Alman
Şairi Goethe
Bakın, kaynak nasıl fışkırmakta
Kayalardan neşe ile Nurlu yıldızlar gibi pırıl pırıl!
Bulutlar üzerinden melekler Onun gençliğini beslerdi
Fundalıklardaki kayalar arasında.
Taptaze,
gencecik Raks ederek bulutlardan Mermer kaynaklara
iner, Tekrar yükselir sevinç Nağmeleriyle semaya.
Dağ geçitlerinde, o Kovalıyor rengârenk çakılları,
Koparıp sürüklüyor genç önder Kardeş kaynakları da
birlikte.
Çiçekler açıyor aşağı vadide Yeşeriyor
çimenler adım attığı her yerde Nefesinden.
Onu
yolundan alıkoyamıyor hiçbir Karanlık vadi, hiçbir çiçek
Aşk dolu gözlerle onu süzerek Dizlerini sarıp tutamaz
Düzlüğe gidiyor kıvrılarak akışı. Karışıp birleşerek
Dost oluyor dereler. İniyor şimdi ovaya Gümüş
pırıltılarla, Ovalar onunla ihtişama bürünür.
Ovalardan ırmaklar,
Dağlardan dereler Sevinçle
sesleniyor ona: Kardeş, Kardeş, kardeşlerini de al,
Beraber ezelî atana götür, Açılmış kollarıyla Bizi
bekleyen Ebedî okyanusa. Eyvah, boşuna açılmış
kollarla bekler Hasret çektiği bizleri kucaklasın diye;
Çünkü, ıssız çölde bizi yer Kumlar. Tepemizde
güneş emip bitirir kanımızı, Ve bir tepe engelliyor.
Göle varmamızı.
Kardeş, Ovalardan gelen
kardeşlerini de al, Dağlardan gelen kardeşlerini de al,
Birlikte götür atana! Gelin hepiniz! Ve coşuyor
şimdi o Bütün ihtişamıyla, Bir nesil kaldırır bu
Sultan’ı yükseklere, Ve kükreyince o, zaferler kazanıyor,
İsimler veriyor beldelere, Şehirler oluşuyor ayak
bastığı her yerde.
Durdurulmaz bir akınla devam
ediyor, Kulelerin alevli zirvelerine, Mermer
sarayları, hilkatinin icabı Arkasında bırakarak.
Sedir ağaçlı evler atlas taşır Geniş
omuzlarında, Dalgalanarak başının üstünde Binlerce
sancak yükseliyor göklere İhtişamına şehadet ederek.
Ve böylece kavuşturuyor kardeşlerini,
Sevdiklerini, evlâtlarını Gönlü muhabbetle dolu,
onları Bekleyen Yaratıcı’ya.
1993-1994 öğretim yılında Amasya Eğitim
Fakültesinde bir dönem misafir öğretim görevlisi olarak Türkçe
derslerine girmiştim. Yukarıdaki şiiri, sınıf öğretmenliği
bölümü üçüncü sınıf öğrencilerine, şairini söylemeden okumuş
ve şiirin kısaca yorumunu yaptıktan sonra “Arkadaşlar sizce bu
şiir kime ait olabilir?” diye sormuştum. Herkes kendince bir
tahminde bulunmuştu. Kimi “Mehmet Akif” dedi. Kimi Necip
Fazıl, kimi Yahya Kemal, kimi Faruk Nafiz, kimi Arif Nihat
Asya... En sonunda dedim ki: “Hayır arkadaşlar,
tahminlerinizin hiçbiri doğru değil, çünkü bu şiir ünlü Alman
şairi Goethe’ye aittir. Öğrencilerin hepsi çok şaşırdı. Böyle
bir sonucu hiç beklemiyorlardı. Ön sırada oturan ve kıvırcık
saçları omuzlarından aşağı sarkan; ince, zayıf, esmer bir kız
öğrenci gözleri yaşararak ve hayıflanarak; “Hocam bir yabancı
Peygamberimize böylesine değer verirken, biz O’nu tanımıyoruz,
O’na yabancı kalıyoruz.” dedi. Bakışlarından anladığım
kadarıyla diğerleri de aynı duyguyu paylaşıyordu. Ben de derin
bir teessürle “Maalesef öyle” dedim.
Evet, bin kere,
yüz bin kere maalesef kıymetini bilmediğimiz daha nice
değerlerimiz var. Ama bu değer, bütün değerlerimize değer
kazandıran değerler üstü bir değer. Bu değer; hayatımızdan
çıkanca, hayatın anlamsızlaştığı bir değer. Bu değer; milletçe
sahip olduğumuz bütün erdemlerin, bütün güzelliklerin
kaynağı, temeli olan bir değer. Bu değer Mehmet Akif’in
ifadesiyle “Bütün beşeriyetin kendine medyun” olduğu
yücelerden yüce bir değer. O’na yabancı kalmak ne büyük kayıp,
ne büyük acı; çünkü O’na yabancı kalmak demek insana, insanın
gerçeğine; saadete, huzura, emniyete velhasıl bütün
faziletlere, hepsinden önemlisi ve hepsinden öte Allah’a
yabancı kalmak demektir.
İşte Goethe, pek çok
akl-ı selim sahibi batılı düşünür ve sanatkâr gibi “Levlâke
levlâke vema halâktül eflâk – Sen olmasaydın, eğer sen
olmasaydın âlemleri yaratmazdım.” hitabına mazhar olan bu Yüce
Kametin farkına varan, O’na yabancı kalmayan büyük bir şair.
O, şiirlerinde referans olarak sık sık İslâmî kaynaklara,
özellikle de Kur’ân-ı Kerim’e müracaat etmiştir. Doğu-Batı
Divanı(2) adını verdiği şiir kitabında bunu açıkça görmek
mümkündür. Gençlik yıllarından itibaren İslâm’a büyük ilgi
duyan Goethe, “Friedrich David Megerlin’in Arapça’dan
Almanca’ya, Ludorico Marraccios’un Arapça’dan Lâtince’ye
yaptıkları Kur’ân-ı Kerim tercümelerinden mukayeseli bir
çalışma yapar ve muhtelif on sureden bir de Kur’ân-ı Kerim
Hulâsası (Koran- Auszüge) meydana getirir.” (3)
Burada
Goethe’nin Müslüman olup olmadığı tartışmasına girmek
istemiyorum. Ancak onun İslâmiyet’e büyük sempati duyduğu ve
Hz. Muhammed’in hak peygamber olduğunu kabul ettiği
eserlerinden anlaşılmaktadır. (4) “Hz. Peygamberin hayatını K.
E. Oeliner’in “Mohamed” adlı esrinden okuyan Goethe, “Çok kısa
bir süre önce İslâm peygamberinin hayatını büyük bir ilgi ile
okuyup tahsil ettikten sonra gördüm ki O, asla yalancı bir
peygamber değildir.” (5) sözüyle O’nun hak peygamber olduğunu
açıkça ifade etmiştir. Açık olan bir şey daha varsa o da
Goethe’nin Hz. Muhammed’e olan derin hayranlığı ve sevgisidir.
Goethe, 70 yaşına girdiği yıl, ramazan ayında kendini
kastederek söylediği şu sözle Hz. Muhammed’e olan sevgi ve
hayranlığını bütün samimiyetiyle ortaya koymuştur: “Kur’ân-ı
Kerim’in Peygambere semadan indirildiği bu mübarek geceyi o,
niçin hürmetle tes’it etmesin.”(6)
Goethe, Kur’ân-ı
Kerim’i okuduktan sonra 1772 yılında, Hz. Muhammed’le (s.a.s)
ilgili büyük bir piyes yazmaya girişir. (7) “Mohamed-Drama”
adını verdiği bu piyesin girişinde Peygamberimizin tevhid
inancına ulaşması dile getirilir. Sonra Hz. Muhammed’le (sav)
süt annesi Halime arasında geçen bir konuşmadan söz edilir.
Ardından da Hz. Ali ve Hz. Fatıma arasında Peygamberimizi
anlatan bir diyalog geçer. Goethe piyesi tamamlayamaz, ama
piyesin Hz. Ali ile Hz. Fatıma arasındaki diyalog kısmından
yukarıda verdiğimiz şiir ortaya çıkar.
|