde önemini maalesef yitirmiş ve hatta unutulmuş, bizim "ekolojik sünnet" diye nitelendirdiğimiz çevrecilik ile ilgili öyle güzel öğretisi ve tatbikatı vardır ki, hepsi bugün dünyadaki çevrecilerin çevre meselesinin çözümü için getirdikleri önerilerle benzerlik ve ayniyet arz etmektedir.
Biz bugün ekolojik sünneti, başta siyer kitapları olmak üzere, Hz. Peygamber'in savaşlarını konu alan gazavat kitaplarından, onun hadislerini ihtiva eden Kütüb-i Sitteden, islâm'ın ilk devirlerini işleyen klasik islâm tarihi kitaplarından ve bazı fıkıh kitaplarıyla, hisbe müessesesiyle ilgili kitaplardan öğrenmekteyiz.
Bütün bu kitapların isimlerini zikretmek ve haklarında çok kısa bilgiler bile vermek çok yer işgal edeceğinden bu konuya girmeyeceğiz. Zaten bunlardan çoğu, dipnotlarda ve kaynaklarda zikredileceklerdir ki, çoğu okuyucunun bunlar hakkında az-çok bilgisi de vardır. [17]
Hz. Peygamber'in bize kadar nakledilen hayatında tabiî çevrenin korunmasıyla ve insanın içinde yaşamak zorunda olduğu yakın maddî ve manevî çevresinin nasıl olması gerektiği ile ilgili yapmış olduğu faaliyetlerini şu maddeler halinde ele alabiliriz. [18]
Hz. Peygamber'in tabiata karşı büyük bir sevgi beslediği bilinen bir husustur. O bu sevgisini, ağaç, bitki ve hayvan gibi tabiî varlıkların korunması hakkındaki söz ve davranışlarıyla maddileştirmiştir.
Hz. Peygamberin insanları ağaç dikmeye sevk eden ve ağacın ekolojik ve iktisadî değerim gösteren pek çok hadisi vardır. Bunlardan bazılarım şöyle sıralayabiliriz:
"Bir müslüman ağaç diker de bunun meyvesinden insan, ehil veya valisi hayvan veya kuş yiyecek olursa, yenen şey onun için bir sadaka hükmüne geçer..." [19]
"Kim ağaç dikiminde bulunursa, onun için, ağaçtan hâsıl olan ürün miktarınca Allah sevap yazar"[20]
"Bir kimse bir ağaç dikse, o ağaç meyve verdikçe, sevabı ağacı dikene yazılır." [21]
"Yedi şey vardır ki, kişi kabirde bile olsa, ondan hâsıl olan ecir devamlı olarak kendisine ulaşır: Öğretilen ilim, halkın istifâdesi için akıtılan su, açılan su kuyusu, dikilen ağaç, inşâ edilen mescit, okunmak üzere bağışlanan Kur'ân, vefatından sonra kendisine dua edecek hayırlı evlâd."[22]
"Elinizde bir ağaç filizi varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile eğer onu dikecek kadar zamanınız varsa mutlaka dikin."[23]
"Deccâl'in çıktığını işitecek bile olsanız, elinizdeki ağaç filizini mutlaka dikin, zira Deccâl'den sonra da insanlar yaşayacaklardır."[24]
"Kim bir ağaç diker ve meyve verinceye kadar muhafaza ve büyümesi için ilgisini devam ettirirse, meyvesinden elde edilen her istifade, Allah indinde bir sadaka sayılır ve dikenin hesabına yazılır."[25]
"Kim bir ağaç diker ve bu ağaç olgunluğa ererse, Allah bu ağaç sebebiyle o kimse için cennette bir ağaç diker."[26]
"Yerde bitmiş olan hiçbir nebat yoktur ki, onu nezaretçi bir melek kanatlarıyla korumuş olmasın. Bu durum bitkinin hasad edilmesine kadar devam eder. Kim bu bitkiyi basıp ezerse o melek kendisine lanet eder"[27]
"Resûlullah (s.a.v.) davarları yesin diye, elindeki sopayla bir ağacın dallarına vurarak yapraklarını dökmeye çalışan bir bedeviyi görmüştü. Şöyle seslenerek müdâlale etti: Ey arabî! Ağır ol, ağaca vurarak, kırıp dökerek değil, tatlılıkla sallayarak yaprağını dök."[28]
"Sidreleri kesenler, yüzüstü ateşe atılacaklardır.[29]
"Her kim, yerine yenisini dikmeden, bir sidre ağacını kesecek olursa, Allah ona Cehennemde bir ev yapar."[30]
Hz. Peygamberin bazı ağaçlara, özellikle de hurma ağacına karşı hususi bir alakası vardı. Bunun için hurma ağacıyla ilgili pek çok hadis vardır. Hadis kitaplarında bu konuda müstakil bölümler vardır.[31]
Hz. Peygamberin kendisi bizzat ağaçlandırma işinde bulunmuştur. Ormanlar kurdurmuş ve sid alanları tayin etmiştir.
Çeşitli yollarla gelen rivayetlere göre, Hz. Peygamber bir defada beşyüz hurma ağacı dikmiştir.[32]
Belâzurî, ibn Cu'dübe ve Ebu Ma'şer yoluyla nakledilen bir rivayete dayanarak Hz. Peygamberin ormanlaştırma yaptırdığını bildirmektedir.
"Hz. Peygamber (s.a.v.), Zu-Kadr gazvesinden dönerken Zu-rayb (Zureybu't-Tâvîl) mevkiine gelince, Ensardan Benî Harise kabilesi mensupları: Ya Resûlallah! Burası bizim develerimizin otlağı, koyunlarımızın merası, kadınlarımızın çıkacakları yer, yani orman bölgesidir, dediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Kim bir ağaç kırarsa yerine bir fide diksin". Bu emir üzerine burası orman haline getirildi."[33]
Görülüyor ki, Hz. Peygamber eski bir orman yeri olan Zurayb mevkiini, yeniden ormanlaçtırmıştır. Bu bölge bu olaydan sonra, orman anlamına gelen el-Gabe ismiyle anılır olmuştur.
Bunun yanında, Hz. Peygamber, bugün Sid alanları ve millî parklar olarak bilinen şeylere benzer önemli faaliyetlerde bulunmuştur; belirli bölgeleri Özel koruma alanına almıştır. Bunlar Harîm (veya Haram) ve Himâ yani yasak, korunan bölgeler olarak adlandırılmıştır. Ağaçlarının kesilmesini, kuş ve hayvanlarının avlanmasını Hz. Peygamber yasaklamıştır.
Himâ, daha çok, tarım ve diğer işler için kullanılması yasak sadece otluk için kullanılan bir özel bölgedir. Mera ve otlaklara benzer.
Harım veya Haram ise, daha çok su kaynakları ve kanalları, kuyuları içeren, ağaçlandırılmış verimsiz araziler (mevât) üzerine tesis edilen, yukarıda da belirttiğimiz üzere, hayvanları, bitkileri ve kuşları korunma altına alman bölgeler, yani bugünkü manasıyla milli parklar ve sid alanlarıdır. Hz.Peygamber'in Himâ ve Harim'e verdiği önemden ötürü" bunlar îslâm hukukuna da konu olmuştur ve hukukçular onlarla ilgili hukuki kaide ve kurallar geliştirmişlerdir.[34]
Şimdi, özellikle Harîm türü korunmuş bölgelerden, onların en önemli örneklerini teşkil eden Medine ve Taif sid alanlarını gösterebiliriz. Bunları kısaca özet olarak zikredelim: [35]
Rivayetlere göre, Peygamberimiz Hayber seferinden dönerken, Medine'ye yaklaşınca, şehri göstererek:
"Yâ Rabbi! Hz. İbrahim Mekke'yi haram kıldığı gibi, ben de Medine'yi haram kıldım. Onun iki kayalığı arası haram bölgesidir. Ağaçları kesilmez, hayvanları avlanmaz, otu yolunmaz, ağaçlarının yaprağı koparılmaz.[36]
Bu mealdeki rivayet, çok çeşitli şekilde çeşitli kaynaklarda vardır. Bazı kaynaklar haram kılman Medine şehir bölgesini daha teferruatıyla açıklarlar. Mesela Ebu Davud "iki kayalığı arası" sözüne açıklık getirerek, haram bölgesinin, Medine'nin kuzeyinde bulunan Ayr Dağı ile güneyinde bulunan Sevr Dağı arası olduğunu belirtir.[37] Müslim, Hureyre'den naklen, Medine merkez olmak üzere etrafında 12 millik bir kısmın korunduğunu söylemektedir.[38] Bu rivayetler daha da açıklıkla, Adiyy Ibn Zeyd'den naklen Ebu Davud tarafından şöyle anlatılır: "Peygamber (s.a.v.) Medine'nin her yönünden bir beridlik sahayı koruluk (haram) bölge ilan etti"[39] Hatta Peygamber bu yasak bölgeyi sınırlarına Ka'b Ib-ni Malik'e taşlar diktirerek belirlemiştir.[40]
Rivayette geçen "bir berîdlik" mesafe, en aşağı 32 km'lik bir uzunluktur. Dolayısıyla Medine şehri merkez olmak üzere 32 km'lik her yönden çevresi koruma altına alınmış oluyor.
Medine şehri civarının yasak kılınmasıyla ilgili başka önemli rivayetler şöyledir:
"Medine Ayr ve Sevr Dağları arasında kalan kısımlarıyla haramdır. Orada kim bir yasak işlerse veya işleyeni himaye ederse, Allah'ın Melekleri ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun. Allah kıyamet gününde onun ne tevbesini ne de fidyesini kabul eder."
Farklı şekillerde nakledilen başka bir rivayet: Sa'd Ibn Ebi Vakkas, Akik'deki sarayına giderken, haram bölgede bir kölenin, bir ağaç kesmekte olduğunu görür. Sa'd bunun üzerine onun elbisesini alır. Sa'd Medine'ye dönünce, kölenin efendisi Sa'd'a gelir ve aldığı elbiseyi geri vermesini taleb eder, hatta onu Hz.Ömer'e şikayet eder. Sa'd şu cevabı verir:
"Peygamber (s.a.v.) burayı haram kıldı ve kim burada avlanan ve ağacını kesen birini yakalarsa onu dövsün, elbise ve malzemelerini de elinden alsın buyurdu. Peygamber (s.a.v.)'in bana ganimet kıldığı bir şeyi asla vermem, isterseniz kıymetini vereyim der"[41]
Hz. Ömer, belki de bu olaydan sonra, Osman Ibni Maz'un'un azadlı kölesini Medine civarına bekçi tayin etmiş ve ona şu emri vermiştir:
"Medine'deki ağaçları kesme ve yapraklarını silkme konusunda kimseye müsaade etme. Bunu yapan birini yakalarsan baltasını ve ipini elinden al."[42]
Taif halkı, bir heyeti, Hz. Peygambere, müslüman olmak istediklerini bildirmek üzere gönderdikleri zaman, bazı teklifler ileri sürdüler. Bunlardan birisi Taif in de korunmuş bölge ilan edilmesiydi. Hz. Paygamber, bu teklifi kabul ederek, anlaşma metnine bu maddeyi koydurttu:
"Vadileri bütünü ile Mukaddes (haram)'dır. Allah için orada yasak, yabani ağaçlar ve av hayvanları üzerine olacak her türlü baskıyı, tecavüzü ve fenalığı kaldıracak şekilde tatbik edilir."[43]
Hz. Peygamber, bu maddeden ayrı olarak şu özel beyannameyi de oranın müslümanlarma göndermiştir:
"Rahman, Rahim Allah'ın Adıyla,
Peygamber Muhammed'den Müminlere:
Vacc vadisinin (yani Taif Vadisinin) ne dikenli ağaçları, ne de çalıları tahrib edilmeyecektir. Av hayvanları da Öldürülmeyecektir. Bu yasaklardan birini ihlal eden bir kimse yakalanacak olursa, kamçı ile dövülecek ve elbisesi de soyulup alınacaktır. Eğer biri haddi-aşacak olursa, yakalanıp Peygamber Muhammed'e getirilecektir. Bu emir Peygamber Muhammed'dendir. Bunu Allah'ın elçisi Muhammed'in emriyle Halid Ibni Said yazdı. Bu emri kimse ihlal etmesin, aksi halde Muhammed'in emrettiği şeyde nefsine zulmetmiş olur."[44]
Böylece Peygamberimiz, Mekke ve Medine şehirlerinden başka Taif şehrini de koruma altına almıştır. Hatta, Tayy ve Cüreyş kabileleri de, kendi arazilerinin koruma altına alınmasını Hz. Peygamber'den istemişlerdir. O da bu isteklerini kabul etmiştir. [45]
Hz. Peygamberin hayvanlara karşı da beslediği özel bir sevgisi vardı. Bu sevgi nedeniyledir ki, o hayvanlar hukukunun esasını teşkil eden, onların korunmasını öngören birçok kaide ve kural koymuştur.
Bu hukukun amacı, başlangıçta zikrettiğimiz gibi hayvanları mahkeme önüne çıkararak onları cezai müdahaleye çarptıran menfî bir hukuk değil, hayvanların suçlu ve suçsuzluğma bakılmaksızın, sırf onları korumak amacıyla geliştirilen bir hukuktur. Bir hayvan suçlu görülse bile, gerekli ceza hayvana değil sahibine veriliyordu.
Hz. Peygamber bütün hayvanları ve haşaratı severdi ve hay-van-insan münasebetine çok ehemmiyet verirdi: Fakat onun şahsi hayatında bazı hayvanların özel bir yeri vardı. Önce bu konuya işaret edelim.
Ebu Kebşeti'l-Enmarî, Hz. Peygamber'in turunç ve kırmızı renkli güvercinlere merakı olduğunu ve onları seyretmeyi pek sevdiğini rivayet etmektedir. [46]Hatta yalnızlıktan şikayet edenlere bir çift güvercin beslemelerini tavsiye ederdi.[47]
Aynı şekilde, Hz. Peygamber at ve deveyi de çok severdi. Atın ve devenin fazileti, beslenmeleri ve bakımları, onları sevmenin gerekliliği hakkında pek çok hadisleri vardır. Bazı hadis kitaplarında da onlarla ilgili müstakil bölümler vardır.[48]
Diğer evcil hayvanlardan koyun ve keçinin Hz. Peygamber'in hayatında ayrı bir yeri vardı. Kendisi evinde bunları bulundurmuştur.[49]
Koyun ve keçiye, Hz. Peygamber "Cennet hayvanları" derdi. [50]Onları "bereket" olarak görürdü, bu bakımdan bir kimseye "Evinizde kaç tane bereket var?" [51]diye sorunca keçi veya koyunu kas: ederdi.
Bu konuda o şöyle demiştir:
"Sahibi için koyun berekettir, deve de izzettir. Ata gelince, hayr onun alnına bağlanmıştır."[52]
Kediye gelince, Hz. Peygamber onu "evin bir unsuru" (min metâ'i'1-beyt) ve "ailenin bir ferdi" (min ehli'1-beyt) olarak kabul ederdi. [53]Abdest almağa hazırlandığı bir sırada, kedinin abder. suyundan içmekte olduğunu görünce, o içinceye kadar bekledi ve sonra abdestini aldı. Oradakilerden birisi, "Ya Resûlullah! Sune-cis olmadı mı?" diye sorunca, O, "Hayır, kedi aile efradından bindir, hiçbir şeyi kirletmez" [54]cevabını verdi.
Hz. Aişe'den gelen bir rivayete göre, Hz.Peygamber, bu evci hayvanın dışında evinde başka evcil hayvanlar bile bulundururdu. O şöyle demektedir: "Peygamber (s.a.v.)'in evinde bir vah^i vardı. Peygamber (s.a.v.) evden çıkınca oynuyor, evde ileri-geri geziniyor, hareketleniyordu. Resûlullah'm girdiğim hissedince de yere çöküp, o evde kaldığı müddetçe onu rahatsız etmemek için gezinmiyordu."[55]
Hz. Peygamberin yukarıda zikredilen hayvanlara karşı olan özel ilgi ve merakını kısaca belirttikten sonra, şimdi onun gene. olarak hayvan sevgisine ve korumacılığına geçebiliriz. [56]
Hz. Peygamberin ne cins ve türden hayvan olursa olsun, onus. hayat hakkına insanın saygı göstermesini ve bu hakkı koruması gerektiğini çeşitli vesilelerle belirtmiştir. Hiçbir hayvan ve haşaratın fuzuli yere öldürülmesini caiz görmemiştir.
Hz. Peygamber bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "Haksız olarak bir serçeyi öldürenden Cenâb-ı Hak kıyamet gününde hesap soracaktır" Orada bulunan cemaat: "Kuşun hakkı da nedir?" diye sorunca, O, "Onu kesmesi ve sonra da yemesidir." [57]diye cevap verdi.
Hz. Peygamber, kesin olarak kurbağa, karınca, arı, hüdhüd, çekirge gibi bir kısım hayvan ve haşaratın öldürülmesini yasaklamıştır.[58]
Burada bir konuya açıklık getirmek gerekecektir. Bu da, Hz. Peygamberin bazı hadislerinde, köpek, çakal, kurt, yılan, aslan, kaplan, fare, akrep gibi bazı yırtıcı ve ısına hayvanların bazı türlerinin verildiği ve öldürülmelerinin caiz olduğu görülmektedir. [59]
Bu tür hadisler incelendiğinde, bu hayvanların yine de keyfi olarak değilde, bazı durumlarda bir tedbir olarak- mesela köpek ve farelerde olduğu gibi kuduz tehlikesine karşı- veya bazı durumlarda insana kesin zararlı olma durumlarında öldürülmeleri söylenmiştir. Bu durumun, hayvanların hayat hakkına riayette bir tezathk olarak değerlendirilmemesi gerekir. [60]
Hz. Peygamber, bir çok hadislerinde bize hayvanlara karşı iyi muamele etmemizi ve onlara şefkatli davranmamızı emretmektedir.
O, genel bir düstur olarak şöyle demektedir: "Merhametli olanlara Rahman merhamet eder. Yerde olanlara merhametli olun ki, gökte olanlar (melekler) de size merhamet etsinler."[61]
Bu konuda diğer bazı hadislerden bazıları şöyle sıralanabilir:
Hz. Peygamber, Üsame îbn Zeyd'e: "Ey Üsame, acıkan ciğer sahibi her hayvan hususunda dikkatli ol, kıyamet gününde Allah'a şikayet edilirsin"[62] demiştir.
"Eğer hayvanlara yaptığınız haksızlıklardan dolayı Allah sizi affedecek olursa, pek çok affa mazhar kılmış demektir."[63]
Ashab'tan bir kısmı: "Ya Resûlallah! Hayvanlara yaptığımız iyilikten dolayı bize bir ücret de mi var?" diye sorunca, Hz. Peygamber şu cevabı verir: "Evet, her bir yaş ciğer sahibine yapılan iyilik için ücret vardır."[64]
Hz. Peygamber'in hayvanlara gerekli gıdanın ve yemin yerinde ve zamanında verilmesini tavsiye eden hadisleri de vardır.
Hz. Enes: "Bir yerde mola verince, hayvanlarımızın istiraha-tini sağlayıncaya kadar ibadet etmezdik"[65] demektedir.
Bir başka hadiste ise, "Kedisini hapsederek açlıktan ölmesine sebep olan kadının, cehennemde bir kedi tarafından tırmalanarak azaba uğratılacağı" ifade edilmiştir.[66]
Hayvanların bakımı ve temizliği konusunda da Hz. Peygamber pek çok güzel öğütler vermiştir:
Ebu Hüreyre'den gelen bir rivayet şöyledir: "Koyunların burunlarını silin, ağıllarını temizleyin, ağıllarına yakın yerde namaz kılın, zira onlar cennet hayvanlarıdır."[67]
Sevadet îbn Rebî'nin bir rivayeti de şöyledir: "Annem ile Resûlullah1 a (s.a.v.) gidip (maddî) yardım istedik. Bize birkaç keçi verilmesini emretti. Anneme de şunu tenbih etti: Oğullarına emret, tırnaklarım kessinler, böylece sağdıkları zaman, hayvanları incitmemiş, memelerini kanatmamış olurlar, Yine oğullarına emret ki, hayvanların gıdalarına iyi baksınlar."[68]
Hayvan ve kuşların yavru ve yuvalarının bakımı ve korunması hakkında, Hz. Peygamber'in tavsiyelerinden bazıları şöyledir:
Abdullah îbn Amr rivayet ediyor: "Resûlullah (s.a.v.) bir keçiyi sağmakta olan bir adama uğramıştı, ona: Ey fiilan! Sağınca yavrusu için de süt bırak, dedi." [69]
Kuşların yuvalarının bozulmaması, yumurta ve yavrularının alınmaması için verdiği emir ve tavsiyeleri de vardır.[70]
Bilhassa yük hayvanları konusunda, Hz. Peygamberin pek çok uyarıları vardır. İnsanların, onların takati üstünde yükle yüklemelerini yasakladığı gibi, onların fıtratına uygun olmayan işlerde kullanılmalarım da yasaklamıştır.
" Ebu'd-Derdâ, fazla yük vurulduğu için, yerden kalkmakta zorluk çeken bir deveyi görünce, fazlalıkları,atarak, Hz. Peygamber (s.a.v.)'in: "Allah bu dilsizler hakkında daha hayırlı olmanızı tavsiye etmektedir, onlara güçleri seviyesinde yük vurun" [71]dediğini hatırlatır.
Hz. Aişe'nin bir rivayetine göre, Veda Haccı sırasında Hz. Peygamber, zevcelerinden Safiyye'nin yükünün, Hz. Aişe'nin yükünden daha ağır, buna karşılık Hz. Aişe'nin devesinin, Hz. Safiyye'nin devesinden daha güçlü olduğunu yolda fark edince, develerin yüklerinin aktarılmasını emretmiştir.[72]
Ebu Hureyre naklediyor: "Resûlullah (s.a.v.) bir gün sabah namazını kıldıktan sonra, cemaate yönelerek: Adamın biri sığırını sürüyordu ki, bir ara sırtına bindi ve vurmaya başladı. Bunun üzerine hayvancağız (linas-ı hal ile) "biz bunun için yaratılmadık", dedi, buyurdu."[73]
Hz. Peygamber insanların hayvanlara eziyet ve işkence etmelerini, onlara hakaret etmelerini de yasaklamıştır. Bu konuda da pek çok rivayet vardır. Îbn Ömer, Hz. Peygamber'in bu yasaklamalarını genel bir ifadeyle şöyle belirtmiştir: "Nebî (s.a.v.) hayvanlara işkence yapanlara lanet etti."[74]
Canlı hayvanları hedef alarak üzerlerine atış yapılmaması, yüzlerine vurularak dövülmemeleri,vücutlarına dövme (veşm) yapılmaması, kulaklarından çekilmemeleri, birbirleriyle kızıştırmayarak oyun ve eğlence konusu edilmemeleri, binek hayvanlarını durdurup üzerlerinden inmeden sohbet yapılmaması, etleri için kesilecek hayvanlara eziyet vermeden çabuk kesilmeleri gibi daha bir çok davranışlar, Hz. Peygamber taralından Özellikle belirtilmiştir.[75]
Bu konuda son olarak Hz. Aişe'nin bir rivayetini zikredelim Hz. Aişe'nin naklettiğine göre Hz. Peygamber, hazineye ait develerden huysuz bir deveyi, sevip okşadıktan ve hayırlı olması ipi dua ettikten sonra, ona verir ve "Ey Aişe bunu al, müşfik ol, zirz şefkat bir şeye girdimi onu mutlaka güzelleştirir, bir şeyden de çjk ti mı onu mutlaka çirkinleştirir." [76]buyurmuşlardır.
Hayvanlar ve kuşlarla ilgili son olarak bir de Hz. Peygam-ber'in avcılık hakkındaki tutumlarını görelim.
Bilindiği gibi, Kur'ân ve Hz. Peygamber, kara ve deniz avcılığını meşru ve helal kılmıştır. Hadis ve fikıh kitaplarında "Avlanma" bahisleri vardır. Bu konuda teferruata girmekten ziyade, sadece Hz. Peygamberin ekolojik tutumunu gösterme bakımında:, avcılığa bir tahdid getirdiğini söylemekle yetineceğiz.
Hz. Peygamber, sırf zevk ve evlence gayesiyle yapılan avcılık hoş görmemiş, hatta yasaklamıştır. "Kim av peşine düşerse gafil olur." [77]buyurmuşlardır. [78]
Burada önemle üzerinde durulması gereken başka bir korda, Hz.Peygamber'in insanın içinde yaşadığı şehir ve mesken hakkındaki tavsiyeleridir.
îslâmî bir aile tipini gözönünde tutan Hz. Peygamber, gem-ve çok odalı, yüksek olmayan, geniş avlulu ve bahçeli meskenler-yapılmasını tavsiye etmiştir.
Hz. Peygamber hicretle Medine'ye geldiği zaman, meşke: olarak, her köşesi 75 m. ebadında kare bir avlu etrafında dizili n köşeleri 7,5 m. olan kare şeklinde hücreler inşa ettirmiştir. Bu hücreler genellikle tek katlı idi; ancak bazılarının "meşrube" dr nen,ikinci katı da mevcuttu.
Hz. Peygamber özelikle evlerin yüksekliği konusunda titı davranıyordu. Meskenlerin iki kattan fazla olmasına müsaade etmiyordu. Hatta yüksek inşaatlara müdahale ederek, yıktırdıklar. da vaki olmuştur. Nitekim şu hadiste, bu durum çok açıktır.
"Bir kimse on zira dan (yaklaşık 8-9 m.den) daha yüksek ir bina yaptığı zaman semada bulunan münadi bir melek yüksi sesle bağırır: Ey Allah'ın düşmanı, nereye gidiyorsun?" [79]
Bütün buraya kadar özet olarak anlatmaya çalıştığımız şeylerden, Hz. Peygamberin çevre meselesinin olmadığı bir devirde şuurlu bir çevreci olduğu, bu işe ne kadar Önem verdiği kendiliğinden ortaya çıkmıştır sanırım.
Ayrıca Hz.Peygamber'in bu çevreciliği, günümüz çevreciliğine ne denli bir örnek teşkil edebileceği ve konusuyla ilgili bir çok temel sorulara cevap aramada yol göstereceği açıktır. Günümüz açısından bir değerlendirme yapmazdan Önce, Hz.Peygamber'in bu köklü çevre şuuruna sahib olmasının kaynaklarına kısaca bir göz atmakta yarar vardır.
Hiç şüphesiz, ilk ve en önemli kaynak Kur'ân'dır, yani vahy'dir; her konuda ve her faaliyetiyle, Hz.Peygamber, bize vahyi hayata geçiren ve uygulayandır; çevreciliği de bundan başka bir şey değildir, işte bu balamdan Kur'ân-ı Kerim'in genel îslâmî ekoloji ve ekolojik sünnetin üzerine dayandığı temel ayetlerden bazılarını zikredip, Hz. Peygamber'in hangi ayetten nasıl mülhem olduğunu göstermeye çalışalım.
Kainattaki canlı-cansız varlıklardan bir çoğunu çeşitli vesilelerle zikreden Kur'ân-ı Kerim, özellikle onların:
1- Varlıksal yapıları hakkında insana bilgi vermekte;
2- Kainat düzeni içerisindeki yer ve fonksiyonlarına değinmekte;
3- Belirli bir ölçü ve dengeye göre yaratıldıkları vurgulanmakta
4- Her şeyin insan için olduğu, fakat onların kullanımında insanın israf ve lüzumsuz kullanımı yasaklanmakta; insanın özellikle maddi varlığı onlardan (su, toprak gibi) ve onlarla kâim olduğu bildirilmektedir. Ayrıca insanın siyasi, iktisadî, dinî, ahlakî davranış ve anlayışının özelliklerine göre, çevreye doğrudan veya dolaylı olarak müsbet veya menfi etkisinin olduğu açıklanmıştır;
5- En Önemlisi de, bütün varlıkların Allah'ın varlığım gösteren birer delil olduğu gibi, her ân O'na ibadet eden varlıklar olduğu belirtilmektedir.[80]
İşte bütün bu noktalan gözönünde bulunduran Hz. Peygamber, ister istemez bir ilk çevreci olarak karşımıza çıkmaktadır. Hayatı esnasında, yukarda özetlediğimiz, çevrecilik faaliyetinde bulunmuş ve hadisleriyle çeşitli konularda örneklik teşkil etmiştir. Bunlardan başka, Islâmî çevreciliğin esasım ve unsurlarım teşkil eden genel Öğretiler de vaz etmiştir ki, bunlar yukarda beş maddede özetlediğimiz Kur'ân-ı Kerim öğretileriyle paralellik arz etmektedir.
Ayrıca, yine Kur'ân'dan öğrendiği şekliyle, diğer peygamberleri de örnek alarak Hz. Peygamber çevreci olmuştur. Mesela Mekke'yi ve Kabe çevresini Hz. ibrahim'in kutsal saymasına karşılık, Medine, Taif ve diğer bazı yerleri kutsal ilan etmiştir.
Hurma, deve ve at gibi bir takım ağaç ve bitkilere olan aşırı sevgisi, Hz. Peygamberin içinde yaşadığı kültür ve coğrafyadan kaynaklanmaktadır. Bu canlılar onun her gün sıkı ilişki içerisinde olduğu türden varlıklardır.
Kur'ân ve Hz. Peygamber'e göre, çevre Allah'ın eseridir, O'nun ayetlerindendir; o halde onu korumak, ona saygı duymak ve değerini muhafaza etmek gerekir. Çünkü çevre, canlı cansız her türlü varlığıyla, "Yedi gök, dünya ve bunlarda bulunan her şey Allah'ı teşbih eder. O'nu Övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yok-tur.~~Ne var ki, siz onların teşbihini anlayamazsınız. O çok halim ve bağışlayandır[81] ayetine göre, Allah'ı daimi surette takdis etmektedir. Bu bakımdan çevre kutsaldır; onu insanın koruması ve itina ile kullanması gerekir. Ayrıca, insamn bedenen ve maddi varlığıyla, ancak çevresine, bağımlı yaratıldığım da düşündüğümüz zaman, insanın çevreye saygılı ve hürmetli olmasının gerekliliği bir kat daha artmaktadır.
Bu, aynı zamanda, 'Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur..."[82] ayetinde de belirtildiği gibi, insamn çevreye olan karşılıklı iletişim ve şükranın da bir gereğidir.
Hz. Peygamberin, 'Yeryüzü bana ve (müslümanlara) mescid ve temizleyici olarak kılındı" şeklindeki hadislerinde belirttiği üzere, tüm kainat ve yeryüzü kutsaldır. Bu kozmolojik kutsallık anlayışı, hem islâm'daki tabiat anlayışının hem de ekoloji veya çevrecilik anlayışının temeli ve en başta gelen prensibidir.
Gerek Kur'ân-ı Kerim'de ve gerekse Hz. Peygamber'in hadislerinde açıklandığı şekliyle, tabiattaki varlıklar basit şeyler değildir' onlarda insan ve insan ümmeti gibi, karmaşık, hatta çok daha karmaşık varlıklar ve ümmetlerdir. 'Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve iki kanatlı uçan kuşlar, hepsi sizin gibi ümmetlerdir.."[83] anlamındaki ayet bu gerçeği vurgulamaktadır. Böyle olunca, tabiat düzeni insan düzenine benzemektedir. Netice'de, İslâm'ın öngördüğü ekolojik anlayışta, insan anlayışı temel olması gerekir; bu açıdan, ekolojinin, din siyaset, ahlak, iktisad, bilim, teknoloji ve hatta estetik gibi her türlü insanî faaliyet sahasıyla ilgisi olması gerekir. Bu da, Hz. Peygamber ve Kurân-ı Kerim'in ekoloji için koyduğu ikinci önemli temel bir prensiptir.
Bu metafizik ağırlıklı temel prensipler ve Hz. Peygamberin bizzat hayatında yaptığı çevrecilfği bir değerlendirmeye tutulduğunda, bize bir çevre felsefesinin genel hatlarını çizdiğini ve günümüzde gitgide ağırlık kazanmakta olan manevî çevrecilik akımına benzediğini söyleyebiliriz.
Özellikle Hz. Peygamberin ağaç ve hayvan sevgisi, ormanlaştırma faaliyetleri,her zaman gerekli ve örnek alınması gereken davranışlardır, Bütün bu faaliyetleri, bugünkü çevre anlayışlarının da önemli bir kısımını ve programlarını teşkil etmektedir.
Diğer taraftan, Hz. Peygamber'in ısrarla üzerinde durmuş olduğu mesken tipi ve şehircilik, ayrıca bu konuda Örnek alınması gereken bir hususdur. Özellikle, birçok psikolog ve sosyologun bugünkü yapıları ve şehirleşmeyi, hapishaneler veya cehennemi makinalar olarak gördüklerini, bu şekildeki bir şehircilik anlayışım nasıl tenkid ettiklerini düşündüğümüz zaman, Hz. Peygamber'in haklılığı ortaya çıkmaktadır.
Hiç şüphesiz, bugünkü maddi ve manevî çevre sorununun büyük bir kısmı bozuk meskenleşme ve şehircilik anlayışından kaynaklanmaktadır. İslâm'ın öngördüğü ufkî (yatay) şehirleşmeye karşı, bugün dikey şehirleşme hakimdir.
Muhakkak ki, bütün insanlığın sorunu haline gelmiş olan bugünkü çevre ve ekoloji meselesi, sadece Hz. Peygamber'in sün-netiyle teknik olarak çözümlenemez. Fakat çevre sorununu bir insan sorunu olarak gören, Hz. Peygamber'in Öğretisi, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bu anlayışa felsefe ve alt yapı teşkil edecek kadar tazelikte, sağlamlıkta ve doğruluktadır.
Ne yazık ki, Hz. Peygamber'in bu ekolojik sünneti, bir nizam ve düstur halinde, İslâm aleminde canlı bir şekilde her zaman varlığını devam ettirememiştir; eğitim ve idari düzenler içerisinde yer verilmediğinden, tarihte sadece belirli zamanlarda belirli kişiler veya gruplarca kısmen canlı tutulmaya çalışılmıştır.
Bugünkü bazı yazarlar, islâm'ın temel prensiplerine ve Hz Peygamber'in bu Öğretilerine bakarak şu neticeye varmaktadırlar: Müslüman insan, her şeyden önce içi temiz insandır; dolayısıyla içi temiz olanın dışı da temiz olur. Dolayısıyla onlara göre: gerçekte islâm veya müslüman için çevre diye bir mesele yoktur,
Bu görüş prensip olarak doğru olabilir, fakat islâm dünyası ve bugünkü müslümanlar bu gerçektan çok uzak bir hayat tarzı içerisindedirler. Yaşanan gerçeklik, tamamen zıd bir tablo. Tabî burada suçlu,» ne Kur'ân, ne de Hz. Peygamber.
Batı teknolojisi ve sanayisinin ortaya çıkardığı fakat bugün bütün milletleri ilgilendiren ekolojik sorunlar, neticede ister istemez müslümanları da ilgilendirmektedir; fakat Batı'da olmayan öyle ekolojik ve çevre sorunları vardır ki, bunlar sadece hâlâ müslümanlar için sorundur; Batılı için değil. Bunun böyle olduğunu. istanbul'un veya Karaçi'nin bir sokağını, Roma'daki veya Paris'teki bir sokakla karşılaştırdığımızda anlayabiliriz.
O halde, sadece zihinlerde kurulan iç-dış paralelliği bu işi çc-zemez; kaldı ki, özellikle bugünkü müslümanlarm "iç"i, "dışımdan daha problemli gibi görünmektedir.
Burada son olarak başka bir meseleye daha değinmek istiyoruz. O da, çeşitli sözde çevrecilerin Kurban bayramındaki hayvan kesimine itirazları ve bundan dolayı da, islâm'ı kötülemeleridir. Özellikle Batılılar, her kurban bayramı arefesinde ve esnasında bunu işlemektedirler. Birkaç duruma şahsen tanık oldum.
Bunlardan birisi, Paris'te Öğrenciliğim sırasında, Paris merkez camisinden Kurban bayramı namazından çıktıktan sonra, yakın bir metro istasyonunun girişinde bir genç papazın elime verdiği bir bildiriydi. Bildiride, özetle, müslümanlarm haksız yere âde: olarak her yıl milyonlarca hayvanı kestikleri, islâm'da hayvan sevgisinin yeri olmadığı işleniyordu, ve neticede dünya hayvan severler cemiyetlerine ve çevreci kuruluşlara önlem için çağrı yapılıyordu.
Benzer bir diğer itirazı, sözlü olarak dört yıl önce fakültemize ders dinlemeye gelen genç bir Alman papaz adayından duydum.
Her ikisine de şu cevabı vermiştim:
Müslümanlar bunu herşeyden Önce bir dinî vecibe olarak yapmaktalar; bu onların hayvanlara karşı sevgisiz olduklarını göstermez. Siz Avrupa'da günde kaç hayvan kesildiğini hiç düşündünüz mü? Sizin Avrupa'da bir günde kesilen hayvan sayısı, bütün islâm dünyasında bu bayram esnasında kesilen hayvanlardan daha çoktur.
ikinci olarak, islâm dünyası için bu özel günlerde kesilen hayvanların sayısı, diğer günlerdekilerin sayısına göre bir ai'tış gösteriyor ise de, müteakip bir iki haftada hayvan kesimi oldukça azalır.
Dolayısıyla, bu iki nokta gözönüne alınınca, bu özel günlerde kesilen hayvan sayısı görünüşte fazla geliyorsa da, aslında normal bir kesimdir.
Bundan da öte, siz Avrupalılar ve müslüman olmayan diğer milletler, sırf yemek için, müslümanlardan kat kat tür ve sayıda, kat kat ağırlıkta, karadan, denizden ve havadan öyle hayvanlar, bitkiler ve böcekler öldürüyorsunuz ki, önce siz bunların hesabım vermelisiniz. Sizin çoğu yediğiniz bu canlıların hiç birini Müslümanlar, gerek dinen yasak olduğu için ve gerekse kültür anlayışından dolayı, asla yemez. Siz mi, yoksa biz mi daha çok çevreciyiz?
Bu şahsi anımı burada nakletmemin sebebi, başka müslü-manların da benzer itirazlara ve tartışmalara şahit olduklarım bildiğim ve diğerlerinin de muhatab olacaklarını düşündüğüm içindir. [84]
Vahy, Hz. Peygamberde çok derin ve geniş maddî ve bir çevre şuuru oluşturmuştur. Bu şuurla O, Peygamber ve loca. olarak, ilk çevrecidir; bu konuda da izah etmeye çalıştığımız gibi, bir çevre mirası ve sünneti bırakmıştır.
Bir müslüman olarak Hz. Peygamberi diğer yönleriyle bu yönüyle de tanıma ve tanıtma ihtiyacı vardır. Bu ihtiya: ikilikle bugün bir kat daha kendini göstermektedir, Zira önümüzde kişiler ve kuruluşlar olarak herkesi ilgilendiren büyük bir sorunu vardır.
Hz. Peygamberin bu mirasında hem pratik hem de zümler ve hareket noktaları bulunmaktadır. Bu bakımdan imlikle çevreyle ilgilenen veya ilgilenmek isteyen müslümania bu açıdan her şeyden önce, Kur'ân-ı Kerim ile birlikte Hz. Peygamber'in hayatım ve hadislerini daha kapsamlı Özel incelice alanı edinmeleri gerekir. [85]
Ahmed îbn Hanbel, Müsned, Kahire, ts.
Ahmed Naznıî, Ağaç Dikmenin Fâideleri ve Fenni Usûlü, istanbul, 1928
Bayrakdar (M.), îslâm ve Ekoloji, Diyanet işleri Başkanlığı yayınları no: 319, Halk Kitapları No.88, Ankara, 1992
Belâzurî, Fütûhu'l-Buldan, çev. M. Fayda, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, No 707, Ankara, 1987
Buharı, Sahîh, Kahire, 1313
Buharı, el-Edebü'l-Müfred, Kahire, 1379
Canan (I.), İslâm'da Çevre Sağlığı, Cihan Yayınları, No: 86, istanbul, 1986
Darimî, Sünen, Kahire, 1966.
Hamidullah (M.), el-Vesâiku's-Siyâsiyye, 3. baskı, Beyrut, 1969.
Ibnu'1-Esîr, Üsdül-Gâbe fi Ma'rifeti's-Sahâbe, Kahire, 1970
Ibnu'l-Hacer el-Askalânî, el-Metâlibu'l-Âliyye, Kuveyt, 1973
îbn Mâce, Sünen, M. Fuad Abdülbaki neşri, Kahire, 1952.
imam Mâlik, Muvatta, Mısır, 1951.
Kçttânî(Abdulha.yy), et-Terâtîbu'l-Idâriyye, Beyrut, ts.
Münavî, Feyzu'l-Kadir, Beyrut, 1972
Müslim, Sahîh, Kahire, 1955
Nesâî, Sünen, Kahire, 1930
Nureddin el-Heysemî, Mecmau'z-Zevaid ve Menbau'l-Fevâid, Beyrut, 1967
Tirmizî, Sünen, Humus 1966. [86]
[1] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/211-212.
[2] Palazzi (F.): Novissimo Dizionario della Linguia Italiana, Firenze, 1974, bkz. Ecslogia maddesi.
[3] Bayrakdar (M.), İslâm ve Ekoloji, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları No: 319, Halk Kitapları No: 88, Ankara, 1992, s.10, 49-61.
[4] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/213-214.
[5] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/216.
[6] Toynbee (A.), "Pollution's Origins", Readers' Diğest, June 1974; Galtung (J.): "Contro l'ecologia conservatre", Bollettino della societa di Studio Poli-tici, Milano, 1974 s.13-14, 78-115.
[7] Peirone (F.), "İslam and Ecology in the Mediterranean Müslim Kulturkrei-se", Hamdard Islamicus.
[8] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/216.
[9] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/2167.
[10] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/217.
[11] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/217.
[12] Bu konuda Batılı Seyyahların söyledikleri için bkz. Bayrakdar (M.): İslâm. ve Ekoloji, s.101-119.
Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/217-218.
[13] Timberlake (L.), "The Emergence of Environment Aıvareness in the West", The Touch of Midas, ed.by Z. Sardar, Mauchester University Press, 1984, s. 130.
[14] Kur'ân: Casiye, 13; ayrıca bkz. Lokman, 20.
[15] Kur'ân, Rahman, 7-9; aynı konuda bkz. Rûm, 41; Hicr, 16-18; A'râf, 31; îsrâ, 27; Bakata, 204-205.
[16] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/218-220.
[17] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/221.
[18] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/221.
[19] Müslim, Musâkât, 10; Buharı, Edeb, 27.
[20] Müslim, Musâkât, 7-8.
[21] Münâvî, Feyzu'l-Kadîr, Beyrut, 1972, s. 5/480.
[22] Ahmed İbn Hanbel.Müsned, 5/415.
[23] Buharı, el-Edebü'l-Müfred, Kahire, 1379, s. 168.
[24] Ahmed Nazmi, Ağaç Dikmenin Faideleri ve Fennî Usuluİstanbul, 1928. s.12.
[25] Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 4/61, 5/374.
[26] Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 5/374.
[27] Kenzü'l-Ummâl, 3/905.
[28] Üsdü'l-Gâbe, 66357.
[29] Mecmuu'z-Zevâid, 8/115.
[30] Üsdü'l-Gabe, 3/276; Kenzü'lUmmâl, 3/905.
[31] Buharı, Et'ime, 46; Îbnu'l-Hacer, el-Metâlibıı'l-Aliye; 2/322; Mecmau'z-Zevâid, 5/39-40.
Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/221-223.
[32] Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 5/354, 440.
[33] el-Belâzurî, Futûhu'l-Baldan, çev. M. Fayda, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, No: 707, Ankara, 1987, s. 11 (Beyrut, 1958,1/17).
[34] Bkz. Vahab Mustafa Zuhayli, el-Fıkh el-îslâmî veAdilatuhu, Şam, Mu'as-sasat el-Rİsâlah, 1985, s. 574.
[35] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/223-224.
[36] Buharı, Cihad, 71; Müslim, Hacc, 458, 464; Ebu Davud, Menasik, 96; Azimabadî, Avnu'l-Mabud, Medine, 1968, 14/154; lbnu'1-Esir Üsdü'l-Ga-be, Kahire, 1970, 3/159.
[37] Ebu Davud, Menasik, 96.
[38] Müslim, Hacc, 472.
[39] Ebu Davud, Menasik, 96.
[40] Semhudi, Vefau'l-Vefa, Beyrut, 1971,1/97.
[41] Ebu Davud, Menâsik, 96; Müslim, Hacc, 461; el-Belâzurî, a.g.e., 1/16-17.
[42] el-Belazûrî, Age., 1/15.
Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/224-226.
[43] M. Hamidullah, îslâm Peygamberi, istanbul 1966,1/331, Aynı yazar: el-Vesaiku's-Siyasiyye, 3. Baskı, Beyrut, 1969, s.236-238.
[44] M. Hamidullah,.Vesaiku's-siyasiyye, s. 240.
[45] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/226-227.
[46] Kettânî, Terâtîb, 1/439.
[47] Agy., Age., 2/155; Üsdü'l-Gâbe, 5/228; Mecmau'z-Zevâid, 4/67
[48] Nesâî, Sünen, Kitabu'1-Hayl; Ebu Davud: Sünen, Cihad 47-50; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, Cihad, 47; Buharî, Hacc, 57.
[49] Buharî, Sahih, Sehâdât, 16, Kettanî, a.g.e., 1/439.
[50] İbn Mâce, Ticârât, 69.
[51] el-Metâlibu'1-Âliye, 2/303.
[52] Age.,3/25.
[53] Mecmau'z-Zevâid, 1/216; Ahmed İbn Hanbel, Milsned, 5/309.
[54] Ebu Davud, Sünen, Taharet, 38.
[55] Abmed îbn Hanbel, Müsned, 6/12.
[56] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/227-228.
[57] Darimî, 2/11; Nesaî, Dahâyâ, 42.
[58] İbn Mâce: Sayd, 10; Ebu Davud, Edeb, 167-168; Mecmâu'z-Zevâid, 4/41.
[59] Buharî, Cezâu's-Sayd, 5; Fethu'1-Bârî, 4/407.
[60] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/228-229.
[61] Tirmizî, Birr, 16; Mecmau'z-Zevâid, 8/187.
[62] Nesâî; Dahâya, 42.
[63] el-Metâlibu'1-Âliye, 3/170.
[64] Buharî, Şurb, 9.
[65] Ebu Davud, Cihad, 48.
[66] Buharî, Ezan, 90; Müslim, Birr, 133; îbn Mâce,Zühd, 30.
[67] Mecmau'z-Zevâid, 4/65-66.
[68] Age., 4/66.
[69] Age., 8/196.
[70] Ebu Davud, Cenaiz, 1; Buharî, el-Edebü'l-Müfred, 139; el-Metâlibu'l-Âliye, 2/156
[71] Metâlibu'l-Âliye, 2/156.
[72] Age., 2/19.
[73] Buharî, Enbiyâ, 52.
[74] Buharî, Zebâih, 25; Ahmed îbn Hanbel,Müsned, 4/31-33.
[75] Buharî, Zebâih, 25; Tirmizî, Cihad, 50, 56, Ebu üavud, Cihad, 56, 61; Darimî, 2/10, Üsdü'1-Gabe, 1/354, 2/248; el-Metâlibu'1-Âliye, 2/282; Mec-mau'z-Zevâid; 5/265, 8/109; Ahmed îbn Hanbel: Müsned, 3/439-441, 4/234; Îbn Mâce, Zebâih, 3.
[76] Ebu Davud; Cihad 1; Müslim: Birr, 78-79.
[77] Ebu Davud; Sayd, 4; Nesaî, Sayd, 24; Tirmizî, Fiten, 69
[78] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/229-232.
[79] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/232-233.
[80] Kur'ân-ı Kerim'deki çevrecilik ve özellikleri hakkında bkz. Bayrakdar (M.): İslâm ve Ekoloji, s.29-49.
[81] Kur'ân-ı Kerim, islâm, 44; ayrıca bkz. Hacc, 38.
[82] Kur'ân-ı Kerim, Mülk, 15.
[83] Kur'ân-ı Kerim, En'âm, 38.
[84] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/233-237.
[85] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/238.
[86] Prof. Dr. Mehmet Bayrakdar, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 5/239.